aza inmekte, ibadet yerleri dolup taşmaktadır. kadar devam eder. Ramazan ayı ise, ibadetlerin sevap çarpanlarının katlandığı aydır.

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "aza inmekte, ibadet yerleri dolup taşmaktadır. kadar devam eder. Ramazan ayı ise, ibadetlerin sevap çarpanlarının katlandığı aydır."

Transkript

1 Manevi buhrandan Hakk ın Burhan ına Ramazan, Kur ân ın indiği, Peygamberi- Müslüman gücü nispetinde bu rahmetten daha çok mize peygamberliğin verildiği aydır. Bu yüzden onun oruç ayı olarak seçilmesi rastlantı değildir. Adeta oruç ibadetiyle, tüm insanlığa bu nimetlerin verilmesi kutlanmaktadır. Nitekim Peygamberimizin hayatında bu ay, her bakımdan bir kimse Ramazan da namaza başlıyorsa; namaz diğer aylardan farklı olmuştur. Şöyle ki, her zaman cömert olan Hz. Peygamber Ramazan da daha cömert olur; her zaman Kur ân okuyan pay almaya çalışmalıdır. Diyelim ki bizler Ramazan dışında da namazını kılan, Kur ân ı okuyan, hayırını yapan müslümanlarız. Ramazan da bunların üzerine bir şeyler koyabilmeliyiz. Hiç namaz kılmayan kılan biri olarak bizim Ramazan da namaz kalitemiz artmalıdır. Aksi takdirde herkese bir şeyler kazandıran Ramazan, bize bir Hz. Peygamber, Ramazan da daha çok Kur ân şey kazandırmamış olacaktır. Ramazan daki okur, daha çok ibadet ederdi. Kur ân okumalarımızda diğer aylardan farklı olmalı. Anlayarak, özümseyerek okumalarla tanışmalıyız Ramazan da. Elbette bu, Ramazan hatim- Dünyanın pek çok yerinde çok sayıda insanın ibadet kervanına katılmasıyla Ramazan, amel lerimize engel olmamalıdır. Kur ân ı anlama işi, ve rahmet panayırına dönüşmektedir. Bunun bir aya sığmayacak kadar büyük bir iş, ama sonucunda Ramazan da bir ibadet ve rahmet yoğunluğu yaşamaktadır. Bu yoğunluktan her seviye mız olamaz mı? Ramazan bizim bu hayırlı işe başlama ayı- ve konumdaki her insan nasibini alabilmektedir. Bu yüzden Ramazan da suç işleme oranları en İbadet, müslümanın her zaman yapması gereken bir yükümlülüktür. İbadet, ölüm gelinceye aza inmekte, ibadet yerleri dolup taşmaktadır. kadar devam eder. Ramazan ayı ise, ibadetlerin sevap çarpanlarının katlandığı aydır. Ramazan ayı, Allah ın rahmetini hak edenlere rahmetiyle gelir, onların ibadetlerini Bu yüzden her Müslüman Ramazan da daha bereketlendirdiği gibi, zaman, rızık ve çalışmalarını da bereketlendir, bağışlanmayı hak edenlerin de çok ve seviyeli ibadet yapmaya çalışmalıdır. bağışlanmasına sebep olur. Bu yüzden rahmet, Ramazan ayı, bizleri hayata hazırlayan bir bereket ve mağfireti hak etmek gerekir. Kim okul, bir kamp zamanıdır. O, bizi manen güzelliklerle tanıştırır, iyiliklerle donatır. Önemli olan ise, ne kadar hak ederse, bu erdemlere ne kadar layık olursa, o ölçüde payını almış olur. onun bize kazandırdıklarını Ramazan dan sonra da sürdürebilmektir. Zira müslümanlık Ramazan ayının hayatımızda özel bir bize her zaman gerekli olan bir değerdir. İslamî güzellikler de her zaman bize yakışan erdemlerdir. Bu yeri olmalıdır. Çünkü o, sıradan bir ay değildir. O, ibadet ve taatta pek çok insanın yoğunlaştığı, sürekli rahmetin yağdığı bir aydır. Her elvedaya nedenle Ramazana Elveda, Ramazan güzelliklerine dönüşmemelidir.

2 ./ &'()* #+ ',+-'+ "#$"%! 335:9:561:2/5 *, ;<=++ >$(" - 627/ 1898/8 335:C0/020,+<A++ #' B " ;<=++ #%#= "D (E $ G/H #%," - F $ 9J5I51./G: HPQRST %(KLMNOMMLKKK %( D?B43.:0 *UVI2 ^]_`apb #',Z W UXWOY ><*7[\] cp_`dre:[fr\rar\t ><*I2 hu*i%#'>*-#>*% "#$"% +&'+ #+ ',+-'+ ;<%'E*U@<gV m'"u%#'>*-#>*% 5!:kI/VVVlggj 5!:kI/VgVlppVjj *%n@<vloppvjjq hz'*@<ggj 335:r7 *uvxkowwyxvnvxkk #'>*t + # #%#F,+@<Ns *$(*' U= $+ 27I 619/7 +>#$,*y%+{<( iu%uvxkowwymvnvxwv!c5 >#$,*y%z$<'(+{<( :I7/:7I9/7 335:I8/8 % Uh* +-+KOWOwvsWKKK ~` P PbaPbQReR^PaP\ƒG}_~`\Pa`_QRTaR\PR~` `~Paf`ƒ3RTaR\~R_bRQ_Rb }ds`\pa`\`b G}_~`\Pa`_QRTaR\~R`~PS}\ `QRQT_b[\[a[ 3RQT_aR_R_\`baRfaR\~RbP \ _ ` Pf`Sa`\P_ RaT_STQReTaR^PaP\ƒ d]\[fa[a[ [\`barf `\`_`RPSSP\ƒ İçindekiler Rahmet Ayı RAMAZAN 4 Yrd. Doç Dr. Mustafa KARABACAK Hz. Peygamber in Oruç Günlüğü 8 Prof. Dr. ALİ AKPINAR Liberal Toplumun Oruç Fotoğrafı 12 Murat TÜRKER Zaman ve İnsan 14 Abdullatif ACAR Ötekine Benzeyerek Ötekileşmek 22 Yrd. Doç. Dr. Ebubekir SİFİL Hayatın İslam a Göre Tayin Edilmesi Bağlamında Ehl-i Sünnet Tasavvurunun Yeniden İnşası 30 Dr. İhsan ŞENOCAK Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-rufai (k.s) 38 Hikmet Damlası Osmanlı Devleti nde Enerji 40 Yrd.Doç.Dr.Abdulkadir DEVELİ Gemileri Karadan Yürüten Sultan 47 Gültekin YILMAZ Yeryüzü Müslümanlara Emanettir 48 Ersan BİLGİN Seçilmiş Mursi ye Selam Olsun 52 Memduh ERGİN Hızır Dostu 54 Aydın BAŞAR Hazır Çorba gibi Çocuk Yetiştirenler 60 M. Emin KARABACAK Hz. Üsame b. Zeyd (r.anh) 65 Salih AYDIN Burhan Çocuk 70 Musa KARACA Gördün Felek (şiir) 72 Zelilî

3 8 Hz. Peygamber in Oruç Günlüğü Prof. Dr. ALİ AKPINAR 14 Liberal Toplumun Oruç Fotoğrafı Murat TÜRKER 40 Osmanlı Devleti nde Enerji Yrd.Doç.Dr.Abdulkadir DEVELİ 52 Seçilmiş Mursi ye Selam Olsun Memduh ERGİN

4 Rahmet Ayı RAMAZAN Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK Ebû Hüreyre den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.): Her kim inanarak ve sevabını Allah tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa o kimsenin geçmiş günahları affedilir. Ramazan ayı İslam inancının kendisine yüklediği önem sebebiyle halk arasında On bir ayın sultanı ve Şehr-i Mübârek (Mübârek Ay) olarak kabul edilmiştir. Ramazan ayı Müslümanların değerlendirmek için adeta yarış yaptığı en önemli aydır. Bu ay halk tarafından değer atfedilen üç aylardan birisi olduğu gibi aynı zamanda Kur an-ı Kerim in nâzil olduğu aydır. Ramazan ayı, doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur an ın indirildiği aydır. Ramazan ayı cahiliye döneminde de bilinen bir aydı. Cahiliye döneminde kendisine bir kutsiyet atfedilmemiş yani kan dökülmesi ve savaşılması yasak edilmemişti. Bu ayın ayrıcalıklı olması İslâmiyetle birlikte olmuştur. Bu ay on iki ay içinde ismi Kur an da anılan tek aydır. Kur an ın bu ayda indirilmesi, bin aydan hayırlı Kadir Gecesi nin bu ayda olması, İslâmın temel ibadetlerinden birisi olan orucun tutulması, terâvih kılınması, mukâbele okunması, iftar 4 Haziran

5 yapılması, sahura kalkılması, itikâfa girilmesi ve fıtır sadakasının verilmesi gibi ibadetlerin bu ayda yapılması, İslam dininin dolayısıyla Müslümanların bu aya ayrı bir önem vermesine neden olmuştur. Ramazan ayı bütün hayırları ve bereketleri içerisinde toplamıştır. Yıl içerisinde kişiye ulaşan her bereket ve hayır, sonsuz olan Ramazan ayının bereket denizinden bir damladır. Bu ayda oluşan birlik, yıl boyunca oluşacak birliğin sebebidir. Bu ayda oluşan tefrika/ayrılık, yıl boyunca oluşacak tefrikanın sebebidir. Bu ayın faziletiyle ilgili hadislerde değişik rivayetler vardır. Bunlardan bazısı şöyledir: Mübârek Bir Ay Ramazan ayı gelince bazı değişimler olmaktadır. Bunlardan bazısı, semâ kapılarının açılması, cehennem kapılarının kapanması, şeytanların zincire vurulması vb. Ramazan ayı gelmiştir. O mübârek bir aydır. Allah o ayda size orucu farz kıldı. O ayda cennet kapıları açılır; cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur. Onda bin aydan hayırlı bir gece vardır. Kim Kadir Gecesi nin hayrından mahrum kalırsa, her hayırdan mahrum kalmıştır. Ayların Efendisi Ebû Saîd el-hudrî den rivâyet edildiğine göre: Ayların efendisi Ramazan, saygı bakımından en büyüğü ise Zilhicce ayıdır. Abdullah b. Mes ûd rivâyetinde ise: Ayların efendisi Ramazan, günlerin efendisi Cuma günüdür. şeklindedir. Aynı konu ile ilgili İbn Abbâs ın rivâyeti şöyledir: Ayların efendisi, Ramazan ayı geldi. Sıhhat, mukâfât ve hayır ayı hoş sefa getirdi. O sabır ayıdır. O ayda şeytanlar zincire vurulur, rahmet iner, çokça tevbe edilir, cehennem kapıları kapanır ve cennet kapıları açılır. Kutsal Kitapların İndiği Ay Vâsile b. el-eska dan rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: İbrahim in (a.s.) sahifeleri Ramazan ayının ilk gecesinde indirildi. Tevrat Ramazan ayının altısında indirildi. İncil Ramazan ayının on üçünde indirildi. Kur an da Ramazan ayının yirmi dördünde indirildi. Ramazan ayı aynı zamanda Rasûlüllah ın (s.a.v.) Cebrail e (a.s.) Kur an ı arz ettiği aydır. Rasûlüllah (s.a.v.) her yıl Ramazan ayında Cibril e (a.s.) Kur an ı arz ederdi. Vefât ettiği yıl iki defa arz etti. Yardımlaşma Ayı Selman el-fârisî den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) Şâban ayının sonunda hutbede şöyle buyurdu: Ey İnsanlar! Mübârek ayın gölgesi üzerinize düşmüştür. Onda bin aydan hayırlı bir gece vardır. Allah onda (Ramazan ayında) orucu farz kılmış, gece ibadetini de tavsiye etmistir. Kim Ramazan ayında nafile bir ibadet yaparsa, diğer aylarda farz bir ibadeti yapmış gibidir. Kim Ramazan ayında farz bir ibadeti yaparsa, diğer aylarda yetmiş farz ibadeti yapmış gibidir. O sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir. O yardımlaşma ayıdır ve o ayda mü minin rızkı artar. Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bir köle azat etmiş gibi olur ve günahları için de bağışlanma olur. Dediler ki: Ey Allah ın Rasûlü! Hepimiz oruçluyu iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz? Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah bu sevabı, oruçluya bir yudum süt içirene, bir hurma yedirene veya biraz su ikram edene de verir. Kim bu dünyada bir oruçluyu doyurursa, günahları için bir bağışlanma olur ve Allah kıyamet günü ona benim havuzumdan su içirir, bir daha su- Ramazan ayı, doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur an ın indirildiği aydır. Haziran 5

6 samaz nihayet cennete girer. Şu da var ki, ona oruç tutanın ecri gibi vardır. İftâr ettirenin sevabından bir şey eksilmez. Bu ayın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden kurtuluştur. Kim emri altındakilerin yükünü o ayda hafifletirse, Allah onu cehennemden kurtarır. Kulların Senenin Tamamının Ramazan Olmasını İstedikleri Ay Ramazan ayı gelince Rasûlüllah (s.a.v): Kullar Ramazan ayında olan hayrı bilselerdi, senenin tamamının Ramazan olmasını isterlerdi. buyurdu. Huzâa kabilesinden bir adam: Ey Allah ın Nebîsi, anlatmaya devam et, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): Ramazan ayının girmesiyle cennet seneden seneye süslenir. Hûriler derler ki: Ey Rabbimiz, bu ayda bizler için kullarından eşler yarat ki, onlarla bizim, bizimle de onların gözleri aydın olsun buyurdu. Herkesin Amelinin Karşılığını Eksiksiz Aldığı Ay Ebû Hüreyre den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ramazanda önceki ümmetlere verilmeyen beş özellik benim ümmetime verildi: Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlu için iftar edinceye kadar melekler istiğfarda bulunur. Allah onlar için her gün cennetini süsler ve (cennete) şöyle der: Kullarımdan sıkıntı ve ezanın gitmesi ve sana gelmesi yakındır. Şeytanların azgınları bağlanır, Ramazanın dışında yaptıklarını yapamazlar. Ramazanın son gecesinde mü minler bağışlanır. Denildi ki: Ey Allah ın Rasûlü! Bağışlanma günü Kadir Gecesi midir? Rasûlüllah (s.a.v.): Hayır; fakat amel eden amelini bitirdiği zaman karşılığını eksiksiz alır. Cennet Kapılarının Açıldığı Ay Ebû Hüreyre den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ramazan ayı gelince semânın kapıları açılır; cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur. Müslim in yine Ebû Hüreyre den bir rivâyetinde Rahmet kapıları açılır. bir rivâyetinde de Cennet kapıları açılır. şeklindedir. Tirmizî ve İbn Mâce nin haber verdiklerine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ramazan ayının ilk gecesi olunca cinlerin âsileri ve şeytanlar zincire vurulur. Cehennem kapıları kapanır ve ondan hiçbir kapı açılmaz. Cennet kapıları açılır; ondan hiçbir kapı kapanmaz. Bir münâdi şöyle nidâ eder: Ey hayır murad eden! Geri dön. Ey şer murad eden! Yavaş ol. Allah ın her gece cehennemden azat ettikleri vardır. Durum her gece böyledir. Cennet kapılarının açılması Kur an da da geçmekte ve semâ kapılarının açılması, cennet kapılarının açılması anlamına gelmektedir. Bağışlanma Ayı Ramazan ayı, bağışlanma ve günahlardan arınma ayıdır. Selmân el-farisî den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ramazan ayının evveli rahmet, ortası bağışlanma, sonu ise cehennemden kurtuluştur. Ebû Hüreyre den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.): Her kim inanarak ve sevabını Allah tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa o kimsenin geçmiş günahları affedilir. buyurdu. Bu hadisi açıklar mahiyette ise şu rivâyet zikretmekte fayda vardır. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Kim Ramazan orucunu tutar, yapılması gerekenleri bilir, korunması gerekenleri korursa geçmiş günahları bağışlanır. Ramazan ayın bağışlanma ayı olduğuna işaret eden ayrıca şu hadis vardır. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle 6 Haziran

7 buyurdu: Âmîn, âmîn, âmîn. Kendisine denildi ki: Ey Allah ın elçisi! Sen minbere çıkınca Âmîn, âmîn, âmîn dedin. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Cebrail bana, Ramazan ayına yetişip de günahları affolunmayan kişiyi Allah cehenneme girdirsin ve rahmetinden uzaklaştırsın. Âmîn de dedi. Ben Âmîn dedim. Sonra Cebrail: Ana babasına veya onlardan birisine sağlığında kavuşup da onlara iyi davranmadan ölürse Allah onu cehenneme girdirsin ve rahmetinden uzaklaştırsın. Âmîn de dedi. Ben Âmîn dedim. Sonra şöyle dedi: Ramazan ayında Müslümanların bağışlanması için birçok sebep sayılabilir: Gündüzleri oruç tutulur, geceleri ibadet edilir. Son on gecesinde olması muhtemel Kadir Gecesi ihya edilir, oruçlulara iftar ettirilir ve çalışanların yükü hafifletilir. Bol bol zikir yapılır ve istiğfar edilir. Melekler, iftar edinceye kadar oruçlu için bağışlanma dilerler. Bu mübârek ayda kendimiz için yaptığımız gibi Müslümanların hayrı ve kurtuluşu için dua etmeyi unutmamalıyız. Sıkıntısı olan kardeşlerimiz hakkında özellikle onların gıyabında onlar için dua edelim. Bu aynı zamanda meleklerin bize dua etmesinin de bir yoludur. Her kim orada hazır olmayan bir din kardeşi için dua ederse kendisine tevkil edilmiş olan melek, amin ve onun bir misli senin için olsun der. Selam ve dua ile Yanında senden söz edilince sana salavât getirmeden ölen kimseyi de Allah cehenneme girdirsin ve rahmetinden uzaklaştırsın. Âmîn de dedi. Ben Âmîn dedim. Bir başka hadiste Ebû Hüreyre den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Beş vakit namaz, iki Cuma ve iki Ramazan büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde aralarında işlenen küçük günahlara keffârettir. Ebû İnsanların sahip olması gereken bazı hasletler vardır. Yardım sever olmak, cömert olmak, merhametli olmak gibi. Bu hasletlere sahip olmak her zaman güzel olmakla birlikte bunları Ramazan ayında artırmak daha güzeldir. Bu ayda yapılan nâfile ibadet farz gibi farz ibadet de yetmiş farz ibadet gibi değerlendirilmektedir. Yine bu ayda sadaka vermek ve umre yapmak kat kat sevap getiren ibadetlerdir. Enes ten (r.a.) rivâyet edilen bir hadiste, Rasûlüllah (s.a.v.) En faziletli sadakanın Ramazan ayında verilen sadaka, Buhârî ve Müslim de rivâyet edilen bir hadise göre Ramazanda umre yapmanın hacca eşdeğer veya Hz. Peygamber le beraber haccetmeye eşdeğer olduğu belirtilmiştir. Hüreyre den rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ramazan ayı gelince semânın kapıları açılır; cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.... *Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi. Kaynaklar 1 Bakara, 2/ İmâm Rabbânî, Mektûbât, s , (4. Mektup). 3 Ahmed b. Hanbel, II, 230, 385, 425; Nesâî, Savm, 3. 4 Beyhakî, Fezâilü l-evkât, I, 335; Şuabü l-imân, V, Taberânî, el-mu cemü l-kebîr, IX, Ebû Tâhir es-silefî, İntihâb, I, 20, (Hadis no:19). 7 Ahmed b. Hanbel, IV, Buhârî, Menâkıb,25; Müslim, Fedâil, 50;Fedâilu s-sahâbe, 98,99; İbn Mâce, Cenâiz, İbn Huzeyme, Sahîh, III, 191; İbn Ebi d-dünya, Fezâilu Ramazan, I, 69, (Hadis no: 41). 10 Taberânî, el-mu cemü l-evsat, VII, 44; el-mu cemü l-kebîr, XIII, Ahmed b. Hanbel, II, 292; Tahâvî, Müşkilu l-âsar, IV, 142; Heysemî, a.g.e.,, III, 140; İbn Hacer, el-metâlibu l-âliye, I, , (Hadis no:932). 12 Buhârî, Savm,5; Müslim, Sıyâm, Tirmizî, Savm, 1; İbn Mâce, Sıyâm, Sâd, 38/ el- A râf, 7/ Sââtî, Fethu r-rabbânî, IX, Buhârî, Salâtü t-terâvîh,1; Savm,6;Müslim, Salatü l-müsâfirîn, 175, Ahmed b. Hanbel, III, 55;İbn Hıbbân, Sahîh, V, , (Hadis no: 3424); Münzirî, et-tergîb ve t-terhîb, II, İbn Hıbbân, Sahîh, II, 131, (Hadis no:904); Ahmed b. Hanbel, II, 254; Buhârî, el-edebü l-müfred, (Hadis no: 644,646); Münzirî, et-tergîb ve t-terhîb, II, 93, Müslim, Taharet, 14-16; Tirmizî, Salat, Tirmizî, Zekât, 28; Ali el-muttakî, Kenzü l-ummâl, VI, 399; Suyûtî, el- Câmiu s-sagîr, I, 50;Münâvî, Feyzü l-kadîr, II, Buhârî, Umre, 4; Müslim, Hac, Müslim, Zikr ve d-dua, 87. Haziran 7

8 Hz. Peygamber in Oruç Günlüğü Prof. Dr. Ali AKPINAR Yüce Allah, Kur ân ında onu bize Üsve-i hasene/ en güzel örnek diye tanıtmıştır. O, her konuda bizim için en güzel örnek ve önderdir. O nun Ramazan farklılıkları ve oruç günlüğü de bizim için örnektir. Ağzı dualı bir peygamber olarak iftar anlarını da dua fırsatı olarak değerlendirir ve şöyle dua ederdi: Allahım, yalız senin için oruç tuttum, sadece sana güvenip inandım ve senin rızkınla iftarımı açtım. Allah a hamdolsun. Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah sevap kesinleşti. [12] Onun hayatında Ramazan ın ayrı bir yeri vardı. Zira ona vahiy Ramazan da gelmeye başlamıştı. O, Vahiy meleği ile bu ayda müşerref olmuştu. Bu ayda inmeye başlayan Kur ân, insanlığı Marifetullah bilinci demek olan takvaya erdirmek için gelmişti. İçerisine riya karışmayan, hep ve yalnız Allah için tutulan ve bu ayda farz kılınan orucun hedefi de takvalı insan yetiştirmekti. Peygamberimizin Ramazan ve Oruç günlüğünü şu şekilde özetlememiz mümkündür: Ramazan, onun için bir rahmet, bereket, mağfiret ayı; hayır ve güzellikler pazarı; kullukta yoğunlaşma fırsatı idi. O, bu konuda Ramazan a eriştiği halde, günahlarından bağış- 8 Haziran

9 lanmayıp cehenneme girene yazıklar olsun! [1] buyurarak Ramazan ın farkına dikkatlerimizi çekmişti. Ramazanı kulluk fırsatı olarak değerlendiren Peygamberimiz, Ramazan ve ondaki güzelliklerle ilgili şöyle buyurarak bu ayı en güzel şekilde değerlendirmeye teşvik etmiştir: Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur. [2] Ademoğlunun her ameli katlanır. Hayırlı ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, onu ben mükâfatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terketti. Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuşup orucunun sevabını aldığı zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur. [3] Oruçlunun uyuması ibadet, susması tesbih, çalışması bereket, duası makbul, günahı bağışlanmıştır. [4] Cennetin Reyyan adlı bir kapısı vardır, oradan yalnızca oruç tutanlar girer. [5] O, diğer ayları gibi Ramazan ı da her türlü günahtan uzak bir şekilde geçirirdi, tuttuğu oruçların sevabını gıybet, dedikodu, yalan ve boş söz gibi günahlarla azaltmazdı. Yine O, orucu uykuya hapsetmezdi, oruçtan en yüksek puanı/sevabı alabilmek için çabalardı. Hepimiz için en güzel hayat modelleri sunan Peygamberimiz günlük olarak nafile ve farzlarıyla namazlarını kılardı, ama Ramazanda bu namazlarına teravih namazlarını da ekler ve şöyle buyururdu: Yüce Allah, size Ramazan orucunu farz kıldı, ben de Ramazan gecelerinde (teravih namazıyla) kıyamı sünnet eyledim... [6] Onun için Ramazan ayı, önce teravih namazı kılınarak başlar ve bu şekilde ertesi günün orucu namaz temeli üzerine bina edilir. Bunun içindir ki bizler onun gül hatırı için teravihlerimizi kılmaya şu sözlerle başlarız: Efendimiz Muhammed e salat ile selam olsun/ O na izzet ile ikram, teravihe kıyam olsun! O, bugün bir çok insanın yaptığı gibi namazı yalnızca Ramazan a ve teravihe hasretmezdi. Çünkü beş vakit namaz O nun gözünün nuru idi. O, diğer aylarda oruç tutardı, ama Ramazan tümüyle Onun oruç ayı idi. Yani O, oruç gibi yüce ibadetten Ramazan dışında da kopmazdı. Çünkü O, oruçlu iken amellerinin Rabbine arzedilmesini çok isterdi. Onun orucu, yalnızca midenin aç susuz kalmasından ibaret değildi. O, mide başta olmak üzere tüm organlarına oruç tuttururdu. O, orucu gönlü, beyni, dili ve tüm hücreleriyle tutardı. Ve o, bu konuda şöyle uyarmıştı bizleri: Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçlarından onlara kalan sadece aç ve susuz kalmalarıdır. [7] Kim yalan ve iftirayı terk etmezse bilsin ki, onun yiyip içmesini bırakmasına Allah ın ihtiyacı yoktur. [8] Oruç perdedir, koruyucu kalkandır. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa ben oruçluyum! desin ve ona bulaşmasın. [9] Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuşup orucunun sevabını aldığı zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur. [3] Haziran 9

10 O, oruç için sahur yapmayı bereket görür ve iftarda acele ederdi: Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır. [10] İnsanlar iftarda acele ettikleri müddetçe hayır üzere devam ederler. [11] Bugün bazılarının yaptığı gibi, iftarı ve sahuru terk etmez ve geçiştirmezdi. Onları vaktinde ve özenle yapardı. Ağzı dualı bir peygamber olarak iftar anlarını da dua fırsatı olarak değerlendirir ve şöyle dua ederdi: Allahım, yalız senin için oruç tuttum, sadece sana güvenip inandım ve senin rızkınla iftarımı açtım. Allah a hamdolsun. Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah sevap kesinleşti. [12] Bu yüzden oruçlu iken de oruçsuz iken de O nun ağzından hayır ve haktan başka bir şey sadır olmazdı. Oruçluya iftar ettirmek O nun Ramazan güzellikleri arasındaydı. Bu konuda şöyle derdi: Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz. [13] O, iftar sofralarında aşırılığa kaçarak israf sofralarına dönüştürmez ve yalnızca zenginlerin birbirlerine ödünç yaparcasına ağırlandığı sofralara çevirmezdi. O nun mütevazı sofralarında zengin fakir herkese yer vardı. O nun hayatında Ramazan, beslenme ayı da değildi, diyet ayı da, eğlence ayı da, festival ayı da değildi O, oruç tutuyorum diye hayattan kopmaz, yapması gereken işleri hakkıyla yapmaktan geri kalmazdı. Nitekim Bedir savaşına o, bir Ramazan ayında çıkmıştı. Ne orucu uykuya tutturur ve ne de orucu işini savsaklama aracı yaparak istismar ederdi. Oruçla ilgili kendisine yöneltilen sorularda, her zamanki gibi kolaylaştırıcı bir yöntem izler ve alternatif çözümler sunardı. O nun cevapları yaşanabilirdi. Dini anlatırken taviz de vermezdi, muhataplarını çıkmazlara da götürmezdi. O, her zaman cömertti, Ramazan da daha cömert olurdu.. O, Vahiy meleği ile karşılaştığında hayır ve infakta, esen yellerden daha cömert olurdu. [14] O nun cömertliği Ramazan ile sınırlı değildi. Verirken fakirlerin nurlarını korur, sahip olduğunun en güzelinden ve sevgiyle verirdi. Onun, zahidane bir hayatı vardı; ama o, Ramazanda daha bir zahiddi. Çünkü bu ay Onun i tikaf ayı, mescidin bir köşesinde on gün, kendini Yüce Allah a verme ayı idi. Hz. Peygamber, kendisine peygamberlik gelmeden önce Hıra mağarasında münzevi bir hayat yaşardı. Ama Kur ân ayetlerinin inmeye başlamasıyla O, Hıradan toplum içerisine indi ve tebliğ görevini sürdürdü. Fakat O, insanlardan ve dünya nimetlerinin cazibesinden geçici bir süre de olsa uzak kalmayı tamamen ihmal etmedi. Bu sefer halkın içinde, mescidinde O, Ramazanın son on gününü itikafla geçirirdi. O, halk içinde Hakla beraber olur, ibadetlerini asla hayattan ve insanlardan kopmaya, onlarla ilişkilerini kesmeye ara yapmazdı. O, her zaman Allah ı zikrederdi, Ramazan da daha çok zikrederdi. Bu kutlu ayda dualarına dua katardı. O, sürekli Kuran okur ve Kur ân lı bir hayat yaşardı, ama Ramazanda daha çok Kur ân okurdu. Onun orucu, yalnızca midenin aç susuz kalmasından ibaret değildi. O, mide başta olmak üzere tüm organlarına oruç tuttururdu. O, orucu gönlü, beyni, dili ve tüm hücreleriyle tutardı. Ve o, bu konuda şöyle uyarmıştı bizleri: Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçlarından onlara kalan sadece aç ve susuz kalmalarıdır. [7] 10 Haziran

11 Onun mukabelelerine Vahiy meleği ve ashabın seçkinleri eşlik ederdi. Onun vahiy meleği ile karşılıklı Kur ân okuyup ezberini sağladıkları ay da Ramazan dı. [15] O nun Kur ân okumaları anlamak ve en iyi şekilde yaşamak içindi. O, asla Kur ân okumayı dünyalıklara alet etmedi ve adete dönüştürmedi. bayram sonrası hayat, tekbir ve namaz doğrultusun- ففف. ederdi da devam Tüm bu Ramazan güzellikleriyle o bizleri aydınlatmaya, gönüllerimizi ısıtmaya, beyinlerimizi ışıtmaya, sözlerimizi güzelleştirmeye, davranışlarımızı hep hayır ve güzelliklere yönlendirmeye devam ediyor. O, Ramazan ın son on günü içerisinde, dua, istiğfar, zikir ve ibadet fırsatı olan Kadir gecesini arar ve kadir gecesini ihya etmeye teşvik ederdi: Kim inanarak ve sevabını Allah tan bekleyerek kadir gecesini ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır. [16] Kısaca O, Ramazan da kulluk ve dua yoğunluğu içerisinde olurdu. Ve Ramazan da sergilediği bu güzellikleri Ramazan dan sonrasına taşır ve bunu ümmetine tavsiye ederdi. Yani on bir ayın sultanı Ramazan, onun on bir ayını da yönetirdi: Kim Ramazan orucunu tutar ve ona şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yıl orucu tutmuş olur. [17] Resûlullah Zilhicce den dokuz günle Aşûra günü oruç tutardı. Bir de her aydan üç gün, ayın ilk pazartesi ile perşembe günü oruç tutardı. [18] Ramazanda Çünkü O nun için Ramazan, bir eğitim kampı, bir yenilenme fırsatı, bir donanım ve dolum ayı idi. O, Ramazan dan aldığı enerji ile Ramazan sonrası hayatını şekillendirirdi. O, bayramını tekbir ve namazla başlatırdı. Tekbir ve namaz üzerine kurulan O nun ümmeti olarak O nu özlemeye, hayatımızın her alanında O na benzemeye, O ndaki güzellikleri yaşamaya ve yaşatmaya var mısınız? O, bizleri, Mahşerde buluşma yerimiz olan Kevser havzının başında bekleyip durmakta. daha çok Kur ân okurdu. Onun mukabelelerine Vahiy meleği ve ashabın seçkinleri eşlik ederdi. Onun vahiy meleği ile karşılıklı Kur ân okuyup ezberini sağladıkları ay da R amazan dı. Salat ü selam, her türlü ihtiram O na ve O nun bağlılarına olsun. [1] El-Münzirî, et-terğîb, II, (Hakim) [2]Buhari, Savm: 5, Bed ü l- Halk: 11, Müslim, Sıyâm: 2, (1079); Nesâî, Sıyâm: 5, (4, 129); İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: IX, 426. [3] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 419. [4] Muhtâru l-ehâdisîn, No:1287 (Taberânî) [5] (Buharî, Müslim, Nesâî) Ali en-nâsıf, et-tâc, II, 48. [6] (Nesâî, Ahmed) Ali en-nâsıf, et-tâc, II, 46. [7] (İbn Mace, Ahmed, Hakim) Ali en-nâsıf, et- Tâc, II, 61. [8] Buhari, Savm: 8, Edeb: 51; Ebu Dâvud, Savm: 25, (2326); Tirmizî, Savm: 16, (707); İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 503. [9] Buhari, Savm: 2, 9, Libas: 78; Müslim, Sıyâm: 164 (1151); Muvatta, Sıyâm: 58, (1, 310); Ebu Dâvud, Savm: 25 (2363); Tirmizî, Savm: 55, (764); Nesâî, Sıyâm: 41, (2, ); İbnu Mâce, Sıyam: 1, (1638), Edeb: 58, (3823); İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 420. [10] Buhari, Savm: 20, Müslim, Sıyâm: 45, (1095); Tirmizî, Savm: 17, (708); Nesâî, Savm: 18, (4, 141); İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 490. [11] Buharî, Savm: 45; Müslim, Sıyân: 48, (1098); Muvatta, Sıyâm: 6, (1, 288); Tirmizî, Savm: 13, (699); İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 499. [12] Ebu Dâvud, Savm: 22, (2357). İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 500. [13] Tirmizî, Savm: 82, (807); İbnu Mâce, Sıyâm: 45, (1746); İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 426. [14] (Buharî, Müslim) Ali en-nâsıf, et-tâc, II, 62. [15] Cibrîl, her Ramazan Peygamberimize gelir ve o ana kadar inen ayetleri karşılıklı okurlardı. Arza diye isimlendirilen bu karşılıklı okuma (mukabele) Peygamberimizin vefat edeceği sene iki defa tekrarlanmıştı. Bkz. Buhari, Bedü l-vahy 5, Fedâilü l-kur ân 7; Müslim, Fedâil 50; Zerkeşî, el-bürhân, I, 232; İbnü l-esîr, en-nihâye, III, 212; Bilmen Ö. Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, I, 21. [16] El-Münzirî, et-terğîb, II, 229. [17] Müslim, Sıyâm: 204, (1164); Tirmizî, Savm: 53, (759); Ebu Dâvud, Savm: 58, (2432); İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 471. [18] Ebu Dâvud, Savm: 61, (2437); Nesâî, Savm: 83, (4, 220); İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, IX, 472. Haziran 11

12 Liberal Toplumun Oruç Fotoğrafı Murat TÜRKER İçki servisi yapan veya içki satan mekânların camlarına astığı Ramazan münasebetiyle kapalıyız yazılarının yerini son yıllarda Ramazan da açığız levhaları almış. İbadetin şahsî anlamda yerine getirilebilirlik serbestisi artıyor; hatta bir kavle göre ibadete olan ilgi de yükseliyor. Ancak, İslâm ın çok mühim bir unsuru olan şeâir (İslâm ın işaretleri, tezahürleri) konusunda müthiş bir gevşeklik ivme kazanıyor. Üstelik, bu Ramazan da açık olan yerler arasında, muhafazakâr insanların sahip olduğu bazı kafe ve mekânlar da bulunuyormuş. Bu tespitlere şaşırmalı mıyız; yoksa her fikrin ve tutumun kendini ifade adına özgürleşmesi gerektiğinin bu ölçüde tartışılmaz bir argüman haline getirildiği bir vasatta tüm bunları normal mi karşılamalıyız? Kendi hesabıma ben, ikinci gruptayım, yani olan bitenden rahatsız olmakla beraber, bunları bir sürpriz olarak karşılamıyorum, bu gidişin böyle bir neticeye müncer oluşuna şaşırmıyorum. Ne bekliyorduk ki!? 12 Haziran

13 Şimdi önümüzde duran sosyal fotoğrafı netleştirelim ve somutlaştıralım. (Eskiden bunun yerine müşahhaslaştıralım denilirdi ama böyle yazınca artık anlaşılmıyor; dille gelen tahrip ne korkunçtur!) O fotoğrafta, oruç tutanların artık bu şahsî ibadetlerini daha rahat, en azından konjonktür sayesinde amirden, patrondan vs çekinmeden yerine getirebildiklerini gösteren bir boyut var. (Gerçi oruç tutanların sayısında artma mı azalma mı olduğu meselesi de oldukça tartışma kaldıran bir bulanıklık içeriyor ama bu şimdi bizim konumuz değil) Fotoğrafta var olan diğer boyut ise, yazının başında telmihte bulunduğumuz Ramazan da açığız muhabbetiyle ilişkili olan, oruç tutmayanların artık bunu ifşa etmekte hiçbir beis görmeyecekleri bir sosyal vasata ulaşmış olmamız. Denilebilir ki, oruç tutmayanlar zaten hep vardı ve bunu açıktan zaten sergiliyorlardı. Doğrudur ama ben, bu tavrın artık neredeyse hiçbir mahcubiyet emaresi olmaksızın ortaya konulmasında ifadesini bulan rahatlıktan ve bu rahatlığın her geçen gün gitgide artış göstermesinden söz ediyorum. O halde iki yönünü tasvir ettiğimiz bu fotoğrafın adını da doğru koyalım. Olan şudur: İbadetin şahsî anlamda yerine getirilebilirlik serbestisi artıyor; hatta bir kavle göre ibadete olan ilgi de yükseliyor. Ancak, İslâm ın çok mühim bir unsuru olan şeâir (İslâm ın işaretleri, tezahürleri) konusunda müthiş bir gevşeklik ivme kazanıyor. İşte muhafazakâr pratik, topluma tam da böyle bir dindarlık tasavvuru zerk ediyor. İbadette kısıtlamaların ortadan kalktığı ama İslâm ın şiarlarının, yani Din in toplumsal boyutunun tedricen rafa kalktığı bir içtimâî atmosfer Elbette, bir toplumun itikadına ve imanına sahip çıkmasının, esasen bu şeaire sahip Haziran çıkmakla son derece alâkalı olduğu gerçeği de dikkatle gözden kaçırılıyor. Şahsî bir ibadet olan oruç kadar, oruca saygının da -bir şiar olması yönüyle- dindarlığımıza şekil veren olmazsa olmaz bir unsur olduğu hakikati sümen altı ediliyor. Ve bu mantığı oruç özelinden çıkarıp genele teşmil ettiğimizde de, ibadetlerin ferdî boyutunun canlılık kazandığı ama toplumsal işleyişte sokağın Müslümanlığını temin eden İslâm ın hüküm ve değerlerinin aziz olmaktan çıkartılıp, hürmetlerinin ihlâl edildiği ve rahatlıkla tahkir/ tezyif edilebildikleri bir atmosferin yükselişte olduğu anlaşılıyor. Müslümanların liberal-demokrat eğilimlere teşne kılınmasının doğal sonucu, İslâmî şeâirin böylesine ucuzlatılması ve İslâm ın kıymet hükümlerinin yok sayıldığı bir kurguya Müslümanların hiç yüksünmeden dâhil edilebilir hale gelmeleridir. Elbette bu yazının ana fikri, oruç tutmayanlara müdahale edelim, edilsin vs değildir. Böyle anlamak, yazının mesajını hiç kavramamış olmaktır. İşaret etmek istediğimiz husus, Müslüman zihin ve kalplerde meydana gelen ve alttan alta seyreden şuur boşalmasıdır. Neyi kazanç, neyi kayıp olarak görmemiz gerektiği noktasındaki ciddi kafa karışıklığıdır. Kaşıkla verip kepçeyle alma deyiminin capcanlı örneğini görüyor, hatta yaşıyor olmamıza rağmen, kaşıkla aldıklarımız için zafer türküleri tertip eden bilinç kaybıdır, gündeme getirmeye çalıştığımız Muhafazakâr belediyeler eliyle Ramazan ın içinin boşaltılması ise apayrı bir yazı konusu Ona hiç girmeyelim! 13

14 Zaman ve İnsan Abdullatif ACAR Yüce Alla buyuruyor ki: Oysa Allah kendi eceli gelmiş bulunan, hiç kimseyi kesinlikle ertelemez, Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafigun,11) Zaman, insan için en kıymetli bir nimet, paha biçilmez bir değerdir. Hayatın ta kendisidir. O yoksa hayat yok, o varsa her imkan vardır. Yaşamın adıdır zamana sahip olmak. O, Yüce Yaradandan insana tanınan bir fırsattır. Herşeye onun varlığıyla sahip olursunuz. Yaşamınızda. Onun ya varlığından söz ederek fırsatların değerlendirilmesi temennilerinde bulunursunuz yada yetmediğinde, dillerinize dolarsınız yakına yakına. Her imkana sahip olsanız da, o imkanları değerlendirme alanınız, kullandığınız gerçek sermayeniz, işlediğiniz tezgâhınız, sergilediğiniz salonunuz yine odur. Onunla iç içe; ne ondan ayrı ne de ondan gayrısınızdır. Ahmet Hamdi Tanpınar bunu ne güzel ifade etmiştir. Ne içindeyim zamanın Nede büsbütün dışında Yekpare geniş bir anın Paçalanmaz akışında Necip fazılda zamanla ilgili: 14 Haziran

15 Otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum Gök yüzünden habersiz, uçurtma uçurtmuşum. diyerek akıp giden zamanı ve zamandan habersiz insanı anlatmıştır. Akıp giden bu zaman içerisinde, Azıcık zamanım olsaydı, halledecektim, Zaman Müsaade etmedi, keşke önceden bunu düşüne bilseydim gibi sözlerle önceliklerini gerçekleştirmek isteyen insanların zamana olan muhtaçlıklarını ve iştahlarını duymuşsunuzdur. Yada ilerde nice hayalleri hedefine koyup zamanları yetersiz olduğundan, ömürleri elvermediğinden bu dünyadan göçüp gidenlerle ilgili: Daha gencecik yaşındaydı, hayatının baharındaydı, hayallerini gerçekleştiremedi gibi sözlerle ansızın zamanın bitişine sitem edenlerin serzenişine şahit olmuşsunuzdur. Bazen de böyleleri için teselli babından, Yapılacak bir şey yok, ne gelir elden ömür bitmiş, Allah taksiratını affetsin, sizede sabır versin. dediğimiz zamanlar olmuştur. Ne gariptir ki bazen de zamanın çokluğundan şikayet edenlere, onu adeta sırtında yük görenlere şahit olursunuz. Günlerini nasıl geçireceklerinin telaşını yaşayan böyle insanlarla doludur bu dünya. Nereye tatile gitsek, nasıl bir meşguliyet bulsak, iyi ki geldin de zaman geçirdik gibi... Bazen olur ki daha da ileriye gidip kahırlar okunur varlığından zamanın, isyan sözcükleri dökülür insanın dilinden: Görmeseydim, yaşamasaydım, keşke bu günleri... Peygamberimiz (s.a.v.), insanın en fazla aldandığı, sağlığın ve boş zamanın, değerlendirilmesi, pişmanlığın yaşanmaması, günaha, isyana dalınmaması için bizleri uyararak buyuruyor ki: İnsanın çoğunun faydalanma hususunda aldandığı iki nimet vardır. Bunlar, sağlık ve boş zamandır. (Buhari, Rikak, 1) Aşırı ihtiraslarla dünyaya bağlanan, nefislerinin sınırsız isteklerini gerçekleştirmek için zamanı kısıtlı gören, yada bu dünyaya boş yere geldiğini zannedip hayatın içerisinde kendine rol bulmaktan aciz, yapılacak işlerin çokluğundan habersiz olan insanlar Allah ın şu buyruğunu düşünemiyorlar ebetteki: Bizim, sizi boşuna yarattığımızı ve tekrar huzurumuza döndürülüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız. (Müminun, 115) Evet, zaman mefhumu imanın ve islamın emrettiği bir anlayış ve bakış açısıyla değerlendirilmediğinde, zaman benim zamanım, hayat benim hayatım, mal benim malım, şu dünyaya bir daha mı gelecem, anlayışıyla teslimiyetten ve hakikatten yoksun bir hayat sürüyoruz çoğu zaman. İnsan her şeyi doğrudan kendinin görünce onu, sınırsız bir şekilde harcama yetkisine sahip olduğunu zannediyor. Zamanı öldürmeyi dahi bir kazanç kabul ediyor. Başka türlü geçiremediği zamanı, adeta günahla, isyanla, gıybetle, dedikoduyla, malayani ve fuzuli işleklerle geçirmenin normal bir davranış olduğunu düşünüyor. Sorumsuzluk ve delaletin içerisindeki insanı, zamanın kıymetine ve önemine işaret babından onun üzerine yemin ederek, -felaha ve kurtuluşa ermenin de yolunu göstererek- yüce Allah şöyle buyuruyor: Asra( zamana) yemin olsun ki insanoğlu hüsrandadır, ancak iman edip salih amel işleyenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır (Asr süresi) Asra( zamana) yemin olsun ki insanoğlu hüsrandadır, ancak iman edip salih amel işleyenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır (Asr süresi) Haziran 15

16 Felaha ve kurtuluşa kavuşabilmek, ancak meselenin ciddiyetini kavramak, sorumluluk içerisinde hareket etmekle mümkündür. Böyle bir seviyeyi yakalayabilen insanın seviyesiz, anlamsız, faydasız işlerle uğraşması düşünülemez. Çünkü ortaya koyduğun en değerli şey ömründür, hesabı sorulacak zamandır. Öyleyse zararı olan, sana fayda sağlamayacak işlerle uğraşmak akıllı bir davranış olmasa gerek. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, müslümanlığının güzel olmasındandır. (Tirmizi,Züht, 11) Böyle erdemli insanlarla ilgili yüce Allah ta: Onlar boş ve faydasız işlerden yüz çevirirler (Mü minun,3) buyuruyor Zamana hükmedemeyen onu kontrol altına alıp disipline edemeyen, ibadet ve itaatle anlamlı hale getiremeyenleri, zaman etkisi altına alır, anlamsız ve gayesi olmayan insan haline getirir; zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın anlayışıyla, her ortam, yeni ve farklı her gün, adeta günahlar işlemek adına kötü bir başlangıç olur, mazeretlerin önü arkası kesilmez. Gördüğün nimetlere, yaşadığın hayata karşı kapalı bir girdabın içerisine girer, duyarsız, anlayışsız düşünemeyen, hikmetleri okuyamayan, sonuçları kestiremeyen adeta yaşayan bir ölü haline gelirsiniz. Evet, hiç bir şey anlamsız olmadığı gibi gayesiz de değildir. Her şeyin bir hesabı var; bakkaldan aldığın bir ekmeyin ücretini ödüyorsun, bedava değil, arabana benzin doldurduğunda o istasyon sahibi elini uzatıyor, çünkü bedava değil, bir lokantada karnını tıka basa doyurup çıkarken lokanta sahibi senin gözünün içine bakıyor, bedava değil. Bütün bunlar bir gaye için sana hizmet ediyorlar, O ömrün, hayatın niye bedava olsun, istediğin gibi, ölçüsüz kuralsız kontrolsüz bir şekilde kullanabilesin diye niye verilmiş olsun. Allah ın, kimsenin yaptığı ibadetlere, ettiği şükürlere ihtiyaca yoktur. O, bütün noksanlıklardan münezzehtir. Buna muhtaç olan insandır. O, senden sadece kul olmanı istiyor, ibadet etmeni emrediyor. Seni görüp gözetiyor; yedirip, içiriyor, bütün herşeyi emrinin altına amade kılıyor, meleklerle takip ediyor. Zikirle fikirle şükürle yaptığın ve yapmadığın şeylerle karşılık bekliyor. Merhametiyle hesap gününü hatırlatıyor ve uyarıyor: Nihayet o gün nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz (Tekasür,8) Peygamberimiz (s.a.v.)de buyuruyor ki: Kıyamet günü dört şeyden sorgulanmadıkça kulun ayakları yerinden kımıldamaz. 1- Ömründen: onu ne ile geçirdi 2- Gençliğinden. Onu nerede çürüttü 3- Malından: onu nerede kazanıp nerede sarf etti 4- İlminden: onunla ne yaptı (Tirmizi, Kıyame,1) Akıp Giden Sermaye Kullarına bahşettiği en kıymetli zaman sermayesiyle ebedi alemi nasıl kazanabileceğimizi Yüce Allah bizlere göstermiştir. O, akıllıca kullanır, rıza-i ilahi doğrultusunda değerlendirilirse kar üstüne kar edilir. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, müslümanlığının güzel olmasındandır. (Tirmizi,Züht, 11) 16 Haziran

17 Onun için hayatı uyanık geçirmeli. Çünkü sen uyurken zaman uyumuyor, sen yorulurken o yorulmuyor, sen dururken o durmuyor. Her geçen saniye ömründen alıp götürüyor, imkânların tükeniyor. Zaman akıp giderken de sonsuz aleme doğru aslında, senin yaptıklarını ve yıktıklarını taşıyor sırtında. O zaman sermayesiyle, ömür tarlasına ibadet ve itaat ektinse mükâfat, isyan ve günah tohumu attınsa da ceza ve cefa biçeceksin unutma. Atalarımız vakit nakittir derken, zamanın nakitten daha değerli olduğuna işaret etmişlerdir. Çünkü vakitle nakit kazanılır, nice mala mülke ve servete sahip olunur. Ancak nakitle bir saniyeyi dahi satın alamaz, geçen bir günü geri getiremezsiniz. Hasan-ı Basri Hazretleri geçmişte şahit olduğu, zamanının kıymetini bilen insanların durumunu şöyle anlatıyor: Öyle zaatlara eriştim ki, sizin nakitlerinizi harcamaktan çekindiğinizden daha fazla vakitlerini harcamaktan çekiniyorlardı. Yani ya okuyorlardı, ya yazıyorlardı, ya da ibadetle meşgul oluyorlardı. Tek dakikalık vakitlerini dahi boşa harcamıyorlardı. Hala nefes alıp vermeniz bu fırsatın elinizden alınmadığın göstergesidir. Öyleyse her saatimizi Yüce Allah ın emirleri doğrultusunda geçirmeliyiz. Yoksa akşam olduğunda, hayat güneşi battığında, kar ve zarara oturduğumuzda ne demet taşları başımıza balyoz gibi inip kalkacaktır. Ancak, o zaman yapılacak Allah ü teala onlara şöyle buyurur: Biz size, düşünüp ibret alacak ve hakikati görecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size peygamberler gelip ikaz etti, öyleyse tadın azabı, zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur. (Fatır,37) bir şey kalmamıştır artık. Ah vah etmenin faydası olmayacaktır. Ömrünü heba eden, Allah için geçirmeyenlerin ahiretteki pişmanlıklarını, feryadı figanlarını yüce Allah bir ayetinde şöyle anlatıyor: Onlar, orada imdat istemek için: Ey Rabbimiz bizi buradan çıkarıp, dünyaya geri gönderde daha önceden yaptıklarımızdan başka salih ameller yapalım. diye feryat ederler.. Allah ü teala onlara şöyle buyurur: Biz size, düşünüp ibret alacak ve hakikati görecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size peygamberler gelip ikaz etti, öyleyse tadın azabı, zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur. (Fatır,37) Onun için peygamberimiz (s.a.v.) bizi uyarıyor, kendimize gelmemizi istiyor, fırsatlar elden gitmeden önce o fırsatı değerlendirmemiz gerektiğini emir buyuruyor: Beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bilin: İhtiyarlık gelmeden gençliğinin, Hastalık gelmeden sıhhatinin, Fakirlik gelmeden zenginliğini, Meşguliyet gelmeden boş vaktini, Ecel gelmeden hayatını.(hakim, Müstederek, 7846) Yine, Peygamberimiz (s.a.v.) in. iki günü eşit geçen ziyandadır sözünü kulaklarımıza küpe etmeliyiz. Her günün sonunda o günün hesabını gözden geçirmeli, bir sonraki günü daha karla kapatmanın planını ve programını yapmalıyız. Yüce Allah: Bir işi bitirince diğerine koyul ( İnşirah, 7) buyurarak müminin boş zamanın olmayacağına işaret ediyor. Hz. Ömer(r.a.) her gün için defter tutar, yapıp ettiklerini yazardı, akşam olunca hesaba oturur, nefsini sıkı bir şekilde sığaya çekerdi. İbni Mesud da(r.a.): Her hangi bir hayırlı amel işlemediğim gün, güneş batarken pişman olduğum kadar hiç bir şeye pişman olmadım. O gün geçti fakat ben amelimi artıramadım der. Haziran 17

18 layı basmış, onlar temizlenecek, taşı kayası ayıklanacak, sonra imanın gücüyle iradenin çubuğuyla, ihlas ve samimiyetle o tarla sürülecek, oraya ibadet ve itaat tohumları ekilecek, ahlak meyveleri dikilecek, zikirle sulanacak, yapılacak çok iş var değil mi, ancak zaman az. Yarın Yaparım Deme! İmam Gazali her nefesi bir cevhere benzetmiş ve şöyle demiştir. İnsanın kendisinden gafletle çıkan tek bir nefesi için, ömrü boyunca ağlaması lazımdır. Zira nefeslerinden her biri değeri biçilmez bir cevher kabilindendir. Eline bahsedilen tek bir tane geçipte, ondan yararlanmayarak zayi eden kimsenin hali nice olur. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde, ahirette, Cennet halkının bile, ibadet ve itaatsiz geçen günlerin kaybına nedamet ve hasret duyacaklarını şöyle ifade ediyor: Cennet halkı başka bir şeye değil, sadece dünyada Allah ı zikretmeksizin, geçirdikleri anlara, hasret ve nedamet duyacaklardır. (Haysemi) Evet, kardeşim, zaman en kıymetli hazinendir, unutma! Onu haram olan, boş ve anlamsız şeyler uğruna saçıp savurma! o zaman senin cennetinde olabilir cehenneminde, felaketinde olur saadetinde. Her geçen gün senin aleyhinedir. Gelecek zamana ulaşacağın belli değildir, senin için en önemli zaman bulunduğun andır. O anı iyi değerlendir. Allah ın, seni her an görüp gözettiğini unutma! Ona göre otur ona göre kalk, ona göre davran. O zaman, belki her anını ibadetle en iyi bir şekilde değerlendirme bahtiyarlığına ermiş olursun, her yaşadığın zaman diliminde hayatından zevk alırsın. Yapılacak iş yok, ne yapıyım deme. Bu dünya ahiretin tarlasıdır; bak yabancı otlar o tar- İnsan ne yemek yemeyi, su içmeyi ne uyumayı ne gezmeyi tozmayı, ne evlenmeyi, ne de çoluk çocuk sahibi olmayı erteler, maişetini temin için işine gitmeyi de unuttuğu pek olmaz. Bir ev alabilmek için para biriktirmeyi, okuyup makam sahi olmak adına senelerce dirsek çürütmeyi akıllılık saydığı gibi bunları ertelemeyi de eksiklik addeder. Çünkü Hedefi ve hayalleri vardır, Kavuşacağı belli olmayan. Kendince kıymet biçtiği meşguliyetleri ertelerken beynini yorarcasına düşünür, Bugünün işini yarına bırakma! sözünün büyüklerin, düşünemeyenlere, karını ve zararını hesap edemeyenlere söyledikleri nasihat olarak anlarız. Ancak bunu, dünyevi menfaatlerini temin için sarf ederken unuttuğumuz ebedi alem adına niye kullanamadığımızı sorgulamayız bile. Kazanmanın ve kayıp etmenin şartını kurallarını kriterlerini geçici şu dünyanın mihengine kalıbına soktuğumuz kadar bile, ebedi alem için yormayız kendimizi. Çünkü ahiretle ilgili, ebedi alemle alakalı, kulluğumuz söz konusu olduğunda ibadetlerimizin hemen yapılmasının zaruri olmadığını düşünür, nasıl olsa ilerde yapılabileceği düşüncesiyle, ertelemekten çekinmez, onun ızdırabını da yaşamayız maalesef. İlk önce özgürce hayatı kendi arzularımız doğrultusunda yaşamayı, sonrasında ise kendimizi ümitsiz, hayattan yorgun argın bir halde hissettiğimiz de, geçmiş günleri, ibadet ve itaatle o son zaman dilimine sıkıştırarak telafi etmeye çalışırız. Allah ın mağfiretini teselli kaynağı görerek, yine bildiğimiz şeylerin peşine sürüklenir. İlerde yaparım diyerek o Allah ın sonsuz affını kendimizce yorumlamaya kalkışırız. İmam Gazali her nefesi bir cevhere benzetmiş ve şöyle demiştir. İnsanın kendisinden gafletle çıkan tek bir nefesi için, ömrü boyunca ağlaması lazımdır. Zira nefeslerinden her biri değeri biçilmez bir cevher kabilindendir. Eline bahsedilen tek bir tane geçipte, ondan yararlanmayarak zayi eden kimsenin hali nice olur. 18 Haziran

19 Kulluk öyle ertelenebilecek bir şey de değildir, böyle bir özellik onun mahiyetine zıttır. Nasıl ki hayatın devamı için hava, su neyse, bunları ertelemek mümkün değilse. Ruhumuzun ihtiyaçlarını da ertelemek mümkün değildir, ibadet ve itaati her zaman yerine getirmeli, onları ertelemek gibi bir vahamete düşmemeli, bir an olsun Allah tan gafil olmamalıyız. Bu dünyadaki asıl görev ve sorumlulukları yerine getirememenin bahanelerini bulmaya çalışmak, çeşitli mazeretlerle ibadetin ertelenebileceğine inanmak ancak insanın kendi kendisini aldatmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü Allah tan hiç bir şeyin gizlenmesi mümkün değildir; o kalplerde olanı en detaylı bir şekilde bilendir, insanların açığa vurdukları da gizledikleri de onun için birdir, sözlerin arkasındaki niyetlere de aşinadır. Namazı kılmamayı boş vaktinin olmayışına endeksleyen, hacca gidememeyi, daha çocukların evleneceğine, ev bark sahibi olması gerektiğine bağlayan, cuma namazına gidemeyişini patronun izninin olmamasına yamayan, orucu tutmamayı basit bir hastalığına iliştiren, zekât ve sadakayı verememeyi kuran okuyamamayı zikir yapamamayı ve daha nice ibadet ve itaatleri yerine getirememeyi ve ertelemeyi, çeşitli dünyevi kılıflara giydiren bir müslümanın durumu: Hayatın devamı için hava, su neyse, bunları ertelemek mümkün değilse. Ruhumuzun ihtiyaçlarını da ertelemek mümkün değildir, ibadet ve itaati her zaman yerine getirmeli, onları ertelemek gibi bir vahamete düşmemeli, bir an olsun Allah tan gafil olmamalıyız. Öğretmenin: Bugün ders verecek vaktim yok, bir mühendisin Proje çizmek için zamanım yok, bir doktorun muayeneyi şimdi yapamam zira fabrikada dükkânda kasapta işlerim yoğun demelerinden daha vahimdir. Halbuki eşrefi mahluk olan insanın asli vazifesi yaratılış gayesi Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım (Zariyyat,56) buyruğunda ifadesini bulduğu gibi, Allah a ibadet etmektir. Bu böyle olunca hayatın anlamı, ne sadece doğup büyüyüp, sonrada ihtiyarlanıp zaman bittiğinde ölmektir. Nede yiyip içip istediğince ölçüsüz ve pervasızca yaşayarak insanın şerefini haysiyetini değerini, banka, yemekhane tuvalet, arasında heba etmektir. Hayatı anlamlı kılan, insanı değerli hale getiren, insanın asli görevine geri dönmesi, ibadet ve itaati, Sana ölüm gelinceye kadar Rabbın a ibadet et. (Hicr,99) diye Yüce Allah ın buyruğunda olduğu gibi, her zaman diliminde olmak üzere asla ertelemeden, hayatın tam orta yerine koyup, diğer meşguliyetleri buna ayarlamasıdır. Hem yarın yaparım demek samimiyetten yoksun bulunan insanlara ait bir özelliktir. Doğrudan insanları ibadet etmekten engelleyemeyen, şeytanın ikinci ve en etkili planı olan bir aldatmadır bu. Böyle bir düşüncene tamamen masumdur, nede inandırıcı bir şeydir. Zira senin, bugünün işini yarına ertelemen seni, bugünün sorumluluğundan muaf hale getirmez bir defa. Bugün yapılacak görevler mevcutken, yarında yapılacak daha başka görevler vardır. Hâlbuki yarın olduğunda da daha başka yarınları gösterirler böyle insanlar. Bugünde, dünün yarınıydı, yarında bir sonraki günün bugünü, sonuç olarak, böyle bir düşüncenin neticesi helak olmak, ahireti kayıp etmektir. Yüce Allah bir ayeti kerimesinde buyuruyor ki: Hiçbir şey hakkında ben bunu yarın mutlaka yapacağım deme, Ancak Allah dilerse (inşaallah yapacağım de). (Kehf, 23-24) Çünkü her şey onun dilemesiyle mümkündür. Yarına çıkacağımızı da, yarın için başımıza ne geleceğini de yine ondan başka kimse bilmez, öyleyse Ona Haziran 19

20 bağlanmalı, ona güvenmeliyiz. Ona olan ahdimizin gereğini yerine getirmeli, ibadetlerimizi erteleyerek şeytanın tuzağına düşmemeliyiz. Yine başka bir ayette Yüce Allah: Ertelemek ancak inkarda artıştır.. (Tevbe, 37) diye buyurarak işin ne kadar ciddi bir mesele olduğuna vurgu yapılıyor. Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şerifinde: Yarın yaparım, yarın yaparım diyen helak olmuştur (İmam Rabbani) buyuruyor. Hz. Ali de: Yarına bırakma, bakarsın yarın olurda sen olmasın diyerek uyarmıştır Mevlana Celaled din Rumi ibadetlerini erteleyenlerin tutarsızlığı için; Yarın yaparım diyorsun kaç tane yarın geçti hayatında. Kaç tena yarın geçti ne yaptın ki yarın yarım diyorsun demiştir. En önemli ibadetlerini yarına erteleyenler İslami ve ahlaki olmayan yaşantılarından memnun olduklarını -farkında olmadan- ima ederlerken, güya böyle çıkmaz hallerini bu şekilde bastırıp teselli bulacaklarını zannederler. Ne işledikleri günahtan uzaklaşmayı, nede güya dinden diyanetten kopmayı arzu ederler. Ancak neyi erteleyerek, aslında nelere sebebiyet vereceklerini, onun acı sonuçlarını neler olacağını kestiremeyerek bile bile kendilerine zulmeden, ahiretlerini heba eden bir konuma düşerler. Yüce Allah böyleleri hakkında şöyle buyuruyor. Zalimlere kendi mazeretlerinin hiçbir yarar sağlamayacakları gün; lanette onlarındır, yurdun en kötüsü de. (Mümin,52) Her verilen zamanın hesabı bizlerden mutlaka sorulacaktır. Aldığımız nefesi nerede aldığımızın dan tutunda, attığımız adımın tuttuğumuz ellin, baktığımız, duyduğumuz bütün davranışlarımızın hesabını vereceğiz teker, teker. Ne geçmişe takılıp, kendimizi karamsarlığa sürüklemeliyiz, nede bizler için geleceği belli olmayan yarın için ibadetleri ertelemeliyiz. Geçmiş zaten geçmiştir, yaptığıyla, yıktığıyla, kazandırdığı ve kayıp ettirdiğiyle, gelecekte zaten belli değildir. Öyleyse dem bu dem, saat bu saattir. Hızla ahirete sevk ediliyoruz, bölük bölük. Tanıdığımız, tanımadığımız nice insanlar yanımızdan bir ağacın yaprakları gibi düşüyor toprağım kara bağrına, geldiğimiz gibi gidiyoruz. Yüce Alla buyuruyor ki: Oysa Allah kendi eceli gelmiş bulunan, hiç kimseyi kesinlikle ertelemez, Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafigun,11) Her insan gibi, ecelin oku bir gün bizi de vuracak, bizim içinde selalar verilecek, er kişi veya hatun kişi niyetine diye namazımıza durulacak, nasıl bilirsiniz sözüne herkes iyi bilirdik diye cevap verecek belki, ancak büyük hesap gününde günah işlediğimiz her azamız aleyhimize şahitlik edecek, o zaman ertelediklerimizden hesaba durduğumuzda ertelenmeyen bir adaletin tecellisinden nereye kaçıp kurtaracağız. Yüce Allah bu hususta da şöyle buyuruyor: İşte o an geldiğinde,(artık her) insan önceden taktim ettiklerini ve ertelediklerini bilip öğrenmiştir (İnfirah,5) Her günü bir fırsat aralığı olarak düşünmeli, belki yaşadığımız günü son gün olarak farz edip, ibadet ve itaati zirvelerde yaşamalı, çünkü fırsat insanın eline bir defa geçer, gidince de geri gelmesi imkânsızdır. Allah bizleri ertelenmeyen ölüm için ibadetlerini erteleyerek helak olanlardan eylemesin. Sırat-ı müstakim üzere yaşayan, samimiyet ve ihlas üzere olan ve o şekilde Rabbının huzuruna çıkan kullarından eylesin. (Amin) 20 Haziran

21 Bu yolda yalnız Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem e tabi olana uymak gerekir. Hak yolu arayanlar, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem e tabi olanı bulmalıdırlar. Kendini beğenmiş olanlara ve kuru iddia sahiplerine uyulmaz. Hz. Pir Seyyid Ahmed er-rufai Hazretleri Haziran 21

22 Ötekine Benzeyerek Ötekileşmek Yrd. Doç. Dr. Ebubekir SİFİL Müslümanlar tarih boyunca hiçbir din ve inanç mensubunu kendilerine benzetmeye çalışmamıştır. Zira müslüman olmayanların Müslümanlara benzemesini istemek, sosyal, siyasal, kültürel, hukukî pek çok alanda yol açacağı karmaşa bir yana, fıtrat planında hakkı bâtıla bulamak demektir. Modern dünya zihinlerimizin işleyiş biçimi ile birlikte, kültürümüzü, kıyafetimizi, yeme içme tarzımız ve alışkanlıklarımızı da değiştirdi. Bizim uğradığımız bu değişim hiç şüphesiz üzerimizde yapılan bilinçli bir çalışmanın neticesi. Bu değişime karşı koymak neden önemli? sorusunun cevabını aramak adına, Ebubekir Sifil Hoca nın meselenin ehemmiyetine dair yazısını Milâdi Yılbaşı nın yaklaşıyor olmasını vesile bilerek sizinle paylaşıyoruz.. İslam ın diğer din ve inanç sistemleriyle fazlaca ayrışmadığını, ortak yönlerin hayli fazla olduğunu ispatlamak, modernist Müslümanların en fazla hassasiyet gösterdiği konulardan birisi olmuştur hep. Müslümanlarla gayrimüslimlerin yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış bulunmasını, İslam ın engin hoşgörü anlayışına sahip olduğu tezine dayanak yapan modernistler, İslam ın sadece hoşgörülü yanına vurgu yapmakla yetinmez, bunun yanında onun çoğulcu, kapsayıcı ve ötekileştirmeyen bir din olduğunu söylemekten ayrı bir haz alırlar. 22 Haziran

23 Yukarıdaki son cümlede tırnak içinde verdiğim üç kelime (çoğulculuk, kapsayıcılık, ötekileştirme) aslında üç kavram dır ve bilincimize modern zamanlarda musallat olmuştur. Biz farkında olalım ya da olmayalım, modern dönemde bilincimiz, yüklendiği olumlu çağrışımlar sebebiyle zıddını otomatik olarak mahkûm eden bu ve benzeri kavramlar vasıtasıyla bulandırılıyor. İslam ın ötekileştirmeyen, kapsayıcı ve çoğulcu bir din olmadığı anlamına gelen cümleler kurduğunuz zaman, İslam tekilci (başkasına tahammülü olmayan), diğer din ve inanç sistemlerini dışlayan bir dindir demiş oluyorsunuz ve buna önce Müslümanlar itiraz ediyor! Tahammülsüzlük, dışlayıcılık ve benmerkezcilik ne kadar olumsuz çağrışımlar yapan kelimeler değil mi?! Hz. Peygamber (s.a.v) döneminden itibaren Müslümanların değişmez uygulaması olmuştur. Her şeyden önce gayrimüslimlerin, Müslümanların dinî kimliklerine ve buna dayalı olarak gelişen kültürel hususiyetlerine dikkat etmesi, bu alanda onlara benzememesi temel ilkedir. Bilhassa şiar özelliğindeki göstergeler titizlikle muhafaza edilir ve bu alanda bir karışma ya asla izin verilmez. Gayrimüslimlerden istenen, kendileri olarak var olmalarıdır; inançlarıyla, örf-adetleriyle, kılık-kıyafetleriyle [1] İslam, bir yandan gayrimüslimlerden kendilerini Müslümanlara benzetmemelerini isterken, diğer yandan da Müslümanları onlara benzemekten, dolayısıyla onlarla kaynaşma anlamına gelebilecek her türlü hareket ve uygulamadan şiddetle men etmiş, bunun büyük bir münker olduğunu ilan etmiştir. Müslümanlar dinlerini, tarihlerini, inanç ve kimliklerini de Batılıların uygun gördüğü/tayin ettiği tarzda algılama konusunda ne kadar yetenekli olduklarını dünya âleme göstermenin yarışı içindeler Oysa hakikatin yalanla, hakkın bâtılla karıştırılması kadar büyük bir cürüm var mıdır? İstedikleri kadar mürekkep yalamış olsunlar, bunlar ve benzeri kavramları düşüncesizce dile dolayanlar, gerçekte hak ve hakikate karşı ihanet içinde olanlardır Kavramların bu şekilde uluorta kullanılması, kaçınılmaz olarak o kavramların ait olduğu inanç, düşünce sistemi ve kültürle zihnen yakınlaşmayı doğuracak ve sonunda bu süreç, Din algısından pratik hayata kadar her alanda ötekine benzeme yle neticelenecektir. Müslümanlar ın geçmişte farklı din ve inanç sistemlerinin müntesipleriyle bir arada yaşadığı doğrudur. Ancak işbu birlikte yaşama nın mahiyetine baktığımız zaman meselenin öyle yok aslında birbirimizden farkımız tarzı söylemlerle çarpıtılamayacak kadar önemli temellere oturduğunu görürüz. Sözgelimi Müslümanların diğerleriyle içiçe yaşadığını söylemek kocaman bir yalandır. Araya görünür-görünmez perdeler koymak, aynı coğrafyayı paylaşmakla birlikte kesinlikle içiçe yaşamamak, Haziran Bu sebeple İslam ın, gayrimüslimleri asimile etmek gibi bir hedefi hiçbir zaman olmamıştır. Aslolan ayrışmadır ve aynı coğrafyada yaşıyor olsalar da herkesin kendi dünyasında kendi değerleriyle yaşaması esastır. Bu söylenenlerin en sadık şahidi yüzyıllarca Müslümanların hâkimiyeti altında kalmış coğrafyalarda yaşayan gayrimüslimlerin kimliklerini bugüne kadar muhafaza edebilmiş olmasıdır. Ortadoğu denen coğrafyada hangi dinden olursa olsun bütün gayrimüslimlerin dinlerini, âdet, gelenek ve kültürlerini bugüne kadar yaşatabilmiş olmasına mukabil, mesela Endülüs te 8 asır devam eden Müslüman varlığı, Endülüs ün düşüşünden sonra bıçakla kesilir gibi kesilmiştir. Bu nokta, aynı zamanda İslam la diğerleri arasındaki en temel farklardan birisini ortaya koymaktadır. Burada bir noktanın altını çizelim: Müslümanların, hâkimiyetleri altında bulundurdukları gayrimüslimlerle kaynaşmaması, elbette onlarla küs ya da düşmanca yaşadıkları anlamına gelmiyor. İslam devletine cizye vergisi ödeyerek vatandaş olma statüsü elde eden gayri- 23

24 müslimler, vatandaşlığın getirdiği her türlü haktan sonuna kadar istifade etmiştir Modernleştirme: Kendine Yabancılaştırma İslam ın bize yüklediği başkasına benzememe mükellefiyetinin temelinde bizim fıtrî değerlere bağlılıktan gelen üstünlüğümüzün bulunduğu en temel bir hakikattir. İslam dünyasının bugün yaşadığı, İslam ın hâkimiyeti temelinde oluşmuş bir durum değil. Ümmet-i Muhammed in, kendi iradesi dışında verilmiş kararlara uygun davranması için her türlü vasıta devrededir. Kendi kararlarımızı verdiğimizi düşündüğümüz durumlarda dahi aslında fark edemediğimiz yönlendirme mekanizmalarının etkisiyle hareket ediyoruz. Dolayısıyla geçmişte bir arada yaşadığımız gibi bugün de yaşayabiliriz diyerek çoğulculuk türküsü söyleyen kesim ve kimseler, kimin/hangi değerlerin çizdiği sınırlar içinde çoğulculuk oyunu oynamamızı teklif ettiklerini de dürüstçe ve açık yüreklilikle söylemelidirler! Herkes kendi değerlerini yaşasın, Müslüman olmayanlar Müslümanlara benzemeye çalışmasın diyen İslam, bu anlamda evet ötekileştiren bir dindir. Çünkü herkesin kendisi olarak kalmasını isteyen bir dindir İslam. Yukarıda da belirtildiği gibi Müslümanlar tarih boyunca hiçbir din ve inanç mensubunu kendilerine benzetmeye çalışmamıştır. Zira müslüman olmayanların Müslümanlara benzemesini istemek, sosyal, siyasal, kültürel, hukukî pek çok alanda yol açacağı karmaşa bir yana, fıtrat planında hakkı bâtıla bulamak demektir. Batılı insanın, dünyanın geri kalan kısmını türlü metotlarla kendisine benzetme (modernleştirme) güdüsü, içeridekilerin Batılı gibi olmayı amentü ilkesi gibi belleyip belletme gayretine eklendiğinde ortaya çıkan durumsa bunun 180 derece aksi istikameti işaret etmektedir. Batılının tipik Bana benze, yoksa benzetirim! tavrı sadece Batılı olmayan toplumların, Batılıların ekonomik beklentilerine uygun tarzda dizayn edilmesini öngörmemekte, aynı zamanda dinî tahrif ihracı gibi bir işlev de görmektedir. Adına küreselleşme denen süreç bu iki hususun bileşkesiyle vücut bulmakta ve yürütülmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse bugün bu alanda epey mesafe katedilmiş durumda. Müslümanların Batılılaşmak tan anladığı şey artık sadece kılık-kıyafette onlara benzemekten ibaret bir yüzeyselliği yansıtmıyor; Müslümanlar dinlerini, tarihlerini, inanç ve kimliklerini de Batılıların uygun gördüğü/tayin ettiği tarzda algılama konusunda ne kadar yetenekli olduklarını dünya âleme göstermenin yarışı içindeler Şehirlerimiz, sokaklarımız, ilişkilerimiz, cümle kurma ve düşünce aktarma tarzımız, beden dilimiz, değerlendirme ve akıl yürütme biçimimiz, erkek ve kadın algımız, Din ve dünya telakkimiz ve tabii ki kullandığımız araç-gereçler ve onları kullanma biçimimiz tamamen Batılı değil mi? Bugünün dünyasında özellikle okumuş-yazmış kesimden hangi müslümana saltanatın, ataerkil aile ya- Şehirlerimiz, sokaklarımız, ilişkilerimiz, cümle kurma ve düşünce aktarma tarzımız, beden dilimiz, değerlendirme ve akıl yürütme biçimimiz, erkek ve kadın algımız, Din ve dünya telakkimiz ve tabii ki kullandığımız araç-gereçler ve onları kullanma biçimimiz tamamen Batılı değil mi? 24 Haziran

25 pısının, erkek-egemen anlayışın öyle ürkütücü şeyler olmadığını, tam tersine bunların Müslümanların tarihsel tecrübesini pratikte mümkün kılan başat unsurlar arasında yer aldığını söyletebilirsiniz? Bunları geçtik, hangi akıllı müslümana, İslam ın diğer dinlerden üstün olduğu gibi, Müslümanın da diğer insanlardan üstün olduğunu söyletebilirsiniz?! Oysa İslam ın bize yüklediği başkasına benzememe mükellefiyetinin temelinde bizim fıtrî değerlere bağlılıktan gelen üstünlüğümüzün bulunduğu en temel bir hakikattir. Hakkı bâtıla bulamak neyse, hak ehlinin kendisini bâtıl ehline benzetmek suretiyle onlara bulanması da odur! Meseleye bu zaviyeden bakıldığında görülen odur ki: Küreselleşmemizin batılılaşma hızımıza bağlı olarak ivme kazandığı ne kadar gerçekse, batılılaştıkça kendimize yabancılaştığımız ve bâtıla benzediğimiz de o kadar gerçek. Bu ahval ve şeraitte, fiilî esareti altında bulunduğu küresel dünyaya karşı özgürlük mücadelesi veren Ümmet in bugün, matbaanın Osmanlı ülkesine niçin geç girdiği sorusuna doğru/ikna edici bir cevap bulması mümkün görünmüyor. Bu cevabı bulmasının, yürüttüğünü düşündüğü özgürlük mücadelesi nin akıbetini tayin edecek kadar önemli olduğunu fark etmesi de öyle. Meğer ki ötekine benzememe hassasiyetinin hikmet-i vücudu hakkında isabetli tesbitler yapabilecek kudret ve kabiliyete ulaşsın! Öteki ne Benzemeye Çalışmak Haziran İslam, hayatın her alanına ve varlığın görünür-görünmez her boyutuna kendine mahsus damgasını vuran bir dindir. Müslüman olmanın kendine has hüküm, tarz, sembol ve göstergelerinin muhafazası, bu sebeple Efendimiz (s.a.v) tarafından ümmetine titizlikle öğütlenmiştir. Tarih boyunca Müslümanların hep kendine mahsus bir hayat yaşamış olması, eşya ve olayları bu mahsus telakki tarzıyla değerlendirmesi, kökü buraya dayanan kimlik bilinci nin tezahürleridir ve bu bilinç modern döneme kadar titizlikle muhafaza edilmiştir. Efendimiz (s.a.v) in müslüman kimliğinin muhafazası konusundaki hassasiyetinin, neredeyse ibadetlere teşvik derecesine vardığını görmek şaşırtıcı değildir. Zira vahyin hedefi, kendisini başkalarıyla eşitleyen, başkalarına benzemekte bir sakınca görmeyen, hatta bunu adeta varlığının amacı sayan birey ve toplum değil, hakkın ve hakikatin şahidi ve temsilcisi, inancından, kimliğinden ve aidiyetlerinden dolayı Yüce Yaratıcı (c.c) nezdinde ayrıcalıklı bir yeri olduğunu bilen, tarihe maruz kalan değil, tarihi yapan ve yazan birey ve toplumdur. Hakkı bâtıla bulamak neyse, hak ehlinin kendisini bâtıl ehline benzetmek suretiyle onlara bulanması da odur! Efendimiz (s.a.v) in, Müslümanların gayrimüslimlere benzememesi konusundaki ısrarlı ikazları bu çerçevede değerlendirilmelidir. Tarih içinde hep müslümanlar üstün durumda olduğu için Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır [2] Bizden başkasına benzeyen bizden değildir [3] gibi Nebevî uyarılar bağlamında, kılık-kıyafet gibi görünür alanlar dışında gayrimüslimlere benzeme olgusu pek fazla gündem olmamıştır. Evet, bu rivayetler ilk planda dış görünüşte, kılık-kıyafette kendimizi başkalarına benzetmemizi yasaklıyor. Bu doğru. Ama hepsi bu değil. Hadislerin mutlak ifadesi dikkate alındığında yasaklanan hususun sadece kılık-kıyafetle sınırlı olmadığı, benzeme tavrının bilinçli bir tercih olarak tezahür ettiği her alanın bu yasağın çerçevesine dâhil olduğu görülecektir. Bilhassa günümüzde gayrimüslimlere benzeme, daha doğrusu kendisini gayrimüslimlere benzetme illeti, hayatın çok fazla fark edilmeyen boyutlarında son derece belirleyici durumdadır. Ulemamız, mezkûr rivayetleri şerh ederken problemin bu boyutuna dikkat çekmiş ve buradaki 25

26 Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır [2] Bizden başkasına benzeyen bizden değildir [3] gibi Nebevî uyarılar bağlamında, kılık-kıyafet gibi görünür alanlar dışında gayrimüslimlere benzeme olgusu pek fazla gündem olmamıştır. benzeme nin, ahlakta, tavır ve davranışta, giyim-kuşamda hasılı hangi konuda ve ne şekilde olursa olsun başkasına özenmeyi, kendine ait olanı terk edip başkasının özelliklerini benimsemeyi ifade ettiğini söylemiştir. [4] Hatta bir düğün yemeğinde içki içmek gibi münker fiiller işleniyorsa, orada işlenen münkerata razı olduğumuz anlamına gelebileceği düşüncesinden hareketle ulemamız, o merasime iştirak etmenin caiz olmadığını ve bunun, Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır hadisinin hükmü altına gireceğini belirtmiştir. [5] Şurut-ı Ömeriyye Sistemli olarak ilk defa Hz. Ömer (r.a) tarafından uygulamaya geçirildiğini için onun adına izafeten terminolojiye eş-şurûtu l-ömeriyye (veya Şurut-ı Ömeriyye ) diye geçen tatbikat, toplumsal hayata İslam ın yön verdiği zamanlarda sadece Müslümanların kendilerini gayrimüslimlere benzetmesinin değil, gayrimüslimlerin de kendilerini Müslümanlara benzetmesinin yasaklandığını göstermesi bakımından son derece önemlidir. Hz. Ömer (r.a) döneminde fethedilen memleketlerde yaşayan ahalinin uymakla yükümlü kılındığı hususlardan konumuzla ilgili olanları şu şekilde özetleyebiliriz: 1. Müslümanların elbiselerine, takkelerine, sarıklarına ve nalinlerine benzer şeyler giymeyecekler. Saç şekillerini onlarınkine benzetmeyecekler; saçlarının ön tarafını tıraş edecekler. 2. Nerede olurlarsa olsunlar kendilerine mahsus kıyafetleri giyecekler, bellerine zünnar bağlayacaklar. 3. Müslümanların diliyle konuşmayacaklar. 4. Onların künyeleriyle künyelenmeyecekler. 5. Çocuklarına Kur anöğretmeyecekler. 6. Koşumlu (eğerli) hayvana binmeyecekler. 7. Mühürlerine Arap harfleriyle ibare kazıtmayacaklar [6] Bu sözleşmede yer alan hususların, Müslümanların din ve kültür safiyetinin muhafazasını, yani gayrimüslimlerle Müslümanlar arasında herhangi bir şekilde bir benzeşme nin vukuunun önüne geçmeyi amaçladığı açıktır. Zimmî statüsündeki (İslam devletinin koruması altında yaşayan) gayrimüslimlerin uymakla yükümlü tutuldukları bu hususlar, Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır hadisinin ve aynı anlamı ifade eden diğer Nebevî beyanların sadece Müslümanlarla ilgili bir tesbit içermediğini, aynı zamanda gayrimüslimler için de söz konusu olan bir durumu dile getirdiğini göstermektedir. İmam Muhammed Zâhid el-kevserî nin bu hadis hakkında kullandığı cevamiu l-kelim nitelemesinin ne kadar isabetli olduğu buradan anlaşılmaktadır. Müslümanlarla gayrimüslimler arasında benzeşme olmaması için Hz. Ömer (r.a) sadece gayrimüslim vatandaşları birtakım yükümlülüklere muhatap kılmakla kalmamış, aynı zamanda Sünnet tarafından yasaklanan benzeme durumunun Müslümanlardan gelmesini engellemek için de, yabancıların (e âcim, Arap olmayanlar, acemler) dillerini öğrenmemeleri, müşriklerin bayram günlerinde onların ibadet yerlerine gitmemeleri gibi hususları Müslüman ahaliye emretmiştir. [7] Burada belirtmek gerekir ki, halkın yabancıların dillerini öğrenmekten sakındırılmasından hareketle, bizatihi dil öğrenmenin Hz. Ömer (r.a) tarafından sakıncalı bir husus olarak değerlendirildiği sonucu çıkarılmamalıdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) in, Zeyd b. Sâbit (r.a) a İbranice öğrenmesini emir buyurduğu bilinmektedir. [8] 26 Haziran

27 Dolayısıyla yabancı dillerin, ilim ve dirayet sahibi kimseler tarafından öğrenilmesinde zarar değil, fayda vardır. Ancak ilim ve kültür seviyesi düşük halk kesimlerinin yabancı dil öğrenmesi, öğrendiği dilin ait olduğu din ve kültürün etkisi altında kalması tehlikesini her zaman beraberinde taşır. Nitekim günümüzde özellikle geri kalmış veya gelişmekte olan gibi tabirlerle anılan ülkelerde Batı kaynaklı kültür emperyalizmi vasıtasıyla nasıl bir kimlik erozyonu yaşandığı ve ötekine benzeme olgusunun hangi yollarla bulaşıcı hastalık gibi toplumun hücrelerine yayıldığı son derece çarpıcı bir şekilde gözlenmektedir. Dolayısıyla Hz. Ömer (r.a) in bu davranışının, münhasıran halkın yabancı din ve kültürlerin etkisinden korunmasına yönelik olduğunu vurgulamak gerekir. Ateşleri Birbirini Görmesin. Efendimiz (s.a.v), Hâlid b. Velîd (r.a) komutasında küçük bir askeri birliği Has am kabilesi üzerine göndermişti. Kabileden İslam a henüz girmiş birkaç kişi Müslüman askerleri görünce müslüman olduklarını göstermek amacıyla secdeye kapandılar. Müfrezede bulunanlar onları da müşrik zannedip, kendileri için secde ettikleri düşüncesiyle öldürdüler. Ancak daha sonra onların Müslüman olduğu anlaşıldı. Efendimiz (s.a.v), öldürülenlerin ailelerine yarımşar diyet verilmesine hükmetti ve Ben müşrikler arasında ikamet eden müslümandan beriyim buyurdu. Sahabîler sebebini sorduklarında son derece kısa ve beliğ bir cümleyle mukabele etti: Ateşleri birbirini görmesin. [9] Ulema bu hadisi şerh ederken ateşlerin birbirini görmesin i, müslümanın bir arada yaşadığı müşrikten etkilenmesi ve ona mahsus hallerle hallenmesi şeklinde açıklamıştır. [10] Başkalarından etkilenebileceği ortamlarda bulunmamak Müslüman için o kadar tabii ve gerekli bir tavırdır ki, Fukaha, gayrimüslimlerin eline esir düşen bir mü minin, bulduğu ilk fırsatta tutulduğu yerden kaçıp Müslümanların arasına gelmekle mükellef olduğunu, tutulduğu yerden ayrılmayacağına dair yemin etmiş olsa bile, fırsatı olduğu halde orada kalmaya devam etmesinin helal olmayacağını söylemiştir. [11] Haziran Müslüman, hayatın, başkalarına benzeme durumunun sıklıkla yaşanabileceği alanları bir tarafa, kendine has ibadetlerini yaparken bile gayrimüslimlere benzemekten sakınmakla yükümlüdür. Sözgelimi namaz kılarken kıble istikametinde canlı resmi bulunması Fukahanın ittifakıyla mekruhtur. Buradaki kerahetin sebebi konusunda söylenen şudur: Canlı varlığın resmi karşısında bulunduğu halde secde etmek, müşriklerin putların önünde eğilmesine benzer. Canlı varlık resmine karşı namaz kılan kimsenin, kendisini müşriklere benzetme kastı taşıyıp taşımamasının burada herhangi bir önemi yoktur. Kerahet her hal-u kârda söz konusudur. [12] Şimdi durup düşünelim: Namaz kılarken bile başkalarına kasdetmeden dahi olsa benzeme durumunun ortaya çıkması kerahet ifade ediyorken, Din i ve hayatı öteki gibi algılamaya ve yaşamaya kalkışmanın hükmü ne olur? Keler Deliğinden Girmek Efendimiz (s.a.v), bu durumu şöyle ifade buyurmuş: Karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin ardından gideceksiniz. Hatta onlar bir keler deliğinden girse, siz de gireceksiniz. Sahabe, Bizden öncekiler Yahudiler ve Hıristiyanlar mı? diye sorduğunda da Ya kim?! diye cevap vermiş. [13] 27

28 Teşebbüh bahis konusu olduğunda pek gündeme gelmeyen, ama aslında konuyla doğrudan bağlantılı olan bu hadis-i şerif bize ahir zamanda kimlere benzeme tehlikesiyle yüz yüze bulunduğumuzu ihtar etmesi bakımından ayrı bir önemi haizdir. Bizim, Ehl-i Kitab ın arkasından gitmemiz, hatta hiç olmayacak işler yapsalar dahi onları taklitten geri durmamamız nasıl oluyor diye düşündüğümüzde karşımıza onların Din ve dünya algısı çıkıyor. Onlar Hz. Musa ve Hz. İsa nın (ikisine de selam olsun) tebliğ ettiği İslam ı nasıl tahrif ettiyse, bu ümmetin arasından İslam ı aynen öyle tahrif etme yolunda büyük bir cehd ve gayret gösteren kesim ve kimselerin çıkmasına şaşırmamak gerekir Bid at ehline benzememe konusunda karşılaştığımız bu büyük hassasiyet bizi, küfür ehline benzememe noktasında ne kadar büyük bir sorumluluğun beklediği konusunda derinden sarsmalıdır. Allame el-münâvî meselenin hassas noktasına dokunuyor ve şunları söylüyor: Bir kısım âlimler şöyle demiştir: Başkalarına benzeme durumu bazen itikat ve irade/kasıt gibi kalbî/soyut konularda, bazen de söz ve fiil gibi haricî/somut alanlarda vuku bulur. Aynı şekilde ibadet ve yemek, elbise, evlenme, toplanma-ayrılma, yolculuk, ikamet, binek gibi âdet ve uygulamalarda da benzeme söz konusu olur. Zahirle batın, içle dış arasında irtibat ve münasebet vardır. Efendimiz (s.a.v), bu durumu şöyle ifade buyurmuş: Karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin ardından gideceksiniz. Hatta onlar bir keler deliğinden girse, siz de gireceksiniz. Bu zihniyet benzerliği nin, önemsenmeyen dış görünüşteki benzeme ile hiç ilgisi bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Gayrimüslimlere mahsus kıyafetler giymenin tek başına kişiyi dinden çıkarmayacağı tezine karşı ulemanın dikkatimize sunduğu hayatî tesbit bu noktada yolumuzu aydınlatan bir kandil gibidir: Kişi, sadece gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giydiği için kâfir olmaz, ama itikadını bozmadan da gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giymez. Dış görünüş deyip geçmemek gerekir. Ulemadan, bid at ehli tarafından giyilmesi adet olmuş İslamî kıyafetlerin dahi terk edilmesi gerektiğini söyleyenler olmuştur. Bu bağlamda İmam el-gazzâlî, bid at ehli tarafından şiar edinilen sünnetlerin terk edileceğini söylemiştir. [14] Yine bir Şafiî olan İbn Ebî Hureyre (Kadı Ebû Ali el-hasen b. el-hüseyin el-bağdâdî) de aynı görüşü benimsemiştir. [15] Her ne kadar tartışılmış ve genel kabul görmemiş olsa da, bu tavrın bid at ehline benzememe hassasiyetinin göstergesi olarak ne büyük bir anlam taşıdığı ortadadır. Kişi, sadece gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giydiği için kâfir olmaz, ama itikadını bozmadan da gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giymez. Allah Teala, Hz. Mustafa (s.a.v) i sünnete tekabül eden hikmet le göndermiştir ki, bu, O na tayin buyurduğu şir a ve minhac dır. Allah Teala nın bu çerçevede O na tayin buyurduğu, kendilerine gazap edilenler in ve sapmışlar ın yolundan farklılık gösteren fiil ve kaviller vardır. Yüce Allah bu hadiste ( Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır hadisi, E.S) Hz. Peygamber (s.a.v) e, dış görünüşte onlara muhalefet etmesini emir buyurmuştur. Her ne kadar (tek başına) dış görünüşte benzeme dolayısıyla bir mefsedet ortaya çıkmasa da bunu emretmiştir. Bunun sebepleri arasında şunlar sayılabilir: Dış görünüşteki benzeme, birbirine benzeyenler arasında bir örtüşme ve uyuşma doğurur. Bu ise ahlakla ve amellerle ilgili hususlarda muvafakate götürür. Bu, tecrübe ile sabit bir husustur. ( ) Bir diğer sebep de şudur: Dış görünüşte başkalarından farklı olmak, başkalarından ayrı ve uzak olmayı getirir. Bu da ilahî gazabı ve dalaleti getiren sebeplerin uzağında olmayı ve ilahî rızaya ve hidayete mazhar olanlara yakın bulunmayı intaç eder. Bir başka sebep, dış görünüşte başkalarına benzemek, onlarla zahirde ihtilatı doğurur. Öyle ki, hidayete ve rızaya nail olmuşlarla 28 Haziran

29 kendilerine gazap edilmiş olanlar ve sapmışlar ı zahiren birbirinden ayırt etmek mümkün olmaz [16] Söz buraya gelmişken bu noktada sergilenen bir alicengiz oyunu na dikkat çekelim: Bu ümmetin Ehl-i Kitab ın ardından gitmesi, yani Yahudilere ve/veya Hıristiyanlara benzemesi ve onlara mahsus hallerle hallenmesi, uleması üzerinden, ulemasına tabiiyet suretiyle olmuyor; tam tersine ulemasına sırt çevirmek, burun kıvırmak suretiyle oluyor. Zira Tevrat ve İncil i onların din adamları tahrif etti. Bizde ise Kur an ve Sünnet, alicengiz oyunu nu sergileyenlerce Ehl-i Kitap tan öğrendikleri metotlarla tahrif edilmeye çalışılıyor. Hermenötik teknikleri, tarihselci bakış vb. oyunları bu ümmetin âlimlerinden öğrenmediklerine göre kimin kimin arkasından gittiği, kimin kimden ne öğrendiği ve kimin kime benzediği gün gibi ortadadır! Zikri geçen metotları Batılı fikir ve zihniyet babalarından öğrenen modernist tahrifçiler, ibadetler dışındaki alanların değişime açık olduğu ve değişmesi gerektiği, ilahî hitabın tarihselliği, ahkâmın yerelliği gibi, Din algısı noktasında Ehl-i Kitap ile ne kadar benzeştiklerini göstermekten başka bir anlam ifade etmeyen iddialarıyla bu Nebevî ihbarın masadakını teşkil etmekten başka bir iş yapmıyor aslında Sonuç İslam, Müslümanları, kılık-kıyafetten inanca, düşünce tarzından örf, adet ve kültüre kadar her alanda başkalarına benzemekten şiddetle sakındırmış, hak ehli ile bâtıl ehlinin birbirine benzemesini hak ile bâtılın birbirine benzemesi olarak görmüştür. Hak ile bâtılın fıtrî olarak birbirinden ayrışması ne kadar tabii ve gerekli ise, hak ehli ile bâtıl ehlinin birbirinden kesin hatlarla ayrışması da o kadar tabii ve gereklidir. İmam-ı Rabbânî nin de altını çizdiği gibi, hak ehli bâtıl ehline benzediği anda inancından ve mensubiyetinden gelen izzet ten uzaklaşmış, zillete düşmüş Haziran Kişi, olur. Hatta bu sadece hak ehlinin zillete düşmesi ile neticelenen bir durum değildir. Hak ehlinin zillete düşmesi, kaçınılmaz olarak bâtıl ehlinin izzete kavuşması demektir. İkisi de aynı anda aziz veya zelil olmaz. Birinin izzeti öbürünün zilletinde, öbürünün izzeti berikinin zilletindedir. [17] Başlangıçta kılık-kıyafette benzeme gibi zararsız bir ilişki biçimi olarak telakki edilen süreç, giderek hayat ve din algısının da başkalarının hayat ve din algısına dönüşmesini intaç eder ki, bundan daha büyük bir zillet tasavvur edilemez. Son iki, iki buçuk asırlık süreçte İslam dünyasında yaşanan durum, başkalarına benzemek suretiyle adam yerine konulma çabası olarak sadece gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giydiği için kâfir olmaz, ama itikadını bozmadan da gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giymez. ifade edilebilir. Oysa adam yerine konulmak, kendimiz olmaktan uzaklaşmamıza bağlıdır; kendisi olmayı başaramamışların da adam yerine konulması mümkün değildir, ne bu dünyada, ne de ötede [1] Gayrimüslimlerin Müslümanlara mahsus kıyafetleri giymekten sakındırılıp, kendilerine mahsus şiarları taşımakla yükümlü tutulmasının anlam ve önemi hakkında bkz. Zâhid el-kevserî, Makâlât, 298 vd. [2] Ebû Dâvud, Libâs, 5; Ahmed b. Hanbel, II, 50, 92; et-taberânî, el-mu cemu l-evsat, VIII, 179 İbn Hacer (Fethu l-bârî, X, 271) bu rivayetin hasen olduğunu söylemiştir. Hadisin sıhhat durumu ve aynı doğrultudaki başka rivayetler için bkz. Muhammed Zâhid el-kevserî, Makâlât, 85 vd. Ayrıca bkz. el-albânî, İrvâu l-ğalîl, V, 109 vd. [3] et-tirmizî, İsti zân, 8; et-taberânî, el-mu cemu l-evsat, VII, 238. [4] İbn Abdilberr, et-temhîd, VI, 80; el-münâvî, Feydu l-kadîr, VI, 104. [5] el-aynî, Umdetu l-karî, 8/10. [6] el-beyhakî, es-sünenu l-kübrâ, IX, 202; İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, II, ; İbn Kesîr, Müsnedu l-fârûk, II, 489; İbnu l-kayyım, Şerhu ş-şurûti l-ömeriyye, 3-7. Zikredilen kaynaklarda, zimmîlerin uymakla yükümlü tutulduğu diğer şartlar da zikredilmiştir. Bunları ihtiva eden vesikanın güvenilirliği konusundaki bir tartışma için bkz. Ebubekir Sifil, Hz. Ömer ve Nebevî Sünnet, 41 vd. [7] el-beyhakî, a.g.e., IX, 34. [8] el-hâkim, el-müstedrek, III, 476. [9] Ebû Dâvud, Cihâd, 95; et-tirmizî, Siyer, 43; et-taberânî, el-mu cemu l-kebîr, IV, 114 [10] Ebu l-heysem den naklen Ali el-karî, Mirkâtu l-mefâtîh, VII, 105; el-hattâbî den naklen el-azîmâbâdî, Avnu l-ma bûd, VII, 218. [11] Ali el-karî, a.g.e., a.y. [12] Bkz. el-mevsû atu l-fıkhiyyeti l-kuveytiyye, XII, 126. [13] el-buhârî, Enbiyâ, 51, Temenni, 14; Müslim, İlim, 6 [14] İmam el-gazzâlî, İhyâ, II, 272. [15] Bkz. Mukaddimâtu l-imâm el-kevserî, 413. [16] el-münâvî, Feydu l-kadîr, VI, 104. [17] Bkz. Mektûbât, 163. Mektup. 29

30 Hayatın İslam a Göre Tayin Edilmesi Bağlamında Ehl-i Sünnet Tasavvurunun Yeniden İnşası Dr. İhsan ŞENOCAK Ehl-i Sünnet varlığını iki rükün üzerine bina eder: Lailahe illelah Muhammed Resulüllah. Müslüman birinciyle bütün ilahları reddeder, ulûhiyeti, rububiyeti, iradeyi, hâkimiyeti sadece Allah Teâlâ ya tahsis eder. İslam coğrafyası yaklaşık iki asırdır akidede, ilimde, fikirde sürekli yeni sorunlar üreten bir kriz ikliminde kalmaya mecbur edilmiştir. Siyasi, ictimaî ve iktisadi buhranlara da kaynaklık eden bu iklim, İslam ümmetini metin ve şerh kitaplarını tarihî vesikalar niyetine okuyup tercüme eden gelenekçilerle, Batı nın buyurgan aklının etkisinde kadimi reddeden modernistler arasında çare aramaya mahkûm etmiştir. İki zıt kutbun, reddiye zarfında yürüttükleri karşılıklı itham savaşları krizi her geçen gün daha da derinleştirmektedir. İslam ümmeti, tarihi süreç içerisinde günümüzdekine benzer krizler yaşamış fakat bunlar ulemanın ilmî birikimimizi ve tarihi tecrübemizi dikkate alarak yaptığı inşa faaliyetleriyle kısa zamanda aşılmıştır. Farklı medeniyetlerle tedahül neticesinde ortaya çıkan zihniyet kirliliğini, vahiy ortamında önce izale sonra ise asla uygun bir surette imar etmek olarak cereyan eden inşa, kriz dönemlerinde Ebû Hanife, 30 Haziran

31 İmam Gazzalî, İmam Rabbanî, Halid Bağdadî (rahimehumullah) gibi büyük ruhlu âlimlerin delaletiyle ne, niçin, nasıl anlaşılırsa muradı ilahiye muvafık olur? sorularına cevap üretmiştir. Tabiûn kuşağından günümüze kadar farklı dönemlerde ve coğrafyalarda yaşayan münşî âlimlerin ortak özelliği krizi, vahiy ortamında kalarak yönetip-çözmeleridir. Bu durumun kavramsal ve kurumsal karşılığı olan Ehl-i Sünnet, tarihin bu en derin krizini aşabilmenin de yegâne yoludur. Ehl-i Sünnet in yeniden inşası üzerinde isti mali fikirde bulunabilmek için önce onun ne olduğunu, Müslümanların neden kendilerini Sünnî ya da Ehl-i Sünnet kavramlarıyla tanımladıklarını, Ehl-i Sünnet in hangi alanlarda temsil imkânı bulduğunu, sosyal bir olgunun ürünü mü, yoksa İslam ın yekün ifadesi mi olduğunu anlamak gerekir. [1] Bazı çağdaş araştırmacılar, Ehl-i Sünnet in siyasî ve ictimaî gelişmelerin ürünü olduğunu, bu durumu algılayacak donanımdan uzak olan ulemanın ise onu İslam ın yekün ifadesi olarak görme yanılgısına düştüğünü savunmaktadır. [2] Oryantalizm ise, İslam coğrafyasındaki büyük çoğunluğun Ehl-i Sünnet aidiyetini, İslam öncesi Arapların kültürleriyle münasebeti çerçevesinde tanımlamış ve bu çerçevede Sünneti, kendi varlık alanından koparıp -Kur an-ı Kerim in hakikati anlayamamanın gerekçesi olarak zikrettiği- atalar geleneğiyle ilişkilendirmiştir. Nitekim Montgomery Watt, göçebe Arapların hayatta karşılaştıkları zorlukları atalarının izinden giderek aşma anlamında kullandıkları sünnet kelimesinin, İslam toplumunda Hz. Peygamber in Sünnetini takip etme şeklinde tezahür ettiğini söylemiştir. [3] Bu kurgu bazı müslümanları da etkilemiş ve İslamî nasslarda karşılığı istikamet olarak yer alan Sünnete ittiba tam aksi bir içerikte yorumlanmıştır. Bu noktada muasır bir araştırmacı şunları söylemektedir: Arapların yaşantıları ve kültürlerinde önceden var olan, geçmişten gelenlere bağlılık anlamındaki sünnet telakkisi, dogmatik zihniyetin temsilcisi olan ulema tarafından Kitap, Sünnet, Sahabe ve Tabiûna ittiba şeklinde anlaşılmıştır. [4] Ehl-i Sünnet i dogmaların mecmuası olarak gören modernistler, son iki asırda yaşanan tüm krizlerin faturasını ona kesmiştir. Bu yüzden İslam Ümmetine önerdikleri gelecek tasavvurunun özünde Ehl-i Sünnet ten kopuş vardır. Nitekim Hasan Hanefî nin bu çerçevede kaleme aldığı eserlerin bir kısmının adı şu şekildedir: mine l-akide ila s-sevra (Akideden Devrime); mine n-nassı ila l-vakı (Nastan Gerçeğe); mine l-fenâ ile l-bekâ (Yokoluştan Varoluşa); mine n-nakl-i ile l-ibda (Nakilcilikten Yaratıcılığa). Buna göre, akideyi, nassı, yokoluşu ve nakilciliği Ehl-i Sünnet; devrimi, gerçeği, varoluşu ve yaratıcılığı modernizm temsil etmektedir. Merkez meselesini Ehl-i Sünnet in teşkil edeceği bu makalede, önce mevzunun kavramsal tahlili yapılacak, ardından çağdaş bir müşkil olarak modernitenin mustagriblerin İslam algısına etkisi incelenecektir. Son alarak da akideden amelî boyuta kadar hayatın her şubesinde Ehl-i Sünnet in topyekün inşası nasıl olmalıdır? sorusuna cevap aranacaktır. Ehl-i Sünnet vatanda, ırkta, renkte ve dilde birlikteliğe karşı, akide ve amelde vahdeti önerir. Her toplumu, farklı renk, ırk, dil ve kültürleri içerisinde Müslüman olarak yeniden var eder. Ona, adı ümmet olan yeni bir kimlik verir. Kesrette vahdeti gerçekleştirir. Haziran 31

32 I. TARİHİ SÜREÇ Ehl-i Sünnet in [5] kavram olarak ortaya çıkması ile alakalı esasta iki farklı görüş vardır. İslam ulemasının benimsediği birinci görüşe göre kavram, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) e aittir. Ehl-i Sünnet in sosyo-politik ortamın ürünü olduğunu iddia eden oryantalistlere ve onlarla fikir birlikteliği içerisinde olan müslüman araştırmacılara göre ise, sunî kelimesi ilk olarak hicri dördüncü asırda ya da daha sonraki bir zamanda kullanılmıştır. [6] Konu ile alakalı rivayet ve değerlendirmeler birinci görüşü teyit etmektedir. Zira Allah Resulü Fırka-i Naciye (kurtulan fırka) den bahsettiği bir hadisinde, kendisine yöneltilen soru üzerine kurtulanların, cemaat, [7] bir başkasında ise, kendisi ve ashabının benimsediği yolda [8] sebat gösterenler olduğunu ifade etmiştir. [9] Buna göre kurtulan, zarurat-ı diniyye kapsamında değerlendirilen esasları kabul ederek Sahabe ve sevâd-ı azamın yolu üzerinde olandır. [10] Sahabe de kavramı aynı çerçevede kullanmıştır. Nitekim İbn Abbas (radiyallahu anh); Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı kıyamet gününü düşün. [11] mealinde ki ayeti tefsir ederken, yüzleri ağaranların, Ehl-i Sünnet ve l-cemaat olacağını belirtmiştir. [12] Tabiûnden el-hasanu l-basrî (v. 110), Eyyüb es-sehtiyanî (v. 131), etbau t-tabiînden de Süfyân es-sevrî (v. 161) [13] başta olmak üzere pek çok âlim Ehl-i Sünnet kavramını aynı anlam çerçevesinde kullanmıştır. Yukarıdaki ifadeler Ehl-i Sünnet in Eş arî ya da Maturidî tarafından kurulan bir mezheb olduğu yönündeki iddiaları da reddetmektedir. Müctehit İmamların da münşi olmadıkları sadece mevcudu tedvin ve beyan ettikleri gerçeğini ifade noktasında İbn Teymiyye şunları söylemektedir: Ehl-i Sünnet, Ebû Hanife, Malik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel yaratılmadan çok önce var olan mezhebin adıdır. [14] Dış unsurların etkisiyle Hz. Osman devrinden itibaren kendini gösteren fitne, kısa zamanda Haricilik, Şia ve Mutezile gibi isimlerle kurumsal bir hüviyet kazanınca [15] büyük kopuşun ardından geride, ümmet yapısı içerisinde kalan bütünü kayıtlarla ifade etme ihtiyacı ortaya çıktı. Sünnetin bid atin, cemaatin de bölünmenin karşıtı olması, Ehl-i Sünnet in İslam ın rükünlerini koruyan, ana bünyesine dahil olmayan unsurları da dışarıda bırakan bir kavram olarak iştihar (şöhret bulması) etmesine zemin hazırladı. Yani Sünnet ve cemaat kavramları İslam ın ne olduğunu beyan etmenin yanında, İslam içerisinde farklı temayüllerle temayüz eden Harici, Şiî, Rafizî ve Kaderî gibi siyasi ve akidevî kopuş ve oluşların da hangi hususlarda inhiraf içerisinde olduklarını tespit etti. İlerleyen yıllarda fitne ve bid at, akidevî ve ictimâî anlamda bir karışıklığı ve karşıtlığı anlatırken; Sünnet Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi inanıp yaşamayı, cemaat ise ayrılmadan bütün içerisinde kalmayı ifade etti. Sünnet ve cemaatin; bid at ve fitneyle tam bir zıddıyet içerisinde olması tarih boyu devam etti ve hâdise literatüre Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Bid at mezhepler olarak geçti. Modernist Müslümanlar tarafından, ötekileştirme olarak algılanıp eleştirilen bu tasnif, insanların hangi ölçüleri esas almaları durumunda müstakim olabileceklerini, nerede, niçin yer almaları gerektiğini belirlemelerine katkı sağladı. Yukarıdaki ifadelerin bir hulasası olarak Ehl-i Sünnet i, Kur an-ı Kerim ve Sünnet bütünlüğü içerisinde şekillenen, Sahabe tarafından da yaşanarak temessül eden müesses İslam olarak tarif etmek mümkündür. Nitekim müçtehit imamların kelam ve fıkıh meclislerindeki inşaî beyanlarından Ehl-i Sünnet in İslam içinde bir bölünme olmadığı, bilakis hayatı Kur an ve Sünnet e göre tayin etmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, Ehl-i Sünnet in vaz-ı cedide karşı devam-ı hal için yapılan keşf-i kadim olduğu yönündeki tezi desteklemektedir. Bu anlamda Ehl-i Sünnet, fırkalar mahşerine dönen İslam coğrafyasında hangi esaslar dahilin- 32 Haziran

33 de Müslümanca var olunabileceğinin adresi olmuştur. Bu yüzden o, İslam içerisinde yeni bir oluşumun adı değil, İslam a nisbet edilen inanış sistemleri içerisinde ya da alternatif İslamlar arasında Allah ın indirdiği dinin kendisidir. Bu durumda Ehl-i Sünnet i sosyo-politik şartların ürünü olarak göstermek mevcudu gerçeğe aykırı bir şekilde tanımlamak olur. Akideden Ameli Hayata Ehl-i Sünnet Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) in dini tebliğ ettiği ilk dönemdeki İslam algısı etrafında oluşturulan akidevî riskler, Ehl-i Sünnet kavramının iştihar döneminde de benzer yoğunlukta olmuştur. Müşrik kültür havzalarında üretilen ideolojilerin ihtiva ettiği tehlikeler müstakim âlimlerin Allah Resulü nün ve Ashabının [16] sahih tevhit tasavvurunu esas alarak geliştirdikleri risk analizi yöntemleriyle tasfiye edilmiştir. Bu yüzden Ehl-i Sünnet kavramı ilk olarak akide alanında iştihar etmiş, zamanla Hanefîlik, Malikîlik, Şafiîlik, Hanbelîlik gibi amelî mezhepleri Ehl-i Sünnet, insanı, şehvet gibi hayvanlarla ortak olan hususiyeti yerine iman ve ahlak gibi sadece ona has olan özellikleriyle yüceltir. de içine alarak, fırâk-ı dalle/sapık hareketler e karşı vahyedilen İslam ın müesses hali olmuştur. Bu müesses hal neticesinde Kur an ı murad-ı ilahiye göre anlama faailiyeti tefsir, Sünnet i muhafaza ve rivayet etmek hadis, tafsılî delillerden ameli şer î hükümleri bulup çıkarmak fıkıh, imanın mahiyetine dair kabuller ve düşünceler de kelam başlıkları altında teşekkül etmiştir. Zamanla ilim merkezleri kurumsal kimlik kazandı ve İslami disiplinler kökleşti. Ulema halkla nass, devletle nass, harici siyasetle nass arasında nasstan hareketle çözüm ve çareler üretti. Ehl-i Sünnet ilmi disiplinlerle, fıkha, tefsire, kelama, fikre, sanata, mimariye, şiire ve nesire dönüşerek hayatın her şubesinde muşahhas bir hal aldı. Ehl-i Sünnet, belli bir zümrenin adı olmaktan ziyade İslam ın yekun ifadesi olduğuna, [17] bunun da fıkıh, tefsir, kelam, hadis, edebiyat, mimari gibi temel İslami disiplinlerde ve ictimaî hayatta farklı temsil alanları oluşturduğuna göre akidede ya da tefsirde Ehl-i Sünnet e göre. diye başlayan bir ifade İslam a göre. şeklinde başlayan bir ibareyle ayniyet arz etmektedir. Zira bu şekilde başlayan her hüküm Kur an ve Sünnet ten neşet eden, Sahabe tarafından uygulanma imkânı bulan bir rüknün arzıdır. Ehl-i Sünnet e göre diye başlayan ifadeler aslında münzel dine göre şeklinde anlaşılmalıdır. Bu durumu yanıltıcı bir beyan olarak görmek [18] ya bir algı yanılması ya da şuur kaybıdır. Ehl-i Sünnet in İttifak Noktaları Ehl-i Sünnet e mensup müctehitlerin, asılda aynı olmakla beraber ictihadi hususlarda farklı mutalalara sahip olmalarını onun standart bir öğretisinin olmadığına gerekçe yapmak [19] ya iradî bir yönlendirmeden ya da âdem-i vukufiyetten kaynaklanmaktadır. Ehl-i Sünnet ulemasının Kur an ve Sünnet çerçevesinde belirlediği esaslar, neyin tekfir mevzuu olacağı ya da olmayacağını beyan ederek ümmet arasındaki temel ihtilaf alanlarını ortadan kaldırmıştır. Abdulkâhir el-bağdâdî, kimin Sünnî addedileceğini belirtme sadedinde bu esasları şu şekilde hulasa etmektedir: Âlemin hadis olduğunu, onu yaratanın birliğini, kadim oluşunu, sıfatlarını, Haziran 33

34 adaletini, hikmetini, hiçbir şeye benzemediğini kabul eden; Allah Resulü (sallalalhu aleyhi ve sellem) in nübüvvetine, onun evrensel olduğuna, şeriatının ebediliğine, getirdiği her esasın hakikat olduğuna, Kur an-ı Kerîm in şer î hükümlere kaynaklık ettiğine, Kabe nin namaz için kıble olduğuna inanan ve bu inanca -kişiyi küfre sürükleyecek- bidat karıştırmayan mümine Sünnî denir. [20] Ehl-i Sünnet - Sünnet İlişkisi Şia, Mutezile, Havaric gibi Ehl-i Sünnet dışı mezheblerin Sünnet e tabi olma noktasında Ehl-i Sünnet ten farklı olmadıklarını, dolayısıyla Sünnet e bağlılık iddiasının Ehl-i Sünnet le sınırlandırılmasının doğru olmadığını söylemek [21] pek çok yanıltıcı bilgiler ihtiva etmektedir. Zira söz konusu fırkalardan günümüzde en etkin olanı Şia, hadisleri Sahabe üzerinden reddetmiş pek çok Sahabeyi de tekfir ederek onların rivayetlerine itibar etmemiştir. Aynı durum Mutezile yi teşkil eden isimler için de söz konusudur. Nitekim direkt olarak hadisleri reddedemeyen Mutezile en fazla hadis rivayet eden sahabeleri yalancılıkla itham etmiştir. [22] Ehl-i Sünnet in Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) in Sünnetini takip eden büyük çoğunluk olduğu gerçeğini yanıltıcı bulan kimi araştırmacılar arasında bazı hadisçilerin de yer alması düşündürücüdür. [23] II. MODERN MÜŞKİL Ortaya çıkan ya da çıkacak olan sorunları Kur an ve Sünnet i esas alarak çözen, böylece de sahih İslam ın sürekliliğini temin eden Ehl-i Sünnet, ana bünyeyi muhafaza ederek sürekli bir var oluşu hedefler, hayatı, Kur an ve Sünnet e göre tayin eder. Bu yüzden İslam ın ne olduğunu ya da ne olmadığını anlayabilmek için ulemanın İslam kelimesine düştüğü Sünnet ve Cemaat kayıtları her dönemde olduğu gibi günümüzde de hayati bir önemi haizdir. Ehl-i Sünnet, dış unsurları tasfiye etmeyi, inşanın hareket noktası olarak kabul eder. Bu yüzden onun önerdiği var oluşla modernitenin benimsediği sentez esasta birbirinden farklıdır. Birincisi İslam ümmetinin medeni birikimi ve tarihi tecrübesi içerisinde inşayı/var oluşu önerirken, ikincisi tedahülü tavsiye eder. İnşa ve tedahül Hz. Ali (radiyallahu anh) döneminden itibaren devam eden iki esas ameliyedir. Dolayısıyla mevzunun vuzuha kavuşması için inşa gibi, fırak-ı dalle nin ameliyesi olan tedahülün de günümüzde neye karşılık geldiğini ve bu karşılığın nasıl oluştuğunu bilmek gerekir. Kökleri itibariyle Batı ya ait olan ya da Batı da kurgulanıp İslam coğrafyasına uyarlanan modernizm, tedahülün muasır versiyonudur. Batı ya ait bir kurgunun İslam a uyarlanması, mevcut krizleri çözüp inşaî ruhu uyandırma yerine ilmî ve fikri enkazlara yeni harabeler eklemiştir. Batı, kurgusunu İslam coğrafyasına uyarlarken İslam ı iman, ahlak ve ibadet esaslarından mürekkeb bir din olarak tanımlamış; Müslümanların Ehl-i Sünnet, akideyle başlayan, tefekkür ve amelle bir bütüne dönüşen bir var oluştur. Akidede, fıkıhta, düşüncede, sanatta, edebiyatta, siyasette, iktisatta, hasılı cemiyetin her şubesinde İslam ın hayatı tayin etmesidir. 34 Haziran

35 siyasî, iktisadî ve ictimaî hususlardaki eserlerini ilgili alanların müzelerinde ya da kütüphanelerinde sergilenecek tarihî unsurlar olarak göstermiştir. Batılılar, Mısır gibi İslam ülkelerinde uyguladıkları eğitim sistemi vasıtasıyla -büyük çoğunluk tarafından- İslam ın sadece belli ibadet, zikir ve ahlak nazariyelerinden ibaret bir din, Kur an-ı Kerîm in de teberrük için okunan bir kitap olarak algılanmasını başarmışlardır. Nitekim modern dönem İslam tasavvurlarından dinin hukuk, siyaset, edebiyat, sanat gibi siyasi ve sinaî boyutları hazfedilmiştir. Böylece yegane iktisat, siyaset, eğitim nazariyelerinin mimarlarının Batılılar olduğu, bu yüzden müslüman alimlerin onları taklit etmekten başka çareleri olmadığı hissi uyandırılmıştır. Okullarda İslam ın ana mevzuları yerine -müsteşriklerin uydurduğu iftiralara dayalı- şüpheler esas konular olarak okutulmuştur. Dünyaya, medeniyeti Romalıların, insan haklarını Fransız devrimcilerin, demokrasiyi de İngiliz halkının hediye ettiği, buna mukabil, İslam ın kadını erkeğin yarısı gören, ona yalnızca ev ortamında bir yaşam vaat eden, zekât ve öşürle insanların bir kısmının gelirini diğerlerine dağıtan, hırsızın elini kesen bir sistem önerdiği, bununla da günümüz dünya sistemleri içerisinde yer almasının imkânsız olduğu telkin edilmiştir. İslam Medeniyeti ni kendi varlık ortamında öğrenme imkânı bulamayan modernist müslümanlar Batı nın toplumsal kölelik sistemini sürekli kılabilmek için, kendi sistemini mutlak doğru kabul ederek geliştirdiği mücadele tarzını ıslahat reçetesi olarak benimsemiştir. Sonuçta göremeyen, düşünemeyen, doğruları ancak Batı nın değer yargıları üzerinden belirleyen, İslam adına sadece tartışılan ya da Batıların eleştiri için gündemde tuttuğu konuları bilen bir nesil oluşmuştur. İslam medeniyetine karşı güven krizi yaşayan bazı müslüman araştırmacılarda Batı nın kıstaslarını esas alarak İslam ı okuma iştiyakı oluşmuştur. Bu çerçevede yakın tarihte, Batı düşüncesini eskinin tam aksi istikamette kurgulayan Descartes (1650), Spinoza (1677), Kant (1804) ve Hegel (1831) gibi hür olduğunu zannettikleri isimler aramışlardır. Batı nın her yaptığını doğru kabul etmekten ya da bir şeyin doğru olabilmesi için Batı ile ayniyet arz etmesi gerektiği inancından kaynaklanan bu arayış, müslüman modernisti meselenin esas problemini görmekten mahrum bırakmıştır. Bu yüzden modernist, Mustafa Sabri Efendi, İmam Kevserî, Yusuf ed-dicvî gibi âlimleri varlık alanlarının tam aksi istikametinde yani kriz üretme merkezinde görür ve onlardan istifade edemez. Onun nazarında Keşmirî nin söyledikleri lisans düzeyindeki bir oryantalistin ifadeleri kadar önem arz etmez. Bu yüzden Arap olmayan ilahiyatçılar Batı dillerini öğrenebilmek için yoğun gayret sarf etmektedirler. [24] Batı intelijansiyası, düşünceyi kilisenin baskısından kurtarabilmek için farklı modeller inşa etmek zorundaydı. Zira mevcut dini yapı, ıslah kabul etmediğinden sorunları ancak onu reddederek azaltmış olacaktı. Fakat İslam sahih bir din olduğundan tarihi süreçte yaşanan krizler yeniden ona dönmek suretiyle aşılabilmiştir. Nitekim Ehl-i Sünnet e mensup büyük münşiler kriz ortamlarında, -yaşadıkları zamanı da dikkate alarak- Kur an ve Sünnet i yeniden okumuşlardır. Bu yüzden hale çare arayan Hegel eskiyi reddeder, Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi ise kadimi yeniden okur. Hadisenin bu boyutundan mahrum bir araştırmacı, Hegel in kayıtlı olduğu düşünce kulübünde Şeyhulislam ı bulamayınca o ve emsalinin tefekkürünü inkâr eder. Bizdeki redd-i kadimin özünde bu nev i bir aramadan kaynaklanan yanılgı vardır. Müstakim ilim adamları mutlak doğruların yalnız Kur an a ve Sünnet e ait olduğuna inandıklarından entellektüel birikimlerini de onları anlamaya adamışlar ve neticede bağımsız düşünürler olmaktan ziyade vahiy ortamında vahye bağlı mütefekkirler olmayı tercih etmişlerdir. Bu tercihi imanlarının bir gereği olarak yapmışlardır. Bu yüzden onları esasta birbirinden farklı şeyler söyleyenler olarak düşünmek var oluşlarına aykırıdır. Haziran 35

36 Batı düşüncesini İslam coğrafyası şartlarında tercüme edip yeniden üretme ödevini üstlenen modernistler bu ameliyeleriyle şunu da telkin etmektedirler: Her şeyin en doğrusu Batı ya aittir. Dolayısıyla ona entegre olmak tercih edilecek tek yoldur. Modernistlerin telkini neticesinde mustagribler arasında üç ayrı algı oluşmuştur. Birinci algının sahipleri bütünüyle dini reddetmiştir. İkincisi İslam ı, Batı nın tayin ettiği anlama disiplini çerçevesinde iman, ibadet ve ahlaktan müteşekkil bir din olarak algılamış, aklı esas alarak dini yenilenmeyi savunmuştur. Dini devletten ya da devleti dinden ayırmıştır. Üçüncüsü ise İslam ı bir bütün olarak kabul etmiş fakat Batı nın tenkitine maruz kalan recm, el kesme cezası, başörtüsü gibi hususları farklı yöntemlerle reddetme yoluna gitmiştir. Ehl-i Sünnet, dış unsurların tedahülü ile yaşanan ayrışma karşısında hayatı İslam a göre tayin etme ödevini modernite karşısında da yaptı. Fakat oryantalist propagandanın etkisiyle varlık alanı, ya sınırlandı ya da yokluğa mahkûm edildi. Ana başlıkta üç, alt başlıklarda ise pek çok fırkaya ayrılan modern dönemdeki parçalanma Hz. Ali (radiyallahu anh) sonrası başlayan kırılmayla benzerlik arz etmektedir. Bu durumda, vahiy ortamında kalarak akideden ameli alana kadar hayatı İslam a göre yeniden tayin etme zorunluluğu hâsıl olmuştur. III. YENİDEN İNŞA Bugün bütün İslam ülkelerinde, eğitim sistemleri, yönetim biçimleri, siyasi oluşumlar, iktisadi kurumlar, sanatsal aktiviteler, giyim tarzları, tüketim kriterleri esasta Batı ya aittir. Ehl-i Sünnet, hayatın her şubesinde müessir olma refleksine ve kriz dönemlerinde yeniden İslam a dönüşün tecrübesine sahip olması hasebiyle bugün yeniden okunmalıdır. Bunun ilk adımı tevhid in muhtevasını tahlil etmek olmalıdır. Ehl-i Sünnet varlığını iki rükün üzerine bina eder: Lailahe illelah Muhammed Resulüllah. Müslüman birinciyle bütün ilahları reddeder, ulûhiyeti, rububiyeti, iradeyi, hâkimiyeti sadece Allah Teâlâ ya tahsis eder. Bu şekilde iman eden bir müminin hayatında vahiyden korunmuş bölgeler olmaz. O, akidede, amelde, ahlakta, siyasi duruşta, yaşayışta topyekun müslümandır ve İslam, hayatının her şubesinde müessirdir. Ehl-i Sünnet amelden mücerret bir iman nazariyesi değildir. Bu yüzden müslüman kimliğinin oluşması sürecinde akideyi ibadet ve fiilî var oluş takip eder. Yani o, ne tek başına akidevî bir nazireye ne de sadece ibadetler mecmuasıdır. Eğer bir mümin akidede ve ibadette müslümanca davranıyor, siyasi ve ictimaî hak ve sorumluluklarında ihtiyari olarak modern zihniyeti benimsiyorsa fiilî olarak İslam ın varlığına dahil olmamış kabul edilir. Bu nev î insanlar modern toplum içerisinde varlıklarını sürdüren nazariyât müslümanlarıdır. Hayatları gibi duygularını da modern toplumun iniş ve çıkışlarına göre belirlerler. Mesela faizi bir realite olarak gören ve bu doğrultuda ticari işlemler yapan müslümanın sevincine ve hüznüne faizdeki iniş ve çıkışlar tesir eder. Dolayısıyla nazariyât müslümanı kapitalist ya da sosyalist sistemi savunacak, onun için sevinecek ve üzülecektir. Entelektüel birikimini, tecrübesini hep onun daha iyi olması için harcayacaktır. Böyle bir inanış, parçacı olduğu gibi İslam toplum yapısının oluşmasını da geciktirecektir. Allah Resulü nün İslam ın cahilliye kültürü ile sentezini reddetmesi gibi, Ehl-i Sünnet de modern zihniyetle tedahüle karşı çıkar. Ehl-i Sünnet vatanda, ırkta, renkte ve dilde birlikteliğe karşı, akide ve amelde vahd eti önerir. Her toplumu, farklı renk, ırk, dil ve kültürleri içerisinde Müslüman olarak yeniden var eder. Ona, adı ümmet olan yeni bir kimlik verir. Kesrette vahdeti gerçekleştirir. 36 Haziran

37 Ehl-i Sünnet, insanı, şehvet gibi hayvanlarla ortak olan hususiyeti yerine iman ve ahlak gibi sadece ona has olan özellikleriyle yüceltir. Ehl-i Sünnet in modern değerlerle iç içe olmayı reddetmesi, onların varlığını dikkate almaması şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu gün bir medresede sanayi devrimi öncesi zamanlarda yazılan muhalled eserleri, dünyadaki değişimi görmeden okumak, Ehl-i Sünnet in değil onu temsil makamında olduğunu zanneden insanların zafiyetidir. [25] Aslında bu durum dolaylı olarak modernizme hizmet etmektedir. Zira böyle bir din modern zamanda yaşayan bir insan için müesses bir nizam olmaktan ziyade tarihi değere sahip bir mefhum olarak algılanacaktır. İki asırdır pek çok yerde medreselerin ibare okuma ve tercüme etme merkezleri olarak faaliyet göstermesi aslında modernizmin planlayıcılarının da hedeflediği bir durumdur. İman, ibadet ve ahlak konularını ihtiva eden ilmihal literatürünün imamların da başvuru kitabı haline dönüştürülmesi bu planın bir parçasıdır. Bununla İslam ın, kul ile Allah arasında bir alana hapsedildiği dolayısıyla siyasi, ictimaî ve iktisadî boyutlarının olmadığı ezberletilmektedir. Gerçekte ise Ehl-i Sünnet, fıkıh disipliniyle vahiy kıstasını esas alır ve fertten cemiyete, evden devlete bütün bir hayatın sorunlarını çözmeye talip olur. Bunu da her dönemde metin, şerh, haşiye, talik başlıkları altında eser telif eden fakihlerle pratik çözümlere dönüştürür. Müctehid sahabelerden günümüze kadar vahyi idrak edip hayata tatbik etme ameliyesi bu şekilde tahakkuk etmiştir. Leknevî, Keşmîrî, Kandehlevî, Mustafa Sabri Sadece İslam ı her zaman ve mekânda hayatı yönetebilecek şekilde yeniden okumaktır. Bu anlamda Ehl-i Sünnet, Keşmirî ve Kevserî de ilim, Necip Fazıl da fikir, Ali Haydar Efendi de zühd, II. Abdulhamid te siyaset, İmam Şamil de cihad, Hasan el Benna da aksiyon olarak tezahür eder. Efendi, Kevserî (rahimehumullah) gibi ulu hocaların telakkileri de bu minvaldedir. Yani ders halkalarını ve telif edilecek eserleri, Nusûs-i İslâmiyyeyi ve mütûn-u mübârekeyi müesses kaideler çerçevesinde anlayacak ve bu güne aktaracak bir yapıda yeniden inşa etmek kaçınılmazdır. Bunun başarılmasıyla redd-i kadim ve gelenekçilik, târihî birer vâkıa haline dönüşecek ve Ehl-i Sünnet müessir olacaktır. Sonuç olarak, Ehl-i Sünnet, akideyle başlayan, tefekkür ve amelle bir bütüne dönüşen bir var oluştur. Akidede, fıkıhta, düşüncede, sanatta, edebiyatta, siyasette, iktisatta, hasılı cemiyetin her şubesinde İslam ın hayatı tayin etmesidir. Bu tayin ediş ne ideoloji, ne yeni bir mezheb, ne de meşreptir. Sadece İslam ı her zaman ve mekânda hayatı yönetebilecek şekilde yeniden okumaktır. Bu anlamda Ehl-i Sünnet, Keşmirî ve Kevserî de ilim, Necip Fazıl da fikir, Ali Haydar Efendi de zühd, II. Abdulhamid te siyaset, İmam Şamil de cihad, Hasan el Benna da aksiyon olarak tezahür eder. Dipnotlar [1]- Bu sorular farklı kültür havzalarında neş u nemâ bulan zihniyetler tarafından birbirine tam aksi içerikte anlaşılma riskine sahiptir. [2]- Mehmet Evkuran, Sünni Paradigmayı Anlamak, Ankara Okulu, Ankara, 2005, 99. [3]- W. Montgomery Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, ter. Mehmet S. Aydın, Hülbe Yay., Ankara, 1982, [4]- Kısmi tasarruf yapılarak alınmıştır. Sönmez Kutlu, İslam Düşüncesinde Tarihsel Din Söylemleri Olgusu, İslâmiyât Dergisi, IV, Ankara, 2001, sy., 4, [5]- Bk. Ebû İshak İbrahim b. Musa eş-şatıbî, el-i tisâm, Beyrut, II, 509. [6]- W. Montgomery Watt ve Zeki Necib Mahmud un değerlendirmeleri için bk. Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, 358; Dâru n-nedveti l-alimiyye, el-mavsûatü l-müyessere fî l-edyân-i ve l-mezâhib, Riyad, 1424, II, 979. [7]- İbn Mâce, Fiten 17. [8]- Tirmzî, Îman 18. [9]- eş-şatıbî, a.g.e., II, ; Kevserî, a.g.m., 5-7. [10]- Muhammed Zahid Kevserî, İftiraku l-ümme ala l-fırak, (İsferâyinî nin et-tabsîr-u fi d-din adlı kitabının mukaddimesi), Kahire, ty. 6. [11]- Âl-i İmran (3): 106. [12]- Abdullah Muhammed b. Ahmed Kurtubî, el-camiu li-ahkâmi l-kur an, Beyrut, 2000, IV, 107. [13]- Celalüddin es-suyûtî, Miftâhu l-cenne fî l-ihticâci bi s-sünne, Mısır, ty., 46; Ebû l-ferec İbnu l-cevzî, Telbîs-u İblîs, İskenderiyye, ty., [14]- İbn Teymiyye, Minhâcu s-sünneti n-nebeviyye, Dâru l-hadis, Kahire, 2004, II, 266. [15]- Muhammed Abdurrahman el-mubârekfurî, Tuhfetü l-ehvezî, Kahire, 2001, VII, 54; Kevserî, a.g.m., 4. [16]- Bakara (2): 137. [17]- Fazlurrahman Haziran 37

38 Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-rufai (k.s) den Münacat! Senin artırmayı murad ettiğin şeyler eksilmez. Eksiltmeyi arzuladığın şeyler de artırılamaz. Ne mahlükatı yarattığında senin yanında bir ortak ne, de işleri yönettiğinde bir eş vardı. Diller, senin sıfatlarını açıklamakta yorulmuş, akıllar, ma rifetinin hakikatini anlamada kısır kalmıştır. Senin sıfatlarının hakikati hakkıyla nasıl tavsif edilebilir ki? Ey Allah ım! Çünkü sen ezeli ve ebedi, eşi ve benzeri bulunmayan melik ve cebbar olan bir zat-ı akdessin. İnsanlığın ince ve derin tefekkürü, senin melekûtunu anlamada hayrete düşmüştür. Melikler, heybetin karşısında boyun eğmişlerdir. Senin yüceliğin sebebiyle yüzler, boyun eğerek secdeye kapanmıştır. Her şey senin azametine boyun eğip, kudretine teslim olmuştur. Bunun ötesinde lügatler hayrete düşer, sıfatların tasarrufundaki tedbir boşa çıkar. Kim bu konuda kendini düşünmeye zorlarsa, gözleri ve aklı yorgun düşüp şaşkın ve hayretler içerisinde kalır. Ey Allah ım, en geniş, en kuvvetli, en sağlam ve devamlı, melekûtunda kaybolmayan, dünyada adedi takdir edilemiyecek kadar çok olan, irfanda eksilmeyen hamd sanadır. Yine sayılamıyacak iyiliklerine karşı, gecenin karanlığında, gündüzün aydınlığında, karada ve denizde, sabah akşam ve seherlerde, gece ve gündüzün bütün dilimlerinde hamd sanadır. Allah ım tevfikinle beni kurtuluşa erdirdin ve beni velin kıldın. 38

39 Beni tâkatımın üstündeki şeylerden sorumlu tutmadın. Şüphesiz sen kendinden başka ilâh bulunmayan gizli olduğun halde kendisinden hiç bir şeyin gizli kalmadığı, gâib olduğun halde kendisinden hiç bir şeyin gâib olmadığı ve karanlıklardaki hiçbir yitiğin senden gizli kalmadığı Allah sın. Muhakkak ki Sen, bir şey dilediğinde ona ol dersin o da oluverir. Ey Allah ım, senin kendini övdüğün hamdedenlerin övdüğü, yüceltenlerin yücelttiği, ta zim edenlerin ta zim ettiği gibi sana hamdederim. Göz açıp kapayincaya kadar, hatta daha az bir süre içinde bile olsa, hamd edenlerin hamdi, muvahhit ve muhlislerin tevhidi ariflerin takdisi, seni tesbih, tehlil edenlerin ve namaz kılanların hamdiyle sana tekbaşına hamd ederim. Ya Rabb! Senin bildiğin hamdle sana hamdederim. Ki sen övülmüş, sevilmiş ve bütün canlı yaratıklardan gizlenmişsin. Sana bir bereket içinde yöneliyorum. Ki o bereket beni, seni övmeden ne güzel konuşturdu. Bana yüklediğin sorumlulukları ne güzel kolaylaştırdı. Sana şükretmeme karşılık bana vadettiklerini ne çok ziyâdeleştirdi. Bana geniş ve bol nimetler verdin. Bu nimetlerine karşılık şükretmemi emrettin. Şükrüme karşılık ise kat kat nimet vadettin. Rızkından bana isteyerek, razı olarak verdin ve benden az bir şükür istedin. Beni zorluk ve sıkıntılardan kurtardın, bana âfiyet verdin. Beni bela ve musibetlerine düşmekten korudun. Vücuduma âfiyet, sıhhat ve huzur bahşettin. Ne istediysem çabucak verdin. Kat kat verdiğin en yüce faziletler sebebiyle bana doğru yolu vâdettin. Yükseleceğimi müjdeledin, davet ve şefaat bakımından peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed e (s.a.v) ümmet olmakla beni seçtin. 39

40 Osmanlı Devleti nde Enerji Yrd. Doç.Dr. Abdülkadir Develi Osmanlı devletinin enerji kaynaklarına dair farkındalığı ancak II. Abdülhamit han zamanında oluşmuştur. Oluşan bu farkındalığa rağmen Osmanlı devleti eldeki belgelere göre arası artan petrol ithalatıyla karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı Devleti nde enerji ihtiyacı ve kullanımı esas olarak sanayileşme adımları ile ön plana çıkmaya başlamıştır. Bununla beraber demiryolu ağlarının 19. yüzyıl ortalarından itibaren örülmeye başlanması da Osmanlı Devleti nde belli enerji kaynaklarının yoğun şekilde kullanılmaya başlandığını göstermektedir. Aynı zamanda 19. yüzyılda başlayan modernleşme hareketleri ile beraber enerji üretimi ve ithal enerji miktarları da paralel oranda artışlar göstermeye başlamıştır. Özellikle elektrik enerjisinin kullanımında İstanbul 6. Daire-yi Belediye nin önemli bir yeri vardır. XX. başlarında ise Osmanlı Devleti ithalat sepeti içinde yakıt belirli yüzdelerle görülmeye başlanmış, hatta II. Abdülhamit Han Osmanlı Devleti sınırları içinde petrol haritaları çıkarttırmıştır. Bu çalışmada Osmanlı Devleti nin enerji konusundaki ilerlemeleri ve son dönemde geldiği noktalar analiz edilecekti 40 Haziran

41 Giriş XIX. yüzyılda Avrupa özellikle sanayileşme anlamında önemli ilerleme kaydetmiştir. Bu ilerlemenin altında yatan temel sebep ise kuşkusuz gerçekleştirdiği Sanayi Devrimi olmuştur. Osmanlı Devleti nde ise sanayi üretimi küçük el zanaatlarına dayalı olarak başlamıştır. 18. Yüzyılın başlarında ise devlet eli ile kurulan fabrikalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Özel girişimlerin kuruduğu fabrika ve imalathanelerin ortaya çıkışı ise 1880 lerden itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti nin sanayileşme adımlarında ortaya çıkan bir önemli hususta enerji meselesi olmuştur. Bu anlamda yapılan çalışmalarda çok kısıtlı olarak kalmıştır. Bu çalışmada Osmanlı da enerji kullanımı ve sanayileşme süreci kronolojik olarak incelenmeye çalışılacaktır. Osmanlı Devleti nin enerji politikaları, enerji üretimi ve enerji ithalatı İpek Yolu na bağlı kalınarak incelenecek olup, İpek Yolu nun bu anlamda Osmanlı sanayisi üzerindeki etkisi tartışılacaktır. Osmanlı nın imalat alanında göze belli başlı birkaç bölge çarpmaktadır. Bunlar İpek Yolu üzerinde de bulunan Balkanlar, Batı Anadolu, Adana ve İzmit bölgeleridir. Bu coğrafyalarda sadece tarımsal üretim değil aynı zamanda sanayileşmeye yakın fabrikalaşmalar ve üretim merkezleri de mevcuttur. Bu imalathane ve fabrikalar XIX. yüzyılda daha da genişletilmiş ya da yenileri kurulmuştur. Osmanlı nın XIX. yüzyıl sanayi yapısı incelendiğinde, çökmüş bir imparatorluktan ziyade XIX. yüzyılda yenilikleri takip eden ve bunlara uyum sağlamaya çalışan bir yapı görülmektedir. İlerleyen teknoloji, daha ucuz ve kaliteli üretim teknikleri günümüzde bile bazı sanayilerin gerilemesine sebep olurken, paralelinde yeni üretim yapıları ve ürünleri çıkarmaktadır. İşte bu dönemde de Osmanlı üretiminde bazı malların üretiminde gerileme olduysa da, Osmanlı yöneticileri bu durumda talebin yoğun olduğu alanlara yönelmiş ve bu üretimleri teşvik ederek başka üretim alanlarında genişlemeyi sağlamayı başarmışlardır. Belli alanlardaki bu başarıyı de çağın gerekliliği olan doğru enerji kaynaklarını üretim ile bütünleştirerek sağlamışlardır Sanayileşme Adımları ve Kullanılan Enerji Türleri yelkenli endüstrileri mevcuttur. Osmanlı Devleti nin sanayi alanında en gelişmiş faaliyet gösteren üretim dalı dokumacılık olmuştur. XIX. yüzyıla gelene kadar Osmanlı dokumacılık alanında hem ülke ihtiyacını karşılayabilmiş hem de bu ürünlerin ihracatını yapabilmiştir. XVIII. yüzyılın başlarında devlet eliyle kurulmuş yünlü, ipekli ve Mehmet Genç 18. Yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti nde kurulan 3 önemli fabrikayı işaret eder. 1 Bu fabrikalar yünlü, ipekli ve yelkenli tekstili üreten tesisler olup, Osmanlı Devleti tarafından kurulmuştur. Bu üretim tesislerinde kullanılan enerji kaynağına baktığımızda ise, Genç e göre son teknolojiye göre ithal edilmiş makineler bu fabrikalarda kullanılmaktaydı. 2 Fakat bu makinelerin kullanılmasında insan gücü kullanılmıştır. Fakat 19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Devleti nin sanayide ve sosyal hayatta yeni enerji kaynaklarına başvurduğunu görmekteyiz. Osmanlı Devleti nde ise sanayi üretimi küçük el zanaatlarına dayalı olarak başlamıştır. 18. Yüzyılın başlarında ise devlet eli ile kurulan fabrikalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Haziran 41

42 Osmanlı Sanayisinde Enerji Kaynağı Olarak İnsan Gücü Yukarıda bahsettiğimiz devlet eliyle kurulan fabrikalardan da anlaşılacağı üzere Osmanlı sanayisinin en gelişmiş alanı dokumacılıktır. Fakat 19. yüzyılda Sanayi Devriminin sonuçlarının Osmanlı dünyasına etkisi ile birlikte dokumacılık gerilemeye başlamıştır. Osmanlı imalatının büyük çoğunluğunu küçük ölçekli zanaatkarlar tezgahlardan sağlamıştır. Bu küçük üreticilerin ne kadar ürettiğini tespit etmek oldukça zordur. 3 Fakat nüfusun tekstile olan talebi ve kullanma zorunluluğundan belirli çıkarsamalar yapılabilir. XVIII. yüzyılın son otuz yılında ve XIX. yüzyılın ilk yıllarında Osmanlı pamuklu tekstil üretimi yaklaşık 12 milyon nüfusun oluşturduğu iç pazarın ihtiyacını karşılayabilmekteydi. Fakat XIX. yüzyıl başlarında bu alanda da gerileme başlamıştır. Sanayi Devrimi nin sonuçlarının ortaya çıkmaya başlaması ile birlikte Avrupa da makine ile üretilen mallar Osmanlı pazarlarına girmeye başlamıştır. Bu malların fiyatları ucuzluğu ile Osmanlı iç tüketiminde önemli bir yer almaya başlamıştır senesinde İşkodra da 200, Tırnova da 2000 tezgah çalışmaktayken 1831 senesinde tezgah sayısı İşkodra da 40 a, Tırnova da ise 200 e düşmüştür. 4 Bu düşüş eğilimi yüzyıl boyunca sürmüş fakat yine de tam anlamıyla ortadan kaybolmamıştır. Osmanlı sanayisi bu alanda belli alanlarda rekabet karşısında direnişler göstermiştir. Özellikle yurt dışından ithal edilmeye başlanan ucuz iplikler sayesinde halıcılık ve iplikli dokuma alanında Osmanlı üretimi önemli ilerleme kaydetmiştir. Bu ilerleme sağlanırken kullanılan enerji kaynağı yine insan gücü olmuştur. Osmanlı nın tarımsal üretimden sonraki en önemli üretim kalemi tekstilidir. XIX. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa mallarının piyasaya girmesi ile Osmanlı tekstil üretimi önemli bir gerileme yaşamıştır. Bu yüzdendir ki ithal mallar karşısında en çok gerileyen alan tekstil olmuştur. Baskıcı nın konsolosluk raporlarından tespitlerine göre, Bursa da İngiliz mallarının rekabeti nedeniyle 1840 lardan itibaren ipekli ve pamuklu imalatıyla uğraşan el tezgâhlarının sayısı azalmıştır senesinde Bursa da havlu ve bornoz imalatıyla uğraşan 200 tezgâh varken 1861 de bu rakam 86 ya düşmüştür. Trabzon da evlerde keten bezi dokuyanlar Avrupa ithal malları karşısında zor duruma düşmüştür. Maraş ta üretim kaba pamuklu ve yünlü kumaşa kaymıştır. Adana da dericilik gerilemiş ve yine tezgâh sayıları azalmıştır. Yaşanan bu düşüşlerin sonrasında Osmanlı Devleti üretim kapasitesini artırmak ve rekabete cevap verebilmek için insan gücü ile üretim yapan tesislerden vazgeçmeye ve yeni enerji kaynağı olan buhar gücü ile üretim yapan endüstrilere yönelmeye başlamıştır. Osmanlı Sanayisinde Kullanılan Yeni Bir Enerji: Buhar Enerjisi Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu öne sürülenlerin aksine belli sanayi girişimlerinde bulunmuştur. Bu girişimlerin temel üretim hedefi ithal ikamesi alanında yoğunlaşmak olmuştur. Kuşkusuz Osman- Osmanlı Devleti nin sanayi alanında en gelişmiş faaliyet gösteren üretim dalı dokumacılık olmuştur. XIX. yüzyıla gelene kadar Osmanlı dokumacılık alanında hem ülke ihtiyacını karşılayabilmiş hem de bu ürünlerin ihracatını yapabilmiştir. XVIII. yüzyılın başlarında devlet eliyle kurulmuş yünlü, ipekli ve yelkenli endüstrileri mevcuttur. 42 Haziran

43 lı nın en önemli harcama kalemini askeri giderler oluşturmaktadır. Bu nedenle askerin gerek kıyafet gerekse araç gereç ihtiyaçları için fabrikalar kurulmuştur. Seyitdanlıoğlu, Tanzimat a kadar kurulan sanayileri tespit etmiştir: 1805 te Beykoz da kağıt ve çuha fabrikaları açılarak ülkenin ihtiyacı olan bu ürünlerin yine ülkede üretilmesine çalışıldı. II. Mahmut tahta çıktıktan yirmi yıl kadar sonra 1827 de Eyüp te on beş çarktan oluşan bir iplik fabrikası kurdu. Ayrıca 1810 da Hamza Bey isimli bir girişimci arafından kurulan Beykoz Deri Fabrikası, 1816 da II. Mahmut tarafından satın alınarak ordu emrine verildi ların başlarında bu dabakhane ve kundura fabrikası yenilendi. Beykoz da bulunan kağıt fabrikasının bir kısmı kumaş fabrikasına dönüştürüldü. Ordunun fes ihtiyacının karşılanması amacıyla, daha sonra kurulduğu yere göre Defterdar Fabrikası diye anılan Feshane 1835 yılında kuruldu yılında da İslimiye de bir yün-iplik ve dokuma fabrikası faaliyete geçirildi. Sultan II. Mahmut saltanatının son yıllarında Tophane yakınlarında bir kereste ve bakır levha fabrikası inşa etmişti. Tophane ye bağlı Top Döküm Fabrikası ve Dolmabahçe Tüfek Fabrikası ilk kez hayvan gücü yerine buhar gücünden yararlanabilecek modern üretim tekniği ile donatılmış ve endüstri devriminin modern üretim tekniği olan buhar gücü ülkemizde de uygulanmaya başlanmıştır. 6 Yukarıda bahsettiğimiz devlet eliyle kurulan fabrikalardan da anlaşılacağı üzere Osmanlı sanayisinin en gelişmiş alanı dokumacılıktır. Fakat 19. yüzyılda Sanayi Devriminin sonuçlarının Osmanlı dünyasına etkisi ile birlikte dokumacılık gerilemeye başlamıştır. Yapılan tespitlerden de görüldüğü üzere yılları arasında tam 9 adet kitlesel üretim yapabilen fabrika kurulmuştur. Bu fabrikalar bu dönemde kurulmuş ve daha sonra da dönemin ihtiyaçları göz önüne alınarak değiştirilmiş ya da genişletilmiştir. Bu değişim ve genişlemelerin en göze çarpan özelliği ise, yeni enerji kaynağı olarak buhar gücünün kullanımına geçilmiş olmasıdır. Bu dönemde Osmanlı Devleti buharlı üretim yapan fabrikaları aylık kuruşluk ödenekler ile desteklemiştir. 7 Ayrıca Yabancı ustaların destekleri alınarak çuha fabrikası kurulmuştur. 8 Osmanlı Devleti buharlı üretim yapan fabrikaları Muhimmat-ı Harbiye bütçesinden aylık kuruş ve Darphane kaynaklarından kuruş göndererek destek vermiştir. 9 Bunlara ek olarak, hükümet Bolu Akmise de bulunan fabrikanın çalışmaya devam etmesi için aylık kuruşluk yardımı uygun görmüştür. 10 Bu sayede Osmanlı hükümetinin buhar enerjisi ile üretim yapan fabrikaları desteklediğini görmekteyiz. Osmanlı yöneticileri XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayiye verdikleri önemi artırmışlardır. Özellikle yılları arasında kurulan Islah-ı Sanayi Komisyonu bu alanda atılan önemli adımlardan biri olmuştur. Komisyonun ilk hedefi esnafların birleşerek şirketler kurmasını sağlamaya çalışması olmuştur. Komisyonun diğer hedefi ise mevcut fabrikaların geliştirilmesi ve ihtiyacın olduğu alanlarda yeni fabrikalar kurulmasını sağlamak olmuştur. Haziran Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat ile birlikte bir dizi reformlar başlatmıştır. Bu reformların bir sonucu olarak 1840 lardan itibaren devlet eliyle fabrikalar kurulmaya başlanmıştır. Bu girişimlerin en önemlisi Zeytinburnu bölgesinde kurulan fabrikalar tesisi olmuştur. Buraya Büyük Fabrika denilmiş ve burada üretimi yapılacak mamuller demir, demir boru, çelik raylar, pulluk, gem, üzengi, tüfek çakmakları, mızrakbaşı, kılıç, kilit, anahtar, bıçak, ustura, yivli top, havan topu, süvari ve piyade tüfekleri, tabanca, şayak, astar, pamuklu kumaş ve çorap gibi çok çeşitli ürünlerden oluşmuştur. 11 Bu tesiste Avrupa kalitesinde savaş silahları üretilmiştir. Ayrıca belirtilen ürünler arasında sadece savaş silahı yerine tekstil mallarının da 43

44 varlığı göze çarpmaktadır. Bu fabrikada üretilen tekstil ürünlerin büyük çoğunluğu yine ordunun ihtiyaçları için üretilmiştir. Bu tesislerin dışında ayrıca Bakırköy de bir üretim alanı daha mevcuttur ve burada bir iplik bükme, dokuma ve pamuklu basma fabrikası, iki ocaklı bir demir atölyesi, bir buharlı makine ardiyesi, küçük buharlı gemiler yapan bir tersane olmak üzere 4 fabrika daha kurulmuştur. 12 Bu ünitede ilk defa 1848 senesinde buharlı gemi üretilmiş ve denize indirilmiştir. Devlet eliyle kurulan fabrikalar bunlar ile de sınırlı kalmamıştır. Bu dönemde kurulan fabrikalardan bir tanesi de Hereke Fabrikası dır. İlk olarak özel teşebbüs olarak kurulan 50 pamuklu ve 25 ipekli canfes 13 tezgahından oluşan fabrika 1845 yılında devlete geçmiş ve sarayın döşemelikleri için kumaş dokumak üzere 1850 de 100 adet jakarlı el tezgahı 14 getirilerek, mevcut pamuklu tezgahları İstanbul Sanayi Kompleksine bağlı Bakırköy fabrikalarına nakledilmiştir senesinde ise Falkeisen isimli İsviçreli sanayici ipek iplik üreten buharlı fabrika kurmuş ve içerideki makineler sayesinde bu tesis hızla büyümüş ve 1876 yılında Bursa da bu fabrikaların sayısı 14 e çıkmıştır. 16 Osmanlı Devleti 1860 lı yıllardan sonra sanayileşme politikalarını değiştirmeye başlamıştır. Yapılan harcamaların bütçe üzerindeki baskıları ve serbest ekonomiye geçiş eğilimleri nedeni ile bu dönemden sonra özel teşebbüslerin fabrika kurmasını teşvik etmeye başlamıştır. İlk önemli özel teşebbüslerde bu bölgede karşımıza çıkmaktadır. Bursa da 1856 senesinde makineleşmiş 37 ipek fabrikası işletilmektedir. 17 Özel sektör bazında teşebbüsler sadece Bursa ile sınırlı kalmamış aynı zamanda Ege bölgesinde de devam etmiştir. J.B. Gout adlı İngiliz girişimci 1863 yılından başlayarak yaklaşık 10 yılda İzmir, Manisa, Aydın, Tire, Bayındır ve Menemen de on pamuk çırçır fabrikası kurmuştur senesinde, İzmir de 1000 işçinin çalıştığı bir halı dokuma tesisi ve Konya yakınlarında bir tane daha halı dokuma tesisi mevcuttur. 19 Ayrıca Mc Andrews ve Forbes isimli bir şirket yılları arasında Aydın, Söke, Kuşaklı ve Nazilli de dört meyan kökü işleme fabrikası açmıştır senesinde Lübnan da 5 i Fransız, 2 si İngiliz ve ikisi de yerli sanayici tarafından işletilmek üzere 9 iplik fabrikası çalışmıştır. 21 Yine Ege bölgesinde önemli bir üretim kalemlerinden sabun ve zeytinyağı içinde üretim tesisleri kurulmuştur. İsviçre sermayesi ile Kartal da 1 adet konserve fabrikası kurulmuştur. 22 Kurulan bu fabrikalar son teknolojiye sahip makinelere sahip olup, buhar gücü ile üretim yapan tesisler olmuştur. Yeni Enerji Kaynağı Olarak Madenler: Kömür Madeni 1861 de çıkarılan Maden Düzenlemesi, imparatorluk sınırları içindeki madenlerin kullanımının tekellerini ortadan kaldırmış ve en yüksek sermayeyi teklif eden kuruluşa ya da bireye satılması öngörülmüştür. Bunun akabinde özel teşebbüsler hemen harekete geçmiş ve Zonguldak kömür madenlerini, Rumeli ve Anadolu daki demir, kurşun, gümüş, bakır madenlerini, Bursa ve Kastamonu daki Kuşkusuz Sanayi Devrimi nin gerçekleşmesinde en önemli enerji kaynağı kömür olmuştur. Osmanlı Devleti nde kömür üretimine önem vermiştir senesinden itibaren kömür üretimi için çalışmalar başlamıştır. 44 Haziran

45 linyit madenlerini, Çanakkale deki mangan yataklarını almışladır. 23 Kuşkusuz Sanayi Devrimi nin gerçekleşmesinde en önemli enerji kaynağı kömür olmuştur. Osmanlı Devleti nde kömür üretimine önem vermiştir senesinden itibaren kömür üretimi için çalışmalar başlamıştır. Eldem in tespitlerine göre Osmanlı kömür üretimi Hazine-i Hassa döneminde kömür üretimi bin ton, Bahriye devrinin birinci safhasında 65 bin ton, 1875 te 142 bin ton ve 1880 senesinde 56 bin ton olarak gerçekleşmiştir senesinden sonra yabancı sermaye ile kurulan şirketlerinde etkisi ile Osmanlı Devleti nde kömür üretimi 1882 senesinde yaklaşık 65 bin tondan 1914 senesinde yaklaşık 651 bin tona çıkmıştır. 25 Osmanlı ti nde Osmanlı da Elektrik Üretimi Osmanlı Devleti nde aydınlatma için ilk olarak havagazı kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa da havagazı kullanımı 1820 lerde başlamış olmasına rağmen, Osmanlı Devleti ne bu enerji türü ancak 1856 senesinde Dolmabahçe Sarayı nın inşası ile gelmiştir. Bu dönemden sonra İstanbul un belirli yerlerinde havagazı ile aydınlatma kullanılmıştır. Havagazı uygulamasını ise ilk olarak içinde Beyoğlu, Pera gibi yerleri barındıran 6. Daire-i Belediye kullanmıştır. Havagazının enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlamasından sonra ise, II. Abdülhamit döneminde elektrik üretimi ile ilgili çalışmalar ve görüşmeler başlamıştır. Bu görüşmeler sonunda somut adımlar atılmış olunsa da, Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi ancak 1910 yılında devlet tarafından açılan ihale ile Avusturya-Macaristan sermayeli Ganz Electric Company adlı şirketin ihaleyi kazanması sonucu Brüksel Bankası ve Macar Kredi Genel Bankası ndan almış olduğu finansal destekle 1911 kurulmuştur. 26 Üretilen ilk elektrik ise öncelikle Dolmabahçe Sarayı ve tramvaya verilmiştir. Böylelikle havagazına alternatif bir enerji kaynağı elde edilmiştir. Haziran Devle- aydınlatma için ilk olarak havagazı kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa da havagazı kullanımı 1820 lerde başlamış olmasına rağmen, Osmanlı Devleti ne bu enerji türü ancak 1856 senesinde Dolmabahçe Sarayı nın inşası ile gelmiştir. Osmanlı da Petrol İthalatı ve Araştırmaları Osmanlı Devleti nde özellikle II. Abdülhamit Dönemi ile birlikte enerji kaynağı olarak petrole önem verilmeye başlanmıştır. Fakat Osmanlı Devleti nde Kanuni Sultan Süleyman zamanında bazı bölgelerde petrol (neft) üretilip kullanıldığı görülmektedir. 27 Kerkük bölgesinde neft (petrol) varlığı kanuni zamanından bu yana bilinmekte olup, bölgedeki 2 adet maden halk tarafından çıkarılarak, gerek savaşlarda kullanılmak üzere, gerekse de tımarlarda kullanılmak üzere pazarda satılıyordu. 28 Fakat petrolün gerçek anlamda sanayiye konu olması ise daha geç dönemlerde gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti nin petrolü sanayi alanında kullanması ise ticaret kayıtları baz olarak alındığında 1870 lerden sonraya dayanmaktadır. Aşağıdaki tablo belli yıllarda Osmanlı petrol ithalatının değerlerini göstermektedir. Tablo 1 de verilen rakamlar 3 önemli Osmanlı limanına ithal edilen petrolün değerini gösteren rakamlardır. Bu rakamların daha anlam kazanması için tablo 2 de petrol ithalatının toplam ithalat içindeki yüzdesi gösterilmiştir. 45

46 Tablo 2 ye gore Osmanlı nın 20. Yüzyılın ilk yıllarında petrol ithalatı toplam ithalat içinde ortalama olarak %4 lük bir paya sahip olmuştur. Bir digger önemli gelişme ise günümüzde ortaya çıkan II. Abdülhamit in gayretleri sonucu ortaya çıkarılan petrol haritasıdır. Günümüzde büyük tartışmalara sebep olan fakat geçerliliği Kabul edilen bu harita, Osmanlı Devleti nin enerjiye verdiği önemi göstermektedir. Enerji anlamında Osmanlı Devleti gelişmeleri yakından takip etmiş ve yeni enerji kaynaklarına gecikmeli de olsa ulaşma konusunda yatırımlarını yapmıştır. Sonuç Günümüzde dünya fosil yakıtların yaklaşık %70 i Ortadoğu ve hazar bölgesinde yer almaktadır. 19 yüzyılda adeta bir petrol denizi üzerinde bulunan ve bu bölgeyi kontrol eden Osmanlı devletinin enerji kaynaklarına dair farkındalığı ancak II. Abdülhamit han zamanında oluşmuştur. Oluşan bu farkındalığa rağmen Osmanlı devleti eldeki belgelere göre arası artan petrol ithalatıyla karşı karşıya kalmıştır. Buna benzer bir şekilde Osmanlı devleti diğer enerji kaynaklarını elde etme ve üretim sürecine katma konusunda geç kalmıştır. Artan enerji üretimine rağmen, yerli enerji kaynaklarının üretim sürecine aktarımı yeterli düzeyde olmamıştır. Sanayi devriminden olumsuz yönde etkilenen Osmanlı devleti 19 yüzyılda yılları arasında buhar enerjisi ile kitlesel üretim yapabilen fabrikalara sahip olmuştur. Bu kitlesel üretime bağlı olarak 1848 yılımda bin ton olan kömür üretimi 1914 de 651 bin ton çıkmıştır. Böylelikle enerjinin bir sanayi girdisi olarak geç kullanımına rağmen, özellikle kömürün buhar gücü olarak sanayi girdisi olarak kullanılması kömür üretiminde ciddi bir artışa yol açmıştır. Elektrik üretimi ise Avrupa nın çok gerisinde kalmıştır. 19. yüzyılında Londra sokakları elektrik enerjisi ile aydınlatılmaya başlanmışken Omsalı devletinin elektrik kullanımı İstanbul da ancak yüzyılın sonunda olmuştur. Osmanlı devleti son yüzyılda ekonomik açıdan pekte fazlasıyla olumsuz bir görüntü vermemesine rağmen sahip olduğu zengin enerji kaynaklarını kitlesel üretimde de kullanamamış ve böylelikle sanayi devriminden olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu dönemde kontrol edilen bölgenin sahip olduğu enerji kaynaklarının çekiciliği Batıl devletler tarafından da fark edilmiştir. Sahip olunan petrol rezervleri Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kerkük bölgesinde neft olarak çıkarılıp ticarete konu oluyordu. Fakat sanayileşme anlamında petrolün kullanılmasın yönelik kayıtlar ancak 1870 li yıllar sonuna kalıyordu. Osmanlı devleti tıpkı Türkiye Cumhuriyeti gibi enerjide dışa bağımlı bir ülke konumundaydı.. Kaynaklar 1 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, İstanbul: Ötüken 2000, ss a.g.e., s Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme İstanbul: Tarih Vakfı s Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii Ankara Üniv. DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:26 Sayı: 46 s Murat Baskıcı, Yıllarında Anadolu da İktisadi Değişim Ankara: Turhan Kitabevi s Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii Ankara: DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:26 Sayı: 46 ss BOA, Cevdet İktisat, 30/1483, BOA, Cevdet İktisat, 6/275, BOA, Cevdet İktisat, 34/ BOA, Cevdet İktisat, 9/ Edward Clark, Osmanlı Sanayi Devrimi cev: Yavuz Cezar, Ankara: TTK Belgelerle Türk Tarihi Dergisi 1974, Sayı: , s Edward Clark, Osmanlı Sanayi Devrimi cev: Yavuz Cezar, Ankara: TTK Belgelerle Türk Tarihi Dergisi 1974, Sayı: , s üzerinde desen bulunmayan ince dokunmuş, parlak, tok, ipekli kumaş 14 Karmaşık desenli dokuma yapabilen tezgah 15 Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii Ankara: DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:26 Sayı: 46 ss Standford Shaw & Ezel Kural Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey Vol. II New York: Cambridge University Press s Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii Ankara: DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:26 Sayı: 46 s Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye ye Girişi İstanbul: Bilim s. 19 Standford Shaw & Ezel Kural Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey Vol. II New York: Cambridge University Press s Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye ye Girişi İstanbul: Bilim 1974 s. 21 Ömer Celal Sarc, Tanzimat ve Sanayimiz, Tanzimat I, İstanbul: Maarif Vekaleti Yayınları Standford Shaw & Ezel Kural Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey Vol. II New York: Cambridge University Press s Standford Shaw & Ezel Kural Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey Vol. II New York: Cambridge University Press s Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Ankara: TTK 1994, s a.g.e. s Göncüoğlu, Süleyman Faruk, İlk Elektrik Santrali. İstanbul un İlkleri Enleri. İstanbul: Ötüken 2010, ss BOA, Kerkük Livası Mufassal Tahrir Defteri (Kanuni Dönemi), Ankara, 2003, s.v. 28 BOA, Kerkük Livası Mufassal Tahrir Defteri (Kanuni Dönemi), Ankara, 2003, s Haziran

47 Gültekin YILMAZ Gemileri Karadan Yürüten Sultan 29 Mayıs 1453 milletimizin şanlı tarihinin bir başka sayfasıdır.hem ne sayfa sadece bizi değil tüm dünyayı etkileyen,çağ açıp çağ kapatan,yeni dönemlere kapı aralayan.azmin ve inancın zaferidir olan 29 Mayıs 1453 te nice tecrübeli kralların,imparatorların,sultanların,padişahların alamadığını 21 yaşında bir genç padişaha nasip olduğu gündür.iman varsa imkan da vardır sözünün ispatı, inanmış bir insanın önünde hiçbir engel olamayacağının kanıtıdır. Sevgili öğrencilerim değerli okurlar; Fatih nasıl olunur, fetih nasıl gerçekleştirilir konusunu biraz irdelemek istiyorum bu yazımda. Öncelikle Fatih olabilmenin ilk şartı ebeveynlerde saklıdır. Dünyanın sultanlığından vazgeçecek kadar engin gönüllü bir baba (II.Murad), bütün varlığını hayır işlere adayan, evladını abdestsiz emzirmeyen bir annedir ilk şart. Bir de hocaları,üstatları, öğretmenleridir. Fatihi donatacak kişiler. O dönem eğitime, öğretmene verilen ehemmiyeti şu manidar olayda çok net görebiliyoruz. Kızılcık sopa ile derse giren Molla Gürani, şehzade Mehmed in: o sopayı ne yapacaksınız sorusu karşısında, üstünüze konan tembellik tozlarını sileceğim cevabı. Şehzadenin babası olan sultana şikayeti; II. Murad ın destursuz sınıfa girişi ile beraber onu sınıftan çıkaran hoca karşısında iki büklüm hürmetle sınıfı terk etmesi ve Fatih olacak Mehmed in kafasın da beliren bir hüküm: Hocalık -öğretmenlik ;sultanlıktan daha muteber bir Haziran meslekmiş. Yani nasıl fetihler Fatihsiz olmazsa, Fatihler de eğitimsiz olmayacağının göstergesidir II.Mehmed. Tahta ikinci gelişinde 19 yaşındadır ve kafasında hep o inanç vardır ya İstanbul beni alacak ya ben İstanbul u.bu gaye için çalışmaya daha önce kafasında yaptığı planları hayata geçirmeye başlamıştır.önce Karaca paşa ile İstanbul un çevresindeki kaleler fethedilmiş,sonra Rumeli Hisarı üç buçuk ayda tamamlanmış, Şahi topları dökülmüş ve 6 Nisan da kuşatma başlamıştır. Bütün çabalara rağmen surlar yıkılamıyor top atışlarını biraz daha yakından yapma gereği duyuluyordu.üstüne üstelik haçlılar da Bizans için toplanmış harekete geçmek üzereydiler. Dışarıda bu olumsuzluklar yaşanırken II. Mehmed divanı toplayıp istişare etmek niyetindeyken, babasının tecrübeli kelli felli vezirleri: vazgeçelim bu sevdadan demektedirler. Tüm bu imkansızlıklara karşı divanda yaptığı konuşmada: Ben benden öncekilere benzemem çıkışı ve Haliç e inme fikrini ortaya koyması herkesi şaşırtmıştır; çünkü Haliç in önü büyük zincirle kapatılmış gemileri oraya sokmanın mümkünatı görülmemekteydi. Ama II.Mehmed kendisinden öncekilere benzemediğini ifade etmiş bunu ispat edercesine kendisinden önce hiç yapılmamış, gemileri karadan yürütme planını dile getirmiştir. Bu ifade karşısında herkes birbirine bakmış Halil paşa sultana: siz ne dedüğüzü bilmezsünüz gemi dediğin derya da gider kara da ne işi ola? ifadelerini şaşkınlık içinde söyleyince, Fatih daha şaşırtıcı bir cevapla karşılık vermiştir: Ben ne dediğimi bilirim gemiler karadan gidecek, karadan gitmezse, havadan uçacak ama o gemiler o Haliç e girecek. İfadesini kullanarak tam inanmış adam nasıl olur onu ortaya koymuştur. Nitekim planını yapmış, projelerini kafada bitirmiş, her şey tam da istediği gibi oluvermiştir. 26 Nisanı 27 Nisan a bağlayan gece 27 pare kalyon Haliç in surlarına indirilmiş. Takiben toplu sabah namazı, şahadet niyazları ve taarruzun ardından, Ulubatlı Hasan ın sancağı konstantinepolis in surlarına dikmesi ile beraber II.Mehmed in Fatih oluşu. Bizim aynı tarihin evlatları olarak yeni harikalar ortaya koyma vaktimiz gelmedi mi? Bence geç bile kaldık, madem ki biz Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerinin torunuyuz o zaman tıpkı dedemiz gibi biz de bu zulüm, göz yaşı,katliam ve sömürü çağını kapatıp; adalet, hoşgörü ve barışın çağını başlatmak durumundayız. Kim mi yapacak? Biz elbette çünkü biz çok değerliyiz. Bayrak şairimizin dediği gibi: sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden, senin de destanını okuyalım ezberden, haberin yok gibidir taşıdığın değerden, el de sensin dilde sen gönüldesin baştasın Fatih in İstanbul u fethettiği yaştasın. Bu dizelere layık olan nesiller olmamız temennisiyle Saygılarımla 47

48 Yeryüzü Müslümanlara Emanettir Ersan BİLGİN Rabbimiz, Müslümanları imanla izzete, İslam la istikamete, Kur an la hidayete sevketmektedir. Hidayet nimeti en büyük nimettir. Ahiret ancak hidayetle kazanılır. Mekkelilerin makam, şan, şöhret, servet, kadın, vs. tekliflerine, Peygamberimiz ; Güneşi sağ elime, Ayı da sol elime koysanız ben yine de İslam davamdan vazgeçmem. cevabını vererek meydan okuyor ve Davasına sadakatini, duruşunu ve cesaretini ortaya koyuyordu. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, yeryüzünün en çok neye ihtiyacı vardır diye sorulsa, elbette verilecek ilk cevap, yeryüzünün Hazreti Muhammed Mustafa (sas) in imanına, şuur ve duruşuna, ahlakına ihtiyacı vardır olacaktır. Bir insanın kurtuluşuna vesile olmak, onu Efendimiz in iklimiyle buluşturmak bütün insanları kurtarmak gibidir. Bir insanın yüreğine girmek, yüreğini fethetmek fetihlerin en büyüğüdür. Bizler Elhamdülillah Müslüman bir toplumuz. Müslüman demek, doğumundan ölümüne kadar yaratan, yaşatan ve yöneten Rabbimiz in emirlerine kayıtsız şartsız teslim olmuş, Allah ın yeryüzünde halifesi olan, huzur ve barış insanı demektir. 48 Haziran

49 Kardeşler topluluğu olan, sevgi ve kardeşliğin, hak ve adaletin teminatı olan Müslüman, yaşadığı çağdan sorumlu olan insan demektir. En faziletli Müslüman, şuur, ihlas ve takva sahibi Müslümandır. Takva sahibi yani, sorumluluğunu kuşanmış, görevini bilen ve yapan, fedakar insan Biz Müslümanlar, inancımız gereği, Müslüman olsun ya da olmasın bütün insanların hak ve hukukunu gözetmekten sorumluyuz. Yeryüzünde insan gibi yaşamak her renkten, her ırktan ve inançtan herkesin hakkıdır. Müslüman, sadece kendini düşünen, sadece ferdi ibadetlerini yerine getiren, sadece namazını kılan, tesbihini çeken insan değildir. Böyle olsaydı Peygamberimiz Efendimiz (sas), Hira da ferdi ibadetlerine devam eder, Mekke cahiliyye toplumunu İslam a davete koşmaz, en onulmaz çileleri çekmez, İslam In hakim olması için çalışmazdı. Ama İnsanlığın Efendisi öyle yapmadı, kalk ve insanları uyar (uyandır) emri gereği, şirk ve zulümle mücadele etti, herkesi imana ve tevhide davet etti. Putları, atalarının batıl dinlerini reddetti. Mekke şirk devletiyle mücadele etti. Bu sebeple Mekkelilerden, dün beraber olduğu kimselerden zulüm gördü. Çile çekti, sabretti, yalnız Allah a teslim oldu. Mekkelilerin makam, şan, şöhret, servet, kadın, vs. tekliflerine, Peygamberimiz ; Güneşi sağ elime, Ayı da sol elime koysanız ben yine de İslam davamdan vazgeçmem. cevabını vererek meydan okuyor ve Davasına sadakatini, duruşunu ve cesaretini ortaya koyuyordu. Efendimiz sahabesiyle birlikte Allah yolunda, insanlığın iki cihan saadeti için hicret etti, hakkın hakimiyeti için cihad etti. İslam Devleti ni kurarak, Kur an ve sünnetin fert, toplum ve tüm otoriteler bazında yaşanmasını ve hakimiyetini tesis etti. Fethi Mübin i gerçekleştirdi, Mekke yi fethetti. Hakkı hakim kıldı, batılı yer ile yeksan etti. Böylece İslam hakim oldu. Esenlik, barış, sulh ve selamet geldi. İslam, Müslüman olsun ya da olmasın bütün insanlığa huzuru ve barışı getirebilecek yegâne nizamdır. İslam haricindeki tüm arayışlar insanlığın duvara toslamasıdır. İslam haricindeki her nizamın insanlığa verebileceği kaostur, kandır, gözyaşıdır. Coğrafyamızda 300 yıldır İslam a, kimliğimize, değerlerimize karşı yürütülen bir kültür savaşı var. 300 yıldır bu toprakların çocuklarına insan insanın kurdudur diyen Batı nın ürettiği paradigmalar sistemli bir şekilde çıkış yolu olarak dayatılmaya çalışıldı. Tertemiz zihinlere yaptıkları yüklemelerle bireyselliği ön plana çıkarttılar, aile hızla çözüldü, hedonist ve konformist bir nesil oluştu. Fedakarlık ve diğergamlık gitti. Rasyonellikten, reel politikten bahsettiler, her şeyin merkezine mülkiyeti-serveti koyan bir nesil oluştu. Sekülerizmi, pozitivizmi merkeze aldılar, ahlak ve maneviyattan yoksun bir nesil oluştu. Evrim teorisini tartışılmaz bir gerçekmiş gibi anlattılar, çıkarları için her türlü tahribatı yapabilecek bir nesil oluştu. Gelişen kitle iletişim araçlarıyla yılın 365 günü 7/24 kablolu, kablosuz televizyonlardan, her türlü ekrandan, internet ağından yeni neslin üzerine her türlü kokuşmuşluğu boşaltıyorlar. Bu milletin pırıl pırıl evlatlarına, henüz masum çocukluk günlerinden yeni çıkmış evlatlarına bu kötülüğü yapanların insanlıktan nasiplerini aldıklarını düşünmüyoruz. Efendimiz sahabesiyle birlikte Allah yolunda, insanlığın iki cihan saadeti için hicret etti, hakkın hakimiyeti için cihad etti. İslam Devleti ni kurarak, Kur an ve sünnetin fert, toplum ve tüm otoriteler bazında yaşanmasını ve hakimiyetini tesis etti. Haziran 49

50 Bugün 1 milyar 500 milyon insanın sağlıklı içme suyundan mahrum olduğu, 925 milyon insanın her gece aç yattığı, her 6 saniyede bir 1 çocuğun açlık nedeniyle öldüğü, her 4 saniyede bir 1 insanın mülteci pozisyonuna düştüğü bir dünyada yaşarken kalbinde merhamet olan bir insanın, kalbinde kardeşlik olan bir insanın, kalbinde paylaşmak olan bir insanın İslam Medeniyetini bırakıp Batı nın peşinde koşmasından, vicdanları körelten eğlencelerden, dünyaya kul köle olmaktan, zalimlerle beraber olmaktan ve her türlü batıl yollardan uzak durması gerekir. Biz İnsanlığın Efendisi nden bunu öğrendik, öğreniyoruz. için, iman için, Allah rızası için, yürek fetihleri için, hak hakim olsun diye, yeryüzünün her noktasına koştular. Çünkü yeryüzü müminlere emanettir. Rabbimiz dünyaya şuurlu-salih kullarının sahip çıkmasını istemektedir. (Enbiya 105) Allah hepimize Allah yolunda koşmayı, yorulmayı, bu yoldan dönmemeyi ve Allah yolunda koşarken ölmeyi-şehadeti nasip etsin. Bizi batıl davaların peşinde sürüklemesin. Muhammed Suresi 7. Ayeti Kerimede şöyle buyrulmuştur: Ey İman edenler, eğer siz Allah a İslam, Müslüman olsun ya da olmasın bütün insanlığa huzuru ve barışı getirebilecek yegâne nizamdır. İslam haricindeki tüm arayışlar insanlığın duvara toslamasıdır. İslam haricindeki her nizamın insanlığa verebileceği kaostur, kandır, gözyaşıdır. Diğer taraftan komşumuz Suriye de karışıklıklar devam ediyor, Irak ın ırk ve mezhep ekseninde bölünmüşlüğü devam ediyor. Arakan dan Orta Afrika Cumhuriyeti ne yine İslam coğrafyası tarumar bir vaziyette. Bir taraftan inkar ve asimilasyon politikaları, diğer taraftan karşı ırkçılık ve mezhepçilik Müslüman kimliğine karşı yöneltilmiş en büyük tehditlerdir. Bütün bu zulümlerin, haksızlıkların, çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun karşısında İslam a, İslami şuura ve İslam kardeşliğine sarılmamız lazım. Yeryüzü bize, biz Müminlere ve Müslümanlara emanettir ve dünyanın her yeri ile ilgili nihai söz hakkı Müslümanlarındır. Müslümanlar bu yetkiyi, iradeyi ve gücü âlemlerin Rabbi nden alıyor. Allah, Al-i İmran suresi 110. Ayet-i Kerimede şöyle buyurmuştur. Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah a inanırsınız. yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. Üstad İmam-ı Rabbani insanların yolları, aşkları kadardır demiş. Sekülerleşme ve Dünyevileşme önümüzde duran en büyük tehlikedir. Lüksün ve Konforun rahatlığına zevkine değil imtihanın meşakkatine inanıyoruz. Üç günlük yalan dünyaya değil ebedi bir hayata inanıyoruz. Menfaate, çıkara, kaba kuvvete, işbirlikçiliğe değil, hakka, kardeşliğe, merhamete, adalete inanıyoruz. Duruşumuzu ve istikametimizi bozmayan Allah a şükürler olsun. Modernite ve emparyalist dünya düzeni ile hesaplaşacak tek hak sistem, Hz. Peygamberimiz in Risaleti yani İslam dır. O nun risaletini dışta tutarak yol aramak, emperyalizme ömür biçip hayat hakkı tanımaktan başka bir şey değildir. Ferasetli Müslüman ise bu oyuna gelmeyendir. Büyük Yaşayanlar, Başkaları İçin Yaşayanlardır. Büyük hedefler, Büyük fedakarlıklar gerektirir. İzzet ve şeref, Allah ındır, Rasulullah ındır ve Müminlerindir. Allah bizimledir. Hak mutlaka galip gelecektir. Mekke ve Medine de 10 bin civarı sahabe kabri var. Veda hutbesini 120 bin civarı sahabe dinlemişti, değil mi? Nerde 110 bin civarı sahabe? Hepsi din Allah ın rızası, en büyüktür. Ve akıbet (güzel sonuç) muttakılerindir 50 Haziran

51 Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki takva dairesine girer, fenalıklardan sakınırsınız. (Bakara Suresi, 2/183) Haziran 51

52 Seçilmiş Mursi ye Selam Olsun Memduh ERGİN Selam olsun seçilmiş Mursi ye, selam olsun Rabia meydanında hak davası için can veren yiğitlere, selam olsun hak davası için can verenlere sahip çıkanlara. Selam olsun bütün ümmete. Bizler ki bu yol hak yoldur dönmeyiz, düsturu ile yola çıktık. Bizler kutlu bir davanın neferleri olmaya çalışıyoruz. Kutlu yürüyüşümüz başladı. Elhamdülillah önümüze engeller çıkarmaya çalışanlara inat devam edeceğiz. Zulüm yapan, Allah ın hak davasını akıllarınca söndürmek isteyen zavallılar bundan önce de oldu bundan sonra olacak. Bu dava kıyamete kadar devam edecek. Evet, bu davada kimimiz gün ışığı görmeyen zindanlarda yatacak, kimimiz ağır işkenceler görecek, kimimiz de yağlı urganlarda can verecek ama yine de yılmayacağız. Bizler biliyoruz ki eninde sonunda kazanan bizler olacağız. Çünkü bizimkisi hak davasıdır. Zalimler ki eninde sonunda kaybetmeye mahkûmdurlar. Onların hem bu dünyaları hem de ahiretleri berbat olmuştur. Zavallı zalimlerin isimleri her anıldığında insanların içini nefret ve tiksinti kaplıyor. Sakın yanlış anlaşılmasın, onlara zavallı dediğim acıdığımdan değil, küçümsediğimdendir. Ey Mursi ye idam cezası veren zavallılar sözüm sizlere! Ey Mursi üzerinden bizlere mesaj vermek isteyen Sisi nin efendileri bizleri korkutabileceğinizi mi sandınız? Vallahi de billahi de tallahi de korkmayız. Rabia meydanında insanların üzerlerine kurşun yağarken ölüme koşa koşa giden insanları korkutabileceğinizi mi sandınız? Evet, yeri geldi o meydanları terk ettik ama sanmayın ki ölüm korkusundan. Korktuğumuz doğrudur, ama ölüm değil, kardeşkanı dökmekten. Çok şükür hak davanın neferlerinin elinde kardeşkanı yok. Olamaz da. Müslüman haksız yere kan dökmez. Müslümanın Müslümana kanı haramdır. Sizler böyle cezalar vererek bizleri yıldırabileceğinizi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Bizleri yıldıramazsınız. Bizler hak bildiğimiz davamız için o ilmiğe boynumuzu seve seve, kendi ellerimizle 52 Haziran

53 sokarız. Bizler Allah için ölmeye düğüne derneğe gider gibi gideriz. Hatta şehit olmak için can atar, olamadığımızda ise müteessir oluruz. Bizleri tüketemezsiniz. Bizler her ölüşten sonra yeniden çoğalarız. İsimlerimiz değişir, cismimiz değişir ama yine karşınıza çıkarız. Bazen Seyit Kutub olur, bazen Erbakan Hoca olur, bazen Bilge kral Aliya İzzetbegoviç olur, yine de karşınıza çıkarız. Bu sefer de Mursi olarak karşınıza çıktık. Allah ın izniyle bizleri durduramayacaksınız. Peki, son kahraman bu Mursi kim? Muhammed Mursi, 8 Ağustos 1951 tarihinde, Mısır ın kuzeyindeki Şarkiye iline bağlı Eladva köyünde doğdu. Beşkardeşin en büyüğü olan Muhammed Mursi ilk eğitimini orada aldı. Babası çiftçi annesi ise ev hanımıydı. Mühendislik lisansını Kahire Üniversitesi nde aldı (1975 ve 1978). Mühendislik doktorasını Güney Kaliforniya Üniversitesi nde tamamladı (1982). Northridge Kaliforniya Eyalet Üniversitesi nde yardımcı doçent oldu ( ). Ardından eğitim vermek için Mısır daki Zagazig Üniversitesi ne geldi. İdeolojik bakımdan yakın olduğu Müslüman Kardeşler hareketi içerisinde siyasete atıldı. Mursi 2000 ve 2005 yılları arasında milletvekili oldu. Müslüman Kardeşler in yasal olarak seçime katılmaları mümkün olmadığından parlamentoya bağımsız siyasetçi olarak girdi. Tam 5 yıl Mısır Halk Meclisi üyeliği yaptı Mısır Devrimi ne muhalif bir lider olarak destek verdi ve 30 Nisan 2011 tarihinde Müslüman Kardeşler in kurduğu, Özgürlük ve Adalet Partisi nin başkanı seçildi Mısır cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Müslüman Kardeşler in aday gösterdiği Hayrat Şatır ın adaylığı düşünce, yerine Muhammed Mursi seçildi. Yoğun seçim kampanyası yürüttü. İlk turda %25.5 oy aldı ve ikinci tura girmeye hak kazandı. İkinci turda da %51.73 oy alarak, 5. cumhurbaşkanı oldu Mısır protestoları adıyla bilinen, 3 Temmuz 2013 tarihinde yapılan büyük gösteriler sonucu Mısır ordusu askeri bir müdahale ile yönetime el koydu. Mursi ise darbeyi kabul etmediğini açıkladı Haziran ve yandaşlarına direnmelerini söyledi. Darbenin ardından tutuklanan Muhammed Mursi 16 Mayıs 2015 günü mahkeme tarafından idam cezasına çarptırıldı. (wikibent) Tanıdık bir hayat hikâyesi değil mi? Bir çiftçinin çocuğu olarak dünyaya gel, dişinle tırnağınla oku ve gel kutlu davana sahip çık. Bu dava için yağlı urganları göze al. Ey Mursi ye idam cezası veren zavallılar biz de daha bunun gibi yüzbinlerce Mursiler var. Tek tek asmayla bizleri bitiremezsiniz. Evet, Mursi idam cezasına çarptırıldı ve Mısır müftüsü onaylarsa belki de idam edilecek. İşte burada söz biz Müslümanlara düşüyor. Ey Müslüman kardeşlerim sizlere sesleniyorum. Ta yıllar öncesinden kaleme alınan Akif in mısraları ile; Baksana kim boynu bükük ağlayan. Hakkı hayatındır senin ey Müslüman, Kurtar artık o biçareyi Allah için. Artık ölüm uykularından uyan. Bunca zamandır uyudun kanmadın, Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın. Çiğnediler yurdunu baştanbaşa. Sen yine bir kerre kımıldanmadın. (Mehmet Akif) Gün bugündür, dem o demdir. Gün mazluma sahip çıkma günüdür. Gün susma günü değildir. Gün zulme, haksızlığa karşı haykırma günüdür. Biz susmayacağız, haykıracağız ki korkak düşmanın yüreğine korku düşsün. Korku düşsün ki bir daha böyle zalimlikler yapmaya cesaret edemesinler. Sözüm herkes için değil elbette. Ama maalesef içimizde ki, bu toplumun büyük bir çoğunluğunu meydana getiriyorlar, bir kere olsun kımıldanmayanlar var. Ve aslında zalimin bu cesareti bizim sessizliğimizden kaynaklanıyor. Ne zaman ki sesimiz gür çıkar işte o zaman bu zulüm biter. Müslümanların bu şuura eriştiği gün zafer bizimdir inşallah. 53

54 Hızır Dostu Aydın BAŞAR Kimseler bilmez benim işimi, Bu aşkın yoluna koydum başımı Ladikli Ahmed Ağa Bu güzel insanın savaş zamanında madalyasını madalyası olmadığı için ağlayan bir askere hediye ettiğini ve yine o açlık günlerinde yemeğini bir köpekle paylaştığını öğrenince ona olan sevgimin boşuna olmadığını anladım. Konya ellerindeyim Büyük evliya Mevlana hazretlerinin manevî huzurundayım. Burada ağaçlar, çiçekler, böcekler insana gülümsüyorlar. Türbenin taşları şükür etmede, havuzun suları Kur an tilavetiyle cennet esintileri yaşatmakta. Dallardaki kuşlar zikirleriyle ona eşlik etmekte. Bu bahçede her şey O nu söylemekte... İman edip hayırlı ameller işleyenler için Konya, öz vatanın özlemini duyurmakta Kimilerine velilerin menkıbelerini anlatan bu güzel şehir, kimilerine ise daha fazlasını fısıldamakta Nasibimize ne düşer, ne kadar düşer bilemiyorum ama evliyaların gezindiği bu sokaklar- 54 Haziran

55 da edep kurallarını tarumar etmeden yürüyebilirsek, bu şehrin sahibi bize de bir lütufta bulunacaktır elbette. Günlerce, aylarca bekledikten sonra, kalemi defalarca elime alıp da bir kelime olsun yazmadan geri bıraktığım çok oldu yılında Ladik te doğan Konya velilerinden Ladikli Ahmed Ağa dan bahsedeceksem, en ufak bir edepsizlik yapmamalıydım. Sabretmeliydim, zamanını beklemeliydim. Ladikli Ahmed Ağa bir şiirinde; Gecelerde eser senin yellerin dediğine göre o vakit, bir gece vakti olmalıydı. Evet evet, eğer izin çıkarsa bir gece yarısında harfler kalemimin ucundan dökülüverirdi. Yok, çıkmazsa bir mani, bir engel mutlaka olurdu. Zamanı gelmeden bu işe koyulursam belki en hassas yerimden bir şefkat tokadı yer, bir daha asla vakitsiz çiçek açmamayı öğrenirdim. Onun için hiç acele etmedim. Önce hakkında yazılan bazı makaleleri okudum. Sonra yakın dostu merhum Tahir Büyükkörükçü Hoca nın vaazlarındaki ilgili yerleri ve oğlu Abdurrahman Büyükkörükçü Hoca nın her sene Ladik Kasabası nda yapılan anma merasimlerindeki konuşmalarını izledim. Daha başka zatların, ilgili konuşmalarını da dinledim, fakat bu iki ismi özellikle zikrettim çünkü onların naklettiği bilgilerin referans değeri benim için oldukça yüksek... Bu zata olan ilgime gelince, ferman dinlemeyen bir gönlün sebep belirtmeksizin yönelişinden ibarettir. Yirmili yaşların ortalarındayken ismini duyduğumdan beridir kendisini ruhuma yakın hissederim. Bu güzel insanın savaş zamanında madalyasını madalyası olmadığı için ağlayan bir askere hediye ettiğini ve yine o açlık günlerinde yemeğini bir köpekle paylaştığını öğrenince ona olan sevgimin boşuna olmadığını anladım. Kalpten kalbe giden yollar boş değildir sevgili okuyucu! Haziran Eşrefoğlu Rumi den bahseden yazımda, Hızır aleyhis selam ile ilgili bir elma ve helva kıssası anlatmıştım. Elma ve helvanın Allahu âlem birer sembol olabileceğini söylemiş idim. O yazıdan birkaç zaman sonra şimdi yeni öğreniyorum ki Ladikli Ahmed Ağa o devirde Elma soyadını almış. Bu benim için sübjektif de olsa bir anlam ifade ediyor. Bakalım bunun gibi işaretlerle başka hangi zatlarda karşılaşacağız? Bu sembollerin peşinden gitmeye devam edeceğiz. Nerelere ulaşacağımızı inanın ben de sizin gibi bilmiyorum. Şimdi sizlere dilimin döndüğünce bu güzel zattan bahsetmeye çalışacağım. Kışın Ortasında Yaz Meyveleri Bir şiirinde Ol Mevlam koymuştur Hüdai adım./ Melekler ederler gökte feryadım diyerek bir adının da Hüdai olduğunu ifade eden Ladikli Ahmed Ağa aşkla söylenen şiirlerinin yanı sıra daha çok yüzlerce insanın şahit olduğu kerametleri ile tanınan üveysi meşrepli bir zattır. Yani tarikat şeyhi veya dervişi olmayan, bu yolda bir mürşide bağlanmaksızın yürüyen bir velidir. Bir üstadtan okumadım/ Yol nedir, erkân nedir?/ İlm-i zahir okumadım./ Kalpteki burhan nedir? mısralarından da anlaşılacağı üzere kendisi okuma yazması olmayan, Kur an okumayı dahi bilmeyen ümmi bir kimsedir. Onun en çok bilinen ve dikkat çeken özelliği Hızır aleyhis selam ile olan dostluğudur. Kendisi dostunun kim olduğu konusunda isim vererek konuşmamış, genellikle ondan Hocam diyerek bahsetmiştir. Yaşadığı küçük köy evinde, gece gündüz hiç misafiri eksik olmayan Ladikli Ahmet Ağa, anlatıldığına göre gecenin bir yarısında misafirlerinin yanından ayrılarak kimsenin bilmediği bir yere gider, sabaha doğru tekrar geri döner, nereye gittiğini soranlara da vazifeye çağırmışlardı dermiş. Bazılarına da daha fazlasını anlatır ve geceleyin dolaştığı uzak diyarlardan bahsedermiş. 55

56 Seracılığın henüz olmadığı o yıllarda kendisini ziyarete gelenlere, kışın ortasında yaz meyveleri ikram ettiği çok olmuş. Mesela merhum Tahir Hoca buna şahit olanlardan birisidir. O bir vaazında ona misafir olduğu bir gece, kışın ortasında elindeki sepetle taptaze üzümler getirdiğini, dışarıda kar kıyamet varken bu üzümleri beraberce yediklerini anlatmıştır. Anahtar Onun o kadar çok kerameti vardır ki onları inkârı kabil olmayacak sayıda kişiler nakletmiştir. Abdurrahman Hoca bir sohbetinde onu tanıyıp da yaşı müsait olanların mutlaka onun kerametlerini gördüklerini söyler. Evliyanın kerametlerinin Resulullah ın hatırına gerçekleştiğini, sanki onun mucizelerinin bir devamı olduğunu söyleyen Abdurrahman Hoca sözlerinin devamında babasının kendisine anlattığı şöyle bir anıyı nakleder: Bir gün bir ağabeyimiz babacığıma gelmiş; Hocam ben yeni bir araba aldım, arzu ediyorum ki bununla Ladikli Ahmed amcamızı ziyaret edelim. Bunun üzerine ziyareti yapmış, hoş saatler geçirmişler. Tam çıkacakları zaman o ağabeyimiz cebinde arabanın anahtarı olmadığını fark etmiş. Bu abimiz, Ladikli Ahmed Ağa yı görmenin heyecanıyla olsa gerek, koltuğun üzerine düşürmüş anahtarı Kapıyı da dışarıdan bilmeden kilitlemiş. Sohbetten sonra bakıyorlar ki anahtar arabanın içinde O ağabeyimiz eyvah diyor; Şimdi açmak için kilidi bozacağız Uğraşıyorlar, açamıyorlar. Acaba şu küçük camı mı kıralım falan diye düşünürken Ladikli Ahmed Ağa yanlarına geliyor; Hayırdır, nedir bu telaşınız? diyor. Meseleyi anlatıyorlar. Dur bakalım, telaş etmeyin diyor ve kuşağından küçücük bir çakı çıkartıyor, babacığıma veriyor; Tahir Hoca evladım, bununla aç kilidi diyor. Babacığım bıçağı kilide takıyor, bismillah deyip tık diye çevirince kilit açılıyor. Daha sonra bu ağabeyimiz; Benim arabam böyle kel bir çakı ile açılıyor muymuş? diye düşünerek evdeki bütün bıçakları kapıda deniyor ama hiçbiri ile açamıyor. Anlıyor ki keramet Hacı babamızın bıçağı ile Allah ın lütfundaymış. Müfettihal ebvab olan Allah isteyince bütün kapılar açılıyormuş. Yetmiş Gün Onunla uzun yıllar dostluğu olan Tahir Hoca müftülük vazifesine atanması ile ilgili olarak da Ahmed Ağa nın bir kerametine şahit olmuştur. Kendisi bu anısını şöyle anlatır: Ellili yıllardı, bir gün sohbetimizde Konya müftülüğünden söz açılınca; Bir gün gelecek sen de inşallah Konya Müftüsü olacaksın hocam dedi bana. Bu kadar âlim hoca varken. Ben onlara abdest suyu dahi dökemezken, nasıl olur da müftü olurum dedim. Ve gün geldi Konya müftüsü olduk. Tahir Hoca bir başka anısını şu cümlelerle nakleder: Yine bir gün ziyaretine geldim. Odasına doğru ilerlerken bana: Tahir Hocam sizi kederli görüyorum dedi. Ben de Biliyorsun altı aydır vaaz edemiyorum. Vazifeden alındım. Hakkımda tahkikat açtılar dedim. O da bana: Yetmiş gün daha sabret, iki buçuk ay sonra vazifene döneceksin. Eğer ben hastalanırsam divandaki arkadaşlara vasiyet edeceğim. Vesikanı inşallah alacağız dedi. Mahkemeyi kazandık, yetmiş gün sonra vazifeye döndüm. Kerametlerinden bahsedenler arasında ünlü tarihçi Kadir Mısıroğlu da vardır. O da bir sohbetinde 1960 darbesinden önce Ladikli Ahmed Ağa nın darbenin olacağını önceden haber verdiğini anlatmıştır. Yine bu konuşmasında onun Hızır aleyhis selam ın dostluğuna mazhar olmuş bir Allah dostu olduğunu ifade etmiştir. Süleyman Hilmi Tunahan Efendi nin takipçilerinden Hüseyin Kumaş Hoca da bir sohbetinde, Yaşadığı küçük köy evinde, gece gündüz hiç misafiri eksik olmayan Ladikli Ahmet Ağa, anlatıldığına göre gecenin bir yarısında misafirlerinin yanından ayrılarak kimsenin bilmediği bir yere gider, sabaha doğru tekrar geri döner, nereye gittiğini soranlara da vazifeye çağırmışlardı dermiş. 56 Haziran

57 Ladikli Ahmed Ağa dan bahsetmiştir. Onu Ladik te ziyaret ettiğini, bu ziyareti esnasında Ahmed Ağa nın Afyon daki bir talebe yurdunu sanki görmüş gibi kendisine tarif ettiğini anlatmış, anlattıklarının da aynen doğru olduğunu söylemiştir. Bunun gibi sayısız kerametleri olan Ahmed Ağa yı, Ramazanoğlu Sami Efendi ve Hacıveysizade Efendi gibi birçok maneviyat büyüğünün yanı sıra Ali Ulvi Kurucu gibi birçok arif ve fazıl kişiler de ziyaret etmişlerdir. Bu güzel zatların hüsnü şahadetleri bile tek başına onun ne kadar doğru sözlü ve muteber birisi olduğunun şahidi olsa gerektir. Ona yetişenlerden birisi de mesnevihanlık geleneğinin son halkası merhum Şefik Can Dede dir. O da Ahmed Ağa yı Ladik teki evinde ziyaret etmiştir. Şefik Can Dede, bu ziyaretinde Ladikli Ahmed Ağa nın kendisine anlattığı şu sözleri nakleder: Seferberlik zamanında Gazze de savaşıyorduk. Düşman bizi muhasara altına aldı. Bir hafta boyunca ne su, ne yiyecek bulabildik. Daha sonra yardım ulaştı, kazanlar kaynamaya başladı. Yemek dağıttılar bize. Bir ekmeğin içine tahin koymuşlardı. Ben, ekmeği ısırdım, bir lokma ağzıma aldım. O sırada karşımda, bir deri bir kemik kalmış bir köpek gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Biraz ekmek bölüp ona attım. Yanımdakiler: Ahmed delilik etme, ye yemeğini diyorlardı. Ancak benim gönlüm bu hale elvermedi. Bir lokma kendim yedim, bir lokma köpeğe verdim. Gece uykuya dalınca Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem teşrif ettiler, sırtımı sıvazlayıp: Ahmed! Evladım, ben seni sevdim buyurdular. Daha sonra uyandığımda Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem e karşı büyük bir aşk başladı içimde. O günden beri bu haldeyim. İlk Tanışma Ladikli Ahmed Ağa nın hocası Hızır aleyhis selam ile tanışmasına gelince, Mustafa Özdamar ın hakkında yazmış olduğu kitapta bu konu özetle Haziran Merhum Hoca buna şahit olanlardan birisidir. O bir vaazında ona misafir olduğu bir gece, kışın ortasında elindeki sepetle taptaze üzümler getirdiğini, dışarıda kar kıyamet varken bu üzümleri beraberce yediklerini anlatmıştır. şöyle anlatılır: Meşhur Kanal Harekatı esnasında Ahmed Ağa, Gazze dolaylarında İngilizlerle cenk ederken bağlı bulunduğu birlik İngilizler tarafından pusuya düşürülür ve birliğin tamamı makineli tüfeklerle taranır. Kendisi yaralı vaziyette yatmaktayken, şehid olan arkadaşları da üzerine bir bir yığılır. Düşman askerleri onların hepsinin öldüğünü zannederek oradan ayrılırlar. Ahmed Ağa bir taraftan susuzluğun, bir taraftan da yaralarının verdiği ıstırapla bu çöllerde öylece Mevla sına kavuşmayı beklemektedir. Tam ümitlerin tükendiği bir anda, kanlar içerisinde mecalsiz bir vaziyette yatmaktayken güneşin vurduğu yerden beyaz atıyla mübarek bir zat be- Tahir lirir. Şefkatli bir sesle; Es selamu aleykum! Ahmed ne oldu yaralandın mı? diyerek atından inip onun yanına gelir. Üzerindeki şehid bedenlerini bir bir kaldırdıktan sonra dolu bir matara ile ona su ikram eder. Mübarek ellerini yaralarının üzerinde gezdirdikçe sızıları hafifler. Sonra onu atının terkisine alır ve üç günlük mesafede bulunan Suriye sınırındaki seyyar bir hastaneye kısa bir sürede götürür. Ahmet Ağa bu zata; Efendim sizi bir daha görebilecek miyim? der. O da: Ahmed! Eğer sen Hak rızası için yaşarsan her zaman seninle beraberiz. Yok, öyle yaşamazsan, bu son görüşmemizdir dedikten sonra ona şunları tembihler: Askerler gelip seni alınca sana inanmazlar. Onlara beni nöbetçi subaya götürün dersin. Hadiseyi nöbetçi subaya anlat, benim de selamımı söyle! Kısa bir müddet sonra askerler bir sedyeyle gelip onu karargâha taşırlar. Askerler onun üç günlük yoldan geldiğine inanamazlar ve isteği üzere nöbetçi subaya götürürler. Hal ehli âşık bir kimse olan nöbetçi subay, Ahmet Ağa yı dinler ve ona inanır. Hemen onu tedaviye sevk eder. Tedavi eden doktor da işin farkına varır ve ona inanmayanlara; Sizin burnunuz hiç koku almıyor mu? Şimdiye kadar hiçbir askerde böylesi güzel bir koku duydunuz mu? diye çıkışır. 57

58 Yaralı olduğu bu süre zarfınca o mübarek zat iki kere gelir ve onu; Ahmed, merak etme seni tekrar gelip göreceğim diyerek teselli eder. On İki Kurt İyileştikten sonra memleketi Ladik e geri gönderirler. Artık Ladikli Ahmed Ağa ya bir haller olmuş, aşk ateşi ile yanıp tutuşmaya başlamıştır. Uzun yıllar geçmesine rağmen hocasını bir daha göremediği için de büyük üzüntü ve keder duymaktadır. Hüzünle çevrelenmiş bu aşk ateşi ile evde duramaz hala gelir. Kar kış dinlemeden dağlarda ovalarda gezip dolaşmaya başlar. Bir kış gününde dağda tam on iki tane kurtla karşılaşır ki Allah ın inayeti ile ona ilişemezler. Bu on iki kurt aslında bu hallerin on iki yıl kadar süreceğine delalet eden bir remizdir. On iki yılın sonunda nihayet beklenen o an gelir ve hocası ansızın teşrif buyurur. O günden sonra hocası artık ona sık sık uğrayacaktır. Zaman gelecek onu odasında ziyaret edecek, zaman gelecek onu adını duymadığı diyarlara götürecektir. Artık Ahmed Ağa gah Mekke dedir, gah Hindistan da, gah Endonezya dadır, gah başka bir yerde... Kimi zaman da hocasıyla iç yüzünü bilmediğimiz manevi toplantılara katılacaktır. Hocasına öylesine alışacaktır ki onu bazı zamanlar göremese evinin damına çıkıp orada bekleyecektir. Beklerken de yanık sesiyle hasret kokan kasideler okuyacaktır. Yine böyle onu göremediği bir günde, özlemini şu dizelerle ifade etmiştir: Bilirim ki ölüp türab olmadın./ Cihanı gezdirdin ücret almadın./ Şimdiye kadar böyle geç kalmadın./ Çıkıp yollarını bekler bu Ahmed. Ladikli Ahmed Ağa zuhurat ehlidir. Zuhuratla konuşur, zuhuratla susar. Bu konuları da çoğu zaman gizler. Kimi zaman da söylememe izin verildi diyerekten bazı kimselerle paylaşır. Kimileri ona inanırken, kimileri de onun insanları kandırdığını düşünür. Ne yapsın bazı zavallılar, böylesine saf ve temiz bir insandan yalan sadır olmayacağını idrak edememiştir. Bir seferinde böyle nasipsiz iki üniformalı onu alır ve sorgulamaya götürürler. Her gece Mekke ye gidiyormuşsun, hadi herkesi kandırdığın gibi bizi de kandır bakalım diyerek ona ilişirler. Onların çirkin sözlere bir müddet sabreder. Onlar sözlerinde ısrar edince, celalli bir hal sadırolur ve onlara adeta bir ok fırlatırmış gibi şu dizeleri okur: Ben de âşık oldum Mekke iline/ Canım kurban olsun hakkı bilene,/ Benle alay edip şöyle gülene/ İntizar edersem başka hal olur. Bunun üzerine onların kalplerine bir korku düşer ve endişelenerek onu aldıkları yere geri bırakırlar. İncinin Peşinde Sevgili Okuyucu! Bizim burada anlattıklarımız bizzat görerek tanık olduğumuz şeyler olmasa da doğruluğuna güvendiğimiz kaynaklardan nakil ettiğimiz sözlerdir. Bilhassa Hızır aleyhis selam hakkında bunun dışında bir şeyler söylemeye ne haddimiz ne de hakkımız vardır. Hızır aleyhis selamı dilimize pelesenk etmek, sahte bir gizem havası oluşturarak bilmediğimiz bir iklimden bahsetmek bizim gibi bir mücrim için bir hadsizlik olur. Onun ismini öyle rasgele ağzımıza almamız caiz değildir. Ancak belirli ölçüleri aşmadan bir şeyler anlatabiliriz. Malumunuz çevremizde etrafımızda, insanların merak duygularını suiistimal eden, gizemleri kullanarak sözlerine dikkat çeken bir sürü zayıf karakterli insanın olduğu bir gerçektir. Birçokları da bunu bir takım maddi kazançlar için yapıyorlar. Şükür ki Yüce Allah bu tür insanların simalarına meymenetsiz bir ifade koymuş da ehli firaset sayesinde onların tuzak- Onun ahlakını incelerken en başta gözümüze üç kavram çarpıyor. Birincisi ibadet, ikincisi aşk, üçüncüsü gözyaşı Yunus Emre nin; Hakka âşık olan kişi/ Akar gözlerinin yaşı diyerek ifade ettiği gibi, onun az gülüp çok ağlayan, az uyuyup çok ibadet eden bir zat olduğunu görüyoruz. 58 Haziran

59 larına yakalanmıyoruz. Böyle şeylerden ve her türlü haddini bilmezlikten Allah a sığınıyoruz. Bu evde her daim misafirlerin baş tacı edildiğini, yemeklerin önce misafirlere ikram edildiğini, sonra kalanların şifa niyetiyle evin çocuklarına yedirildiğini söyleyen Mehmed Elma nın şu sözü Ladikli Ahmed Ağa nın ve bu ailenin nimete bakışını çok güzel özetlemektedir: Ailemizde bu kalan yemekler artık olarak değil rahmet ve bereket olarak görülürdü. Bu dua ve niyazdan sonra, şimdi de torunu Mehmed Elma nın bir anma merasimindeki konuşmasından faydalanarak biraz da onun ahlakı üzerinde durmak istiyoruz. Onun ahlakını incelerken en başta gözümüze üç kavram çarpıyor. Birincisi ibadet, ikincisi aşk, üçüncüsü gözyaşı Yunus Emre nin; Hakka âşık olan kişi/ Akar gözlerinin yaşı diyerek ifade ettiği gibi, onun az gülüp çok ağlayan, az uyuyup çok ibadet eden bir zat olduğunu görüyoruz. Mehmed Elma nın şu sözleri bu tespitimizi doğruluyor: Çocukken bazı geceler dedem bizi odasında yatırırdı. Ne zaman gözümüzü açsak, dedemizi ya abdest alırken, ya namaz kılarken ya da bir köşede ağlarken görürdük. Namaz ve abdest konusunda çok hassastı. Abdest alırken çok emek sarf ederdi. Namaz kılarken gördüğümüzde sanki hiç bitmeyecekmiş gibi zannederdik. Bütün namazlarını cemaatle kılmayı ve camiye on beş dakika kadar erken gitmeyi adet edinmişti. Camiye gidip gelirken de daima yere bakarak yürür, sanki bir şeyler kaybetmiş de onu arıyormuş gibi düşünceli bir hali olurdu. Daima ciddî, vakur ve daima tefekkürlü bir hâl üzereydi. Onun ahlakının bir diğer önemli unsuru da misafirperverliğidir. Kırk yıl evine geceli gündüzlü misafir geldiği halde hiçbir zaman bu durumdan şikâyetçi olmamıştır. Aynı hassasiyeti hanımı da göstermiş, bir sefer olsun yüzünü ekşitmemiştir. Allah a hamd olsun ki bu aile Sevgililer Sevgilisi nin; Misafir istemeyende hayır yoktur buyruğunu işitmiş ve ona göre amel etmiştir. Haziran Mehmed Gelen misafirler içerisinde hacılar, hocalar, şeyh efendiler, arif ve fazıl zatlar olduğu halde, Ladikli Ahmed Ağa bu insanların gözdesiyken bir sefer olsun kibre kapılmamıştır. Dahası Hızır aleyhis selam ile müşerref olduğu halde kendisini hep günahkâr bir kul olarak görmüştür. Ziyaretine gelenlerden Şefik Can Dede nin naklettiğine göre Ahmet Ağa kendisine; Bende bir hal yok, ben ümmi bir çobanım demiştir. Yine başka bir ziyaretçisine; Seksen yaşımdayım, ömrümüzü boşa Elma nın şu sözleri bu tespitimizi doğruluyor: Çocukken bazı geceler dedem bizi odasında yatırırdı. Ne zaman gözümüzü açsak, dedemizi ya abdest alırken, ya namaz kılarken ya da bir köşede ağlarken görürdük. geçirmişiz diyerek iyi bir kul olamadığından dem vurmuştur. Genellikle sohbetlerinin ve aşkla söylediği beyitlerinin ardından kullandığı şu ifadeler ise ondaki tevazuu göstermesi açısından manidardır: Allah hakkımızda hayırlısını versin! İmanımı kurtarabilirsem ne mutlu bana. Onun ahlakını taçlandıran en önemli unsurlardan biri de sağlam bir ümmet şuuruna sahip olmasıdır. Müslümanların dertleriyle dertlenen, üzüntüleriyle kederlenen bir yapısı vardır. Mehmed Elma nın anlattığına göre Mısır daki İslâm âlimlerinin asılması hadisesinden dolayı müteessir olmuş ve iki gün hasta yatmıştır. 8 Haziran 1969 tarihinde sevgilisine kavuşan Ladikli Ahmed Ağa dünya metaına gözünün ucuyla dahi bakmamıştır. Riyadan ve gösterişten uzak durmuş, öyle ki mezarının bile sade olmasını vasiyet etmiştir. Bugün ondan hatıra olarak, yanık sesiyle okuduğu kasidelerin ses kayıtları ve misafirlerini ağırladığı köy odası kalmıştır. Bunun dışında evladı Zekariya ya bazı özel emanetler bırakmıştır ki onları vefatından kısa bir süre sonra birisinin yüzü tamamen kapalı olmak üzere üç kişi gelip almıştır. 59

60 Hazır Çorba gibi Çocuk Yetiştirenler M. Emin KARABACAK Her şeyi anne babası tarafından yapılan bu çocuklar, kendilerine güvenemediklerinden okulda olduğu kadar sosyal hayatta da sorumluluk almaktan korkacaklardır. Lise Öğrencisi: Anneeee! Akşam yemekte ne var? Anne: Fasulye, pilav, salata Lise Öğrencisi: Yoğurt da var mı? Anne: Var. Lise Öğrencisi: Hazır yoğurt mu? Anne: Hayır, ev yoğurdu. Lise Öğrencisi: Hazır yoğurt yoksa ben yemem! Yarın okula da gitmem! -Se Sa lı Yetişen Çocuklar Konuşmanın devamını tahmin etmişsinizdir. Anne ne; Keyfin bilir. demiştir ne de çocuk okula gitmemezlik etmiştir. Çünkü günümüz çocukları se, -sa larla büyüdükleri için, isteklerini de se, -sa larla yerine getirteceklerinden o anne de ne yapıp ne edip o yoğurdu sofraya getirmiştir. Eskiden ne anne babaların ne de çocukların böyle bir şansı yoktu. Çünkü sofralarda bu kadar çeşit olmadığı gibi seçme şansları 60 Haziran

61 da yoktu. Buna çocuk sayılarının fazlalığı da eklenince sofraya konulan hemen biteceğinden beğenmemezlikte edilmezdi. Yemeğe kızıp yemeyeceğini söyleyen çocuğa annenin vereceği cevapta; ye! olacaktır. Günümüzdeki gibi yemeklerin saklanacağı buzdolabı da olmadığı için, artan yemeklerde ya kedinin çanağına ya da yal kovasına (hayvanlar için yemek artıklarının toplandığı kova) dökülürdü. Pireye kızıp yorganın yandığını gören çocukta bir daha sofraya nazlanmadan oturacaktır. Oysa günümüz çocuklarının yedikleri önünde yemedikleri arkalarındadır. Buna rağmen birçok çocuk, önüne konan birçok yiyeceğe burun kıvırmaktadırlar. Yiyecekleri beğenmeyip burun kıvıran bu çocukların gönüllerini hoş etmek içinde pazarlığa girilmektedir. Geriye dönüp şöyle bir baktığımızda çocukların se, -sa lar büyütüldüğünü görüyoruz. -Se, -sa larla büyüyen çocukların geribildirimleri de tepkileri de hep se, -sa larla olacaktır. Anne babaların çocuklara karşı se, -sa ları en çok kullandıkları durumlar: Uslu uslu oturursan, yemeğini yersen, ödevlerini yaparsan, sınavı kazanırsan, takdir alırsan, çalışırsan, sözümü dinlersen Yemeğini yemezsen, yaranmazlık yapmazsan, ödevlerini yapmazsan, sınavı kazanamazsan, sözümü dinlemezsen, zayıfsız gelmezsen Bunlar aklımıza ilk gelenler. -Se, -sa larla büyüyen çocuklar büyüdükleri zamanda onlarda yerine göre anne babasıyla yerine göre arkadaşlarıyla yerine göre de eşiyle sorumluluklarını yerine getirmede se, -sa larla yapacaktır. Seversen(iz), telefon alırsan(ız), tatile götürürsen(iz), araba alırsan(ız), ev alırsa(ız), iyi bir iş bulursan (ız) Neden Se, -Sa? Anne babalar, çocuklarla ilişkilerinde se, -sa ya bağlı şart kipi cümleler kurmalarının temelinde; istek ve beklentilerini gerçekleşmeme kaygısından kaynaklanmaktadır. Anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkilerde se, sa ya dayanan sevgiyi Japon yazar Masumi Toyotome üçe ayırmaktadır. Masumi Toyotome bunları da eğer, çünkü rağmen olarak adlandırır. Birincisi Eğer türü sevgidir. Beklentiler karşılanırsa karşı tarafa verilecek şartlı sevgi. Başka bir ifadeyle isteklerini yerine getirtmek için vaat edilen, karşı tarafı düşünmeyen tek taraflı ve bencil bir sevgi türüdür. Eğer derslerine çalışırsan seni severim, eğer beni üzmezsen seni severim, üniversiteyi kazanırsan seni severim. İkincisi Çünkü türü sevgidir. Bu tür sevgide de bir şeylere sahip olunduğu için ya da koşulu taşıdığı veya gerçekleştirdiği için gösterilir. Seni seviyorum çünkü: Derslerine çalıştığın için, beni üzmediğin için, sözümü dinlediğin için, yatağını topladığın için Üçüncüsü Rağmen türü sevgidir. Eğer ve çünkü sevgi türlerinde bir şart ve koşul olmasına rağmen bu tür sevgide böyle bir koşul yok. Sevgiler karşılıksız ve her şeye rağmen sevgi özelliğini kaybettirmez. Çocuklarının yaramazlıklarına ve tembelliklerine rağmen sevebilmek bu tür bir sevgidir. Sonuç olarak; gönül ister ki çocuklara gösteri- Gönül ister ki çocuklara gösterilen sevgiler, rağmen türü sevgi olsun. Ancak birçok anne baba sözünü dinletmek ya da çocukların sorumluluklarını yerine getirtmek için diğer sevgi türlerini kullanmaktadırlar. Haziran 61

62 len sevgiler, rağmen türü sevgi olsun. Ancak birçok anne baba sözünü dinletmek ya da çocukların sorumluluklarını yerine getirtmek için diğer sevgi türlerini kullanmaktadırlar. Ne ekersen onu biçersin! misali çocuklarda anne babalarında gördükleri se, -sa lı sevgiyi yine anne babalarına istek ve sorumluluklarını se, sa ya bağlayarak getirtmektedirler. Hazır Çorba gibi Çocuk Yetiştirenler Gıdaların genetiğiyle mi oynandı yoksa yeni neslin genetiğiyle mi oynandı bilmem ama anne babalar, çocuk eğitiminin genetiğiyle oynadığı bir gerçek. Eskiden çocuklarını doğal yollarla (anne sütü, ev yapımı yoğurdu, tere yağı, ) beslemeye çalışan anne abalar, günümüzde ise çocukları hazır gıdalarla (hazır mama, hazır çorba, hazır yoğurt, çikolata, cipsi, kola ) beslenmeye çalışmaktadırlar. Her şeyleri hazır olacak olan bu çocukların doğumları da hazır olacaktır. Doktor tarafından anne adayına ağır kaldırmayacaksın deniyor o da bunu en küçük bir iş yapmayacak diye algılıyor ve her şeyi ayağına bekliyor. Sonuçta anne adayı hareketsiz kalınca ister istemez doğumda zor olacaktır. Doğumun zorluğundan korkan anne adayı, normal doğum yerine farklı bir seçeneği düşünecektir. Anne ile çocuk arsındaki duyusal bağları güçlendirecek normal doğum yerine, bugün birçok anne tarafından sıkıntısız olmasından dolayı sezaryen tercih edilmektedir. Oysa normal doğumun hem anne için hem de çocuk için birçok faydası olduğu doktorlar tarafından ifade edilmektedir. Normal doğum yerine sezaryenle hiçbir emek harcamadan dünyaya gelen çocuklar, beslenmeleri de anneyi emerek (ekmek için mücadele) değil de biberonla (hazırlığı alıştırma ve hazır mama) yapılınca çocukların fiziksel gelişimlerinin yanı sıra kişilik gelişimleri açısından da bazı sıkıntıları beraberinde getirecektir. Evet, birçok anne değişik mazeretler aldı altında bebeğini emme davranıştan mahrum bırakmaktadır. Anne ile çocuk arasındaki sevgiyi bağlarını güçlendirecek anne sütü yerine, daha çocuk doğar doğmaz biberon ve yalancı emzikle tanıştırılıyor. Çocuğu hazırcılığa alıştırmak biberonla başlıyor. Çünkü çocuk biberonla beslenirken emek harcamıyor. Biberonla beslenmek eskilerin tabiriyle Armut piş, ağzıma düş! oluyor. Anneyi emmek; başlangıçta çocuklar için çok zordur ve emek gerektirir. Oysa emmek bebeklerin birçok duygusal ihtiyaçlarını (bedensel temasa bağlı olarak sevgi bağı oluşturma) karşılamaktadır. Zekâ gelişimlerinin yanı sıra çene kaslarının gelişmesi, damak yapısının düzgün olması, diş ve gaz çıkarma gibi birçok faydası vardır. Anneyi emmenin birçok ruhsal ve sağlık faydasını bir yana bıraksak da çocuk emme davranışıyla ekmek için hayatla mücadeleyi öğrenmektedir. Hayatı öğrenmeyi ve hayatla mücadeleyi birçok çocuk, biberon yüzünden öğrenememektedir. Eskiden çocuklarını doğal yollarla (anne sütü, ev yapımı yoğurdu, tere yağı, ) beslemeye çalışan anne abalar, günümüzde ise çocukları hazır gıdalarla (hazır mama, hazır çorba, hazır yoğurt, çikolata, cipsi, kola ) beslenmeye çalışmaktadırlar. 62 Haziran

63 Hazırcılığa alıştırma sadece biberonla beslenmekle de kalınmıyor. Birçok çocuk bebeklikten çıkıp kocaman olmalarına rağmen yemeğini kendisi yemiyor ya da yiyemiyor. Karnını iyice doyuramaz ya da üst başını kirletir diye eline kaşık verilmeyen bu çocuklar, dökmeden yemesini de öğrenemeyeceklerdir. Yemekleri anne babaları tarafından yedirilen bu çocuklar, kendilerine güvenmedikleri içinde kendi kararlarını veremeyeceklerdir. Bu yüzden çocuğun ekmek için hayatla mücadeleyi öğrenmesinin önüne bir kez daha geçilmiş olacaktır. Kendi yemeğini yiyemeyen, üstünü giyemeyen, okul çantasını anne babasına taşıtan çocukların hallerini gördükçe bir eğitimci bu çocuklara üzülürken kendimi de şanslı olarak hissediyorum. Köyde büyüyenler bilir. Bağ bahçe zamanında genelde herkes bağ bahçeye gittiğinden evde kimse olmaz. Bizlerde okul zamanında öğle tatilinde yemek için eve geldiğimizde yemeğimiz kendimiz hazırlardık. Günümüzdeki ocaklar gibi ocağımız otomatik değildi. Ocağı çakmakla yakar çayı ocağa koyardık. Çayla birlikte sofraya koyduğumuz zeytin, peynir, yoğurt ve kümesten getirip yağda pişirdiğimiz yumurtaları da yer okula tekrar geri dönerdik. İkindi vakti okuldan geldiğimizde rahmetli anneme nazlanmak adına acıktığımızı söylediğimizde; Oğlum mutfağı sırtımda bahçeye götürmedim. Canı ne çektiyse alıp yeseydin. diyerek Yardım etmek niyetiyle yaptığımız birçok durumlarda çocuklara kötülük yapıyoruz. Sonrasında da kendi ayakları üzerinde duramayıp kendi kararlarını veremeyen çocuklara Kocaman oldun hala bensiz bir iş yapamıyorsun! sitemini yapıyoruz. mutfağı bana bırakan annem, bugünün annelerine sanki bir mesaj yollar gibiydi. Çocuğun mutfağa girmesini mutfağı karıştırmak olarak algılayan günümüzün titiz anneleri, çocuklara bırakın mutfakta bir şey hazırlamalarına müsaade etmek, sen git dersine çalış diyerek de mutfağa sokulmamaktadır. Bugün üniversite okuyan birçok kız öğrenci yemek yapmasını, lise öğrencisi de çay yapmasını bilmemektedir. Erkek çocuklarının da kız çocuklarından kalır tarafı yok. Birçok erkek çocuğu her şeyi otomatik olan ocağı kullanması dahi bilmemektedir. Çocukları hazırcılığa alıştırma konusunda yürümeyi öğrenirken de devam etik. Çocuklar doğru dürüst emekleme davranışını kazanmadan bu seferde düşmeden yürümesini öğrenmeleri için örümceklere bindirdik. Yürümesini örümceklerde öğrenen çocuklar, yolları düşe kalka yürümek yerine ya ana kucaklarında ya da çocuk arabalarında geçmektedirler. Yürürken de kendi başına yürümek isteyip elimizden tutmak istemeyen çocuklara da düşer diye her şeye rağmen izin vermedik. Başka bir ifadeyle düştükten sonra kalkma davranışını öğrenmemeleri için elimizden geleni fazlasıyla yaptık. Bir gün baba ile oğlu kırlarda gezerken kelebeklerin kozadan çıkışlarına şahit olurlar. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşan çocuk, babasıyla birlikte kelebeğin kozadan çıkışını seyretmeye başlar. Çocuk, kelebeklerin kozadan sıkıntı ve emek harcayarak çıktıklarını ve ardından da hemen uçtuklarını görür. Çocuk bu ya; kelebeklerin kozadan çıkarken çırpınmalarına ve sıkıntı çekmelerine acır. Bizim çocuklara iyilik olsun düşüncesiyle yaptıklarımızı çocukta kelebeklere iyilik olsun diye yapar. Elindeki değnekle onların yollarını açar. Hatta ağlarının önünü de açarak kelebeklerin kolayca kozadan çıkmalarını sağlar. Haziran 63

64 Çocuklarımızı yetiştirip eğitirken onlara ne kadar müdahale edersek; büyüdükleri zamanda kendi ayakları üzerinde durmakta o kadar zorluk çekeceklerdir. Çocuk, kozadan kolayca çıkan kelebeklerin havada uçmaya başlamalarının ardından 2-3 saniye sonra düşerek öldüklerini görür. Çocuk, garibine giden bu durumu öğrenmek için babasına sorar. Baba da oğluna: Almanya I.Dünya Savaşı nda, Japonya ise II. Dünya Savaşı nda ekonomileri büyük yara almalarına rağmen bugün ekonomik olarak adlarından söz ettiriyorlarsa düştükten sonra kalkmasını öğrendikleri içindir. Biz I.Dünya Savaşı nda aldığımız yarayla II. Dünya Savaşı na katılmamamıza rağmen bugün Almanya ve Japonya gibi güçlü ekonomimiz yoksa bu, düştükten sonra kalkmasını öğrenemediğimizden kaynaklanmaktadır. Kelebekler, uzun ve yorucu bir mücadeleden sonra kendi çabalarıyla kozadan çıkarlar. Bunun nedeni olarak da Allah, onların uçmalarını sağlayacak kanat ve bacak kaslarının gelişmesi için bu evreyi yaratmıştır. Kozadan kanat ve bacak kaslarını güçlendirerek çıkan kelebekler, uçmayı da kolayca öğrenmektedirler. Oysa senin onlara iyilik adına yapmış olduğun şey, onların sonu oluyor. Senin yardım ettiğin kelebekler, bacak ve kanat kaslarını geliştiremedikleri için yani sana göre bu sıkıntılı evreyi yaşamadıkları için uçamadan ölmektedir. Düşmek bana çocukluğumda çok şey hatırlatır: Bisikletten düştük, eşekten düştük, ağaçtan düştük, merdivenden düştük, dereye düştük, oyun oynarken düştük ve en önemlisi bu hayat oyununda kalkıp tekrar oyuna devam edebilmek için düştük. Düştük çünkü toprağa düşen tohum gibi yeniden dirilmek için düştük. Bu anlamda düşmek (yerinde ve zamanında) demek tekrar ayağa kalkabilmeyi ve tek başına da olsa yoluna devam edebilmeyi öğrenebilmek demektir. Bugün çocuklara, düştükten sonra da kalkmasını öğretmiş olsaydık çocukların ne sınavlarını ne de işlerini düşünür olurduk. Çocukları o kadar düşündük ki onların düşünmelerine bile gerek bırakmadık. Bir zamanlar Metin Akpınar ın oynadığı bir aşı reklâmı vardı: bu çocuk niye hastalandı anlamadım gitti. canı acımasın diye onun aşısını dahi kendime yaptırdığım halde Çocukları o kadar düşündük ki dün tek başına yürüyemez diye yürümesine yardım ettiğimiz çocuğa bugünde tek başına yiyemez diye yemek yemesine yardım ediyoruz. Okulda ödevlerine, lise ve üniversite de tercihlerine sonra iş bulmasına ve evlenmesine en sonunda da boşanmasına yardım ediyoruz. Sonuç olarak; yardım etmek niyetiyle yaptığımız birçok durumlarda çocuklara kötülük yapıyoruz. Sonrasında da kendi ayakları üzerinde duramayıp kendi kararlarını veremeyen çocuklara Kocaman oldun hala bensiz bir iş yapamıyorsun! sitemini yapıyoruz. Sonuç olarak çocuklarımızı yetiştirip eğitirken onlara ne kadar müdahale edersek; büyüdükleri zamanda kendi ayakları üzerinde durmakta o kadar zorluk çekeceklerdir. Her şeyi anne babası tarafından yapılan bu çocuklar, kendilerine güvenemediklerinden okulda olduğu kadar sosyal hayatta da sorumluluk almaktan korkacaklardır. Kendilerine güvenemeyen, kararlarını vermekte zorlanan bu çocuklar, büyüdükleri zaman bağımlı bir kişi olacaklarından hayatta hep birilerinin gölgesinde yaşayarak, yönetmekten çok yönetilmeye müsait kişiler olacaklardır 64 Haziran

65 Salih AYDIN Hz. Üsame b. Zeyd (r.anh) Haziran Peygamber (s.a.s) in, Üsame yi sevdiğine dair şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: Şüphesiz Üsame b. Zeyd bana, insanların en sevimlisidir. Sizin iyilerinizden olmasını umuyorum. Onun hakkında iyilik tavsiyesinde bulununuz (İbnü l-esîr, a.g.e., I, 79; İbn Abdi l-berr, a.g.e., I, 76). Üsame b. Zeyd b. Hârise b. Surâhîl ashabın ileri gelenlerinden biri olup, RasûlüllahB ın azadlı kölesi Zeyd b. Hârise nin oğludur. Künyesi, Ebû Muhammed dir. Değişik rivayetlere göre; Ebû Zeyd, Ebû Yezîd ya da Ebû Hârice olarak da çağırılmaktaydı (İbn Abdi l-beri, el-istiâb fi Marifeti l Ashâb, Kâhire; I, 75 t.y, İbnü l-esîr, Üsdü l-gâbe f-marifeti s-sahabe I, 79) Üsame nin annesi Ümmü Eymen (ki, asıl adı Bereke dir) Râsulûllah (s.a.s) ın babası Abdullah ın cariyesi ve aynı zamanda Peygamberimizin dadısı idi. Abdullah vefat edince, Rasûlüllah onu azad etti. Zeyd b. Hârise b. Surâhîl de Hz. Hatice nin kölesiydi. Hz. Hatice Peygamberimizle evlenince, Zeyd i kendisine hediye etti. Rasûlüllah (s.a.s) de onu azad edip Ümmû Eymen le evlendirdi. Üsame, işte bu evlilik sonucu dünyaya geldi (İbn Sa d, et-tabakâtu l-kübrâ, Beyrut 1957, VIII, 223; İbn Abdi I-Berr, a.g.e., I, 75; İbnü l Esîr, a.g.e., I, 79). 65

66 Üsame ile Eymen, aynı anadan kardeştirler, fakat babaları ayrıdır. Üsame, islâm döneminde, muhtemelen Rasulüllah (s.a.s) ın risâletinin dördüncü yılında Mekke de doğdu. El-isâbe de kaydedildiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.v), vefat ettigi zaman Üsame yaşlarında bulunuyordu (el-isâbe, Beyrut, t.y., I, 29). Rasûlûllah (s.a.s), Üsame ve babasını çok severdi. Bu nedenle kendisine; Rasulüllah ın sevdiği anlamına gelen Hibbu Rasûlüllah ya da el-hibbu İbnü l-hubbi denirdi. Peygamber (s.a.s) in, Üsame yi sevdiğine dair şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: Şüphesiz Üsame b. Zeyd bana, insanların en sevimlisidir. Sizin iyilerinizden olmasını umuyorum. Onun hakkında iyilik tavsiyesinde bulununuz (İbnü l-esîr, a.g.e., I, 79; İbn Abdi l-berr, a.g.e., I, 76). Hz. Âişe den rivayet edilen şu hadise de Rasûlüllah (s.a.s) ın daha çocuk iken dahi onu ne kadar sevdiğini gösteriyor. Hz. Âişe (r.an) diyor ki; Bir gün Üsame nin ayağı kapının eşiğine takılarak yere düştü ve yüzü yaralandı. Allah ın Rasûlü bana; Yüzündeki pisliği temizle dedi. Ben onu kirli görerek denileni yapmadım. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s); yüzündekileri emerek tükürmeye başladı (İbnü l-esîr, a.g.e., I, 80). Yine, Urve İbnü z-zübeyr den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz, Üsame nin gelmesini bekleyerek Arafat tan inmeyi tehir etti. Üsame çıkıp geldiğinde, onun siyah, basık burunlu bir çocuk olduğunu gören Yemenliler, onu küçümseyerek; Biz bunun yüzünden mi hapsedildik? dediler. Râvî, Yemenlilerin, Hz. Ebû Bekir zamanında bu yüzden irtidat edip islâm dan çıktıklarını söyler (İbn Abdi l-berr, a.g.e., I, 76). Üsame de bir çok sahâbî gibi, küçük yaştan itibaren savaşlara katılmayı arzulamıştır. Nitekim Uhud günü onbeş yaşından küçük olmasına rağmen kendi yaşıtları olan, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Berâ b. Âzib, Arcir b. Hazm ve Üseyd b. Zühayr le beraber savaşa iştirak etmek istemiş, fakat, Rasûlûllah (s.a.s) yaşları küçük olduğu için bu isteklerini kabul etmemiş ve savaş başlamadan onları Medine ye geri göndermiştir. Hendek günü ise savaşmalarına izin verdi (İbn Hişam, es-siretü n-nebeviyye, Mısır 1955, II, 66). Üsame, Uhud savaşından sonraki tüm savaşlara katıldığı gibi, bir çok seriyyede de önemli görevler üstlenmiştir. Huneyn gazvesinde; Müslümanlar darmadağın olup sağa sola kaçışırlarken, Rasûlüllah (s.a.s) ın çevresinde sayılı birkaç sahâbî kalmıştır ki, bunlardan biri de Üsame b. Zeyd dir (İbn Sa d, a.g.e., II, 151; İbn Hişam, a.g.e., II, 443; İbnü l-esîr, el- Kâmil fi t-târîh, Beyrut 1965, II, 263). Üsame nin kendisinden rivayet edildiğine göre; katıldığı seriyyelerin birinde, düşman safında Müslümanlara karşı savaşan birine karşı kılıç çekince, o sahıs; Eşhedü en lâ ilâhe illallah diyerek şehâdet getirdi. Fakat Üsame yine de onu öldürdü. Dönüşte, durumu Rasûlüllah (s.a.s) e haber verince, Allah Rasûlü, Lâ ilâhe illallah diyen birini ne diye öldürdüğünü sorar. Üsame; Ey Allah ın Rasûlü! O ölümden kurtulmak için böyle söyledi dedi. Fakat, Rasûlüllah, bu soruyu aynı şekilde defalarca sordu. Üsame, neredeyse Müslümanlığından şüpheye düşecek hale geldi. Kendi kendine; Allah a söz veriyorum, bundan böyle lâ ilâhe illallah diyen hiçbir kimseyi öldürmeyeceğim dedi (İbn Sa d, a.g.e., II,119; İbnü l Esîr, Üsüdü l Gâbe, I, 80; İbn Hişam, a.g.e., II, 622; İbnü l-esîr, el-kâmil, II, 226) Hz. Âişe (r.an) diyor ki; Bir gün Üsame nin ayağı kapının eşiğine takılarak yere düştü ve yüzü yaralandı. Allah ın Rasûlü bana; Yüzündeki pisliği temizle dedi. Ben onu kirli görerek denileni yapmadım. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s); yüzündekileri emerek tükürmeye başladı (İbnü l-esîr, a.g.e., I, 80). 66 Haziran

67 İfk olayında Rasûlüllah (s.a.s) ashabından bazılarına danışarak Hz. Âişe hakkında görüşlerini öğrenmek istedi. Bu arada Üsame ye de düşüncesini sordu. Üsame, Hz. Âişe den övgüyle bahsederek, onu böylesi çirkin bir iftiradan tenzih etti (İbnü l-esîr, el-kâmil, II,197; İbn Hişam, a.g.e., II, 301). Rasûlüllah (s.a.s) H,11. yılda, büyük bir ordu hazırlayarak Üsame yi bu orduya kumandan tayin etti. Üsame nin komutası altında ashâbın birçok ileri gelenleri vardı. Bunlardan bazıları; Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Sa d b. Ebî Vakkas, Saîd b. Zeyd, Katâde b. en- Nu mân ve Seleme b. Eslem dir. Bunun üzerine, halktan bazı insanlar; Peygamber, ilk muhacirlere bir çocuğu komutan tayin etti! diyerek ileri geri konuşmaya başladılar. Bunu duyan Rasûlüllah, çok kızdı ve minbere çıkarak cemaate şöyle seslendi: Üsame hakkındaki sözleriniz bana ulaştı. Siz onun komutanlığını tenkid ettiğiniz gibi, daha önce babasının kumandanlığını da tenkit etmiştiniz. Gerçek şu ki, o komutanlığa layıktır. Nitekim babası da komutanlığa layıktı (İbn Sa d a.g.e., II, 189, 190; el-askalânî, a.g.e., I, 29). Üsame, söz konusu ordusuyla hareket etmek üzereyken, Allah Rasûlü dâr-ı bekâya irtihal etti. Bunun üzerine Üsame, Medine ye geri dönerek, Rasûlüllah (s.a.s) ın yıkanması, teklif ve defnedilmesi işlerinde Hz. Ali ye yardım etti. Defin işi tamamlandıktan sonra, Üsame ordusunun başına geçerek,şam a doğru hareket etti (İbn. Sa d a.g.e., II,189,190, 277, 279; el- Askalânî, a.g.e., I, 29; İbnü l-esîr, el-kâmil, II, 332). Üsame, Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) zamanında yapılan birçok savaşa iştirak etmiştir. Bunlardan biri, Müseylemetü l-kezzab a karşı yapılan savaştır ki, bu muharebede Halid b. Velid ile beraberdi (İbn Sa d a.g.e., IV, 316). Hz. Ömer (r.a) divan teşkilatını kurunca, Rasûlüllah (s.a.s) e yakınlık derecelerine ve savaştaki başarılarına göre, Müslümanlara ulûfe dağıtmaya başladı. Bu arada Üsame b. Zeyd e dört bin veya beşbin Haziran Rasûlüllah, çok kızdı ve minbere çıkarak cemaate şöyle seslendi: Üsame hakkındaki sözleriniz bana ulaştı. Siz onun komutanlığını tenkid ettiğiniz gibi, daha önce babasının kumandanlığını da tenkit etmiştiniz. Gerçek şu ki, o komutanlığa layıktır. Nitekim babası da komutanlığa layıktı dirhem kendi oğlu Abdullah a ise ikibin dirhem verdi. Abdullah babasına Neden Üsame ye bana verdiğinden daha fazla verdin? Halbuki onun katılmadığı savaşlara ben katıldım dedi. Buna karşı Hz. Ömer: Allah Rasûlü Üsame yi senden daha çok severdi. Üsame nin babasını da senin babandan daha fazla seviyordu diyerek oğlunu susturdu (İbn Abdi l-berr, a.g.e.; İbn Sa d, a.g.e., III; 296, 297; el-askalânî, a.g.e., I, 29; İbnü l-esîr, Üsdü l Gâbe, I, 80). Üsame; Hz. Osman (r.a) ın öldürülmesiyle ortaya çıkan fitnelere bulaşmamış, Hz. Ali ye de bey at etmemiş, onunla herhangi bir savaşa katılmamıştır. Bu çekimserliğini; Lâ ilâhe illallah diyen bir kimseyi öldürmeyeceğine dair ettiği yeminle izah etmiştir (İbn Abdi l-berr, a.g.e., I, 77; İbnü l-esîr, Üsüdil l-gâbe, I, 80). Hz. Ali ile Muaviye arasında meydana gelen çatışmalar sırasında Üsame bir süre Şam civarında bir beldede oturdu. Sonra Vadi l-kura ya geldi. Bir müddet de burada oturdu, ardından Medine ye gitti ve Muaviye nin hilafetinin sonlarına doğru Curf denilen yerde vefat etti. Vefat tarihi çeşitli rivayetlere göre, H. 54, 58, ya da 59 dur. Ebû Hüreyre, İbn Abbas, Ebû Osman et-hindî, Urve İbn Zübeyr, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe, Ebû Vâil ve başkaları Üsame den hadis rivayet etmişlerdir (İbn Abdi l Berr, a.g.e., I, 77; İbnü l Esir Usdü l - Gâbe, I, 81; el- Askalâni, a.g.e., I,129). 67

68 Hacı Şaban Efendi Vakfı(HAKEV) Ankara Şubesi Açıldı 16 mayıs 2015 günü HAKEV Ankara şubesi açıldı. Gölbaşı ilçesinde bulunan şubenin açılışı yoğun bir katılım ile gerçekleşti. Açılışa HAKEV genel başkanı Sezgin ÇAKIR genel merkez yönetim kurulu üyeleri Bahattin ELÇİ, Nazir DUMAN ve Naci MERT ile birlikte Gölbaşı belediye başkanı Fatih DURUAY, Gölbaşı müftüsü Yüksel KAYMAK, Siirt üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Dr. Yakup BASMACI hazır bulundu. Gölbaşı müftüsü Yüksel KAYMAK ın açılış duası ile başlayan programda HAKEV ankara şube başkanı Yrd. Doç Dr. Abdulkadir DEVELİ vakfın açılış amacını ve hedeflerini açıkladı. Abdulkadir DEVELİ yaptığı konuşmada gençlerimizin günümüz dünyasında karşılaştığı tehditlere karşı alınacak tedbirleri ve bunun için vakfın yapacağı çalışmalar hakkında bilgi verdi. Vakfımız bünyesinde özellikle gençler için Kur an, ilmihal, tefsir gibi derslerin yanında İngilizce ve Osmanlıca derslerinde verileceğini belirtti. HAKEV vakfı genel başkanı Sezgin ÇAKIR da yaptığı konuşma da vakıf kültürünün bizim toplumumuza has bir uygulama olduğunu vurgulayarak genel merkez olarak İstanbul da yakın zamanda 700 kişilik bir aşevi açılacağını da belirtti. Program davetlilere yemek ikramı ile sona erdi. 68

69 69

70 Musa KARACA Sevgili arkadaşlar, büyük bir heyecanla beklediğimiz yaz tatili 12 Haziran da başlıyor. Bir hafta sonra da on bir ay hasretle beklediğimiz Ramazan ayı başlamaktadır. Ramazan, rahmet ayıdır. Çünkü kutsal kitabımız Kur an-ı Kerim, bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Kur an-ı Kerim de bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen kadir gecesi, yine bu ay içinde kutlanır. Ayrıca İslam ın temel ibadetlerinden olan oruç da bu ayda tutulur. Bu nedenle Ramazan ayı, Müslümanlar için en kutsal aydır ve ona on bir ayın sultanı denilmiştir. Ramazan ayında bir başka heyecan yaşarız. İşlerimizi ibadetlerimize göre ayarlarız. İmsak vaktinde, uykunun yoğun olduğu bir vakitte kalkmak zor olsa da, sahur yapmakla başlayan ibadet aşkı; gün boyu tutulan oruçla rahmete dönüşür. Öyle ki, oruçlunun ağzındaki açlık kokusu; Allah katında misk kokusundan daha değerli sayılır. İftar vakti ise Rabbimizin oruçluya sevaplarını sunduğu andır. Teravih namazıyla devam eden rahmet, ertesi günün sahuruna kalkılmasıyla rahmet döngüsüne dönüşür. Tam bir ay bu rahmet döngüsü devam eder, en son Ramazan Bayramı yla taclandırılır. On bir ayda bir gelen bu fırsat kaçar mı? Tabii ki, kaçmaz. Öyleyse şimdiden Ramazan ı en güzel şekilde değerlendirebilmek için planınızı yapın ve kendinizi bu rahmet ayına hazırlayın. Bu rahmeti kaçırmak istemeyen küçük kardeşlerimizi Orucu tutabilir miyim? diye biraz tereddütlü görüyorum. Merak etmeyin. Siz de sahura kalkın, gücünüzün yettiği vakte kadar orucunuzu tutun. Yani tekne orucu tutun. Namazlarınızı ve teravih namazını ihmal etmeyin. İnşallah, Rabbimiz sizlere de aynı rahmeti verecektir. Neler yapabiliriz, derseniz size biraz ipucu verebilirim: Sahura kalkın, orucunuzu tutun, yaz tatiliyle birlikte başlayan Kur an kurslarına mutlaka devam edin. Ramazan, Kur an ayıdır. Kur an, bu ayda inmiştir. Kursta okuduklarınızı yeterli bulmayıp evde her gün bir cüz okuyarak Ramazan ayı sonuna kadar bir hatim yapınız. Camilerde okunan mukabeleleri takip ediniz. Peygamber Efendi mizin: Oruç bir zırhtır, bir kalkandır. Oruçlu kimse, kötü söz söylemesin. Eğer herhangi bir kimse kendisine sataşırsa ona: Ben oruçluyum. desin. hadisini unutmayınız. Şimdiden hayırlı Ramazanlar. Bu aya hürmet gerek Nîmete şükür gerek Mübârek Ramazan da Hakka ibâdet gerek. Göz aydın hepimize Mübârek günler bize On bir ayın sultanı Hoş geldin evimize Hava sıcak terlerim Birçok mâni derlerim Davet verdim bu akşam. Sizleri de beklerim. Ne uyursun ne uyursun Bu uykudan ne bulursun Al abdesti kıl namazı Cenneti alayı bulursun. 70

Rahmet Ayı RAMAZAN Pazar, 07 Haziran 2015 19:17

Rahmet Ayı RAMAZAN Pazar, 07 Haziran 2015 19:17 Ramazan ayı İslam inancının kendisine yüklediği önem sebebiyle halk arasında On bir ayın sultanı ve Şehr-i Mübârek (Mübârek Ay) olarak kabul edilmiştir. Ramazan ayı Müslümanların değerlendirmek için adeta

Detaylı

Peygamberimizin Ramazan ve Oruç günlüğünü şu şekilde özetlememiz mümkündür:

Peygamberimizin Ramazan ve Oruç günlüğünü şu şekilde özetlememiz mümkündür: Yüce Allah, Kur ân ında onu bize Üsve-i hasene/ en güzel örnek diye tanıtmıştır. O, her konuda bizim için en güzel örnek ve önderdir. O nun Ramazan farklılıkları ve oruç günlüğü de bizim için örnektir.

Detaylı

Ahmet Hamdi Tanpınar bunu ne güzel ifade etmiştir. Ne içindeyim zamanın. Nede büsbütün dışında. Yekpare geniş bir anın. Paçalanmaz akışında

Ahmet Hamdi Tanpınar bunu ne güzel ifade etmiştir. Ne içindeyim zamanın. Nede büsbütün dışında. Yekpare geniş bir anın. Paçalanmaz akışında Zaman, insan için en kıymetli bir nimet, paha biçilmez bir değerdir. Hayatın ta kendisidir. O yoksa hayat yok, o varsa her imkan vardır. Yaşamın adıdır zamana sahip olmak. O, Yüce Yaradandan insana tanınan

Detaylı

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları Kur ân-ı Kerim de Oruç Ey müminler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günler içinde Oruç tutmanız farz kılındı. Umulur ki, bu sayede, takva mertebesine

Detaylı

Kur'ân, Oruç, Ramazan ve Hz. Peygamber'in Oruç Günlüğü Salı, 17 Temmuz 2012 08:30

Kur'ân, Oruç, Ramazan ve Hz. Peygamber'in Oruç Günlüğü Salı, 17 Temmuz 2012 08:30 Günlük anlamına gelen ve Farsçadan dilimize geçmiş olan oruç kelimesinin Arapça karşılığı savm'dır. Kur'ân ayetlerinde savm/sıyam kelimeleri şu şekilde geçer: 1. Kur'ân bir ayetinde, orucun geçmiş toplumlara

Detaylı

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler 3. ÜNİTE: EN GÜZEL ÖRNEK HZ. MUHAMMED İN İBADETLERİ 3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler KAZANIMLARIMIZ O Bu ünitenin sonunda öğrenciler Hz. Muhammed'in: O 1. Öncelikle bir kul olarak davrandığını kavrar.

Detaylı

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla (Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Sizden kim, (o günlerde) hasta veya seferde ise o, (tutamadığı) günler sayısınca başka günlerde

Detaylı

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205) Zikir, hatırlayıp yâd etmek demektir. İbâdet olan zikir de Yüce Allah ı çok hatırlamaktan ibârettir. Kul, Rabbini diliyle, kalbiyle ve bedeniyle hatırlar ve zikreder. Diliyle Kur ân-ı Kerim okur, duâ eder,

Detaylı

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti Mektub-u Attar Muhammed İlyas Kadiri Razavi tarafından tüm İslami Erkek Kardeşlerine ve İslami Kız Kardeşlerine, Medaris El Medine ve Camiat El Medine nin erkek öğretmenler, erkek öğrenciler, kadın öğretmenler

Detaylı

Muharrem ayı nasıl değerlendirilmelidir?

Muharrem ayı nasıl değerlendirilmelidir? On5yirmi5.com Muharrem ayı nasıl değerlendirilmelidir? Muharrem ayı nasıl değerlendirilmelidir? Muharrem orucunun önemi nedir? Yayın Tarihi : 6 Kasım 2013 Çarşamba (oluşturma : 1/22/2017) Hayatın bütün

Detaylı

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar 1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar İÇİNDEKİLER KUR AN NEDİR? KUR AN-IN AMACI? İNANÇ NEDİR İBADET NEDİR AHLAK NEDİR KISSALAR AYETLER KUR AN NEDİR? Kur an-ı Hakîm, alemlerin Rabbi olan Allah ın kelamıdır.

Detaylı

Bazı Zaman ve Mekanların Ayrıcalığı Cuma, 04 Temmuz :00

Bazı Zaman ve Mekanların Ayrıcalığı Cuma, 04 Temmuz :00 Kur ân pek çok ayetinde, değişik isimlerle, zaman ve zaman dilimlerinden bahseder. Bazı zamanlara dikkat çeker. Tıpkı bazı mekanlara dikkat çektiği gibi. Aslında bütün zaman ve mekanların sahibi Yüce Allah

Detaylı

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir. 1- Ramazan ayının birinci gecesi kılınacak namaz: Bu gecede bir kimse 2 rekat namaz kılsa, her rekatta da KADİR SÜRESİNİ okursa; ALLAHÜ Teâlâ ( cc ) o kişiye 3 türlü kolaylık verir. Bu ay içinde orucu

Detaylı

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız 4. SINIFLAR (PROJE ÖDEVLERİ) Öğrenci No 1- Dinimize göre Helal, Haram, Sevap ve Günah kavramlarını açıklayarak ilgili Ayet ve Hadis meallerinden örnekler veriniz. 2- Günlük yaşamda dini ifadeler nelerdir

Detaylı

URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün. Dua. Dua İbadetin Özüdür. Niçin ve Nasıl Dua Edilir? Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den Dua Örnekleri BÖLÜM: 2

URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün. Dua. Dua İbadetin Özüdür. Niçin ve Nasıl Dua Edilir? Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den Dua Örnekleri BÖLÜM: 2 Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün URL: Dua Dua İbadetin Özüdür Niçin ve Nasıl Dua Edilir? Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den Dua Örnekleri BÖLÜM: 2 Dua Arapça kökenli bir kelime olup «istemek, davet etmek» demektir.

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com amaz Memduh ÇELMELİ NAMAZ: AYET ve HADİSLER «Namazı kılın; zekâtı verin ve Allah a sımsıkı sarılın...» (Hac, 78) Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber e itaat edin ki merhamet göresiniz. (Nûr, 56) «Muhakkak

Detaylı

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır. BÜYÜKLERİN HİKMETLİDEN SÖZLERİ Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır. Buyruldu ki; Faziletli kimseler için (hiçbir yer) gurbet sayılmaz. Cahilin ise

Detaylı

namazı kılmaları hususunda şöylesi bir yanlış ve tehlikeli bir uygulama vardır.

namazı kılmaları hususunda şöylesi bir yanlış ve tehlikeli bir uygulama vardır. Türkiye de Diyanet İşleri Başkanlığı nın belirlediği ve uyguladığı imsak vakti, oruca başlama ve sabah ezanın okunması ile Müslümanların sabah namazı kılmaları hususunda şöylesi bir yanlış ve tehlikeli

Detaylı

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir.

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir. Hoş Geldin Ya Şehri Ramazan Recep ve Şaban ayını mübarek kılıp bizi ramazan ayına ulaştıran rabbimize hamd olsun. Bu yazımızda sizinle ramazan ayıyla ilgili terimlerin anlamını inceleyelim. Ramazan: Hicri

Detaylı

3 Her çocuk Müslüman do ar.

3 Her çocuk Müslüman do ar. TAHR C * 1 Sözlerin en güzeli Allah ın kitabı, yolların en güzeli Muhammed in yoludur. Buhari, Edeb, 70; tisam, 2. z Müslim, Cuma, 43. z Nesai, Iydeyn, 22. z bn Mace, Mukaddime, 7. z Darimî, Mukaddime,

Detaylı

MERSİN İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAİZİN

MERSİN İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAİZİN VAİZİN TARİHİ VAKTİ ADI VE SOYADI UNVANI İLÇESİ YERİ KONUSU İbrahim KADIOĞLU İl Müftü Yard. Akdeniz Ulu Camii 17 Haziran 2015 Çarşamba 18 Haziran 2015 Perşembe 19 Haziran 2015 Cuma Yunus GÜRER İl Vaizi

Detaylı

KIRŞEHİR MÜFTÜLÜĞÜ 2018 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI

KIRŞEHİR MÜFTÜLÜĞÜ 2018 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI 29 Şevval Mehmet YAMAN İl Müftüsü Hoca Ahmet Yesevi Camii 15.5.2018 Salı Yatsıdan Önce RAMAZAN AYI VE ORUCUN FAZİLETİ 1 Ramazan Halil YILMAZ Vaiz Cacabey Camii 16.5.2018 Çarşamba Öğleden Önce ORUCA AİT

Detaylı

Hayatı Ramazan Kılmak Pazartesi, 31 Temmuz :44

Hayatı Ramazan Kılmak Pazartesi, 31 Temmuz :44 Mülkün sahibi olan Allah tır. O dilediğini alçaltan, dilediğini yükseltendir. Dilediğini dilediği şekilde yapandır. Ölçüyü o belirler. O nun ölçüsünü kullanmayanlar iki dünyada da bedbaht olurlar. O nun

Detaylı

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir. İBADET 1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir. 2 İslam ın şartı kaçtır? İslam ın şartı beştir.

Detaylı

İLİ : GENEL TARİH : 29.01.2016. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

İLİ : GENEL TARİH : 29.01.2016. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 29.01.2016 EN GÜZEL İSİMLER O NUNDUR Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah tır. Güzel isimler O nundur.

Detaylı

HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN!

HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN! HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN! Size bir hediye geliyor. Çok uzaktaki, en sevdiğin arkadaşın gönderiyor. İçerisinde neler mi var? Sevdiğin herşey. Arkadaşın önceden haber veriyor. Beklemeye başlıyorsun.

Detaylı

Gıybet (Hadis, Tirmizi, Birr 23)

Gıybet (Hadis, Tirmizi, Birr 23) Dedikodu (Gıybet) Gıybet Dedikodu (gıybet), birisinin yüzüne söylenmesinden hoşlanmadığı şeyleri arkasından söylemektir. O kimse söylenen şeyi gerçekten yapmış ise bu gıybet, yapmamış ise iftira olur (Hadis,

Detaylı

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ Kur an-ı Kerim : Allah tarafından vahiy meleği Cebrail aracılığıyla, son Peygamber Hz. Muhammed e indirilen ilahi bir mesajdır. Kur an kelime olarak okumak, toplamak, bir araya

Detaylı

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül 2009 17:55

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül 2009 17:55 Ramazan Manileri // Ahmet ağa uyursun uyursun Uykularda ne bulursun Kalk al abdest, kıl namaz Sabahleyin cenneti bulursun Akşamdan pilavı pişirdim Gene karnımı şişirdim Çok mani diyecektim ama Defteri

Detaylı

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun. Ahmet: Otur, hanım otur. Allah aşkına bir otur. Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun. Ahmet: Allah aşkına bir otur hanım. Sabahtan beri dolaşmaktan ayaklarımın

Detaylı

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir. Hastalık ve Yolculukta: Eğer bir insan hasta ise ve yolcu ise onun için oruç tutmak Kur an-ı Kerim de yasaktır. Bazı insanlar ben hastayım ama oruç tutabilirim diyor veya yolcuyum ama tutabilirim diyor.

Detaylı

Kur an ve Orucun Hedef Birliği Çarşamba, 08 Haziran :20

Kur an ve Orucun Hedef Birliği Çarşamba, 08 Haziran :20 Günlük anlamına gelen ve Farsçadan dilimize geçmiş olan oruç kelimesinin Arapça karşılığı savm dır. Kur ân ayetlerinde savm/sıyam kelimeleri şu şekilde geçer: 1. Kur ân bir ayetinde, orucun geçmiş toplumlara

Detaylı

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek 1.VE EN YÜCESİ: Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek 2.SEVİYE: Allah ın rızasını ve sevgisi kazanmak için 3.SEVİYE: Allah ın verdiği nimetlere(yaşam-akıl-yiyecekler

Detaylı

Anlamı. Temel Bilgiler 1

Anlamı. Temel Bilgiler 1 Âmentü Haydi Bulalım Arkadaşlar aşağıda Âmentü duası ve Türkçe anlamı yazlı, ancak biraz karışmış. Siz doğru şekilde eşleştirebilir misiniz? 1 2 Allah a 2 Kadere Anlamı Ben; Allah a, meleklerine, kitaplarına,

Detaylı

ikindi akşam Günün Duası:

ikindi akşam Günün Duası: Ramazan Günlüğüm Peygamber Efendimiz (S.A.V.): Eğer kullar, Ramazanın fazîletlerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi. buyurmuştur. Bu mübarek aya bizleri eriştiren Allah a hamdolsun.

Detaylı

Dua Dua, insan ile Allah arasında iletişim kurma yollarından biridir. İnsan, dua ederken Allah ın kendisini işittiğinin bilincindedir. İnsan dua ile dileklerini aracısız olarak Allah a iletmekte ondan

Detaylı

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ Bu Beldede İlim Ölmüştür Rivayet edildiğine göre Süfyan es-sevrî (k.s) Askalan şehrine gelir, orada üç gün ikamet ettiği halde, kendisine hiç kimse gelip de ilmî bir mesele hakkında

Detaylı

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN KUR AN KARANLIKLARDAN AYIDINLIĞA ÇIKARIR Peygamber de (şikayetle): Ya Rabbi! Benim kavmim bu Kur an ı (okumayı ve hükümlerine uymayı bırakıp hatta menedip onu) terkettiler. dedi. (Furkân /30) Elif, Lâm,

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Varlıklar Âlemi Meleklere İman Meleklerin

Detaylı

GÜNAH ve İSTİĞFAR. Israr etmek kişiyi nasıl etkiler

GÜNAH ve İSTİĞFAR. Israr etmek kişiyi nasıl etkiler GÜNAH ve İSTİĞFAR Israr etmek kişiyi nasıl etkiler Peygamber (s.a.v) Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Hiçbir küçük günah yoktur ki, ısrarla işlenilmeye devam edildiği halde büyümesin. Ve

Detaylı

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a): Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a): da: - Yavrum ne oldu niye acele acele camiye koşuyorsun? der. Bu soruya karşılık çocuk - Efendim,

Detaylı

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

KUR'ANDAN DUALAR. Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru. ( Bakara- 201 ) KUR'ANDAN DUALAR "Ey Rabbimiz Bizi sana teslim olanlardan kıl, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yerlerimizi göster, tövbemizi kabul et zira tövbeleri kabul eden, çok merhametli

Detaylı

İslam büyükleri, Allah yolunda geçirilmeyen senelerini ömürlerinden saymamışlardır. Çünkü O nun yolunda geçirilmeyen her an israftır, boşa gitmiştir.

İslam büyükleri, Allah yolunda geçirilmeyen senelerini ömürlerinden saymamışlardır. Çünkü O nun yolunda geçirilmeyen her an israftır, boşa gitmiştir. Zaman, Yüce Allah ın üzerimizdeki en büyük nimetlerinden biridir. Zaman, Allah ın bize emanetidir. Tüm emanetler gibi, bu büyük emaneti de yerli yerince kullanıp kullanmadığımızdan hesaba çekileceğiz.

Detaylı

Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.

Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6. 40 HADİS 1 ( : : ) (Allah Rasûlü) Din nasihattır/samimiyettir buyurdu. Kime Yâ Rasûlallah? diye sorduk. O da; Allah a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara diye cevap

Detaylı

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KADİR GECESİ

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KADİR GECESİ BİR ÖMRE BEDEL BİR GECE : KADİR GECESİ (Hükümleri) apaçık olan Kitab a andolsun ki, gerçekten biz, onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz (insanları Kur an la ) uyarıcıyız. (Duhan: 2-3) (O sayılı günler)

Detaylı

Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet gününde onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır, onlara elim bir azap vardır:

Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet gününde onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır, onlara elim bir azap vardır: Hayatımız başlangıçtan ölüm anına kadar seyr halindedir. Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler seyir halindeki arabamıza yön veren işaret levhaları gibidir. Bazı işaretleri algılama, refleks haline dönüşmüşken

Detaylı

TEMİZLİK HAZIRLAYAN. Abdullah Cahit ÇULHA

TEMİZLİK HAZIRLAYAN. Abdullah Cahit ÇULHA TEMİZLİK HAZIRLAYAN Abdullah Cahit ÇULHA TEMİZLİK MADDİ TEMİZLİK MANEVİ TEMİZLİK İslam dini, hem maddî, hem de manevî temizliğe büyük bir önem vermiştir. Bu iki kısım temizlik arasında büyük bir ilgi vardır.

Detaylı

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86)

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86) 1) Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86) 2) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: Müslüman ın Müslüman üzerindeki hakkı

Detaylı

SEÇİM VE GEÇİM Perşembe, 31 Ekim 2013 09:31

SEÇİM VE GEÇİM Perşembe, 31 Ekim 2013 09:31 Tarih boyunca hayatın her alanında özellikle de evlilik-aile hayatı ve yönetim-iktidar alanında seçim ve geçim çok önemli unsurlardır. Seçim ile geçim iç içedir, geçim seçime bağlıdır. Geçim yani nasıl

Detaylı

URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün. Ramazan Ayı ve Önemi. Ramazan Orucu. Ramazan Ayı ve Oruçla İlgili Kavramlar. Muharrem Orucu BÖLÜM: 1

URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün. Ramazan Ayı ve Önemi. Ramazan Orucu. Ramazan Ayı ve Oruçla İlgili Kavramlar. Muharrem Orucu BÖLÜM: 1 Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün URL: Ramazan Ayı ve Önemi Ramazan Orucu Ramazan Ayı ve Oruçla İlgili Kavramlar Muharrem Orucu BÖLÜM: 1 Günleri, geceleri, haftaları ya da ayları değerli kılan, bu zamanlarda

Detaylı

Dua ve Sûre Kitapçığı

Dua ve Sûre Kitapçığı Dua ve Sûre Kitapçığı Hazırlayan: Melike MÜFTÜOĞLU instagram.com/oyunveetlinliklerledinogretimi SÜBHANEKE DUASI Allah ım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih eder ve överim. Senin

Detaylı

Zaman Anlayışımız ve Ramazan Çarşamba, 08 Haziran :17

Zaman Anlayışımız ve Ramazan Çarşamba, 08 Haziran :17 Ramazan kendi başına mübarek ve değerli bir aydır, oruç da kendi başına önemli bir ibadettir. Bu iki müstesna kudsiyet bir araya geldiğinde ortaya çıkan Ramazan orucu olgusu, müminler için hem emsalsiz

Detaylı

Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar

Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar Camiye Girerken Allah ın adıyla, Allah ın Resulüne salat ve selam olsun. Allah ım, hatalarımı bağışla ve bana rahmet kapılarını aç. Camiden Çıkarken Allah ın adıyla, Allah

Detaylı

ALLAH IN EVLERİNDE MİSAFİRLİK: İTİKAF MESCİDLER ALLAH A YAKLAŞMA YERLERİDİR

ALLAH IN EVLERİNDE MİSAFİRLİK: İTİKAF MESCİDLER ALLAH A YAKLAŞMA YERLERİDİR MESCİDLER ALLAH A YAKLAŞMA YERLERİDİR Şüphesiz ki (bütün) secde edilen yerler/mescidler Allah( a yaklaşmak ve O na teslimiyeti göstermek) içindir. O halde Allah ile beraber (başka) birine (sığınıp) yalvarmayın.

Detaylı

Dini Ve Kültürel Değerlerimizde Üç Aylar Perşembe, 01 Mayıs :42

Dini Ve Kültürel Değerlerimizde Üç Aylar Perşembe, 01 Mayıs :42 İnsanların bedenleri ve organları birbirinden farklı olmadığı halde, Cenab-ı Hakkın bazılarına ihsan etmiş olduğu akıl, anlayış, Rabbine ibadet ve taat sayesinde bu özellikler kendilerinde bulunmayanlardan

Detaylı

Muhammed Salih el-muneccid

Muhammed Salih el-muneccid KABİRDEKİ HAYATIN TABİATI NASILDIR? [ Türkçe ] طبيعة الحياة في القبر [باللغة التركية [ Muhammed Salih el-muneccid محمد بن صالح المنجد Terceme eden : Muhammed Şahin ترجمة: محمد بن مسلم شاهين Tetkik eden

Detaylı

Orucun hükmü ve hikmeti nedir? ما حكم الصيام وحكمته. Abdurrahman b. Nâsır es-sa'dî

Orucun hükmü ve hikmeti nedir? ما حكم الصيام وحكمته. Abdurrahman b. Nâsır es-sa'dî Orucun hükmü ve hikmeti nedir? ما حكم الصيام وحكمته ] تر [ Türkçe Turkish Abdurrahman b. Nâsır es-sa'dî Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin 2010-1431 1 ما حكم الصيام وحكمته» باللغة ال ية «عبد

Detaylı

GECE NAMAZI, SALİHLERİN İŞİDİR

GECE NAMAZI, SALİHLERİN İŞİDİR GECE NAMAZI, SALİHLERİN İŞİDİR Farz namazlardan sonra en değerli nafile namazın gece namazı teheccüd olduğu herkesçe bilinen bir hakikattir. Gecenin ihya edilmesi yönündeki en önemli amel de gece namazıdır.

Detaylı

Peygamberimizin (sav) Ramazan Ayı nı İhya Edişleri

Peygamberimizin (sav) Ramazan Ayı nı İhya Edişleri Peygamberimizin (sav) Ramazan Ayı nı İhya Edişleri http://yenidunyadergisi.com// 2015 HAZİRAN sayısında yayınlanmıştır Ebû Hüreyre (ra) den Rasûlullâh In (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Kim inanarak

Detaylı

2016 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

2016 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI TARİH GÜN VAKİT ADI-SOYADI UNVANI VAAZIN VERİLECEĞİ YER VAAZIN KONUSU AHMET ERDEM İL MÜFTÜSÜ ALİPAŞA CAMİİ Oruçlunun Dikkat Etmesi Gereken Hususlar ÜNAL TAN İL MÜF. YARD. ŞEHİTLER CAMİİ Oruçlunun Dikkat

Detaylı

UMRE YAPMANIN FAZİLETİ

UMRE YAPMANIN FAZİLETİ UMRENİN FAZİLETİ UMRE YAPMANIN FAZİLETİ İbn Mâce deki rivayet şöyledir: Hz. Aişe (r.a) der ki: Ey Allah ın Resulü, kadınlara da cihad var mıdır? Efendimiz (s.a.v): Evet, içinde savaş olmayan bir cihad

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com Ramazan ve Oruç Hazırlayan: Memduh ÇELMELİ İzmir / 2016 dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com Ramazan ve Oruç Hazırlayan: Memduh ÇELMELİ İzmir / 2016 dinkulturuahlakbilgisi.com Ramazan ve Oruç Hazırlayan: Memduh ÇELMELİ İzmir / 2016 Ramazan 11 Ayın Sultanıdır Kur an Ayıdır Oruç Ayıdır Rahmet Ayıdır Kur an ın indirildiği aydır. Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu

Detaylı

EDİRNE İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 MERKEZ 4. DÖNEM VAAZ (EKİM, KASIM, ARALIK) VE İRŞAT PROGRAMI

EDİRNE İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 MERKEZ 4. DÖNEM VAAZ (EKİM, KASIM, ARALIK) VE İRŞAT PROGRAMI 5.10.2015 Pazartesi 06.10 2015 Salı Y.ÇİFTÇİ S.AL Y.ÇİFTÇİ 7.10.2015 Çarşamba Y.ÇİFTÇİ 15:00 8.10.2015 Perşembe S.AL S.AL 9.10.2015 Cuma E.ÜZÜM S.AL Y.ÇİFTÇİ 15:00 E.ÜZÜM (Siyer ) Mirac ve Hediyesi Namaz

Detaylı

KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti)

KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti) KURAN YOLU- DERS 3 (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti) DERSTE GEÇEN KAVRAMLAR 1) Mübin : Açık ve Açıklayan. Kur an ın sıfatlarındandır. Kur an sadece

Detaylı

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak " " dersek h 6. olarak sadaka verme.

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak   dersek h 6. olarak sadaka verme. M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI lar aha beteri dir... 1. -3-5 veya 7 2. Y 3. : me sem. 1 (B bir olmaz) 4. a bakarak " " 5. sek, dersek h 6. olarak sadaka verme. 2 3 k, iyilik yapmak, anaya -

Detaylı

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a): Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a): - Yavrum ne oldu, niye acele acele camiye koşuyorsun? der. Çocuk da: - Efendim, namaza gidiyorum.

Detaylı

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi;

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi; Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi; 1) Güçlük içinde ve çok zor durumda olan insanın, 2) Savaş altındaki insanın

Detaylı

BEP Plan Hazırla T.C Osmangazi Kaymakamlığı HAMİTLER TOKİ MTAL Müdürlüğü Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

BEP Plan Hazırla T.C Osmangazi Kaymakamlığı HAMİTLER TOKİ MTAL Müdürlüğü Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı BEP Plan Hazırla T.C Osmangazi Kaymakamlığı HAMİTLER TOKİ MTAL Müdürlüğü Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı Öğrenci : HİDAYET KENAR Eğitsel Performans Duanın Allah tan

Detaylı

Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti

Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti Hz. Ali (kv) bildiriyor: Resulullah (sav) bir gün beni huzuruna çağırdı: "Ya Ali! Senin bana yakınlığın, Harun Peygamberin Musa Aleyhisselama olan yakınlığı gibidir.

Detaylı

AİLE KURMAK &AİLE OLMAK

AİLE KURMAK &AİLE OLMAK AİLE KURMAK &AİLE OLMAK Dr. Fatma BAYRAKTAR KARAHAN Uzman-Ankara Aile Nedir? Aile kelimesinin kökü, ğavl dir. Bu kelime, ağır bir sorumluluk altına girmek demektir. Bu kökten gelen aile ise, birini çekince

Detaylı

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri 1 ) İlahi kitapların sonuncusudur. 2 ) Allah tarafından koruma altına alınan değişikliğe uğramayan tek ilahi kitaptır. 3 ) Diğer ilahi

Detaylı

TEOG 2. MERKEZİ ORTAK SINAVLAR DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ DERSİ BENZER SORULARI

TEOG 2. MERKEZİ ORTAK SINAVLAR DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ DERSİ BENZER SORULARI TEOG SINAV SORUSU-1 1. Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder. Bu hadiste verilen mesaj aşağıdaki ayetlerin hangisinde

Detaylı

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün URL: Kültürümüzden Dua Örnekleri Güzel İş ve Davranış: Salih Amel İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 Kültürümüzde birçok dua örneği

Detaylı

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir; Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla 3 Bu güvenli belde şahittir; 1 4 1 İNCİR AĞACI ve zeytin (diyarı) şahittir! 4 Doğrusu Biz insanı en güzel kıvamda yaratmış, 2 İncir ile Hz Nuh un tufan bölgesi olan

Detaylı

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım. TEMEL DİNİ BİLGİLER 1 Rabbin kim? Rabbim Allah. 2 Dinin ne? Dinim İslam. 3 Kitabın ne? Kitabım Kur ân-ı Kerim. 4 Kimin kulusun? Allah ın kuluyum. 5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu

Detaylı

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm: Hatim-i Esam hazretleri, hocası Şakik-i Belhi hazretlerinin yanında 33 sene kalır, ilim tahsil eder. Hocası, bu zaman içinde ne öğrendiğini sorduğu zaman, sekiz şey öğrendiğini söyler ve bunları hocasına

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli? Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli? EVLENİRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ? Peygamber (sav) Efendimiz den Abdullah ibn-i Ömer RA ın bir hadisini bu münasebetle hatırlayalım, duymuşsunuzdur: (Lâ tenkihun-nisâe

Detaylı

Ramazanda Devamlı Kur ân Okuyalım Pazartesi, 31 Temmuz :47

Ramazanda Devamlı Kur ân Okuyalım Pazartesi, 31 Temmuz :47 Ramazan ayı Kur ân ayıdır; Kur ân-ı Kerîm in indiği aydır. Hz. Peygamber efendimiz, her Ramazan ayında Kur ân-ı Kerîm i baştan sona okur, Hz. Cebrâil de dinlerdi. Vefatından önceki Ramazan ayında Hz. Peygamber

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com Konu Anlatımı MELEKLER Hazırlayan Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com Konu Anlatımı MELEKLER Hazırlayan Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com Konu Anlatımı MELEKLER Hazırlayan Memduh ÇELMELİ Varlıklar Âlemi Evrende bulunan varlıklar yalnızca duyularımızla algılayabildiklerimizden ibaret değildir. Âlemde görünen ve görünmeyen sayısız varlık bulunmaktadır.

Detaylı

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır. İslam a göre kadınlar erkeklerden daha değersiz kabul edilmez. Kadınlar ve erkekler benzer haklara sahiptirler ve doğrusu bazı hususlarda kadınlar, erkeklerin sahip olmadığı bazı belirli ayrıcalıklara

Detaylı

BANDIRMA MÜFTÜLÜĞÜ 2014 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI (27 Haziran - 28 Temmuz)

BANDIRMA MÜFTÜLÜĞÜ 2014 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI (27 Haziran - 28 Temmuz) BANDIRMA MÜFTÜLÜĞÜ 2014 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI (27 Haziran - 28 Temmuz) V A İ Z İ N ADI - SOYADI ÜNVANI VAAZIN YERİ VAAZIN GÜNÜ VE SAATİ VAAZIN KONUSU Cahit ÇETİN Müftü Haydarçavuş Camii

Detaylı

CİHADA DENKTİR Evet, içinde savaş olmayan bir cihad var ki hac ve umredir Küçüğün, büyüğün, zayıfın, kadının cihadı hac ve umredir.

CİHADA DENKTİR Evet, içinde savaş olmayan bir cihad var ki hac ve umredir Küçüğün, büyüğün, zayıfın, kadının cihadı hac ve umredir. UMRE DİNİ SUNUM UMRENİN FAZİLETİ CİHADA DENKTİR Hz. Aişe (r.a) Efendimiz e (s.a.v) sorar: Ey Allah ın Resulü, kadınlara da cihad var mıdır? Efendimiz (s.a.v): Evet, içinde savaş olmayan bir cihad var ki

Detaylı

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE SADAKA-I FITR İbni Abbas (r.a) şöyle buyurmuştur:

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE SADAKA-I FITR İbni Abbas (r.a) şöyle buyurmuştur: ATEŞTEN KORUNMANIN YOLU: SADAKA Arınmak için, malını (sırf Allah rızası için) veren en takvâlı (Allah ın emirlerine en uygun yaşayan) kimse ise, o (ateşin azabı)ndan uzaklaştırılacaktır. Leyl/17-18 Sevdiğiniz

Detaylı

2016 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

2016 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI 1 İsmail İPEK İl Müftüsü Sultan Bayezit Camii 5.6.2016 Pazar Yatsı Rahmet Ayı Ramazan 2 Mehmet BUŞKUN Vaiz Sultan Bayezit Camii 6.6.2016 Pazartesi Öğle Rahmet Ayı Ramazan 3 Adem AYRANCI Müftü Yardımcısı

Detaylı

Kur an ın Bazı Hikmetleri

Kur an ın Bazı Hikmetleri Kur an ın Bazı Hikmetleri Allah Teala kıble hususunda derin tartışmalara giren insanların görüşünü: İyilik, yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. ayetiyle reddetmiştir. Ki onların bir kısmı,

Detaylı

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır. İslam çok yüce bir dindir. Onun yüceliği ve büyüklüğü Kur an-ı Kerim in tam ve mükemmel talimatları ile Hazret-i Resûlüllah (S.A.V.) in bu talimatları kendi yaşamında bizzat uygulamasından kaynaklanmaktadır.

Detaylı

2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN

2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN 2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN VAİZİN TARİHİ GÜNÜ VAKTİ ADI SOYADI ÜNVANI GÖREV YAPACAĞI YER KONUSU 1.01.2016 Cuma Öğleden Önce Şevket ŞİMŞEK Uzman Vaiz Mermerler Camii SORUMLU

Detaylı

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama:

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama: Yolun Kenarına Diken Eken Adam Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama: - Bu dikenleri sök, insanları

Detaylı

Abdullah b. Abdurrahman el-cibrîn

Abdullah b. Abdurrahman el-cibrîn RAMAZAN GECELERİNDE KILINAN NAMAZIN CEMAATLE EDÂSININ MEŞRULUĞU ] ريك Turkish [ Türkçe Abdullah b. Abdurrahman el-cibrîn Terceme: Muhammed Şahin Tetkik: Ali Rıza Şahin 2011-1432 وعية اجلماعة يف قيام رمضان»

Detaylı

TEPEBAŞI İLÇESİ 2016 YILI RAZAMAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI

TEPEBAŞI İLÇESİ 2016 YILI RAZAMAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI S.NO TEPEBAŞI İLÇESİ 2016 YILI RAZAMAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAAZ EDENİN VAAZIN TARİH ADI SOYADI UNVANI YERİ VAKTİ KONUSU Tepebaşı Camii 1 05.06.2016 29 Şaban Nalbant Camii Rahman Camii Ramazan'a

Detaylı

Selamın Veriliş Şekli: Selam verildiği zaman daha güzeliyle veya aynısıyla karşılık vermek gerekmektedir. Allah

Selamın Veriliş Şekli: Selam verildiği zaman daha güzeliyle veya aynısıyla karşılık vermek gerekmektedir. Allah Arapça da barış, esenlik ve selamet gibi anlamlara gelen selam kelimesi, ilk insan ve ilk peygamber Âdem den (a.s.) beri vardır: Allah Ademi yarattığı vakit, git şu oturan meleklere selam ver, selamını

Detaylı

Teravih Namazı - Gizli ilimler Sitesi

Teravih Namazı - Gizli ilimler Sitesi Niçin Teravih Namazı denilmiştir? Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınan namaz. "Teravih" kelimesi Arapça, "Terviha"nın çoğuludur ve "oturmak, istirahat etmek'" anlamına gelmektedir. Teravih namazı

Detaylı

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE)

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE) 7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE) ÖĞRENCİNİN ADI-SOYADI: SINIFI: NO: 1 1. ETKİNLİK: BOŞLUK DOLDURMA ETKİNLİĞİ AYET-İ KERİME SÜNNET KISSA CENNET TEŞVİK HAFIZ 6236

Detaylı

1. EÛZÜ ÖĞRENELİM ANLAMI. 1. Kovulmuş Şeytan dan Allah a sığınırım.

1. EÛZÜ ÖĞRENELİM ANLAMI. 1. Kovulmuş Şeytan dan Allah a sığınırım. SÛRELERİMİZİ tefekkürle ÖĞRENİYORUZ 1. EÛZÜ ÖĞRENELİM ANLAMI 1. Kovulmuş Şeytan dan Allah a sığınırım. Benim adım Eûzü. İsmimin anlamı Sığınırım, yardım isterim. Bir tehlike ile karşılaştığınızda güvenilir

Detaylı

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6] K U R B A N Şartlarını hâiz olub,allah a yaklaşmak amacıyla kesilen kurban;hz. Âdem in çocuklarıyla başlayıp [1],Hz. İbrahim-in oğlu İsmail-in kurban edilmesinin emredilmesi[2],daha sonra onun yerine koç

Detaylı

Güzel Ahlâkı Kazanmak

Güzel Ahlâkı Kazanmak Ramazan, Allah a yakınlaşma vesilesidir. Oruç tutan insan Allah ın beğendiği davranışlar sergilemeye, nefsinin tutkularından sakınmaya çalışır. Şeytana karşı dikkatli ve şuurludur, vicdanının doğruyu fısıldayan

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ KURBAN: AYET ve HADİSLER Biz, her ümmet için Allah ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine onun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık. İlahınız,

Detaylı

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE ORUÇ

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE ORUÇ TAKVAYA ERMENİN YOLU; ORUÇ (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur an; insanlara hidayet (doğru yol) rehberi, doğru yolun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak onda(ki Kadir gecesinde) indirildi.

Detaylı

NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ. Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid. Terceme edenler. Muhammed Şahin. Tetkik edenler Ümmü Nebil

NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ. Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid. Terceme edenler. Muhammed Şahin. Tetkik edenler Ümmü Nebil NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ حكم الصلاة مع الجماعة ] باللغة التركية [ Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid ألفه الشيخ: محمد صالح المنجد Terceme edenler Muhammed Şahin ترجمه: محمد

Detaylı