Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download ""

Transkript

1 MERKANTİLİZM VE FİZYOKRASİ MERKANTİLİZM Merkantilizm, yılları arasında yani Ortaçağ ve Fizyokrasi arasındaki dönemde gelişen iktisadi düşüncelerin bütünüdür. Merkantilistlerin temel ilkeleri şöyledir: - Merkantilizm, moneter bir doktrindir. Amaç, para miktarını arttırmaktır. Değerli madenlerin hakimiyeti esasına dayanan bu görüşte milli servet değerli madenlerin çokluğuyla ölçülür. - Müdahaleci bir doktrindir. Devletçiliği benimseyen bu görüşte devlet, iktisadi faaliyetleri belirlemeli ve yönetmelidir. - Yukarıdaki iki ilke, beraberinde «dış ticarete önem verme» ilkesini getirir. Buna göre dış ticaret, ülkeye daha çok değerli maden girmesi için yapılmalıdır. Amaç, aktif (ihracat>ithalat) bir dış ticaret bilançosudur. - Merkantilizmin sanayileşme anlayışı, nüfus artışını da beraberinde getirir. Çünkü, emek arzının artışı ücretleri düşüreceğinden sanayi üretimi ve ihracat artar. - Nüfus hareketleri ve tarımsal üretim ilişkisi (tarımsal üretimin arttığı dönemlerde toplam tarımsal gelirin düşmesi) şeklindeki King Kanunu ilk kez bu dönemde ortaya konmuştur. - Paranın miktar teorisinin çok ilkel bir ifadesi burada yer alır. Buna göre; MV=PT şeklindeki Fisher denkleminde V' nin etkisi açıkça belirlenmemekle beraber lüks mal talebinin yükselişinin fiyat artışlarını körüklemesi dolayısıyla harcamaların hızlanması (J. Bodin) şeklindeki tespit, V' nin kavranmış olduğu şeklinde yorumlanabilir. - Paranın değeriyle ilgili olarak da madeni paraların ayarındaki değişmelerin piyasalarda dengesizliğe yol açacağını savunan «kötü para iyi parayı kovar» ilkesi de bu dönemden kalan bir görüştür. İngiliz Merkantilizmi Ticari Merkantilizm olarak da bilinen bu görüşün dört amacı vardır: - Sömürgeciliği geliştirerek deniz gücünü arttırmak, - İthalattan fazla ihracat yapmak (sanayi ürünleri için), - İhracattan fazla ithalat yapmak (tarım ürünleri için), - Milli sanayiyi ikinci planda bırakmak, Fransız Merkantilizmi - Colbertizm olarak da bilinen bu görüş, temelde sanayiye yönelik ve devletçidir. - Amaç; para stokunu arttırmak olup bu, sanayinin gelişmesine bağlanmıştır. - Sanayinin gelişmesi için devlet, ihraç mallarının fiyatını düşürecek şekilde politikasını ayarlamalı, çeşitli eyaletler arasında gümrükler kaldırılmalıdır. Fizyokrasiyi de önemli ölçüde etkileyen bu görüşün temsilcileri; J. B. Colbert ve R. Cantillion' dur.

2 Jean Baptist COLBERT Fransız Merkantilizmi'nin kurucusu sayılabilir.fransız Merkantilizmi' ne yaptığı katkıdan dolayı Colbert' in görüşlerine Colbertizm de denmiştir. Temel görüşleri şöyledir: - Colbert' e göre sanayileşmenin amacı altın biriktirebilmektir. Bunun için dış ticarette ihracat arttırılmalıdır. - Colbert' in sanayileşme anlayışı üç aşamalıdır: 1) İktisadi liberalizm aşaması: ticaret için hürriyet ve güven gereklidir. 2) Himayeci merkantilizm aşaması: devlet himayeciliği tekrar göze çarpar. 3) Liberalizme dönüş aşaması: Amaç; ticaretin tamamen serbest bırakılmasıdır. Richard CANTILLON Fransız Merkantilizmi'nin temsilcilerinden olan R.Cantillon'un bazı görüşleri şöyle sıralanabilir: - Cantillon'a göre İki türlü değer vardır: 1) Malın Öz değeri (üretim faktörünün miktar ve nitelik olarak ölçüsü), 2) Malın piyasa değeri (arz ve talebe göre oluşan değer), - Uluslararası ticaret konusunda; ülkeden değerli maden çıkarılması yerine daha fazla ihracat yoluyla değerli madenin ülkeye girmesini savunur. - Cantillon para hacmi ve parasal değişmeleri incelemiş, özellikle enflasyonla ilgilenmiştir. Alman Merkantilizmi - Milli ekonomi gelişmelidir. Bu açıdan devlet müdahalesi kaçınılmazdır. - Uluslararası ticarete - özellikle ihracat artışına - önem verilmelidir. - Nüfus arttırılmalıdır. - Tarım korunmalıdır. Alman Merkantilizmi' nin daha sonraları ortaya çıkan Tarihçi Okul' a etkisi olmuştur. Diğer Merkantilist yazarlar ise şöyledir: Thomas MUNN Alman Merkantilizmi'nin temsilcilerinden olan T.Munn'un görüşleri şöyledir:

3 - Refahı sağlamak için özellikle dış ticarete önem verilmelidir (ihracat>ithalat). İç ve dış ticarette devlet müdahalesi olmamalıdır. - Sert önlemlerle fiyat hareketlerinin önüne geçilebilir. - Para miktarının, ithalat ve ihracat karşılaştırmasıyla belirlenmesi gerekir. - Devletin gücü; sahip olduğu para ve maden stokuyla ölçülür. William PETTY Bazı görüşleriyle Merkantilist sayılan yazar, liberal iktisada öncülük etmiştir. W.Petty'nin bazı temel görüşleri şöyledir: - Objektif değer kavramının temellerini atmıştır. Değeri oluşturan unsurlar arasında emeğin yanında toprağın da bulunduğunu savunur. - Rant kavramını modern anlamda ele alan ilk yazardır. Petty' e göre rant; işçinin geçimi için gerekli harcamanın üretim maliyetinden çıkarılmasından sonra kalan fazlalıktır. - Faizi, bir kimsenin parasını bir başkasına belli bir süre geçmeden geri istememek şartıyla vermesi halinde aradan geçen sürede katlandığı zahmet için aldığı karşılık olarak tanımlar. - Petty'e göre fiyat, değerin ölçüsüdür. Değerin temeli ise emektir. Fiyatın temeli emek olduğuna göre emek, «gerçek fiyat»tır. «Mübadele fiyatı» ise rekabet piyasasındaki fiyattır. - Nüfusun artışından yanadır. Sir Dudley NORTH Alman Merkantilizmi'nin gelişimine büyük katkıda bulunan North, Merkantilist düşüncelere sahip olsa da Liberalizm' in öncülerindendir.bazı temel görüşleri şöyledir: - Rant nasıl toprağın kiralamasının karşılığı ise faiz de paranın kiralanmasının karşılığıdır. - Sermaye, kendi kendini büyüten bir değerdir. Gerçek zenginler para sahibi olanlar değil, toprak sahipleri (sermayedarlar)dır. - Fiyat, malın parayla ifade edilen eş-değeridir. - Serbest ticaret herkes için yararlı ve kazançlıdır. 1750' li yıllarda ticari kapitalizmin sınai kapitalizme dönüşmesiyle liberalizme geçiş zorunluluğu, devletin aşırı müdahalesinin olumsuz etkileri, burjuvazinin genişlemesiyle sosyal ve ekonomik dengelerin bozulması, vb... sebepler Merkantilizmin sonunu hazırlamış ve Doğal Düzen filozoflarının temelini oluşturduğu Fizyokrasi akımı ortaya çıkarak yılları arasında varlığını sürdürmüştür. DOĞAL DÜZEN FİLOZOFLARI

4 Doğal Düzen, doğanın gücü anlamına gelip insan topluluklarının tabii bir kanunla yönetilmesi demektir. Doğal Düzen, Fizyokrasinin temelini oluşturan. Doğal Düzen; toprakta ve taşınabilir mallarda özel mülkiyeti, anlaşma özgürlüğünü, iktisadi girişim özgürlüğünü, serbest girişimi gerektirir. Tüm bireyler için eşit özgürlük ile karşılıklı hak ve görev, toplum mutluluğunun maksimumlaştırılması için gereklidir. Bu görüşün temsilcileri şunlardır. John LOCKE Doğal düzenin temelini oluşturan görüşlere sahip olan J.Locke'a göre; - Toplumu yöneten doğal yasalara bağlı olarak tek tek insanlardan oluşan toplumlar, doğal bir düzen oluşturabilirler. Bunun tek şartı ise insanları doğuştan özgür ve eşit kabul etmektir. - Para konusunda; miktar kuramının, paranın dolanım hızının ve birikiminin etkileri önemlidir. Paranın iki değeri vardır.: 1) Kullanım değeri; faiz oranı ile belirlenir. 2) Mübadele değeri; para ve mal miktarı arasındaki orana göre belirlenir. - Değerin tek kaynağı emektir. Toprak, değerin kaynağı olamaz. - Faiz, paranın kiralanmasının karşılığıdır. Faiz oranını ise dolanımda bulunan paranın oranı belirler. David HUME - Doğal düzeni temel alarak Liberalizme öncülük eden yazara göre üç doğal yasa vardır: 1) Özel mülkiyetin istikrarı, 2) Mülkiyetin serbestçe el değiştirmesi, 3) Sözleşmelere ilişkin taahhütlerin yerine getirilmesi. Sonraları liberalizmin temel ilkelerinden olan «görünmez el» ilkesinin kökleri, Hume' un görüşlerine dayanır. - Hume'a göre ticaret (özellikle dış ticaret), bireyin refahı yanında devletin gücünü de arttırır. Hume, merkantilistlerin «ticarette bir tarafın kazançlı, bir tarafın kayıpta olacağı» görüşüne karşıdır. Hume «ticaret, iki taraf için de yararlıdır görüşünü benimser». Bu görüş literatürde «otomatik denge teorisi» olarak yer alır. FİZYOKRASİ - Doğal düzeni savunan bu görüşe göre toplumsal ve ekonomik kurallar doğal bir kanun gücüyle oluşur. - Üretimde tek verimli alan tarımdır. Tarım, tüketilenden daha fazla üretime yol açar. Oluşan bu fazlalık Fizyokratlar' ca «net hasıla»olarak ifade edilir. Diğer faaliyetler (ticaret, sanayi) ise kısırdır, çünkü net hasıla oluşturmazlar. - Gelir dağılımı teorisi açısından net hasılaya dayanarak toplum üç sınıfa ayrılır. Verimli sınıf (çiftçiler), toprak sahipleri, kısır sınıf (sanayici ve tüccarlar). Quesnay tarafından oluşturulan «ekonomik tablo»ya göre bu sınıflararası gelir dağılımı şöyledir: Çiftçiler, topraktan sağladıkları net hasılayı toprak sahiplerine kira olarak verirler. Toprak sahipleri, toprağın işletilmesinin bedeli olan bu net hasılayı alırlar. Kısır sınıf ise hammaddeyi işlenmiş maddeye dönüştürmek için imalathane ve işçiye ihtiyaç duyar. Bu yüzden bu sınıfın elde ettiği net gelir, diğer iki sınıfa dönmek zorundadır. Bu «ekonomik tablo», genel denge modellerinin» başlangıcı sayılır.

5 - Tek verimli alan tarım olduğuna göre vergi, sadece tarımdan alınmalıdır. - İhracat, tarımsal ürünlere dayanmalıdır. - Değerin kaynağı tarımdır. - Sermaye sadece tarımsal yatırımlarda kullanılmalıdır. - Faiz, tarımsal sermayenin kazancıdır. - Fizyokratlar, ekonomik süreci sistematik olarak incelemişler, tümdengelim metodunu kullanmışlardır. Akımın önemli temsilcileri: Francois QUESNAY Fizyokrasinin temelini oluşturan görüşlere sahip olan F.Quesnay'e göre; - Servet; bir ülkenin biriktirdiği para miktarından değil, üretilen ihtiyaç maddesi miktarından oluşur. - Toplumsal kurallar doğal yasalarla belirlenir (Doğal Düzen). - Quesnay'in gelir dağılımı konusunda oluşturduğu «ekonomik tablo» analizi, genel denge modellerinin temelini teşkil eder. - Sadece tarımdan vergi alınmalıdır (tek vergi). Dupont de NEMOURS Quesnay ile aynı görüşleri (tek vergi, doğal düzen, vb.. ) paylaşan Nemours ayrıca tarımda özel mülkiyetin, ticaret ve sanayide ise tam bir mübadele serbestliğinin şart olduğunu ileri sürmüştür. Robert Jacques TURGOT Fizyokrasi'yi önemli ölçüde etkileyen Turgot'un bazı görüşleri şöyledir; - Değer, faydaya bağlıdır. - Fiyat, piyasada oluşan arz ve talebe göre belirlenen ortalama değerdir. - Ücret konusunda ise sanayi işçileri için asgari ücret geçerliyken, tarım işçileri için böyle bir sınırlama söz konusu değildir. - Turgot,diğer Fizyokratlar gibi doğal düzen, tek vergi gibi ilkeleri de benimsemiştir. KLASİK İKTİSAT OKULU

6 Klasik iktisadın felsefi temelini «doğal düzen» ve «faydacı felsefe» oluşturur. Klasik iktisadın temel ilkeleri şu şekilde özetlenebilir: 1) Piyasada tam rekabet koşulları geçerlidir (Serbest piyasa varsayımı). 2) Ücret, faiz haddi ve mal fiyatları esnektir. 3) Her arz kendi talebini oluşturur. 4)Yukarıdaki 3 temel varsayım altında ekonomi daima tam istihdamdadır ve fiyatlar genel seviyesi istikrarlıdır. - Klasikler, teorilerini kurarken akılcı, tümdengelimci yöntemi izlemişlerdir. - Üretimde Fizyokratların «net hasıla» kavramını benimsemişlerdir. Ama Klasiklere göre «net hasıla» sadece tarım üretiminden değil sanayi üretiminden de elde edilir. Hatta sanayi üretimi gelişmenin temelini oluşturur. - Parayı sadece mübadele aracı olarak görmüşlerdir. Klasik iktisadın önemli temsilcileri şunlardır: Adam SMITH Klasik iktisadın temelini oluşturan görüşlere sahip olan A.Smith'e göre; - Bireycilik ilkesi kapsamında «kişisel çıkar» önde gelir. - İşbölümü gereklidir. - Ekonomik faaliyetler, «doğal düzen» çerçevesinde «görünmez bir el» aracılığıyla kendiliğinden gerçekleşir. Devletin müdahalesi gereksizdir. - «Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler» görüşü ekonomiye hakimdir. - Serbest dış ticaret gereklidir. A.Smith,dış ticarette «mutlak üstünlük teorisi»ni ileri sürmüştür. - Sadece tarım değil sanayi de verimlidir. - Servetin kaynağı emektir. - İki tür değer vardır: Kullanım değeri (malın faydasına göre belirlenir), Mübadele değeri (malın diğer mallarla değiştirilebilmesine göre belirlenir). - İki tür sermaye vardır: 1) Sabit sermaye (mübadele edilemeyen sermaye) 2) Değişir sermaye (mübadele edilebilen sermaye) - İki tür fiyat vardır: reel fiyat, piyasa fiyatı. - Ücret, emeğin fiyatı olup asgari geçim düzeyine göre belirlenir.

7 - Para, sadece mübadele aracıdır. - İki türlü rant vardır: 1) Fizyokratların «net hasıla» dedikleri fazlalık. 2) Toprağın işletilmesi için toprak sahibine verilen bedel. David RICARDO Fizyokratlar ve A. Smith, milli gelirin kaynaklarını araştırırken; Ricardo, milli gelirin üretim faktörleri arasında nasıl dağıtıldığını araştırmıştır. Ricardo'nun temel görüşleri şöyledir: - Rant teorisi üç faktöre bağlıdır: 1) Tam rekabet koşullarına bağlıdır.piyasa fiyatı,en kötü koşullarda üretim yapanların (yüksek maliyetle üretenlerin) üretim maliyetine göre f oluşacak daha verimli topraklarda üretilen malların lehine bir fark doğacaktır. Buna «farklılık rantı (diferansiyel rant)» adı verilir. 2) Malthus' un Nüfus Kanunu doğrudur. Buna göre nüfus arttıkça, daha az verimli topraklar ekileceğinden daha verimli toprak sahipleri bir rant elde ederler. 3) Azalan Verimler Kanunu geçerlidir. Buna göre normal koşullarda üretim faktörleri arasındaki bileşim oranları aynı tutularak faktörler 2 veya 3 misli Tablo...Klasik İktisat çoğaltıldığında hasıla da aynı oranda artar. Buna karşılık faktörlerin bileşimi bozulup farklı oranlarda arttırıldığında hasıla miktarı azalır. - Değer, iki faktöre bağlıdır: Malın faydalı ve nadir olması ve o malı elde edebilmek için gerekli emek miktarı. - İki tür ücret vardır: Doğal ücret (asgari geçim düzeyine bağlıdır); piyasa ücreti (arz ve talebe bağlıdır) - Üretim faktör gelirlerinin dağılımı açısından bakıldığında; Ücret (emeğin payı) sürekli minimum düzeydedir; rant (toprağın payı) gittikçe artar, kar (sermayenin payı) gittikçe azalır, çünkü toprak rantı büyüdükçe sermayenin payı azalır. - Serbest dış ticaret esastır. Böylece kişisel çıkarlarla toplumun çıkarları uyumlu olduğundan uluslararası işbölümü sayesinde emeğin optimal dağılımı sağlanır. Ricardo, «dış ticaretten iki ülkenin de karlı çıkacağı» görüşünü benimseyerek «karşılaştırmalı üstünlükler teorisi»ni savunur. William N. SENIOR Klasik iktisada önemli katkılarda bulunan W.N.Senior; - İlk kez «politik iktisadın» tanımını yapmıştır. Politik iktisat; zenginliğin içeriğine, üretimine ve bölüşümüne ilişkin ilkeleri inceler. - Zenginlik unsuru olarak bilinen üç niteliğin olduğunu savunur: fayda, transfer edilebilme, arz itibariyle sınırlı olma (nadirlik).

8 - Senior'a göre malların faydası, piyasa talebine göre belirlenir ve mübadele değerinin oluşmasında maliyetlerle birlikte rol oynar. - Senior,Azalan Verimler Kanununu ve ücret teorisini formülleştiren ilk iktisatçıdır. J. Stuart MILL Klasik iktisadın temsilcilerinden olan J.S.Mill'in temel görüşleri şöyledir:- Değer; malın faydasına ve üretim koşullarına bağlıdır. - Mill,doğal düzenin gerektirdiği doğal kanunları şöyle ifade eder: 1) Kişisel çıkar kanunu (homo -economicus), 2) Serbest rekabet kanunu, 3) Nüfus kanunu (nüfus artışının sınırlandırılması), 4) Arz talep kanunu (fiyat teorisi):bu kanuna göre; denge fiyatı, arz ve talebin kesiştiği noktada oluşur.buna bağlı olarak iki tür fiyat vardır. Doğal fiyat (maliyet fiyatı) ve piyasa fiyatı. - Mill'e göre ücret, emek arz ve talebine bağlıdır. Emek talebi; emek (sermaye) için ödenen fondur. Emek arzı ise nüfusu (işçi sayısı) ifade etmektedir. Buna göre ortalama ücret; ücret fonu (emek talebi, sermaye) / işçi sayısı (nüfus, emek arzı)dır. Mill, emek talebindeki artışı, ücret fonundaki artışa bağlayarak, ücret oranındaki yükselişi, işgücü veri iken sermayedeki artışa ya da sermaye veri iken işgücündeki azalışa bağlaması açısından ücret teorisinde önemli bir adım atmıştır. - Mill, Ricardo' dan farklı olarak rantın sadece tarım ürünlerinden değil, sanayi ürünlerinden de doğabileceğini savunmuştur. Rant, monopolün sonucudur. Mill, Ricardo' nun «diferansiyel rantı» (toprakların farklı kalitede olmasından doğan rant) yerine «mutlak rantı» (rant, tüm topraklardan oluşabilir) kabul eder. - Mill'e göre para ortak bir mübadele aracıdır. - Büyüme Teorisi açısından Mill için temel sorun, «gelir düzeyi veri iken daha eşit bir bölüşümün sağlanması»dır. Böylece ekonomik büyümenin sağlanacağını savunan Mill' e göre kültürel yapı, siyasal yönetim, teknik gelişme, piyasa şartları gibi konular, büyüme için gerekli başlangıç şartlarını oluşturur. - Mill,serbest dış ticareti savunur. Buna göre serbest ticarete bağlı olarak ödemeler dengesinde kendiliğinden denge sağlayan bir mekanizma mevcuttur. J. Baptise SAY Klasik iktisada önemli katkılarda bulunan J.B.Say'a göre; - Devlet, piyasalara müdahale etmemelidir. Çünkü, «her arz kendi talebini oluşturur». Mahreçler Kanunu olarak bilinen bu kanun üç varsayıma dayanır: 1) Fiyatlar tamamen maliyetlere eşit olmalıdır. 2) Maliyetler gelire eşit olmalıdır.

9 3) Tüm gelirler harcanmalıdır. Buna göre reel yönden; Toplam arz (üretim) = toplam talep (tüketim); Parasal yönden ise; Toplam giderler (maliyetler) = toplam gelirler eşitliği geçerlidir. - Para, mübadelelerde bir araçtır. - Dış ticarette ödemeler bilançosu kendiliğinden dengeye gelir. - Say, Alternatif Maliyet kavramını öne sürmüştür. Buna göre, bir malı elde etmenin maliyeti, diğer bir maldan vazgeçmeye bağlı olup bu malın maliyeti, vazgeçilmesi gereken mallarla ölçülür. Thomas MALTHUS Klasik iktisadın temsilcilerinden olan T.Malthus'un temel görüşleri şöyledir: - Nüfus miktarı ve doğal kaynaklar arasında dengesizlik vardır (artan nüfus, sınırlı kaynak). Böylece Malthus nüfus ve kaynak miktarına ilişkin dinamik bir analiz yapmıştır. - Klasiklerin tasarlanan tasarruf = tasarlanan yatırım görüşünü benimsememiş, aşırı tasarrufun da bulunabileceğini ve tasarrufun yatırımın üzerine çıkmasıyla bir «genel aşırı üretimin» oluşabileceğini belirtmiştir. - Yine Klasiklerin aksine efektif talebin tüketimi, tüketimin de üretimi belirlediğini savunarak Klasiklerden farklı olarak üretimi veri kabul etmemiştir. FAYDACI FELSEFE Doğal düzenin savunduğu temel ilkeleri - bireyin çıkarının maksimumlaştırılmasının toplumun çıkarını da maksimumlaştıracağı, piyasanın kendiliğinden işleyişi, iktisat politikasının optimal şartların oluşmasını sağlayacağı için serbestçe uygulanması (laissez-faire) - kabul etmekle beraber, Faydacı Felsefeyi doğal düzenden ayıran temel nokta; «doğal» kavramını bir yana bırakıp insan davranışlarının sadece mutluluk açısından incelenmesini «doğru-yanlış» davranışların belirlenmesi için kabul etmektir. Faydacı felsefe özellikle Neo-Klasikler' i etkilemiştir. Bu akımın en önemli temsilcisi Jeremy Bentham' dır. Jeremy BENTHAM Temel ilkeleri; - Ruh bilimsel ilke: Toplumun düzenli işleyişi, bireyin daima kendi mutluluğunu maksimumlaştıracak şekilde davranmasına bağlıdır. - Rasyonalite (akılcılık) ilkesi: Birey rasyonel davranmalıdır (homo economicus). - Ahlaki ilke; Toplumun hukuki yapısı, bireyin kendisi için en yararlı olacak davranışı diğerleri için de en yararlı olabilecek şekilde belirlemelidir. - Devlet, bireyin ve toplumun çıkarlarının uyumunu sağlayacak politikalar izlemelidir. J.Bentham,temel ilkeleri ve görüşleri ile Faydacı Felsefe'ye önemli katkılarda bulunmuş bir iktisatçıdır.

10 NEO-KLASİK İKTİSAT Neo-Klasikler' in görüşleri iktisat literatüründe «Piyasa Ekonomisinin Başarısızlığı» olarak da bilinmektedir. Klasik İktisada önemli bir katkı olarak kabul edilen Neo-Klasik İktisat, piyasa ekonomisinin tek başına optimumu sağlamaktan uzak olduğunu bu nedenle kamu ekonomisine gerek olduğunu savunmaktadır.neo-klasikler'e göre piyasa ekonomisini başarısızlığa uğratan başlıca faktörler; tam rekabetin gerçekleştirilememesi dışsal ekonomiler, içsel ekonomiler, kamusal malların üretilme zorunluluğu ve marjinal maliyetin sıfır olduğu üretim faaliyetlerinin varlığıdır. Neo-Klasikler; - Aksak rekabetin olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılmasını savunur. - Pozitif dışsallığın bulunduğu alanlardaki faaliyetlerin devletçe desteklenmesini, negatif dışsallığın bulunduğu faaliyetlerin de ya bizzat devletçe yapılmasını ya da bu faaliyetleri yapan özel birimlerin düzenleyici vergiler gibi kurallara tabi tutulmalarını savunurlar. - Pozitif içselliğin söz konusu olduğu faaliyetlerin KİT' ler aracılığıyla bizzat devletçe yerine getirilmesini savunurlar. - Tam kamusal mallar dışında yarı kamusal, doğal tekel, merit/demerit malların da kısmen devletçe üretilmesini savunurlar. - Emek-değer teorisinden ziyade malların faydalılık dereceleri üzerinde durmuşlardır. - Toplumsal uyumun sınıflararası ilişkilerden değil, bireysel faydadan kaynaklandığı savunurlar. - İktisadi faaliyet ve teorilerin matematiksel analizini yapmışlar, bunun için daha çok akılcı, soyutlayıcı statik denge analiz yöntemlerini kullanmışlardır. Neo-Klasik iktisadın oluşum ve gelişimine katkıda bulunan başlıca iktisatçılar hakkında kısa bilgiler vermekte yarar bulunmaktadır: Francis EDGEWORTH Neo-Klasik iktisadın önde gelen temsilcilerinden olan F.Edgeworth; - Faydacı Felsefe' ye bağlı kalarak fayda-zahmet ilişkisini matematiksel analizlerle açıklamıştır. - Sayısal (kardinal) fayda yerine sırasal (ordinal) faydanın geçerli olduğunu, çünkü faydanın ölçülemediğini savunmuştur. - Faydanın belirlenmesinde kayıtsızlık eğrilerini kullanmıştır. - Edgeworth'e göre bireysel ve toplumsal faaliyetin amacı; faydanın maksimumlaştırılması olup bu, ancak tam rekabet şartlarında mümkündür.

11 Alfred MARSHALL Cambridge Okulu' nun temsilcilerinden olup Neo-Klasik Okulun en önemli temsilcilerinden biridir.marshall'ın görüşleri şöyledir: - Klasikler, malın değerini belirlemede sadece arzı, Neo-Klasikler sadece talebi dikkate alırken Marshall, bu iki görüşün sentezini yaparak değerin, kısa dönemde talebe, uzun dönemde arza göre oluştuğunu savunmuştur. - Rant kavramını yeniden ele alarak quasi-rant (rant benzeri) kavramını öne sürmüştür. Bu rant, kısa dönemde üretim faktörlerinin hemen arttırılamamasından doğar. Üretim faktörleri ve üretim miktarı sabitken, faktör talebi artınca faktör fiyatları normal faktör fiyatlarında daha yüksek olacak, bu fiyat farkı Quasi-rantı doğuracaktır. - İlk kez talep esnekliğini ileri sürmüştür. Talep esnekliği, fiyat değişiklikleri karşısında talep, değişmelerinin değerini belirler. - Marshall'a göre para sadece bir mübadele aracıdır. Arthur Cecil PIGOU Cambridge Okulu' nun temsilcilerinden olan Pigou'ya göre;. - Servet ekonomisini ve refah ekonomisi birbirinden farklıdır. Refah ekonomisi, faydanın maksimuma varışıdır. - Ekonomik dalgalanmalar psikolojik ve ekonomik faktörlerin etkisi altındadır. Psikolojik faktörler, tam rekabet şartlarını bozarken ekonomik faktörler, parasal dalgalanmalar oluşturur. - İstihdam oranı, ücretlerin fonksiyonudur (N = f (W)). Ücretler düştükçe tam istihdam sağlanacaktır çünkü ücretlerin inmesi maliyetleri azaltacağından yatırım ve verimlilik artacaktır. Pierro SRAFFA Sraffa, Neo-Klasik iktisatçılardan biri olmakla beraber Neo Klasikleri şu noktalarda eleştirmiştir: - Piyasalarda tam rekabetten ziyade eksik rekabetin bulunduğunu savunur. Sraffa' ya göre A. Marshall' ın tam rekabeti temel alan modelinde, tüketicilerin mal satın alırken malı kimden aldıkları konusunda «kayıtsız olmadıkları» noktası dikkate alınmaz. Halbuki bu durumda tüketiciler kayıtsız değildir. Bu, tam rekabeti bozan bir unsurdur. - Marshall, pozitif dışsallığın bir sanayideki tüm firmaları eşit ölçüde yararlandırdığını böylece, firma dengesinin azalan getiri-artan maliyet ile sağlandığı sonucuna varıyordu. Sraffa ise dış faydaların tüm firmaları eşit ölçüde etkilemediğini ileri sürerek firma dengesinin azalan getiri-artan maliyetle değil negatif eğimli talep eğrisiyle belirlendiğini savunur. - Neo-Klasikler' e göre marjinal verim, üretim faktör oranlarındaki ve ölçekteki değişmeye bağlıdır. Sraffa ise marjinal verimin bu unsurlara bağlı olmayan evrensel kurallarla belirlenmesini savunur. - Neo-Klasikler, üretimin tek yönlü (üretim faktörlerinden tüketim mallarına doğru) olduğunu varsayarken Sraffa, aynı malın hem tüketim malı hem üretim faktörü olabileceğini göstermiştir. - Neo-Klasikler üretim faktörü fiyatı ile mal fiyatının birbirinden bağımsız olduğunu savunurken, Sraffa bu unsurların karşılıklı etkileşim içinde olduğunu belirlemiştir.

12 Edward CHAMBERLIN Neo-Klasik iktisadın önde gelen temsilcilerinden Chamberlin'in bazı görüşleri şöyledir: - Chamberlin'e göre tam rekabet modelinde firma için talep eğrisi sonsuz esnektir. Eksik rekabette ise her firma kendi malında tekel olduğundan talep, sonsuz esnek değildir. - Chamberlin, firma dengesinden grup dengesine geçişi incelenmiştir. Grup dengesini; tüm firmaların maliyet ve talep fonksiyonlarının aynı olduğu varsayımı altında belirlemiş, böylece tüm grubu, tüm firmaları temsil eden tek firma ile ele almıştır. Knut WICKSELL İsveç Okulu' nun temsilcilerinden olan Wicksell, Klasikler' i ekonomik dalgalanmaların oluşturduğu problemleri incelemedikleri için eleştirmiştir. Yazarın temel görüşleri şöyledir: - Wicksell' e göre fiyat dalgalanmaları; reel ve piyasa faiz oranlarının farklı olmasından, tasarruf ve yatırım eşitliğinin bulunmamasından, fiyatlar genel düzeyinin istikrarsızlığından kaynaklanır. Reel ve piyasa faiz oranları eşitliği, tasarrufyatırım eşitliği sağlanıp fiyatlar genel düzeyi istikrara kavuştuğunda problem çözülür. - Wicksell, reel faiz piyasa faizi ayırımını yapmıştır. Reel faiz; tasarruf arzı ve sermaye talebine göre oluşur. Piyasa faizi ise kredi (para) arzı ve talebine göre belirlenir. - Say' in Mahreçler Kanunu' nu eleştirmiştir. Denge, arz = talep (tasarruf = yatırım) arasında değil, reel faiz = piyasa faizi durumunda gerçekleşir. Joseph SCHUMPETER Önemli Neo-Klasik yazarlardan J.Schumpter, konjonktür dalgalanmaları modelini incelemiş, bu dalgalanmaların parakredi düzeninin işleyişine bağlı olduğunu ileri sürerek girişimci sınıfı ön plana çıkarmıştır. Modelde; teknik yenilik olmadan büyüme, girişimci olmadan teknik yenilik olamayacağı belirtilmiştir. Girişimcilerin kredi taleplerinin artması konjonktürün genişlemesine yol açar. Bu safhada genişleyen ve artan karlar yerini bir süre sonra (girişimci borçlarını ödedikçe) kredi dalgalanmalarına ve zarara bırakır. Böylece daralma safhasına girilir. Schumpeter, para-kredi politikalarının ekonomik istikrarı NEO-KLASİK İKTİSAT OKULLARI Neo-klasik iktisadi düşünce okullarının başlıcaları şunlardır: -Lozan Okulu (Matematiksel Okul), (L. Walras, V. Pareto). -Cambridge Okulu (J. B. Clark, A. Marshall) -İsveç Okulu. Lozan Okulu(Matematiksel Okul)

13 Ekonomik olayları karşılıklı ilişkiler şeklinde inceleyen okulun temsilcilerinin görüşleri şöyledir: Léon WALRAS - Ekonomik olaylar, sebep-sonuç ilişkisi yerine karşılıklı ilişkilerle belirlenir. - Değer, nadirlik ve marjinal faydaya bağlıdır. - İki çeşit piyasa vardır: hizmet piyasaları (üretim faktörü piyasaları) ve mal piyasaları. - Piyasalarda denge, tam rekabet şartlarında geçerlidir. - Bireyler, paralarının bir kısmını cari işlemlerde kullanmak üzere ellerinde tutarlar. Böylece, Walras ilk kez para talebinden bahsetmiştir. Vilfredo PARETO - Subjektif fayda yerine objektif faydayı incelemiştir. - Faydayı kayıtsızlık eğrileriyle açıklamaya çalışmıştır. Cambridge Okulu Bu okulun önemli temsilcilerinden J.B. Clark, I. Fisher' in etkisinde kalmıştır. John Bates CLARK Cambridge Okulunun temsilcilerinden J.B.Clark, - Tam rekabette üretim faktörlerinin faydası, marjinal birimlerinin verimine bağlı olduğunu savunmuştur. - Emek ve sermayeyi sabit kabul ederek statik bir toplumu dikkate almıştır. Bir toplumda değişken faktörler beş tane olup karşılıklı etkileşim içindedir. Bunlar; ihtiyaçların artışı, nüfus artışı, sermaye artışı, üretim tekniğinin değişmesi, emek ve sermaye organizasyonunun yenilenmesidir. Hermann GOSSEN Gerçekte Faydacı Felsefe' ye bağlı olan Gossen, tüketicinin kişisel dengesini belirleyen üç kanun oluşturmuştur (Gossen Kanunları): 1) Azalan marjinal fayda, 2) Tatminin maksimumlaştırılması 3) Faydanın kıtlıktan doğması.

14 Augustin COURNOT Lozan Okulunun ileri gelenlerinden olan A.Counnot; - Talebin fiyatın fonksiyonu olduğunu formülleştirmiştir. - Tekelde dengenin, karın maksimumlaşacağı noktada oluşacağını göstermiştir. - «Tekel» ile «tam rekabet» arasındaki piyasa şekillerinde de piyasa dengesini araştırmıştır. Düopol dengesi, bunun en önemlisidir. Cournot' un rekabet şartlarının aksadığı hallerle ilgili bu bulguları Klasikler' ce ihmal edilmiş, Cournot bu açıdan Klasikleri eleştirmiştir. İsveç Okulu Knut Wicksell' in öncülüğünü yaptığı okul, Faydacı Felsefe' nin yanısıra Avusturya Okulu' ndan ve Cambridge Okulu ekonomistlerinden J. B. Clark' tan etkilenmiştir. Wicksell' e «Neo-Klasik Okul» anabaşlığı altında ayrıntısıyla değinilecektir. KEYNEZYEN İKTİSAT Talep yönlü İktisat (Keynezyen iktisat), 1929 Büyük Dünya Krizi'ni oluşturandepresyonun ortaya çıkardığı işsizlik ve toplam talepteki yetersizlikleri gidermek amacıyla geliştirilmiştir. Teorik temelleri bakımından adlandırılacak olursa, talep yönlü iktisada Keynezyen iktisat denilebilir. 1. Ortaya Çıktığı Dönem: Talep Yönlü İktisat,1929 Ekonomik Bunalımına çözüm arayışları çerçevesinde 1936' da J. M. Keynes' in «İstihdam Faiz ve Paranın Genel Teorisi» adlı eserini yayınlanmasından sonra ortaya çıkmış ve özellikle yılları arasında altın yıllarını yaşamıştır. Keynezyen iktisat 1970' li yıllarda farklı şekillerde ortaya koyulmaya başlanmış, diğer bir ifadeyle Keynezyen iktisatçılar bölünmüşlerdir. Başlıca Keynezyen İktisat akımları üç grupta toplanabilir: 1) Neo-Klasik Keynezyen İktisat: Keynesin genel teorisindeki görüşlerini Klasik İktisadın temel ilkeleri ile bağdaştırarak adeta iki teorinin sentezini yapan ve Walras genel denge modeli çerçevesinde Keynesin genel teorisindeki açıklamaları yorumlayan, iktisat literatüründe Gelir Harcama Modeli veya IS-LM analizi olarak da adlandırılan yaklaşımdır. 2) Fundamentalist Keynezyen İktisat: Neo-Klasik Keynezyen iktisadı eleştirerek gerçek Keynezyen iktisadın Keynes' in Genel Teorisi'nde yeralan görüşleri olduğunu savunan ve belirsizliğin Keynesin iktisadının temeli olduğunu belirten akım. 3) Anti-Walrasyan Keynezyen İktisat: Keynezyen teorinin Klasik teori ile birleştirilmeyeceğini öne sürerek mal ve emek piyasalarında denge halini inceleyen, Neo-Klasik sentezin Keynezyen teori içerisinde yer almasını şiddetle eleştiren ve Keynes' in teorisinin bir dengesizlik modeli olduğunu belirten akımdır.

15 2. Temel İlkeleri ve Varsayımları Keynezyen Teori'ye göre genel fiyat seviyesini, gelir seviyesini ve üretim fonksiyonu aracılığıyla istihdam seviyesini belirleyen toplam taleptir. Makro ekonomik denge, toplam arz ile toplam talebin veya toplam yatırımlar ile toplam tasarrufların eşitlendiği noktada gerçekleşir. Ekonomi kendiliğinden ve daima tam istihdam düzeyinde dengede değildir. Ekonomi için aşırı istihdam, eksik istihdam ve tam istihdam dengelerinden biri söz konusu olabilir. Para talebinin diğer deyimle likidite tercihinin üç motifi vardır. Bunlar işlem, ihtiyat ve spekülasyon motifleridir. İşlem ve ihtiyat saiki ile tutulan para milli gelir düzeyine, spekülasyon saiki ile tutulan para faiz oranına bağlıdır. Spekülasyon saiki ile tutulan para ile faiz oranı arasında ters yönde bir ilişki vardır. Faiz oranı yüksekken yakın zamanda düşeceği düşünülerek para talebi azalmakta, faiz oranı düşükken kısa zamanda yükseleceği düşünülerek para talebi artmaktadır. Keynezyen teoride likidite tuzağı, herkesin faiz oranının düşebileceği en düşük seviyeye düştüğüne inanması halidir. Bu durum, para talebinin faiz oranına karşı sonsuz esnek olduğu haldir. Böyle bir durumda para arzında meydana gelebilecek her artış spekülasyon saiki ile elde tutulacak ve faiz oranı hiç etkilenmeyecektir. Diğer bir ifade ile böyle bir durumda para politikaları etkisiz olacaktır. Faiz, tasarruf sahiplerinin likiditeden uzaklaşmalarının bedelidir. Tasarruf ve tüketim fonksiyonlarını faiz oranı belirlemez. Ekonomide toplam talebin bir kısmını teşkil eden tüketimi belirleyen unsur, gelirdir. Tüketim milli gelir arttıkça artar, ancak tüketimdeki artış, milli gelirdeki artıştan az olur. Yatırımı belirleyen unsur ise, faiz haddidir. Faiz haddini belirleyen unsur ise para arzı ve talebidir. İşgücü talebi Klasiklerde olduğu gibi reel ücretlerin azalan bir fonksiyonudur. İşgücü arzı ise Klasiklerin varsaydıkları gibi reel ücretin değil nominal ücretin bir fonksiyonudur. «Her arz kendi talebini yaratır» şeklinde ifade edilen Say Yasası gerçek iktisadi yaşama uygun değildir. Bu durum, tam istihdam düzeyinde cari fiyat düzeyi üzerinden toplam arzın toplam talebe eşitliği halinde meydana gelir. İstihdam hacmi, herşeyden önce milli gelire bağlıdır. Efektif talebi oluşturan ikinci unsur, yatırım harcamalarıdır. Yatırım fonksiyonu milli gelir değişmelerinden bağımsız ve milli gelirin artan bir fonksiyonu olarak ele alınmıştır. Bağımsız yatırım fonksiyonunda girişimcilerin yatırım kararlarını milli gelir düzeyinin belirlemediği varsayılır. Keynezyen makro teoride yatırım harcamalarının ele alınışı sermayenin marjinal etkinliği kavramına dayalıdır. Sermayenin marjinal etkinliği: sermaye malından umulan getirileri sermaye malının arz fiyatına eşitleyen iskonto oranıdır. 3. Politikaları Ekonomi, toplam talep etkilenerek düzenlenebilir. Ekonomide toplam talep, toplam arzdan fazla ise, veya yatırımlar tasarruflardan fazla ise bir «enflasyonist açık» söz konusudur. Ekonomi kendiliğinden dengeye gelmez. Bu durumda devlet efektif talebi yönlendirerek ekonomiyi düzeltebilir. Devlet, kamu harcamalarını azaltarak ve/veya vergi oranlarını arttırarak müdahalede bulunur (Sınırlayıcı Maliye Politikası). Ekonomide toplam talep, toplam arzdan azsa veya toplam yatırımlar, tasarruflardan azsa bu durumda «deflasyonist açık» söz konusudur. Deflasyonist açığın giderilmesi için, Devletin yine talebi yönlendirme yoluyla ekonomiye müdahalesi gereklidir. Bu durumda kamu harcamaları arttırılarak ve/veya, vergiler indirilerek müdahale yapılacaktır(telafi Edici Maliye Politikası).

16 Devletin harcamaları bazı alanlarda özel sektör kadar-hatta özel sektörden daha fazla- verimli olabilir. Kamu gelirleri ve harcamaları tarafsız olamaz. Ekonomide tam istihdam düzeyinin altında denge söz konusu iken özel harcamalarla kamu harcamaları birbiriyle rekabet halinde değildir. Borçlanma olağanüstü bir gelir değildir. 4. Yöneltilen Eleştiriler 1970 ve sonrası işsizlik ve enflasyonun bir arada ve sürekli olması, Keynezyen iktisada yönelik eleştirilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Eleştiriler asıl olarak Neo-Klasik Keynezyen iktisat yaklaşımına yöneliktir. Eleştirilerin bir kısmı diğer Keynezyen iktisatçılar tarafından yapılırken bir kısmı da Keynezyen teoriye karşı olanlar tarafından yapılmıştır. Neo-Klasik Keynezyen iktisada yönelik Keynezyen iktisatçıların eleştirileri, özellikle Keynezyen iktisadın yanlış ortaya konulduğu yönünde ortaya çıkmıştır. Bu iktisatçılar döneminde ortaya çıkan bunalıma Neo-Klasik Keynezyen iktisadın neden olduğunu belirtmişlerdir. Söz konusu iktisatçıların bir kısmı Neo-Klasik senteze karşı çıkıp IS-LM analizinin Keynesin iktisadını temsil etmediği belirtilirken, bir kısmı da Genel Teori üzerinde durarak beklentiler ve ücret maliyeti konularına önem verilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.yine Keynezyen iktisatçılar, Keynes'in Teorisi'nin Walrasian Genel Denge Modeli çerçevesinde ortaya konulmasının yanlış olduğunu, Keynesin modelinin bir dengesizlik modeli olduğunu ifade etmişlerdir. Keynezyen iktisada karşı olanların başlıca eleştirdikleri noktalar şunlardır: 1. Stagflasyon: 1970 sonrası ekonomide kronik olarak hem enflasyon ve hem işsizlik gerçekleşmiştir. Keynezyen iktisadın bu sorunları açıklayamaması ve politik çözümler getirememesi eleştirilerin kaynağını oluşturur. 2. Keynezyen iktisadın üretim konusunu ele almadığı eleştirisi: 1970 ve 1980' li yıllarda ve özellikle gelişmiş sanayi ülkelerinde görülen üretim artış hızının devamlı azalması, Keynezyen iktisadın bu sorunu açıklama ve çözmede başarısız olması, Keynezyen makro teorinin üretim konusunu ele almadığı şeklinde eleştirilere neden olmuştur. Keynes'e göre istihdam ve talep yeteri kadar yüksek olduğu sürece üretim için kaygı duymaya gerek yoktur. Keynezyen iktisadın bu yaklaşımı söz konusu sorunu açıklama ve çözmede başarısız olmuştur. 3. Keynezyen iktisat sermaye birikimini ele almamıştır: 1960 ve 1970' li yıllarda ABD ve İngiltere' de şiddetlenen ve stagflasyon diye adlandırılan krizin nedeni olarak sermaye birikiminin gittikçe azalması gösterilmiş ve uygulanan ekonomi politikalarının başarısızlığı Keynezyen iktisadın sermaye birikimi ile ilgilenmemesine bağlamıştır. Keynezyen Teori tasarruf ile yatırımın daima birbirine eşit olacağını varsayan Say Yasasını reddetmiş ve onun yerine gelişmiş ülkelerde uzun dönemde aşırı tasarruf durumunun ortaya çıkacağını öne sürmüştür. Bu nedenle Keynezyen iktisatta tasarruf yetersizliği sözkonusu değildir. 4. Objektif iktisatçı varsayımına yönelik eleştiriler: Keynezyen iktisat özellikle iktisat politikacısının objektif ve bağımsız bir kişiliği olacağını ve siyasi baskılardan etkilenmeyeceğini farzetmiştir. Oysa ki bütün ekonomik kriz dönemlerinde görüldüğü gibi «iktidardaki iktisatçı ya bir politikacı ve fırsatçı haline gelmekte veya iktidarını ve etkisini yitirmektedir.» 5. Philips eğrisi çerçevesindeki eleştiri: A. W. Philips, sadece istatistiki verilere dayanarak parasal ücretlerin değişme oranı (enflasyon) ile işsizlik oranı arasında ters yönlü bir ilişki bulmuştur. Bu eğrisel ilişki iktisat politikacısını yüksek oranda işsizlik ve az enflasyon ile düşük

17 oranda işsizlik ve yüksek enflasyon gibi iki zorunlu tercih karşısında bırakmıştır. Keynezyen iktisatçılar Philips eğrilerini büyük bir sevinçle karşılamış ve benimsemişleridir. Özellikle hem işsizliğin hem de enflasyonun birlikte arttığı 1970 sonrası yıllarda Keynezyen Teori'nin gerçeklere uymadığı ve bu teorinin politika reçetelerine güvenilemeyeceği yolundaki iddialar özellikle Philips eğrilerine verilen önemden kaynaklanmıştır. 6. Taksflasyon: Keynezyen iktisadın öngördüğü politikalara göre yüksek enflasyon dönemlerinde vergi oranlarının yükseltilmesi enflasyonu önleyici olacak ve enflasyon düşecektir. Ancak 1970' li yıllarda hem yüksek enflasyonun hem de yüksek vergi oranlarının bir anda olması Keynezyen iktisatın eleştirilmesi yolaçmıştır. 7. Kamu sektörünün aşırı büyümesi: Kamu sektörünün aşırı büyümesinin teorik temellerini Keynezyen iktisatta bulduğu ileri sürülerek Keynes eleştirilmiştir. 5-Neo-Klasik Keynezyen İktisadın Temsilcileri: Klasik ve Keynezyen görüşlerin temel ilkelerinin bağdaştırılabileceğini savunan bu akımın öncüleri Hicks, Hansen, Samuelson, Tobin, Klein ve Solow' dur. J. R. HICKS Neo-Klasik Keynezyen iktisadın önde gelen isimlerinden olan J.R.Hicks; - Sayısal (kardinal) fayda yerine sırasal (ordinal) faydanın kullanılması gerektiğini, çünkü faydanın ölçülmesinin mümkün olmadığını savunur. - Walras ve Pareto' nun genel denge sistemini yine tam rekabet varsayımı altında kurmuştur. - Kayıtsızlık eğrileri tahlilini geliştirmiş, marjinal fayda teorisini kayıtsızlık eğrileri ile ifade ederek genel dengenin dinamik tahlilini yapmayı denemiştir. - «Marjinal fayda» kavramını «marjinal ikame oranı» ile; «azalan marjinal fayda» kavramını «azalan marjinal ikame oranı» ile değiştirmiştir. - «Tüketicinin fayda alanı» yerine «kayıtsızlık paftası», «belirli zevkler varsayımı» yerine «belirli tercih sıralaması» ifadelerini kullanmıştır. - Hicks' in Walras ve Pareto' dan fazla olarak söylediği; tam rekabet şartlarında gelir tesirinin ve tamamlayıcı ilişkilerin sistemin istikrarını bozabileceğidir. Buna karşılık sistemde istikrarı sağlayabilecek öğeler de vardır. Dolayısıyla statik tam rekabet şartlarında sistem istikrarlıdır. - Geleceğin belirsizliğinin istikrarsızlığa yol açtığını kabul eden Hicks Kapitalizm'de planların ve bekleyişlerin kısmen gerçekleşebileceği «vadeli mübadele piyasaları»nın bulunduğunu savunur. Ancak bu piyasaların uygun işlemesini engelleyen belirsizlik türleri mevcut olup bunlar hem Kapitalizm, hem Sosyalizm için geçerlidir. - Hansen ile birlikte oluşturduğu faiz teorisi modeli ile Keynesin faiz teorisini eleştirmiştir. Alvin HANSEN Neo-Klasik Keynezyen iktisada önemli katkılarda bulunan A.Hansen; - Gelir dağılımı, para ve faiz teorisi gibi alanlarda Hicks' in tahlil araçlarını kullanarak geliştirmiştir.

18 - Hicks ile birlikte oluşturduğu modelle Keynes' in Faiz teorisini eleştirmiştir. Keynes' in faiz teorisinin belirsiz olduğunu ileri süren bu eleştiriye göre her gelir düzeyi için farklı bir likidite tercih eğrisi vardır. Her ne kadar spekülasyon güdüsüyle talep edilen parayı gösteren likidite eğrisi gelirin fonksiyonu (gelire bağlı) değilse de işlem ve ihtiyat güdüsüyle talep edilen parayı bilmek için gelir düzeyini bilmek gerekir. Keynes' in faiz teorisinde bu nokta dikkate alınmadığından Keynezyen Faiz teorisi de Klasik faiz teorisi gibi belirsizdir. Paul SAMUELSON Neo-Klasik iktisadın önemli temsilcilerinden olan P.Samuelson; - Yatırım teorisi konusunda Keynes' in oluşturduğu çarpan mekanizmasını eleştirmiştir. Fakat Samuelson' a göre Keynes in statik çarpan tahlili, gelirdeki artışla, bunun yol açtığı tüketim harcamaları artışı arasındaki zaman gecikmesini gözönünde tutmamakta, yatırım artışının çarpan büyüklüğü katında gelir oluşturacağını kabul etmektedir. Oysa çarpan kaçınılmaz olarak dinamik olup miktarlarının zamanla ifadelendirilmesi gerekir. Çarpanın dinamik tahlili iki unsura bağlıdır: 1) Gelir düzeyine bağlı olan harcama (tüketim harcaması) 2) Gelire ilave olarak yapılan kamu harcamaları veya özel yatırım harcamaları. 6-Post-Keynezyen (Fundamentalist Keynezyen) İktisadın Temsilcileri Neo-Klasik Keynezyen görüşe karşı çıkarak gerçek Keynezyen iktisadın, Keynes' in Genel Teorisi' nde yer alan görüşler olduğunu savunan akımın temsilcileri; Harrod, Robinson, Weintraub, Kaldor ve Shackle' dır. Roy HARROD Post-Keynezyen iktisadın temelini oluşturan görüşlere sahip olan R.Harrod'un ekonomiye getirdiği en büyük yenilik, iktisadi büyüme teorisi için oluşturduğu modeldir. Statik Keynezyen Teori' nin dinamikleştirilmesi ve uzun dönem istikrarlı büyüme şartlarının açıklanması açısından önemli olan Harrod modeli, Domar' ın da aynı özellikleri incelemesinden dolayı Harrod-Domar Modeli olarak bilinir. Model, yatırımın hem üretim kapasitesini hem de geliri arttırıcı bir unsur olduğunu göz önünde tutarak özellikle Keynes' in ihmal ettiği üretim arttırıcı etkisi üzerinde durur. Harrod, kapitalist ülkelerde iktisadi büyümeyi, hızlandıran ve çarpan etkilerine dayanan dinamik bir teori içinde inceler. Bu, iktisadi dalgalanmaları büyüme içinde inceleyen, boom ve depresyon dönemlerini mümkün gören, kapitalizmin değişme sürecini girişimci davranışlarına bağlayan bir büyüme modelidir. Teori, temelde üç sorunla ilgili olup her bir sorun üç ayrı Harrod denklemiyle çözülebilir: Sorun 1 - Sermaye / hasıla oranı ve tasarruf / gelir oranı sabitken gerçekleştirilebilecek sürekli büyüme oranı. Çözüm 1 - Fiili büyüme oranının bulunmasıyla çözülür. Sorun 2 - Bu sürekli büyüme sürecindeki istikrarsızlık. Çözüm 2 - Gerçek (uygun) büyüme oranının bulunmasıyla çözülür.

19 Sorun 3 - Uzun dönemde ekonominin sürdürebileceği maksimum büyüme oranı Çözüm 3 - Tabii büyüme oranının bilinmesini gerektirir. Harrod, konjonktürel dengesizlikler üzerinde de durmuş, örneğin sürekli durgunluğun giderilmesi için cari işlemler dengesinin fazlalık vermesinin bir çözüm olacağını ileri sürmüştür. Joan ROBINSON Post-keynezyen iktisdın önemli temsilcilerinden olan J.Robinson'un bazı temel görüşleri şöyledir: - Tam rekabet her zaman geçerli olmayabilir. Eksik rekabet de söz konusudur. Robinson, eksik rekabet şartlarının tahlilinde Cournot' un marjinal hasılat / marjinal maliyete dayanan tahlilini kabul etmiştir. Chamberlin ile kıyaslandığında ise Robinson' un Chamberlin' in aksine satış masraflarını incelemediği ve tahlillerini ortalama eğriler yerine marjinal eğrilerle yaptığı görülür. - Yatırım çarpanını dış ticareti kapsayacak şekilde genişletmiştir. - Harrod modelinin önerdiği istikrarlı büyüme (gerekli büyüme = tabii büyüme) modellerinin yanısıra istikrarsız büyüme modellerini de incelemiştir. Robinson' a göre istikrarlı büyümenin altı şartı vardır: Teknoloji, yatırım politikası, tasarruf şartları, rekabet şartları, mali şartlar, ücret pazarlıkları. Nicholas KALDOR Harrod büyüme modelinin önerdiği istikrarlı büyümenin temel şartının sağlanabilmesi için bazı makro değişkenlerin teoriye uyumunun gerekli olduğunu savunan Kaldor' a göre örneğin uyumun sağlanmasında tasarruflar önemlidir. Çünkü bir toplumda tasarruf-yatırım eşitliğinin sağlanması girişimci sınıfın milli gelirden aldığı paya bağlıdır. Uyumun sağlanmasında teknoloji de önemlidir. Teknolojik değişme sermaye birikimine bağlıdır. Bilgi, yatırıma bağlı olarak büyümekte hatta yatırımın nisbi büyüme oranının fonksiyonu sayılmaktadır I. GİRİŞ CHICAGO İKTİSAT OKULU İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes in 1936 yılında yayınladığı "İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi" başlığını taşıyan eserinde yer alan görüşleri uzun yıllar makro iktisat teorisinin temelini oluşturmuştur. Keynes in fikirlerinden hareketle geliştirilen Keynezyen İktisat, ekonomi politikası araçlarından özellikle maliye Politikasına ağırlık vermiştir. Keynezyenler ekonomide ortaya çıkan sorunlara karşı maliye politikalarının (başlıca; kamu harcamaları politikası, vergi politikası, borçlanma ve borç yönetimi politikası, bütçe politikası v.s.) etkin olarak uygulanabileceğini savunmuşlardır. Keynesyen iktisat politikalarına karşı çıkan iktisatçıların başında Chicago İktisat Okulu nun kurucusu olarak kabul edilen Milton Friedman gelmektedir. Friedman 1940 lı yılların sonlarından günümüze değin yayınladığı bir çok eserinde müdahaleci keynesyen maliye politikası yaklaşımını şiddetle eleştirmiştir. Friedman yaptığı araştırmalarda üretim ve fiyatların belirlenmesinde temel etmenin maliye politikası araçları olmadığını belirtmiştir. Friedman a göre enflasyon, işsizlik, bütçe açıkları v.b. iktisadi sorunların temelinde para politikaları yatmaktadır. Friedman a göre ekonomi üzerinde iktisat politikası araçlarından en etkili olanı para politikasıdır. Özetle, Monetarizm, üretim ve fiyatların belirlenmesinde birinci önemli faktörün para olduğunu savunan çağdaş iktisadi düşüncelerden birisidir.

20 Bu çalışmada Monetarizm ve daha sonraları bu teoriden hareketle geliştirilen Rasyonel Beklentiler Teorisi nin temel esasları incelenmektedir. II. MONETARİZM Monetarizm büyük ölçüde, 1976 Nobel Ekonomi Ödülü'nü kazanan Amerikalı iktisatçı Milton Friedman tarafından geliştirilmiş bir teoridir. Friedman, 1976 yılında Paranın Miktar Teorisi Üzerine Çalışmalar başlığı altında, editörlüğünü yaptığı bir kitap yayınladı (Friedman: 1956). Bu çalışma ile Friedman esasen monetarizmin temel ilkelerini ortaya koymuş oldu. İleriki yıllarda Chicago Üniversitesi'ndeki meslekdaşları ve öğrencileri ile birlikte, teorik görüşlerini daha da geliştirdi ve bazı ampirik çalışmalarla bu görüşlerini doğruladı. Monetarizm, esasen çağdaş iktisadi sorunlardan biri olan enflasyon konusu üzerinde durmuştur. Bu politika enflasyonun temel nedeni olarak para arzının hükümetlerce gereksiz yere ve aşırı ölçüde artırılmasını görmektedir. Monetaristlere göre, ekonomideki istikrarsızlıkların bir çoğu parasal kökenlidir. Bu nedenle para politikası iktisadi sorunlara karşı diğer iktisat politikası araçlarından daha etkilidir. Monetarizmin temel ilkelerini Friedman ın kendi ifadeleriyle aktarmaya çalışalım: 1. Para arzındaki büyüme oranı ile nominal gelirin büyüme oranı arasında çok kesin olmamakla birlikte bir ilişki bulunmaktadır. 2. Bu ilişki çok kesin değildir. Çünkü para arzındaki artışların geliri etkilemesi zaman alır. Ayrıca, bunun ne kadar süreceği de belli değildir. 3. Ortalama olarak para arzındaki artış, nominal gelirleri yaklaşık 6 ve 9 ay arasında geçecek bir süre sonunda etkiler. 4. Nominal gelirin büyüme oranındaki artış etkisi ilk olarak üretim üzerinde görülür. Bu daha sonra fiyatlara yansır. 5. Ortalama olarak, fiyat etkisi yaklaşık olarak 6 ve 9 ay arasında değişen zaman boyutu içerisinde ortaya çıkar. Para arzındaki artış ile enflasyon arasındaki toplam gecikme ortalama ay arasındadır. 6. Para arzındaki artış ile bunun nominal gelirlere ve daha sonra fiyatlara yansıma ilişkisi çok kesin ve belirli değildir. Bu ilişkide bir kayma söz konusudur. 7. Kısa dönemde (5 veya 10 ay kadar bir sürede) para arzındaki değişmeler öncelikle üretimi etkiler. 10 ayı aşan bir sürede para arzının büyümesi fiyatları etkiler (Macesich, 1983: 3-4). Monetarizm, esasen bu ilkeleri ile klasik iktisatçıların açıkladıkları Miktar Teorisini yeniden ön plana çıkarmıştır. Bununla birlikte monetaristler Klasik Miktar Teorisi'ni bazı yönlerden eleştirmişler ve bu teorinin enflasyonu açıklamak için yeterli olmadığını öne sürmüşlerdir. Monetaristlere göre, MV=PT şeklinde ifade edilen klasik miktar teorisi formülünde yer alan paranın dolaşım hızı (V) sabit değil, aksine bazı değişkenlerin istikrarlı bir fonksiyonudur. Friedman ın analizleri ile geliştirilen monetarizme aynı zamanda Modern Miktar teorisi adı da verilmektedir (Bkz. Vane ve Tompson, 1979; Greenhut ve Stewart, 1983; Savaş, 1984). Monetaristler, serbest piyasa ekonomisinin kendi iç dinamiği sayesinde istikrarlı bir model olduğunu savunmakla birlikte, klasik iktisatçılardan farklı olarak ekonominin her zaman tam istihdam düzeyinde olmayacağını kabul etmektedirler. Monetaristler, insanların daha iyi bir iş arama veya işsizlik yardımından yararlanmaları neticesinde belirli bir süre işsiz kalabileceklerini, böylece ekonomide her an bir doğal işsizlik olabileceğini öne sürmüşlerdir. Monetarizm, esasen klasik iktisadın temel ilkelerini aynen kabul etmekle birlikte, ondan başlıca iki noktada ayrılmaktadır: Klasik miktar teorisi açıklaması yetersizdir. Ekonomi her zaman tam istihdam düzeyinde dengede değildir; doğal işsizlik hipotezi.

21 Klasik iktisat ve monetarizm arasındaki bu iki temel farklılığa rağmen her iki teori de enflasyonun en önemli kaynağının para arzındaki artışlar olduğunu kabul etmektedir. Monetaristlere göre enflasyonu kontrol altına almak için en etkin araç para politikasıdır. Para arzındaki değişmeler, para talebinden bağımsız bir şekilde para otoritesince bağımsız olarak belirlenir. Ancak para otoritesinin bu gücünün sık sık değişen para artış hızları şeklinde uygulanması istikrar değil istikrarsızlık getirir. Monetaristler, bu istikrarsızlıkları önlemek için para arzının belirli bir oranda ve ekonomideki gelişmelerle orantılı olarak kademeli bir şekilde artırılmasını önermektedir. Bu kısa açıklamalardan sonra şimdi monetarizmin temelini oluşturan parasal genişleme konusunu kısaca ele almakta yarar bulunmaktadır. A. PARASAL GENİŞLEMENİN NEDENLERİ, ETKİLERİ VE SONUÇLARI Parasal genişleme, hükümetlerin merkez bankası üzerinde doğrudan ve/veya dolaylı yollardan etkide bulunarak para arzını artırmalarıdır. Politik ve ekonomik istikrarsızlığın egemen olduğu ülkelerde para arzının aşırı biçimde genişlemesinin temel nedeni siyasi olgulardır. Siyasi otorite, yeniden seçilebilmek için kamu harcamalarını sürekli olarak artırmakta, bunun neticesinde kamu kesimi finansman açıkları sorunu ortaya çıkmaktadır. Kamunun finansman açığı ise başlıca beş ayrı yoldan karşılanmaya çalışılmaktadır. Bunlar; vergileme, iç borçlanma, dış borçlanma, para basma, döviz rezervlerinin kullanılmasıdır. Kamu ekonomisinin görev ve fonksiyonlarının genişlemesi kamu harcamalarının sürekli artması anlamına gelmektedir. Artan kamu harcamalarına paralel olarak siyasal iktidarlar finansman sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Kamu harcamalarının finansmanında temel kaynak vergilerdir. Vergiler devletin en önemli finansman kaynağı olmasına rağmen bunun sınırları bulunmaktadır. Herşeyden önce vergilerin artırılması, vatandaşlar tarafından tepki ile karşılanabileceğinden oy kaybetmek istemeyen ve yeniden seçilebilmeyi planlayan siyasal iktidarlar, vergileri özellikle seçim öncesi dönemlerde fazla artırmamaya özen gösteririler. Kamu harcamalarının tamamen vergi ile finanse edilmemesi bütçe gelirleri ile bütçe harcamaları arasındaki dengesizlik sorununu yani bütçe açığı sorununu gündeme getirir. Hükümetler bütçe açığını tamamen vergi ile finanse etmeyince, bu kez vergi-dışı finansman kaynaklarına yönelirler. Vergi-dışı finansman kaynakları ise borçlanma ve emisyondur. Önemle belirtelim ki, vergi yükünün giderek artmasının ekonomi üzerinde ciddi sorunlara yol açması kaçınılmazdır. En başta vergi yükünün artmasının toplam tasarrufları, yatırımları ve emek arzını olumsuz etkilemesi sözkonusudur. Bu, netice olarak işsizliğin artması, ekonomik büyüme ve kalkınmanın yavaşlaması ve prodüktivitenin azalması anlamına gelir. Dahası, vergilerin ağırlaşması, vergi kaçakçılığı sorununu da beraberinde getirir. Vergi kaçakçılığı, yeraltı ekonomisinin (kayıtdışı ekonominin) genişlemesi ve devletin vergi gelirlerinin azalması sonucunu doğurur. Borçlanmanın da ekonomi üzerinde olumsuz sonuçları vardır. Devletin kamu harcamalarını iç borçlanmaya (hazine tahvil ve bono ihracı, Merkez Bankası ndan kısa vadeli avans vs.) başvurarak finanse etmeye yönelmesi kısa dönemde faiz oranlarını artırır. Faiz oranlarının artması üretim ekonomisinin daralması ve yatırımlara aktarılabilecek fonların milli gelire hiç bir katkısı olmayan rant ekonomisi içinde değerlendirilmesi neticesini doğurur. Faiz oranlarının artması, müteşebbislerin kredi kullanma maliyetlerini önemli ölçüde artırır. Özetle, devletin iç borçlanmaya başvurması reel sektör üzerinde olumsuz sonuçlar doğurur. Uzun dönemde ise gelecek kuşakların vergi yükünün artması sorunu gündeme gelir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde aşırı iç borçlanma reel ekonomi açısından son derece sakıncalı bir maliye politikası aracıdır. Üstelik, kamu harcamalarının borçlanma ile finanse edilmeye çalışılması,kamu ekonomisini adeta bir fasit daire içine sokar. Zira, asıl amacı kamu harcamalarını finanse etmek olan devlet, borçlanma ile faiz yükünü artırır ve yeniden, bu kez daha yüksek faizle borçlanmaya başvurmak zorunda kalır. Devletin dış borçlanmaya başvurması sınırlı olduğu ve verimli alanlarda kullanıldığı takdirde ekonomi açısından faydalı olabilir. Ancak giderek artan dış borçlanma kamu ekonomisinde bir başka dengeyi olumsuz etkiler. Devletin dış borçlarının artması, dış borç faiz yükünün artması sorununu da beraberinde getirir. Netice olarak, devletin döviz kaynaklarının bir kısmı, dış ülkelere dış borç ana parası ve faizi olarak geri ödenmek zorundadır. Bu durumda ödemeler bilançosunda denge bozulabilir ve açık sorunu gündeme gelebilir. Anlaşıldığı üzere gerek iç, gerek dış borçlanma sınırlandırılmadığı takdirde ekonomi üzerinde ciddi sorunlar ortaya çıkarabilir. Bütçe açıklarının vergi dışı finansman kaynaklarından bir diğeri emisyondur. Devletin merkez bankası kaynaklarına başvurarak karşılıksız para basması ve/veya merkez bankası avanslarını kullanması, daha sonra da bu borcun bir yasa