Hüseyin KILINÇ. Fotoğraf, Babam kıçtan takma motoru olan kayığımızın başında

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Hüseyin KILINÇ. Fotoğraf, Babam kıçtan takma motoru olan kayığımızın başında"

Transkript

1 Hüseyin KILINÇ Dedem ve babaannem Sürmene den yürüyerek buralara gelmiş. Babam İsmail KILINÇ burada doğma büyüme, annem Yetmişbirler sülalesi ile akraba. Babam küçüklüğünden itibaren balıkçılık yapmış. Babamın zamanında Lütfü abi (Yetmişbir), Çolak Şükrü (ÖZTÜRK), Celal Dayı (ŞEN), Uzun Osman (İNAN), İkiz Ömer (ŞAHİN) gibi belli başlı beş, altı kişi balıkçılık yaparmış. Fotoğraf, Babam kıçtan takma motoru olan kayığımızın başında 1944 doğumluyum. İlkokula giderken babamlar beni denize götürmek istemez, ben de baş altına girer, üstümü yorganla, battaniye ile örterek saklanırdım. Onlar ağı kurarken ortaya çıkar, biraz fırça yer ama nihayetinde denizde kalırdım. Babamın biri 7-8 metrelik, diğeri daha büyük iki tane motorsuz kayığı vardı. Daha sonra bizim yetiştiğimiz dönemde haşmet, penta gibi kıçtan takma motorlar çıkmıştı, onlardan almıştık. Büyük kayığımızda 12 lik viskonsin motor vardı yılında Hasan abimler Lütfi Reislerin kayığı ile İstanbul a, Rumeli Kavağına palamutçuluk yapmaya gittiler. Giderken boş gitmemek, küçük de olsa bir harçlık 298

2 kazanmak için kayığa karpuz yüklediler. O yıl palamutçuluk iyi olmayıp, balık tutamayınca halamın kızları abimi bırakmadı. Onu dönüp de ne yapacaksın deyip dönmekten caydırdılar. Daha sonra da işe soktular. Abim o kalış, İstanbul da kaldı. Hilmi abim çok fazla balıkçılık yapmadı, daha çok kahvecilik yaptı yılında askere gidene kadar Yakakent te balıkçılık yaptım. Askerden sonra 1969 yılında Karayollarında işe girince Yakakent ten ayrıldım. O zaman burada bir tek Hilmi abim kaldı. Tek başına kalınca küçük kayığı sattı. Büyük kayığı yıllarında, Almus barajına götürdü. Sonra orada birkaç yıl çalıştıktan sonra kayığı ve ağları satıp dönmüştü. Fotoğraf, Hilmi abim (ortada) Almus ta oranın balıkçılarıyla Almus Barajı Almus barajı 1969 yılında hizmete açılıyor. Yakakent te Tekel Müdürü olarak görev yapan Niksarlı Ömer Bey (ÇAKIR), Almus Barajında kooperatif kurulunca, oradaki kişilerin balıkçılığı bilmediğini söyleyerek Hilmi abime orada balıkçılık yapması için teklifte bulundu. Hilmi abim bu teklifi kabul ederek, 1969 yılında 299

3 Yüksel yengemi, çocukları Necla yı, İsmail i ve İbrahim i alarak Almus a gitti. Yakakent ten Almus a gidenler arasında Galonun Ahmet (ATİK), Abdul dayı (AKÇA), Kötekçi Mustafa, Temel abi (ERDOĞAN), Murat ın Hüseyin (DURHAT) de vardı. Almus Barajında abimlerin gittiği o dönemde sazan, yayın, çay balığı vardı. Ağlar akşam kurulup, sabah kaldırılarak avcılık yapılıyordu. Her seferinde kg balık alınabiliyor, avlanılan balıklar kooperatife veriliyordu. Hilmi abim Almus soğuk olduğundan, kışın gölün buz tuttuğundan ve ağı kaldırmak için buzu kırmak zorunda kaldıklarından bahsederdi. O yöredekiler balıkçılığa, tekne kullanımına oldukça uzak kişilerdi. Bu yüzden birkaç üzücü kaza da yaşanmıştı. Bunlardan birinde çay yapmak için çaydanlığa su yerine benzin konulması nedeniyle tüp patlaması sonucu çıkan yangında bir kayık yanmıştı yılında da çok sayıda kişinin nakil amacı ile bindiği kayığın batması sonucu ise çok sayıda kişi hayatını kaybetmişti. Hilmi abim orada 1972 yılına kadar 3 yıl kaldı. Oraya balıkçılık için giden İsmail Hocanın oğlu Cevat (CENGİZ) abimlerle dönmeyip orada kaldı, evlendi. Vefatından sonra da orada defnedildi. Çocukluğum ve balıkçılık Çocukluk hatta gençlik yıllarımda Yakakent te liman yoktu. Balıkçılar dalyan yardığında, bata çıka zorlukla denize çıkarlardı. Biz onları denize çıkarken seyreder, gittiklerinde feleklerini alıp, kıyıya çekerdik. Hava estiğinde denize çıkmak zor olduğu gibi, dönüş de zor olurdu. Denizin dalgalı olduğu kötü havalarda kıyıya yaklaşınca denizin durumu dikkatlice izlenip, baştankara kıyıya bindirilir, bekleyenlerin yardımı ile kayıklar 300

4 hızlıca çekilirdi. Babamlar böyle bir seferinde batmış, Boncuk Naim in babası (Hasan KARABULUT) boğulmuştu. Batan o kayık, Hilmi abimin Almus a götürdüğü, o zamanlar Yakakent teki en büyük kayıklardandı. Kayıklar palamut zamanı gece uzatmacılığa gittiklerinde, hava estiğinde dönerler, dönerken yönlerini kolay bulsunlar diye caminin fenerleri yakılırdı. Ayrıca caminin fenerleri dışında, yalı kenarlarında işaret için hasır ya da defne dalları da yakılırdı. Babamlar hava estiğinde dönerken, Alaçam altından bu tarafa doğru kıyıya yakın gelmeye başlıyorlar. Babam dışarıdaki ışıklara bakıp Kilitçinin Nazif e (GENÇ), nasıl, yalı mı, açık mı gidiyoruz diye soruyor. O da yok yok, böyle iyi diyor. Sait in Mehmet (KAHYA) elindeki elektrik fenerini suya doğru tutup İsmail Dayı dalyan yarıyor demesine kalmadan dalga gelip, kayığı deviriyor. Meğer onlar iki dalyan arasına düşmüşler, ikinci dalyan yarınca gelen dalga onları batırmış. Kayık Gâvur Ali nin Celallerin orada battı, Uzun Osmanların oradan kayığı dışarı çektik. Rahmetli Hasan ın cenazesi de Ofluoğlu Hasan ın evinin oralardan çıktı. Dalyan altında boğulduğu için, deniz hemen dışarı atmıştı. Okula giderken Koca Kadirlerle denize giderdim. Kayalar altına molozmacılık yapar, kefal, mavrişkül, kötek tutardık. Daha sonraları okulu iyice boşlayıp, balıkçılığa bir fiil başladım. Palamutçuluktan sonra çapara ile uskumru tutardık. Uskumru ayrıca sade ağlar ile de tutulurdu. Bu ağlara tirsi de vururdu, ama o zamanlar tirsiye kimse bakmazdı. Tarak balıklarını, iskorpitleri atardık. Kiloluk istavritler çıkardı, eşek istavriti derdik, onlar daha sonra kayboldu. Barabatla hamsi de barbun da tutardık. Sonradan Gavur Ali nin Celaller hamsi için büyük manyat almışlardı. Hamsi sürüsü dalyana, dalyan altlarına gelir, yalıdan seyreder, kızarırtısından anlardık. Hamsiyi gördüğümüzde kayığı yüzdürüp, balığı sarardık. İki kayık her iki halatı birer ucundan çeke çeke kayığa toplardı. Halatlar toplanınca tekrar denize serilir, halatın bittiği yerde, halatlar yeniden çekilerek torba kıyıya yaklaştırılırdı. Bu işleme tonozlama denirdi. Tonozlamayla balığın olduğu torba kıyıya kadar bu şekilde getirilir, 301

5 dalyana, sığ yere gelince içinden balıklar alınırdı. Hamsi manyatı büyük olduğundan kıyıya çekilemezdi. Barbunu kışın tutmazdık, balık derinde olurdu. Mayısta barabat çekmeye başlar, Mayıs 15 lerde havyarlı hale gelirdi. Bir iki manyatta kasa balık tutup gelirdik. O zaman barbunya ağı kullanılmazdı. Yakaladığımız balıkları meşe ağacından dört tekeri olan bir arabamız vardı. O arabaya kasa balığı yükleyip, kooperatife götürürdük. Bir kişi önden iple arabayı çeker, bir kişi de arkadan iter, araba gacır gucur ses çıkararak giderdi. Torik avladığımız zamanlarda onları kooperatife elimizde taşıdığımız olurdu. Çocukluğumda ikişer toriği kuyruklarından tutar, yalı kenarında kumlardan sürükleyerek götürürdüm. Boyum kısa geldiği için, benim taşıdığım toriklerin kafaları hep yüzülmüş olurdu. Havanın iyi olduğu zamanlarda kayıklar meydanın orada kıyıya baştan bindirir, balıklar hemen karşıdaki kooperatife tezkerelerle kolayca taşınırdı. Kooperatif Ford marka bir araba almıştı, başlangıçta kasası yoktu. Römork kısmına tahtalar uzatılıp, üzerine kasalarla balık konurdu. Daha sonraları kasa yaptırılmış, balıklar daha kolayca taşınmaya başlanmıştı. Bu arabanın şoförlüğünü Alaçamlı iki kardeş Bekir ile 302

6 Abdurrahman vardı, onlar yapardı. Sonra onlar şoförlüğü bırakıp, Karayollarına girdiler. Ben de Karayollarında çalışmaya başlayınca, İstanbul Bölgede onlarla karşılaşmıştım. Onlar şoförlüğü bırakınca, kooperatifin arabasını Nizamettin kullanmaya başladı. O da şoförlük yaparken halamın torunu Dagas Mehmet in abisi Ali yi (AKÇA) çiğnedi. Ali Alaçam a okula yürüyerek giderken, Etçemez tarafında bu kaza olmuştu. Misafir olarak birileri gelip, yemek için balık lazım olduğunda babam serpmesini alır, kefal, istavrit ya da beyaz beyaz gümüş balıkları vardı, onlardan yakalardı. Babam kumluk yerlerde serpmeyi dışarı çekerdi. Kayalık, taşlık yerlere attığında ise, serpmeyi dışarı çekemediği için, pantolonlarımızı çıkarıp, şortla suya girer, elimizi kurşunun altından serpmenin içine sokar, balıkları alırdık. Kıyıdan balık avcılığı serpme dışında, dinamitle de yapılırdı. Yakakent te dinamit kullanan Sefer Kaptan vardı. O daha çok Celevit tarafta kefale dinamit atardı. Biz çocukluğumuzda Hilmi abim falan Sefer Kaptanın peşinden gider, onun dinamitle avladığı balıkları toplardık. Ben askerde iken Sefer Kaptan ın elinde dinamit patlayıp, elini koparmıştı. Malzemeleri hazırlama İplik getirilir, lama demiri gibi ince kurşunlar alınır, bu kurşunlar közde eritilirdi. Eritilen kurşunlar kalıplara dökülürdü. Bir kurşun kalıbında 8 kurşun olurdu. Kurşunlar döküldükten sonra suya atılarak, donması sağlanırdı. Kalıptan çıkarılınca bıçakla, zımpara ile kenarları düzeltilirdi. Kalkan ağlarının altına kurşun konmaz, taş bağlanırdı. Bağlanacak taşları yalı kenarından toplardık. Sonradan taş yerine kurşun, mapa konmaya başlandı. Mantarlar paket halinde gelir, bir tabakadan mantar çıkardı. Mantarlar yuvarlak şişlerle delinirdi. Bir kişi de mantarların deliklerini, ağları kesmesin, zarar vermesin diye düzlerdi. Molozmaları uzatmaları çam kabuğu ile kaynatarak boyardık. Onları dibekte döverek küçültür, bakır kazanlarda kaynatırdık. Ağları sopa ile 303

7 kazanlara sokar, karıştırır, suyunu süzdükten sonra bir adam boyunda kenarları saclı ağaç variller vardı, onun içine koyardık. Kazanda kalan çam kabuğu parçalarını, boyayı daha iyi çeksin diye varile koyduğumuz ağların üzerine döker, daha sonra varilin kapağını kapatırdık. Ağları ertesi gün variden çıkarır, serenlere asıp kuruturduk. Denizde kullanılan iplik ağlar her gün yıkanır, kurutulurdu. Yırtığı varsa tamir edilirdi. Şimdi böyle zahmetli iş kalmadı, adam uzatmaya gidiyor bir sene ağa bakmıyor, bir tek yırtığı kopuğu varsa onu tamir ediyor. Binaenaleyh evvelemirde ağları sudan çıkarınca kurutmak ve tahribin kısmen önüne geçmek muktezidir. Fakat bu; mevcut bakterilerin ipliği tahribe meni olan bir tedbir değildir. Nühayet onlara fazla bir neşvünüma kabiliyeti vermemeği temin eder. Memleketimizde ise cari usuller iki türlüdür: Biri; ağlar yeni iken ham bezir yağına batırılmakta iplikler bezir yağını iyice içinceye kadar bu ameliye müteaddit defalar tekrar edilmektedir. Ham bezir yağı ağ ipliklerini sertleştirdiklerinden, bu nevi ağlar sadece dalyan avcılıklarından kullanılmaktadır. Diğeri de; çam veya meşe kabuğu dövülerek ve tatlı suda kaynatılarak yapılan bir nevi boya mahsülüne sıcak iken bu ağlar batırılıp çıkarılmaktadır. Kaynar mahlulden çıkarılan bu ağlar takriben bir gece imtidadınca üzerleri sıkıca kapatılmış bir yerde buğulunmakta ve bilahara askılara asılarak kurutulmaktadır. Bu ameliye ise lüzum görüldükçe zaman zaman tekrar olunmaktadır. Fakat her iki ameliyenin yapılmasına sebeb olan şeyin ne olduğunu balıkçılarımız bilmemekte, sadece ağları boyamakla daha mukavim bir hale gelecekleri fikrini taşımaktadır. Filhakika her iki ameliyenin bakterilere karşı ağları koruma tedbiri olduğu şüphesizdir. (s.64-65) Sularımızın Mahsulleri Balık, Balıkçılık, Süng, Süngercilik ve Bunların Gıdai ve İktisadi Kıymetleri. İsmail ÖZKUL, Münakalat Vekaleti Balıkçılk Mütehassısı, M. Sadık Kağıtçı Kırtasiye ve Basımevi,

8 Kayıklarımız Sürmene den gelirdi, burada kayık yapan yoktu. Sonraları Hasan İbrahimoğlu, Yılmaz AK Yakakent te kayık yapmaya başladı. Rastgele Gerze ye, Sinop tarafa balık tutmaya üç-dört kayık giderdik. Oralarda tuttuğumuz balıkları neresi yakınsa, ama Gerze ama Sinop, oraya götürüp satardık. Irmakta mersin avcılığı yapanlara ırmakçı denirdi. Biz ırmakçılık yapmadık. Çalışa çalışa ırmak tarafına balıkçılığa gittiğimizde gece çalışır, gündüz kayıklarımızı çekmek için ırmağa girerdik. Orada ırmakçılık yapan Çolak Şükrüler, Lütfi Yetmişbirler falan olurdu. Onların yanına dururduk. Bir seferinde ırmağa kayığımız çekmek için girmiştik. Irmağın suyu bulanık olduğu için içilmez, su ihtiyacı fenerin oradaki kuyudan sağlanırdı. Baktım Topal Galip (ŞAHİN) boyunduruğun birer ucunda teneke ile sallana sallana kuyuya su almaya gidiyordu. Galip abi, Çolağın Hamdi ye aşçılık yapıyordu. Kaldıkları yer ile kuyu arası bir kilometre kadardı. Ondan tenekeleri alıp, kuyuya ben gittim. Tenekeleri doldurup kaldıkları sazdan barakalarına götürdüm. Ben döndüğümde teyzemin oğlu Paşanın Hasan, Çolağın Hamdi nin tuttuğu mersin balığının havyarını çıkarıyordu. Hasan abim beni görünce bir ekmeği yardı, arasına iki üç kaşık havyar koyup verdi. Ben daha önce hiç mersin havyarı yemediğimden midem bulandı, yiyemedim. Ekmeğimi Hasan abime göstermeden, oradaki köpeklere verdim. Bana yedin mi diye sorduğunda, sağ ol abi, yedim demiştim. Irmak tarafa gittiğimizde ırmağın doğu tarafına geçip, Engiz e kadar gittiğimiz olurdu. Engiz taraftaki Ulugöl ün içine de girerdik. Yakaladığımız balıkları oradaki yükçülere verirdik. Onlar at arabaları ile götürürlerdi. Sonraları kamyonetler ile götürülmeye başlandı. Olta işi pek yaygın değildi. Palamuta gitmek için rüzgâr olduğunda yelken açıp, gittiğimiz olurdu. Yakakent te ikinci motoru, asma 305

9 motoru Haşmeti aldık. Daha sonraları da büyük kayığa 12 lik viskonsini aldık. 50 ye yakın kalkan ağımızı vardı. Papazın Dursun Alinin (OFLUOĞLU) kayığı yoktu, ama ağları vardı. Onunla ortakçılık yapardık. Bizim kayığımız daha küçük olduğundan ırmak başına kalkan ağı kurmak için gitmeye pek cesaret edemezdik. Sonraları Çerkezin Ferhatlarla ortakçılık yapmaya başladık. Onların büyük kayığı vardı, bizim ağları da ona koyup, ırmak başlarına giderdik. O zaman ağlar çok büyük değildi, bir parça ağ kulaç olurdu. Şimdi kulaç ağ yapılıyor. Kayıkta Nazif Dayı, Ferhat Dayı, Zühtü Dayı ve oğlu Hasan Batı ile bazen ağ işi olursa Topal Davut (YANIK) olurdu. Zühtü Dayı çok sık gelmezdi. Kayığı Ferhat Dayı kullanır, Nazif Dayı küreği çekerdi. Ağları Hasan abi ve ben çekerdik. Çekilen ağlar toplanır, istif edilir, bağlanır ve denizde yıkanırdı. Ağlar kıyıya gelindiğinde serilip, kurutulurdu. Kalkan ağında ikbal ağı uygulaması vardı. Bir takımda parça olur. Herkesin kendine göre ip veya bezle yaptığı işareti olurdu ya da iki üç mantarı boyardı. Motorun ve kayığın ikbal ağı olmakla birlikte, kimisi kayık için ikbal ağı koymazdı. İkbal ağını mal sahibi verirdi. Kalkan balıklarının satışı sonrası kayık ve ağ paranın yarısını alır, kalan yarısını çalışanlar paylaşırdı. Gurbet yolları Sarıyar barajına 1962 yılında dört kayık gittik. Tekin, babası Hacı Ahmet in Kadir ile, Candaş, Enver abi ile, ben babamla, Uzun Osman ın Hüseyin in de, Yavan Osmanların Hasan ile beraberdi. İskenderunlu Hüseyin DEBOOĞLU, Arif Çavuşun Mehmet in (NOGAY) yanına geliyor. Çayırhan da Sarıyar Barajında balıkçılık yapacaklar ile Silifke deki dalyanda balıkçılık yapacaklara ihtiyacım var diyor. Bunun üzerine babamlar dört kayık Silifke ye gitmek üzere ve aylık maaş üzerinden anlaşıyor. Biz Silifke ye giderken önce Sarıyar Barajı için Çayırhan a uğradık. Çayırhan a geçmeden bir gece Ankara da Anıtkabirin karşısında bir otelde bir gece kaldık. Yakında bir pastane vardı, oraya gittik. Biz kendimize yemek için pasta söyledik. Topal Davut ben haşlama isterim diye tutturdu. Garsonlar ona abi burası lokanta değil, burada yemek olmaz diyorsa da, o 306

10 dediğini tekrarlayıp duruyordu. Sonunda Enver abi ona kızmış, o da bunun üzerine pastanede olanlardan yemişti. Sonra bu olayı her andığımızda gülmüştük. Temel abinin (ERDOĞAN) kayığı bizim kamyonlardan birinde idi. Onu Çayırhan da indirdik. Silifke ye gidecek diğer kayıklarımız ve ağlarımız kamyonda durdu, onları indirmedik. Bir iki gün orada kalıp, göle balığa çıktık. Oradaki kayıklar yayın tutuyordu. Sonrasında biz Silifke ye hareket ettik. Topal Davut orada ağ yapmak üzere kaldı. Bizim peşimizden de Yakakent ten içinde Temel abilerin olduğu grup Çayırhan a gelmişti. Silifke de Taşucu na gittik. Dalyana gittiğimizde onların trata dediği bir çeşit manyat vardı. Onunla dalyanın içinde bir ağ sardığımızda, çıplak (akya) dedikleri, lüfer benzeri daha önce hiç görmediğim 2-3 kg lık balıklar ile karides ve kefal balıklarını karışık olarak almıştık. Ağ sığlık bir yerde kalmış, ağın içinden balıkları dışarı taşımıştık. Yakaladığımız balıklarla on iki pikap yüklenip, İskenderun a gönderilmişti. Daha sonra iki sefer de, balık avlamak için denize çıktık. Ancak iki seferde de bir tane bile balık tutamadık. Sonrasında dalyana dönüp, bir daha denize çıkmadık. Hüseyin Debooğlu yanımıza arada bir gelip giderdi. Şeker hastası bir adamdı, iyi yemek yediğim için beni severdi. Diyet yaptığından özel aşçısı vardı. Aşçısına karides pişirttirip, bana yedirirdi. Beni sigortalı yapmak istemiş, babam sigortanın ne olduğunu bilmediğinden ne gerek var deyip kabul etmemişti. Dalyanda iken yağmurlar başladı, bu yüzden göle de avcılık için çıkamadık. Kayıkları bağlayıp, kulübelerin içinde kaldık. Babamlar duruma bakıp, buradan bize ekmek yok, iyisi mi dönelim diye karar verdiler. Bu kararlarını patronla konuşup, ona aktardılar. Sonrasında anlaşarak, bir buçuk aylık bir gurbetlikten sonra Yakakent e dönmüş olduk. Biz avcılıktan bir randıman alamadığımız için, bir daha Silifke ye gitmedik. Ancak Haydarın Mustafa (OKAN) bizden sonra oraya gitti. 307

11 Okulumuzda öğretmenlik yapan Şükrü Hocanın baldızı Alaçamlı Nurgül Hoca vardı. Ben onu sever, onlara ara sıra balık bırakırdım. Silifke den geldikten sonra, bir gün yolda beni gördü. Bana Hüseyin oğlum, sonuna gelmişken okulu bitireyim demedin. Okula bir uğra, imtihana gir, hiç yoktan diplomanı al, ileride sana bir faydası olur demişti. Nurgül Hoca nın bu sözü üzerine okula gittim. O zaman Remzi Hoca (GÜL) başöğretmendi. Beni öğretmenlerin olduğu odaya alıp, ne yaptın, ne ettin, nerelere gittin diye sorup, Silifke ye gidince neler yaptığımızı anlattırdılar. Ben de yaptığım işleri, nasıl balık tuttuğumuzu, başımızdan geçenleri anlattım. Beni dinledikten sonra, tamam, hayırlı olsun, seni mezun ettik dediler. Diploma için bana kravat takıp, resim çektirttiler. Bu nedenle benim ilkokul diplomamdaki fotoğrafımda kravat vardır. Yunus avcılığı Yunus avcılığını babamla yaptık. Ben kürek çeker, babam 16 lık doldurma bir tüfeği vardı, onunla ateş ederdi. Babam tüfeğinin saçmasını kendi dökerdi. Biz çok fazla yunus avcılığı yapmazdık. Çocukluğumda yunus avcılığını esas olarak Sürmene den gelenler olur, onlar yapardı. Bu şekilde Sürmene den gelen ondan fazla kayık olur, kıyılar kayıkla dolardı. Onlar tüfekle çok yunus avlardı. Onlar yunus avlarken, denizde harp oluyormuş gibi gürültü olurdu. Sürmene den gelen yunus avcıları kayıklarında ya da eş dostlarının kayıkhanelerinde kalırlardı. Balıklarını Topal Galip (ŞAHİN) alırdı. Sonra yanına Kazık Kemal i (BALCI) aldı. Daha sonraları Kilitçinin Nazif te yunus almaya başlamıştı. Onlar satın aldıkları yunuslardan yağ yaparlardı. Avladığımız yunusları Galip abiye sürükleye sürükleye götürürdük. O da somun ekmeğini ortasından yarar, yunusun yağına banar, içine kıkırdaklarından koyup verir, biz onları afiyetle yerdik. Yunuslar kaynarken çok kötü kokardı, ama Galip abinin verdiği o ekmeleri yerken bir rahatsızlık duymazdık. 308