Sanayide ARGE Faaliyetinin Teşviki ve Özgün Bir Teşvik Kurumu Olarak Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (*)

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Sanayide ARGE Faaliyetinin Teşviki ve Özgün Bir Teşvik Kurumu Olarak Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (*)"

Transkript

1 Sanayide ARGE Faaliyetinin Teşviki ve Özgün Bir Teşvik Kurumu Olarak Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (*) İçindekiler: Giriş BÖLÜM I: Aykut Göker 15 Nisan 2008 Sanayide ARGE ye Yönelme İhtiyacı Nereden Doğdu? İngiliz Sanayi Devrimi nin Öğrettikleri... Tarihte Bir İlk: 19 uncu Yüzyılda Alman Sanayii nde ARGE ye Yönelme ve List in Öğretisi 1940 lardaki ABD Pratiği: Science - The Endless Frontier [Bilim: Sonsuz Ufuklar] ABD de Bilim Politikalarından Bilim ve Teknoloji Politikalarına Geçiş: D. Allan Bromley in 1993 teki Raporu Başkan Clinton ve Yardımcısı Gore un İzledikleri Teknoloji Politikası Sanayi Kuruluşlarının ARGE ye Yönelmelerinde / Yönlendirilmelerinde Giderek Gelişen Dünya Pratiği Ulusal İnovasyon Sistemi Kavramının Ortaya Çıkışı Sanayii ARGE ye Yönlendirmek için Pazara Müdahalenin Gerekçesi: Pazar Tökezlemesi ve Sistemik Tökezlemeler... Türkiye de Bilim ve Teknoloji Politikaları ve Sanayii ARGE ye Yöneltme Çabaları 1960 lı ve 1970 li Yıllar: Bilim [ve Teknoloji] Politikası için İlk Formülâsyon Arayışları ve OECD Pilot Takımlar Projesi 1980 li Yıllar: Türk Bilim Politikası lı Yıllar: Türk Bilim ve Teknoloji Politikası , Bilim ve Teknolojide Atılım Projesi (1995) ve Sonrası... Türk Bilim ve Teknoloji Politikası: Ne Ölçüde Hayata Geçirilebildi? Türkiye nin 2003 ten Sonraki Bilim ve Teknoloji Politikası... Bölüm I için Sonuç Yerine: Türkiye nin Bilim, Teknoloji ve İnovasyon Alanında bugün İzlemekte Olduğu Ulusal Bir Strateji ya da Politikası Var Mı? Bölüm I için Kaynakça (*) Çelik, Tarık ve İlhan Tekeli (Ed.), Türkiye de Üniversite Anlayışının Gelişimi II ( ), TÜBA, Mayıs 2009 [ISBN ], Ankara içinde; s

2 BÖLÜM II: Türkiye de Ulusal İnovasyon Sisteminin İlk Yapı Taşlarına ilişkin Özgün Bir Örnek: Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) TC ile Dünya Bankası Arasında İmzalanan Teknoloji Geliştirme Projesi İkraz Anlaşması (1991) ve TTGV nin Kuruluşu TTGV nin Üstlendiği Misyon TTGV Niçin Özgün Bir Kuruluştur? TC ile Dünya Bankası Arasındaki Endüstriyel Teknoloji Projesi İkraz Anlaşması (1999) ve TTGV nin Dünya Bankası Kaynaklarından Yararlanmasında İkinci Aşama Para-Kredi Koordinasyon Kurulu nun Sanayie ARGE Yardımı Kararı (1995) ve TTGV nin Kamuyla Özel Sektör Arasında Bir Köprü Kuruluş Olarak Üstlendiği Yeni Görev Montreal Protokolü Çerçevesinde TC ile Dünya Bankası Arasında İmzalanan Ozon Projeleri Emanet Fonu Hibe Anlaşmaları ve TTGV nin Çevre Projelerine Doğru Genişleyen Misyonu TTGV nin Kuruluşundan Bu Yana Yürüttüğü Faaliyetlerin Kısa Bir Bilânçosu I. Dünya Bankası ve DFİF Kaynaklı Destek Faaliyetleri: a) Sanayi Kuruluşlarının ARGE ve İnovasyon Projelerine Finansman Desteği i) ARGE ve İnovasyon Projelerine Verilen Finansman Desteği Ne Fayda Sağladı? ii) ARGE ve İnovasyon Projelerine Finansman Desteğinde Yeni Açılım b) Özel Sektör Statüsündeki Teknoloji Hizmet Merkezlerine Sağlanan Destek c) Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde Teknokent/Teknopark Kurulmasına Destek d) Girişim (Risk) Sermayesi ve Girişim Fonlarının Oluşumuna Katkı i) Dünya Bankası Projeleri Sürecindeki Açılım ii) Girişim Sermayesinde Yeni Açılım: Fonların Fonu nu Oluşturmaya Doğru... iii) TTGV nin Girişim Sermayesi ile ilgili Açılımları TTGV ye ve Ülkeye Ne Sağlar? e) Stratejik Araştırma Desteği f) Teknoloji Ödülü Yoluyla Teşvik II. Çevre Projeleri Desteği III. TTGV nin Türkiye nin Ulusal Bilim, Teknoloji ve İnovasyon Strateji ve Politikalarının Oluşturulması Yönündeki Çabaları a) TÜBA-TÜBİTAK-TTGV Bilim-Teknoloji-Sanayi Tartışmaları Platformu i) BTSTP Kuruluş Evresi ( ) ii) BTSTP İkinci Evre ( ) b) TTGV ve TUENA c) TTGV ve Vizyon 2023 IV. Türkiye nin ARGE ve İnovasyonda Uluslararası İşbirliği Deneyiminin Gelişmesine Katkı a) TTGV nin TAFTIE Üyeliği b) Valor Projesi Sonuç Yerine Bölüm II için Kaynakça 2

3 Giriş Günümüzde ARGE nin sâdece üniversiteye münhasır bir faaliyet alanı olmadığı bilinmektedir. Uluslararası rekabet üstünlüğü yarışında iddiası olan bütün ülkelerde, başta sanayi olmak üzere, mal ya da hizmet üreten bütün sektörlerde ARGE faaliyetinde bulunulduğu görülmektedir. Özel sektörde olsun, kamu sektöründe olsun, iç ya da dış pazarlarda ciddî bir paya sahip hemen hemen bütün üretici kuruluşlar yıllık kazançlarının belli bir bölümünü ARGE harcamalarına ayırmaktadırlar. Görülen odur ki, daha çok sınaî araştırma ve teknolojik geliştirme türündeki bu ARGE faaliyetleri için yapılan harcamalar giderek de artmaktadır. Bir kısım üretici kuruluşlar, üniversiteler ya da kamunun araştırma kuruluşlarından, tamamen ticarî amaçlarla kullanılmak üzere, ARGE hizmeti satın alabilmektedirler. Bir kısım üretici kuruluşlar da, bizzat kendileri, profesyonelce ARGE faaliyetinde bulunmaktadırlar. Her iki yola da yönelmiş kuruluşlar vardır. Tek başlarına ARGE faaliyetinde bulunmaya gücü yetmeyen kuruluşların, aralarında birleşerek ortak ARGE faaliyetinde bulunduklarına da tanık olunmaktadır. Ortaklaşa ya da tek başlarına ARGE ye yönelmiş KOBİ ler vardır. Özellikle 1990 lı yıllardan itibaren, benzer yönelimler Türkiye de başlamıştır. Peki ama, bütün dünyada giderek yaygınlaşan bu yönelimin sebebi nedir? BÖLÜM I 1 : Sanayide ARGE ye Yönelme İhtiyacı Nereden Doğdu? C. Freeman ın belirttiği gibi, Ekonomik gelişme ve ticarî rekabette teknik değişimin önemi konusunda [iktisatçılar arasında] pek az görüş ayrılığı vardır. Neoklâsik, Keynesçi, Marksist, Schumpeterci ya da her neyse, gerçekte bütün iktisatçılar, prodüktivite (üretkenlik) artışının, yeni ve gelişkin üretim teknikleriyle yeni ürünlerin ortaya çıkmasına ve bunların bütün ekonomi sistemine etkin bir biçimde yayılmasına sıkı sıkıya bağlı olduğunu kabûl ederler. (Freeman, C., 1989) Nitekim, farklı bir iktisat okuluna mensup olan M. Porter da, Giderek yükselen bir hayat standardı, bir ulusun firmalarının, yüksek prodüktivite (üretkenlik) düzeylerine ulaşmalarına ve prodüktiviteyi zamanla artırmalarına bağlıdır....bir ulusun firmaları, hiç durup dinlenmeksizin, ürün kalitesini yükselterek, ona arzu edilen, ek özellikler kazandırarak, ürün teknolojisini geliştirerek ya da üretim verimliliğini artırarak, mevcut sanayilerdeki prodüktiviteyi geliştirmelidirler. der. (Porter, M., 1991) İngiliz Sanayi Devrimi nin Öğrettikleri... Yeni ya da gelişkin üretim teknikleri ve yeni ürünlerin ortaya çıkması ile prodüktivite artışı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin tarihteki ilk çarpıcı örneğini İngiliz Sanayi Devrimi nde bulmak mümkündür. İngiliz Sanayi Devrimi'nin kökeninde, elbette, son derece güçlü bir kâr güdüsü vardı. Kârın genişletilen ihraç pazarlarına yönelik imalât faaliyetiyle gerçekleştirilip büyütülebileceğinin görülmesiyse, İngiliz Sanayi Devrimi'nin temel dinamiğini oluşturmuştur. (Hobsbawm, E.J., 1968) Bu dinamiğin başlattığı sürecin olmazsa olmaz koşulu, imalâtın geliştirilmesi ve genişletilmesiydi. Bunu mümkün kılan pek çok etken (faktör) vardı; ama, bu etkenler içinde en önemlisi, üretim yöntem ve makinalarında yapılan teknolojik yenilikler ve bu yeniliklerin bütün üretim alanlarında yayınmasının -difüzyonunun- sağlanabilmesiydi. - Teknolojisi çok daha eski çağlara dayanan su çarkının kanatlarını inceltip bir makina olarak verimini yükselten ve su çarkını yeni sanayi döneminin ilk çok amaçlı makinası hâline getiren (1730 lar) James Brindley; 1 Bölüm I hazırlanırken bu satırların yazarının, benzer konuları kapsayan önceki çalışmalarından geniş ölçüde yararlanılmıştır. Gerekli görülen noktalar güncelleştirilmiş; edinilen yeni bilgiler eklenmiş; ek yorumlar getirilmiştir. Söz konusu önceki çalışmalar Sitesi nde bulunabilir. [A.G.] 3

4 - Dokuma tezgâhının otomatikleştirilmesinde önemli bir adım olarak uçan mekiği geliştiren (1733) John Kay; - Maden ocaklarında kullanılmak üzere buharla çalışan bir pompa geliştirmiş olan (1705) Thomas Newcomen; - Newcomen makinasını geliştirerek, bildiğimiz buhar makinasını yapan (1763) James Watt; - Watt a, yaptığı bu makinayı geliştirebileceği teknik olanakları sağlayan ve ölçme tekniği konusundaki bilgisiyle öğünen sanayici Matthew Boulton; - Top namlularının o zamana kadar ulaşılamamış bir hassâsiyet derecesinde işlenebilmesini sağlayacak bir tezgâh yapan ( ); sonra da bu tezgâhı uyarlayıp, James Watt ın buhar makinasının yapımında ve dolayısıyla da başarı kazanmasında çok önemli bir rol oynayacak olan, silindir işleme tezgâhı hâline getiren; ve yarattığı daha pek çok yenilik yanında ilk demir tekneyi inşa eden (1787) sanayici John Wilkinson (yukarıda top teknolojisinden söz edildiği için hemen eklemekte yarar var; Wilkinson ilk yivli top namlularını da geliştiren kişidir); - Buhar makinasının dokuma tezgâhlarında kullanılmasını sağlayan (1785) Edmund Cartwright; - İlk buharlı lokomotifi yapan (1804) Richard Trevithick; - Bu lokomotifi geliştiren (1829) George Stephenson ve daha pek çoklarının yaptıkları yenilikler o dönemde prodüktivitenin yükseltilebilmesine ve sanayinin hızla geliştirilip genişletilmesine imkân tanıdı. Genişleyen sanayi, kendisini teknolojik açıdan bir üst düzeyde yenileyerek üretkenliğini sürekli artırabilecek hâle geldi. Bu yetkinlik, B. Britanya'nın XIX uncu yüzyılda, dünya pazarlarındaki tartışmasız üstünlüğünü üreten, temel etkenlerden biri oldu. Tarihte Bir İlk: 19 uncu Yüzyılda Alman Sanayii nde ARGE ye Yönelme ve List in Öğretisi Yukarıdaki kısa listeden de anlaşılabileceği gibi, söz konusu teknolojik yenilikleri yapanlar B. Britanya nın makinistleri ve bu maslekî yeteneğe sahip sanayicileriydi; bir anlamda o çağın mühendisleriydi. Onlar, yaptıkları teknolojik yeniliklerde, sahip oldukları ampirik bilgiye (kendi deneyimlerine) dayanıyorlardı. Oysa İngiliz Sanayi Devrimi nin açtığı yolda giderek ivme kazanan teknolojik yenilikler, modern sanayi kapitalizminin sonraki gelişme aşamalarında artık bilimsel bilgiye dayanır hâle geldi. Teknolojinin dayandığı bilgi kaynağındaki bu değişim, hem bir yükseköğretim hem de bugün anladığımız anlamda bir bilimsel araştırma kurumu olma hüviyetini 19 uncu yüzyılda kazanmış olan üniversiteye, aynı yüzyılın ikinci yarısında, doğrudan ekonomik fayda yaratmaya yönelik yeni bir misyon yükledi. Mühendis yetiştiren Almanya daki yüksekokulların üniversite statüsünü kazanmaları ve bazı Alman akademisyenlerin Alman kimya sanayiinin ihtiyaç duyduğu, sonuçları ticarîleştirilebilir araştırmalara da yönelmeleri (Gürüz, K., 2001) bu yeni misyonun ilk habercileriydi. Buna paralel olarak Alman Kimya Sanayii nin kendisi de, tarihte bir ilk olarak profesyonelce ARGE faaliyetinde bulunmaya başladı. (Freeman, C., 1995) Üniversitenin sonuçları ticarîleştirilebilir araştırmalara, bunun yanında sanayinin de profesyonelce ARGE faaliyetinde bulunmaya yönelmesinin ilk kez Almanya da görülmesi bir rastlantı değildi. Çünkü Almanya, o dönemde bir devlet politikası olarak, iktisatçı Friedrich List in ortaya koyduğu öğretiyi izlemekteydi. O çağda, İngiliz Sanayi Devrimi'nin zengin deneyiminden ve bu süreçle birlikte hızla yükselen, modern sanayi kapitalizminin pratiğinden kaynağını alan, Adam Smith ( ), David Ricardo ( ) ve J. B. Say'ların ( ) klâsik iktisat öğretisi dünyaya egemendi. Bu öğretiye göre, dünya pazarlarında olsun, ulusal pazarlarda olsun, serbest rekabet kapitalizmi nin sağladığı kusursuz özgürlük çerçevesinde yarışılmalıydı. Kapitalizm, otomatik olarak, kendisini regüle edecek bir sistemdi ve [söz konusu yarışta] devlet ekonomiye müdahale etmemeliydi. Ama, List'e göre, Almanya'nın, uluslararası arenada, önerilen bu koşullar 4

5 altında yarışı kabûl edebilmesi için, önce B. Britanya ve Fransa'nın sanayi gücüne erişmesi; onlarla eşit koşullara gelmesi gerekirdi. List, gerçekte serbest ticarete inanmıştı; ama o, bu idealin ancak çok sayıda ülkenin refâh ve (daha da önemlisi) teknoloji bakımından eşit düzeyde olmaları hâlinde geçerli olabileceğini düşünmekteydi. (Freeman, C., 1989) Almanya'nın o dönemde içinde bulunduğu somut durumu çözümleyerek yaptığı bu tespit, List'in geliştirdiği kuramın kalkış noktasını oluşturdu. Açıkçası List, Almanya'nın sanayileşebilmesinin ve bunun ön koşulu olarak gördüğü, teknolojide önde olan B. Britanya'ya yetişebilmesinin kuramını ortaya attı. Ancak bunu, yeni kurulan ulusal sanayilerin bebeklik dönemlerinde gümrük duvarlarıyla korunması gerektiğini öne sürmekle sınırlı ya da sâdece korumacılığı savunan bir kuram olarak algılamamak gerekir. "List'in kendi kuramsal çözümlemelerinden çıkardığı sonuçlar, aslında, sanayi ve eğitim politikalarına sıkı sıkıya bağlı, uzun dönemli, ulusal bir teknoloji politikası olarak tanımlanabilir. (Freeman, C., 1989) Kısacası List, Almanya'nın her şeyden önce, yeni teknolojiyi -kendisinde olmayan teknolojiyiöğrenip özümsemesi ve ekonominin ilgili etkinlik alanlarına yayarak bundan yararlanır hâle gelmesi; dahası, edindiği teknolojiyi bir üst düzeyde geliştirip yeniden üretme yeteneğini kazanması gerektiğini vurgulamakta ve ülkesinin uluslararası rekabete girebilmesi için bunu ön koşul olarak görmekteydi. Almanya'nın tamamen List'in formülâsyonu çerçevesinde, yeni teknolojiyi öğrenip özümseyebilmek ve ekonominin ilgili etkinlik alanlarına yayarak kullanabilmek ve geliştirip bir üst düzeyde yeniden üretme becerisini kazanabilmek için attığı ilk adım, bu süreci, bir bütün olarak, düzenli ve sistemli bir temel üzerine oturtabilmeyi mümkün kılacak bir öğretimeğitim sistemiyle; sanayii, devlet mekanizmasını ve üniversiteleri içine alan, ulusal araştırmageliştirme ağını kurmak oldu. Bunu öteki adımlar izledi ve gerçekten de Almanya teknolojide Britanya'ya yetişti ve onu geçti. (Freeman, C., 1989) List in öğretisinin can alıcı noktası, yeni teknolojinin ekonominin bütün etkinlik alanlarında öğrenilip kullanılmasıyla birlikte, öğrenilen yeni teknolojiyi geliştirebilme becerisinin de kazanılmasını öngörmüş olmasıdır. Hem yeni teknolojinin öğretilmesi (mühendis yetiştirmeyi üstlenerek) hem de geliştirilmesi (sonuçları ticarîleştirilebilir araştırmalar alanına girerek) üniversitenin önemli bir misyonu olacaktır ama asıl marifet yeni teknolojiyi öğrenen sanayinin de ARGE alanına girerek bunu geliştirme becerisini kazanması ve giderek yeni teknolojiler de üretir hâle gelmesiydi. Devlet de izlediği politikalarla bunu gözetmeli; buna yardımcı olmalıydı. Almanya nın yaptığı da buydu. 2 Sanayi Devrimi yle modern sanayi kapitalizminin temellerini atan B. Britanya nın ardından sanayileşme sürecine giren Almanya nın izlediği bu yol, sonradan sanayileşen ve ekonomik gelişme yoluna giren pek çok ülkeye, çeşitli yönleriyle rehber oldu. Ekonomik gelişme yoluna giren hemen her ülke bunu yeni ürünler, yeni üretim yöntemleri, yeni teknolojiler geliştirme becerisini kazanarak ve bilimsel araştırma yetisini geliştirerek başardı. Ve yine bu başarıyı gösteren hemen her ülkenin yeni olanı öğrenmeyi ve öğrenileni bir üst düzeyde geliştirerek yeniden üretmeyi ulusal ölçekte sağlam bir sisteme oturttuklarını görüyoruz. Üniversiteleri ve araştırma kurumlarını; ARGE ye yönelmiş sanayi kuruluşlarını ve o sanayi kuruluşlarını ARGE yapmaya teşvik eden destek mekanizmalarını; bir bütün olarak ülkenin ARGE yeteneğini ayakta tutup gelişmesini sağlayan eşgüdüm ve yönlendirme kurum ve araçlarını içine alan bu sisteme 1980 li yıllardan bu yana ulusal inovasyon sistemi diyoruz. Bir anlamda ARGE nin üniversiteler dışında da örgütlenmesi anlamına gelen bu sistemi iyi anlayabilmemiz için, 1980 li yıllara gelmeden önce, 1940 lı yıllarda ABD de yaşanan önemli bir dönemece değinmek gerekir. Bu bizim, Türkiye de ARGE yi üniversite dışında da teşvik edip örgütleyebilmek amacıyla yapılan yasal ve kurumsal düzenlemeleri daha iyi anlayabilmemizi de sağlayacaktır. 2 List in öğretisi için bknz. List, Friedrich, 1841, The National System of Political Economy, translated by Sampson S. Lloyd, Bu eserin tamamına Sitesi nden erişilebilir. [Nisan 2008] 5

6 1940 lardaki ABD Pratiği: Science - The Endless Frontier [Bilim: Sonsuz Ufuklar] ABD Başkanı F. D. Roosevelt in 1944 Kasım ındaki isteği üzerine Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi nin o zamanki Direktörü Dr. Vannevar Bush, Başkanlığa Science - The Endless Frontier [Bilim - Sonsuz Ufuklar] başlıklı bir rapor (Bush, V., 1945) hazırlayıp sunar. Sunulan aslında bir bilim politikası tasarısıdır. Böyle bir tasarının hazırlanmasındaki amaç nedir? Bu amacı Rapor un Ve Halkın Refâhı için başlığını taşıyan bölümünde bulmak mümkündür: Umutlarımızdan biri savaş sonrasında tam istihdamın sağlanmasıdır. Bu hedefe ulaşmak için Amerikan halkının yaratıcı ve üretken enerjisi bütünüyle serbest bırakılmalıdır. Daha fazla iş yaratmak için yeni, daha iyi ve daha ucuz ürünler yapmayı hedef almalıyız. Yeni, canlı, çok sayıda girişimin ortaya çıkmasını istiyoruz. Ama, yeni ürün ve prosesler tam anlamıyla olgunlaşmış olarak doğmazlar. Onlar, temel bilimsel araştırmalar sonucu ortaya konan yeni ilkeler ve yeni kavramlardan hareketle geliştirilirler. Temel bilimsel araştırma bilimsel sermayedir. Dahası, bu bilimsel sermayenin başlıca kaynağı olarak, artık Avrupa ya dayanamayız. Çok açıktır ki, daha fazla ve daha iyi bilimsel araştırma, tam istihdam hedefimizi gerçekleştirmenin temel dayanağıdır. Peki daha fazla ve daha iyi bilimsel araştırma yapılması nasıl sağlanacaktı? Dr. Bush un önerdiği formül ve bu tasarının can alıcı noktası, temel araştırmaların ve bilim adamı yetiştirmenin Federal Hükûmet çe desteklenmesiydi... Gerisini, Amerikan girişimcisi, nasıl olsa, hâllederdi. Dr. Vannevar Bush un, burada, daha sonra Lineer Model olarak anılacak olan bir modeli esas aldığını görüyoruz: Temel Fizik [Temel Araştırmalar] Büyük Lâboratuvarlarda Büyük Ölçekli Geliştirmeler Uygulama ve Yenilikler Toplumsal Refâh Bu modelin kısa açıklaması şudur: Yapılan temel araştırmalar sonucunda, sürekli olarak, yeni bilgiler, yeni bilimsel bulgular ortaya konur. Bu yeni bilgi ve bulgulardan uygulamada da yararlanabilmek için, büyük çaplı lâboratuvarlarda, büyük çaplı, deneyimsel [tecrübî] geliştirmeler yapılır. Böylece bilimden teknolojiye geçişi mümkün kılacak temel bilgiler, deneyimler edinilir. Girişimciler bu bilgi ve deneyimlerden yararlanarak mevcut ürünler ve üretim yöntemlerinde teknolojik yenilikler yaparlar ya da yepyeni ürünler, üretim yöntemleri geliştirirler ve bunları dünya pazarlarına sunarak ticarîleştirirler. Ticarîleştirilen, teknolojik açıdan daha gelişkin ya da yeni ürünlerin, yeni üretim yöntemlerinin getirisi toplumsal refâhı yaratır. Daha gelişkin ya da yeni ürün ve üretim yöntemlerinin getirisi sâdece para değildir. Yaşam kalitesinin yükselmesi, örneğin, daha sağlıklı bir yaşam da yine aynı süreçte ortaya konan yeniliklere bağlıdır. Sâdece bu kadar mı? Hayır, ulusal güvenliğin gelecekte sürdürülebilmesi de bu yenilik üretme sürecinin işlemesine; yâni, ülkenin silâhlı kuvvetlerinin emrine verilecek, teknolojik açıdan yeni silâh sistemlerinin geliştirilebilmesine bağlıdır. 6

7 Manhatten projesi sâdece atom bombasını değil bu lineer modeli de yaratmıştı. Bu proje sonucu ortaya çıkan yeni ürün göz kamaştırıcıydı; ve bu, sonuçları büyük çaplı lâboratuvarlarda uygulanabilir hâle getirilmiş olan temel fizik araştırmalarının bir ürünüydü. Aynı süreç, ekonomik ve toplumsal fayda yaratacak yenilikler üretmek için de geçerli olabilirdi. Science - The Endless Frontier de, bu model örnek alınarak önerilen politikanın ana çizgisi şuydu: - Hastalıklara Karşı Savaş için [For the War Against Disease]; - Ulusal Güvenliğimiz [ABD nin Ulusal Güvenliği] için [For Our National Security)]; - Ve Halkın Refâhı için [And for the Public Welfare] daha fazla ve daha iyi bilimsel araştırma... Ve bunun için de -yukarıda belirtildiği gibi- temel araştırmaların ve bilim adamı yetiştirmenin Federal Hükûmet çe desteklenmesi... ABD de Bilim Politikalarından Bilim ve Teknoloji Politikalarına Geçiş: D. Allan Bromley in 1993 teki Raporu ABD, Science - The Endless Frontier de önerilen politikayı uyguladı. Ama, uygulamada görüldü ki, hayat lineer model de öngörüldüğü gibi akmıyor. Federal Hükûmet temel araştırmaları destekliyor; ama, Amerikan girişimcisi ortaya konan yeni bilimsel bilgi ve bulgulardan hareketle, mevcut iktisadî sistemi ayakta tutacak ve toplumsal refâhı istenen düzeye çıkaracak ölçek ve hızda yenilik üretemiyor. Yenilik yapmaya niyetli kimi girişimci de bilim dünyasında aradığını bulamıyor. Etkileşim gerekli; ama, bilim dünyası etkileşime yeterince açık değil. Bu tespitler, zamânın Bilim ve Teknoloji Politikası Ofisi Direktörü D. Allan Bromley in 4 Ocak 1993 te, Başkan George Bush a, onun da 5 Ocak 1993 te Kongre ye sunduğu Science and Technology [Bilim ve Teknoloji] başlıklı raporda şöyle dile getiriliyordu: Birleşik Devletler de bilim ve teknoloji, [II. Dünya Savaşı sonrasında] girilen üstünlük yarışında, 1945 te [Vannevar Bush tarafından] öngörülmemiş olan yollara da baş vurularak geliştirilmiştir. Ayrıca, aradan geçen süre zarfında, hem bilim ve teknolojinin kendi doğası hem de dünya koşulları büyük ölçüde değişmiştir. Böylesi değişiklikler ulusal bilim ve teknoloji politikasının gündemini yeniden gözden geçirmeyi gerekli kılmaktaydı. (OSTP, 1993) Burada sözü edilen gözden geçirmeler, aslında, ABD nin bilim politikasının bilim ve teknoloji politikasına dönüştürülmesi sonucunu yaratmıştı. Federal Hükûmet artık sâdece temel araştırmaları ve bilim adamlarını değil; yenilik üretme sürecinin özel girişimciye çok daha yakın faaliyet alanlarını da desteklemeye; bu alanlarla ilgili olarak doğrudan girişimciyi teşvik edecek kurumsal ve yasal düzenlemeler yapmaya başlamıştı. Başkan Clinton ve Yardımcısı Gore un İzledikleri Teknoloji Politikası Bilim politikasındaki teknoloji politikasını da kapsayan dönüşümün çarpıcı örneği, Başkan Clinton ve yardımcısı Gore un 22 Şubat 1993 te açıkladıkları Amerikan Ekonomisinin Büyümesi için Teknoloji: Ekonomik Güç Sağlamak için Yeni Bir Yol başlıklı bilim ve teknoloji politikası dokümanıdır. 3 Bu dokümanda söz konusu dönüşüm şöyle açıklanıyor: Yönetimimiz, karşılıklı yarar sağlamanın söz konusu olduğu alanlarda sanayi ile ortak çalışmayı teşvik için Fedaral Ajanslar ın çalışma tarzlarında değişiklik yapacaktır. Başkan Eisenhower da, 1954 te benzer bir politika değişikliği yapmış ve yayımladığı emir-nâme ile Federal Ajanslar ın temel araştırmaları desteklemesini istemişti. Bizim uygulayacağımız yeni politika, çok daha fazla Federal ARGE kaynağının ticarî açıdan önemi olan rekabet öncesi aşama projelerine tahsisini 3 President William J. Clinton ve Vice President Albert Gore, Jr. tarafından 22 Şubat 1993 te açıklanan "Technology for America's Economic Growth, A New Direction to Build Economic Strength", başlıklı bu politika dokümanına Sitesi nden ulaşılabilir. [Nisan 2008] 7

8 sağlayacaktır. Hattâ, bu yeni politika sonucu, ARGE nin de ötesinde, gerektiğinde, yeni teknoloji ve know-how ların geniş çapta uygulanmasını teşvik edecek Federal Programlar yürürlüğe konacaktır. Sözü edilen politika dokümanlarında hedef ABD nin bilim 4 ve teknoloji yeteneğini yükseltmektir. Ama bu yetenek, çok daha temel, bir başka amaca hizmet edecektir: Dr. Vannevar Bush un terimleriyle, tam istihdamın sağlanmasına, halkın refâhının yükseltilmesine ve ulusal savunmanın güçlenmesine ; Clinton-Gore un terimleriyle söylenirse, ekonominin büyümesine, güçlenmesine... Sanayi Kuruluşlarının ARGE ye Yönelmelerinde / Yönlendirilmelerinde Giderek Gelişen Dünya Pratiği II. Dünya Savaşı sonrasında sâdece ABD değil, ekonomik büyüme ve toplumsal kalkınma peşindeki pek çok ülke, bilimde, teknolojide ve teknolojik yenilikler üretmede yetkinlik kazanmayı ya da mevcut yetkinliğini artırmayı bir devlet politikası olarak gözetir oldu. Özellikle, teknolojik değişim, inovasyon ve ekonomik gelişme arasındaki ilişkiler, iktisadın başlıca araştırma konularından biri hâline gelip de bu ilişkiler daha iyi anlaşıldıkça, izlenen bilim ve teknoloji politikalarının kapsamları giderek genişledi ve sâdece bilimsel araştırma ve deneyimsel geliştirme faaliyetleri (kısacası ARGE faaliyetleri) değil, bu faaliyetler sonucu ortaya konan yeni bulguları, yeni bilgileri ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürme faaliyetleri de kamu fonlarından desteklenmeye başlandı. En genel anlamıyla, yeni bir bulguyu, yeni bir bilgi ya da fikri ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürme işine inovasyon deniyor. 5 Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, söz konusu dönüştürme den kasıt, özellikle teknolojik açıdan daha gelişkin ya da yeni olan ürünler, üretim yöntemleri, dağıtım, organizasyon ve pazarlama yöntemlerinin ortaya konmasıdır. Ulusal İnovasyon Sistemi Kavramının Ortaya Çıkışı İşaret edilen iktisat araştırmalarının en önemli sonucu inovasyon faaliyetlerinin ana girdisini oluşturan yeni fikir ve bilgilerin üretilmesi, yayınması ve öğrenilip özümsenmesi sürecinin sistemik bir işleyişin ürünü olduğunun anlaşılmasıdır. Burada, ARGE yaparak yeni bilgileri üretenler; yeni bilgilerin yayınmasında rol oynayan unsurlar; yeni bilgileri öğrenip özümseyerek ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürenler ve söz konusu sürecin ekonomik büyüme ve toplumsal gelişmenin gerekleri doğrultusunda sağlıklı bir biçimde işlemesini sağlayanlardan oluşan bir sistemin varlığı söz konusudur. İnovasyon sistemi kavramını ilk kez ortaya atan (1985 te) İsveçli bir iktisatçı, Bengt-Åke Lundvall dir. Ancak, bundan hemen sonra, inovasyon faaliyetlerinde belirleyici bir rol oynayan ve yetenekleri, davranış normları, etkinlik düzeyleri her ülkenin kendi tarihsel koşullarına, gelişme düzeyine, bilgi ve deneyim birikimine göre değişen ulusal unsurların ve bunlar arasındaki ilişkilerin önemini vurgalamak üzere ulusal inovasyon sistemi kavramı ortaya atıldı. Bu kavramın ortaya atılması, Lundvall in de belirttiği gibi, Christian Freeman, Richard R. Nelson ve kendisinin, teknik değişim ve ekonomi kuramı nı konu alan bir projede bir araya gelmeleriyledir. Bu proje, Giovanni Dosi, Christopher Freeman, Richard R. Nelson, Gerald Silverberg ve Luc Soete gibi iktisatçıların editörlüğünü yaptıkları bir kitapla (Dosi, G. ve diğerleri, 1988) sonuçlandı ve bu kitapta ulusal 4 Sanılmasın ki, Amerikan Ekonomisinin Büyümesi için Teknoloji: Ekonomik Güç Sağlamak için Yeni Bir Yol başlığıyla sunulan politika tasarımı, sadece teknoloji alanıyla ilgileniyor. Bu politika tasarımında öngörülenlerden biri de şudur: ABD nin temel bilimlerde, matematikte ve mühendislik bilimlerinde dünya liderliğini sürdürmek... 5 İnovasyon türleri ve teknik tanımları için bknz. OECD, 2005, Oslo Manual: Guidelines for Collecting and Interpreting Innovation Data, Third edition. 8

9 inovasyon sistemi konusunda dört bölüm yer aldı lı yılların başından itibaren de, yine inovasyonun, dolayısıyla da inovasyonda yetkinleşmenin sistemik karakteristiklerini vurgulayan; ama, ekonominin her düzeyinde bu meseleyi çözümleme arayışındaki başka iktisatçılarca da, bölgesel inovasyon sistemleri, teknoloji sistemleri ve sektörel inovasyon sistemleri kavramları ortaya atıldı. Genellikle Schumpeterci / evrimci iktisat kuramının yandaşlarınca ortaya atılan bütün bu kavramlar, son çözümlemede, bilgiyi [özellikle bilim ve teknolojiyi] üretebilmenin; üretilen yeni bilgileri [özellikle bilim ve teknolojide yeni olanı] öğrenip ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürebilme ve bu yetkinliğin sürekliliğini sağlayabilmenin ulusal, bölgesel ve sektörel düzeydeki sistemlerini anlatmaktadır. 7 Sanayii ARGE ye Yönlendirmek için Pazara Müdahalenin Gerekçesi: Pazar Tökezlemesi ve Sistemik Tökezlemeler Yukarıda değinildiği gibi, ulusal inovasyon sisteminde, yeni bilgilerin üretilmesi, yayınması, özümsenmesi, ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürülmesi süreçlerinin ekonomik büyüme ve toplumsal gelişmenin gerekleri doğrultusunda sağlıklı bir biçimde işlemesine ve yeterince ARGE ve inovasyon faaliyetinde bulunulmasına uygun bir ortamın yaratılmasında rol oynayan unsurlar da yer alır. Bu ifâdeyle de telmih edildiği üzere, bu unsurlar ağırlıklı olarak kamunun kurumları ve bu kurumlar eliyle uygulanan teşvik ve düzenleme mekanizmalarıdır. Kamu, pazar ekonomilerinde, sonuç îtibârîyle ticarî bir getiri sağlayacak olan bir süreçte niçin rol alır ya da daha açık bir deyişle, o süreçte ekonomiye niçin müdahale eder? Neoklâsik iktisat kuramının yandaşları pazar tökezlemesi (market failure) kavramıyla bu konuya açıklık getirmiştir. 6 Kavramın ortaya atılması konusunda daha geniş bilgi için bknz. Lundvall, Bengt-Åke, 2005, National Innovation Systems - Analytical Concept and Development Tool, Second version of paper presented at the DRUID-conference in Copenhagen June 27-June 29, Sistemin isim babası Bengt-Åke Lundvall ulusal inovasyon sistemi (ULİS) kavramını, ekonomik yapı ve kurumsal oluşumların, araştırma ve keşifleri olduğu kadar öğrenmeyi de etkileyen yönleri ve bütün unsurları olarak tanımlıyor. Ona göre üretim sistemi, pazarlama sistemi ve finans sistemi öğrenmenin yer aldığı alt sistemlerdir ve ULİS in çözümlenmesinde [analizinde] hangi alt sistemlerin ve toplumsal kurumların çözümlemeye katılması ya da dışta tutulması gerektiğinin ayrıntılı olarak belirlenmesi, kuramsal yaklaşımları olduğu kadar tarihsel çözümlemeleri de içeren bir iştir... [Bu bakımdan] hangi alt sistemler dâhil edilmeli ve hangi süreçler incelenmeli konusu göz önünde tutularak, ulusal inovasyon sistemi tanımı açık ve esnek bırakılmalıdır. (Lundvall, Bengt-Åke [ed.], 1992, National Systems of Innovation: Towards a Theory of Innovation and Interactive Learning, Pinter, London.) Christopher Freeman sa ULİS i, faaliyetleri ve etkileşimleri yeni teknolojilerin benimsenerek kabûl edilmesini, edinilmesini, dönüştürülmesini ve yayınmasını sağlayan özel sektör ve kamu sektörü kurumlarının oluşturduğu ağyapı (şebeke [network]) olarak tanımlıyor. (Freeman, Christopher, 1987, Technology Policy and Economic Performance: Lessons from Japan, Pinter, London.) Tanımlarını, daha çok Freeman ve Lundvall in anlayışlarına dayandıran, yine çağımızın önde gelen iktisatçılarından Parimal Patel ve Keith Pavitt e göreyse ULİS kavramı, bir ülkede teknolojiyi öğrenmenin hız ve yönünü (ya da değişimi yaratan faaliyetlerin hacim ve bileşimini [kompozisyonunu]) belirleyen ulusal kurumlar, bu kurumların teşvik mekanizmaları ve uzmanlıkları olarak tanımlanabilir. (Patel, Parimal and Keith Pavitt, 1994, National Innovation Systems: Why They Are Important, and How They Might Be Measured and Compared, (in) Economics of Innovation and New Technology, Vol. 3, pp ) Bu tanımlara, devletin inovasyon sürecindeki rolü ne işaretle, farklı bir boyut getiren John Stanley Metcalf ise, ULİS i, Çerçevesini devletin oluşturup, inovasyon sürecini etkilemek üzere politikalar uyguladığı ve tek tek ya da topluca, yeni teknolojiler geliştirilmesine ve yayınımlarının sağlanmasına katılan, birbiri ile ilintili bir dizi kurumun, yeni teknolojileri tanımlayan bilgi, beceri ve yetenekleri yaratmak, biriktirmek ve aktarmak için oluşturdukları sistem. olarak tanımlıyor. (Metcalfe, Stanley, 1995, The Economic Foundations of Technology Policy: Equilibrium and Evolutionary Perspectives, [in] Stoneman, Paul, ed., Handbook of the Economics of Innovations and Technical Chance, Blackwell, London, pp ) 9

10 Pazar Tökezlemesi... Pazar tökezlemesi, neoklâsik iktisat kuramına ekonomik büyüme, sermaye birikimi, teknolojik ilerleme ve inovasyon ilişkilerinin yoğun olarak incelendiği 1960 lı yıllarda eklemlenmiştir. Yürütülen ekonomik faaliyetin getirisini, faaliyette bulunanın bütünüyle kendisine mal edebilme şartlarının eksikliği ya da o faaliyetin doğası gereği taşıdığı risk nedeniyle ortaya çıkabilen pazar tökezlemesi, firmaların ARGE faaliyetleri için de geçerlidir. Pek çok iktisatçının belirttiği gibi, firmaların, ARGE ve inovasyon sürecinde ortaya çıkabilecek belirsizliklerin yaratacağı kayıpları göze alamamaları; ya da ARGE faaliyetlerinin getirisini, bu faaliyetlerin doğası gereği, bütünüyle kendilerine mal edememeleri; ya da uzun vâdeli bir görüş oluşturma konusundaki yetersizlikleri, toplumsal açıdan gerekli olan optimal düzeyin altında ARGE yatırımı yapmalarına neden olur. Firmaların, uzun vâdeli araştırmalara ya da doğrudan ticarî uygulaması olmayan, ama gelecekteki inovasyon yeteneği açısından yaşamsal önemde olan araştırma alanlarına, kaynak yetersizlikleri dolayısıyla, isteseler bile yeterince yatırım yapamamaları da aynı sonucu doğurur. Pazardaki bu tökezleme, ekonomik büyüme ve mevcut ekonomi sisteminin sürdürülebilirliği açısından önlenmesi gereken bir durumdur. Hükûmetlerin bu yöndeki müdahaleleri ve bu çerçevede, ARGE faaliyetleri ile ilgili olarak, firmalara kamu fonlarından sağlanan yardımlar, hibeler, vergi ertelemeleri ve altyapı destekleri, hep bu pazar tökezlemesine dayandırılmış ve serbest rekabet şartlarını ihlal etmeyen meşru bir durum olarak değerlendirilmiştir. 8 Bu anlayış, Kısaca Uruguay Turu Nihaî Senedi olarak anılan Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Kuruluş Anlaşması nın ekindeki Sübvansiyonlar ve Telâfi Edici Önlemler Anlaşması ile uluslararası hukuk açısından meşru bir zemine de oturtulmuştur. Bu anlaşmaya göre, firmalarca yürütülen ya da yüksek öğretim ya da araştırma kuruluşlarının firmalarla yaptıkları sözleşmeler bazında yürüttükleri sınaî araştırmalar ve rekabet öncesi geliştirme faaliyeti için yapılan [devlet] yardımları nın haksız rekabete yol açan bir durum olarak görülemeyeceği ve dava konusu yapılamayacağı hükme bağlanmıştır. 9 Sistemik Tökezlemeler... Ancak, daha sonra evrimci iktisatçılarca yapılan çözümlemeler açıkça göstermiştir ki, pazar tökezlemesinden ayrı olarak, belli sistemik tökezlemeler de ekonominin işleyişini olumsuz yönde 8 Pazar Tökezlemesi ve kamunun müdahalesi konusunda bknz. Caracostas, Paraskevas and Ugur Muldur, 1998, Society, The Endless Frontier: A European Vision of research and innovation policies for the 21st century, Published by the European Commission. 9 Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Kuruluş Anlaşması ve ekindeki anlaşmalar, TBMM tarafından da tarih ve 4067 sayılı yasayla onaylanmış ve tarihi îtibârîyle yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma için bknz. 25 Şubat 1995 tarihli Resmi Gazete, Mükerrer Baskı. Sübvansiyonlar ve Telâfi Edici Önlemler Anlaşması na göre, sınaî araştırma terimi yeni ürünlerin, proseslerin ya da hizmetlerin geliştirilmesi ya da mevcutların önemli ölçüde iyileştirilmesinde yararlanılabilecek yeni bilgiler bulunması amacını taşıyan plânlanmış araştırma ya da kritik incelemeleri ifade etmektedir. Rekabet öncesi sınaî geliştirme faaliyeti terimi ise, sınaî araştırma bulgularının, ister satış isterse kullanmak niyetiyle olsun, yeni, değişik ya da iyileştirilmiş ürünler, prosesler ya da hizmetlere yönelik bir plân, taslak ya da tasarıma dönüştürülmesini anlatmaktadır. Ticarî olarak kullanılabilir olmamak kaydıyla ilk prototipin ortaya konması ve ayrıca, sınaî uygulama ya da ticarî sürüm için kullanılabilir ya da dönüştürülebilir olmamak kaydıyla, ürün, proses ve hizmet seçeneklerinin kavramsal formülâsyon ve tasarımı ile ilk gösterimleri [demonstrasyon] ya da pilot projeler de rekabet öncesi sınaî geliştirme faaliyeti kapsamına girmektedir. Mevcut ürünler, üretim hatları, imalât prosesleri, hizmetler ve yürütülmekte olan diğer operasyonlarda yapılan rutin ya da periyodik değişiklikler, belli iyileştirmeleri temsil etseler bile, rekabet öncesi sınaî geliştirme sayılmamaktadır. Söz konusu Anlaşma ya göre, firmalara, yapacakları araştırma harcamalarında sınaî araştırmalarda araştırma maliyetinin %75 i; rekabet öncesi geliştirme faaliyetlerindeyse, maliyetin %50 si kadar hibe verilebiliyor. 10

11 etkiler. Sistemik tökezlemeler, ulusal inovasyon sisteminin ve kurumlarının iyi işlememesinden; sistemdeki eksik halkalardan (örneğin, teknolojik açıdan yenilikçi, yaratıcı genç girişimcilere yolu açacak mekanizmaların eksikliği); ve sistemin farklı unsurları arasındaki uyumsuzluklardan (örneğin, üniversitelerin yöneldiği bilimsel araştırma alanlarının firmaların yöneldiği teknoloji alanlarını desteklememesi) kaynaklanabilir. Oturmuş kurumsal yapılardaki katılıklar (teknolojideki değişime direnme vb.); mevzuat engelleri (risk sermayesi ile ilgili düzenlemelerdeki yetersizlikler vb.); enformasyon ve bilgi dağılımındaki toplumsal / bölgesel asimetriler; bilimsel ve teknolojik bilginin üretildiği üniversitelerle bu bilgiyi ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürecek üretici kuruluşlar arasında sistemik bir bağın kurulamaması, bunlar arasında etkileşimi kolaylaştıracak ve farklı diller konuşmalarından kaynaklanan sorunların giderilmesinde yardımcı olacak ortam ve mekanizmaların pazar şartlarında kendiliğinden ve gereğince gelişmemesi; uzman ya da araştırmacı dolaşımındaki eksiklikler de, benzeri sistemik tökezlemelere yol açar. Hükûmetler, bilgi akışını engelleyen ve sonuçta, ulusal ARGE faaliyetinin toplam etkinliğinin düşmesine yol açan bu sistemik tökezlemelerle de uğraşmak zorundadırlar. Özetlersek; günümüzün bilim, teknoloji ve inovasyon politikalarına egemen olan sistemik yaklaşım ve bu yaklaşıma özgü kavramlar, bilim ve teknoloji meselelerini, ekonomik büyüme ve toplumsal gelişme bağlamında ele alan ve bilginin -bilim ve teknolojinin- ekonomik faaliyet alanlarında giderek artan rolüne dikkatlerimizi çeken iktisatçıların ürünüdür. Ekonominin farklı ölçeklerinde ARGE ve teknolojik inovasyon süreçlerinin toplumsal açıdan yeterli düzeyde işlemesini sağlayacak sistemlerin kurulması ve sürdürülmesi; böylece, ARGE ve inovasyon alanındaki olası pazar tökezlemesi ve sistemik tökezlemelerin üstesinden gelinebilmesi de bu politikaların ana temalarıdır. Bu açıklamaların ışığı altında Türkiye de sanayinin ARGE ye yönelmesi ve bunu teşvik için ARGE nin üniversite dışında örgütlenmesi meselesi irdelenebilir. Bunu irdeleyebilmenin akla yakın bir yolu, Türkiye nin bilim, teknoloji ve inovasyon faaliyetleri alanlarında izlediği politikaları ve bu politikaların ne ölçüde uygulanabildiğini gözden geçirmektir. Aşağıda kısaca bu yapılmaya çalışılacaktır. Türkiye de Bilim ve Teknoloji Politikaları ve Sanayii ARGE ye Yöneltme Çabaları Genç Türkiye Cumhuriyet i Osmanlı İmparatorluğu ndan sanayi ile ilgili, ciddîye alınabilecek herhangi bir yetenek birikimi devralmamıştır. Diyelim ki, herhangi bir ülkede sanayinin kurulu olduğu bölgeler istilâ edilmiştir. O topraklar sonra kurtarılmıştır ama, düşmanları geri çekilirken mevcut fabrikaları da yakıp yıkmışlardır. Bu önemli bir kayıptır ama o fabrikalarda çalışan işçiler, ustalar, mühendisler de bütünüyle kaybedilmemişse, o fabrikalar belli bir süre içinde yeniden ayağa kaldırabilir; sanayi, o ülkede yeniden kurulabilir. Çünkü asıl olan bilgi birikimidir. Oysa genç Cumhuriyet için böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü Osmanlı da sanayi yok denecek kadar cılızdır; dolayısıyla da Genç Cumhuriyet in bu konuda sahip çıkabileceği herhangi bir bilgi birikimi de ortada yoktur. Bunun içindir ki, siyasî bağımsızlığını pekiştirmek için iktisadî güç arayışında olan Genç Cumhuriyet in önemli meselelerinden biri fabrika kur[dur]mak ve imal etmeyi öğrenmek olmuştur. Daha Cumhuriyet ortada yokken 1921 de Ankara Hükûmeti nin Maliye Bakanı Ferit Bey 1921 yılında şöyle demektedir 10 : Bize en lâzım şey...fabrika, gine fabrika[dır] Türkiye çalışıyor, üretiyor, fakat ürünlerinden başkaları yararlanıyor alın teri dökerek elde ettiğimiz iptidaî maddeleri yok pahasına hârice satıyoruz sonra yabancılar bu maddelerin şeklini değiştirerek bize 10 Zikreden: Şahinkaya, Serdar, Dr., 2008, 1930 Sanayi Kongresi: Türkiye Sanayileşmek Mecburiyetindedir, Türkiye Ekonomi Kurumu nda yaptığı sunum, 13 Şubat, Ankara. [Bu sunuma Sitesi nden erişilebilir. (Nisan 2008)] 11

12 iade ediyorlar Kırk kuruşa bir okka yün veriyoruz, aynı yünü bin ikiyüz kuruşa bir metre kumaş hâlinde yalvararak geri alıyoruz. Ancak, Genç Cumhuriyet in bu çerçevede başlattığı sanayi hamlesini 11, yine de, en çok tükettiğimiz malları (tekstil ürünleri, şeker, kâğıt vb.) ya da ara malları (demir-çelik, çimento, selüloz vb.) Türkiye de üretmek üzere fabrikalar kur[dur]ma girişiminden ibaretmiş gibi görmemek gerekir. Elbette, sanayi deneyimi açısından, işe neredeyse sıfırdan başlayan bir toplum olarak, o dönemde mesele, bir fabrikanın nasıl kurulup işletileceğini ve söz konusu malların -doğal olarak da önce, en çok tüketilenlerin- nasıl üretileceğini -üretme tekniğini- öğrenebilmekti. Ama, 1920 ler ve 30 lar Türkiye sinin, bu hamleyle birlikte çağın ilim ve fennine egemen olmaya yönelik bir devlet politikası ve sistemli bir çabası olduğuna da işaret etmek gerekir. 12 Çağın ilim ve fennine egemen olma çabasının ve bu konudaki kararlılığın en parlak örneklerinden birini, Genç Cumhuriyet in, 1925 gibi erken bir tarihte uçak sanayiini kurmaya karar vermesinde ve bu kararı izleyen çabaların değişik evrelerinde bulmak mümkündür li yılların ikinci yarısında ve 1930 lu yıllarda, hem kamu hem de özel sektörde uçak yapımına yönelik çeşitli girişimlerde bulunulur. Bunda başarı da kazanılır; hattâ imâl edilen bazı uçakları yurtdışına satabilme becerisi de gösterilir. Ama Genç Cumhuriyet, bu işi çok daha sağlam temellere -tam anlamıyla çağın ilim ve fennine- oturtabilmek için, 1941 de, stratejik önemde üç karar alır: - Ankara da bir uçak ve motor fabrikası kurulacaktır. - Yüksek Mühendis Mektebi nde uçak mühendisi yetiştirecek bir dal açılacaktır. - Her iki kuruluşa da hizmet vermek üzere aerodinamik araştırmalar merkezi kurulacaktır. Bu üç karar gereğince, 1941'de, Yüksek Mühendis Mektebi nde uçak mühendisi yetiştirecek bir dal açılır; uçak fabrikası 1942 de, motor fabrikası 1945 te kurulur; 1947 de Ankara Rüzgâr Tüneli nin yapımına başlanır; tünel 1950 de kısmen işler duruma gelir. Burada konumuz açısından önemli olan, 1940 lar Türkiye sinin, bir rüzgâr tüneli kurma kararını vermesi ve o dönemin en ileri rüzgâr tünellerinden birini Ankara da kurdurmasıdır. Rüzgâr tüneli, o zamanki Türkiye nin, uçak yapımında kendi özgün tasarımını geliştirme ve bunu başarabilmek için de ARGE ye yönelme kararlılığının bir göstergesidir. Ne var ki, 1950 li yıllara gelindiğinde Türkiye kendi uçağını yapma idealinden vazgeçmiş ve kurulur kurulmaz işlevsiz kalan Rüzgâr Tüneli, ancak 1990 lı yıllarda, TÜBİTAK Savunma Sanayii Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü (SAGE) tarafından tekrar faal hâle getirilmiştir ve üstün nitelikli akış özellikleriyle, bugün hâlâ, dünyadaki ses altı rüzgâr tünelleri arasında önemli bir yere sahiptir. 14 Türkiye nin uçak ya da savunma sanayii gibi, kendisini, sanayide çok daha ileri yetenek düzeylerine sıçratacak, dolayısıyla da sanayileşmesine ivme kazandıracak sanayi dallarından geri çekilmesinin nedeni o yıllarda Marshall Yardımı ndan yararlanmaya başlanmasıdır lardaki sanayi hamlesi için bknz. İktisat Vekâletince yazılmış Raporlar, Birinci Kânun 1933, Ankara, Başvekâlet Matbaası (in) İnan, Afet, 1972, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Plânı 1933, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara; ayrıca bknz. Türk Tarih Kurumu[nca Prof. Dr. Afet İnan ın önsözüyle yayımlanan], 1989, Türkiye Cumhuriyetinin İkinci Sanayi Plânı 1936, Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. 12 Çağın ilim ve fennine egemen olmak konusunda bknz. Uğurlu, Cemil, Dr., 1996, Atatürk te Bilimsel Düşünüş, Bilim ve Teknik, Kasım. 13 Genç Cumhuriyet in uçak sanayiindeki atılımı konusunda bknz. Albayrak, Barış ve İlke Aydıncak, Yücel Gürses, İ. Evrim Dizemen, A. Bahar Haser [ODTÜ Havacılık Mühendisliği Bölümü], 2000, Tayyareden Uçak a: Bir Montaj Öyküsü I ve II, Mühendis ve Makina, Cilt 41, Sayı 491 (Aralık 2000) ve Cilt 42, Sayı 492 (Ocak 2001). Ayrıca bknz. Por, Raşit, 1983, Kayseri Hava İkmal Bakım Merkezi Tarihçesi, Haziran [Em. Y. Müh. Alb. Raşit Por un Özel Arşivi]. 14 Ankara Rüzgâr Tüneli için bknz. [Nisan 2008] 12

13 Marshall Yardımı nın sanayimizi geriletici etkileri bilinen bir konudur. Bu konu ya da Genç Cumhuriyet in başlattığı sanayi hamlesinin hemen sonraki dönemlerde, daha ileri yetkinlik düzeylerine niçin taşınamadığı, burada, bütün boyutlarıyla tartışılmayacaktır. Ancak, şu kadarını söylemek gerekir ki, günümüzden geriye doğru bakıldığında, 1940 lı ve 50 li yıllarda, sanayilerinin gelişmişlik düzeyi açısından Türkiye ile hemen hemen aynı konumda, hattâ G, Kore gibi, Türkiye nin de gerisinde olan pek çok ülkenin, bugün bizim ülkemizden çok daha ileri bir konuma geldikleri; sanayileşme ve gelişme yolunda çok daha büyük mesafeler kat ettikleri görülür. Hemen görülebilecek bir başka noktaysa, bu ülkelerin istisnasız hepsinin, sanayileşme meselesini sâdece fabrika kurmak ve üretimde beceri kazanmak biçiminde ele almayıp bununla eşzamanlı olarak, tıpkı List sonrasının Almanya sında olduğu gibi, sınaî araştırma, teknolojik geliştirme ve inovasyonda da beceri kazanmayı hedef almış ve bunu başarmış olmalarıdır. Böylesi bir öngörüsü olmadan sanayileşebilmiş tek bir ülke örneği bile yoktur. Yine dikkatli bir inceleme sonunda görülecektir ki, bu ülkelerin hiçbiri bilim alanında da yetkinleşme meselesini göz ardı etmemişler; teknolojide ve teknolojik inovasyonda yetkinleşmeyi, eşyanın tabiatı gereği, bilimde yetkinleşme ile bir bütün olarak ele almışlardır. Çağımız koşullarında sanayileşmek ve önde koşan ülkelere yetişmek bu üçlü sarmalın ürünüdür. Bu tespitlerden hareketle, izleyen bölümlerde, bu çalışmanın sınırlarının elverdiği ölçüde, Türkiye nin, söz konusu yetkinleşme meselesini ne ölçüde ele alabildiği irdelenmeye çalışılacaktır. Bunun için, Türkiye de bilim ve/veya teknoloji politikası olarak ortaya konmuş politikalar ve uygulamaları gözden geçirilecek ve böylece, özellikle sanayimizin ne ölçüde sınaî araştırma, teknolojik geliştirme ve inovasyon faaliyetlerine yönlendirilebildiği açıklık kazanacaktır lı ve 1970 li Yıllar: Bilim [ve Teknoloji] Politikası için İlk Formülâsyon Arayışları ve OECD Pilot Takımlar Projesi Türkiye'de bilim ve teknoloji alanında belirli bir politika izleme arayışı ve ilk politika formülâsyonları, 1960 lı yıllarda, Plânlı Dönem'le birlikte başlamıştır. Bilimsel faaliyetin yönlendirilmesinde rol alacak ilk kurum (TÜBİTAK), yine aynı dönemin (1963) ürünüdür. TÜBİTAK'ın kurulmasını sağlayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı'ndaki ( ) ilke, izlenecek politikanın ana hatlarını da belirlemektedir: "Tabiî bilimlerde temel ve uygulamalı araştırmaları [altı tarafımızdan çizildi] teşkilâtlandırmak, bunlar arasında işbirliğini sağlamak ve araştırma yapmayı teşvik etmek üzere bir Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu kurulacaktır. Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu, araştırmaların plân hedeflerini gerçekleştirecek alanlara yönelmesinde ve buna göre öncelik almasında yardımcı olacaktır." (Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı: ) 15 Burada söz konusu olan bir bilim politikasıdır ve bu, daha açık bir deyişle, tabiî bilimlerde temel ve uygulamalı araştırmaları teşvik etmeyi hedef alan bir politikadır. Bu politika, yukarıda sözü edilen, 1940 lı yılların Amerika sında izlenen bilim politikasını anımsatmaktadır: Science -The Endless Frontier... Aslında, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı'nın hazırlık çalışmaları sırasında ve bu Plân ın uygulandığı döneminde, teknoloji meselesi gündeme hiç getirilmemiş değildir. O dönemde, OECD Bilimsel Araştırma Komitesi nin himayesinde, Türkiye nin de katıldığı bir proje yürütülmektedir: Pilot Takımlar Projesi ( The Pilot Teams Project on Science and Economic Development ) adını taşıyan bu proje 1962 de başlamıştır. Projenin amacı şudur: 15 Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı: , 3 Aralık 1962 tarih ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır; ayrıca, 1963 yılında TOBB, kendi matbaasında bastırarak yayımlamıştır. 13

14 Uygun bir ekonomik büyüme hızına erişilmesini teşvik etmeye ve sürdürmeye yönelik plân ve politikalar çerçevesinde, bilimsel araştırma ve teknolojinin [altı tarafımızdan çizildi], [gelişmekte olan ülkelerin] ulusal düzeydeki, üretim ve sosyal refâh problemleriyle, en iyi biçimde nasıl ilişkilendirilebileceğinin incelenmesi... (OECD, 1966) Projenin yürürlüğe konma gerekçesi, bu amaca daha da açıklık kazandırıyor; gerekçe şöyle: Proje, OECD nin Bilimsel Araştırma Komitesi ve Bilim İşleri Direktörlüğü nün [Directorate for Scientific Affairs], bilimsel faaliyetlerin ekonomik büyümede önemli bir faktör olduğu; bu nedenle, bu faaliyetlerin, ekonomik ve toplumsal hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, ulusal düzeydeki bilinçli bir politikanın konusu olması gerektiği fikrini geliştirmek ve yaymak üzere gösterdiği yoğun çabanın bir parçası olarak yürürlüğe konmuştur. (OECD, 1966) Proje, yedi ülkede oluşturulan çalışma grupları (Pilot Teams) eliyle yürütülmüştür. Projeye ilk katılan 1962 Aralık ayında Yunanistan dır. Kısa bir süre sonra İtalya da benzer bir takım oluşmuştur yılında, Türkiye, İspanya ve İrlanda nın katılımıyla proje genişletilmiş; bu ülkelerin takımları 1964 başlarında çalışmaya başlamışlardır. Projeye, 1965 te Portekiz, 1966 da Yugoslavya katılmıştır. Proje çerçevesinde hazırlanan, ülkeler bazındaki sonuç raporları, 1966 da ilgili Hükûmetlere sunulmuştur. (OECD, 1966) Türkiye ile ilgili Rapor 1967 de (OECD, 1967) yayımlanmıştır. Bu raporda, önce, - Bilim ve toplum ilişkisi / bilim ve ekonomi ilişkisi, - Bilim politikasından az gelişmiş ülkelerde alınabilecek sonuçlar, - Kalkınmanın plânlanması ve bilim politikası, - Bir bilim politikası ortaya koyabilmenin ve bunu sürekli geliştirebilmenin mekanizmaları (altyapısı) ve gerekli unsurları, - Türkiye nin ekonomik kalkınmada ve bilim politikasındaki kısıtları gibi konular ele alınarak, bilim politikası formülâsyonu için genel bir çerçeve çizilmiştir. Bunun ardından, Türk ekonomisinin tarihsel gelişimi ve genel yapısı ile belirli sektörlerine ilişkin analizlerden hareketle, Türkiye nin, ekonomik kalkınma ve toplumsal refâh için hedeflerinin ne olması ve nasıl bir strateji izlemesi gerektiği ortaya konmuş; sonuçta, öngörülen ekonomik ve toplumsal hedeflere erişilmesine yardımcı olacak bir bilim politikası ortaya konmuştur. Bu bilim politikasının tarım, enerji ve belli sanayi sektörlerinde (tekstil, metalürji, kimya, makina imalât, elektrik makinaları, tarım makinaları ve elektronik sanayileri) üretimin geliştirilebilmesi için, Türkiye nin yönelmesi gereken sınaî araştırma ve geliştirme konularını, bu yönelim için alınması gereken önlemlerle, yapılması gereken kurumsal düzenlemeleri de kapsayacak bir genişlikte ortaya koyduğu görülmektedir. Kısacası, günümüzün terminolojisiyle söylemek gerekirse, yalnızca bilimsel araştırmalarda yetkinleşilmesi değil, Türkiye nin kalkınma hedefleri doğrultusunda, bilimin ekonomik ve toplumsal bir faydaya dönüştürülebilmesi de, bu formülâsyonun ana motifini oluşturmuştur. Bu açıdan, bu formülâsyonun, bilim, teknoloji, üretim ve kalkınma arasında, sistemik bir ilişki bulunduğu ve öngörülen üretim hedeflerini gerçekleştirebilmek için, araştırma faaliyetlerinin de plânlanabilir bir değişken olarak ele alınabileceği kabûlüne dayandığı söylenebilir. Projeyi hazırlayan Türk Takımı nda o sıralarda DPT den istifa etmiş ilk plâncılar, Dr. Attila Karaosmanoğlu, Dr. Necat Erder, Dr. A. Sönmez, Dr. Demir (Yorgi) Demirgil, Refet Erim, Cevdet Kösemen, Selçuk Özgediz ve Dr. Ergun Türkcan da bulunuyordu. Projenin başı da o zaman ODTÜ de bulunan Prof. Erdal İnönü idi. (Türkcan, E., 1996) 14

15 Özellikle, Dr. Attila Karaosmanoğlu nun, bu projeye önemli ölçüde katkıda bulunduğu; o dönemde, ayrıca, Hızlı Bir Kalkınmaya Bilim ve Teknolojinin Katkısı başlığını taşıyan bir çalışma yaptığı da biliniyor. (Karaosmanoğlu, A.,...) Ancak, ne sözü edilen projedeki, bilim, teknoloji, üretim ve kalkınma meselesini sistemik bir bütünlük içinde ele alan yaklaşım ne de Sayın Karaosmanoğlu nun aynı doğrultudaki görüşleri Plân dokümanlarına yansımıştır. Her ne kadar, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı'nın [ ] son yıllarına ait Yıllık Program'larda ve Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Plânı'nda [ ] teknolojik gelişme ve teknoloji transferi konularına da değinilmiş; hattâ Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Plânı'nda ( ) ilk kez, "teknoloji politikaları ndan söz edilmiş ve "teknoloji politikalarının sanayi, istihdam ve yatırım politikalarıyla birlikte bir bütün olarak ele alınması ve belli sektörlerin kendi teknolojilerini üretecek biçimde geliştirilmesi" öngörülmüşse de, bunlar hep kâğıt üzerinde kalmıştır. Tasarıdan uygulamaya geçilememesinin nedenini Prof. Dr. Ergun Türkcan şöyle açıklıyor:... bizim sanayimiz henüz araştırma talep edecek düzeyde değildi, henüz yeni kuruluyordu ve bunun teknolojisi dışarıdan alınıyordu. Daha mevcut malların nasıl üretileceğini öğrenmekle meşgulken, sanayinin en son amacı olan teknoloji üretmek, Türk sanayisi için çok uzaklardaydı. Ama biz ütopik düşünüyorduk ve Türkiye nin bir sıçrama yapmasını istiyorduk. Bu konuda esas kuramsal modelleri de Attila Karaosmanoğlu kuruyordu. Kalkınmada sıçrama diye, çok önemli bir kuramı da vardı, ama teoriler başka uygulamalar başkaydı. (Türkcan, E., 1998) Bu açıklama, TÜBİTAK ın bilim politikası çalışmaları için hazırlayıp 1970 yılı Türkiye ye Teknik Yardım Programı çerçevesinde OECD ye sunduğu araştırma proje teklifleri konusunda görüşlerine başvurulan Charles Cooper ın, Türkçeye çevirisi GİZLİ kaydını taşıyan danışmanlık raporundaki şu tespitle örtüşmektedir:... Türkiye, ekonomisinin ananevî sektörlerinde, teknolojik durgunluğa doğuştan temâyülü olan ve bilimsel faaliyetler için ekonomik ve sosyal taleplerin hakikaten çok zayıf olduğu, teknolojik değişmesi ithal edilen teknolojiye dayanan bir ülkedir. Esasen bilimsel faaliyetler gayesi sâdece öğrenme olan bir araştırma şeklinde olmakta ve Türk toplumundaki rolleri oldukça kısıtlı bulunmaktadır. (Cooper, C., 1971) Ama Cooper, bu tespitinden sonra, hiç olmazsa şunu eklemeyi gerekli görür:... [bu tespit] şimdilik sâdece Türkiye de bilimin yapısının ve rolünün müsbet bir teşhisi ile ilgilidir. Bu hiçbir anlamda kâide teşkil etmez ve bilimin Türkiye de nasıl gelişmesi gerektiğini, ya da herhangi bir kaçınılmazlık durumunu ifâde etmez. Bu sâdece Türkiye de bilimin nasıl geliştiği hakkında bir hipotezden ibarettir. Bilimin burada nasıl geliştiği kanımca çok önemlidir. Çünkü bir kimse böyle bir bilgiye sahip olmadan ne yapılması gerektiği hakkında tekliflerde bulunamaz. Ümit ediyorum ki, pratik meselelerin tartışması için yapılan bu soyut giriş yanlış olmayacaktır. (Cooper, C., 1971) Yani Cooper, bilimsel faaliyetler için ekonomik ve sosyal talep Türkiye de hakikaten çok zayıf, ama bu, talep yok diye, bir şey yapılamaz anlamına gelmemektedir, diyor. Oysa, Türkiye nin, eğer uygulanabilseydi, belki de G. Kore deki neticeyi yaratabilecek olan, 1960 lardaki Pilot Takımlar Projesi sanayide talep yok diye çoktan rafa kaldırılmıştı; Cooper ın uyarısından sonra da raftan indirilmedi. Tıpkı Cooper gibi, Türkiye de bilimin [ve teknolojinin] durumu herhangi bir kaçınılmazlık durumunu ifâde etmez diye düşünen ve soruna bir çare arayanlara 1980 li yıllarda da rastlanacaktır. Ancak, o noktaya geçmeden önce, 1960'lı ve 1970'li yıllarda, bilim ve teknoloji alanında izlenen ana politikayı özetlemek gerekirse; bu politika, doğa bilimlerinde temel ve uygulamalı araştırmaların, ekonomik ve toplumsal fayda yaratmaya yönelik herhangi bir ulusal öncelik gözetilmeksizin -dolayısıyla, teknoloji meselesi pek fazla dikkate alınmadandesteklenmesi olmuştur, denebilir. 15

16 1980 li Yıllar: Türk Bilim Politikası 'li yılların başında, dönemin TÜBİTAK ve TAEK ten sorumlu Devlet Bakanı Prof. Dr. M. Nimet Özdaş ın eşgüdümünde, DPT ve TÜBİTAK ın yakın işbirliği ve 300 kadar bilim adamı ve uzmanın katılımıyla hazırlanan, son derece ayrıntılı bir bilim politikası tasarımı ortaya konmuştur. Türk Bilim Politikası: başlıklı bu çalışma 16, Devlet Bakanı Prof. Dr. M. Nimet Özdaş ın imzasını taşıyan, tarihli bir yazı ile dönemin başbakanına sunulmuştur. Bu yazıda belirtildiğine göre (Özdaş, M. N., 2000), Bu çalışma ile ülkemizde ilk defa..., 1. Uluslararası normlara uygun olarak Türkiye nin araştırma ve geliştirmedeki kapasitesi, insan gücü ve harcamaları tespit edilmiş, 2. Bilimsel alanda uzun vâdeli hedeflerimiz belirlenmiş, 3. Ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerimize bağlı olarak bilim ve araştırma alanlarındaki önceliklerimiz ortaya konmuş, 4. Bilimsel alandaki hedeflerimize ulaşmak ve aynı zamanda mevcut sistemimizin etkinliğini sağlamak üzere bir Kanun Hükmünde Kararname ile Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu teşkil edilmiş ve Bilim Politikamızın uygulanması için gerekli mekanizmalar oluşturulmuştur. Bilim Politikası başlığını taşımasına rağmen, bu çalışma aslında, bir bilim ve teknoloji politikası tasarımıdır. Bu tasarımda yer alan Bilim ve Araştırma Öncelikleri ne ilişkin liste incelendiğinde bu açıkça görülür. 17 Zaten, bu tasarımın konusu olan ulusal politikanın etkin bir biçimde uygulanmasını sağlamak üzere kurulması öngörülen kurulun adı da, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu dur (BTYK). Başbakan'ın başkanlığında, ilgili Devlet bakanı, Milli Savunma, Maliye, Milli Eğitim, Sağlık, Orman, Tarım ve Köyişleri, Sanayi ve Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanları ile YÖK Başkanı, Devlet Plânlama Teşkîlâtı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarları, TÜBİTAK Başkanı ile bir yardımcısı, TAEK Başkanı, TRT Genel Müdürü, TOBB Başkanı ve bir de YÖK'ün belirleyeceği, konu ile ilgili gelişmiş bir üniversitenin seçeceği bir üyeden oluşması öngörülen bu kurul, 1983 yılında çıkarılan 77 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kurulmuştur. 18 BTYK için öngörülen amaç, anılan KHK'nın 1'inci maddesine göre: "Bilim ve teknoloji alanındaki araştırma ve geliştirme politikalarının ekonomik kalkınma, sosyal gelişme ve milli güvenlik hedefleri doğrultusunda tespit edilmesi, yönlendirilmesi ve koordinasyonun sağlanmasıdır." KHK nın kurumsal kapsamı son derece geniş tutulmuştur. 2'inci maddeye göre, "Araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunan üniversiteler dâhil tüm kamu kuruluşları, bu faaliyetlerin yönlendirilmesi ve koordinasyonu açısından bu KHK nın kapsamındadır." 16 Bknz. TC Devlet Bakanlığı, 1983, Türk Bilim Politikası: , Ekim. 17 Türk Bilim Politikası te bilim ve araştırma öncelikleri listesinde, çağımızı simgeleyen elektronikle ilgili alanlara gereken ağırlığın verildiği görülmektedir. Elektronik mühendisliği, bilgisayar bilimi, enstrümantasyon ve telekomünikasyon, birinci öncelikte desteklenecek bilim alanları arasında sayılmıştır. Ayrıca, entegre devreli cihaz geliştirme, mikrodonanım yazılım çalışmaları, yarı iletken teknolojisi geliştirme, elektronik malzeme teknolojisi, sayısal haberleşme sistemleri araştırmaları, uzaktan ve uydu haberleşme sistemleri, ISDN e uygun altyapının hazırlanması ve optik lif konusunda araştırma, entegre devre yapım teknolojisi geliştirme, fiberoptik haberleşme sistemleri ve teknolojisi ve telefon ağlarının optimizasyonu konuları da birinci öncelikte ele alınacak araştırma projeleri arasında yer almaktadır sayılı KHK için bknz tarih ve sayılı Resmi Gazete. 16

17 3 üncü maddeye göre TÜBİTAK için geniş bir görev ve sorumluluk alanı tanımlanmıştır: "BTYK'nın hazırlık çalışmaları ve sekreterya hizmetleri TÜBİTAK tarafından yerine getirilir. TÜBİTAK, BTYK'nın aldığı kararların ilgili kuruluşlarca uygulanmasını izlemek, değerlendirme ve sonuçlarını BTYK'ya aktarmakla sorumludur. Yine 3 üncü maddeye göre, "Başbakan'ın çağrısı üzerine yılda en az iki defa toplanır." denilen BTYK için öngörülen görevler de son derece yüklüdür. 4'üncü maddeye göre bu görevler: - Uzun vâdeli bilim ve teknoloji politikalarının saptanmasında Hükûmet'e yardımcı olmak; - Bilim ve Teknoloji ile ilgili alanlarda araştırma ve geliştirme hedeflerini saptamak; - Öncelikli araştırma ve geliştirme alanlarını belirlemek, bunlarla ilgili plân ve programları hazırlamak; - Araştırma ve geliştirme alanındaki plân ve programlar doğrultusunda kamu araştırma kuruluşlarını görevlendirmek; - Gerektiğinde özel sektörle işbirliği yapmak ve özel sektörle ilgili teşvik edici ve düzenleyici tedbirleri saptamak; - Bilim ve teknoloji sisteminin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla yasa tasarıları ve mevzuatı hazırlamak; - Araştırmacı insan gücü yetiştirilmesi ve etkin bir şekilde kullanımı için gerekli önlemleri saptamak ve uygulanmasını sağlamak; - Özel kuruluşların araştırma ve geliştirme merkezleri kurmaları için gerekli esas ve usulleri belirlemek, bu faaliyetleri izlemek, değerlendirmek ve yönlendirmek; - Hangi alanlara ne oranda araştırma ve geliştirme yatırımı yapılması gerektiğini saptamak; - Programlama ve yürütme aşamalarında sektörler ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamaktır. Anılan KHK'nın, 391 sayılı KHK 19 ile değişik 5'inci maddesine göreyse "BTYK'ca alınan kararların uygulanmasında ilgili tüm kuruluşlar görevlidir." Peki, Türk Bilim Politikası: hayata geçirilebilmiş; yarattığı, bu denli geniş bir görev alanıyla yükümlü tutulan ve o ölçüde de geniş yetkilerle donatılmış olan Yüksek Kurul çalıştırılabilmiş midir? Sorunun yanıtı, Sayın Özdaş a ait (Özdaş, M. N., 2000): yıllarında Türk Bilim Politikası hazırlanırken bizim için belki G. Kore iyi bir örnek olabilirdi. Ancak o yıllarda G. Kore daha kendini tam ispatlamamış olduğundan [bu ülkenin] bilim ve teknoloji politikaları hakkında hiç bilgimiz yoktu. Diğer taraftan yayınlar açısından 1982 de Türkiye 43, G. Kore ise 47 nci ülke idi. G. Kore nin, sâdece, AR-GE sistemine büyük yatırım yaptığı biliniyordu. Japonya nın ise II. Dünya Savaşı ndan önce bile kuvvetli bir sanayi bazı vardı ve Savaş tan sonra A.B.D. nin yardımı ve desteği de değişik boyutta idi. Aradaki ölçek farkından, Japonya da bizim için aradığımız bir örnek olamazdı. Dolayısı ile Türk Bilim Politikası çalışmalarına gelişmiş Batı Ülkeleri nin uyguladıkları politikaları bilerek; fakat kimseyi tam örnek almadan, kendi yolumuzu kendimiz bulalım diye yola koyulduk... Türk Bilim Politikası, 1983 te yayımlandıktan birkaç yıl geçtikten sonra, G. Kore nin bilim politikası dokümanı elimize geçti; büyük benzerlikler olduğunu gördük. Aramızda sâdece çok önemli bir fark vardı. Onlar Japonya dan adapte ederek hazırladıkları politikaları kararlılıkla uyguladılar. Biz ise uygulamadık ve dünyanın en önemli ve değerli iki kaynağından biri olan zamanı en az on yıl israf ettik ler, bütün ekonomik faaliyet alanlarının yeni enformasyon ve telekomünikasyon teknolojileri temelinde yeniden biçimlenişinin -teknolojideki çağ değişiminin- yoğun olarak yaşandığı yıllardır. Carlota Perez in dediği gibi, teknolojinin kökten değiştiği dönemlerde "oyunun kuralı" herkes için değişmektedir ve bu değişim, gelişmiş ülkelere yetişebilmek, dünya teknolojisini yakalayabilmek sayılı KHK için bknz tarih ve sayılı Resmi Gazete. 17

18 için son derece önemli bir fırsat yaratır. (Perez, C., 1988) Özdaş ın, G. Kore nin kazandığını, Türkiye ninse kaybettiğini söylediği on yıl böylesi bir fırsatlar on yılıdır. Sayın Özdaş, anılan çalışmasında (Özdaş, M. N., 2000), 1984 te Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı nın Bilim-Araştırma-Teknoloji başlıklı, XV. Bölümü nde iki sayfa bile tutmayan İlke ve Politikalar kısmında, uzun dönemli plân, hedef ve stratejilerine ve ülkenin ekonomik, sınaî ve sosyal amaçlarına uygun bir Bilim ve Teknoloji Plânı hazırlanacaktır. Bahis konusu Ana Plân ın hazırlanmasında 1983 yılında sonuçlandırılan Türk Bilim Politikası: konulu çalışma bir hareket noktası olarak kabûl edilecektir. dendiğine işaretle, bu ifâdeden, DPT nin yeni bir Bilim Politikası hazırlanmasını öngördüğü sonucunu çıkararak, halbuki diyor; Türk Bilim Politikası hazırlanırken, DPT, Plân ın kalkınma hedeflerini vermiş ve bu hedeflere bağlı olarak araştırma alanlarının tespit çalışmalarında DPT ve TÜBİTAK uzmanları beş toplantı yapmışlar ve 92X92 lik matrislerle yapılan programlama sonucunda araştırma öncelikleri elde edilmişti. Bu çalışma birkaç ay sürmüş ve çok güçlü bir ekip tarafından yürütülmüştü. Böyle bir çalışmayı bir daha yapacak ekip kapasitesini oluşturmak hiç de kolay değildi ve tabiatı ile bu çapta bir çalışma bugüne kadar yapılamadı. Türk Bilim Politikası: ün nihayet bir politika ortaya koyduğu, oysa, Beşinci Beş Yıllık Plân ın, bu politikayı hareket noktası olarak kabûl edip uygulamaya yönelik bir Ana Plân hazırlanmasını öngördüğü ve bunda bir yanlış olmadığı söylenebilir. Ancak, Özdaş ın haklı olduğu nokta şudur ki, Türk Bilim Politikası: bir politika belirleme çalışması olmanın yanında, bu politikayı uygulamaya yönelik bir Ana Plân çalışmasıdır da; üstelik, çalışmanın bu aşamasına DPT uzmanları da katılmışlardır. Buna rağmen, Beşinci Beş Yıllık Plân da, Türk Bilim Politikası: ne bir politika ne de bir Ana Plân dokümanı olarak dikkate alınmıştır. Peki, Beşinci Beş Yıllık Plân da öngörüldüğü gibi, bir Bilim ve Teknoloji Plânı hazırlandı mı? Görünüşe göre, evet; ama, dört yıl sonra, 1988 de, Altıncı Beş Yıllık Plân hazırlık çalışmaları sırasında oluşturulan Özel İhtisas Komisyonu nca Bilim-Araştırma-Teknoloji Ana Plânı adını taşıyan bir doküman 20 hazırlanmıştır. Ancak, bu dokümanda da, adı anılmakla birlikte, Türk Bilim Politikası: ün öngörüleri dikkate alınmamıştır. Aslında bu doküman, kapağında Ana Plân yazılı olmasına rağmen, üyelerin bilim ve teknoloji sorunlarıyla ilgili görüşlerini ortaya koydukları bir özel ihtisas komisyonu raporu mâhiyetindedir. Zaten, komisyon üyelerinin kendileri de bir plân hazırlamadıklarının farkında olmalılar ki, Türkiye nin bilim-araştırma-teknoloji alanındaki amaçları nı sayarken, 2. madde olarak; Bilim ve teknoloji plânlaması yapılmalıdır demektedirler; ama, bu da yapılmamıştır. Türk Bilim Politikası: ün ardından, 1985 yılında, Hükûmet in isteği üzerine, İTÜ de oluşan bir komisyonca hazırlanan, Türkiye İleri Teknoloji Teşvik Projesi 21 de yine Prof. Dr. M. Nimet Özdaş ın belirttiği gibi, hayata geçirilememiştir. Oysa, bu projede de Büyük Şehir İdârelerinin Altyapılarının Otomasyonu, Bilgisayar Kontrollü Üretim Tezgâhları, Endüstriyel Robotlar, Uzaktan Algılama Teknolojisi ve Özel Malzeme (silisyum teknolojisi, endüstriyel seramikler, kompoze malzemeler ve süper alaşımlar) Araştırmaları gibi konularda Türkiye nin yetkinlik kazanması öngörülmekteydi. Yine 1980 lerin ortalarında, dönemin Devlet Bakanı M. Tınaz Titiz in Önsöz üyle Bilim ve Teknoloji Politikası başlığını taşıyan bir Çalışma Dokümanı nın yayımlandığı görülmektedir. Önsöz deki şu cümleler dikkat çekicidir: Bknz. DPT, 1988, Bilim - Araştırma Teknoloji Ana Plânı, VI. Beş Yılkı Kalkınma Plânı Ö.İ.K. Raporu, Ankara. 21 Bknz. İTÜ, Türkiye İleri Teknoloji Teşvik Projesi Ön Raporu, Bknz. Devlet Bakanlığı, 1987, Bilim ve Teknoloji Politikası / Çalışma Dokümanı, Devlet Bakanlığı Yayını, Nr. 22, İkinci Baskı, Ağustos, Ankara. 18

19 Bu dokümanda ortaya konulan politika hedef, ilke ve araçları tartışılıp son şeklini aldıktan sonra Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu nun tasvibine sunulacaktır. Böylece oluşacak politika dokümanı bir kılavuz olarak bu alanda karar alacak olanlarca kullanılabilecektir. Söz konusu Çalışma Dokümanı nda ortaya konan politika hedeflerinden birisi Innovation Toplumu başlığını taşımakta ve başlığın altında şu cümle yer almaktadır: Innovation lar bir ülkenin önemli kalkınma araçlarından birisidir. Türk Bilim Politikası, innovation ları teşvik edecektir. Doküman incelendiğinde, gerçekten, hem bir bilim ve teknoloji politikasının hem de bir inovasyon politikasının hayata geçirilebilmesi için kullanılabilecek çok sayıda uygulama aracının sayıldığı görülmektedir. Ama, Sayın Titiz in, Çalışma Dokümanı nın Önsöz ünde belirttiği türden bir politika dokümanı, 1983'te kurulduğu hâlde ilk toplantısını ancak 9 Ekim 1989'da yapabilen Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu nda (BTYK) herhangi bir biçimde müzakere konusu olmamıştır. Sâdece, aynı dokümanda sayılan bazı politika uygulama araçlarından bu toplantıda da söz edilmiş ve bu araçların yürürlüğe konması konusunda fikir birliğine varıldığı tutanağa geçirilmiştir; ne var ki, BTYK 3 Şubat 1993 e kadar bir daha toplanamadığı için, orada da kalmıştır. 23 BTYK ya sınırlı ölçüde de olsa işlerlik kazandırılması ve yine sınırlı da olsa, aldığı kararların uygulamaya konması, bu kurulun 3 Şubat 1993'te yaptığı ve Türk Bilim ve Teknoloji Politikası: başlıklı, yeni bir politika tasarımını onaylayıp uygulamaya koyma kararını verdiği ikinci toplantısından sonra başlayan dönemde mümkün olmuştur lı Yıllar: Türk Bilim ve Teknoloji Politikası ; Bilim ve Teknolojide Atılım Projesi (1995) ve Sonrası... Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) 3 Şubat 1993 tarihinde yaptığı toplantıda, 2003 yılına kadar olan on yıllık dönem için, bilim ve teknolojide izlenecek yeni bir politika belirledi. Tasarımı TÜBİTAK tarafından yapılan bu politikanın ana hatları ve uygulamaya yönelik karar tasarıları Türk Bilim ve Teknoloji Politikası: başlığını taşıyan bir dokümanla 24 Yüksek Kurul un onayına sunulmuştu. Bu tasarımda, ana amaç, ülkeyi bilim ve teknoloji bakımından ileri ülkeler düzeyine getirmek, başka bir deyişle, dünya teknolojisine yetişmek ti. Bu amacın gerçekleşebilmesi için, bilim ve teknoloji göstergeleri açısından belirli eşik değerlerin üzerine çıkılması gerekliydi; ve bu bağlamda, on yıllık dönem sonunda: İktisâden faâl on bin nüfus başına 7 olan, tam zamana eşdeğer araştırmacı sayısının 15 e çıkarılması, ARGE harcamalarının gayri sâfî yurtiçi hâsıla içinde % 0,33 olan payının % 1 e çıkarılması, Ülkemizin, evrensel bilime katkı açısından, dünya sıralamasında 40 ıncı sırada olan yerinin 30 unculuğa yükseltilmesi ve Özel sektörün, toplam ARGE harcamaları içinde % 18 olan payının % 30 a çıkarılması öngörülmüştü. Tasarımda, ulusal bir hedef olarak dünya teknolojisine yetişme" meselesine özel bir önem atfedilmekte ve bununla çağa damgasını vuran, ekonominin bütün sektörlerini ve yaşamın hemen 23 Benzer bir durum, Türkiye nin bilimsel ve teknolojik çalışmalarını tartışmaya açarak, alınması gerekli tedbirleri belirlemek üzere, Mayıs 1990 da, dönemin Bilim ve Teknolojiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Yazar Başkanlığı nda, Ankara da toplanan I. Bilim ve Teknoloji Şûrası nda alınan kararlar için de söz konusudur. Şûra sonrasında TÜBİTAK tarafından hazırlanan ve Şûra kararlarının da yer aldığı kitabın Önsözü nde denmektedir ki: I. Bilim ve Teknoloji Şûrası nda alınan kararlar ülkemizdeki ilgili kişi ve kuruluşlara ışık tutacak ve özellikle Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu tarafından benimsendikten sonra, bundan sonra yapılacak olan çalışmaların esasını teşkil edecektir. Bknz. TÜBİTAK, 1990, I. Bilim ve Teknoloji Şûrası ( Mayıs 1990), TÜBİTAK Yayın - Dağıtım Daire Başkanlığı. 24 Bknz. TÜBİTAK, 1993, Türk Bilim ve Teknoloji Politikası:

20 tüm alanlarını etkileyen jenerik teknolojilere yetişme nin kastedildiği belirtilerek, bu hedef şöyle açıklanmaktaydı: Çağımızın jenerik teknolojileri olarak; Bilişim (bilgisayar, mikroelektronik ve telekomünikasyon teknolojilerinin bir birleşimi), İleri teknoloji malzemeleri, Biyoteknoloji, Uzay teknolojisi ve Nükleer teknoloji sayılabilir. Bunların ilk üçünün, yayılganlık özelliği bulunmaktadır; bu nedenle de yetişilmesi ulusal bir hedef hâline getirilmesi gerekli teknolojiler olarak bunların göz önünde bulundurulması zorunlu olmaktadır. Bu teknolojilere yetişmek ise, Bu teknolojileri aktarmayı (teknoloji transferini), Aktarılanı öğrenip, özümlemeyi, Öğrenilip özümleneni, ekonominin ilgili bütün faaliyet alanlarına yaymayı (teknoloji difüzyonu ve füzyonu), Aktarılan teknolojiyi bir üst düzeyde yeniden üretme yeteneğini kazanmayı (tasarım ve teknoloji geliştirme), Bu yetenekleri kazandıracak bilimsel alanlarda yetkinleşmeyi içeren bütünsel bir süreçtir. Konuya tarihsel açıdan bakıldığında, İngiliz Sanayi Devrimi'nin ardından, gelişme, sanayileşme sürecine giren bütün ülkelerin hep aynı stratejiyi izledikleri ve bu strateji sâyesinde, öndeki ülkelere yetiştikleri görülecektir. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Almanya nın, ABD'nin ve başka ülkelerin Büyük Britanya İmparatorluğu'na yetişmeleri; İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya'nın ABD'ye ve Batı Avrupa ülkelerine yetişmesi bu strateji çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bugün de, başta G. Kore ve Tayvan olmak üzere, Yeni Sanayileşen ülkeler adıyla anılan ülkeler kuşağı aynı stratejiyi izlemektedir. Bu açıklama, kaynağı, yukarıda sözü edilen Friedrich List in öğretisinde bulunabilecek bir teknoekonomi politikası izlenmek istenildiğinin ipuçlarını vermektedir. Prof. Dr. Erol Taymaz 2001 yılından geriye baktığında bu konuda çok daha net bir tespitte bulunabilmektedir. Taymaz, Türkiye nin uzun dönemde ekonomik gelişmesini sürdürebilmesi ve rekabet gücünü artırabilmesi için teknolojik yeteneğini hızla güçlendirmesi, teknolojik yenilikler [teknolojik inovasyon] ile üretkenlik artışı sağlaması ve teknoloji yoğun sanayilerin gelişmesiyle üretim ve ihrâcât yapısını teknoloji yoğun ürünlere dönüştürmesi gereklidir.... böyle bir dönüşüm kendiliğinden gerçekleşmeyecektir. İmalat sanayiinin ve bir bütün olarak ekonominin teknoloji geliştirme ve özümleme kapasitesinin geliştirilebilmesi için net bir kalkınma stratejisine, kapsamlı sanayi, teknoloji ve yenilik [inovasyon] politikalarına, etkin bir şekilde çalışan ulusal yenilik sistemine [ulusal inovasyon sistemine] ihtiyaç vardır, dedikten sonra (Taymaz, E., 2001), BTYK nın 3 Şubat 1993 günlü toplantısıyla başlayan evredeki bilim ve teknoloji politikası konusunda şunları söylüyor: Ulusal yenilik sisteminin [ulusal inovasyon sisteminin] kurulması özellikle TÜBİTAK tarafından 1990 larda gündeme getirilmiş ve sistemik bir yaklaşım benimsenmiştir. Bu doğrultuda BTYK aracılığıyla politika önerileri geliştirilmiş ve bu önerilerin bir kısmı uygulamaya konulmuştur. Bu uygulamaların en önemlilerinden biri, TÜBİTAK-TİDEB (Teknoloji İzleme ve Değerlendirme Başkanlığı) ve TTGV (Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı) tarafından ARGE bağışları ve kredileri yoluyla ARGE faaliyetlerine destek olunmasıdır. Özetle söylemek gerekirse, Türk Bilim ve Teknoloji Politikası: dokümanıyla dile getirilen ve BTYK da kabûl gören politika, çağın jenerik teknolojilerinde yetkinleşmeyi ve bu 20