Kuyudan Çıkarılan Taşlar (6) Adetli Kadının Orucu ve Namazı

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Kuyudan Çıkarılan Taşlar (6) Adetli Kadının Orucu ve Namazı"

Transkript

1 Hüseyin Avni Kuyudan Çıkarılan Taşlar (6) Cümlesinden Olarak Adetli Kadının Orucu ve Namazı ا ع وذ ب ااهلل م ن ا ي ط ان ا لر ج يم ب سم اهلل الر ح م ن الر حي م ا ل م د اهلل ه ر ب ال عا ل ني و الص ال ة و الس ال م ع لى س ي د نا م ح م د و أ ل ه ا ج م ع ني Bundan sonra Abdülaziz Bayındır Bey, Ümmet in âlimlerinin tamâmının üzerinde söz birliği ettiği bir yanlışlığı bulmuş ve düzeltmiş(!): Müslümanlar, dünden bu güne âlimleri ve avâmıyla ittifak hâlinde hayızlı kadın oruç tutamaz, temizlenince kazâ eder diyorlar ama bu yanlış imiş; ona göre hayızlı kadın oruç tutmalı, bu Kur ân ın emri imiş 1 Üç ciheti olan bu iddiânın tıbbî ve psikolojik yanlarını erbâbına havâle ediyor, ilmî tarafı üzerinde birkaç söz söylemek istiyoruz: Sayın Bayındır hayız gören kadının namaz kılamayacağını Kur ân, Sünnet ve akıl ile isbât 1 Abdulaziz Bayındır, Kur an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2007, s: (Altı çizili mavi rakamlar Bayındır ın düştüğü dipnotlardır.) ettikten (!) sonra -ki, Ümmet in inancı ve ameli budur - şöyle diyor: Bayındır: Muâze dedi ki, Aişe ye sordum, dedim ki: { ع ن م ع اذ ة ق ال ت س أ ل ت ع ائ ش ة ف ق ل ت م ا ب ال ال ائ ض ت ق ض ي الص و م و ل ت ق ض ي الص ال ة ف ق ال ت أ ح ر ور ي ة أ ن ت ق ل ت ل س ت ب ح ر ور ي ة و ل ك ن ي أ س أ ل ق ال ت ك ان ي ص يب ن ا ذ ل ك ف ن ؤ م ر ب ق ض اء الص و م و ل ن ؤ م ر ب ق ض اء الص ال ة } Neden âdetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor? Sen Harûriyye misin? 1 dedi. Hayır, Harûriyye değilim ama soru soruyorum deyince şöyle dedi: Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi ama namazı kılmamız emredilmezdi. 2 56

2 İnsanları yanıltan kaza (قضى) kelimesidir. Bu kelime, Kur an ve Sünnette ibadetler için kullanılmışsa eda yani ibadeti zamanında yapma anlamındadır. tamamladı- Hac ibadetini (فإذا قضيتم مناسككم) ğınızda 3 قضيتم الصالة) (فإذا namazı kıldığınızda 4 demek olur. 5 el-feyyûmî (ö. 770/ ) 6 şöyle demiştir: Alimler, ibadetlerde kazayı, vaktinin dışında yerine getirilen, edayı da vaktinde yerine getirilen için kullandılar. Bu, kelimenin sözlük anlamına aykırıdır ama iki vakti ayırmak için oluşturulmuş bir terimdir. 7 Aişe validemiz zamanında böyle bir terim olmadığı için onun kullandığı (قضى) kelimesine eda anlamı vermek gerekir. Cevâb: Bir: Yukarıdaki iki âyetteki kadâ lafzı âlimlerin söz birliği ile edâ manasındadır. Bunun içün ayrıca bir kaynak vermeye bile hâcet yoktur. İki: Ancak verilen lügat kaynaklarında iddiâ edildiği gibi ibâdetler ve ibâdet olmayanlar diye bir ayrım yoktur. Üç: Kitab ul-ayn da sadece hükmetmek, vasıyyet etmek ve gelmek manaları verilmiştir. Dört: Lisan ul-arab da, hükmetmek, kesmek ve fasletmek, bir şeyi bitirmek, yaratmak, bir şeyin kesilmesi ve tamamlanması, yapmak ve takdîr etmek, işlemek, bir işi bitirmek, hükmetmek ve emretmek, muhkem yapmak, vasıyyet etmek, edâ etmek ve sona erdirmek, tamamlamak, öldürmek, borcu ödemek, bir şeyi yapmak ve muhkem kılmak, ihtiyâcını tamamlamak ve ona ulaşmak gibi birçok ma nâ verilir. Beş: Es-Sıhâh da, hükmetmek ve hüküm, öldürmek, ölmek, ulaştırmak, yapmak ve takdîr etmek, manaları verilirken, ق د ي ك ون مب ع ن ى ال د اء { }و / (kadâ) bazan edâ manasında da olur denilmektedir. Hâsılı, verilen bu kaynakların hiçbirinde sözü edilen âyetlerden hiç bahsedilmez. Altı: El-Feyyûmî nin el-misbâh daki ve ondan nakil yapan ez-zebîdî nin Tâcu l-arûs daki sözleri anlaşılmamış veya çarpıtılmış. Nitekim aşağıda gelecektir. Kısacası kaynak gösterme sahtekârlığı işlenmekte, yalan söylenmektedir. Bayındır: Kaza kelimesi ilgili olarak İbn Teymiye şöyle der: Kaza,(القضاء) Allah ın ve Resulü nün sözlerinde ibadeti vaktinde tam yapmayı ifade eder. Şu ayetler bunu gösterir: { فإذ ا ق ض ي ت الص الة فان ت ش ر وا في ال ر ض واب ت غ وا م ن ف ض ل اهلل } / Namaz tamamlandığı zaman yeryüzüne dağılın م ن اس ك ك م } }ف إذ ا arayın. 8 ve Allah ın ikramından tamamladığınızda. 9 Hac /ق ض ibadetini ي ت م Fakihlerden bir kısmı daha sonra kaza sözünü, vaktinin dışında yerine getirilen, eda sözünü ise vaktinde yerine getirilen ibadete has terimler haline getirdiler. Resulullah ın sözünde böyle bir şey asla yoktur. Hem diyorlar ki, Kaza sözü bazen eda anlamına kullanılır. Böylece kelimenin Kur an-ı Kerim in indiği zamanki anlamını pek az kullanılır diye gösterirler. Bu sebeple Peygamberin şu sözü ile neyin kastedildiğini tartışırlar: } ف أ ت وا و ف ى ل ف ظ ف م ا أ د ر ك ت م ف ص ل وا و م ا ف ات ك م ف اق ض وا } yetiştiğinizi kılın, yetişemediğinizi kaza edin; bir rivayette tamamlayın. O, bu sözlerden hiç biriyle ibadetin vaktinden sonra yapılmasını kastetmemiştir. Aslında Şari in sözünde ibadetin vakti dışında yapılması ile ilgili bir şey bulunmaz. Ancak vakit iki türlüdür; biri genel, diğeri özürlüler için özeldir. Uyuyanın uyanınca, unutanın da hatırladığı zaman namazını kılması böyledir. Bu, Allah ın onlar için belirlediği vakittir, diğerleri için ibadet vakti olmaz. 10 Cevâb: Bayındır burada, davasına delîl olarak sahîh bir hadîs getiriyor ve onun bütün bir Ümmet tarafından yanlış anlaşıldığını ve ma nâlandırıldığını iddiâ ediyor. Bu iddiâsını ayrıca lügat ile dahî delîllendiriyor ve kendisine yerine göre sened kabûl ettiği birinin sözüyle de pekiştirmeye çalışıyor. Lâkin kendisi ilimle alâkası olmayan ve yanlışın da ötesinde bir tahrîf cinâyeti işliyor. Öyle ki, Bir: El-Müfredât, Umdetü l-huffâz ve sâir Kur ân Lügatları ile el-fâik, en-nihâye, Mecmau l-bihâri l- Envâr ve diğer hadîs lügatlarında geçen değişik birçok manayı bir yana koyalım. Er-Râğıb ın ve es- Semîn in getirdikleri yirmiye yakın âyette geçen kadâ kelimesine verdikleri onca değişik ma nâyı hesaba katmayalım. Kadâ kelimesinin, Halîl İbnu Ahmed in (Ö:170) Kitâbu l-ayn ı, Feyrûz Âbâdî nin el-muhît i ve şerhi ez-zebîdî nin Tâcü l-arûs u, el- Cevherî nin es-sıhâh ı, İbnu Manzûr un Lisânu l- Arab ı, el-mutarrazî nin el-muğrib i gibi nice lügatte birçok farklı manaları geçmektedir. Birçoğu yukarıda geçtiyse de onları teferruatıyla teker teker sayıp dökmek sözü uzatır. Bunlardan sadece el-muhît de geçeni tekrâr edelim: Hükmetmek ve hüküm, yapmak ve takdîr etmek, kesinleştirmek ve emretmek, açıklamak, (mecâz olarak) ölmek, öldürmek, tamamlamak, birisine bir şeyi vasıyyet etmek, bir şeyi bir şeye vardırmak ve ulaştırmak, alacaklıya borcunu ödemek. 2 Lisânü l-arab da da şöyle denilmektedir: (Ebû İshâk) kadâ kelimesi lügatte çok çeşit ma nâlara 2 Zebîdî, Tâcü l-arûs (20/84-85), Dâru l-fikir,

3 gelir; hepsi de bir şeyin kesilmesi ve tamamlanması manasına döner, dedi. 3 Hâsılı, bir şeyin tamamlanması, bir işi bitirmek bazen asıl vaktinde bazen de o vaktin dışında ama yine Şâri in kabûl edeceği başka bir vakitte olur. Zebîdî nin nakline göre El-Mısbâhu l-münîr sâhibi el- Feyyûmî, Sayın Bayındır ın O ndan yaptığı nakilden önce ض اء مب ع ن ى ال د اء ل غ ة { /}أ ل ق edâ ma nâsındaki kadâ bir lügattir (bir lügat ma nâsıdır veya lehçedir) demişti. Elimizdeki el-mısbâh nüshasında ise iki hasım arasında ve üzerinde hüküm verdim, ihtiyâcımı kadâ ettim, ona ulaştım ve nâil oldum, hâceti kadâ ettim, yani ayni şekilde, haccı ve borcu kadâ ettim, yani edâ ettim, Allah teâlâ hacc vazîfelerınizi kadâ ettiğiniz vakitte de, yani edâ ettiğinizde de El-Feyyûmî bu sözlerinin hemen ardından devâmla şöyle diyor: ض اء ه ه ن ا مب ع ن ى ال د اء { /}ف ال ق şu hâlde kadâ burada edâ ma nâsındadır. Öyleyse ortada ya nusha farkı veya ez-zebîdî nin yaptığı nakilde tasarrufu vardır. Her ne şekilde olursa olsun, O nun, Alimler ibadetlerde kadayı, vaktinin dışında, edayı da vaktinde yapılan için kullandılar. Bu, kelimenin lügat vaz ına muhâliftir; lâkin (yanlış anlaşılmasın) bu, iki vaktin arasını ayırmak içün (konulmuş) olan bir ıstılâhtır demesi 4 elbette doğrudur. Çünki lafzı, karşılığında îcâd edildiği asıl manalarından biri olan edâ dan çıkarmak, o manaya gelmez demek ve sadece bir manasına hasretmek lügatın ilk manası olarak doğru değildir, ona muhâliftir. 5 Zâten Fukahâ da böyle demiyor. Ancak el-feyyûmî, câhillerin yanlış anlamalarına meydân vermemek içün, ن{ ancak /}ل ك şeklindeki istidrâk lafzıyla onlardan yana mâzeret beyân ediyor. Evet, kadâ kelimesi, fukahâ tarafından edâ yani bir ibâdeti belirlenen asıl vaktinde yerine getirmek içün de, asıl vaktinde yapılmamakla borç olarak kalan şu ibâdetin Şeriât tarafından asıl vaktinin dışında ta yîn edilip gösterilen bir başka vakitte yapılması içün de kullanılır. Bu umûm/genel kullanmak şekli lügat manasına ters düşmez ve Usûl-i Fıkıh ve Furû -ı Fıkıh kitâblarında yazar. Amerika yı yeniden keşfetmek nev inden olan ayrı bir isbâta da muhtâc değildir. Ancak verilen âyetlerde geçen kadâ 3 İbnu Manzûr, Lisânu l-arab (6/3666), Dâru l-meârif 4 Ancak Bay Bayındır burada ya bir ilim hiyâneti işlemiş ve ma nâyı çarpıtmış veya bir tercüme hatâsı yaparken vaz ma nâsının ne olduğunu bilmediğini de ortaya koymuştur. Zîrâ kelimenin, karşılığında îcâd edildiği ilk ma nâ demek olan vaz ilk lügat ma nâsı olacağı gibi, sonradan bizzat lügatta olan değişikliklerle ortaya çıkan manalar da lügat ma nâsı olur. Dolayısıyla vaz -ı lüğavîye muhâlif düşmek ile lügat manasına ters düşmek her zaman aynı şeyler olmayabilir. 5 Hattâ, edâ nın bir ibâdetin asıl vaktinin dışında yapılması manasında kullanılmayacağını söylemek de böyledir. kelimesinin aslında bitirmek manasında olduğunu, bunun da edâ edip asıl vaktinde bitirmek gibi asıl vaktinin dışında gösterilen bir vakitte bitirmek manasında da olduğu dilden ve zevk-i selîmden nasîbi olanlara açıktır. Nitekim Bay Bayındır, İbnu Teymiyye den beğenerek aktardığı metinde geçen hadîsde yer alan şu kaçırdığınızı /}و da sonra ara م ا ف ات ك م ف اق ض وا{ vermeden hemen kadâ ediniz ibâresindeki hemen sonra ve kadâ kelimelerinin üzerinde biraz akledecek ve düşünecek olsaydı, burada kaçırılan kısmın asıl zamanından hemen sonra yerine getirilmesinin emredildiğini görecekti. Burada tamamlanan kısma bu yanıyla kadâ, asıl vakit çıkmadan tamamlanmış olması yanıyla ise edâ denilmiştir. O bakımdan bunun her yanıyla edâ olduğunu iddiâ edene diğeri hayır, edâ değil kadâ dır, mutlak kadâ dır diyene de beriki, hayır, kadâ değil edâ dır demiş olabilir. Dolayısıyla ortada bir çelişki olmadığı gibi kadâ ediniz ile tamamlayınız ifâdeleri arasında temelde bir fark yoktur. İki: Karışıklıklara meydân vermemek içün fakıhler, bir ibâdetin belirlenen asıl vaktinde yerine getirmesi içün edâ kelimesini, asıl vaktinin dışında ta yîn edilip gösterilen bir başka vakitte yapılması içün de kadâ tabirini bir ıstılâh/terim olarak koymuşlar ve bilerek kullanmışlardır. Üç: Çokbilmiş bir akıllı çıkıp da ben bu ıstılâhı kullanmak istemiyorum diyebilir. Asıl vaktinde yapılamayan veya yapılmayan ibâdetlerin, Şerîat tarafından gösterilen bir başka vakitte yapılmasına birisi illâ edâ demek istiyor veya diyorsa, işi biraz karıştırmış olsa da ona bir şey söylenmez. Ancak O da bu işi daha bir anlaşılır kılan ve düzenleyen İslâm âlimlerine i tirâz ederek, bunu kabûl etmiyorum, bu yanlıştır diyemez; derse, câhillik ve geri zekâlılık yapmış olur Istılâhlarda tartışma olmaz. Bu husûsta ya câhil kendini bilmez zavallılar veya nefis ve enâniyyet âbidesi, kibir ve gurur heykeli kimseler tantana çıkarırlar. Dört: Bay Bayındır da, azıcık bir ilim emâneti ve iyi niyet varsa ve de hadîsi sadece kendi görüşüne destek yapmak gibi samîmiyyetsizlik yoksa dinlesin: Bizzat bu Muâze hadîsinin bir başka lafzı, yapılan şu tahrîfe aslâ geçit vermez. Şöyle ki; İmâm Nesâî, es-sünenü l-kübrâ sında sahîh bir isnâdla şöyle rivâyet etmektedir: }ك ن ا ن ح يض ع ن د ر س ول اهلل صلى اهلل عليه وسلم ثم ن ط ه ر ف ي أم ر ن ا ب ق ض اء الص و م و ل ي أ م ر ن ا ب ق ض اء الص ال ة { Biz Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem in yanında hayız olurduk. Sonra temizlenirdik de 58

4 bize, orucu kazâ etmeyi emreder ama namazın kazasını emretmezdi. 6 Sünnet i kabûl eden bir Mü min in bu rivâyet karşısında söyleyebileceği hiçbir şey olamaz; artık kelime cambazlığı yapmaya takati kalmaz. Ancak, cehl-i mürekkebiyle bunun sahîh olmadığını, sahîh olsa bile Müslim rivâyetiyle çeliştiğini(!), dolayısıyla şâz olacağını söylemeye kalkabilecek rakkâseler çıkabilir; ilmin düstûrlarını bir tarafa atıp gelişigüzel konuşanlar meydana atlayabilir. Öyleyse devâm edelim: Beş: Mü minler hayızlı kadın oruç tutamaz, onu temizlendikten sonra kazâ eder derlerken sadece bu hadîsi delîl getirmezler. Kur ân veya Kur ân ve Sünnet metinleri üzerinde gelişigüzel oynamaya meraklı olanların hesâba katmadıkları husûslardan biri de şunların bize sırf metin olarak intikâl etmemeleridir. Aksine onlar bize Selef ve halef tarafından yaşanan, tefsîr edilen ve onlardan tevârüs eden bir amel olarak da intikâl etmişler, şu metinlerin ma nâlarını açığa çıkaracak olan muktezâ-i zâhir ve muktezâ-i hâlleriyle gelmişlerdir. Altı: Mü minlerin Sünnet delîlleri sadece Muâze radıyellâhu anhâ hadîsinden ibâret de değildir. İmâm Buhârî nin ve diğerlerinin bir rivâyetinde, { أ ل ي س إ ذ ا ح اض ت ل م ت ص ل و ل م ت ص م ق ل ن ب ل ى ق ال ف ذ ل ك م ن ن ق ص ان د ين ه ا } (Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem), Kadın hayız gördüğü zaman, namaz kılmaz ve oruç tutmaz; öyle değil mi? buyurdu. Kadınlar da evet, öyle dediler. O, işte bu onun/kadının dîninin (ibâdetinin) eksikliğindendir buyurdu. 7 İmâm Ahmed İbnu Hanbel, Müslim ve diğerlerinin yaptığı bir başka rivâyette, }و ت ك ث الل ي ال ي م ا ت ص ل ي وت ف ط ر ف ي ر م ض ان ف ه ذ ا ن ق ص ان الد ين } Kadın günlerce namaz kılmadan ve ramazanda oruç tutmadan durur. 8 Ebû Dâvud un yine sahîh olan bir rivâyetinde ise, { ف إ ن إ ح د اك ن ت ف ط ر ر م ض ان و ت ق يم أ ي ام ا ل ت ص ل ى{ Zîrâ sizden (kadınlardan) biriniz, ramazanda oruç tutmaz; günlerce namaz kılmadan durur. İşte bu, dînin (ibâdetin) noksanlığıdır. 9 Demek ki, Muâze hadîsindeki Âişe radıyellâhu anhâ anamızın hayız olurduk, bize orucu kazâ etmemiz emredilir ama namazı kazâ etmek emredilmezdi sözündeki kazâ, asıl vaktinde kılmak demek olan edâ değil, şu vaktin dışında Şerîat tarafından tesbît ve ta yîn edilen çerçevede herhangi bir zamanda ödenen bir borç manasındaki kazâ dır. Yedi: İbnu Teymiyye nin sözleri ise O nun alışık olduğumuz muğâlatalarından ve laf olsun diye yapılan uzatmalarından sadece biridir. Çünki Şerîat, bir ibâdet içün her hangi bir vakit ta yîn etti ve o ibâdetin şu vaktin dışında bir zamanda da yerine getirilmesini istediyse, O buna ister edâ desin ister kazâ desin ister bir başka isim versin, değişmez. Anlaşmazlık özde değil, kelimede ve ifâde ediliş biçiminde olmuş olur. O bu ifâdeleriyle sadece ben biliyorum demiş ve meselenin daha kolay anlaşılmasının önünü kesmiş olur. Sekiz: Kaldı ki, İbnu Teymiyye nin bu sözleri, sizin işinize yaramaz. O, hayızlı kadının orucunu tutabileceğini aslâ söylememiştir ve söylemez. Aksine burada, O da diğer Mü minler gibi inanmaktadır. Hayız hâli İbnu Teymiyye ye göre de bir ma zeret hâlidir; dolayısıyla hayızlı şu ma zereti sebebiyle tutamadığı orucunu sonradan tutar. 10 Hâsılı, O nu bu noktada istismâr etmeniz boşunadır. Dokuz: Onun şu sözleriyle anlatmak istediği, unutarak, uyuyarak, hastalık, yolculuk ve benzeri özürlerle olmayan ve bilerek ve kasden terkedilen ibâdetlerin kazasının olmadığını anlatmaktır. İşi, birçok yerde Ümmet in cumhûruna muhâlefet olduğu içün Zâhirîlerin kaybolan ve gömülen ve kemikleri çürüyen görüşünü çukurundan çıkarıp ihyâ etmekle ictihâd etmektir(!) Bu mes ele de onlardan biridir. On: Dört mezheb, -özürle olsun özürsüz olsunasıl zamanında yapılmayan ibâdetlerin mükellefin omuzlarında bir borç olarak durduğunu, ihmâl eseri terk edilmiş olsalar da onların -en azından bir cezâ olarak- ödenmeleri gerektiğini söylemektedirler. Burada İmâm Buhârî ve diğerlerinin yakın { ف د ي ن اهلل أحق أن ي ق ض ى } ettikleri, lafızlarla rivâyet / Allah ın borcu, ödenmeye (babanın kullara olan borcunu ödemekten ve her bir borçtan) daha 6 Nesâî, es-sünenü l-kübrâ (2/113, H:2627), İlmiyye, Buhârî (304,1951), Müslim (80, ma nâsıyla), İbnu Hibbân (5744, Buhârî nin lafzına çok yakın olarak), Ebû Saîd el-hudrî radıyellâhu anhu dan. 8 Ahmed İbnu Hanbel (2/66), Müslim (79), İbnu Mâce (4003), İbnu Ömer radıyellâhu anhumâ dan. 9 Ebû Dâvud (4679) İbnu Ömer radıyellâhu anhumâ dan 10 İbnu Teymiyye, Mecmû u l-fetâvâ sında (13/54)/ / kadın hayız görünce, oruç ta } إن ه ا إذ ا ح اض ت ل ت ص وم و ل ت ص ل ي { tutmaz namaz da kılmaz hadîsini zikrettikten sonra, / bu Allah celle celâlühû nün emrettiği } و ه ذ ا م ا أ م ر اهلل ب ه } şeylerdendir dedi. 59

5 lâyıktır 11 hadîsinin umûmu yeterlidir. O nu delîlsiz bir şekilde sınırlandırmak hevâya uymaktır. Şu rivâyetlerden bazısı, tutulmayan oruçlar, bazısı yapılmayan hacc hakkındadır. Bayındır: Aişe validemiz...orucu tutmamız emredilirdi dediğine göre âdet kanı oruca engel değildir. Zaten Bakara 187 de orucu bozan şeyler; yeme, içme ve cinsel ilişki olarak belirtildikten sonra şöyle denmiştir: ت ل ك ح د ود اهلل ف ال ت ق ر ب وه ا{ { Bunlar Allah ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın. (Bakara 2/187) Âdet kanının orucu bozduğunu söylemek sınırları aşmak olur. Oruc un Arapçası صوم= savm dır. Savm, imsak yani kendini tutma, kendine engel olma anlamına gelir. Oruç tutan, kendini yeme, içme ve cinsel ilişkiden engeller. 11 Âdet kanı ise engellenebilecek bir şey değildir. Bu sebeple de onu orucu bozan bir şey saymak mümkün olmaz. Cevâb: Bir: Burada hem, Âişe anamız radıyellâhu anhâ ya hem Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimize, hem de Allah a iftirâ edilmektedir. Çünki Onlara söylemedikleri yakıştırılmaktadır. İki: Allah celle celâlühû ve Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem bir hüküm verince Mü minlere söz düşmez. Yukarıdaki hadîsleri gördük. Üç: Kelimelerin vaz ve iştikâk ma nâları mes elenin anlaşılması içün elbette lâzımdır. Ancak Şerîat çok zaman şu lafızlarda tasarruflarda bulunmuş, kimilerini sınırlandırmış kimilerinin de sınırlarını genişletmiş böylece onları husûsî ıstılâhlar hâline getirmiş olabilir. Evet, şu ıstılâhların vaz veya lügat manalarıyla mutlaka alâkaları vardır ama Şer î tasarrufları hesaba katmamak onların Şer î manalarını katletmek olur. Hattâ bu vaz manalarına zamanla lüğavî değişiklikler de ârız olmuştur. Dört: Lügatta savm, mutlak imsak, yani her hangi bir geri durmak, (-meselâ- konuşmaktan geri durmak) demektir. Oruçta sözü edilen kişinin kendini yemek, içmek ve cinsî birleşmekten uzak tutması gibi husûslar ve vaz ma nâsına Şerîat tarafından yapılan sınırlandırma ve ilâve olarak da bunun her hangi bir şeyden geri durmak olmayıp ancak belirlenen fiillerden geri durmak, ibâdet niyyetiyle olması bu savm ın hakîkatini ve şartını teşkil eder. Oruç tutacak kişinin Müslüman olması, -ramazan orucu ise- ramazan ayında ve sâdık fecrin doğuşu ile güneşin kavuşması arasında tutulması imsak ın vaz ma nâsı ile alâkadar değilseler de şart tırlar. Oruç 11 Ebû Dâvud (3310) Ayrıca, buna ve birbirine yakın lafızlarla, Buhârî (6699,2761,1852), Müslim (1148),, Tirmizî (716), İbnu Mâce (1758) tutacak olan kadın ise, hayızdan ve nifastan temiz olması da aynı şekilde Şerîat tarafından konulan bir şarttır. İbâdetlerin rükün ve mâhiyyetleri ile bunlara yapılan Şer î ilâveler ve şartlarını karıştıracak kadar zavallı câhilller ve akılsızlar bulunabilirse de Ümmet in âlimlerini sollayabilecek müçtehid lerin(!) böyle bir boşluğa düşmeleri ayıp olmuyor mu Bay Bayındır?!.. Lügatın asl-ı vaz ında düâ manasında olan bir salât ın, hadesden ve necesden temizlenmekle, avret yerini örtmekle, vakıtle, kıbleyle, rükû ile, sücûd ile ve sâir ilâvelerle ne alakası var mı diyeceksiniz, Bay Bayındır?!.. Bayındır: Baştaki âyet, âdet halini eziyet saymıştır. Eziyet insana sıkıntı veren şeydir ama hastalık değildir. Hastalık vücuttaki tabii dengenin bozulmasıdır. Adet ise tabii dengenin gereğidir. Öyleyse hiçbir kadın, adetli olduğu için orucunu bırakamaz. Aişe validemizin söylediği şu söz önemlidir: Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi Demek ki, Peygamberimiz âdeti hastalık saymadığı için bu haldeki kadının oruç tutmasını emretmiştir. Fakihler, âdetli kadının Ramazan da oruç tutmasını yasaklar sonra da kaza ettirirler. Edasını yasakladıkları bir ibadetin kaza edilmesini isterken hangi delile dayandıklarını söylemezler. Hâlbuki Allah, oruç ibadetini, diğer ibadetlerden farklı olarak genişçe anlatmış ve şöyle demiştir: }ت ل ك ح د ود اهلل ف ال ت ق ر ب وه ا ك ذ ل ك ي ب ني اهلل آ ي ات ه ل لن اس ل ع ل ه م ي ت ق ون } Bunlar Allah ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar, belki sakınırlar. (Bakara 2/187) Allah Kur ân da orucun sınırını belirlemiş ve âdeti oruca engel görmemiştir. Peygamberimizden de böyle bir rivayet yoktur. Öyle ise âdeti oruca engel görmek sınırlara yaklaşmak değil, onları aşmak olur. Buna da kimsenin hakkı yoktur. Cevâb: Bir: Âlimlerimiz, Allah ın mu zî / eziyyet veren değil de mubâlağa ifâdesiyle eziyyet, yani tam ve son derece bir rahatsızlık verici olarak vasfettiği hayız ı bir çeşit hastalık saymışlar, siz ise bunu kabûl buyurmadınız; olsun, siz bilirsiniz. Oysa bu gün tıptan biraz haberi olanlar dahî bilirler ki, hayızlı olanlar bunaltan bir çeşit rûhî sıkıntı içinde olurlar. Hem, onun bir yandan tabiî bir hâl olması diğer yandan rahatsızlık verici bir çeşit hastalık olmasına nasıl mânî oluyormuş?!.. Anlayan beri gelsin Yapılan, bâtıl düşüncelerin darbeleriyle örselenen bir zayıf aklın ölçüsüz mülâhazası Büyükçe bir toz kaçan gözün, vücûdun tabiî dengesi îcâbı 60

6 büyük bir çaba göstermesi, bu esnâda kan çanağına dönmesi ve nihâyet o tozu dışarıya atması, böylece de yaralanması, göremez olması ve tedâviye muhtâc hâle gelmesi, nasıl anlaşılacak?... Bu iş tabiî bir iştir. Gözün yaralanması hastalık sayılmaz mı denilecek!... Demek ki, akılcılık da bir seviye istiyor!... İki: Âişe vâlidemiz radıyellâhu anhâ ya da, Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz e de iftirâ ediyorsunuz. Böyle bir ma nâ verişiniz, Ehl-i Kitâb ın kitâblarını tahrîf etmelerinden farksızdır. Nitekim yukarıdaki rivâyetlerde geçti. Üç: Belki Allah celle celâlühû, kadının o sıkıntıdan kurtulup rûhî bir rahata kavuşmadan oruç tutmasını istemiyor. Belki belli bir kan ve su kaybına ma rûz kalan kadına merhâmet edip bedeni de rahata ve tabiî hâline kavuştuktan sonra bu yükün altına girmesini istiyor. Zorumuz nedir?!.. Sıkıntısına sıkıntı katmak mı?... Hasbunellâh. Dört: Evet doğru, fakıhler ilmin ve hidâyetin îcâbı öyle yaparlar Haddini bilen câhiller onlara i timâd edip uymakla kısmen kurtulsalar da haddini bilmeyen cühelâ sürüsü ne dediklerini anlayamazlar, kendileri bir şeyler yumurtlarlar, sapar giderler ve peşlerine takılan sürüleri de saptırırlar... Beş: Fakihler, âdetli kadının Ramazan da oruç tutmasını yasaklar sonra da kaza ettirirler. Edasını yasakladıkları bir ibadetin kaza edilmesini isterken hangi delile dayandıklarını söylemezler şeklindeki seviyesiz ve süflî bir karalama, onların -hâşâ- Şâri lik, yani ilahlık veya peyğamberlik tasladıklarını iddiâ etmektir. Ümmet in âlimlerine böyle bir alçaklığı yakıştırmak edebsizlik ve terbiyesizlik olmanın yanında aynı zamanda apaçık bir zındıklıktır. Çünki ibâdetlerde ve diğer ilâhî hükümlerde işlenecek olan bu seviyedeki bir iptal, tebdîl, tağyîr ve ilâve den 12 biri veya bir kaçı, yâhud da hepsi ile yapılan bir tasarruf başka hangi vasıfla anlatılabilir?!. Nitekim bu Bay Bayındır tarafından sarf edilen Hâlbuki Allah, oruç ibadetini, diğer ibadetlerden farklı olarak genişçe anlatmış ve şöyle demiştir: Bunlar Allah ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar, belki sakınırlar şeklindeki sözle de açıkça ifâde edilmektedir. Oysa onun Ümmet e ve âlimlerine yakıştırdığı şu ilahlık veya peygamberlik iddiâsı, aynen şurada kendi yaptığı iptal, tebdîl, tağyîr ve ilâve işine tastamam uymaktadır. Fukahânın delîlleri ilim sâhibleri nezdinde 12 İptal, hükmü ortadan kaldırmak, tebdîl, hükmü kaldırıp yerine başka bir hüküm getirmek, tağyîr, hükmü eksiltmek veya vasfı yanıyla değiştirmek, ilâve de, hükme ekleme yapmak, demektir. çoktur ve gözü kör olmayanların görebilecekleri açıklıktadır. Onların delîli yoktur derken açıkça yalan söylenmiyorsa farketmeden kitâblarının okunmadığı i tirâf edilmektedir. Onların en sağlam delillerinden olan Sünnet delîllerinin, hadîslerin bir kısmını yukarıya aldık. Diğer bir delil de Ümmet in İcmâı dır. Onların hiçbir delîli olmasaydı bu yeter de artardı bile. Altı: Allah orucun sınırını icmâlen/kısa ve toplu olarak belirlemiş ise de açıklamasını Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem e havâle etmiştir. Artık buna karşı kimseye bir söz düşmez. Gösterilen âyetlerde tahsîs ve takyîd yoktur. Allah a iftirâ edilmektedir. Bu da kimsenin haddine düşmemiştir. Yedi: Şu sünnetsizler gibi harbi delikanlı olsanız, bu kadar üzülmeyeceğiz. Ama siz, hem Sünnet i kabûl ettiğinizi söyleyecek hem de işinize elverdiğini zannettiğiniz yerlerde de onu terkedip kendi kanaatlerinizi putlaştıracaksınız; işte bu delikanlılığa sığmaz. Netîce Sizin yaptığınız, Kur an Işığında Doğru Bildiğiniz Yanlışlar ı düzeltmek değil, Şeytanın ve Vatikan ın Projektörünün Işığı Altında -yarım yamalak da olsa- Bildiğiniz Doğruları Tahrîf Etmek ten ibârettir; vesselâm Sünnet e dayanan ve ayrıca üzerinde Ümmet in İcmâ ı da bulunan sahîh bir islâmî hakîkati, ben bilirim meâlindeki bir edâ ve tavır ile katletmişsiniz. Yazık Size de yazık, saptırdıklarınıza da yazık و ص ل ى اهلل ع ل ى ن ب ي ن ا و ع ل ى ا ل ه و س ل م ت س ل يم ا ك ل م ا ذ ك ر ه الذ اك ر ون و غ ف ل ع ن ذ ك ر ه ال غ اف ل ون و ال م د هلل ر ب ال ع ال ني [Aşağıdaki ifâdeler ve dipnotlar Sayın Abdülaziz Beye âiddir. Metin içindeki altı çizili dipnotlarıdır.] [1] Harûriyye, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali nin saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, Hariciler, DİA, c. XVI, s ) [2] 2. Müslim Hayz 65 [3] Bakara 200 [4] Nisa 4/103 [5] Kitab ul-ayn, قضي el-mısbah ul-munir. Tac ul-arus, Lisan ul-arab, es-sıhah, mad [6] Diyanet Vakfı İslam Ansk. Feyyumî md. İst [7] Ahmed b. Muhammed el-feyyûmî, el-mısbah ul-munîr, Lübnan 2001, s. 519 [8] Cuma 62/10 [9] Bakara 200 [10] İbn Teymiye, Mecmuu Fetâvâ Teymiye 1. baskı, 1382 h. C. XII, s. 106 [11] Bkz. Müfredât, صوم mad. 61