DOĞADA SĠSTEM GERÇEKLĠĞĠ VE ĠNFORMASYON ĠġLEME SÜRECĠ

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "DOĞADA SĠSTEM GERÇEKLĠĞĠ VE ĠNFORMASYON ĠġLEME SÜRECĠ"

Transkript

1 1 DOĞADA SĠSTEM GERÇEKLĠĞĠ VE ĠNFORMASYON ĠġLEME SÜRECĠ Münir Aktolga Aralık 2004 Son gözden geçirme Mart 2013 ĠÇĠNDEKĠLER: GĠRĠġ... 2 BĠR SĠSTEM YA DA ĠNFORMASYON ĠġLEME BĠRĠMĠ OLARAK ATOM... 3 BĠLGĠNĠN EVRĠMĠ... 4 KLASĠK FĠZĠĞĠN TEMELLERĠ... 4 KLASĠK BĠLĠMĠN ÖZÜ VE TEMEL ÇELĠġKĠSĠ... 7 KUANTUM FĠZĠĞĠNE GĠRĠġ... 7 DALGA MI TANECĠK MĠ?... 9 KUANTUM FĠZĠĞĠNĠN ESASLARI...10 KUANTUM TEORĠSĠ VE REALĠTE ANLAYIġI...12 KRĠTĠK SORU...13 DIġ KUVVET VE KUANTUM DALGALANMALARI...15 DIġ KUVVET NEDĠR?...17 DEĞĠġTĠRMEK MĠ DEĞĠġMEK MĠ?...19 POTANSĠYEL GERÇEKLĠĞĠN GERÇEKLĠĞĠ...19 ÇĠFT YARIKLA YAPILAN DENEY ( Doppelspalt-Experiment )...19 PEKĠ O ZAMAN, BĠR ELEKTRONUN VARLIĞI NEDĠR?...27 VAROLUġUN GENEL ĠZAFĠYET TEORĠSĠ...29 YA ELEKTROSTATĠK MĠ DEDĠNĠZ?...30 KUANTUM GRAVĠTASYONU NUN TEMELLERĠ...37 KOORDĠNAT SĠSTEMĠ NEDĠR...49 ÖZEL VE GENEL ĠZAFĠYET TEORĠLERĠ...50 KÜTLE NEDĠR...53 DÜNYA NĠYE DÖNÜYOR?...55 NEDĠR BU DÜZGÜN DOĞRUSAL HAREKET...56 DÜNYA KENDĠ ETRAFINDA DA DÖNÜYOR...57 ATALET HAREKETĠ NEDĠR...58 EVET, ĠPĠN UCUNA BĠR TAġ BAĞLAYIP DÖNDÜRÜYORUZ!...60 MERKEZÇEKĠM KUVVETĠ - MERKEZKAÇ KUVVETĠ K=m a nın GERÇEKLĠĞĠ...63 EVRENSEL YAġAMIN DĠNAMĠĞĠ...64 EVRENSEL ALT YAPI NASIL OLUġUYOR...65 KARA DELĠK TEKLĠĞĠ...67 GÖZETLENEBĠLĠR EVREN...68 KARA DELĠĞĠN ĠÇĠ...70 ELEKTRON KUARK PLAZMASI VE EVRENĠN DNA SI...71 SIFIR NOKTASI NEDĠR NASIL OLUġUYOR?...72 ZAMAN...77 EKLER: KUANTUM NEDĠR, KUANTĠZE OLMAK NE DEMEKTĠR? ANTĠ MADDE NEDĠR?...80

2 2 3- MOLEKÜLER YAPI ÇEKĠRDEĞĠN ĠÇĠNDE OLUP BĠTENLER, KUANTUM KROMODĠNAMĠĞĠ GENEL ALANLAR TEORĠSĠ SCHRÖDĠNGER ĠN KEDĠSĠ CERN DE YAPILAN DENEYĠN AMACI NE? GĠRĠġ DENEY HAKKINDA UZAY KAVRAMININ EVRĠMĠ SORUN NEDĠR, NASIL ORTAYA ÇIKIYOR ESASA ĠLĠġKĠN BAZI SORULAR GRAVĠTASYON, KARA DELĠK VE HĠGGS PARÇACIKLARI ĠKĠ DENĠZALTIYI ÇARPIġTIRARAK SUYUN VARLIĞINI TESBĠT EDEBĠLĠRMĠSĠNĠZ! KUANTUM FĠZĠĞĠNĠN ESASLARI VE HĠGGS KONSEPTĠ KÜTLE NEDĠR PROTONLAR ÇARPIġINCA KARADELĠK MĠ ORTAYA ÇIKAR? POTANSĠYEL GERÇEKLĠK NEDĠR REFERANS KĠTAPLAR GĠRĠġ Bundan önceki iki çalışmada, tek bir hücre ve çok hücreli bir organizma düzeyinde sistem gerçekliğinin ne olduğunu, bir informasyon işleme sistemi olarak nasıl çalıştığını-işlediğini, kendi kendini nasıl ürettiğini gördük. Kendi içinde bir bütün (bir AB sistemi) olarak gerçekleşen bu sistemlerin, aynı anda, dış dünyayla etkileşme esnasında, onunla birlikte başka bir bütünün (yeni bir AB sisteminin) oluşmasına da yol açtıklarını, ve bir hücre, ya da çok hücreli bir organizma olarak, bu yeni sistemin içinde, onun bir parçası olarak gerçekleştiklerini gördük. Önce, bir hücrede, dışardan gelen madde-enerji-informasyonun nasıl işleneceğine dair eylem planını hazırlayan düzenleyici-yönetici- regulatory protein lerle (RP), bu planı hayata geçiren işçi-proteinler arasındaki ilişkileri inceledik. Gelen informasyonun sistemin içinde depo edilmiş bulunan bilgiyle nasıl değerlendirilerek işlendiğini, ürünün nasıl oluştuğunu ele aldık. DNA ların ve RP sisteminin, sisteme özgü bilgilerin depo edilmesinde ve kullanılmasındaki rolünü belirlemeye çalıştık. Daha sonra sıra, aynı mekanizmanın çok hücreli bir organizmada nasıl işlediğini ele almaya gelmişti. Dışardan gelen informasyonun 1 beyin tarafından nasıl tanındığını, bir reaksiyon olarak buna ilişkin nöronal modelin nasıl çıkarıldığını gördük. Sonra da, dışardan gelen bu madde-enerji-informasyonun-etkinin- nasıl işleneceğine dair nöronal modeli oluşturan siste- 1 Bu dışardan gelen informasyon-etki kavramını kullanırken çok dikkatli olmak gerekiyor. Arada henüz etkileşme yokken, dışardaki bir obje-nesne, sistem için potansiyel bir gerçekliktir. Etkileşme başladığı an ise, o artık dışardan gelen bir obje olmaktan çıkıyor! İkinci bir nokta da, dışardan gelen her objenin-nesnenin aynı zamanda informasyon taşıyan bir unsur olduğudur. Bu konuda daha geniş açıklamalar için bak: Sistem Teorisinin Esasları ya da Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi-Herşeyin Teorisi,

3 3 min dominant unsuru beyinle, bu planı hayata geçiren motor sistem-organlar- arasındaki ilişkileri inceledik. Sistemin içinde bulunan bilginin ( Wissensbasis ) sürece nasıl dahil edildiğini görürken, bu arada, yeni bilgilerin nasıl üretildiğine de değindik. Sonuç ortadaydı! Her iki durumda da genel mekanizma aynıydı! DıĢardan bir objenesne-informasyon (madde-enerji-informasyon) geliyor, sistemin içine alınıyor; sonra, sistemin dominant unsuru, içerdeki bilgiye göre, bu objenin-nesnenin-informasyonun nasıl iģleneceğine dair bir plan hazırlıyor; sistemin diğer kutbu da, motor sistem olarak bunu hayata geçiriyordu. Her seferinde, dıģardan gelen unsurun sistem üzerine etkisiyle birlikte, ilk durum adını verdiğimiz bir etkileģme zemininin oluģtuğunu, etkileģmenin, bu zemin üzerinde, etkiye karģı bir tepkinin, bir reaksiyonun oluģmasıyla gerçekleģtiğini, ve bu sürecin sonunda da- output la birlikte- son durum olarak yeni bir denge durumunun ortaya çıktığını tesbit ettik. EtkileĢmeye katılan unsurların, değiģtirirken nasıl değiģtiklerini gördük. Şimdi, bu çalışmada da, aynı mekanizmanın ve oluşumun organik olmayan doğada nasıl işlediğini göreceğiz. Yani bir atomun, bir molekülün ve sonra da astronomik sistemlerin nasıl oluştuklarını, çevreyle nasıl etkileştiklerini, karşılıklı olarak biribirlerini nasıl yarattıklarını, kısacası, bir informasyon işleme sistemi olarak nasıl çalıştıklarını göreceğiz. BĠR SĠSTEM YA DA ĠNFORMASYON ĠġLEME BĠRĠMĠ OLARAK ATOM Bir elektron ve bir protondan ibaret olan hidrojen atomunu ele alarak başlıyoruz. Çünkü en basiti budur. Elektron ve proton sayısının artması konumuz açısından işin esasını değiştirmiyor. Bu yüzden, bu çalışma boyunca atomdan bahsettiğimiz zaman bununla genellikle bir hidrojen atomunu kastettiğimiz unutulmamalıdır. Atomu (bir hidrojen atomunu) bir AB sistemi olarak ele aldığımız zaman, elektron ve proton da tabi bu sistemin elementleri-a ve B olarak adlandırdığımız parçalarıoluyorlar 2. Bu durumda, sistemin dominant unsuru, merkeze en yakın konumda olan ve bu anlamda dıģa karģı sistemi-merkezi temsil eden proton olurken (aģağıdaki Ģekilde B), elektron da (Ģekilde A), atoma özgü bir tür motor sistem rolünü üstlenmiģ oluyor! DıĢardan gelen etki (örneğin bir foton) sistemin içindeki bilgiyle (ki bu bilgi elektronla proton arasındaki elektromagnetik iliģkilerle temsil edilmekte-kayıt altında tutulmaktadır) iģlenip değerlendirilince, sistemin içinde dispozisyonel olarak hazır bulunan reaksiyon modellerinden en uygun olanı aktif hale getirilir. Elektron da buna (bu reaksiyon modeline) uygun olarak bir üst kuantum seviyesine çıkarak bunu (bu reaksiyon modelini) gerçekleģtirir. Ya da tabi, sistemden dıģarıya bir etki-madde enerji informasyon akıģı- olunca (dıģarıya foton vererek), elektron da buna uygun olarak bir alt kuantum seviyesine inerek yeni bir denge durumunun meydana gelmesini sağlar. Sistemin içindeki informasyon iģleme-değerlendirme (bunun sonucu olarak da sistemin çevreyi etkileme) mekanizmasının özü budur. 3 2 Bu konuda daha geniş açıklamalar için bak, Sistem Teorisi nin Esasları, 3 Peki, elektron gibi proton da gene belirli kuantum seviyelerine sahip değil midir? Mantıki olarak böyle olması gerekir; ama, fazla bir öneme sahip olmadığı gerekçesiyle kuantum fiziğinde bu konunun üzerinde pek durulmaz..

4 4 Tıpkı, DNA ların ve RP sistemlerinin dıģardan gelen informasyonların-moleküllerinnasıl iģleneceğine dair bilgileri-reaksiyon modellerini sistemin içinde, hücrenin hafızasında ( cellmemory ) saklı tutmaları gibi, atomun içinde de, bir durumdan baģka bir duruma geçiģ için gerekli olan bilgiler-reaksiyon modelleri- elektron ve proton arasındaki bağlarda dispozisyonel olarak saklı tutulurlar. Ve nasıl ki bir hücrede, dıģardan gelen madde-enerji-informasyonun sahip olunan bilgilere göre iģlenilmesi görevini proteinler yerine getiriyorsa (çok hücreli bir organizmada bu iģi motor sistem olarak diğer organlar yerine getiriyorlarsa), atomda da bu görevi elektronlar yerine getirirler. Olay bu kadar basittir!.. DıĢardan gelen madde-enerjiinformasyonun sisteme alınmasıyla birlikte sistemin içindeki eski iliģkiler bundan etkilenirler, bunlar artık yeni durumu taģıyamaz hale gelirler. Yeni duruma uygun yeni iliģkilerin oluģması gerekmektedir. Bunu da elektronlar bir üst seviyeye çıkarak yaparlar. Tabi bu durumda proton da bu yeni duruma göre yeni bir pozisyon alır. Peki, atomun içindeki, informasyon iģleme mekanizmasına temel olan ve elektronla proton arasındaki iliģkilerle kayıt altında tutulan bilgi nedir? Hücre söz konusu olunca DNA larda, ya da RP sisteminde bulunuyordu bilgi. Çok hücreli bir organizmada ise beyinde sinaptik bağlantılarda depo ediliyordu. Atomun içinde saklı duran ve dıģardan gelen nesne (örneğin bir foton) iģlenirken kullanılan bilgi nedir ve nasıl kayıt altında tutulmaktadır? Ġnsanı (bilgiye iliģkin sübjektif faktörü) hiç iģin içine katmayalım ve uzayın herhangi bir yerinde bir hidrojen atomunu düģünelim. Bir foton geliyor ve bunlar etkileģiyorlar. O an ne kuantum fiziği vardır orada, ne de birģey! Bu atom, gelen fotonun frekansını, taģıdığı enerjiyi nereden biliyor? Hangi kuantum seviyesine çıkacağına, ya da ne yapacağına nasıl karar veriyor? Örneğin, foton geldiği an elektron n=1 enerji seviyesindeyse ve iliģkiden sonra da n=2 ye çıkıyorsa, o elektron nereden biliyor bunu? Neye göre oluģuyor elektronun bu hareketi, davranıģı? ĠĢte atomun içindeki bilgi derken kastettiğimiz objektif anlamda bilgi budur. Ve bu bilgi, sistemin elementleri olan elektronlarla atom çekirdeği arasındaki iliģkilerde-bu iliģkilerlemuzafaza edilir. Bir atoma iliģkin bütün bilgilerin kaynağı bu iliģkilerde saklıdır. Eğer atomu daha yakından bilmek istiyorsanız bu ilişkilerin dilini çözmeniz, bunların içinde saklı olan bilgi hazinesini keşfetmeniz gerekecektir. Örneğin, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir atomun gerçekliğini mi merak ediyorsunuz! Ya da elektriksel alanın, Coulomb Kuvveti nin ne olduğunu mu bilmek istiyorsunuz? Bütün bu soruların cevabı da gene elektronla çekirdek arasındaki ilişkide gizlidir. Bu ilişkiyi açıklayabiliyorsanız ihtimal dalgasının potansiyel gerçekliğini de ancak o zaman açıklamış olursunuz! BĠLGĠNĠN EVRĠMĠ Atoma ilişkin bilgilerimizin insanın atomla etkileşmesinin ürünü olduğunu söyledik. Bilmek ölçmekle, etkileşmekle gerçekleştiği için, elimizdeki aletlerle öğrenmek istediğimiz şeye ilişkin soruyu temsil eden bir mesajla-bir etkiyle (ki bu bir fotondan başka birşey değildir) atomu etkiliyoruz. Ve sonra da onun bu soruya-etkiye karşı vereceği tepkiyle-cevapla onun hakkında bilgiler ediniyoruz. Sadece bu kadar mı? Hayır! Aldığımız cevabı, yani informasyonları, o ana kadar sahip olduğumuz ve kafamızda saklı duran bilgilerle etkileştiriyoruz, değerlendiriyoruz. Ve sonuç olarak, yani bu etkileşmenin ürünü olarak atom hakkındaki bilgilerimiz oluşuyor. Şimdi, bu bilgi dağarcığımızın nasıl geliştiğini görelim. Nerelerden geçerek gelmişiz bu günlere, ona bir göz atalım. Sonra da, nereye gidiyoruz ona bakacağız! Daha öncesine gitmiyoruz. Konumuz açısından Newton dan başlamak yetiyor bize. KLASĠK FĠZĠĞĠN TEMELLERĠ Newton un Birinci Kanunu : Eğer bir cismin üzerine herhangi bir kuvvet etkide bulunmuyorsa cismin hızı değişmez, yani cisim pozitif ya da negatif anlamda ivmelenmez. Burada

5 5 önemli olan cismin üzerine etkide bulunan net kuvvettir. Cismi bir çok kuvvetler etkileyebilir, ama bunların toplamı önemlidir. Eğer toplam kuvvet sıfırsa, cisim mevcut hareketini, konumunu değiştirmez. İkinci Kanun : Bir cisim üzerine uygulanan net kuvvet, o cismin kütlesiyle, bu kuvvetten dolayı cismin kazandığı ivmenin çarpımına eşittir (K=m.a). Kütle, cisimlerin sahip oldukları yoğunlaşmış madde-enerji kapasitesidir ve bu sabittir. Bir dış kuvvet uygulandığı zaman cisim ivmelenirken bu kütlenin varlığı da ortaya çıkar, anlaşılır. Cismin dış kuvvete karşı atalet direncidir kütlesi. Ve Newton un Üçüncü Kanunu : Eğer iki cisim etkileşiyorlarsa, bunların biribirleri üzerine uyguladıkları net kuvvet aynı büyüklüktedir ve zıt yönlüdür (Ka=Kb) [13]. ĠĢte size üç sihirli anahtar! Hangi kapıyı isterseniz onu açabilirsiniz bunlarla! Bütün bir klasik fiziğin özü-esası da bu üç kanundur zaten. Bunların uygulandığı zemin ise, her biri kendinde Ģeyler olarak var olan objektif, maddi gerçeklikler dünyasıdır. Yani, gözünüzle gördüğünüz, elinizle tuttuğunuz, günlük hayatımızda her gün içinde yaģadığımız mekanik dünya. Var olmak için hiç bir koordinat sistemine (KS) bağımlı olmaya gerek duymayan gerçeklikler ve bunların kendi aralarındaki mekanik iliģkiler.. iģte, klasik fiziğin konusu bundan ibarettir. Evet, koordinat sistemi (KS) ve hareketin izafiliği anlayıģı Newton da, klasik fizikte de vardır. Ama buradaki izafiyetin, varoluģun esasına iliģkin bir anlamı yoktur. Önceden, kendiliğinden var olan Ģeylerin, daha sonra biribirlerine göre olan mekanik hareketlerinin izafiliğidir burada söz konusu olan. Bu süreç onu, yani klasik fiziği, kaçınılmaz olarak, mutlak gerçeklik anlayıģına referans olacak, bir evrensel -mutlak KS nin kabulüne de götürür ki, bu da, boģ uzay dır. Olaylar ve nesneler, iģte bu boģ uzayı temel alan, evrensel, değiģmez bir KS ne göre, kendinde Ģeyler olarak, objektif bir realiteye sahip olurlar. Bu ise, ancak mutlak bir zaman anlayıģıyla birlikte mümkün olabilirdi. Klasik fiziğe göre zaman, bütün her Ģeyi kapsayan, her yerde aynı Ģekilde akan bir süreçtir. Öyle bir zaman anlayıģı düģününüz ki, her nesne, her olay, aynı Ģekilde iģleyen birer saate sahip olsunlar!.. Gerisi kolaydır. Bütün bir klasik fizik, her birisi mutlak uzay zaman içinde, kendiliğinden gerçekler olarak var olan bu türden nesnelerin ve olayların hareketlerini, iliģkilerini incelemekten, bunlar arasındaki yasal düzenlilikleri tesbitten ibarettir. Öyle ki, K=m.a dediniz mi bütün kapılar açılıverir önünüzde! Masanın üzerinde yuvarlanan bir bilya düşününüz. Galilei demiş ki, eğer hiçbir dış kuvvet olmasaydı, bu bilya sonsuza kadar düzgün doğrusal bir şekilde hareketine devam ederdi...işte size, sadece klasik fiziğin değil, bütün bir klasik bilimin de ilk köşe taşı. Galile nin meşhur Atalet Kanun u. Newton un Birinci Kanunu yla aynı aşağı yukarı. Böyle bir Ģey mümkün müdür, yani, bir cismin üzerine etkide bulunan dıģ kuvvetleri mutlak bir Ģekilde sıfıra indirgemek mümkün müdür diye düģünmeyiniz. Klasik bilime göre, pratikte olmasa bile, ilkesel olarak mümkündür bu. Çünkü, her Ģeyin, her nesnenin objektif-mutlak varlığını temel alarak yola çıktığınız için, zaten daha iģin baģında bunu kabul etmiģ oluyorsunuz. Bu türden bir objektivite, her türlü dıģ etkiden bağımsız olarak, kendiliğinden var olabilme anlayıģını temel alır. Zaten, mutlak bir KS olan boģ uzay a göre var olma anlayıģının çıkıģ noktası da bu değil midir! BoĢ uzay a göre var olmak demek, dıģ kuvvetin sıfır olması halinde de gerçekleģebilmek demektir. Bu anlayıģ bizi, kapalı bir sistem olarak var olabilen bir evren anlayıģına kadar götürür 4. DıĢ kuvvetin sıfır olması halinde var olabilme anlayıģının sonucu budur. 4 Açık ve Kapalı sistemler için bak; Sistem Teorisi nin Esasları,

6 6 Böyle bir evrende, değiģme, geliģme, yani hareket, bütün bunlar hep lokal gerçekliklerdir; karģılıklı olarak mekanik yer değiģtirmeden öteye gidemezler. Ki, bütün bunların da asıl varoluģla hiçbir alâkası yoktur!. Asıl varoluģ? ĠĢte mesele! Kapalı bir sistemde, mutlak, objektif realiteler olarak var olan Ģeylerin, bu asıl varlıkları nın kaynağı ne oluyor peki? Bir idee olarak Allah, ya da, onlar zaten ezelden beri vardırlar, maddenin varolmak için baģka bir yaratıcıya ihtiyacı yoktur anlayıģları ne güne duruyor! ĠĢte, klasik bilimin felsefi temelleri de bundan ibarettir! 5. Klasik fizik ve Newton için, atom fiziği de son derece basittir. Elektron ve proton, son tahlilde, tıpkı iki bilardo topu gibi objektif-mutlak maddi gerçeklerdir. Bunların uzay içinde belirli bir konumları, hızları, momentumları vardır. Bir atom, her biri daha önceden mutlak bir gerçeklik olarak var olan bu iki unsurun (yani elektron ve protonun), daha sonra, elektriksel ve manyetik kuvvetlerle etkileşerek biribirlerine bağlanmalarından ibarettir. Elektronun ve protonun her ikisinin de bir elektriksel yükleri (q) ve buna bağlı olarak da birer elektriksel alanları (E) vardır. Bunlar, bu elektriksel alanları aracılığıyla biribirleri üzerine, adına Coulomb Kuvveti denilen, elektrostatik bir kuvvetle etkide bulunurlar (K=E.q). Newton un Üçüncü Kuvvet Yasası kapsamında, biribirine eşit ve zıt yönlü kuvvetlerdir bunlar. Elektron protonu bir (K e ) kuvvetiyle etkilerken, proton da elektronu buna zıt, fakat eşit bir (K p ) kuvvetiyle etkilemektedir. Ve böylece biribirlerine bağlanırlar. Elektron ve proton, biribirlerini sadece elektriksel alanlarıyla değil, manyetik alanları (B) aracılığıyla da etkilerler. Ve biribirleri üzerine manyetik bir kuvvetle de (K=Bqv) etkide bulunurlar. (Buradaki v, diğerinin manyetik alanı içinde hareket eden parçacığın hızını, q da elektriksel yükünü gösteriyor). Elektriksel alan ve elektriksel kuvvet, parçacıkları biribirine bağlayan eksen doğrultusunda etkide bulunurken, manyetik kuvvet buna doksan derece dik yönde etkide bulunuyor. Böylece, elektron ve proton biribirlerine elektriksel alanlarıyla bağlanırlarken, manyetik alanları da onların kendi etraflarında ve sistem merkezinin etrafında dönmelerine sebep oluyor. Sistem böyle oluşuyor. Ortaya çıkan tablo son derece basittir! Sistemi oluģturan unsurların, yani elektron ve protonun, biribirlerine göre gerçekleģen bu hareketleri özünde klasik düzgün dairesel hareketlerdir. Elektron ve proton, elektriksel ve manyetik de olsa, esas itibariyle K=ma ya uygun kuvvetlerin etkisi altında, düzgün dairesel bir Ģekilde sistem merkezinin etrafında dönmektedirler. Bunlar, yörüngeleri üzerinde sabit bir hızla hareket ediyor olsalar bile, hız sürekli yön değiģtirdiği için, bütün düzgün dairesel hareketler gibi, bu da özünde ivmeli bir harekettir. Çünkü hareket, merkeze doğru çeken bir merkez çekim kuvvetinin etkisi altında gerçekleģmektedir. Hızları ve ivmeleri büyüklük olarak değiģmese de, bunlar vektörel olarak sürekli yön değiģtirmektedir. [13] Klasik fiziğin atom anlayışıyla, astronomik sistemlerin oluşumu ve hareketlerine ilişkin temel yaklaşımları arasında da pek fazla bir fark yoktur. Bunlar da gene aynı ilkelere göre gerçekleşirler. Aradaki tek fark, atomda elektronlarla protonlar (atom çekirdeği) biribirlerine elektriksel kuvvetlerle bağlanırlarken, örneğin güneş sisteminde, güneşle gezegenlerin 5 Bu görüşleri tanıdınız değil mi! İşte size idealizm ve Materyalizm!..Dikkat ederseniz bu iki dünya görüşünün çıkış noktası, ya da temel kabulleri aynıdır. Birinde herşey metafizik bir idee üzerine kurulurken, diğerinde de bunun yerini gene metafizik bir madde anlayışı alır!..

7 7 biribirlerine adına gravitasyonal kuvvet denilen başka türden bir kuvvetle bağlanıyor olmalarıdır. Ama bu da gene K=ma ya uygun bir kuvvet olduğu için, işin özü gene aynıdır. Çünkü, gezegenler de özünde güneş sistemi içinde düzgün dairesel bir hareket yapmaktadırlar. [K=G.m.M/R 2. Buradaki K iki makroskobik nesne arasındaki gravitasyonal kuvveti, m ve M bunların kütlelerini, G de gravitasyonal ivmeyi temsil etmektedir. R ise bu iki kütle arasındaki mesafedir]. Elinizdeki ipin ucuna bir taģ bağlayın ve döndürmeye baģlayın. Aynen bunun gibi yani! Olay bu kadar basittir! TaĢın yerinde ister bir elektron olsun, ister dünya, hepsi de düzgün dairesel (yani ivmeli) bir hareket halindedir bunların. Ġpe bağlı taģ örneğinde kolunuzla uyguladığınız kuvvetin yerine birincide elektriksel-manyetik kuvveti, ikincide de, gravitasyonal çekim kuvvetini koymuģ oluyorsunuz o kadar, aradaki fark bundan ibarettir. Merkezi bir kuvvetin etkisi altında ivmeli bir hareket yapan taģın durumu ne ise, elektronun ya da dünyanın durumu da odur! Klasik fiziğin dünyası-özü bundan ibarettir!.. KLASĠK BĠLĠMĠN ÖZÜ VE TEMEL ÇELĠġKĠSĠ Buraya kadar yapılan açıklamalardan ortaya çıkan (ve klasik bilimin sistem anlayıģını ortaya koyan) en önemli sonuç Ģudur: Klasik bilime göre, herbiri daha önceden mutlak gerçeklikler olarak varolan nesneler, biraraya geldikleri zaman, herhangi bir Ģekilde bir kuvvet-enerji sarfederek biribirlerini etkilerler, etkileģirler. Sonra da, karģılıklı olarak biribirlerine bağlanarak, her biri karģı tarafın kuvvet alanı içinde, yani bir kuvvetin etkisine tabi olarak (bir köle gibi) varlıklarını sürdürürler. Bunun, bu birlikteliğin adına da sistem denilir. Dikkat edilirse burada, her biri önceden mutlak bir gerçeklik olarak var olan nesneler, biribirlerine bağlanarak bir sistem haline geldikten sonra da gene halâ biribirleri üzerine bir kuvvet uygulamaya devam etmektedirler. ĠĢte, klasik fiziğin ve onun sistem anlayıģının özü ve de bu özden kaynaklanan çeliģkisi tam bu noktadadır! Çünkü, kuvvet sarfetmek demek enerji sarfetmek demektir. Eğer, bir sistemi meydana getiren unsurlar, bir arada kalabilmek için, bu Ģekilde devamlı enerji sarfetmek zorunda kalıyor olsalardı, sisteme dıģardan enerji verilmemesi halinde, bir süre sonra sistemin çökmesi gerekirdi. Halbuki pratikte hiçte öyle olmuyordu! Örneğin, klasik fiziğe göre, elektron ve protonun biribirleriyle bağlı halde kalabilmeleri için (yani atomun varlığını sürdürebilmesi için) bunların elektriksel ve manyetik alanlarıyla, kuvvet-enerji sarfederek biribirleri üzerine sürekli etkide bulunuyor olmaları gerekmektedir. Ama eğer durum gerçekte böyle olsaydı, sürekli enerji kaybı nedeniyle, sonuçta sistemin dağılması gerekecekti. Halbuki hiçte böyle olmuyor, elektron ve proton biribirlerine bağlı olarak kaldıkları halde sistem enerji kaybetmeden mevcut denge halini sürdürebiliyordu. ĠĢte, klasik fiziği bitiren çeliģki olmuģtur. Çünkü, klasik fiziğin sınırları içinde bu problemin çüzülmesi mümkün değildi. Klasik bilimin bağ-bağlılık, kuvvet ve sistem anlayıģıyla bu problemi çözmek mümkün değildi!... KUANTUM FĠZĠĞĠNE GĠRĠġ Klasik fizikle elektromagnetik teorinin bağdaştırılmasında da, kökü az önce yukarda bahsettiğimiz probleme dayanan sorunlar vardı. Elektromagnetik teoriye göre, elektriksel olarak yüklü parçacıklar (elektronlar) ivmelendirildikleri zaman enerji yayınlıyorlardı. Bu durumda, atom çekirdeğinin etrafında düzgün dairesel hareket yaparak dönmekte olan elektronların da sürekli enerji yayınlıyor olmaları gerekecekti. Çünkü, elektronun düzgün dairesel hareketi son tahlilde ivmeli bir hareketti. Ama, öte yandan, eğer böyle olsaydı, o zaman da

8 8 atom diye birşey olmayacaktı! Enerji kaybeden elektronlar çekirdeğin üstüne düşeceklerdi! Ki, dünyanın sonu olurdu böyle birşey de!. Başka alternatif yoktu! Ya da belki de, belirli bir kuantum seviyesindeyken elektronun yaptığı yörünge hareketi düzgün dairesel -ivmeli bir hareket değildi! İkisi birden aynı anda doğru olamazdı bunların! Problemi Bohr çözdü! Ama daha önce, Max Planck enerjinin kuantum adı verilen, belirli enerji kapasitesine sahip parçacıklar aracılığıyla alınıp verilebileceğini göstererek zaten klasik fizikten kuantum fiziğine geçişin yolunu açmış, bu yoldaki çalışmaların öncüsü olmuştu. Bohr buna, elektronların, kuantum seviyeleri adı verilen enerji seviyelerindeyken enerji alıģ veriģinde bulunamayacaklarını, enerji alıģveriģinin ancak belirli kuantum seviyeleri arasındaki gidiģ geliģler esnasında mümkün olabileceğini de ekleyerek problemin çözümünde son noktayı koymuģ oluyordu. Bohr un Atom Teorisi adı verilen teori böyle ortaya çıktı. Gerçekten de, elektronlar ancak kuantum seviyeleri arasındaki gidiş gelişler esnasında enerji alıp verebiliyorlardı. Çelişki çözülmüş, hem atom teorisi kurulmuş, hem de klasik fizik çok az bir yara alarak kurtarılmıştı! Olay, enerjinin sürekli bir akışkan olmayıp, kuantize bir gerçeklik olmasına bağlandı. Nereden bilecekti Newton bunu!. Enerjinin kuantize bir gerçeklik olması, mikro-kosmoza ilişkin olarak istisnai bir duruma yol açıyordu! Genel kurala, yani, elektronun (ve de dünyanın tabi) düzgün-dairesel-yörünge hareketinin ivmeli bir hareket olduğu ilkesine dokunulmadı! Ne yardan ne de serden geçilerek orta bir yol bulunmuştu! Hem klasik fizik kurtarılıyor, hem de kuantum fiziğinin temelleri atılmış oluyordu.. Kimse de sormadı ki; 1-Peki iyi güzel, atomun içinde belirli enerji seviyeleri var ve bu enerji seviyelerindeyken de elektronlar enerji alıģveriģinde bulunamıyorlar; ama, klasik anlayıģa göre, bu durumdayken bile halâ ortada sistemi birarada tutan gerçek bir kuvvet bulunmaktadır, bu nasıl açıklanacaktır? 2-Ya da, elektron belirli bir enerji seviyesinde iken eğer arada foton alıģveriģi-gerçek bir kuvvet- yoksa, o zaman sistem nasıl birarada durmaktadır? Virtuel -yani hayali fotonlarla taģınan hayali bir kuvvet mi idi sistemi birarada tutan? HerĢeyi-nesneleri- kendinde Ģey olarak-objektif mutlak gerçeklikler olarak- kabul eden klasik fiziğin kuvvet anlayıģıyla bu virtuel kuvvet anlayıģı nasıl bağdaģtırılacaktı? Olay çok açıktı! Atom, belirli bir kuantum seviyesindeyken, elektronla proton arasında objektif bir gerçeklik olarak bir enerji-foton alış verişi yoktur demek, bu durumda bunların arasında gerçek anlamda bağlayıcı bir kuvvet yoktur demektir. Ama eğer durum böyleyse, o zaman bu durumda elektriksel ve manyetik alanlar da objektif-mutlak gerçeklik olarak anlamlarını kaybetmezler miydi?. Hatta o zaman, belirli bir kuantum seviyesindeyken elektriksel yükün de objektif-mutlak anlamda bir önemi kalırmıydı! Peki bu durumda elektrondan ne kalıyordu ki geriye! Bu soruya verilecek cevabı Ģöyle formüle ediyordu kuantum fiziği: Belirli bir kuantum seviyesinde potansiyel gerçeklik olarak varolan bir elektron, bizim için, kendisine ait bütün özellikleri içinde barındıran bir dalga fonksiyonundan ibarettir! Çünkü o, bu haliyle (yani, bir baģka duruma geçmesine neden olabilecek büyüklükte bir dıģ kuvvetin etkisine maruz kalmadığı müddetçe) çekirdeğin etrafındaki konfigürasyon uzayında dönerek atalet hateketini yapan objektif potansiyel bir gerçeklik olarak bir ihtimaldalgasından baģka birģey değildir 6! 6 Aslında bu durumda dönme kavramı bile fazladır! Çünkü bizim kullandığımız kavramlar günlük hayatımızın içindeki objektif-mutlak gerçeklik anlayışına göre şekillenirler. Elektronun dönmesi ise, bu türden objektif bir gerçekliğe değil, onun ihtimaldalgası içindeki potansiyel gerçekliğine tekabül eder.

9 9 Peki, iyi de, bütün bunlar Galile nin Atalet Yasa sıyla-newton un Birinci Hareket Yasası yla- nasıl bağdaģtırılacaktı? Çünkü, buna göre, objektif-gerçek bir kuvvetin etkisine bağlı olmaksızın özgürce yapılan hareket (yani atalet hareketi) sadece düzgün doğrusal bir hareket olabilirdi! Bu nedenle, elektronun belirli bir kuantum seviyesindeki hareketinin bir atalet hareketi olduğunu söylemek bütün bir klasik fiziği ve günlük hayatımızı temellerinden sarsacak sonuçlara yol açabilirdi! Bu durumda, dünyanın da, adına çekim kuvveti denilen bir kuvvet tarafından zorlandığı için değil de, özgürce, hiç bir kuvvetin etkisine maruz kalmadan döndüğünü ilan etmek gerekecekti! Elinden bıraktığın zaman yere düģen kalemin ise, bir çekim kuvvetiyle yerküre tarafından çekildiği için değil, sen elinle onu tuttuğun müddetçe onun serbest düģme-atalet hareketini engellediğinden, elini aradan çekince ortada hiçbir engel kalmadığı için (yani ortada onu etkileyen hiçbir gerçek kuvvet kalmadığı için) yere doğru düģerek özgürce yoluna devam ettiğini söylemek gerekecekti. Bütün bunlar o zaman için yüksek sesle söylenilmesi mümkün olmayan Ģeylerdi! Birileri bu türden soruları ortaya atıp da kafaları karıģtırmaya kalktıysa bile hemen olayın üstü kapatıldı. Klasik fizik kurtarılmıģ, kuantum fiziğinin de temelleri atılmıģ oluyordu, daha ne isteniyordu ki! Üzümünü ye bağını sorma! Evet, ortaya eklektik bir yapı çıkıyordu ama, kimse bunu sorgulamadı! Cevabı olmayan sorunları daha fazla kurcalamanın kimseye bir faydasının olmayacağı açıktı!..ortada bağlayıcı bir kuvvet olmadan yörünge hareketi olurmuydu hiç! Akla mantığa aykırıydı böyle bir Ģey! Peki varmıydı böyle bir kuvvet? Klasik fiziğe göre vardı! Olması gerekirdi! Ama kuantum fiziğine göre de yoktu! Sonunda, virtuel fotonlarla taģınan kuvvet olmayan kuvvet kavramı ortaya atıldı! Bilimadamları, belirli bir kuantum seviyesindeyken, elektronla proton arasında virtuel bir foton alıģveriģinin bulunduğunu söyleyerek soruları yatıģtırmaya çalıģtılar! Yani, ortada bir foton alıģveriģi vardı, ama biz bunu hiç bir zaman bilemezdik. Çünkü, bu fotonlar sistemin dıģına çıkamadıkları için bunlar virtüel gerçekliklerdi. Aradaki alıģveriģ de zaten bu yüzden virtuel bir alıģ veriģ oluyordu!. Peki o zaman buna da bir tür atalet hareketi denilemezmiydi?. Düzgün dairesel ivmeli hareketten, bir kuvvetin bulunması gerektiği ilkesinden vazgeçmemek için, virtuel fotonlar aracılığıyla virtuel bir kuvvet yaratarak, elektronun gene de, virtuel de olsa, bir kuvvet tarafından döndürüldüğünü kabul ettiler, ama hiçkimse çıkıpta o zaman bu da bir atalet hareketidir diyemedi! Çünkü, ucunda taģ bağlı olan ipi bir döndüren vardı! Ġçi su dolu kovayı da Newton döndürüyordu! Peki, elektronu kim döndürüyordu? Eğer ortada bağlayıcı bir kuvvet olmasaydı elektron, Galile nin dediği gibi, düzgün doğrusal hareketine devam ederek fırlar giderdi! DALGA MI TANECĠK MĠ? Peki ışık, foton adı verilen taneciklerden mi oluşuyordu, yoksa sadece bir dalga mıydı o? Ya da, içinde tanecikler bulunan bir dalga mıydı? Newton un, tanecik-parçacık görüşünde olduğu biliniyordu. Hollandalı bir matematikçi olan Huygens ise, ışığın bir dalga olduğunu öne sürüyor, dalga teorisinin temellerini atıyordu. Ama, ışık denilen bilmece öyle bir gerçeklikti ki, bazı deneyler onun bir dalga olduğunu, bazıları da taneciklerden ibaret olduğunu gösteriyordu. Hangisi doğruydu bunların? Bu noktada, olayın aydınlığa kavuşması için yapılan çalışmalara en çok katkısı olan iki bilimadamının daha ismini belirtmemiz gerekiyor. De Broglie ve Schrödinger: Birden fazla monokromatik ıģık dalgasının (yani, herbiri belirli bir frekansa sahip birden fazla dalganın) giriģimi, bu dalgaların toplanması, (süperpozisyonu) olarak açıklanırken, aynı olayın, yani interferens (giriģim) olayının, ıģık yerine, elektronlar kullanıldığı zaman da gerçekleģtiği görüldü. Bu, ve buna benzer deneylerin

10 10 sonucunda, sadece fotonların değil, atom düzeyindeki bütün diğer parçacıkların da, hem bir tanecik, hem de bir dalga olduklarına karar verildi. Fotonlardan oluģan bir dalga olarak ıģığa elektromagnetik dalga denirken, belirli bir kütlesi olan diğer taneciklerin dalgasal hareketlerine de, madde dalgaları adı verilecekti. Bu durumda elektron, proton, nötron, hatta atomlar bile, bir dalga olarak ele alınabiliyorlardı. MeĢhur Doppelspaltexperiment te (Çift Yarıkla Deney), bunların hepsi, tıpkı ıģık gibi, giriģim olayına yol açıyorlardı..öyle ki, De Broglie nin, bu madde dalgaları fikri, esasa iliģkin bir gerçeklik olarak kabul edildi ve herģeyin, hatta makroskobik nesnelerin bile, prensip olarak bir dalga Ģeklinde ele alınabileceklerine karar verildi! Örneğin, yerküre bile, dalga hareketi yapan bir tanecik olarak ele alınabilirdi!. Sadece, dalga boyu olağanüstü küçük olacağı için, bunu farkedemezdik!... TartıĢmalar devam ediyor, ama tablo özünde değiģmeden aynı kalıyordu. Ortada objektif bir realite vardı! Bu, hem bir tanecik, hem de bir dalga olarak var oluyor ve hareket ediyordu! Schrödinger bunun, bu hareketin denklemini bile yazdı. Ama anlayıģ değiģmedi. Belirli bir anda, uzay-zaman içinde, objektif bir realite olarak var olan, yani belirli bir konuma, hıza, hareket miktarına (momentuma), enerjiye vs. sahip olan nesnelerin hareketi esas alındı hep. Klasik fiziğin nesnelerinin yani... Buraya kadar kısaca, Heisenberg in Belirsizlik İlkesi nin ve kuantum mekaniği nin doğuşuna kadar geçen süreci ele alarak, esas konuya girmeden önce, nasıl bir zeminde durduğumuzu göstermek istedik. Şimdi artık kolları sıvayabiliriz! Çünkü, ta karadeliğin içindeki tekliğe ( Singularität ) kadar sürecek, bilimin uzak sınırlarında bir yolculuğa çıkacağız. Tabi bu arada, o uzak sınırların aslında ne kadar yakında olduklarını da görerek!. KUANTUM FĠZĠĞĠNĠN ESASLARI Konuya açıklık getirebilmek için basit mekanik bir örnek verelim: Bir gün arabanızla giderken sürat tahdidini aşmışsınız! Evinize bir mektup geliyor ve 50 km. yerine 70 km. hızla gittiğiniz için belirli bir miktar ceza ödemeniz isteniyor! Ne yapacaksınız? Mecbur ödeyeceksiniz! Çünkü, radara yakalanmışsınız! Köşede gizlenmiş trafik polisleri radarla hızınızı ölçmüşler. Üstelik bir de fotoğrafınızı çekmişler bu arada! Cumartesi günü saat 13 de köprüyü geçerken, tam köprünün ortasında gerçekleşmiş olay! Yani, belirli bir an da ve belirli bir pozisyondaki hızınız tam olarak belirlenmiş, yapacak hiç bir şey yoktur! Ödüyorsunuz! Ödemeyip de olayı mahkemeye götürseniz ve deseniz ki, hayır, ben 50 km.yle gidiyordum. 70 km.lik hıza çıkmam radarın suçudur! Radardan gelen o sinyaldir ki, arabamın ivmelenmesine, yani hızının artmasına sebep odur! Bu tür bir gerekçeyle kendinizi savunmanız ancak hakimi güldürmeye yeteceğinden ve siz de bunu bildiğinizden, ödüyorsunuz parayı, olay bitiyor!. Ama diyelim ki, arabanıza, radardan gelen sinyali aldığı anda otomatik olarak arabanızı hızlandıracak özel bir alet monte edilmiş olsun! Biraz da abartarak, bu hız artışının aniden büyük boyutlara ulaşabileceğini de düşünelim! Aleti üreten ve arabaya monte eden firmadan da, aletin bu türden özelliklerine ilişkin resmi bir belge almışsınız, cebinizde duruyor! Bu durumda, bu belgeyi mahkemeye sunarak diyebilirdiniz ki, bu alet bulunduğu sürece, hiç bir radar, hiç bir trafik polisi, bir arabanın, belirli bir andaki pozisyonunu ve hızını tam olarak belirleyemez. Bu, prensip olarak mümkün değildir! Çünkü, bilmek ölçmekle gerçekleşir, ölçmek ise, en azından tek bir fotonla dahi olsa etkilemektir. Ancak siz bunu yaptığınız anda da, arabanın yerini ve hızını değiştirmiş oluyorsunuz. Bu yüzden, elde edeceğiniz ölçü değerleri, ölçme işleminden bağımsız, objektif değerler olmayıp, ölçme işlemi esnasında gerçekleşen, gözlemciye göre, yani trafik polislerine göre bilgiler, değerler olacaktır... Ve davayı kazanacaktınız!.. Yukardaki örnek bir metafor tabi, kuantum mekaniğinin özünü ortaya koyabilmek için kullandığımız mekanik bir örnek! Ama Heisenberg in Belirsizlik İlkeleri nin özü budur işte! Arabanın yerine, herhangi bir kuantum objesini koyun, örneğin bir elektronu, durum apaçık

11 11 çıkar ortaya!. 7 Normal koşullarda, radardan gelen sinyalin arabanın üzerindeki etkisi o kadar az olur ki, bu etki arabanızın yerini ve hızını o kadar az etkiler ki, bu, hesaba bile katılmaz. Ancak özel olarak yapılmış o ivmelendirici alettir ki o değiştirir her şeyi. Dışardan gelen etki, tek bir foton aracılığıyla dahi olsa, araca monte ettiğiniz alet etkiyi büyüterek kuantum dünyasındaki durumu gözler önüne sermiş olur. Çünkü, örneğin bir elektronun kütlesi o kadar azdır ki, dışardan tek bir foton bile onu etkilese, hiç bir özel alet monte etmeye gerek kalmadan, o tek bir ölçme fotonu bütün süreci-ölçme işlemini etkileyebilir. Ve buradan yola çıkarak da biz deriz ki, hiç bir gözlemci bir elektronun belirli bir andaki yerini ve hızını tam olarak belirleyemez. İstediğiniz kadar hassas ölçü aletleri kullanınız, bu gene böyledir. Yani bu ilkesel bir olaydır. Peki buradan çıkan sonuç nedir? Gerçekte, gözlemciden bağımsız-objektif bir gerçeklik olarak-dalga hareketi yaparak varolan bir parçacık şeklinde bir elektron vardır da, üzerinde ölçme işlemi yaparak onun uzay-zaman içindeki bu varlığına ilişkin değerleri bilmek mi mümkün değildir; yani, sorun sadece, elektronun, kütlesinin azlığından dolayı hassas olmasıyla mı ilgilidir? Yukardaki araba örneği-makroskobik mekanik bir örnek olduğu için sanki (elektron sözkonusu olduğu zaman da) böyle bir sonuç çıkıyormuş gibi oluyor! Evet, olayı böyle yorumlayanlar, kuantum fiziğini-mekaniğini- bu türden bir zemin üzerinde açıklamaya çalışanlar var- halâ da varlığını sürdürüyor bunlar! Örneğin, Einstein da bunlardan biriydi! 8 Ama bir de, Bohr-Heisenberg ekibinin başı çektiği ve bilim tarihine kuantum fiziğinin Kopenhag yorumu diye geçen anlayış var. Kuantum fiziği deyince olay zaten esas olarak bu platformda tartışmaya açılıyor. Buna göre (yani, kuantum fiziğinin Bohr ve Heisenberg in baģını çektiği Kopenhag yorumcularına göre) sorun sadece ölçme iģlemiyle-onun yetersizliğiyle ilgili değildir, çünkü, ölçme iģlemine baģlamadan önce gerçekte de bu türden mutlak değerler yoktur. Nereden biliyorsun ki var olduğunu diyordu Kopenhag cılar! Bilmek ölçmekle gerçekleģiyordu, ama, ölçerek bilmeye çalıģtığınız nesneye ait ölçü değerlerini de ölçme iģlemi esnasında kendiniz yaratıyordunuz!. Yani, olay bilincimize yönelik sübjektif bir eksiklikle ilgili değildi. Bırakınız bir elektronun yerini ve hızını aynı anda tam olarak tesbit etmenin mümkün olamayacağını bir yana, ölçme iģleminden önce uzayda mutlak bir pozisyona ve hıza sahip bir elektronun varlığı bile tartıģma konusuydu! Çünkü, bir elektronun belirli bir pozisyona sahip olarak gerçekleģmesi için onu mümkün olduğu kadar dalga boyu küçük bir fotonla etkilemeniz gerekiyordu. Ama hiç bir zaman, dalga boyu sıfır olan bir foton olamayacağından, ölçme fotonunun dalga boyu küçüldükçe frekansı da artacak, elektronu lokalize etmek için göstereceğiniz çaba onu daha çok ivmelendirecek, yani hızını daha çok değiģtirecekti. Bu durumda, bir elektronun uzay içindeki pozisyonunu belirlemek için yapacağınız çalıģmalar, aynı anda, onun momentumunu, ya da hızını belirlemek için yapacağınız çalıģmaların önüne bir engel olarak çıkacaktı. Ama bütün bunların, günlük hayatın akıģı içindeki makroskobik cisimler için bir anlamı yoktu! Makroskobik nesneler üzerinde ölçme iģlemi yaparken ölçü aletlerimizle yapacağımız etki çok küçük olacağı için, bunu hiç hesaba bile katmadan büyük bir rahatlıkla, Ģeyler, bizden, gözlemciden, ölçme iģleminden bağımsız olarak var olan objektif realitelerdir diyebilirdik! Örneğin, bir arabaysa söz konusu olan, araba, trafik polisinden bağımsız olarak var olan objektif bir realitedir diyebilirdik. Belirli bir anda, 7 Tabi bu, sadece ölçme-bilme iģleminin pratiğine iliģkin bir örnek olarak düģünülmelidir. Yoksa, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektronun durumu çok daha farklıdır. Yani ölçme iģlemine baģlamadan önceki elektronla arabanın görünen durumu aynı değildir! Araba örneği tamamen mekanik bir örnektir. Ölçme iģleminden önce öyle araba gibi elle tutulurtanecik yapısına sahip objektif bir gerçeklik olarak bir elektron yoktur ortada! 8 Bu şekilde düşünenlerin elektron-ya da foton dedikleri zaman bundan anladıkları dalga hareketi yaparak varolan bir tanecik, ya da parçacıktır. Yani hep o sahne-aktör, ya da otoyol ve onun üzerinde giden arabalar anlayışı!.bu anlayışa göre nesneler ve uzay biribirlerinden ayrı şeylerdir. Nesneler, tıpkı o aktörler, ya da arabalar gibi içinde yeraldıkları uzaydan bağımsız olarak varolurlar-hareket ederler..

12 12 belirli bir yeri ve hızı vardı arabanın. Trafik polisinin yaptığı ise, sadece, zaten var olan bu değerleri tesbit etmekten ibaretti. Günlük hayatımızı belirleyen bakıģ açısının özü bu idi. Bu alanda, bir elektron için söyleyemeyeceğimiz Ģeyleri kolaylıkla bir araba için söyleyebilirdik. Günlük hayatımız hep bu türden kabuller üzerine kurulmuģtur zaten! Makroskobik dünyada uygulamaya-günlük hayata- yönelik yaklaģık değerlere, pratik çözümlere kimsenin bir diyeceği olamaz tabi!. Ama, buradan yola çıkarak, günlük hayatın akıģı içinde iģimize yarayan bu pratik kabulleri genelleģtirir de, bunları bir dünya görüģünün temelleri haline getirirsek, o zaman iģler değiģir! Yani, günlük hayattan yola çıkıpta, nesneler, her biri kendinde Ģeyler olarak, hiç bir KS ne bağımlı olmaksızın var olan objektif gerçeklerdir sonucuna varırsak, bu bambaģka birģey olur. ĠĢte zaten meselenin özü de buradadır. Yoksa, klasik fiziğe kimsenin bir diyeceği olamaz! Ġnsanlığın geliģme sürecinin bir ürünüdür bu. Ġnsanlar önce, maddeyi ve onun hareketini görünüģteki haliyle kavramaya baģlıyorlar ve daha derinliklerine girmeden ne görüyorlarsa onu dile getiriyorlar. Buna yönelik yasalar geliģtiriyorlar, kendi bilimlerini yaratıyorlar. Ve sonra, her aģamada biraz daha ileri gidiyorlar. GörünüĢteki perde biraz daha aralanıyor. Realite dediğimiz Ģey, biraz daha ayrıntılı olarak ortaya çıkmaya baģlıyor. Klasik fizikten kuantum fiziğine geçiģin özü de bu değil midir zaten!.. KUANTUM TEORĠSĠ VE REALĠTE ANLAYIġI Kuantum teorisinin Kopenhag yorumcularına göre, ölçme nesnesi olan bir elektronun gözlemciden bağımsız-mutlak bir varlığının söz konusu olamayacağını, bu yüzden, olmayan bir şeyin belirli bir andaki yerinden ve hızından da bahsedilemeyeceğini söyledik. Ölçme nesnesinin, ölçme işlemi esnasında, karşılıklı etkileşmeye bağlı olarak yaratıldığını ifade ettik. Burada hemen Ģu soru çıkıyor ortaya. Ne yani, ölçme iģlemine baģlamadan önce o elektron yok muydu? 9 Elektronun varlığı gözlemciye mi bağlıdır? Bu tıpkı, arabanın varlığının trafik polisinin yaptığı hız ölçme iģlemine bağlı olduğunu iddia etmek gibi bir Ģey olmuyor mu? Eğer soruna bu Ģekilde yaklaģırsak, bunun ucu bir tür pozitivizme, ya da idealizme varmaz mı?. Çünkü, bu durumda Ģeyler, ancak biz onlarla etkileģmeye girdiğimiz an bir varlığa, gerçekliğe sahip oluyorlar. Ya ölçme iģleminden önceki durum?..ġģte meselenin özü, canalıcı noktası burasıdır! Klasik fizikle, kuantum fiziğinin ayrıldığı nokta da iģte tam buradadır. Ama biraz sonra göreceğiz ki, kuantum fiziğinin Ģimdiye kadar henüz daha çözemediği problemler de gene tam bu noktada ortaya çıkıyorlar! Bir Ģey daha! Sistem Teorisi nin ve Ġnformasyon ĠĢleme Teorisi nin önemi de gene tam bu noktada ortaya çıkıyor! VaroluĢun Genel Ġzafiyet Teorisi de bu noktada kendini ortaya koyuyor.[3] Önce, yukardaki temel soruya klasik fiziğin verdiği cevabı ele alalım: ġeyler, her türlü gözlemciden (KS den) bağımsız olarak var olan, bizatihi, mutlak, objektif gerçekliklerdir.. Bu nedenle, onların sahip oldukları özellikler de kendilerine ait ( intrinsic ) mutlak değerler oluyor.. Bunlar, değiģik gözlemciler tarafından çeģitli ölçme 9 Burada, şu meşhur ölçme işlemi kavramına dikkatinizi çekmek istiyorum. Çünkü, buradaki ölçme işleminden kasıt aslında etkileşmedir. Örneğin, bizden-ölçme işlemini gerçekleştiren o gözlemcidenbağımsız bir şekilde uzayın herhangibir yerinde etkileşen iki elektron da bu anda biribirlerini yaratarak biribirlerine göre objektif gerçeklikler olarak ortaya çıkmaktadırlar. Burada bütün mesele, etkileşmenin ve varoluşun hangi koordinat sistemine göre gerçekleştiğiyle ilgilidir. Ama işte bir türlü kavranılamayan da varoluşun bu izafi gerçekliği anlayışı oluyor zaten. Çıkış noktası olarak varoluşun mutlaklığı temel alındığından, birileri bunu savunurken, başka birileri de buna karşı çıkacağım diye olayı sübjektif idealist bir zemine sürüklüyorlar!..

13 13 iģlemleriyle farklı biçimlerde belirlenebilirler, ama objektif gerçeklikler oldukları için özünde gözlemcilere göre değiģmezler. Çünkü bu değerler ölçme iģleminden önce de var olan Ģeylerdir.. Kuantum teorisi olaya daha farklı bakıyor tabi: Bir elektronun belirli bir andaki yerini ve hızını tam olarak ölçemeyeceğimiz gerçeği ilkesel bir sorundur onun için. Aslında, sadece yere ve hıza iliģkin olarak da değil, aynı Ģekilde, kütlesi-enerjisi vb. yani, elektronun bütün özdeğerlerine iliģkin olarak da geçerelidir bu ilke. O halde (kuantum fiziğine göre), belirli bir an a iliģkin olarak, söz konusu bu değerlerini tam olarak bilemeyeceğimiz (ölçerek elbette) bir elektronun, bu değerlere ölçme iģleminden önce de sahip olduğunu söylemek metafiziktir. Çünkü, bilmek için ölçmek lazımdır. Ölçmek ise, ölçme nesnesini en azından bir fotonla etkilemektir. Ama etkileyince de zaten var olan değerleri tesbit etmiģ olmuyorsunuz. Ölçme-etkileme iģlemi esnasında gerçekleģen, bu etkileģmeye bağımlı olan değerleri elde ediyorsunuz. O halde, elektronun ölçme iģleminden önceki varlığına iliģkin hiçbir objektif gerçeklikten bahsedemeyiz. Bu haliyle elektron sadece potansiyel bir gerçekliktir ve bir ihtimaldalgası ( Wahrscheinlichkeitswelle ) olarak ifade edilebilir. Bu ise sadece, ilerde elektron üzerinde herhangi bir ölçme iģlemi yapıldığı taktirde ortaya çıkabilecek mümkün sonuçlara iliģkin ihtimalleri temsil edebilir. 10 Yani, örneğin bir elektronun belirli bir andaki yerini belirlemeye iliģkin bir deney yapmak istiyorsanız eğer, önceden sadece Ģunu söyleyebilirsiniz: ġöyle Ģöyle yaparsak, büyük bir ihtimalle elektron Ģurada olabilir. Bunun dıģında hiçbir Ģey söyleyemeyiz. Ancak, dikkat ederseniz, bu durumda bile, ihtimaldalgasının içinde önceden var olan mutlak değerleri açığa çıkarmıģ olmuyoruz. Elektronun objektif varlığı (ve buna iliģkin özdeğerleri) ihtimaldalgası nın içindeki potansiyel değerlerle, bunlar üzerine gerçekleģen etkinin sonucudur.. KRĠTĠK SORU ġöyle ifade edelim: Uzayda, herhangi bir yerde bir elektron var ve baģka bir elektron geliyor buna çarpıyor! Ama bütün bunlar bizden, bizim o meģhur gözlemcimizden (hem maddi olarak, hem de onun iradesinden) bağımsız bir Ģekilde cereyan ediyor! Yani, bizim gözlemcinin böyle bir olayla ne bir iliģkisi var, ne de bu olaydan haberi!. ġimdi, bu çarpıģma-etkileģme anında, o elektronlar orada herhangi bir gözlemci olmadığı halde, biribirlerini temel alan KS lerine göre objektif bir realite olarak gerçekleģiyorlar mı, gerçekleģmiyorlar mı? Biz orada olup bitenleri bilemediğimiz halde, o anda bu elektronların biribirlerine göre belirli bir varlığı oluģuyor mu, oluģmuyor mu? Böyle bir olay karģısında kuantum teorisinin kurucularının konumu nedir? Ya da, böyle bir olay neden hiç ilgilendirmiyor onları acaba, neden böyle bir soruyu hiç sormuyorlar kendi kendilerine? Kuantum teorisini ve onun realite anlayıģını eleģtirerek onu idealizme kaymakla suçlayan (içinde Einstein ın da bulunduğu) klasik görüģe bağlı materyalist bilimadamları diyorlar ki, ne yani, Paris Ģehri bizden bağımsız objektif mutlak bir gerçeklik değil midir 11? Aynen bunun gibi, o iki elektron da, hem çarpıģmadan önce, 10 Bu ifadelerin hepsi doğrudur; ama dikkat edin, kuantum fiziğinin kurucuları bu arada hiç KS nden bahsetmiyorlar! Hep bir gözlemci kavramıdır gidiyor, herģeyin temeli o gözlemci!. Sanki ondan baģka bir KS sözkonusu değil! Bu durumda tabi iģin rengi de değiģiyor ve varoluģ olayı gözlemciye-hatta onun iradesine bağlı sübjektif idealist bir gerçeklik halini alıyor! Mekanik-materyalist-mutlakçı ve de pozitivist anlayıģa karģı çıkılırken, sübjektif idealist-ama ne tuhaftır ki gene pozitivist bir zemine kayılıyor! Biri diyor ki, o an-her an-varolan Ģey objektif mutlak bir gerçekliktir, gerisi boģtur ; diğeri ise, hayır, belirli bir anda varolan Ģey, gözlemcinin iradesine bağlı olarak o an gerçekleģip objektif gerçeklik halini alandır diyor!.beğen beğendiğini!.. 11 Einstein, Heisenberg ve Bohr un realite anlayışına-onların kuantum mekaniğini kavrayış biçimlerine- bu örneği vererek karşı çıkıyordu o zaman.

14 14 hem de çarpıģmadan sonra biribirlerinden bağımsız olarak varolan objektif mutlak gerçekliklerdir. Önce bunu bir kabul edelim, çarpıģmanın onların üzerindeki etkisini daha sonra konuģuruz!.. Kuantum teorisinin kurucuları ise (önce doğru olarak), bir olayın, ya da bir nesnenin, bizimle iliģkiye girmeden önce (yani bize göre objektif bir gerçeklik haline gelmeden önce) bizim için potansiyel bir gerçeklik olduğunu söylüyorlar. Çünkü, Ģeyleri, ancak bizimle olan iliģkileri bize göre objektif gerçeklikler haline dönüģtürür diyorlar. Buraya kadar tamam, bütün bunlara ben de katılıyorum aynen. Ama dikkat ederseniz daha sonra onlar burada takılıp kalıyorlar. Çünkü onlar için KS hep o gözlemci, yani biz olarak kalıyor!. Bu durumda da tabi, gerçekliğin gözlemcinin dıģında baģka hiçbir KS ne göre tanımlanamayacağı sonucu çıkıyor ortaya! Ki, sanırım sorun da burada! Bunun nedeni ise, onlar için gerçekliğin sadece bize göre tanımının önemli oluģu. Hem sonra diyorlar ki, eğer iģin içinde biz-yani gözlemci-yoksak nereden bileceğiz ki gerçekliğin bizden bağımsız olarak da varolup olmadığını! Bu durumda iģ, dönüp dolaģıp, bizimle iliģki halinde olan Ģeylerin dıģında baģka objektif gerçeklik yoktur anlayıģına dayanıyor!. Evet, Ģeyler, bizimle-gözlemciyle-iliģki haline geçmeden önce potansiyel gerçekliktir diyor Kopenhagcılar da, tamam, buraya kadar doğru; ama daha sonra, nedir o potansiyel gerçeklik diye sorduğunuz zaman buna verecek cevapları kalmıyor onların!. Bu durumda siz de anlıyorsunuz ki, onların potansiyel gerçeklik olarak tanımladıkları Ģey, maddi hayatın içinde hiçbir karģılığı bulunmayan, Einstein ın Kopenhagcıları eleģtirirken kullandığı o hayalet dalgası kavramından baģka birģey değildir! Ben diyorum ki, bizimle iliģkileri olmadan önce, baģka koordinat sistemlerine (KS) göre objektif gerçeklikler olarak ortaya çıkabilen-çeģitli Ģekillerde varolabilen nesneler-bu durumda bizim için potansiyel gerçekliklerdir ve ancak bir ihtimal dalgasıyla temsil olunurlar. Bu doğrudur. Ama buradan hiçbir Ģekilde, bu evrende bizimle-gözlemciyle iliģkiye girmediği sürece hiçbir Ģeyin varlığı gerçek değildir gibi bir sonuç çıkmaz!.bu türden sübjektif idealist bir görüģle (ki, bu tür yaklaģımlar kuantum teorisinin kurucularına ait olsalar bile) kuantum teorisinin iliģkisi olamaz! Bütün mesele, gerçekliği hangi KS ne göre belirlemeye çalıģtığımızla, hangi KS ne göre konuģtuğumuzla ilgilidir. Ġtiraf etmek gerekir ki bu konu, yani objektif gerçeklik olarak var oluģun izafiliği konusu, Heisenberg ve Bohr da açık değildir! Bu yüzden de, sanki her Ģey, bütün bir var oluģ süreci, sadece gözlemciyi temel alan KS açısından önemliymiģ gibi bir sonuç ortaya çıkabiliyor! Ancak bizzat etkileģerek gerçekleģtirdiğimiz Ģeyler önemli olunca, bunun ötesi bir illüzyondan ibaret kalıyor. Tipik sübjektif idealist egoist-pozitivist dünya görüģü! Sen varsan herģey var, sen yoksan herģey bir illüzyondan ibaret!

15 15 Bu ön açıklamalardan sonra, Ģimdi artık bizi ilgilendiren esas konuya, kuantum teorisinde etkileģme öncesine izafe edilen o meģhur potansiyel gerçekliğin gerçekliği konusuna geçebiliriz. DIġ KUVVET VE KUANTUM DALGALANMALARI Her biri başka objelerle ilişkileri içinde var olan, henüz etkileşme halinde olmadıkları için, biribirlerine göre potansiyel gerçeklik durumunda olan A ve B gibi iki obje biraraya geliyorlar. Bunlar iliģkiye geçtikleri an, yani aralarındaki etkileģme baģladığı an biribirleri için objektif gerçeklik haline gelirler. Önce, o ilk an da, baģlangıç durumu (initial state) dediğimiz bir iliģki zemini oluģur. Ve bu zemin üzerinde gerçekleģen etkileģmelere bağlı olarak da sistem son duruma ulaģır. Bir örnek verelim. A bir insan olsun, B de herhangi bir nesne. Örneğin, ormanda gezerken karşılaştığımız o yılan! İlk karşılaşma anı, gösterilen ilk tepki, sonra da ikinci etkileşme.. Bunların hepsini İkinci Çalışma da ayrıntılı olarak ele aldık [2]. Olay sona eripte son durum oluştuğu an, şu ya da bu şekilde, arada bir denge, bir sistem kurulmuş oluyor. Ve yılan artık bizim için etkileyici bir dış kuvvet (bir durum değişikliğine sebep olabilecek bir nesne-etken) olmaktan çıkıyor; hem kendi içimizdeki (otonom sinir sistemi ve organlardan oluşan) AB sistemi açısından, hem de organizma-nesne (yılan) ilişkisi-sistemi açısından. Her iki sistem açısından da bir denge durumu (Ruhezustand) oluşuyor 12.. Dış kuvvet tamamen sıfır mıdır peki bu durumda? Olay bitmiş bizim için. Herhangi bir tehlike falan yok. Ama yılanı görmeye devam ediyoruz; daha doğrusu, hiç bir şekilde yeni bir etkiye maruz kalmaksızın onu seyrediyoruz. Aynı durum (state) içinde kalarak, bir durumdan baģka bir duruma geçmemize neden olacak bir etkileģme olmaksızın seyrediyoruz. Bu arada gene belirli mesajlar geliyor-etkiler oluyor tabi, ama bunlar kuantize bir yapıya sahip olan sistemin durum değiģtirmesine neden olacak boyutlarda olmadığı için bu iliģki açısından denge-atalet hali bozulmuyor. Şimdi, yukardaki örnekte insanı bir gözlemci olarak düşünerek, yılanın yerine de bir elektronu koyunuz, durum aynıdır. Foton geliyor, etkileşme oluyor ve elektron yeni bir kuantum seviyesine çıkarak, yeni bir denge kuruluyor. O andan itibaren, elektron gözlemci açısından bir ihtimaldalgasıdır artık. Yani, içinde bulunduğu kuantum seviyesinde atalet halindedir. Peki nedir bu atalet hali, hiç mi dış etki yoktur o an elektronun üzerinde? Yani dış kuvvetin mutlak anlamda sıfır olduğu kapalı bir sistem haline mi dönüşmüştür artık elektron? Hayır! ġunu hiç unutmayalım. DıĢ kuvvetin mutlak anlamda sıfır olması hiç bir zaman mümkün değildir. Sadece, izafi olarak, belirli bir etkileģmeye göre oluģan bir dengeatalet söz konusu olabilir. Yoksa aynı anda, dıģardan gene etkilenme devam ediyor. Ancak, sistem gerçekliği kuantize bir yapıya sahip olduğundan, bunlar belirli bir eģiği aģarak onun bir durumdan baģka bir duruma geçmesine neden olamıyorlar. Yani, bir durumdan baģka bir duruma geçmek için gerekli olan etkileģme eģiğinin altında kalıyorlar. ĠĢte biz bu türden, belirli bir durumun içinde kalan etkilenmelere kuantum dalgalanmaları diyoruz. 12 Bu durumda, organizmanın iç diyaloğu açısından, yani, otonom sinir sistemi ve organlar açısından, yılanla olan ilişki artık değiştirici bir dış kuvvet durumunda değildir. Aynı anda, bir bütün olarak organizmayla (organizmayı temsil eden nöronal modelle, selbst le) yılan arasındaki ilişki açısından da, artık sistem üzerine etkide bulunan net bir kuvvet mevcut değildir.

16 16 İki nöron arasındaki sinaptik bir bağlantıyı düşününüz. Normal koşullarda belirli bir denge durumu potansiyeline ( Ruhepotential ) sahiptir buradaki nöronlar. Ve öyle, presinaptik nöronun aksonlarından gelen her impuls da bu dengeyi bozamaz. Dengenin bozularak (depolarisation) sistemin aktif hale gelebilmesi için sisteme dışardan gelen impulsların (girdi) belirli bir eşiği aşması gerekir. Ancak bu eşiğin aşılması durumundadır ki, bu, postsinaptik nöronun aksonlarında bir aksiyonpotansiyelinin oluşmasına yol açabilir. Sistem dışardan gelen informasyonu işleyerek bir reaksiyon modeli oluşturur (sinaptik aralığa belirli bir miktar nörotransmitter dökülür) ve sonra da buna uygun bir aksiyonpotansiyeli ortaya çıkar. Bir insanın var olmasının ne anlama geldiğini İkinci Çalışma da gördük.[2] Var olmak, dıģ dünyayla-nesnelerle iliģki içinde-karģılıklı etkileģmelere bağlı olarak her an yeniden yaratılan organizmal varlığın, self-nefs adını verdiğimiz nöronal bir modelle temsil edilerek gerçekleģmesidir. Burada, nefsi (self) temsil eden ve dıģardan gelen etkiye karģı nöronal bir reaksiyon modeli olarak gerçekleģen etkinlik, son tahlilde, nöronal ağ larda meydana gelen bir aksiyonpotansiyelinden ibarettir. Yani, sizin o bir yere sığdıramadığınız varlığınızı temsil eden Ģey, son tahlilde, her an yeniden yaratılan bir aksiyonpotansiyelinden-elektriksel impulstan baģka bir Ģey değildir! Ki o da, dıģardan gelen bir girdiye karģı reaksiyon olarak her seferinde yeniden gerçekleģiyor. Yani öyle, kendiliğinden aktif hale gelen nöronların temsil ettiği mutlak bir faaliyet falan sözkonusu değildir! Her an baģka bir girdiyle aktif hale gelen bu nöronal ağları bir an için pasif halde düģünürseniz, yani, dıģardan gelen etkilerin mevcut sinaptik bağlantıların eģiğini aģamadığını düģünürseniz, bu durumda sizin de sinapslar arasındaki potansiyel bir bilgiyi temsil eden potansiyel bir gerçeklikten baģka bir varlığınız kalmaz ortada! Bu durumda varlığınızı, ancak, hafızanızda daha önceden kaydedilen nesnelere ve olaylara iliģkin aksiyonpotansiyellerini aģağıyaçalıģmabelleğine indirerek gerçekleģtirebilirsiniz! Buna benzer bir durum bir elektron için de geçerlidir! Bir elektron da, dıģardan gelen bir nesneyle etkileģtiği an, etkileģtiği bu nesneye karģı belirli bir reaksiyonu gerçekleģtirirken objektif bir gerçeklik olarak ortaya çıkar, gerçekleģir. Yani, bir elektronun objektif varlığı da, her seferinde, etkileģme anında gerçekleģen, etkiye karģı bir tepki, bir reaksiyon olarak ortaya çıkan izafi bir oluģumdur. Fizik kitaplarından bir elektronun objektif varlığına iliģkin öğrenebileceğiniz Ģeyler, tamamen, onun etkileģme anında gerçekleģen-ortaya çıkan varlığına iliģkin bilgilerdir; yoksa öyle, varlığı kendinden menkul-mutlak bir elektrona ait bilgiler değildir bunlar!. Yani, elektriksel ve manyetik alanıyla, uzay içindeki konumuyla, belirli bir momentumu, hızı, elektriksel yüküyle, hatta kütle-enerjisiyle objektif bir gerçeklik olarak bir elektron ancak etkileģme anının ürünüdür. EtkileĢme sona eripte belirli bir kuantum seviyesine çekilerek atalet hareketine baģladığı an, objektif bir gerçeklik olan elektronun yerini onu temsil eden bir ihtimaldalgası alıyor. Ġhtimaldalgasının içinde potansiyel bir gerçeklik olarak var olan bir elektronun ise, artık ne objektif bir kuvveti temsil eden bir elektriksel-manyetik alanı vardır, ne de uzay-zaman içinde tanımlanabilir objektif bir varlığı! Peki elektron yok mu olmuģtur! Gene araba örneği gibi mekanik bir örnek verelim! İnsanın derin uyku halini düşününüz! Ya da koma daki bir insanı! Bu durumda insanın nefsi (self) oluşmaz. Yani organizmal varlığı temsil eden bir temsilci (bir nöronal etkinlik, bir aksiyonpotansiyeli) yoktur ortada. Dış dünyayla (obje) etkileşme yoktur çünkü. Bir tür atalet halidir bu da. Nefes alıyorsun, iç organların çok yavaş da olsa çalışmaya devam ediyorlar. Yani belirli bir durumun (state) içindeki yaşam devam ediyor. Az önce kuantum dalgalanmaları olarak tanımladığımız düzeyde bir yaşam bu. Ama self-nefs oluşmuyor. Yani bilinç yok. Şimdi, bu durumdaki bir insan var mıdır -yoksa artık yok mu olmuştur? Koma halindeki, ya da derin uyku halindeki bir insanın varlığı ne anlama gelmektedir sizce? Peki ya beyin ölümü halindeki bir insanın varlığı sizin için ne ifade ediyor? İki durum arasındaki fark nedir?

17 17 Tıbben beyin ölümü halindeki bir insan ölmüģ kabul ediliyor. Derin uyku, ya da koma hali ise atalet hali oluyor; bu durumda insanın potansiyel varlığı henüz devam ediyor yani; ölüm olayı henüz gerçekleģmiģ değil. ĠĢte, derin uyku hali ya da koma durumundaki bu varlık, bu var oluģ hali, tıpkı bir ihtimaldalgası olarak var olan elektronun potansiyel varlığı gibidir! Çünkü, insan için var olmak, bir moleküller yığını olmak değildir. Bir sistem içinde gerçekleģmektir. Bunun da iki yolu vardır; ya, atalet halinde var oluyorsunuz (ki bu durumda bir dıģ gözlemci için sizin varlığınız potansiyel bir gerçekliktir), ya da, etkileģme esnasında objektif bir gerçeklik olarak. Var olmanın bu iki halini, bu mekanizmayı, az sonra Çift Yarıkla Yapılan Deney i (Doppelspalt Experiment) incelerken tekrar ve daha ayrıntılı olarak ele alacağız. Biz şimdi önce şu kuantum dalgalanmalarını biraz daha açalım. Diyelim ki, elektronun n 1 seviyesinden n 2 ye çıkması için belirli bir enerjiye ihtiyacı var ( E h v ). Bu, elektrona göre bir dış kuvvetin-etkileşmenin minimum ölçüsüdür. Eğer dışardan gelen etki (ve buna bağlı olarak enerji) bunun altındaysa, o zaman, elektron gene bunu alır, ama bu etki ve enerji onu bir üst seviyeye çıkarmaya yetmeyeceği için, bu sadece, onun aynı kuantum seviyesinin içinde bir miktar dalgalanmasına yol açar o kadar. Aynen bir su yatağındaki dalgalanmalar gibi yani! Ancak bunlar denge durumunu bozacak, bir kuantum seviyesinden diğerine geçişi gerçekleştirecek bir ivmelenme değildir. Dışardan gelen ve bu kuantum dalgalanmalarına kaynak olan nesne, bu durumda, elektron için, onun etkileştiği yeni bir nesne, ya da bir dış gözlemci değildir! State-durum-sistem içi etkenlerdir bunlar. Yani, aynı denge durumunun içindeki unsurlardır. Bu yüzden buradan, madem elektronu etkilemeden de onunla ilişki kurmak mükün olabiliyormuş, o zaman, bizim gözlemci de normal bir fotonla değil, frekansı daha az olan, sadece kuantum dalgalanmalarına yol açacak cinsten bir fotonla onu etkiler, onu hiç değiştirmeden onun mutlak varlığı hakkında bilgiler toplayabilir sonucu çıkarılamaz!! Derin uyku halinde nefes alırken hava, sizin için etkileşerek yeni bir denge durumu oluşturacağınız bir nesne değildir. Uyku haline geçişle birlikte oluşan durum, zaten aldığınız havayı da içine alan bir denge durumudur. ĠĢte, bir sistemin, dıģ kuvvetin sıfır kabul edildiği durumlarda, dıģ gözlemciler için hiç bir objektif realiteye tekabül etmeyen, onlar için potansiyel olan, bir sır olan bu haline, onun bu atalet halinedir ki, o sistemin iç dünyası diyoruz. Böyle bir durumda, sistemin içindeki kuantum dalgalanmalarına bağlı olarak atalet halini sürdüren elementler de, ancak sistemin diğer elementlerini temel alan KS lerine göre bir anlama sahip olabilirler. Bu halleriyle onların, sistem dıģındaki bir dıģ gözlemci için varlıkları sadece potansiyel bir gerçekliktir ve ancak hiç bir maddi realiteye tekabül etmeyen bir ihtimaldalgasıyla ( Wahrscheinlichkeitswelle ) ifade olunabilir. DIġ KUVVET NEDĠR? Klasik fizikte (mekanik dünyada) dış kuvvet, dış gözlemci deyince bundan ne anlaşıldığı açıktır. Çünkü burada çıkış noktası kendinde Ģey anlayışıdır. Kuantum fiziğinde bu değişir gibi olur. Yani en azından, eski anlayış büyük bir darbe alır, sarsılır. Ama gene de olay tam yerine oturtulamaz. Bazı şeyler açık kalır. Sistem Teori si ve Ġnformasyon ĠĢleme Teorisi 13 işte tam bu noktada önem kazanıyor. Problem evrensel boyutlarıyla ilk kez burada ele alınma olanağını buluyor.[3] 13 Sistem Teorisi ve İnformasyon İşleme Teorisi (İnformation processing theory) adı altında, akademik alanda tanınan, üniversitelerde okutulan bir uzmanlık alanı yok henüz! Sistem analizi yapılıyor, hatta Sistem Mühendisliği bile var, ama sistem teorisinden ne anlıyorsunuz diye sorsanız kimseden doğru dürüst bir cevap alamazsınız! Bazı üniversitelerin internet sitelerinde rastlayacağınız System theory nin ise ne olduğunu bu işle uğraşanların bile bildiğini sanmıyorum! (Bu konuda daha geniş açıklamalar 4. Çalışmada)

18 18 Mutlak anlamda dış kuvvet diye birşey yoktur aslında! 14 Belirli bir sisteme göre-izafi olarak- dışardan gelen ve onu etkileyen kuvvete dış kuvvet diyoruz biz. Ancak, ilişkininetkileşmenin- başladığı o ilk an dan itibaren bu kuvvet artık bir dış faktör- dış kuvvet - olmaktan çıkar. Sistem içi KS lerine göre tanımlanabilen bir etken-girdi- haline dönüşür. İlişki başlamadan önce de zaten öyle (sözkonusu sistem açısından) dış kuvvet diye tanımlayabileceğimiz mutlak bir kuvvetin bulunmadığını düşünürsek, bu anlamda, bizim dış kuvvet olarak tanımladığımız şeyin, sadece etkileşme an ında objektif-izafi bir gerçeklik olarak bir anlama sahip olduğunu, bunun dışında, onun ilerde bizimle ilişkiye girme ihtimali olan potansiyel bir gerçeklikten başka birşey olmadığını anlarız. Bizim dışımızdaki başka sistemlerin çıktıları-outputları bizim için girdi haline gelmedikçe bunlar bize göre potansiyel dış kuvvet unsurlarıdır. Bunlardan bizim için objektif- gerçek bir kuvvet-etken-girdi haline gelenlerin, kaynak için de ancak o an objektif bir gerçek-çıktı-output haline geldiğini düşünürsek, bir çıktının ancak başka bir sistem için girdi haline geldiği zaman objektif gerçeklik haline dönüştüğünü söyleyebiliriz. Yani, belirli bir sistem açısından son durum olarak ifade edilen gerçekliğe hemen öyle (objektif bir gerçeklik olarak) çıktı-output diyemiyoruz (örneğin ampulden çıkan ışık hemen o an objektif bir gerçeklik değildir)!. O, çıktı-output olarak gerçekleşirken, aynı anda, ilişki içine girdiği nesneyle birlikte yeni bir AB sisteminin oluşumunda girdi-input rolünü de oynamalıdır. Öyle kendinde şey bir çıktı, ya da girdi sözkonusu olamaz! Şimdi, bütün bu açıklamaların ışığında, gözlemci-elektron ilişkisinin nasıl geliştiğini görelim.gözlemci (A) ve elektron (B), bunların her ikisi de, ilişkiye geçmeden önce biribirleri için potansiyel gerçekliklerdir. Gözlemci, ölçme aleti aracılığıyla elektronun üzerine bir foton gönderdiğinde, bu foton elektrona değdiği zaman, o an bu foton gözlemcinin ölçü aletleriyle birlikte oluşturduğu sistem açısından bir çıktıdır-output tur. Ama o, aynı anda, elektronu temsil eden sistem için de bir girdi-input olarak gerçekleşir. Ve bu zemin üzerinde bir etkileşme başlar. Ne olur yani? Elektron fotonu, belirli bir informasyonu taşıyan bir girdi olarak kabul eder, bunu sistemin içindeki bilgiyle değerlendirip işleyerek, diyelim ki bir üst enerji seviyesine çıkar ve sonra da aldığı enerjiyi dışarıya vererek tekrar eski seviyesine iner. Evet burada sistemin çıktısı-output u dışarıya verilen bu fotondur 15, ama bu çıktı-output da, çıktı- output olarak (yani objektif bir gerçeklik olarak) gözlemciyle olan ilişki içinde, gözlemciye göre bir girdi olarak gerçekleşirken bu sıfatı kazanır. Yani, gözlemciye gelene kadar yol boyunca henüz daha objektif bir gerçeklik değildir o! 16. Sonuç: Gözlemcinin gönderdiği mesaja-fotona karģılık olarak elektrondan gelen cevabı taģıyan foton-mesaj, ölçme iģlemi baģlamadan önceki elektrona ait objektif değerleri getirmemektedir. Gözlemcinin gönderdiği fotonla-mesajla etkileģerek değiģen, değiģirken de, bu iliģki esnasında, bu iliģkiye göre var olan elektronun sahip olduğu son durumu yansıtmaktadır o. Ama bitmedi! O an, yani gelen mesajı aldığı an, gözlemci de artık eski gözlemci olmaktan çıkar. Gelen fotonu bir informasyon olarak alan gözlemci, bunu, daha önceden sahip olduğu bilgilerle değerlendirip-iģler ve örneğin, eğer bu etkileģme sonucunda yeni bilgiler oluģuyorsa da, onun beyninde bunları temsil eden yeni sinaptik bağlantılar oluģur. En baģtaki gözlemci değiģtirerek öğrenirken, öğrenerek değiģmiģ olur.. 14 Çünkü mutlak anlamda dışarısı diye bir şey yoktur!.. 15 Bir soru: Elektronun dışarıya bir foton vermesi-salması ne anlama geliyor,o, tıpkı bir makineli tüfekten çıkan mermi gibi bir foton mu çıkarıyor dışarıya!!.. 16 Yani, gözlemciye ulaşana kadar yol boyunca öyle dalgasal hareket yaparak ilerleyen bir parçacık olarak anlaşılabilecek bir foton sözkonusu değildir! Yol boyunca varolan sadece bir ihtimaldalgasıdır!

19 19 DEĞĠġTĠRMEK MĠ DEĞĠġMEK MĠ? Bu değiştirmek kavramı çok tehlikeli! Eğer dikkat edilmezse bir anda kendinizi pozitivistmekanik dünyanın içinde kaybedersiniz! Deminki gözlemci+elektron ilişkisine dönersek, gözlemciye göre, yani gözlemciyi temel alan KS ne göre, dış kuvvetin kaynağı kendisi olduğu için, o, kendisini hep değişimin nedeni-değiştirici olarak görür. Ancak olayı bir de sistem merkezini temel alan (gözlemci-elektron sisteminden bahsediyoruz) bağımsız bir gözlemci açısından görmek gerekir. 17 Gözlemciden gelen foton sistemin içinde bir girdi olarak gerçekleştiği andan itibaren elektronun yaptığı iş, gözlemci-elektron sisteminin bu girdiyi işleyerek oluşturduğu cevabı gerçekleştirmekten ibarettir (aynen postsinaptik bir nöronun aksonundan bir aksiyonpotansiyelinin oluşması gibi). Elektronun bir üst enerji seviyesine çıkmasını ve sonra da tekrar eski yerine dönüşünü belirleyen reaksiyon modelini temsil eden gözlemcidir. Çünkü, elektrona gönderilen foton bu işe uygun bir foton olarak özellikle seçilmiştir. Bu durumda, sistemin dominant unsuru gözlemci, motor unsuru da elektron olmuş oluyor. Ama, daha sonra o, yani gözlemci, elektrondan gelen cevapla birlikte kendisi de değişir. Yani, değiştirirken (değiştirdiği için) kendisi de değişmiş olur. Gözlemci açısından sadece değiştirmek olarak görünen süreç, gözlemci+elektron sistemi açısından bir informasyon işleme, değiştirirken değişme-yeni bir denge durumuna erişme sürecidir. Peki, gözlemciden gelen foton elektron tarafından nasıl tanınıyor? Bir atomu bir refleks agent 18 olarak düģünürseniz, elektronlarla çekirdek arasındaki iliģkiler ve kuantize yapı, sistemin bütün özelliklerini olduğu kadar, onun bir dıģ etkiye karģı nasıl reaksiyon göstereceğine dair dispozisyonel davranıģ modellerini de içinde barındırır. Yani atom, kendi içinde saklı tuttuğu bilgiyle tanır gelen fotonu. Ve gene onu bu bilgiyle iģleyerek ona karģı bir reaksiyon oluģturur. Elektronların üst seviyelere inip çıkmaları, sistemin bir bütün olarak geliģtirdiği reaksiyon modellerinin hayata geçirilmesinden baģka birģey değildir. Yani elektronlar bir tür motor sistem rolünü oynarlar atomun içinde. O halde, öyle tek yanlı değiģtirmek, ya da değiģtirilmek diye bir Ģey yoktur!.değiģtirirken değiģmektir esas olan. DeğiĢerek ve değiģtirerek var olunuyor çünkü. POTANSĠYEL GERÇEKLĠĞĠN GERÇEKLĠĞĠ ÇĠFT YARIKLA YAPILAN DENEY ( Doppelspalt-Experiment ) Bu kadar ön açıklamadan sonra artık bilim tarihinin o meşhur Doppelspalt Experiment ine (Çift Yarıkla Yapılan Deney) geçebiliriz. Hani şu, Feynman ın fazla uğraşmayın yoksa kafayı üşütürsünüz demeye getirdiği deneye! Einstein la, Heisenberg ve Bohr arasında geçen tartışmalara da bu arada değineceğiz, ama önce biz nedir bu Doppelspalt Experiment onu bir görelim: [6,7] 17 Atomun içinde belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektronla, atomdan kopmuş uzayda bir ihtimaldalgası olarak yol alan bir elektron arasında hiç bir fark yoktur. 18 agent bilişsel bilim dilinde otonom bir informasyon işleme birimi demektir.

20 20 Ayrıntıları bir yana bırakıyoruz. Bir kaynak var. Onun önünde de ortasında bir delik bulunan bir ekran. Ve sonra da, uygun bir yerde, bu sefer üzerinde iki tane delik bulunan ikinci bir ekran duruyor. En arkada ise, deneyin sonuçlarının ortaya çıktığı sonuncu ekran.. İlk önce, elimize bir makineli tüfek alarak deneyi mermilerle gerçekleştirmek istiyoruz! Ve şekilde kaynak olarak gösterilen noktadan itibaren ekrana doğru ateş etmeye başlıyoruz! Önümüzde, kurşun geçirmez zırhla kaplanmış ve ortasında tek bir delik olan bir ekran bulunuyor. Bunun arkasında da gene zırhlı, ama iki tane delik olan ikinci bir ekran var. En arkada ise, gelen mermilerin en son durağı olan ekran; öyle ki, gelen mermileri toplayıp tesbit edebilmemiz için bu ekranın kumla kaplı olduğunu da düşünüyoruz. Amacımız, deliklerden geçerek gelen mermilerin bu son ekran üzerindeki dağılımlarını incelemektir. Ayrıntıları bir yana bırakarak devam ediyoruz. Eğer her iki delik de (1 ve 2 nolu delikler) açıksa, en sondaki ekran üzerine düşen mermilerin, şekilde görüldüğü gibi, ekran üzerinde N 12 eğrisine uygun bir şekilde dağıldıklarını tesbit ederiz. Bu eğride yükselen bölgeler (a,b) daha çok merminin isabet ettiği yerleri gösterirken, (c) noktası da en az merminin isabet ettiği yeri göstermektedir. Bunun dışında, ayrıca, bu eğrinin 1 ve 2 nolu deliklerden geçen mermilerin tek başlarına çizdikleri eğrilerin toplamı olduğunu da tesbit ederiz. Yani, N 12 =N 1 +N 2. Şimdi, aynı deneyi su dalgalarıyla tekrarlayacağız. Kaynak yerine, elimizi suya sokup kıpırdatarak suda dalgalar oluşturuyoruz, bu yetiyor. Gene ayrıntıları bir yana bırakırsak, oluşan bu su dalgalarının önce birinci delikten, sonra da 1 ve 2 nolu deliklerden geçerek en sondaki ekrana ulaştığını görürüz. Ama bu sefer, deliklerin ikisi de açıkken elde edilen eğrinin, her seferinde sadece bir delik açıkken elde edilen eğrilerin toplamına eşit olmadığını farkediyoruz: I 12 I 1 +I 2. (Buradaki I, dalgaların şiddetini-intensität-göstermektedir. Dalgaların, belirli bir noktada taşıdıkları enerji demektir bu da). Yani, su dalgaları söz konusu olunca, daha önce mermilerle gerçekleştirilenin tersine, bu sefer ortaya bambaşka bir sonuç çıkmaktadır. Deliklerden birini kapıyoruz, örneğin (1) noluyu, dalga sadece (2) nolu delikten geçtiği zaman, en sondaki ekranda I 2 eğrisini elde ediyoruz. Aynı şeyi öbür deliği kapayarak tekrarlayınca da I 1 eğrisini elde ediyoruz. Ama bunların toplamı I 12 yi vermiyor! I 12 eğrisi, mermi örneğinde olduğu gibi I 1 ve I 2 nin basit, matematiksel bir toplamı olmuyor. Ortada I 1 ve I 2 den farklı, 1 ve 2 nolu deliklerden geçen iki dalganın girişimiyle oluşan yepyeni bir gerçeklik vardır ve şekildeki I 12 de bunu temsil ediyor. Buradan çıkan sonucu şöyle özetleyelim: Dalgaların şiddeti (yani intensität) onların yüksekliğine eşit olmayıp, bunun, yani yüksekliğin

21 21 (Amplitude) karesine eşittir. Yüksekliği a 1 ve a 2 ile gösterirsek, I 12 =(a 12 ) 2 durumda I 1 =a 2 1, I 2 =a 2 2 olacaktır. olur. Tabi bu ġimdi, aynı deneyi bir de elektronları kullanarak tekrarlamak istiyoruz. Bu durumda kaynaktan, mermi, ya da su dalgaları yerine elektronların çıktığını düģüneceğiz. Bunlar gene, deliklerden geçerek en sondaki ekrana geleceklerdir. Ekran yerine de, gelen elektronları tesbit eden bir dedektör kullandığımızı düģünüyoruz. Aynı deneyi, fotonlardan oluģan bir ıģık demetini kullanarak da yapabilirdik. Arada hiç bir fark yoktur. Sonuç değiģmiyor. Aynen su dalgalarında olduğu gibi, en sondaki ekranda, ya da dedektörde (bu bir fotoğraf filmi de olabilirdi) gene bir giriģim (Interference) olayının gerçekleģtiğini gorürüz. Elektronlar ve fotonlar, taneciklerden oluģtukları halde, mermilerle yapılan deneyde olduğu gibi değil de, su dalgalarıyla yapılan deneydeki gibi sonuçlara yol açarlar. Foton yada elektronların yerine atomları kullanarak da yapılmıģtır bu deney. Sonuç gene aynıdır. Yani, atomların da, tıpkı su dalgalarında olduğu gibi, giriģime yol açtıklarını görüyoruz. Ama örneğin, moleküler düzeye çıkınca artık durum değiģiyor. Biraz sonra aynı deneyi tek bir elektronla veya tek bir fotonla da yapacağız, ama önce burada azıcık duralım ve su dalgalarıyla, elektronlar ve fotonlar ve mermiler arasındaki farkı görelim: Mermi denilen Ģeyin ne olduğunu biliyoruz fazla uzatmaya gerek yok. ġimdi ben size birģey söyleyeceğim; bir an için makineli tüfekten çıkan o mermilerin herbirinin öyle düz bir hat üzerinde değil de dalgasal bir hareket yaparak da hedefe doğru ilerlediklerini düģünün! Yani gözünüzde, belirli bir frekansa sahip dalgasal hareket yaparak hedefe doğru ilerleyen mermiler tasavvur edin! Sonuç değiģir miydi? Bir mermi, ha düzgün bir hat izleyerek ekrandaki o çift yarığın önüne gelmiģ, ha dalgasal bir hareket yaparak, sonuç değiģir miydi; yani, o an o mermi, ağzıyla kuģ tutuyor da olsa, aynı anda, ekrandaki o iki yarıktan birden geçerek daha sonra iki ayrı dalga Ģeklinde yoluna devam edebilir miydi? Hayır mı diyorsunuz! Neden hayır o zaman? Ha, demek ki, bir su dalgasıyla tüfekten çıkan bir mermi arasında-o mermi dalgasal bir hareket yaparak da yol alıyor olsa, gene de fark vardır, öyle mi? Peki, nedir o zaman o fark söyler misiniz bana? Hadi ben cevap vereyim sizin yerinize! Mermi (o, dalgasal bir hareket yaparak yol alıyor da olsa) yol boyunca, içinde hareket ettiği ortamdan bağımsız olarak varolan (en azından biz böyle düģünürüz), hareket eden mekanik bir nesnedir. Su dalgası ise, bunun tam tersi! Bu durumda artık hareket ederek ekrandaki yarıkların önüne kadar gelen Ģey, öyle dalgasal hareket yaparak ilerleyen bir parçacık-parçacıklar- değildir! Hareket eden, bizzat o hareketin içinde oluģtuğu ortamın kendisidir. Dalga gerçekliği budur iģte. Dalga, ancak belirli bir ortamın içinde oluģabilir. Ortam yoksa dalga da yoktur! Yoksa, dalga hareketi yapan bir parçacığın hareketi gerçek anlamda dalgasal bir hareket değildir! Evet, bir su dalgası da gene parçacık özelliğine sahip kuantumlardan oluģmaktadır; ama buradaki parçacıklar-su moleküllerinden oluģan o kuantumlar-artık dalga hareketi yaparak ilerleyen bir mermiye benzemezler!gerçek bir dalga sözkonusu olduğu zaman, dalga ve parçacık halleri öyle mekanik olarak biribirlerinden ayrıģmıģ objektif varoluģ halleri olarak-eklektik bir Ģekilde-ele alınamazlar! Gerçek bir dalganın kuantumlarını, öyle kendinde Ģey nesneler olarak, her an belirli bir hıza, momentuma ve pozisyona sahip objektif-mutlak gerçeklikler olarak ele alamayız. Yani, bir su dalgası, öyle otoyolda hareket eden sayısız arabaların (bu arabaların herbiri o an belirli bir dalgasal hareket yapıyor da olsalar!) hareketlerinin toplamı olarak ele alınamaz! Evet, o da gene kuantizedir-yani belirli parçacıkların hareketlerinden oluģmaktadır, ama

22 22 dalga dediğiniz an, artık o parçacık özelliğinden iz kalmaz ortada. Neden? Çünkü, o an o artık belirli bir ortamın hareketidir. Diyeceksiniz ki, evet tamam, ama bütün bunlar onun-yani merminin- makroskobik bir nesne olmasıyla ilgilidir, merminin yerinde bir elektron ya da foton olduğu zaman durum değiģir! Ne değiģiyor peki bu durumda? Nasıl oluyor da, bir elektronu-ya da fotonu-aynı zamanda, tıpkı bir su dalgası gibi bir dalga olarak da ele alabiliyoruz? Mikroskobik olunca değiģen ne oluyor ki, bu durumda onlar otomatikman gerçek birer dalga haline geliveriyorlar? Yani, dalga olmayla ilgili olarak aradaki fark sadece, birinin makroskobik diğerinin mikroskobik olmasında mıdır? Çift yarığın önüne gelen parçacık mikroskobik olunca ortadan ikiye bölünüveriyor da, makroskobik olunca bölünemediği için mi aynı anda iki yarıktan birden geçemiyor!! Ya peki o su dalgası, o nedir, mikroskobik midir yoksa makroskobik mi? Makroskobik olduğu halde o nasıl oluyor da ikiye bölünebiliyor?.. Evet doğrudur, elektron mermi gibi makroskobik değil de mikroskobik bir nesne olduğu için bu durumda artık Heisenberg ilkelerinden fedakârlık yapamayız. Ama, buradan, bir elektronun-ya da fotonun- da, tıpkı o mermi gibi, içinde hareket ettiği ortamdan bağımsız olarak varolan bir nesne olduğu sonucu çıkmaz! Yani, bunların özünde bir fark yoktur, her ikisi de-mermi de, elektron da- içinde yer aldıkları-hareket ettikleri-ortamdan bağımsız olarak varolan ve hareket eden objektif gerçekliklerdir sonucu çıkmaz!!. Sadece, makroskobik bir nesne olduğu için, mermi sözkonusu olduğu zaman-sonucu pek fazla etkilemeyeceğindenbu durumda Heisenberg İlkelerinin görmezlikten gelinebileceği sonucu çıkar. Ki bu da, tamamen, günlük hayatın akışına yönelik pratik bir sonuçtur. Yani öyle, biri makroskobik, diğeri mikroskobik diyerek buradan esasa ilişkin sonuçlar çıkarılamaz! Hele hele, bu türden pratik bir kabule-ayrıma dayanarak, Çift Yarıkla Yapılan Deney açıklanamaz! Burada sorun, elektronun ve fotonun sadece mikroskobik nesneler olmalarıyla ilgili değildir, onların, içinde varoldukları-oluģtukları ortamdan soyutlanamayacaklarıyla, bu ortamla birlikte, onu temel alan bir dalga olarak gerçekleģmeleriyle ilgilidir. Daha baģka bir deyiģle, bu durumda hareket eden Ģey (dikkat ediniz, elektron veya fotondan bahsediyoruz) sadece o mermi gibi mekanik bir parçacık değildir, tıpkı o su dalgasında olduğu gibi, gerçek bir dalgayla birlikte belirli bir ortamdır. Peki, nedir o ortam bu durumda? Dalgasal bir hareket olarak bir elektronun veya fotonun içinde gerçekleģtikleri o ortam nedir? Tek kelimeyle, uzaydır, uzayın kendisidir!.. Peki, moleküler düzeyde ( makroskobik planda) durum nasıl değiģiyor? Deney, atomlar düzeyine kadar aynı sonuçları verirken (yani, aynen elektronlar ve fotonlar gibi atomlar sözkonusu olduğu zaman da meydana gelen atom dalgaları gene o iki yarıktan birden geçebilirken), sıra moleküllere gelince durum neden değiģiyor? Bu durumda artık sonuçlar aynen o mermi örneğinde olduğu gibi çıkmaya baģlıyorlar, neden? Moleküler düzeye çıkınca hareket, içinde yeraldığı ortam olarak uzaydan bağımsız bir hale mi geliyor acaba!! Elbette ki hayır! Bizim o makroskobik dediğimiz nesneler de gene son tahlilde madde enerjinin (içinde yeraldıkları uzayın) yoğunlaģmıģ Ģeklinden baģka birģey değiller. Yani, bu durumda da gene öyle objektif mutlak-kendinde Ģey gerçeklikler diye birģey yok ortada! Buradaki makroskobik olma halinin sınırlarını belirleyen iki nokta var. Birincisi açık, bizim günlük yaģantımızın sınırları, duyu organlarımızın kapasitesi-alıģkanlıklarımız falan. Pratikteki kabullerimizin sınırları bu sınırlarla çakıģıyor. Ve öyle oluyor ki, bu durumda nesneler, sanki bir parçası oldukları uzaylarından bağımsız-onun üstünde yüzen kendinde Ģey varlıklarmıģ gibi görünmeye baģlıyorlar. Gerçek illüzyon bu iģte!.. Makroskobik olma halinin ikinci nedeni (fiziksel nedeni) ise, meydana gelen madde enerji yoğunluğunun artık frekansı çok büyük bir dalgaya tekabül ediyor olmasıdır. E=hv den yola çıkarsak (E,enerji, h, Planck katsayısı, v de frekans), bu durumda frekans o kadar büyüktür ki, meydana gelen yoğunluğu biz artık aynı zamanda bir dalga olarak da algılayamayız; ortada sadece makroskobik bir nesne görürüz o kadar. Gerçekte madde-enerjinin bütün yoğunlaģma biçimleri aynı zamanda bir dalga da oldukları halde, yoğunluğun

23 23 makroskobik düzeye eriģtiği hallerde biz onları artık sadece bir parça-nesne olarak görmeye baģlarız. Örneğin, dünyamızı ve bütün diğer astronomik nesneleri ele alalım. Bunlar da gene özünde o elektron ve foton gibi içinde yeraldıkları uzayın yoğunlaģmıģ Ģeklinden ibarettirler. Ama buradaki parçacık-dalga hali, frekansı çok büyük bir dalgaya denk düģtüğü için, bu durumda biz artık onları bir dalga olarak değil- nesneler olarak görürüz!. Aslında sorun sadece bizim onları nasıl gördüğümüzle de ilgili değildir. Bu durumda o çift yarığın önüne gelen bir molekül dalgası bizim makroskobik dünyamızın ölçüleri içinde artık bir dalga gibi değil, tıpkı o mermiler gibi tanecikler olarak hareket edecektir. Ya peki bir su dalgası söz konusu olduğu zaman? Dikkat edin, su dalgası dediğimiz şey, öyle elektron dalgası, ya da elektromagnetik dalga gibi bir uzay dalgası değildir!.yani burada dalgaların içinde oluştukları ortam direkt olarak gravitasyonal alan değildir! O, yani su dalgası, su moleküllerinin biraraya gelmesiyle oluşan enerjisi-frekansı düşük paketlerin meydana getirdiği kendine özgü bir yüzey dalgasıdır!. Burada altı çizilmesi gereken nokta, su dalgasını oluşturan kuantumların- parçacıkların frekansı-dolayısıyla da enerjisi çok düşük olduğu için bizim bunları sudan-bağımsız bir şekilde, dalgasal hareket yaparak yol alan parçacıklar şeklinde tasavvur ediyor olamayacağımızdır! Daha başka bir deyişle, bunlar bizim için, kendisiyle hiç alâkası olmayan bir sahne-uzayda-tıpkı sahnede rol yapan o aktörler gibi (özünde ondan bağımsız bir şekilde) dalgasal hareket yaparak ilerleyen parçacıklar durumunda değillerdir! Su dalgası denilen hareket, içinde yer aldığı ortam olarak suyun dalgasal bir hareketidir-varoluģ Ģeklidir. Nitekim, eğer bu dalgaların üzerine, örneğin bir mantar parçası koyarsanız, o mantarın ancak, bulunduğu yerde, tıpkı bir sarkaç gibi, sadece aģağı yukarı doğru salındığını görürsünüz. Yani, su dalgasında bu dalganın kuantumları olan parçacıklar öyle mermiler gibi bir yerden baģka bir yere gitmezler! Onlar, tıpkı bir sarkaç gibi bulundukları yerde salınırlarken dalgasal bir hareketi de meydana getirmiģ olurlar. Dalgasal hareket, son tahlilde, titreģen ortamla birlikte meydana gelen sarkaçların belirli bir enerjiyi iletmelerinden baģka birģey değildir. ġimdi, bakalım bütün bu söylediklerimiz doğru mu, bunu kontrol edeceğiz! Yani, bir elektron (ya da bir foton) nedir, bunlar, tıpkı bir mermi gibi, içinde varoldukları uzaydan bağımsız bir Ģekilde dalgasal hareket yaparak ilerleyen birer parçacık mıdırlar, yoksa, aynen bir su dalgası gibi, içinde oluģtukları ortamla birlikte hareket eden birer enerji paketi-dalga mıdırlar-bir ihtimaldalgası mıdırlar-bunu göreceğiz? Bunun için, aynı deneyi, bu sefer tek bir elektron, ya da fotonla (veya tek bir atomla ) gerçekleģtirmek istiyoruz. Teknik olarak bu mümkündür. 19 Önce tek bir fotonla başlayarak, kaynaktan tek bir tanecik olarak bir foton üretiyoruz ve ne olup biteceğini izlemeye çalışıyoruz; hiç bir yorum katmadan, olduğu gibi.. Fotonumuz kaynaktan çıkıyor. Önce, üzerinde tek bir delik bulunan ilk ekrana geliyor ve onu geçiyor. Sonra, üzerinde iki delik bulunan ekrana geliyor. Ve ne oluyorsa da zaten burada oluyor! Tek bir tanecikten oluşan fotonumuz, burada ikiye ayrılarak, aynı anda bu iki delikten birden geçiveriyor! Aynen su dalgalarında olduğu gibi, her iki delikten de tekrar birer dalga oluşuyor ve sonra da, bu iki dalga birleşerek ekrana ulaşıyorlar. Ekran üzerinde bulunan dedektör ise, o an, bu iki dalganın birleşmesiyle ekrana gelen şeyin, aslında, tek bir tanecik olan o foton olduğunu tesbit ediyor. Ama bitmedi, bir, iki, üç derken, binlerce fotondan 19 ġimdi bakın, bu ifade (objektif gerçeklik olarak tek bir foton, ya da tek bir elektron üretme ifadesi) benim değildir! Sözkonusu deneyin anlatıldığı bütün fizik kitaplarında böyle ele alınır olay! Nasıl oluyor öyle, tek bir elektron -ya da foton- üretiyorsun da, bu elektron da uzayda tek bir parçacık olarak-tıpkı bir mermi gibi-yol alarak yarıkların önüne kadar geliyor, bunun izahı yoktur! Önce bu türden mekanik kabuller yapıyorlar, sonra da bunların üzerine binayı inģa etmeye kalkınca olmuyor tabi! Ama, bu durumda da, daha fazla uğraģmayın yoksa kafayı yersiniz deyip iģin içinden çıkıyorlar!..

24 24 sonra, ekran üzerinde, her birisi tek bir fotona denk düşen noktalar incelendiği zaman, bunun da, ekrana gelen dalgaların gerçekleştirdikleri girişim örneğine uygun bir şekil olduğunu görüyoruz. MüthiĢ birģey!.. Kaynaktan tek bir tanecik çıkıyor 20. Bu tanecik, ayni anda iki delikten birden geçerek iki tane dalganın oluģmasına yol açıyor, sonra da bu iki dalga tekrar birleģerek ekran üzerine düģtükleri zaman, burada gene tek bir taneciğin ortaya çıkmasına yol açıyorlar! Ama bu kadar da değil!..her seferinde, tek tek tanecikler olarak gelen ve ekranda tesbit edilen bu taneciklerin oluģturdukları Ģekil incelendiği zaman, bunun da bir dalganın Ģekli olduğu ortaya çıkıyor! Hadi bakalım kolay gelsin! Durumun gerçekten böyle olup olmadığını tesbit için, önce (1) nolu deliğin arkasına bir dedektör koyuyoruz. Ama bunu yaptığımız an, iki tane dalganın oluşmasını engellediğimiz için girişim gerçekleşmiyor. Bunu hemen ekrandaki şekilden tesbit edebiliyoruz. Aynı şey (2) nolu delik kapalıyken de böyle oluyor. Yani ancak, her iki delik birden açıkken gerçekleşiyor girişim. Bu sefer tutuyoruz, (1) ve (2) nolu deliklerin her ikisinin arkasına da birer dedektör yerleştiriyoruz. Ama bu durumda da, her defasında deliklerden ancak bir taneciğin geçtiğini görüyoruz. Yani, iki delikten birden aynı anda geçen tanecik, deliklerin ikisinin arkasına da birer dedektör koyunca, her defasında bir dedektörde ortaya çıkıyor!.. Bir yanda, ekran üzerinde ortaya çıkan sonuç, yani, ancak iki dalganın toplanması (süperposition) sonucunda ortaya çıkabilen giriģim olayına yönelik Ģekil, ve bu Ģeklin gerçekleģmesine yol açan, her birisi bir taneciği ifade eden, binlerce nokta, öte yanda da, (1) ve (2) nolu dedektörlerin yaptıkları tesbitlere göre, her seferinde, belirli bir anda, %50 ihtimalle bir delikten bir taneciğin geçtiği gerçeği.. Çık iģin içinden çıkabilirsen!..tekrar kolay gelsin!..ġimdiye kadar kimse çıkamamıģ bu iģin içinden. Ve diyorlar ki, bu böyledir! Bunu böyle kabul edin ve fazlada kurcalamayın! Yoksa kafayı üģütürsünüz [6,7]!..Ama biz devam ediyoruz! HerĢeyi göze alarak!... Birinci delikten geçişte karmaşık bir durum yok! Ama, tek bir elektron ikinci ekran üzerinde bulunan iki delikten birden aynı anda nasıl geçiyor? Önünüzde iki tane kapı var ve siz, aynı anda iki kapıdan birden geçebiliyorsunuz! Einstein olmaz böyle şey diyor! Ama geçiyor işte! Ortada bir realite var! Tek bir foton, ayni anda iki delikten birden geçiyor!. Heisenberg de diyor ki, kaynaktan çıktığı andan itibaren artık tek bir foton ve buna ilişkin bir dalga diye bir şey yoktur ortada. Ne vardır ya diyor Einstein? O artık bir ihtimaldalgasıdır diyor Heisenberg; yani, kaynaktan ekrana kadar olan uzayda yol alan şey bir ihtimaldalgasıdır [18]. Peki nedir bu ihtimaldalgası diyor Einstein? Heisenberg gene, bu sadece bir ihtimaldalgasıdır, öyle ki, fotonumuza tekabül eden enerji de ( E hv ) bu dalganın her tarafına yayılmış vaziyettedir diyor 21. Bu dalgayı su dalgaları gibi objektif bir gerçeklik halinde tesbit etmeye çalıştığımız anda ise dalga yok oluyor ortadan ve onun yerini bir tanecik alıyor! Bu nedenle, ihtimaldalgası yol boyunca ortaya çıkan potansiyel gerçekliğe verilen ad oluyor.. Heisenberg ve Kopenhagcılar diyorlar ki: Yol boyunca bu ihtimaldalgasının içinde artık öyle foton diye tek bir tanecik bulunmadığı için, bu dalga da, tıpkı bir su dalgası gibi iki delikten birden geçebiliyor 22. Sonra da bunlar (her iki delikten çıkan dalgalar) tekrar birleşerek (süperpozisyon yaparak) girişime yol açıyorlar. Bir ihtimaldalgası olarak ekrana gelen bu dalga ise ekranla çarpıştığı an bu etkileşimin sonucu olarak hemen potansiyel gerçeklikten objektif gerçeklik alanına çıkıyor ve başlangıçtaki gibi tek bir foton halinde gerçekleşiyor. Kaynaktan tek tek fotonlar olarak çıkarak yol boyunca birer ihtimaldalgası halinde ekrana 20 Tekrar altını çiziyorum: Bu, kaynaktan tek bir tanecik çıkıyor cümlesi bana ait değil! Bilim çevrelerince kullanılan ifade böyle. Şimdilik hiç dokunmuyoruz buna, daha sonra ele alacağız! 21 Bakın bu ifade bile gene muğlâk! Yani gene uzaydan bağımsız birşey o! Hep aynı kafa yapısı!.. 22 Ama işte bunun mümkün olabilmesi için onun belirli bir ortamı temel alarak meydana geliyor olması gerekir..eksik olan bu..

25 25 kadar gelen fotonlar, burada, ekranla etkileşmenin sonucunda gene tek tek fotonlar haline dönüşüyorlar; ama daha sonra bir de bakıyoruz ki, bu taneciklerin meydana getirdikleri şekil, tıpkı su dalgalarında olduğu gibi gene bir girişimi temsil etmektedir 23. Bu açıklama Einstein ı tatmin etmiyor tabi ve diyor ki o da: Öyle şeyler söylüyorsunuz ki, sizin bu söylediklerinizden tek bir sonuç çıkar. Sizin bu ihtimaldalganız bir hayalet dalgasıdır! Bunun başka izahı yoktur! Sizin açıklamalarınıza göre, kaynaktan ekrana kadar seyahat eden şey bir hayaletten başka birşey değildir! Öyle bir hayalet ki, ancak ekranla etkileşince tekrar yoktan varoluyor! 24 Einstein, hiç bir zaman, kuantum teorisi ni kabul etmemiģtir. O, kuantum teorisi ni henüz daha tamamlanmamıģ, eksik bir teori olarak görüyordu hep. Ve bunu da bütün ömrü boyunca ısrarla savunmuģtur. Neden? Çünkü kuantum teorisi nin realite anlayıģı, Einstein ın kafasındaki realite anlayıģına uymuyordu da ondan. Einstein a göre, özünde bir elektromagnetik dalga-alan olan ıģık, foton adı verilen enerji paketlerinden, kuantumlardan oluģan bir dalgadır. Yani, foton adı verilen objektif gerçeklik parçacıklar, dalgasal bir hareket yaparak var olurlar. Örneğin, tek bir fotondan oluģan bir ıģığı düģünürsek, kaynağından çıkmıģ bir tanecik vardır ortada ve bu da dalgasal bir hareket yaparak boģ uzayda, ıģık hızıyla hareket etmektedir. 25 Nasıl mı? Bu tanecik, yani foton, frekansına göre bir dalga hareketi yapıyor ve boģ uzayda, tıpkı bir mermi, ya da bir kayık gibi dalgalanarak gidiyor!!..ġģte Einstein ın kafasındaki resim budur! 26 Hem bir tanecik, hem de bir dalga karakterine sahip olan objektif-mutlak bir gerçekliktir burada söz konusu olan!.. Ama Heisenberg pes etmiyor ve diyor ki: Bilmek ölçmekle gerçekleģir, ölçmek ise etkileģmek ve etkileģme sonunda ortaya çıkan değerleri tesbit ederek gerçekleģtirmektir. Yani, elde edilen ölçü değerleri, ölçme iģlemi esnasında gerçekleģen objektifizafi değerlerdir ve ancak gözlemciyi temel alan KS ne göre bir anlam ifade edebilirler. Bir baģka gözlemci, baģka tür bir deney yapsaydı, baģka ölçü değerleri (objektif değerler) elde edecekti!..etkileģmede birinin kullandığı fotonun enerjisi E 1 =hv 1 iken, diğerininki E 2 =hv 2 olabileceğinden, ölçme nesnesinin (ki bu ana kadar o sadece potansiyel bir gerçekliktir) etkilenmesi farklı sonuçlar verecektir. Yani, ölçme iģleminden önceki potansiyel gerçekliğe ait mutlak değerler diye birģey yoktur. Ölçme iģlemiyle, zaten var olan belirli değerleri ortaya çıkarmıģ, bilmiģ olmuyoruz. Ölçme iģleminden önce sadece, ölçme nesnesi olan elektronun potansiyel varlığını ifade eden ihtimal dalgasını esas alabiliriz. Bu durumda ancak, ölçme iģlemi esnasında gerçekleģtireceğimiz etkiyi de hesaba katarak, eğer böyle bir etkileģme gerçekleģirse, hangi mümkün değerleri gerçekleģtirerek bilebileceğimizi söyleyebiliriz. Örneğin, eğer elektronun uzay-zaman içindeki konumunu, yani onun tanecik yapısını belirlemekölçmek istiyorsak, enerjisi daha fazla, yani dalga boyu daha küçük olan bir ölçme fotonunu kullanmamız gerekecektir. Yani, kuantum mekaniğine göre altı çizilmesi gereken Ģey Ģudur: Elde edilen ölçme değerleri, ölçme iģleminden önce ihtimal dalgasının içinde objektif birer realite olarak mevcut değildirler. Bunlar sadece potansiyel olarak vardırlar. Onları objektif gerçeklik haline dönüģtüren bizzat etkileģmenin kendisidir. Einstein ise, tam tersini savunuyor! Nasıl olur diyor! Yani, ölçme iģlemiyle yerini ve hızını belirlediğimiz o elektron, daha önceden, objektif bir realite olarak yok muydu? Hayır diyor Heisenberg! Ġhtimal dalgasının içinde, öyle parçacık ve dalga olarak objektif bir gerçeklik yoktur, sadece bunlara iliģkin bir potansiyel vardır. 23 Bu konuda daha geniş açıklamalar için bak, [10,12,20,21] 24 Einstein ın Bohr ve Heisenberg le tartışmaları için[12,20,21]. 25 Sadece Einstein ın mı, bugün kabul gören resmi görüş de böyle değil mi?.. 26 Sadece Einstein ın mı? Bugün bütün bilimadamlarının kafasındaki model de budur!!..

26 26 Einstein a göre, bir fizikçinin, bilim adamının görevi, doğada bizden (hem bizim bilincimizden, hem de, maddi olarak bizden) bağımsız-mutlak gerçeklikler olarak var olan nesneleri incelemek, onlar hakkında bilgiler toplamaktan ibarettir.. Bu bilgilerimiz bilimin bugünkü durumuna göre eksik olabilir, ama bilim ilerledikçe, gittikçe daha da mükemmelleģecektir. Ve bunun sonu yoktur. Esas olan objektif-mutlak gerçekliktir 27. Hayır, diyor Heisenberg! Bilmek etkileģmekle, ölçmekle gerçekleģiyorsa eğer, bu iģi yaparken en azından tek bir tane de olsa, bir foton kullanmak zorundasınız. Ama, bir tane de olsa, o bir foton herģeyi değiģtirmeye yetiyor. Bu yüzen de, prensip olarak, hiç bir zaman hertürlü gözlemciden bağımsız objektif mutlak gerçeklik diye birģey olamaz. Bunun bilimin ilerlemesiyle vs.alakası yoktur. Ve iģ burada düğümlenip kalıyor. 90 yıldır da kıģ uykusunda! Aslında Einstein çok akıllı! Birkere kuantum mekaniği ni ve onun realite anlayışını kabul etse, bunun ardından nelerin geleceğini biliyor! Öyle ya, eğer potansiyel gerçeklik denilen ihtimal dalgasının içinde objektif bir realite olarak parçacık-dalga karakterine sahip bir foton (ya da bir elektron) yoksa, bunlar, yani dalga ya da parçacık özellikleri, ancak etkileşme esnasında gerçekleşiyorlarsa, o zaman mutlak olarak var olan nedir? Hiçbirşey diyor Heisenberg, mutlak anlamda hiçbirşey yoktur!. Örneğin, belirli bir kuantum seviyesindeyken, öyle dalgaparçacık özellilerine sahip, belirli bir yörünge hareketi yapan, bu yörünge üzerinde, uzayzaman içinde her an gerçek bir konuma sahip, belirli bir momentumu olan bir elektrondan bahsedilemeyeceğini açıkça belirtiyor. Ve diyor ki, sadece, belirli bir uzaya ( Konfigurationsraum ) yayılmış, potansiyel bir gerçeklikten bahsedebiliriz. Ölçme, etkileşme işlemi esnasında gerçekleşen bütün objektif özelliklerin (parçacık, dalga vs.) içinde potansiyel olarak yer aldığı bir ihtimaldalgasıdır söz konunu olan. Yani, belirli bir kuantum seviyesindeyken elektronun potansiyel gerçekliğini ifade eden ihtimaldalgası, bu haliyle, bize hiç bir zaman uzay-zaman içinde objektif anlamda gerçek bir elektron tanımı yapmıyor. O sadece, eğer bir ölçme iģlemi, yani etkileģme gerçekleģtirilirse, bu sınırlı uzay içinde (Konfigurationsraum) elektronun bir parçacık, ya da bir dalga olarak ortaya çıkarılabilecek özelliklerine iliģkin mümkün değerlere yönelik ihtimal yoğunluğunu veriyor. ile ifade edilen bu yoğunluğun baģka bir anlamı yoktur. 2 Yani, gerçekte var olan bir parçacığın nerede, hangi uzay-zaman koordinatlarında tesbit edilebileceğini göstermiyor o! Einstein bütün bunları kabul edemezdi! Edemezdi, çünkü kuantum mekaniğinin bu temel gerçeğini kabul etmek onun için kendi kendini inkar etmek anlamına gelirdi! Neden mi? O zaman sorarlardı insana, peki hal böyleyse, yani ihtimaldalgasının içinde parçacık karakterine sahip bir gerçeklik yoksa, bu durumda ışık nasıl yayılıyordu uzayda? Öyle ya, Einstein ın ışık teorisine göre, belirli bir kaynaktan çıkan fotonlar, hem bir parçacık, hem de bir dalga olarak yol almaktaydılar uzayda. Işığın kaynaktan çıktığı an için iki taraf arasında bir tartışma yoktu belki. Yani, elektronların titreşmesi sonucunda ışık kaynaktan çıkıyordu. Ama, kaynaktan çıktığı andan itibaren durum farklıydı. Kuantum mekaniğine göre, o andan itibaren artık o potansiyel bir gerçeklikti. Ne zamana kadar? Örneğin, gözümüze gelene kadar. Ya da, herhangi bir nesneye çarpıncaya kadar. Çarpışma anında, tekrar bir etkileşme oluyor ve ihtimaldalgasının içindeki değerler objektif gerçekler haline dönüşüyorlardı.. Bütün bunlar kuantum mekaniği nin alfabesi idi..ama Einstein bütün bunları kabul edemezdi. Düşününüz bir kere, foton dediğiniz şey, zaten kütlesi olmayan bir enerji paketidir. Ve yıllarca süren tartışmalardan sonra, yapılan deneylerin sonucunda bir realite olarak ortaya çıkmıştır. Hatta, Einstein a Nobel Ödülü nü kazandıran şey de bu realite nin keşfidir! Yani Einstein Özel ve Genel izafiyet teorileri ni bulduğu için almıyor Nobel ödülünü! Işığın, 27 Bu görüşler size neyi hatırlatıyor bilemem ama, bana o meşhur Marksist-Leninist bilgi teorisini hatırlatıyor! Açın Lenin in Materyalizm ve Ampriokritisizm ini okuyun, aynı kafa yapısını orada da göreceksiniz. Bu bir tesadüf falan değil aslında. Einstein ın Leninist olduğunu falan da göstermez! Bu bir dünya görüşüdür, dünyaya bakış açısıdır..

27 27 fotonların tanecik yapısını bulduğu, tesbit ettiği için alıyor. Ve sen çıkıyorsun, diyorsun ki, bu tanecik dediğin şey, ancak etkileşme anında oluşuyor. Ondan önce böyle birşey yoktur! O da diyor ki o zaman, kaynaktan gözümüze kadar gelen nedir peki? Bir hayalet mi geliyor gözümüze kadar! Uzayda yol alan realite nedir? Ve bu, uzayda nasıl hareket ediyor? Bu tartıģma hala devam ediyor! Bitmez de! Çünkü tartıģma, her ne kadar kuantum mekaniği etrafında, onun terminolojisi kullanılarak yapılıyorsa da, aslında iģin esası ideolojiktir, dünya görüģüyle ilgilidir. Bu sorunun çözülebilmesi, anlaşılabilmesi için sınıflı toplum kafa yapısının değişmesi gerekiyor. Bu da öyle kolay bir şey değil! Örneğin, yukarda dedik ki, fotonun kaynaktan çıkma anına ilişkin olarak iki taraf arasında bir tartışma yok. Yani, kaynaktan objektif bir gerçeklik olarak bir fotonun çıktığı konusunda herkes hem fikir. En azından, bütün ders kitaplarında böyle geçer bu. Peki doğru mudur acaba bu tesbit? Bence bu da doğru değil! Fotonun kaynaktan tıpkı bir mermi gibi bir tanecik olarak çıktığını kim belirliyor? Nereden biliyorsunuz fotonun kaynaktan öyle objektif bir gerçeklik olarak çıktığını? Bana göre, gelen ölçme fotonuyla elektron arasındaki etkileşmenin outputu-çıktısı olan foton, o anın içinde halâ potansiyel bir gerçekliktir. O ancak ekranla etkileştiği an (ya da gözlemcinin ölçme aletiyle etkileştiği an) objektif bir gerçeklik haline gelir. Kaynaktan çıktığı an, ya da kaynaktan ekrana kadar geçen süre kavramları, bunlar hep bize göre mekanik olarak kullanılan kavramlardır. Çünkü, kaynaktan ekrana kadar gelen fotonun (potansiyel gerçekliğin) bu seyahati onun kendisi açısından uzay-zaman içinde yapılan bir yolculuk değildir! Ama siz, daha işin başında kafanızda mutlak zaman, mutlak mekan-uzay- anlayışıyla olaya yaklaşırsanız, günlük hayatın alışkanlıklarını sorgulamadan bilim yapmaya kalkarsanız, bütün bunlar tabi anlaşılmaz, saçma sapan şeyler olarak görünür size! Bu yüzden, eğer bu türden yeni fikirlere tahammül edemiyorsanız, eğer var olanları sorgulama cesaretiniz yoksa, bu yazıyı okuyarak hiç vakit kaybetmeyin! İşinize gücünüze bakın! PEKĠ O ZAMAN, BĠR ELEKTRONUN VARLIĞI NEDĠR? Elektronlar, atomun içindeki informasyon iģleme mekanizmasının motor sistem unsurlarıdır dedik 28. Sistemin dominant unsuru olan atom çekirdeğiyle birlikte, dıģardan gelen etkiye karģı hazırlanan reaksiyonu gerçekleģtirirler. Ve bu gerçekleģtirme iģlemi esnasında da objektif bir realite olarak var olurlar. Yani bir elektron, elektriksel-manyetik alanından, tanecik-dalgasal yapısına kadar, sahip olduğu bütün özellikleriyle ancak etkileģme esnasında objektif izafi bir gerçeklik olarak ortaya çıkar. Bu aslında, sadece bir elektron için değil, bütün diğer varlıklar için de böyledir. Çünkü, objektif gerçeklik olarak var olmak, etkileģmeyle birlikte kazanılan izafi bir oluģumdur. Ve daima bir durumdan bir baģka duruma geçerken gerçekleģir. 28 Bu konuda bak, 4.Çalışma

28 28 Doppelspalt Experiment te (Çift Yarıkla Deney), kaynaktan çıkma anında objektif bir gerçeklik olarak kabul edilen elektron (ya da foton), o andan itibaren, ekrana gelene kadar potansiyel gerçeklik olarak varolur (uzay zamana bağlı olmayan bir atalet hareketi yaparak ekrana kadar gelir). Yani, elektron ya da foton, ekrana gelene kadar, tıpkı yolda giden o arabalar gibi (ya da o mermi gibi) dalgasal hareket yapan objektifmutlak gerçeklikler (parçacıklar) olarak yol almazlar! Çıktı-output, ya da son durum, belirli bir etkileģmenin sonunda ortaya çıkan bir sentezdir. Ve her Ģey-sentez -varlık gibi o da ancak daha sonra baģka bir objeyle etkileģme esnasında objektif bir gerçeklik olarak tanımlanabilir. Bu yüzden, kaynaktan çıkan elektron, en sondaki ekrana gelene kadar, yol boyunca belirli bir durumun içinde atalet halindedir ve ancak bir ihtimaldalgasıyla temsil olunur 29. Bir dıģ gözlemci için hiç bir objektif anlamı olmayan bu potansiyel gerçeklik hali bütün diğer atalet hareketleri gibi sistem içi bir realitedir, bir sırdır, bir hayalet tir! Uzay-zaman içinde oluģan objektif gerçeklikten farklı olarak, belirli bir kuantum seviyesinde (bir konfigürasyon uzayında) atalet hareketi yapan bir elektronun-belirli bir an a iliģkin olarak ne objektif-mutlak bir kütle-enerjisi vardır, ne de bir elektrikselmanyetik alanı 30. Hatta, daha da ileri giderek Ģunu bile söyleyebiliriz: Örneğin, bir hidrojen atomunda (bütün o klasik açıklamalara rağmen!) belirli bir kuantum seviyesinde atalet hareketi yaparlarken, elektronla proton arasında öyle pinpon topu atıp tutar gibi gerçek bir foton-kuvvet alıģveriģi de olmaz! Bu durumda elektron ve proton, içinde yer aldıkları sisteme ait bir denge durumu olarak, belirli bir enerji seviyesinde-kuantum seviyesinde- iken hiçbir (dıģ) kuvvetin etkisi altında olmaksızın, içiçe iki potansiyel-dalgasal hareket olarak özgürce atalet hareketlerini yapmaktadırlar. 31 Bu varoluģ hali, belirli bir anda, belirli bir noktada (uzay-zaman içinde) gerçekleģen hareketin-varoluģun- ötesinde bir durumdur. Bunu, sadece, düzgün dairesel -ivmeli mekanik bir hareket olarak ele almak ve açıklamak da mümkün değildir. Elektron ve proton un içinde bulundukları hareket, sağı-solu, yukarısı-aģağısı, önü-arkası olmayan bir uzayda (konfigürasyon uzayında), zamana bağlı olmadan yapılan bir atalet hareketidir o kadar. Bunların her biri, bir diğerinin elektrikselmanyetik-gravitasyonal alanı olan uzay yolunda 32, önlerinde gidecek baģka yol olmadığı için, tıpkı otoyolda gider gibi, ya da serbest düģme hareketi yapar gibi hareket etmektedirler. Bu anda onları biribirlerine bağlayan gerçek bir kuvvet mevcut değildir. Ancak, ne zaman ki birisi azıcık yoldan sapmaya kalkar, hemen o an karģı tarafın bağlayıcı etkisi de ortaya çıkar. 33 Ve dur bakalım der karģı taraf, nereye gidiyorsun! Bir elektronun belirli bir kuantum seviyesindeki hareketi, onun, görünmeyen-objektif bir gerçek olarak varolmayan- bir zincirle partnerine bağlanmıģ vaziyetteki özgür hareketidir. Aslında bu ilke sadece elektronla da sınırlı değildir. Bütün AB sistemlerinde, bütün A ve B ler için geçerli evrensel bir ilkedir bu. 34 Ancak 29 Bu şekilde kaynaktan çıkarak uzayda yolalan bir elektronla belirli bir kuantum seviyesinde yörünge hareketi yapan bir elektron arasında hiçbir fark yoktur. Bunların her ikisi de o an birer ihtimaldalgasıdır. 30 Atalet hareketi yapan bir elektronun elektriksel-magnetik alanı elektronu temsil eden ihtimaldalgasının bir parçasıdır ve bir dış gözlemci için bu da potansiyel bir gerçekliktir. 31 Buradaki içiçe kavramının altını çiziyorum.. 32 Gravitasyonal alan elektriksel-magnetik alanın içindedir! Fotonlar gravitonlardan oluşan kuantumlardır. Bu konuyu az sonra daha geniş olarak ele alacağız Mekân-uzay-kavramı gibi zaman kavramı da o an ortaya çıkar zaten.. 34 Bir AB sisteminde, sistemi meydana getiren unsurların her biri, kendi varlığıyla karşı tarafın özgürce hareket etme sınırlarını da belirler. Bunun dışında, tarafların sistem içinde zorlayıcı hiç bir kuvvete tabi olmadan hareket edebilmeleridir özgürlük. Örneğin, bu anlamda, bir elektron, belirli bir kuantum seviyesindeyken, proton tarafından belirlenen sınırlar içerisinde özgürce hareket etmektedir. Peki, eğer özgür olmak, özgürce hareket etmek atalet hareketi yapmaktan başka bir şey değilse, mevcut durumu muhafaza etmek midir özgürlük? İnsan özgürken bunun farkında-bilincinde olamaz. Ancak bir etkileşme anında, kaybetmen söz konusu olduğu zaman (ya da kazanma anında) farkına varırsın onun. Her etkileşmede bir etki (bir kuvvet) ve bir de karşı kuvvet (bir tepki) söz konusudur. Bu yüzden, etkileşme içinde sahip olunan role göre taraflar kendileri açısından mevcut sınırları değiştirme, yeni

29 29 düzgün doğrusal bir hareketin atalet hareketi olarak değerlendirilebileceği anlayıģı, mekanik dünyaya iliģkin bir illüzyondan baģka birģey değildir. Çünkü gerçekte düzgün doğrusal diye birģey yoktur! Ġki nokta arasındaki en kısa yol daima eğrilmiģ bir uzayda katedilmesi gereken mesafedir. Ama bütün bunların hiçbirinin belirli bir kuantum seviyesinde, belirli bir konfigürasyon uzayında, zamana bağlı olmaksızın atalet hareketi yapan bir elektron için zaten önemi yoktur! Başka bir örnek verelim ve içinde yaşadığımız toplumu ele alalım! Bizim o tarihsel, toplumsal gelenekler dediğimiz şeyler, yüzyıllarca birlikte yaşamın içinde ortaya çıkmış, herkesin uyması gereken kurallardır (ki bunlara toplumsal DNA lar-ya da kısaca kültür denilir). Aynı şey, toplumsal yaşamı düzenleyen kurallardan başka birşey olmayan toplumsal yasalar için de geçerlidir (tabi bunlar bilinçli-bilişsel olarak belirlenirler). Herkes tarafından ne olduğu bilinen bu yasalara uyulduğu sürece sorun yoktur. Yani ortada, mevcut durumun devamı açısından insanları zorla hareket ettiren bir güç, bir kuvvet yoktur. Ama ne zaman ki birisi bu kuralların dışına çıkmaya kalkar, işte o zaman sistemin içinde gizli olan o güç de ortaya çıkar ve kurallara uymayanı cezalandırır, onu tekrar sınırların içine çeker! Üretici güçlerin gelişme düzeyiyle belirlenen her toplumsal yaşam seviyesi maddi varoluş koşullarına uygun olarak kendi kültürel ya da bilişsel sınırlarını yeniden belirler. Çift Yarıkla Yapılan Deney de ( Doppelspalt Experiment ) kaynaktan çıkan tek bir elektronun (ya da tek bir fotonun ) iki delikten birden aynı anda nasıl geçtiği tartıģılırken, ön koģul olarak, kaynaktan çıkan elektronun, biz onun varlığını ölçerek bilemesek de, gene de mutlak bir realite olarak varlığını koruyarak deliklerin önüne kadar geleceği düģünülüyor! Bunun da nedeni, makroskobik-mekanik dünyadaki alıģkanlıklarımız, bunlara göre oluģan dünya görüģümüz! Elektron deyince gözümüzün önünde mikro planda blardo topu gibi bir Ģey canlanıyor! Ha, bu bir de dalga hareketi yapıyormuģ, olsun! Yani, bir tanecik, dalga hareketi yaparak dans eder gibi uzayda hareket ediyor diye düģünüyoruz! Mesele burada yatıyor. Kaynaktan çıktığı andan itibaren atalet hareketine baģlayan elektronun, kendi uzayına yayılmıģ, onunla bütünleģmiģ, Ģekilsiz, hiç bir sıfatla açıklanması mümkün olmayan, niteliksiz bir enerji alanı olduğunu düģünemiyoruz. Çift yarıklı ekranın önünde artık öyle bir parçacık olarak bir elektrondan bahsedilemeyeceğini kavrayamıyoruz. Bir elektronun bize inanılmaz gözüken bu var oluģ mekanizmasını Ģöyle açıklamaya çalıģalım. Ġhtimaldalgası içinde içiçe geçmiģ bir elektriksel-magnetik-gravitasyonal alandan baģka birģey olmayan, kendi uzayına yayılmıģ bir enerji dalgası olarak atalet hareketi yapan elektron (bu haliyle o bir dıģ gözlemci için potansiyel bir gerçekliktir, bir sırdır-bir hayalettir ), daha sonra, bir dıģ etkenle etkileģmeye giriģtiği an, birden tıpkı bir kirpi gibi toparlanıveriyor! Kendi etrafındaki uzayında, fizik kitaplarında tanımlandığı Ģekilde objektif bir gerçeklik olarak bir elektriksel alan oluģturuyor. Ve etkileģmenin niteliğine göre, ya bir parçacık, ya da bir dalga Ģeklinde objektif bir varlığa sahip oluyor. Sonra, etkileģme sona eripte yeni bir denge durumu oluģunca da tekrar eski haline dönüyor. Elektriksel alanı vs. bütün o objektif öz değerleri gene o ihtimaldalgasının içinde kayboluyorlar 35. VAROLUġUN GENEL ĠZAFĠYET TEORĠSĠ Varoluşun izafiliğine ilişkin evrensel mekanizmayı Dördüncü Çalışma da 36 bütün ayrıntılarıyla inceledik. Buna göre, bu evrende varolan her şey, kendi içinde bir sistem-bir informasyon sınırlar, kurallar koyma, ya da mevcut olanı muhafaza etme mücadelesi verirler. Bu nedenle, muhafazakarlıkla, farkında olmadan özgür olmak, ya da bilinçli olarak özgürlük mücadelesi vermek farklı şeylerdir. Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz. 35 Kayboluyorlar derken, buradan, bir hayalet gibi her şey birden yok oluyor anlamı çıkarılmamalıdır! Objektif gerçeklik olarak yok olmak demek, bir dış gözlemci için bir anlam ifade etmemek demektir. Yoksa, atalet halinin potansiyel gerçekliğini temsil eden ihtimaldalgasının içinde, sistem içi realiteler olarak varlıklarını sürdürüyor onlar Sistem Teorisinin Esasları ya da Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi-Herşeyin Teorisi

30 30 işleme mekanizması olarak gerçekleşiyor, dışardan -çevreden gelen-alınan madde-enerjiinformasyon içerde daha önceden sahip olunan bilgiyle değerlendirilerek işlenirken varolunuyordu. Yani, varolmak demek, herşeyden önce, çevrenin etkilerine karşı bir reaksiyon geliştirebilmek demekti, öyle kendinde şey - objektif mutlak gerçeklik olarak varolmak diye birşey sözkonusu olamazdı!. Son nefesini vererek ölen bir insan için, o an neden, o artık yokoldu diyoruz! Eğer varolmak bir moleküller yığını olarak varolmak olsaydı, o an o ölünün de halâ varolması gerekirdi 37! Çünkü bir moleküller yığını olarak kütlesi-maddi varlığı halâ önümüzde yatıp durmaktadır onun! Halbuki o artık yokoldu diyoruz biz! Niye yok oluyor peki? Bir varlık gösteremiyor da ondan, değil mi! Demek ki, ancak bir varlık gösterebildiğin sürece varoluyorsun. Ancak, çevreden gelen-alınan maddeenerjiyi-informasyonları iģleyerek, iģleyebildiğin sürece (iģlerken) bir reaksiyon olarak varoluyor, objektif bir gerçeklik halinde ortaya çıkabiliyorsun. Bu süreç, yani çevreyle etkileģme süreci, her objeyle-nesneyle iliģki içinde yeniden gerçekleģtiği halde (nesnelerle iliģkilere göre sınırlı-kesintili-kuantize olduğu halde), bunlar biribirini takiben, arada objektif bir zaman dilimi olmadan gerçekleģtikleri için, biz varoluģu-yaģamı kesintisiz-sürekli bir oluģum olarak algılarız. Her objeye-nesneye karģı gösterdiğimiz reaksiyonla yeniden yaratıldığımız-(varolduğumuz) halde, varolu- Ģumuzu bu mekanizmadan ayrı düģünerek sürekli-mutlak bir gerçeklik olarak kabul ederiz. Önce, hayallerden oluģan bir dünya-koza oluģtururuz kendimize ve sonra da kafamızı bunun içine sokarak yaģarız!... YA ELEKTROSTATĠK MĠ DEDĠNĠZ? Peki o zaman Elektrostatik nedir? Coulomb un kuvvet yasası nedir? Aynı adlı elektriksel yükler biribirlerini iterlerken, farklı yüklerin biribirlerini çekmelerini nasıl izah edeceğiz? Örneğin, eğer bir elektronun ihtimal dalgası içinde objektif bir gerçeklik olarak bir elektriksel alanı yoksa, nereden bilecek o karģısındaki yükün eksi mi, yoksa artı mı olduğunu? 38 Bir atomun içinde, belirli bir kuantum seviyesinde atalet hareketi yapan elektronla proton, biribirleriyle, aradaki elektriksel-magnetik-gravitasyonal alanları vasıtasıyla sürekli temas halindedirler. Bu durumda bu üç alan, yoğunlaģmıģ enerjinin ayrılmaz bir parçası olarak tek bir bütünün (alanın) bileģenlerini oluģtururlar. Belirli bir kuantum seviyesindeki bir atom, bu haliyle, içiçe geçmiģ vaziyetteki iki ihtimaldalgasından, aynı fazda hareket eden iki uzay-enerji alanından ibarettir. Bu iki alanın giriģimi aradaki uzayda bir enerji yoğunlaģmasına neden olduğu için de burada adeta bir çukur oluģur. Uzayın geometrisi değiģmiģ olur. Elektron ve protonun mevcut hareketlerini devam ettirme istekleri (fizik kitaplarında buna onların düzgün doğrusal olarak kendi yollarına devam etmeleri deniliyor), onların, karģılıklı iliģki içinde birlikte yarattıkları uzay çukuruna düģme eğilimleriyle dengelenince de, sistemin-atomun denge koģulları oluģur. Elektron ve proton, objektif anlamda bağlayıcı nitelikte hiç bir kuvvetin etkisinde olmaksızın yörüngede kalırlar. 39 Peki, bu durumda iken, bir an için elektron 37 Ya da, varolmak, maddi gerçekliğin ötesinde, ondan bağımsız ruh adı verilen bir idee ile özdeş olsaydı, maddi olarak yok olunduktan sonra da başka bir dünyada varolmaya devam ediyor olunması gerekirdi!..bunlar, idealizm ve materyalizm adı verilen ikiz kardeşlerin modası geçmiş tipik bakış açılarıdır.. 38 Burada altını çizmek istediğimiz nokta objektif gerçeklikle potansiyel gerçeklik arasındaki farktır. Belirli bir kuantum seviyesinde iken elektronun elektriksel-magnetik alanı potansiyel bir gerçekliktir.. 39 Ne zaman ki taraflardan birisi yoldan çıkmaya kalkar (ki böyle birģey ancak bir dıģ unsurun mevcut dengeyi bozacak bir etkide bulunmasıyla gerçekleģebilir), iģte o zaman kılıçlar çekilir! Her iki unsur da, aynen bir kirpi gibi, kendi kabuklarının içine

31 31 ve protonun içinde bulundukları atalet hareketini (bu hareket pratikte, yörünge hareketi, yani dönme Ģeklinde gerçekleģir) bir yana bıraktıklarını düģünseydik o zaman ne olurdu? Hiç düģünmeye gerek yok, bunlar biribirlerini çekerlerdi ; pat diye biribirlerinin üzerine (yani aradaki uzay çukuruna) düģüverirlerdi! Yörünge hareketi yaparlarken (yani biribirlerinin etrafında dönerlerken) onların bu çukura düģmelerini engelleyen tek Ģey mevcut düzgün doğrusal atalet hareketlerini devam ettirme gayretleridir. Bu durum değiģtiği, denge bozulduğu an, yapacak baģka Ģeyi kalmayan parçacıklar birlikte kazdıkları çukurun içine düģüverirler! ĠĢte, artı ve eksi yüklerin biribirlerini çekme olayı bundan ibarettir. Yok eğer etkileģme iki elektron, ya da iki proton arasında oluyorsa, yani aynı elektriksel yüke sahip parçacıklar arasındaysa da, bu durumda bunlar, aradaki faz farkından dolayı, biribirleriyle yıkıcı giriģim yaparak etkileģirler. Bu ise, aradaki uzayda, enerji yoğunluğunun çevreye göre çok daha az seviyeye indiği bir tepenin oluģmasına yol açar. 40 Çünkü uzayda, çevreye göre enerjinin daha az yoğun olduğu bölgeler tepeleri, yükseklikleri temsil ederler. ĠĢte bu yüzdendir ki, aynı elektriksel yüke sahip parçacıklar, karģılıklı etkileģme sonucu birlikte yarattıkları tepeden aģağıya doğru biribirlerinden uzaklaģarak düģmeye baģlarlar. Buna da biz itme diyoruz! Görüldüğü gibi, olay uzayın yapısıyla ilgilidir. Uzayın topoğrafyasını ise enerjinin yoğunluğu çekiliverirler! Böylece, bir durumdan baģka bir duruma geçiģ aralığında atalet bütünlüğünden kopulur, objektif gerçeklik haline dönüģülür. 40 Buradaki tepe iki çukur arasındaki bölgedir. Her iki parçacıkta birer madde-enerji yoğunluğu olarak belirli bir çukuru temsil ederlerken, bunların arasında kalan bölge de bu çukurlara göre bir tepeyi temsil eder..

32 32 belirliyor. Enerjinin daha yoğun olduğu bölgeler, tıpkı bir çarģafın üstündeki bilardo topunun çarģafta yarattığı eğim gibi uzayda çukurların oluģmasına yol açarken, yoğunluğun az olduğu yerler de de tepeler ortaya çıkıyorlar!. Ġtme ve çekme olayını kavrarken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, olayın eksi ve artı yüklere sahip mutlak gerçeklikler arasındaki mekanik etkileģmelere indirgenemeyeceğidir. Belirli bir kuantum seviyesindeki bir atomun içinde elektronla proton arasındaki ektrostatik iliģki olayı da böyle mekanik bir anlayıģla açıklanamaz. Yani öyle, ipin ucuna bağlı bir taģı döndürmeye benzemiyor bir atomun yapısı! Artı yüklü proton, elektrostatik bir (K) Coulomb kuvvetiyle elektronu çekerken, elekron da, Newton un Üçüncü Hareket Yasası gereğince, aynı Ģekilde protonu bir (K) Coulomb kuvvetiyle çekiyor-etkiliyormuģ! Yok böyle Ģey! Bunlar fizikçiler için hikayelerdir artık (ama tarihsel geliģme açısından faydalı hikayeler olmuģtur bunlar)! Eğer böyle olsaydı, yani elektron ve proton, belirli bir kuantum seviyesindeyken biribirlerini bir kuvvetle etkiliyor olsalardı, kısa bir süre sonra sistem enerji kaybeder ve çökerdi! Ġyi ki Newton-klasik fizik yanılıyor, düģünsenize felaketi o zaman! Bunlar (elektron ve proton) biribirlerine zincirle bağlı iki köle gibiler! Biribirlerinden uzaklaģmaya kalkmadıkça (yani aradaki zinciri zorlamadıkları sürece) zincirin hiç farkına varmıyorlar! Ne zamanki biribirlerinden ayrılmaya-kaçmaya kalkarlar, ancak o zaman, arada onları birarada tutan bir zincirin varlığı ortaya çıkıyor!.ama öyle ilginç ki, bunların kendi iradeleriyle biribirlerinden ayrılma gibi bir durumları da zaten sözkonusu değil, çünkü bunlar kendi varoluģ koģullarını bu birliktelik içinde yaratıyorlar. Ayrılık iradesi ancak bir dıģ müdahaleye bağlı olarak ortaya çıkıyor. Aradaki bağ ancak bu durumda farkedilerek çözülmeye kadar gidebiliyor!.. Elektron düzgün doğrusal bir Ģekilde gitmek istiyormuģ da, ama bir yandan da proton tarafından gerçek bir (K) kuvvetiyle merkeze doğru çekildiği için fırlayıp gidemiyor, yörüngede kalıyormuģ! Elektron ve proton için bu türden (dönmekte olan ipe bağlı taģ benzeri) açıklamaların artık fizik kitaplarından çıkarılması gerekiyor! Birincisi; elektron un buradaki düzgün doğrusal hareketi tamamen izafidir. Yani öyle bizim anladığımız şekilde düzgün doğrusal bir yol ve buna uygun bir hareket falan yoktur uzayda! Çünkü uzayda yön diye birşey yoktur! Düzgünmüş, doğrusalmış vs. bunlar hep izafi kavramlardır. Yörünge üzerindeki düzgün doğrusal hareketten kasıt, eğer aynı anda merkeze doğru bir düşme hareketi olmasaydı, o an sahip olunan hareketin olduğu gibi devam edeceğidir. Elektron, herhangi bir kuvvet tarafından zorlandığı, ya da yörüngede tutulduğu için değil, kurulu denge içinde önündeki uzay yolu öyle olduğu için mevcut hareketini muhafaza ederek yörüngede kalmakta, atalet hareketini yapmaktadır. O, mevcut denge oluģurken bir kuvvete tabi olarak sahip olduğu en son hareket ne ise onu muhafaza etmeye çalıģmaktadır. Yeni bir denge durumunun oluģması demek, iki karģıt kuvvetin biribirini dengeleyerek artık bunların biribirlerine göre bir kuvvet olmaktan çıkmaları demektir. Ve elektron da artık, o andan itibaren oluģan kuvvetten arınmıģ böyle bir ortamın içinde (belirli bir kuantum seviyesinde), zaman ve mekân ötesi yeni bir yaģama-atalet hareketine baģlamaktadır! Bir ihtimal dalgasıyla ifade edilerek ancak potansiyel bir gerçeklik olarak açıklanabilen belirli bir kuantum seviyesinin içindeki zaman ve mekan ötesi hareketi-varoluģu materyalist dünya görüģünün sınırları içinde kalarak açıklayamazsınız. Çünkü, materyalist dünyadaki nesneler, uzay-zaman içinde, her an belirli bir yere-pozisyona-sahip olarak varolan- kendinde Ģey (varolmak için baģka nesnelere -etkenlere gerek duymayan) nesnelerdir...

33 33 Tıpkı bir uzay gemisi gibi yani! 42 Bir uzay gemisi de, motorları durdurulmadan önce sahip olduğu en son hareket ne ise, motorlar durduktan sonra da onu muhafaza ederekek devam etmektedir yoluna. Hangi yoluna mı! Öyle yol diye mekanik bir şey yok ki ortada! Yolu, yani yörüngeyi belirleyen şey, onun bir yandan yere doğru düşerken, diğer yandan da en son hareketini devam ettirme halidir. Bu iki hareketin bileşkesidir yol -uzay yolu!. Diyelim ki, uzay gemisi yerkürenin gravitasyonal alanının tamamen dıģına çıktı. Bu durumda ne olur peki? Gene aynı Ģey! Uzay gemisi bu kez de, bir yandan gene en son hareketini devam ettirirken, diğer yandan da, tıpkı yere doğru düģmede olduğu gibi, bu kez de içine girdiği yeni sistemin merkezine doğru düģmeye baģlar ve sonunda gene bu iki etkenin bileģkesi olarak kendine yeni bir yol-uzay yolu bulmuģ olur. Yani, adına uzay yolu dediğimiz Ģey, daima bu iki etkenin bileģkesidir. Hiç bir zaman, boģ uzayda - bütün çekim alanlarından uzakta, düzgün doğrusal olarak gidilebilecek, varlığı kendinden menkul mutlak bir boģ uzay yolu yoktur bu evrende! Çünkü böyle bir evren yoktur!. Elinizde tuttuğunuz kalemi bıraktığınız an kalem yere doğru düşmeye başlar, niye? İnformasyon İşleme Bilimi açısından olayı açıklamaya çalışalım: Elinizle kalemi tutmaklatutarken bir iş yapmış, bir dış kuvvet (K=m.a) olarak onu etkilemiş (onu yolundan alıkoymuş) oluyorsunuz. Kalem ne yapar peki bu durumda? O da, o an, sizin bu etkinize karşı bir output -tepki-reaksiyon olarak gerçekleşir (bu reaksiyon-objektif gerçeklik hali K=m.a ya göre ortaya çıkan ivmeli bir harekettir aslında!). Ki bu da kendini bu reaksiyonun gerçekleşme biçimi olarak kalemin ağırlığıyla ifade eder. Elinizi çektiğiniz an, artık ortada kendisini etkileyen bir dış kuvvet kalmadığı için (buna karşı reaksiyon olarak ağırlık diye birşey de anlamını yitirir) ve kalem özgürce, önündeki uzay yolunu takip ederek, serbest düşme hareketine devam eder. Bu durumda, yere düşene kadar kalemin objektif olarak hiçbir ağırlığı yoktur artık! Yoktur, çünkü ağırlık, K=m.a dan yola çıkarsak, bir cismin bir dış kuvvete karşı gösterdiği reaksiyonun ürünüdür. Kuvvet ortadan kalkınca ağırlıkreaksiyon da kalmaz! 43 Burada hemen iki soru geliyor akla, birincisi şu: Kalem neden yere doğru düşüyor, neden başka bir yöne doğru gitmiyor da yerin merkezine doğru yol alıyor? Bu sorunun cevabı şöyle olmalı: Önündeki uzay yolunun yapısı böyledir de ondan! O, yani kalem, hiçbir kuvvet sarfetmeden (ve hiçbir kuvvetin etkisi altında olmadan), mevcut hareketini sürdürerek önündeki yolu takip etmekte, bulunduğu tepeden aşağıya doğru yuvarlanmaktadır o kadar! Diyeceksiniz ki, ama Newton ve klasik bilim böyle demiyor! Kalemin, adına yerçekimi denilen bir kuvvetle yerin merkezine doğru çekildiğini söylüyor Newton; kalemin, düşerken belirli bir kuvvetin etkisi altında olduğunu söylüyor klasik bilim! Ama, ne diyecekti ki Newton başka o dönemde! Bilimsel gelişme süreci insanlığın evrim sürecinin bir parçası değil midir!. Doğa nın kendi bilincine varması olan insan, varoluşunun her aşamasında kendi bilinciyle birlikte-bilimini de yaratarak ilerlemiyor mu... Ġkinci soru ise kütle ile ilgilidir: Ağırlığı anladık, peki ya kütle nedir, o nasıl oluģuyor? Elimizi çektiğimiz zaman atalet hareketine baģlayarak yere doğru düģen kalemin bu esnada artık bir ağırlığa sahip olmadığını söylemiģtik, kütle de öylemidir peki; değilse eğer, o zaman kütle nasıl oluģuyor, ve kütle ile ağırlık arasındaki fark nedir? 42 Bir uzay gemisi söz konusu olduğu zaman, yörünge üzerinde yer alan parçacıklardan-bunlarla olan etkileşmelerden dolayı uzay gemisinin hareketi hiçbir şekilde mutlak anlamda zaman-mekan ötesi bir atalet hareketi olarak gerçekleşmez. Zaten bu yüzdendir ki her uzay gemisinin belirli bir ömrü vardır. 43 İşte zaten bunun içindir ki bir cismin yerküre üzerindeki ağırlığı örneğin ay dakinden daha fazladır.

34 34 hem yere doğru düşmekte, hem de, o an içinde bulunduğu hareketini-atalet halinidevam ettirmektedir. Onun yerküre etrafındaki hareketivarlığı aynı anda gerçekleşen bu iki atalet hareketinin sonucudur Yerkürenin üzerinde bulunan herhangibir nesneyi-örneğin bir elektronu ele alıyoruz... Aynı anda, hem kendi etrafında hem de Güneş in etrafında dönmekte olan Yerküre Aynı anda hem kendi etrafında, hem de güneģ in etrafında dönmekte olan dünyamızı düģünüyoruz ve dünyanın üzerinde bulunan herhangi bir cismi-örneğin bir elektronu ele alıyoruz. Az önceki soruyu tekrar soralım Ģimdi: Bu elektronun kütlesi nedir? Newton un İkinci Hareket Yasası nda Kuvvet=kütle x ivme (K=m.a) ile ifade edilen (m) kütle nedir, nasıl tanımlanmaktadır? Bir cismi bir dış kuvvetle (K) etkileyerek ona bir ivme (a) kazandırdığımız zaman onun bu kuvvete karşı direnci olarak tanımlanmıyormuydu kütle! Bu açık! Ama dikkat ederseniz burada-bu tanımda-daima bir dış kuvvet sözkonusudur. Bu durumda (bu tanıma göre) dış kuvvet ortadan kalkınca kütle de ağırlık gibi ortadan kalkmakta-anlamını kaybetmektedir sanki! Olayı daha da somutlaştırabilmek için elektronu bir yana bırakarak onun yerine makroskobik başka bir cismi-örneğin bir taş parçasını-koyalım şimdi, ve düşünmeye devam edelim: Dünyanın üzerinde bulunan-yerde hareketsiz halde duran- bir taş parçasının kütlesi nedir, ne anlama gelmekte, nasıl oluşmaktadır? Bu durumda taşın üzerindeki tek gerçek kuvvet onun serbest düşme hareketini engelleyen aşağıdan yukarıya doğru olan kuvvettir dedik, bu açık. Bunun dışında başka bir kuvvet yoktur taşı etkileyen. Çünkü, serbest düşme hareketine neden olan gravitasyon bir kuvvet değildir. Bu durumda, taşı yere bağlayan gravitasyon olayı olmasaydı taşın mevcut hareketini devam ettirerek fırlayıp gidecek olması da-atalet hareketi de-bir dış kuvvetle açıklanamayacağına göre, taşın belirli bir kütleye sahip olmasının anlamı nedir? 44 Bir örnek verelim: Elektrik üretiminin yapıldığı bir barajı düģününüz; burada, dinamonun pervanelerinin üzerine düģerek onları döndüren suyun yaptığı nedir, aslında bir serbest düģme hareketi değil midir bu da? Elbette mi diyorsunuz! Ama sonuçları itibariyle su o an perveneleri sanki bir dıģ kuvvetmiģ gibi etkilemektedir! ĠĢte, benzer bir durum, yerkürenin üzerinde durmakta olan o taģ (ve bütün diğer nesneler) için de sözkonusudur. TaĢ, her an, hem yere doğru serbest düģme hareketi yapmakta, hem de dünyayla birlikte dönmektedir demiģtik. Onun yere doğru gerçekleģen serbest düģme hareketi yer küre tarafından taģ üzerine uygulanan bir çekim kuvvetinden (K=m.a, ya da K=GMm/r 2 ) kaynaklanmadığı halde (yerkürenin gravitasyonal alanından, uzayın eğiminden kaynaklanan bir atalet hareketi olduğu halde), bu durum onu-yani taģı-yerin merkezine bağlayan objektif bir etken-kuvvet- rolünü oynar, bu yüzden de 44 Böyle bir soruyu küçümsemeyelim! Sırf bu soruya cevap verebilmek için on milyar dolar harcanılarak Cern Deneyi yapılıyor. Neymiş, heryeri kaplayan bir Higgs Alanı varmışta, nesneler bu alanla etkileşerek bir kütleye sahip oluyorlarmış! Olmayacak duaya amin diyebilmek için on milyarı gözden çıkarmak büyük cesaret işi doğrusu!

35 35 taģ fırlayıp gitmez, yerküreyle birlikte-ona bağlı olarak- dönmeye devam eder. ĠĢte, K=m.a gibi belirli bir dıģ kuvveti temsil etmediği halde taģın serbest düģme hareketine neden olan ve sonuç itibariyle onu yerküreye bağlayan gravitasyonal alanın bu etkisidir ki, eğer bu bağlayıcı etken olmasaydı, sahip olduğu atalet hareketini devam ettirerek fırlayıp gidecek olan taģ üzerinde (sonuçları itibariyle) objektif bir kuvvet etkisi yapar. TaĢın, atalet direnci olarak tarif edebileceğimiz belirli bir kütleye (m) sahip olmasına neden olan da budur 45. Daha baģka bir deyiģle, taģın kuvvet olmayan bu atalet kuvvetine karģı direncine kütle diyoruz (m=k/a). Olayı, adım adım-gayet sakin bir şekilde- düşünerek bir kere daha ele alalım isterseniz: Yerde durmakta olan o taş neden atalet hareketini devam ettirerek fırlayıp gitmiyor da duruyor orada? Aslında taşı yerin merkezine doğru çeken-onu yerküreye bağlayan- bir kuvvet falan yok ortada! Gravitasyonal çekim denilen şey uzayın yapısı-eğimi. Taş da, yerküre tarafından bir kuvvetle çekildiği için değil, önünde bulunan uzay yolu öyle olduğu için yerin merkezine doğru gidiyor- serbestçe düşmeye çalışıyor. Ama işte onun bu çabasıdır kiataletidir ki- onun fırlayıp gitmesini engelleyen de bu oluyor! TaĢ aynı anda iki türden atalet hareketi yapıyor. Birisi, sahip olduğu hareketini muhafaza ederek fırlayıp gitme eğilimi-güdüsü, diğeri de yerin merkezine doğru olan serbest düģme eğilimi. TaĢın serbest düģme eğilimi-güdüsü, onun mevcut hareketini devam ettirerek fırlayıp gitmesine engel olduğu için, taģ sanki bir dıģ kuvvetin etkisi altındaymıģ gibi oluyor ki bu da onun belirli bir kütleye sahip olması sonucunu veriyor. Olay budur, bu kadar basittir! Bir elektrondan, bir atoma, yerde durmakta olan bir taģa kadar, bütün nesnelerin belirli bir kütleye sahip olmalarının nedeni budur. Burada yanıltıcı olan iki faktör var: Birincisi, E=mc 2 deki kütle kavramı ile K=m.a daki kütle kavramı arasındaki ilişkidir. E=mc 2 deki kütle (m) enerjinin yoğunlaşmış şekli olarak anlaşılmalıdır. Bu durumda kütle ve enerji bir ve aynı şeyin iki farklı varoluş şeklindenbiçiminden başka birşey değildir aslında (m=e/c 2 ). K=m.a daki kütle kavramı ise, o yoğunlaşmış enerjinin, bu varoluş haliyle bir dış kuvvetin etkisine maruz kaldığı zaman göstereceği reaksiyondur (kendini ifade ediş biçimidir). Örneğin, belirli bir enerji yoğunlaşarak belirli bir kütleye sahip olan bir elektron şeklinde gerçekleştiği zaman, bu kütle mekanik dünyada bir dış kuvvete karşı gösterilen reaksiyon olarak anlam kazanıyor 46. Kütle olayını ele alırken yanıltıcı olan ikinci nokta ise atalet kütlesi anlayıģıdır. Bu durumda, ortada herhangi bir dıģ kuvvet söz konusu olmadığı halde, nasıl olmaktadır da bir dıģ kuvvete karģı gösterilen reaksiyon -direnç- olarak tanımlanan bir kütleden bahse-dilebiliyoruz! Sorun buradadır! Bu sorunun cevabını yukarda verdik aslında. Bütün nesneler aynı anda iki tür atalet hareketine sahip olduklarından (mevcut hareketini devam ettirme ve serbest düģme) bu iki hareketin bir diğerini engelleyici etkisi nesneler üzerinde sanki o an bir dıģ kuvvete tabiymiģler gibi etki yaratmakta, bu da onların belirli bir kütleye sahip olmalarına neden olmaktadır. Ancak, burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha var: Serbest düģme hareketinin taģın fırlayıp gitmesini engelleyerek taģ üzerinde sanki bir dıģ kuvvetmiģ gibi etkide bulunmasının ne anlama geldiğini iyi anlamak gerekiyor. Gene bir örnekle devam edelim: Uzayda yörünge hareketi yapmakta olan bir uzay gemisini düşünüyoruz. Bir astronot dışarı çıkıyor ve uzay gemisini bütün gücüyle itmeye çalışıyor! Belirli bir kütleye-atalet direncine- 45 Bir cismin ağırlığının dünyada ay dakine göre daha fazla olduğunu biliyoruz. Bunun nedeni de açık, çünkü yerkürenin uzayının eğimi ayınkine göre daha fazla. K=ma ya göre ay da K daha küçük olunca a da daha küçük oluyor..ama bu arada kütle (m) değişmeden kalıyor niye? Çünkü, m=k/a ya göre nesneler ha 46 GüneĢin etrafında dönmekte olan yerküre örneğini ele alırken olay daha iyi canlanıyor sanki insanın gözünde. Eğer yerkürenin atalet direnci-alıp baģını gitme eğilimi- olmasaydı, bir kuvvet etkisi yaratan güneģin çekim gücü karģısında o anında güneģe doğru düģmeye- baģlardı. ĠĢte kütle denilen atalet direnci yerkürenin güneģten kaynaklanan atalet kuvvetine karģı olan direnci oluyor. Onu yörünge üzerinde tutan da onun bu direnci değilmidir..

36 36 sahip olduğu için uzay gemisi öyle kolay kolay yerinden kıpırdamayacaktır. Astronotumuzun itmeye devam ettiğini ve bu uzay gemisinin kütlesinin de öyle çok büyük olmadığını düşünelim, ne olur? Astronot itmeye devam ederken, itme kuvveti (uzay gemisi için bu bir dış kuvvettir) belirli bir büyüklüğe ulaşınca, K=m.a ya göre uzay gemisi bir a ivmesiyle yerinden kıpırdamaya başlar. İşte şimdi tam o kıpırdama anını düşünelim: Eğer tam o sınır anında astronot mevcut itme hareketini muhafaza ederek daha fazla itmeyi durdurursa, o an ortada gene bir K kuvveti vardır gemiyi iten, ama henüz daha belirli bir ivme söz konusu değildir, yani a=0 dır. Olaya klasik fiziğin kuralları açısından bakarsak a=0 demek K=0 demektir (K=m.a). Bu durumda kütlenin de sıfır olması gerekir, çünkü, K=m.a ya göre, ortada belirli bir ivme yoksa kütle de yok demektir! Ama gerçekte durum farklıdır. Ortada bir kuvvet vardır aslında (astronotumuz halâ uzay gemisini itmeye devam etmekte, bu işi yaparken de onun direncini hissetmektedir), ama bu kuvvet henüz daha uzay gemisine bir a ivmesi kazandıracak eşiği aşmamıştır. Yani sistem-uzay gemisi-o an üzerinde belirli bir dış kuvvet olduğu halde, bu kuvvet henüz daha onun atalet halini bozmasına neden olacak boyutta olmadığından mevcut atalet hareketine devam eder. İşte tam bu sınır anında uzay gemisinin kütlesine onun atalet kütlesi diyoruz. Daha önceki örnekte yer küre üzerinde bulunan nesnelerin atalet hareketlerine devam ederek fırlayıp gitmesini engelleyen gravitasyonal kuvvetin etkisi de böyle bir etkidir! Bu durumda nesneler, kuvvet olmayan bir kuvvetin - atalet kuvvetinin -etkisi altında belirli bir kütleye sahip olmaktadırlar. Ortada gerçek bir dıģ kuvvet söz konusu olmadığı halde, yer küreyle birlikte dönmekte olan nesneler üzerinde gravitasyonun neden olduğu etki onların belirli bir kütleye sahip olmalarına neden olmaktadır 47. Son bir nokta daha: Dünyanın güneģin etrafındaki dönüģü, ya da, yerküre üzerinde bulunan nesnelerin yerküre ile birlikte dönmeleri (ortada belirli bir büyüklüğe sahip gerçek bir ivme söz konusu olmasa da, gene de) vektörel bir büyüklük olan hızın yönünün değiģtiği düzgün dairesel ivmeli bir dönme hareketi değil midir? Sorunun cevabı hem evet, hem de hayır olacaktır! Neden hayır olduğu açık! Dünyanın güneģin etrafında dönmesi, ya da yerküre üzerinde bulunan nesnelerin dünya ile birlikte dönmeleri ipe bağlı bir taģın dönmesi olayından çok farklıdır. Ġpe bağlı taģın dönmesinde kolumuz aracılığıyla bir enerji harcayarak bir iģ yaptığımız halde, dünyayı döndürmek için ne güneģ bir enerji harcayarak bir iģ yapmakta, ne de dünyamız bir enerji harcayarak kendi üzerinde bulunan nesnelerin de kendisiyle birlikte dönmelerine neden olmaktadır. Bir dıģ kuvvetin bulunmadığı, dıģardan enerji verilerek bir iģ yapma durumunun bulunmadığı bir hareketin ivmeli bir hareket olduğunu da söyleyemeyiz. Ama öte yandan, az önce yukarda da açıklamaya çalıģtığımız gibi, bütün nesneler (bu arada dünyamız ve dünya üzerinde bulunan bütün diğer nesneler de) aynı anda iki tür atalet hareketi yaptıklarından (mevcut ataletini devam ettirme isteği ve serbest düģme) bu iki hareket bir diğeri üzerine sanki bir dıģ kuvvet etkisi yapar ve öyle olur ki, örneğin dünyanın güneģ etrafındaki hareketi, özünde hiçbir Ģekilde ivmeli bir hareket olmadığı halde (bir atalet hareketi olduğu halde) sanki ivmeli düzgün dairesel bir hareketmiģ gibi ortaya çıkar. Atalet kuvvetlerinin-kuvvet olmayan kuvvetlerin-neden olduğu bu türden hareketleri mekanik dünyadaki benzerlerinden ayrı olarak ele alabilmek son derece önemlidir. 47 Çok ilginç, atalet kuvveti gerçek olmayan bir kuvvetse eğer (K=0), bu durumda, böyle bir kuvvetin neden olduğu ivme (a) de geçek bir kuvvetin yarattığı bir ivme değildir (çünkü eğer K=0 ise, a=0 olur.). İşte, ortada gerçek anlamda bir kuvvet ve ivme olmadığı halde, sanki varmış gibi etkide bulunan atalet kuvvetinin yarattığı direnç oluyor kütle. Hani direnç bunun neresinde diye bir soru geliyor ya insanın aklına!..

37 37 KUANTUM GRAVĠTASYONU NUN TEMELLERĠ Sesli olarak düģünmeye devam ediyoruz: Elektrona ait ihtimal dalgasının, elektronun etrafındaki daha az yoğun enerji alanıyla birlikte, uzayın bir parçası olarak, potansiyel bir madde-enerji yoğunluğu olduğunu söylemiģtik 48. Şu an bizi esas ilgilendiren elektronun etrafındaki alan-uzay olduğundan merkezdeki yoğunluğu bir kenara bırakarak yolumuza devam ediyoruz: HerĢeyden önce, gravitonlarla kuantize, gravitasyonal bir enerji alanıdır bu. Bir de tabi, elektronun elektriksel yükünden dolayı, fotonlarla kuantize elektro-magnetik bir alan söz konusudur burada. Öyle ki, elektrona ait uzayda elektromagnetik alanla gravitasyonal alan aynı uzayı paylaģarak içiçe var olmaktadırlar. Bu durum genellikle Ģöyle yorumlanır: Önce, adına uzay denilen ve ne olduğu belli olmayan (belki de boģ olan) bir gravitasyonal alan vardır! Sonra da bunun üzerinde (yani, boģluk adı verilen bu sahnede) bir oyuncu gibi yer alan elektromagnetik alan! Bilim çevrelerinde kabul gören genel kanı budur bugün. Kanı diyorum, çünkü bu bilimsel bir tesbit falan değildir! Mekanik pozitivist dünya görüģüne- bilim anlayıģına-inancına uygun bir tahmindir! Ama, bir yandan da, iģin gerçekte nasıl olduğunu kimsenin bilmediği söylenilerek, çünkü denilir, gravitasyonal alanın ne olduğunu henüz daha kimse bilmiyor! Gerçek ne peki? Varmı öyle gerçek diye objektif-mutlak olan birşey! Önce sizin kafanıza böyle hayali bir şablomu yerleştiriyorlar, sonra artık herşey onun üzerine inşa edilmeye başlanıyor! Öyle ki, siz bundan sonra artık hep var olduğu baştan kabul edilmiş olan o temelle değil de, binayı inşa edeceğiniz tuğlalarla uğraşmaya başlıyorsunuz, hiç aklınıza gelmiyor binanın yükseldiği o zemini tartışmak! Evet gerçekten, nedir o gerçek denilen şey, kim bulmuş, kim tanımlamış onu? Bu çalışmanın esas konusu bu zemini sorgulamak değilmi zaten! ġimdi sıkı durun, bir an için, bu genel kabulün (gene o gerçek anlayıģının) dıģına çıkarak biraz farklı düģünmeye çalıģacağız: Madem ki elektromagnetik alanla gravitasyonal alan elektronun etrafındaki uzayda içiçe birlikte yer alıyorlar, neden gravitasyonal alan elektromagnetik dalgalar için, tıpkı suyun su dalgaları, ya da havanın ses dalgaları için oynadığı medium-ortam rolünü oynayamasın? Bu türden bir oluģumu yasaklayan bilimsel bir engel var mıdır bugün ortada! Michelson-Morley Deneyi mi? Hiç ilgisi yok! Miclelson-Morley Deneyi, Esir 49 adı verilen, boģ uzayı dolduran (yani, ondan ayrı olarak varolan) elastiki bir maddeninortamın bulunmadığını ispat etmiģtir. Esir anlayıģının altında yatan (tıpkı o Higgs alanında olduğu gibi!) boģ uzayı kapsayan, yerküre den ayrı olan, onunla birlikte hareket etmeyen-kendine özgü bir maddi gerçeklik olarak bir ortamdır. Halbuki gravitasyonal alan yerkürenin maddi gerçekliğinin bir parçasıdır. Yerküreyi bir maddeenerji yoğunluğu olarak düģünürsek, gravitasyonal alan da, bu yoğunluğun etrafındaki daha az yoğun, ama onun bir parçası olarak varolan uzaydır; yerküreyle birlikte, yerkürenin ve güneģ in etrafında dönen bir enerji alanıdır yani 50. Statik, ya da yerkürenin maddi gerçekliğinin dıģında bir uzay-alandan değil, madde enerji yoğunluğunun uzantısı, dinamik bir uzaydan-alandan bahsediyoruz. Ve elektromagnetik alanın-dalgaların da, tıpkı su dalgalarının suyun içinde oluģmaları ve yayılmaları 48 Burada, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektrondan bahsettiğimizi unutmayalım!.ayrıca, zaten, ihtimaldalgası olarak uzayda serbest halde bulunan bir elektronla, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan elektron arasında hiçbir fark yoktur! 49 Bir soru: Bu esir ile, gene onun gibi her yeri kaplayan bir alan olan Higgs Alanı arasında prensip olarak ne fark vardır, ya da bir fark var mıdır?.. 50 Yani öyle, önce boş bir uzay vardır da, sonra da onun içinde dönüp duran dünya, güneş falan gibi astronomik cisimler vardır diye birşey sözkonusu değildir!!..

38 38 gibi, ortam olarak böyle bir gravitasyonal alanı kullanarak oluģup hareket edebileceklerini düģünüyoruz. Çok önemli Ģeyler söylediğimizin farkındayım! Bunların doğru olması halinde buradan ne gibi sonuçların çıkacağı da ortadadır! Ama, söylemek yetmez, bütün bunların ispat edilmesi gerekir diye mi düģünüyorsunuz! Bakın önce ben size şunu sorayım: Yukarda ortaya koymaya çalıştığımız tablonun önünde bilimsel bir engel varmıdır bugün?.isterseniz cevabını birlikte verelim: Hayır yoktur! Ya gravitasyonal alan, o nedir-nasıl bir gerçektir mi diyorsunuz?.onun ne olduğu, nasıl bir gerçeklik olduğu bir yana, bugün birçok bilimsel çalışmanın temelinde zaten böyle bir madde-enerji alanının varlığı varsayımı yatmıyor mu? Einstein ın Genel İzafiyet Teorisi ni ele alalım! Eğer yukardaki tanıma uygun bir gravitasyonal alan yoksa ortada, neyi anlatıyor ki o zaman Genel İzafiyet Teorisi? Esir diye, varlığı kendinden menkul bir maddi ortamın bulunmadığı da ispat edildiğine göre, eğer gravitasyonal alan diye bir enerji alanı da yoksa ortada (ne olduğu belli olmayan şu Higgs alanını saymazsak!) o zaman geriye bir tek alternatif kalıyor, ki o da Newton un meşhur boş uzay anlayışıdır 51. Yani, uzay denilen Ģey, ya Newton un dediği gibi kendinde Ģey boģ bir sahnedir ve bütün diğer varlıklar da bu boģ sahnenin içinde objektif mutlak gerçeklikler olarak hareket edip durmaktadırlar, ya da uzay, madde-enerji yoğunluğunun-nesnelerin- ayrılmaz bir parçası olarak gravitasyonal bir enerji alanıdır. Böyle bir uzayın içinde, onun ayrılmaz parçası olarak varolan nesneler, ancak, karģılıklı etkileģme esnasında biribirlerini yaratarak objektif gerçeklik haline gelirler. Bunun dıģında onlar (belirli bir koordinat sistemine göre) objektif-potansiyel gerçeklikler olarak varolurlar. ĠĢin özü ruhu budur! Az önce, uzayın içiçe iki alandan oluştuğunu söylemiştik. Bunlardan biri, elektronun elektriksel yükünden kaynaklanan elektromagnetik alandı, diğeri de, onun kütlesinin devamı olan gravitasyonal alan. Ama, son tahlilde, bunlar, k11q aqsd ACBN ütlesi ve yüküyle bir bütün olan elektron olarak yoğunlaşmış madde-enerjinin ayrılmaz birer parçası durumundaydılar. Yani, elektrona ilaveten, öyle kendinde şey ikinci, hatta üçüncü varlıklar söz konusu değildi onun etrafında 52. Ortada, ihtimal dalgasıyla temsil edilen tek bir maddeenerji yoğunluğu vardı. Bu nedenle, öyle olmalıydı ki, aynı uzayı paylaşarak gerçekleşen bu iki alan belirli bir ilişki içinde olmalı, biribirlerine dönüşebilmeli, biribirlerini yaratabilmeliydiler..çizmeye çalıştığımız bu tablo su ve ses dalgaları örneğine ne kadar benziyor değil mi!. Ġsterseniz bir kere daha suya bir taģ attığımız zaman olup bitenlere bir göz atalım. Önce, taģ aracılığıyla suya iletilen enerjiye göre, belirli miktardaki su molekülleri bir araya gelerek suda meydana gelen dalganın kuantize yapısına temel olan su kuantumlarının oluģmasına yol açarlar. Buna paralel olarak, her birisi bir sarkaç gibi salınmaya baģlayan bu su kuantumlarının hareketi de, enerjiyi ileten, bizim su dalgası dediğimiz dalgasal gerçekliği oluģturur 53. Tamam, bu örnek makroskobik vs. ama Ģu an bizim için önemli olan bu değil. Bir an için (bir metafor olarak da olsa) gravitasyonal alanı da bu su gibi düģünelim ve su dalgaları örneğindeki su moleküllerinin yerine gravitasyonal alanın kuantumları olan gravitonları, su moleküllerinin birleģmesiyle oluģan o su kuantumlarının yerine de gravitonların birleģmesiyle oluģan fotonları koyalım! Nasıl ki, üzerinde dalgalar da olsa, su gene aynı su olarak varlığını sürdürüyorsa, aynı Ģekilde, gravitasyonal alan da, su dalgalarının suyla 51 Tabi şimdilerde bir de bütün bunlara rakip bir Higgs Alanı varsayımı çıktı ortaya!.ama haklarını yemeyelim, Higgs ciler zaten onu uzayla özdeş olarak görmüyorlar.. 52 Elektromagnetik alanın-bir uzay dalgası olarak- kendine özgü bir yaşama sahip olması ayrı bir olaydır. Burada kastedilen, elektronun etrafındaki elektriksel-magnetik (elektrostatik) alandır.. 53 Dikkat ederseniz burada hareket eden-yani bir yerden baģka bir yere giden Ģey-o su kuantumları değildir; onlar sadece bir sarkaç gibi salınıp duruyorlar. Salındıkça da hemen bitiģiklerindeki diğer sarkacı harekete geçiriyorlar; hareket-enerji-bu Ģekilde iletiliyor..ġģte dalga budur. Yani, öyle mekanik olarak dalga hareketi yapan parçacıklar falan sözkonusu değildir..

39 39 birlikte varolması gibi, elektromagnetik dalgalarla birlikte varolabilir. Neden olmasın ki! Neden gravitasyonal alanla elektriksel-magnetik alanlar bu Ģekilde içiçe geçerek birlikte, bir ve aynı uzayı oluģturuyor olmasınlar? Neden elektromagnetik dalgalar bu anlamda bir gravitasyonal dalga-uzay dalgası- olmasınlar? Pozitivist bilim anlayıģının dıģında hangi bilimsel engel vardır bu tür bir yaklaģımın önünde? Elektromagnetik dalgaların illâ ki boģ bir uzayda mı yol alıyor olmaları lazımdır? Veya, ne olduğu belli olmayan, uzay adı verilen bir tiyatro sahnesinde sonradan rol alan bir oyuncu gibi mi olmalıdır onlar? Fotonları, otobahnda giden bir araba, veya suyun üstünde giden bir kayık gibi objektif mutlak gerçeklikler olarak tasavvur etmek size ters gelmiyor, hatta bu tarz kendinde Ģey objektif gerçekleri düģünmenin bilimsel olduğunu kabul ediyorsunuz da, neden o kayığın (fotonların) kendisinin de, tıpkı su kuantumlarının sudan oluģtuğu gibi, gravitonlardan yapılmıģ olabileceğini düģünmek hiç aklınıza gelmiyor? Hem sonra, bir nokta daha var! Yukardaki tabloyla kuantum teorisi yüzde yüz uyum halindedir. Yoksa, kuantum mekaniğinin ihtimaldalgasını baģka türlü nasıl açıklayacaksınız ki!.nasıl açıklayacaksınız o tek bir fotonun iki delikli ekranda aynı anda o iki delikten birden geçmesini? Zaten bu yüzden de kimse açıklayamıyor ya!. Hatta Heisenberg de bile bir sır bu! Sonunda topu taca atarak kurtarıyor vaziyeti o da! (Einstein ın, sizin o ihtimaldalganız bir hayalet dalgasıdır sözünü hatırlayın!)! Neden? Çünkü, boģ, ya da dolu, ama her halukârda içinde evrensel bir tiyatro oyununun sergilendiği kendinde Ģey -objektif gerçeklik bir uzay anlayıģıyla, bu uzayın üzerinde tıpkı sahnedeki o oyuncular gibi yeralan ektromagnetik dalga-ıģık anlayıģı daha iģin baģında her türlü bilimsel öngörünün yolunu kesiyor da ondan! Siz daha iģin baģında böyle bir anlayıģla yola çıkarsanız ihtimaldalgasını-izafi-objektifpotansiyel gerçeklik anlayıģını nereye oturtacaksınız ki! Çok açık olalım ve hadi gelin hep birlikte, bir ampulden çıkan ıģık gözümüze kadar nasıl geliyor onu bir araģtıralım! Eğer o (yani ıģık ve onu oluģturan fotonlar) yol boyunca, belirli bir tiyatro oyununun sahnelendiği sahne gibi (boģ ya da dolu, ama her halukârda oyuna dahil olmayan, ondan bağımsız olarak varolan) bir uzayda yeralan oyuncu-oyuncular gibi iseler, ya da, kendinde Ģey bir platform olarak düģünülen bir otoyolun üzerinde gidip gelen (herbiri objektif mutlak gerçeklik olarak tasavvur edilen) arabalar gibi iseler, o zaman hiçbir diyeceğimiz yoktur; bu durumda benim bütün bu yazdıklarım da sadece bir spekülasyondan-hayal ürününden ibarettir! 54 Ama, yok eğer durum böyle değilde, o, yol boyunca (gözümüze gelene kadar) gözlemci olarak bizi temel alan KS ne göre bizim bildiğimiz anlamda zaman içinde gerçekleģen (saniyede üçyüzbin km.) bir hareket değil de bir uzay dalgasıysa, yani zamana bağlı olmadan gerçekleģen bir ihtimaldalgasıysa-potansiyel bir gerçeklikse 55, o zaman sizin bütün o pozitivizm bulaģmıģ biliminizi yeniden gözden geçirip, bütün fizik kitaplarını da yeniden yazmanız gerekecektir!.. 54 Ama tabi bu durumda sizin de o tek bir fotonun nasıl olupta aynı anda o iki delikten birden geçtiğini açıklayabilmeniz gerekir!!.. 55 ĠĢte ıģık bu yüzden bütün KS lerinden bağımsız olarak hareket etmektedir..onun, bize göre saniyede üçyüzbin km.olan hızı ve hareketi, gerçekte, bizim anladığımız Ģekilde uzay-zaman içinde gerçekleģen bir yolculuğa tekabül etmez! Biz bu seyahati kendi varoluģumuzun ve günlük yaģantımızın diline tercüme ederek yorumlarız. Burada, saniyede üçyüzbin km.hızla hareket eden Ģey en baģta meydana gelen o fotonlar değildir, meydana gelen uzay dalgasıdır. Bir su dalgasında dalgaların üzerine koyacağınız mantar yerinde sayarken hareket eden ve enerjiyi ileten o dalgadır. Burada olan da daha baģka birģey olmuyor. Yani en sonda hedefe varan fotonlar en baģta meydana gelen fotonlar değildir!..bu bir, ikincisi de, madde enerjinin yoğunlaģmıģ hali olan nesneleri temel alan KS lerine göre anlama sahip olan zaman-mekan ve (bir yerden bir yere ulaģımla, yani mekanla birlikte anlam kazanan) hız anlayıģının, uzayın kendisi olan gravitasyonal alan referans alındığında anlamını kaybedeceğidir..

40 40 Evet, ışık, bir uzay dalgası-ihtimaldalgası olarak zamana ve mekana bağlı olmadan potansiyel gerçeklik halinde mi yol alıyor, yoksa, foton adı verilen ve her an için uzayda belirli bir yeri-hızı olan (herbiri objektif-mutlak gerçeklikler olan) milyonlarca parçacıkların aynı zamanda dalgasal hareket yaparak da hareket ettikleri bir ışık demeti olarak mı? Bütün diğer parçacıklar gibi fotonlar da hem birer parçacıkmış da, hem de bunlar dalga hareketi yaparak ilerliyorlar-bir yerden başka yere bu şekilde gidiyorlarmış! İyi güzel de, heryana çekebileceğiniz yuvarlak bir laf bu! Önemli olan Ģudur: Gelen ıģık, dalgasal hareket yapan herbiri objektif-mutlak gerçeklik parçacıklardan mı oluģuyor, yoksa o, bütün özdeğerlerin- özelliklerin hepsini de içinde barındıran bir ihtimaldalgası mıdır? Olay budur. Bu iki görüģü biribiriyle bağdaģtırmak da mümkün değildir. Bunlardan birisi, mekanik-materyalist-idealist (ama illaki pozitivist) dünya görüģünden- bilim anlayıģından kaynaklanır (ki, Einstein ı da içine alan bütün bir klasik bilimin üzerinde geliģtiği zemin budur), diğeri ise, kuantum fiziğinin-mekaniğinin bakıģ açısıdır. Ama, Kuantum fiziğinin bakıģ açısıdır derken bunu da öyle Kopenhag Yorumcuları nın sübjektif idealist (ama gene illaki pozitivist!) anlayıģıyla falan sınırlamıyoruz! Evet, Newton dan sonra baģlayan bilimdeki o materyalist-pozitivist hegemonyaya karģı bayrağı açanlar onlardır, tamam; ama onlar da iģin sonunu getirememiģler, sonunda pozitivizmin baģka bir batağına (idealist pozitivizme) saplanıp kalmıģlardır! Fakat gene de büyük aģamadır yapılan. Bu çalıģmanın amacı, bayrağı onların bıraktıkları yerden alarak VaroluĢun Genel Ġzafiyet Teorisi 56 zeminine oturtmak, herģeyi-ama herģeyiyeniden kavramaya çalıģarak zihnimizdeki bütün o pozitivist virüslerin artıklarını temizlemektir!.. Belirli bir kuantum seviyesinde atalet halinde bulunan bir elektronu, kendi uzayıyla-konfigürationsraum- bütünleşmiş (dış gözlemciler için potansiyel gerçeklik bir enerji alanına denk düşen) bir ihtimaldalgası olarak tanımlamıştık 57. Bu durumda, dış gözlemciler için potansiyel gerçeklik bir ihtimaldalgasından başka birşey olmayan elektronla onun etrafındaki alan (gravitasyonal-elektromagnetik) arasında, enerjinin yoğunlaşma derecesi hariç, prensip olarak başka hiç bir fark yoktur. Örneğin, belirli bir kuantum seviyesindeki bir elektronun enerjisi E=hv ise (buradaki v gerçek anlamda 58 dalgasal bir hareket olarak elektronun frekansıdır), bu demektir ki, elektron frekansı v olan bir enerji alanıdır. Frekansı v olan dalgasal bir oluşumdur yani. Bu oluşumun-yoğunluğun etrafındaki, gene v frekanslı kuantumlardan (fotonlardan) oluşan alana ise biz elektrostatik-elektromagnetik alan diyoruz. Bu durumda, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektronu temsil eden ihtimaldalgası, aynı zamanda, onun etrafındaki uzayı olan elektromagnetik+ gravitasyonal alanı da temsil etmektedir. Ve bir dış gözlemci için bunların hepsi o an potansiyel gerçekliklerdir. Birinci nokta bu. Ġkinci nokta ise, etkileģme anının gerçekliğiyle ilgilidir. Yani ıģığın, elektromagnetik dalganın objektif bir gerçeklik olarak ortaya çıkma anıyla. Ġsterseniz Ģimdi bir de tam o an a konsantre olalım!. O an elektron bir üst kuantum seviyesinden bir aşağıya iniyor ve buna bağlı olarak da onun dışarıya bir foton saldığı söyleniyor 59. Nedir şimdi bu foton? Makineli tüfekten çıkan mermi gibi dışarıya salınan objektif gerçeklik bir parçacık mıdır? Çalışma 57 Bunun alternatifi, dalgasal bir hareket yaparak objektif mutlak bir gerçeklik şeklinde varolan parçacık-elektron- anlayışıdır. Ki bunu hiçbirşekilde kuantum mekaniğinin potansiyel gerçeklik-ihtimaldalgası anlayışıyla bağdaştıramazsınız. 58 Dikkat ederseniz burada gerçek anlamda dalgasal hareket kavramını kullanıyorum. Bunun nedeni, gerçek anlamdaki bir dalgasal hareketle (örneğin su ve ses dalgaları gibi) dalgasal hareket yapan mekanik bir tanecik anlayışı arasındaki farkın altını çizmektir!.. 59 Soru şu: Elektronun içinden makineli tüfekten çıkan o mermiler gibi fotonlarmı çıkıyor-fışkırıyor, yoksa, titreşen elektronun etrafındaki uzayı da titreştirmesinin sonucu olarak (tıpkı suda meydana gelen o su dalgaları gibi) fotonlarla kuantize bir uzay dalgası mı meydana geliyo

41 41 O, herşeyden önce, atomun içindeki informasyon işleme mekanizmasının-etkileşmenin çıktısıdır- son durumudur burası açık.. Peki, soruyoruz o zaman şimdi, ne demektir buradaki o son durum hali? Son durum, ilk durum (initial state) zemininde başlayan etkileşmenin ulaştığı en son basamaktır. Öyle ki, hemen bununla birlikte, bir çıktı-output olarak bir ürün-foton- oluşmuş oluyor. Ama bu haliyle o, yani ürün, henüz daha dış gözlemciler için potansiyel bir gerçekliktir. Son durum olan ürünün objektif bir gerçeklik olarak ortaya çıkabilmesi için onun bir nesne-obje ile ilişkiye girmesi gerekir. Bu nesne bir dış gözlemci de olabilir, ya da başka bir nesne de, bu önemli değil. Ancak böyle bir ilişkidir ki onu potansiyel gerçeklik halinden objektif gerçeklik bir ürün-sentez-output haline dönüştürecektir. Bu durumda onu (yani fotonu), ancak ilişki içine girilen nesneyi temel alan KS ne göre objektif bir gerçeklik olarak tanımlayabiliriz. O halde ıģık, elektromagnetik dalga, elektrondan çıktıktan sonra hemen öyle kendinde Ģey bir output-ürün-yani objektif gerçeklik olarak ortaya çıkmıyor! Ancak bir nesne ile etkileģmeye giriģtiği an bu niteliği kazanıyor. Halbuki, Ģu an kabul gören elektromagnetik dalga-ıģık-anlayıģına göre, ampulde titreģen elektronlar, tıpkı o makineli tüfek gibi dıģarıya foton adı verilen objektif gerçeklik parçacıklar salmakta, bu parçacıklar da, herbiri dalgasal bir hareket yaparak-gözümüze kadar gelmektedir!! Daha baģka bir deyiģle, ampulden gözümüze gelen ıģık, yol boyunca, herbirisi objektif mutlak gerçeklik olarak varolan parçacıkların, ayni anda dalga hareketi yaparak da uzayda yol almalarından ibarettir!! Bakın açık söylüyorum, eğer durum gerçekten böyle ise, o zaman bütün o kuantum mekaniği falan (Einstein ın dediği gibi) hikâyedir! Çünkü, kuantum fiziğine göre, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan ve bir ihtimaldalgasıyla temsil edilen-dıģ gözlemciler için potansiyel gerçeklik-bir elektronla, uzayda kendi baģına yolalan bir elektron arasında hiçbir fark olmadığı gibi, aynı Ģekilde, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan potansiyel fotonlarla, uzayda yolalan fotonlar arasında da hiçbir fark yoktur. Bunların her ikisi de, yol boyunca (ve daha öncesinde) bir ihtimaldalgasıyla temsil edilen potansiyel gerçeklik uzay dalgasından ibarettir. Bu uzay dalgası kavramının altını çiziyorum. Çünkü, mekanik dünyanın boģ uzayında, ya da, boģ olmasa bile, ne olduğu belli olmayan bir uzayın üstünde ondan bağımsız bir Ģekilde dalgasal hareket yaparak yolalan objektif mutlak gerçeklik dalga-parçacıklar anlayıģıyla, potansiyel gerçeklik ihtimaldalgası anlayıģı arasındaki fark, bu ikinci varoluģ biçiminin, son tahlilde, uzayın bir parçası-bir uzay dalgası olmasından kaynaklanır. Bu noktada, ortaya çıkan üç farklı görüşü şöyle özetleyelim: Birincisi açıktır, mekanik materyalizmin-ve klasik fiziğin görüşüdür bu. Bunun defalarca altını çizdiğimiz için tekrar etmiyorum. İkincisi, kuantum fiziğinin Kopenhag yorumcuları tarafından savunulan görüş oluyor. Bunun da ne olduğunu biliyoruz: Bunlar için, gözlemci, bizzat ölçme işlemi yoluyla varlığını bilerek gerçekleştirene kadar bir elektronun ya da fotonun varlığının hiçbir anlamı yoktur (Einstein ın dediği gibi Kopenhag cıların ihtimaldalgası bir idee- hayalet dalgasından ibarettir)! Bana göre, bir yanlışa karşı çıkarken başka bir yanlışa, sübjektif idealizmin batağına saplanıyor bunlar da. Üçüncü görüşü ise, Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi kapsamı içinde bu çalışmada ele almaya çalışıyoruz. Ben diyorum ki, birinci görüş olarak ele aldığımız klasik-mekanik materyalist görüşle (bu durumda, objektif-mutlak gerçeklik olarak varolan bir elektron-yada foton-, aynı anda dalga hareketi yaparak da ilerleyen bir parçacıktır) ikinci görüşü, yani, kuantum mekaniğinin Kopenhag yorumcularının ucu açıkça sübjektif idealizme varan görüşlerini (nesneler ancak biz onların varlığını bildiğimiz zaman varolurlar-vardırlar anlayışını) uzlaştırmak-birarada ele almak- mümkün değildir. Ve aslında bunların herikisi de bir diğerini çürüterek onun neden yanlıģ olduğunu ispat etmektedir. Yani bunların her ikisinin de biribirleri hakkında söyledikleri Ģeyler doğrudur! VaroluĢun Genel Ġzafiyet Teorisi iģte bu çeliģkilerin içinden doğup geliyor. Her iki tarafın bir diğerini çürütmek için öne sürdüğü tezler aslında bu çalıģmada ileri sürdüğümüz görüģlerin ispatı!

42 42 Alınız Çift Yarıkla Yapılan Deney i, burada yanlışlığı ispat edilen sadece klasik-materyalist görüş değildir; Kopenhagcıların, o ne olduğu belli olmayan, son tahlilde, bir ideeden başka anlam yükleyemedikleri ihtimaldalgası (Einstein ın hayalet dalgası olarak netelendirdiği) anlayışıdır da. 60 Nedir o öyle, ekrana ulaşana kadar varolan sadece bir ideeden ibarettir anlayışı! Aslında, başlıbaşına bir tek bu deney bile Varoluşun Genel İzafiyet Teorisinin ispatıdır.. VaroluĢun Genel Ġzafiyet Teorisi nin (ve tabi, Ġnformasyon ĠĢleme Bilimi nin) diliyle konuģursak, mutlak gerçeklik olarak informasyon diye birģeyden bahsedilemez! O (yani informasyon) belirli bir sisteme iliģkin özdeğerleri ifade eden sanal bir pakettir, ve ancak sözkonusu sisteme iliģkin belirli madde-enerji muhtevası olan bir çıktı (output) tarafından taģınabilir. Öte yandan, belirli bir sistem için, onun özdeğerlerini taģıyan bir çıktının da-yani informasyon paketinin de- ancak baģka bir sistem için girdi (input) olarak gerçekleģtiği-alındığı zaman objektif gerçeklik halini aldığını unutmayalım. Yani, hiçbirzaman, mutlak anlamda çıktı ya da girdi olarak tanımlanabilecek objektif gerçeklik bir madde-enerji-informasyon sözkonusu değildir. Ġnformasyon taģıyan her çıktı bir baģka sistem için girdi olarak alındığı an objektif gerçeklik halini alır. 61 Bütün bunlar, klasik materyalist-pozitivist görüş açısından, anlaşılması mümkün olmayan şeylerdir!. Çünkü, bu durumda her varlık, varlığı kendinden olan ( kendinde şey ) objektif mutlak bir gerçeklik olup, etkileşme denilen olay da, herbiri önceden objektif gerçeklikler olarak varolan bu nesneler arasında gerçekleşir. Bu durumda, kendinde şey bir nesneye dışardan gelen etkiye (onu da gene kendinde şey olarak düşünerek) otomatikman girdi derken, onun (yani bir nesnenin) dışarıya etkisine de (gene aynı şekilde düşünerek) objektif gerçeklik anlamda çıktı deriz. Yani, nesneler gibi girdi ve çıktılar da her durumda mutlak gerçekliklerdir. Bu nedenle, ışık, yani elektromagnetik dalga da, bir çıktı-output olarak, daha ilk oluştuğu andan itibaren, varlığı kendinden menkul objektif bir gerçeklik olup, dalgasal hareket yapan parçacıklardan oluşur. Öyle ki, bunlar her an (biz onların üzerinde ölçme işlemi yapalım yapmayalım) uzayda hareket halinde olan objektif gerçekliklerdir (kaynaktan gözümüze gelen ışığı, daha önce, otoyolda yol alan milyonlarca küçük arabalara benzettiğimizi hatırlayın!). 62 Biraz daha yoğunlaşarak-dikkatimizi biraz daha konu üzerinde toplayarak- devam ediyoruz: Şimdi, kaynaktan bir foton çıktı! Sonra ne olacak? Kaynaktan çıkan fotonun, bir ihtimal dalgası olarak da olsa, uzayda, saniyede üçyüzbin km.lik bir hızla yoluna devam edeceğini söylüyoruz. Bu ne demektir peki? Yol boyunca, ortada her an belirli bir konuma ve hıza sahip objektif bir gerçeklik söz konusu olmadığına göre, bu hız neyin hızıdır (yoksa herģey Kopenhagcıların dediği gibi bir idee den mi ibarettir)? Olayı daha da somutlaģtırmak için handy ile konuģan iki kiģiyi ele alalım ve bunlardan birini A diğerini de B olarak gösterelim. Bir AB sistemidir burada sözkonusu olan, ve biz, böyle bir sistemde A ile B arasındaki elektromagnetik informasyon alıģ veriģi sürecini mercek altına almak istiyoruz. Ayrıntılara girmeye gerek yok. A nın oluşturduğu elektromagnetik dalga, meydana geldiği andan itibaren (ki, tıpkı suda oluşan su dalgası gibi, gravitasyonal alanı ortam olarak alıp yayılan bir dalgadır bu) o anki varoluş haliyle bir ihtimaldalgası olarak atalet hareketine başlar. Yol boyunca herhangi bir 60 Dikkat! Burada eleştirilen, ihtimaldalgası anlayışı değildir, ona yüklenilen sübjektif idealist yorumdur! 61 Bu satırları yazarken düşünüyorum da, şimdi öyle yazıvermek ne kadar kolay geliyor! Halbuki bunların olgunlaşarak ortaya dökülebilmesi için ne uykusuz geceler geçmişti! 62 Olay o kadar ilginç ki, tam olarak yoğunlaşmadan bütün bu söylenilenleri kavramak çok zordur! Çünkü, bir yandan da ışığın kaynaktan çıktıktan sonra yol boyunca önüne çıkan parçacıklarla olan çarpışmaları-etkileşmeleri söz konusudur. Yani, kaynaktan çıktıktan sonra öyle mutlak anlamda boş bir uzayda yol almamaktadır ışık. O, gerçekte, yol boyunca önüne çıkan parçacıklarla çarpışıp-etkileşerek (ve böylece yer yer objektif gerçeklik haline dönüşerek) de yol almaktadır..

43 43 nesneyle karşılaşarak onunla etkileşmeye girişmediği taktirde B ye gelene kadar da bu böyle devam eder. Onun, yani elektromagnetik dalgaların (ve bunların taşıdığı informasyonun) A dan B ye gelirken yol boyunca sahip olduğu hız ancak A ve B yi temel alan koordinat sistemlerine göre bir anlama sahip olur. Onun, yani elektromagnetik dalganın kendisi için ise bu (o, yol boyunca bir uzay dalgası olarak yol aldığından) zaman ve mekan ötesi bir yolculuk olup bizim anladığımızın ötesinde mutlak anlamda bir hıza tekabül eder. Çünkü, zaman ve mekan gibi, zaman ve mekan içinde gerçekleşen hareketler de objektif gerçeklik olarak ancak bir durumdan başka bir duruma geçiş aralığında izafi olarak anlam kazanırlar. Elektromagnetik dalga ise (bir ihtimaldalgası olarak), yol boyunca, hiç durum değiştirmeden, belirli bir kuantum seviyesinin içindeki potansiyel gerçeklik halini koruyarakzaman ve mekana bağlı olmadan yol alır. İşte zaten bu yüzdendir ki, ışığın hızı bütün KS leri için aynıdır deriz. Yani ışık, bir uzay dalgası olduğu için, bütün A ve B lere göre aynı hızla yol almaktadır. İlk bakışta, zaman ve mekan ötesi bir atalet hareketini belirli bir KS iyle ifade etmeye kalkınca ortaya çıkan tuhaf bir sonuç bu! Nedenini Einstein ın kendisinin bile açıklayamadığı tuhaf-gizemli bir sonuç! Elektromagnetik dalgaları-fotonları, otoyolda giden arabalar gibi objektif gerçeklikler olarak görmeye devam ettiğiniz müddetçe de kavranılması mümkün olmayan bir sır! Çünkü, bir cismi bir KS ne göre tanımlayabilmek için, onun zaman içinde uzayda yer değiştirmesini ifade eden yaşam çizgisini (worldline) belirleyebilmek gerekir. Ancak bu durumdadır ki, hız eşittir yol bölü zaman dan yola çıkarak, onun bu KS ne göre belirli bir hıza sahip olduğundan bahsedebiliriz. Işık, yani elektromagnetik dalga (ve bunun içinde yer alan fotonlar) ise, böyle, belirli bir anda uzayda belirli bir konumu olan objektif bir gerçeklik değildir. Bu yüzden de, ışığın belirli bir KS ne göre olan hızından bahsedilemez. Sadece hızından da değil, onun uzay içindeki yerinden, somut bir gerçeklik olarak sahip olduğu enerjiden (yani varlığından) da bahsedilemez. Bunların hepsi, o an, ihtimaldalgasının içindeki potansiyel gerçekliklerdir. Koordinat sisteminiz hareket halindeymiş, ya da hareketsizmiş, bütün bunlar hep zaman ve mekan içinde bir anlama sahip olan şeylerdir. Elektromagnetik dalga ise, mekana ve zamana bağlı olmadan-bir uzay dalgası olarakhareket ettiği için, bunlar onu ilgilendirmez! Aynı şey, belirli bir kuantum seviyesinde potansiyel gerçeklik bir ihtimaldalgası olarak atalet hareketi yapan bir elektron için de geçerlidir. Onun bu hareketi de zamana ve mekana bağlı bir hareket değildir. Yani, protonun etrafında (hidrojen atomundan bahsediyoruz) bir ihtimaldalgası olarak dönen elektron da, zaman ve mekan ötesi (tabi belirli bir konfigürasyon uzayında) bir atalet hareketi yapmaktadır. Peki o zaman, fizik kitaplarında elektronun bu yörünge hareketine iliģkin olarak belirlenen hızı vs. ne oluyor? Bu sorunun cevabını kuantum mekaniği Ģöyle veriyor: Ölçme aletlerimizle elektronu etkileyerek onun üzerinde ölçme iģlemine baģladığımız an onun atalet hareketini bozar, onu objektif bir gerçek haline getiririz. Bu arada da, bir durumdan baģka bir duruma geçerkenki haline iliģkin ölçü değerlerini elde ederiz. Sonra da deriz ki, elektron Ģu hızla yörünge hareketi yapmaktadır. Görüldüğü gibi, bu değer belirli bir anın içindeki objektif bir hıza denk düģmez! Ölçme iģlemi sonunda kurulan yeni dengede (kuantum seviyesi) elektrona iliģkin ihtimaldalgasınca temsil

44 44 edilen potansiyel değerlerdir bunlar. Nitekim, eğer yeni bir ölçme iģlemi yaparsak aynı değeri bir daha ölçemeyebiliriz de!. Her seferinde ölçtüğümüz değer, ölçme iģleminin etkisiyle o an yaratılan bir değer olacaktır. Belirli bir ölçme iģleminin sonucunda bulunacak değerlere iliģkin olarak, önceden, ancak ihtimal dalgasının (dalga fonksiyonunun) I I 2 karesiyle orantılı olarak belirli ihtimallerden bahsedebiliriz. Halâ çok karmaģık mı görünüyor! Einstein ın dediği gibi, bu elektron tıpkı bir hayalet gibi, bir var olup bir yok mu oluyor! Hiç de öyle değil aslında! Olayın özü, varoluģun izafiliğini kavrayabilmekten geçiyor; atalet haliyle, bir durumdan baģka bir duruma geçerken ortaya çıkan objektif gerçeklik olarak varolma hali arasındaki iliģkiyi kavrayabilmekten geçiyor. Elektromagnetik dalgaların, tıpkı su dalgaları gibi, gravitasyonal alanı bir ortam olarak kullanarak yayılabileceklerini, fotonların da gravitonlardan oluģabileceğini söyledikten sonra, bu tabloyu tamamlamak için geriye çözülmesi gereken bir problem daha kalıyor. ġöyle ifade edelim: Su ve ses dalgalarıyla uzay dalgaları arasında esasa iliģkin olarak ne fark vardır? Su ve ses dalgalarının, sürekli bir etkileģme ortamında, bir enerji harcanılarak gerçekleģmelerine, zaman-mekan içinde objektif gerçeklikler olarak yayılmalarına karģılık, uzay dalgaları, bir kere oluģtuktan sonra hiç bir enerji harcanılmadan yollarına devam ederler 63. Neden mi? Önce su dalgalarının nasıl oluģtuklarına bakalım: Tekrar, elimizi suya sokupta hareket ettirdiğimiz zaman meydana gelen o su dalgalarına dönüyoruz: Bu durumda, elimizin hareketiyle harcadığımız enerji su molekülleri için dışardan sisteme enjekte edilen bir enerji-girdi- olarak etkide bulunuyordu. Peki sonra? Sonra, iki şey oluyor. Önce ilkinden başlayalım: Bu bir etkileşmedir. Dışardan gelen etkiyle su moleküllerinin etkileşmesidir. Bu etkileşmeyi İnformasyon İşleme Bilimi açısından ele alırsak da olayı şöyle açıklamamız gerekir: Su molekülleri dışardan gelen bu etkiyi kendi içlerindeki bilgiyle (sistemin bağlayıcı potansiyel enerjisiyle) işleyerek bir çıktı oluştururlar. Nasıl işliyor su molekülleri bu girdiyi? Sistemin içindeki elektronların bir üst kuantum seviyesine çıkıp sonra tekrar eski yerlerine inmeleriyle. Peki ne olur bu işlemin sonunda? Çıktı-output olarak dışarıya ısı enerjisi şeklinde elektro-magnetik bir enerji verilir. Yani sistem enerji kaybeder. Hepsi bu kadar mı? Hayır! Bunun yanı sıra başka bir süreç daha yaşanılır. Dışardan alınan enerjiyle titreşen su molekülleri arasında, onların bu dalgasal hareketlerinin girişimiyle belirli kümelenmeler de-süperposition- oluşur. Bunlara, o an suda meydana gelen dalgaya özgü su kuantumları demiştik. Su moleküllerinin girişimiyle oluşan bu kuantize su paketlerinin tıpkı bir sarkaç gibi salınmaları da su dalgalarını oluşturuyordu. Sonuç ortadadır! Bir yandan, su dalgaları oluģarak, bunlar, içinde bulundukları ortamda yayılırlarken, diğer yandan da, sistem çevreyle etkileģme ortamında enerji kaybettiği için, bir süre sonra bu dalgalar sönerler, olay biter. Elimizle verdiğimiz enerji, ısı enerjisi Ģeklinde kaybolup gider. Aynı Ģey ses dalgaları için de geçerlidir. Peki, bir elektron titreģerek uzaya elektromagnetik dalgalar (ki bunlara, son tahlilde, uzayın titreģmesiyle oluģan uzay dalgaları dedik) yaydığı zaman ne olur? Ġsterseniz olayı gene aynı Ģekilde adım adım izlemeye çalıģalım: Tıpkı elimizin suyun içindeki hareketi gibi, elektron da, titreģtiği zaman bir enerji harcamıģ olur. Nedir bu enerji peki, nasıl çıkıyor elektrondan? Bunun iki izahı var. Birincisi, Einstein dan bu yana bilim çevrelerinde kabul gören klasik görüģ: Bu durumda, elektronlar titreģirlerken dıģarıya foton adı verilen enerji paketleri yayınlarlar. Öyle ki, elektronun içinden tıpkı bir mermi 63 Tabi bu arada (yani uzayda yol alırken) başka nesnelerle karşılaşarak bunlarla etkileşmeye girmedikleri sürece..

45 45 gibi fıģkırır bu paketler. Elektron, bu anda, tıpkı bir makineli tüfek gibidir; ancak, kurģun yerine, dalgasal bir hareket yaparak fırlayan fotonlar yağdırılır!!.. Olayın ikinci açıklaması ise (ki, bu çalıģma tamamen bunun üzerine kuruludur), su dalgalarının oluģumu örneğinde olduğu gibidir: TitreĢen elektron etrafındaki uzayı da titreģtirir. Buna bağlı olarak da fotonlarla kuantize bir uzay dalgası olarak elektromagnetik dalga ortaya çıkar 64. Dikkat edersiniz, bu durumda artık elektronun karģısında (su ya da hava gibi) onunla etkileģecek, elektronun harcadığı enerjiyi bir girdi olarak alıp, bunu çıktı Ģekline dönüģtürecek ikinci bir nesne-sistem yoktur ortada! Ne vardır peki? Elektron bir sarkaç gibi salınmaya baģlayınca, onun etrafındaki ona ait-onun bir parçası olan uzayı da aynı frekansta salınmaya baģlamakta, bu salınım da bir dalga Ģeklinde kendini üreterek uzayda yayılıp gitmektedir, olay bu kadar basittir!..yani; 1-Elektron salınınca, aynı frekansla onun etrafındaki elektriksel+magnetik (dolayısıyla da gravitasyonal) alan-uzay da salınmaya baģlıyor. 2-Bu salınım bir dalga Ģeklinde kendini üretirken, gravitasyonal alanı ortam olarak kullanarak yayılıp gidiyor.. Bilime ve bilimadamlarına musallat olan pozitivizm denilen o zihinsel virüs altedilmeden bu problem çözülemez, yani iģin özü ideolojiktir!.. Bu konu, yani elektromagnetik dalganın ne olduğu, nasıl oluştuğu konusu çok önemlidir! O, bugün bütün bilim çevrelerinin kabul ettikleri gibi-bütün fizik kitaplarında yeraldığı gibi- titreşen elektronlardan çıkan foton adı verilen taneciklerin (tıpkı bir makineli tüfekten çıkan mermiler gibi) boş uzayda, aynı zamanda bir dalga hareketi yaparak da yayılmaları-yol almaları olayı mıdır, yoksa (bu çalışmada ele almaya çalıştığımız gibi), elektronlar titreştiği zaman onunla birlikte titreşen, bir ortam-medium-rolü oynayan uzayda meydana gelen bir uzay dalgası mıdır? Bu konunun açıklığa kavuşması o kadar önemli ki, sanırım 21.yy ın en büyük keşfi-en önemli olayı-devrimi bu problemin çözülmesi olacaktır! Çözülmesi?!! Ben size söyleyeyim, aslında öyle başka bir alternatif falan yoktur ortada; olay, ya bugün kabul 64 Bu durumda, elektronun foton alış verişi olayını da, artık, şimdiye kadar olduğu gibi, öyle basit-mekanik bir şekilde-onun, tıpkı pinpon topu gibi foton adı verilen parçacıkları alıp vermesi olarak açıklamadığımızın altını çizelim! Elektronun foton alışverişinde bulunmasının tek bir anlamı vardır: O, yani elektron, bu işlemi yaparken-yani uzayda titreşirken, tıpkı foton üreten bir fabrika gibi fotonlarla kuantize uzay dalgaları üretmektedir, o kadar!..

46 46 gördüğü gibidir, ya da yukarda açıklamaya çalıştığımız gibi! Yani çözülecek fazla birşey yok ortada! Şöyle ki: Gravitasyon evrensel oluģumun alt yapısıdır demiģtik. Bu demektir ki, o, direkt olarak hiçbir etkileģmeye katılmaz. Bu nedenle, bizim klasik bilme yöntemimiz ( bilmek ölçmekle gerçekleģir, ölçmek ise etkileģmektir ) burada geçerli değildir! Çünkü, ne yaparsanız yapın gravitasyonal alanla direkt olarak etkileģemezsiniz! Bir elektronu bir fotonla etkileyerek ondan bir mesaj alabiliyorsunuz, ama aynı Ģekilde bir fotonla gravitasyonal alanı etkileyerek ondan böyle bir mesaj alma olanağınız bulunmuyor! O zaman ne kalıyor geriye baģka? Elindeki kalemi bıraktığın zaman yere düşüyor mu o kalem, ya da, dünya güneşin etrafında dönüyor mu? Gravitasyonal alanın varlığını ispat için bu kadarı yeter aslında! Yani, Newton un dediği gibi öyle boşluk falan diye birşey yoktur; uzay denilen şey, gravitasyonal alan dediğimiz bir madde-enerji alanından ibarettir. Einstein ın ve onun Genel İzafiyet Teorisi nin bilime en büyük katkısı bu gerçeğin ortaya çıkarılması olmuştur bence. Elektromagnetik dalgaların-ışığın-gravitasyonal alan tarafından saptırıldığı gerçeği deneysel olarak isbat edilmiş bir olgudur. Uzay yolu nasılsa ona göre (uzayın eğimine göre) yolalıyor elektromagnetik dalgalar, bu kadar basit! Bunun daha başka bilimsel izahı olurmu! Yani, gravitasyonal alanın varlığını ispat için illaki onu, tıpkı bir elektronu etkiler gibi bir fotonla etkilememiz mi gerekecektir! O halde: 1-Eğer elektromagnetik dalga denilen şey, tıpkı o makineli tüfekten çıkan mermiler gibi, titreşen elektronlardan çıkan tanecik yapısına sahip fotonların dalga hareketi yaparak uzayda hareket etmeleri olsaydı, bu durumda kuantum mekaniğinin bütün o ihtimaldalgası ve potansiyel gerçeklik anlayışı falan hep hikâye olurdu! Çünkü, bu durumda aslolan, elektrondan çıkan ve dalgasal bir hareket yaparak yoluna devam eden objektif mutlak gerçeklikler olarak o tanecikler olurdu. Biz onların-bu taneciklerin, fotonların-varlığını bilelim bilmeyelim, onlar, objektif-mutlak gerçeklikler olarak varolmaya devam ederek yol alırlardı. Bu durumda ise, o Heisenberg İlkeleri falan-bunların hepsi- bizim bilincimize yönelik eksiklikler olarak kalırlardı!. 2-O halde, esas tartıģılması gereken, tıpkı o makineli tüfekten çıkan mermiler gibi titreģen elektronu terkeden taneciklerin-fotonların neden sadece bir tanecik olarak yollarına devam etmedikleri, buna ek olarak, neden illa bir de dalgasal hareket yaparak yol aldıklarıdır! Aslında bu konular daha önce tartıģılmıģ! Yani, madde-enerji, parçacık-tanecik olarak mı varoluyor, yoksa o bir dalgasal hareket midir konusu çok tartıģılmıģ ve sonunda, madde enerjinin hem bir tanecik-parçacık ve hem de dalga özelliklerine sahip olarak gerçekleģtiği-uzayda bu Ģekilde hareket ettiği sonucuna varılmıģ. Doğru olan, bilimsel olarak ispat edilen de bu. Ama, bu konuda yapılan deneyler ve varılan sonuçlar hep tek yanlı. Çünkü, bu arada, bir ortam-medium olmadan da dalga olarak varolmak mümkün müdür sorusu hep atlanmıģtır. Kaynaktan çıkan bir taneciğin o andan itibaren bir dalga olarak da varolduğu-yolaldığı anlaģılınca artık önemli olan bu sonuç olmuģ, üzümünü ye bağını sorma hesabı, herhangi bir ortam-medium olmadan bu dalga nasıl gerçekleģiyor, herģeyden önce böyle birģey mümkün müdür sorusu hep atlanmıģtır. Tipik pozitivizm! Yani, önemli olan o anın içindeki objektif gerçekliktir anlayıģı! O neyin nesidir, nasıl oluģmaktadır..pozitivist bilim anlayıģı açısından bunların bir önemi yoktur. Bakıyorlar ki, ortada hem bir dalga, hem de bir tanecik olarak varolan bir gerçeklik sözkonusu, tamam diyorlar ve iģ bitiyor! 3-ĠĢte tam bu noktada ben diyorum ki, hepsi tamam, yani, herģey hem bir dalga hem de bir taneciktir ve nesneler bu halleriyle objektif potansiyel bir gerçeklik olarak bir ihtimaldalgasıyla temsil olunurlar. Buraya kadar tamam; ama, bunun da ön koģulu, belirli bir ortamın-medium un varolmasıdır diyorum ben!. Belirli bir ortam-medium olmadan, aynı anda dalga tanecik hallerinin her ikisini de birarada temsil eden objektif

47 47 potansiyel bir gerçeklik olarak bir ihtimaldalgası sözkonusu olamaz diyorum!. Eğer elektromagnetik dalga belirli bir ortama ihtiyaç duymadan varoluyorsa, eğer o, kendinde Ģey fotonların hareketi olarak meydana geliyorsa, nedir o zaman o ihtimaldalgası dediğiniz Ģey? Çünkü bu durumda, objektif potansiyel bir gerçeklik olan ihtimaldalgasından geride sadece zihinsel bir yaratık kalıyor! Einstein, sizin bu ihtimaldalganız bir hayalet dalgasıdır derken haklıydı o zaman! Çünkü, Heisenberg- Bohr-Kopenhagen-anlayıĢına göre ihtimaldalgası maddi bir gerçekliği olmayan zihinsel bir dalga olmanın ötesine geçemiyor. Bu durumda, potansiyel gerçeklik denilen Ģey de, gözlemcinin iradesine bağlı olan gene zihinsel bir gerçeklik oluyor! 4- Aşağıdaki şekle bir bakalım: Şekildeki insanın yerine bir elektronu koyarak düşünüyoruz! Buradaki ip sadece siyah olarak işaretlenmiş olan o fotonun-taneciğin dalgasal hareketini ifade etmektedir. Yani ortada gerçekten dalga hareketi yapan bir ortam-madde enerji alanı falan yoktur. Foton adı verilen bir tanecik vardır ve bu da otoyolda giden bir araba gibi yol almaktadır. Tek fark, araba düz yolda giderken foton dalga hareketi yaparak gidiyor!. Bu durumda nereye yerleştireceksiniz o ihtimaldalgasını! Ortada, her an objektif gerçeklik olarak varolan foton adı verilen bir tanecik var sadece. Ve bu, oluştuğu o ilk andan itibaren herşeyden-bütün KS lerinden bağımsız olarak hareket eden objektif mutlak bir gerçeklik! Üstelikte, kendine özgü bir yaşam biçimiyle uzayda yol alıp gitmektedir! ġimdi, hepsini bir yana bırakalım, ben size bir soru soracağım! : Eğer ortada, bir dalganın meydana gelmesi için gerekli olan bir medium-ortam falan yoksa, eğer elektromagnetik dalga denilen Ģey sadece titreģen bir elektronun salgıladığı foton adı verilen mermi gibi parçacıklardan ibaretse, söylermisiniz bana, namludan çıkan bir mermi düz bir yol izleyerek giderken o foton neden ve nasıl bir dalga hareketi de yaparak ilerliyor acaba? Bakın, soruyu biraz daha basitleģtireceğim Ģimdi: Dalga nedir söylermisiniz bana? Belirli bir frekansa, dalga boyuna sahip olarak gerçekleģen dalgasal bir hareket nedir? Ben size birģey söyleyeyim mi, gıdasını günlük hayatınmekanik dünyanın değer yargılarından-alıģkanlıklarından alarak beslenen pozitivizm virüsü ruhunu kör etmiģ bugün biliminsanlarının! Hadi cevap verin ve açıklayın bana, dalga deyince bundan ne anlıyorsunuz! Bir parçacık, örneğin bir foton, ya da bir elektron, hiçbir medium- ortam falan olmadan nasıl oluyor da aynı zamanda dalgasal bir hareket olarak da-yaparak da yolalıyor? Nerden ve nasıl akıl ediyor o foton dalgasal bir hareket yaparak yol almayı, baģka iģi gücü mü yok?!!.. ĠĢte bunun için halâ çözüm bulunamıyor o Çift Yarıkla Yapılan Deney de! Önce, kaynaktan tanecik olarak tek bir fotonun çıktığı söyleniyor, yani bu konuda hiçbir Ģüpheleri yok(!) ; sonra da diyorlar ki, nasıl oluyor da bu foton-tanecik iki delikten birden geçebiliyor! Yani aslında sadece bu deney bile elektromagnetik dalganın öyle makineli tüfekten çıkan mermi gibi elektrondan çıkan bir taneciğin uzayda yolalmasından ibaret olmadığını ispatlamaya yeter. Yeter de, mesele bunu görebilmekte iģte! Kimse diyemiyor ki, kardeģim, öyle mermi gibi foton falan çıkmıyor elektronun içinden! Elektronun belirli bir kuantum seviyesinden bir aģağıya inmesi, onun dıģarıya (makineli tüfeğin mermi fırlatması gibi) foton adı verilen bir mermi

48 48 fırlatması olayı değildir! Elektron titreģince kendi etrafındaki uzayı da titreģtirdiği için, uzayda, fotonlarla kuantize dalgasal bir hareket meydana geliyor o kadar! Peki neden bütün o koca koca profösörler-bilimadamları bu kadar basit bir gerçeği göremiyorlar? Göremiyorlar, çünkü iģin özü ideolojiktir! Gözünüzde materyalist-veya idealist pozitivizme özgü bir gözlük varsa eğer, nasıl göreceksiniz ki gerçeği! Bu durumda gerçek, gözünüzdeki gözlük size neyi gösteriyorsa-ne kadarını gösteriyorsa odur, öyle değil mi! Einstein a demişler ki, nerden geliyor bu fikirler senin aklına, bu işin sırrı ne? O da demiş ki, ben biraz geç gelişmiş bir çocuğum herhalde! Bu yüzden de normalde çocukların ilk üç-beş yaş arası sordukları soruları otuz yaşından sonra sormaya başladım! Bense altmışdört yaşına geldim hala soruyorum, herşeyi sorguluyorum, hiçbir şeyin üstünü örtmeye çalışmadan, günlük hayatımızın içinde alışkanlık haline gelen herşeyin altını üstüne getiriyorum tıpkı yaramaz bir çocuk gibi, işte benim sırrım da bu! Ya ben normal değilim, ya da!!... Elektronun titreşmesiyle meydana gelen elektromagnetik dalganın (ki bunun bir uzay dalgası olduğunu biliyoruz artık) kuantumundan başka birşey olmayan bir fotonun (bu haliyle) uzaydaki varlığına objektif bir gerçeklik atfetmek mümkün değildir. Bu nedenle, gözlemci onu tesbit ettiği an (ışık gözümüze ulaştığı an) bu onun uzaydaki objektif gerçeklik varlığına ilişkin bir tesbit olmaz. O an, yolculuğun bittiği-ihtimaldalgasının daha yeni objektif gerçeklik haline dönüştüğü andır! Ancak, günlük hayatın bakış açısından daima sonuç önemli olduğundan, fotonun kaynaktan gözlemciye kadar bir ihtimaldalgası-uzay dalgası olarak zamana bağlı olmayan bir yolculukla geldiği bizim için (pratikte) anlamını kaybeder. Tıpkı günlük hayatımızda makroskobik cisimler üzerinde yaptığımız ölçme işlemleri gibi, önce bulunduğumuz yerle kaynak arasındaki mesafeyi ölçeriz, sonra da, kaynaktan ne zaman çıktığını da bildiğimiz için (yol bölü zamana göre) fotonun-yani ışığın hızını bulmuş oluruz! Günlük hayatımızda işimize yarayan pratik bir yoldur bu. Aslında, bütün bir günlük yaşantımız zaten bu türden kabullerin üzerine kurulmuştur! Sonra da deriz ki, ışığın hızı saniyede üçyüzbin km.dir ve bu bütün KS leri için aynıdır. Çünkü deriz, o, bütün KS lerinden bağımsız olarak hareket etmektedir! Ama birisi çıkıpta, bu niye böyledir, ne demek oluyor o bütün KS lerinden bağımsız hareket diye sorunca da buna cevap veremeyiz! İşte Einstein ın çelişkisi de buradadır. O, bir yandan, Newton un hiçbir KS ne bağlı olmayan mutlak gerçeklik-boş uzay kavramını reddedip, uzayın yoğunlaşmış maddenin uzantısı bir gravitasyonal enerji alanı olduğunu söyleyerek, modern bilimin- Genel İzafiyet Teorisi nin temellerini atarken, diğer yandan da, bu söyleminin içini dolduramadığı için, birçok şey boşlukta kalmıştır; ve açıkça ifade edilmese de, sonunda gene o eski anlayışa sığınılır! Diyelim ki, evrende herhangi bir yerde oluştu bu uzay dalgaları-elektromagnetik dalgalar- ve sonra da dünyaya doğru geliyorlar.yol boyunca bir objeye raslayarak onunla etkileşinceye kadar bunlar hep ihtimaldalgalarıdır. Bu arada, bu dalgaların taşıdığı enerji falan da, bunlar hep onun içinde potansiyel olarak varolan şeylerdir! Yani, sessiz bir evrende yapılan gizemli-sır bir yolculuktur bu! Potansiyel gerçeklik bir evrendeki sessiz bir yaşamdır!. Bu ihtimaldalgaları ne zaman ki bir objeyle karşılaşarak onunla etkileşirler, işte ancak o zaman bizim objektif gerçeklik olarak tanımladığımız, ölçü aletlerimiz aracılığıyla frekansını, enerjisini vs. tesbit ettiğimiz elektromagnetik dalgalar ortaya çıkarlar.. İki delikle yapılan deneyde de, kaynaktan ekrana kadar olan mesafenin ihtimaldalgası açısından hiç bir anlamı yoktur. Yani ihtimaldalgasının kendisi açısından kaynaktan ekrana kadar belirli bir zaman içinde gelinen öyle belirli bir yol falan mevcut değildir! Zaman ve mekan içinde katedilen yol-mesafe kavramları iki etkileģme arasında bize göre olu- Ģuyor.

49 49 Atomun içinde elektronla proton arasındaki ilişkiyi sağlayan Coulomb alanının - sanal foton alışverişinin ( virtuelle photon austausch ) gerçekleşme zemini de budur. Dikkat edilirse, bu durumda da, elektron kendi normal hareketini yapan bir ihtimaldalgasından başka birşey değildir. Bu hareket esnasında dışarıya bir enerji alış verişi olmadığı gibi, üstelik o, bu hareketini kendi uzayıyla birlikte yapmaktadır. Yani elektron, daha önceden burada bulunan içi boş bir uzayda ( Konfigurationsraum ) hareket etmiyor!. Elektronun ihtimaldalgasının frekansı ne ise, onunla aynı frekansta salınan, onun ayrılmaz bir parçası buradaki uzayı da. İşte bu yüzdendir ki, bu alanın-uzayın kuantumları virtuel dir diyoruz biz. Bir anlamda, sanki yerinde sayan dalgalardır bunlar! Video durmuş gibidir yani! Belirli bir kuantum seviyesindeki bir atomun iç iliģkilerini Ģöyle ifade edebiliriz: Proton ve elektron, yörüngeleri üzerinde atalet hareketlerini yaparlarken, her biri bunu kendi uzayıyla birlikte yaptığı için, sistemin her iki unsuru da, biribirlerine bağlı olarak ve biribirlerini yaratarak bir arada gerçekleģirler. Her biri bir diğerinin özgürce hareket ettiği alanı belirleyerek var olur. ĠĢte sistem-durum (state) olayının özü de budur zaten. Bir sistemin temelini oluģturan gönüllü birliğin özü budur. KOORDĠNAT SĠSTEMĠ NEDĠR Koordinat sistemi, belirli bir bilginin bir madde-enerji yoğunluğu olarak (yapı) gerçekleştiği her AB sisteminde, sistemi oluşturan parçaların (şekilde A ve B) sistem merkezini temel alan sıfır noktasına göre (şekilde C noktası) uzay-zaman içinde ifade edilebilme şeklidir. Buna göre, her AB sisteminde üç temel KS bulunur. 65 Bunlardan birincisi, az önce de ifade ettiğimiz gibi, sistem merkezini temel alan KS dir. Bu durumda A ve B karşılıklı ilişkilerini ve bu ilişkiler içinde gerçekleşen varoluş hallerini-hareketlerini sistem merkezini temel alan (C) bu KS ne göre belirlerler. Her sistemin kendi içinde belirli yaşam seviyelerinden-kuantum seviyelerinden- oluştuğunu da dikkate alırsak, diyebiliriz ki, her basamak-denge durumukendi içinde, sistem merkezini temel alan bir koordinat sistemi rolünü de oynar. Karşılıklı varoluş anlayışı dediğimiz şey, tarafların, otomatikman, hareketi böyle doğal bir koordinat sistemi içinde değerlendirmelerinden başka birşey değildir. İkinci ve üçüncü KS leri ise, A ve B yi temel alan koordinat sistemleridir. Karşılıklı etkileşme içinde biribirlerini yaratarak gerçekleşen bu iki unsurdan her biri, etkileşme sürecini ve bu sürece bağlı olarak ortaya çıkan sonuçları kendi bireysel varlıklarını temel alan KS lerine göre de değerlendirebilirler. Çünkü, A ve B yi biribirlerine bağlayan, onların birlikte varolmalarına yol açan kollektif varoluş süreci, aynı zamanda, onların bireysel çabalarıylafonksiyonlarıyla, bunların bir toplamı-süperpozisyonu olarak da gerçekleştiği için, her unsur kendi varlığının da gerçekleştiği bu süreci kendi varlığını temel alan KS ne göre de değerlendirebilir. 65 Bu konuda daha geniş açıklamalar için 4. Çalışma: Sistem Teorisi nin Esasları-ya da Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi-Herşeyin Teorisi

50 50 O halde, bir Ģeyin, bir hareketin uzay-zaman içindeki varlığını belirlerken, hiç bir zaman öyle rasgele KS seçemeyiz! Bir Ģeyin, KS olarak rol oynayabilmesi için, mutlaka KS olarak seçilen Ģeyle, o nesne, ya da hareket arasında bir iliģki-etkileģme olması gerekir. Günlük hayatımızdan bir örnek verelim: Örneğin, bulunduğumuz evi KS mizin merkezi olarak alırsak, kapının önünde duran arabanın saat 3 te eve 5m. mesafede olduğunu söyleriz. Bunun gibi bir çok örnek sayılabilir. Buradaki KS anlayışı tamamen pratik, günlük hayatımızda bize yardımcı olan bir anlayıştır. Ama bunun, hiç bir zaman, esasa ilişkin, var oluşun esasına ilişkin bir önemi, anlamı yoktur. Mekanik, görünüşe yönelik bir realite tanımına yardımcı olan, büyük bir kullanım değeri olmakla birlikte, hiç bir şekilde işin özünü vermeyen bir kabuldür bu. Meselenin bu tarafını bilirsek, hiç bir sorun yok. Ama eğer, bu bizim için bir dünya dörüşünün vasıtası olursa, işte o zaman işler değişiyor!. ÖZEL VE GENEL ĠZAFĠYET TEORĠLERĠ Koordinat sistemi nedir diye başlayınca konu ister istemez Einstein a, onun Özel ve Genel İzafiyet Teorilerine geliyor! Özel İzafiyet Teorisi nin (ÖİT) hareket anlayışı özünde Galile nin düzgün doğrusal mekanik hareket anlayışıdır. Herhangi bir kuvvetin etkisine maruz kalmadıkları müddetçe cisimler mevcut durumlarını devam ettirirler, duruyorlarsa durmaya devam ederlerken, düzgün doğrusal bir şekilde hareket ediyorlarsa da, buna devam ederler. Einstein ın herhangi bir katı, sabit cisim olabilir 66 diye tanımladığı koordinat sistemleri de (KS), bu düzgün doğrusal-atalet hareketini tanımlayan Galile KS leridir. Yani, ÖĠT nde bir yandan mutlak uzay, mutlak zaman anlayıģının terkedildiği söylenirken, diğer yandan da halâ, ancak böylesine metafizik bir evrende bir gerçekliğe sahip olabilecek bir hareket anlayıģı hakimdir. Ama bunu Einstein ın kendisi de biliyordu. Ve onun içindir ki, Genel Ġzafiyet Teorisi (GĠT) ile, gravitasyonu da iģin içine katarak bu sorunu çözmeye çalıģtı. Çünkü burda artık içinde kuvvetin bulunmadığı Galile nin atalet sistemleri nin yerine, içinde gravitasyonun da bulunduğu gerçek KS leri vardı. Gravitasyonun bir kuvvet olmadığını, uzay-zamanın geometrisi olduğunu ifade ederek bu geçiģi kolaylaģtırmaya çalıģtı Einstein. Galile sistemleri zaten içinde kuvvetin bulunmadığı sistemlerdi. Gravitasyon da bir kuvvet olmadığına göre, o zaman, fizik yasaları bütün KS lerinde aynı Ģekilde geçerli olacaktı. Yani, özel, tercihli KS leri yoktu. Bu KS lerinde, gravitasyonal alanın daha yoğun olduğu yerlerde zamanın yavaģlayıp, nesnelerin boylarının kısalacağını da gösterdi Einstein. Ve artık eskisi gibi, düz, iki boyutlu (zaman ayrı) Öklidsel bir uzayı temel alan KS yerine, dört boyutlu, eğrilmiģ bir uzay-zamanı içeren Gauss KS lerinin konması gerektiğini ifade etti. Bunların hepsi çok önemli adımlardı. Ama, atalet olayını tam olarak çözemediği için, ivmeli hareket kavramı da tam olarak yerine oturmuyordu Einstein da! Hem deniyordu ki, gravitasyon bir kuvvet değildir, uzayın geometrisidir, bu nedenle, serbest düģme de bir atalet hareketidir (ki bütün bunlar doğrudur). Ama hem de sonra, içinde gravitasyon var diye, Gauss KS leri ivmeli KS leri oluyorlardı! Sonra da buradan, bütün KS lerinin biribirine eģit olduğu sonucu çıkarılıyordu. Bunlar biribiriyle çeliģen Ģeylerdi! Serbest düģme hareketi hem bir atalet hareketi oluyordu, hem de, ortada onu yaratan bir kuvvet bulunmadığı halde ivmeli bir hareket!.. Ġvmeli hareket deyince bundan, K=m. a ya göre gerçekleģen bir hareket anlaģılacağı için de, atalet hareketiyle ivmeli hareket bir ve aynı Ģey olmuģ oluyordu! Gel de çık iģin içinden! Atalet hareketini açıklayabilmek için bir ara Avusturya lı fizikçi 66 Einstein ın (KS) tanımı böyle [14-5]...Bu tanım, Einstein ın bu KS anlayışı çok önemli. Sadece bu bile onun nerede durduğunu anlamaya yetiyor. Einstein ın sistem anlayışı tamamen klasik fiziğinmekanik dünyanın sistem anlayışıdır. Kendinde şey-objektif mutlak gerçekler ve bunlar arasında sonradan kurulan ilişkiler..

51 51 Mach ın görüşlerine de yaklaşıyor Einstein. Ama sonra bırakıyor onu da. Bir yanıyla fizikte büyük bir sarsılmaya, silkinmeye yol açıyor Einstein, ama diğer yanıyla da, olayı tam olarak çözemiyor bir türlü. Neden mi? Önce Ģu tesbiti yapalım. Her ne kadar Einstein klasik fiziğin metafizik-ideolojik temellerini sarsmıģ, bilimsel geliģmenin bundan sonra izleyeceği yolu aydınlatan bir dönüm noktası olmuģsa da, son tahlilde gene de tam olarak onun dıģına çıkmıģ sayılamaz o da!. Yani, kafa yapısıyla, dünya görüģüyle-kullandığı kavramlarla- o da halâ eski dünyanın içinde bir devrimcidir. Onun için de halâ, nesneler, Ģeyler, bizatihi-objektif realiteler olarak vardırlar. Öyle ki, üzerinde ölçme iģlemi yapılan bir elektronun varlığı, gözlemciden ve ölçme iģleminden, etkileģmeden bağımsız bir gerçekliktir. Ölçme iģlemi sonucunda elde edilen ölçü değerleri, Heisenberg in Belirsizlik ilkeleri yle sınırlı olsalar bile, yani kesin değerler olmasalar bile, aslında bu değerler gerçekte kesin değerler olarak mevcutturlar. Bütün mesele, bizim ölçme, bilme iģlemimizin eksikliğiyle ilgilidir. Zamanla, bilim ilerledikçe, daima daha kesin ölçü değerleri elde edilebilecek ve insan, kendisinden bağımsız olan objektif realiteye daima biraz daha yaklaģacaktır! Örneğin, GĠT deki çekim kütlesiyle atalet kütlesinin biribirlerine eģitliği ilkesini ele alalım: Burada işin özü, çekim kütlesi denilen şeyin aslında atalet kütlesi olduğunu göstermektir. Gravitasyon gerçek bir kuvveti temsil etmediği için, çekim denilen şey de gerçek bir kuvvetin yarattığı-neden olduğu-bir etkinlik değildir. Nesneler, gerçek bir kuvvetle çekildikleri için yere doğru düşmemektedir. Bütün bunlar açık! Ama gene de, olayı ifade ederken kullanılan o çekim kavramı işleri karıştırıyor!. Çekim kütlesiyle atalet kütlesi biribirine eģittir deyince, bu ifade insanda gene de, sanki ortada yerçekimi adı altında bir kuvvet (!) varmıģ da, bunun yarattığı, neden olduğu kütle de, atalet hareketi adı verilen baģka türden bir hareket içinde gerçekleģen kütleye eģitmiģ intibaını uyandırıyor. Yani, hem gravitasyon bir kuvvet değildir deniyor, ama hem de, bir çekimden ve çekim kütlesinden bahsediliyor, nedir bu iģin sırrı!.. Farklı olayları ifade ederken aynı kavramları kullanınca herşey böyle Arap saçına dönüyor işte!..bu durumda insan düşünüyor, eğer kütle gerçek anlamda kuvvete bağlı (K=m.a), onunla birlikte anlam kazanan bir gerçekse, o zaman zaten gerçekte atalet kütlesinden başka çekim kütlesi diye farklı bir şey de olamaz! Madem ki kütle, bir cismin bir dış kuvvetin etkisine karşı atalet direncidir, eğer ortada bir kuvvet yoksa (ki gravitasyon bir kuvvet değildir) o zaman, buna kaşı dirençle birlikte anlam kazanan bir kütleden de bahsedilemez!. Tam bir kavramlar çorbası doğrusu!.. Bu konu o kadar önemlidir ki, alın bütün fizik kitaplarını, hepsinde aynı kavram karışıklığınıgörürsünüz: m1 m2 Serbest düşme=ivmeli hareket, K G m a. (!).. 2 R Şimdi nedir bu; nasıl anlamak gerekir bu ifadeyi? Hem gravitasyon bir kuvvet değildir diyorsun, ama hem de onu (daha başka bir açıklama yapmadan) K=m.a ile bir tutuyorsun! Einstein ın uzaya yerleģtirilen kutuyla yaptığı o meģhur deneye 67 gelince (burada da amaç, gene serbest düģmeyle, K=m.a ya göre gerçekleģen ivmeli bir hareketin bir ve aynı Ģey olduğunu göstermektir!). Tamam, pratik sonuçları açısından burada bir uyum olduğu açık; gerçekten de bu durumda asansörün içindeki kiģi bu iki olayı biribirinden ayıramaz, ama buradan, basit bir Ģekilde, gravitasyonla dıģ kuvvet bir ve aynı Ģeydir, (ya da, ivmeli hareketle atalet hareketi bir ve aynı Ģeydir) sonucu çıkarılabilir mi? Tam bir kafa karıģıklığı!! Neden mi?.. 67 Einstein İzatiyet Teorisi[14-5,7].

52 52 Burada, kutuyu yukarıya doğru çeken uzaydaki o yaratık bu davranıģıyla bir iģ yapmakta, bir kuvvet kullanarak, enerji sarfetmektedir. Bir elektronu bir (K) kuvvetiyle etkileyip ivmelendirmeniz demek de, en azından bir fotonla onunla etkileģmeye girmeniz demektir. Ġvmeli hareket, kuvvet budur. Ama serbest düģmede böyle olmaz ki! NeymiĢ, ama sonuçları aynıymıģ! Kimin için aynı? Sadece günlük hayatımızı temel alarak bilimsel sonuçlar üretmeye kalkarsanız iģin içinden çıkamazsınız (bakın, bilime musallat olan o pozitivist hastalık insanı nerelere sürüklüyor). Önce, bu iki hareketin niteliksel olarak biribirinden farklı olduğunu görmek gerekir. Serbest düģme bir atalet hareketidir. Çünkü, bir enerji alıģ veriģi, bir dıģ kuvvetle etkileģme söz konusu değildir bu durumda. Yani, sizi çekerek bir enerji harcamıyor, bir kuvvet sarfetmiyor yerküre! Peki, ya K=m.a ya göre gerçekleģen gerçek anlamda ivmeli bir hareket, bu da öyle midir? Sadece görünüģe bakarak, ama, bunların ikisi de ivmeli diyerek olayı mekanikleģtirip bunları özdeģ hale getiremezsiniz! Yani, K=m.a ya göre gerçekleģen ivmeli bir hareketi (aradaki, sonuçları açısından mekanik benzerliğe bakarak) aynı Ģekilde-aynı kavramlarla- değerlendiremezsiniz! Serbest düģmenin de görünüģte ivmeli bir hareket olması, onun da, son tahlilde, gravitasyon adı verilen bir kuvvete bağlı olarak gerçekleģtiği sonucunu vermez! Siz ne kadar lafta gravitasyon bir kuvvet değildir derseniz deyin, eğer sonuç olarak onu gene de bir kuvvet olarak ele alıyorsanız iģin özü kayboluyor demektir! Bütün mesele uzayın-yani gravitasyonal alanın geometrisiyle ilgilidir. Maddenin yoğunlaģmıģ haline (yerkürenin merkezine) yaklaģtıkça uzayın eğimi de arttığı için hareket (serbest düģme) daha da hızlanıyor, iģte, yerçekiminin ivmeli bir harekete neden olmasının sebebi budur! Ama dikkat edin, buradaki hareketin ivmeliliği bir kuvvete bağlı olarak kazanılan gerçek anlamda bir ivme değildir. Örneğin, serbest düģme yapan bir asansörün içinde bulunan kiģi böyle bir kuvvete tabi olmadığı için böyle bir ivmeyi de hissetmez. Onun düģerkenki ivmeliliği mekanik dünyanın sınırlari içindedir, yerküreye göredir 68!. Yerde ayakta dururken, yere doğru olan hareketiniz bir serbest düģme hareketidir. Yani bu, K=m.a ya göre gerçekleģen ivmeli bir hareket değildir!. Ama bu hareketiniz, aģağıdan yukarıya doğru, yerküre tarafından ayaklarınıza uygulanan K=m.a gibi gerçek bir kuvvetle engellendiği için, ve sonuçta da mekanik bir denge durumu oluģtuğu için, sanki ivmeli bir hareketmiģ gibi görünür. GörünüĢteki bu mekanik dengeden dolayı da bu iki farklı olay aynı Ģey sanılır. Aslında, ayakta dururken, siz sadece, aģağıdan yukarıya doğru üzerinize uygulanan ivmelendirici bir kuvvetin etkisi altındasınızdır. Bu yüzden de ancak bir enerji sarfederek, bir karģı kuvvetle dengeleyerek devam ettirebilirsiniz mevcut durumunuzu. Nitekim de öyle olur. Hiç bir Ģey yapmasanız bile, sadece ayakta durmakla enerji kaybedersiniz ve yorulursunuz. Bir kuvvet tarafından etkilendiğiniz için, atalet hareketiniz engellendiği için, siz de bir enerji sarfederek buna karģı duruyorsunuz, o kadar! Ama dikkat edin, burada yorulmanızın nedeni serbest düģme değildir, onun engelleniyor olmasıdır.. Peki bütün bunlardan çıkan sonuç nedir? Biribirinden niteliksel olarak farklı olan Ģeyleri aynı kavramlarla açıklamaya kalkarsak ortaya çıkan kavram karıģıklığı olayların özünün anlaģılmasını engeller. Sonuç budur! Aslında Einstein bir dahi! Çekim kütlesiyle atalet kütlesi biribirine eşittir derken onun demek istediği şey çok farklı!. Çünkü, yerçekimi -çekim-diye birşeyin (böyle bir kuvvetin) bulunmadığını söyleyen de onun kendisidir. Ama o, varoluşun izafiliğini dikkate almadığı için, olayları ve nesneleri varlığı kendinden olan mutlak gerçeklikler olarak gördüğü için, nesneleri (ve onların uzay zaman içindeki hareketlerini) ifade ederken kullanacağı kavramların 68 Bir gök taģı atmosfere girerek yere doğru düģerken hızlanarak düģeceği için, havayla sürtünmeye bağlı olarak ısınır ve sonra da yanmaya baģlar. Bu, tamamen atmosferin havayla dolu olmasıyla ilgili bir durumdur, hiçbirģekilde serbest düģmenin bir kuvvete bağlı olarak gerçekleģen ivmeli bir hareket olduğunu göstermez!!

53 53 içeriğine dikkat etmiyor. Örneğin, serbest düşme olayını açıklarken, hem bunun bir atalet hareketi olduğunu-belirli bir kuvvete tabi bir hareket olmadığını görüyor ve söylüyor, ama hem de sonra, bir çekim kuvvetinden ve böyle bir kuvvetin neden olduğu ivmeli bir hareketten bahsediyor! Burada çok ilginç bir durum var, belki herkesi-einstein ı bile- yanıltan da bu oluyor zaten!.yoksa niye durup dururken kütleye neden olan bir Higgs Alanı arayışına girilsin ki!.. Serbest düşmegravitasyon Yeryüzü Yerde durmakta olan cisim Serbest düşmeyi engelleyen aşağıdan yukarıya doğru kuvvet Şöyle açıklamaya çalışalım: Elinizdeki kalemi bırakınca kalem yere düşüyor mu! Evet! Niye peki? Newton un cevabını biliyoruz: Yerküre kalemi bir K kuvvetiyle çektiği için diyordu Newton. Einstein ise, hayır, yerçekimi diye bir kuvvet yoktur, kalem önündeki uzay yolu böyle olduğu için yere doğru düşmektedir diye düzeltti onu. Doğrusu da budur tabi. Ama o zaman da şöyle bir soru çıkıyordu ortaya: Eğer serbest düşme bir atalet hareketiyse, yani belirli bir kuvvete tabi olarak gerçekleşmiyorsa, bu durumda ne K=m.a dan, ne de dolayısıyla m=k/a dan bahsetmek mümkündür. Yani eğer, Newton un dediği gibi bir kuvvet yoksa ortada, o zaman bu kuvvete karşı direnç olarak tanımlanan bir çekim kütlesinin - de anlamı kalmazdı! Ve de, Einstein ın, çekim kütlesiyle atalet kütlesinin eşitliği ilkesi içi boş bir cümle haline gelirdi? Bakın, herkesi yanıltan ve bir arayış içine sokan şu kütle olayının altında neler yatıyor: KÜTLE NEDĠR Yerküre üzerinde bulunan her cisim-her nesne aynı anda iki tür atalet hareketine tabidir. Bunlardan birincisi gravitasyondan dolayı yerin merkezine doğru düģme iken, diğeri de, eğer gravitasyon olmasaydı nesnelerin belirli bir anda sahip oldukları hareketlerini-ataletlerini- özgürce devam ettirme isteği-güdüsüdür. Yani her cisim-her nesne- aynı anda, hem yere doğru düşmekte, hem de, her an sahip olduğu hareketini muhafaza ederek hareket etmek istemektedir 69. İşte, nesnelerin dünyayla birlikte dönmelerinin nedeni de bu iki hareketin biribirini tamamlamasıdır zaten. Örneğin, tıpkı bizim kendimiz gibi, elimizdeki kalem de, aynı anda, hem yerküreye doğru düşmekte, hem de belirli bir andaki hareketini muhafaza ederek fırlayıp gitmek istemektedir. Onun-bizim deyerküreye bağlı olarak onunla birlikte dönmesi-dönmemiz- bu iki atalet hareketinin sonucudur. Görüyorsunuz ortada hiçbir kuvvet falan yok! Kalem, hem özgürce yere doğru düşüyor, hem de fırlayıp gitmek istiyor! Sonuç açık! ġimdi, koordinat sistemini önce fırlayıp gitmek isteyen kalemin üzerine koyalım ve bir durum değerlendirmesi yapalım: Bu durumda, kalemin yere doğru düģme hareketi 69 Peki, tam o kutup noktasında bulunan bir cismin durumu ne oluyor, onun açısından ne anlama geliyor atalet hareketi? Bir an için gravitasyon ortadan kalksaydı ne olurdu diye düşünürsek, sözkonusu cisim olduğu yerde kalırdı herhalde! Galileden bu yana bilinen atalet yasasına göre, ( cisimler, üzerlerinde herhangibir dış kuvvetin etkisi yoksa eğer, duruyorlarsa durmaya, hareket ediyorlarsa da mevcut hareketlerini yapmaya devam ederler ) yerkürenin merkezine doğru düşme halini muhafaza ederek ataletini korurdu o cisim de..

54 54 (ortada bir kuvvet falan söz konusu olmadığı halde) kalem üzerinde sanki o belirli bir kuvvet tarafından etkilenerek yere doğru çekiliyormuģ etkisi yapar; ki bunun sonucunda da o, m=k/a ya göre belirli bir m çekim kütlesine sahip olur. Ama eğer, koordinat sistemini yere düģmekte olan kalemin üzerine koyarsak, bu durumda da, kalemin, fırlayıp gitme eğiliminden dolayı, serbest düģme eyleminin engellenmek istendiği sonucuna vardığını görürsünüz. Ki bu da gene onda belirli bir K kuvvetinin etkisi altında olduğu sonucunu doğurur; yani gene, atalet direnci olarak m=k/a ile anlam kazanan bir m atalet kütlesi ortaya çıkar. ĠĢte, Einstein ın o meģhur çekim kütlesiyle atalet kütlesinin eģitliği ilkesi budur! Kendi varlığınızıkütlenizi düģünün, bunu gravitasyondan ve eğer gravitasyon olmasaydı belirli bir andaki hareketinizi devam ettirerek fırlayıp gitme özgürlüğünüzden bağımsız olarak düģünebilirmisiniz! Peki, kütleyle ağırlık arasındaki fark nedir? Yerkürenin uzayının eğimi, örneğin ay ınkine göre daha fazla olduğu için, yerdeki ağırlığınız ay a göre daha fazla-büyük- oluyor. Ama, bu arada kütleniz hiç değişmiyor, bu neden? Değişmiyor, çünkü, m=k/a ya göre, eğer K küçükse, a da (yani ivme de) küçük oluyor, bu yüzden de m (kütle) değişmiyor!. Yani eğer ay ın gravitasyonal etkisi (ay ın uzayının eğimi) yeryüzününküne göre daha azsa, o zaman bunun neden olacağı ivme de ( a ) ona göre daha az olacağı için, bu durumda m yani kütle hep sabit kalıyor 70. Bu kadar basit bir gerçeği- atalet kütlesi gerçeğini- kavrayabilmek-açıklayabilmek için neden milyarlarca dolar paralar harcanılıyor peki bunu bir türlü anlamıyorum ben! Cern deki deneyi kastediyorum tabi! Kütle olayını açıklayabilmek için neden böyle metafizik bir Higgs alanına ve Higgs parçacığına ihtiyaç duyuluyor bunu anlayamıyorum! Düşünebiliyormusunuz, elinizdeki kalem yere düşerken, ne olduğu belli olmayan (ama heryeri kaplayan ) böyle bir Higgs alanıyla etkileştiği için bir kütleye sahip oluyormuş! Yani, Higgs parçacıklarıyla kalemi oluşturan atomlar, moleküller etkileştikleri için, söz konusu alan bunların (kalemi oluşturan atomların, moleküllerin) üzerine bir K kuvvetiyle etkide bulunuyormuşta, bunlar da o yüzden bir m kütlesine sahip oluyorlarmış! Bu konuyu daha sonra ayrıntılı olarak ele alacağız!.. Ġsterseniz bütün bunları bir de Ġnformasyon ĠĢleme Bilimi açısından değerlendirelim: Bir sistem çevreyle etkileģirken, sisteme dıģardan alınan madde-enerji-informasyon (girdi), aynı zamanda, sistem açısından objektif bir kuvvete denk düģen bir etkidir. Zaten etkileģme demek, adı üstünde, karģılıklı olarak birer kuvvetle biribirini etkilemek demektir. Çevreden alınan girdi seni etkiliyor, sen de bu etkiyi iģleyerek, onu, çevreyi etkileyecek bir çıktı haline dönüģtürüyorsun. Ayakta durmakla, hiç bir iģ yapmasak bile gene de yoruluruz, enerji kaybederiz demiģtik. Çünkü bu durumda, yerküre tarafından ayaklarımız aracılığıyla üzerimize uygulanan bir dıģ kuvvetin etkisi altında bulunmaktayız. Bu kuvveti-etkiyi girdi olarak alan organizmamız ona karģı bir reaksiyon oluģturarak onu iģlemeye, bu Ģekilde varlığını sürdürmeye çalıģır. O halde, ayakta kalabilmek bir reaksiyon olduğu kadar bir üründür de, ve organizmamız bu durumu üretebilmek için bir enerji harcamaktadır. Daha baģka bir örnek olarak da gitmekte olan bir arabayla yerküre arasındaki iliģkiyi ele alalım: Bu durumda da gene, araba, yerküre tarafından, tekerlekleri aracılığıyla üzerine uygulanan bir kuvvetin etkisi altındadır. Bizim, tekerlerle yerküre arasındaki sürtünme dediğimiz iliģkiyi belirleyen bu kuvvettir. Araba yere doğru serbest düģme hareketini yapmak isterken yerküre bunu engellemektedir o kadar!. Yani yerküre bir (K) kuvvetiyle aģağıdan yukarıya doğru onun-arabanın- üzerine etkide bulunmaktadır. Arabanın ise, hareket edebilmesi, araba olarak fonksiyonunu sürdürebilmesi için bir enerji harcayarak buna karģı durabilmesi gerekir. Nitekim olan da budur. 70 Bakın, burada gene ivme kavramını kullandık! Ne demek istediğimizi az önce açıkladığımız için tekrar izaha gerek duymuyorum!..

55 55 Dikkat ederseniz, her iki durumda da, her ne kadar ortada biribirine eşit iki kuvvet varmış gibi görünüyorsa da (yerküre tarafından ayaklarımıza-ya da arabanın tekerleklerine uygulanan kuvvetle serbestçe düşmeye neden olan gravitasyon) bu doğru değildir, aradaki benzerlik mekanik bir benzerliktir. Çünkü, yere doğru düşmeye yol açan serbest düşme hareketi, çekim kuvveti gibi bir kuvvetin etkisiyle gerçekleşen bir çıktı-output değildir (bizi etkileyen bir dış kuvvetin etkisine karşı organizmamızın gösterdiği bir reaksiyon değildir). Eskiden şöyle bir espri vardı, Einstein ın kendisinden başka Genel İzafiyet Teorisi ni anlayan kimse yok denirdi! Geçenlerde bir bilim dergisinde okudum, tanınmış bir fizikçiye bu espriyi hatırlatıyorlar ve diyorlar ki, ne diyorsunuz, o zamandan bu yana G.İ.T ni anlayanların sayısı arttı mı ülkemizde? O da diyor ki, elbette ki, üniversitelerimizde binlerce genç bunu öğreniyor artık, o zamanlardan bu yana çok mesafeler aldık!. Ben aynı kanıda değilim!!. DÜNYA NĠYE DÖNÜYOR? Klasik bilimin gerçeklerini sorgulamaya devam ediyoruz! Örneğin, dünya niye dönüyor diye hiç düģündünüz mü? Belki de böyle bir soruyu bile lüzumsuz bulacaksınız! Okula giden her çocuğun bilmesi gereken basit bir Ģey bu diye düģüneceksiniz!..öyle ya, Newton her Ģeyi açıklamıģ! Hem de bundan tam üçyüz yıl önce!... Dünya, düzgün-doğrusal atalet hareketini yaparken, güneģ devreye giriyor, adına gravitasyonal çekim kuvveti denilen bir kuvvetle onu kendisine doğru çekiyor. Dünya da, bu iki etkenin birleģik sonucu olarak, bilinen yörünge hareketini yapıyor, tıpkı ipe bağlı olarak dönmekte olan bir taģ gibi dönüp duruyor. Bu kadar basit!. Newton dan ikiyüz yıl sonra Einstein geliyor. O da diyor ki, hayır, çekim kuvveti diye bir Ģey yoktur. Yani güneģ dünyayı, adına çekim kuvveti denilen bir kuvvetle kendisine doğru çekmiyor. Dünya, güneģin eğrilmiģ uzay-zamanı içinde, güneģe doğru serbest düģme hareketini yapıyor. Tıpkı, bir kalemi bıraktığımız zaman düģmesi gibi. Eskiden bunu, Newton a göre, kalem yerçekiminden dolayı düģüyor diye açıklarken, Einstein la birlikte, artık, kalem gidecek baģka yeri olmadığı için, dünyanın eğrilmiģ gravitasyonal alanında önüne çıkan yolu takip ediyor, düģme olayı da bundan ibarettir diye açıklıyoruz. Dünya nın niye döndüğüne iliģkin yukardaki açıklamayı da düzelterek, artık dünya, düzgün doğrusal atalet hareketini yaparken, güneģin gravitasyonal alanında, tıpkı kalemin yere düģmesi gibi, her an güneģe doğru serbest düģme hareketini yapıyor. Ve bu iki etkenin birleģik sonucu olarak da dönüyor diyoruz. Bu ifade doğru tabi; doğru ama, kendi içinde halâ her an yanlıģ sonuçlara yol açabilecek muglak ifadeleri de saklıyor. Örneğin, atalet hareketini tanımlarken kullanılan Ģu düzgün doğrusal hareket kavramı! Atalet hareketi, bu Ģekilde- düzgün doğrusal bir hareket olarak- tanımlanınca, bunun dıģındaki (onlar da belirli bir kuvvete tabi olmadan gerçekleģtikleri halde) bütün diğer atalet hareketleri sırf düzgün doğrusal olmadıkları için (örneğin bir elektronun çekirdeğin etrafındaki

56 56 yörünge hareketi, ya da, yerkürenin güneģin etrafındaki hareketi) bunlar hep düzgün dairesel ivmeli hareket kategorisine sokularak atalet hareketi kapsamının dıģında tutuluyorlar. O zaman da iģler karıģıyor tabi!.. NEDĠR BU DÜZGÜN DOĞRUSAL HAREKET Galile ye göre, eğer bir dış kuvvetin etkisi altında bulunmuyorlarsa, nesneler mevcut hareketlerini devam ettirirler; duruyorlarsa durmaya, düzgün doğrusal bir hareket yapıyorlarsa da bu hareketlerini yapmaya devam ederler. Öte yandan, eğer nesnelerin içinde bulundukları hareket belirli bir kuvvetin etkisi altında yapılan düzgün dairesel bir hareketse de, dış kuvvetin etkisi kaybolduğu an, bu nesneler de daha önceki kuvvet doğrultusunda fırlar giderler ve düzgün doğrusal bir atalet hareketine başlarlar. Atalet yasası nın özü budur. Bana bir tek kişi, bilimadamı gösterebilirmisiniz ki, bu açıklamadan tatmin olmuş olsun! Ya da, bir tek bilimadamı gösterebilirmisiniz ki, bütün bunları bilimsel olarak açıklayabilsin! Hayır, gösteremezsiniz! Ama gene de, hiç kimse bu durumu sorgulamıyor!..ya da sorgulasa da, aynen, Galile nasıl formüle etmişse, Newton buna dayanarak nasıl klasik fiziğin temellerini atmışsa, herkes, sanki bu dokunulmaz bir tabuymuş gibi, onun etrafında dolanıyor. Kimse demiyor ki, kardeşim, bu evrende böyle bir hareket yoktur. Ne dış kuvvetin mutlak sıfır olduğu bir ortam vardır, ne de, böyle bir hareketi belirlemeye yarayacak bir KS!...Kimse demiyor ki, dünyanın güneģ etrafındaki hareketi de, elektronun çekirdeğin etrafındaki hareketi de, bunlar düzgün dairesel ivmeli bir hareketmiģ gibi görünseler de, son tahlilde atalet hareketleridir. Bir hareketin atalet hareketi olması için onun mutlaka (gerçekte mevcut olmayan) düzgün doğrusal bir hareket olmasına gerek yoktur; madem ki güneģ, adına çekim kuvveti denilen bir kuvvetle dünyayı etkilemiyorkendisine doğru çekmiyor, yani dünya, güneģin etrafında dönerken bu iģi bir kuvvetin etkisi altında kalarak yapmıyor, o halde bunun da bir atalet hareketi olarak kabul edilmesi gerekir diyemiyor!. Dünyanın yaptığı da, son tahlilde, mevcut durumunu muhafaza etmekten ibaret değil mi; bir hareketin atalet hareketi olarak değerlendirilmesi için onun mutlaka ne olduğu bilinmeyen bir düzgün doğrusal hareket olması mı gerekir diyemiyor!.. Uzaya gönderilen satellitler örneğine bakalım: Sateliti gönderip de yörüngeye oturttuğumuz zaman, önce, roketlerimizi çalıştırarak onu bir (v) hızına eriştiriyoruz. Sonra, motorları durdurulduğu andan itibaren, artık o, sürtünmenin çok az olduğu, havanın bulunmadığı bir ortamda, o an sahip olduğu hareketini devam ettirip gidecektir. Olay bundan ibarettir. Bu harekete düzgün doğrusal denme nedenine gelince: Motorlar çalıģırken uzay gemisi bir kuvvetin etkisi altındadır. Kuvvet ise vektörel bir büyüklük olduğundan, belirli bir yöne doğru etkide bulunur. ĠĢte, bir kuvvetin etkisi altında ivmelenen bir cismin (bu arada uzay gemisinin) sahip olduğu hareket bu nedenle belirli bir yöne sahip olacaktır. Motorlar durduktan sonra da, ortada bu yönü değiģtirecek baģka bir kuvvet kalmadığı için, uzay gemisi en son sahip olduğu bu yönü muhafaza ederek gitmek ister (gitmeye çalıģır). Bu yüzden de, motorlar durduktan sonraki bu harekete düzgün doğrusal bir atalet hareketi deriz. Buradan yola çıkıpta, olayı, sanki öyle gerçekten kendinde Ģey düzgün doğrusal bir hareket varmıģ gibi yorumlamak metafiziktir!.. Görüldüğü gibi, bütün mesele, atalet hareketi ve ivmeli hareket gerçekliğini, hareketin bu iki temel biçimini esasa iliģkin olarak kavrayamamakla ilgili. Ki bunun da altında, evrensel varoluģun kuantum teorisini kavrayamamak yatıyor 71. Çünkü, aynı problemle her yerde karģılaģıyoruz. Belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektronun hareketini, hatta varlığını açıklarken, ihtimaldalgası olayını açıklarken, potansiyel gerçekliğin ne olduğunu kavramaya çalıģırken, veya, astronomik 71 Daha geniş açıklamalar için bak, 4. Çalışma

57 57 düzeydeki sistem gerçekliğini ele alırken (organik ve inorganik bütün yaģam alanlarında) hep aynı sorunla karģılaģıyoruz. Aslında çok basit olduğu halde, bu sorunun bir türlü çözülememesinin, anlaģılamamasının nedeni ise, günlük hayatımıza yön veren mekanik-materyalist pozitivist dünya görüģümüzdür! Yani, kabul etmesek de, olayın özü ideolojiktir. Kendinde Ģey objektif gerçeklikler olarak var olan nesnelerle, bunlar arasındaki mekanik iliģkileri açıklamaya çalıģan mekanik yasalar bu anlayıģın içine sığmayan bir hareketi açıklamaya olanak vermiyor. Olay budur. DÜNYA KENDĠ ETRAFINDA DA DÖNÜYOR Peki dünyaya kim veriyor, o ilk (v) hızını? Tıpkı uzay gemisi gibi dünyaya da ilk olarak bir (v) hızı veren bir kuvvet mi vardı? Güneşin çekim kuvveti, bir tork (döndürme kuvveti) yaratıyor ve zorla dünyayı döndürüyor diyemeyeceğimize göre, kim-nasıl döndürüyor dünyayı? Güneşin manyetik alanı mı? Saçma! Saçma, çünkü bir sistemin iç kuvvetleri bir iģ yaparak, enerji sarfederek sistem elemanları üzerinde ivmelendirici bir etkide bulunamazlar. Bulunabilselerdi, sistem sürekli enerji kaybederdi ve dengesi bozulurdu. Eğer güneģ, bir enerji sarfederek, zorla dünyayı döndürseydi, bir süre sonra sistem çökerdi. O halde ne kalıyor geriye? Durumu kurtarmanın tek yolu metafiziğe sığınmaktır! Bu, dünyanın kendine özgü bir hareketidir deyip işin içinden çıkmaktır! Ne demek kendine özgü bir hareket? Yani, varolmak için hiç bir ilişkiye, hiç bir KS ne ihtiyacı olmayan, mutlak bir gerçeklik olan dünyanın, bizatihi varlığının bir özelliği midir bu! Bunun anlamı budur!.. Evet, dünya nasıl dönüyor da kalmıştık!. Güneş sistemi oluşmadan önceki durumu düşünelim. Bir toz ve gaz bulutundan başka birşey yok ortada. Sürekli değişen bir merkez ve bu merkezin etrafında dönüp duran bir toz ve gaz bulutu. Bazan, bu sistemin yarattığı uzay çukuruna ( çekim alanına ) daha başka kütleler, toz ve gaz bulutları da dahil oluyorlar, bazan da, yığılma fazla olduğu için belirli kütleler kopuyorlar bu ana gövdeden. Bu süreç içinde, tesadüflere bağlı olarak, belirli bölgelerdeki yoğunluğun artmasıyla buralarda uzayın yapısında değişiklikler oluyor ve çukurlar oluşuyor. Bu çukurlara düşen parçacıklardan da daha sonra büyük kütleler ortaya çıkıyorlar. İşte, dünyamızın ve güneş sisteminin ilk oluşum anı da bu türden gelişmelerin sonucu muhtemelen. Ama her halukarda, dünyanın ve güneşin (diğer gezegenlerin de) hareketlerinin başlıca kaynağı, güneş sistemi oluşmadan önceki bu sistemin, bu toz ve gaz bulutunun toplam hareket miktarıdır. Çünkü, momentumun (hareket miktarının) korunması yasasına göre, toplam hareket miktarı değişmez. Olayı bu kadarıyla bırakırsak, işin kökenine inemeden, peki o toz ve gaz bulutu nerden devralmış o hareket miktarını diye diye bu zinciri karadeliğe kadar uzatmış oluruz. Çünkü elbetteki, zincirin her halkası hareket miktarını bir öncekinden devralmış olacaktır. Ancak orada da, daha sonra göreceğimiz gibi karşımıza sıfır noktası problemi çıkar. Bu nedenle biz tekrar o toz ve gaz bulutuna dönelim: Toz ve gaz bulutu diyoruz, ne demektir bu? Son tahlilde, elementleri moleküller olan bir sistem değil midir söz konusu olan.. Daha da ileri gidersek, atom düzeyine kadar ineriz. Bence olaya bu zeminden yola çıkarak başlamak gerekiyor. Büyük patlamadan sonra atom ve moleküller düzeyinde sistemlerin nasıl oluştuğunu, sistemi meydana getiren unsurların karşılıklı olarak biribirlerini nasıl yarattıklarını biliyoruz. Herşeyden önce, bir araya geldikleri zaman, karşılıklı etkileşme ortamında bunlar biribirlerini elektriksel ve magnetik alanlarıyla etkilerler. Sistemin (atomların) oluşumu, bu etkileşme zemininde gerçekleşir. Kendi etrafında ve sistem merkezinin etrafında dönme olayının gerçekleştiği zemin de budur zaten. Örneğin bir hidrojen atomunun oluşumunu ele alalım. Bir proton ve bir elektrondan oluşan bu sistem nasıl oluşuyor? Toz ve gaz bulutunda, ya da daha önce, büyük patlamadan sonraki bir zamanda, elektron-kuark plazmasından protonlar oluşupta bir protonla bir elektron karşılıklı olarak ilişkiye geçtikleri anda, bunlar biribirlerini elektriksel ve magnetik alanlarıyla etkilerler. Karşılıklı elektriksel etkileşme arada bir uzay çukurunun oluşmasına yol açarak bunların biribirlerine bağlanmalarına yol açarken, aynı anda, magnetik etkileşme de bunların

58 58 dönmelerine yol açar. Ve sistem bu haliyle belirli bir kuantum seviyesinde denge durumuna erişir. İşte bütün mesele burada. Birkere bu denge durumu oluştumuydu ya, artık ondan sonra elektron ve proton arasındaki elektriksel ve magnetik etkileşme adeta olduğu gibi donar kalır! Bu durumda, elektron ve proton, bir yandan (tıpkı gravitasyonal alan nedeniyle biribirlerine doğru serbest düşme hareketi yapan yerküre ve güneş gibi) iki elektriksel alanın neden olduğu aradaki uzay çukuruna doğru düşerlerken, diğer yandan da, magnetik etkileşime bağlı olarak (tıpkı o uzay gemisinin motoru çalıştığı zaman kazandığı ilk hız gibi) belirli bir harekete sahip olurlar. Bu durumda, sistem denge haline ulaştığı an olay o hale gelir ki, aynen yerkürenin güneşin etrafındaki yörünge hareketine benzer bir şekil alır. Aynı anda yapılan iki hareketin birliği, yani, sistemi oluşturan unsurlar olarak elektron ve protonun ayni anda hem biribirlerine doğru düşmeleri, hem de başlangıçtaki magnetik etkenden dolayı (artık motorları durdurulan o uzay gemisinin sahip olduğu ilk hız gibi) sahip oldukları hareketlerini muhafaza etme güdüleri (bu iki hareketin sentezi olarak) bunların belirli bir yörünge hareketi yapmalarına neden olur. Bu durumda (yani, belirli bir kuantum seviyesindeki denge durumunda) artık her iki unsur da üzerlerinde hiç bir kuvvetin etkide bulunmadığı bir ortamda özgürce atalet hareketlerine başlamış olurlar. Yani, belirli bir kuantum seviyesinde yapılan yörünge hareketi doğası gereği bir atalet hareketidir. Şimdi, her biri bu şekilde, hem kendi etrafında, hem de içinde bulunduğu sistemin merkezinin etrafında dönen sayısız elementlerden oluşan bir sistem olarak düşünelim yerküreyi. Elementlerinin toplam hareket miktarının ve şeklinin, sistemin bütününün hareket miktarını ve bunun şeklini belirleyen temel unsur olarak karşımıza çıktığını görürüz. Kısacası, elektron ve proton, karşılıklı olarak biribirlerini elektriksel ve magnetik kuvvetlerle etkileyerek, biribirlerinin spin ve yörünge hareketlerinin yaratılmasında başlıca etken olurlarken, elemanter düzeydeki bu oluşum sistemin makro düzeydeki hareketinin de çıkış noktasını oluşturur. Çünkü, sistemin makro yapısı, elementler düzeyindeki oluşumun süperpozisyonundan başka birşey değildir. Yani, birisi çıkıpta derse ki, dünya oluşmadan önceki toz ve gaz bulutu neden dönüyordu, dünya neden dönüyor? Cevabımız hazır olmalıdır! Toz ve gaz bulutu veya dünya, atom düzeyinden başlayarak elementlerin süperpozisyonuyla oluştukları için, en alt düzeydeki toplam hareket miktarını (drehmoment) muhafaza ederek hareket biçimlerini devam ettiriyorlar. Atomlar düzeyinde elektriksel-magnetik platformda başlayan hareket makro planda gravitasyonal bir düzeye taşınıyor ve kendine özgü bir atalet hareketi şeklinde devam edip gidiyor. Bu durum, tek bir hücreyle milyarlarca hücreden oluşan bir organizma arasındaki ilişkiye benziyor. Tek bir hücrenin DNA sında kayıtlı bilgilerden yola çıkarak, bütüne, çok hücreli yapıya ait bilgilere ulaşabiliyoruz. Yani bu anlamda, bütün parçanın içinde var. O parçalar bir araya geldikleri zaman oluşmuyor mu zaten bütün de.. ATALET HAREKETĠ NEDĠR

59 59 Galile ve Newton a göre her şey açıktır! Çünkü, nesnelerin düzgün doğrusal bir harekete sahip oldukları o ne olduğu belli olmayan atalet halinde, zaten dış kuvvet de sıfırdır! Yani, dünyaya ilk hızı kim verdi sorusu o kadar önemli değildir! Nesneler, hiç bir dış etkiye bağımlı olmaksızın varolan 72, mutlak, varlığı kendinden menkul, bizatihi gerçeklerdir! Var olmak için bir dış kuvvetle ilişki içinde olmaya ihtiyacı olmayan bu nesnelerin, herhangi bir KS ne de ihtiyaçları yoktur. Çünkü onlar, mutlak bir gerçeklik olan uzay-zaman içinde, ona göre (yani bu mutlak uzay-zamana göre) vardırlar. Bu yüzden, onların hareketleri de, son tahlilde, bu mutlak varlıklarının ayrılmaz bir parçasıdır...bu işin ucu ya burada, mekanik materyalizmde kalır, ya da uzatırsanız tanrıya kadar gider! 73 Newton gravitasyon yasasını keşfettiği zaman, bunu, kütleye bağlı bir kuvvetten (bir çekim kuvvetinden ) kaynaklanan bir kuvvet yasası olarak ifade etmiştir. Dünyanın dönmesi olayını da bu yasal çerçeve içinde açıklar o zaten! Bu demektir ki, ortada, güneşten kaynaklanan ve dünyayı düzgün doğrusal hareketinden caydıran, onu yörünge hareketi yapmaya zorlayan bir kuvvet (K=m.a ya benzeyen, K=GmM/R 2 şeklinde ifade edilebilen bir kuvvet) söz konusudur. Tıpkı ipe bağlı olarak dönmekte olan taş örneğinde olduğu gibi, ip aracılığıyla taş üzerine kolumuzla uyguladığımız kuvvet gibi bir kuvvettir bu!. Einstein ise, hayır, gravitasyon bir kuvvet değildir, o, uzay-zamanın eğiminden kaynaklanan bir olaydır diyordu! Bu durumda, Einstein a göre, dünyanın da dönerken, hiç bir dış kuvvetin etkisi altında olmadan, serbestçe hareket ediyor olması gerekirdi... Bütün bunlar son derece önemli-devrimci tesbitlerdir-buluşlardır. Einstein bütün bunları söylüyor söylemesine; söylüyor ama, ondan sonra devamını getiremiyor! Nedir bunun, bu yörünge hareketinin adı diye sorunca duruyor? Evet, cisimlerin, nesnelerin, üzerlerinde herhangi bir dıģ kuvvet yokken yaptıkları bu yörünge-dönme hareketinin adı nedir? Bu bir atalet hareketidir dese, o zaman, düzgün-doğrusal olmayan bir atalet hareketini açıklaması gerekecekti! Diyemiyor!. Olayı, çekim kütlesiyle atalet kütlesinin biribirine eģit olduğunu söyleyerek noktalıyor. Evet, bununla o, çekim olayının bir kuvvetten değil, son tahlilde bir atalet hareketi olan serbest düģmeden kaynaklandığını söylemiģ oluyordu; ama, bu kadarlık açıklama, o zamana kadar düzgün dairesel ivmeli bir hareket olarak ifade edilen yörünge hareketinin de bir atalet hareketi olduğunu açıklamaya yetmedi; ve problem yarı çözülmüģ bir halde ortada kaldı! Öyle ki, hem Einstein, hem de ondan sonra gelen fizikçiler gravitasyonu bazan bir kuvvet, bazan da uzayın geometrisi olarak ele almaya devam ettiler; günümüze kadar böyle gelindi! Bugün bile açın fizik kitaplarını bakın, gravitasyon bazan bir kuvvettir, bazan da uzayın yapısından kaynaklanan bir olay! Evet, bu da, yani yörünge hareketi de bir atalet hareketidir denilemedi; dünyanın, güneģin etrafındaki hareketi, düzgün-doğrusal bir hareket olmadığı halde, elips Ģeklinde bir hareket olmasına rağmen, bu da bir atalet hareketidir denilemedi. Bütün dairesel, yada eğrilmiģ hareketleri-yörünge hareketlerini de- otomatikman atalet hareketinin dıģında ele alan, bunları ivmeli hareketler olarak değerlendiren klasik bilimin yanıldığı ortaya konulamadı! Ataletin, atalet hareketinin yeni bir tanımı yapılarak; cisimler, içinde bulundukları hareket ister düzgün doğrusal, ister dairesel, hangi biçimde olursa olsun, eğer dıģ kuvvetlerin etkisi bu hareketi değiģtirmek için yeterli değilse (dıģ kuvvet mevcut durumu değiģtirmek için gerekli olan eģiğin altındaysa), onu olduğu gibi muhafaza ederler, devam ettirirler denilemedi. Dikkat ederseniz, böyle bir tanımla olay-atalet olayı- artık o, ne olduğu belirsiz 72 Bu Higgs alanı icadı da zaten bu ihtiyaçtan kaynaklanıyor sanırım! Herbiri kendinde şey olarak varolan, yani, varolmak için hiçbir ilişkiye-etkileşmeye ve de koordinat sistemine ihtiyacı olmayan mutlak gerçekliklerin varlığını kanıtlayabilmek için Newton un mutlak uzay-zamanının yerini alacak başka bir mutlak bir koordinat sistemine ihtiyaç vardı; heryeri dolduran maddi gerçeklik olarak bir Higgs alanı ihtiyacının çıkış noktası bu olsa gerek!.. 73 Higgs alanına Tanrı alanı yakıştırması da buradan geliyor zaten!

60 60 düzgün doğrusal bir hareketle sınırlandırılmıyor! Ama sadece bu da değil. Bir de o, dıģ kuvvetin sıfır olması hali çıkarılıyor artık atalet hali tanımından. Hareketinevrensel oluģumun kuantize bir gerçeklik olduğu dikkate alınarak, belirli bir durumu değiģtirmek için gerekli olan eģiğin altında kalan etkiler-kuantum dalgalanmaları-atalet hali gerçekliğiyle birlikte ele alınıyor. Varılan bu sonuç, atalet hereketi kavramına getirilen bu yeni anlayıģ o kadar önemlidir ki, sadece bu gerçeği görebilmek bile çok daha karmaģık gibi görünen olayları kavramamızda çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu ne demektir biliyormusunuz? Bütün her Ģeyi, dünyanın dönüģünden, atomun içindeki hareketlere kadar herģeyi, düzgün dairesel mekanik ivmeli hareketle açıklamaya çalıģan klasik bilimin ve bütün bir mekanik materyalist pozitivist dünya görüģünün sınırlarını görebilmek demektir! EVET, ĠPĠN UCUNA BĠR TAġ BAĞLAYIP DÖNDÜRÜYORUZ! Fizik kitaplarında, düzgün dairesel ivmeli hareketi açıklarken kullanılan ipe bağlı taş örneğini ele alıyoruz. Olayı bütün çıplaklığıyla görebilmek için de, ağırlığın bulunmadığı bir uzay gemisine gidip orada başlıyoruz deneye! Evet, bir uzay gemisinde astronotuz! Elimize bir ip alıyoruz. Ucuna da bir taş bağlayıp, başlıyoruz döndürmeye!. Şekil: İpin ucuna bir taş bağlayıp döndürüyoruz! Ya da düzgün dairesel hareket.. Bu şekli hiç unutmayalım! Çünkü buradaki mekanizma, hareket-sistem anlayışı- bütün mekanik sistemlerde aynıdır. Bu mekanik bir sistemdir. Elimizle taş arasında oluşan bir sistem. Aradaki ip de bağlantıyı sağlıyor. Sabit bir hızla döndürmeye devam ediyoruz taşı..sonra birden ipi bırakıveriyoruz elimizden! Ne olur? Taş fırlar gider! Üzerinde hiç bir kuvvet kalmadığı için, en son halini, hareketini muhafaza ederek atalet hareketine başlar. Olayın açıklaması şöyle: Elimizle taşı döndürürken, aynı zamanda, ip aracılığıyla onu etkileyip, bir kuvvetle elimize doğru çekerek onun ileri doğru fırlayıp gitmesini de engellemiş oluyoruz. Böylece hem onun dönmesini, hem de belirli bir yörünge üzerinde kalmasını sağlıyoruz. Taş ise, bir yandan elimiz tarafından bir kuvvet harcanılarak çekilirken, diğer yandan da, mevcut hareketini muhafaza etmek istediğinden, bu iki etkenin birleşik sonucu olarak yörüngede kalıyor. Fizik kitaplarında düzgün dairesel ivmeli bir hareket olarak tanımlanan olayın özü budur. Açıkça görüleceği gibi, her ne kadar taģ sabit bir hızla hareket ediyorsa da, taģın bu hareketi ivmeli bir harekettir. Çünkü taģ bu hareketini zorla, elimizle ve ip aracılığıyla uyguladığımız bir kuvvetin etkisiyle yapmaktadır. Eğer bu kuvvet olmasaydı, taģ kendi özgür iradesiyle kendi atalet hareketini yapacaktı. Ama elimiz ve ip aracılığıyla uygulanan o kuvvettir ki, taģın mevcut durumunu değiģtirmekte, vektörel bir büyüklük olan hızının yönünü değiģtirerek onu ivmelendirmekte, sürekli bir gerilim altında tutmaktadır. ĠĢte Newton un en sevdiği deney! Ama sadece Newton un mu!... Açıkça görüleceği gibi, böyle bir sistemin iģleyebilmesi, sürekliliğinin sağlanabilmesi için her an bir enerji harcanması, bir iģ yapılması gerekmektedir. TaĢın atalet hareketini engelleyerek onu yörüngede tutabilmenin, onu döndürmenin bedeli, her an elimiz aracılığıyla bir iģ yapmamız, bir enerji harcamamızdır. Bir an için bunu yapmazsak, sistem durur.

61 61 Şimdi, yerkürenin etrafında, belirli bir yörünge üzerinde dönüp duran uzay gemisiyle yukardaki taş örneğini karşılaştırıyoruz. Taşı döndürürken, ipi bıraktığımız an taş fırlayıp gittiği halde, belirli bir (v) hızına ulaştıktan sonra motorları durdurulan uzay gemisi, taş gibi öyle fırlayıp gitmek bir yana, tam tersine yörünge hareketine başlıyor. Üzerinde hiç bir dış kuvvetin etkisi olmaksızın, özgürce dünyanın etrafında dönmeye başlıyor. Neden? Bu iki örnek, dönmekte olan taģ örneğiyle uzay gemisi örneği, görünüģteki bütün benzerliklerine rağmen, niteliksel olarak farklıdırlar da ondan! Nedir o farklılık peki, nereden kaynaklanıyor? Çok açık! TaĢla elimiz arasındaki iliģkiyi sağlayan iple, uzay gemisiyle yerküre arasındaki iliģkiyi sağlayan gravitasyon arasındaki farklılıktır bu! TaĢ örneğine dönüyoruz. Evet, elimiz ve ip aracılığıyla uyguladığımız merkezçekim kuvvetiyle, taģın mevcut hareketini devam ettirme isteğinden kaynaklanan atalet hareketi arasındaki denge, görünüģte, sanki taģın üzerindeki toplam kuvvet miktarı sıfırmıģ ve taģ da özgürce hareket ediyormuģ gibi bir yanılgıya yol açıyor, ama aslında hiçte öyle değildir! Çünkü, taģın atalet direnci gerçek bir kuvvet değildir. Yani, elimizle uygulanan merkez-çekim kuvvetinin karģısında buna zıt bir merkezkaç kuvveti yoktur ortada! TaĢın merkeze doğru çekilmesini engelleyen Ģey onun tutsaklık durumuna karģı direnme iradesidir, özgürlüğünü koruma gayretidir. Buna biz onun ataleti diyoruz. O halde taģ iki zıt kuvvetin değil, bir tek kuvvetin etkisi altındadır, zaten bu yüzden de onun hareketi özünde ivmeli bir harekettir. Söz konusu kuvvet ortadan kalkınca da sistem bozulmuģ olur ve taģ fırlar gider!. Uzay gemisi örneğinde ise, yerküre onu yörüngede tutmak için bir kuvvet sarfederek bir iģ yapmıyor! Bir enerji harcamıyor, zorlamıyor! Uzay gemisi özgürce kendi yolunda gitmiģ oluyor! Peki ya, onun bu arada, yerkürenin gravitasyonal alanından dolayı sürekli yerküreye doğru düģmesi nedir, bunu nasıl açıklıyacağız? Bunun bir kuvvetle alakası yoktur. Uzay gemisinin yerküreye doğru düģmesi dediğimiz olay, onun izlediği uzay yolunun yapısıyla ilgilidir. Bu yüzden de uzay gemisinin hareketini ipe bağlı taģ örneğinde olduğu gibi ivmeli bir hareket olarak ele alamayız. Burada iyi anlaģılması gereken nokta Ģu sanırım: Koordinat sisteminin merkezini uzay gemisi olarak düģündüğümüz zaman, ilk bakıģta, gravitasyondan dolayı geminin yere doğru düģme (bu yüzden de onun yerküreye bağlı kalma) eylemiyle, onun-yani uzay gemisinin- sanki bir kuvvet tarafından yerküreye bağlı olarak tutuluyormuģ gibi olma hali arasında görünürde hiçbir fark yoktur. Çünkü uzay gemisi, pratik olarak, gravitasyondan dolayı düģme eylemini bir kuvvet tarafından yere doğru çekiliyormuģ gibi algılar-hisseder 74. Ki bu da onda, vektörel bir büyüklük olan hızının yönünün değiģtirildiği (yani onun ivmeli bir harekete tabi olduğu) algısını yaratır. Gerçekte uzay gemisini ivmelendiren böyle bir kuvvet- merkez çekim kuvveti -söz konusu olmadığı halde, o sanki böyle bir kuvvet varmıģ gibi etkilenir. ĠĢte bütün mesele burada yatıyor! Uzay gemisinin yerküre etrafındaki, ya da yerkürenin güneģ etrafındaki hareketinin düzgün dairesel ivmeli bir hareket olarak algılanmasının altında yatan mantık budur. Bu tür doğal hareketlerin de herhangi bir dıģ kuvvete bağlı olmadan yapılan atalet hareketleri olduğunu kavrayamamanın kaynağı budur. Toparlayalım: Ġnformasyon ĠĢleme Bilimine göre, doğal sistemlerde, bir sistemin dengesi ve devamlılığı sistem elemanlarının bu dengeyi sürdürmek için özel bir çaba sarfetmeleriyle sağlanmaz. Eğer sistem elemanları bu dengeyi korumak için ayrıca bir çaba harcıyor olsalardı, bir iģ yapmıģ, bir enerji sarfetmiģ olurlardı. Bu ise sistemin enerji kaybına yol açardı ve onun devamlılığını sona erdirirdi. Doğal sistemlerde iģ, ancak dıģardan sisteme alınan bir girdi iģlenirken yapılır. Mekanik sistemlerde ise durum farklıdır. Mekanik sistemler ancak, dıģardan sisteme enjekte edilen ve sistem içinde sürekli harcanılan bir enerjiyle ayakta tutulabilirler. Bu nedenle, mekanik bir sistemin atalet hali diye birģey de söz konusu olamaz! 74 Einstein ın asansör örneğini hatırlayınız..

62 62 Örneğin, belirli-sabit bir hızla hareket etmekte olan bir treni, ya da bir arabayı ele alalım. Burada da gene, görünüģün aksine, sürtünme aracılığıyla sistem bir kuvvetin etkisi altındadır ve sürekli enerji kaybı olmaktadır. Tren, ya da araba yere doğru serbest düģme hareketi yapmak isterlerken, yerle temaslarından dolayı, onların bu atalet hareketi bir kuvvetle engellenmektedir. Elimizle ip aracılığıyla taģ üzerine uyguladığımız kuvvetle bu kuvvet aynıdır. Böyle bir sistemin devamlılığının korunabilmesi için bir dıģ unsurun sisteme dıģardan devamlı enerji katması gerekir. Tren ya da araba örneğinde bu enerji benzin, veya elektrik enerjisiyle sağlanmaktadır.. Uzay gemisiyle yerküre arasındaki iliģki ise bambaģkadır. Bu iliģki insanlar tarafından kurulmuģ da olsa arada doğal bir sistem iliģkisi söz konusudur. Motorları durdurulduğu zaman, uzay gemisinin de ipi kopan taģ gibi yörüngeden çıkarak fırlayıp gitmemesinin nedeni budur. Tam tersine, o andan itibaren artık o, kendisini belirli bir hareketi yapmaya zorlayan kuvvetin etkisinden kurtulduğu için, mevcut halini, hareketini muhafaza ederek özgürce yoluna devam etmektedir. Hiç bir kuvvetin etkisi altında olmaksızın önündeki yolu-uzay yolunu- takip ederek yol almakta atalet hareketini yapmaktadır. Şöyle bir deney (Gedankenexperiment) düşünelim: Bir ucu yerde bağlı olan bir ipin diğer ucunu da yukardaki uzay gemisine bağlayalım! Sonra da aradaki gravitasyonu bir an için ortadan kaldırıverip, olayı aynen ipe bağlı taş örneğine benzetelim! Ne olurdu bu durumda? Uzay gemisi mevcut hareketine devam ederken, ip onu engelleyeceği için, ip aracılığıyla uzay gemisi üzerine yere doğru bir kuvvet uygulanmış olurdu. Bu durumda, önce deli tavuk gibi bir oraya bir buraya savrulan sistem, sonra da yeryüzünde bir yere çarparak tamamen çökerdi herhalde! İşte, gravitasyonal alan bir kuvveti temsil etmez, uzayın geometrisidir derken anlatılmak istenen şey budur. İşte, serbest düşme hareketi özünde ivmeli bir hareket değildir, bir atalet hareketidir derken anlatılmak istenen budur. Ama, açın bütün fizik kitaplarını, hem Einstein dan bahsederler, onun, gravitasyon bir kuvvet değildir, uzayın geometrisidir sözlerini aktarırlar, hem de, ardından, pozitivist bir bilim anlayışıyla, arada bir fark yoktur diyerekten, serbest düşmeyi K m a ya göre gerçekleşen ivmeli bir hareket olarak ele alırlar, yerçekiminden, çekim kuvvetinden bahsederler! Bütün bunları da, ivmeli bir hareketle atalet hareketinin bir ve aynı şey olduğunu söyleyerek açıklamaya-legalize etmeye- çalışırlar! Nedir bunun adı şimdi! Ben size söyleyeyim: Oportünizm, ya da, pozitivizm!. Ama, olaya başka bir açıdan bakarak, ne yapalım tarihsel gelişme diyalektiği böyle işliyor da diyebiliriz! Önce, yerçekimi diyor insanlar; yerküre onları bir kuvvetle kendine doğru çekiyor ki, bırakınca yere doğru düşüyorlar diye açıklıyorlar. Elindeki kalemi bıraktınmıydı düşüyor, öyle değil mi!. Ne diyecekti Newton başka! Yer çekiyor ki, kalem de ona doğru gidiyor diyecekti! Bilim böyle gelişiyor işte!. Oturupta, hiç bir şey demeden Einstein ı mı bekleseydi insanlık! Einstein bile aynı şeyi yapıyor! Hem, gravitasyon bir kuvvet değildir, uzayın geometrisidir diyor, hem de sonra, onu elektromagnetizme benzetip, ivmelendirilen kütlelerin yayınlayacağı gravitasyonal dalgaları arıyor! Sanki bu gün farklı mı durum! Bilimin ve tekniğin bu kadar ilerlediği günümüz dünyasında bile halâ, bilimadamları milyonlarca dolarlık fonları kullararak uzayda deneyler yapıp gravitasyonal dalgaları bulmaya çalışımıyorlar mı! Bu iş böyle!. MERKEZÇEKĠM KUVVETĠ - MERKEZKAÇ KUVVETĠ.. Fizik kitaplarında düzgün dairesel hareket olarak tanımlanan mekanik bir sistemle, doğal sistemler arasındaki farkı kavramadan, merkezkaç kuvveti, ya da, merkezçekim kuvveti denilen kavramları da anlayamayız. Her şeyi, dünyanın dönüşünü, atomun içindeki elektron ve protonun hareketlerini dönen taş örneğindeki gibi bir kuvvet anlayışına bağlı olarak açıklamaya kalkınca bütün kavramlar biribirine karışmakta, her şey çorbaya dönmektedir!

63 63 Doğal sistemlerde kuvvet kavramını kullandığınız zaman, iģin içinde mutlaka, dıģardan gelen ve mevcut sistemi etkileyerek onun içinde bulunduğu denge-ataletdurumunu bozan bir dıģ faktör (girdi) var demektir. Sistemin içindeki unsurların özgürlüğü-ataleti bu dıģ faktör tarafından engelleniyor demektir. Bu yüzden de sistem, çevreden gelen bu kuvvete karģı koyabilmek, bozulan dengeyi tekrar kurabilmek için, eldeki bilgiyle onu değerlendirerek iģler, ona karģı bir reaksiyon oluģturmaya çalıģır. Sistem atalet halindeyken, yani dıģ kuvvetin etkisi sistemin içinde bulunduğu denge durumunu bozacak eģiğin altındayken (dıģ kuvvet hiçbir zaman sıfır olamaz) sistem elemanları gerçek bir kuvvet tarafından zorla birarada tutulmazlar. Gönüllü bir birlik vardır arada. Bu durumda, ancak dıģardan gelerek sistemin etkilenme eģiğini aģan bir kuvvet durum değiģikliğine yol açabilir. Bir örnek olarak, belirli bir kuantum seviyesinde denge halinde bulunan bir atomu (gene bir hidrojen atomunu) ele alalım. Atom bu durumdayken elektronla proton arasında objektif bir realite olarak elektriksel bir kuvvetin, bir merkezçekim kuvveti nin bulunup bulunmadığını öğrenmek istiyoruz. Bunun için, gene düşünsel bir deney olarak, daha önce uzay gemisini yere bağladığımız gibi, elektronla protonu da bir iple biribirlerine bağlayalım! Nasıl demeyin! Bu bir düşünsel deneydir. Önemli olan prensip, işin pratikte uygulanabilirliği değil. Eğer, düzgün doğrusal bir şekilde gitmek isteyen elektronu, protonun çekimi yörüngede tutuyorsa, bunun, taş örneğinde olduğu gibi aynı şekilde iple de gerçekleşmesi gerekirdi. Çünkü, eğer böyle bir çekim varsa, bu tıpkı arada sanki bir ip varmış gibi etkide bulunacaktı! Böyle bir deney yapılsaydı ne olurdu biliyor musunuz? İpe bağlı uzay gemisi örneğinde olduğu gibi, burada da elektron yörüngesinden sapardı, bir süre o da deli tavuk gibi oraya buraya gider, sonra da protona doğru yönelir, onun üstüne düşerdi! K=m a nın GERÇEKLĠĞĠ Konuyu biraz daha açmak için, önce şu meşhur K m a ne anlama geliyor onu görelim: Buradaki K bir dış kuvvettir, m kütleyi, a ise ivmeyi ifade ediyor. Eğer mekanik bir sistem söz konusuysa, örneğin düzgün dairesel bir hareketse söz konusu olan, olay açıktır! K, dönmekte olan taşın üzerindeki kuvveti, m taşın bu kuvvete karşı olan atalet direncini, a da taşın merkezi kuvvete tabi olan ivmesini ifade edecektir. Ama, bir hidrojen atomu söz konusu olduğu zaman hiçte bu kadar basit değildir olay! Bu durumda, sistem belirli bir kuantum seviyesinde iken sistemin iki elementi arasındaki ilişkiyi az önce olduğu gibi K m a ya göre yorumlayamazsınız artık! Neden mi: Kuantum fiziğinde K ile ifade edeceğimiz bir dış kuvvet bir hidrojen atomunu etkilediği zaman elektron hemen ivmelenir ve örneğin n=1 kuantum seviyesindeyse, diyelim ki, n=2 ye çıkar. Bu arada, dışardan gelen fotonun (E=hv) enerjisinden dolayı elektronun enerjisi de (hv) kadar artmış olacaktır. Bu durumda m de iki quantum seviyesi arasındaki geçiş süresi boyunca, elektronun, dış kuvvetin etkisi altındayken sahip olduğu kütlesi oluyor. a ise, zaten aradaki geçiş hareketinin ivmesidir. Elektronun n=1 seviyesindeykenki kütlesine (ölçmeetkileşme öncesinde bu potansiyel bir gerçekliktir) m 1 dersek, K m a daki (m), hv m m1 olacaktır. Dikkat edilirse hemen m 2 2, yani n=2 deki kütle bile demedik! Çünkü, c n=2 ye çıkıldığı an gene K=0 ve a=0 olur! Yani K kuvveti sadece aradaki geçiş sürecine ilişkin bir gerçekliktir..belirli bir kuantum seviyesindeki değerlere ise potansiyel gerçeklikler diyoruz. Bunların objektif gerçeklikler-ölçü değerleri- olarak ortaya çıkmaları ancak sistemin bir dış kuvvet tarafından etkilenerek bir durumdan bir başka duruma geçmesi esnasında anlam kazanır. K m a, belirli bir kuantum seviyesinde denge halinde bulunan bir atomda hiç bir Ģekilde gerçek bir kuvveti temsil etmez. Çünkü, belirli bir kuantum seviyesinde iken atomun içinde gerçek anlamda bir kuvvet yoktur!. Bu durumdaki kuvvet, potansiyel bir kuvvettir. Buradaki m atalet kütlesi de, bu potansiyel kuvvete karģı olan gene

64 64 potansiyel bir atalet direncidir. a da tabi, bu potansiyel kuvvete bağlı, potansiyelsanal bir ivmeden baģka birģey değildir! Sanal bir kuvvet, sanal bir ivme! ĠĢte Einstein ın, hayalet diyeceksiniz ama bir türlü diliniz varmıyor dediği gerçek budur!. Heisenberg Ġlkelerine göre ( E. t h, buradaki E enerjiyi, t zamanı h da Planck sabitesini temsil ediyor) belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektronun enerjisini ancak E ile ifade edilen sınırlar içinde ifade edebiliyoruz. Yani elektronun belirli bir t anında (bu, t =0 demektir!) belirli bir E enerjisine (bu da E =0 anlamına gelir) sahip olduğunu söyleyemeyiz. Aynı Ģey, E=mc 2 den yola çıkarak kütle için de geçerlidir. Bütün bu değerlerin hepsi elektonun potansiyel varlığını ifade eden dalga fonksiyonunun içindeki değerlerdir. Yani öyle, her an belirli bir enerjiye, kütleye, hıza ve de pozisyona sahip objektif mutlak bir gerçeklik olarak (kendinde Ģey) bir elektron yoktur ortada. Objektif gerçeklik etkileģme anında-etkileģmeye göre yaratılır. Nasıl bir fotonla etkiliyorsanız (etkileģmede kullanılan fotonun frekansı ne ise) ona göre farklı bir elektron elde edersiniz. Çok mu tuhaf geldi! Peki, söylermisiniz bana, dünyanın kütlesi deyince ne anlıyorsunuz bundan? Bir dış kuvvete karşı dünyanın atalet direncini mi? Hiç sordunuz mu kendi kendinize, hangi dış kuvvete karşı diye! Böyle bir dış kuvvet yok ki ortada! O zaman, olmayan bir dış kuvvete karşı objektif bir dirençten de bahsedilebilir mi? Yani bu da (dünyanın kütlesi de) gene potansiyel bir gerçekliktir. İşin kaynağı ise onun-dünyanın- Güneş e doğru olan atalet-düşme hareketidir! 75 EVRENSEL YAġAMIN DĠNAMĠĞĠ Peki, eğer gravitasyonal düzeyde bütün sistemler birer atalet sistemiyse, ve gravitasyon da hiç bir zaman dış kuvvet olarak objektif anlamda bir rol oynayamıyorsa, o zaman bu evrenin hareket dinamiği nedir? Yani, astronomik-makroskobik düzeyde dış kuvvet rolünü oynayan güç, kaynak nedir? Öyle ya, eğer böyle bir dış kuvvet olmasaydı, her şey mutlak bir atalet halinde sonsuza kadar giderdi. Hiç bir değişim, gelişme, yaşam vs.ye de yer olamazdı böyle bir evrende! Bu görevi yerine getiren, bu diyalektiği tamamlayan baģlıca unsur, evrensel var oluģ sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak, bütün galaksilerin ve bu arada güneģ sistemimiz gibi bir çok sistemlerin de merkezlerinde cereyan eden çekirdek reaksiyonlarıdır. Her durumda, gravitasyonal bir denge-atalet hali yaģayan makroskobik evrenin değiģim, geliģme dinamiğini oluģturan dıģ kuvvetin kaynağı bunlardır. GüneĢ-dünya sistemini bir bütün olarak ele alırsak, güneģin merkezinde gerçekleģen çekirdek reaksiyonları ve güneģten dünyaya gelen enerji, bir dıģ etken, sistem dıģından kaynaklanarak sistemi etkileyen, ivmelendirici bir kuvvet değildir. Sonuç olarak, güneģin kaybettiği kütle-enerjiyi dünya alıyor. Yani, dıģardan sisteme giren bir enerji yok. Bu yüzden de, dünyanın kütle merkezindeki varlığı sözkonusu olunca, bu, ivmelendirici, ataleti bozucu bir dıģ kuvvet (girdi) değildir. Ama, yerkürenin yapısını oluģturan tek tek bütün elementler ve nesneler açısından bu bir dıģ kuvvet (girdi) rolünü oynar. Ve öyle olduğu içindir de, yer yüzündeki bütün ivmeli hareketlerin (etkileģmelerin), değiģimin ve bu arada yaģamın da kaynağı bu olur. Bir an için güneģten hiç ıģık-enerji- gelmediğini, güneģteki bütün reaksiyoların durduğunu düģününüz! Dünyada da hayat, her Ģey biterdi!.neden mi? Yeryüzünde yaşam denilen şey, sürekli, kendi kendini ve biribirini üreten bir dinamik süreçler birliğidir. Dışardan, yani güneşten gelen enerji yer yüzündeki bir objeyi etkileyince, bu önce 75 Nesnelerin, her durumda-her zaman- biribirlerinden bağımsız objektif mutlak gerçeklikler olarak bir kütleye sahip olduklarını kanıtlamaya çalışan, bunun için de onların, her an, Higgs Alanı adı altında her yeri kaplayan varlığı kendinden menkul mutlak bir madde-enerji alanıyla etkileşme halinde olduklarını ispat etme çabası içinde olan bilim adamlarına duyurulur!

65 65 o sistemin (o objenin) içinde değerlendirilerek işlenir. Sonra, bu işlemin sonunda ortaya çıkan sonuç (çıktı-output) da gene yerküre üzerindeki başka bir objeyi etkileyen bir girdi haline dönüşecektir. Bu zincir böyle, adına doğal denge dediğimiz süreci yaratarak uzar gider. Bu durumda, bir an için, dıģardan (yani güneģten) gelen etkinin kesildiğini düģünürsek, dıģ kuvvet-girdi ortadan kalkınca, onu iģleyerek-iģlerken gerçekleģen adına yaģam dediğimiz süreç de sona erer. Çünkü yaģam, dıģardan gelen bu maddeenerjiyi-informasyonu iģleme sürecinden baģka birģey değildir. Önce organik yaģam etkilenir bu geliģmelerden tabi. Ama sonra organik olmayan yaģam da. Sistem sürekli enerji kaybetmeye, soğumaya baģlar. Bu ise atom düzeyinde elektronların daha alt enerji seviyelerine düģmeleri demektir. Ama eğer bu durum devam ederse, bir süre sonra elektronlar bu en alt enerji seviyelerinde de tutunamaz olurlar. Ve çekirdeğin üzerine düģerler. Daha önceki açıklamalarda, mutlak bir dengenin-atalet halinin- neden mümkün olamayacağını, atalet haline izafi gerçeklik kazandıran en önemli unsurun kuantum dalgalanmaları dediğimiz sistemin o soluk alıp vermesi olayı olduğunu görmüģtük. Ama, soluk alıp verme dediğimiz bu iģlem de son tahlilde gene bir enerji alıģ veriģidir. DıĢardan, kuantum dalgaları dediğimiz etkilerin dahi gelmemeye baģladığı bir ortamda artık elektronlarla çekirdek arasındaki dengeyi muhafaza etmenin de imkânı kalmaz. Böyle bir durumda yerküre giderekten önce bir nötron yıldızı haline dönüģecek, sonra da, daha ileriki aģamalarda, muhtemelen güneģe doğru düģmeye baģlayacaktır. Tekrar başa dönersek, gravitasyonal planda yaşanan ataletle, sistemin merkezinde cereyan eden çekirdek reaksiyonlarının ve bunun yarattığı değişim dinamiğinin bir bütün olduğunu ve bunun da sistemin yaşam diyalektiğini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ama ne kadar ilginç, aslında merkezde cereyan eden bu çekirdek reaksiyonlarını yaratan da, son tahlilde gene o, ser verip sır vermeyen gravitasyon değil midir!. Bütün bunları, birkez daha altını çizerek özetlemek gerekirse, karģımızdaki tablo Ģudur: Gravitasyonal alan, uzayın geometrisidir. VaroluĢ biçimidir, gerçekliğidir. Kütlenin ayrılmaz bir parçasıdır. Onunla birlikte hareket eder. Ve bu düzeyde, yani kütle-gravitasyonal alan düzeyinde kurulan evrensel varoluģ sistemi, evrenin alt yapısını oluģturmaktadır. Buna evrenin atalet hali diyoruz. Ama öyle mutlak bir atalet değil bu tabi! Bu alt yapı, kendi varoluģ dinamiğinin sonucu olarak, kendi içinde izafi bir dıģ kuvvet dinamiğini de oluģturuyor. Ve iģte bu iki etkendir ki, bir bütün halinde evrensel varoluģ diyalektiğini gerçekleģtiriyorlar. Ne mutlak birliğe, atalete, ne de mutlak mücadeleye, ivmeli harekete yer kalıyor böyle bir yapıda. Her durumda, izafi bir atalet ve bir denge durumu oluģurken, aynı anda, sistem kendi içinde bir mücadeleivmeli hareket kaynağı olarak izafi bir dıģ kuvvet dinamiğini de yaratıyor. ĠĢte evrensel yaģamın mekanizması budur. EVRENSEL ALT YAPI NASIL OLUġUYOR Şimdi, sıra geldi o ser verip sır vermeyen gravitasyonal oluşum mekanizmasına. Yani, evrenin alt yapısının nasıl oluştuğuna! Bu bölümde, bu sırrı kavrayabilmek için nereye kadar gitmek gerekiyorsa oraya kadar gitmeye çalışacağız. İsterse bu kara deliğin içi olsun! Girmek gerekiyorsa eğer, oraya bile gireceğiz! Hubble dan bu yana evrenin genişlemekte olduğu biliniyor [9,14,15]. Bunu, şişirilmekte olan bir balona benzetenler bile var. Sonra deniyor ki, madem ki evren genişliyor, galaksiler arasındaki mesafe gittikçe artıyor ve bu, ölçülebilen bilimsel bir tesbit, o halde, bu işin, yani bu genişlemenin bir başlangıcı olması lazım. Ve tıpkı videoda kaseti geriye doğru sardırarak, filmin en başına dönülmesi gibi, aynı şekilde, bugünkü genişleme hızı da hesaba katılarak, düşünsel planda en başa, yani evrenin o ilk oluşum anına ulaşılıyor. KarĢımıza çıkan tablo Ģudur: Madde-enerjinin-kütlenin olağanüstü yoğunlaģtığı bir merkez ve bu yoğun-

66 66 laģmayla birlikte eğimi olağanüstü boyutlara varmıģ bir uzay, yani gravitasyonal alan. HerĢeyin kolayca içine düģtüğü, ama içeri bir girenin de bir daha dıģarıya çıkamadığı, olağanüstü bir yapı. Yani bir hapishane, madde-enerji hapishanesi! Girenin bir daha dıģarı çıkması mümkün olamıyor çünkü. Bazılarının çekim dediği, uzayın-gravitasyonal alanın- eğimi o kadar fazla ki, dıģarı çıkmak isteyen kayıp tekrar gene içeriye düģüveriyor [11]! Elinize bir taş alıp havaya fırlatınız. Ne olacaktır? Taş bir süre yukarıya doğru gidecek, sonra hızı kesilince duracak ve ennihayet yere doğru düşmeye başlayacaktır. Kara delik söz konusu olunca bu olay olağanüstü boyutlara varıyor. Çünkü bu durumda, saniyede üçyüz bin km. hızla giden bir foton dahi olsa, onun bile fırlayıp gitme şansının olmadığı bir uzaya sahip bir madde-enerji yoğunluğudur söz konusu olan. Bu, bir uzay çukurudur, herşeyin içine düştüğü, dışarıya hiç bir sızıntı olmayan bir kara deliktir!. Deniliyor ki, yoğunlaşma arttıkça, önce atomlar çözülecek, yani elektronlarla atom çekirdeği arasındaki bağlar kopacak, sonra bunu çekirdeğin parçalanması izleyecek, sonra da protonlar ve nötronlara gelecek sıra. Yani onlar da dağılacaklar. Çünkü, gravitasyonun baskısına dayanmak mümkün olmayacak [9]. Ve giderekten bu çöküş olağanüstü bir hıza erişerek merkezdeki sıfır noktasında yoğunlaşacak. Sonra, tam bu anda, yani bu sıfır noktasında, artık madde-enerjiyi birarada tutan gravitasyonal baskı da ortadan kalkmış olacağından, sıkışan enerji, muazzam bir patlamayla açığa çıkacak ve evrenin yeniden yaradılış, ya da genişleme süreci başlamış olacak... Buraya kadar tamam, fazla bir sorun yok! Hawking le anlaşıyoruz! Elde, evrenin genişlemesine ilişkin bilimsel bulgular da var, ve bunlardan yola çıkarak belirli sonuçlara da ulaşılıyor. Bundan sonrası önemli. Birinci sorun şu: Bugün halâ devam etmekte olan evrenin genişlemesi süreci, daha ne kadar devam edecektir? Bu sürecin dinamikleri nelerdir? Galaksilerin ve güneş sistemi dahil, bütün sistemlerin merkezlerinde cereyan eden çekirdek reaksiyonlarıyla evrenin genişlemesinin bir ilişkisi var mıdır? Yoksa, evren neden genişliyor? Bir diğer sorun da, genişleme durduktan sonra tekrar merkeze doğru düşme olayının açıklanması. Gerçi az önce, videoyu geriye sardırarak bunu yapmaya çalıştık, ama bu mekanik ve sadece işin, olayın gerçekleşme tarzına yönelik bir açıklamaydı, esasa ilişkin değildi. Çünkü ortada bazı sorular var. Eğer söylenildiği gibi bir Urknall (patlama) gerçekleştiyse, bu durumda artık, tekrar gerisin geriye üzerine düşülecek bir eski merkezden bahsedilip edilemeyeceği de açık değil! Patlamadan, yani yeniden doğuştan sonra, nasıl bir sistem (evren) oluşmuş olmalı ki, genişleme durduktan sonra, tekrar bu yeni merkeze doğru bir düşme gerçekleşsin? Bütün bunların, evrenin yaşam diyalektiği ve kendi kendini yeniden üretmesi sürecinin bütünlüğü içinde bir arada, biribirlerinin nedeni olarak açıklanabilmesi gerekiyor. Kara deliğin, sıfır noktasının ve Urexplosion denilen o patlamanın da, aynı bütünlük içinde açıklanabilmesi gerekiyor. Önce şu, çekirdek reaksiyonlarıyla, genişleme arasındaki ilişkiyi ele alalım. Bu konuya ilişkin bilinenlere, ya da çeşitli bilimadamları, fizikçiler tarafından yapılan açılamalara kısaca bir göz atalım. Deniyor ki, bütün galaksilerin ve güneş sistemi dahil bütün sistemlerin merkezlerinde cereyan eden çekirdek reaksiyonları sistemi birarada tutan önemli bir enerji kaynağıdır. Doğru! Ama hemen ardından da diyorlar ki, merkezden dışarıya, yani çevreye doğru yayılan bu enerji, gravitasyonun merkeze doğru çekim etkisini dengeliyor. Bu yüzden de, bu enerji tükenince, gravitasyonu dengeleyecek bir karşıt güç, etki, kuvvet de kalmayacağı için, genişleme duracak ve çevre merkeze doğru (gravitasyondan dolayı) çökmeye başlayacaktır. Ve bu çöküş kara delik tekliğine kadar, hatta daha sonra da, sıfır noktasına kadar gidecektir.

67 67 Bence sonuç doğru ama, çıkış noktasında sorunlar var!. Bunun nedeni de, gravitasyon olayının anlaşılmasında yatıyor. Örneğin, çevreye doğru olan enerji akışı, nasıl dengeliyormuş gravitasyonu? Bir zamanlar Einstein da böyle düşünmüştü ve hatta buna anti gravitasyon adını bile vermişti, ama sonra bu düşüncesinin yanlışlığını kabul etmek zorunda kaldı. Mekanik bir yaklaşımla şöyle düşünülüyor. Gravitasyon, merkeze doğru bir çekim kuvveti. Merkezden çevreye yayılan enerji ise, sistem elemanlarına, yani galaksilere bir hareket enerjisi kazandıracağı için, onların bir tür merkezkaç kuvvetiyle merkezden uzaklaşmalarına yol açıyor! Ne zaman ki merkezdeki reaksiyonlar durur, işte o zaman, genişlemenin, yani dışarıya doğru olan hareketin kaynağı da kurumuş olur ve tek güç olarak ortada gravitasyon kalacağı için, merkeze doğru çöküş başlar!.. Peki, Ģu soruyu soralım: Sistemin merkezinde gerçekleģen çekirdek reaksiyonları ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan enerji, sistem içindeki diğer yıldızları bir dıģ kuvvet gibi etkileyerek, onları ivmeli bir harekete zorlayabilir mi? Yani, sistemin parçalarının gittikçe artan bir hızla biribirlerinden uzaklaģmalarının-evrenin geniģlemesinin nedeni bu enerji olabilir mi? Hayır, oiamaz!. Çünkü, bir sistemin merkezinde cereyan eden reaksiyonlar da, son tahlilde, aynı sisteminin içinde gerçekleģen etkinliklerdir. Bunlar, sistemin toplam enerjisini, hareket miktarını vs. değiģtiremezler. Yani bunlar, bir tür sistem içi kuvvetlerdir, etkinliklerdir. Merkez enerji-kütle kaybediyor, çevre bunun bir kısmını alıyor. Yani enerji sistemin içinde bir yerden baģka bir yere gidiyor. Evet, bu enerjinin bir kısmı da sistem dıģına kaçtığı için, sistem devamlı enerji kaybediyor, ama aynı anda da, tıpkı belirli bir kuantum seviyesindeki atomun, kuantum dalgalanmalarıyla enerji alması gibi, dıģardan da sisteme enerji giriyor. Ne var ki, bunların hiç birisi sistemin geneldeki ataletini-dengesini bozmaya yetmez. O halde, sistemin merkezindeki çekirdek reaksiyonlarıyla, evrenin geniģlemesinin hiç bir iliģkisi yoktur. Yani, galaksilerin büyük bir hızla biribirlerinden uzaklaģmaları, mekanik bir mantıkla, sanki bir karģı kuvvetmiģ gibi düģünülen çekirdek reaksiyonlardan dolayı olamaz. Öte yandan, evet merkezdeki reaksiyonlar sistem elemanları için ivmelendirici bir dış kuvvet rolünü oynayamazlar ama, onlar, daha önce de açıkladığımız gibi, tek tek atomlar, moleküller üzerinde etkili olurlar. Onları ivmelendirirler. Onlar üzerinde bir dış kuvvet etkisi yaratırlar. Ve bu yüzden de, sistemin içindeki elemanlar açısından yaşamın kaynağı olurlar. Bunların, bu reaksiyonların durması demek yaşamın (sadece organik yaşamın değil, organik olmayanın da) durması demektir. Yani, atomların da ölmeleri demektir! Atomların dengede-hayatta kalabilmeleri için gerekli besin kaynağı olan kuantum etkinliklerinin en önemli yaratıcısının merkezdeki çekirdek reaksiyonları olduğunu söyledik. Bunların durması demek, sistemin ihtiyarlaması, ölüme yaklaşması demektir. ĠĢte bu anlamdadır ki, çekirdek reaksiyonlarının durması, merkeze doğru çöküģün de baģlangıcı olur. Evrenin genişlemesi, ilk önce tek bir hücre olarak oluşan bir insanın büyüme süreci gibidir. Nasıl ki insanın büyümesi, gelişmesi yapısal bir olaydır, bu süreç, ta ilk başta oluşan DNA larla kontrol edilir, belirlenir, aynı gerçeklik evrensel oluşum için de geçerli olmalıdır. Bu yüzden de, sürecin diyalektiğini kavrayabilmek için en başa, yani o kara delik tekliğine ( Singularität ) dönmemiz, orada ne olup bittiğini anlayabilmek için, ne yapıp yapıp mutlaka o tekliğin içine girmemiz gerekecektir!..hazır olun, içine giren hiç bir nesnenin, ışık dahil, bir daha dışarıya çıkamayacağı kara deliğin merkezine doğru yola çıkıyoruz!.. KARA DELĠK TEKLĠĞĠ Önce Ģu Singularität (teklik) meselesini açalım. Korkunç bir Ģey! Schwarzschildyarıçapına gelince, yani kara deliğin merkezine bu kadar yaklaģınca (ki bu, üçbuçuk kilometre kadardır), bilimin geçerliğini kaybedeceğini ilan ediyor bilimadamları!

68 68 Neden? Diyorlar ki, burada uzayın yoğunluğu, yani gravitasyonal alanın eğimi o kadar büyük boyutlara ulaģır ki, içerden dıģarıya doğru hiç bir elektromagnetik dalga, sinyal çıkamaz. Çıkmaya çalıģsa bile, tekrar içeriye doğru çekilir, kaybolur. Böylece, bilmek ölçmekle gerçekleģeceğinden, içerde ne olup bittiğini prensip olarak hiç bir zaman bilemeyeceğimiz bir durumla karģı karģıyayız demektir. Bilmek, ancak bize ulaģan sinyalleri değerlendirerek mümkün olabilirdi. Bu olmayınca bilim de olmaz!.. Peki, atomun içinde-belirli bir kuantum seviyesinde-ne olup bittiğini nasıl biliyorsunuz? Hangi ölçme iģlemini yapabiliyorsunuz orada? Diyeceksiniz ki, doğrudur, belirli bir kuantum seviyesinde denge durumunda iken atomun da içine girilemez; ama en azından, bilinen Ģeylerden yola çıkarak, ne olup bittiğini indirekt bir Ģekilde bilebiliriz bu durumda. Peki, atom söz konusu olunca bu mümkün oluyor da, kara delik sözkonusu olunca neden olmuyor? ĠĢte meselenin can alıcı noktası burası!. Hemen cevap verelim. Önümüzdeki engel, kara delik ve onun özel durumu falan değildir! Peki ya nedir? Kafa yapımızdır! Mekanik, metafizik düģünmeye alıģmıģ kafa yapılarımızdır, pozitivist bilim-bilimsellik anlayıģımızdır! Yani, dünya görüģümüzdür! Nesneleri, Ģeyleri bizatihi-kendinde Ģeyler olarak gerçekleģen teklikler ( Singularität ) olarak görme, kavrama anlayıģımızdır. Önümüzdeki asıl engel budur! Siz önce tutup bir teklik icat edeceksiniz, yani, var olmak için başka hiç bir şeye gerek duymayan, hiç bir KS ne bağımlı olmaksızın, kendinde şey olarak var olan bir mutlak gerçeklik anlayışını temel alacaksınız, sonra da işi yokuşa sürüp bilinemezciliğe sığınacaksınız! Ama bu kadar da değil! Her şey o tekliğin içinde olup bittiğine göre, demek ki büyük yaratıcının, Allah ın mekanı da burasıdır sonucuna varıp, bilimle Allah arasındaki sınırları belirlemiş olmanın verdiği rahatlıkla yolunuza devam edeceksiniz!... [9, 14,15] Her şey apaçık! Klasik bilimin, mekanik-metafizik materyalizmin-pozitivizmin, hangi türden olursa olsun, bütün o, evreni patateslerden oluşan bir patates çuvalı gibi görme anlayışlarının sonudur bu! Hem de öyle bir son ki, mecburen, bunu kendiliklerinden ilan ediyorlar! Hem bilimadamı olmanın, hem de mekanik-materyalist-pozitivist dünya görüşüne sahip olmanın sınırları, o kara delik tekliğinin sınırlarıdır o halde! Burada kapıda bir levha asılı sanki, mekanik düşünenler buradan içeriye giremezler diye!. Kara deliğin yapısı üzerinde yoğunlaşmadan önce, önümüzdeki tabloya bir kez daha göz atalım.. GÖZETLENEBĠLĠR EVREN Birkere öyle, gözetlenebilen evren diye bir teklik, tek bir evren sözkonusu olamaz! Öyle bir evren ki, her Ģey onun içinde! Sınırları olan, belirli bir yapı. Onun dıģında bir Ģey yok! Yani, dıģ etken-dıģ kuvvet diye bir Ģey sözkonusu değil! Böyle bir Ģey olamaz! DıĢ etkenin sıfır olduğu bir sistem, kapalı bir sistem, gerçek olamaz. Bu, sadece, belirli bir durumu açıklayabilmek için yapılabilecek, bilinçli bir varsayım olabilir. Ama, objektif bir gerçeklik olarak var olabilmek için, mutlaka bir dıģ kuvvetin, unsurun bulunması gerekir. Çünkü varolmak, daima, dıģardan gelen madde-enerjiinformasyon iģlenirken bir reaksiyon olarak gerçekleģmek demektir. Yani bütün gerçek sistemler açık sistemlerdir.. Bu kadar basit bir Ģeyin halâ tartıģma konusu olması bile gariptir aslında! Diğer atomlarla, nesnelerle iliģkisi olmasaydı, bir atomun (ya da bir elektronun) objektif gerçeklik olarak varlığı söz konusu olabilir miydi? Var olan her Ģey, ancak bir sistem olarak, yani, kendi içinde elementlerinden, parçalarından oluģan bir bütün olarak gerçekleģebilir. Ve o, ayni anda, sistem merkezinde temsil olunan varlığıyla, bir dıģ unsurla gerçekleģtireceği iliģkilerin sonucunda, yeni bir sistemin içinde, onun bir

69 69 parçası, unsuru olarak varlığını sürdürür. Bu evrensel varoluģ zinciri sonsuz bir süreç olduğu için, hiç bir zaman gözetlenebilir evren diye, özünde tekliği ifade eden bir kavrama yer yoktur! Siz gözetleyemiyor olsanız da, gözetleyebildiğiniz o evreniniz mutlaka bir baģka evrenle bir bütün, bir sistem oluģturarak var olabilir. Yoksa, eğer böyle bir teklik anlayıģından yola çıkarsanız, sonra da gravitasyonla bunu sıkıģtırır sıkıģtırır ve ennihayet karadeliğin tekliğine toslarsınız!..ve, bu da neyin nesidir, koskoca evren tek bir noktada yok olup gidiyor demekten baģka söyleyecek lafınız kalmaz! Şu ana kadar, iki temel sorunu çözmüş bulunuyoruz. Birincisi, çekirdek reaksiyonlarıyla genişleme arasındaki ilişkiye dairdi. İkincisi ise, evrensel yapıya ilişkin. Yani öyle, evren diye bir tekliği ifade eden, kapalı bir sistem olarak var olan, her şeyi içine alan bir gerçekliğin bulunmadığının tesbiti. Ve dedik ki, her durumda bir sistem-hem de açık bir sistem söz konusudur. ĠĢte size sihirli anahtarlar! Yani sadece o gözetlenebilir evren in kendi içinde bir sistem olması yetmiyor, aynı anda, sistem merkezinde temsil olunan varlığıyla, o da gene bir baģka sistemin içinde, onun bir parçası olarak yer almalıdır. Kapalı bir sistem olarak, her Ģeyi içine alan bir evren anlayıģı, mekanik-metafizik materyalizmin-pozitivizmin evren anlayıģıdır. Ama iģin ilginç yanı, bütün idealist dünya görüģlerinin evren anlayıģının da aynı temele dayanmasıdır! Aradaki fark mı diyorsunuz, biri, Ģeyler bizatihi-mutlak gerçekliklerdir derken, öteki, hayır her Ģeyi yaratan bir mutlak idee vardır der; o kadar! Bakın sonra bu iģin sonu nereye gidiyor: Bu evren, gravitasyonla sıkıģa sıkıģa kara deliğe dayanınca, biri der ki, Schwarzschild-yarı çapından daha öteye gidemeyiz, bilim burada biter! Öteki de, gerisi Allah ın iģidir der, iģ bitmiģ olur!.. Daha önce, kuantum fiziğinin esaslarını, Heisenberg Ġlkeleri ni tartıģırken gördük; bir Ģeyin var olabilmesi, objektif bir gerçeklik olarak bilinebilmesi için, onun mutlaka bir dıģ unsurla iliģki-etkileģme içinde olması gerekir. Bu, aynen, bir elektron üzerinde deney yapan gözlemci-elektron iliģkisine benzer. Ölçme-etkileĢme sürecinde ortaya çıkan elektronun objektif varlığı, gözlemciyi temel alan KS ne göre olur. Burada gözlemci genel bir kavram olarak kullanılıyor. Önemli olan, herhangi bir KS ne göre olmadan, mutlak anlamda bir varoluģtan bahsedilemeyeceğidir. Daha baģka bir deyiģle biz bunu, bütün gerçek sistemler açık sistemlerdir diye de ifade etmiģtik. O halde, tekrar başa dönerek tekrar edelim: Evren açık bir sistemdir. Evrenin kendi kendini yeniden üretmesi süreci de, her durumda, zincirin bir halkasında, belirli bir sistem zemini üzerinde gerçekleşmektedir. Yani, bir yanda belirli bir süreç (kendi kendini yeniden üretme süreci) yaşanılırken, bütün bu süreçlerin yaşanıldığı sistem, ayni anda, bir üst sistemin içindeki yerini ve hareketini devam ettirmektedir. Sonra, eğer evren kapalı bir sistem olsaydı, o ilk patlamadan sonra nereye gidecekti o madde-enerji! Hem deniyor ki, Newton un mutlak-boģ uzay kavramı metafiziktir,

70 70 hem de, baģka çıkıģ yolu görünmeyince hemen bu anlayıģa sığınılıyor! Newton ruhlarına sinmiģ! Pozitivizm teslim almıģ bütün o bilinçleri!.. BĠR DE KARANLIK MADDE VAR!.. Bir de diyorlar ki, evren geniģliyor, ama, bu geniģlemenin bir yerde durup durmayacağını bilemiyoruz. Eğer evrendeki kütle miktarı yeterliyse, ve gravitasyon yeteri kadar güçlüyse, bu geniģlemeyi bir yerde durdurabilir, değilse, geniģleme sonsuza kadar sürer! Onun için de evrende görünmeyen, karanlıkta kalan maddeleri (dunkle Materie) arıyorlar! Allah ĢaĢırtmasın! Hangi sonsuza kadar gidecekmiģ bu evren, söylermisiniz bana! Burada, sonsuz derken kastettikleri, aslında Newton un mutlak-boģluğundan baģka bir Ģey değildir! Hayır onu demek istemiyoruz diyorsanız eğer, o zaman geniģlemenin devam edeceği yerin, yani uzayın, gravitasyonal alan olduğunu kabul etmeniz gerekir. Bu durumda ise, derler ki adama, o gravitasyonal alanı-uzayı kütleden bağımsız olarak nasıl düģünebiliyorsunuz? Yani eğer ortada sonsuza kadar uzanan bir uzay varsa, bu, böyle bir uzaya-gravitasyonal alana sahip bir kütle-evren var demektir; ki, bu durumda da zaten bütün o gözetlenebilir tek bir evren anlayıģı yatar! Aslında bütün mesele gelip madde-enerjiyle, kütleyle uzayı-gravitasyonal alanı biribirinden ayrı olarak düģünmeye dayanıyor. Hepsi hikâye bunların! Öyle, almıģ baģını, nereye gittiği belli olmadan giden bir evren falan olamaz! GeniĢleme oluyorsa da bu, madde-enerjinin ayrılmaz parçası olan uzayla-yani gravitasyonal alanla birlikte olmaktadır. Hadi diyelim ki sizin düģündüğünüz gibi oluyor her Ģey! Ve o ilk patlamadan sonra, almıģ baģını gidiyor evren! Gravitasyonun da gücü yetmiyor onu durdurmaya! Burada bile çeliģki içindesiniz! Böyle bir evrende merkez mi olur ki geniģlemeyi durdurmaya çalıģan bir gravitasyon olsun! Herkes almıģ baģını gidiyor! Ortada merkez diye bir Ģey olur mu bu durumda? Hangi gravitasyon durduracak bunları! Diyelim ki, yeteri kadar karanlıkta kalan madde var, bu yetmez! Ortada evrensel bir sistem ve onun merkezi varlığı olmalı ki, gravitasyonun frenleme-durdurma fonksiyonu olabilsin! Ama, evren açık bir sistemse, o zaman bütün bu sorular anlamını kaybediyor. Çünkü, bir AB sisteminde, A nın içinde olup biten hiç bir Ģey, B nin varlığıyla koyduğu sınırların ötesinde gerçekleģemez. A nın içinde ne olup biterse bitsin, son tahlilde bütün bunlar B ye göredir. A, B nin uzayında, kendi etrafında ve yörüngesi üzerinde hareket ederek var olabilir. Hareket miktarını, kütlesini vs. her Ģeyini belirleyen, B ile olan sistem iliģkisidir... Elimizdeki sihirli anahtarlar bunlar! Kara deliğin sınırlarındaki o kapıyı açabiliriz artık! Giriyoruz içeriye! Mekanik-metafizik düşünenler giremez levhasını yerinde bırakarak!.. KARA DELĠĞĠN ĠÇĠ Nasıl ki güneş sisteminde sistemin kütle merkezi, kütlesi çok daha fazla olduğu için güneşin içindeki bir noktaya tekabül ediyorsa, kara deliğe doğru giden sistemin yapısı da bunun benzeri olmalıdır. Merkezdeki yoğunlaşma arttıkça, gravitasyonun etkisi de artacağından

71 71 merkeze doğru düşme de hızlanıyor! Bu işin sonunun nereye varacağını biliyoruz! Sıkışma arttıkça çevrenin yok olduğu, enerjinin daha yoğun bir şekilde merkezde yoğunlaştığı bir süreçtir bu 76. İşin ilginç yanı da, bu süreci zorlayan bir dış kuvvetin bulunmamasıdır. Gravitasyonun da zorlayıcı bir kuvvet olarak etkide bulunmadığını düşünürseniz işin ilginçliği bir kat daha artar! Mekanizma son derece basit aslında! Evet, sürecin bütünü açısından gravitasyon bir kuvvet değildir, ve bu yüzden de merkezdeki sıkıģmanın nedeni bir zorlamaya dayanmıyor, ama, artan gravitasyonal baskı üstüste düģen-binen-tek tek sistem elemanları açısından zorlayıcı bir dıģ kuvvet rolünü oynar. 77 Onları bir arada tutan bağları çözen, bütün gizli saklı enerji kaynaklarını ısı enerjisi haline dönüģtürerek merkezi depoda toplayan bir faktör haline gelir. Önce atomu bir arada tutan bağlar çüzülür, sonra da atomun çekirdeği parçalanır. Derken, nötronlar ve protonlar da parçalanırlar. Ne kalıyor geriye? Elektronlar ve kuarklardan oluģan bir plazma [11]. Peki onlar, yani elektronlar ve kuarklar ne olacak? Sistem bu plazmayla mı girecek sıfır noktasına? 78 ELEKTRON KUARK PLAZMASI VE EVRENĠN DNA SI Daha önce, belirli bir kuantum seviyesindeyken, bir elektronun ihtimal dalgasına ilişkin söylediklerimizi hatırlayalım. Elektronu bu haliyle, belirli bir konfigürasyon uzayına yayılmış, bu uzayla bütünleşmiş-bir dış gözlemci için potansiyel bir gerçeklik olan- bir enerji alanı olarak tanımlamıştık. Elektronun, bir atom gibi, parçalarına ayrılabilir objektif maddi bir yapısı olmadığından, onun iç yapısı virtuel -sanal -potansiyel bir gerçeklik olduğundan, elektronun parçalanması diye bir şey de sözkonusu olamaz! Artan ısıyla birlikte, elektronlar olağanüstü bir dış etkiye, baskıya maruz kalınca, bu durum en fazla, onların kendi zıtlarına, yani anti elektronlara dönüşmelerine yol açabilir. Sonra, bu anti elektronlar da, normal elektronlarla çarpışarak yok olurlar, elektromagnetik enerjiye dönüşürler. Ama aynı anda bu sürecin tersi de gerçekleşir, yeteri kadar enerjiye sahip fotonların çarpışmasıyla yeni elektronlar-anti elektronlar- da meydana gelirler vs. Yani bu cephede sürekli elektron-anti elektron oluşumuyok oluşu gerçekleşir. Başka da bir şey olmaz. Bu da zaten bir elektronun iç yapısına ilişkin söylediklerimizin en önemli kanıtıdır. Dış kuvvet-enerji yeterliyse, sistemin (elektronun) içindeki gizli-saklı-virtuell zıttı objektivite kazanır o kadar. Aynı şey kuarklar için de geçerlidir. Evet, her şey gibi, bunlar da bir teklik değildir. Kendi içlerinde bir sistem gerçekliğidirler. Ama bunların da ayrıca reel bir iç yapıları olmadığından, olmayan bir şeyin parçalanması da sözkonusu olamaz. Bunlar, yani kuarklar da, en fazla virtuell -potansiyel iç yapılarından dolayı anti parçacıklarına dönüşebilirler, sonra da tekrar gene meydana gelirler.. Elektronlar ve kuarklardan oluşan bu plazma, olağanüstü yoğunlaşmış bir gravitasyonal alanla birlikte, sıfır noktasına doğru yol alan sistemin ana unsurunu oluşturur. Öyle bir sistem ki, madde-enerji-kütle vs. ayırımının, her türlü biçimin yok olmaya yüz tuttuğu bir oluşum! Sadece korunum yasaları işlemektedir burada. Bir, enerji korunmaktadır. Ġki, toplam elektriksel yükler korunmaktadır. Üç, toplam momentum, hareket miktarı korunmakta- 76 Cern cilerin bulduklarını iddia ettikleri Higgs alanıyla karadelik arasındaki ilişkiyi bu çalışmanın sonuna koyduğum makalede ele alıyoruz!.. 77 Bir örnek verelim. Kalemi bırakıyorsunuz düşüyor. Evet, kalem yerküre tarafından çekildiği için düşmüyor, serbestçe hareket ediyor; ama örneğin, kalem yere düştüğü zaman, bu noktada bulunan moleküllerle çarpışarak bir etkileşmeye neden olur; serbest düşmenin kendisi bir atalet hareketi olsa da, bu eylemin neden olduğu sonuçlar farklı olabilir (serbest düşme yapan suyun dinamoyu döndürmesi gibi).. 78 Ha sahi, Higgs Alanı ve Higgs Parçacıkları ne yapıyorlar bu durumda, onlar girmiyorlar mı kara deliğin içine? Belirli bir kütleye sahip olduklarına göre aslında onların da karadeliğe düşmeleri gerekir! Ama bu durumda da başka teorik problemler çıkıyor ortaya. Bu konuyu daha sonra ele alacağız!..

72 72 dır. Ve dört, toplam bilgi korunmaktadır. Elektron-kuark plazması bu korunum yasalarına uyarak sıfır noktasına doğru yol almaktadır. ĠĢte size evrenin DNA sı! ġaka değil! Kelimenin tam anlamıyla evrenin DNA sından bahsediyoruz! Çünkü, sıfır noktasından sonra, yeniden doğuģ, kendi kendini yeniden üretme süreci baģlarken, her Ģey tamamen eldeki bu malzemeye göre Ģekillenecektir. SIFIR NOKTASI NEDĠR NASIL OLUġUYOR? Sıfır noktasının ne olduğunu, sıfırın diyalektiğini daha önce görmüştük. 79 Buradaki sıfır da gene aynı sıfırdır! Sistemin merkezini temsil eden izafi bir oluşumdur bu da. Yani öyle, objektif bir gerçeklik olarak bir merkez ve bir sıfır noktası falan sözkonusu değildir! Böyle bir nokta yoktur uzayda zaten. Ama öte yandan da, her şey bir sistem olduğuna göre ve her sistem de merkezindeki bu izafi sıfır noktasında temsil edildiğine göre, bu evrende sıfırdan gayrı hiçbirşey yoktur da denilebilir! Bu sadece, var oluşun izafiliğini ve sistem karakterini ortaya koyan bir anlatım biçimidir o kadar! Tekrar kara deliğe ve buradaki sıfır noktasına dönersek, merkezin çevreyi yutupta artık merkeze doğru düģecek baģka çevre elemanının kalmadığı an dır sıfır an ı. Buradaki an kelimesini tırnak içine aldık. Çünkü sıfır noktasına varıldığı an zaman da biter! Tıpkı uzay gibi! Ne demektir uzay-zamanın bitmesi? Uzay, yani gravitasyonal alan, kütlenin, enerjinin ayrılmaz bir parçasıdır. Gravitasyonal alan su ise madde-kütle vs de bu suda meydana gelen yoğunluklar-dalgalardır-. Sıfır noktasına ulaşılınca, elektron-kuark plazması bir an izafi bir yokluk haline erişir. Çünkü o an, bu oluşumun varlığının belirlenip gerçekleşebileceği başka hiç bir KS kalmamıştır sistemin içinde. Varolmak, dıģardan gelen girdiyi iģlerken bir reaksiyon olarak gerçekleģmek demektir ve ancak bir AB ikiliği zemininde anlama sahip olabilir. Ne zaman ki A, B yi yutar, o an can ile canan arasındaki ikiliğin de bir anlamı kalmaz, vuslat içinde vahdet i vücuda eriģilir; yani sistem kendi varlığında yok olur!. Bu nokta çok önemli. Bir Ģeyin kendi varlığında yok olması demek, öyle maddeenerjinin-kütlenin birdenbire, bir sihirbaz tarafından metafizik anlamda ortadan kaldırılması demek değildir!.. Sıfır noktasında yok olmak deyince, bu türden mekanik bir yokluk anlaģılmamalıdır!..bütün bu çalıģma boyunca var olmanın ne anlama geldiğini, bunun izafi bir oluģum olduğunu, öyle mutlak-metafizik gerçeklik, varlık diye bir Ģeyin bulunmadığını açıklamaya çalıģtık. Var oluģ diyalektiğini birlik-çeliģkisistem zemininde açıklamaya çalıģtık. Kara deliğin içinde, merkezde oluģan sıfır noktasının diyalektiği, ve bu noktada sistemin kendi varlığında yok olması hali de bu bütünlük içinde anlaģılmalıdır. Devam ediyoruz. Merkezdeki yoğunlaģma öylesine artar ki, en sonunda kuarklarla elektronlar da biribirlerinin üzerlerine düģerler! Zıtlık-çeliĢki-ikilik hiç bir Ģey kalmaz 79 www. aktolga.de, Sistem Teorisinin Esasları, ya da Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi-Herşeyin Teorisi

73 73 ortada! ĠĢte o an, eskiden beri varolan sistemin kendi varlığında yok olması, yeni bir sistemin doğması anıdır. Eski sistemin DNA larını oluģturan elektron ve kuarkların adeta bir tür yeniden oluģumu (Recombination) olayıdır bu. Ve adeta, yeni sisteme iliģkin yeni bir DNA yapısı oluģur! Madde-enerji-kütle yeniden, yeni bir biçim altında hayat bulur. ÇeliĢki, zıtlık yeni bir niteliğin oluģmasıyla, bu yeni biçim altında yeniden, ortaya çıkar.. Peki ya eski sistemin o yoğunlaşmış uzayı, gravitasyonal alanı ne oluyor bu arada? Madem ki madde-enerji kendi uzayıyla birlikte oluşuyor, yani uzay dediğimiz gravitasyonal alanın madde-enerji ötesi ayrı bir varlığı yoktur, o halde, elektron-kuark plazması sıfır noktasına vardığı an, gravitasyonal alanın da bu potanın içinde mevcut enerjiyle bir ve aynı şey olarak bütünleşmesi gerekir. Ama bitmedi! Eğer olay gerçekten böyle oluyorsa, o zaman buradan çıkan daha başka sonuçlar da olmalıdır!. Ama, daha ileri gitmeden önce burada azıcık duralım. Bir nötronla bir fotonu (gama) çarpıştırdığınız zaman bir elektronla bir proton çıkıyordu ortaya, bir de ilave nötrino. Şimdi, etkileşme öncesi parçacıklar olarak nötronla fotonun, her birinin kendine özgü bir gravitasyonal alanı var mı? Var tabi! Newton un gravitasyon teorisi bile bunu böyle öngörüyor. Sonra, etkileşme-çarpışma gerçekleşiyor ve ne oluyor? Nötron ve gama fotonuyla birlikte bunların gravitasyonal alanları da yok oluyor. Madde-enerjinin başka biçimleri olarak elektron, proton oluşurken bunların kendine özgü gravitasyonal alanları da birlikte oluşuyor. Bütün bunlardan çıkan bir sonuç olması lazım. Madde-enerjinin yoğunlaşmış kısmıyla bunun etrafındaki gravitasyonal alanı, daha önceki açıklamalarımızda, bir metafor olarak suya ve onun içindeki dalgalara, ya da buz dağına benzetmiştik. Mekanik yanı bir tarafa, burada önemli olan, buzun da suyun da, her ikisinin de yapısının aynı olmasıdır; yani her ikisi de H 2 O dur bunların. Aradaki fark yoğunluktan kaynaklanıyor. Yani eğer madde-enerjinin her yoğunlaşma biçimi kendisine göre bir gravitasyonal alanla birlikte oluşuyorsa (ki öyledir), o zaman, öyle standart, her türlü yoğunluktan bağımsız (madde-enerji yoğunluğu kastediliyor), evrensel olarak her yeri kaplayan gravitasyonal alan diye homojen birşey de yoktur. Bir nötronun gravitasyonal alanıyla bir elektronun gravitasyonal alanının, ve aynı şekilde, kara delik haline dönüşmüş bir merkezin gravitasyonal alanının biribirlerinden farklı olmaları gerekir. Tek bir uzaydan değil, uzay içinde uzaylardan oluşmalıdır bu evren (ve de tabi, bütün bunların süperpozisyonu entegre bir uzaydan)! Nasıl yani? Bir elektronu temsil eden ihtimaldalgasını düģünelim. Elektrona ait bütün değerleri içinde barındıran potansiyel bir gerçekliktir bu. Potansiyel fotonlarla kuantize, frekansı, dalga boyu, kısacası herģeyi potansiyel olan potansiyel bir dalga! Buna ek olarak bir de, bu potansiyel gerçekliğin kendine özgü, onunla içiçe bir gravitasyonal alanı var diyoruz. En alttan baģlayarak sırayla gidersek; ihtimaldalgasının en alt katında gravitonlardan oluģan sanal-potansiyel bir gravitasyonal alan bulunuyor. Sonra, bununla içiçe, gravitonlardan oluģan fotonlarla kuantize bir elektromagnetik alan yer alıyor. Yani, elektromagnetik alan gravitasyonal alandan ayrı, onun üstünde otoyolda giden bir araba gibi mutlak bir gerçeklik değildir. Gravitasyonal alanı suya benzetirsek, elektromagnetik dalgalar da gravitasyonal alanda oluģan o su dalgaları gibi. Ve bu alanın merkezi bölgelerini oluģturan bir enerji yoğunluğu olarak da elektron. Suyun içindeki bir buz dağı gibi! Suyla olan benzerliğin mekanik olması önemli değil burada. Bu örneği, olayı kafamızda canlandırabilmek için bir modelmetafor- olarak kullanıyoruz. Bu durumda, örneğin, öyle graviton diye, evrensel objektif bir gerçeklik yoktur! Buradaki graviton kavramı tamamen potansiyel-sanal bir gerçekliktir. Ġki nedenden dolayı böyledir bu. Birincisi, gravitasyonal alan diye, öyle evrensel standart-bütünsel bir gerçeklik bulunmadığı için. Madde enerjinin her biçiminin, kendine özgü, gravitonlarla kuantize bir gravitasyonal alanı bulunduğu için. Ġkincisi de, etkileģme anında madde-enerjinin yoğunlaģmıģ kısmıyla gravitasyonal alan tek bir unsur olarak etkileģmeye katılacaklarından, hiç bir zaman gravitasyonal alanla ayrıca etkileģmeye girmek mümkün değildir. Bu yüzden de, etkileģerek, üzerinde

74 74 ölçme iģlemi yaparak bilebileceğimiz objektif bir gerçeklik değildir o; o, evrenin alt yapısına-atalet haline özgü potansiyel bir gerçekliktir 80. Onun varlığını ancak dolayılı olarak bilebiliriz. Örneğin, kalemi bıraktınız mı düģüyor! Niye? Kalemin takip edeceği baģka uzay yolu yokta ondan. ĠĢte gravitasyonal alan budur, kalemin takip ettiği uzay yoludur o. Onun varlığının ispatı kalemin yerin merkezine doğru düģmesidir.. Etkileşme demek, dışardan gelen-alınan madde-enerjinin-informasyonun sistemin içindeki bilgiyle değerlendirilip işlenilerek bir çıktının-çevre üzerine bir etkinin oluşturulabilmesi demektir. Dikkat edilirse, burada girdiyi, madde-enerji-informasyon olarak tanımladık. Yani girdi bir elektromagnetik dalga da olabilir, maddi bir gerçeklik olarak başka herhangi bir nesne de; veya belirli bir şekilde kodlanmış bir informasyon da. Hadi maddi gerçekliklerinesneleri kastediyoruz- bir yana bırakalım, çünkü bu durumda olay açıktır, karşımızda bir nesne var. Enerji ise, ancak elektromagnetik enerji olarak alınıp verilebilir. Bu da atomun yapısıyla ilgili bir olay. Ġnformasyona gelince, onun da, herhangi bir biçimde kodlanarak alınıp verilebildiğini görüyoruz. Yani öyle saf informasyon diye alınıp verilen birģey yoktur; bir biçimde-madde enerjiyle kodlanmıģ olması gerekir onun da. Ama, hiçbir zaman, gravitonlarla taģınan bir informasyon sözkonusu olamaz! Çünkü, bir su dalgasının oluģması örneğinde olduğu gibi (bu durumda su molekülleri değil su kuantumlarıdır belirleyici olan), gravitasyonal alanda bir elektromagnetik dalga oluģurken de, daha o ilk andan itibaren araya gravitonlardan oluģan fotonlar girmeye baģlayacakları için, biz hiçbir zaman gravitonlarla muhatap olmayız. Görüldüğü gibi, dıģardan madde-enerji-informasyon alma ve dıģarıya aynı türden çıktılar verme iģleminin içinde ne gravitonlara, ne de saf gravitasyonal dalgalara yer vardır. Yani, gravitasyonal alan kendi baģına etkileģmeye katılmaz, daima madde-enerjinin diğer biçimleriyle birlikte, onların içinde potansiyel bir gerçeklik olarak katılır. Örneğin, bir elektron ivmelenince, yani bir üst kuantum seviyesine inip çıkınca uzayı titreģtirdiği için uzayda uzay dalgaları Ģeklinde elektromagnetik dalgalar oluģur ve biz de objektif gerçeklik olarak bunlarla iliģki kurup bunlar hakkında bilgiler edinebiliriz. Bu evrendeki enerji alıp verme mekanizması budur. Güneş sistemi oluşmadan önceki toz ve gaz bulutunu düşünelim. Bu süreç içinde, madde enerjinin yoğunlaştığı bütün biçimler, her seferinde, kendine özgü bir gravitasyonal alanla birlikte oluşurlar. Bu arada iki büyük madde-enerji yoğunluğunun biribiriyle çarpıştığını düşünsek bile, ortaya çıkan sonuç, gene aynı yapıda, bunların süperpozisyonuylabütünleşmesiyle oluşan, kendi gravitasyonal alanıyla birlikte yeni bir madde-enerji yoğunluğu olacaktır. Yani, bazı bilimadamlarının umduğu gibi, bu arada uzaya gravitasyonal enerji dalgaları yayınlanması diye birşey söz konusu olamaz! Gravitasyonal alan, ortaya çıkan madde-enerji yoğunluğuyla birlikte, onun ayrılmaz parçası olarak potansiyel bir şekilde varolur. Gravitasyonla elektromagnetizm arasında paralellik kurma çabaları boşunadır 81. Bir nokta daha var aydınlatılması gereken: Ġnformasyonun daima bir Ģekilde kodlanarak alınıp verilebileceğini, saf gravitasyonal dalgalarla (bazılarının iddia ettikleri gibi elektromagnetizmin ötesinde bir gravitasyonal dalgadan bahsediyoruz!) taģınan bir informasyon olamayacağını söyledik. Bunu da, gravitasyonun direkt olarak etkileģmeye katılamayacağına bir kanıt olarak gösterdik. Peki ya bilgi, bilgi de mi öyledir? Örneğin, GüneĢ Sistemi ni ele alalım. Burada sistemin içindeki bilgi sistemi birarada tutan gravitasyonal potansiyel enerjiyle temsil olunuyor. Bu da bir tür kodlanma değil midir? ĠĢte, informasyonla bilgi arasındaki fark burada ortaya çıkıyor. Bilgi, bir AB sisteminde A ile B arasındaki iliģkilerle temsil olunur (speichern-to store). Bu iliģki, güneģle dünya arasındaki iliģki gibi gravitasyonal bir iliģki ise, bilgi de elbette ki bu iliģkiyle kodlanarak temsil olunacaktır. Ama bu, hiçbir zaman, informasyon gibi 80 Uzayda gravitasyonal dalgalar arayan bilimadamlarına duyurulur!.. 81 Bir ara Einstein da bu türden bir paralellik kurarak, tıpkı ivmelenen elektronların elektromagnetik dalgalar yayınlaması gibi, ivmelendirilen kütlelerin de gravitasyonal dalgalar yayınlayacağını düşünerek bu türden dalgaları hayal ediyordu..

75 75 taģınabilen, alınıp-verilebilen bir Ģey değildir. Belirli bir bilgiyi bir yerden baģka bir yere nakletmeye kalktığınız an o artık madde-enerjinin belirli bir biçimiyle kodlanarak taģınan bir informasyon haline dönüģür. Bir örnek verelim. Ġki nöron arasındaki sinaptik bir bağlantı belirli bir bilgiyi temsil eder. Nerededir bilgi burada, sinapsın içinde bir yere saklanmıģ bilgi diye bir Ģey mi vardır? Hayır tabi! Bilgi, sinaptik yapıyla temsil olunur. Öyle ki, presinaptik nörona elektriksel bir impuls geldiği zaman, bu yapı, girdi olarak alınan bu impulsu belirli bir Ģekilde iģleyecek ve sonunda da postsinaptik nöronun aksonlarında çıktı olarak belirli bir aksiyonpotansiyeli oluģacaktır. Bilgi sinapsın yapısıyla temsil olunurken, presinaptik nörona gelen elektriksel impuls, belirli bir mesaj taģıyan bir informasyondur. Postsinaptik nöronun çıktısı da gene bir informasyondur. Ġnformasyon, taģınır, alınır-verilir, ama bilgi alınıp verilemez. Bilgi iliģkidir. Alınan informasyon, sahip olunan bilgiyle iģlenerek yeni bilgilere sahip olunur. Öte yandan, direkt olarak gravitasyonal alanla iliģkiye geçmek-yani onunla etkileģmeye girmek de mümkün değildir, çünkü hiçbir zaman öyle, kendi baģına, hertürlü madde-enerji yoğunluğundan ayrı olarak varolan bir gravitasyonal alan yoktur! EtkileĢme, iliģkiye geçme ancak belirli bir bilgiyi kodlayarak varolan nesnelersistemler-arasında sözkonusu olabilir. Çünkü, belirli bir Ģekilde varolmak demek, belirli bir bilgiyi kodlayarak madde enerjinin belirli bir biçimi olarak gerçekleģmek demektir. Yani, bizim adına madde-enerji dediğimiz Ģey, belirli bir bilginin kodlanmasıyla-temsiliyle oluģan bir yoğunluktur. Gravitasyonal enerji-alan ise o yoğunlaģan Ģeyin bir parçasıdır. YoğunlaĢma iģlemidir ki, belirli bir bilgiyi kodlayaraktemsil ederek varolma haline neden oluyor. EtkileĢme olayının özü de, bu Ģekilde varolan yoğunluklar arasındaki iliģkiyle ilgilidir. Bir yoğunluğun-nesnenin (buna A diyelim) baģka bir Ģeyi-nesneyi-yoğunluğu etkileyebilmesi, yani arada bir etkileģmenin gerçekleģebilmesi için, ortada, A dan gelen etkiyi kendi içinde kendi varoluģunun nedeni olan bilgiyle değerlendiren bir B nin olması gerekir. Böyle bir B ise, gene ancak belirli bir bilginin yoğunlaģma biçimi olacaktır. Çünkü bilgiyi ancak bir yoğunluk temsil edebiliyor. EtkileĢme de, ancak bir bilgiyi temsil eden bir yoğunluk varsa mümkün oluyor. ĠĢte bu yüzdendir ki, gravitasyon tek baģına belirli bir bilgiyi temsil eden bir yoğunluk olmadığından onunla etkileģmek de mümkün değildir. Bilmek için etkileģmek gerekir, ama etkileģebilmek için de kendi içinde belirli bir bilgiyi temsil eden bir yoğunluğa ihtiyaç vardır. Senin etkini değerlendirerek kendisi hakkında sana cevap verebilecek bir Ģeye yani... ġimdi tekrar kara deliğin içine, sıfır noktasına dönüyoruz ve tekrar o anın gerçekliğine konsantre oluyoruz! Elektronlar, kuarklar ve bunların olağanüstü yoğunlaşmış gravitasyonal enerji alanlarından başka bir şey olmayan bu sistem, kendi iç dinamiğiyle, yani olağanüstü bir eğime sahip, yoğunlaşmış uzayıyla, kendi içindeki baskıyı devam ettirince, bunun bir tek sonucu olabilirdi: Elektronlarla kuarklar biribirlerine doğru, biribirleriyle bütünleşmeye doğru yönelirler! Bunu engelleyecek hiç bir kuvvet mevcut değildir bu durumda. Sistem, dışardan her türlü etkiyi içeriye alabilmekte, ama dışarıya hiç bir sızıntı olmamaktadır. Böyle bir durumda, bu plazmanın, hiç bir şekilde bir dengeye ulaşması mümkün olamaz. Amansız bir çeliģkidir bu! Sistemi sıfır noktasına götüren de budur zaten! BaĢka hiç bir çözüm bulunmamaktadır. Tek çözüm, elektronlarla kuarkların biribirlerine doğru düģmeleri ve plazmanın, sıfır noktasında, sanki bir teklik haline dönüģmesidir! Ancak, merkez çevre çeliģkisinin varlığını kaybettiği böyle bir çıkıģ yoludur ki, sistemi rahatlatabilirdi! DüĢülecek merkezle çevre birleģtiği an, artık ne düģülecek bir çekim merkezi, ne de düģecek bir çevre kalırdı ortada! Bu an da zaten, uzay-zaman da biterdi. Öyle bir an düģününüz ki, aslında öyle bir an yoktur! BektaĢinin dediği gibi yani, aslında yok öyle Ģey diyeceksin de, dilin varmıyor!

76 76 Ġki noktayı biraz daha açmamız gerekiyor. Birincisi zaman, zamanın bitmesi. Ġkincisi de sıfır noktasındaki teklik, bunun gerçekliği. Ġkinciden baģlayalım. Ve aman çok dikkat edelim! Küçücük bir hatayla her Ģeyi berbat edebiliriz! Tekrar altını çiziyorum. Bu sıfır hali, sadece izafi bir haldir. Bir maddi gerçekliğe tekabül etmez. Ama, onu kavramadan da, hiçbir maddi gerçekliği tanımlayamazsınız. ġöyle ifade edelim. Sistemin, plazmanın sıfır noktasının kenarındaki halini +0, sıfırı geçtikten sonraki varlığını da -0 olarak gösterelim! Bu ikisinin arasında, sistemin, plazmanın geçmesi gereken, bir uzay-zaman gerçekliği olarak, ayrıca bir merkez sıfır noktası yoktur! Sistem sanki, tam o sıfırı bir ucundan öbür ucuna atlayarak ( sırat köprüsü gibi!), yeniden var olmuģtur. KarmaĢık gibi görünüyor, metafizik yorumlara açıkmıģ gibi görünüyor, ama aslında çok basit. Bir atomu düşünelim gene. Bir hidrojen atomunu. Belirli bir kuantum seviyesinde olsun. Bu an, sistem merkezini sıfır la göstermiyormuyuz. İşte kara delikteki sıfır da bunun gibi bir sıfırdır! Sonra ne oluyor, dışardan bir foton gelip çarpıyor atomumuza. Ve (hv) kadar bir enerji veriyor ona. Atom da bir kuantum seviyesinden diğerine geçiyor. Diyelim ki, atom n 1 den n 2 seviyesine çıkıyor. Şimdi, n 1 deki atomla n 2 deki atom aynı değildir. Farklı enerjilere sahip iki ayrı durumdur bunlar. Nasıl gerçekleşmiştir peki bu süreç? Birinci denge durumunun sıfır noktasından, ikinci denge durumunun sıfır noktasına nasıl geçilmiģtir? Bir örnek daha verelim. İki tane H atomunu bir araya getiriyoruz. Etkileşme öncesinde bunların her birisi kendi içinde denge halindeydi, ve sistem merkezindeki sıfır noktasında temsil olunuyorlardı. Etkileşme sonrasında ise, yeni bir sistem olarak bir molekül (H 2 ) ortaya çıkıyor. Kendi sistem merkeziyle, yani kendi sıfır noktasıyla, orijinal ve yeni bir gerçeklik olarak. Gene aynı sıfır karşımızda! Bir çocuğun oluşması olayını, üreme hücrelerinin, spermin ve yumurtanın bir araya gelerek birleşmelerini (fusion) düşünelim. Kara deliğin içinde olup biten de bundan farklı değildir! Çocuğun oluşması örneğinde, iki hücrenin birleşmesinin gerçekleştiği an dır sıfır anı! Bu an, iki ayrı kutup yok oluyor. Sıfır noktasında oluşan yeni bir niteliğin varlığında yok olmaktır bu! Tıpkı kuarklarla elektronların biribirlerinin üzerlerine düşmeleri gibi! Sonra, nasıl ki, kadından ve erkekten geçen DNA lar, yeni hücrenin DNA sının oluşmasında temel yapı taşlarını oluşturuyorlarsa, evrensel oluşumda da benzeri bir süreç yaşanılıyor. İnsanın tek bir hücreden itibaren çoğalmasının, kendi kendini üreterek büyümesinin diyalektiği ne ise, evrensel oluşumun ki de odur. Sıfır noktasına varınca, elektronların ve kuarkların biribirlerinin üzerine düştüklerini söyledik. Peki bunların elektriksel yükleri ne oluyor o an, yüklerin korunumu yasası nasıl işliyor burada? Birkere, plazmanın içindeki elektriksel yük le, normal koşullarda, bizim anladığımız elektriksel yük kavramları aynı olamaz. Örneğin, bizim o elektriksel yük dediğimiz şey, bir protonun, ya da nötronun içinde, kuantum kromodinamiği nin konusu olan renk ler (Farbe) haline dönüşüyor. Elektriksel yük, cm den daha yakın mesafede, daha farklı bir nitelik kazanıyor yani. Bu yüzden, plazmanın içindeki elektronların ve kuarkların da mutlaka bizim tanıdığımız anlamda bir elektriksel yüke sahip olmaları gerekmez. Olayın özü, son tahlilde, aynı fazda iki zıt dalgasal hareketin varlığıdır. Bu birinci nokta. İkincisi de, nötr olmak demek, elektriksel yüklerin mutlak bir şekilde ortadan kalkması demek değildir. Zıtlığın, çelişkinin sıfır noktasındaki orijinal bir halidir nötr olma hali. Aynı fazdaki iki zıt dalganın-hareketin birliğidir bu. Madde-enerjinin, ve elektriksel yüklerin korunumu yasaları esas itibariyle geçerliliğini korumaktadır. Bir elektronla bir proton çarpıştırılınca, elektriksel olarak nötr olan bir nötron meydana gelmiyor mu? Şimdi bu, eksi ve artı yüklerin yok olması mı demektir! Karadeliğin merkezindeki olay tam olarak bu değil tabi, ama buna benziyor!

77 77 ZAMAN Zaman, bir durumdan baģka bir duruma geçiģ sürecinde, aradaki ivmeli hareketle birlikte oluģur. DıĢ kuvvetin etkisiyle birlikte, ilk durumdan baģlayıp, son duruma ulaģılıncaya kadar devam eden etkileģmeler esnasında gerçekleģir. Yani, zamanın gerçekliği, bir dıģ etkiye karģı cevap verilirken ortaya çıkar. DeğiĢim, etkileģimle birlikte, sistemin bir noktadan baģka bir noktaya ulaģmasıysa, zaman da bu eylemin gerçekleģtiği süre oluyor. Buradaki eylem dıģardan gelen etkiye (girdi) karģı oluģan reaksiyondur; sistemin cevabıdır. Zaman, girdinin içerdeki bilgiyle iģlenmesi, sistemin reaksiyon modelinin aktif hale getirilmesi ve sonra da bunun gerçekleģtirilmesi süresidir. Eğer etkileģme değiģime yol açmasaydı (her etki bir değiģime yol açmaz) zaman da olmazdı. Bir etkileģmede bir Ģeyin değiģmesi için aģılması gereken eģik onun kuantize yapısından kaynaklanır. Yani ancak belirli enerji muhtevasına sahip paketlerin (girdi) alınıp verilmesiyle olur değiģim. Zaman da bu kuantumlarınpaketlerin alınıp verilmeleri esnasında gerçekleģtiğinden, o da aynı Ģekilde kuantize bir yapıya sahiptir. Zamanın, enerjinin uzayda yer-durum değiştirmesiyle oluştuğunu söyledik. Örneğin, eğer sonsuz hızla hareket etmek mümküm olsaydı, bir durumdan diğerine geçiş sonsuz hızla gerçekleşebilseydi, böyle bir durumda zaman da olmazdı. Zaman, değiģimle, objektif gerçeklik halinde var oluģla birlikte ortaya çıktığı için, ondan ayrı düģünülemez. Ama buradan, öyle her yeri kaplayan (sahne gibi) bir uzayın var olduğu ve zamanın da böyle bir uzayda, madde-enerjinin bir yerden baģka bir yere nakledilmesi esnasında, bunun süresi olarak oluģtuğu sonucu çıkmaz! Çünkü, ne öyle mekanik bir sahne, ne de öyle sürekli akan bir zaman ve onu ölçen bir saat vardır! Hepsi de kendi içinde kuantize birer enerji alanı olan, içiçe geçmiģ sahnelerin oluģturduğu bir yapıdır evrensel oluģum. Zaman da, bunların kendi aralarındaki iliģkilerle oluģuyor. Zamanın, bir durumdan baģka bir duruma geçilirken, yani madde-enerji-bilgi biçim- Ģekil değiģtirirken gerçekleģtiğini söyledik. Bir durumdan baģka bir duruma geçmek ise, son tahlilde, informasyon iģleme süreci dediğimiz etkileģme olayıdır. Belirli bir madde-enerji Ģeklinde kodlanmıģ olan bir informasyon geliyor, sistemin içinde daha önceden depo edilmiģ olan bilgiyle iģleniyor-etkileģiyor. Bu iģlemin-etkileģmenin sonunda da madde-enerjinin yeni bir biçimi olarak kodlanmıģ yeni bir bilgi oluģuyor. Bilgi, her durumda, madde-enerjinin belirli bir yoğunlaģma biçimi olduğundan, bir durumdan baģka bir duruma geçiģ de, son tahlilde dıģ dünyayla bir enerji-informasyon alıģ veriģi olayı olarak gerçekleģiyor. Enerji alıģveriģi ise, enerjinin yoğunlaģmıģ olduğu belirli paketlerin alınıp verilmesi olayıdır. Çünkü enerji, öyle bir yerden baģka bir yere su gibi akan, sürekli bir akıģkan değildir. Kuantize enerji paketlerinden oluģan bir alan Ģeklinde gerçekleģir. Bu paketlerin ve alanın oluģumu ve değiģimi de özünde bizzat uzayın yapısının değiģmesi olayıdır. Çünkü her yeni yapı kendi uzayıyla birlikte oluģur. Daha önceden varolan bir uzaya sonradan paraģütle iner gibi inilmez! Madde-enerji-bilgi-obje-uzay, bunların hepsi bir ve aynı Ģeye iliģkindir. Zaman da bu bir ve aynı Ģeyin değiģiminin ve var oluģunun bir boyutu olarak gerçekleģiyor. Olaylar ve objeler, su gibi akıp giden mutlak bir zamanın içinde, belirli an larda belirli noktalarda bulunarak gerçekleģmiyorlar. Zamanın bir durumdan başka bir duruma geçiş aralığında oluştuğunu söyleyince insanın aklına tabi hemen, zamana bağlı olmayan bir ortamda gerçekleşen atalet hareketi geliyor. Eğer bütün dış kuvvetlerin sıfır olduğu kapalı bir sistem mümkün olsaydı, ancak bu durumda atalet hali zaman dışı-mutlak bir hareket olarak karşımıza çıkardı! Bu ise, beraberinde mutlak uzay dışılığı da getirirdi ki, bütün bunlar metafiziktir! Bu yüzden, atalet haline gerçeklik kazandıran şey, hiç bir zaman ortadan kalkması mümkün olmayan o kuantum dalgalanmalarıdır. Ama, bu kuantum dalgalanmaları nesnelere uzay-zaman içinde kesin belirlilik,

78 78 gerçekleşme, sınırlılık kazandırmazlar, bunu da unutmayalım. Bunlar sadece, belirli bir konfigürasyon uzayındaki izafi-potansiyel varoluşa ilişkin sınırlı bir zaman kavramını ifade etmeye yardımcı olabilirler. Bu durumda örneğin bir elektron, kendi konfigürasyon uzayında bulunduğu süre içinde her hangi bir an da herhangi bir yerdedir deriz o kadar... EKLER: 1- KUANTUM NEDĠR, KUANTĠZE OLMAK NE DEMEKTĠR? Bu evrende varolan herģey-her nesne, bir bütün olarak, ayni anda hem bir dalga, hem de bir parçacık olup; kendi içinde, kuantum adı verilen (gene dalga-parçacık özelliklerine sahip) madde-enerji paketleriyle kuantize alt birimlerden oluģur. Bu durumda ne anlama geliyor kuantize olmak ve kuantum? HerĢey bir sistem demiģtik.. Sistem ise, aynı anda hem bir dalga, hem de parçacık anlamında maddi bir gerçeklik. Ama o, aynı zamanda, kendi içinde gene dalga ve parçacık özelliğine sahip kuantumlarla kuantize yapılardan-enerji seviyelerinden oluģuyor. O halde, kuantum kavramıyla bir sistemin belirli bir seviyedeki dalga-parçacık yapısının temel birimini ifade ederken, kuantize kavramıyla da bütün alt sistemlerin- enerji seviyelerinin bu türden dalga-parçacık özelliğine sahip belirli temel birimlerden oluģtuğunu ifade etmiģ oluyoruz. Örneğin, kendi içinde kuantize bir sistem olan bir hidrojen atomu, herbiri dalgaparçacık özelliğine sahip kuantumları ihtiva eden belirli enerji seviyelerinden oluģur.. Elektro-magnetik bir alanın-dalganın kuantumu ise, gene dalga parçacık özelliklerine sahip bir fotondur. Bundan anlaşılması gereken, bu alanın-dalganın her biri aynı anda hem bir dalga hem de bir parçacık olan, belirli enerji muhtevasına sahip (E=hv) çok sayıda unsurunelementin (ki bunlara foton deniyor) süperpozisyonuyla oluştuğudur. Bu durumda, bir elektromagnetik alanın-dalganın foton adı verilen temel yapısal birimlerle kuantize olduğunu söyleriz 82. Peki bu neden böyledir, nereden-nasıl ortaya çıkıyor bu kuantumlar, neden kuantize oluyor fiziksel bir büyüklük? Bir gölün kenarında durmuşuz, parmağımızı suya sokarak elimizi hareket ettiriyoruz! Ne oluyor o an? Elimizin hareketiyle suyu etkilemiş oluyoruz ve suda dalgalar meydana geliyor. Bu bir etkileşmedir, elimizle su arasındaki bir etkileşme. Elimizle neyi kastettiğimiz açık! Peki su nasıl katılıyor bu etkileşmeye, tek tek su molekülleri olarak mı? Yani, elimizle suyu etkileme olayı direkt olarak su molekülleriyle elimiz arasındaki bir etkileşme olayı mıdır? Bir kere, su dediğimiz ortam, su moleküllerinden oluşan bir yığın, bir patates çuvalı değildir! Su molekülleri arasında oluşan lokal bağlar onun belirli bir yapıya sahip olmasına yol açar, ona lokal düzeyde bir bütün-sistem olma karakteri kazandırırlar. Nasıl, görelim: Bir dış unsurla (burada elimiz) etkileşme anında, etkiye maruz kalan su moleküllerinden oluşan lokal sistemler, bu etkiyi girdi olarak alıp sistemin içindeki bilgiyle (su molekülleri arasındaki bağlar) değerlendirip işleyerek ortak bir reaksiyon-çıktı oluştururlarken objektif bir gerçeklik olarak ortaya çıkarlar. Bizim su dalgası dediğimiz etkileşme sonucu çıktı, su moleküllerinden oluşmuş belirli lokal grupların kollektif salınımından-hareketinden ibarettir. 82 Bütün bunların ne anlama geldiğini daha önce ele aldığımız için tekrarlamak istemiyorum; çünkü artık, herbiri dalga parçacık özelliğine sahip foton adı verilen parçacıklardan bahsedince, aklınıza hemen öyle arı kovanı gibi binlerce arıdan oluşan bir sürünün falan gelmeyeceğini biliyorum! Yani, milyonlarca dalga hareketi yapan parçacıklar biraraya geliyor, al sana işte elektromagnetik dalga diye birşey yoktur! Ama gene de içimden olayın bu olmadığının her seferinde altını çizmek geliyor! Çünkü, elektromagnetik dalga deyince bundan anlaşılması gereken şey, bütün bu özellikleri ihtiva eden potansiyel bir gerçeklik olarak bir ihtimaldalgasıdır..

79 79 Küçük küçük sarkaçların belirli bir frekansla-dalga boyuyla salındıklarını düşünün! İşte bu salınımları gerçekleştiren, daha doğrusu, bu salınımları gerçekleştirirlerken varolan-ortaya çıkan molekül gruplarına-lokal sistemleredir ki, biz bunlara o an oluşan su dalgalarının kuantumları diyoruz. Bu nokta çok önemli. Daha önce elektromagnetik dalgaların ve onların kuantumları olan fotonların nasıl oluştuklarını anlatırken de su dalgaları örneğini vermiştik. Bu nedenle bu örneği çok iyi kavramak gerekiyor. Su dalgalarını gerçekleģtiren kuantumlar, kendi aralarında lokal bağlarla biribirlerine bağlı olan su moleküllerinin dıģardan gelen girdiyi sistemin içindeki bilgiyle iģlerken gerçekleģtirdikleri ortak reaksiyonun ürünü oluyorlar. Daha baģka bir deyiģle, dıģ faktörle lokal molekül grupları arasındaki etkileģme, su dalgası Ģeklinde, bu molekül gruplarının kendine özgü biçimde gerçekleģen periyodik hareketleri olarak ortaya çıkıyor. ĠĢte, etkileģme anında, etkiye karģı tepkiyle birlikte ortaya çıkan bu molekül gruplarınadır ki, bunlara, meydana gelen su dalgalarının kuantumları diyoruz biz. Bu kuantumlar, tıpkı bir sarkaç gibi titreģerek enerjilerini devamlı diğer sarkaçlara, kuantumlara aktarırlar. Böylece, suyun kendisi mekanik bir Ģekilde ileriye doğru hareket etmediği halde, kuantize bir Ģekilde oluģan su dalgaları bizim baģlangıçta verdiğimiz enerjiyi ileterek yayılmıģ, suyun içinde bir hareket meydana getirmiģ olurlar. Peki, su molekülleri ne türden bir su kuantumu oluģturacaklarını nasıl biliyorlar her seferinde? Öyle ya, su kuantumları, son tahlilde belirli su molekülü gruplarından başka bir şey değildir! Sorunun cevabını başka bir soruyla verelim. DıĢardan bir foton geldiği zaman, bir elektron onu nasıl tanıyordu; nereden ve nasıl biliyordu bu etkiye-fotona bağlı olarak hangi kuantum seviyesine çıkacağını? Atomun içindeki informasyon işleme sürecini açıklarken, elektron için gerekli olan bilginin atomun içinde, elektronlarla atom çekirdeği arasındaki bağlarda saklı (gespeichert) olduğunu söylemiştik. Şimdi, aynı şekilde diyoruz ki, elimizle suyu etkilediğimiz zaman ne türden su kuantumlarının oluşacağını belirleyen şey de, elimizle yaptığımız etkinin enerji kapasitesi olduğu kadar, su molekülleri arasında mevcut olan lokal bağlantılardır da. Su kuantumları, dışardan gelen etkiye karşı ortaya çıkan reaksiyona bağlı ürünlerdir. Etkiye göre belirli bir tepki ortaya çıkarken sonuçta bu türden bir ürün meydana geliyor. Yani dalga, sadece bir reaksiyon olmayıp bir üründür, bir sentezdir. Tıpkı bir çocuğun anne ve baba ilişkisinin son durumu -ürünü olması gibi!.. Bir metafor olarak baba dışardan gelen etki ise, anne de sudur; meydana gelen dalga da o çocuk oluyor! Tekrar altını çiziyoruz. Su dalgaları, hiçbir zaman, direkt olarak su moleküllerinin hareketi Ģeklinde açıklanamaz! Bu mümkün değildir. Çünkü eğer, elimizle yaptığımız etki, dolayısız bir Ģekilde su moleküllerini titreģtirerek onların hareket enerjisi haline dönüģseydi, anında ısı Ģeklinde, elektromagnetik dalga Ģeklinde kaybolur giderdi!. Peki, ses dalgaları da gene aynı mekanizmaya göre mi oluşuyorlar? Ne yapıyoruz konuşurken de, gene bu türden dalgaları üretmiyor muyuz? Yani bu durumda da gene her şey aynen su dalgalarının oluşumunda olduğu gibi degilmidir?. Bu kez, suyu etkileyen elimizin yerini ses tellerimiz, suyun yerini de hava alıyor; ama olay aynıdır. Ses dalgalarının kuantumları olan o ses lere (Phonen) gelince, bunlar da hiç bir zaman öyle tek tek hava moleküllerinden falan ibaret değildir. Ses kuantumları, ses tellerimizin titreģimine (frekansına) göre biraraya gelen belirli miktarda hava molekülünden oluģmaktadır. Sonra, çeşitli seslere (phonem) denk düşen dalgaların süperpozisyonuyla da kelimeler ortaya çıkıyor. Şöyle ifade edelim: i 1 i burakaki, ses dalgalarının oluşturduğu bir toplam dalga denklemidir. Belirli bir kelime oluştuğu an, artık onun içindeki sesler tek tek bağımsızlıklarını kaybediyorlar.

80 80 Peki, nasıl yayılıyorlar bu dalgalar? Tek bir yönde mi? Hayır! Belirli bir merkezden itibaren her tarafa birden. Nasıl oluyor bu? Çok miktarda domino taşlarını bir merkezden itibaren dairesel bir şekilde yan yana dizelim. Sonra da bunların tam ortasına elimizle hafifçe dokunalım. Ne olur? Domino taşları zincirleme bir reaksiyonla dört bir yana doğru devrilmeye başlarlar ve en sonuncuya kadar bu hareket iletilir. İşte, su ve ses dalgaları da böyle yayılıyorlar. Su ve ses kuantumları, elimizin (ya da ses tellerimizin) merkez olduğu dairesel alan içinde, bütün yönlere doğru, tıpkı domino taşları gibi devrilerek (titreşerek ve diğerini titreştirerek tabi) merkezdeki hareketi, enerjiyi iletirler. 2-ANTĠ MADDE NEDĠR? Bu sitede yer alan çalıģmaların özü-ana hattı nedir deseler Ģöyle cevap verirdim: Bu evrende var olan her Ģey, bir sistem olarak, kendi içinde, dıģardan gelen etkilere karģı göstereceği reaksiyon modelini hazırlayan bir A ile, hazırlanan bu reaksiyon modelini gerçekleģtirerek hayata geçirecek olan B gibi iki kutbun (buradaki A ve B nesneleri temsil eden rasgele sembollerdir) birlik ve mücadelesinin belirli bir gerçekleģme biçimi iken, aynı zamanda, gene kendi içinde (tıpkı ana rahmindeki bir çocuk gibi) kendi diyalektik zıttını yaratarak da var olur 83. Biraz uzunca da olsa bu cümlenin içinde her Ģey var! Sistem Teorisi nin ve Ġnformasyon ĠĢleme Teorisi nin tek cümlelik özeti sanki bu. Varolmak (objektif bir gerçeklik olarak varolmak) demek ne demekti? Herbiri daha önceden baģka iliģkiler içinde kendini gerçekleģtirebilen, bu halleriyle biribirlerine göre potansiyel gerçeklikler durumunda olan A ve B gibi iki nesnenin, etkileģmeye giriģtikleri andan itibaren, biribirlerini yaratarak, biribirlerini temel alan KS lerine göre uzay-zaman içinde izafi objektif gerçeklikler Ģeklinde ortaya çıkmalarına varolmak demiģtik. Dikkat ediniz, bu cümle aynı zamanda bütün bir kuantum teorisinin de özetidir. Bütün o Heisenberg Ġlkeleri nin altında yatan teorik temel de budur. Benim bütün çalıģmalarımın özeti de bu aslında. Bu teorik temeli geliģtirerek, bütün sistemleri içine alacak Ģekilde, Sistem Teorisi adı altında ifade etmekten baģka bir Ģey yapmıyorum ben. A ve B gibi iki unsurun karģılıklı iliģki-etkileģme içinde biribirlerini yaratarak, biribirlerine göre varoldukları her süreçte KS nin merkezini etkileģmeye katılan bu kutuplardan hangisinin üzerine koyarsanız bütün süreci, her Ģeyi onun gözüyle görürsünüz. Bu, aynı zamanda onun dünya görüģünün de temeli olur! Şimdi, bütün bu hatırlatmalardan sonra tekrar bıraktığımız yere dönersek; bir elektronun da, son tahlilde, kendi içinde bir AB sistemi, bir informasyon işleme birimi olduğunu söyleyebiliriz. Ama o, aynı zamanda, dış dünyayla ilişkileri içinde, gene bir AB sistemi olan atomun içinde de yer alır, gerçekleşir. Aynı yapı, aynı oluģum, belirli bir kütlesi olan ve doğal denge içinde stabil olarak varlığını sürdürebilen bütün diğer elemanter parçacıklar için de geçerlidir. Yani öyle, belirli bir kütleye sahip olup da bir iç yapıya sahip olmadan var olmak diye bir Ģey mümkün değildir! Çünkü, iç yapı denilen Ģey informasyon iģleme mekanizmasının kaçınılmaz sonucudur; kendi kendini üretim sürecinin (var oluģun) gerçekleģtiği bir fabrikadır!. Bu nedenle, varolan herģey, kendi içindeki bu yapının-fabrikanın-ürünü olarak varolur-gerçekleģir. Bu anlamda, televizyon üreten bir fabrikayla kendi fabrikasında kendini üreten bir elektron, veya her hangi baģka bir elemanter parçacık arasında hiç bir fark yoktur! 83 Bu konuyu daha önce bütün ayrıntılarıyla ele aldık. A ile B arasındaki mücadele, aslında ikisi de mevcut sisteme ait unsurlar olan bu iki unsur arasında biribirini yok edici bir mücadele değildir. Mücadele, A nın temsil eder göründüğü varolan sistemle, B nin ana rahminde geliģen, mevcut sistemin diyalektik anlamda inkarı olan sistem arasındadır; ama, yeni eskinin içinde geliģtiği için dıģardan bakınca o görünmez; mücadele sanki direkt olarak A ile B arasındaymıģ gibi görünür..

81 81 Peki o zaman neden, bir atomu olduğu gibi bir elektronu da, kendi içindeki bu parçalarına ayıramıyoruz? Bir sistemi, onu meydana getiren parçalarına ayrıģtırabilmek için ona dıģardan belirli bir miktar (bağ enerjisini aģan miktarda) enerji vermek gerekir. Ama, bir elektrona dıģardan enerji vermeye baģladığınız zaman, daha onu parçalarına ayırmak için gerekli olan enerji miktarına eriģmeden önce ortaya bambaģka bir sonucun çıktığını görürsünüz! Örneğin, eğer elektronu enerji kapasitesi çok yüksek olan bir gama ıģınıyla etkiliyorsanız, bırakınız elektronun parçalarına ayrıģmasını bir yana, bu etkileģme sonunda eksi elektrikle yüklü bizim tanıdığımız elektron yok olurken, onun yerine, artı yüklü baģka bir elektron ortaya çıkar! Yani, daha elektronu parçalarına ayıracak kadar enerjiyi ona veremeden onu tersine çevirmiģ olursunuz!. ġimdi, bu olayı daha yakından inceleyelim: Gama ışınını ve elektronu, her ikisini de, önce biribirlerine göre potansiyel olarak var olan iki ihtimaldalgası olarak düşünüyoruz. Gama ışını, özünde bir elektromagnetik dalgadır. Elektromagnetik dalganın ne olduğunu ise daha önce inceledik. Bir ihtimaldalgası olarak elektronun da madde-enerjinin belirli bir yoğunlaşma biçimi olduğunu söylemiştik. O da, bu durumda iken, atalet halini yaşayan potansiyel bir dalgadan başka bir şey değildir. Bir ihtimaldalgası olarak gama ışını geliyor, diğer ihtimaldalgasına, elektrona çarpıyor! Olayın kabaca anlatımı böyle! Şimdi, bu çarpışma gerçekleştiği an olup bitenleri izlemeye çalışalım: A ve B arasındaki ilişkiyi-madde enerji alış verişini ele alırken hep etkileşme kavramını kullanıyoruz. Nedir bu etkileģme? Her etkileģme, son tahlilde her biri belirli bir yönde etkide bulunan iki karģıt kuvvet arasındaki iliģkiye indirgenebilir. ÇeliĢki kavramıyla etkileģmeyi biribirine bağlayan esas budur. Öte yandan, bir sistem bir dıģ unsurla etkileģirken, yani, dıģardan gelen etkiye-kuvvete karģı koyarak kendini üretirken, o, aynı anda, kendi içinde de iki karģıt kuvvetin mücadelesine sahne olur. Yani her sistem, kendi var oluģunun kaçınılmaz sonucu olarak kendi içinde kendi zıttını (negatifi anlamında) da üretir. ġöyle gösterelim: ġimdi, tekrar, o gama ıģınıyla elektron arasındaki etkileģmeye dönersek; gama ıģını elektron için onun kendi içinde iģleyebileceği kritik eģiğin çok ötesinde enerji kapasitesine sahip bir etkeni temsil etmektedir. Bu durumda, sistemin içindeki dominant kutup A onu sistemin içine alarak bunun iģlenilmesi için gerekli reaksiyon modelini oluģturamaz. HerĢeyden önce sistemin içindeki bilgi (bu bilgi sistemin bağ enerjisiyle temsil olunmaktadır) bunu yasaklamaktadır. Çünkü, bu yöndeki bir çabanın parçalanmaya yol açabileceği ortadadır. Sistemin bağ enerjisi, kendi sınırlarının aģılmak üzere olduğu sinyalini vermektedir. Bu durumda, istenilmeyen bu sonucun engellenmesi için, sistemin içindeki karģıt kutup olan B devreye girer ve sistemin merkezine doğru etkide bulunarak mevcut durum karģısında hiç bir çözüm üretemeyen A nın hakim olduğu merkezde tersine bir hareketin (var oluģ halinin) meydana

82 82 gelmesine yol açar. Bunu, o an, AB sistemi içindeki iktidarın nitelik değiģtirmesi olayı olarak da ifade edebiliriz! Çünkü, o ana kadar sistemi temsil etme rolünü üstlenmiģ bulunan ve bunu da, dıģ dünyadan gelen etkilere karģı sistemin oluģturduğu reaksiyonu temsil ederek yerine getiren merkez, o andan itibaren, artık dıģ etkenle aynı yönde bir negatif tepkiyi-cevabı temsil ederek gerçekleģmeye baģlar. ĠĢte anti elektronun oluģmasının öyküsü bundan ibarettir! Elektron, kendi içinde potansiyel olarak mevcut olan kendi zıttına dönüģmektedir. Olayı daha da somutlaştıralım mı, bir metafor-örnek mi istiyorsunuz! 1917 de Rusya da olup bitenler neydi! Üretici güçler çok fazla gelişipte mevcut üretim ilişkilerinin içine sığamadıkları için mi gerçekleşmişti işçi sınıfı ihtilâli!! Olağanüstü dış koşullar, savaşta yenilmiş, bütün varoluş koşullarını kaybetmiş bir feodal devlet yapısı ve hiç bir çözüm üretemeyen iktidarsız bir burjuvazi olmasaydı mümkün olurmuydu bu? Ama şu an tartışmak istediğimiz esas konu bu değil zaten. Bunu, yani toplumsal planda bir sistemin tersine çevrilmesi, anti sistem haline gelmesi olayını, başka bir çalışmanın konusu olarak, daha sonra ele alacağımızı söylemekle yetinelim. Bir sistemin tersine çevrilmesiyle onun diyalektik anlamda kendini inkar etmesi aynı Ģey değildir! Diyalektik inkar süreci, varolan sistemin içinde niteliksel anlamda ondan farklı bir yapıya sahip olarak geliģen yeni-baģka bir sistemin ortaya çıkması anlamına gelirken, tersine çevrilme, mevcut sistemin altüst olması demektir! Bu açıdan bakınca, bütün sistemlerin tersine çevrilebileceğini söyleyebiliriz! Ama bu, hiç bir zaman, doğal evrimin sonucu olmaz. Bu yüzden de bu durumda hiçbir zaman kalıcı bir denge durumu oluģamaz. Ancak bir dıģ etkenin sonucu olarak geçici bir süre için mümkün hale gelebilecek böyle bir geliģme dıģ etken ortadan kalkınca varlık Ģartını kaybeder. Örneğin, tersine dönmüģ olan sistem bir elektronsa eğer, bu anti elektronumuz normal koģullar altında hemen normal bir elektronla etkileģerek intihar eder! Yok eğer bu, 1917 Rusyası gibi bir toplumsa da, kısa bir süre sonra, hayatın gerçekleriyle uyuģamayan iģçi sınıfı ihtilali sona erecektir!. Ġktidar önce bürokratların-devlet sınıfının eline geçecek ve sistem normalleģmeye, kapitalist bir toplum haline gelmeye baģlayacaktır! Ġnsanlık tarihinin son yüz yılı, sınıfsız topluma giden yolun kapitalist toplumu tersine çevirecek bir anti toplumdan-iģçi sınıfı ihtilalindengeçmeyeceğinin ispatıdır adeta!. Modern sınıfsız topluma, iģçi sınıfının iktidarı ele geçirdiği bir anti kapitalist toplumdan geçilerek varılamayacağının ispatıdır! Kapitalist toplumun bağrında, ana rahminde bir çocuk gibi geliģmekte olan modern sınıfsız toplum, babasının burjuvazi, anasının da iģçi sınıfı olduğu bir çocuk gibidir!.. Anne ve baba rolünü oynayan bu sınıfların her ikisi de tarih sahnesine birlikte çıkmıģlardır, modern sınıfsız toplumu üretirken onun varlığında yok oluģları da gene birlikte olacaktır. Bilgi çağı toplumunda ne burjuvazi vardır, ne de iģçi sınıfı.[26] Bir sistemin tersine çevrilerek anti sistem haline gelmesine başka bir metafor-örnek mi istiyorsunuz! Organizmayı düşünelim: Organizma, dışardan gelen etkileri işlerken, daima, daha önceden sahip olduğu bilgileri kullanarak reaksiyon modelleri oluşturmaya çalışır. 84 Ve sonra da bunları gerçekleştirir. Burada reaksiyon modelini oluşturmada kullanılan bilgi, yaşamı devam ettirmek için (survive-überleben) gerekli olan bilgilerin toplamıdır. 85 Ama eğer bu bilgi ve onu kullanarak gerçekleştirilecek olan reaksiyon (tepki) yaşamı devam ettirmek için yeterli değilse, yani organizmanın gerekli reaksiyonu göstererek varlığını koruma şansı yoksa, o zaman sistem ya yok olacaktır, ya da, mümkünse dış etkiye paralel ters bir yapıya geçerek, bu etkiyle aynı yönde bir negatif-aksiyon haline gelip, aradaki problemi bu yolla çözmeye çalışacaktır! 84 Ya da, dispozisyonel olarak zaten hazır bulunan reaksiyon kalıplarından birini kullanır. 85 Bu bilgiler, DNA larda, hücrenin hafızası dediğimiz yönetici protein sisteminde (regulatory protein), ve tabi çeşitli kademelerde-beyinde, hafızada kayıtlı bilgilerdir.

83 83 Örneğin, işkence yapılan bir insanı düşününüz; eğer işkenceye karşı duramıyorsa, yani gerekli reaksiyonu gösteremiyorsa ne yapar o insan? Yok olmamak, yani işkence altında ölmemek için işkenceyi yapanlara teslim olur ve onlarla aynı paralele girer değil mi! Yani, işkencecilerin yarattığı negatif bir kişiliğe sahip olur! Onun normal koşullarda oluşan kişiliğini temsil eden nöronal model ve buna bağlı olarak gerçekleşen davranışları tersine döner. Sonuç, işkence edilen kişi bir anti kişiliğe kavuşmuştur! Nasıl ki, normal bir feedback sürecinde, istenilmeyen sonuçların (çıktıları) engellenmesi için negatif feedback yapılarak (yani girdi kontrol edilerek) çıktı kontrol ediliyorsa, bu durumda da, aynı şekilde, hayatta kalabilmek amacıyla negatif bir feedback yapılmaktadır! Bir insanın kiģiliğini belirleyen Ģey onun maddi varlığıdır. KiĢilik-nefs (self) organizmanın maddi varlığının nöronal düzeyde temsilinden baģka bir Ģey değildir. Negatif bir kiģilikten bahsettiğimiz zaman, bunun, nöronal düzeyde, daha önceki normal kiģiliği temsil eden nöronal fonksiyona zıt-negatif bir oluģumla açıklanması gerekir. Ben bunu, bu çalıģmanın sınırları içinde, en genel, en soyut haliyle, normal kiģiliği temsil eden aksiyonpotansiyelinin-elektriksel dalgasal oluģumun yön değiģtirmesi olarak açıklıyorum! Yani, kiģiliği temsil eden aksiyonpotansiyelini elektriksel dalgasal bir oluģum olarak düģünürsek, negatif kiģilik de, bununla yüzseksen derecelik faz farkına sahip, buna ters bir dalga olacaktır! Evet, neden olmasın! Bütün bu açıklamalar neden gerçek olmasın! Daha ortada hiçbirşey yokken heryeri kaplayan bir Higgs Alanı nın varlığını kabul ederek bunu ispat edebilmek için on milyar dolar harcamayı göze alabiliyorsunuz da neden bu söylediklerimin gerçek olabileceğini düşünemiyorsunuz!..bilgi üretme süreci biraz cesur olmayı gerektirir..biraz fantazi, biraz da cesaret..ama tabi bütün bunların belirli bir teorik çerçeve içine oturabilmesi de gerekir..benim yapmaya çalıştığım da bu zaten..devam ediyoruz: Her şeyi, her madde-enerji yoğunluğunu, kendi uzayıyla birlikte oluşan dalgasal bir hareket olarak ele alabileceğimizi söylemiştik. Bu durumda, iç yapı dediğimiz şey, son tahlilde, süperpozisyon yapan iki karşıt dalgaya indirgenirken, elektriksel olarak eksi yükü taşıdığını söylediğimiz elektron da (bir ihtimaldalgası olarak) kendi içinde dispozisyonel-potansiyel olarak mevcut olduğu düşünülen kendisine karşıt başka bir dalgasal oluşumla birlikte-iki dalgasal hareketin süperpozisyonu olarak anlaşılacaktır. Ama öteyandan o, varlığını, aynı zamanda artı yüklü protonla bir sistem ilişkisi içinde de oluşturmaktadır. Yani, kendi içinde biribirine zıt iki ihtimaldalgasının süperpozisyonu olan elektron, aynı anda, kendisiyle aynı fazda, ama ona zıt bir dalga olan protonla içiçe geçerek, süperpozisyon yaparak da var oluyor. Yoksa, gama ıģınlarıyla (ki bu da bir dalgadır) bombarduman ettiğimiz elektron, nasıl oluyor da kendi zıttına, pozitif yüklü elektron haline dönüģebiliyor? Elektronun içinde potansiyel-dispozisyonel olarak var olmasa, nerden ortaya çıkacak ki bu pozitif yük? DıĢardan verilen enerji operasyon için yeterli olduğu an elektron artık normal varlığını sürdüremez hale geliyor ve kendi içinde potansiyel olarak var olan kendi zıttına dönüģüyor. Sonuç (+) yüklü elektrondur, yani anti elektron. O halde, anti madde denilen negatif realite, mevcut doğal dengeyi-iģleyiģi tersine çevirecek büyüklükteki bir dıģ kuvvete bağlı olarak, bir Ģeyin kendi içindeki zıttına dönüģmesi olayıdır. Peki neden denge halinde kalamaz bir anti parçacık? Neden hemen normal maddeyle karģılaģınca yok olur? Çok açık! Tek bir anti elektron dahi olsa, bizim içinde bulunduğumuz evrensel sistem iliģkilerine, dengeye ters düģen bir gerçekliktir bu. Bu yüzden de yaģama Ģansı yoktur.yaģayabilmesi için (-) yüklü bir protonla bir anti atom oluģturması gerekir. Ve bu zincir uzar gider! Yani, ya normal bir evrensel iliģki zinciri, ya da tersi! Ġkisi bir arada olamaz! Ancak, olağanüstü koģullarda, geçici olarak, bir dıģ kuvvetin zorlamasıyla olabilirdi böyle birģey!.

84 84 Peki şimdi buradan bir de, bizimkine paralel bir anti evrenin bulunduğu sonucunu mu çıkarmamız gerekecektir? Aynen! Anti evren dediğimiz şey, her anın içinde saklı olan potansiyel dispozisyonel bir anti madde gerçekliğinden ibarettir!..müthiş birşey gerçekten! Her ihtimaldalgasının-her potansiyel gerçekliğin- aynı anda kendi içinde kendi zıttıyla birlikte oluşabildiği bir evreni hayal edebiliyor musunuz! Hani bazan, biz bu evrende bir kum tanesi kadar bile değiliz denir ya! Aslında o kadarı bile fazla! 3- MOLEKÜLER YAPI Atomun, bir sistem olarak nasıl oluştuğunu, ayakta durduğunu ve bu sistemin nasıl işlediğini gördük. Şimdi bir de, bu atomların bir araya gelmesiyle oluşan sistemlerin, moleküllerin yapısına göz atalım. Önce şunu belirtelim. Atomları bir sistem ilişkisi içinde biribirlerine bağlayan bütün kuvvetlerin hepsi de, son tahlilde elektromagnetik karakterdedir. Bunları önce iki başlık altında toplayabiliriz. İyonik bağlar, kovalent bağlar. En dengeli elektron yapısına sahip olan atomlar, dış kabuklarındaki (enerji seviyesindeki) elektron sayısı yeterli olanlardır. Eğer burada bir denge mevcut değilse, dışarıdan elektron alarak, veya dışarıya elektron vererek belirli bir denge durumuna ulaşmaya çalışılır. Ve bunu yaparken de atomlar negatif, ya da pozitif iyonlar haline gelirler. Bir atomdan bir elektronu uzaklaştırmak, koparmak için belirli bir enerjinin harcanması gerekir. Buna, iyonlaşma enerjisi deniyor. Çekirdeğe daha yakında bulunan enerji seviyelerindeki elektronlar, dış enerji seviyeleriyle çekirdek arasına bir perde gibi girdiklerinden, dış kabuktaki elektronları koparmak nisbeten daha kolay olur. Dış kabuğundan elektron kaybeden bir atom pozitif bir iyon haline gelir. Dış kabuğundaki (enerji seviyesindeki) elektron eksikliğini giderme durumunda olan bir atom ise, dışardan elektron almak zorundadır. Böyle bir durumda, yani atoma dışardan bir elektronun gelmesi durumunda, ortaya çıkan enerjiye de bir elementin elektron alma kabiliyeti (elektron affinity) diyoruz. Bir atoma bir elektron bağlandığı zaman ortaya çıkan enerji ne kadar büyükse, elektronun o atoma o kadar kuvvetli bir bağla bağlandığını söyleriz. Bu durumda, bir etkileşme anında, iyonik bir bağın, ancak, atomlardan birinin düşük iyonlaşma enerjisine, ötekinin de yüksek elektron bağlanma yeteneğine sahip olmalarıyla mümküm olabileceğini söyleyebiliriz. Örneğin, Na ve Cl atomlarının etkileşmesi sonucunda dengeli bir NaCl molekülünün meydana gelebilmesi için, toplam enerjinin, başlangıçta iyonlaşma için harcanandan daha az olması gerekir. Burada olay gerçekten de böyledir. Burada azıcık duralım. Yukardaki reaksiyonu açıklarken, örneğin Na nın iyonlaģma enerjisinden bahsettik. Nedir bu Ģimdi? Bu bir bilgidir. Nereden çıktı, nasıl oluģtu bu bilgi? Sodyum atomunda elektronlarla çekirdek arasındaki iliģkileri sağlayan bağların yapısı ve bunların özellikleri, daha baģka bir deyiģle, atomun-sistemin yapısal özellikleri, sisteme ait bilginin maddeleģmiģ halinden baģka bir Ģey değildir. Maddeenerjinin her yoğunlaģma biçimi, aslında belirli bir bilgiyi temsil ediyor. Bilginin depo edilmesinin-saklanmasının (speichern) sonucu oluyor yoğunlaģma. Örneğin Na atomunu ele alalım. Na atomu, sahip olduğu bütün özelliklerinin bir toplamı değil midir? Özellik dediğimiz bu var oluģ karakteris-tikleri ise, belirli bir bilginin maddeleģmiģ (verkörpern olmuģ) hali oluyor. Organizmayı ele alalım. Örneğin gözümüzün rengini. Nedir bu özelliğimizin esası? Belirli bir bilginin maddeleģmesi değil midir? Bu bilgi nerde peki? DNA larımızda kayıtlı olan bilgidir bu. Ama öyle bir bilgi var da, bu belirli bir yerde duruyor, maddi oluģum da bunun dıģında, bu bilginin maddeleģmiģ hali falan değil. Yani bilgi ve madde biribirlerinden ayrı olarak var olmuyorlar. Bunlar bir arada hep. Madde-enerjinin her yoğunlaģma biçimi, bu duruma özgü belirli bir bilginin de depo edilmesi-

85 85 kodlanması anlamını taģıyor. ĠliĢki-etkileĢme anında ise, maddi etkileģmeyle birlikte, etkileģmeye katılan unsurların temsil ettikleri bilgiler arasında da bir etkileģme gerçekleģiyor. Sonunda yeni bir bilgi oluģurken, bu da kendisini belirli bir maddeenerji yoğunluğu olarak gerçekleģtiriyor. Devam ediyoruz. Etkileşme halinde olan iyonlaşmış iki atomun, elektrostatik çekme kuvvetiyle biribirlerini etkilediklerini, biribirlerine doğru çekildiklerini söyledik. Peki bu atomlar niye biribirlerini daha da çekerek tam olarak bütünleşmiyorlar da, molekül şeklinde denge durumunda kalabiliyorlar? Birinci neden şu: Her iki atomun da bir çekirdeği vardır ve aradaki çekimin daha da ileri gitmesini bu iki çekirdek arasındaki itme kuvveti engeller. Diğer bir neden de, aynı yönde spine (spin, kendi etrafında dönme ) sahip iki elektronun, aynı enerji seviyesinde bulunamayacakları ilkesidir. Fizikte buna Pauli nin dışlama ilkesi denilir (exclusion). Eğer Na + ve Cl - dan oluşan sistem biribirine geçseydi, bir molekül değil de, tek bir atom oluşsaydı, bu atomda bazı elektronların dışlama ilkesi gereğince daha üst enerji seviyelerine gitmeleri gerekecekti. Bu durumda ise, sistemin toplam enerjisi başlangıçtakinden daha fazla olacağından, sistem elemanlarını birarada tutan bağlayıcı kuvvet etkisini kaybedecek, sistem dağılacaktı. Bir sistemin oluşabilmesi için gerekli olan bu enerji dengesi hesabı işin temeli, ama tabi herşey burada bitmiyor. Bu dengenin pratikte nasıl kurulduğu ve işlediği, yani her an, dinamik bir gerçeklik olarak, kendi kendini nasıl ürettiği de önemli. Yoksa hiç bir zaman, Na + ve Cl - yi bir araya getirince iş bitmiyor. Mekanik bir toplam değil NaCl. Yeni ve ayrı bir nitelik. Na + ve Cl - de bulunmayan yeni özdeğerlerin ortaya çıktığı, bambaşka bir bütün. Ama, sistemin işleyişi, aynen bir atomdaki gibi. Burada da gene elektronlar belirli enerji seviyelerinde bulunabiliyorlar. Dış dünyayla ilişkiler de, gene aynı şekilde gerçekleşiyor. Atalet halindeki, denge durumundaki bir molekülde de, elektrostatik kuvvet gene kuvvet olmayan bir kuvvettir, yani potansiyel bir gerçekliktir. Laboratuarda deney yaparken karşımıza çıkan (-) ile (+) arasındaki o gerçek kuvvet le (!) bunu karıştırmamak gerekiyor! Etkileşme tamamlanıp da iki atom biribirine bağlandıktan sonra, yani bir denge durumu oluştuktan sonra, durum tamamen değişiyor. Bu durumda, bütün diğer gerçek sistemler gibi, moleküller de (ve bu arada bir NaCl molekülü de), sistem elemanlarının biribirleri üzerinde hiç bir baskıya, zora başvurmadıkları, özgürce birarada bulundukları, gönüllü birlikler şeklinde varoluyorlar! İyonik bağlarla oluşan moleküllerin yanı sıra, bir de kovalent bağlar la oluşan moleküller vardır. Örneğin H 2 veya Cl 2 molekülleri gibi. Bu durumda, molekülü meydana getiren atomların, elektron alış verişi yaparak iyonlaşmaları ve sonra da, bu iyonlaşmış atomların birleşmesi yerine, elektronların atomlar arasında ortaklaşa paylaşımı söz konusudur. Öyle ki, ortaklaşa sahip olunan bu elektronlar, genellikle iki atomun arasında yoğunlaşırlar. Yani, paylaşımın niteliğine uygun bir uzayda sürdürürler varlıklarını. İki atom bir araya geldiği zaman, eğer toplam enerji artıyorsa, bunun bir itmeye, azalıyorsa da çekmeye yol açacağını biliyoruz. Pauli nin dışlama ilkesinden (exclusion) yola çıkarak, bunu şöyle de ifade edebiliriz. Eğer ortaklaşa kullanılan elektronların spinleri (spin, kendi etrafında dönme) paralelse, enerji artar, anti paralelse azalır. Örneğin, iki hidrojen atomu, ancak elektron spinleri biribirine zıtsa (yani elektronlar kendi etraflarında zıt yönlerde dönüyorlarsa) birleşerek bir hidrojen molekülünü meydana getirebilirler. Değilse, bu mümkün olamaz. Bu durumda biribirlerini iterlerdi. Nitekim, H 2 molekülü gerçekleşerek dengeli bir yapıya kavuşurken, bir H 3 molekülü oluşamaz. Bu durumda, aynı enerji seviyesinde, ikisi biribirine paralel spine sahip üç elektron yer alacaktı. Ama bir su (H 2 O) molekülü için durum farklıdır. Buradaki oksijen atomu, dış yörüngesindeki elektron eksikliğini kapatmak için, hidrojen atomlarıyla bir araya gelmiştir. Ve iki hidrojen

86 86 atomunun elektronları oksijen atomuyla paylaşılır. Meydana gelen sistemin (H 2 O) enerjisi daha az olacağından, sistem varlığını sürdürecektir. Kimya dilinde bu durumu ifade edebilmek için valans (değerlik) kavramı kullanılıyor. Bir atom, diğer bir atomla bağlantıya (n) kadar elektron veriyorsa, o atomun valansının (+n) olduğunu söyleriz. Yada, bir atom bir ilişkide (m) kadar elektron alıyorsa, bunu da o atomun valansının (-m) olduğunu söyleyerek ifade etmiş oluruz. Buna göre, H 2 O söz konusu olunca, burada H ın valansının (+1), O nun ise (-2) olduğunu söylememiz gerekecektir. Toplam valans ise (1+1-2=0) sıfır olmak zorundadır. Örneğin CH 4 de (metan) karbon ( 4) valansa sahipken, yani mevcut ilişkide hidrojenin dört elektronunu kullanıyorken, CO 2 de karbonun valansı +4 dür. Yani bu durumda karbon dört elektronu oksijene ödünç vermiş olur. Burada unutulmaması gereken nokta şudur. İster iyonik bağla, ister elektronların ortaklaşa kullanımı şeklinde, kovalent bağla kurulmuş olsun, meydana gelen yeni sistem hiç bir zaman etkileşmeye katılan unsurların matematiksel toplamı değildir. Ayrı bir niteliktir. Farklı bir enerjiye sahiptir. Bir sistemin toplam enerjisi: E E kin E olarak hesaplanır. Yani, sistem elemanlarının hareket enerjileriyle, bunlar arasındaki potansiyel, bağ enerjisinin toplamıdır bu. Yeni bir sistem, ayrı, kendine özgü bir enerjiye sahip, bağımsız bir niteliktir. Ve her durumda, sistemin enerjisi, onu meydana getiren elementlerinin daha önceki enerjilerinin toplamından daha azdır. Yoksa sistem oluşmaz, arada bir bağlantı kurulamazdı. Peki buradaki potansiyel enerji, bağ enerjisi nedir? Eğer sistem elemanları arasındaki ilişki gerçek bir kuvvet aracılığıyla kurulmuyorsa, ne anlayacağız buradaki bağ enerjisinden? Adı üstünde, potansiyel enerji demek, potansiyel bir kuvvet tarafından temsil edilen enerji demektir. Ne zaman bir dış etken sistem elemanlarını biribirlerinden ayırmaya kalkışırsa, o zaman objektif bir gerçeklik haline dönüşerek sistemi bir arada tutmaya çalışır bu kuvvet (ve tabi onun temsil ettiği enerji). O halde, daha önce, sistem denge halindeyken, gerçek bir kuvvet ve bununla birlikte, objektif bir realite anlamında elle tutulur bir enerji yoktur ortalıkta! Bu enerji, tıpkı o kuvvet olmayan kuvvet gibi saklı, gizli olarak mevcuttur sistemin içinde. Bu nokta çok önemli. Bu yüzden, bir sistemin bağ enerjisi hesaplanırken, sadece aradaki potansiyel kuvvet hesaba katılır. Potansiyel kuvvet dediğimiz şey ise, o kuvvet olmayan atalet kuvvetidir... YanlıĢ anlaģılmaya açık gibi görünen bir baģka nokta daha var. Örneğin, bir su molekülünü ele alalım: H 2 O. H 2 ve O dan oluģuyor. Az önce, H 2 O molekülünün oluģumunu incelerken, onu meydana getiren parçaların, yani H 2 ve O nun, daha önceki durumlarından yola çıkarak H 2 O yu açıklamaya çalıģtık. Buradan hiç bir Ģekilde, H 2 ve O nun, her birinin daha önceden bizatihi var olan gerçeklikler olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. H 2 O nun bir parçası haline gelmeden önceki H 2 ve O, tamamen farklı unsurlar, niteliklerdir. Örneğin H 2, H 2 O dan ayrı bir gerçeklik olarak ele alındığı zaman bu, kovalent bağla biribirine bağlanmıģ iki hidrojen atomundan oluģan bir molekül, bir sistemdir. Bu sistemin toplam enerjisi, H 2 O daki H 2 nin enerjisinden farklıdır. Yani olay, her biri bizatihi gerçeklikler olarak var olan nesnelerin matematiksel toplamı olayı değildir. Bir molekülden bahsedildiği zaman, bunu, kendisini oluģturan unsurlardan niteliksel olarak ayrı, bağımsız bir gerçeklik olarak kavramak gerekir. Moleküler yapıyı incelerken Van der Waal kuvvetlerinden bahsetmeden geçmek olmaz.tekrar H 2 O ya, yani su molekülüne dönersek, burada, elektronlar oksijen tarafında toplandıklarından, oksijenin (-2), hidrojenin ise (+2) değerliğe (valans) sahip olduklarını görürüz. İşte bu türden, bir tür elektriksel dipol momenti bulunan moleküllere, polar moleküller deniyor. Örneğin, iki su molekülünün nasıl bağlandıklarını bu şekilde açıklamak çok kolaydır. İki molekül, karşıt kutuplarıyla biribirlerini çekerler ve bir denge kurulur o kadar..bir sistemin oluşumuna ve işleyişine yönelik bütün kurallar ve yasallıklar aynen pot

87 87 burada da geçerlidir. Gene, bu sistemin de bir toplam enerjisi vardır ve gene bu enerji, ayrı ayrı su moleküllerinin enerjilerinin toplamından daha azdır vs. Ama, doğadaki bütün moleküller, böyle polar değildir. Büyük çoğunluk, bu tür özelliklerden yoksundur. Fakat, polar olan bir molekül, polar olmayan başka bir moleküle yaklaştığı zaman, polar molekülün elektriksel alanı, diğer moleküldeki dengeyi bozar ve elektriksel yükler arasında bir ayrışmaya yol açar. Buna bağlı olarakta, kendisine uygun bir elektriksel dipol momentini oluşturur. Sonuçta da iki molekül biribirlerine bağlanırlar. Meydana gelen sistemin enerjisi daha az olacağı için denge kurulur. Ancak bu kadar da değil. Doğada bulunan polar molekül miktarı çok fazla olmadığı halde, bu türden etkileşmelere (ki bunlara, bunları bulan Hollandalı fizikçiye atfen Van der Waal kuvvetleri deniliyor) hemen hemen bütün moleküllerde raslanıyor. Bunun nedeni ise şöyle açıklanıyor. Polar olmayan bir molekülde, ortalama elektron dağılımı simetrik olduğu halde, belirli anlarda, dış etkenlere bağlı olarak bu simetri geçici olarak bozulabiliyor ve molekülün geçici bir dipol momenti oluşuyor. Ortalama denge devam ederken, yani elektriksel dipol moment (p) sıfır olarak kalırken, anlık dalgalanmaların sonucunda, bunun karesi (p) 2 sıfırdan farklı bir değere sahip oluyor. Bu ise, effektif bir dipolün ve kuvvetin oluşmasına yol açıyor. Öyle ki, bu türden kuvvetler, sadece moleküller arasında değil, atomlar arasında bile ortaya çıkabiliyorlar. Şimdi, buraya kadarki açıklamalarla, bir sistem olarak bir molekülün nasıl oluştuğunu, sistem elemanları arasındaki ilişkilerin özelliklerini, bunlar biribirlerine ister iyonik, ister kovalent, ya da Van der Waal bağlarıyla bağlanmış olsunlar, bu ilişkilerin nasıl oluştuklarını ortaya koyduk. Şimdi de,bütün bunlardan çıkan ve bizi sistem teorisine götüren, genel, her yerde geçerli bazı sonuçlar var, bunların altını çizmek istiyoruz. Tekrar bir H 2 molekülünü ele alıyoruz. Her biri ayrı ayrı ele alındıkları zaman, H atomlarının ikisi de, kendi içlerinde nötr sistemlerdir. Ama, H 2 sözkonusu olunca, her H atomunun izafi bir elektriksel yüke sahip olduğunu görürüz. Biri (+) ise, öteki de (-) oluyor bu durumda. Tamam, bunun açıklamasını yapıyoruz. Kovalent bağlar vs. Ama sonuç ne? Şöyle ifade edelim: Kendi içinde, sistem merkezinde nötr olan bir sistem, bu haliyle, bir dış gözlemci açısından potansiyel bir gerçekliktir ve bir ihtimal dalgasıyla ifade edilebilir. Hidrojen atomlarının durumu da bundan farklı değildir. Onların biribirlerine göre objektif bir varlığa sahip olmaları ancak ilişkiye girdikleri anda gerçekleşiyor. H 2 molekülü oluşurken, her atom bir dış unsur olarak diğerine yaklaşıpta onunla etkileşmeye girdiği için, bu ilişki esnasında bunlar biribirlerine göre, (-) ve (+) olarak bir elektriksel yüke de sahip oluyorlar. Zaten böyle olmasa sistem oluşmazdı! Bu açıdan bakınca, bir H atomu, kendi içinde, sistem merkezindeki sıfır noktasında nötr iken, aynı anda, diğer H atomuna göre (+), ya da (-) olarak bir elektriksel varlığa sahip olabiliyor. Sonra, H 2 oluģtuğu andan itibaren, bu sefer bu yeni sistem de gene kendi içinde nötr olarak gerçekleģmek zorunda! Aynı Ģey H 2 O oluģurken de geçerli. Yani, her atom ya da molekül, kendi içinde sistem merkezinde nötr olarak gerçekleģirken, aynı anda, bir dıģ unsura karģı, gene aynı merkezde elektriksel bir varlığa sahip oluyor. Olay şöyle gelişiyor! Birinci durumda, yani H 2 oluşmadan önce, H atomları biribirlerine göre potansiyel gerçeklik durumundadırlar ve birer ihtimaldalgasıyla temsil olunurlar. Bu durumda iken, bunların özdeğerlerine yönelik bilebileceğimiz şeyler, bunların daha önceki ilişkilerinden, etkileşmelerden kaynaklanan, bunlara dayanılarak yapılan tahminlerden ibarettir. Ġkinci aģama, etkileģme ve biribirine göre objektif gerçeklik haline gelme aģamasıdır. Çünkü, iki atom, ancak bir araya gelip de etkileģmeye giriģtikleri zaman biribirlerine göre objektif realite haline gelirler. Üçüncü durumda, su molekülü oluşurken, etkileşme anında, bu kez H 2 nin ve O nun her ikisinin de biribirlerine göre objektif-izafi olan varlıkları gerçekleşir. Aynı şey, H 2 O, yani bir su

88 88 molekülü oluştuktan sonra, onun başka su molekülleriyle ilişkileri için de geçerlidir. Yani bir su molekülü de ancak başka bir su molekülüyle etkileşme-ilişki anında ona göre objektif-izafi bir varlığa sahip olur. Görüldüğü gibi, hiç bir zaman, mutlak bir gerçeklik olarak var olmak diye bir şey yoktur. Hiç bir zaman, uzay zaman içinde biribirinin aynı iki H atomu, ya da, biribirinin aynı iki elektron yoktur da diyebiliriz! Bırakınız biribirinin aynı iki elektronu, biribirini takip eden iki an da bile, aynı elektron diye bir şey yoktur! Her elektron, her an, o anı yaratan etkileşmeler içinde bir elektrondur 86. Tabi buradaki etkileģme kavramını, çok genel anlamda kullandık. Yani, kuantum dalgalanmalarını, küçük etkileri de içine alacak Ģekilde. ĠĢte, bir ırmaktan hiç bir zaman aynı su akmaz sözünün anlamı da budur zaten! Gene atalarımız olayı çok önceden çözmüģler!.. 4-ÇEKĠRDEĞĠN ĠÇĠNDE OLUP BĠTENLER, KUANTUM KROMODĠNAMĠĞĠ Atom ve molekülden sonra, Ģimdi de atom çekirdeğini bir sistem olarak ele almak, sistemin nasıl iģlediğini görmek istiyoruz. Atom çekirdeği, proton ve nötronlardan oluşuyor. Bunlar arasındaki ilişkiler ise, proton ve nötronların iç ilişkilerine bağlı olan effektif kuvvetlerle açıklanıyor. Bu yüzden, önce, proton ve nötronu bir sistem olarak ele almak, onların iç yapılarını, ilişkilerini incelemek durumundayız. İşte, kuantum kromodinamiği nin konusu da bu zaten. İki protonu biraraya getirdiğimiz zaman, her ikisi de (+) yüklü oldukları için, bunların elektriksel olarak biribirlerini itiklerini görürüz. Ama zor kullanarak, bunları biribirlerine doğru daha da yaklaştırırsak, aradaki mesafe cm yi bulunca, birden, bu itme kuvvetinin kaybolduğunu ve bunların biribirlerini çok daha kuvvetli bir şekilde çekmeye başladıklarını farkederiz. Aynı çekilde, bu mesafede bir protonla bir nötronun da biribirlerini çektiklerini tesbit ederiz. Ama örneğin, iki elektronu bu kadar yaklaştırınca aynı şey olmaz. Buradan da, elektronun farklı olduğu sonucuna varıyoruz. Çekirdeğin içinde etkin olan kuvvetlerden etkilenmiyor o. İşte bu yüzden, eğer bir elektronu Mev enerjiye kadar ivmelendirebilseydik, onu bir protonla çarpıştırıp, ortaya çıkacak sonuçları inceleyerek, protonun iç yapısı hakkında bilgiler elde edebilirdik. Nitekim de, 1966 da Amerika da yapılan bu türden deneylerin sonucunda, protonun içine giren elektronların, tıpkı daha önceki Rutherford deneyinde olduğu gibi, yönlerinin saptırıldığı tesbit ediliyor. Buradan da, protonun içinde, kuark adı verilen, sistem içi elementlerin bulunduğu sonucuna varılıyor. Buraya kadar anlatılanlar, bir yerde deneysel tesbitlere dayanıyor. Bundan sonrası ise, bütün bunların ne anlama geleceğini açıklama çabaları. Buna da kuantum kromodinamiği deniliyor. Kısaca şöyle özetleyelim [11]: Proton ve nötronların her birisi, üçer kuark tan oluşuyorlar. Kuark lar ise iki türlü : (u) ve (d) 2 1 kuark ları. (u) kuark ( ), (d) kuark da ( ) elektriksel yüke sahipler. Bu durumda, proton iki (u) kuark ve bir (d) kuarktan oluştuğu için, 1 olarak, nötron da, iki (d) kuarkla bir (u) kuarktan oluştuğundan, 0 elektriksel olarak nötr oluyor. Yani, protonun neden (+1) yüke sahip olduğu, nötronun da neden elektriksel olarak nötr olduğu, onların kendi içindeki parçacıkların, kuarkların elektriksel yükleriyle açıklanıyor!.. Ama bu işin bir yanı. Her ne kadar kuarkların bir elektriksel yükleri varsa da, protonun ve nötronun içindeki ilişkiler elektriksel değildir. Bunlar, cm. de etkin olan, başka nitelikten ilişkiler. Şöyle ki : Kuarkların, elektriksel özelliklerinin yanı sıra, bir de renkleri var! Öyle ki, bunlar üç renkte ortaya çıkabiliyorlar, kırmızı, yeşil ve mavi! Bu da nereden mi çıktı? 86 Evrensel oluşum hiçbir zaman bir lego-ya da puzzel oyununa benzemez!

89 89 Buradaki renk, öyle bildiğimiz renk değil tabi!. Tıpkı, eksi ve artı elektriksel yük gibi bir şey. Bunlar (a), (b) ve (c) diye de adlandırılabilirdi, ama kolaylık olsun diye üç renk kullanılmış. Bu kuarklar arasındaki etkileşme-ilişki ise, gluon adı verilen kuantumlarla gerçekleştiriliyor. Tıpkı, elektromagnetizmde fotonların oynadığı rolü oynuyor burda bu gluonlar da. Zaten bu teori kurulurken, aynen elektromagnetik teori örnek alınmış ve bir çok şey buradakinin benzeri olarak düşünülmüş. Ama burada, fotonların aksine, ilişkiyi sağlayan gluonlar da renkli parçacıklar. Toplam olarak sekiz çeşit gluon var!.. Mekanizma şöyle işliyor : Bir fotonla bir elektronun ilişkisinde, sadece bir enerji alışverişi ve buna bağlı olarakta, elektronun hızının-momentumunun vs. değişimi söz konusuyken, gluonlarla kuarkların etkileşmesinde, buna bir de renklerin değişimi ekleniyor. Örneğin bir kırmızı kuark, bir gluon dışarıya vererek, mavi kuark haline gelebiliyor. Bu durumda, dışarı giden gluon, ondan kırmızı rengini alıp götürürken, ona mavi rengi getirmiş oluyor. Dışarı giden bu kırmızı gluon, eğer yolda bir mavi kuarka raslarsa, bu sefer de onun mavi yükünü alıyor ve ona kırmızı yükü veriyor. Ve işte bu şekilde kırmızı bir kuarkla, mavi bir kuarkın ilişkisi de sağlanmış oluyor. Aynı şekilde, yeşil bir kuark da, dışarıya bir gluon gönderebiliyor. Bunu da, mesela, kırmızı bir gluon alıp, yeşil bir gluon vererek yapmış oluyor. Bu şekilde, altı çeşit gluon ortaya çıkıyor. Bunların hepsi de renkli ve kuarkların rengini de değiştirebiliyorlar. Buna, renkleri değiştirmeyen iki gluon daha eklenince, toplam sekiz gluon ediyor. İşte böyle. Kuantum Kromodinamiği teorisi bunun adı da. Peki bu rengarenk kuarklar ve gluonlar şimdiye kadar hiç deneysel olarak tesbit edilebilmişler mi? Hayır! Zaten teori bunun prensip olarak mümkün olamayacağını da söylüyor. Yani, hiç bir zaman bir kuark ve bir gluon tesbit edemeyeceğiz laboratuarda. 87 Bunları sadece, sistemin içindeki parçacıklar olarak düşüneceğiz. Bir protonu bombarduman edip parçalayarak kuarklara ayırmak o kadar fazla enerjiyi gerektiriyor ki, bunu yapmaya çalıştığınız zaman, her seferinde daha onları parçalarına ayırmadan önce daima kuark ve anti kuarktan oluşan mesonlar ortaya çıkıyorlar. Bunlar da çok kısa ömürlü olduklarından, hemen iki fotona, yani elektromagnetik enerjiye dönüşüveriyorlar. Tıpkı bir elektronla bir pozitronun, yani anti elektronun fotonlara dönüşerek biribirlerini yok etmelerinde olduğu gibi. Başka bir soru da şu : Neden iki değil de üç kuarktan oluşuyor proton ve nötronlar? KK (kuantum kromodinamiği) teorisini kuran fizikçiler, bunu da şöyle açıklıyorlar. Sistemin kendi içinde beyaz olabilmesi için bu gereklidir. Beyaz, yani nötr! Eğer, iki kuark olsaydı, bu mümkün olamazdı. Sistemin denge durumunun korunabilmesi için bu gerekli görülüyor. Özetlersek, her biri birer renke sahip üç kuark var. Ve bunlar, sürekli, biribirlerine pinpon topları gibi renkli gluonlar atıp tutuyorlar. Bu alıģ veriģ de, onları bir arada tutan bağlayıcı kuvveti oluģturuyor. Bu kuvvetin sınırı ise cm. Yani bu mesafenin içinde, örneğin cm de, kuarklar serbestçe hareket edebiliyorlar. Ama ne zaman ki, cm ye ve daha ötesine geçmek, biribirlerinden uzaklaģmak isterlerse, iģte o zaman bu kuvvet kendini hissettiriyor. Uzaklık arttıkça (tabi proton, yada nötronun sınırları içinde), elektriksel kuvvetlerde olduğu gibi azalmıyor, tersine artıyor bu kuvvet. Tıpkı, ayaklarından zincirle biribirlerine bağlı kölelerin durumuna benzetiliyor bu da! Eğer kaçmak istemezlerse, zinciri germeden hareket ederlerse, onun farkına varmıyorlar. Bağlayıcı kuvvet, zincir gerildiği zaman ortaya çıkıyor. Proton ve nötronlar arasındaki iliģki ve bağlantı ise, bunların her birinin kendi içinde gerçekleģen yukardaki mekanizmanın yan etkisi olarak ortaya çıkıyor. Yani, proton ve nötronların kendi içlerinde gluon alıģveriģi olurken, arada bir de, gluonlar biribirlerinin 87 Kim bilir, belki de şu aralar CERN de yapılmakta olan deney bize bu imkânı sağlayacak. En azından biliminsanları böyle düşünüyorlar..göreceğiz..

90 90 alanına giriyorlar. Protonun gluonu nötrona, nötronunkiler de protona giriyorlar ve atom çekirdeğini bir arada tutan effektif bir kuvvetin oluģmasına neden oluyorlar. KK nin özü bu. Ha! bir nokta daha var. Elektromagnetizmde fotonlar kendi aralarında etkileģmeye giremezlerken, burada gluonlar da biribirleriyle iliģkiye girebiliyorlar [11]. Bütün bu çalıģma boyunca, dıģ gözlemciler için potansiyel bir gerçeklik, bir ihtimaldalgası olmanın ötesinde hiç bir objektif varlığı ve anlamı olmayan, belirli bir kuantum seviyesinde denge halindeki bir atomun varlığının ne anlama geldiğini tartıģtık. Yani, potansiyel gerçekliğin gerçekliği üzerinde yoğunlaģtık. Atom belirli bir kuantum seviyesinde iken atom çekirdeğiyle elektronlar arasındaki bağlantının ne anlama geldiğinin üzerinde durduk. Foton alıģ veriģi olayının mekanikleģtirilmemesi gerektiğini, öyle pinpon topu oynar gibi sürekli bir etkileģmenin söz konusu olamayacağını söyledik. Elektronların ve atom çekirdeğinin, içiçe geçmiģ iki maddeenerji alanı olduğuna iģaret ederek, bunların kendi uzaylarıyla bir bütün olduklarını, yani zaten her an temas halinde olduklarını, biribirine geçmiģ iki dalganın foton alıģveriģinde bulunmak için ekstra bir çabaya ihtiyaç duymayacağını belirttik. DıĢ gözlemciler için hiç bir objektif değeri-anlamı bulunmayan bu temasın virtuel-sanal bir iliģki olduğunu, ve ancak bu anlamdadır ki bir foton alıģveriģinden bahsedilebileceğini ifade ettik. Daha önceden bir atom için söylenilen bu sözlerin hepsi proton ve nötronların, atom çekirdeğinin içindeki iliģkiler için de geçerlidir. Evet, KK teorisinin kurucularına sormamız gerekir, nasıl oluyor da, sistemin içinde denge-atalet halinde olan kuarklar biribirleriyle gluon alıģ veriģinde bulunabiliyorlar? Bu iģler olup biterken dıģarıyla da enerji alıģ veriģi oluyor mu? Bir kere, öyle durup dururken kendi içinde enerji alıģveriģi falan olamaz! Bırakınız kuantum teorisini, böyle bir Ģey informasyon iģleme teorisine de aykırıdır. Sistem denge-atalet halindeyken, yani dıģ dünyayla etkileģme olmadan içerde enerji alıģveriģi falan olamaz! Kuarkların, biribirleriyle pinpon topu oynamaları, her biri objektif bir realite olan gluonları atıp tutmaları olayı ise tamamen mekaniktir, metafiziktir! Nasıl atıyormuģ kuark o gluonu? Bu, dıģarıya bir enerji verme olayıdır. O atıyor, öteki de bunu tutuyor, yani o da bu enerjiyi alıyor. Arada hiç enerji harcanılmadan kurulmuģ bir devridaim makinası! Çocuk oyuncağı değil bu! Eğer böyle bir mekanizma varsa doğada hemen bunu sanayiye de uygulayalım! MüthiĢ bir Ģey olurdu bu! Enerji alıģ veriģi mekanizması durum değiģtirme üzerine kurulur. Yoksa, atom düzeyinden daha aģağıya inince dünya tersine mi dönmeye baģlıyor! Tabi bunlar iģin espri tarafı! Bir elektron, durup dururken foton alıp verebilir mi? Belirli bir kuantum seviyesindeyken, ortada ivmelendirici bir dıģ kuvvet de yoksa, bir elektron objektifmaddi gerçeklik olarak foton falan yayınlayamaz etrafa! Böyle devamlı-aktif bir elektromagnetik alan mevcut değildir! Olsaydı eğer, enerji kaybeden elektron (ve bütün yüklü parçacıklar) güneģin altındaki kar gibi erir giderlerdi!.. Biribirine geçmiş iki karşıt dalga düşünün. Öyle ki bunlar, aynı fazda oldukları için, yapıcı girişim yaparak, aradaki uzayda bir çukurun oluşmasına yol açmış olsunlar, işte olay budur. Her an birlikte kazdıkları bu uzay çukuruna düşme eğilimidir ki, onları bir arada tutan da budur. Bu iki dalga, içiçe geçmiş olduklarından, arada öyle mekanik anlamda bir alış verişin olduğu da söylenemez. Bir alış verişten bahsedebilmek için objektif olarak iki ayrı varlığın söz konusu olması gerekir. Ama belirli bir kuantum seviyesindeki ilişki böyle değildir. Buradaki ilişki, iki ihtimaldalgası arasındaki, potansiyel olarak var olan iki unsur arasındaki ilişkidir. Aynı mekanizmanın kuarklar arasında da geçerli olmaması için hiç bir neden bulunmamaktadır. Her üç kuark ı da birer madde-enerji alanı-dalgası olarak düşünürsek, ortadamerkezde yer alan (d) kuarkın, (u) kuarklar tarafından kuşatılacak şekilde, bunların biribirlerine geçmiş vaziyette olduklarını tasavvur edelim. Aynı fazda oldukları için yapıcı

91 91 girişim yaparak içiçe geçen bu (d) ve (u) kuarkların arasında bir uzay çukurunun oluşacağını da bu tabloya ekleyelim. Ortada bir (u) kuark; (d) kuarklarla arasında da sanki bir çukur, bir hendek kazılmış gibi. Olay, içiçe geçmiş bu üç madde-enerji dalgasının girişiminden ibaret gibi düşünülebilir. Bu arada illa bir alışverişten bahsetmek gerekirse, bunu virtuel paralarla yapılan bir alışverişe benzetebiliriz! Ya da, virtuel-sanal toplarla oynanan bir oyun da diyebilirsiniz buna! Kuarkları, birer ihtimaldalgası olarak, her biri kendi etrafında kendi uzayıyla birlikte oluşan madde-enerji yoğunlukları olarak düşünürsek, gluonlar da bu durumda en fazla bu alanın-uzayın sanal kuantumları olabilirler. Sanal fotonlar nasıl ki ancak bir etkileşme anında gerçek fotonlar haline dönüşüyorlarsa, bu sanal gluonlar da gene ancak bir etkileşme anında gerçek gluonlar haline dönüşebilirler. Fakat burada, yani protonun ve nötronun içinde, öyle atomda olduğu gibi, dış kuvvetlere bağlı olarak gerçekleşen etkileşmeler söz konusu olmadığından, elektromagnetizmde olduğu gibi dışarıya gluon yayınlanması falan da mümkün değildir! Bu yüzden, kuantum dalgalanmalarıyla, bunların yarattığı, durum değişikliğine yol açmayan sistem içi etkileşmeler hariç tutulursa, hiç bir zaman, objektif maddi gerçeklikler olarak belirlenebilecek gluonlardan ve hatta kuarklardan bile bahsedilemez! İvmelendirici bir dış kuvvet yokken objektif bir gerçeklik olarak bir elektrondan nasıl bahsedemiyorsak, aynı şekilde, öyle uzay-zaman içinde, objektif realite olarak gerçekleşen, kendiliğinden var olan kuarklardan, ya da gluonlardan da bahsedemeyiz. Proton ve nötronların her birini kendi içinde bir AB sistemi olarak ele alırsak, KK nin konusu olan (d) ve (u) kuarkları arasındaki ilişkiler de, bir AB sisteminde sistemin esas unsurları olan A ve B arasındaki ilişkiler olarak ele alınabilir. Öte yandan, kuarklar arasındaki bu ilişkilerin, güçlü kuvvetler (starke kräfte) denilen, potansiyel-sistem içi kuvvetler aracılığıyla gerçekleştiğini söylemiştik. Gluonlar da zaten bu potansiyel kuvvetin virtuel kuantumları oluyorlar. Bunlar, yani bu güçlü kuvvetler ancak sistemi (protonu veya nötronu) parçalamaya kalktığınız zaman objektif bir gerçeklik haline geliyor. Kuarklar da zaten ancak o zaman sınırlı bir objektiviteye sahip olabilirler. Bir de protonla nötron arasındaki ilişkiler ayağı var teorinin. Kuarklar arasında gluon alış verişi olurken, arada bir protona ait bir gluonun bitişikteki nötrona, veya nötrona ait bir gluonun da ptotona kaçtığı, bunun da ptotonla nötron arasında effektif bir kuvvetin oluşmasına yol açtığı, bunların biribirlerine bu yolla bağlandıkları söyleniyor. Tıpkı, bir molekülü ayakta tutan, Van der Wall kuvvetleri gibi bir kuvvetin oluştuğu, bunun da protonlarla nötronları biribirlerine bağlayan başlıca etken olduğu söyleniyor. Ama, her halukarda, çekirdeğin içinde de bir denge, atalet hali bulunduğundan, burada da gene öyle bir pinpon maçı gibi açıklanamaz ilişki. Biz gene, proton ve nötronları da, gluonlarla kuantize alanlarının girişimi sonucunda meydana gelen uzay çukuruna düşme eğilimlerinin bir arada tuttuğunu söyleyeceğiz. Önemli olan, bir arada iken bunların bir zorlama altında olmamalarıdır. Serbestçe atalet hareketlerini yapıyor olmalarıdır GENEL ALANLAR TEORĠSĠ Peki, nasıl oluyor da, belirli bir elektriksel yüke sahip oldukları halde, kuarklar kendi aralarında elektriksel bir ilişkiye girmiyorlar? İkinci soru da şu: Elektriksel kuvvetle, güçlü kuvvet arasında ne gibi bir ilişki bulunmaktadır? Yoksa, protonun ya da nötronun içindeki, gluon alış verişiyle açıklanan renk ilişkisiyle elektriksel ilişki özünde bir ve aynı şey midirler? Biz gene, önce şu protonun içine bir kere daha girelim de, bakalım şu renk denilen yükler neymiş onları yakından görmeye çalışalım! Sistem iki (u) ve bir (d) kuarktan oluşuyor demiştik. Bunların arasındaki ilişki-bağ da güçlü kuvvetle sağlanıyordu. Ki bu da, gluon adı verilen kuantumlarla kuantize bir alana tekabül 88 Görüyorsunuz, karşımıza çıkan sorunların özü hep aynı. İş geliyor, atalet hareketi gerçekliğini açıklayabilmeye dayanıyor!

92 92 ediyor. Bu güçlü kuvvet alanının elektromagnetik alandan farkı, kendi başına bir varlığının (eigenes Leben) olmaması. Yani, güçlü alan sadece bir sistem içi alan. Bu onun temel, yapısal özelliği. Çünkü kuarklar, elektronlar gibi dış kuvvetlerle etkileşerek, dışarıya enerji verip alamıyorlar cm lik bir çerçeve içinde sürdürüyorlar varlıklarını. Sistemin içinde iki (u) ve bir (d) kuark bulunuyor demiştik. Bunların sistem içinde bir denge kurabilmelerinin yolu, iki karşıt-zıt kutup olarak orgütlenebilmelerinden geçiyor. Öyle anlaşılıyor ki bu da şöyle gerçekleşiyor. İki (u) kuark bir kutbu, (d) kuark da karşıt kutbu oluşturuyor. Bu iki karşıt kutbun dalgasal varlıklarının girişimi de, sistemin birliğini sağlıyor. Güçlü kuvvet dediğimiz şey de, bunların, aradaki girişimin sonucunda oluşan uzay çukuruna düşme eğilimleri. Bu kuvvetin güçlü bir çekme kuvveti olarak ortaya çıkışı, dışardan enerji verilerek sistemin parçalanmaya çalışılmasına bağlı tabi; yani ancak bu durumda objektif bir gerçeklik olarak ortaya çıkıyor bu kuvvet. Normalde ise kuvvet olmayan bir atalet kuvveti durumunda o; ki bu da aynı fazdaki iki dalganın yarattığı uzay çukuruna düşme eğilimini temsil ediyor.. Şimdi, cm den itibaren, sistemin dışına doğru uzaklaşmaya başlıyoruz. Protonun çerçevesini oluşturan sınırı geçtiğimiz an, birden bambaşka bir durumla karşılaşırız! Bu sınırın dışında, güçlü kuvvet birden yok oluverir! Bunun yerini, (+1) elektrikle yüklü protonun elektriksel alanı almaktadır. Yani, güçlü alan ve güçlü kuvvet, yerini elektriksel alana, elektriksel kuvvete bırakıyor. O zaman, şu soruyu soruyoruz kendimize, nereden çıkıyor bu elektriksel alan ve (+1) elektriksel yük? Bunun cevabı, protonun içindeki yapıda aranıyor. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, kuarkların elektriksel yüklerinin toplamı olarak açıklanıyordu bu. Ama öte yandan, kuarkların sistemin içinde elektriksel bir ilişkiye sahip olmadıkları da söyleniyor. Buradan öyle bir sonuç çıkıyor ki, elektriksel yük denilen şey, sanki, kuarkların, yada örneğin elektronların üstüne yapışılı, onların ayrılmaz bir parçası olan bir maddi gerçeklik! Ama eğer öyle olsaydı, bir elektronu yeteri kadar enerjiye sahip bir fotonla çarpıştırdığımız zaman, onu önce (+) yüklü bir antielektrona, sonra da tamamen elektromagnetik enerjiye, yani fotonlara dönüştüremezdiniz. Bu durumda nereye gidiyor o mutlak gerçeklik, yani o (-) yük? Yoksa fotonlarla beraber uçup gidiyor mu? Kimse bunu açıklamaya yanaşmıyor!.. Öyle olmalı ki, sistemin içinde, iki (u) kuarkla bir (d) kuark arasında oluşan ilişki, sistemin dışındaki (+1) elektriksel yükün ve elektriksel alanının da kaynağı, onun değişik bir biçimi olsun. Bunun ise tek bir yolu ve açıklaması olabilir. O da şöyle: Güçlü kuvvetle elektriksel kuvvet, aslında bir ve aynı şeydir. Çok yakın mesafede (10-13 cm de) güçlü kuvvet olarak ortaya çıkan oluşum, daha uzak mesafelerde, elektriksel kuvvet haline dönüşüyor. Yani, kuarkların ve gluonların renk özellikleri, cm nin içindeki bölgede elektriksel yükün aldığı biçim oluyor cm 2 lik uzayın içinde gluon adı verilen virtuel kuantumların oluşumuyla gerçeklik kazanan alan ve buna bağlı olan atalet kuvveti, bu mesafenin ötesindeki uzayda, virtuel fotonlarla kuantize başka bir alan haline dönüşüyor. Çünkü, bu mesafenin ötesinde, artık gluonlar oluşamıyorlar. Gluonlar, kuarklara ait uzayın kuantumları olarak kalıyor cm nin dışında, bunların yerini fotonlar alıyor. Bu durumda, daha önce sorduğumuz, ELEKTRĠKSEL YÜK nedir sorusuna verilecek cevap da kendiliğinden ortaya çıkmıģ oluyor! Sistem gerçekliğini, A ve B gibi iki karģıt kutbun birliği ve mücadelesi olarak tanımlamıģtık. Bu iki kutup (A ve B ) arasındaki evrensel iliģkinin atom düzeyindeki gerçekleģme biçimine elektriksel iliģki, bu iliģkiyi gerçekleģtiren iki karģıt kutbun sahip oldukları temel var oluģ özelliğine (kimlik) de elektriksel yük diyoruz. Coulomb yasasına göre, iki elektriksel yük arasındaki çekme, yada itme mesafeyle orantılı. Mesafe azaldıkça, çekme-itme artıyor. Mesafe arttıkça da azalıyor. Kuvvetin artması tamamen alanın gücüyle ilgili. Bu ise, fotonların daha güçlü enerji paketleri olarak oluşması, aradaki uzay çukurunun derinliğinin artması anlamına geliyor.

93 93 Ama, bu mesafe cm ye varınca, artık Coulomb yasası geçerliğini kaybediyor. Çünkü, bu mesafede, elektriksel iliģkiler yerini renk iliģkilerine bırakıyor. Renk yükleri de, ancak bu mesafede etkili olan güçlü kuvveti ve onun kuantumlarını oluģturuyorlar. Alanlar teorisi açısından olay, fotonların gluonlara (yada tersi) dönüģmesi olayıdır. Mesafe artınca gluonlar oluşamaz hale geliyorlar, çünkü onlar kuarklara ait uzayın kuantumları. Örneğin proton, kendi içinde kuarklardan oluştuğu halde, dışa karşı, elektronla olan ilişkilerinde ayrı bir gerçeklik. Bu durumda, sistem merkezinde gerçekleşen varlığıyla o da kendi uzayıyla birlikte oluşuyor tabi; ve bu uzayı da, onunla birlikte, onun dalgasal hareketinin aynısını yapıyor. Fotonlar da bu oluşumun ürünü. İçerde gluonlarla kuantize olan alan, dışarda fotonlarla kuantize bir alan haline dönüşüyor. O halde bütün mesele, bir maddi gerçekliğin kendi uzayıyla birlikte oluşurken, bu uzayın da onunla birlikte aynı hareketleri yapmasıyla ilgili. Alan dediğimiz şey de, izafi bir gerçeklik olan bu uzayın kuantize şekli cm. ye kadar bir biçimde, bunun ötesinde başka bir biçimde gerçekleşiyor bu da. Yoksa öyle, elektriksel yük, yada renkler gibi, varlığı kendinden menkul mutlak realiteler yok ortada! Peki, bu tablo içinde, gravitasyonal alan ve onun kuantize birimleri olan gravitonlar nerede duruyorlar? Aslında çoktan verildi bu sorunun cevabı! Öyle, gravitasyonal alan diye ( boģ uzay kavramının yerine koyabileceğimiz) mutlak, bütün evreni kaplayan bir sahne gibi standart bir alan (bir uzay ) yoktur diyerek, gravitonları da, suyun-su dalgalarının içindeki su moleküllerine benzetmiģtik! ġu farkla ki, bir su molekülünü tek baģına objektif bir gerçeklik olarak elde edebilirsiniz, onunla etkileģebilirsiniz ama, hiç bir zaman objektif bir gerçeklik olarak graviton diye bir obje elde edemezsiniz. Çünkü o, bütün diğer alanların kurucu-oluģturucu kuantumudur. Kendisi ise virtueldir-potansiyel bir gerçekliktir. Objektif gerçeklik haline gelebilmek için etkileģmeye katılmak gerekir. Gravitonlar ise hep perde gerisinde dururlar. Hep, değiģik paketleri oluģturan kurucu-yapıcı birimler konumundadır onlar 89. Direkt olarak iģin içinde olmazlar hiç bir zaman; her biri değiģik enerji kapasitesine sahip sayısız paketlerin oluģturucu kuantumları olarak, perde gerisinden katılırlar sürece. Yani, direkt kendileri olarak değil, hep meydana getirdikleri birimler aracılığıyla etkileģmede yer alırlar. Bir sistemin içindeki iliģkilerin nasıl kurulduğu sorusuna verilecek cevap, her durumda, söz konusu sistemin niteliğini belirleyen esası oluģturur. Bir toplum söz konusuysa eğer, toplumu birarada tutan esas iliģki, üretim iliģkisidir. Bir atom söz konusu olunca bu, elektronla proton arasındaki elektromagnetik iliģkiye indirgeniyor. Protonun içine girince de, güçlü kuvvete dayanan iliģki olarak Ģekil değiģtiriyor. Astronomik düzeyde ise, gravitasyonal alanlar arasındaki iliģki oluyor. Her durumda, bir sistemi birarada tutan ve ona kimliğini kazandıran, onun niteliğini belirleyen bir esas iliģki biçimi vardır. ĠliĢki dediğimiz Ģey ise, son tahlilde kuantize iki alan arasındaki bağlaģımdır. Doğada, yani, fizik, kimya ve astronominin konusu olan organik olmayan doğada, üç temel ilişki biçimi, buna bağlı olarakta, üç temel etkileşim bulunuyor. Birincisi elektromagnetik. İkincisi, güçlü kuvvete dayanan ilişki ve etkileşim, üçüncüsü de, bazı radyoaktif çözülmelerde ortaya çıkan zayıf kuvvet ve bunu temel alan ilişki. Bu tabloya genellikle gravitasyonal ilişki de ilave edilerek doğadaki dört temel kuvvet ve etkileşmeden bahsedilir. Ama gravitasyon bir etkileşme biçimi olmadığı gibi, hiç bir şekilde bir kuvveti de temsil etmez. Gravitasyon, evrensel oluşumun alt yapısıdır. Bütün diğer ilişkiler, etkileşimler ve kuvvetler bu temel üzerinde gerçekleşirler. Evrim sürecinde, hareketin daha karmaģık, daha geliģmiģ biçimleri ortaya çıktıkça, baģka iliģki biçimleri de meydana geliyor. DeğiĢik türde, nitelikte sistemler ortaya 89 Eğer illa bir Tanrı Parçacığı aranıyorsa bunun graviton olması gerekir!.

94 94 çıkıyor. Örneğin yukarda, bir yandan toplumdan, üretim iliģkilerinden bahsederken, diğer yandan da bir atomu örnek gösterdik. Bir atomla toplum arasında nasıl bir iliģki mi var? Birisi çok basit, öteki ise, çok daha geliģmiģ, karmaģık bir sistem bunların.! Ama ikisi de bir sistem.! En genel sistem yasaları ikisinde de aynı iģliyor. Buna karģılık, her birinin kendi yapısına, niteliğine özgü bir iģleyiģi var. Birinde bunları fizik diliyle açıklamaya çalıģıyoruz, ötekinde de toplum bilimlerinin diliyle. Üretim iliģkileri diyoruz, artı değer diyoruz vs. Bütün bu söylemleri, sistem teorisi zemininde yerli yerine oturtunuz, hareketin her özel biçimine özgü dille ifade etmek, anlatmak, açıklamak istediğiniz Ģeyi, bir an için soyutlayınız, o zaman göreceksiniz ki, o sayısız çeģitliliğin altında yatan Ģey hep aynıdır. Nedir o aynı olan? Evrensel sistem gerçekliğidir. Ve de bu gerçekliğin oluģum mekanizması olarak informasyon iģleme sürecidir. Bir atom da olsa, güneģ sistemi de olsa, bir toplum da olsa, bu anlamda, hep aynı gerçeklik yer alıyor karģımızda: Herbiri kendine göre birer informasyon iģleme birimi olan sistem gerçeklikleri.. Daha baģka bir deyiģle de, her durumda, A ve B olarak ifade ettiğimiz iki evrensel kutbun, birliği ve mücadelesi. Peki, nedir bu işin sırrı diyerek videoyu geriye doğru sarıp karadeliğin merkezine kadar indiğimiz zaman, orada da gene aynı yapıyla karşılaşıyoruz. Sonra bir adım daha ileri gidince de koskoca bir sıfırdan başka birşey kalmıyor geride! Onun içinde yok oluyor herşey!. Ve aynı anda da kendi kendini sayısız biçimlerde yeniden yaratıyor..hepsi bu kadar!.. 6-SCHRÖDĠNGER ĠN KEDĠSĠ Schrödinger in Kedi si bilim dünyasında yetmiş yıldır tartışılan en önemli iki düşünsel deneyden biridir! 90 Bu deneyi ve buna ilişkin yorumları, kuantum teorisiyle klasik fiziğinmekaniğin dünya görüşleri arasındaki farklılığı en açık bir şekilde ifade ettiği için buraya alıyorum. Ayrıca, bu tartışmalar kimin nerede durduğunu göstermesi açısından da çok önemlidir. Einstein, Schrödinger gibi, kuantum teorisine karşı olan klasik dünya görüşünün savunucusu bilimadamlarıyla, Heisenberg, Bohr gibi, kuantum teorisinin kurucuları arasındaki farklılıklar tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor bu deneye ilişkin yorumlarda. Tarafların görüşlerini aktarırken, bunu sanki bir tartışma ortamının çevirisi gibi sunduk. Her ne kadar bu tartışmalar gerçekse de, buraya aktardığımız cümleler, direkt, bire bir tercümeler değil. İçerik olarak görüşleri yansıtıyorlar. Bir nokta daha var! Bu çalışma boyunca dile getirdiğimiz görüşler de (benim düşüncelerim de) burada, somut bir olay karşısında kendini ifade etme olanağını buluyorlar. Bir yerde bunları da, pratiğin mihenk taşına vurmuş oluyoruz! Ama önce bunun nasıl bir deney olduğunu görelim isterseniz. Bunun, kuantum teorisini çürütmek için Schrödinger tarafından tasarlanmıģ bir deney olduğunu unutmadan tabi! Masanın üzerinde bir kutu duruyor. Dışarıya hiç bir şekilde sızıntı yapmayan, içini göremediğimiz bir kutu bu. Kutunun ortasında da bir perde var. Gerektiği anda, kutuyu tam ortadan ikiye ayırabilecek şekilde yapılmış. Öyle ki, perde indiği zaman kutunun iki kısmı arasında hiç bir şekilde geçiş, sızıntı olmuyor. Ve kutunun bir köşesinde de bir kedi oturuyor. Kutunun diğer tarafında ise bir kapak var. İstenildiği zaman açılabiliyor. 90 İlki, daha önce incelediğimiz, Çift Yarıkla Yapılan Deney dir.

95 95 Mekanizma şöyle işliyor: Önce kutunun içine tek bir elektron gönderiyoruz. Dışarıya sızıntı olmadığı için, bu elektronun kutunun içinde herhangi bir yerde olacağını söyleyebiliriz. Sonra da, ortadaki perdeyi otomatik bir şekilde indirerek, kutuyu ikiye ayırıyoruz. Bu durumdayken, kutunun içindeki elektron %50 ihtimalle kedinin bulunduğu tarafta, %50 ihtimalle de diğer tarafta olacaktır. Sonra, kutunun A kısmında bulunan kapağı açıyoruz ve süreç başlıyor. Eğer elektron kutunun B kısmındaysa, yani kedinin bulunduğu kısımdaysa sorun yok. Ama eğer A kısmındaysa, kapağı açtığımız an dışarıya çıkacak ve hemen kapağa bitişik olarak monte edilmiş olan bir dedektör tarafından tesbit edilecektir. Öyle bir sistem kurmuş bulunuyoruz ki, eğer elektron kutunun A kısmındaysa, kapak açılıpta dedektör dışarı çıkan elektronu tesbit edince, hemen kutunun B kısmına zehirli gaz veren bir mekanizma çalışmaya başlıyor. Ve kedi ölüyor!. ġimdi, tartıģma konusu Ģu [12,17,18,25]: Einstein-Schrödinger tarafına göre: ġeyler bizden ve bizim bilincimizden bağımsız, bizim dıģımızdaki objektif mutlak gerçekliklerdir. Onların varlığını bilip bilememek ise bize, bizim bilgilerimize yönelik sübjektif bir sorundur. Önce gelen daima objektif mutlak gerçekliktir. Bu objektif gerçekliği bilme sürecinde o an için bilgilerimizde eksiklikler, yetersizlikler olabilir. Ama zamanla, bilim geliģtikçe bu bilgilerimiz de geliģecek, mutlak gerçekliği bilme yolunda daha ileriye gitmiģ olacağız. Yani, klasik, mekanik-materyalist dünya görüģünü savunuyor Einstein-Schrödinger ekibi. Ġsterseniz siz buna diyalektik materyalizmi de ekleyin, özü-felsefi çıkıģ noktası değiģmiyor! [23] Bunlar diyorlar ki, kutunun içindeki kedinin ölü mü diri mi olduğu bizden, bizim bilincimizden bağımsız objektif-mutlak bir gerçeklik olduğu halde (biz bunu bilelim bilmeyelim, orada bizden bağımsız bir gerçeklik bulunduğu halde) kuantum teorisi bunu reddediyor! Kutunun kapağını açıpta içine bakana kadar, orada Ģu ya da bu Ģekilde objektif bir gerçekliğin bulunamayacağını söylüyor! Bu teoriyi savunanlara göre, objektif gerçeklik, onlar kutunun kapağını açıpta içeri bakınca ortaya çıkıyor! O ana kadar, kutunun içindeki kedi %50 ihtimalle ölü, %50 diridir! Bu ihtimallerden hangisinin gerçekleģeceği, gözlemcinin kutunun kapağını açma anında belli oluyor. Einstein-Schrödinger gibi kuantum teorisine karģı olan bilimadamları için objektif gerçeklik mutlaktır. Gözlemciden ve onun bilincinden bağımsızdır. Bunlara göre, Kuantum teorisi ve onun Kopenhag yorumcuları, iģin içine gözlemciyi sokarak olaya (varoluģ olayına) sübjektif bir yön katıyorlar. Bu yanlıģtır! Paris Ģehri, siz onu gözetleyin yada gözetlemeyin, sizden, yani gözlemciden bağımsız, objektif-mutlak bir realite olarak vardır! Tıpkı, kutunun içindeki kedi gibi!.. Nitekim, eğer kutunun içinde, kedinin bulunduğu kısımda, gaz maskesi takmıģ bir gözlemci bulunsaydı, daha kutu açılmadan önce gerçek durum onun tarafından çoktan tesbit edilmiģ olacaktı. Hangisi doğru şimdi bunların? Einstein-Schrödinger ekibinin görüşleri mi, yoksa, kutunun kapağı açılıpta gözlemci tarafından durum bizzat tesbit edilene kadar içerdeki kedi %50 ölü, %50 diridir diyen Heisenberg-Bohr ekibinin görüşleri mi? Heisenberg-Bohr ekibine, yani, kuantum teorisinin Kopenhag yorumcularına göre, olay onların-karģı tarafın düģündüğü kadar basit değildir! Siz herģeyi biribirine

96 96 karıģtırıyorsunuz diyor onlar da! Klasik fizikle kuantum fiziğini, makroskobik dünyanın değer yargılarıyla mikroskobik dünyayı biribirine karıģtırıyorsunuz! Evet, günlük, pratik yaģantımızda Paris Ģehri bizden, yani gözlemciden bağımsız olarak var olan objektif bir realitedir. Bu doğru! Ama bu sadece, bize hiç bir zararı olmayan, tersine iģimizi kolaylaģtıran pratik bir kabuldür o kadar! Buradan yola çıkarak ilkesel sonuçlara varamazsınız. Örneğin, bir elektron için de aynı Ģeyi söyleyemezsiniz. Bilmek ölçmekle gerçekleģiyor, ölçmek ise etkileģmektir. EtkileĢince de değiģtiriyorsunuz. Ölçme nesnesi, günlük hayatın içinden, Paris Ģehri, ya da bir araba gibi makroskibik bir cisim olduğu zaman, gözlemcinin yapacağı etkinin hesaba katılması gereken bir rolü olmayacaktır. Ama, bir elektron söz konusu olunca, o bir tek ölçme fotonu bile her Ģeyi değiģtiriyor. Öyle ki, ölçme iģlemi esnasında belirlediğiniz elektron, iģleme baģlamadan önce objektif bir realite olarak mevcut olan bir elektron değildir, etkileģme esnasında yarattığınız bir elektrondur. Her etkileģme, kendisine göre farklı bir elektron yaratabilir. Çünkü, etkileģmede kullanacağınız fotonun cinsine göre elektron farklı bir Ģekilde etkilenmiģ olacaktır.. Peki bu kadar mı; yani, Heisenberg-Bohr ekibinin söylediklerinin hepsi bu mu? Eğer bu kadar olsaydı tamamdı, bu görüģlere karģı kimse birģey diyemezdi, ama öyle değil iģte. Onlar, bütün bunlara ek olarak bir de diyorlar ki; kutunun kapağını açıpta gözlemci olarak içeride olup bitenleri bizzat görene-tesbit edene kadar kedi %50 ölü %50 diridir. Bu konuda baģka da birģey söyleyemeyiz! Ne olup bittiğini bilmediğimiz sürece, kedinin ölü ya da diri oluģuna dair bizim dıģımızda objektif bir gerçekliğin bulunduğunu iddia edemeyiz. Biz gerçek durumu tesbit edene kadar bizim dıģımızda objektif gerçeklik diye birģey sözkonusu olamaz! Olay apaçık ortada! Heisenberg-Bohr ekibi (yani Kopenhagcılar) kedinin varoluģuna dair (onun ölü ya da diri haline iliģkin) objektif gerçekliği gözlemcinin sübjektif yargısına bırakmıģ oluyorlar. Yani Ģunu diyemiyorlar bir türlü; bu deney gözlemci olarak bizim dıģımızda gerçekleģtiği için, evet kapağı açıpta içerde ne olup bittiğini görene kadar kedi ölümü dirimi biz bunu bilemeyiz; ama bu, bize-bizim bilincimize iliģkin bir durumdur ve bunun esas konuyla alakası yoktur. Bu durumda olay bizim dıģımızda gerçekleģtiği için, bizden bağımsız olarak kedi ya ölmüģtür, ya da diridir. Kuantum mekaniğinin sübjektif idealizmle-gözlemcinin olaya iradi müdahalesiyle alakası yoktur!..gözlemcinin rolü onun ölçme iģlemine-etkileģmeye- maddi bir gerçeklik olarak katılmasıyla anlam kazanır. Bir kere böyle deseler olay bitecek, ama diyemiyorlar iģte! Diyemiyorlar, çünkü onların da kafaları karıģık. Sübjektif idealistpozitivist bir vürüs var onların zihinlerinde de!.. Önce deneyi bir daha gözden geçirelim isterseniz: HerĢeyden önce bu deneyin kafa karıģtırmak için (aslında deneyi düģünenlerin kafaları karıģık) hazırlanmıģ bir deney olduğunu görmek gerekir! Bu deneyle, makroskobik dünyanın gerçekleri, yani günlük hayatın kabullerine dayanan gerçekler bir dünya görüģü haline getirilerek önümüze konuyor. Bir elektronla bir kedi aynı kategori içinde değerlendirilerek kuantum mekaniğinin yolu kesilmeye çalıģılıyor! Bu bir; ikincisi de, objektif gerçeklik kavramı izafi objektif gerçeklik, mutlak objektif gerçeklik ayırımı yapılmadan kullanıldığı için varoluģun özü gözlerden kayboluyor. Kuantum mekaniğinde bir elektron üzerinde ölçme iģlemi yapan gözlemciyle elektron arasındaki iliģki sadece iradi-sübjektif- bir iliģki değildir. Bu, maddi olarak gerçekleģen karģılıklı bir etkileģme-biribirini yaratma iliģkisidir. Halbuki sözkonusu deney de deney düzeneğini hazırlayan, ya da bundan haberi olan gözlemci bizzatyani maddi olarak-deneyin-etkileģmenin içinde yer almıyor! HerĢey onun dıģında olup bitiyor. Yani o, hiçbir Ģekilde sürecin bir parçası değil. Bu yüzden de, kendi dıģında olup biten bir etkileģme hakkında birģey söyleme olanağı yok. Deneyin sonunda kedi ölüyor mu yoksa sağ mı, nereden bilecek ki gözlemci bunu? Kedi, sadece içinde bulunduğu etkileģmeyi temel alan bir KS ne göre objektif bir gerçeklik olarak ölü ya da

97 97 diridir. Bu ise, sürecin dıģında bulunan bir gözlemcinin sübjektif konumundan bağımsız bir durumdur. Gözlemci bilsin bilmesin, onun dıģında objektif bir realite olarak ölü ya da diri bir kedi gerçeği bulunmaktadır. Ama bu ayrıdır, buradan, olayların ve süreçlerin-nesnelerin objektif mutlak gerçeklikler olarak varoldukları sonucunu çıkarmak ayrıdır! VaroluĢun izafi-objektif gerçekliğini metafizik bir mutlak gerçeklikle, kendinde Ģey le karıģtırmak ayrıdır! Mesele Ģudur: zaten bizden bağımsız olarak mutlak bir Ģekilde varolan Ģeyleri mi ölçmeye-bilmeye çalıģıyoruz (gözlemci olarak bunlara iliģkin bizden bağımsız mutlak bilgileri mi çıkarmaya çalıģıyoruz), yoksa, ölçme-bilme iģlemi esnasında yaratılmasına katkıda bulunduğumuz Ģeyleri mi biliyoruz? Ġki dünya görüģü arasındaki farklılık burada ortaya çıkıyor. Başka bir örnek üzerinde tartışalım: Şu an ben bu satırları potansiyel bir okuyucu kitlesi için yazıyorum. Yani siz bu satırları okuyana kadar benim için potansiyel bir gerçeksiniz. Ben de sizin için aynı şekilde. Ama ben, bulunduğum yerdeki ilişkilerim içinde, sizler de gene bulunduğunuz yerdeki ilişkileriniz içinde, biribirimizden bağımsız olarak-bu ilişkilere göre objektif izafi gerçeklikler olarak-varolup yaşayıp gidiyoruz. Siz, ne zaman ki benim yazdığım satırları-mesajı okumaya başlıyorsunuz, ancak o andan itibaren bu satırlarla kodlanmış informasyon sizin için bir mesaj-girdi haline gelir. Benden çıkan informasyon (çıktı) ancak o an sizin için bir girdi olarak objektif gerçeklik kazanır. Ve siz de, o an, daha önceden sahip olduğunuz bilgilerle bu girdiyi değerlendirerek işlerken bir reaksiyon olarak varolursunuz. Benliğinizi temsil eden nöronal ağlarda girdinin işlenilmesi sonucu oluşan bir aksiyonpotansiyeli olarak gerçekleşirsiniz. Bu durumda, bu satırları okurken objektif-izafi bir realite olarak varolan siz le daha önceki siz aynı şey değilsiniz artık. Ama pratikte böyle düşünmezsiniz, ve dersiniz ki, olur mu öyle şey, ben senden bağımsız olarak varolan objektif-mutlak bir realiteyim! Yani, senin yazını okumadan önce de vardım, okuduktan sonra da varolmaya devam edeceğim! İçinde yaşadığımız günlük hayatın mekanik akışı sizin bu şekilde düşünmenize neden olur.. Olayları ve nesneleri, onlar hakkında hiçbir informasyona sahip olmadan objektifmutlak gerçeklikler olarak kabul etmek bir tür dinsel inanç gibidir! Çünkü bu durumda, nereden biliyorsun öyle olduğunu sorusuna, bu böyledir, bunu böyle kabul etmek gerekir demekten baģka bir cevap verilemez! Diyelim ki, uzayın herhangi bir yerinde, hiçbir gözlemcinin bulunmadığı bir yerde, bir foton geliyor ve bir elektrona çarpıyor, yani onunla etkileģiyor, ve onun ihtimal dalgasını (aynen kuantum fiziğinin dediği gibi) objektif bir gerçeklik haline getiriyor. Ama unutmayın, sizin (gözlemci olarak sizin) dıģınızda bir olay bu, siz de burada, diyelim ki yeryüzünde bir bilimadamı-gözlemci durumundasınız. Nasıl yorumlayacaksınız bu olayı Ģimdi? Evet, bütün olup bitenler sizin dıģınızda olduğu için, bu konuda size bir informasyon gelmediği sürece, sizin bu konuda bir Ģey söylemenize olanak yoktur. Yoktur ama, bu, sözkonusu olayın hiç olmadığı, uzayın bu bölgesinde bir fotonla bir elektronun çarpıģmadıkları, buna bağlı olarak da biribirlerini objektif gerçeklik haline getirmedikleri anlamına gelmez ki! Kedi olayı da bunun gibi birģey! Kedi ölmüģ de olabilir, sağ da! Sizin için potansiyel bir gerçekliktir bu olay. Ama sizden bağımsız olarak etkileģmeye katılanlar açısından da objektif-izafi bir gerçekliktir.. Ama buradan (dikkat edin), hiçbir Ģekilde, bizim dıģımızda objektif-mutlak bir gerçeklik olarak bir kedi, ya da bir elektron gerçeği vardır sonucu çıkmaz! Ya da, sizin-herbirimizin- her durumda objektif-mutlak bir gerçeklik olarak varolduğumuz sonucu çıkmaz! Günlük hayatımızda yer alan pratik kabulleri objektif gerçekliğin izafi olduğuna, her anki etkileģmeyle birlikte, o etkileģmeye katılan unsurları temel alan KS lerine göre yeniden yaratıldığına iliģkin bilimsel görüģlere

98 98 karģı bir tez olarak kullanamayız. Bu nedenle, sizin dıģınızdaki kedi, sizi temel alan KS ne göre potansiyel bir gerçekliktir; tıpkı Paris Ģehrinin onunla iliģkiye girmeden önce sizin için potansiyel bir gerçeklik olması gibi. Ama bunlar (kedi ve Paris Ģehri) o an, sizden bağımsız olarak-sizin dıģınızda ĠZAFĠ OBJEKTĠF gerçeklikler olarak vardırlar. ĠĢin aslı budur. Ne zamanki maddi olarak etkileģmeye katılırsın, ancak o zaman yaratırken yaratılarak varolursun sen de!.. Açıkça görüleceği gibi, yukardaki deneyle, kuantum mekaniğinde tartıģma konusu olan ölçme-bilme iģlemi-süreci arasında hiçbir iliģki yoktur! Çünkü, yukardaki deneyin aksine, elektron üzerinde ölçme-bilme iģlemiyle uğraģan gözlemci etkileģme süreci boyunca daha baģından itibaren sürecin içinde yer alan objektif bir taraftır. Bu durumda, elektron üzerinde ölçme iģlemi yapan gözlemciyle ölçme aletlerini ve bu aletler aracılığıyla gönderilen fotonu-bunların hepsini- bir bütün olarak düģünmek gerekir. Aynı gözlemci, daha sonra da, etkileģme partneri olan elektrondan gelen cevabı alıp onu iģleyerek kendi yarattığı elektron hakkında bir bilgiye sahip olmaktadır. Yani burada değiģtirirken bilerek-değiģen aktif bir etkileģme partneridir gözlemci. Kuantum mekaniğinde gözlemcinin bilgi üretici sübjektif yanıyla onun etkileģme süreci içindeki objektif varlığı arasında bir kopukluk söz konusu değildir. Kediye iliģkin deneyde ise, gözlemci, baģlangıçta objektif olarak etkileģme sürecinin dıģında, ondan kopuk sübjektif bir unsurdur! Girdi olmadan çıktı üretmesi beklenen metafizik bir bilendir adeta! Gözlemcinin objektif bir taraf olarak devreye girmesi olayla etkileģmeye girdiği an gerçekleģir. Yani gözlemci ancak olaya-nesneye iliģkin olarak görsel yolla informasyon aldığı zaman kendisini temel alan KS ne göre olay hakkında kesin bir yargıya varabilir. Ġnformasyon iģleme mekanizmasının mantığı budur. Kutunun kapağı kapalı kaldığı sürece içerde ne olup bittiği hakkında gözlemcinin söyleyebileceğı tek şey kedinin %50 ölü, %50 sağ olduğuna ilişkin tahmindir. Çünkü bilmek gelen informasyonun işlenmesiyle gerçekleşir. İnformasyon gelmediği sürece bilme de olmaz! Bilgi, etkileşme ortamında üretilen bir üründür. Bu arada kedi ya ölmüştür, ya da sağdır. Bu, uzayda herhangi bir yerde bir elektronla bir fotonun çarpışması sonucunda ortaya çıkan sonuç gibi birşeydir gözlemci için. Uzayda gerçekleşen böyle bir olay, o an, söz konusu etkileşmeye katılanlar (taraf olanlar) için objektif bir realitedir, ama yeryüzündeki gözlemci için hiçte böyle değildir. Deney baģlamadan önce belki de baģka biri o kediye su verdi ve o anda su içen-içmiģ olan bir kedi gerçekleģti!..ya da kedi uyuyordu! Neden uyuyan bir kedi gerçekliği olmasın? Her durumda, her etkileģmeye göre, o etkileģmeyi gerçekleģtiren gözlemciyi temel alan KS ne göre farklı biçimlerde ortaya çıkan bir gerçekle (elektronla, ya da kediyle) karģı karģıyayız demektir bu. Öyleyse, herkese göre aynı,herkesten bağımsız mutlak bir elektron, ya da bir kedi gerçeği yoktur! Gerçek, binbir surat gibidir, ya da bir bukalemun gibidir! Her iliģkide, o anki etkileģmeye göre kılık değiģtiren izafi bir gerçek vardır!..denilebilir ki, evet su içmiģ olan bir kediyle uyuyan bir kedi aynı Ģey değildir belki, ama gene de, ortada bütün bu durumlardan bağımsız olarak bir kedi gerçeği yok mudur? Vardır tabi! Ama o gerçek (gözlemci için) POTANSĠYEL bir gerçektir. Kediye-ya da bir elektrona iliģkin bütün bilgileri kapsayan dalga fonksiyonu veya ihtimaldalgası, madde enerjinin belirli bir yoğunlaģma biçimini temsil eden potansiyel bir gerçekliktir. Objektif gerçeklik, yani canlı, belirli bir anda varolan gerçeklik ise, her anki etkileģmeyle birlikte yeniden yaratılan izafi bir oluģumdur. Bütün mesele burada! Görüldüğü gibi, Kopenhag yorumcuları iģi bir noktaya kadar doğru olarak getiriyorlar, ama, gözlemci falan derken, kaģla göz arasında ölçme iģleminin özünün objektif etkileģme olduğu gerçeği ortadan kayboluyor bir anda ve mesele, iģin içinde sübjektif olarak sen yoksan objektif gerçeklik de yoktur a dönüģüyor! O zaman, Einstein ve

99 99 Schrödinger de diyorlar ki tabi, ne yani, siz kutunun kapağını açıpta içine bakarak durumu tesbit edene kadar kedi yarı ölü yarı diri miydi!! Ama onlar da buradan yola çıkarak, kedinin objektif-mutlak bir gerçeklik olarak varolduğu sonucuna varıyorlar!. ĠĢte size bilimadamlarının doksan yıldır tartıģarak halâ bir sonuca varamadıkları o meģhur Schrödinger in Kedisi deneyi!! SONUÇ: TartıĢmanın her iki tarafı da, olayları ve süreçleri belirli bir sistem zeminine oturtarak, bu zemine göre bir koordinat sistemi (KS) tanımı yapıp onun içinde ele almıyor. Bu neye benziyor biliyormusunuz! Uçsuz bucaksız bir denizdesiniz ve elinizde pusula yok! Herkes yol tayin etmeye çalışıyor. Hangisi doğru bunların! Neye göre karar vereceksiniz, doğrunun ölçüsü nedir? İşte Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi tam bu noktada ortaya çıkıyor. VaroluĢun Genel Ġzafiyet Teorisi ni formüle ederken, evrensel oluģumun temel gerçekliğinin sistem gerçekliği olduğunu belirtmiģ, gerçeklik-realite dediğimiz Ģeyi bu zemini temel alan belirli bir KS ne göre açıklamaya çalıģmıģtık.[3] ġimdi, olaya bu çalıģmanın ıģığı altında bakmaya çalıģırsak, elbette ki, bütün gözlemcilerden bağımsız bir Ģekilde, bütün KS lerine göre mutlak-objektif bir gerçeklik olarak varolan bir kedi-ya da bir elektron diye birģey yoktur! Her durumda, içinde bulunduğu etkileģmeye ve KS ne göre objektif gerçeklik olaran ortaya çıkan farklı kediler ya da elektronlar vardır. Bu kadar basit! Sorun-varoluĢ sorunu-bir sistem sorunu, olayları ve süreçleri uzay zaman içinde belirli bir sistem gerçekliği zemininde kavrayabilmek sorunu olduğu için özünde bir KS olayıdır da. Ama siz tutarda KS deyince bundan-einstein gibi- önceden varolan nesnelerin uzay-zaman içindeki koordinatlarını ifade etmeye yarayan rasgele seçeceğiniz herhangi sabit bir cismi, nesneyi anlarsanız, yani hareket noktanız günlük hayatın mekanik dünya görüģü, mekanik bir sistem ve KS anlayıģı olursa, durum farklı olur tabi! Dikkat ederseniz, bu durumda, varoluģun özü sözkonusu olunca belirli bir KS falan sözkonusu değildir! Nesneler, kendinde Ģeyler olarak mutlak bir uzay-zamanı esas alan evrensel bir KS ne göre vardırlar. Yani, bu durumda varolmak, belirli bir KS ne göre gerçekleģen izafi bir oluģum değildir, bütün KS lerinden bağımsız objektif mutlak bir gerçekliktir. Ne gariptir ki, o mutlak KS anlayıģı Heisenberg ve ekibi için de gözlemci denilen sübjektif faktör olarak karģımıza çıkıyor! Yani, onlara göre de, Ģeylerin-nesnelerin, olayların ve süreçlerin-varlığı gözlemcinin iradesine bağlı oluyor; bunlar ancak gözlemciye göre varsalar var oluyorlar! Gözlemcinin onların varlığından haberleri yoksa, onların varlığının da objektif bir anlamı-değeri kalmıyor!.. Kolay gelsin, bu kafayla bir doksan yıl daha devam eder bu tartıģmalar!.. 7-CERN DE YAPILAN DENEYĠN AMACI NE?... (Bu çalıģma Site nin Makaleler kısmında yayınlandı. Konuyla iliģkisi-bütünlüğü açısından kolaylık olsun diye onu buraya da alıyorum) Münir Aktolga Ekim 2008 Son gözden geçirme tarihi:mayıs 2010 Aynı çalışmayı virgülüne dahi dokunmadan yeniden yayınlıyorum-temmuz 2012 Tanrı Parçacığını bulduk diyen bilimadamlarına soruyorum: Bulduğunuzu söylediğiniz parçacık, tıpkı elektron, proton vb.gibi

100 100 doğal denge içinde sizin deneylerinizden bağımsız olarak varolan stabil bir parçacıkmıdır, yoksa o, sizin, laboratuarda-cern deprotonları çarıģtırarak elde ettiğiniz-kendinizin ürettiği-sunni, yani gerçekte stabil olarak varolmayan bir parçacık mıdır? Eğer, hayır, bu bizim ürettiğimiz bir parçacık değildir, doğal denge içinde olması gereken bir parçacıktır diyorsanız o zaman aģağıdaki sorulara cevap verebilmeniz gerekir!.. ĠÇĠNDEKĠLER: GĠRĠġ DENEY HAKKINDA UZAY KAVRAMININ EVRĠMĠ SORUN NEDĠR, NASIL ORTAYA ÇIKIYOR ESASA ĠLĠġKĠN BAZI SORULAR GRAVĠTASYON, KARA DELĠK VE HĠGGS PARÇACIKLARI AMAÇ, ĠKĠ DENĠZALTIYI ÇARPIġTIRARAK SUYUN VARLIĞINI TESBĠT ETMEK MĠ KUANTUM FĠZĠĞĠNĠN ESASLARI VE HĠGGS KONSEPTĠ KÜTLE NEDĠR PROTONLAR ÇARPIġINCA KARADELĠK MĠ ORTAYA ÇIKAR? POTANSĠYEL GERÇEKLĠK NEDĠR EK... Error! Bookmark not defined. KUANTUM GRAVĠTASYONU NUN TEMELLERĠ... Error! Bookmark not defined. GĠRĠġ Not: Bu çalışma ikinci sefer 2010 yılında yayınlanmıştı. Bugün-Temmuz 2012 de, Cern den yapılan Tanrı Parçacığı bulundu açıklamalarından sonra yazdıklarımı tekrar bir daha gözden geçirdim ve iki yıl önce olduğu gibi gene ekleyecek hiçbirşey bulamadım! Ben alışkınım öyle tek başına kalarak mücadele etmeye!..buradan bir kere daha altını çizerek şunu söylemek istiyorum: Bu kafayla bilgi toplumuna falan girilemez!.bunların yaptıkları pozitivizmdir, bilim adına bilimi katletmektir. Bakın göreceksiniz bu işin sonu bilimde devrime gidecek!..bütün o fizik kitapları falan hepsi yeniden yazılacak!.. Evet, 2010 yılında yayınlandığı haliyle, virgülüne dahi dokunmadan aynı çalışmayı yeniden yayınlıyorum: Bu çalışma yayınlanalı iki yıl oldu. O zaman daha deney başlamamıştı. Sistemde bozukluk olduğu söylenerek çalışmaların ertelendiği söyleniyordu. Ama artık arızalar giderildi herhalde ki geçenlerde deneye yeniden başlanıldığı ilan edildi. İnşallah başka engel çıkmaz da sonuna kadar gidilir, bakalım göreceğiz.. Bu ara deneyle ilgili olarak (özellikle de, popüler ismiyle Tanrı Parçacığı hakkında) basında o kadar çok şey çıktı ki, ben de bu konuda daha önce yazdıklarımı yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissettim! Acaba ben mi yanılıyorum diye düşünüyorum günlerdir! Bu ara, yeni kitaplar da getirterek en son literatürü yeniden gözden geçirdim. İnanın yanılıyor olmayı o kadar istedim ki içimden, bu nedenle kendi düşüncelerimi-daha önce yazdıklarımı-hep yokuşa sürmeye çalıştım. Bir tarafta yüzlerce binlerce fizikçi kafa yoruyorlar, emek

101 101 sarfediyorlar bu iş için ve öyle şeyler söylüyorlar ki insanın kafası karışıyor!. Bir kere sonuçtan eminler! Yani, bu deneyin sonunda, ilan edilen Higgs Alanı nın ve Parçacığı nın bulunacağına kesin gözüyle bakıyorlar! Ama sadece bu kadar da değil, içlerinden hiçte küçümsenmeyecek kariyerlere sahip bazıları, eğer bu proje başarılı olmazsa, yani Higgs Alanı diye birşeyin bulunmadığı anlaşılırsa, bunun fiziğin sonu olacağını söylemeye kadar vardırdılar işi! Korkunç birşey! Hadi sonuç ne olur onu bir yana bırakalım ama, fiziğin sonu olur ne demek! Fizik denilen bilim dalı öyle birtakım pozitivist bilimadamlarının kafalarından geçen düşüncelere, hipotezlere, ya da onların niyetlerine mi bağlı ki! Sonuçta, doğa insanla birlikte kendi bilgisini üreterek- kendi bilincine varmıyor mu? Hem sonra ben deneyin başarısız olacağını düşünmüyorum! Çünkü, muhtemel bir başarısızlık da bir başarı olacaktır bana göre!.. Kısacası, bu arada aşağıdan aldım olmadı, yukarıdan almayı denedim gene olmadı, yani ne yapsam bir türlü yanıldığımı ispat edemedim kendi kendime! Tam tersine, kendi düşüncelerime inancım daha da arttı. Sonuçları sizilerle paylaşmak istiyorum: DENEY HAKKINDA Deneyin esas amacının Tanrı Parçacığını bulmak olduğu söyleniyor! Öyle bir parçacık ki bu, kütlenin ondan oluştuğu tahmin ediliyor. Protonları çarpıştırarak elde edilecek sonuçtan böyle bir parçacığı bulmaya çalışıyor bilim insanları.. Diyorlar ki fizikçiler, eğer protonları ışık hızına yakın bir hıza kadar ivmelendirerek çarpıştırır ve parçalarsak, bunların iç yapısını oluşturan kuarklar ortaya çıkarken, belki bu arada şimdiye kadar hiçbir deneyle tesbit edilemeyen ( Tanrı Parçacığı gibi) yeni parçacıklar da ortaya çıkarlar ve böylece evrenin sırrı da çözülmüş olur. Ayrıca, bu deney bir yerde kara delikte olup bitenlerin laboratuar ortamında minyatür boyutta tekrarlanmasıdır da deniyor.. Önce biraz şu, basında Tanrı Alanı olarak adlandırılan Higgs Alanı-ve onun kuantumları olan Higgs Parçacıkları nın üzerinde duralım. İskoçya lı bir fizikçi olan bay Higgs in-onun artık Nobel ödülü almasına kesin gözüyle bakılıyormuş- kütle anlayışını, onun madde-enerji-kütle ilişkisini nasıl ele aldığını görelim: Nedir bu Higgs Alanı denilen şey ve nasıl olupta madde bu Higgs Alanı sayesinde bir kütleye sahip oluyor dediğiniz zaman size (tabi bir metafor olarak) şöyle bir örnek anlatıyorlar 91 : Bir siyasi partinin toplantı salonunu düşünün. Herkes-bütün üyeler-toplanmışlar kendi aralarında sohbet ederek lideri bekliyorlar. Derken salonun kapısı açılıyor ve başkan içeri giriyor. Tabi o an herkeste bir kıpırdanma olur. Herkes başkana doğru yöneleceğinden başkanın salonda ilerlemesi oldukça güçleşir. İşte diyorlar, Higgs Alanı-Higgs Parçacıkları ve kütle olayı da budur! Örnekteki parti üyelerini Higgs Parçacıklarının yerine koyarsanız, bu üyelerden oluşan salondaki topluluk da Higgs Alanı olmuş oluyor. Kapıdan içeri giren başkan ise herhangi bir elemanter parçacığı (bu, bir elektron, proton, ya da kütlesi olan herhangi bir başka parçacık olabilir) temsil ediyor! Parti liderinin etrafını kuşatan üyeler lider salonda ilerlerken ona bir kütle kazandırmış oluyorlar!. Olayı açıklayabilmek için başka örnekler de anlatılıyor. Örneğin, sahilde kumsalda güneşlenen çocuları düşününüz deniyor, ilerde bir dondurmacı arabası göründüğü zaman bütün çocuklar hemen ona doğru koşarlar, onun etrafını kuşatarak ona bir kütle kazandırırlar 92.. Ya da, suda yüzmekte olan bir sandal örneği veriliyor. Suyun sandalla 91 Urknall im Labor, Dieter B. Herrmann, Springer Verlag, Berlin Heidelberg, 2010 Elementare Teilchen, Bleck-Neuhaus, Springer Verlag, Berlin Heidelberg Gordon Kane, Spektrum der Wissenschaft, Februar 2006 s.39

102 102 etkileşmesinin ona-sandala-bir kütle kazandıracağı söyleniyor. Higgs Alanı nın maddeyle etkileşmesini sürtünmeye benzerenler de var, maddenin bu etkileşme sayesinde bir kütleye sahip olduğu söyleniyor (tabi bu örneklerin hepsi bir metafor).. Bütün bu örneklerde ortak olan noktalar şunlar: 1-Ortada, Higgs Alanı adı verilen ve heryeri kaplayan bir alan var. Higgs Parçacıkları adı verilen kuantumlardan oluşan bir madde-enerji alanı bu. 2- Bu alanı oluşturan parçacıkların belirli bir kütlesi var ve bunlar hem kendi aralarında hem de diğer elemanter parçacıklarla etkileşebiliyorlar. Kendi aralarındaki etkileşmelerle biribirlerine kütle kazandıran bu parçacıklar, elektron, proton vb. gibi diğer parçacıklarla etkileşince de onların bir kütleye sahip olmalarına neden oluyorlar. Örneğin, eğer bir elektronu suda ilerlemeye çalışan bir sandala benzetirsek, sandal bir dış kuvvet olarak suyun etkisiyle nasıl belirli bir kütleye-atalet direncine- sahip oluyorsa, Higgs Alanı nda ilerlemeye çalışan bir elektron da aynı şekilde bir kütleye sahip olmuş oluyor!. 3-Maddeyle etkileşen bu Higgs Alan ı ve Higgs Parçacıkları, her nedense, ışıkla-yani elektromagnetik dalgalarla etkileşmeye girişmiyorlar. Bu yüzden de, elektromagnetik dalgalar uzayda-higgs Alanı nda- hiçbir engelle karşılaşmaksızın hareket edebiliyorlar!! 93 UZAY KAVRAMININ EVRĠMĠ Newton un uzayı, bütün diğer maddi parçacıkların-nesnelerin-içinde yer aldıkları boģ bir sahneydi. Varlığı kendinden olan, yani ezelden beri varolan bu boģ uzaydasahnede- yer alan bütün diğer varlıklar ise, tıpkı bir tiyatroda yer alan oyunculara benziyorlardı. Evrensel oluģum-bu arada yaģam da tabi-herbiri bu boģ uzaya göre kendinde Ģey olarak varolan (objektif mutlak gerçekler olan) nesneler arasındaki iliģkilerden ibaretti. Tıpkı bir patates çuvalının içindeki patatesler gibi kendinde Ģey olarak varolan nesneler, önce mutlak uzaya göre mutlak gerçeklikler olarak varoluyorlar, ancak daha sonradır ki kendi aralarında iliģkilere baģlıyorlardı. Bütün bu oluģum da, her yerde aynı Ģekilde iģleyen mutlak bir zamanın içinde gerçekleģiyordu. Sonra, fizikçiler Newton un bu boş uzayını eter adı verilen ve her yeri kaplayan elastiki bir maddeyle doldurmaya çalıştılar. Öyle ki, bu eter, tıpkı suyun su dalgalarının yayılmasında oynadığı rol gibi elektromagnetik dalgaların yayılmalarında bir ortam rolü oynayacaktı. Ancak, daha sonra yapılan deneylerle böyle bir ortamın- heryeri kaplayan elastiki bir maddenin bulunmadığı anlaşıldı 94. Daha sonra Einstein girdi devreye ve o da dedi ki (Genel Ġzafiyet Teorisi), uzay gravitasyonal bir enerji alanıdır (graviton adı verilen kuantumlarla kuantize olan bir enerji alanıdır). Buna göre, her durumda, madde enerjinin yoğunlaģmıģ Ģeklinin uzantısı olarak anlaģılması gereken gravitasyonal alan, adına uzay dediğimiz sahnenin geometrisini de oluģturuyordu. Nesnelerin uzaydaki hareketleri ise, bunların, herhangi bir dıģ kuvvetin etkisine maruz kalmaksızın özgürce gerçekleģtirdikleri atalet hareketleri olarak anlaģılmalıydı. Nesneler, gidecek baģka yerleri olmadığı için, içinde yer aldıkları sistemin uzayında serbest düģme hareketi yaparken sistem merkezine doğru bir atalet hareketi yaparak varoluyorlardı. Sistemi makroskobik düzeyde bir arada tutan da (adına gravitasyon da denilen) bu serbest düģme hareketiydi.. 93 Bu konu çok ilginç! Daha sonra tekrar bu noktaya döneceğiz ama, uzayda yol alırken önüne çıkan elemanter parçacıklarla çarpışarak etkileşen fotonlar, her hedense, heryeri kaplayan, hem de belirli bir kütleye sahip olan o Higgs parçacıklarıyla etkileşmiyorlar! Niye peki? İşte onu bana değil Cern cilere soracaksınız! 94 Michelson-Morley Deneyi..

103 103 Dikkat edilirse bu durumda, gravitasyon ve gravitasyonal alan, kendi içinde yer alan diğer nesnelerle etkileşen kuvvet taşıyıcı bir alan olmaktan çıkıyor artık. O sadece, uzayın geometrisi olarak bir rol oynuyor. Öte yandan, evet gravitasyonal alan nesnelerin üzerine bir kuvvetle etkide bulunmuyordu ama, onun-yani gravitasyonun- etkisiyle serbest düşme-atalet hareketi- yapan cisimlerin biribirleri üzerindeki etkileri, sonuçları bakımından, bunlar arasında objektif etkileşmelere neden oluyordu. Örneğin, gravitasyonun etkisiyle merkeze doğru atalet hareketi yaparak düşen parçacıklar bu halleriyle ilk anda herhangi bir kuvvete tabi değildiler, ama onların bu merkeze doğru düşme eylemi, sonuçları itibariyle, bunların-yani bu parçacıkların- biribirlerini sıkıştırmalarına, biribirleriyle etkileşmelerine neden oluyordu ( karadelik olayının özü budur). Bilimadamları o zamandan beri hep bu gravitasyon olayının peģinde koģtular. Einstein ın kendisi bile, elektromagnetik dalgaların oluģumunu örnek alarak, hep, ivmelendirilen kütlelerin yayınlayacağı gravitasyonal dalgaları bulmayı hayal etti. Ama olmadı! Olmadı, çünkü gravitasyon olayı özü itibariyle farklı bir olaydı. Nesneleri objektif mutlak gerçeklikler olarak ele almaya çalışan mekanik dünya görüşünün-materyalizmin (ve de tgabi pozitivizmin) içine sığmıyordu o! Adeta evrenin-evrensel oluşumun alt yapısıydı-evrensel ataletin gerçekleştiği zemindi gravitasyon. Çünkü, eğer gravitasyonal alan su gibi düşünülecek olsaydı, bütün diğer nesneler de o suyun içinde oluşan su dalgaları veya buz parçaları olurdu!. Etkileşme denilen şey ise ancak su dalgaları, ya da buz parçaları arasında olabilirdi. Direkt olarak gravitasyonal bir etkileşme söz konusu olamazdı. Onun varlığı ancak sonuçları itibariyle ispat edilebilirdi. SORUN NEDĠR, NASIL ORTAYA ÇIKIYOR.. Örneğin, kütle olayını ele alalım. Nedir kütle- atalet kütlesi? Nesnelerin bir dış kuvvete karşı atalet direnci değil midir (m=k/a)? Peki, mademki gravitasyon bir kuvvet değildir diyoruz, o halde nasıl olmaktadır da serbest düşme halindeki nesneler (K=m.a anlamında) objektif bir dış kuvvete tabi olmadan da belirli bir kütleye- atalet kütlesine ya da çekim kütlesine - sahip olabiliyorlar? Kilit soru budur!. Cern fizikçilerini yanıltan paradoks da budur sanırım! Öyle ya, m=k/a olduğuna göre, eğer K=0 ise, yani ortada belirli bir dış kuvvetin etkisi söz konusu değilse kütlenin de bir anlamı kalmıyordu bu durumda! İşte, Cern fizikçilerinin nesnelere kütle kazandıran Higgs Alanı ihtiyacı tam bu noktada ortaya çıkıyor! Öyle bir Higgs Alanı söz konusu olmalıydı ki, nesneler bu alanla etkileşerek belirli bir atalet-ya da çekim - kütlesine sahip olmalıydılar! 95. Cern fizikçilerine sorarsanız, onlar böyle bir alanın varlığını teorik olarak zaten çoktan ispat etmişler! Bütün mesele, artık zaten bilinen bu gerçeğin deneysel olarak da ispat edilebilmesindeymiş! Ama bir yandan da, büyük bir ihtimalle böyle bir alanın ve parçacığın (Higgs Alanı nın ve Parçacığı nın) varlığını direkt olarak ispat etmenin mümkün olamayacağını, bunun, muhtemelen deney sonuçlarına göre indirekt olarak ortaya çıkabileceğini söylemeyi de ihmal etmiyorlar! Ve de diyorlar ki, deney sonucunda bir Higgs 95 Burada çok olginç bir nokta var: Eğer Higgs alanıyla etkileģen nesneler bu arada-bu etkileģmeden dolayı- bir dıģ kuvvetin (K) etkisine maruz kaldıkları için belirli bir (m) kütlesine sahip oluyorlarsa (yok eğer durum böyle değilse, o zaman zaten K=m.a ya artık ihtiyacımız yok demektir! Ki, bu durumda da artık onun-k=m.a nın- geçersiz olduğunu ilan etmemiz gerekecektir!), o zaman, cisimler, herhangibir dıģ kuvvetin etkisine maruz kalmadıkça duruyorlarsa durmaya, belirli bir hızla hareket ediyorlarsa da bu hareketlerini devam ettirmeye çalıģırlar diye tanımlanan atalet ilkesini ne yapacağız? Heryeri dolduran böyle bir alanla her an etkileģme halinde olan nesneler nasıl atalet hareketi yapacaklar bu durumda? Yolda giden bir araba bile bir süre sonra sürtünmenin etkisiyle artık gidemez hale gelirken, her an Higgs parçacıklarıyla etkileģen nesneler nasıl olupta mevcut hareketlerini devam ettirebilecekler? Bunun gibi daha bir sürü soru var ortada cevaplanması gereken!..

104 104 Parçacığı bulunsa bile, bu, halen ortada olan birçok sorunun hemen çözülüvereceği anlamına gelmiyor, yani daha çok işimiz olacak. Esasa ilişkin tartışmalara girmeden önce elemanter parçacıklar fiziğiyle ilgili benim kafamı kurcalayan bir konu var onu açmak istiyorum: Parçacıkları-örneğin elektronları veya protonları-çarpıştırıyorsunuz, ya da, bir parçacığı enerji kapasitesi yüksek bir fotonla bombarduman ediyorsunuz ve sonunda o ana kadar hiç bilinmeyen yeni parçacıklar elde ediyorsunuz. Ediyorsunuz ama, bunların çoğu doğada stabil olarak-yani belirli bir denge durumu içinde-varolan parçacıklar olmadıkları için, kısa bir süre sonra bunlar yok olup gidiyorlar. Yok oluyorlar derken kastedilen, bunların stabil olan başka parçacıklara dönüşerek varlıklarını kaybediyor olmalarıdır. (Evreni bir enerji alanı olarak un a benzetirsek tabi bir metafor olarak- laboratuar kortamında bu undan yapacağınız hamura şekil vererek bundan birsürü hamur işi ürün elde edebilirsiniz! Bir bu var, bir de, aynı hamurdan doğanın kendi ürettiği kalıcı ürünler var).. ġimdi nedir durum? Laboratuarda üretilen bu parçacıkların hepsi aslında- gerçekte, doğal denge içinde- bizden bağımsız olarak varolan parçacıklar mıdır; yapılan deneylerle, gerçekte bizden bağımsız olarak varolan (potansiyel gerçekler olarak da olsa) bu parçacıkların varlığını mı ortaya çıkarmıģ oluyoruz; yoksa, bunlar tamamen laboratuar yaratıkları mıdır? Bu konu birçok parçacık için o kadar önemli değildir belki, çünkü, laboratuarda yapılan deneyler uygun ortamlarda doğada da cereyan ediyorlar ve bu türden parçacıklar bu etkileģmeler sonucunda herzaman ortaya çıkıp kaybolabiliyorlar. Ama tartıģma konusu Higgs Parçacığı olunca iģin rengi değiģiyor. Çünkü bu durumda, stabil olmak bir yana, heryeri kapsayan kendinde Ģey kalıcı bir maddi gerçeklikten bahsediliyor!. Yani öyle, laboratuar ortamında yaratıyorsun ama, gerçekte-stabil olarak doğada böyle bir paçacık yok Ģeklinde değil; heryerde herzaman varolan, üstelikte bütün diğer parçacıklara-maddeye kütle kazandıran mutlak bir gerçeklikten bahsediliyor!..düģünebiliyormusunuz, Ģu an varolduğunuz, adına uzay, ya da gravitasyonal alan dediğiniz ortamda, soluduğunuz havanın bile üzerinde-ya da içinde- yer alan Higgs alanı diye baģka bir maddi gerçeklik daha var! Yani, hani, kütlesi Higgs parçacığının kütlesine benzer bir parçacık bulduk diyorlar ya, bulunan bu parçacık, öyle bir an için üretilerek kaybolan bir parçacık falan değil, kalıcı olarak varolan mutlak bir gerçeklik oluyor!. Kusura bakmayın ama, benim kafam bu türden metafizik-pozitivist kurguları almıyor artık!.. ESASA ĠLĠġKĠN BAZI SORULAR.. Higgs alanına ilişkin olarak Cern deki fizikçilerin kafalarında ne türden sorular var bunları tam olarak bilmiyorum, ama benim kafamdaki esasa ilişkin sorular şunlar: 1-Higgs Alanı nın ve Parçacığı nın ışıkla, yani elektromagnetik dalgalarla etkileşmeye girmeyeceği söyleniyor. Nasıl olur böyle birşey, bunu bir türlü anlamıyorum ben! Şimdiye kadar hiçbir yerde de bunun neden böyle olduğuna dair birşey bulamadım! Kafadan at, Higgs Alanı ışıkla etkileşmeye girmez de, olur mu böyle şey, neden girmiyor, bu sorunun cevabını istiyorum!.düşünebiliyormusunuz, ortada heryeri 96, yani bütün bir uzayı kaplayan bir madde-enerji alanı var, ama, bu uzayda yol alma-yayılma durumunda olan elektromagnetik dalgalar bununla hiçbirşekilde ilişki içine girmiyorlar, olamaz böyle şey!.. Bu o kadar önemlidir ki, belirli bir kütlesi de olduğu söylenen Higgs Parçacıkları nın-alanınınelektromagnetik dalgalarla etkileşmeye girmemesi için ortada olağanüstü bir nedenin olması gerekir! Çünkü, bu güne kadarki bilgilere göre, ışığın, yani elektromagnetik dalgaların belirli bir kütlesi olan maddeyle etkileşmeye girmemesi mümkün değildir! En azından, bunlarla 96 Sanki öyle heryer diye objektif-mutlak bir gerçeklik-bir sahne, kapalı bir sistem-varmış gibi!!..

105 105 çarpışan fotonların bir şekilde yollarından sapmaları, ya da enerji kaybetmeleri falan gerekir diye düşünüyor insan! Öyle ya, ortada bütün elemanter parçacıklara kütle kazandıran bir madde-enerji deryası var deniyor!. En azından, suyun içinde yol almaya çalışan o kayık gibi fotonların da bir şekilde bundan etkilenmeleri gerekir!.. Ama, bay Higgs in böyle bir iddiada bulunması normal, çünkü eğer Higgs Alanı ve Parçacıkları ışıkla etkileşmeye giriyor olsalardı o zaman sorarlardı adama; nasıl oluyor da elektromagnetik dalgalar hiç enerji kaybetmeden heryeri kaplayan bu Higgs Alanını geçerek ilerleyebiliyorlar diye! Daha önce öne sürülen ve elektromagnetik dalgaların oluşup yayıldıkları bir ortam olarak düşünülen eter e hiç olmazsa bir kütle izafe edilmiyordu, ama bu sefer, belirli bir kütlesi de olan kuantumlardan (Higgs Parçacıkları) oluşan bir alandan bahsediliyor. Hem ortada böyle bir alan olacak (ve bu alan her yeri kaplayacak ), hem de bu alan elektromagnetik dalgalarla hiçbir şekilde etkileşmeye girmeyecek, birinin bunu bana açıklaması lazım! Peki tamam, bir fotonun hareketsiz hal kütlesi (ruhemasse) yoktur, ama onun da relativistik bir kütlesi vardır sonunda, bu ne olacak peki! Eğer fotonlar Higgs Alanı yla etkileşmeye girmiyorlarsa, onların relativistik kütleleri nasıl ortaya çıkıyor o zaman; hani kütleyi oluşturan bu Higgs alanıydı? Relativistik de olsa fotonun da bir kütlesi vardır öyle değil mi?. Madem ki kütlenin nedeni nesnelerin Higgs Alanı yla-higgs Parçacıkları yla etkileşmeleridir, bu durumda sonunda fotonun da bir şekilde etkileşmesi gerekirdi bu Higgs Alanı yla! Hem sonra, hani kütle ve enerji bir ve aynı şeydi! Hem, bir foton E=hv=mc 2 olarak tanımlanan bir enerjiye sahip olacak, ama hem de onun bu enerjisine denk düşen kütlesinin kaynağı (bu kütle relativistik bir kütle de olsa), onun bu kütleye nasıl sahip olduğu hiç sorgulanmayacak! Yok eğer fotonların da Higgs Alanı yla etkileşerek belirli bir relativistik kütleye sahip olduklarını söylüyorsanız, bu durumda da elektromagnetik dalgaların-fotonların- Higgs Alanı nda ilerlerken nasıl olupta enerji kaybetmediklerini açıklamanız gerekecektir!. Öyle ya, bir otoyolda giden araba bile sonunda sürtünmeden dolayı enerji kaybetmektedir, nasıl oluyor da elektromagnetik dalgalar hiç enerji kaybetmeden Higgs Alanı nda yayılabiliyorlar?.. Aynı soru aslında, belirli bir kuantum seviyesinde hareket etmekte olan bir elektron için de geçerlidir. Tamam, diyorsunuz ki, elektron Higgs Alanı yla etkileşerek belirli bir kütleye sahip oluyor. Ama, benim bildiğim kadarıyla, etkileşmek demek bir kuvvetle etkide bulunmakdolayısıyla da enerji alış verişi yapmak- demektir. Peki, Higgs Parçacıkları yla etkileşirken hiç mi enerji alıp vermiyor elektron! Çünkü, Higgs Parçacıkları elektronu etkileyince elektronun da bir şekilde onları etkilemesi gerekir, bütün bu etkileşmeler hiç bir enerji harcanılmadan mı olmaktadır!..ve de en önemlisi, hadi anladık Higgs bosonları zaten alınıp verilebilen (austausch) parçacıklar, peki elektron nasıl etkiliyor bunları? Yoksa, elektron da Higgs Parçacıkları mı salgılıyor karģılık olarak! Gerçekten, bir elektronun Higgs Alanı yla nasıl etkileģtiğini bilmek istiyorum ben! Ama öyle yuvarlak laflarla değil! Elektronun elektromagnetik alanla etkileģmesi örneğinde olduğu gibi, somut olarak. Çünkü, bir elektronun foton alıģ veriģ mekanizmasını bütün açıklığıyla biliyoruz(!), onun, aynı Ģekilde, bu Higgs Parçacıkları nı da nasıl alıp verdiğini bilmek istiyorum ben! 2-Deniyor ki, bütün diğer elemanter parçacıklar (tabi dolayısıyla da, bütün nesneler) bu Higgs Alanı yla (ve onun kuantumları olan Higgs Parçacıklarıyla) etkileşerek belirli bir kütleye sahip oluyorlar. Buna örnek olarak da toplantı salonuna giren o liderin- parti genel başkanının- durumu gösteriliyor. Peki ama, bu örnekte-metafor da olsa- bir salon ve onun içindekiler var (bunlar Higgs Alanı nı ve Higgs Parçacıklar ını temsil ediyorlar), bir de, bu salonun ötesinde, salona girmeden önce o liderin de bulunduğu dışarısı! Halbuki deniyor ki, Higgs Alanı her yeri kaplayan bir alandır! O zaman salona girmeden önce o lider neredeydi? Daha baģka bir deyiģle, elemanter parçacıklar (örneğin bir elektron) Higgs Alanı na girerek onunla etkileģmeye baģlamadan önce nerede bulunmaktadırlar? Bunun baģka izahı yoktur, ortada, Higgs Alanı na girerek onunla etkileģmesi sonucunda belirli bir kütleye sahip olan bir elektron var, ben de diyorum ki, bu elektron daha önce nerede bulunuyordu?

106 106 Ben önce sandım ki, Tanrı Alanı-Parçacıkları falan da denildiğine göre, bu Higgs Alanı ve parçacıkları evrendeki bütün diğer elemanter parçacıkların temel yapı taşı olarak düşünülüyor. Yani örneğin, bir elektronun, ya da quarkların (ve bütün diğer parçacıkların) son tahlilde bu Higgs Parçacıkları ndan oluştuğu düşünülüyor! Öyle ya, başka türlü protonları çarpıştırarak nasıl Higgs Parçacıklar ını elde edeceksiniz ki!. Ama anlaşılıyor ki Cern fizikçileri böyle düşünmüyorlar. Yani, Higgs Parçacıkları nı evrenin temel yapı taşı falan olarak görmüyor onlar. O (yani Higgs Alan ı) sadece bütün diğer elemanter parçacıklarınnesnelerin-tıpkı bir havuz gibi içinde yüzdükleri- heryeri kaplayan bir alan oluyor onlara göre!. Ama bu durumda da işte, insanın aklına demin ifade etmeye çalıştığımız o soru geliyor: Madem ki bu alan heryeri kaplıyor, o zaman diğer parçacıklar nereden gelipte giriyorlar bu alanın içine? Ne dersiniz, bunlar-bu parçacıklar- Karadeliğin içinde mi saklanıyorlardı acaba daha önce!! Çünkü, daha sonra, Higgs alanının Karadelikle ve gravitasyonla ilişkisini ele alırken göreceğiz, bu Higgs alanı diğer parçacıklar gibi öyle karadeliğe falan da girmiyor, yani o hep dışarda kalıyor bu arada 97! Ne zaman ki, Büyük patlamayla birlikte elektronlar-quarklar karadelikten dışarı fırlayarak onun-yani Higgs alanının- içine giriyorlar, bunlar ancak o zaman bir kütleye sahip olabiliyorlar! İyi peki de, mademki karadeliğin içinde Higgs alanı-dolayısıyla da kütle yok, o halde o elektronlar-quarklar (bütün elemanter parçacıklar) daha önce karadeliğe girerlerken kütlelerinden soyunarak mı giriyorlardı acaba oraya!! Hem sonra, Karadeliğin içinde Higgs alanı yoksa eğer, nasıl oluyordu da kütleye bağlı bir oluşum olan gravitasyon bu kadar olağanüstü boyutlara çıkabiliyordu orada? 3-Higgs Parçacıkları nın kendi aralarında da etkileştikleri, onların belirli bir kütleye sahip olmalarının nedeninin de zaten onların kendi aralarındaki bu etkileşme olduğu söyleniyor. Tamam güzel! Ama benim bildiğim kadarıyla iki cisim arasında bir etkileşmenin olabilmesi için bunların aralarında belirli bir sistem ilişkisine-ve de belirli bir mesafeye ihtiyaç vardır. Çünkü, etkileşmek demek bir kuvvet-enerji-informasyon alışverişi demektir, ki bu da ancak belirli kuantumların alış verişiyle olur. Zaten alış veriş dediğin anda arada böyle bir ilişkininbir mesafenin bulunduğunu da kabul etmiş oluyorsun. Çünkü bir şeyi alıp veren iki kişi-unsurolması gerekir ortada! Bu nedenle, biribirleriye etkileşen Higgs Parçacıkları nın arasındaki ilişkinin-ortamın ne olduğunu, ve de, böyle bir ortamın-mesafenin her yeri kaplayan bir alan anlayışıyla nasıl bağdaştırılacağını merak ediyorum doğrusu! Higgs Parçacıkları nın kendi aralarındaki etkileģmeye iliģkin olarak bir de Ģu nokta var kafama takılan: Evrendeki bütün nesneler, hem bir tanecik, hem de bir dalga olduklarından, bu Higgs Parçacıkları nın da aynı zamanda dalgasal bir yapıya sahip olmaları gerekir. Her dalganın ise bir dalga boyu, frekansı vb. vardır. Soru Ģu Ģimdi: Bütün Higgs Parcacıkları aynı mıdır? Yani bütün Higgs Parçacıkları nın hepsini de aynı dalga boyuna-frekansa sahip birer dalga olarak mı ele almalıyız? Eğer böyle ise, bunların kendi aralarındaki etkileģme de hayli ilginç olmalıdır! Aynı frekansa-dalga boyuna sahip, aralarında hiçbir mesafe olmayan sayısız dalgalar!.böyle bir ortam (Higgs Alanı), böyle bir etkileģme düģünemiyorum ben! Ama yok eğer, tıpkı elektromagnetik alanlarda olduğu gibi burada da farklı dalga boyları-frekanslar söz konusu ise, bu durumda da, örneğin bir elektronun hangi türden bir Higgs Alanı nın içindeyse ona göre farklı bir kütleye sahip olması gerekmezmiydi acaba!!.. GRAVĠTASYON, KARA DELĠK VE HĠGGS PARÇACIKLARI.. 4-Higgs Parçacıklar ının belirli bir kütlesi olduğuna göre, herhalde bunların da gravitasyona tabi olmaları gerekir. Ama bu durumda, Higgs Alanı nın, her durumda içinde yer aldığı uzayın eğimine göre şekilleniyor-onun eğimine uyuyor olması da gerekecektir. Peki o zaman Kara delik olayını nasıl açıklayacağız bu durumda? 97 Yoksa giriyor mu!! Ama o zaman da başka problemler çıkıyor ortaya, göreceksiniz!!..

107 107 Karadeliğin, en sonunda, bir elektron-quark plazması olduğunu söylemiştik (eğer Higgs parçacıkları da gravitasyondan etkilenerek karadeliğe düşüyorlarsa) şimdi buna bir de Higgs Parçacıkları nı ilave etmek gerekecektir. Ama bir yandan da, sıkışmadan dolayı, Karadeliğin içindeki madde-enerji yoğunluğunun olağanüstü boyutlara ulaşacağını söylüyoruz. Gravitasyonun etkisiyle atomların, daha sonra da protonların, nötronların nasıl parçalandıklarını ve ancak parçalanarak oraya sığabildiklerini biliyoruz; peki, belirli bir kütleye sahip olan bu Higgs Parçacıkları nasıl olacakta sığacaklar o Karadeliğin içine? Öyle ya, daha önce (Kara deliğe düşmeden önce) bütün evreni kaplayan bir alan bu Higgs Alanı, peki böyle bir alan ve onu oluşturan kuantumlar-higgs Parçacıkları- parçalanarak sıkışacak belirli bir iç yapıya da sahip olmadıklarına göre daha sonra nasıl sığacaklar Karadeliğin içine? Bu nokta çok önemli aslında. Madde-enerjinin Karadelikteki sıkıģmasını ve yoğunlaģmayı atomların, proton ve nötronların parçalanmasıyla açıklıyorduk, peki, her yeri kaplayan bu Higgs Parçacıkları nı nasıl sıkıģtıracak gravitasyon? Yoksa bunların da gene bir iç yapısı var da o mu parçalarına ayrılacak! Ya da, Higgs Parçacıkları elektromagnetik enerjiye mi dönüşecek Karadeliğin içinde!! Ama hani bu Higgs Alanı elektromagnetik dalgalarla etkileşmiyordu, Karadeliğin içinde nasıl olacak bu dönüşmeetkileşme!! Hadi bunu da bir yana bırakalım, eğer Higgs Parçacıkları Karadeliğin içinde elektromagnetik enerjiye dönüşüyorlarsa, o zaman burada bulunan o olağanüstü yoğunluğukütleyi nasıl açıklayacağız? Öyle ya, olağanüstü yoğunlukta bir kütle için olağanüstü yoğun bir Higgs Alanı na ihtiyaç olacaktır Karadeliğin içinde? Soruyorum Ģimdi, daha önce-karadeliğe düģmeye baģlamadan önce- bütün bir evreni kapladığı söylenen bu Higgs Alanı-Parçacıkları-bunların parçalanacak bir iç yapısı-ya da aralarında bir mesafe de- olmadığına göre- nasıl sığacak Karadeliğin içine? Şu satırlar Herşeyin Teorisi nden 98 : Bu evrende var olan her şey, kendi içinde bir AB sistemi iken, aynı anda, sistem merkezinde (aşağıdaki şekilde x ) temsil olunan varlığıyla, bir başka AB sisteminin içinde A ya da B olarak da yer alır, var olur (buradaki A ve B rasgele-sembolik ifadelerdir). Birşey in, ya da herşeyin anatomisi.. Yani, her sistem, son tahlilde, madde-enerjinin belirli bir yoğunlaşma biçimi olarak gerçekleşen bir yapıdır. Bu nedenle, örneğin yer küre den bahsettiğimiz zaman, gravitasyonal alanından, varsa Higgs Alanı na, atomlar ve moleküllerden oluşan gözle görülür kütlesine-maddi varlığına kadar onu bir bütün olarak ele almak gerekir. Çünkü, bütün bunların hepsi, bir sistem olarak ele alındığı zaman yer kürenin-yapının-içinde, onunla birlikte varolan unsurlardır 99. Bu demektir ki, eğer günün birinde yer küre Güneşe doğru düşerek yok olacaksa, bütün bu unsurların hepsi de (yer kürenin gravitasyonal alanı olarak onun uzayından, varsa eğer onun uzayı içindeki Higgs Alanı na kadar bütün bu unsurların hepsi de) onunla birlikte yok olacaktır. Yani, ne öyle, sistem gerçekliğinin dıģında, belirli bir yapıya ait olmadan kendinde Ģey olarak varolan- her yeri kaplayan -mutlak bir uzay 98 Sistem Teorisi nin Esasları ya da Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi-Herşeyin Teorisi, 99 Ama yok eğer, bu Higgs Alanı maddeden-örneğin dünyanın maddi varlığından-bağımsız kendinde şey birşeyse, o zaman söyler misiniz bana, bunun o eski eter den farkı nedir? Michelson Morley Deneyi böyle-heryeri kaplayan- bir alanın varolamayacağını deneysel olarak göstermemiş miydi bize..e..o zaman niye tekrar aynı noktaya dönüyoruz ki!..

DOĞADA SĠSTEM GERÇEKLĠĞĠ VE ĠNFORMASYON ĠġLEME SÜRECĠ

DOĞADA SĠSTEM GERÇEKLĠĞĠ VE ĠNFORMASYON ĠġLEME SÜRECĠ 1 DOĞADA SĠSTEM GERÇEKLĠĞĠ VE ĠNFORMASYON ĠġLEME SÜRECĠ Münir Aktolga Aralık 2004 Son gözden geçirme Temmuz 2016 ĠÇĠNDEKĠLER: GĠRĠġ... 2 BĠR SĠSTEM YA DA ĠNFORMASYON ĠġLEME BĠRĠMĠ OLARAK ATOM... 3 BĠLGĠNĠN

Detaylı

SİSTEM BİLİMİNİN ESASLARI... MERKEZİYETÇİLİK, ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK TARTIŞMALARI ÜZERİNE-2-

SİSTEM BİLİMİNİN ESASLARI... MERKEZİYETÇİLİK, ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK TARTIŞMALARI ÜZERİNE-2- 1 SİSTEM BİLİMİNİN ESASLARI... MERKEZİYETÇİLİK, ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK TARTIŞMALARI ÜZERİNE-2- BASİT BİR SİSTEMDEN KARMAŞIK BİR SİSTEME Sistem gerçekliğini örgütlü bir bütün olarak ele aldıktan sonra bu

Detaylı

Doğada, herhangibir dış kuvvete bağlı olmadan, bağımlılık ilişkisi içinde bağımsızcaözgürce yapılan hareketler ikiye ayrılırlar.

Doğada, herhangibir dış kuvvete bağlı olmadan, bağımlılık ilişkisi içinde bağımsızcaözgürce yapılan hareketler ikiye ayrılırlar. 1 ÖZGÜRLÜK NEDİR, ÖZGÜR İRADE NEDİR Özgürlük, genel olarak, herhangibir dış kuvvetin etkisi altında olmadan-herhangibir bağımlılık ilişkisi içinde olmadan-davranabilmek-hareket edebilmek-anlamına geliyor.

Detaylı

(Bu çalıģma Site nin Makaleler kısmında yayınlandı. Konuyla iliģkisi-bütünlüğü açısından kolaylık olsun diye onu buraya da alıyorum)

(Bu çalıģma Site nin Makaleler kısmında yayınlandı. Konuyla iliģkisi-bütünlüğü açısından kolaylık olsun diye onu buraya da alıyorum) 1 CERN DE YAPILAN DENEYĠN AMACI NE?.. (Bu çalıģma Site nin Makaleler kısmında yayınlandı. Konuyla iliģkisi-bütünlüğü açısından kolaylık olsun diye onu buraya da alıyorum) Münir Aktolga Ekim 2008 Son gözden

Detaylı

POZĠTĠVĠZMĠN BĠLĠMSEL VE FELSEFĠ TEMELLERĠ..

POZĠTĠVĠZMĠN BĠLĠMSEL VE FELSEFĠ TEMELLERĠ.. 1 POZĠTĠVĠZMĠN BĠLĠMSEL VE FELSEFĠ TEMELLERĠ.. POZĠTĠVĠZM BĠLĠMĠ NASIL BĠR DĠN HALĠNE GETĠRĠYOR?.. Münir Aktolga Eylül 2013 ĠÇĠNDEKĠLER POZĠTĠVĠZMĠN FELSEFĠ TEMELLERĠ, POZĠTĠVĠST VARLIK BĠLĠMĠNĠN -...1

Detaylı

Bugün için Okuma: Bölüm 1.5 (3. Baskıda 1.3), Bölüm 1.6 (3. Baskıda 1.4 )

Bugün için Okuma: Bölüm 1.5 (3. Baskıda 1.3), Bölüm 1.6 (3. Baskıda 1.4 ) 5.111 Ders Özeti #4 Bugün için Okuma: Bölüm 1.5 (3. Baskıda 1.3), Bölüm 1.6 (3. Baskıda 1.4 ) Ders #5 için Okuma: Bölüm 1.3 (3. Baskıda 1.6 ) Atomik Spektrumlar, Bölüm 1.7 de eģitlik 9b ye kadar (3. Baskıda

Detaylı

Newton un ikinci yasası: Bir cisim ivmesi cisim üzerine etki eden toplam kuvvet ile doğru orantılı cismin kütlesi ile ters orantılıdır.

Newton un ikinci yasası: Bir cisim ivmesi cisim üzerine etki eden toplam kuvvet ile doğru orantılı cismin kütlesi ile ters orantılıdır. Bölüm 5: Hareket Yasaları(Özet) Önceki bölümde hareketin temel kavramları olan yerdeğiştirme, hız ve ivme tanımlanmıştır. Bu bölümde ise hareketli cisimlerin farklı hareketlerine sebep olan etkilerin hareketi

Detaylı

ATOMİK YAPI. Elektron Yükü=-1,60x10-19 C Proton Yükü=+1,60x10-19 C Nötron Yükü=0

ATOMİK YAPI. Elektron Yükü=-1,60x10-19 C Proton Yükü=+1,60x10-19 C Nötron Yükü=0 ATOMİK YAPI Elektron Yükü=-1,60x10-19 C Proton Yükü=+1,60x10-19 C Nötron Yükü=0 Elektron Kütlesi 9,11x10-31 kg Proton Kütlesi Nötron Kütlesi 1,67x10-27 kg Bir kimyasal elementin atom numarası (Z) çekirdeğindeki

Detaylı

J.J. Thomson (Ġngiliz fizikçi, 1856-1940), 1897 de elektronu keģfetti ve kütle/yük oranını belirledi. 1906 da Nobel Ödülü nü kazandı.

J.J. Thomson (Ġngiliz fizikçi, 1856-1940), 1897 de elektronu keģfetti ve kütle/yük oranını belirledi. 1906 da Nobel Ödülü nü kazandı. 1 5.111 Ders Özeti #2 Bugün için okuma: A.2-A.3 (s F10-F13), B.1-B.2 (s. F15-F18), ve Bölüm 1.1. Ders 3 için okuma: Bölüm 1.2 (3. Baskıda 1.1) Elektromanyetik IĢımanın Özellikleri, Bölüm 1.4 (3. Baskıda

Detaylı

ATOMİK YAPI. Elektron Yükü=-1,60x10-19 C Proton Yükü=+1,60x10-19 C Nötron Yükü=0

ATOMİK YAPI. Elektron Yükü=-1,60x10-19 C Proton Yükü=+1,60x10-19 C Nötron Yükü=0 ATOMİK YAPI Atom, birkaç türü birleştiğinde çeşitli molekülleri, bir tek türü ise bir kimyasal öğeyi oluşturan parçacıktır. Atom, elementlerin özelliklerini taşıyan en küçük yapı birimi olup çekirdekteki

Detaylı

ATOM ATOMUN YAPISI 7. S I N I F S U N U M U. Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir.

ATOM ATOMUN YAPISI 7. S I N I F S U N U M U. Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir. ATO YAP Atomu oluşturan parçacıklar farklı yüklere sahiptir Atomda bulunan yükler; negatif yükler ve pozitif yüklerdir Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir Atomu oluşturan

Detaylı

Proton, Nötron, Elektron

Proton, Nötron, Elektron Atomun Yapısı Atom Atomu oluşturan parçacıklar farklı yüklere sahiptir. Farklı yüklere sahip bu parçacıklar birbirini etkileyerek bir arada bulunur ve atomu oluşturur. Atomda bulunan yükler negatif ve

Detaylı

FİZİK 2 ELEKTRİK VE MANYETİZMA Elektrik yükü Elektrik alanlar Gauss Yasası Elektriksel potansiyel Kondansatör ve dielektrik Akım ve direnç Doğru akım

FİZİK 2 ELEKTRİK VE MANYETİZMA Elektrik yükü Elektrik alanlar Gauss Yasası Elektriksel potansiyel Kondansatör ve dielektrik Akım ve direnç Doğru akım FİZİK 2 ELEKTRİK VE MANYETİZMA Elektrik yükü Elektrik alanlar Gauss Yasası Elektriksel potansiyel Kondansatör ve dielektrik Akım ve direnç Doğru akım devreleri Manyetik alanlar Akım nedeniyle oluşan manyetik

Detaylı

Atomun Yapısı Boşlukta yer kaplayan, hacmi, kütlesi ve eylemsizliği olan her şeye madde denir. Maddeyi (elementi) oluşturan ve maddenin (elementin)

Atomun Yapısı Boşlukta yer kaplayan, hacmi, kütlesi ve eylemsizliği olan her şeye madde denir. Maddeyi (elementi) oluşturan ve maddenin (elementin) Atomun Yapısı Boşlukta yer kaplayan, hacmi, kütlesi ve eylemsizliği olan her şeye madde denir. Maddeyi (elementi) oluşturan ve maddenin (elementin) kendi özelliğini taşıyan en küçük yapı birimine atom

Detaylı

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi. chem.libretexts.org

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi. chem.libretexts.org 9. Atomun Elektron Yapısı Elektromanyetik ışıma (EMI) Atom Spektrumları Bohr Atom Modeli Kuantum Kuramı - Dalga Mekaniği Kuantum Sayıları Elektron Orbitalleri Hidrojen Atomu Orbitalleri Elektron Spini

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

ÇALIŞMA YAPRAĞI (KONU ANLATIMI)

ÇALIŞMA YAPRAĞI (KONU ANLATIMI) ÇALIŞMA YAPRAĞI (KONU ANLATIMI) ATOMUN YAPISI HAZIRLAYAN: ÇĐĞDEM ERDAL DERS: ÖĞRETĐM TEKNOLOJĐLERĐ VE MATERYAL GELĐŞTĐRME DERS SORUMLUSU: PROF.DR. ĐNCĐ MORGĐL ANKARA,2008 GĐRĐŞ Kimyayı ve bununla ilgili

Detaylı

2. Konum. Bir cismin başlangıç kabul edilen sabit bir noktaya olan uzaklığına konum denir.

2. Konum. Bir cismin başlangıç kabul edilen sabit bir noktaya olan uzaklığına konum denir. HAREKET Bir cismin zamanla çevresindeki diğer cisimlere göre yer değiştirmesine hareket denir. Hareket konumuzu daha iyi anlamamız için öğrenmemiz gereken diğer kavramlar: 1. Yörünge 2. Konum 3. Yer değiştirme

Detaylı

A B = A. = P q c A( X(t))

A B = A. = P q c A( X(t)) Ders 19 Metindeki ilgili bölümler 2.6 Elektromanyetik bir alanda yüklü parçacık Şimdi, kuantum mekaniğinin son derece önemli başka bir örneğine geçiyoruz. Verilen bir elektromanyetik alanda hareket eden

Detaylı

Fizik 101-Fizik I 2013-2014. Dönme Hareketinin Dinamiği

Fizik 101-Fizik I 2013-2014. Dönme Hareketinin Dinamiği -Fizik I 2013-2014 Dönme Hareketinin Dinamiği Nurdan Demirci Sankır Ofis: 364, Tel: 2924332 İçerik Vektörel Çarpım ve Tork Katı Cismin Yuvarlanma Hareketi Bir Parçacığın Açısal Momentumu Dönen Katı Cismin

Detaylı

DEMOCRİTUS. Atom hakkında ilk görüş M.Ö. 400 lü yıllarda Yunanlı filozof Democritus tarafından ortaya konmuştur.

DEMOCRİTUS. Atom hakkında ilk görüş M.Ö. 400 lü yıllarda Yunanlı filozof Democritus tarafından ortaya konmuştur. ATOM TEORİLERİ DEMOCRİTUS DEMOCRİTUS Atom hakkında ilk görüş M.Ö. 400 lü yıllarda Yunanlı filozof Democritus tarafından ortaya konmuştur. Democritus, maddenin taneciklerden oluştuğunu savunmuş ve bu taneciklere

Detaylı

DİNAMİK TEKNOLOJİNİN BİLİMSEL İLKELERİ

DİNAMİK TEKNOLOJİNİN BİLİMSEL İLKELERİ 7 TEKNOLOJİNİN BİLİMSEL İLKELERİ Adem ÇALIŞKAN Hareket veya hareketteki değişmelerin sebeplerini araştırarak kuvvetle hareket arasındaki ilişkiyi inceleyen mekaniğin bölümüne dinamik denir. Hareket, bir

Detaylı

HAREKET HAREKET KUVVET İLİŞKİSİ

HAREKET HAREKET KUVVET İLİŞKİSİ HAREKET HAREKET KUVVET İLİŞKİSİ Sabit kabul edilen bir noktaya göre bir cismin konumundaki değişikliğe hareket denir. Bu sabit noktaya referans noktası denir. Fizikte hareket üçe ayrılır Ötelenme Hareketi:

Detaylı

GRAVĠTASYONAL DALGALAR VE KUANTUM GRAVĠTASYONUNUN ESASLARI!...

GRAVĠTASYONAL DALGALAR VE KUANTUM GRAVĠTASYONUNUN ESASLARI!... 1 GRAVĠTASYONAL DALGALAR VE KUANTUM GRAVĠTASYONUNUN ESASLARI!... Münir Aktolga ġubat 2016 ĠÇĠNDEKĠLER GĠRĠġ!...... 2 EVET, CEVAP ĠSTĠYORUM!...... 3 BU BĠLĠMĠNSANLARININ KAFASINDAKĠ EVREN TABLOSU NEDĠR?......

Detaylı

ATOMUN YAPISI. Özhan ÇALIŞ. Bilgi İletişim ve Teknolojileri

ATOMUN YAPISI. Özhan ÇALIŞ. Bilgi İletişim ve Teknolojileri ATOMUN YAPISI ATOMLAR Atom, elementlerin en küçük kimyasal yapıtaşıdır. Atom çekirdeği: genel olarak nükleon olarak adlandırılan proton ve nötronlardan meydana gelmiştir. Elektronlar: çekirdeğin etrafında

Detaylı

A. ATOMUN TEMEL TANECİKLERİ

A. ATOMUN TEMEL TANECİKLERİ ÜNİTE 3 MADDENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ 1. BÖLÜM MADDENİN TANECİKLİ YAPISI 1- ATOMUN YAPISI Maddenin taneciklerden oluştuğu fikri yani atom kavramı ilk defa demokritus tarafından ortaya atılmıştır. Örneğin;

Detaylı

BÖLÜM 17 RİJİT ROTOR

BÖLÜM 17 RİJİT ROTOR BÖLÜM 17 RİJİT ROTOR Birbirinden R sabit mesafede bulunan iki parçacığın dönmesini düşünelim. Bu iki parçacık, bir elektron ve proton (bu durumda bir hidrojen atomunu ele alıyoruz) veya iki çekirdek (bu

Detaylı

Parçacıkların Standart Modeli ve BHÇ

Parçacıkların Standart Modeli ve BHÇ Parçacıkların Standart Modeli ve BHÇ Prof. Dr. Altuğ Özpineci ODTÜ Fizik Bölümü Parçacık Fiziği Maddeyi oluşturan temel yapı taşlarını ve onların temel etkileşimlerini arar Democritus (460 MÖ - 370 MÖ)

Detaylı

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER 27.10.2016 DİNAMİK 01 Giriş ve Temel Prensipler Dinamiğin Prensipleri (Newton Kanunları) 1) Eylemsizlik Prensibi (Dengelenmiş Kuvvetler) 2) Temel Prensip (Dengelenmemiş Kuvvetler) 3) Etki-Tepki

Detaylı

4.1 denklemine yakından bakalım. Tanımdan α = dω/dt olduğu bilinmektedir (ω açısal hız). O hâlde eğer cisme etki eden tork sıfır ise;

4.1 denklemine yakından bakalım. Tanımdan α = dω/dt olduğu bilinmektedir (ω açısal hız). O hâlde eğer cisme etki eden tork sıfır ise; Deney No : M3 Deneyin Adı : EYLEMSİZLİK MOMENTİ VE AÇISAL İVMELENME Deneyin Amacı : Dönme hareketinde eylemsizlik momentinin ne demek olduğunu ve nelere bağlı olduğunu deneysel olarak gözlemlemek. Teorik

Detaylı

KUVVET BÖLÜM 2 MODEL SORU - 1 DEKİ SORULARIN ÇÖZÜMLERİ 1. F 1 = 30N. Net kuvvet x yönünde 5 N olduğuna göre, cisme uygulanan 3. kuvvet, + F 3 = R = 5

KUVVET BÖLÜM 2 MODEL SORU - 1 DEKİ SORULARIN ÇÖZÜMLERİ 1. F 1 = 30N. Net kuvvet x yönünde 5 N olduğuna göre, cisme uygulanan 3. kuvvet, + F 3 = R = 5 BÖLÜM 2 UVVET MODEL SORU - 1 DEİ SORULARIN ÇÖZÜMLERİ 3. F net =5N 1. = 30N =20N =10N = 40N yatay düzlem = 30N yatay düzlem yatay düzlem I = 40N uvvetler cisme aynı yönde uygulandığında bileşke kuvvet maksimum,

Detaylı

Maddeyi Oluşturan Tanecikler

Maddeyi Oluşturan Tanecikler Maddeyi Oluşturan Tanecikler a) Saf Madde : Kendine özgü fiziksel ve kimyasal özellikleri olan, ayırt edici özellikleri bulunan ve bu ayırt edici özellikleri sabit olan maddelere saf madde denir. Elementler

Detaylı

BİYOLOJİK MOLEKÜLLERDEKİ

BİYOLOJİK MOLEKÜLLERDEKİ BİYOLOJİK MOLEKÜLLERDEKİ KİMYASALBAĞLAR BAĞLAR KİMYASAL VE HÜCRESEL REAKSİYONLAR Yrd. Doç.Dr. Funda BULMUŞ Atomun Yapısı Maddenin en küçük yapı taşı olan atom elektron, proton ve nötrondan oluşmuştur.

Detaylı

BÖLÜM 1: Matematiğe Genel Bakış 1. BÖLÜM:2 Fizik ve Ölçme 13. BÖLÜM 3: Bir Boyutta Hareket 20. BÖLÜM 4: Düzlemde Hareket 35

BÖLÜM 1: Matematiğe Genel Bakış 1. BÖLÜM:2 Fizik ve Ölçme 13. BÖLÜM 3: Bir Boyutta Hareket 20. BÖLÜM 4: Düzlemde Hareket 35 BÖLÜM 1: Matematiğe Genel Bakış 1 1.1. Semboller, Bilimsel Gösterimler ve Anlamlı Rakamlar 1.2. Cebir 1.3. Geometri ve Trigometri 1.4. Vektörler 1.5. Seriler ve Yaklaşıklıklar 1.6. Matematik BÖLÜM:2 Fizik

Detaylı

Bir cisme etki eden kuvvetlerin bileşkesi sıfır ise, cisim ya durur, ya da bir doğru boyunca sabit hızla hareketine devam eder.

Bir cisme etki eden kuvvetlerin bileşkesi sıfır ise, cisim ya durur, ya da bir doğru boyunca sabit hızla hareketine devam eder. DİNAMİK Hareket veya hareketteki değişmelerin sebeplerini araştırarak kuvvetle hareket arasındaki ilişkiyi inceleyen mekaniğin bölümüne dinamik denir. Dinamiğin üç temel prensibi vardır. 1. Eylemsizlik

Detaylı

ATOM MODELLERİ BERNA AKGENÇ

ATOM MODELLERİ BERNA AKGENÇ ATOM MODELLERİ BERNA AKGENÇ DEMOCRITOS Atom hakkında ilk görüş M.Ö. 400 lü yıllarda Yunanlı filozof Democritus tarafından ortaya konmuştur. Democritus, maddenin taneciklerden oluştuğunu savunmuş ve bu

Detaylı

Mühendislik Mekaniği Dinamik. Yrd.Doç.Dr. Akın Ataş

Mühendislik Mekaniği Dinamik. Yrd.Doç.Dr. Akın Ataş Mühendislik Mekaniği Dinamik Yrd.Doç.Dr. Akın Ataş Bölüm 13 Parçacık Kinetiği: Kuvvet ve İvme Kaynak: Mühendislik Mekaniği: Dinamik, R.C.Hibbeler, S.C.Fan, Çevirenler: A. Soyuçok, Ö. Soyuçok. 13 Parçacık

Detaylı

Fizik 101: Ders 21 Gündem

Fizik 101: Ders 21 Gündem Fizik 101: Ders 21 Gündem Yer çekimi nedeninden dolayı tork Rotasyon (özet) Statik Bayırda bir araba Statik denge denklemleri Örnekler Asılı tahterevalli Asılı lamba Merdiven Ders 21, Soru 1 Rotasyon Kütleleri

Detaylı

Gök Mekaniği: Giriş ve Temel Kavramlar

Gök Mekaniği: Giriş ve Temel Kavramlar Gök Mekaniği: Giriş ve Temel Kavramlar İnsanoğlunun yıldızları izleyip anlamaya çalıştığı ilk zamanlarda; bazı yıldızların farklı hareketler yaptığını fark etmesiyle başlayan bir hikaye gök mekaniği. Farklı

Detaylı

Modern Fizik (Fiz 206)

Modern Fizik (Fiz 206) Modern Fizik (Fiz 206) 3. Bölüm KUANTUM Mekaniği Bohr modelinin sınırları Düz bir dairenin çevresinde hareket eden elektronu tanımlar Saçılma deneyleri elektronların çekirdek etrafında, çekirdekten uzaklaştıkça

Detaylı

Coulomb Kuvvet Kanunu H atomunda çekirdek ve elektron arasındaki F yi tanımlar.

Coulomb Kuvvet Kanunu H atomunda çekirdek ve elektron arasındaki F yi tanımlar. 5.111 Ders Özeti #3 Bugün için okuma: Bölüm 1.2 (3. Baskıda 1.1 ), Bölüm 1.4 (3. Baskıda 1.2 ), 4. Baskıda s. 10-12 veya 3. Baskıda s. 5-7 ye odaklanın. Ders 4 için okuma: Bölüm 1.5 (3. Baskıda 1.3 ) Maddenin

Detaylı

Bölüm 8: Atomun Elektron Yapısı

Bölüm 8: Atomun Elektron Yapısı Bölüm 8: Atomun Elektron Yapısı 1. Elektromanyetik Işıma: Elektrik ve manyetik alanın dalgalar şeklinde taşınmasıdır. Her dalganın frekansı ve dalga boyu vardır. Dalga boyu (ʎ) : İki dalga tepeciği arasındaki

Detaylı

1.ÜNİTE MODERN ATOM TEORİSİ -2.BÖLÜM- ATOMUN KUANTUM MODELİ

1.ÜNİTE MODERN ATOM TEORİSİ -2.BÖLÜM- ATOMUN KUANTUM MODELİ 1.ÜNİTE MODERN ATOM TEORİSİ -2.BÖLÜM- ATOMUN KUANTUM MODELİ Bohr Modelinin Yetersizlikleri Dalga-Tanecik İkiliği Dalga Mekaniği Kuantum Mekaniği -Orbital Kavramı Kuantum Sayıları Yörünge - Orbital Kavramları

Detaylı

4.DENEY: ĠKĠ BOYUTLU UZAYDA ÇARPIġMA

4.DENEY: ĠKĠ BOYUTLU UZAYDA ÇARPIġMA 4.DENEY: ĠKĠ BOYUTLU UZAYDA ÇARPIġMA AMAÇ 1. Ġki cismin çarpıģması olayında momentumun korunumu ilkesinin incelenmesi, 2. ÇarpıĢmada mekanik enerjinin korunumu ilkesinin incelenmesi, 3. Ölçü sonuçlarından

Detaylı

Pratik Kuantum Tarifleri. Adil Usta kuantumcuadilusta@gmail.com

Pratik Kuantum Tarifleri. Adil Usta kuantumcuadilusta@gmail.com Pratik Kuantum Tarifleri Adil Usta kuantumcuadilusta@gmail.com İçindekiler 1 Açılış 1.1 Olası momentum değerleri............................ 3 1. Klasik limit.................................... 5 1 1

Detaylı

Biyomekanik Newton Hareket Kanunları

Biyomekanik Newton Hareket Kanunları Biyomekanik Newton Hareket Kanunları Dr. Murat Çilli Sakarya Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Antrenörlük Eğitimi Bölümü Aristo. MÖ 300 yıllarında Aristo ( MÖ 384-322 ) hareket için gözlemlerine

Detaylı

- 1 - ŞUBAT KAMPI SINAVI-2000-I. Grup. 1. İçi dolu homojen R yarıçaplı bir top yatay bir eksen etrafında 0 açısal hızı R

- 1 - ŞUBAT KAMPI SINAVI-2000-I. Grup. 1. İçi dolu homojen R yarıçaplı bir top yatay bir eksen etrafında 0 açısal hızı R - - ŞUBT KMPI SINVI--I. Grup. İçi dolu omojen yarıçaplı bir top yatay bir eksen etrafında açısal ızı ile döndürülüyor e topun en alt noktası zeminden yükseklikte iken serbest bırakılıyor. Top zeminden

Detaylı

12. SINIF KONU ANLATIMLI

12. SINIF KONU ANLATIMLI 12. SINIF KONU ANLATIMLI 3. ÜNİTE: DALGA MEKANİĞİ 2. Konu ELEKTROMANYETİK DALGA ETKİNLİK VE TEST ÇÖZÜMLERİ 2 Elektromanyetik Dalga Testin 1 in Çözümleri 1. B manyetik alanı sabit v hızıyla hareket ederken,

Detaylı

Fizik 101: Ders 4 Ajanda

Fizik 101: Ders 4 Ajanda Fizik 101: Ders 4 Ajanda Tekrar ve devam: Düzgün Dairesel Hareket Newton un hareket yasaları Cisimler neden ve nasıl hareket ederler? Düzgün Dairesel Hareket Ne demektir? Nasıl tanımlarız? Düzgün Dairesel

Detaylı

Bölüm 2. Bir boyutta hareket

Bölüm 2. Bir boyutta hareket Bölüm 2 Bir boyutta hareket Kinematik Dış etkenlere maruz kalması durumunda bir cismin hareketindeki değişimleri tanımlar Bir boyutta hareketten kasıt, cismin bir doğru boyunca hareket ettiği durumların

Detaylı

Fizik ve Ölçme. Fizik deneysel gözlemler ve nicel ölçümlere dayanır

Fizik ve Ölçme. Fizik deneysel gözlemler ve nicel ölçümlere dayanır Fizik ve Ölçme Fizik deneysel gözlemler ve nicel ölçümlere dayanır Fizik kanunları temel büyüklükler(nicelikler) cinsinden ifade edilir. Mekanikte üç temel büyüklük vardır; bunlar uzunluk(l), zaman(t)

Detaylı

Hareket Kanunları. Newton un Hareket Kanunları. Fiz 1011 Ders 5. Eylemsizlik - Newton un I. Yasası. Temel - Newton un II. Yasası

Hareket Kanunları. Newton un Hareket Kanunları. Fiz 1011 Ders 5. Eylemsizlik - Newton un I. Yasası. Temel - Newton un II. Yasası Fiz 1011 Ders 5 Hareket Kanunları Newton un Hareket Kanunları Eylemsizlik - Newton un I. Yasası Temel - Newton un II. Yasası Etki-Tepki - Newton un III. Yasası http://kisi.deu.edu.tr/mehmet.tarakci/ DİNAMİK

Detaylı

PROJE ADI: PARALEL AYNALARDA GÖRÜNTÜLER ARASI UZAKLIKLARININ PRATİK HESAPLANMASI

PROJE ADI: PARALEL AYNALARDA GÖRÜNTÜLER ARASI UZAKLIKLARININ PRATİK HESAPLANMASI 03.01.2014 PROJE ADI: PARALEL AYNALARDA GÖRÜNTÜLER ARASI UZAKLIKLARININ PRATİK HESAPLANMASI PROJE AMACI: Paralel aynaların arasına konulan bir cismin sonsuz tane görüntüsü vardır. Bu proje burada oluşan

Detaylı

Büyük Patlama ve Evrenin Oluşumu. Test 1 in Çözümleri

Büyük Patlama ve Evrenin Oluşumu. Test 1 in Çözümleri 7 Büyük Patlama ve Evrenin Oluşumu 225 Test 1 in Çözümleri 1. Elektrikçe yüksüz parçacıklar olan fotonların kütleleri yoktur. Işık hızıyla hareket ettikleri için atom içerisinde bulunamazlar. Fotonlar

Detaylı

DİNAMİK 01 Giriş ve Temel Prensipler

DİNAMİK 01 Giriş ve Temel Prensipler DİNAMİK 01 Giriş ve Temel Prensipler Dinamik, kuvvet ile hareket arasındaki ilişkiyi inceler. Kuvvet Hareketsiz bir cismi harekete ettiren ve ya hareketini değiştiren etkiye kuvvet denir. Dinamiğin, Newton

Detaylı

YILDIZLARIN HAREKETLERİ

YILDIZLARIN HAREKETLERİ Öz Hareket Gezegenlerden ayırdetmek için sabit olarak isimlendirdiğimiz yıldızlar da gerçekte hareketlidirler. Bu, çeşitli yollarla anlaşılır. Bir yıldızın ve sı iki veya üç farklı tarihte çok dikkatle

Detaylı

MADDENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ

MADDENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ MADDENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ 1. Atomun Yapısı KONULAR 2.Element ve Sembolleri 3. Elektronların Dizilimi ve Kimyasal Özellikler 4. Kimyasal Bağ 5. Bileşikler ve Formülleri 6. Karışımlar 1.Atomun Yapısı

Detaylı

Malzeme Bilgisi Prof. Dr. Akgün ALSARAN. Temel kavramlar Atomsal yapı

Malzeme Bilgisi Prof. Dr. Akgün ALSARAN. Temel kavramlar Atomsal yapı Malzeme Bilgisi Prof. Dr. Akgün ALSARAN Temel kavramlar Atomsal yapı İçerik Temel kavramlar Atom modeli Elektron düzeni Periyodik sistem 2 Temel kavramlar Bütün maddeler kimyasal elementlerden oluşur.

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12 SINIF FİZİK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12 SINIF FİZİK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12 SINIF FİZİK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı Hareket Hareket 12.1.1.1. Düzgün

Detaylı

Bir cismin iki konumu arasındaki vektörel uzaklıktır. Başka bir ifadeyle son konum (x 2 ) ile ilk konum

Bir cismin iki konumu arasındaki vektörel uzaklıktır. Başka bir ifadeyle son konum (x 2 ) ile ilk konum DOĞRUSAL ve BAĞIL HAREKET Hareket Maddelerin zamanla yer değiştirmesine hareket denir. Fakat cisimlerin nereye göre yer değiştirdiği ve nereye göre hareket ettiği belirtilmelidir. Örneğin at üstünde giden

Detaylı

GÜZ YARIYILI FİZİK 1 DERSİ

GÜZ YARIYILI FİZİK 1 DERSİ 2015-2016 GÜZ YARIYILI FİZİK 1 DERSİ Yrd. Doç. Dr. Hakan YAKUT SAÜ Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü Ofis: FEF A Blok, 812 nolu oda Tel.: +90 264 295 (6092) 1 Bölüm 3 İKİ BOYUTTA HAREKET 2 İçerik Yerdeğistirme,

Detaylı

Fizik 101: Ders 17 Ajanda

Fizik 101: Ders 17 Ajanda izik 101: Ders 17 Ajanda Dönme hareketi Yön ve sağ el kuralı Rotasyon dinamiği ve tork Örneklerle iş ve enerji Dönme ve Lineer Kinematik Karşılaştırma açısal α sabit 0 t 1 0 0t t lineer a sabit v v at

Detaylı

Higgs bozonu nedir? Hasan AVCU

Higgs bozonu nedir? Hasan AVCU Higgs bozonu nedir? Hasan AVCU Evrenin başlangıcı kabul edilen Büyük Patlama'nın hemen saniyenin milyonda biri kadar ertesinde ilk parçacıklar da etrafa saçıldı. Bu parçacıklar saf enerjiydi, bir kütleleri

Detaylı

MÜHENDİSLİK MEKANİĞİ (STATİK)

MÜHENDİSLİK MEKANİĞİ (STATİK) MÜHENDİSLİK MEKANİĞİ (STATİK) Prof. Dr. Metin OLGUN Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü HAFTA KONU 1 Giriş, temel kavramlar, statiğin temel ilkeleri 2-3 Düzlem kuvvetler

Detaylı

A A A A A A A A A A A

A A A A A A A A A A A S 2 FİZİ TESTİ. Bu testte 0 soru vardır. 2. Cevaplarınızı, cevap kâğıdının Fizik Testi için ayrılan kısmına işaretleyiniz.. Aşağıdakilerden hangisi momentum birimidir? joule joule A) B) newton saniye weber

Detaylı

Fizik 101: Ders 5 Ajanda

Fizik 101: Ders 5 Ajanda Fizik 101: Ders 5 Ajanda Dinamik Tekrar Serbest parçacık diyagramları Problem çözmek için sahip olduğumuz gereçler: İpler & Teller (gerilim:tension) Hooke Yasası (yaylar) Tekrar: Newton yasaları Yasa 1:

Detaylı

Newton ve Einstein nin Evren Anlayışları

Newton ve Einstein nin Evren Anlayışları Newton ve Einstein nin Evren Anlayışları Planck COPERNİCUS 1473-1543 (6 Milyon Yıl) Rutherford (M.Ö.10.000) Thales (M.Ö.625) Sokrates (M.Ö.469-399) Eudoxus Platon (M.Ö.408-355) Aristarchos (M.Ö.427-347)

Detaylı

Atomlar ve Moleküller

Atomlar ve Moleküller Atomlar ve Moleküller Madde, uzayda yer işgal eden ve kütlesi olan herşeydir. Element, kimyasal tepkimelerle başka bileşiklere parçalanamayan maddedir. -Doğada 92 tane element bulunmaktadır. Bileşik, belli

Detaylı

ATOM NEDİR? -Atom elementin özelliğini taşıyan en küçük parçasına denir. Her canlı-cansız madde atomdan oluşmuştur.

ATOM NEDİR? -Atom elementin özelliğini taşıyan en küçük parçasına denir. Her canlı-cansız madde atomdan oluşmuştur. DERS: KİMYA KONU : ATOM YAPISI ATOM NEDİR? -Atom elementin özelliğini taşıyan en küçük parçasına denir. Her canlı-cansız madde atomdan oluşmuştur. Atom Modelleri Dalton Bütün maddeler atomlardan yapılmıştır.

Detaylı

CERN BÖLÜM-3 İZAFİYET TEORİSİNDE SONUN BAŞLANGICI MI?

CERN BÖLÜM-3 İZAFİYET TEORİSİNDE SONUN BAŞLANGICI MI? CERN BÖLÜM-3 İZAFİYET TEORİSİNDE SONUN BAŞLANGICI MI? Geçtiğimiz ay sonlarında CERN den yapılan açıklama belki de bugüne kadar CERN den yapılan açıklamaların en sansasyoneliydi. Açıklamada nötrinolarla

Detaylı

Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir. Atomu oluşturan parçacıklar farklı yüklere sahiptir. Atomda bulunan yükler;

Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir. Atomu oluşturan parçacıklar farklı yüklere sahiptir. Atomda bulunan yükler; Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir. Atomu oluşturan parçacıklar farklı yüklere sahiptir. Atomda bulunan yükler; negatif yükler ve pozitif yüklerdir. Atomu oluşturan parçacıklar:

Detaylı

Bağıl hız ve bağıl ivme..

Bağıl hız ve bağıl ivme.. Bağıl hız ve bağıl ivme.. Bağıl hareket, farklı referans sistemlerindeki farklı gözlemciler tarafından hareketlerin nasıl gözlemlendiğini ifade eder. Aynı hızla giden iki otomobilden birisinde bulunan

Detaylı

BÖLÜM 4: MADDESEL NOKTANIN KİNETİĞİ: İMPULS ve MOMENTUM

BÖLÜM 4: MADDESEL NOKTANIN KİNETİĞİ: İMPULS ve MOMENTUM BÖLÜM 4: MADDESEL NOKTANIN KİNETİĞİ: İMPULS ve MOMENTUM 4.1. Giriş Bir önceki bölümde, hareket denklemi F = ma nın, maddesel noktanın yer değiştirmesine göre integrasyonu ile elde edilen iş ve enerji denklemlerini

Detaylı

MODERN FİZİĞİN DOĞUŞUNDA MOR ÖTESİ KRİZİNİN ROLÜ

MODERN FİZİĞİN DOĞUŞUNDA MOR ÖTESİ KRİZİNİN ROLÜ MODERN FİZİĞİN DOĞUŞUNDA MOR ÖTESİ KRİZİNİN ROLÜ Öğretmen Olcay NALBANTOĞLU Hazırlayanlar A.Cumhur ÖZCAN Mustafa GÖNENÇER Okan GİDİŞ Tolga TOLGAY İÇİNDEKİLER 1. Klasik Fiziğin Tanımı 2. Klasik Kuramın

Detaylı

Elektromanyetik Işıma Electromagnetic Radiation (EMR)

Elektromanyetik Işıma Electromagnetic Radiation (EMR) Elektromanyetik Işıma Electromagnetic Radiation (EMR) Elektromanyetik ışıma (ışık) bir enerji şeklidir. Işık, Elektrik (E) ve manyetik (H) alan bileşenlerine sahiptir. Light is a wave, made up of oscillating

Detaylı

ATOMUN YAPISI. Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir.

ATOMUN YAPISI. Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir. ATOMUN YAPISI ATOMUN YAPISI Elementlerin tüm özelliğini gösteren en küçük parçasına atom denir. Atomda bulunan yükler; negatif yükler ve pozitif yüklerdir. Atomu oluşturan parçacıklar: * Cisimden cisme

Detaylı

Doğrusal Momentum ve Çarpışmalar Doğrusal Momentum ve Korunumu

Doğrusal Momentum ve Çarpışmalar Doğrusal Momentum ve Korunumu Fiz 1011 - Ders 9 Doğrusal Momentum ve Çarpışmalar Doğrusal Momentum ve Korunumu İmplus (itme) ve Momentum Çarpışmalar Kütle Merkezi Roket Hareketi http://kisi.deu.edu.tr/mehmet.tarakci/ Momentum Newton

Detaylı

ATOMUN YAPISI VE PERİYODİK ÖZELLİKLER

ATOMUN YAPISI VE PERİYODİK ÖZELLİKLER ATOMUN YAPISI VE PERİYODİK ÖZELLİKLER IŞIĞIN YAPISI Işığın; Dalga ve Parçacık olmak üzere iki özelliği vardır. Dalga Özelliği: Girişim, kırınım, polarizasyon, yayılma hızı, vb. Parçacık Özelliği: Işığın

Detaylı

Fiz 1012 Ders 6 Manyetik Alanlar.

Fiz 1012 Ders 6 Manyetik Alanlar. Fiz 1012 Ders 6 Manyetik Alanlar Manyetik Alan Manyetik Alan Çizgileri Manyetik Alan İçinde Hareket Eden Elektrik Yükü Akım Taşıyan Bir İletken Üzerine Etki Manyetik Kuvvet http://kisi.deu.edu.tr/mehmet.tarakci/

Detaylı

7. Sınıf Fen ve Teknoloji

7. Sınıf Fen ve Teknoloji KONU: Atomun Yapısı Saçlarımızın elektriklenmesi, araba kapısına çarpan parmak uçlarımızın elektriksel yük boşalmasından dolayı karıncalanması, cam çubuğun kumaşa sürtüldükten sonra kâğıdı çekmesi, kazağımızı

Detaylı

ATOM MODELLERİ.

ATOM MODELLERİ. ATOM MODELLERİ THOMSON ATOM MODELİ ÜZÜMLÜ KEK MODELİ Kek pozitif yüklere, üzümler ise negatif yüklere benzetilmiştir. Thomson Atom Modeline göre; Atomun yapısında pozitif ve negatif yüklü tanecikler vardır.(+)

Detaylı

Manyetizma. Manyetik alan çizgileri, çizim. Manyetik malzeme türleri. Manyetik alanlar. BÖLÜM 29 Manyetik alanlar

Manyetizma. Manyetik alan çizgileri, çizim. Manyetik malzeme türleri. Manyetik alanlar. BÖLÜM 29 Manyetik alanlar ÖLÜM 29 Manyetik alanlar Manyetik alan Akım taşıyan bir iletkene etkiyen manyetik kuvvet Düzgün bir manyetik alan içerisindeki akım ilmeğine etkiyen tork Yüklü bir parçacığın düzgün bir manyetik alan içerisindeki

Detaylı

Abdurrahman enes özbiber. AtAKAN KAYA VE A.ENES ÖZBİBER

Abdurrahman enes özbiber. AtAKAN KAYA VE A.ENES ÖZBİBER HAZIRLAYANLAR SUNANLAR Abdurrahman enes özbiber AtAKAN KAYA VE A.ENES ÖZBİBER İzafiyet teorisi 2 temel ilkeye dayanır. İlk ilkeye göre,eğer elinizde sadece iki cisim varsa hangisinin hareket edip hangisinin

Detaylı

Nötr (yüksüz) bir için, çekirdekte kaç proton varsa çekirdeğin etrafındaki yörüngelerde de o kadar elektron dolaşır.

Nötr (yüksüz) bir için, çekirdekte kaç proton varsa çekirdeğin etrafındaki yörüngelerde de o kadar elektron dolaşır. ATOM ve YAPISI Elementin özelliğini taşıyan en küçük parçasına denir. Atom Numarası Bir elementin unda bulunan proton sayısıdır. Protonlar (+) yüklü olduklarından pozitif yük sayısı ya da çekirdek yükü

Detaylı

Fizik 203. Ders 6 Kütle Çekimi-Isı, Sıcaklık ve Termodinamiğe Giriş Ali Övgün

Fizik 203. Ders 6 Kütle Çekimi-Isı, Sıcaklık ve Termodinamiğe Giriş Ali Övgün Fizik 203 Ders 6 Kütle Çekimi-Isı, Sıcaklık ve Termodinamiğe Giriş Ali Övgün Ofis: AS242 Fen ve Edebiyat Fakültesi Tel: 0392-630-1379 ali.ovgun@emu.edu.tr www.aovgun.com Kepler Yasaları Güneş sistemindeki

Detaylı

Hareket Kanunları Uygulamaları

Hareket Kanunları Uygulamaları Fiz 1011 Ders 6 Hareket Kanunları Uygulamaları Sürtünme Kuvveti Dirençli Ortamda Hareket Düzgün Dairesel Hareket http://kisi.deu.edu.tr/mehmet.tarakci/ Sürtünme Kuvveti Çevre faktörlerinden dolayı (hava,

Detaylı

Potansiyel Enerji. Fiz Ders 8. Kütle - Çekim Potansiyel Enerjisi. Esneklik Potansiyel Enerjisi. Mekanik Enerjinin Korunumu

Potansiyel Enerji. Fiz Ders 8. Kütle - Çekim Potansiyel Enerjisi. Esneklik Potansiyel Enerjisi. Mekanik Enerjinin Korunumu Fiz 1011 - Ders 8 Potansiyel Enerji Kütle - Çekim Potansiyel Enerjisi Esneklik Potansiyel Enerjisi Mekanik Enerjinin Korunumu Korunumlu ve Korunumsuz Kuvvetler Enerji Diyagramları, Sistemlerin Dengesi

Detaylı

Maddenin Tanecikli Yapısı

Maddenin Tanecikli Yapısı Maddenin Tanecikli Yapısı Maddenin Tanımı Kütlesi olan ve boşlukta yer kaplayan her şeye madde denir. Cisim nedir? Maddenin şekil almış halidir. Maddenin Halleri Maddeler doğada 3 halde bulunur: Katı maddeler

Detaylı

ATOM BİLGİSİ Atom Modelleri

ATOM BİLGİSİ Atom Modelleri 1. Atom Modelleri BÖLÜM2 Maddenin atom adı verilen bir takım taneciklerden oluştuğu fikri çok eskiye dayanmaktadır. Ancak, bilimsel bir (deneye dayalı) atom modeli ilk defa Dalton tarafından ileri sürülmüştür.

Detaylı

MIT 8.02, Bahar 2002 Ödev # 2 Çözümler

MIT 8.02, Bahar 2002 Ödev # 2 Çözümler Adam S. Bolton bolton@mit.edu MIT 8.02, Bahar 2002 Ödev # 2 Çözümler 22 Şubat 2002 Problem 2.1 İçi boş bir metalik küre içerisindeki bir noktasal yükün elektrik alanı - Gauss Yasası İş Başında Bu problemi

Detaylı

6.HAFTA BÖLÜM 3: ÇEKİRDEK KUVVETLERİ VE ÇEKİRDEK MODELLERİ

6.HAFTA BÖLÜM 3: ÇEKİRDEK KUVVETLERİ VE ÇEKİRDEK MODELLERİ 6.HAFTA BÖLÜM 3: ÇEKİRDEK KUVVETLERİ VE ÇEKİRDEK MODELLERİ 3.1 ÇEKİRDEK KUVVETLERİ 3.1.1. GENEL KARAKTERİSTİK Çekirdek hakkında çok fazla bir şey bilmezden önce yalnızca iki farklı etkileşim kuvveti bilinmekteydi.

Detaylı

BĠR KERE DAHA ġu TANRI PARÇACIĞI KONUSU!.. HERġEYĠN TEORĠSĠ AÇISINDAN BAKINCA EVREN DĠYE ÖYLE KAPALI BĠR SĠSTEM SÖZKONUSU OLABĠLĠR MĠ?..

BĠR KERE DAHA ġu TANRI PARÇACIĞI KONUSU!.. HERġEYĠN TEORĠSĠ AÇISINDAN BAKINCA EVREN DĠYE ÖYLE KAPALI BĠR SĠSTEM SÖZKONUSU OLABĠLĠR MĠ?.. 1 BĠR KERE DAHA ġu TANRI PARÇACIĞI KONUSU!.. HERġEYĠN TEORĠSĠ AÇISINDAN BAKINCA EVREN DĠYE ÖYLE KAPALI BĠR SĠSTEM SÖZKONUSU OLABĠLĠR MĠ?.. Münir aktolga Temmuz 2012 ĠÇĠNDEKĠLER GĠRĠġ... 1 NEREDEN ÇIKTI

Detaylı

12. SINIF KONU ANLATIMLI

12. SINIF KONU ANLATIMLI 12. SINIF KONU ANLATIMLI 3. ÜNİTE: DALGA MEKANİĞİ 2. Konu ELEKTROMANYETİK DALGA ETKİNLİK VE TEST ÇÖZÜMLERİ 2 Elektromanyetik Dalga Etkinlik A nın Yanıtları 1. Elektromanyetik spektrum şekildeki gibidir.

Detaylı

ELEKTROSTATİK. Atomda proton ve nötrondan oluşan bir çekirdek ve çekirdeğin çevresinde yörüngelerde hareket eden elektronlar bulunur.

ELEKTROSTATİK. Atomda proton ve nötrondan oluşan bir çekirdek ve çekirdeğin çevresinde yörüngelerde hareket eden elektronlar bulunur. ELEKTROSTATİK Atomda proton ve nötrondan oluşan bir çekirdek ve çekirdeğin çevresinde yörüngelerde hareket eden elektronlar bulunur. Elektrik yüklerinin kaynağı atomun yapısında bulunan elekton ve proton

Detaylı

3. Maddenin Hallerinin Tanecikli Yapısı 4.Maddeyi Oluşturan Tanecikler

3. Maddenin Hallerinin Tanecikli Yapısı 4.Maddeyi Oluşturan Tanecikler 3. Maddenin Hallerinin Tanecikli Yapısı 4.Maddeyi Oluşturan Tanecikler 1.MADDENİN YAPI TAŞLARI-ATOMLAR Atom:Maddeyi oluşturan en küçük yapı taşıdır. Maddenin Sınıflandırılması 1.Katı 2.Sıvı 3.Gaz 1.Katı

Detaylı

FIZ Uygulama Vektörler

FIZ Uygulama Vektörler Vektörler Problem 1 - Serway 61/75 Bir dikdörtgenler prizmasının boyutları şekildeki gibi a=10,0 cm, b=20,0 cm ve c=15,0 cm dir. a) Yüz köşegen vektörü R 1 nedir? b) Cisim köşegen vektörü R 2 nedir? c)

Detaylı

Maddenin içine yaptığımız yolculukta...

Maddenin içine yaptığımız yolculukta... HİGGS NEDİR? Maddenin içine yaptığımız yolculukta... madde atom elektron proton quark çekirdek nötron Standart Model Standart Model Atomun İçi Doğadaki Temel Kuvvetler Temel Kuvvetler Değişim Parçacıkları

Detaylı

Bölüm 7. Manyetik Alan ve. Manyetik Kuvvet. Copyright 2008 Pearson Education Inc., publishing as Pearson Addison-Wesley

Bölüm 7. Manyetik Alan ve. Manyetik Kuvvet. Copyright 2008 Pearson Education Inc., publishing as Pearson Addison-Wesley Bölüm 7 Manyetik Alan ve Manyetik Kuvvet Hedef Öğretiler Manyetik Kuvvet Manyetik Alan ve Manyetik Akı Manyetik Alanda Yüklerin hareketi Yarıiletkenlerde Manyetik Kuvvet hesabı Manyetik Tork Elektrik Motor

Detaylı

ELEMENTLERİN SEMBOLLERİ VE ATOM

ELEMENTLERİN SEMBOLLERİ VE ATOM ELEMENT VE SEMBOLLERİ SAF MADDE: Kendisinden başka madde bulundurmayan maddelere denir. ELEMENT: İçerisinde tek cins atom bulunduran maddelere denir. Yani elementlerin yapı yaşı atomlardır. BİLEŞİK: En

Detaylı