Türk-Alman Marka Hukukunda Güncel Gelişmeler ve. Şirketler Topluluğu Hukuku Uluslararası Sempozyumları Mayıs 2014

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Türk-Alman Marka Hukukunda Güncel Gelişmeler ve. Şirketler Topluluğu Hukuku Uluslararası Sempozyumları 15 16 Mayıs 2014"

Transkript

1 Türk-Alman Marka Hukukunda Güncel Gelişmeler ve Türk-Alman Şirketler Topluluğu Hukuku Uluslararası Sempozyumları Mayıs Internationale Symposien zu aktuellen Entwicklungen im türkischen und deutschen Markenrecht und zum türkischen und deutschen Konzernrecht Mai 2014 DERLEYEN Herausgeber Prof. Dr. Kemal ŞENOCAK, LL.M. Prof. Dr. Mathias ROHE, M.A. Dr. Ali YARAYAN Av. Başar AY

2 İLETİŞİM ADRESİ: İnönü Üniversitesi, Elazığ Yolu 15. km, Malatya-Türkiye Tel: Fax : e-posta : hukuk@inonu.edu.tr II

3 SUNUŞ İnönü Üniversitesi ile İstanbul Ticaret Üniversitesi ve Friedrich- Alexander-Universitat Erlangen-Nürnberg Türk Hukuku Araştırma Merkezi tarafından Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası nın katkılarıyla gerçekleştirilen Türk-Alman Marka Hukukunda Güncel Gelişmeler Sempozyumu ve Türk-Alman Şirketler Topluluğu Hukuku Uluslararası Sempozyumu, Mayıs 2014 tarihleri arasında İstanbul da yapıldı. Sempozyumumuza katılan birbirinden değerli Yargıtay üyeleri, yerli ve yabancı akademisyenler, iki gün boyunca Türk ve Alman marka hukuku ile şirketler topluluğu hukuku konularını derinlemesine ele aldı. Günümüzde globalleşen dünya ticareti, teknoloji çağı, küreselleşen firma ve marka gibi olgular, fikri mülkiyet haklarının ekonomideki payını ve önemini artırmaktadır. Toplumlarda üretim ve ticaret yöntemleri de bir ihtiyaç olarak şekil değiştirmiş, büyük ölçüde fiziksel güç yerine beyin gücü öne çıkmaya başlamıştır. Fikri ve sınai mülkiyet hakları ülkelerin sadece ulusal ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik hukuki düzenlemeler gibi görünse de son dönemdeki teknolojik gelişmelerin dünya ekonomisini dönüştürmesi ile uluslararası bir nitelik kazanmıştır. İktisadi açıdan fikri mülkiyet hakları özellikle gelişmekte olan ülkeler için dış ticaret ve kalkınma sorunlarının çözümünde önemli bir paya sahip olmuştur. Uluslararası firmaların varlıkları arasında fikri mülkiyet hakları önemli bir yer tutmaktadır hatta bazı firmaların da en büyük sermayesi haline gelmiştir. Bugün bir ülke ekonomisinin uluslararası pazarda rekabet edebilmesinin temel unsurlarından birisi hiç şüphesiz iyi işleyen bir fikri mülkiyet sistemidir. Sanayiciler olarak bu konuda efektif korumaya ve geliştirilmeye ihtiyaç duymaktayız. Sempozyumumuzda bir araya gelerek her iki ülkenin uygulamalarını bizlerle paylaşan hukukçularımız, akademisyenlerimiz ve değerli yargı mensuplarımızın sunumlarından oluşan Türk-Alman Marka Hukukunda Güncel Gelişmeler ve Türk-Alman Şirketler Topluluğu Hukuku Uluslararası Sempozyumları adıyla hazırladığımız ve işletmelerin başvurabileceği bir bilgi kaynağı oluşturacağına inandığımız bu kitabı, sizlerin beğenisine sunmaktan mutluluk duyuyoruz. Saygılarımızla, Muharrem Hilmi KAYHAN Türkiye Tekstil Sanayii İşletmeleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı III

4 IV

5 İçindekiler / Inhaltsverzeichnis Açılış Konuşmaları Eröffnungsreden Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo von Grup Yararına İşletme Yöneticisi Eylemi Avrupa Reform Hususları ve Alman Statükosu Prof. Dr. Olaf Sosnitza Die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des EuGH Avrupa Adalet Divanı Hükümlerinde Referans Marka Kullanımı Prof. Dr. Peter O. Mülbert Alexander Wilhelm Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung Einwirkungen auf die Gesellschaft - Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti VII Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Ana Hatları Dr. Ingo Theusinger Das deutsche Konzernrecht - Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen - Alman Şirketler Topluluğu Hukuku İlkeler ve Güncel Pratik Sorular Dr. Ali Yarayan Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları Dr. Georg Fuchs-Wissemann Registrierte Marken, Benutzungsmarken und Namensrechte in der Rechtsprechung zum Deutschen MarkenG und zum Europäischen Markenrecht nach der GMV Alman Marka Yasasına (MarkenG) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve İsim Hakları Fethi Merdivan Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı Levent Yavuz Marka Hukukuna İlişkin Yargıtay Kararları Türkay Alıca Fikri ve Sınai Haklarda İhtiyati Tedbirler Uğur Çolak Tanınmış Markalar Yönünden Sulandırmaya Karşı Koruma V

6 VI

7 Açılış Konuşmaları Eröffnungsreden VII

8 VIII

9 MUHARREM KAYHAN TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI YÖNETİM KURULU BAŞKANI Değerli akademisyenlerimiz, Almanya dan gelen konuklarımız, saygıdeğer katılımcılar, sizlere kurumum ve şahsım adına hoşgeldiniz diyorum. Ben de konuşmama başlarken önce Soma daki facia nedeni ile bütün Türkiye ye ve sevdiklerini kaybedenlere başsağlığı diliyorum. Günümüzde globalleşen dünya ticareti ve teknoloji çağında, küreselleşen firma ve marka gibi olgular ile fikri mülkiyet hakları, ekonomideki payını ve önemini artıran bir gerçek haline geldi. Toplumlarda üretim ve ticaret yöntemleri de bir ihtiyaç olarak şekil değiştirdi. Büyük ölçüde fiziksel güç yerine, beyin gücü öne çıkmaya başladı. Bu globalleşmenin içerisinde aslında fiziki malların dünya içinde yer değiştirmesinin pratik ve doğal kaynaklar yönünden sınırları var, bilginin ve fikrin yer değiştirmesinde ise hiçbir sınır yok. Onun sürati eksponansiyel olarak artmaya devam edecek. Ama mal ticaretinin birçok yönden ciddi sınırları var. Globalleşmenin bundan sonraki evresinde aslında fikir, bilgi ve elle tutulamayan değerlerin mal ticaretine göre çok daha önem kazandığını göreceğiz diye düşünüyorum. Ülkelerin fikri ve sınai mülkiyet hakları, sadece ulusal ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik olarak görülse bile aslında uluslararası bir niteliği de böylelikle kazanmış oluyor. Fikri mülkiyet hakları bazı firmaların da en büyük sermayesi haline gelmiş durumda. Bir işveren sendikası, tekstil alanındaki sektörel bir işveren sendikası konuyla, neden bu kadar ilgilensin? Tekstil için bu çok daha manalı. Türkiye mizde bugün tekstil sektörü, en büyük dış ticaret fazlası veren sektör hatta tek anlamlı sektördür, diyebilirim. Türkiye gibi büyük ölçüde ticaret açığı veren, döviz açığı, cari açık veren bir ülkede tekstil ve hazır giyim sektörü tek başına 16 milyar dolar döviz fazlası ve katma değer yaratıyor. İsterseniz bunu bir de matematikten giderek anlatalım. Türkiye, bu tekstil ürününü pamuk olarak sattığında kilosu dolar. Bez olarak IX

10 sattığında kilosu 8-10 dolar. Giyim olarak sattığında kilosu 20 dolar. Markalı bir giyim ürünü olarak sattığında kilosu dolar. Bu tabi kaynakları zorlamayan değerin içinde marka var, bununla ilgili yapılan yatırımlar var, görülmeyen elle tutulamayan, fakat kıymeti kendinden menkul yani bu paralara alınıp satılan da bir ürün var. Dolayısıyla bu konularla ve firmaların bu konuya yapacağı yatırımlarla bağlantılı olarak sanayinin fikri mülkiyet hakları ile ilgilenmesi fevkalade doğal ve hatta Türkiye merkezinde düşünürseniz gecikmiş olduğunu söyleyebiliriz. Marka yapmak sadece bir isim verip, bir dükkân açmak değil. Bunun arkasında stratejisi olacak, odaklanması olacak. Sadece bir tüketici markası olarak da düşünmeyin. Bugün ürününü gidip çarşıdan alamayacağınız dünya markaları var. Intel gibi Bir mikroçip, dünyada herkes adını biliyor, markalı olarak satılıyor, jenerik diyebileceğimiz bir ürün. Fakat kendisi çok ciddi bir bilinç yaratmış ve içinde bulunduğu ürüne de kendisinden bir şeyler katıyor. Marka sadece İngilizce deyimiyle bir hype yani balon değil. Arkasında muhakkak buna giden bir araştırma var, geliştirme var, teknolojik bilgi var. Markaya, patente, tasarıma yatırım yapacak olan firmalarımız için bu, kumaşları, bezleri üretecek makinelere yapacakları yatırımlar kadar önemli. Doğal kaynaklar tarafından baktığımız zaman fikri mülkiyet haklarının Türkiye açısından daha anlamlı olduğuna inanıyoruz. Dünya ticaretinde üretim de gerektiğinde lokalize olabiliyor. Fakat bununla beraber markalar dünya çapında da olsalar gene kendi ülkelerine bu katma değeri bırakıyorlar. Biz bununla ilgiliyiz ve ilgili olmaya da devam edeceğiz. Tabii ayrıca sektörümüzün ve konunun teknolojik bir yönünden de bahsedeyim. Biraz önce karşılaştırmalı verdiğim hammaddeden mamule geçişteki mal değerindeki artışa bir de son senelerde, teknik tekstiller konusu eklendi. Bizim sanayimizde gelişmeye çok müsait bir konu. Türkiye nin ihracatında da teknik tekstillerin yüzdesi diğerlerine göre daha hızlı artıyor. Bunlar aslında tekstil sanayi tarafından üretilen fakat tarım, inşaat gibi değişik sanayilerde kullanılan tekstil ürünleri ve içlerinde çok ciddi teknolojik katkı var. Bir tüketici ürünü olmamasına rağmen bunların da kilosu dolarlara geliyor. Hem bir marka var hem içinde korunması gereken patentler var hem de Ar-Ge var. X

11 Dolayısıyla fikri ve sınai mülkiyet hakları önümüzdeki yıllarda bizim sanayimizin en önemli konusu olmaya adaydır. Hatta içinde bulunduğumuz dönem de önemini korumaktadır. Kendi tecrübelerime istinaden birkaç konudan bahsetmek istiyorum. Öncelikle Türk Patent Enstitüsü tarafından verilen, tanınan bir markanın yasal koruma yönünden yetersiz kalması sanayiyi rahatsız eden bir konu. Bununla ilgili olarak karşımıza çıkabilecek davalar yönünden tamamen savunmasız durumdayız. Bir firmanın, kendisine verilmiş bir markayla işletme ve pazarlama yatırımlarını yapıp, 4-5 yıl sonra bir başka markanın kendisiyle ilgili aleyhte bir davasıyla karşılaştığı ve kaybedeceği şeylerin çok daha fazla olduğu bir ortam söz konusu. Bu konuyla ilgili olarak kendim de çektim ama bu konuda muzdarip olan çok sayıda insan da var. Türk Patent Enstitüsü tarafından verilen bir markanın, kendi içinde değerli bir koruma sağlamasının gerekliliğine kişisel olarak inanıyorum. Bununla ilgili muhakkak önlemler konusunda çalışılacak, fikir teatisi yapılacak. Bizim uzman mahkemelerin hem ihlalleri önlediği hem de korumayı efektif olarak sağladığı bir ortama ihtiyacımız var. Kısacası sanayinin bu konuda başka bir talebi olamaz. Türkiye nin uluslararası ticaretinin ve kendi sınai yatırımlarının gelişmesi için temel unsurlarından biri iyi işleyen bir fikri mülkiyet sistemidir. Bu salonda bulunan herkes konunun çeşitli unsurları ile karşılaşıyor. Bence bu sempozyumun hep beraber, konuyu bir arada çözmek, bunu önemli bir teşvik unsuru ilan edip, altını çizmek yönünde bir görevi var. Biz de Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası olarak bu konuda gerekli yerlere sesinizi duyurmak için yapılacak çalışmalara destek vermeye hazırız. Bizim sanayi olarak bu konuyla ilgili hem korumaya hem de geliştirilmeye ihtiyacımız var. Ben bu vesile ile bu konuları tartışacak Türk ve Alman misafirlerimize, hukukçularımıza, yüksek yargıçlarımıza tekrar teşekkür ediyorum. Değerli katılımcılara başarılar diliyor, sorunun çözümü noktasında bu sempozyumun yararlı olacağını umut ediyorum. XI

12 XII

13 Grußwort des Präsidenten der FAU anl. des Symposiums Markenrecht/Konzernrecht Prof. Dr. Karl-Dieter Grüske Sehr geehrter Herr Kollege Ekren, meine sehr verehrten Damen und Herren, ich freue mich, Sie als Präsident der FAU im Namen der Universitätsleitung der FAU zu diesem deutsch-türkischen Symposium hier in Istanbul begrüßen zu dürfen. Ich bedanke mich sehr herzlich, dass Sie mich hierher eingeladen haben. Es ist mir eine besondere Freude, wenn renommierte Wissenschaftlerinnen und Wissenschaftler aus dem In- und Ausland Ihre Kenntnisse und Erfahrungen austauschen, den Blick auch über den nationalen Tellerrand hinaus heben. Das passt hervorragend zum Motto des deutsch-türkischen Wissenschaftsjahres, oder - wie es auch heißt- des Deutsch-Türkischen Jahres der Forschung, Bildung und Innovation 2014 : "Wissenschaft verbindet Nationen Science Bridging Nations". Gemeinsam mit ihrem türkischen Amtskollegen, Herrn Fikri Işık, Minister für Wissenschaft, Industrie und Technologie der Republik Türkei, und mehr als 600 Gästen eröffnete Frau Prof. Dr. Wanka im Januar das Wissenschaftsjahr. Im feierlichen Rahmen der Auftaktveranstaltung unterzeichneten Bundesministerin Wanka und Minister Isik eine Vereinbarung zum Ausbau der seit 1951 bestehenden bilateralen Kooperation. Weitere Kooperationsvereinbarungen schlossen die Deutsche Forschungsgemeinschaft (DFG) und ihr türkisches Pendant TÜBITAK sowie der Deutsche Akademische Austauschdienst (DAAD) und der Türkische Hochschulrat (YÖK). Derzeit gibt es mehr als 900 deutsch-türkische Hochschulkooperationen. Ich freue mich, dass ich heute bei der Ernte der ersten Früchte der deutschtürkischen Kooperation im Rahmen der Forschungsstelle für türkisches Recht an der Friedrich-Alexander-Universität Erlangen-Nürnberg, dabei sein kann. Das Spektrum dieser Forschungsstelle ist breit gefächert Fragestellungen des Familienrechts, Erbrechts und Internationalen Privatrechts werden ebenso wissenschaftlich behandelt wie des Handels- und Gesellschaftsrechts beider Länder. An der Forschungsstelle sollen entsprechende Lösungen erarbeitet werden, die sich häufig der Rechtsvergleichung zum deutschen und ggf. europäischen Recht widmen. Insofern ist auch die Rechtswissenschaft längst keine rein nationale Angelegenheit mehr. Mein Dank geht an Prof. Dr. Rohe, der die Forschungsstelle als deren Direktor gestern ja schon eingehender vorgestellt hat, sowie an den Geschäftsführer Dr. XIII

14 Ali Yarayan, Fachanwalt für Handels- und Gesellschaftsrecht, und nicht zuletzt und besonders herzlich an Prof. Dr. Kemal Şenocak, der u.a. als Gastprofessor an der Forschungsstelle für türkisches Recht an der FAU wirkt. Auch wenn einige von Ihnen schon selbst bei uns waren, möchte ich meine Universität kurz vorstellen. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen- Nürnberg das ist wohl einer der längsten Universitätsnamen Deutschlands; wir kürzen ihn deshalb auch gerne mit FAU ab. Der Name ist aber nicht ohne Grund so lang, denn er erinnert sowohl an Markgraf Friedrich von Brandenburg- Bayreuth, der die Universität 1743 gegründet hat, als auch an Markgraf Alexander von Brandenburg-Ansbach, einen ihrer entscheidenden frühen Förderer, der damit gleichsam als zweiter Gründer gelten darf. Sein Name wurde deshalb 1769 zum Universitätsnamen hinzugefügt. Fast 200 Jahre später änderte sich der Name ein weiteres Mal: als 1961 die Nürnberger Hochschule für Wirtschafts- und Sozialwissenschaften in die FAU integriert wurde. Mit gutem Grund nennen wir seither beide Städte also Erlangen und Nürnberg in unserem Universitätsnamen, denn unsere Fakultäten sind mit ihren Einrichtungen an beiden Standorten präsent. Mit ihren rund Studierenden, 660 Professorinnen und Professoren sowie rund Mitarbeiterinnen und Mitarbeitern gehört die FAU zu den großen und forschungsstarken Universitäten Deutschlands. Sie ist aufgeteilt in fünf Fakultäten: die Philosophische Fakultät und Fachbereich Theologie, die Rechtsund Wirtschaftswissenschaftliche, die Medizinische, die Naturwissenschaftliche und die Technische Fakultät. Somit bietet die Universität ein außerordentlich vielfältiges Fächerspektrum mit national und international ausgewiesenen Forscherpersönlichkeiten. Das zur Universitätsgründung vorherrschende Zeitalter der Aufklärung schrieb die kritische Vernunft als Maßstab des Denkens, Diskutierens und Handelns für die gesamte Neuzeit fest. Das damalige Selbstverständnis der Lehre lässt sich durch den Satz cogito ergo sum beschreiben und markiert damit auch die Maßstäbe heutiger Forschung und Lehre. Ergänzt wird dies durch die grundgesetzlich garantierte Freiheit von Forschung und Lehre, nicht zuletzt durch die unabhängige Stellung der Professorinnen und Professoren, sowie durch eine weitgehende Autonomie der Universitäten und Hochschulen, die miteinander national und international im Wettbewerb stehen. Dadurch haben wir alle eine besondere Verantwortung, sowohl die Universitätsleitung als auch die Akteure in der Wissenschaft, die sich durch ihre Leistungen auszeichnen. Lassen Sie mich ganz kurz ein paar Highlights unserer Forschungsstärke herausgreifen: Medical Valley - Exzellenzzentrum für Medizintechnik, nationaler Spitzencluster Energy Valley Energieforschung, Energie Campus Nürnberg, Nuremberg Campus of Technology, Helmholtz-Institut für Erneuerbare Energien Erlangen- Nürnberg XIV

15 Materialforschung und Optik Exzellenz-Cluster Engineering of Advanced Materials, Exzellenz-Graduate School of Advanced Optical Technologies, Max- Planck-Institut für die Physik des Lichts Audioforschung Fraunhofer-Institute (Erlangen ist die Wiege von mp3!) BMBF-Projekt Käte Hamburger Kolleg=Internationales Kolleg für Geisteswissenschaftliche Forschung "Schicksal, Freiheit und Prognose. Bewältigungsstrategien in Ostasien und Europa" Zentrum für Islamische Studien finanziert vom BMBF 1 von 4 sog. Zentren für Islamische Studien ist somit an der FAU, wo wir eine lange Tradition an Islamwissenschaft haben (Rückert, Bobzin). Auch Kollege Rohe ist in diesem Bereich aktiv. Und damit leite ich über zur Rechtswissenschaft bei uns. In Erlangen wird Rechtswissenschaft seit der Gründung der Universität im Jahre 1743 gelehrt. Bedeutende Juristen sind aus der Universität hervorgegangen, haben dort gelehrt und geforscht. Diese große Tradition wirkt fort: Modern und zukunftsorientiert präsentiert sich heute der Fachbereich Rechtswissenschaft. Mit der Universität in Erlangen entstand die erste Aufklärungsuniversität im süddeutschen Raum. Wie andere Universitäten im 18. Jahrhundert diente die Erlanger Universität in erster Linie den Erfordernissen des Staates, indem sie die Ausbildung von Verwaltungsfachkräften sicherstellte und die fürstliche Reputation erhöhte. Hier haben wir uns in den letzten Jahrhunderten doch deutlich weiterentwickelt. Am Fachbereich Rechtswissenschaft der Friedrich- Alexander-Universität haben herausragende Rechtswissenschaftler gearbeitet. Wie schaut es heute aus? Es studieren gegenwärtig etwa 2000 junge Menschen Rechtswissenschaft in unterschiedlicher Ausprägung bei uns, davon übrigens 60 % weibliche Studierende. Wir bilden diese zu hervorragenden Juristen aus, die in der Lage sind, eigenständig und kritisch zu denken. Unseren Studierenden bieten wir dazu u.a. die Möglichkeit, auch ausländische Rechtssysteme kennenzulernen, um ihren Horizont zu erweitern. Neben dem verbreiteten Englisch, Französisch, Italienisch und Spanisch wird Türkisch als fachspezifische Fremdsprache bei uns als einer von wenigen Standorten in Deutschland angeboten. Die Studierenden konnten sich erst kürzlich mit Kommilitoninnen und Kommilitonen der Dokuz- Eylül-Universität Izmir austauschen, die bei uns zu Gast waren. Auch der türkische Generalkonsul in Nürnberg war zu diesem Anlass anwesend. Unsere Studierenden haben zuletzt im April in Wien renommierte Preise bei internationalen Wettbewerben wie dem William Vis-Moot zum Internationalen Kauf- und Schiedsverfahrensrecht gewonnen. Wirtschaftsrelevante Themen bilden einen Schwerpunkt der juristischen Forschung an der FAU. In diesem Zusammenhang sei beispielsweise auf die Forschungsstellen für Bank- und Kapitalmarktrecht in Nordbayern, für Deutsches und Internationales Sportrecht und für Wirtschafts- und Medizinstrafrecht hingewiesen. Zudem bestehen enge Kooperationen mit bedeutenden Unternehmen, wie etwa der Rechtsabteilung des Siemens-Konzerns in Erlangen. Einen wertvollen Beitrag zur akademischen Sichtbarkeit der FAU leistet die schon oben erwähnte Forschungsstelle für türkisches Recht, die ebenfalls in XV

16 Anwesenheit des Generalkonsuls sowie hochrangiger Vertreter deutsch-türkischer Wirtschaftsinteressen eröffnet wurde Firmen sind mit deutschem Kapital in der Türkei tätig. Drei Millionen türkischstämmige Menschen leben in Deutschland, fünf Millionen deutsche Touristen besuchen das Land am Bosporus jedes Jahr. Da ist es nur selbstverständlich, auch die Wissenschaftsbeziehungen beider Länder zu vertiefen. Zum Beispiel durch den Studierendenaustausch: so studieren Türkinnen und Türken in Deutschland, davon fast 7000 Bildungsausländer. An der FAU haben wir 350 türkische Studierende, das ist die zweitgrößte Gruppe nach China, davon 105 im Fachbereich Rechtswissenschaft. Mit 15 türkischen Universitäten pflegt die FAU Partnerschaften im Rahmen des Erasmus- Programms. Durch die Eröffnung der Türkisch-Deutschen Universität dieser Tage wurde der Internationalisierungsstrategie für die Hochschulen, die Wissenschaft und die Forschung ein weiterer wichtiger Baustein hinzugefügt. Die DAAD- Generalsekretärin Rüland meinte dabei, dass diese neu gegründete Universität eine Lücke in der türkisch-deutschen Wissenschaftslandschaft schließe. Dem kann ich auch in meiner Eigenschaft als Vizepräsident der Hochschulrektorenkonferenz für Forschung und Wissenschaftlicher Nachwuchs aber auch als Kuratoriumsmitglied des DAAD nur zustimmen. Ein weiteres Beispiel sind Symposien wie das heutige zum Konzernrecht. Wenn man ein Grußwort vorzubereiten hat, meine Damen und Herren, dann greift man als ersten Einstieg gern zum Lexikon bzw. heutzutage zum Laptop. Bei Wikipedia steht unter der Erläuterung des Begriffs Konzernrecht: Das Konzernrecht befasst sich mit den rechtlichen Grundlagen von Konzernen. Klingt irgendwie einleuchtend. Das zentrale Wesensmerkmal des Konzerns aus dem engl. concern Firma, Unternehmen; Interesse, das letztlich auf lat. concernere (ver-)mischen zurückgeht ist die Zusammenfassung rechtlich selbständiger Unternehmen unter einheitlicher Leitung, so heißt es weiter. Und da scheint es offensichtlich eine Fülle von rechtlichen Fragestellungen zu geben, die zum Teil Gegenstand des heutigen Symposiums sind. Unter dem Titel Internationales Symposium zum türkischen und deutschen Konzernrecht haben Sie, allesamt ausgewiesene Expertinnen und Experten aus Deutschland und der Türkei, sich heute versammelt, um nicht nur diese Fragen zu beantworten, sondern um dabei auch gemeinsam eine Brücke über Ländergrenzen und auch Denkgrenzen zu schlagen. Als Volkswirt steht es mir nicht an und liegt es auch jenseits meiner fachlichen Expertise, auf die inhaltliche Thematik Ihres Symposiums eingehen zu wollen. Das überlasse ich lieber den nachfolgenden Rednern. Ich darf aber anmerken, dass die Titel der Vorträge auch für mich als rechtswissenschaftlich Interessierten äußerst vielversprechend und interessant klingen. Jura und Volkswirtschaftslehre haben enge Bezüge, wie das Beispiel von Ernst Eduard Hirsch zeigt, der beides studierte und im Oktober 1933 aufgrund der schändlichen Umstände in Deutschland einem Ruf der Universität Istanbul auf den Lehrstuhl für Handelsrecht folgte. Was für ihn oder andere Juristen zunächst XVI

17 Zuflucht war, beeinflusst bis heute den Austausch beider Rechtssysteme. Das Denken des Römischen Rechts findet sich z.b. im Privat-, Straf-, und Verfassungsrecht der Türkei wieder. In den fast zwei Jahrzehnten der akademischen Tätigkeit von Hirsch in der Türkei sind sein konzeptionelles Wirken und seine gesetzgeberischen Arbeiten hervorzuheben; er lieferte Gesetzentwürfe und Konzepte zum türkischen Handelsgesetzbuch, Aktiengesetz, Universitätengesetz und zur Urheber- und Erfinderrechtsgesetzgebung nahm er dann noch einen Ruf an die Freie Universität Berlin als Ordinarius für Handelsrecht und Rechtssoziologie an. Zwischen 1953 und 1955 war Hirsch gewählter Rektor und Prorektor der Freien Universität Berlin eine der heutigen Kooperationspartner der Türkisch-Deutschen Universität, die ja wie oben schon angesprochen, unter starker Medienbegleitung vor wenigen Wochen hier in Istanbul offiziell eröffnet wurde. Wie schrieb 1958 eine türkische Tagesszeitung: Professor Hirsch ist nach den zwanzig Jahren, die er in der Türkei verbracht hat, völlig einer der unseren geworden. Er mag ein sehr guter Deutscher sein, aber zweifellos ist er im gleichen Grad ein guter Türke. Und so hoffe ich, dass auch zukünftig der Wille und die Fähigkeit zur freundschaftlichen Zusammenarbeit nicht nur in der Wissenschaft vorhanden sein werden. Abschließend spreche ich meinen ganz besonders herzlichen Dank für die hervorragende Organisation dieses Symposiums aus. Dass hier ein rechtsvergleichender Austausch zu Fragen des Marken- und Konzernrechts stattfinden kann, ist nicht zuletzt dem Arbeitgeberverband der Textilindustrie in der Türkei (Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası) zu verdanken. Für die großzügige Drittmittelgewährung zur Unterstützung der Wissenschaft bedanke ich mich stellvertretend bei dessen Vorstandsvorsitzenden, Herrn Muharrem Kayhan, sehr herzlich. Solche Veranstaltungen eignen sich ausgezeichnet, um neue wissenschaftliche Impulse zu erhalten und sich mit Kolleginnen und Kollegen aus dem In- und Ausland fachlich auszutauschen. Ich hoffe, dieser wissenschaftliche Austausch entwickelt sich zu einer Tradition und ich kann zumindest den einen oder anderen unter Ihnen auch einmal bei uns an der FAU begrüßen. Meine Damen und Herren, ich wünsche Ihnen eine anregende und spannende Zeit hier in Istanbul sowie zahlreiche interessante Gespräche. Herzlichen Dank für Ihre Aufmerksamkeit. XVII

18 XVIII

19 MARKA HUKUKU / ŞİRKETLER TOPLULUĞU HUKUKU SEMPOZYUMLARI AÇILIŞ KONUŞMASI Prof. Dr. Karl-Dieter Grüske Sayın Bayanlar ve Baylar, Burada İstanbul da, başkanı olduğum FAU üniversite yönetimi adına sizlere Alman, Türk sempozyumuna hoş geldiniz deme fırsatına sahip olduğum için çok mutluyum. Aynı zamanda, beni buraya davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Yurtiçinden ve yurtdışından tanınmış bilim insanlarının bilgi ve deneyimlerini birbirleri ile paylaşmaları ve ufuklarını kendi milli sınırlarının dışına genişletmeleri benim için ayrıca özel bir mutluluktur. Bu durum Alman, Türk Bilim Yılı, diğer adıyla Alman, Türk Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı 2014 için seçilmiş olan slogana da muhteşem bir şekilde uyuyor: Bilim Ulusları Birleştirir - Science Bridging Nations Sayın Prof. Dr. Wanka Ocak ayında Türk mevkidaşı, Türkiye Cumhuriyeti Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Fikri Işık ve 600 den fazla davetli ile birlikte bilim yılını başlattı. Başlangıç etkinliğinin törensel çerçevesinde Federal Bakan Wanka ve Bakan Fikri Işık 1951 yılından beri mevcut olan ikili işbirliğinin genişletilmesine ilişkin bir sözleşme imzaladılar. Bu sözleşmede bir yönetim grubunun işbaşına getirilmesi öngörülmektedir. Ayrıca Alman Araştırma Birliği (DFG) ile Türkiye de aynı görevleri yerine getiren TÜBİTAK arasında ve Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) ile Yükseköğretim Kurulu (YÖK) arasında da işbirliği sözleşmeleri imzalandı. Şu anda 900 den fazla Alman, Türk Yüksek Okul İşbirliği mevcuttur. Bugün, Erlangen Nürnberg Friedrich Alexander Üniversitesi bünyesindeki Türk Hukuku Araştırma Bölümü çerçevesinde, Alman, Türk işbirliğinin ilk meyvelerinin hasadına katılabildiğim için çok mutluyum. Bu araştırma bölümünün yelpazesi çok geniş: Aile hukuku, miras hukuku ve uluslararası özel hukuk hakkında sorular ve her iki ülkenin ticaret ve şirketler hukuku aynı derecede bilimsel açıdan ele alınmaktadır. Sıkça Alman ile Avrupa hukuku arasında karşılaştırmalı hukuk çalışmaları yapan araştırma bölümünde, uygun çözümlerin üretilmesi hedeflenmektedir. XIX

20 Böylece artık hukuk bilimi de çoktan sadece ulusal bir konu olmaktan çıktı. Araştırma merkezinin müdürü olarak dün merkez hakkında ayrıntılı bilgi veren Prof. Dr. Rohe, ticaret ve şirketler hukuku uzman avukat ve genel müdür Dr. Ali Yarayan, ve özellikle de FAU da Türk Hukuku Araştırma Bölümünde misafir profesör sıfatıyla ders veren Prof. Dr. Kemal Şenocak hocalarımıza da buradan içtenlikle teşekkür etmek istiyorum. Bazılarınız bizi bizzat ziyaret etmiş olsanız da, sizlere üniversitemi kısaca tanıtmak istiyorum. Erlangen Nürnberg Friedrich Alexander Üniversitesi bu isim herhalde Almanya Üniversiteleri arasında en uzun isimlerden bir tanesidir. Bu sebepten dolayı biz de ismimizi FAU olarak kısaltmayı severiz. İsminin bu kadar uzun olmasının bir nedeni var. Bize hem 1743 yılında üniversiteyi kuran Markgraf Friedrich von Brandenburg-Bayreuth hem de ilk başlarda üniversiteye büyük destek sağlayan ve böylece ikinci kurucusu sayılabilecek Markgraf Alexander von Brandenburg-Ansbach isimli asilzadeleri hatırlatıyor. Bu sebepten dolayı onun da ismi 1769 yılında üniversitenin adına eklenmiştir yılında, yani neredeyse 200 sene sonra, Nürnberg İktisat ve Sosyal Bilimler Yüksek Okulu FAU bünyesine eklendiğinde üniversitenin ismi bir kere daha değişti. O zamandan beri üniversitemizin isminde her iki şehrin ismi, yani Erlangen ve Nürnberg, anılmaktadır çünkü fakültelerimiz bölümleriyle her iki şehirde de bulunmaktadır talebesi, 660 profesörü ve takriben çalışanı ile FAU Almanya nın en büyük ve araştırma alanında en güçlü 10 üniversitesinin arasında bulunmaktadır. Üniversitemiz beş fakülteden oluşmaktadır: Teoloji dalını içeren felsefe fakültesi, hukuk ve iktisat bilimleri fakültesi, tıp fakültesi, fen bilimleri fakültesi ve teknik fakültesi. Bu sayede üniversitemiz ulusal ve uluslararası tanınmış değerli araştırmacılarla birlikte olağanüstü geniş bir ders yelpazesi sunuyor. Üniversitenin kurulduğu çağa Aydınlanma çağı diyoruz ve bu çağda eleştirisel anlayış, tüm yeniçağ için düşünmenin, tartışmanın ve davranışın ölçüsü olarak belirlendi. XX

21 Öğretinin o zamanki kendisini kavrayış şekli cogito ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım) cümlesi ile tarif edilebilir ve böylece bugünkü araştırma ve öğretinin ölçüleri de belirlendi. Tüm bunlar, profesörlerin bağımsız konumları, kendi aralarında hem ulusal hem de uluslararası alanda rekabet halinde olan üniversitelerin ve yüksekokulların büyük ölçüde otonom olmaları sayesinde temel prensip olarak araştırmanın ve öğretinin bağımsız olmasının garanti edilmesiyle tamamlanmaktadır. Bu sebepten dolayı hepimizin, yani hem üniversite yönetiminin hem de performansları ile parlayan bilim aktörlerinin çok özel sorumluluğumuz vardır. Araştırmada güçlü olduğumuz alanlardan bazı flaş konuları takdim etmeme izin verin: Medical Valley Ulusal Öncü Sanayi Kümelenmesinin Tıp Teknolojisi İçin Mükemmeliyet Merkezi Energy Valley Enerji araştırması, Nürnberg Enerji Kampüsü, Nuernberg Campus of Technology, Yenilenebilir Enerjiler Helmholtz Enstitüsü Malzeme araştırması ve Optik Engineering of Advanced Materials, Graduate School of Advanced Optical Technologies ve Işığın Fiziği Max Planck Enstitüsü Ses araştırma Fraunhofer Enstitüleri (mp3!) BMBF Projesi Käte Hamburger Kolleg = Beşeri Bilimler Araştırmaları İçin Uluslararası Çalışma Grubu Kader, hürriyet ve öngörü. Doğu Asya ve Avrupa da başa çıkma stratejileri İslam Araştırmaları Merkezi BMBF tarafından finanse ediliyor ve böylece 4 İslam Araştırma Merkezlerinden 1 tanesi FAU bünyesinde bulunuyor. İslam Bilimi konusunda üniversitemiz köklü bir geçmişe sahiptir (Rückert, Bobzin). Sayın Rohe hocamız da bu alanda çalışmaktadır. Ve böylece bünyemizdeki Hukuk Bilim Dalına geçiyorum. Erlangen de Hukuk Bilim Dalı kürsüsü üniversitenin kurulduğu 1743 yılından beri mevcuttur. Bu üniversiteden çok değerli hukukçular mezun olmuş, burada ders vermiş ve araştırma yapmışlardır. Bu büyük gelenek devam ediyor: Günümüzün Hukuk Bilim Dalı, kendisini modern ve geleceğe yönelik olarak sunmaktadır. Erlangen de kurulan üniversite ile Güney Almanya bölgesinin ilk Aydınlanma Üniversitesi oluştu. XXI

22 18. yüzyılın diğer üniversiteleri gibi Erlangen Üniversitesi de idari kadronun eğitimini garanti altına alarak ve kraliyetin şan, şöhret ve itibarını arttırarak, esas amaç olarak devletin ihtiyaçlarına hizmet ediyordu. Geride bıraktığımız yüzyıllarda bu konumdan çok daha ileriye doğru geliştik. Friedrich Alexander Üniversitesi Hukuk Bilim Dalında öne çıkan birçok hukuk bilim insanı çalıştı. Bunlardan sadece bazılarını anmak gerekirse: Bachof, Zippelius, Gadendam, Puchta isimlerini saymak yeterli olur. Günümüzde durum nasıl? Takriben 2000 genç hukuk biliminin çeşitli dallarında eğitim alıyor ve bunların %60 oranını kızlar oluşturuyor. Biz bu talebeleri eğitip, bağımsız ve eleştirisel düşünebilen birer parlak hukukçu olmalarını sağlıyoruz. Talebelerimize ufuklarını genişletmeleri amacıyla diğer şeylerin yanı sıra yabancı hukuk sistemlerini de tanıma olanağı sunuyoruz. Yaygın olan İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolcanın yanı sıra üniversitemizde ihtisas özellikli yabancı lisan olarak Türkçe sunulmaktadır ve bu olanak Almanya da bizim dışımızda çok az üniversitede bulunmaktadır. Talebelerimiz daha geçtiğimiz günlerde İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde okuyan ve bizi ziyaret eden talebelerle fikir alışverişinde bulunma şansı elde etti. Bu vesileyle T.C. Nürnberg Başkonsolosu da üniversitemizi ziyaret etti. Talebelerimiz uluslararası yarışmalarda, en son Nisan ayında Viyana da Uluslararası Satın Alma ve Hakem Mahkemesi Hukuku konusunda William Vis-Moot ödülü gibi birçok saygın ödül kazandılar. FAU da gerçekleştirilen hukuki araştırmaların ağırlık noktasını iktisadi açıdan önemli olan konular teşkil etmektedir. Bu bağlamda Kuzey Bavyera da bulunan Bankalar ve Sermaye Piyasası Hukuku, Alman ve Uluslararası Spor Hukuku (önemli bir ticari faktör) ve İktisadi ve Tıbbi Ceza Hukuku Araştırma Bölümlerine dikkatinizi çekmek isterim. Bunun haricinde önemli şirketlerle, örneğin Siemens Şirketler Grubunun Erlangen Hukuk Bölümüyle sıkı bir işbirliği yürütülmektedir. FAU nun akademik görülebilirliğine önemli bir katkı da yukarıda bahsettiğim ve açılışına hem başkonsolosun hem de Alman, Türk ticari çevrelerinden önemli isimlerin katıldığı Türk Hukukunu Araştırma Bölümünden gelmektedir. XXII

23 Alman sermayeli 5000 şirket Türkiye de faaliyet göstermektedir. Almanya da üç milyon Türk kökenli insan yaşamaktadır ve her sene beş milyon Alman turist Türkiye ye gelmektedir. Bu durumda her iki ülke arasındaki bilimsel ilişkileri de derinleştirmek çok doğaldır. Örneğin talebe değişimi vasıtasıyla: Almanya da Türk talebe üniversitelerde eğitim alıyor ve bunların neredeyse 7000 i üniversiteye girme hakkını yurtdışında elde etmiş talebe. (HRK (Yüksek Okul Rektörler Konferansı) tarafından bildirilen sayılara göre talebe üniversiteye girme hakkını Almanya da elde etmiş). Türk, Alman Üniversitesinin bugünlerde yapılan açılışı sayesinde yüksekokullara, bilime ve araştırmaya ilişkin enternasyonalleştirme stratejisine önemli bir katkı daha eklenmiş oldu. DAAD genel sekreteri Sayın Rüland, yeni kurulan bu üniversitenin Türk, Alman bilim dünyasında bir boşluğu dolduracağına inandığını belirtti. Bu fikre ben de hem Araştırma ve Bilim İnsanı Yetiştirme Yüksek Okul Rektörler Konferansı Başkan Yardımcısı hem de DAAD Yönetim Kurulu Üyesi sıfatımla içtenlikle katılıyorum. Diğer örnekler ise, bugünkü Tröst hukuku konulu sempozyum gibi farklı sempozyumlardır. Sayın misafirler, bir hoş geldiniz konuşması hazırlamak durumunda kaldığınızda, giriş bölümü açısından, önce bir ansiklopediye veya artık günümüzde Laptopunuza bakıyorsunuz. Wikipedia ya baktığımda Şirketler Toplumluluğu Hukuku teriminin açıklaması olarak şöyle yazıyor: Şirketler Topluluğu Hukuku, Şirketler Topluluğu Şirketlerinin hukuki temelleri ile ilgilidir. Kulağa mantıklı geliyor. Açıklama şöyle devam ediyor: Adları İngilizce concern den gelen ve anlamı firma, şirket, ilgi olan ve daha da geriye gidersek Latince concernere karıştırmak kelimesine dayanan konsernlerin merkezi özellikleri, hukuken bağımsız olan şirketlerin tek bir yönetim altında bir araya getirilmesidir. Öyle görünüyor ki, bu konuda çok sayıda hukuki sorular var ve bu sorular kısmen bugünkü sempozyumun konusunu teşkil ediyor. Sizler hepiniz bu konunun uzmanları olarak Almanya dan ve Türkiye den gelip bugün Türk ve Alman Konsern Hukuku konusunda Uluslararası Sempozyum başlığı altında ve sadece bu soruları cevaplamakla kalmayıp, bu XXIII

24 esnada hep birlikte ülkelerin sınırlarını ve aynı zamanda düşünce sınırlarını da aşan bir köprü kurmak için burada toplandınız. Benim bir ekonomist olarak sempozyumunuzun konusal içeriklerine değinmem hem yakışmaz hem de zaten ihtisas alanımın dışında kalır. Bunu benden sonraki konuşmacılara bırakıyorum. Fakat konuşma başlıklarının, hukuk bilimine karşı merak duyan birisi olarak, bana da çok ilginç geldiğini belirtmek isterim. Her iki dalda üniversite eğitimi almış olan ve 1933 yılının Ekim ayında Almanya da o günkü utanılacak durumlardan dolayı İstanbul Üniversitesinden gelen daveti kabul edip İktisadi Hukuk kürsüsüne giden Ernst Eduard Hirsch örneğinde gördüğümüz gibi hukuk ve iktisat bilimleri arasında sıkı bağlar var. Onun ve diğer hukukçular için başlangıçta bir sığınma olan durum, günümüze kadar her iki hukuk sisteminin alışverişini etkilemeye devam ediyor. Örneğin Roma Hukukunun düşünce tarzı, Türkiye nin Medeni, Ceza ve Anayasal Hukukunda görülmektedir. Hirsch in Türkiye de neredeyse 20 yıl süren akademik çalışmaları esnasında yarattığı konsepsiyonel etki ve yasama çalışmaları öne çıkarılmalıdır. Türk Ticaret Kanunu, Hisse Senetleri Kanunu, Üniversiteler Kanunu ve Patent / Telif Hakkı için yasa tasarıları hazırladı yılında Berlin Hür Üniversitesinden Ticaret Hukuku ve Hukuk Sosyolojisi kürsüsü için yapılan Ordinaryüs Profesörlük davetini kabul etti ile 1955 yılları arasında Berlin Hür Üniversitesinde rektör yardımcılığı yaptı ve sonra rektör seçildi. Berlin Hür Üniversitesi, yukarıda da bahsettiğimiz gibi birkaç hafta önce burada İstanbul da yoğun bir medya ilgisiyle resmi açılışı yapılan Türk, Alman Üniversitesinin işbirliği partnerlerinden birisidir yılında bir Türk gazetesi şöyle yazıyordu: Profesör Hirsch Türkiye de geçirdiği yirmi seneden sonra tamamen bizden birisi olmuştur. O, çok iyi bir Alman olabilir ama kuşkusuz aynı derecede iyi bir Türk tür. Gelecekte de, olumsuz şartlar olsa bile, dostça işbirliği yapma isteğinin ve becerisinin sadece bilim alanında değil, her alanda olacağını umuyorum. Son olarak bu sempozyumun harika organizasyonu için de özellikle ve tüm kalbimle teşekkür etmek istiyorum. Bugün burada Marka ve Konsern Hukuku soruları hakkında kıyaslayıcı bir fikir alış verişinin yapılabiliyor olmasında Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası nın büyük katkısı vardır. XXIV

25 Bilime destek olma amacıyla yapmış olduğu bonkör yardımlarından dolayı Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası nı temsilen Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Muharrem Kayhan a gönülden teşekkür ederim. Bu tür etkinlikler, yeni bilimsel fikirler edinmek ve hem yurtiçi hem de yurtdışından meslektaşlarla konu hakkında bilgi alışverişi yapmak için harika olanaklar sunuyor. Bu bilimsel alışverişin bir geleneğe dönüşmesini ve sizlerden en azından birkaç kişiyi bizim orada FAU da misafir edebilmeyi umuyorum. Sayın misafirler, sizlere burada İstanbul da ilham ve heyecan verici bir etkinlik geçirmenizi ve ilginç görüşmeler yapmanızı diliyorum. Teşekkür ederim. XXV

26

27 Grußwort zur Eröffnung des Internationalen Symposiums zu aktuellen Entwicklungen im türkischen und deutschen Markenrecht Prof. Dr. Mathias Rohe Meine Herren Präsidenten, sehr geehrte Damen und Herrn, liebe Kolleginnen und Kollegen, es ist mir eine Ehre und Freude, anlässlich unseres heutigen Symposiums ein Grußwort im meiner Eigenschaft als Mitgründer der Forschungsstelle für Türkisches Recht am Fachbereich Rechtswissenschaften der Friedrich-Alexander- Universität Erlangen-Nürnberg an Sie zu richten. Leider bin ich nicht in der Lage, das auf Türkisch zu tun, eine Sprache, die ich als Jurist wegen ihrer außerordentlich logischen Struktur sehr schätze, von der ich aber leider nur ein paar Worte verstehe. Umso dankbarer bin ich für die Übersetzung und dem Umstand, dass einige türkische Kollegen perfekt Deutsch sprechen. Ich bin dem Präsidenten unserer Universität, Herrn Prof. Grüske, sehr dankbar dafür, dass er unserer Veranstaltung die Ehre gibt. Er zeigt damit die Verbundenheit der Gesamtuniversität mit ihrer rechtswissenschaftlichen Forschung und Lehre. Das hat eine gewisse Tradition: Die Gründungsrede unserer Universität am 4. November 1743 hielt Andreas Elias Rossmann, der damalige Dekan der juristischen Fakultät als einer der vier Gründungsfakultäten. Da unser Präsident morgen noch selbst beim folgenden Symposium zum Konzernrecht ein Grußwort sprechen wird, wäre es unangemessen, wenn ich hier an seiner Stelle über unsere Gesamtuniversität sprechen würde. Zunächst möchte ich mich besonders herzlich bei den Kollegen Prof. Kemal Şenocak und Dr. Ali Yarayan bedanken. Ohne ihren engagierten Einsatz wäre es nicht zur Gründung unserer neuen Forschungsstelle für türkisches Recht im vergangenen Jahr gekommen, welche dieses Symposium mit veranstaltet. Bitte gestatten Sie mir, bei dieser ersten großen Veranstaltung einige wenige Worte zu den Hintergründen dieser Forschungsstelle an Sie zu richten. Wie Sie wissen, lebt in Deutschland seit nun fast 50 Jahren eine große Zahl von Türken und türkischstämmigen Deutschen in Deutschland. Mit annähernd drei Millionen Menschen stellen sie die größte Gruppe (ehemaliger) Zuwanderer und Professor an der Universität Erlangen-Nürnberg

28 heutiger Mitbürgerinnen und Mitbürger. Als fleißige Leute, sogenannte Gastarbeiter sind sie gekommen und haben mit schwerer Arbeit viel zum wirtschaftlichen Erfolg Deutschlands beigetragen. Viele von ihnen hatten nur eine geringe Schul- und Berufsbildung. Viele von ihnen aber haben sich ebenso darum bemüht, dass ihre Kinder und Enkel durch intensive Bildungsanstrengungen gute berufliche Perspektiven erlangten; über die Jahre sind weitere Verbindungen durch viele deutsch-türkische Eheschließungen entstanden. In der dritten und vierten Generation haben wir nun eine erfreulich wachsende Zahl türkischstämmiger Mitbürgerinnen und Mitbürger, die sich zum Universitätsstudium qualifizieren und Rechtswissenschaften als Studiengang wählen. Mit ihrer Kenntnis der deutschen als auch der türkischen Sprache und Kultur sind sie ganz besonders gut geeignet, die historisch gewachsenen, engen Kontakte zwischen unseren Ländern fortzuentwickeln. Da zur modernen Juristenausbildung in Deutschland mittlerweile auch fachspezifische Fremdsprachenkenntnisse zählen, hat sich unsere Universität entschlossen, neben Englisch, Französisch, Italienisch, Spanisch und Russisch auch Türkisch als solche Sprache zu etablieren. Es ist uns gelungen, mit dem Kollegen Dr. Ali Yarayan einen hochqualifizierten Dozenten zu gewinnen, der als Frucht seiner Arbeit nun auch das erste einschlägige Lehrbuch in Deutschland (Türk Medenî Hukuku Temel Bilgiler Türkçe-Almanca Hukuk Terimleri Sözlüğü Ekli Olarak, Ankara 2013) vorgelegt hat. Seine Arbeit an unserer Universität und seine Freundschaft mit dem geschätzten Kollegen Kemal Şenocak, einem vorzüglichen Kenner auch der deutschen Sprache und Rechtskultur, war und ist die Grundlage für die Einrichtung unserer Forschungsstelle, eine der wenigen ihrer Art in Deutschland. Was wollen wir mit ihr bewirken? Bereits seit längerer Zeit bieten wir Lehrveranstaltungen zum türkischen Recht, auch rechtsvergleichend, an, ergänzt durch Kooperationsveranstaltungen mit anderen juristischen Lehrstühlen. Zudem werden Rechtsgutachten zum türkischen Recht erstellt, beispielsweise für deutsche Gerichte. Wir haben eine beträchtliche Menge an türkischer juristischer Fachliteratur angeschafft und pflegen dies in unserer Bibliothek weiter, damit künftig auch weitere rechtsvergleichende wissenschaftliche Arbeiten an unserer Universität erstellt werden können. Für die Zukunft planen wir Tagungen für Wissenschaftler und Praktiker, zum Beispiel zur Fortbildung der Anwaltschaft im Gesellschaftsrecht, Arbeitsrecht oder Wettbewerbsrecht, gerne in Kooperation mit einschlägig interessierten türkischen Vereinigungen. Mittelfristig könnte sich aus alledem auch ein Kompetenzzentrum für EU-Programme im Zusammenhang mit der Entwicklung II

29 des türkischen Rechts herausbilden, um nur eine mögliche Perspektive zu benennen. Zunächst aber freue ich mich sehr über diese erste große Auftaktveranstaltung. Die heute und morgen stattfindenden Symposien sehen wir als wichtigen Teil unserer Arbeit an. Schon im Juni werden weitere Tagungen zum Aktienrecht und Versicherungsrecht in Kayseri stattfinden, wiederum dank der unermüdlichen und bewundernswerten Bemühungen des Kollegen Kemal Şenocak. Ich bin erfreut und stolz darauf, dass es uns gelungen ist, höchstkarätige türkische und deutsche Referenten aus Wissenschaft und Praxis für dieses Symposium zu gewinnen. Ich bedaure es allerdings, dass mein Freund Christian Wichard, Vizepräsident der World Intellectual Property Organisation, entgegen seinen festen Absichten nun doch noch kurzfristig seine Teilnahme absagen musste. Ausgerechnet in diesen Tagen wird ein neuer Präsident für die Organisation bestimmt, und als dessen Stellvertreter ist seine Anwesenheit in Genf selbstverständlich unverzichtbar. Er hat mich gebeten, sein tiefes Bedauern über die notwendige Absage und herzlichste Grüße für eine gelingende Tagung zu übermitteln. Ich freue mich nicht zuletzt auch ganz besonders darüber, dass dieses Symposium in einem so festlichen Rahmen herzlichen Dank den großzügigen Sponsoren - in einer Stadt stattfindet, die für mich die schönste Stadt der Welt ist (die geschätzten Kollegen aus Ankara mögen mir diese Parteinahme verzeihen). Als kleiner Junge von 8 Jahren war ich 1968 zum ersten Mal hier, fasziniert vom schmiedeeisernen Aufzug im Hotel Pera Palas, den ich soweit möglich den ganzen Tag hinauf- und hinuntergefahren bin. Damals endete die Stadt noch bei Edirnekapı, der Flughafen hieß Yeşilköy, und der Flug von Deutschland hierher kostete 3000 Mark das ist zum Glück nun billiger geworden. Dass die Stadt mich nicht losgelassen hat, können Sie dem Umstand entnehmen, dass ich nun zum vierzehnten Mal angereist bin. Heute ist Istanbul eine führende Weltmetropole in einem aufstrebenden Land mit jünger Bevölkerung und sich stark entwickelnder Wirtschaft. Einige der Wirtschaftsdaten liegen erheblich über denen mancher Mitgliedstaaten der EU. Die Handelsverflechtungen zwischen der Türkei und Deutschland sind beträchtlich und expandieren; deutsche Exporte von mehr als 2 Milliarden Dollar, türkische Exporte in Höhe von mehr als einer Milliarde Dollar im vergangenen Jahr unterstreichen dies. Wichtige Firmen unterhalten Niederlassungen oder joint ventures im jeweils anderen Land. Das gilt nicht nur für Weltkonzerne wie Siemens, das wichtigste Unternehmen in unserer Stadt Erlangen, sondern auch für ein weltweit agierendes mittelständisches Kommunikationsunternehmen aus III

30 Erlangen, das hier in Istanbul eine große Niederlassung unterhält und von hier aus zum Beispiel die Kommunikation zwischen US-amerikanischen Kunden abwickelt. In der Metropolregion Nürnberg, in der unsere Universität angesiedelt ist, hat sich unter anderem ein Deutsch-Türkischer Unternehmerverein (Avrupa Metropol Bölgesi Nürnberg İşadamları Derneği) gegründet, der zuletzt im November 2013 einen erfolgreichen deutsch-türkischen Wirtschaftstag veranstaltet hat. Unter seinen Mitgliedern finden sich acht türkischstämmige ortsansässige Rechtsanwälte. Einige unter ihnen haben bei uns studiert und haben es besonders begrüßt, dass wir nun insbesondere für den türkischstämmigen Nachwuchs gezielte Spezialisierungsmöglichkeiten bieten, die ihnen den Brückenbau zwischen unseren Ländern ermöglichen. Um beim Thema Brückenbau noch einmal persönlich zu werden: Als Junge bin ich in Ihr schönes Land gekommen, weil mein Vater als Diplomingenieur die Verantwortung für eines der ersten Bauprojekte im Rahmen des Güneydoğu Anadolu Projesi in der Gegend von Elazığ, bekannt unter dem Namen Keban Barajı, hatte. Die Brücke über den Murat, die er gebaut hat, steht noch. Ich selbst habe kein Talent für Ingenieursleistungen, aber ich freue mich, in der Nachfolge meines Vaters auf meine Weise als Jurist ein wenig zum Brückenbau zwischen unseren Ländern beitragen zu können. Gerade in der wirtschaftlichen und rechtlichen Kooperation kann es gelingen, zu dauerhaft fruchtbarem Austausch zu gelangen. Wir entdecken dabei eine Fülle gemeinsamer Anliegen und Interessen. In der täglichen Zusammenarbeit werden manche bestehenden Ängste abgebaut, gegenseitiges Vertrauen kann entstehen. Ich wünsche und erhoffe mir, dass solche Zusammenarbeit künftig immer stärker wird. Dafür benötigen wir auch effiziente und verlässliche Rahmenbedingungen. Ich hoffe in diesem Zusammenhang sehr, dass Deutschland nun endlich den unwürdigen Zustand der Visabeantragung für türkische Geschäftsreisende beendet. Es ist absurd, dass manche nun offenbar Visa für Italien beantragen müssen, um damit rechtzeitig nach Deutschland einreisen zu können. In wenigen Tagen werde ich bei einer Tagung erneut mit der Staatsministerin für Integrationsfragen im Bundeskanzleramt zusammentreffen und sie auf dieses Anliegen ansprechen. Ich bin mir sicher, dass ich damit bei Frau Ministerin Aydan Özoğuz ein offenes Ohr finden werde, und sie hoffentlich ebenso in der Regierung. Zu den wichtigen Rahmenbedingungen für dauerhafte erfolgreiche Kooperation gehören aber vor allem auch stabile politische und rechtliche Rahmenbedingungen. Investitionsschutz, der Schutz geistigen Eigentums und IV

31 auch von Marken zählen maßgeblich dazu. Wir müssen verstehen lernen, wie diese Dinge in unseren Ländern geregelt sind und umgesetzt werden, um daraus verlässliche Grundlagen für wirtschaftliche Tätigkeit entwickeln zu können. In diesem Sinne freue ich mich auf interessante Referate, angeregte Diskussionen und Austausch im Rahmen dieser Veranstaltung. Sie kann einen wichtigen Beitrag zu unseren gemeinsamen Interessen leisten und mehr als nur einen Tropfen zu einem großen See hinzufügen im Sinne des schönen türkischen Sprichworts damlaya damlaya göl olur. Vielen Dank! V

32 VI

33 GÜNCEL TÜRK VE ALMAN MARKA HUKUKU ULUSLARARASI SEMPOZYUMU AÇILIŞ KONUŞMASI Prof. Dr. Mathias Rohe Erlangen, 6 Mayıs 2014 Sayın Başkanlarım, Bayanlar ve Baylar, Sevgili Meslektaşlarım, Bugünkü sempozyumumuz çerçevesinde, Erlangen Friedrich-Alexander- Üniversitesi hukuk bilimleri bölümünde araştırma kurumunun kurucularında biri olarak burada sizlere yönelik bir konuşma yapabiliyor olmak, benim için büyük bir onur ve sevinç kaynağıdır. Türk Diline hukukçu biri olarak sıra dışı mantık yapısı nedeniyle çok değer vermeme rağmen, maalesef bu konuşmayı Türkçe yapacak durumda değilim, çünkü sadece birkaç kelime biliyorum. Ancak buna karşılık çeviri için ve bazı meslektaşların mükemmel Almanca konuşmasından dolayı minnettarım. Üniversitemizin başkanı bay Prof. Grüske ye organizasyonumuza katılma şerefini göstermesinden dolayı müteşekkirim. Böylece hukuki bilimsel araştırma ve eğitimi ile birlikte toplu üniversiteye bağlılığını gösteriyor. Bunun belli bir geleneği vardır: Üniversitemizin 4 Kasım 1743 tarihli kuruluş konuşmasını, o tarihteki dört kurucu fakültelerinden biri olan hukuk fakültesi dekanı Bay Andreas Elias Rossmann yapmıştı. Başkanımızın kendiside yarınki sempozyumda konzern hukuku hakkında konuşma yapacağı için, şimdi burada toplu üniversitemiz hakkında bilgi vermem doğru olmaz. Öncelikle meslektaşlarım Prof. Kemal Şenocak ve Dr. Ali Yarayan a teşekkür etmek istiyorum. Onların katılımı olmadan, bu sempozyumu da beraberinde düzenleyen geçen yılki Türk hukuku ile ilgili yeni araştırma kurumunun kuruluşu mümkün olmazdı. Lütfen burada araştırma kurumunun kuruluş nedenlerine yönelik art alan bilgileriyle ilgili birkaç cümle kurmama müsaade edin. Sizinde bildiğiniz üzere, yaklaşım 50 yıldır Almanya da büyük sayıda Türk ve Türk kökenli Almanlar yaşamaktadır. Yaklaşık üç milyonluk kişi sayılarıyla, bir zamanların göçmenlerini ve günümüzün vatandaşları arasında en büyük grubu temsil ediyorlar. Çalışkan insanlar olarak, misafir işçi tabiriyle geldiler ve ağır işlerde çalışarak Almanya ekonomisinin başarısı için büyük VII

34 katkılar sağladılar. Birçoğunun sadece çok az okul ve meslek eğitimleri vardı. Ancak çoğu da çocuk ve torunlarının yoğun bir eğitim sayesinde iyi bir mesleki bakış açısı yakalamaları için büyük çaba göstermişlerdir; geçen her yılla birlikte Alman-Türk evlilikleri nedeniyle yeni bağlantılar kuruldu. Üçüncü ve dördüncü jenerasyonda, üniversite eğitimi almaya kalifiye olan ve bölüm olarak hukuki bilimleri seven Türk kökenli vatandaşların sayısında sevindirici bir yükselme var. Almanca ve Türkçe dil ve kültür bilgileri sayesinde, tarihsel açıdan ülkelerimiz arasında gelişmiş olan yakın teması geliştirmeye devam etmeye son derece uygunlar. Almanya da modern hukukçu yetiştirme için uzman yabancı dil bilgisi de gerekli olduğundan, üniversitemiz İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Rusçanın yanı sıra Türkçeye de yer vermeye karar vermiştir. Meslektaşımız Dr. Ali Yarayanla yüksek kalifikasyona sahip bir doçent kazanma şansına nail olduk ve şimdi çalışmalarının meyvesi olarak Almanya da ilk önemli eğitim kitabı (Türk Medenî Hukuku Temel Bilgiler Türkçe-Almanca Hukuk Terimleri Sözlüğü Ekli Olarak, Ankara 2013) yayımlanmıştır. Üniversitemizdeki çalışmaları, değerli meslektaşımız Kemal Şenocak ile olan arkadaşlığı, Alman dilinin ve hukuk kültürüne mükemmel hakimiyeti ile araştırma kurumumuzun kuruluş temeli, Almanya da türü çok az bulunanlardandır. Onunla ne yapmak istiyoruz? Uzun zamandan beri Türk hukuk dalına ait kayda değer sayıda yayınlar temin ettik ve kütüphanemizde saklamaya devam ediyoruz ki, gelecekte de üniversitemizde karşılaştırılabilir bilimsel çalışmalar yapılabilmeye devam etsin. Gelecek için bilim adamları ve stajyerler için, ilgili Türk dernekleriyle işbirliği çerçevesinde kongreler düzenlemeyi planlıyoruz, örneğin toplum hukukunda, iş hukuku ya da rekabet hukukunda avukatlığı geliştirmek. Orta vadede tüm bu olan bitenden Türk hukukunun gelişmesi çerçevesinde, bir olası perspektif belirtebilmek adına AB-programları için bir sorumluluk merkezi oluşabilir. Fakat öncelikle ilk büyük açılış organizasyonuna seviniyorum. Bugün ve yarın gerçekleştirilecek olan sempozyumu, işimizin önemli bir parçası olarak görüyorum. Haziran ayında hisse senedi hukuku ve sigorta hukuku konusunda Kayseri de yeni organizasyonlar gerçekleştirilecek olup, yorulmak bilmeyen taktire değer çabalarından dolayı meslektaşım Kemal Şenocak a teşekkür etmek istiyorum. Bu sempozyum için, bilim ve uygulama alanından yüksek karatlı Türk ve Alman konuşmacalar sağlayabildiğimiz için çok memnun ve gururluyum. Ancak World Intellectual Property Organizasyonun asbaşkanı arkadaşım Christian Wichard ın gelmek konusunda kararlı olmasına rağmen son anda katılımını iptal VIII

35 etmek zorunda kalmış olması nedeniyle çok üzgünüm. Sadece şu günlerde organizasyon için yeni başkan seçimi yaptıkları için, asbaşkan olarak Cenevre deki katılımı elbette vazgeçilmez olurdu. Sizlere gerekli olan iptal konusundaki üzüntüsünü ve başarılı bir konferans için saygılarını iletmemi rica etti. Ayrıca bu sempozyumun böyle eğlenceli bir çerçevede bonkör sponsorlara teşekkürler benim için dünyanın en güzel şehri olan İstanbul da düzenleniyor olması (Ankaralı meslektaşlarım bu taraflı tutumumu affetmelerini rica ediyorum) ayrı bir anlam taşıyor. 8 yaşında küçük bir çocukken, 1968 yılında ilk kez buraya gelmiştim ve Pera Palas otelinin dövme demir asansörüne hayran kalmıştım ve bütün gün inip çıkmıştım. O tarihlerde şehir daha Edirnekapı da son buluyordu, hava alanının adı Yeşilköy ve Almanya dan buraya uçuşun fiyatı 3000 Alman Markıydı neyse ki uçuşlar artık çok daha ucuz. Bu şehrin bende bağımlılık yapmış olduğunu, buraya on dördüncü kez gelmiş olmamdan anlayabilirsiniz. Günümüzde İstanbul gelişmekte olan bir ülkede, oldukça genç bir nüfusa sahip ve güçlü bir şekilde gelişen ekonomiye sahip lider bir dünya metropolüdür. Bazı ekonomi değerleri kimi AB üyesi devletlerininkinden çok daha yüksektir. Türkiye ve Almanya arasındaki ticaret ağı kayda değer ve genişlemektedir; geçen yıl 2 milyar Dolar Alman ihracatı ve 1 milyar Dolar Türk ihracatı bunun kanıtıdır. Önemli firmalar ilgili ülkelerde şube ya da joint venture lar kuruyorlar. Bu sadece, Erlangen şehrinin en önemli firması Siemens gibi dünya holdingleri için değil, aynı zamanda İstanbul da büyük bir şubesi bulunana ve buradan örneğin Amerikalı müşterileri arasındaki iletişimi sağlayan Erlangenli orta ölçekli iletişim firması içinde geçerlidir. Üniversitemizin bulunduğu metropol bölge Nürnberg te ayrıca bir Türk-Alman işletme derneği (Avrupa Metropol Bölgesi Nürnberg İşadamları Derneği) kurulmuş olup, en son Kasım 2013 tarihinde başarılı bir Türk-Alman ekonomi konferansı düzenlemiştir. Üyeleri arasında Türk kökenli yerel sekiz avukat bulunmaktadır. Bazıları bizde eğitim aldı ve özellikle Türk kökenli nesil için hedef odaklı uzmanlaşma imkânlarının gelişmesiyle, ülkelerimiz arasında köprü kurulumuna fırsat tanınması bizi ayrıca memnun ediyor. Köprü inşası konusunda kalarak tekrar özel bir konuya değinmek istiyorum: küçük çocukken ülkenize geldim, çünkü babam yüksek mühendis olarak Güneydoğu Anadolu Projesi çerçevesinde gerçekleştirilen ilk inşaat projelerinden birinden sorumluydu, Elazığ yakınlarındaki Keban Barajı. Murat nehri üzerine kurmuş olduğu köprü hala duruyor. Şahsen kendimde mühendislik performansları konusunda bir yeteneğim yok, ancak hukukçu kimliğimle babamın IX

36 halefi olarak iki ülke arasında köprü inşasına kendimce katkı sağlayabilmekten son derece memnunum. Özellikle ekonomik ve hukuki işbirliğinde, uzun vadeli değiş tokuş imkanı sağlanabilir. Bu sırada aynı olan bir dizi ortak istek ve ilgi alanları keşfediyoruz. Düzenli işbirliğinde bazı mevcut korkular azalıyor, karşılıklı güven oluşuyor. Böyle bir işbirliğinin gelecekte daha da yoğunlaşmasını ümit ediyorum. Bunun için daha verimli ve güvenilir genel şartlara gereksinim vardır. Bu bağlamda Almanya nın Türk işadamlarından yakışıksız vize talebine bir son vermesini diliyorum. Almanya ya zamanında giriş yapabilmek için, başvurularını İtalya üzerinden yapmak zorunda kalmaları anlamsız bir durumdur. Birkaç gün sonra federal başbakanlıktaki bir konferans sırasında tekrar entegrasyondan sorumlu devlet bakanı ile bir araya geleceğim ve bu konudaki isteği ileteceğim. Bayan bakan Aydan Özoğuz un bu konuya ilgi göstereceğinden eminim ve umarım hükümette gereken ilgiyi gösterir. Sürdürülebilir başarılı işbirliğinde önemli genel şartlar arasında sabit politik ve hukuki genel şartlarında olması gereklidir. Yatırım güvencesi, zihinsel mülkiyet güvencesi ve marka güvencesi bunların arasında yer alır. Buradan ekonomik çalışmalar için güvenilir temeller geliştirebilmemiz için, bu işlerin ülkelerimizde nasıl düzenlendiğini ve uygulandığını anlamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bu bağlamda organizasyon çerçevesindeki enteresan sunumları, heyecanlı tartışmalar ve değiş tokuşları heyecanla bekliyorum. Ortak ilgi alanlarımız için önemli bir katkı sağlayabilir ve büyük göle bir damladan fazlasını ekleyebilir, tıpkı Türk atasözü gibi damlaya damlaya göl olur. Son olarak bu konferansı sıra dışı bir şekilde cömertçe desteklediği için - tekstil çalışanlar derneğine çok teşekkür etmek istiyorum. Bu durum dünya çapında bilinen Türk misafirperverliği için büyük bir artı puan anlamına gelmektedir. Bize özel hoş bir atmosfer içerisinde verimli bir bilgi ve fikir alışverişi yapmamıza olanak sağlıyor ve bu sırada ülkenizin seçkin kültürünü yakından tanıma şansı sunuyor. Çok teşekkürler! X

37 Konuşmacıların Bildiri Metinleri Vorträge der Redner XI

38 XII

39 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Prof. Dr. Friedrich L. Ekey I Einleitung Unter dem Kennzeichenrecht versteht das deutsche Markengesetz das Recht der Marken, der geschäftlichen Bezeichnungen sowie der geografischen Herkunftsangaben. Dabei schließt nach 3 MarkenG das MarkenG die Heranziehung anderer als markengesetzlicher Vorschriften zum Kennzeichenschutz nicht aus. Während das deutsche Kennzeichenrecht, jedenfalls was die Registermarke angeht, harmonisiertes europäisches Recht darstellt, unterliegen kennzeichenrechtliche Auseinandersetzungen in Deutschland weiterhin dem nationalen Recht. Allerdings sind auch für die markenrechtlichen Konflikte zunehmend europäische Einflüsse unverkennbar. Zu verweisen ist hier z.b. auf die Enforcement-Richtlinie und natürlich die Rechtsprechung des EuGH. Verstöße gegen die im MarkenG als Teil des Deliktsrechts geregelten Kennzeichenrechte lösen üblicherweise u.a. Unterlassungsansprüche, Beseitigungsansprüche, Auskunftsansprüche oder Schadenersatzansprüche aus. In der Praxis liegt der Schwerpunkt der Konflikte allerdings eher im Bereich der Unterlassungsansprüche. Das liegt zum einen daran, dass Ansprüche auf Ersatz des durch eine Zeichenverletzung ausgelösten Schadens häufig schwer quantifizierbar sind. Auch ist die Durchsetzung des Schadenersatzanspruchs nach jahrelangen gerichtlichen Verfahren Rechtsanwalt 1

40 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey gerade auch im Bereich der Produktpiraterie und der damit verwandten Sachverhalte häufig unmöglich. Zum anderen liegt das Überwiegen von Unterlassungsansprüchen in kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen in dem Umstand begründet, dass sie im Wege der vorgerichtlichen Abmahnung des des einstweiligen Rechtschutzes in der Praxis häufig schnell und effektiv durchgesetzt werden können. Die deutsche Rechtspraxis entwickelte für die kennzeichenrechtliche Abmahnung und die kennzeichenrechtliche einstweilige Verfügung Besonderheiten, die Gegenstand meines Beitrages sind (vgl. auch meine Kommentierung zu 14 MarkenG Rn 378 ff in Ekey, Bender, Fuchs- Wissemann, Heidelberger Kommentar zum Markenrecht Band 1, 3. Aufl., Heidelberg 2014, die diesen Ausführungen zugrunde liegen). II Abmahnung 12 Abs. 1 UWG (Gesetz gegen den unlauteren Wettbewerb) enthält für das Recht des unlauteren Wettbewerbs die Obliegenheit des Gläubigers, seinen Schuldner vor Einleitung eines gerichtlichen Verfahrens abzumahnen, um ihm die Möglichkeit zu geben, den Streit durch Abgabe einer strafbewerten Unterlassungserklärung beizulegen. Als Abmahnung kann eine außergerichtliche Mitteilung des von einer wirklichen oder vermeintlichen Verletzungshandlung Betroffenen an einen mutmaßlichen Verletzer verstanden werden, wonach dieser sich rechtswidrig verhalten hat, verbunden mit der Aufforderung, das Verhalten zukünftig zu unterlassen und innerhalb einer zu bestimmenden Frist eine strafbewerte Unterlassungserklärung abzugeben. Die Abmahnung soll einem Verletzer den Weg eröffnen, z.b. den markenrechtlich Verletzten klaglos zu stellen (Ekey in Ekey/Bender/Fuchs- Wissemann, HK MarkenG, 14 Rn 426 ff, 3. Aufl.). 2

41 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht 1. Entsprechende Anwendung von 12 Abs 1 S. 1 UWG Gemäß einer starken, in der InstanzRspr und Literatur vertretenen Auffassung ist 12 Abs 1 S. 1 UWG auch im Markenverfahrensrecht analog anzuwenden (Hacker in Ströbele/Hacker, MarkenG, 14 Rn 426, 10. Aufl., Fn 1083 jew. mn d. zt widersprüchlichen Rspr der Instanzgerichte; Ingerl/Rohnke Vor Rn 94, 2. Aufl; Fezer 14 Rn 1081 ff, 4. Aufl.). Teplitzky ua nehmen keine im Markenrecht für eine Analogie unerlässliche Rechtslücke an, weil im Markenrecht weiterhin die gefestigten Regeln über die Geschäftsführung ohne Auftrag greifen würden (s. auch BGH WRP 2008, S f Clone-CD; BGH WRP 2007, 325 ff Abmahnung außerhalb des Wettbewerbsrechts ; OLG München MarkenR 2006, 236 f Erstattung von Abmahnkosten; Teplitzky, Wettbewerbsrechtliche Ansprüche und Verfahren, Kap 41 Rn 1, 10. Aufl.; Ditmer in Büscher/Dittmer/Schiwy, Gewerblicher Rechtsschutz pp., Vor 12 UWG Rn 92, 2. Aufl.; Ingerl/Rohnke, Vor d Rn 295; Hirsch in Fezer, Handbuch der Markenpraxis, Markenverletzungsverfahren I 4 Rn 77, 2. Auf.). Aus diesem Grund scheide eine Analogie grds aus. Hiergegen spricht aber die Verschränkung der durch das Markengesetz sowie das UWG geregelten Rechtsgebiete. Sowohl zb der Schutz der geografischen Herkunftsbezeichnungen in 5 Abs 1 Nr 1 UWG geografische oder betriebliche Herkunft als auch in 126 ff beziehen sich auf gleichlaufende Sachverhalte. Auch nach 2 soll der Schutz nach dem MarkenG die Anwendung anderer Vorschriften also auch von 12 I UWG nicht einschließen. Hinzu kommt, dass der Schutz geschäftlicher Kennzeichen in 5, 15 zuvor in 16 af geregelt war und durch die Einfügung von 12 I UWG keine Änderung der Rechtslage eintreten sollte. Diese Gefahr bestünde jedoch, wenn nunmehr der Schutz nach 5, 15 nach anderen Regeln als den in 12 Abs. 1 UWG normierten zu erfolgen hätte. Im Ergebnis praktiziert die Rspr ohnehin faktisch die entsprechende Anwendung von 12 Abs UWG auf markenrechtliche Streitigkeiten (vgl nur Runkel, Anwaltsformulare Gewerblicher Rechtschutz, 5. Auf S. 394 f 3

42 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey mn). Um auch einen weiteren Gleichklang insbesondere der Rspr mit Ansprüchen aus dem UWG und dem dieses Gesetzes bei ihrer Durchsetzung zu gewährleisten, ist die hier empfohlene Analogie geboten. 2. Notwendigkeit der Abmahnung Nach 93 ZPO hat der Kläger die Verfahrenskosten zu tragen, wenn der Beklagte nicht durch sein Verhalten zur Einl gerichtlicher Maßnahmen Veranlassung gegeben hat und er den Anspruch des Klägers sofort anerkennt. Vor der gerichtlichen Geltendmachung markenrechtlicher Ansprüche hat zwar nicht als Zulässigkeitsvoraussetzung, aber zur Vermeidung der Kostenlast nach 93 ZPO die vorherige wirksame Abmahnung des Verletzers zu erfolgen (statt aller BGH NJW 1990, 1905 f Antwortpflicht des Abgemahnten; OLG Hamburg NJW-RR 2002, 215 f lässt zur Änderung der Kostenentscheidung bei ergangener einstweiliger Verfügung ohne vorherige Abmahnung das Rechtsmittel des Widerspruches zu; OLG Schleswig MMR 2001, 176 ff; OLG Frankfurt GRUR-RR 2001, 72 einstweilige Verfügung vor Abmahnung; OLG Köln NJW-RR 1989, 58; 1987, NJW- RR 1448; OLG Hamm NJW-RR 1987, 428; OLG Bremen NJW 1970, 867; Fezer 14 Rn 542; Teplitzky Kap 41 Rn 2). Dies gilt selbst bei bes zeitgebundenen Verstößen, zb während einer Messe, bei der auch mündliche Abmahnungen möglich und erforderlich sein können (OLG Köln NJW-RR 1987, 36; zw OLG Köln WRP 1974, 563 f). Eine Abmahnung kann dann entbehrlich sein, wenn der Störer erklärt, einer gerichtlichen Auseinandersetzung gelassen entgegenzusehen (LG Hagen WRP 2002, 360 ff). In 12 Abs 1 UWG und nunmehr auch in 97 a Abs. 1 S. 2, Abs. 2 UrhG hat der Gesetzgeber die Pflicht des zum Unterlassungsverlangen berechtigten Gläubigers normiert, vor Einleitung von gerichtlichen Schritten den Schuldner abzumahnen und ihm Gelegenheit zu geben, durch Abgabe einer mit einer angemessenen Vertragsstrafe bewehrten Unterlassungsverpflichtung die Auseinandersetzung beizulegen (vgl Ekey in HK-WettbR 12 Rn 2 ff). Hierin kommt ein allgemeiner Grundsatz zum Ausdruck 4

43 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht (vgl auch Köhler FS für F Erdmann, München 2002, 845 ff, der eine gewohnheitsrechtliche Anspruchsgrundlage annimmt), der auch ohne die teilweise abgelehnte Analogie von 12 Abs. 1 UWG im Markenrecht gilt. 3. Ausnahme von der Notwendigkeit einer vorherigen Abmahnung Von dem Grundsatz, vor Einl gerichtlicher Schritte zur Vermeidung von Kostennachteilen den Schuldner zunächst abzumahnen, sind im MarkenR für bestimmte Fallgruppen Ausnahmen zuzulassen. Entbehrlich ist eine vorherige Abmahnung (ausnahmsweise) nur dann, wenn dem Gläubiger des Anspruchs eine Abmahnung nach den Umständen des Einzelfalles objektiv unzumutbar ist (Hirsch in Fezer, Handbuch der Markenpraxis, I 4 Markenverletzungsverfahren, Rn 30). Dies wird dann angenommen, wenn eine Abmahnung die Durchsetzung der berechtigten Ansprüche des Gläubigers vereiteln würde oder dies aus seiner Sicht zumindest zu befürchten steht (zur Entbehrlichkeit der Abmahnung bei einem wettbewerbsrechtlichen Sequestrationsanspruch: OLG Düsseldorf NJW- WettbR 1998, 234 f; allg OLG Köln OLG-Report 2001, 12 f; OLG Düsseldorf WRP 1997, 471 Ohrstecker; OLG Nürnberg WRP 1995, 427; KG WRP 1984, 325 f; OLG Hamburg GRUR 1984, 758; OLG Frankfurt GRUR 1983, 753 ff Pengo; Hoene in Hoene Runkel, Anwaltsformulare Gewerblicher Rechtschutz, S. 17 f, 5. Aufl mn; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 16). Bei einer einstweiligen Verfügung zur Sicherstellung von Produktpirateriewaren zur Sicherung des Vernichtungsanspruchs gem 18 soll eine vorherige Abmahnung nicht notwendig sein (OLG Frankfurt GRUR 2006, 264 Abmahnerfordernis; OLG Stuttgart NJW-RR 2001, 257 f Porsche Spider 550; Fezer 18 Rn 34; aa OLG Braunschweig GRUR-RR 2005, 103 f Flüchtige Ware; OLG Köln WRP 1983, 453). Einer Abmahnung bedarf es dann nicht, wenn der Verletzte bei objektiver Würdigung der Umstände des Einzelfalls zu dem Erg gelangen kann, er werde sein berechtigtes Begehren nicht ohne gerichtliche Hilfe durchsetzen können, weil die Erfolglosigkeit der Abmahnung von vornherein vorauszusehen ist oder weil es aus anderen Gründen unzumutbar ist, den Verletzer vor Beschreitung des Gerichtsweges zur Unterlassung aufzufor- 5

44 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey dern (OLG Schleswig MMR 2001, 176 f; OLG Köln OLG-Report 2001, 12 f). Entspr den zum UWG entwickelten Kriterien ist bei Vorliegen eines schweren Markenrechtsverstoßes oder eines vorsätzlichen Handelns des Schuldners nach richtiger Auffassung eine Abmahnung ebenfalls entbehrlich (OLG Stuttgart NJW-RR 2001, 257 f Porsche Spider 550; OLG Köln OLG-Report 2001, 12 f; WRP 1984, 349; WRP 1977, 276; NJW 1969, 935; OLG Düsseldorf GRUR 1979, 191; OLG Frankfurt GRUR 1985, 240; WRP 1982, 589; KG WRP 1984, 326 f; OLG Schleswig GRUR 1973, 103 f; OLG Hamburg WRP 1972, 262, 388; Baumbach/Hefermehl UWG Einl Rn 543; Stein/Jonas/Borg, ZPO 93 Rn 18; Steininger WRP 1999, 1195 ff; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 13; aa, die an Bedeutung gewinnt, KG WRP 2003, 101 f Entbehrliche Abmahnung mn; OLG München WRP 1983, 45; OLG Hamburg NJW-WettbR 1996, 93 f; Melullis Rn 770 f; Teplitzky Kap 41 Rn 22, 25; Sosnitza in Piper/Ohly/Sosnitza UWG, 12 Rn 7, 5. Aufl. jeweils mn). Wenn ein Verletzer sich vorsätzlich oder grob fahrlässig mittels eines schweren Verstoßes über markenrechtliche Normen hinwegsetzt, ist dieser Fall gleich dem zu bewerten, in dem der Verletzer gegen ein tituliertes Verbot verstößt. Dann darf es dem Verletzten nicht zugemutet werden, mit der sofortigen Einl gerichtlicher Schritte abzuwarten und gar noch mit dem Rechtsverletzer zu kommunizieren (Ekey in HK-WettbR 12 Rn 14; aa zb Teplitzky Kap 41, Rn 25 mn, der lediglich ausnahmsweise und meist nur ivm anderen Umständen aus der Vorsätzlichkeit der Verletzungshandlung den Schluss ziehen will, dass eine Abmahnung zwecklos sei; so auch OLG Schleswig MMR 2001, 176 f mn). Um das Kostenrisiko des Verletzten zu reduzieren, sollte die Beurteilung, ob eine Abmahnung entbehrlich erschien, aus der Sicht des Verletzten erfolgen (Grüber in Walter/Grüber, Anwaltshandbuch, S 5; Ekey in HK- WettbR 12 Rn 15). IÜ ist in Zweifelsfällen der Gläubiger eines markenrechtlichen Anspruchs gut beraten, seinen Schuldner vor der Einl gericht- 6

45 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht licher Schritte abzumahnen, wenn nicht die zur Unzumutbarkeit einer Abmahnung führenden Gesichtspunkte offensichtlich vorliegen. 4. Einzelheiten der Abmahnung a) Form Für eine Abmahnung ist keine Form vorgeschrieben. Sie kann schriftlich, mündlich, fernmündlich, durch Telefax, durch Telebrief oder durch E- Mail erfolgen (vgl zb OLG Köln OLG-Report 2001, 12 f; Teplitzky Kap. 41 Rn 12). Wie sonst auch im Rechtsverkehr empfiehlt es sich, eine Form für die Vornahme der Abmahnung zu wählen, bei der nicht nur die Tatsache der Abmahnung, sondern auch die des Zugangs bewiesen werden kann (OLG München NJW-WettbR 1998, 65; Hirsch in Fezer, Handbuch der Markenpraxis I 4 Markenverletzungsverfahren, Rn 33, 2. Aufl.; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 19). Sofern die Abmahnung keine einseitige Willenserklärung nach 174 BGB darstellt, bedarf es nach richtiger Meinung auch nicht der Beifügung einer Vollmacht eines etwaigen Vertreters (BGH GRUR 2010, 1120 ff Vollmachtsnachweis: Wenn die Abmahnung mit einem Angebot zum Abschluss eines Unterwerfungsvertrages verbunden ist ; OLG Karlsruhe NJW-RR 1990, 1323; KG GRUR 1988, 79; OLG Hamburg WRP 1986, 106; OLG Köln WRP 1985, 360; OLG Hamm WRP 1982, 592; eingehend zum Ganzen Teplitzky Kap 41 Rn 6 a) mn; Pfister WRP 2002, 799 ff; Gloy 60 Rn 30; Baumbach/Hefermehl UWG Einl Rn 530 ff, 22. Aufl; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 19; aa OLG Düsseldorf WRP 2001, 52 f Abmahnvollmacht; OLG Nürnberg GRUR 1991, 387; OLG Dresden NJW-WettbR 1999, 140, 142; Sosnitza in Piper/Ohly/Sosnitza, 12 Rn 3.; Melullis Rn 396, wonach der Verletzer nach einer Abmahnung den Nachweis einer Vollmacht verlangen kann). Bei einer bloßen Abmachung, die kein Angebot zum Abschluss eines Unterwerfungsvertrages enthält, soll wegen ihres Charakters als einseitige Erklärung 174 BGB entsprechend anzuwenden sein, weil die Analogie bei allen geschäftsähnlichen Handlungen geboten sei (Bornkamm in Köhler/Bornkamm UWG 12 Rn 1.27 mn). Hiergegen spricht, dass für die 7

46 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Annahme einer entsprechenden Anwendung von 174 BGB auf Abmahnungen im gewerblichen Rechtsschutz aus Gründen der auch von der hm aufgeführten Gesichtspunkte (Praktikabilität usw, s. auch Bornkamm aao Rn 1.25) es an einer Regelungslücke mangelt. b) Inhalt Die Abmahnung enthält zunächst die Aufforderung an den markenrechtlichen Störer, eine Unterlassungserklärung für den Fall einer erstmaligen oder erneuten markenrechtlichen Verletzungshandlung abzugeben, die mit dem Versprechen verbunden ist, im Falle der Zuwiderhandlung eine angemessene Vertragsstrafe zu zahlen. Der Abmahnung kommt eine Streitvermeidungs-, Warn- und Kostenvermeidungsfunktion zu (statt aller Sosnitza, aao, Rn 2). Der Abgemahnte muss erkennen können, aufgrund welcher Marke er abgemahnt wird. Bei einer Registermarke genügt die Angabe der Registernummer; im Falle der Abmahnung wegen einer Benutzermarke sollte jedenfalls die Benutzung und die etwaige Verkehrsgeltung nach 4 Nr 2 behauptet werden. Nicht erforderlich ist, dass der Abmahnende nähere Ausführungen zum Erwerb und Bestand seines Schutzrechtes macht. Erfolgen solche dennoch, so dürfen sie weder unrichtig noch missverständlich oder irreführend sein (BGH NJW-RR 1995, 810 Abnehmerwarnung; OLG Hamburg GRUR-RR 2002, 145 ff Cat Stevens II). Sofern die Anmeldung eines Zeichens als Marke, die vorrangige Rechte verletzen würde, eine Begehungsgefahr schafft, vermag bereits die Rücknahme der Anmeldung oder die Beschränkung des Waren- und Dienstleistungsverzeichnisses die Erstbegehungsgefahr auszuräumen, ohne dass es der Abgabe einer strafbewehrten Unterlassungserklärung bedarf (Dittmer, Büscher/Dittmer/Schiwy, Vor 12 UWG Rn 22). Während die durch einen Markenrechtsverstoß begründete Wiederholungsgefahr nur durch eine strafbewehrte Unterlassungserklärung ausgeräumt werden kann, genügt zur Eliminierung der Erstbegehungsgefahr die vorbehaltlose und eindeutige Erklärung, dass die zu beanstandende Hand- 8

47 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht lung in der Zukunft nicht vorgenommen wird (BGH GRUR 2001, 1174 ff Berühmungsaufgabe; Dittmer aao, Rn 21). IdR bedarf die geforderte Unterwerfungserkl. auch entspr 12 I UWG der Absicherung durch ein Vertragsstrafeversprechen, weil nur dieses, ähnlich wie ein gerichtlicher Titel, vor weiteren Verstößen sichert. Die Vertragsstrafe wird durch jeden schuldhaften Verstoß gem 339 BGB verwirkt; aus diesem Grund bestehen gegen die Praxis, die Vertragsstrafe lediglich für den Fall eines schuldhaften Verstoßes zu versprechen, keine Bedenken, denn eine Haftung aus dem Vertragsstrafeversprechen setzt regelmäßig Verschulden voraus (BGH NJW 1972, 1883, 1885; Hacker in Ströbele/Hacker, 14 Rn 389). Die Haftung für Erfüllungsgehilfen darf allerdings nicht ausgeschlossen werden. Des Weiteren muss sich die strafbewehrte Unterlassungserklärung auf jeden einzelnen Fall der Zuwiderhandlung beziehen (Dittmer aao, Rn 64). Damit soll jedoch nicht zum Ausdruck gebracht werden, der Schuldner müsse auf die Einrede des Fortsetzungszusammenhangs verzichten (BGH WRP 1993, 240 f Fortsetzungszusammenhang). IF vorsätzlichen Rechtsverstoßes des Schuldners soll der Gläubiger dagegen den Ausschluss des Fortsetzungszusammenhangs fordern dürfen (BGH WRP 1993, 240 f Fortsetzungszusammenhang). IÜ steht auch die Geltendmachung von hohen Vertragsstrafen unter dem Vorbehalt von 343, 242 BGB (vgl statt aller Einl Bornkamm in Hefermehl/Köhler/Bornkamm UWG, 12 Rn ae). Der ordnungsgemäß Abmahnende, der das beanstandete Verhalten möglichst genau darzulegen hat, so dass der Abgemahnte erkennen kann, was ihm vorgeworfen wird, wodurch er in die Lage versetzt wird, die Richtigkeit des Vorwurfs zu überprüfen (Dittmer aao, Rn 20), muss das Unterlassungsversprechen selbst nicht vorformulieren. Es obliegt dem Schuldner, die Erstbegehungs- oder Wiederholungsgefahr durch eine entspr Erklärung auszuräumen. Weiterhin sollte in der Abmahnung eine Frist gesetzt werden, innerhalb derer der Schuldner sich idr strafbewehrt zu un- 9

48 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey terwerfen hat unter Androhung der Einl gerichtlicher Schritte, wenn diese Frist fruchtlos verstreicht (statt aller Teplitzky Kap 41 Rn 14 mn). Enthält die Abmahnung keine Fristsetzung oder eine zu gering bemessene Frist, so wird durch ihren Zugang eine angemessene Frist in Lauf gesetzt. Ein abgemahnter Störer ist nämlich aufgrund der durch seinen Markenrechtsverstoß entstandenen und durch die Abmahnung konkretisierten Sonderbeziehung nach Treu und Glauben verpflichtet, auf die Abmahnung fristgerecht durch Abgabe einer ausreichend strafbewehrten Unterlassungserklärung zu antworten oder die Abgabe abzulehnen (BGH NJW 1990, 1905 f Antwortpflicht des Abgemahnten; OLG Hamburg WRP 1999, 969, 971). Diese Pflicht besteht nicht bei unberechtigten Abmahnungen (BGH NJW 1995, 715, 717 Kosten bei unberechtigter Abmahnung). Wann eine Frist angemessen ist, kann nicht generell beantwortet werden, sondern obliegt der Einzelfallprüfung. Üblicherweise benötigt ein mutmaßlicher Schuldner mindestens eine Woche Zeit, um die gegen ihn erhobenen Vorwürfe unter Einschaltung sachverständigen Rates zu überprüfen (OLG Stuttgart WRP 2004, 1395 LS; Sosnitza aao, Rn 17). Bei sehr eiligen Angelegenheiten kann dagegen die Frist sogar lediglich nur nach Stunden oder Minuten zu bemessen sein (OLG München WRP 1988, 62 f). Wenn die dem Schuldner eingeräumte Antwortfrist sich als zu kurz bemessen herausstellt, etwa weil sie erst am Tage des Fristablaufes zugegangen ist, sollte der Gläubiger um eine entspr Fristverlängerung gebeten werden. Geschieht dies nicht, ist es dem Schuldner ggf verwehrt, sich auf seine fehlende Veranlassung der Einl gerichtlicher Schritte zu berufen (Melullis Rn 391 mn; Teplitzky Kap 41 Rn 16; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 35; aa OLG Hamburg WRP 1995, 1043). Allerdings tritt an die Stelle der zu kurzen eine angemessene Frist (BGH GRUR 1990, 381 f Antwortpflicht des Abgemahnten). 10

49 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht c) Vertragsstrafe Die vom Schuldner zu versprechende Vertragsstrafe muss hoch genug sein, damit es für ihn aus der Sicht des Gläubigers unwirtschaftlich sein würde, gegen das Verbot zuwider zu handeln (BGH NJW 1983, 941 ff). Die Höhe des Strafversprechens bestimmt sich nach Branche, Bedeutung, Umsatz und Gewinn des Unternehmens, Art und Umfang der Verletzungshandlung unter bes Berücksichtigung ihrer Gefährlichkeit sowie dem Umstand, dass der Vertragsstrafe auch eine Sanktionswirkung zukommt (OLG Oldenburg GRUR-RR 2010, 252 f Pkw-Laufleistung; AG Frankfurt WRP 2002, 856 ff). Die der Sicherung dienende Vertragsstrafevereinbarung kann auch nach 315 BGB in der Form getroffen werden, dass für den Fall einer zukünftigen Zuwiderhandlung gegen die Unterlassungspflicht dem Gläubiger oder nach 317 BGB einem Dritten die Bestimmung der Vertragsstrafehöhe nach seinem billigen Ermessen überlassen bleibt (BGH NJW 1994, 45 f Vertragsstrafebemessung mn). Wenn der Gläubiger in seiner Abmahnung für den Fall der Nichtabgabe der geforderten Unterwerfungserklärungen die Einl eines Hauptsache- und eines einstweiligen Verfügungsverfahrens angedroht und der Schuldner hierauf nicht reagiert hat, kann der Abgemahnte sich nicht auf die Vergünstigung des 93 ZPO berufen, sofern er erst nach Ablauf einer in Gang gekommenen angemessenen Frist die inzwischen ebenfalls beantragte und erlassene Beschlussverfügung als endgültige Regelung anerkennt (OLG Köln NJW-WettbR 1999, 92 ff Konzernsalve; aa OLG Dresden NJW-WettbR 1996, 138 mit der unzutreffenden Begr, einstweilige Verfügung und Hauptsacheklage seien auf dasselbe Rechtsschutzziel gerichtet). Zu beachten ist in diesem Zusammenhang allerdings die strspr, dass, wenn mehrere durch denselben RA vertretene Konzernunternehmen wegen eines Wettbewerbsverstoßes in der Weise vorgehen, dass sie den Beklagten gleichzeitig in jeweils getrennten Anwaltsschreiben abmahnen, darin eine missbräuchliche Geltendmachung des Unterlassungsanspruchs 11

50 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey liegen kann, wenn keine vernünftigen Gründe für dieses Vorgehen ersichtlich sind (BGH WRP 2002, 320 ff Missbräuchliche Mehrfachverfolgung; BGHZ 144, 165, 170 ff Missbräuchliche Mehrfachverfolgung; BGH GRUR 2001, 82 Neu in Bielefeld I; GRUR 2001, 84 Neu in Bielefeld II; GRUR 2001, 78 Falsche Herstellerpreisempfehlung). Den Konzernunternehmen ist es in einem solchen Fall zuzumuten, ihr Vorgehen in der Weise zu koordinieren, dass die Abmahnung entweder nur von einem Konzernunternehmen oder gemeinsam ausgesprochen wird. Schließlich soll auch die Androhung gerichtlicher Schritte für den Fall der Nichtabgabe der geforderten strafbewehrten Unterlassungserklärung eine Wirksamkeitsvoraussetzung der Abmahnung sein (OLG Bremen NJW-RR 1988, 625). Etwas anderes gilt jedoch, wenn dem Schuldner bewusst sein muss, dass es zu einer gerichtlichen Geltendmachung kommen wird, wenn er keine genügende Unterwerfungserkl abgibt. d) Zugang Nach der hm in Rspr und Lit ist es dem Verletzten nicht zuzumuten, den Zugang der Abmahnung nachzuweisen. Es soll danach vielmehr genügen, dass der Absender einer Abmahnung deren postalischen Abgang, nicht jedoch auch den Zugang beim Abmahnungsempfänger beweist, weil das Risiko einer ernstlich gewollten, aber fehlgeschlagenen Abmahnung dem markenrechtlichen Störer, also dem Verursacher der Abmahnung, aufzuerlegen ist (OLG Jena NJW-RR 2007, 255 zum Wettbewerbsrecht; vgldn bei Marx WRP 2004, 970 f zur nunmehrigen Auffassung des OLG Dresden, wie hier; OLG Zweibrücken OLG-Report 1997, 23 f; OLG Stuttgart NJW-WettbR 1996, 163 f; OLG Karlsruhe WRP 1993, 42; KG MDVSW 1993, 735 f; OLG Saarbrücken WRP 1990, 373 f; OLG Frankfurt MDVSW 1988, 693 f; GRUR 1985, 240; OLG Hamm WRP 1984, 220 f; OLG Köln GRUR 1984, 142 f; OLG Koblenz WRP 1982, 437; Burchert WRP 1985, 478, 480; Teplitzky 41 Rn 6b; Bornkamm in Baumbach/Hefermehl UWG Einl Rn 536, 22. Aufl; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 44; aa LG Stuttgart NJW-WettbR 1996, 91 f, durch OLG Stuttgart NJW-WettbR 1996, 163 f aufgehoben; OLG Dresden WRP 1997, 1201, 12

51 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht 1203; KG WRP 1982, 467 f; OLG Zweibrücken OLG-Report 1997, 23 f; KG WRP 1994, 39 f; WRP 1992, 67 f; WRP 1982, 467 f; Sosnitza aao UWG 12 Rn 12 f mn; Bornkamm in Baumbach/Hefermehl 12 Rn 1.31, 25. Aufl; Kreft in Jakobs/Lindacher/Teplitzky, UWG, Vor 13 Rn 71 83). Der BGH vertritt eine vermittelnde Position, die im Ergebnis den von der hm in Rspr und Literatur formulierten Bedürfnissen des Gläubigers von Ansprüchen im gewerblichen Rechtschutz weitgehend entspricht. Danach trifft den Beklagten, der auf die Klageerhebung hin eine strafbewerte Unterlassungserklärung abgegeben hat und geltend macht, ihm sei die Abmahnung des Klägers nicht zugegangen, grds die Darlegungs- und Beweislast für die Voraussetzungen einer dem Kläger die Prozesskosten auflegenden Entscheidung nach 93 ZPO. Im Rahmen der sekundären Darlegungslast soll der Kläger lediglich gehalten sein, substantiiert darzulegen, dass das Abmahnschreiben abgesandt worden ist. Kann nicht festgestellt werden, ob das Abmahnschreiben dem Beklagten zugegangen ist oder nicht, kommt eine Kostenentscheidung nach 93 ZPO nicht in Betracht (BGH WRP 2007, 781 ff Zugang des Abmahnschreibens u. Bornkamm in Baumbach/Hefermehl 12 Rn 1.33 f, jew mn des Streitstandes). Allerdings dürfte aber ein erneuter Zustellungsversuch notwendig sein, wenn der Verletzte positive Kenntnis davon erhält, dass seine Abmahnung nicht zugegangen ist und ein erneutes Tätigwerden nach den Umständen des Falles zumutbar ist (KG WRP 2013, 1061 f). In diesem Zusammenhang kann der markenrechtliche Störer sich nicht darauf berufen, die Abmahnung sei etwa nur einer Filiale zugegangen und nicht in die Hände der Geschäftsleitung gelangt, jedenfalls wenn die Filiale in der Werbung angegeben war (OLG Naumburg NJW-WettbR 1999, 241 mn). Wurde die Abmahnung jedoch durch Einschreiben/Rückschein oder mit einem anderen Empfangsbekenntnis verbunden versandt und verweigert der Abzumahnende die Annahme oder Abholung der Abmahnung, wird der Zugang der Abmahnung als fingiert anzusehen sein (Hirsch in Fezer Handbuch der Markenpraxis 4 Rn 46 mn). 13

52 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Weiterhin sollte der Gläubiger des markenrechtlichen Anspruchs sich vorsorglich zb durch Telefonanrufe beim Verletzer vergewissern, ob dieser die Abmahnung auch erhalten hat, um ggf durch Zeugen die Abmahnung nachzuweisen (vgl auch OLG Karlsruhe NJW-WettbR 1997, 128). Wenn der Abmahnende das Abmahnschreiben nicht ordnungsgemäß adressierte und frankierte, trifft ihn das Risiko des Zugangs (OLG Düsseldorf WRP 1996, 1111; OLG Stuttgart OLG-Report 1998, 5 f). 5. Erstattung der Abmahnkosten Zunächst enthält 140 Abs 3 die Regelung, dass die durch die Mitwirkung eines Patentanwalts in einer Kennzeichenstreitsache entstehenden Kosten nach 13 RVG einschließlich der notwendigen Auslagen des Patentanwalts zu erstatten sind. Diese Vorschrift ist auch auf die Kosten einer vorprozessualen Abmahnung durch den PatAnw anzuwenden (Fezer 14 Rn 535 mn; 140 Rn 15; vgl auch die Komm bei 140 Rn 15 ff). 140 Abs 3 ist weit auszulegen. Wenn der Gläubiger zwar im Wesentlichen wettbewerbsrechtliche Ansprüche geltend macht, der Sachverhalt aber auch unter kennzeichenrechtliche Anspruchsnormen zu subsumieren ist (OLG Frankfurt Mitt 1992, 188; OLG Köln Mitt 1980, 138) oder die Beantwortung kennzeichenrechtlicher Fragen jedenfalls von Bedeutung ist, gilt ebenfalls die Kostenerstattung nach 140 Abs 3 (KG GRUR 1968, 454; OLG Frankfurt Mitt 1975, 140; Mitt 1988, 37; Mitt 1991, 173; OLG Düsseldorf Mitt 1972, 43; Fezer 140 Rn 14). Steht fest, dass ein markenrechtlicher Störer kein Abmahnschreiben erhalten hat und liegt auch keine missbräuchliche Zugangsvereitelung der Abmahnung vor, scheidet eine Erstattung entstandener Abmahnkosten wegen einer versuchten Abmahnung aus (KG WRP 2013, 1061 f). War die Abmahnung einem gerichtlichen Verfahren vorgeschaltet, stellt sich die Frage, ob die Kosten, die für eine Abmahnung entstanden sind, zu den Kosten des Rechtsstreit isd 91 ZPO zählen und im Kostenfestsetzungsverfahren festgesetzt werden können (vgl nur Ekey in HK-WettbR 12 Rn 53 mn). Nach der Rspr des BGH zählt die für die Abmahnung entstehende Geschäftsgebühr nicht zu den Kosten des Rechtsstreits isd 14

53 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht 91 ZPO (BGH WRP 2006, 237 f Geltendmachung der Abmahnkosten mn). Sie sind somit auch nicht im Kostenfestsetzungsverfahren festsetzungsfähig. Zwar sollen auch nach Auffassung des BGH zu den Prozesskosten nicht nur die durch die Einleitung und Führung eines Prozesses ausgelösten Kosten, sondern auch diejenigen Kosten zählen, die der Vorbereitung eines konkret bevorstehenden Rechtsstreits dienen. Die Kosten einer Abmahnung gehören aber nicht zu den einen Rechtsstreit unmittelbar vorbereitenden Kosten. Dies folgt nach Auffassung des BGH aus der doppelten Funktion der Abmahnung, nämlich der Streitbeilegung ohne Inanspruchnahme der Gerichte und es dem Schuldner zu verwehren, den gerichtlich geltend gemachten Anspruch mit der Kostenfolge des 93 ZPO anzuerkennen. Beiden Zwecken kommt nicht die Funktion zu, die Klage vorzubereiten (BGH WRP 2006, 237 f Geltendmachung der Abmahnkosten m umf N). Folgt der Abmahnung kein gerichtliches Verfahren, etwa weil der Schuldner des markenrechtlichen Anspruchs sich strafbewehrt unterworfen hat, kann dem abmahnenden Gläubiger nach ganz hm in der Rspr ein Anspruch auf Ersatz der Abmahnkosten aus dem Gesichtspunkt der Geschäftsführung ohne Auftrag gem 683 S 1, 677, 670 BGB oder 12 Abs 1 S. 2 UWG zustehen (BGH WRP 1994, 177, 179 Finanzkaufpreis ohne Mehrkosten ; NJW 1992, 429, 431 Abmahnkostenverjährung; NJW 1991, 1229 Zaunlasur; WRP 1984, 134 Shop-In-The-Shop I; NJW 1970, 243 Fotowettbewerb; OLG Düsseldorf GRUR-RR 2007, 102 f Peugeot-Tuning; OLG Karlsruhe NJW-RR 1996, 748; LG Berlin WRP 1999, 1307 SOAP; Fezer 14 Rn 546; Ingerl/Rohnke Vor Rn 150; Teplitzky Kap 41 Rn 84; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 54 f, jeweils mn; aa Palandt/Sprau aao 683 Rn 6 unter Hinweis auf Bärenfänger GRUR 2012, 461 ff, der zum Einen 12 UWG verkennt und zum Anderen, dass es sich hier um ein Einschreiten des Verletzten zugunsten des Verletzers handelt, damit diesem ein kostspieliger Prozess erspart wird). 12 Abs 1 S. 2 UWG regelt dabei nur den Ersatz für die Kosten vorgerichtlicher Abmahnungen. Die Vorschrift bietet keine Anspruchsgrundla- 15

54 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey ge für Abmahnkosten, die erst nach Erlass einer entsprechenden einstweiligen Verfügung anfallen etwa bei Abmahnungen nach Erlass einer sog Schubladenverfügung (OLG Köln WRP 2007, 379 f Abmahnung bei Schubladenverfügung). Erfolgt der Markenrechtsverstoß schuldhaft, kann der Gläubiger die Erstattung der Abmahnkosten auch aus dem Gesichtspunkt des Schadensersatzes verlangen (BGHZ 52, 393, 396 Fotowettbewerb; BGH GRUR 1992, 176 f Abmahnkostenverjährung; OLG Karlsruhe NJW-RR 1996, 748). Für alle Anspruchsgrundlagen ist aber Voraussetzung, dass die vorprozessuale Einschaltung des Rechts- oder Patentanwalts zum Zwecke der Abmahnung erforderlich war. Im Bereich des Markenrechts ist dies zwar die Regel; von Erforderlichkeit kann aber dann nicht mehr gesprochen werden, wenn es in einer Routineangelegenheit um Serienabmahnungen einer Vielzahl von Verletzern wegen gleichartiger Verstöße geht (OLG Düsseldorf NJW-RR 2002, 122 ff Rechtsanwaltsabmahnungen in Routinesachen). Ein derartiges Massengeschäft erfordert auch im MarkenR nicht die Einschaltung eines Rechtsanwalts. Abgesehen von der Begrenzung der Höhe der Abmahnkosten in 140 Abs 3 sind strenge Maßstäbe an die Ermittlung der Höhe des Kostenerstattungsanspruchs zu stellen. Der Gläubiger kann nur diejenigen Kosten erstattet verlangen, die unbedingt notwendig waren, wobei auch auf die Verhältnisse in der Sphäre des Abmahnenden abzustellen ist (OLG Karlsruhe NJW-RR 1996, 748 billigt dem Gläubiger einen Anspruch auf Erstattung der Rechtsanwaltskosten der Abmahnung gegen den Gläubiger richtigerweise auch für den Fall zu, dass der Gläubiger über eine eigene Rechtsabteilung mit einem Volljuristen verfügt). Einem Abmahnenden, der mit seiner Abmahnung die Löschung einer Marke bei Löschungsreife wegen Nichtbenutzung der Marke erreichen will, steht dagegen kein Erstattungsanspruch der Abmahnkosten zu, weil es an einer rechtswidrigen Verletzungshandlung des Abgemahnten man- 16

55 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht gelt (BGH GRUR 1980, 1074 Aufwendungsersatz; OLG Stuttgart Mitt 1980, 178 f Kostenerstattung I; Fezer 14 Rn 543, 547 mn). Wer einen anderen aus einem vor seiner Eintragung von Amts wegen auf Schutzfähigkeit zu prüfenden Schutzrecht verwarnt, kann grds auch nicht wegen schuldhaften Eingriffs in den eingerichteten und ausgeübten Gewerbebetrieb des Verwarnten schadensersatzpflichtig gemacht werden, selbst wenn sich die Verwarnung wegen späterer Vernichtung des Schutzrechts nachträglich als unrichtig erweist (OLG Düsseldorf GRUR-RR 2002, 213 ff Auslaufendstücke für Sanitärarmaturen). Die zu erstattenden Rechtsanwaltskosten sind in ihrer Höhe durch das RVG begrenzt und betragen regelmäßig eine 1,5 Geschäftsgebühr (OLG Düsseldorf GRUR-RR 2007, 102 f Peugeot-Tuning). Gemäß 140 Abs 3 sind die Gebühren nach 2, 13 RVG ivm dem Vergütungsverzeichnis einschließlich der notwendigen Auslagen des Patentanwalts zu erstatten (vgl die Komm dort). 6. Die Pflicht des Abgemahnten gegenüber einer berechtigten Abmahnung: Abgabe einer strafbewehrten Unterlassungserklärung Den Schuldner einer berechtigten Abmahnung trifft zunächst eine Aufklärungspflicht. Durch das rechtswidrige Verhalten des Schuldners entsteht zwischen diesem und dem Gläubiger ein gesetzliches Schuldverhältnis, welches durch die Abmahnung geprägt und gem 242 BGB (Gesichtspunkt von Treu und Glauben) bestimmt wird. Hieraus rührt die Pflicht, den abmahnenden Gläubiger in angemessener Zeit und Form über den relevanten Sachverhalt aufzuklären und ihn damit von der Einl sinnloser Rechtsstreitigkeiten zu bewahren (Sosnitza in Piper/Ohly/Sosnitza UWG 12 Rn 20 mn). Erklärt der Schuldner, sich bei Versprechen einer angemessenen Vertragsstrafe für jeden Fall des erstmaligen oder erneuten Verstoßes gegen die Unterlassungsverpflichtung zu unterwerfen, kommt ein schuldrechtliches Verhältnis zwischen Gläubiger und Schuldner gem 241 Abs 2 BGB zustande. Der Unterwerfungsvertrag begründet für den Schuldner die Hauptpflicht, die in der Vereinbarung formulierte Handlung zukünftig zu 17

56 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey unterlassen, wobei die Vertragsschließenden sich bei der Formulierung der Unterlassungspflicht nicht an die konkrete Verletzungsform anlehnen müssen, sondern auch weitergehende Unterlassungsansprüche statuieren können (BGH WRP 1999, 544, 547 Datenbankabgleich; GRUR 1992, 61, 62 f Preisvergleichsliste; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 69 mn). Die Abgabe einer strafbewehrten Unterlassungserklärung lässt die Wiederholungsgefahr für eine erneute Markenrechtsverletzung entfallen. Die Unterlassungserklärung wird im Zweifel nicht eng auszulegen sein, weil sie sich auf den Unterlassungsanspruch bezieht, der im Kern gleichartige Verletzungshandlungen umfasst (BGH GRUR 2010, 167 ff Rn 22 mn). An den Wegfall der Wiederholungsgefahr werden mit Recht strenge Anforderungen gestellt. Eine durch ein angemessenes Vertragsstrafeversprechen abgegebene Unterlassungserklärung muss, um die aufgrund einer konkreten Verletzungshandlung zu vermutende Wiederholungsgefahr auszuräumen, eindeutig und hinreichend bestimmt sein und den ernstlichen Willen des Schuldners erkennen lassen, die fragliche Handlung nicht mehr zu begehen. Sie muss daher grds den bestehenden gesetzlichen Unterlassungsanspruch nach Inhalt und Umfang voll abdecken und dementsprechend uneingeschränkt, unwiderruflich, unbedingt und grds auch ohne die Angabe eines Endtermins erfolgen (strspr BGH NJW-RR 2002, 608 ff Weit-vor-Winter-Schluss-Verkauf mn). Einschränkungen der Unterlassungspflicht können im Einzelfall zulässig sein, dürfen aber die Gefahr der Wiederholung der markenrechtswidrigen Handlung nicht beseitigen (BGH NJW-RR 2002, 608 ff Weit-vor-Winter-Schluss- Verkauf). Setzt der Verletzer nach Abgabe der strafbewehrten Unterlassungserklärung die Schutzrechtsverletzungen fort, begründet er eine neue Wiederholungsgefahr (BGH NJW-RR 1998, 1198 ff GS Zeichen; OLG Schleswig WRP 2002, 859 f). Ein Unterwerfungsvertrag kommt nicht wirksam zustande, wenn die Geschäftsgrundlage des Schuldners der Unterlassungserklärung entfallen ist und dies für den Gläubiger beim Zugang der Erklärung auch ohne weiteres erkennbar war (OLG Köln OLG-Report 2002, 153 f). Geschäftsgrund- 18

57 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht lage des Unterwerfungsvertrages ist nämlich die Vorstellung respektive die Erwartung insb des Schuldners, mit Abgabe der Unterlassungserklärung werde die wettbewerbsrechtliche Auseinandersetzung beendet. Betreibt der Gläubiger indes parallel ein Verfahren auf Erlass einer einstweiligen Verfügung, realisiert sich diese Vorstellung des Schuldners nicht. Dessen Vertragserklärung ist daher der eingetretenen Situation entspr anzupassen (OLG Köln OLG-Report 2002, 153 f). Zwar dürfte die Abgabe der Unterlassungsverpflichtungserklärung nach 780 BGB der Schriftform bedürfen, wenn sie nicht auf der Seite des Schuldners ein Handelsgeschäfts ist ( 350 HGB); sie soll aber gleichwohl auch per Telefax, Fernschreiben oder wirksam sein, wobei der Gläubiger einen Anspruch besitzt, dass der Schuldner ihm diese noch schriftlich bestätigt, weil es sonst an der Unterwerfungsbereitschaft mangeln würde (BGH NJW 1990, 3147 f Unterwerfung durch Fernschreiben). Nach 126 Abs 3 BGB dürfte die elektronische Form als Ersatz für die Schriftform jedenfalls unter Kaufleuten Anerkennung finden (hierzu Rossnagel NJW 2001, 1817, 1825 f; Müglich MMR 2000, 7, 10, 13). Ein Unterwerfungsvertrag kommt auch dann zustande, wenn der Unterlassungsschuldner eine ihm mit der Abmahnung übermittelte vorbereitete Unterwerfungserklärung abändert, im Begleitschreiben ausführt, sie gehe zu weit, er der Schuldner gehe davon aus, dass mit der Abänderung die Abmahnung als erledigt angesehen werden könne andernfalls würde um Rückruf gebeten und der Abmahnende die geänderte Fassung weder zurückweist noch anderweitig zum Ausdruck bringt, dass sie ihm nicht ausreiche (OLG Köln WRP 2000, 226 ff Neuheiten der Créateurs). Verstößt der Unterlassungsschuldner trotz Abschluss des Unterwerfungsvertrages mit dem Gläubiger gegen die Unterlassungspflicht, hat er die Vertragsstrafe verwirkt. Darüber hinaus kann der Gläubiger dann von dem Schuldner eine neue Unterlassungserklärung mit einem deutlichen höheren Vertragsstrafenversprechen fordern, um die erneut entstandene Wiederholungsgefahr auszuräumen (BGH NJW-RR 1990, 561 Abruf- 19

58 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Coupon). Weiterhin stehen dem Gläubiger alle rechtlichen Möglichkeiten offen, wenn er sich nicht auf eine erneute Abmahnung einlassen will. Weigert sich der Gläubiger des markenrechtlichen Anspruches ohne Grund, die mit einer Vertragsstrafe verbundene Unterlassungsverpflichtungserklärung des Schuldners anzunehmen, so ist die für eine begründete Unterlassungsklage notwendige Wiederholungsgefahr entfallen (BGH WRP 1983, 264 wiederholte Unterwerfung I). 7. Die unberechtigte Abmahnung Eine Abmahnung soll immer dann unbeachtlich sein, wenn dem Abmahnenden kein durchsetzbarer Unterlassungsanspruch zusteht (Deutsch WRP 1999, 25). Sie ist auch dann unwirksam, wenn sie die an eine Abmahnung zu stellenden Mindestanforderungen nicht erfüllt. So muss in ihr deutlich zum Ausdruck gebracht werden, welches konkrete Verhalten beanstandet wird (OLG Stuttgart NJW-WettbR 1996, 281 f Zahnärztliches Abrechnungsbüro mn). Der Inhaber einer eingetragenen Marke kann bei einer Verwarnung aus diesem Schutzrecht grds davon ausgehen, dass dem Bestand des Rechts keine absoluten Eintragungshindernisse entgegenstehen, wie sie das Deutsche Patent- und Markenamt vor der Eintragung zu prüfen hat. Deshalb mangelt es in diesem Fall an einer Grundlage für die Erstattung von Abmahnkosten, selbst wenn später die Klagemarken wegen Nichtigkeit nach 50 Abs 1, 8 Abs 2 Nr 1 gelöscht worden sind (BGH WRP 2006, 468 ff Verwarnung aus Kennzeichenrecht II), es sei denn, den Markenrechtsinhaber trifft ein Verstoß gegen Treu und Glauben ( 242 BGB). Unberechtigte Abmahnungen können uu eine vorsätzliche sittenwidrige Schädigung nach 826 BGB, einen Eingriff in den eingerichteten und ausgeübten Gewerbebetrieb nach 823 Abs 1 BGB (BGH GRUR 2011, 152 ff Rn 67 Kinderhochstühle im Internet; GRUR 2005, 882 ff Unberechtigte Schutzrechtsverwarnung) und einen Verstoß gegen 3 UWG verwirklichen und dadurch entspr Unterlassungsansprüche sowie Schadensersatzansprüche, die auch auf die Erstattung der außergerichtlichen 20

59 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Kosten des zu Unrecht Abgemahnten gerichtet sind, auslösen (str statt aller Büscher in Fezer UWG, 12 Rn 42 mn). Die Anwendung von 3 UWG oder der allg deliktsrechtlichen Anspruchsnormen setzt aber regelmäßig voraus, dass in der Person des zu Unrecht Abmahnenden auch die jeweiligen subjektiven Tatbestandsmerkmale erfüllt sind (OLG Hamburg NJW-RR 1999, 1060, 1063 Bild Dir keine Meinung). Aus diesem Grund stößt die Annahme einer Haftung des Abmahnenden gegenüber dem zu Unrecht Abgemahnten auf enge Grenzen, da idr der zu Unrecht Abmahnende von der Richtigkeit seines Tuns überzeugt sein dürfte (BGH GRUR 2011, 152 ff Rn 62 Kinderhochstühle im Internet; Teplitzky Kap 41 Rn 76 ae; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 87; aa Kunoth WRP 2000, 1074, 1077, jeweils mn). Bes Bedeutung kommt einem speziellen Fall der unberechtigten Schutzrechtsverwarnung zu. Dabei geht es darum, dass der unzulässigerweise Verwarnte angesichts des Schadens, der ihm bei einer vermuteten Schutzrechtsverletzung drohen würde, zeitweise die an ihn gerichtete Unterlassungsaufforderung beachtet und deshalb Umsatz- und Gewinneinbußen hinnehmen muss. Der BGH stellt hierbei den Grundsatz auf, dass bei einer auf ein ungeprüftes Schutzrecht gestützten Verwarnung von dem Verwarner ein höheres Maß an Nachprüfung bzgl dessen Rechtsbeständigkeit verlangt werden müsse als bei einem Vorgehen aus geprüften Schutzrechten (BGH NJW-RR 1998, 331 ff Chinaerde; einschränkend OLG Hamburg GRUR-RR 2002, 145 ff Cat Stevens II, danach soll der Abmahnende bei ungeprüften Schutzrechten nicht verpflichtet sein, den Bestand seines Rechtes vor der Abmahnung zunächst gerichtlich überprüfen zu lassen, selbst wenn ein diesbezüglicher Rechtstreit anhängig ist). Unberechtigte Schutzrechtsverwarnungen können den Tatbestand eines Eingriffs in den Gewerbebetrieb erfüllen (BGH NJW-RR 1998, 331 ff Chinaerde; NJW 1963, 531 Kindernähmaschinen; OLG Düsseldorf GRUR- RR 2002, 213 ff Auslaufendstücke für Sanitärarmaturen). Ein Anspruch des zu Unrecht Abgemahnten auf Erstattung seiner Kosten aus dem Gesichtspunkt der GoA kommt dagegen nicht in Betracht, weil 21

60 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey der Abgemahnte bei der Wahrung seiner Rechte ausschließlich eigene Interessen realisiert (OLG Hamburg GRUR 1983, 200). Dem zu Unrecht Abgemahnten steht offen, sich im Wege der Gegenabmahnung und wenn diese fruchtlos bleibt einer negativen Feststellungsklage gegen den rechtswidrig Abmahnenden zu verteidigen. Dabei kann der zu Unrecht Abgemahnte sogar ohne vorher gegebene Gegenabmahnung bei dem Gericht, das für die Leistungsklage zuständig wäre, negative Feststellungsklage ohne vorherige Abmahnung des Angreifers zur Abwendung des Kostennachteils gem 93 ZPO erheben (BGH NJW 1995, 715 f Kosten bei unberechtigter Abmahnung; Deutsch WRP 1999, 25, 27; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 91). Etwas anderes kommt nur in Betracht, wenn der Abmahnende offensichtlich von falschen Voraussetzungen ausgeht und damit zu rechnen ist, dass er seinen vermeintlichen Anspruch nicht mehr verfolgen wird, wenn er hierüber aufgeklärt wird oder wenn seit der Abmahnung ein längerer Zeitraum verstrichen ist und der Abmahnende in diesem entgegen seiner Androhung keine gerichtlichen Schritte eingeleitet hat (BGH WRP 2004, 1032 ff Gegenabmahnung). Schließlich kommt noch für den Fall, dass der zu Unrecht Abmahnende wusste, dass er seine Wettbewerber zu Unrecht mit einer Abmahnung überzogen hat, die Verteidigung unter Berufung auf 4 Nr 10 UWG unter dem Gesichtspunkt der Wettbewerbsbehinderung in Betracht (OLG Dresden NJW-WettbR 1999, 49 f erzgebirgische Volkskunst I mn). III Die sogenannte Berechtigungsanfrage Ist der Markenrechtsinhaber sich seines Rechtes nicht sicher oder verfügt er nicht über genügend Informationen darüber, ob der Benutzer seines Zeichens eigene, stärkere Rechte an diesem als er selbst besitzt, etwa weil die Voraussetzungen einer prioritätsälteren Benutzungsmarke vorliegen könnten, kommt die Erhebung einer sog Berechtigungsanfrage in Betracht. Danach wendet sich der Markenrechtsinhaber an den mutmaßlichen Markenrechtsverletzer und fordert ihn auf, die Voraussetzungen 22

61 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht seines Rechts darzulegen. Damit geht der Markenrechtsinhaber nicht das Risiko einer möglichen unberechtigten Schutzrechtsverwarnung ein. Ein Schreiben, in dem lediglich eine Anfrage enthalten ist, inwieweit der Adressat sich für berechtigt hält, ein Schutzrecht ohne Erlaubnis zu benutzen, stellt selbst dann noch eine Berechtigungsanfrage dar, wenn am Ende des Schreibens um Stellungnahme innerhalb einer kurzen Frist gebeten wird und im Falle einer fehlenden Reaktion und keiner fristgerechten Stellungnahme erklärt wird, man behalte sich gerichtliche Schritte vor. Entscheidend soll hierbei für die Unterscheidung zu einer Abmahnung sein, dass nicht dargelegt wird, welcher Art diese Schritte seien und worauf bei Gericht ein eventueller Antrag gerichtet werden soll (OLG Düsseldorf, Urteil v , I-2 U 1/12 juris). Auf diese Berechtigungsanfrage hin darf der wegen einer Markenverletzung in Anspruch Genommene eine gegenteilige Rechts- oder Tatsachenauffassung äußern. Erst in diesem Fall hat der Markenrechtsinhaber den Markenrechtsverletzer förmlich abzumahnen (OLG Hamm, Urteil v U 59/12, I-4 U 59/12, juris). Unterlässt er die Abmahnung, bleibt dem daraufhin gerichtlich in Anspruch Genommenen das Recht gem 93 ZPO, den Anspruch anzuerkennen. Denn der Austausch von unterschiedlichen Rechtsansichten macht eine vorherige Abmahnung nicht schon wegen einer möglichen Erfolglosigkeit entbehrlich (OLG Hamburg MarkenR 2006, 117 f). Auch die Übersendung der Kopie einer Berechtigungsanfrage an ein Partnerunternehmen des Wettbewerbers stellt keine Abmahnung des Drittunternehmens dar. Wenn nämlich ein Schreiben lediglich eine Berechtigungsanfrage und keine Abmahnung ist, ändert sich durch die Versendung einer Kopie an ein Partnerunternehmen hieran nichts (OLG Düsseldorf, Urteil v , I-2 U 1/12 juris). Eine an einen Abnehmer eines Konkurrenten gerichtete Berechtigungsanfrage kann eine irreführende Werbung nach 5 UWG sein, wenn sie jedenfalls zum Teil unrichtige oder unvollständige Angaben enthält (OLG Karlsruhe, GRUR-RR 2008, 197 f irreführende Berechtigungsanfrage) 23

62 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey IV Die markenrechtliche einstweilige Verfügung 1. Bedeutung der einstweiligen Verfügung im Markenrecht Ähnlich wie im Wettbewerbsrecht ist das Institut der einstweiligen Verfügung auch im MarkenR als Mittel des vorläufigen Rechtsschutzes von überragender Bedeutung (Hacker in Ströbele/Hacker, 14 Rn 425 f; vgl zur wettbewerbsrechtlichen einstweiligen Verfügung die Komm von 12 UWG Köhler in Hefermehl/Köhler, UWG, 12 Rn 3.1 ff,; Büscher in Fezer, UWG, 12 Rn 1 ff; Brüning in Harte-Bavendamm/Henning Bodewig, UWG, Vor 12 Rn 1 ff; Ekey in HK-WettbR Vor 12 Rn 1 ff sowie Teplitzky Wettbewerbsrechtliche Ansprüche und Verfahren, jew. mn). Einstweilige Verfügungen nach 935, 940 ZPO dienen zunächst der Sicherung von markenrechtlichen Unterlassungsansprüchen. Nach 19 Abs 3 kann der Richter weiterhin in Fällen offensichtlicher Rechtsverletzung die Verpflichtung zur Erteilung der Auskunft im Wege der einstweiligen Verfügung gem den Vorschriften der ZPO anordnen (vgl die Komm 19 Rn 43 ff). 19a Abs 3 gibt dem markenrechtlichen Gläubiger die Möglichkeit, die in 19a Abs 1 enthaltene Verpflichtung zur Vorlage einer Urkunde oder zur Duldung der Besichtigung einer Sache auch im Wege der einstweiligen Verfügung durchzusetzen. 19b Abs 1 regelt die Voraussetzungen, unter denen auch zur Sicherung von Schadensersatzansprüchen der Verletzer auf Vorlage von Bank-, Finanz- oder Handelsunterlagen oder einem geeigneten Zugang zu den entsprechenden Unterlagen in Anspruch genommen werden kann. Nach 19b Abs 3 kann diese Verpflichtung ebenfalls im Wege der einstweiligen Verfügung durchgesetzt werden. Darüber hinaus kommt das Institut der einstweiligen Verfügung zur Sicherung des Vernichtungsanspruchs gem 18, des Übertragungsanspruches gegen Agenten oder Vertreter gem 17 und bei der Durchsetzung von Unterlassungsansprüchen in Betracht. 24

63 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Aus 18 Abs 3 folgt, dass der Beseitigungsanspruch auch als vorläufige Maßnahme im Wege der einstweiligen Verfügung geltend gemacht werden kann, wenn die Interessen im Einzelfall das Schutzbedürfnis des Gläubigers vorrangig erscheinen lässt (für den wettbewerbsrechtlichen Beseitigungsanspruch OLG Hamburg NJW-RR 1996, 1449, 1451 Patienteninformation; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 101). Es ist grds dem Antragsteller überlassen, welchen prozessualen Weg er einschlägt. Deshalb wird auch der Antrag auf Erlass einer einstweiligen Verfügung nicht dadurch unbegründet, dass der Antragsteller zeitgleich oder schon zuvor eine Klage einreicht oder eingereicht hat (BGH WRP 1968, 15 ff Jägermeister; aa OLG Karlsruhe WRP 2001, 425 f Modulgeneratoren, es sei denn, es lägen neue Umstände vor, die eine alsbaldige Regelung bis zum Abschluss des Hauptsacheverfahrens dringend erforderlich machen). Der Antragsteller muss über das notwendige Rechtsschutzbedürfnis verfügen, dh, ein berechtigtes Interesse daran haben, zur Erreichung des begehrten Rechtsschutzes gerichtliche Hilfe in Anspruch zu nehmen (BGH NJW-RR 1989, 263; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 108). Daran soll es mangeln, wenn der Antragsteller bereits im Besitz eines nicht rechtskräftigen aber endgültigen Titels ist (OLG Karlsruhe NJW-RR 1996, 960; aa OLG Hamm NJW-RR 1990, 1536 jeweils mn). Dagegen liegt das Rechtsschutzbedürfnis für eine weitere einstweilige Verfügung vor, wenn aus Sicht des Gläubigers die ernsthafte Befürchtung besteht, die bereits titulierte Unterlassungsverpflichtung erfasse nicht das angegriffene Verhalten des Schuldners (OLG Frankfurt NJW-WettbR 1997, 59). Das Institut der einstweiligen Verfügung, wie es sich im Markenrecht entwickelt hat, entspricht den in Art 9 DurchsetzungsRL und Art 50 TRIPS-Übereinkunft normierten Vorgaben (Hacker in Ströbele/Hacker, 14 Rn 425). Die markenrechtliche einstweilige Verfügung birgt allerdings auch für beide Parteien nicht unerhebliche Risiken: Für den Antragsgegner die 25

64 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Gefahr, im Eilverfahren mit einem Verbot überzogen zu werden, welches im Einzelfall sogar existenzgefährdende Auswirkungen mit sich bringen kann, und für den Antragsteller die Gefahr, zunächst dem Antragsgegner das beanstandete Verhalten verboten zu haben, später aber nach 945 ZPO diesem zum Schadensersatz verpflichtet zu sein, wenn sich nach erfolgreichen Rechtsmitteln des Antragsgegners herausgestellt hat, dass die beantragte einstweilige Verfügung nicht hätte ergehen dürfen. Weitere Probleme bereitet die uneinheitliche Rspr der OLG, da es wegen der Nichtzulassung der Revision gegen die Berufungsentscheidungen in einstweiligen Verfügungssachen nach 545 Abs 2 S 1 ZPO keine BGHRspr gibt. 2. Verfügungsanspruch Neben dem Verfügungsgrund bedarf der Antragsteller, der den Erlass einer einstweiligen Verfügung begehrt, eines Verfügungsanspruchs. Damit er überhaupt im Wege der einstweiligen Verfügung gesichert werden kann, muss er geeignet sein, eine vorläufige Regelung oder Befriedigung zu erfahren. Streitgegenstand des Verfügungsverfahrens ist die vorläufige Anspruchssicherung und nicht der Anspruch selbst. IÜ müssen die auch für die Erhebung einer Klage notwendigen Voraussetzungen eines markenrechtlichen Anspruchs im Verfahren auf Erlass einer einstweiligen Verfügung vorgetragen und glaubhaft gemacht werden. Das erkennende Gericht bestimmt nach freiem Ermessen gem 938 Abs 1 ZPO, welche Anordnungen zur Erreichung des von dem Antragsteller verfolgten Zweckes erforderlich sind. Dies führt dazu, dass die Anforderungen, die an die Formulierung des Antrages zu stellen sind, nicht so hoch sind wie im Hauptsacheverfahren (Köhler in Bornkamm/Köhler UWG 12 Rn 3.30 mn). 26

65 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Der Richter darf sich allerdings nur innerhalb des Rahmens des vom Antragsteller formulierten Antrages halten (Vollkommer in Zöller ZPO, 938 Rn 1, 30. Aufl). Gem. 936, 920, 78 Abs 3 ZPO darf der Antrag auf Erlass einer einstweiligen Verfügung auch durch den Antragsteller selbst ohne Anwalt gestellt werden. Er kann noch nach mündlicher Verhandlung ohne Zustimmung des Antragsgegners zurückgenommen werden. Eine bereits erlassene einstweilige Verfügung entfaltet im Falle der Antragsrücknahme keine Wirkung mehr. Nach 269 Abs 3 S 2 ZPO ist der Antragsteller in diesem Fall verpflichtet, die Kosten des Rechtsstreits zu tragen, soweit nicht bereits rechtskräftig über sie erkannt ist oder sie dem Antragsgegner aus anderen Gründen aufzuerlegen sind. Der Verfügungsanspruch kann sich nicht nur auf ein Unterlassungsgebot sondern auch auf eine Sequestration nach 938 Abs 2 ZPO beziehen. Wie auch im Hauptsacheverfahren gehört zur Begründetheit eines Antrages auf Erlass einer einstweiligen Verfügung als Teil des Verfügungsanspruchs, dass dem Gläubiger die erstmalige oder wiederholte Rechtsverletzung droht. 3. Verfügungsgrund a) Anwendung von 12 Abs 2 UWG auch auf markenrechtliche Unterlassungsansprüche Nach 935, 940 ZPO bedarf es als Voraussetzung für den Erlass einer einstweiligen Verfügung der Dringlichkeit, dass der Anspruch im Wege der einstweiligen Verfügung gesichert wird. 12 Abs 2 UWG erlaubt zur Sicherung der im UWG bezeichneten Ansprüche auf Unterlassung einstweilige Verfügungen selbst dann, wenn die in den 935, 940 ZPO bezeichneten Voraussetzungen nicht zutreffen, es also insb an der Dringlichkeit mangelt. Nach der früher herrschenden und heute noch stark vertretenen Meinung in Rspr und Lit soll 12 Abs 2 UWG direkt oder analog auch auf markenrechtliche Unterlassungsansprüche Anwendung finden (OLG Hamburg GRUR-RR 2002, 226 ff berlin location; OLG Nürnberg WRP 2002, 27

66 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey 345 ff NIKE-Transit; OLG Köln NJW-WettbR 2000, 115 ff Blitzgerichte; OLG Dresden NJW-WettbR 1999, 133 ff cyberspace.de; OLG Stuttgart WRP 1997, 118 ff Basics; KG MarkenR 2008, 219; NJW- WettbR 1999, 293; OLG Hamburg GRUR 2002, 450 ff QuickNick; WRP 1997, 106 ff Gucci; OLG Rostock NJWE-WettbR 2000, 161 f mueritz-online; OLG Frankfurt WRP 2002, 1457 Dringlichkeit im Markenrechtstreit; OLG Hamm, K&R 2000, 90; Fezer 14 Rn 550; Ingerl/Rohnke Vor Rn 94; Hacker in Ströbele/Hacker, 14 Rn 246; Köhler in Hefermehl/Köhler/Bornkamm, 12 Rn 3.14; Büscher in Fezer, 12 Rn 56; Traub in Pastor/Ahrens, 49 Rn 44; Sosnitza in Piper/Ohly/Sosnitza UWG 12 Rn 113; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 106; Schweyer in v Schultz, 14 Rn 286; aa OLG Hamburg WRP 2010, 953; OLG München GRUR 2007, 174 Wettenvermittlung; OLG Düsseldorf GRUR-RR 2002, 212 ff Top Ticket; OLG Frankfurt WRP 2002, 1457; Köhler in Bornkamm/Köhler UWG 12 Rn 3.14; Teplitzky 54. Kap Rn 20 ff; ders WRP 2005, 654 ff; FS für Tilmann, S 913, 919; mit erheblichen Argumenten; differenzierend ders WRP 2000, 1046 ff, jeweils mit umfangreichen Nachweisen; offen gelassen OLG Köln MarkenR 2003, 158 Weinbrandpraline; OLG Köln WRP 2003, 1008 f; Retzer in Harte-Bavendamm/Henning-Bodewig, UWG, 12 Rn 336 f). Die gegen die hm vorgebrachten Argumente vermögen, soweit sie sich auf das Verbot einer Analogie beziehen, weil der Gesetzgeber in Kenntnis von vorher bestehenden Meinungsstreitigkeiten keine 12 UWG gleichende Vorschrift ins MarkenG übernommen habe und eine Regelungslücke fehle, nicht zu überzeugen. Denn die Argumentation mit der Entstehungsgeschichte eines Gesetzes ist vor allem für die Ermittlung des Gesetzeszweckes von Bedeutung (BGHZ 62, 340 ff), wohingegen die sich am Gesetzeszweck orientierende und hier maßgebliche teleologische Auslegung mit Recht zu der Auffassung gelangt, die Durchsetzung von Unterlassungsansprüchen im MarkenR, denen auch ein wettbewerbsrechtliches Gepräge nicht abgesprochen werden kann, erfordere die Annahme einer vermuteten aber widerlegbaren Eilbedürftigkeit (auch Traub WRP 2000, 1046 weist auf diesen Gesichtspunkt hin). 28

67 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Teplitzky und den anderen Gegnern der von ihnen so bezeichneten (noch) hm ist zwar zuzugeben, dass dort, wo der Gesetzgeber einer Rechtsnorm einen nur begrenzten Anwendungsbereich zugebilligt hat, sich die Erweiterung des begrenzten Anwendungsbereiches im Wege analoger Anwendung verbietet. Somit kann als Kontrollfrage formuliert werden, ob der Gesetzgeber im Bewusstsein einer Lücke im Gesetz eine erweiterte Formulierung von 12 Abs 2 UWG vorgenommen hätte. Der Gesetzgeber wollte ersichtlich durch die Schaffung des Markengesetzes in Bezug auf den einstweiligen Rechtsschutz keine Veränderung der seinerzeitigen Rechtslage. Insoweit sollte es bei der Praxis der Rspr bleiben, Ansprüche aus 16 UWG af und dem WZG als nunmehr im MarkenG kodifizierte Rechte durch einstweilige Verfügungen jedenfalls was die Unterlassungsansprüche angeht zu sichern (vgl zur Anwendung für warenzeichenrechtliche Unterlassungsansprüche nur Schultz-Süchting in Jakobs/Lindscher/Teplitzky UWG, 25 af Rn 347, 1993, und Spätgens in Gloy/Loschelder, Handbuch des Wettbewerbsrechts, 94 Rn 4, 2. Aufl). Wenn die Rspr 12 Abs 2 UWG nicht mehr analog anwenden würde und auch was im Ergebnis auf das gleiche hinauslaufen dürfte im Einzelfall eine besondere Dringlichkeit nach den 935 und 940 ZPO verneinen würde, wäre aufgrund der Neufassung des MarkenG und der damit verbundenen Änderung des UWG Wegfall des 16 UWG af eine vom Gesetzgeber nicht gewünschte Veränderung der Rechtslage, weil Verschlechterung der Position des markenrechtlichen Gläubigers eingetreten. Der Gesetzgeber ging offensichtlich davon aus, dass 25 UWG af und 12 Abs 2 UWG in traditioneller Weise entsprechend auf markenrechtliche Unterlassungsansprüche anzuwenden sind (Spätgens ebenda). Auch Retzer weist zutreffend darauf hin, dass es, von den Ausführungen im Zusammenhang mit der Einführung der Regelungen zur Drittauskunft abgesehen, keine greifbaren Anhaltspunkte dafür gibt, im Rahmen der Neuregelungen zum Kennzeichenrecht habe sich der Gesetzgeber gewollt gegen die entspr Anwendung der Dringlichkeitsvermutung auf bis 1995 in 29

68 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey 16 UWG af geregelten Sachverhalte aussprechen wollen (Retzer in Harte-Bavendamm/Henning-Bodewig, UWG, 12 Rn 337). Weiterhin bedarf es für die Annahme einer Analogie, dass der Regelungsgehalt von 12 Abs 2 UWG auch für den hier zu beurteilenden Fall nach Sinn und Zweck des Gesetzes eine adäquate Lösung anbietet. Hieraus erfolgt das Erfordernis der Sachgerechtheit. Die analoge Anwendung darf also nur erfolgen, wenn das Regelungsziel von 12 Abs 2 UWG auch die Berücksichtigung der dann durch eine analoge Anwendung einbezogenen Sachverhalte der markenrechtlichen Unterlassungsansprüche legitimiert (vgl allg zum Problem der Analogie von Gesetzen nur Larenz Methodenlehre der Rechtswissenschaft, 5. Aufl 1983, S 354 ff, und beispielsweise zum Problem der analogen Anwendung von 179 Abs 2 BGB Ekey DStR 2007, 87 f). Die analoge Anwendung von 12 Abs 2 UWG ist auf markenrechtliche Unterlassungsansprüche auch sachgerecht. Aufgrund der von jeder Markenverletzung ausgehenden Gefährdung für die geschützte Marke muss nämlich ein berechtigtes Interesse des Markeninhabers, weitere Verletzungshandlungen im Wege des einstweiligen Rechtsschutzes alsbald zu unterbinden, regelmäßig bejaht werden (so zb OLG Frankfurt WRP 2002, 1457 Dringlichkeit im Markenrechtstreit, und OLG München GRUR 2007, 174 Wettenvermittlung, obwohl diese Gerichte 25 UWG im Markenrechtstreit analog gerade nicht anwenden wollen, und letztlich auch Teplitzky, wonach meist auch bei markenrechtlichen Unterlassungsansprüchen keine hohen Anforderungen an die Glaubhaftmachung der Dringlichkeit zu stellen seien (Teplitzky Kap 54 Rn 20 f mn). b) Widerlegung der Eilbedürftigkeit Die nach 12 UWG nur zu vermutende Dringlichkeit kann durch den Antragsteller selbst oder durch den Antragsgegner widerlegt werden (Teplitzky Kap 54 Rn 18). Der Antragsteller kann das für jeden Einzelfall von Amts wegen zu prüfende Tatbestandsmerkmal der Dringlichkeit selbst widerlegen, wenn er etwa zuviel Zeit zwischen Kenntnis des Wettbewerbsverstoßes und der 30

69 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Antragseinreichung verstreichen lässt (OLG Hamburg GRUR 2002, 277; OLG Stuttgart WRP 1976, 54). Nur als unbefriedigend kann die Uneinheitlichkeit der Rspr der Oberlandesgerichte bei der Beantwortung der Frage bezeichnet werden, in welchen Fällen der Antragsteller seine Dringlichkeit selbst widerlegt hat. Zwar soll jeweils auf die Verhältnisse des Einzelfalls abzustellen sein und deshalb eine schematische Beurteilung ausscheiden (OLG Köln GRUR 1993, 567 ff). Andererseits geht die Rspr in den einzelnen OLG-Bezirken gleichwohl häufig schematisch von bestimmten Zeiträumen zwischen Kenntniserlangung des Wettbewerbsverstoßes und Einreichung des Antrages auf Erlass einer einstweiligen Verfügung durch den Antragsteller aus, nach deren Verstreichenlassen durch den Antragsteller dann die Selbstwiderlegung der Dringlichkeit bejaht wird (Ekey in HK-WettbR 12 Rn 125). Als kritische Obergrenze wird ein Zeitraum zwischen einem und sechs Monaten des Abwartens gesehen (ein Abwarten von fünf Monaten OLG Stuttgart WRP 1981, 668 ff; von zwei bis drei Monaten OLG Koblenz GRUR 1978, 718 ff; OLG Hamm WRP 1981, 224 f; ein Abwarten von sechs Wochen OLG Frankfurt WRP 2007, 675 LS; OLG Köln WRP 1978, 556 f; von fünf Wochen OLG München GRUR 1976, 150 f; WRP 1971, 533 und von etwas mehr als vier Wochen oder einem Monat OLG München WM 1990, 2055; WRP 1983, 643; 1981, 49 f; vgl auch die Nachweise bei Retzer in Harte-Bavendamm/Henning-Bodewig, UWG Anh 2 zu 12, u Köhler in Hefermehl/Köhler/Bornkamm, UWG 12 Rn 3.15). Ein Zuwarten von mehr als einem Monat ohne triftige Gründe, wie zb bes Schwierigkeit bei Beschaffung von notwendigen Mitteln zur Glaubhaftmachung und dergleichen dürfte ebenso wie im Wettbewerbsrecht auch im MarkenR idr die Dringlichkeit nach 12 UWG widerlegen (ähnlich Spätgens in Gloy/Loschelder Handbuch des Wettbewerbsrechts, 96 Rn 40 f, 2. Aufl; aa Köhler in Hefermehl/Köhler/Bornkamm, UWG 12 Rn 3.15, der eine Regelfrist nur von deutlich unter 6 Monaten [Verjäh- 31

70 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey rungsfrist nach 11 UWG] fordert, u Teplitzky Kap 54 Rn 25 ff, krit überhaupt ggü Regelfristen m umfangreichen N). Der Antragsteller eines Eilantrages, der die Beschwerde gegen die Zurückweisung seines Antrages auf Erlass einer einstweiligen Verfügung nach Anhörung des Gegners vor dem Berufungsgericht wegen befürchteter Aussichtslosigkeit zurücknimmt, verliert den Verfügungsgrund für die erneute Verfolgung desselben Antrages vor einem anderen Gericht (OLG Frankfurt WRP 2001, 716 f). Abgesehen davon, dass es in diesem Fall dem Antragsgegner nicht zuzumuten ist, erneut vor einem anderen Gericht gegen den Erlass einer Eilentscheidung zu kämpfen, führt die hier vertretene Auffassung, wonach das Verstreichenlassen einer Frist von einem Monat idr die Dringlichkeit selbst widerlegt, zu einer höheren Rechtssicherheit,weil idr diese Frist bereits abgelaufen sein wird. Dagegen steht die erneute Einreichung eines Eilantrages nach Rücknahme eines ersten Antrages bei einem anderen Gericht nicht gegen die nach 12 UWG zu vermutende Dringlichkeit, wenn sich innerhalb des Zeitkorridors von einem Monat bewegt wird, das erste Gericht zu Unrecht den Antrag ablehnte und der Schuldner nicht unzumutbar durch das Vorgehen des Gläubigers beeinträchtigt wird (OLG Hamburg GRUR-RR 2002, 226 ff berlin location). Der Verfügungsgrund für den Erlass einer einstweiligen Verfügung fehlt regelmäßig, wenn der Antragsteller durch sein Prozessverhalten die Vermutung der Dringlichkeit widerlegt. So wenn der Antragsteller vor Erlass einer einstweiligen Verfügung wegen eines Versehens seiner Prozessbevollmächtigten Versäumnisurteil gegen sich ergehen ließ (OLG Hamm GRUR 2007, 173 f interoptik.de). Eine allgemeine Beobachtungspflicht des Marktes auf Markenverletzungen kann dem Gesetz nicht entnommen werden. Andererseits kommt durchaus eine gewisse Beobachtungslast, gegen die verfügungsgrundschädlich verstoßen werden kann, in Betracht (vgl. hierzu nur Teplitzky Kap 54 Rn 29 mn). 32

71 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Immer müssen die Besonderheiten des Einzelfalls berücksichtigt werden (OLG Düsseldorf NJW-WettbR 1997, 21 ff; Teplitzky Kap 54 Rn 29; Traub GRUR 1996, 707 ff). Die Ausschöpfung von Rechtsmittelfristen, die Stellung eines Hilfsantrages in der mündlichen Verhandlung, der nach Auffassung des erkennenden Gerichts eine Vertagung von zwei Wochen erforderlich macht, oder intensive Bemühungen des Gläubigers, irv fünfmonatigen Vergleichsverhandlungen mit dem ihm wirtschaftlich überlegen scheinenden Schuldner eine vergleichsweise Regelung zu erzielen, wobei der Schuldner den Gläubiger hierzu ermutigt hatte (OLG Bremen NJW-RR 1991, 44), führen nicht zu einer Selbstwiderlegung der Eilbedürftigkeit (vgl hierzu auch Spätgens in Gloy/Loschelder Handbuch des Wettbewerbsrechts, 96 Rn 41; Ekey in HK-WettbR 12 Rn mn). Für den Antragsgegner bietet es sich in diesem Zusammenhang an, im Einzelnen vorzutragen, wie viel Zeit der Antragsteller zwischen Kenntniserlangung der ersten behaupteten Markenrechtsverletzung und dem Einreichen des Antrages auf Erlass einer einstweiligen Verfügung hat verstreichen lassen, um daraus auf eine Selbstwiderlegung der Dringlichkeit zu schließen. In einem Unternehmen, bei dem die Auswertung überregionaler Zeitungen und Zeitschriften einer hierfür eigens eingerichteten Stelle zugeordnet ist, soll es für die Frage des Zeitpunkts der Kenntniserlangung darauf ankommen, wann der zuständige Mitarbeiter hierauf gestoßen ist (OLG Köln NJW-RR 1999, 694 ff). Bei einer massiven werblichen Gestaltung auf der Titelseite einer Zeitschrift, die es dem Betrachter letztlich unmöglich macht, seinen Blick der streitgegenständlichen Bewerbung zu entziehen, kann der Rechtschutz in Anspruch Nehmende im Einzelfall nicht mit dem Argument gehört werden, ihm sei diese Werbung nicht bei dem Erwerb des Heftes zur Kenntnis gelangt (OLG Hamburg WRP 2007, 675 ff; dringlichkeitsschädliche Kenntnis von einer Werbung). 33

72 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Haben der Antragsgegner oder der Antragsteller die Dringlichkeit gem 12 Abs 2 UWG analog widerlegt, ist es Sache des Antragstellers, glaubhaft zu machen, warum, etwa wegen neuer Tatsachen, die Sache gleichwohl dringlich ist (OLG Köln WRP 1978, 556 f; GRUR 1977, 220 ff Charlie). 4. Glaubhaftmachung der anspruchsbegründenden Tatsachen Zunächst gelten die allg prozessrechtlichen Regeln: Danach hat der Antragsteller alle anspruchsbegründenden Tatsachen für den Markenrechtsverstoß darzulegen und glaubhaft zu machen, einschließlich der Erstbegehungs- und/ oder Wiederholungsgefahr. Der Umfang der Darlegungs- und Glaubhaftmachungslast richtet sich nach den allg Beweisregeln, wonach der Anspruchsteller die ihm günstigen Tatsachen glaubhaft machen muss (KG WRP 1978, 819; Ulrich GRUR 1985, 201 ff). Soweit ausländischem Recht für die Entsch über den Verfügungsantrag Relevanz zukommt, bedarf es ebenso wie im Hauptsacheverfahren zunächst der Feststellung des Rechts. Dabei obliegt es dem Antragsteller, die Geltung und Reichweite des ausländischen Rechts glaubhaft zu machen (Heinze in Münchener Kommentar ZPO 920 Rn 18, 4. Aufl). Fraglich ist, ob der Antragsteller das Fehlen von Einwendungen des Antragsgegners vortragen und glaubhaft machen muss. Diese Frage ist jedenfalls für den Fall zu bejahen, dass im Eilverfahren ohne mündliche Verhandlung entschieden wird. Das Gericht kann dann nämlich die möglichen Einwendungen des Antragsgegners nicht kennen, weshalb es angemessen erscheint, dass der Antragsteller glaubhaft macht, dass keine Einwendungen des Antragsgegners seinem Antrag im Eilverfahren entgegen stehen (OLG Karlsruhe GRUR 1987, 845, 847; Teplitzky Kap 54 Rn 45; ders WRP 1980, 373 f; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 153; Stein/Jonas/Grunsky 920 Rn 11; zu weitgehend Hirtz NJW 1986, 110, 113, der selbst bei einer mündlichen Verhandlung dem Antragsteller die Glaubhaftmachungslast für das Fehlen von Einwendungen des Antragsgegners aufbürden will, obwohl der Antragsgegner in der mündlichen Verhandlung diese selbst vortragen und glaubhaft machen könnte; vgl auch Heinze in Mün- 34

73 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht chener Kommentar ZPO 921 Rn 21, der dem Antragsteller die Darlegung der Einrede- und Einwendungsfreiheit seines Anspruchs nur für den Fall aufbürdet, dass sich aus dem Vortrag des Antragstellers Hinweise auf mögliche Einwendungen und Einreden des Antragsgegners ergeben). 3 Hält eine Partei schuldhaft Angriffs- und Verteidigungsmittel bis zuletzt zurück, kann dieser der Einwand des Rechtsmissbrauchs entgegengehalten werden, obwohl die Parteien ansonsten bis zum Schluss der mündlichen Verhandlung neue Tatsachen und Vortrag glaubhaft machen können (OLG Koblenz GRUR 1987, 319; Köhler/Piper UWG af, 25 Rn 25; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 167). Gelingt dem Antragsteller die Glaubhaftmachung der Einrede- und Einwendungsfreiheit seines Anspruchs nicht, führt dieser Umstand aber nicht zur Zurückweisung des Antrages auf Erlass einer einstweiligen Verfügung, sondern lediglich zur Anhörung des Antragsgegners und der Anberaumung einer mündlichen Verhandlung (Vollkommer in Zöller ZPO Vor 916 Rn 6a; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 154; ähnlich Teplizky Kap 54 Rn 45 jeweils mn). Dann gilt für die Glaubhaftmachungslast die allgemeine die Parteien treffende Beweislastregel (Teplitzky Kap 54 Rn 45, u die N Fn 251). Den Parteien eines einstweiligen Verfügungsverfahrens stehen alle Beweismittel gem 294 Abs 1 ZPO einschließlich der Versicherung an Eides Statt zu. Entgegen der häufig anzutreffenden Praxis kann eine eidesstattliche Versicherung ohne eigene Sachdarstellung, die sich lediglich pauschal auf einen Rechtsanwaltsschriftsatz bezieht, als Mittel zur Glaubhaftmachung nicht genügen (BGH NJW 1988, 2045). Einer eidesstattlichen Versicherung gem 294 ZPO ist die anwaltliche Versicherung über beruflich wahrgenommene Vorgänge gleichzustellen (OLG Köln GRUR 1986, 196; Greger in Zöller, ZPO, 294 Rn 5, 30. Aufl, wonach der RA in seiner Eigenschaft selbst wahrgenommen hat und unter Berufung auf seine Standespflichten anwaltlich versichern darf mwn). 35

74 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Einerseits ist es dem Antragsteller verwehrt, sich auf Auskünfte von Behörden zu berufen; er hat diese selbst zu beschaffen und dem Gericht vorzulegen (BGH NJW 1958, 712); dies soll jedoch nicht gelten, wenn das Gericht zuvor nach 273 Abs 2 Nr 2 ZPO Behörden oder Träger eines öffentlichen Amtes um Mitteilung von Urkunden oder um Erteilung amtl Auskünfte ersuchte. Andererseits kann im Verfahren des einstweiligen Rechtsschutzes für die Glaubhaftmachung auch auf die Akten des Hauptsacheverfahrens verwiesen werden. 5. Erlass der einstweiligen Verfügung a) Inhalt der einstweiligen Verfügung Das angerufene Gericht bestimmt gem 938 Abs 1 ZPO nach freiem Ermessen, welche Anordnungen zur Erreichung des mit dem Antrag auf Erlass einer einstweiligen Verfügung verfolgten Zwecks erforderlich sind. Die einstweilige Verfügung darf nicht über das im Antrag formulierte Begehren des Antragstellers hinausgehen (Ekey in HK-WettbR 12 Rn 169 mn). Allerdings darf das Gericht den Antrag klarstellen, umformulieren oder auch ausdeuten und im Rahmen von 139 ZPO auf die Antragsformulierung Einfluss nehmen (statt aller Teplitzky Kap 54 Rn 38 mn). Der Antragsteller sollte einen Unterlassungsantrag mit der Androhung von Ordnungsmitteln verbinden, um die Vollziehung der einstweiligen Verfügung nicht zu gefährden. Denn sonst hätte er wegen 890 Abs 2 ZPO vor der notwendigen Vollziehung des Titels zunächst noch den Antrag auf Erlass eines bes. Androhungsbeschlusses zu stellen. Die durch das zweite Verfahren eingetretene Zeitverzögerung würde in vielen Fällen zur Überschreitung der Frist von einem Monat zwischen Erlass der Unterlassungsverfügung und Vollziehung führen. Wenn der Antragsteller erfolgreich ggf auch die markenrechtlichen Besonderheiten, wie die rechtserhaltende Benutzung einer Marke, ihre prioritätsältere Benutzung, den Nachweis der Verkehrsgeltung oder etwa der Bekanntheit, dargelegt hat, wird das Gericht jedenfalls die Rechtsfragen bereits im Verfahren des einstweiligen Rechtsschutzes umfassend beant- 36

75 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht worten. Insoweit dürfte kein Unterschied zum Hauptsacheverfahren bestehen. Inhaltliche Grenzen der vom Gericht zu treffenden Regelungen ergeben sich allerdings aus den Besonderheiten des Eilverfahrens. Die Verteidigungsmöglichkeiten des Antragsgegners sind zunächst beschränkt und es wird ggf ein Vollstreckungstitel gegen ihn in die Welt gesetzt, ohne dass ihm rechtliches Gehör gewährt wird. Deshalb darf nicht mehr als zur Sicherung des Antragstellers unbedingt erforderlich angeordnet werden (Schuschke in Schuschke/Walker, 938 Rn 14). b) Die Sequestration Neben der Beschlagnahme von widerrechtlich gekennzeichneten Waren bei der Ein- und Ausfuhr nach 146 ff kommt als weiterer Rechtsbehelf der Erlass einer einstweiligen Verfügung mit dem Inhalt in Betracht, dass die Sachen sichergestellt und unter Ausschluss des Zugriffsrechts des Schuldners verwahrt werden, um den Vernichtungsanspruch nach 18 zu sichern (OLG Hamburg WRP 1997, 106 ff). Nach hm handelt es sich hierbei um eine Sequestration gem 938 Abs 2 ZPO (Schulz-Süchting in Jakobs/Lindacher/Teplitzky 25 UWG af Rn 108; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 172; Pastor/Ahrens/Jestaedt S 1001; Schuschke unterscheidet zwischen Sicherstellung und Verwahrung einerseits und Sequestration andererseits: um Sequestration handele es sich nur dann, wenn der sicherzustellende Gegenstand über seine Verwahrung hinaus verwaltet werden müsse, Schuschke in Schuschke/Walker, 938 Rn 20). c) Der Auskunftsanspruch nach 19 Abs 3 19 Abs 3 gewährt in Fällen offensichtlicher Rechtsverletzung einen Anspruch auf Erteilung der Auskunft über die Herkunft und den Vertriebsweg von widerrechtlich gekennzeichneten Gegenständen gem 19 Abs 2 hat der zur Auskunft Verpflichtete Angaben zu machen über Namen und Anschrift des Herstellers, des Lieferanten und andere Vorbesitzer, des gewerblichen Abnehmers oder des Auftraggebers sowie über die Menge der hergestellten, ausgelieferten, erhaltenen oder bestellten Gegenstände. 37

76 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Nach der hier vertretenen Auffassung erstreckt sich die Dringlichkeitsvermutung nach 12 UWG auch auf den Anspruch nach 19 Abs 3 (aa Fezer 19 Rn 18). d) Die Beschlussverfügung Ohne mündliche Verhandlung ergeht eine einstweilige Verfügung durch Beschl. Das Gericht hat nach pflichtgemäßem Ermessen zu entscheiden, ob eine mündliche Verhandlung notwendig ist (Deutsch WRP 1999, 27 ff). Aus dem verfassungsrechtlich verankerten Anspruch auf rechtliches Gehör folgt, dass das Gericht, wenn es schon keine mündliche Verhandlung anberaumt, vor einer stattgebenden Entsch. und falls es die Zeit noch erlaubt, dem Antragsgegner die Antragsschrift zur Stellungnahme übersendet (Schulz-Süchting in Jakobs/Lindacher/Teplitzky UWG 25 Rn 93; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 163), es sei denn, der Antragsgegner soll nicht vor dem bevorstehenden Erlass der beantragten einstweiligen Verfügung gewarnt werden, etwa in Produktpirateriefällen (Retzer in Harte- Bavenkamm/Henning-Bodewig, UWG 12 Rn 378). Die vollumfänglich stattgebende Beschlussverfügung bedarf keiner Begr und ist nach 36, 929 Abs 2, 929 Abs 3 S 2 ZPO dem Antragsteller zuzustellen. Lehnt der Richter den Antrag auf Erlass einer einstweiligen Verfügung ohne mündliche Verhandlung durch Beschl ab, ist der dann ergehende Beschl gem 936, 922 Abs 3 dem Antragsgegner nicht mitzuteilen. Der Antragsteller erhält gem 329 Abs 2 S 1 ZPO hierüber eine formlose Mitteilung. e) Die Urteilsverfügung Die aufgrund einer mündlichen Verhandlung erlassene einstweilige Verfügung ergeht durch Endurteil, welches unmittelbar mit seiner Verkündung seine Wirksamkeit entfaltet. Das Gericht hat die Zustellung des Urt. nach 317 Abs 1 S 1 ZPO an die Parteien zu veranlassen. Diese Amtszustellung berührt regelmäßig die vom Antragsteller durchzuführende Vollziehung im Parteibetrieb nicht. 38

77 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht f) Das Problem einer Vorlagepflicht an den EuGH nach Art 234 EGV Gem Art 234 (ex-art 177 EGV) entscheidet der EuGH im Wege der Vorabentscheidung, wenn ein Gericht ihm eine für den zu entscheidenden Streit maßgebliche Vorfrage aus dem Gemeinschaftsrecht vorlegt. Es besteht für die Gerichte der Vertragsstaaten eine Vorlagepflicht. Wenn neben dem Verfahren im einstweiligen Rechtsschutz noch die Möglichkeit eines Hauptsacheverfahrens besteht und in diesem Rahmen eine Vorlage an den EuGH möglich ist, scheidet eine Vorlage an den EuGH nach 234 EGV grds aus (EuGH NJW 1983, 2751 Morsun; NJW 1977, 1585 Hoffmann-La Roche/Centrafarm; KG NJW-RR 1994, 1463, 1465; OLG Frankfurt NJW 1985, 2901 ff kostenlose EG-Butter; Ekey in HK- WettbR 12 Rn 177, jew mn). g) Die Vollziehung der einstweiligen Verfügung aa) Allgemeine Grundsätze Ebenso wie der Arrest bedarf die einstweilige Verfügung der Vollziehung. Erst dadurch erlangt der Gläubiger die von ihm erstrebte vorläufige Sicherung seines Anspruchs (Sosnitza in Piper/Ohly/Sosnitza UWG 12 Rn 164). Nach den 936, 929 Abs 2 ZPO ist die Vollziehung einer einstweiligen Verfügung unstatthaft, wenn seit dem Tag, an dem die einstweilige Verfügung verkündet oder der Partei, auf deren Gesuch sie erging, zugestellt ist, ein Monat verstrichen ist. Wird die Wahrung der Vollziehungsfrist versäumt, hat das Gericht auf Antrag des Schuldners eine Beschlussverfügung im Widerspruchsverfahren und jede einstweilige Verfügung gem 926, 927 ZPO aufzuheben. Überdies steht dem Schuldner die weitere Möglichkeit offen, im Berufungsverfahren mit der fehlenden fristgerechten Vollziehung der einstweiligen Verfügung die Berufung erfolgreich zu begründen. Sinn und Zweck der in der Praxis für den Antragsteller oder Verfügungskläger häufig zu Schwierigkeiten führenden Erfüllung der zeitlichen und förmlichen Anforderungen der Vollziehung liegen in dem Umstand, dass 39

78 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey der Schuldner nicht über längere Zeit im Ungewissen gehalten werden darf, ob er aus dem Titel noch in Anspruch genommen wird. Die Vorschrift des 929 Abs 2 ZPO hat schuldnerschützende Funktion und begegnet keinen verfassungsrechtlichen Bedenken, jedenfalls solange der Gläubiger dadurch nicht unzumutbar belastet wird (BVerfG NJW 1988, 3141). Die Beschlussverfügung hat der Antragsteller dem Antragsgegner innerhalb der Monatsfrist als Wirksamkeitsvoraussetzung der einstweiligen Verfügung gem 936, 922 Abs 2 ZPO zuzustellen. Die Zustellung stellt des Weiteren die gem 750 Abs 1 ZPO für die Vollstreckung eines Ordnungsmittels erforderliche Maßnahme dar. Die aufgrund einer mündlichen Verhandlung durch Urt. erlassene einstweilige Verfügung wird mit ihrer Verkündung wirksam. Ihre Zustellung erfolgt gem 317 Abs 1 S 1 ZPO an die Parteien und im Falle eines verkündeten Versäumnisurteils nur an die unterliegende Partei von Amts wegen. Die Voraussetzungen für die Festsetzung eines Ordnungsmittels im Falle der Zuwiderhandlung sind nach 750 Abs 1 ZPO mit der Verkündung erfüllt. Davon unabhängig bleibt es jedoch bei der Pflicht, innerhalb der Monatsfrist nach 935, 929 Abs 2 ZPO das Urt im Parteibetrieb zuzustellen (BGH NJW 1993, 1077; WRP 1989, 514, 517; OLG Hamburg WRP 1997, 53 f; OLG München NJW-RR 1989, 180; OLG Düsseldorf NJW- RR 1987, 763; OLG Hamm MDR 1991, 454; OLG Celle OLGZ 1992, 345; OLG Schleswig NJW-RR 1995, 896; Vollkommer in Zöller 929 Rn 12; vgl iü dn bei Teplitzky Kap 55 Rn 38 mn; aa zb OLG Stuttgart NJW-WettbR 1997, 43 f Vital Shop; OLG Celle NJW-RR 1990, 1088). Von dieser Regel wurden mit Recht in Einzelfällen Ausnahmen zugelassen. So liegt in dem Stellen eines Antrages auf Festsetzung eines Ordnungsmittels die Mitteilung an den Schuldner, dass der Gläubiger auf der Befolgung des Gebots der einstweiligen Verfügung besteht. Auch die nur von Amts wegen erfolgte Zustellung mit Strafandrohung kann die Vollziehungsvoraussetzungen erfüllen, wenn eine zusätzliche Zustellung im 40

79 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht Parteibetrieb als eine reine Förmelei anzusehen wäre, weil der Schuldner keine Zweifel hegen durfte, dass der Gläubiger aus der einstweiligen Verfügung vorzugehen beabsichtigt (vgl nur Vollkommer in Zöller ZPO 929 Rn 12). So ließ der BGH neben der bereits von Amts wegen vorgenommenen Zustellung die mündliche Leistungsaufforderung des Antragstellers unter Bezugnahme auf den vorläufigen Titel ausreichen (BGH NJW 1993, 1076 ff). bb) Einzelheiten der Parteizustellung Die Vollziehung der Unterlassungsverfügung erfolgt durch die Zustellung der einstweiligen Verfügung im Parteibetrieb. Sie hat an den Schuldner persönlich zu erfolgen. Hat sich für den Rechtszug ein Prozessbevollmächtigter bestellt, kann wegen 176 ZPO die Zustellung ausschließlich an diesen erfolgen (OLG Köln GRUR 2001, 456). Allerdings muss der Zustellende wissen, dass sich ein Prozessbevollmächtigter überhaupt bestellt hat (OLG Stuttgart NJW-WettbR 1996, 281; OLG Frankfurt NJW- RR 1996, 587; OLG Hamburg NJW-RR 1995, 445; KG WRP 1998, 411). Trotz der in 174 Abs 2 und Abs 3 ZPO vorgesehenen Möglichkeit, Schriftstücke durch Telekopie oder elektronische Mittel zuzustellen, soll der bloße Zugang der Beschlussverfügung lediglich per Telefax beim Verfahrensbevollmächtigten des Schuldners nicht ausreichen, vielmehr bedarf es eines Empfangsbekenntnisses, auf dessen Datum abzustellen ist (OLG Köln WRP 2007, 345 f). Im Einzelfall kann es fraglich sein, ob sich ein Rechtsanwalt für den Rechtszug bestellt hat und aus diesem Grund die Zustellung nur an ihn erfolgen kann. Hat ein Prozessbevollmächtigter bereits außergerichtlich seine Vertretung angezeigt, so wird die Zustellung einer dann erwirkten einstweiligen Verfügung nur an ihn wirksam stattfinden können, wenn jedenfalls mindestens ein schlüssiger Hinweis auf die ihm von dem Schuldner erteilte Vollmacht erfolgte (OLG Stuttgart NJW-WettbR 1996, 281 mn). Gleiches gilt, wenn sich in einer Schutzschrift ein Prozessbevollmächtigter vorsorglich bereits bestellt hatte (OLG Köln GRUR-RR 2001, 71; 41

80 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Teplitzky Kap 55 Rn 43 mn). In diesem Fall ist die einstweilige Verfügung nur dann wirksam vollzogen, wenn sie an diesen Schutzschriftanwalt des Antragsgegners zugestellt worden ist. Eine wirksame Zustellung der einstweiligen Verfügung setzt die Übergabe einer Ausfertigung des Titels oder einer beglaubigten Abschrift der Ausfertigung, also eine Abschrift des Titels, die auch den gerichtlichen Ausfertigungsvermerk enthält, voraus. Unschädlich soll es dabei sein, wenn bei der Wiedergabe des Ausfertigungsvermerks auf dem zugestellten Schriftstück ein Hinweis auf das in der Originalausfertigung vorhandene Dienstsiegel fehlt. Denn da gem 170 ZPO für die Ausstellung einer Ausfertigung die Übergabe einer beglaubigten Abschrift genügt, also eines Exemplars, auf dem zb nur die auf dem Original befindlichen Worte wiedergegeben werden, brauchen dort vorhandene Abbildungen und dergleichen, wie zb ein Siegel, nicht erwähnt zu werden (BGH NJW 1965, 104 f; OLG Stuttgart NJW-WettbR 1997, 21 ff; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 191). Ist ein Ordnungsmittelbeschluss später erlassen worden, setzt die wirksame Vollziehung der einstweiligen Verfügung auch die Zustellung dieses Beschl voraus; dies soll selbst dann gelten, wenn das erkennende Gericht einen derartigen ergänzenden Beschl nicht hätte erlassen dürfen (OLG Köln GRUR-RR 2001, 71). Erlässt das Berufungsgericht durch Urt eine einstweilige Verfügung, nachdem das erstinstanzliche Gericht die zunächst ergangene Beschlussverfügung im Widerspruchsverfahren aufgehoben hatte, so ist die Urteilsverfügung im Parteiwege zuzustellen, auch wenn nach dem Tenor des Berufungsurteils die Beschlussverfügung bestätigt wurde (OLG Frankfurt WRP 2002, 334 Wiederholte Parteizustellung mwn; aa OLG Celle WRP 1986, 612; OLG Düsseldorf NJW 1950, 113). Str diskutiert wird die Frage, ob es für die Wahrung der Vollziehungsfrist des 929 Abs 2 ZPO genüge, wenn der Gläubiger den Antrag auf Zustellung der einstweiligen Verfügung rechtzeitig bei der Gerichtvollzieherverteilerstelle einreicht, oder ob der Akt der Zustellung, der dem Schuldner von dem Vollziehungswillen Kenntnis gibt, innerhalb der Monatsfrist 42

81 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht erfolgen muss. IE verdient die Ansicht den Vorzug, wonach es nicht nur in einigen bestimmten Ausnahmefällen (zb wenn der Schuldner die fristgerechte Zustellung bewusst vereitelt hat, Schuschke/Walker 929 Rn 31, oder die einstweilige Verfügung im Ausland zugestellt werden muss, Pastor/Ahrens/Wedemeyer S 1022; OLG Köln NJW-WettbR 1999, 232, 234) für die Einhaltung der Vollziehungsfrist genügt, wenn der Antrag auf Zustellung im Parteibetrieb innerhalb der Monatsfrist bei der Gerichtsvollzieherverteilerstelle eingereicht worden ist und die Zustellung demnächst erfolgt (OLG Düsseldorf GRUR-RR 2001, 94 f; OLG Frankfurt NJW-RR 2000, 1236; OLG Celle InVo 1997, 23; OLG Hamm FamRZ 1994, 1540; Knieper WRP 1997, 815 f). Fraglich erscheint, ob eine mangelhafte Zustellung nach 187 S 1 af, 189 nf ZPO geheilt werden kann. Nach dem ZustRG (BGBl 2001 I 1206, 1209 gilt seit dem an Stelle des 187 ZPO af die neue Vorschrift des 189 ZPO. Während nach der bis zum geltenden Rechtslage eine Heilung von Zustellungsmängeln gem 187 S 1 ZPO af bei einstweiligen Verfügungen, die ohne mündliche Verhandlung durch Beschl ergehen, grds ausschied (OLG Zweibrücken GRUR-RR 2001, 288; vgl auch die Nachweise bei Ekey in HK-WettbR 12 Rn 193), folgt aus der Entsch des Gesetzgebers, 187 S 2 ZPO af nicht in den neu gefassten 189 ZPO zu übernehmen, dass nunmehr die vormals umstr Frage, ob einer Heilung der Zustellung selbst bei Verletzung zwingender Zustellungsvorschriften auch ird sog Wirksamkeitszustellung angenommen werden kann, zu bejahen ist (OLG Dresden, NJW-RR 2003, 1721 f; Vollkommer in Zöller 929 Rn 14, 30. Aufl und nunmehr auch Teplitzky Kap 55 Rn 47a, jew mn). Für die im Beschlusswege erlassene, auf die Erteilung einer markenrechtlichen Auskunft gerichtete einstweilige Verfügung genügt zur Annahme einer Vollziehung die Zustellung des Beschlusses im Parteibetrieb. Der Stellung eines Vollstreckungsantrages nach 888 ZPO innerhalb der Monatsfrist des 929 Abs 2 ZPO bedarf es für die rechtzeitige Vollziehung nicht (OLG Frankfurt NJW-RR 1998, 1007 f mit überzeugenden Argu- 43

82 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey menten; Gloy/Spätgens 84 Rn 6; aa OLG Hamburg NJW-WettbR 1997, 91; Schuschke in Schuschke/Walker, 929 Rn 25; Vollkommer in Zöller ZPO 929 Rn 18 ae, 30. Aufl). Dies soll erst recht gelten, wenn die Auskunftsverfügung mit einer Unterlassungsverfügung, die eine Ordnungsmittelandrohung gem 890 ZPO enthält, verbunden ist. Denn in diesem Fall strahlt der von der Androhung ausgehende Vollstreckungsdruck auch auf die Auskunftsverpflichtung aus, da der Schuldner nicht davon ausgehen kann, auf Seiten des Gläubigers sei ein geteilter, nämlich auf das bloße Unterlassungsverlangen beschränkter Vollstreckungswille vorhanden (OLG Frankfurt NJW-RR 1998, 1007 f). cc) Notwendigkeit der erneuten Zustellung Die Abänderung oder Neufassung einer einstweiligen Verfügung aufgrund eines Widerspruchs des Schuldners oder im Berufungsverfahren begründet die Notwendigkeit der erneuten Zustellung der einstweiligen Verfügung (OLG Hamm NJW-WettbR 1999, 631 Pizza Direkt/Direct). Gleiches gilt für den Fall, dass die Beschlussverfügung auf einen Widerspruch hin aufgehoben, in der Berufungsinstanz aber bestätigt und damit neu erlassen wurde (OLG Düsseldorf NJW-RR 2000, 68; OLG Hamburg WRP 1997, 53 f; Vollkommer in Zöller 929 Rn Aufl; Ekey in HK-WettbR 12 Rn 196; aa OLG Celle NJW-RR 1987, 64). Keiner erneuten Zustellung bedarf es, wenn eine Beschlussverfügung im Widerspruchsverfahren durch Urteil ohne Abänderung bestätigt oder lediglich ohne relevante Abänderung neu gefasst oder mit einer anderen Begründung versehen worden ist (str vgl nur Teplitzky Kap 55 Rn 48 mn). h) Die allgemeinen Rechtsbehelfe gegen eine markenrechtliche einstweilige Verfügung Dem Schuldner steht gem 936, 924 Abs 1 ZPO gegen die ohne mündliche Verhandlung erlassene Beschlussverfügung das Rechtsmittel des Widerspruchs zu. Dieses ist an keine Frist gebunden, unterliegt aber dem Verwirkungseinwand gem 242 BGB, der bei einem Verstreichenlassen 44

83 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht von über zwei Jahren bis zum Einlegen eines Rechtsmittels gegen eine Beschlussverfügung von der Rspr angenommen wurde (KG GRUR 1985, 237). Der Widerspruch kann auch auf einen sog Kostenwiderspruch beschränkt werden (Sosnitza in Piper/Ohly/Sosnitza UWG 12 Rn 148, 5. Aufl mn). Zwischen den Parteien wird dann nur noch über die Kosten des Verfahrens gestritten, einer Sachentscheidung im Verfügungsverfahren bedarf es dann nicht mehr (Ekey in HK-WettbR 12 Rn 200). Nach der Rspr des OLG Hamburg soll für den Fall, dass ohne vorherige Abmahnung eine einstweilige Verfügung erwirkt wurde, anstelle des Kostenwiderspruchs der Widerspruch zusammen mit der Abgabe einer Unterwerfungserklärung zur Änderung der Kostenentscheidung zulässig sein (OLG Hamburg NJW-RR 2002, 215 f). Die Zwangsvollstreckung aus der Beschlussverfügung wird durch den Widerspruch nach 924 Abs 3 S 1 ZPO nicht gehemmt. Das Gericht kann aber eine einstweilige Anordnung nach 707 ZPO gem 924 Abs 3 S 2 ZPO zur einstweiligen Einstellung der Zwangsvollstreckung erlassen. Weiterhin kann der Schuldner gegen alle Entscheidungen des Vorderrichters bei Vorliegen der allgemeinen Voraussetzungen Berufung einlegen. Sie kann auch darauf gestützt werden, die einstweilige Verfügung sei nicht fristgerecht vollzogen oder der Anspruch sei verjährt. Die Gewährung vorläufigen Vollstreckungsschutzes kommt gem 924 Abs 3 S 2 ZPO in Betracht (BGH NJW-RR 1997, 1155 f mn). Wegen der sich aus der Natur des Verfahrens der einstweiligen Verfügung ergebenden Besonderheiten kann eine Einstellung der Zwangsvollstreckung aber nur erfolgen, wenn feststeht, dass die einstweilige Verfügung aufgehoben wird (BGH NJW-RR 1997, 1155 f mn; OLG Frankfurt WRP 1992, 120; OLG Koblenz WRP 1985, 657). Dem Schuldner steht als weiterer Rechtsbehelf der Antrag nach 936, 926 Abs 1 ZPO zur Verfügung, das Gericht möge ohne mündliche Verhandlung anordnen, dass der Gläubiger binnen einer zu bestimmenden Frist Klage zu erheben hat. Wird dieser Anordnung nicht Folge geleistet, 45

84 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey so ist auf Antrag des Schuldners die Aufhebung der einstweiligen Verfügung durch Endurt auszusprechen. Weiterhin steht dem Schuldner nach 936, 925, 927 Abs 1 ZPO das Recht zu, wegen veränderter Umstände, insb wegen der Erledigung des Verfügungsgrundes oder aufgrund des Erbietens zur Sicherheitsleistung die Aufhebung der einstweiligen Verfügung zu beantragen. V Abschlussschreiben und Abschlusserklärung 1. Abschlussschreiben Eine einstweilige Verfügung sichert den Gläubiger des markenrechtlichen Anspruchs lediglich vorläufig. Die in der ZPO vorgesehenen Rechtsbehelfe der 924, 926, 927 ZPO, Berufung und die Einrede der Verjährung, kann der Verfügungsschuldner weiterhin geltend machen. Nach bisherigem Recht waren Anträge des einstweiligen Rechtsschutzes ohne Einfluss auf den Lauf der Verjährungsfrist (BGH NJW 1979, 217). Allein soweit sie als Vollstreckungsmaßnahmen qualifiziert werden konnten (Heinrichs in Palandt 209 Rn 21) haben sie nach 209 Abs 2 Nr 5 BGB af die Verjährung unterbrochen. 204 Abs 1 Nr 9 BGB regelt nun allg die Hemmung infolge eines Antrags auf Erlass eines Arrestes, einer einstweiligen Verfügung oder einer einstweiligen Anordnung (ausf hierzu Baronikians WRP 2001, 121 ff; Zimmermann/Leenen ua, JZ 2001, 684 ff; Mansel NJW 2002, 89 ff). Nicht eindeutig normiert ist, welche Ansprüche der Hemmungstatbestand des 204 Abs 1 Nr 9 BGB nf regelt. Richtigerweise sind der durch den Antrag des einstweiligen Rechtsschutzes zu sichernde Anspruch, aber auch der im Wege der ausnahmsweise zulässigen Leistungsverfügung zu erfüllende Anspruch von der Hemmung erfasst. Dies erscheint sachgerecht, denn die Grenzen zwischen Sicherungsverfügung und Leistungsverfügung sind nicht selten fließend. 46

85 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht In der Praxis markenrechtlicher Auseinandersetzungen hat es sich ebenso wie im Wettbewerbsrecht eingebürgert, den Schuldner unter Setzung einer angemessenen Frist aufzufordern, durch Abgabe einer Abschlusserklärung die Auseinandersetzung zwischen den Parteien zu beenden (Ekey in HK- WettbR Vor 12 ff Rn 45). Zur Vermeidung der Kostenfolge gem 93 ZPO hat der Gläubiger dem Schuldner idr nach Beendigung des Verfahrens auf Erlass einer einstweiligen Verfügung durch eine erneute Abmahnung Gelegenheit zu geben, sich zu unterwerfen. Dabei stellt das Abschlussschreiben allerdings keine Voraussetzung für die Erhebung einer Klage dar (Herget in Zöller 91 Rn 13, 30. Aufl mn). Für den Zugang des Abschlussschreibens und die in diesem zu setzende Frist für den Schuldner, die gewünschte Abschlusserklärung abzugeben, gelten dieselben Grundsätze wie bei der Bestimmung der Angemessenheit einer Frist im Abmahnschreiben und den Zugang des Abmahnschreibens. Das Abschlussschreiben stellt sich lediglich als eine Vorbereitungshandlung für die Erhebung der Hauptsacheklage dar, weshalb die Kosten des Abschlussschreibens im Verfügungsverfahren nicht festsetzungsfähig gem 91 ZPO sind (BGH GRUR 1973, 384 f goldene Armbänder). Kommt es nach Zugang des Abschlussschreibens, etwa weil der Schuldner die gewünschte Abschlusserklärung nicht abgibt, zum Hauptsacheverfahren, ist die sonst außergerichtlich zu erstattende Geschäftsgebühr gem Nr 2400 VV RVG nach Vorb. 3 Abs 4 VV RVG auf die ohnehin vom Schuldner für den Fall seines Unterliegens zu tragende Prozessgebühr anzurechnen (LG Köln GRUR 1987, 655; LG Hamburg WRP 1982, 44). 2. Abschlusserklärung Gibt der Schuldner die verlangte Abschlusserklärung ab, entfällt regelmäßig das Rechtsschutzbedürfnis für die Hauptsacheklage (BGH NJW-RR 1991, 22 f Abschlusserklärung; Pastor/Ahrens S 1041). Durch die Abschlusserklärung, die der Schuldner, um die Kostentragungspflicht gegenüber dem Gläubiger zu vermeiden, von sich aus möglichst bald nach der Zustellung der einstweiligen Verfügung abgeben soll- 47

86 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey te, wird die einstweilige Verfügung in den Rang einer Hauptsacheentscheidung gehoben, weshalb in der Abschlusserklärung auf die Rechte nach 924, 926, 927 ZPO, ggf auf die Einrede der Verjährung und das Rechtsmittel der Berufung verzichtet werden muss (Ekey in HK-WettbR Vor 12 ff Rn 265). Der Schuldner hat die Abschlusserklärung unzweifelhaft (KG WRP 1986, 87), unbedingt und vorbehaltlos abzugeben (BGH NJW-RR 1991, 297 f Abschlusserklärung). Es obliegt dem Schuldner, die Abschlusserklärung in der für die Beweiszwecke des Gläubigers erforderlichen Form zu übersenden. Die Übermittlung kann zunächst fernschriftlich und nach der hier vertretenen Auffassung auch per erfolgen, wenn auf Verlangen des Gläubigers diese Erklärung schriftlich bestätigt wird (BGH NJW 1990, 3147 f Unterwerfung durch Fernschreiben). Einer Annahme der Abschlusserklärung durch den Gläubiger bedarf es nicht. 3. Kosten des anwaltlichen Abschlussschreibens Das Abschlussschreiben eines Rechtsanwalts, mit dem er nach Abschluss des einstweiligen Verfügungsverfahrens den Antragsgegner auffordert, den Verfügungsanspruch anzuerkennen und auf Widerspruch sowie die Stellung eines Antrages nach 926 ZPO zu verzichten, gehört nicht mehr zum Verfügungsverfahren sondern bereits zur Hauptsache (BGH Beck RS 2008, 05989; Besprechung v Schneider in NJW-Spezial, Heft 10/2008, 315). Die beim Gläubiger durch die Übersendung des Abschlussschreibens entstehenden Kosten sind im Falle der Abgabe einer wirksamen Abschlusserklärung nach den Gesichtspunkten der Geschäftsführung ohne Auftrag zu erstatten, wenn der Verletzer zu dem Abschlussschreiben Veranlassung gegeben hat und es notwendig war (Ekey in HK-WettbR 12 Rn 258). Um unnötige Kosten zu vermeiden, muss dem Schuldner zunächst die Gelegenheit eingeräumt werden, innerhalb einer üblichen Frist von ca. 14 Tagen ab Zustellung der einstweiligen Verfügung von sich aus die Abschlusserklärung abzugeben (OLG Köln WRP 1987, 188; Theson WRP 48

87 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht 1978, 670; nach aa ist auf die Dauer der Rechtsmittelfrist von 1 Monat abzustellen, Sosnitza in Piper/Ohly/Sosnitza, UWG 12 Rn 183 mn; OLG Frankfurt WRP 2003, 1002 danach ist ein längeres Abwarten als 2 Wochen dann zumutbar, wenn der Schuldner die Bereitschaft zum Einlenken bereits signalisiert hat). Wurde der Rechtsanwalt nach Abschluss des einstweiligen Verfügungsverfahrens hinsichtlich der Hauptsache zunächst mit einer außergerichtlichen Vertretung beauftragt, entsteht für das von ihm gefertigte Abschlussschreiben eine Geschäftsgebühr nach Nr 2300 VV RVG (Vorb 2.3. Abs 3 VV RVG). Es dürfte dabei von der sog Schwellengebühr (Anm zu Nr 2300 VV RVG) auszugehen sein, weil ein Abschlussschreiben im Zweifel sich weder als besonders umfangreich noch schwierig darstellt. Für das einstweilige Verfügungsverfahren entstand die 1,3 Verfahrensgebühr und für das nachfolgende Abschlussschreiben ebenfalls eine 1,3 Geschäftsgebühr nach Nr 2300 VV RVG. Reagiert der Schuldner nicht und muss Hauptsacheklage erhoben werden, entsteht für das gem Klageverfahren die 1,3 Verfahrensgebühr nach Nr 3100 VV RVG (auf die die vorangegangene Geschäftsgebühr für das Abschlussschreiben gem Vorb 3 Abs 4 VV RVG hälftig höchstens mit 0,75 anzurechnen ist. Wenn der Rechtsanwalt nach Abschluss des einstweiligen Verfügungsverfahrens von seinem Mandanten nicht mehr damit beauftragt wurde, noch einmal außergerichtlich tätig zu werden, sondern ihm sofort Klageauftrag zur Hauptsache erteilt wurde, er aber im Rahmen des Klageauftrages den Schuldner erneut anschreibt, um ihm Gelegenheit zu geben, die Klage durch Abgabe der Abschlusserklärung abzuwenden, erhält der Rechtsanwalt eine Verfahrensgebühr nach Nr 3100 VV RVG (Vorb 3 Abs 2 VV RVG). In diesem Stadium bemisst sich die Verfahrensgebühr gem Nr 3101 Nr 1 VV RVG allerdings nur auf 0,8 (Schneider in Besprechung BGH Beck RS 2008, 05989, in NJW-Spezial, Heft 10/2008, 315 f mit weiteren Einzelheiten; aa OLG Hamm WRP 2008, 135, wonach für ein 49

88 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Abschlussschreiben regelmäßig eine durchschnittliche Geschäftsgebühr anzusetzen ist). VI Zusammenfassende Erwägungen 1. Die kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen in Deutschland dürften zu gut 50 % durch außergerichtlich ausgesprochene Abmahnungen ihre Erledigung finden. Hiervon dürften insb die Sachverhalte mit einer wirtschaftlich geringeren Bedeutung betroffen sein. Über die Frage, wer die Abmahnkosten des Abmahnenden tragen muss, werden allerdings dann doch noch relativ häufig die Markengerichte bemüht. Hierbei handelt es sich allerdings nur noch um sog Nachhutsgefechte der durch die Abgabe der strafbewerten Unterlassungserklärung erledigten Fälle. 2. Die andere Hälfte der Sachverhalte wird ebenfalls zu ungefähr 50 % durch einstweilige Verfügungen erledigt. Entweder die Markengerichte lehnen den Erlass einer einstweiligen Verfügung häufig schon telefonisch ab und der Antragsteller nimmt seinen Antrag zurück, oder die einstweilige Verfügung wird ohne mündliche Verhandlung erlassen und der Antragsgegner akzeptiert diese oder akzeptiert die einstweilige Verfügung nach Einlegung des Widerspruchs, wenn das Markengericht bei seiner Auffassung bleibt. Nur relativ wenige Streitigkeiten erreichen die zweite Instanz. 3. Vor allem das Institut der einstweiligen Verfügung ist von einem Kooperationsverhältnis zwischen den Markengerichten und den Prozessvertretern der Parteien geprägt. Einerseits folgt dies aus 139 ZPO. Danach hat das Gericht darauf hinzuwirken, dass die Parteien die sachdienlichen Anträge stellen. In den häufigen Fällen, in denen das Gericht ohne mündliche Verhandlung entscheidet, liegt also die Gerichtspraxis nahe, dass der Vorsitzende Richter den Prozessbevollmächtigten des Antragstellers telefonisch darüber auf- 50

89 Besonderheiten von kennzeichenrechtlichen Auseinandersetzungen nach deutschem Recht klärt, wie nach Auffassung der Kammer diese entscheiden würde und anregt, gegebenenfalls die angekündigten Anträge umzustellen oder neu zu formulieren. Die Bedenken, die gegen diese Rechtspraxis geäußert werden, gehen fehl. Denn zum einen wird das Gericht die Telefongespräche mit einer Prozesspartei als Protokoll in der Gerichtsakte festhalten. Zum anderen bleibt es der Gegenpartei unbenommen, im Wege einer Schutzschrift ihre Argumente nach erfolgter Abmahnung vorzubringen. Wenn der Antragsteller nach entsprechender Belehrung des Gerichts seinen Antrag auf Erlass einer einstweiligen Verfügung zurückzieht, erleidet der Antragsgegner ohnehin keine Rechtsnachteile. Sollte ein dann erneut angerufenes Gericht entscheiden, gilt wieder die Regelung von 139 ZPO. IÜ ist auf die Praxis der Gerichte hinzuweisen, dass sie erwarten, dass dem Antrag auf Erlass einer einstweiligen Verfügung die Abmahnung beigefügt und die Antwort des Abgemahnten ebenfalls übersandt wird. Insoweit dient das kennzeichenrechtliche Verfahrensrecht der Herbeiführung gesetzmäßiger und auch unter diesem Blickpunkt richtiger, darüber hinaus aber auch im Rahmen dieser Richtigkeit gerechter Entscheidungen (vgl. nur BVerfG E 42, 73). 51

90 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey 52

91 ALMAN HUKUKUNA GÖRE MARKA HAKLARIYLA İLİŞKİLİ İHTİLAFLARIN HUSUSİYETLERİ Prof. Dr. Friedrich L. Ekey I. Giriş Alman Marka Yasası marka hukuku kavramından marka, ticari unvanlar ve coğrafi köken bilgileri ile ilişkili bir hukuku anlamaktadır. Bu bağlamda Alman Marka Yasası (MarkenG) aynı yasasın 3. maddesi gereği marka korumasıyla ilişkili marka hukukuna dayalı kuralların dışındaki kuralların devreye sokulmasını dışlamaz. Her durumda tescilli marka ile ilişkili Alman marka hukuku uyumlulaştırılmış bir Avrupa hukukunu teslim ederken, marka hukuku alanındaki ihtilaflar Almanya'da ayrıca ulusal hukuku da tabidir. Kuşkusuz Avrupa hukukunun gittikçe artan etkileri marka hukuku alanındaki ihtilaflar için de söz konusudur. Bu konuda örneğin Enforcement (= İnfaz) -Talimatnamesine ve doğal olarak Avrupa Adalet Divanı (EuGH) içtihadına gönderme yapılması gerekir. Alman Marka Yasası (MarkenG) içinde haksız fiil hukukunun bir parçası olarak düzenlenmiş marka hakkı ihlalleri yaygın olarak bilhassa müdahalenin meni davaları, tecavüzün ref i davaları veya zarar tazminatı davalarını tetiklemektedir. Uygulamada kuşkusuz ihtilafların ağırlık noktası daha ziyade müdahaleyi men talepleri alanındadır. Bu durum bir yandan, marka ihlali nedeniyle yol açılmış zararın tazmini taleplerinin sıklıkla zor bir şekilde nicelleştirilebilir olmasına dayanmaktadır. Zarar Avukat 53

92 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey tazminatı talebinin yaptırım gücü uzun yıllar süren mahkeme işlemlerinden sonra bilhassa ürün korsanlığı alanı ve buna yakın hukuki durumlarda da sıklıkla mümkün olmamaktadır. Öte yandan marka hukuku tartışmalarında müdahalenin men'i taleplerinin ağırlığı, bunların geçici hukuki koruma önleminin yargılama öncesi ikaz yoluyla uygulamada sıklıkla hızlı ve etkin bir şekilde yaptırım gücüne kavuşturulabilmeleriyle gerekçesine dayanmaktadır. Alman hukuk uygulaması marka hukukuna dayalı ihtar ve marka hukukuna dayalı olarak yapılan geçici tedbir için konuşmamın konusu olan hususiyetler geliştirmiştir. II. İhtar Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 1 Fıkra 1, haksız rekabet hukuku bakımından alacaklıya, bir mahkeme işlemi başlatmadan önce borçlusunu ihtar etmesi yükümlülüğünü getirmektedir. Bunda ki amaç, ona (borçluya) ihtilafı ceza tehdidi içeren bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanın verilmesi yoluyla çözülmesi fırsatı vermektir. İhtar olarak gerçek veya varsayılan ihlal eyleminden mağdur olanın muhtemelen ihlali yapana mahkeme devreye sokulmaksızın gerçekleştirilen bir bildirimi olarak anlaşılabilir. Buna göre ihlali yapana hukuka aykırı davranmış olduğu ihtar edilir ve buna bağlı olarak ondan bu davranışını bundan böyle durdurması ve tespit edilecek bir süre içinde bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanı vermesi talep edilir. İhtar ihlali yapan kişiye örneğin marka hukuk açısından hakkına tecavüz edilmiş kişiyi tazmin suretiyle davadan vazgeçirme yolunu açmalıdır. 1. Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 1 Cümle 1 'in yerinde uygulanması Yaygın olarak birinci merci mahkemelerin içtihatında ve literatürde kabul edilen görüşe göre Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 1 Cümle 1 marka davaları hukukunda da kıyaslama yapılarak kullanılabilir (Hacker, Ströbele/Hacker Madde 14 Sayfa Kenar No 426, Fn 1083 mn, kısmen birinci merci mahkemelerin çelişkili içtihadı 54

93 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Ingerl/Rohnke Madde 14-19, Sayfa Kenar No. 94, 2. Baskı; Fezer Madde14 Sayfa Kenar No ve takip eden numaralar ). Teplitzky özellikle marka hukukunda bir analoji için vazgeçilemez hukuki boşlukları kabul etmemektedir, çünkü ona göre marka hukukunda tespit edilmiş kurallar vekaletsiz iş görmeye kapsayabilir ( aynı zamanda bakınız: Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2008, Sayfa 1449 ve takip eden sayfa- Clone-CD; Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2007, 325 ve takip eden sayfalar -" Rekabet Hukuku Dışında İhtar" Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Marka Hukuku 2006, 236 ve takip den sayfa- İhtar Masraflarının Tazmini - Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No. 1; Ditmer, Büscher/Dittmer/Schiwy Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 92 Ingerl/Rohnke, Madde 14 ila 19 Sayfa Kenar No. 295; Hirsch Fezer, Marka Uygulaması El Kitabı, Marka İhlal Davaları I 4 Sayfa Kenar No. 77). Bu nedenle bir analojiyi prensip olarak ayırmaktadır. Fakat buna karşın marka hukuku ile ve yine Haksız Rekabet Yasası (UWG) ile düzenlenmiş hukuki alanların çaprazlığını ifade etmektedir. Örneğin hem Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 5 Fıkra 1 Bent 1 " Coğrafi veya İşletmesel Köken" başlığı altında bahsi geçen coğrafi köken tanımlamalarının korunması hem de Madde 126 ve takip eden maddeler aynı hukuki durumlarla ilişkilidir. Madde 2 'ye göre de Alman Marka Yasası (MarkenG) gereği sağlanan hukuki koruma, diğer kuralların uygulanmasını, başka bir deyişle Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 I 'de yer alan kuralların uygulanmasını içermemelidir. Ayrıca buna ilave olarak hukukçuya göre (Teplitzky) Madde 5, ve 15'de - eski sürüm Madde 16 - ticari markaların korunmuş olması ve Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 I 'in eklenmesi ile hukuki durumda bir değişiklik meydana gelmeyecektir. Fakat bu tehlike, eğer Madde 5, 15 ve yine Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 1 'de normlaştırılmış kurallardan daha farklı kurallara göre bir hukuki korumanın gerçekleştirilmesinin gerekiyor ise vardır. Sonuçta içtihat her halükarda 55

94 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey fiilen Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 1 'in yerinde kullanılması marka hukukuna dayalı ihtilaflara uygulamaktadır (bakınız : Runkel, Avukat Formları (=Form şeklinde yazılar) Sınai Hakların Korunması, 5. Baskı, S. 394 ve takip eden sayfa, Deliller ile). Özellikle Haksız Rekabet Yasası (UWG) 'na dayalı davalarla ilişkili içtihadın yaptırımı bakımından uyumluluğunun sağlanması için burada tavsiye edilen analoji önerilmiştir. 2. İhtarın gerekliliği Alman Hukuku Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 93 gereği davacı, eğer davalı davranışı ile mahkeme kanalıyla gerçekleştirilecek tedbirlerin alınmasına vesile oluşturmuyor ise ve davacının talebini hemen kabul ediyor ise, dava giderlerini karşılamak zorundadır. Marka hukukuna dayalı taleplerin mahkeme yoluyla yapılmasından önce kabul edilebilir koşulu olarak değil, fakat Alman Hukuku Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 93 gereği gider külfetinden kaçınmak için ihlali yapanın önceden ve etkili bir şekilde ihtarının gerçekleştirilmesi gerekmektedir ( Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1990, 1905 f - İhtar Edilenin Cevap verme Yükümlülüğü; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 2002, 215 ve takip eden sayfa, önceden yapılmış bir ihtar olmaksızın alınan geçici tedbir kararında dava masrafları hususundaki kararın değiştirilmesine izin vermektedir; Schleswig Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Multi Medya ve Hukuk Dergisi (MMR) 2001, 176 ve takip eden sayfalar; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2001, 72 - İhtar Öncesi Geçici Tedbir; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1989, 58; 1987, Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1448; Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) eni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1987, 428; Bremen Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1970, 867; Fezer Madde 14 Sayfa Kenar No. 542; Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No. 2) Bu durum 56

95 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri bizzat zamana bağlı hak ihlallerinde de, örneğin bir fuar etkinliği esnasında aynı zamanda sözlü olarak yapılması mümkün ve gerekli olabilecek ihtarlarda da geçerlidir. Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) -RR 1987; kuşkulu olarak Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1974, 563 ve takip eden sayfa). Eğer hak tecavüzünde bulunan kişi mahkeme kanalıyla görülecek bir hukuki ihtilafı beklediğini beyan eder ise, bir ihtar fuzuli olabilir (Hagen Eyalet Mahkemesi (LG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, 360 ve takip eden sayfalar). Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 1'de ve bundan böyle Telif Hakkı Yasası (UrhG) Madde 97a Fıkra 1 Cümle 2, Fıkra 2 'de de yasa koyucu müdahalenin men'i talebinde bulunmaya yetkili alacaklının yükümlülüğünü, mahkeme kanalıyla atılacak adımların atılmasından önce borçluyu ihtar etmeyi ve ona makul bir anlaşma cezası ile donatılmış bir müdahaleden kaçınma yükümlülüğü beyanının verilmesiyle ihtilafın uzlaştırılması fırsatının verilmesini normlaştırmaktadır (bakınız: Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 2 ve takip eden numaralar). Bu noktada Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 1 kısmen reddedilmiş analojisi olmaksızın da marka hukukunda geçerli olan genel bir ilke gündeme gelmektedir (aynı zamanda bakınız: Köhler F. Erdmann Armağan Yayını, Münih 2002, 845 ve katip eden sayfalar; yazar dava için örf hukuku zeminini kabul etmektedir). 3. Bir önceki ihtarın gerekliliğinden istisna Masraflardan kaçınmak için mahkeme kanalıyla atılacak adımların atılmasından önce borçluyu önce ihtar etmek ilkesinde bazı istisnalara Alman Marka Hukukunda (MarkenR) belirli durumlar için izin verilmiştir. Eğer alacaklı için münferit durumun koşullarına göre bir ihtarın yapılması objektif olarak uygunsuz ise, önceden ihbarın yapılması (istisnai olarak) gereksizdir. (Hirsch / Fezer, Marka Uygulaması El Kitabı, I 4 Marka İhlal Davaları, Sayfa Kenar No. 30) Eğer bir ihtar alacaklının 57

96 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey haklı taleplerinin yaptırımını boşa çıkartıyor veya onun bakış açısından en azından onun için yaptırımın boşa çıkması bakımından endişe yaratıyor ise, bu durum (=ihtarın yapılmasının fuzuli olması durumu) kabul edilmektedir (rekabet hukukuna dayalı bir cebri idare davasında ihtarın gereksizliği: Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)- Rekabet Hukuku (WettbR) 1998, 234 takip eden sayfa; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) OLG-Report 2001, 12 ve takip eden sayfa; Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1997, Ohrstecker; Nürnberg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1995, 427; Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1984, 325 ve takip eden sayfa ; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1984, 758; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1983, 753 takip eden sayfalar - Pengo; Hoene / Hoene Runkel, Avukat Formları (=Form şeklinde yazılar) Sınai Hakların Korunması, S. 17 ve takip eden sayfa, 5. Baskı, Deliller ile); Ekey / HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No.16). Madde 18 gereği bozma davasının güvenlik altına alınması için ürün korsanlığı mallarının haczedilmesine yönelik bir ihtiyati tedbirde önceden bir ihtarın yapılması gerekli olmayabilir(frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2006, İhtar Gerekliliği; Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Yeni Hukuk Dergisi (NJW)-RR 2001, 257 ve takip eden sayfa - Porsche Spider 550; Fezer Madde 18 Sayfa Kenar No. 34; Diğer Görüş Braunschweig Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2005, 103 f- Kaçak Mallar; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1983, 453). 58

97 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Eğer hakkına tecavüz edilen kişi münferit vakanın koşullarının objektif olarak değerlendirmesinde, haklı talebinin mahkeme yardımı olmaksızın yaptırım kazanamayacağı sonuca varıyor ise bir ihtara gerek duyulmaz. Çünkü faklı nedenlerden ötürü mahkeme devreye sokulmadan önce ihlali yapandan müdahaleden kaçınmasını talep etmek beklenir bir durum değildir. (Schleswig Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Multi Medya ve Hukuk Dergisi (MMR) 2001, 176 ve takip eden sayfa; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) OLG-Report 2001, 12 ve takip eden sayfa). Haksız Rekabet Yasası (UWG) ile geliştirilmiş kriterlere uygun olarak ağır bir marka hakkı ihlalinin veya borçlunun kasıtlı fiilinin ortaya çıkması durumunda doğru anlayışa göre bir ihtar gereksizdir (Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)- RR 2001, 257 ve takip eden sayfa - Porsche Spider 550; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) OLG-Report 2001, 12 ve takip eden sayfa; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1984, 349; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1977, 276; Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1969, 935; Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1979, 191; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1985, 240; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1982, 589; Eyalet Yüksek Mahkemesi Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1984, 326 ve takip eden sayfa; Schleswig Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1973, 103 ve takip eden sayfa; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP)1972, 262, 388; Baumbach/Hefermehl Haksız Rekabet Yasası (UWG) Dava Açılması Sayfa Kenar No. 543; Stein/Jonas/Borg Madde 93 Sayfa Kenar No. 18; Steininger Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1999, 1195 ve takip eden sayfalar; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 13; Önem kazanan diğer görüş, Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2003, 101 ve takip eden sayfa- Gereksiz İhtar, Deliller ile; Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi 59

98 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1983, 45; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1996, 93 ve takip eden sayfa; Melullis Sayfa Kenar no. 770 ve takip eden no.; Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No. 22, 25; Sosnitza / Piper/Ohly/Sosnitza Haksız Rekabet Yasası (UWG), Madde 12 Sayfa Kenar No. 7, her bir delil ile ). Eğer hak ihlalinde bulunan kasıtlı olarak veya ağır ihmal sonucu ağır bir hak ihlali ile marka hukukuna dayalı normların dışına çıkar ise, o zaman bu durum hak ihlalinde bulunanın içinde adı konmuş bir yasağı ihlal ettiği durum ile eş değer değerlendirilmelidir. Böylece hakkına tecavüz edilen kişi için, mahkeme devreye sokularak derhal atılması gereken adımları atmak için beklemesi ve yine hak ihlali yapan ile iletişime geçmesi beklenemez (Ekey / HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No.14; diğer görüş örneğin: Teplitzky Bölüm 41, Sayfa Kenar No. 25 delillerle birlikte; Yazar yalnızca istisnai olarak ve çoğunlukla yalnızca hak ihlali eyleminin kasıtlılığından kaynaklanan başkaca koşullar ile bağlantılı olarak, bir ihtarın boşuna olduğu sonucunu çıkarmaktadır; aynı şekilde Schleswig Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Multi Medya ve Hukuk Dergisi (MMR) 2001, 176 ve takip eden sayfa, Delillerle birlikte). Hakkına tecavüz edilen kişinin masraf riskinin azaltılması için, bir ihtarın gereksiz olup olmadığı hakkına tecavüz edilen kişinin bakış açısına göre yapılmalıdır (Grüber / Walter/Grüber, Avukat El Kitabı, S. 5; Ekey, HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No.15) Ayrıca eğer bir ihtarın gereksizliği sonucuna vardıracak açıkça ortaya çıkmamış ise, tereddütlü durumlarda marka hukukuna dayalı bir alacağın alacaklısı, borçlusunu mahkeme kanalıyla atılacak adımların atılmasından önce ihtar etme konusunda iyi bir şekilde yönlendirilmelidir. 4. İhtarın ayrıntıları a) Biçim Bir ihtar için herhangi bir biçim öngörülmemiştir. İhtar yazılı, sözlü, telefon ile, faks yoluyla, tele mektup veya elektronik posta yoluyla gerçekleştirilebilir ( bakınız örneğin: Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi 60

99 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri (OLG) OLG-Report 2001, 12 ve takip eden sayfa; Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No.12). Hukuki yazışmada yalnızca ihtarının yapılmış olduğunun değil, aynı zamanda da ihtarın karşı tarafa erişmiş olduğunu kanıtlayabilecek bir ihtar biçinin seçilmesi tavsiye edilir. (Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1998, 65; Hirsch /Fezer, Marka Uygulaması El Kitabı, I 4 Marka İhlal Davaları, Sayfa Kenar No 33, 2. Baskı,; Ekey /HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No.19). İhtar Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 174 gereği tek taraflı bir irade beyanını açıklamadığı sürece, doğru görüşe göre muhtemel bir temsilcinin vekil tayin edildiğini gösteren bir vekaletnamenin ihtara eklenmesine ihtiyaç yoktur ( Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2010, 1120 ve takip eden sayfalar - Vekaletnamenin ispatlanması: "Eğer ihtar teslimiyet anlaşmasının yapılmasına dair bir teklif ile bağlantılı ise"; Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)- RR 1990, 1323;Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1988, 79; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP)1986, 106; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1985, 360; Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1982, 592; bütüne girerek Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No. 6 a) Deliller ile; Pfister Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, 799 ve takip eden sayfalar; Gloy Madde 60 Sayha Kenar No.30; Baumbach/Hefermehl Haksız Rekabet Yasası (UWG) Dava Açma, Sayfa Kenar No. 530 ve takip eden numaralar, 22. Baskı; Ekey / HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No.19; farklı görüş Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 52 ve takip eden sayfa- İhtar Vekaleti; Nürnberg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1991, 387; Dresden Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1999, 140, 142; Sosnitza in 61

100 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Piper/Ohly/Sosnitza, Madde 12 Sayfa Kenar No. 3.; Melullis Sayfa Kenar No. 396, yazarın görüşüne göre hak ihlali yapan ihtar sonrası bir vekaletname talep edebilir). Teslimiyet anlaşmasının yapılmasına dair bir teklif içermeksizin yapılan yalın ihtarda ihtarın karakteri gereği bu ihtar Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 174 'e uygun olarak tek taraflı beyan uygulanmalıdır, çünkü tüm işlem benzeri eylemlerde analoji öngörülmüştür (Bornkamm in Köhler/Bornkamm Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No.1.27 Delillerle birlikte Hakim görüş tarafından belirtilen bakış açılarına bağlı nedenlerden ötürü endüstriyel hakların hukuki koruma altına alınması bağlamındaki ihtarlarda Medeni Yasa Madde 174'ün yerinde uygulandığına dair kabul için bir düzenleme boşluğunun olmadığı karşıt görüş belirtmektedir (Uygulanabilirlik vs., aynı zamanda bakınız Bornkamm belirtilen kaynaktaki yer, Sayfa Kenar No. 1.25) b) İçerik İhtar öncelikle marka hukuku bakımından hak ihlali yapandan, ilk defa veya yeniden gerçekleşen marka hakkına tecavüz eylemi durumu için bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanının verilmesine yönelik bir talebi içerir. Bu beyan ihlal durumunda uygun bir anlaşma cezasının ödeneceğine dair bir vaat ile bağlantılıdır. İhtara ilave olarak bir ihtilaftan kaçınma-, uyarı- ve giderlerden kaçınma fonksiyonu ilave olarak gelir ( Sosnitza 'nın tüm görüşlerinin yerine belirtilen kaynaktaki yer, Sayfa Kenar No 2). İhtar edilen hangi marka ile ilişkili ihtar edildiğini bilebilmelidir. Bir tescilli markada tescil numarası bilgisi yeterlidir; bir kullanıcı markası nedeniyle yapılan ihtar durumunda her durumda kullanım ve Madde 4 Fıkra 2 gereği muhtemel bir alıcı çevresi bakımından markanın geçerliliği iddia edilmelidir. İhtar edenin kendisine ait hukuki korunma hakkını edinişi ve kapsamı hakkında detaylı açıklamalar yapması gerekli değildir. Buna rağmen bu türden açıklamalar yapılıyor ise, bunlar ne gerçek dışı ne de yanıltıcı olmamalıdır ( Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı 62

101 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Dergisi (NJW)-RR 1995, Alıcının Uyarılması; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2002, Sayfa 145 ve takip eden sayfalar, Cat Stevens II). Öncelikli haklara tecavüz eden bir marka olarak bir sembolün bildirimi bir irtikap tehlikesi oluşturuyor ise, bildirimin geri alınması veya mal ve hizmet listesinin sınırlandırılması,ceza tehdidi içeren bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanı verilmesine ihtiyaç kalmaksızın birinci irtikap tehlikesini ortadan kaldırmayı sağlayabilir (Dittmer, Büscher/Dittmer/Schiwy, Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 22). Bir marka hukuku ihlali ile gerekçelendirilmiş tekrarlama tehlikesi yalnızca ceza tehdidi içeren bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanı ile ortadan kaldırılabildiği sürece, birinci irtikap tehlikesinin ortadan kaldırılması için sakıncalı bulunan eylemin gelecekte yapılmayacağına dair kayıtsız şartsız ve açık bir beyan yeterlidir (Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2001, 1174 ve takip eden sayfalar - İddiada Bulunma Görevi ; Dittmer belirtilen kaynaktaki yer, Sayfa Kenar No.21). Prensip olarak talep edilen teslimiyet beyanı Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 I gereği de bir anlaşma cezası ödeme vaadiyle gerçekleştirilen güvenceye ihtiyaç duymaktadır. Çünkü bu vaat, tıpkı bir mahkeme ilamı gibi diğer ihlallere karşı bir güvenlik sağlamaktadır. Anlaşma cezası Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 339 gereği her tür kusurlu ihlal ile etkisini yitirir. Bu nedenden dolayı yalnızca kusurlu ihlal durumu için anlaşma cezası vaadinde bulunmak uygulamaya aykırı olarak sakıncalar oluşturmaz, çünkü anlaşma cezası vaadinden doğan bir sorumluluk olağan olarak kusur şartını getirir (Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1972, 1883, 1885; Hacker / Ströbele/Hacker, Madde 14 Sayfa Kenar No. 389) İfaya yardımcı olan kişilerin sorumluluğu kuşkusuz konu harici tutulamaz. Ayrıca ceza tehdidi içeren bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanı ihlal fiilinin 63

102 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey her bir münferit durumuyla ilgili olmak zorundadır (Dittmer Belirtilen kaynaktaki yer Sayfa Kenar No. 64). Fakat bu söylenenler ile borçlunun devamlılık ilişkisine karşı yaptığı itirazdan vazgeçmek zorunda oluşu ifade edilmemiştir ( Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1993, 240 ve takip eden sayfa - Devamlılık İlişkisi ). Borçlunun kasıtlı hukuk ihlali yaptığı durumda alacaklı buna karşı devamlılık ilişkisinin konu harici bırakılmasını talep edebilmelidir (Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1993, 240 ve takip eden sayfa - Devamlılık İlişkisi ). Ayrıca yüksek anlaşma cezalarının iddia edilmesi de Alman Medeni Yasası Madde 343, Madde 242 'de açıklanan şarta bağlıdır (bakınız: Bornkamm / Hefermehl/Köhler/Bornkamm Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No1.145 sonunda). Kusurlu bulunan davranışı, ihtar edilenin kendisine yönetilen isnadı anlayabileceği ve yapılan isnadın doğrulunu kontrol edebileceği bir konuma sevk edilebileceği biçimde mümkün olduğu kadar açık şekilde ortaya koyan ve kuralına uygun olarak ihtarda bulunan kişi, müdahaleden kaçınma vaadini bizzat önceden formüle etmek zorunda değildir. Birinci irtikap tehlikesi veya tekrarlama tehlikesinin uygun bir beyan ile ortadan kaldırılması borçlunun yükümlülüğüdür. Ayrıca ihtarda bir süre tespit edilmelidir. Bu sure içinde borçlu prensip olarak cezaya çarptırılma tehdidiyle boyunduruk altına alınmalıdır. Başka bir deyişle eğer tespit edilmiş bu süre sonuçsuz geçirilmiş ise mahkeme kanalıyla adımların atılacağı tehdidiyle bağımlı kılınmalıdır (Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No.14 Delillerle birlikte). Eğer ihtar süre içermiyor ise ya da çok kısa tespit edilmiş bir süre içeriyor ise, o zaman ihtarın ulaşması ile makul bir süre devreye sokulur. Hak ihlali yapması nedeniyle ihtar edilen kişi marka hukukunu ihlali nedeniyle oluşan ve ihtar ile somutlaşan özel ilişki temelinde dürüstçe, ceza tehdidi içeren ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanını vermek suretiyle süreye uygun olarak ihtara yanıt vermekle ya da bu beyanı vermeyi reddettiğini belirtmekle yükümlüdür (Federal Yargıtay (BGH) 64

103 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1990,1905 ve takip eden sayfa İhtar edilenin yanıt verme yükümlülüğü - Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1999, 969, 971). Haksız ihtarlarda bu yükümlülük bulunmamaktadır (Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1995, 715, 717 Haksız ihtarda masraflar). Bir sürenin ne zaman makul olduğuna genel bir yanıt verilemez, tam tersine bu durum münferit durumun incelenmesi tabidir. Yaygın olarak muhtemel bir borçlunun, kendisine yöneltilen isnatları bir bilirkişi komisyonunu devreye sokarak kontrol etmesi için minimum bir haftaya ihtiyacı vardır (Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2004, 1395 Kural; Sosnitza Belirtilen kaynaktaki yer Sayfa Kenar No. 17). Buna karşın çok acele konularda süre saatler veya dakikalar olarak da tespit edilmiş olabilir (Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1988, 62 ve takip eden sayfa). Eğer borçluya tanınan yanıt süresinin çok kısa tespit edildiği sabit ise, aşağı yukarı süre tanınan sürenin bittiği tarihe çok yakın ise o zaman alacaklıdan sürenin uygun bir şekilde uzatılması için ricada bulunulmalıdır. Eğer bu gerçekleşmez ise,mahkeme devreye sokularak atılmış adımların kusurlu olduğuna dair borçlunun itirazı engellenmiş olur ( Melullis Sayfa Kenar No. 391 Delillerle birlikte; Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No.16; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 35;diğer görüş Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1995, 1043). Kuşkusuz çok kısa tespit edilmiş süre makul bir süre ile ikame edilir ( Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 990, 381 ve takip eden sayfa - İhtar edilenin yanıt verme yükümlülüğü). c) Anlaşma cezası Borçlu tarafından ödenmesi vaat edilecek anlaşma cezası, alacaklının bakış açısından yasağı ihlal etmenin borçlu için ekonomik 65

104 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey olmayacağı biçimde yeterince yüksek olmalıdır ( Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1983, 941 ve takip eden sayfalar). Ceza ödeme vaadinin yüksekliği iş koluna, öneme, şirketin cirosuna ve kazancına, hak ihlali fiilinin türüne ve kapsamına Hak ihlali tehlikesinin ve yine anlaşma cezasının bir yaptırım etkisinin bulunması durumuna göre belirlenir (Oldenburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2010, 252 ve takip eden sayfa- Binek taşıt aracı performansı; Frankfurt Yerel Mahkemesi Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 856 ve takip eden sayfalar). Teminat amaçlı anlaşma cezası mutabakatı, Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 315 gereği, müdahaleden kaçınma yükümlülüğüne karşı yapılacak gelecekteki bir ihlal durumu için alacaklıya ya da Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 317 gereği bir üçüncü kişiye anlaşma cezasının tutarını kendi takdirine göre belirleme hakkını verecek biçimde de yapılabilir (Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1994, 45 ve takip eden sayfa - Anlaşma cezasının takdiri, Deliller ile). Eğer alacaklı ihtarında talep edilmiş teslimiyet beyanlarının verilmemesi durumunda esas dava konusunu mahkeme götürmek ve bir geçici tedbir davası açmak konusunda borçluyu tehdit etmiş ve borçlu buna tepki vermemiş ise, ihtar edilen Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 93 gereği tanınan imtiyaza itiraz edemez. Bunun için koşul, borçlunun devreye sokulmuş makul bir sürenin dolmasından sonra aynı şekilde davası açılmış ve ilan edilmiş ve ara karar ile hükme bağlanan tedbiri düzenleme olarak kabul etmesidir. (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1999, 92 ve takip eden sayfalar Şirketler topluluğunun ihtar salvosu; diğer görüş Dresden Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1996, 138, İhtiyati tedbir ve esastan görülen davanın aynı hukuki koruma hedefine yönelik olduğu biçimindeki isabetsiz gerekçelendirme ile ). 66

105 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Bu bağlamda kuşkusuz, eğer aynı avukat ile temsil edilen birden fazla holdinge bağlı şirketin haksız rekabet kuralının ihlali nedeniyle, davalıyı eş zamanlı olarak birbirinden ayrı avukat yazılarıyla ihtar etmek yoluna gittiğinde, böyle bir yolun izlenmesi için mantıklı nedenlerin bulunmadığının sabit olması koşuluyla, burada müdahalenin men'i talebinin bir suistimal edilerek yapıldığı sonucunu çıkartan içtihat dikkate alınmalıdır ( Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, 320 ve takip eden sayfalar - Suistimal biçiminde birden fazla takip işlemi; Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2001, 82 Yeni, Bielefeld I; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2001, 84 - Yeni Bielefeld II; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2001, 78 - Sahte üretici fiyatı tavsiyesi). Holding şirketlerinden böylesi bir durumda, ihtarın ya yalnızca tek bir holding şirketi tarafından ya da müşterek olarak verilmesi hususunda eylemlerini koordine etmeleri beklenmelidir. Sonuç olarak talep edilen ceza tehdidi içeren bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanı beyanının verilmemesi durumunda mahkeme kanalıyla adımların atılacağı tehdidi ihtarın bir etkinlik şartı olmalıdır ( Bremen Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1988, 625). Fakat eğer borçlunun yeterli bir teslimiyet beyanı vermediğinde mahkemede dava açılacağının bilincine varması gerekiyorsa farklı bir durum geçerlidir. d) İhtarın ulaşması İçtihatta ve hukuki literatürdeki yaygın görüşe göre ihtarın ulaştığının hak ihlaline maruz kalan kişi tarafından kanıtlanması beklenmemelidir. Bu nedenle ihtarı gönderen bir kişinin ihtarın alıcıya ulaştığını değil de daha ziyade ihtarın posta çıkış tarihini ispatlaması yeterlidir, çünkü Ciddi olarak arzulanan, fakat başarısız olmuş bir ihtar riski marka hukukunu ihlal eden kişinin, başka bir deyişle ihtara yol açan kişiye yüklenmelidir ( Jena Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların 67

106 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2007, 255 Rekabet hukuku; bakınız Marx, Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2004, 970 ve takip eden sayfa, Dresden Eyalet Yüksek Mahkemesi 'nin (OLG) birden fazla görüşü, burada olduğu gibi; Zweibrücken Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Raporu 1997, 23 ve takip eden sayfa; Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1996, 163 ve takip eden sayfa; Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1993, 42; Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) MDVSW 1993, 735 ve takip eden sayfa; Saarbrücken Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1990, 373 ve takip eden sayfa; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) MDVSW 1988, 693 ve takip eden sayfa; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi (GRUR) 1985, 240; Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1984, 220 ve takip eden sayfa; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi (GRUR) 1984, 142 ve takip eden sayfa; Koblenz yalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1982, 437; Burchert Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1985, 478, 480; Teplitzky Madde 41 Sayfa Kenar No. 6b; Bornkamm / Baumbach/Hefermehl Haksız Rekabet Yasası (UWG) Dava açma Sayfa Kenar No. 536, 22. Baskı; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 44; diğer görüş Stuttgart Eyalet Mahkemesi Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1996, 91 ve takip eden sayfa; Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1996, 163 ve takip eden sayfa kararı ile kaldırılmıştır; Dresden Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP)1997, 1201, 1203; Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1982, 467 ve takip eden sayfa; Zweibrücken Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG)-Raporu 1997, 23 ve takip eden sayfa; Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Hukuk ve Uygulamada 68

107 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Rekabet Dergisi (WRP) 1994, 39 ve takip eden sayfa; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 992, 67 ve takip eden sayfa; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1982, 467 ve takip eden sayfa; Sosnitza diğer görüş Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No.1.31, 25. Baskı; Kreft Ja- kobs/lindacher/teplitzky Madde 13 Sayfa Kenar No ). Federal Yargıtay, sonuçta alacaklının içtihattaki ve literatürdeki yaygın görüşe göre formüle edilmiş ihtiyaçlarına endüstriyel endüstriyel hakların hukuki koruma altına alınması konusunda kapsamlı olarak uygun düşen bir ara bulucu konumunu temsil etmektedir. Buna göre Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 93 gereği dava masraflarının davacı üzerinde bırakılmasına yönelik bir kararın koşullarının ortaya konması ve ispat yükümlülüğü, dava açma yönünde, ceza tehdidi içeren bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanı beyanı vermiş ve kendisine davacının ihtarının ulaşmadığını iddia eden bir davalı ile ilgilidir. İkincil derecedeki ispat yükümlülüğü çerçevesinde davacı, ihtarnamenin gönderilmiş olduğunu nedenlerini açıklayarak ortaya koymak zorundadır. İhtarnamenin davalıya erişmiş olup olmadığı tespit edilemiyor ise, Alman Hukuk Muhakemesi Usulü Yasası (ZPO) Madde 93 gereği giderler hakkında bir karar vermek söz konusu değildir (Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2007, 781 ve takip eden sayfalar - İhtarnamenin ulaşması ve Bornkamm / Baumbach/Hefermehl Madde 12 Sayfa Kenar No ve takip eden numara, İhtilaf durumuyla ilişkili delillerle birlikte). Fakat kuşkusuz eğer hak ihlaline uğrayan kişi, ihtarının ihtarının ulaşmadığı ve durum koşullarına göre yeniden eylemde bulunmanın beklenebilir olduğuna dair olumlu bir bilgi almış ise, yeniden yapılacak bir tebligat denemesi gerekli olabilir (Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2013, 1061 ve takip eden sayfa). Bu bağlamda marka hukukunu ihlal eden kişi, şirket şubesi ilanda belirtilmiş olasa da, ihtarın yalnızca bir şirket şubesine ulaştığı ve şirket yönetiminin eline geçmediği şeklinde bir itirazda bulunamaz (Naumburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1999, 241 Delillerle birlikte). 69

108 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Fakat eğer ihtar iadeli /taahhütlü posta ile veya bir başka alındı teyit yazısı şartına bağlanarak gönderilmiş ve ihtar edilmesi gereken kişi ihtarı kabul ettiğini veya aldığını teyit etmeyi reddediyor ise, ihtarın erişmesi uydurma olarak görülecektir (Hirsch / Fezer Marka Uygulaması El Kitabı 4 Sayfa Kenar No. 46 Delillerle birlikte). Ayrıca marka hukukuna dayalı iddianın alacaklısı tebdir amaçlı olarak örneğin hak ihlali yapan ile yaptığı telefon görüşmeleriyle, lüzumu halinde tanıklar yardımıyla ihtarı ispat etmek için ihlali yapanın ihtarı alıp almadığından emin olmak zorundadır (aynı zamanda bakınız Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1997, 128). Eğer ihtarda bulunan ihtarnamede kurallara uygun olarak adresi belirtmez ve pulunu yapıştırmaz ise, ihtarın ulaşmama riski ile karşı karşıyadır (Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1996, 1111; Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG)- Raporu, 5 ve takip eden sayfa). 5. İhtar giderlerinin tazmini Madde 140 Fıkra 3 öncelikle, marka ihtilafı konusunda bir patent avukatının devreye sokulmasıyla Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Madde 13 gereği ortaya çıkan masrafları patent avukatı tarafından yapılan gerekli masraflar dahil olmak üzere tazmin edilmesini öngören bir düzenleme içermektedir. Bu kural aynı zamanda patent avukatı tarafından dava öncesi yapılan bir ihtar giderleri için de uygulanmalıdır (FezerMadde 14 Sayfa Kenar No. 535 Delillerle birlikte; Madde 140 Sayfa Kenar No.15; aynı zamanda bakınız Yorum Madde 140 Sayfa Kenar No 15 ve takip eden numaralar). Madde 140 Fıkra 3 geniş kapsamlı yorumlanmalıdır. Eğer alacaklı esasen rekabet hukukuna dayalı taleplerde bulunuyor ise, fakat hukuki durumun marka hukukuna dayalı normlar altında da toplanması gerekiyor (Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Alman Patent Avukatları İlanları Dergisi (Mitt) 1992, 188; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) 70

109 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Alman Patent Avukatları İlanları Dergisi (Mitt)1980, 138) veya marka hukukuna dayalı soruların cevaplandırılması her durumda önemli ise, Madde 140 Fıkra 3 gereği bir gider tazmini aynı şekilde geçerlidir (Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1968, 545; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Alman Patent Avukatları İlanları Dergisi (Mitt)1975, 140; Alman Patent Avukatları İlanları Dergisi (Mitt) 1991, 173; Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Alman Patent Avukatları İlanları Dergisi (Mitt) 1972, 43; Fezer Madde140 Sayfa Kenar No.14). Eğer marka hukukunu ihlal eden kişinin ihtar yazısını almadığı ve suistimal anlamında ihtar yazısının ulaşmasının boşa çıkartılmasının söz konusu olmadığının sabit ise, ihtar teşebbüs nedeniyle ortaya çıkan ihtar işlemi giderlerinin tazmini söz konusu değildir (Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2013, 1061 ve takip eden sayfa). Eğer ihtar mahkemede görülecek bir davadan önce devreye sokulmuş ise, o zaman ihtar nedeniyle ortaya çıkan giderlerin Alman Hukuku Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 91 gereği hukuki ihtilaf giderleri olarak sayılıp sayılmayacağı gerektiği ve masraf tespit davası kapsamında tespit edilip edilemeyeceği sorusu ortaya çıkmaktadır ( bakınız yalnızca Ekey, HK-Rekabet Hukuku (WettbR) Madde12 Sayfa Kenar No. 53 Delillerle birlikte). Federal Yargıtayın (BGH) içtihadına göre ihtar nedeniyle ortaya çıkan işlem harcı Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 91 gereği hukuki ihtilaf giderleri olarak sayılmaz (Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2006, 237 ve takip eden sayfa - İhtar giderlerinin talep edilmesi, Delillerle birlikte). Böylece giderler aynı zamanda masraf tespit davası kapsamında da tespit edilemez. Federal Yargıtayın (BGH) görüşüne göre de yalnızca bir davanın açılması ve takibi nedeniyle oluşan masraflar değil, aynı zamanda somut olarak arifesinde bulunulan bir hukuki ihtilafın hazırlığı amacına hizmet eden giderler de dava giderleri olarak sayılmamalıdırlar. Fakat bir ihtar işleminin giderleri bir hukuki ihtilafın doğrudan 71

110 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey hazırlığıyla ilişkili giderlere ait değildir. Federal Yargıtayın (BGH) görüşüne göre bu durum ihtarın ikili işlevinin bir sonucudur. Başka bir deyişle bu iki işlev, mahkemeler kullanılmaksızın ihtilafın çözümü ve borçlunun Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 93 gereği ortaya çıkan masraf ile birlikte mahkeme yoluyla talep edilen alacağı tanımasına engel olmaktır. Dava hazırlık işlevi her iki amaca da uygun düşmemektedir (Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2006, 237 ve takip eden sayfa- İhtar giderlerinin talep edilmesi, m umf N). Eğer marka hukukuna dayalı alacağın borçlusu cezalandırılma tehdidi ile tabi kılındığı için ihtarı mahkemede görülecek bir dava izlemiyor ise, o zaman ihtarı yapan alacaklının içtihatta tamamen yaygın görüşe göre Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 683 Cümle 1, Madde 677, Madde 670 ya da Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 1 Cümle 2 gereği vekaletsiz iş görme bakış açısına göre ortaya çıkmış olan ihtar giderlerinin tazmini talep hakkı bulunmaktadır ( Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 994, 177, 179- Finansman alım fiyatı "fazlalık giderler" olmaksızın; Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1992, 429, İhtar giderlerinin zaman aşımı; Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 991, Çit cilası; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1984, 134- Shop-In-The-Shop I; Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1970, 243- Fotoğraf rekabeti; Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) RR 2007, 102 ve takip eden sayfa Peugeot-Tuning; Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 1996, 748; Berlin Eyalet Mahkemesi (LG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP)1999, SOAP; Fezer Madde 14 Sayfa Kenar No. 546; Ingerl/Rohnke Madde 14 ila 19 Sayfa Kenar No. 150; Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No 84; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 54 ve takip eden sayfa, Delillerle birlikte; diğer görüş Palandt/Sprau Belirtilen kaynaktaki yer Madde 683 Sayfa Kenar No. 6 Bärenfänger uyarısı ile, GRVR 2012, 461 ve takip eden sayfalar - bir yandan Haksız Rekabet Yasası (UWG) 72

111 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Madde 12 'yi yanlık yorumlamakta, diğer yandan da burada hak ihlaline uğrayan kişinin masraflı bir dava işleminden tasarruf etmek için hak ihlali yapan kişinin avantajına olmak üzere önlem alması söz konusudur). Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 1 Cümle 2 bu bağlamda yalnızca mahkeme öncesi yapılan ihtar işlemlerinin masraflarının tazmini düzenlemektedir. Yasal kural, uygun bir geçici tedbir kararının verilmesinden sonra, muhtemelen ihtarlarda "çekmece tedbir" (=" yedek tedbir") olarak adlandırılan bir tedbir kararın verilmesinden sonra ortaya çıkan ihtar giderleri bakımından gider tazmini talebi için bir zemin sunmamaktadır (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2007, 379 ve takip eden sayfa- ihtar çekmeden ihtiyati tedbir talebi). Eğer marka hukuku ihlali kusurlu gerçekleşiyor ise, o zaman alacaklı zarar tazminatı bakış açısından da ihtar giderlerinin tazmininde başarılı olabilir(federal Yargıtay Hukuk Davaları (BGHZ) 52, 393, 396- Fotoğraf rekabeti; Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1992, 176 ve takip eden sayfa - İhtar giderlerinin zaman aşımı; Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1996,748). Tüm talepler için koşul, dava öncesinde hukuk veya patent avukatının ihtar amacıyla devreye sokulmasının gerekli olmasıdır. Marka hukuku alanında bu bir kuraldır; eğer benzer hak ihlallerinden dolayı hak ihlali yapan çok sayıdaki kişinin bir rutin konu kapsamında seri olarak ihtar edilmeleri söz konusu ise, artık bir gereklilikten söz edilemez (Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 2002, 122 ve takip eden sayfalar - Rutin konularda hukuk avukatlarının ihtarları). Bu türden kapsamı geniş bir işlem marka hukukunda da bir hukuk avukatının devreye sokulmasını gerektirmektedir. Madde 140 Fıkra 3'de açıklanan ihtar giderlerinin tutarlarındaki sınırlama sarfı nazar edilirse, gider tazmini talebinin tutarının tespitinde katı ölçütlerin konması gerekmektedir Alacaklı yalnızca kesinlikle gerekli olan masraflarının tazmin edilmesi talep edebilir. Bu bağlamda ikaz 73

112 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey edenin koşullarının dikkate alınması gerekmektedir (Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1996, 748/ Mahkeme alacaklının yargıç veya avukat olma hakkını kazanmış hukukçulardan oluşan bir hukuk işleri bölümü olan alacaklıya, alacaklı aleyhine yapılan ihtar işlemindeki avukat giderlerinin tazmin edilmesi talebine doğru bir şekilde onay vermiştir). Buna karşın markanın kullanılmaması nedeniyle iptal edilme olgunluğuna erişmiş bir markanın yapacağı ihtar ile iptal edilmesini amaçlayan ve bu yönde ihtar yapan kişinin Yaptığı ihtarın giderlerinin tazmini talep hakkı yoktur, çünkü ihtar edilenin hukuka aykırı bir ihlal fiili bulunmamaktadır (Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 980, Masrafın tazmini; Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Alman Patent Avukatları İlanları Dergisi (Mitt) 1980, 178 ve takip eden sayfa- Gider tazmini I; Fezer Madde 14 Sayfa Kenar No. 543, 547 Delillerle birlikte). Bir başkasını tescili öncesi resmi daire yoluyla hukuki korunmaya uygunluğu bakımından incelenmesi gereken hukuki koruma hakkı ile ilişkili olarak ihtar eden kişi, hukuki korunma hakkının ileride ortadan kalkacağı gerekçesiyle yapılan ihtarın sonradan doğru olmadığı ortaya çıkmış olsa da, prensip olarak ihtar edilenin kurulmuş ve faaliyete geçirilmiş ticari işletmesine yaptığı kusurlu müdahale nedeniyle de tazminat ödemeye yükümlü hale getirilemez ( Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2002, 213 ve takip eden sayfalar - Sıhhi tesisat armatürlerinin tahliye amaçlı uç parçaları). Tazmin edilmesi gereken avukat giderleri tutarları bakımından Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) ile sınırlanmıştır ve prensip olarak 1,5 oranında bir işlem ücreti tutarındadır (Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2007, 102 ve takip eden sayfa - Peugeot-Tuning). Ücret listesi ile bağlantılı olarak Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Madde 2 74

113 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri ve 13 gereği öngörülen ücretler Madde 140 Fıkra 3 gereği patent avukatının gerekli masrafları dahil olmak üzere tazmin edilmelidir (bakınız bu konudaki Yorum ). 6. Haklı ihtar karşısında ihtar edilenin yükümlüğü: Bir ceza tehdidi içeren ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanının verilmesi Bir haklı ihtarın muhatabı olan borçlunun öncelikle bir açıklamada bulunma yükümlülüğü bulunmaktadır. Borçlunun hukuka aykırı fiili nedeniyle borçlu ile alacaklı arasında ihtar ile şekil kazanmış ve Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 242 gereği belirlenen (dürüstlük bakış açısı) bir hukuki borç ilişkisi ortaya çıkmaktadır. İhtar eden alacaklıya makul süre ve biçimde önemli hukuki durum hakkında açıklama yapma ve böylelikle onu anlamsız hukuki ihtilafları başlatmaktan koruma yükümlülüğü buradan kaynaklanmaktadır (Sosnitza Piper/Ohly/Sosnitza Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 20 Delillerle birlikte). Eğer borçlu müdahaleden kaçınma yükümlülüğünün bir defalık veya yinelenerek gerçekleşen her bir ihlal durumu için makul bir anlaşma cezası vaadi ile tabi olduğunu (=anlaşma cezası ödemeyi kabul ettiğini) beyan ediyor ise, o zaman alacaklı ile borçlu arasında Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 241 Fıkra 2 gereği borç hukukuna dayalı bir ilişki ortaya çıkar. Tabi olma anlaşması borçlu için, anlaşma çerçevesinde formüle edilmiş eylemi gelecekte yapmama şeklindeki ana yükümlülüğü temellendirmektedir. Bu bağlamda anlaşmayı yapanlar müdahaleden kaçınma yükümlülüğünü formülasyonunda somut ihlal şekline dayandırmak zorunda değildirler, tam tersine kapsamlı müdahaleden kaçınma taleplerini de belirleyebilirler (Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1999, 544, 547- Veri bankası eşitleme; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1992, 61, 62 ve takip eden sayfa - Sayfa Kenar No. 69 Delillerle birlikte). Ceza tehdidi içeren bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanının verilmesi yeni bir marka hukuku ihlalinin tekrarlanması 75

114 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey tehlikesini ortadan kaldırmaktadır. ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanının tereddüt durumunda dar kapsamda yorumlanmaması gerekir, çünkü beyan özde türdeş ihlal fiilleri kapsayan ihlalden kaçınma/ ihlale son verme talebiyle ilgilidir (Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2010, 167 ve takip eden sayfalar Sayfa Kenar No. 22 Delillerle birlikte). Tekrarlama tehlikesini ortadan kaldırmak için haklı olarak sıkı kurallar getirilmektedir. Somut bir ihlal eylemi nedeniyle beklenen bir tekrarlama tehlikesini ortadan kaldırmak için makul bir anlaşma cezası vaadiyle verilen bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanı açıkça anlaşılır ve yeterince belirli olmalıdır ve beyandan borçlunun ilgili eylemi bir daha yapmayacağına dair ciddi bir istek gösterdiği anlaşılmalıdır. Beyan bu nedenle prensip olarak içerik ve kapsam bakımından mevcut yasal ihlalden kaçınma/ ihlale son verme talebiyle tam olarak örtüşmelidir ve buna uygun olarak sınırlamasız, gayri kabili rücu, şartsız ve prensip olarak bir nihai tarih bilgisi içermeksizin gerçekleştirilmelidir (Süreklilik arz eden içtihat: Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 2002, 608 ve takip eden sayfalar - Kış sezonu kapanışı indirimli satışları, Delillerle birlikte). İhlalden kaçınma/ ihlale son verme yükümlülüğüne getirilen sınırlandırmalara münferit durumda izin verilebilir. Fakat bu sınırlandırmalar marka hukukuna aykırı fiilin tekrarlanması tehlikesini ortadan kaldıramaz (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 2002, 608 ve takip eden sayfalar - Kış sezonu kapanışı indirimli satışları). Eğer ihlali yapan kişi ceza tehdidi içeren bir ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanının verilmesinden sonra hukuki korunma hakkına tecavüzlerine devam ediyorsa, (mağdur) yeni bir tekrarlanma tehlikesini gerekçelendirir (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1998, 1198 ve takip eden sayfalar- GS Sembolü; Schleswig Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, 859 ve takip eden sayfa). eğer borçlunun işlem temeli ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanında bulunmuyor ise ve bu durum alacaklı için beyanın ulaştığı tarihte kolaylıkla anlaşılabilir bir durum ise, bir tabi kılma 76

115 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri anlaşması etkin olarak ortaya çıkmaz.( Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Raporu 2002, 153 ve takip eden sayfa). Yani tabi kılma anlaşmasının işlem temeli, özellikle borçlunun, ihlalden kaçınma/ ihlale son verme beyanını vermekle rekabet hukukuna dayalı ihtilafı sonlandıracağı tasavvuru, başka bir deyişle beklentisidir. Ancak alacaklı paralel olarak bir geçici tedbir kararsın verilmesi için bir dava açıyor ise, borçlunun bu beklentisi gerçekleşmez. Bu nedenle borçlunun anlaşmaya dayalı beyanının ortaya çıkmış duruma uygun olarak uyarlanması gerekmektedir (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Raporu 2002, 153 ve takip eden sayfa). Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 780 gereği ihlalden kaçınma/ ihlale son verme taahhütnamesinin verilmesi, eğer taahhütname borçlu tarafında gerçekleştirilmiş bir ticari işlem değil ise, yazılı olarak yapılabilir (Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 350). Fakat bununla beraber taahhütname faks, teleprinter ya da elektronik posta marifetiyle de verildiğinde de geçerlidir.bu bağlamda alacaklı, borçlunun ona bunu yazılı olarak teyit etmesine yönelik talepte bulunma hakkına sahiptir, çünkü bu aşamada tabi olmaya hazırlık (=borçlunun koşullara tabi olmaya hazır oluşu) söz konusu değildir ( Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1990, 3147 ve takip eden sayfa- Teleprinter yoluyla gönderilen yazıyla tabi kılma). Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 126 Fıkra 3 gereği "elektronik biçim" yazılı biçimin ikamesi olarak her durumda ticaret insanları arasında kabul görmektedir (bunun için bakınız Rossnagel Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 2001, 1817, 1825 ve takip eden sayfa; Müglich Multi Medya ve Hukuk Dergisi (MMR) 2000, 7, 10, 13). Şayet ihlalden kaçınma /ihlale son verme yükümlülüğü taşıyan kişi kendisine ihtarname ile iletilen ve önceden hazırlanmış bir tabi olma beyanını değiştiriyor ise, yazı ekinde belirtildiği şekliyle, - her durumda bir telefon ile geri dönüş rica ederek -borçlu (yaptığı) değişiklik ile ihtarın halledilmiş olarak görülebileceği düşüncesindeyse ve fakat ihtar eden değiştirilmiş sürüme ne itiraz ediyor ne de başka yollardan bu beyan sürümünün kendisi için yeterli olmadığını dile getirmiyor ise, bir tabi 77

116 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey kılma anlaşması ortaya çıkabilir (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2000, 226 ve takip eden sayfalar - Créateur Yenilikleri). Eğer ihlalden kaçınma /ihlale son verme borçlusu alacaklı ile tabi kılma anlaşması yapılmış olmasına rağmen ihlalden kaçınma /ihlale son verme yükümlülüğünü ihlal ediyor ise, bir anlaşma cezasına çarptırılır. Bunun dışında alacaklı, yeniden ortaya çıkmış tekrarlama tehlikesini ortadan kaldırmak için borçludan, belirgin olarak daha yüksek tutarlı bir anlaşma cezası ödeme vaadi ile birlikte yeni bir ihlalden kaçınma /ihlale son verme beyanı talep edebilir (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1998, RR 1990, Talep Kuponu). Ayrıca alacaklı için, şayet yeni bir ihtar çekmek istemiyor ise, tüm hukuki olanaklar açıktır. Eğer marka hukukuna dayalı talepte bulunan alacaklı sebep belirtmeksizin, borçlu tarafından verilen ve bir anlaşma cezasına bağlanmış ihlalden kaçınma /ihlale son verme beyanını kabul etmeyi reddediyor ise, o zaman gerekçelendirilmiş bir men'i müdahale davası için gerekli tekrarlama tehlikesi ortadan kalkmıştır ( Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP), 1983, Tekrar tabi kılma). 7. Haksız ihtar Eğer ihtar edenin yaptırımı olan bir men'i müdahale talep hakkı bulunmuyorsa, bir ihtar her zaman önemsiz kalmak zorundadır (Almanca Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1999, 25). Eğer ihtar, bir ihtar için getirilmiş asgari standartları karşılamıyor ise etkisizdir. İhtar içinde hangi somut davranışın kusurlu bulunduğu açıkça anlaşılır biçimde ifade edilmelidir (Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1996, 281 ve takip eden sayfa - Diş hekimi hesap kesim ofisi, Deliller ile birlikte). Tescil edilmiş bir markanın sahibi, bu hukuki koruma hakkından kaynaklanan bir ihtar durumunda, mutlak tescil engellerinin hakkın 78

117 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri varlığını sürdürmesine karşı durmadığını; Alman Patent ve Marka Dairesi'nin tescil öncesi bu engellerin kontrol etmek zorunda olduğu görüşünü prensip olarak savunabilir. Bu yüzden bu durumda, dava edilen markalar sonradan Madde 50 Fıkra 1, Madde 8 Fıkra 2 Bent 1 gereği hükümsüzlük nedeniyle iptal edilmiş olsa bile ihtar masraflarının tazmin edilmesi için bir zemin eksiktir ( Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2006, 468 ve takip eden sayfalar - Marka hukukuna dayalı ihtar II). Dürüstlük ilkesinin ihlali marka hakkı sahibiyle ilişkilidir (Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 242). Haksız ihtarlar şartlara bağlı olarak Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 826 ile tanımlanan bir kasıtlı, örflere aykırı zarara uğramaya, Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 823 Fıkra 1 ile tanımlanan kurulmuş ve faaliyete geçirilmiş bir ticari işletmeye müdahaleye ( ederal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 152 ve takip eden sayfalar Sayfa Kenar No İnternette yüksek çocuk (yemek) sandalyeleri; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2005, 882 ve takip eden sayfalar - Hukuki korumayla ilişkili haksız ihtarlar) ve Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 3 'ün ihlaline neden olabilirler ve buna bağlı olarak da, men'i müdahale ve haksız yere ihtar edilen kişinin mahkeme dışı işlemlerde yaptığı masraflarının tazminine yönelik zarar tazminatı taleplerini tektikliyebilirler ( Büscher / Fezer Haksız Rekabet Yasası (UWG), Made 12 Sayfa Kenar No.42, Delillerle birlikte). Fakat Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 3 'ün ya da genel haksız fiil hukukuna dayalı talepte bulunma kurallarının uygulanması olağan olarak, haksız olarak ihtarda bulunan kişiliğinde her bir öznel tipiklik özelliklerinin gerçekleşmiş olması şartını getirmektedir ( Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1999, 1060, Fikir edinme). Bu nedenle haksız yere ihtar edilen karşısında ihtar edenin bir sorumluluğunun olduğunu varsayılması dar sınırlar içinde gerçekleşmektedir, çünkü prensip olarak haksız yere ihtar eden yaptığının doğruluğundan emindir ( Federal Yargıtay (BGH) Sınai 79

118 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2011, 152 ve takip eden sayfalar Sayfa Kenar No İnternette yüksek çocuk (yemek) sandalyeleri; Teplitzky Bölüm 41 Sayfa Kenar No. 76 sonunda; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 87; diğer görüş Kunoth Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2000, 1074, 1077, her defasında deliller ile). Hukuki korunma hakkıyla ilişkili haksız ihtarın özel bir durumu özellikle önem taşımaktadır. Bu bağlamda haksız olarak ihtar edilen kişi, hukuki korunma hakkına muhtemel bir tecavüzde tehdit oluşturabilecek zarar bakımından kendisine yöneltilmiş ihlalden kaçınma/ ihlale son verme talebine bazen dikkat etmesi ve bu yüzden ciro ve kar yapılarına tahammül etmesi gerektiği durumu söz konusudur. Bu bağlamda Federal Yargıtay (BGH), ihtar edenden kontrol edilmemiş bir hukuki korunma hakkına dayanılarak yapılan bir ihtarda ihtar edenden, kontrol edilmiş hukuki korunma haklarından yola çıkarak gerçekleştirilen bir hareket tarzında olduğundan daha yüksek ölçüde hakkın devamlılığıyla ilişkili bir ardıl kontrolün talep edilmesinin zorunlu olduğu biçiminde bir ilke getirmektedir (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1998, 331 ve takip eden sayfalar - Çin toprağı; sınırlayıcı olarak Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2002, 145 ve takip eden sayfalar - Cat Stevens II, buna göre konuyla ilişkili hukuki ihtilaf henüz rüyet halinde bulunsa bile, ihtar eden kontrol edilmemiş hukuki korunma hakları söz konusu olduğunda, hukuki korunma hakkının mevcudiyetini ihtar öncesi öncelikle mahkeme kanalıyla kontrol ettirmek zorundadır). Hukuki korunma ile ilişkili haksız yapılan ihtarlar ticari işletmeye bir müdahale tipikliğini oluşturabilir (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 998, 331 ve takip eden sayfalar- Çin toprağı; Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1963, Çocuk dikiş makineleri; Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2002, 213 ve takip eden sayfalar - Sıhhi tesisat armatürlerinin tahliye amaçlı uç parçaları). 80

119 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Buna karşın görevlendirme olmaksızın gerçekleştirilen bir yönetim işlemleri (GoA) bakış açısından haksız yere ihtar edilenin masraflarının tazminine yönelik bir talebi dikkate alınmaz, çünkü ihtar edilen haklarını korurken yalnızca kendi menfaatlerini gerçekleştirmektedir (Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1983, 200). Haksız yere ihtar edilen kişinin karşı ihtarda bulunma ve bu önlem neticesiz kaldığında hukuku aykırı olarak ihtarda bulunan aleyhine açacağı bir menfi tespit davası ile kendisini savunma yolu açıktır. Bu bağlamda haksız olarak ihtar edilen kişi hatta önceden çekilmiş bir karşı ihtar olmaksızın eda davası için yetkili olabilecek bir mahkemede, mütecaviz tarafı önceden ihtar etmeksizin Alman Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası Madde 93 (ZPO) gereği masraf dezavantajından kurtulmak için menfi tespit davası açabilir ( Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1995, 715 ve takip eden sayfa - Haksız ihtarda masraflar; Almanca Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1999, 25, 27; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 91). Eğer ihtar edenin açıkça anlaşılır biçimde yanlış koşullardan yola çıktığı ve böylece onun varsaydığı talebini bundan böyle takip etmeyeceği anlaşılmış ise, ve yine o (ihtar eden) bu konuda açıklama yapmış ise veya ihtardan bu yana uzun bir süre geçmiş ise ve ihtar eden bu süre içinde kendisine yapılan tehdide karşı mahkeme kanalıyla adımlarlar atmamış ise farkı bir durum dikkate alınır ( Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2004, 1032 ve takip eden sayfalar - Karşı ihtar). Sonuç olarak haksız yere ihtarda bulunan, rakiplerini haksız yere bir ihtar ile taciz ettiğini bilmesi durumunda, rekabet engellenmesi bakış açısından Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 4 Bent 10gereği bir temyiz ile savunma söz konusu olur( Dresden Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1999, 49 ve takip eden sayfa - Erzgebirge Halk Sanatı I, Delilleriyle birlikte). 81

120 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey III. Hak sahipliği hakkında soru sorma Eğer marka hakkı sahibi hakkından emin değil ise veya öncelik bakımından daha eski bir kullanım markası koşulları ortaya çıkabileceği için, markasını kullanan kişinin kendisinden daha fazla marka üzerinde daha güçlü hakları bulunup bulunmadığı konusunda yeterli bilgilere sahip değilse, bu türden bir hak sahipliği hakkında soru sorması söz konusu olur. Buna göre marka hakkı sahibi muhtemel hak ihlali yapan kişiye yönelir ve ondan sahip olduğu hak sahipliğinin koşullarını açıklamasını talep eder. Böylelikle marka hakkı sahibi olası haksız bir hukuki korunma ihtarı riskine girmez. İçinde yalnızca muhatabın izin almaksızın hangi bakımdan bir hukuki korunma hakkını kullanmaya kendisini yetkili saydığı sorusunu içeren bir yazı, yazının sonunda kısa bir süre içinde bu konuda bir kanaatin bildirilmesinin rica edilmesi şartıyla ve yine yazıya tepki verilmediğinde ve verilen süreye uygun olarak bir kanaat bildirilmediğinde mahkeme kanalıyla adım atma hakkının saklı tutulduğu şekilde bir uyarıyı içermesi şartıyla, bizzat bir hak sahipliği hakkındaki bir soruyu ortaya koyar. Bu bağlamda mahkeme kanalıyla atılacak adımların ne türlü olacağı ve mahkemeye nasıl bir muhtemel taleple gidileceği konusunda açıklama yapılmaması bakımından bu yazı ile bir ihtar arasında ayrım yapılması önemli olacaktır (Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG), tarihli karar I-2 U 1/12 - juris). Hak sahipliği hakkındaki bu soruya yanıt olarak bir marka ihlali nedeniyle kendisinden talepte bulunulan kişi, bir karşı hak ve olgu anlayışını açıklayabilir Ancak bu durumda marka hakkı sahibi marka hakkını ihlal edene usulüne uygun ihtarda bulunmak zorundadır (Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) tarihli karar - 4 U 59/12, I-4 U 59/12, juris). Eğer ihtarda bulunmaz ise, o zaman mahkeme kanalıyla kendisinden talepte bulunulan kişinin Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 93 gereği yapılan talebi kabul etme hakkı bulunmaktadır. Çünkü farklı hukuki görüş alış verişi önceden yapılmış ihtarı, olası başarısızlığından dolayı gereksiz kılmaz (Hamburg Eyalet Yüksek 82

121 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Mahkemesi (OLG) Marka Hukuku (MarkenR) 2006, 117 ve takip eden sayfa). Bir hak sahipliği sorusuyla ilişkili yazının kopyasının rakibin ortağı olan bir şirkete gönderilmesi üçüncü kişi niteliğindeki bir şirketin ihtar edilmesi anlamına gelmez. Eğer yazı yalnızca hak sahipliği konusundaki bir soru ise ve bir ihtar değil ise, bir kopyanın ortak şirkete gönderilmesi hiç bir şeyi değiştirmez (Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) tarihli karar I-2 U 1/12 - juris). Bir rakibin bir alıcısına yönetilmiş hak sahipliği hakkındaki bir soru, eğer soru her durumda kısmen doğru olmayan veya eksiz bilgiler içeriyor ise, Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 5 gereği yanıltıcı bir reklam olabilir (Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2008, 197 ve takip eden sayfa - Yanıltıcı hak talebi). IV. Marka hukukuna dayalı geçici tedbir 1. Marka hukukunda geçici tedbirin anlamı Rekabet hukukunda olduğu gibi geçici tedbir kurumu marka hukukunda da geçici hukuki korunma aracı olarak büyük bir öneme sahiptir ( Hacker / Ströbele/Hacker, Madde 14 Sayfa Kenar No. 425 ve takip eden sayfa; rekabet hukukuna dayalı geçici tedbir hakkında bakınız: Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12'nin yorumu Köhler Hefermehl/Köhler, Haksız Rekabet Yasası (UWG), Madde 12 Sayfa Kenar No. 3.1 ve takip eden numaralar; Brüning /Harte- Bavendamm/Henning Bodewig, Haksız Rekabet Yasası (UWG), Madde 12 Sayfa Kenar No.1 ve takip eden numaralar; Ekey in HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 1 ve takip eden numaralar ve Teplitzky Rekabet hukukuna dayalı talepler ve davalar, Delillerle birlikte). Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 935 ve 940 gereği geçici tedbirler öncelikle marka hukukuna dayalı men'i müdahale taleplerini güvenlik altına alma amacına hizmet ederler. Madde 19 Fıkra 3 gereği yargıç ayrıca açıkça anlaşılan hak tecavüzü durumlarında Alman Hukuk Muhakemeleri Usulü kurallarında 83

122 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey uygun olarak geçici tedbir yoluyla bilgi verme yükümlülüğü getirebilir (bakınız: Yorum Madde 19 Sayfa Kenar No. 43 ve takip eden numaralar). Madde 19a Fıkra 3 marka hukuku kapsamındaki alacaklıya, Madde 19a Fıkra 1'de yer alan ve bir belgenin ibrazını veya bir konunun geçici tedbir yoluyla da yerinde incelenmesi yükümlülüğü kabul ettirmek olanağını vermektedir. Madde 19b Fıkra 1, hal ihlaline maruz kalanın zarar tazminatı taleplerinin garanti altına alınması için de banka-, mali- veya ticari evrakların ibraz edilmesi veya ilişkili evraklara uygun bir erişim sağlanması yoluyla kullanılabilecek koşulları düzenlemektedir. Madde 19b Fıkra 3 gereği bu yükümlülüğe aynı şekilde geçici tedbir yoluyla da yaptırım gücü kazandırılabilir. Ayrıca Madde 18 gereği tecavüzün ref'ini talep hakkının, Madde 17 gereği ticari mümessil veya temsilciler aleyhine devir taleplerinin güvenlik altına alınması için ve yine men'i müdahale taleplerinin yaptırım kazanması için geçici tedbir kurumu dikkate alınır. Madde 18 Fıkra 3'den, münferit durumda menfaatlerin alacaklının hukuki korunma ihtiyacını öncelikli olarak öne çıkarması şartıyla, tecavüzün ref ini talep hakkının geçici bir tedbir olarak geçici tedbir yoluyla kullanılabileceği sonucu çıkmaktadır (Rekabet hukukuna dayalı tecavüzün ref'ini talep için Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1996, 1449, Hastaların bilgilendirilmesi; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 101) Yargılama ile ilişkili hangi yolu seçeceği prensip olarak davacıya bırakılmıştır. Bu yüzden bir geçici tedbir kararının verilmesine yönelik talep, davacının eş zamanlı olarak ya da zaten önceden bir dava açıyor olması veya açmış olması nedeniyle dayanaksız olmaz ( Federal Yargıtay (BGH) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1968, 15 ve takip eden sayfalar - Jägermeister; diğer görüş, Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi, Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2001, 425 ve takip eden sayfa - Modüler jeneratörler, esastan görülen davanın 84

123 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri bitirilmesine kadar acil bir düzenlemeyi gerekli kılan yeni koşulların ortaya çıkmış olabileceği konu dışıdır). Davacı gerekli hukuki korunma ihtiyacı üzerinde tasarrufta bulunmak zorundadır, başka bir deyişle, amaçlanan hukuki korunmaya erişmek için mahkeme yoluyla sağlanan yardımı kullanmaktan haklı bir menfaati bulunmalıdır (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 989, 263; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 108). Eğer davacı kesinleşmemiş fakat nihai bir ilama zaten sahip ise bu durumda bir hata ortaya çıkacaktır ( Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG)Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1996, 960;diğer görüş Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1990, 1536, Delillerle birlikte). Buna karşın eğer alacaklının bakış açısına göre ihlalden kaçınma /ihlale son verme yükümlüğü borçlunun itiraz edilen davranışını kapsamadığı şeklinde ciddi bir endişe varsa, o zaman bir başka geçici tedbir işlemi için hukuki koruma ihtiyacı ortaya çıkar ( Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1997, 59). Geçici tedbir kurumu, kendisini marka hukukunda geliştirdiği gibi, Yaptırım Yönetmeliği Madde 9'da ve TRIPS- Mutabakatı Madde 50 'de normlaştırılmış kurallara uygundur (Hacker / Ströbele/Hacker, Madde 14 Sayfa Kenar No. 425). Marka hukuku kapsamında geçici tedbir kuşkusuz içinde her iki taraf için de azımsanmayacak riskleri barındırmaktadır: Davalı için tehlike, hızlı yargılama kapsamında münferit durum ile ilişkili olarak şirketin var olmasını tehlikeye atabilecek etkileri olan bir yasağa maruz kalmasıdır. Davacı için ise tehlike, davalının davaya konu olan davranışı yasaklandıktan sonra, şayet davalı başarılı hukuki araçları devreye sokmasıyla davanın hedefi olan geçici tedbirin konulamayacağı sonucu çıkar ise, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 945 gereği davalıya zarar tazminatı ödeme yükümlülüğüdür. 85

124 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Eyalet yüksek mahkemelerinin bütünlük teşkil etmeyen içtihatları başkaca sorunlara yol açmaktadır, çünkü Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 545 Fıkra 2 Cümle 1 gereği geçici tedbir konularında verilen temyiz kararları aleyhine düzeltmeye gidilemeyişi nedeniyle Federal Yargıtay 'ın(bgh) bir içtihadı bulunmamaktadır. 2. Tedbir talebi Geçici tedbir kararının verilmesini talep eden davacı, tedbir konmasına yönelik talebinin nedeninin yanı sıra, tedbir konmasına yönelik bir talebe de ihtiyaç duyar. Davacının geçici tedbir yoluyla güvenlik altına alınabilmesi için, onun geçici bir düzenleme veya tatmin deneyimini yaşamaya uygun olması gerekmektedir. Tedbir davasında ihtilaf konusu talebin kendisi değil, tam tersine talebin geçici olarak güvenlik altına alınmasıdır. Ayrıca marka hukuku kapsamındaki bir talebin dava açmak için gerekli koşullarının, geçici tedbir kararının verildiği yargılama esnasında ortaya konması ve ikna edici bir şekilde açıklanması gerekmektedir. Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 938 Fıkra 1 gereği davaya karar veren mahkeme, davacı tarafından izlenen amaca ulaşmak için hangi düzenlemelerin gerekli olduğunu belirler. Bu durum, davanın formülasyonu ile ilişkili olarak konulması gereken standartların, esastan görülen davada olduğu kadar yüksek olmaması sonucunu doğurmaktadır (Köhler /Bornkamm/Köhler Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No Delillerle birlikte). Kuşkusuz yargıç yalnızca davacı tarafından formüle edilmiş talep çerçevesinde kalabilir (Vollkommer / Zöller Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO), Madde 938 Sayfa Kenar No. 1, 30. Baskı) Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 936, 920 ve Madde 78 Fıkra 3 gereği bir geçici tedbir kararının verilmesine yönelik talep davacı tarafından avukat devreye sokulmadan da yapılabilir. Talep sözlü duruşma sonrasında davalının onayı olmaksızın geri alınabilir. Karara bağlanmış bir geçici tedbir işleminin, talebin geri çekilmesi durumunda artık bir etkisi kalmaz. Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası 86

125 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri (ZPO) Madde 269 Fıkra 3 Cümle 2 gereği bu durumda davacı, henüz kesinleşmemiş olarak karar verilmiş olması veya başka nedenlerden ötürü davalıya yüklenmesinin gerekli olması şartıyla hukuki ihtilafın masraflarını üstlenmekle yükümlüdür. Tedbir talebi yalnızca ihlalden kaçınma/ ihlale son verme yükümlülüğüyle değil, aynı zamanda Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 938 Fıkra 2 gereği bir cebri idare ile de ilgilidir. Esastan görülen yargılamada olduğu gibi tedbir talebinin bir parçası olarak, alacaklının bir defalık veya tekrarlanarak gerçekleşebilecek bir hak tecavüzü tehlikesi altında bulunduğu iddiası, geçici tedbir kararının verilmesini amaçlayan bir talebin gerekçelendirilmesi kapsamına girer. 3. Tedbir talebi Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 2'nin marka hukukuna dayalı men'i müdahale taleplerinde de uygulanması Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 935, 940 gereği ivedilik nedeniyle geçici tedbir kararının verilmesi için koşul olarak, talebin geçici tedbir yoluyla güvence altına alınması ihtiyaç vardır. Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 2, Haksız Rekabet Yasası (UWG) içinde tanımlanmış men'i müdahale taleplerinin güvenlik altına alınması için geçici tedbir işlemlerine, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 935 ve 940 içinde tanımlanan koşulların geçerli olmaması, başka bir deyişle özellikle ivedilik konusunun bulunmaması şartıyla izin vermektedir. İçtihada ve literatüre geçmişte egemen olan ve günümüzde de hale yoğun olarak savunulan görüşe göre Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 2 doğrudan veya benzetim (=analoji) yoluyla marka hukuku kapsamındaki men'i müdahale taleplerine de uygulanmaktadır ( Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2002, 226 ve takip eden sayfalarberlin location; Nürnberg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, 345 ve takip eden sayfalar - NIKE-Transit;Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni 87

126 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 2000, 115 ve takip edeb sayfalar - Hızlı yemekler; Dresden Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1999, 133 ve takip eden sayfalar - cyberspace.de; Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 997, 118 ff - Basics; Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Marka Hukuku 2008, 219; Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1999, 293; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2002, 450 ve takip eden sayfalar - QuickNick; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1997, 106 ve takip eden sayfalar- Gucci; Rostock Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 2000, 161 ve takip eden sayfa- mueritz-online; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, Marka hakkı davasında ivedilik; Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) K&R 2000, 90; Fezer Madde 14 Sayfa Kenar No. 550; Ingerl/Rohnke Madde 14 ila19 Sayfa Kenar No.94; Hacker / Ströbele/Hacker, Made 14 Sayfa Kenar No. 246; Köhler / Hefermehl/Köhler/Bornkamm, Madde 12 Sayfa Kenar No. 3.14; Büscher / Fezer, Madde12 Sayfa Kenar No.56; Traub / Pastor/Ahrens, Madde 49 Sayfa Kenar No. 44; Sosnitza / Piper/Ohly/Sosnitza Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 113; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 106; Schweyer / Schultz, Madde 14 Sayfa Kenar No. 286; diğer görüş Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2010, 953; Münih Eyalet Mahkemesi Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2007, 174 -Bahis aracılığı; Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2002, 212 ve takip eden sayfalar Top Ticket; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, 1457; Köhler Bornkamm/Köhler Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 3.14; Teplitzky 54. Bölüm Sayfa Kenar No.20 ve takip eden numaralar; aynı Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2005, 654 ve takip eden sayfalar; 88

127 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Tilmann Armağan Yayını S.913, 919; öne sürülen gerekçelerle; farklı olarak aynı Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2000, 1046 ve takip eden sayfalar, kapsamlı delillerle; açık bırakılmıştır Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Marka Hukuku (MarkenG) 2003, 158 Likörlü şekerlemeler; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2003, 1008 ve takip eden sayfa; Retzer / Harte- Bavendamm/Henning-Bodewig, Haksız Rekabet Yasası (UWG), Madde 12 Sayfa Kenar No. 336 ve takip eden numara). Egemen görüşe aykırı olarak ortaya konan ve yasa koyucu önceden ortaya çıkmış fikir ayrılıklarını bilerek Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 ile aynı bir kuralı Alman Marka Yasası'na (MarkenG) almamış olduğu ve bu nedenle bir düzenleme boşluğunun bulunmadığı şeklindeki gerekçeler, bir analoji yasağı ile ilişkili oldukları sürece ikna etme gücüne sahip değildirler. Çünkü bir yasanın ortaya çıkış hikayesine dayanarak yapılan bir gerekçelendirme her şeyden önce yasanın amacının tespiti için önemlidir (Federal Yargıtay Hukuk Davaları Külliyatı (BGHZ) 62, 340 ve takip eden sayfalar). Buna karşın yasanın amacına odaklanan ve bu bağlamda ölçü olan teleolojik yorum haklı olarak,rekabet hukukunun etkilerinin inkar edilemeyeceği marka hukuku kapsamındaki men'i müdahale taleplerinin yaptırımının muhtemel, fakat çürütülebilir (=aksi ispat edilebilir) bir ivedilik ihtiyacının var sayılmasını gerektirir şeklindeki bir anlayışa götürmektedir ( aynı zamanda Traub Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2000, 1046, bu bakış açısına dikkat çekmektedir). Yasa koyucunun bir hukuk normuna yalnızca sınırlı bir uygulanma alanı tanıdığı yerde, sınırlanmış uygulanma alanının analojiyi kullanma yoluyla genişletilmesini yasakladığı şeklindeki görüşü savunan Teplitzky'e ve (henüz) egemen olan görüşün aksini savunan kişilere burada hak vermek gerekmektedir. Böylece yasa koyucunun yasadaki bir boşluğun bilincinde olarak Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 2'nin kapsamı genişletilmiş bir formülasyonunu yapmış olup olmadığı konusu kontrol sorusu olarak formüle edilebilir. 89

128 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Yasa koyucu açık bir şekilde Marka Yasasını getirerek geçici hukuki korunma ile ilişkili olarak mevcut hukuki konumunda bir değişiklik istememiştir. Bu bakımdan içtihat uygulamasında eski şekliyle Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 16 'ya ve eski Marka Yasası'na (WGZ= Warenzeichengesetz) dayanarak yapılan talepler bundan böyle Marka Yasası (MarkenG) içinde yasalaştırılmış haklar olarak geçici tedbirlerle - her durumda men'i müdahale talepleriyle ilişkili olarak - güvenlik altına alınmalıdır (eski marka hukukuna dayalı men'i müdahale talepleri için uygulama hakkında bakınız :Schultz - SüchtingJakobs / Lindscher/ Teplitzky Haksız Rekabet Yasası (UWG), Madde 25 yeni şekliyle Sayfa Kenar No.347, 1993, 2. Baskı) Eğer içtihat Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 3'ü artık analoji yoluyla uygulamayacak ise ve - aynı sonucu verecek - münferit durumda Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 935 ve 940 gereği özel bir ivediliği yok sayacak ise, Marka Yasası'nın (MarkenG) yeni şekli ve buna bağlı olarak Haksız Rekabet Yasası'nda (UWG) yapılan değişiklik gereği - eski sürüm Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 16 'nın iptali - marka hukuku kapsamındaki alacaklının konumunda bir kötüleşme meydana geleceği için, hukuki durumda yasa koyucunun istemediği bir değişiklik meydana gelmeyebilir. Yasa koyucu açıkça, eski sürüm Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 25 ve Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 2 'nin geleneksel biçimde marka hukuku kapsamındaki men'i müdahale taleplerinde uygulanması gerektiği düşüncesinden yola çıkmaktadır ( Spätgens aynı yerde). Retzer de isabetli olarak, hak ihlali yapan kişiler hakkında bilgilendirme yapmaya yönelik düzenlemelerin getirilmesi ile ilişkili uygulamalar sarfı nazar edildiğinde, yasa koyucunun kasten 1995 yılına kadar eski sürüm Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 16'da düzenlenmiş durumlarda ivedilik tahmininin konuyla ilişkili olarak uygulanması aleyhine hüküm kurmak istediğine dair somut ip uçları bulunmadığına dikkat çekmektedir (Retzer Harte-Bavendamm/Henning-Bodewig, Haksız Rekabet Yasası (UWG), Madde 12 Sayfa Kenar No. 337). 90

129 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Ayrıca bir analojinin varsayılması için, Haksız Rekabet Yasası (UWG)Madde 12 Fıkra 2' deki düzenlemenin içeriğinin bu bağlamda hükme bağlanması gereken durum için de yasanın anlam ve amacına göre eşdeğer bir çözüm sunmasına ihtiyaç vardır. Buradan nesnel bir uygunluk gerekliliği sonucu çıkmaktadır. Analoji yardımıyla yapılan uygulama, Haksız Rekabet Yasası (UWG)Madde 12 Fıkra 2'deki düzenleme amacının,marka hukuku kapsamındaki men'i müdahale taleplerinin analoji yardımıyla yapılan uygulama ile dahil edilen hukuki durumların dikkate alınmasını da meşrulaştırması şartıyla gerçekleştirilebilir ( genel olarak yasaların analojisi sorunu hakkında bakınız: Larenz Hukuk bilimi yöntem öğretisi, 5. Baskı 1983, S 354 ve takip eden sayfalar, ve yine örneğin Alman Medeni Yasası (BGB) Madde179 Fıkra 2 Ekey Alman Vergi Hukuku Külliyatı (DStR) 2007, 87 ve takip eden sayfa). Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Fıkra 2'nin marka hukukuna kapsamında men'i müdahale taleplerinde analojiye dayalı olarak uygulanması aynı zamanda meselenin özüne de uygundur. Koruma altındaki marka için her bir marka ihlalinden kaynaklanan tehlike nedeniyle, hakkın geçici olarak güvenlik altına alınması yoluyla başka ihlal eylemlerinin engellenmesinde marka sahibinin haklı menfaatinin bulunması durumu kurala uygun olarak onaylanması gerekmektir (örneğin Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, Marka hukuku ihtilafında ivedilik ve Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2007, 174- Bahis aracılığı - her ne kadar bu mahkemeler Haksız Rekabet Yasası Madde 25'i analoji yoluyla uygulamak istemiyorlarsa da ; son olarak Teplitzky de marka hukuku kapsamındaki men'i müdahele taleplerinde de "çoğunlukla" ivediliğin ikna edici hale getirilmesi için yüksek standartların getirilmemesi gerektiğini düşünmektedir ( Teplitzky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 20 ve takip eden sayfa, Delillerle birlikte). 91

130 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey b) İvedilik ihtiyacının aksini ispat Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 gereği iddia edilecek ivedilik davacı tarafından bizzat veya davalı tarafından cerh edilmelidir (=çürütülmelidir) (Teplitzky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 18). Davacının rekabet kuralının ihlal edildiği bilgisinin alınmasıyla talebin sunulması arasında çok fazla zaman kaybedecek olması şartıyla, davacı her bir münferit durum için resmi yoldan incelenmesi gereken ivedilik bakımından tipiklik özelliğinin aksini bizzat ispat edebilir (Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2002, 277; Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1976, 54). Hangi durumlarda davacı ivediliği bizzat cerh edebileceği sorusunun yanıtlanmasında eyalet yüksek mahkemelerinin içtihatlarındaki farklılıklar tatmin edici olamayan bir durum olarak değerlendirilebilir. Öte yandan münferit durumun koşulların hedeflenmesi ve bu nedenle de şematik bir değerlendirmenin çıkarılması gerekmektedir (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1993, 567 ve takip eden sayfalar). Öte yandan münferit eyalet yüksek mahkemesi yetki bölgelerindeki içtihat bununla beraber sıklıkla şematik bir şekilde rekabet kuralının ihlal edildiğine dair bilginin alınması ile davacı tarafından bir geçici tedbir kararının verilmesine yönelik talebin sunulması arasındaki belirli sürelerden yola çıkmaktadır. Bu sürelerin davacı tarafından boşa geçirilmesinden sonra ivediliğin kendiliğinden cerh edilmiş olduğu kabul edilmektedir (Ekey in HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 125). Bir ila altı aylık bir bekleme süresi kritik üst sınır olarak görülmektedir ( beş aylık bir bekleme süresi Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1981, 668 ve takip eden sayfalar; iki ila üç aylık bir bekleme süresi Koblenz Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1978, 718 ve takip eden sayfalar; Hamm Eyalet 92

131 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Yüksek Mahkemesi (OLG) 1981, 224 ve takip eden sayfa; altı haftalık bir bekleme süresi Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2007, 675 LS; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1978, 556 ve takip eden sayfa; beş haftalık bir bekleme süresi Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1976, 150 ve takip eden sayfa; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1971, 533; dört haftadan biraz fazla veya bir aylık bekleme süresi Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Ekonomi ve Banka Hukuku Dergisi (WM) 1990, 2055; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1983, 643; 1981, 49 ve takip eden sayfa; aynı zamanda deliller için bakınız Retzer Harte-Bavendamm / Henning- Bodewig Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12'ye ek ve Köhler Hefermehl/Köhler/Bornkamm Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 3.15). İnandırıcı nedenler olmaksızın örneğin kanıtlama amacına hizmet eden gerekli araçların temininde zorluk ve benzeri gerekçelerle bir aydan daha uzun bir bekleme süresi içinde prensip olarak aynı şekilde hem rekabet hukukunda hem de marka hukukunda Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 'de açıklanan ivedilik çürütülebilir (aynı şekilde Spätgens Gloy/Loschelder, Rekabet Hukuku El Kitabı, Madde 96 Sayfa Kenar. No 40 ve takip eden numara, 2. Baskı; diğer görüş Hefermehl/Köhler/Bornkamm Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No belirgin biçimde yalnızca 6 ayın altında bir kurallaşmış süreyi [Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 11 gereği zaman aşımı süresi] talep etmektedir - Teplitzky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 25 ve takip eden numaralar; kurallaşmış süreler ile ilişkili eleştiri, kapsamlı delillerle). Hasım tarafın dinlenmesinden sonra bir geçici tedbir kararının alınmasına yönelik talebinin reddedilmesini istinaf mahkemesine taşıyan ve başarı şansının bulunmadığından korkarak temyiz talebini geri çeken acil yargılama bağlamındaki davacı, bir başka mahkeme huzurunda aynı 93

132 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey davanın görülmesi bakımından tedbir talebinin gerekçesini kaybeder (Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2001, 716 ve takip eden sayfa). Bu durumda davalının yeniden bir başka mahkeme huzurunda acil bir karar verilmesinin aleyhine mücadele etmesi sarfı nazar edildiğinde, bir aylık bir sürenin boşa geçirilmiş olmasının prensipte ivedilik talebini kendiliğinden çürüttüğüne dair bu bağlam temsil edilen görüş daha yüksek bir hukuki güvenliğe yol açmaktadır, çünkü prensip olarak bu süre zaten dolmuş olacaktır. Buna karşın eğer bir aylık bir zaman süreci içinde hareket ediliyor, birinci mahkeme haksız yere talebi reddetmiş bulunuyor ve borçlu alacaklının teşebbüsü ile beklendiği gibi zarar görüyor ise, birinci davanın geri çekilmesinden sonra bir başka mahkemeye yapılan ve acil bir kararın alınmasını amaçlayan yeni bir davanın açılması, Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 gereği muhtemel bir ivediliğin aleyhinedir ( Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2002, 226 ve takip eden sayfalar - berlin location). Geçici bir tedbir kararının çıkarılması için tedbir koyma nedeni, eğer davacı davadaki tavrıyla ivedilik tahmini çürütüyor ise, normal olarak ortadan kalkar. Davacı geçici tedbir kararının verilmesinden önce dava vekilinin yaptığı bir yanlışlık sonucu kendi aleyhine bir gıyabi kararın çıkartılmasına neden olmuşsa bile tedbir koyma nedeni ortadan kalkmış olur (Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2007, 173 ve takip eden sayfa- interoptik.de). Marka ihlalleri bakımından piyasanın genel olarak gözlemlenmesi yükümlülüğü yasadan çıkarılamaz. Öte yandan tedbir koyma nedenine zarar verici bir şekilde ihlal edilebilen belirli bir gözetim yükümlülüğü kesinlikle söz konusudur ( bu konuda bakınız: Teplitzky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 29 Delillerle birlikte). 94

133 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Her zaman münferit durumun hususiyetleri dikkate alınmalıdır (Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1997, 21 ve takip eden sayfalar; Teplitzky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 29; Traub Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1996, 707 ve takip eden sayfalar). Hukuki itiraz yollarının tüketilmesi, sözlü duruşmada davaya bakan mahkemenin görüşüne göre iki haftalık bir ertelemeyi gerekli kılan bir yardımcı talebin yapılması ya da borçlunun alacaklıyı cesaretlendirmiş olması sonucu (Bremen Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR1991, 44) ekonomik bakımdan daha üstün görünen borçlu ile beş aylık uzlaşma pazarlıkları çerçevesinde görece bir düzenlemeyi gerçekleştirmek için alacaklının yoğun çabaları, ivedilik ihtiyacının kendiliğinden ortadan kalkmasına yol açmaz ( bu konuda bakınız: Spätgens Gloy/Loschelder Rekabet Hukuku El Kitabı, Madde 96 Sayfa Kenar No. 41; Ekey HK-Rekabet Hukuku Madde 12 Sayfa Kenar No Delillerle birlikte). Bu bağlamda ivedilik iddiasının kendiliğinden çürütülmesi için davalıya münferit olarak, iddia edilen birinci marka ihlalinin öğrenilmesi ile bir geçici tedbir talebi kararı verilmesi için talepte bulunulması (=dava açılması) arasında davacının ne kadar zaman geçirdiği münferit olarak açıklama olanağı sunulmaktadır. Bu amaçla kendi bünyesinde yurt genelinde yayınlanan gazete ve dergilerin değerlendirilmesi için bir bölüm tahsis eden bir şirkette, marka ihlali bilgisinin eriştiği tarih sorunu bakımından yetkili çalışanın böylesi bir ihlale tesadüf ettiği tarih ölçü alınır (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1999, 694 ve takip eden sayfalar). Sonuçta bir izleyicinin ihtilafın konusu olan reklama bakmaktan kaçınamayacağı kadar yoğun bir şekilde bir derginin kapak sayfasında yer alan bir düzenlemenin olması durumunda, hukuki korumadan faydalanan kişi münferit olarak, bu reklamı dergiyi edindiğinde görmediği şeklinde bir gerekçe ile duruşmada istima edilemez (Hamburg Eyalet 95

134 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2007, 675 ve takip eden sayfalar; ivedilik niteliğine zarar verecek biçimde bir reklamdan haberdar olma). Eğer davalı veya davacı Haksız Rekabet Yasası UWG Madde 12 Fıkra 2 gereği ivedilik niteliğini analoji yoluyla çürütmüş ise, niçin buna rağmen konunun - yeni olgular nedeniyle - ivedilik taşındığını ispat etmesi davacının sorunudur ( Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1978, 556 ve takip eden sayfa; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1977, 220 ve takip eden sayfalar- Charlie). 4. Talebe gerekçe teşkil eden olguların kanıtlanması Öncelikle genel dava hukuku kuralları geçerlidir: Buna göre davacı marka ihlaline dair davaya gerekçe teşkil edecek tüm olguları, birinci ihlal ve /veya ihlalin tekrarlanması tehlikesiyle birlikte ortaya koymak ve ispat etmek zorundadır. Ortaya koymak ve ispat yükümlülüğünün kapsamı genel ispatlama kurallarına göre düzenlenir. Buna göre davacı kendi avantajına olan olguları ispatlamak zorundadır ( Berlin Eyalet Yüksek Mahkenesi (KG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1978, 819; Ulrich Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1985, 201 ve takip eden sayfalar). Eğer bir tedbir talebine karar vermek için yabancı hukuk önem taşıyor ise, esastan görülen davada olduğu gibi öncelikle hukukun tespitine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda yabancı hukukun geçerliliğini ve kapsamını ispatlamak davacının görevidir ( Heinze Münih Yorumu Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 920 Sayfa Kenar No. 18, 4. Baskı) Davacının, davalının itirazlarının kusurunu açıklamak ve ispatlamak zorunda olup olamayışı belirsizdir. Bu soruya her halde ve karda sözlü duruşma olmaksızın hızlı yargılama kapsamında karar verilen durum bakımından evet diyerek yanıt verilmelidir. Zira mahkeme, davacının davalının itirazlarının hızlı yargılama kapsamındaki talebiyle çelişmediğini ispat etmesinin neden dolayı makul göründüğüne dair 96

135 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri davalının olası itirazlarına karar veremez ( Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG ) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1987, 845, 847; Teplitzky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 45; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1980, 373 ve takip eden sayfa; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 153; Stein/Jonas/Grunsky Madde 920 Sayfa Kenar No. 11; kapsamlı olarak Hirtz Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)1986, 110, 113, bizzat bir sözlü duruşmada davalının itirazlarının kusurlu olduğunu ispat yükünü,her ne kadar davalı sözlü duruşmada bunu bizzat açıklayabilecek ve ispatlayabilecek olmasına rağmen, davacıya yüklemek istemektedir; aynı zamanda bakınız Heinze Münih Yorumu Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası ( ZPO) Madde 921 Sayfa Kenar No. 21, davacıya talebinin def'i ve itiraz özgürlüğünü açıklama yükünü yalnızca, davacının açıklamasından davalının olası itiraz ve def'i çabalarıyla ilişkili uyarıların ortaya çıkması durumu için yüklemektedir). Bir taraf kusurlu bir şekilde saldırı ve savunma araçlarını sonuna kadar geri çeker ise, bu taraf için hakkın suistimal edildiği iddiasına, her ne kadar taraflar boş yere sözlü duruşmanın sonuna kadar yeni olguları ve açıklamaları ispat edebilseler de, karşı çıkılabilir (Koblenz Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1987, 319; Köhler/Piper, Haksız Rekabet Yasası (UWG) eski sürüm, Madde 25 Sayfa Kenar No.25; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 167). Eğer davacı iddianın def'i ve itiraz özgürlüğünü ispatlamayı başaramıyor ise, bu durum geçici tedbir kararının verilmesine yönelik talebin reddedilmesine değil, tam tersine yalnızca davalının dinlenmesine ve sözlü duruşmanın tarihinin tespit edilmesine yol açar Vollkommer / Zöller Alman Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 916 Sayfa Kenar No. 6a; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 154; benzer şekilde Teplizky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 45, Delillerle birlikte). Daha sonra ispat yükü için taraflarla ilişkili genel 97

136 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey ispat yükü kuralı geçerlidir (Teplitzky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 45, ve deliller Dip Not 251). Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 294 Fıkra 1 gereği yemin yerine kaim teminat dahil olmak üzere tüm kanıtlama araçları bir geçici tedbir davasının taraflarının hakkıdır. Sıklıkla karşılaşılan uygulamanın tersine avukat tarafından kaleme alınmış bir yazıyla yalnızca genel olarak ilişkili olan ve meselenin kendi özüne yönelik nesnel açıklama içermeyen yemin yerine kaim bir teminat kanıtlama aracı olarak yeterli olmayabilir (Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1988, 2045). Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 294 gereği yemin yerine kaim bir teminat, mesleki olarak değerlendirilmiş olaylar hakkında avukat tarafından verilen teminat ile eş değer tutulmalıdır (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1986, 196; Greger / Zöller, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO), Madde 294 Sayfa Kenar No. 5, 30. Baskı, buna göre: avukat bizzat avukat sıfatıyla olayları değerlendirmiştir ve kendi konumunun getirdiği yükümlülüklere dayanarak " avukat sıfatıyla teminat verebilir", diğer delillerle birlikte). Bir taraftan davacıya resmi makamların verdiği bilgilere dayanması engellenmektedir. Davacı bu bilgileri bizzat temin etmeli ve mahkemeye sunmalıdır (Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1958, 712); eğer mahkeme önceden Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 273 Fıkra 2 Bent 2 gereği resmi makamlardan veya bir resmi dairenin yönetiminden belgeler hakkında bilgi verilmesi veya konu hakkında resmi bilgi verilmesi ricasında bulunmuş ise, bu durum geçerli olmayacaktır. Diğer taraftan geçici hukuki korunma talebi davasında kanıtlama için esastan görülen dava dosyasına da atıf yapılabilir. 5. Geçici tedbir kararının verilmesi a) Geçici tedbirin içeriği Kendisine başvurulan mahkeme Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 938 Fıkra 1 gereği kendi takdirine göre, bir geçici 98

137 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri tedbir kararının verilmesine yönelik taleple izlenen amaca erişilmesi için hangi düzenlemelerin gerekli olduğunu belirler. Geçici tedbir davacının talepte belirtilen amacı dışına çıkamaz (Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 169 Delillerle birlikte). Kuşkusuz mahkeme talebi açıklığa kavuşturabilir, yeniden formüle edebilir veya açıklayabilir ve Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 139 çerçevesinde talebin formüle edilmesinde etkili olabilir (Teplitzky Bölüm 54 Sayfa Kenar No. 38 Delillerle birlikte). Davacı geçici tedbirin icrasını tehlikeye sokmamak için men'i müdahale talebini inzibati ceza tehdidiyle ilişkilendirmelidir. Çünkü aksi halde davacının Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 890 Fıkra 2 gereği bir ilamın gerekli icrası öncesinde öncelikli olarak özel bir düzenleme yapılmasına yönelik bir kararın verilmesini talep etmesi gerekecektir. İkinci dava nedeniyle ortaya çıkan zamansa gecikme bir çok durumda men'i müdahale tedbirine kadar verilmesi ile kararın icrası arasındaki bir aylık sürenin aşılması yol açabilir. Eğer davacı lüzumu halinde başarılı bir şekilde, bir markanın hak edinimi sağlayacak biçimde kullanılışı, markanın öncelik bakımının kullanımı,alıcı çevresi bakımından markanın geçerliliği veya muhtemel tanınırlığı gibi marka hukuku bakımından hususiyetleri açıklamış ise, mahkeme her duruma hukuki soruları zaten geçici hukuki korunma davası içinde kapsamlı olarak yanıtlayacaktır. Bu bakımdan esas bakımından görülen dava ile bir farklılık oluşamaz. Mahkeme tarafından getirilen düzenlemelerin içeriksel sınırları kuşkusuz acil yargılamanın hususiyetlerinden kaynaklanmaktadır. Davalının savunma olanakları ilk planda sınırlanmıştır ve lüzumu halinde ona karşı hukuki bakımdan bir istimaya (=dinlemeye) sokulmaksızın bir icra işlemi uygulanır. Bu yüzden davacının güvenlik altına alınmasından daha öte bir düzenleme getirilemez (Schuschke / Schuschke/Walker, Madde 938 Sayfa Kenar No. 14). 99

138 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey b) Cebr'i idare Madde 146 ve takip eden maddeler gereği ithalat ve ihracat işlemleri kapsamında hukuka aykırı olarak işaretlenmiş (=marka taşıyan) malların müsaderesinin (=el koyma) yanı sıra bir başka hukuki çare olarak, Madde 18 gereği imha hakkının güvenlik altına alınması için malların emanete alınması ve borçlunun erişim hakkı olmaksızın muhafaza edilmesi talebini içeriğinde barındıran bir geçici tedbir kararı söz konusudur (Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1997, 106 ve takip eden sayfalar). Eğemen görüşe göre bu bağlam da Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 938 Fıkra 2 gereği bir cebr'i idare söz konusudur ( Schulz- Süchting Jakobs/Lindacher/Teplitzky Madde 25 Haksız Rekabet Yasası (UWG) Eski sürüm Sayfa Kenar No. 108; key in HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 172; Pastor/Ahrens/Jestaedt S 1001; Schuschke güvenlik altına alma ile bir yandan emanete alma arasında diğer yandan da cebr'i idare arasında bir ayrıma gitmektedir: güvenlik altına alınması gereken eşyanın emanete alınmasını aşacak bir şekilde idare edilmesinin gerekmesi şartıyla cebr'i idare söz konusu olur, Schuschke Schuschke/Walker, Madde 938 Sayfa Kenar No. 20). c) Madde 19 Fıkra 3 gereği bilgi (=malumat) talebi Madde 19 Fıkra 3 açıkça hak ihlalinin yapıldığı durumlarda, hukuka aykırı bir şekilde işaretlenmiş (=marka ile donatılmış) eşyaların kökeni ve satış yolu hakkında bilgi talep edilmesi hakkını tanımaktadır. Madde 19 Fıkra 2 gereği bilgi vermekle yükümlü olan kişi, üreticinin, tedarikçinin ve malın önceki diğer sahiplerinin, ticari alıcısının veya siparişi verenin adını ve adresini ve yine üretilmiş, sevk edilmiş, edinilmiş veya sipariş edilmiş malların miktarını bildirmek zorundadır. Bu bağlamda temsil edilen görüşe göre Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 gereği ivedilik olasılığı Madde 19 Fıkra 3 gereği tanınan hakkı da içermektedir (diğer görüş Fezer Madde 19 Sayfa Kenar No. 18) 100

139 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri d) Ara karar ile hükme bağlanan tedbir Sözlü duruşma olmaksızın bir geçici tedbir kararı alınabilir. Mahkeme zorunlu takdirine göre bir sözlü duruşmanın gerekli olup olmadığına karar vermek zorundadır (Almanca Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1999, 27 ve takip eden sayfalar). Davalının muhtemelen ürün korsanlığı vakalarında dava ile amaçlanan ve yaklaşmakta olan geçici tedbir kararı konusunda uyarılmaması gerektiği hususu hariç tutularak (Retzer Harte- Bavenkamm/Henning-Bodewig, Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 378), temelini anayasa hukukunda bulunan hukuki istima hakkından hareketle mahkeme, sözlü duruşma için tarih belirlememiş olması şartıyla, talebe uygun karar öncesinde eğer zaman el veriyor ise, davalıya görüşünü bildirmesi için talep yazısını (=dava dilekçisini) gönderir (Schulz-Süchting / Jakobs/Lindacher/Teplitzky Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 25 Sayfa Kenar No. 93; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde12 Sayfa Kenar No.163). Tam kapsamı bakımından talebe uygun ve ara karar ile hükme bağlanan tedbir gerekçelendirmeye ihtiyaç duymaz ve Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 36, Madde 929 Fıkra 2, Made 929 Fıkra 3 Cümle 2 gereği davacıya tebliğ edilmelidir. Eğer yargıç sözlü duruşma yapılmaksızın bir geçici tedbir kararının verilmesine yönelik talebi verdiği bir karar ile reddeder ise, verilen karar Madde 936 ve Madde 922 Fıkra 3 gereği davalıya bildirilmez. Davacı Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 329 Fıkra 2 Cümle 1 gereği bu konuda şekle bağlı kalmayan bir bildirim alır. e) Kesin karar ile hükme bağlanan tedbir Sözlü duruşma yapılarak ilan edilen geçici tedbir, doğrudan ilan edilmesiyle yürürlüğe giren bir nihai kesinleşmiş kararla hükme bağlanır. Mahkeme kesinleşmiş kararı Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 317 Fıkra 1 Cümle 1 gereği taraflara tebliğ etmek zorundadır. Bu resmi tebligat olağan koşullarda davacı tarafından taraf işletme içinde yapılacak icra işlemiyle ilişkili değildir. 101

140 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey f) Avrupa Topluluğu Kuruluş Anlaşması (EGV) Madde 234 gereği Avrupa Adalet Divanı 'na (EuGH) ibrazda bulunma yükümlülüğü sorunu Madde 234 gereği ( Avrupa Topluluğu Kuruluş Anlaşması (EGV) eski Madde 177) Avrupa Adalet Divanı (EuGH), bir mahkeme topluluk hukukuna dayalı olarak ona (=divana) karar verilmesi gereken bir ihtilaf için ölçü alınacak bir ön sorunu sunması şartıyla, ara karar (=esas karardan önce verilen karar) yoluyla karar verir. Anlaşmaya imza koyan devletlere ait mahkemeler için bir ibraz yükümlülüğü bulunmaktadır. Geçici hukuki korunma kapsamındaki yargılamanın yanı sıra esastan görülen bir dava olanağı mevcut ise ve bu çerçevede Avrupa Adalet Divanı 'na (EuGH) bir ibrazda bulunmak mümkünse, o zaman Avrupa Topluluğu Kuruluş Anlaşması (EGV) Madde 234 gereği Avrupa Adalet Divanı 'na (EuGH) yapılan bir ibraz prensip olarak farklılık gösterir (Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1983, Morsun; Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 977, Hoffmann-La Roche/Centrafarm; Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 994, 1463, 1465;Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) 2901 ve takip eden sayfalar - ücretsiz Aprupa Topluluğu (EG)-tereyağı; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 177, Delillerle birlikte). g) Geçici tedbir kararının infazı aa) Genel ilkeler İhtiyati haciz kararında olduğunda gibi geçici tedbirin icra işlemine gereksinimi vardır. Ancak bu sayede alacaklı, alacağının amaçladığı gibi geçici olarak güvenlik altına alınmasını sağlar (Sosnitza Piper/Ohly/Sosnitza Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 164). Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 936, Madde 929 Fıkra 2 gereği bir geçici tedbirin icrası, eğer geçici tedbirin ilan edildiği tarihten itibaren veya kararın çıkartılmasını isteyen tarafa tebliğ edildiği tarihten itibaren bir ay geçmiş ise, uygunsuzdur. 102

141 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri İcra süresi kaçırılmış ise, mahkeme borçlunun talebi üzerine itiraz davası kapsamında bir arar karar ile hükme bağlanan tedbiri ve Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 926 ve 927 gereği her bir geçici tedbiri kaldırmak zorundadır. Bunun dışında borçlu için, temyiz davası kapsamında geçici tedbirin süreler bakımından kusurlu icrasını öne sürerek temyizini başarılı bir şekilde gerekçelendirme olanağı açıktır. İcranın uygulamada davacı veya tasarrufa itiraz eden için sıklıkla güçlükler çıkaran zamansal ve biçimsel standartlarının karşılanmasının önemi ve amacı, ilamın uygulamaya sokulup sokulmayacağı konusunda borçlunun uzun süre belirsizlik içinde tutulamayacağı kuralı söz konusu olduğu ortaya çıkmaktadır. Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 929 Fıkra 2 'de getirilen kuralın borçluyu koruyan bir işlevi vardır ve her durumda alacaklı bu şekilde yükümlülük altına sokulduğu sürece anayasa hukuku açısından bir tereddüt oluşturmaz ( Federal Anayasa Mahkemesi (BVerfG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1988, 3141). Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 936 ve Madde 922 Fıkra 2 gereği davacı ara karar ile hükme bağlanan tedbiri, geçici tedbirin yürürlülüğünün ön koşulu olarak bir ay içinde davalıya tebliğ etmek zorundadır. Tebligat ayrıca Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 750 Fıkra 1 gereği bir inzibati aracın icrası için gerekli önlemi de göstermektedir. Bir sözlü duruşmada kesinleşmiş karar ile işleme konan bir geçici tedbir, ilan edilmesiyle birlikte yürürlüğe girer. Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 317 Fıkra 1 Cümle 1 gereği bu tedbirin tebliği taraflara yapılır ve bu bağlamda tebligat ilan edilmiş bir gıyabi karar bulunması durumunda yalnızca tabi kılınan tarafa resmi yoldan gerçekleştirilir. Aykırı fiil durumda bir inzibati aracın tespiti için koşullar, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 750 Fıkra 1 gereği ilan yapılarak karşılanmıştır. Fakat Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 935 ve Madde 929 Fıkra 2 gereği aylık süre içinde kesinleşmiş kararı taraf işletme içinde tebliğ etme yükümlülüğü bundan bağımsızdır (Federal 103

142 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1993, 1077; Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1989, 514, 517; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1997, 53 ve takip eden sayfa;münih Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) -RR 1989, 180; Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1987, 763; Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Aylık Alman Hukuku Dergisi (MDR) 1991, 454; Celle Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk işlerinde (Ceza işlerinde) Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Kararları(OLGZ) 1992, 345; Schleswig Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1995, 896; Vollkommer / ZöllerMadde 929 Sayfa Kenar No. 12; ayrıca bakınız Teplitzky Bölüm 55 Sayfa Kenar No. 38 Delillerle birlikte; diğer görüş Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1997, 43 ve takip eden sayfa-vital Shop; Celle Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) - RR 1990, 1088). Bu kural haklı olarak münferit durumlarda istisnalara izin vermektedir. Böylece bir inzibati aracın tespiti talebinde, alacaklının geçici tedbir talebine uyulmasında ısrarlı olduğu şekilde borçluya yapılan bir bildirim bulunmaktadır. Eğer alacaklının geçici tedbirden yola çıkarak hareket etmeyi amaçladığından borçlu taraf şüphe etmediği için işletme içinde ilave bir tebligat sadece bir formalite olarak görülecek ise, yalnızca resmi yoldan yapılmış ve ceza tehdidi içeren tebligat da icra koşullarını yerine getirebilir (bakınız Vollkommer /Zöller Hukuk Muhakemeleri Yasası (ZPO) Madde 929 Sayfa Kenar No. 12). Böylece Federal Yargıtay (BGH) için zaten resmi yoldan işleme konmuş tebligatın yanı sıra davacının önceki ilama istinaden sözlü olarak eda talebinde bulunması yeterli olacaktır (Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1993, 1076 ve takip eden sayfa). bb) Tarafa tebliğin ayrıntıları Men'i müdahale tedbirinin icrası geçici tedbirin taraf işletmeye tebliği yoluyla gerçekleştirilir. Tebligat borçluya şahsen yapılmalıdır. 104

143 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Eğer bir dava vekili hukuki merci için kendisini atamış ise, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 176 gereği tebligat yalnızca bu kişiye yapılabilir (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2001, 456). Kuşkusuz tebligatı yapan kişi, bu konuda bir dava vekilinin esasen kendisini atamış olduğunu bilmek zorundadır ( Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1996, 281; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG)Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1996, 587; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1995, 445; Berlin Eyalet Yüksek Mahkenesi (KG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1998, 411). Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 174 Fıkra 2 ve Fıkra 3'de öngörülmüş olan ve evrakların tele kopya veya elektronik araçlarla tebliğini mümkün kılan olanağa rağmen ara karar ile alınan tedbirin yalnızca faks marifetiyle borçlunun dava vekiline tek başına erişmiş olması yeterli olmayacaktır; daha ziyade üzerinde tarihin bulunduğu bir alındı bilgisine ihtiyaç vardır (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2007, 345 ve takip eden sayfa). Münferit durumda bir avukatın hukuki merci için kendisini atayıp atamadığı ve bu nedenden dolayı tebligatın yalnızca ona yapılıp yapılamayacağı konusu belirsiz olabilir. Eğer bir dava vekili zaten mahkeme dışı işlemler bakımından temsil yetkisini bildirmiş ise, o zaman temin edilmiş bir geçici tedbirin tebligatı, her durumda borçlu tarafından verilmiş vekaletnamede bu yetkiye yönelik açıkça anlaşılır bir bilgi bulunması şartıyla, geçerli olarak yalnızca ona yapılabilir (Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1996, 281 Delillerle birlikte). Eğer bir savunma yazısında bir dava vekili tedbir amaçlı olarak zaten kendisini (tebligatı almaya) yetkili tayin etmiş ise aynı durum geçerlidir (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2001, 71; Teplitzky 105

144 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Bölüm 55 Sayfa Kenar No.43 Delillerle birlikte). Bu durumda geçici tedbir yalnızca, davalının "savunma yazısını yazan avukata" tebliğ edilmiş olması şartıyla geçerli olarak icra edilmiştir. Geçici tedbirin geçerli olarak tebliği karar ilamının teslim edilmesi veya ilamın tasdikli bir suretinin teslim edilmesi, başka bir deyişle mahkeme tarafından düşülmüş ilam şerhini içeren bir karar nüshasının teslim edilmesini ön koşul olarak getirmektedir. Eğer tebliğ edilmiş evrak üzerindeki ilam şerhinin sunumunda orijinal ilamda bulunan resmi mühür ile ilişkili bir açıklamanın olmayışının bir zararı yoktur. Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 170 gereği bir ilamın düzenlenmesi için tasdiki bir kopyanın, başka bir deyişle üzerinde örneğin yalnızca orijinal ilamda bulunan sözcüklerin tekrarlandığı bir nüshanın teslimi yeterli olduğu için, orada mevcut resimlerin ve benzeri şeylerin, örneğin bir mührün zikredilmesine ihtiyaç yoktur ( Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1965, 104 ve takip eden sayfa; Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi- Rekabet Hukuku (WettbR) 1997, 21 ve takip eden sayfalar; Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde12 Sayfa Kenar No. 191). Eğer bir inzibati araç kararı daha sonradan verilmiş ise, geçici tedbirin etkili bir şekilde icrası bu kararın tebliğ edilmesi şartını da getirmektedir. Bu şart, eğer davaya bakan mahkeme bu türden bir karar verememiş ise geçerlidir (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2001,71). Eğer temyiz (=istinaf) mahkemesi kesinleşmiş karar ile bir geçici tedbire hükmediyor ise, birinci merci mahkeme önceden vermiş olduğu tedbir kararını itiraz davasında kaldırdıktan sonra, kesinleşmiş karar ile hükme bağlanan tedbiri, her ne kadar temyiz kararının hüküm kısmı gereğince ara karar ile hükme bağlanan tedbir teyit edilmiş olsa bile, taraflar yoluyla tebliğ edilmelidir (Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, Dava tarafına tekrarlanan tebligat, Diğer delillerle birlikte; diğer görüş Celle Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet 106

145 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Dergisi (WRP) 986, 612; Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1950, 113). Eğer alacaklı geçici tedbirin tebliğ edilmesine yönelik talebini adliye icra memurluğu dağıtım şubesine zamanında vermiş ise, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 929 Fıkra 2 'in icra süresine uyulmasının yeterli olup olmadığı veya borçluya icra amacı hakkında bilgi veren tebligat eyleminin aylı süre içinde gerçekleştirilmesinin gerekip gerekmediği sorusu ihtilaflara yol açacak biçimde tartışmalıdır. Sonuçta eğer taraf işletmede tebligatın yapılması talebi aylık süre içinde adliye icra memurluğu dağıtım şubesine verilmiş ise ve tebligat buna göre gerçekleşiyorsa - yalnızca belirli istisnai durumlarda değil (örneğin borçlu bilinçli olarak süreye uygun tebligatı boşa çıkarıyorsa Schuschke/Walker Madde 929 Sayfa Kenar No. 31, ya da geçici tedbirin yurt dışında teblig edilmesi gerekiyorsa, Pastor/Ahrens/Wedemeyer S 1022; Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) ) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)- Rekabet Hukuku (WettbR) 1999, 232, 234) - bu durumun icra süresine uyulması bakımından yeterli olduğu görüşü üstünlük kazanmaktadır ( Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2001, 94 ve takip eden sayfa; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)- RR 2000, 1236; Celle Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) InVo 1997, 23; Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Aile Hukuku Dergisi (FamRZ ) 1994, 1540; Knieper Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1997, 815 ve takip eden sayfa). Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) yeni sürüm Madde 187 Cümle 1 ve eski dürüm Madde 189 gereği kusurlu yapılan bir tebligatın iyileştirilip iyileştirilemeyeceği konusu belirsiz görünmektedir. Tebligat Reformu Yasası (ZustRG) gereği ( Federal Resmi Gazete (BGBl) 2001 I 1206, 1209, tarihinden itibaren eski sürüm Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 187 yerine eski sürüm Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 189 geçerlidir. 107

146 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey tarihine kadar geçerli hukuki duruma göre eski sürüm Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 187 Cümle 1 gereği, sözlü duruşma yapılmaksızın karar verilen geçici tedbir işlemlerinde tebligat kusurlarının iyileştirilmesi prensip olarak ayrıma tabi tutulurken (Zweibrücken Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)-RR 2001, 288; aynı zamanda bakınız : Deliller, Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 193), yasa koyucunun kararından eski sürüm Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 187 Cümle 2 'nin yeni sürüm Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 189 içine alınmadığı sonucu çıkmaktadır. Böylelikle bundan böyle cebri olarak zorunlu olan tebligat kurallarının ihlalinde tebligatta yapılacak bir iyileştirme için prensip olarak etkililik tebligatı olarak adlandırılan bir tebligatın kabul edilip edilemeyeceği şeklindeki ihtilafı sorunun evet diyerek yanıtlanmasını gerektiği şeklindeki bir anlayış yeni sürüm yasaya dahil edilmemiştir (Dresden Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 2003, 1721 ve takip eden sayfa; Vollkommer in Zöller Madde 929 Sayfa Kenar No. 14, 30. Baskı ve bundan aynı zamanda Teplitzky Bölüm 55 Sayfa Kenar No. 47a, Delillerle birlikte) Ara karar vermek yoluyla hükme bağlanan ve marka hukuku kapsamında bilgi verilmesine yönelik geçici tedbir için, işlemin icra edildiğini kabul bakımından taraf işletmede kararın tebliğ edilmesi yeterlidir. Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 929 Fıkra 2 gereği aylık süre içinde yine Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 888 gereği bir icra talebinde bulunma işlemi için zamanında yapılan bir yürütmeye ihtiyaç yoktur (Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1998, 1007 ve takip eden sayfa, ikna edici gerekçelerle birlikte; Gloy/Spätgens Madde 84 Sayfa Kenar No. 6; diğer görüş Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)- Rekabet Hukuku (WettbR) 1997, 91; Schuschke / Schuschke /Walker, Madde 929 Sayfa Kenar No. 25; Vollkommer / Zöller Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 929 Sayfa Kenar No.18 Sonunda, 30. Baskı). 108

147 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Bu durum ancak bilgi alma tedbirinin, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 890 gereği bir inzibati araç tehdidi içeren bir men'i müdahale tedbirine bağlanmış olması şartıyla geçerli olacaktır. Çünkü bu durumda tehditten kaynaklanan icra baskısı aynı zamanda bilgi verme yükümlülüğünü de yansıyacaktır, çünkü borçlu, alacaklı tarafında bölünmüş, başka bir deyişle tek başına men'i müdahale talebiyle sınırlandırılmış bir icra istencinin bulunduğu düşüncesinden hareket edememektedir ( Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1998, 1007 ve takip eden sayfa). cc) Yinelenmiş tebligatın gerekliliği Borçlunun itirazı nedeniyle veya temyiz davası kapsamında geçici tedbirin değiştirilmesi veya yeniden düzenlenmesi geçici tedbirin yeniden tebliğ edilmesinin gerekliliğini göstermektedir (Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)- Rekabet Hukuku (WettbR) 1999, Pizza Direkt/Direct). Aynı kural, ara karar ile hükme bağlanan tedbirin itiraz üzerine kaldırılması, fakat temyiz merciinde onaylanması ve böylece yeniden hükme bağlanması durumu için de geçerlidir (Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 2000, 68; Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1997, 53 ve takip eden sayfa; Vollkommer / Zöller Madde 929 Sayfa Kenar No Baskı; Ekey / HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No.196; diğer görüş Celle Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1987, 64). Eğer ara karar ile hükme bağlanan tedbir temyiz davasında alınan bir kesin karar ile onaylanmış veya yalnızca önemli değişiklikler yapılmaksızın yeniden düzenlenmiş ya da farklı bir gerekçelendirmeyle donatılmış ise yeniden tebligat yapılmasına ihtiyaç yoktur (ihtilaflı olarak bakınız: Teplitzky Bölüm 55 Sayfa Kenar No. 48, Delilerle birlikte). 109

148 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey h) Marka hukukuna dayalı geçici tedbir aleyhine genel hukuki çareler Borçlu için sözlü duruşma yapılmaksızın hükme bağlanan tedbir aleyhine Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 936, Madde 924 Fıkra 1 gereği itiraz hakkı bulunmaktadır. Bu itiraz süreye bağlı değildir; fakat Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 242 gereği, hükme bağlanan tedbir aleyhine hukuki itiraz yapılıncaya kadar iki yıldan daha uzun bir sürenin geçirilmesine neden olunduğu durumunun içtihat tarafından kabul edildiği bir hak kaybı iddiasına tabidir (Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1985, 237). İtiraz giderler itiraz şeklinde de sınırlandırılabilir (Sosnitza / Piper/Ohly/Sosnitza Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No.148, 5. Baskı, Delillerle birlikte). Bu aşamadan sonra taraflar arasında yalnızca dava masrafları ihtilaflı hale gelir; tedbir davası kapsamında davanın özüne yönelik bir karara artık ihtiyaç duyulmaz (Ekey / HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 200). Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi 'nin içtihadına göre önceden ihtar yapılmaksızın hükme bağlanmış bir geçici tedbir işlemi durumunda, dava masraflarına itiraz yerine, dava masraflarıyla ilişkili kararın değiştirilmesine yönelik bir tabi olma beyanının verilmesiyle yapılan itiraza izin verilmektedir (Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 2002, 215 ve takip eden sayfa). Ara kararla hükme bağlanan tedbirden kaynaklanan cebr'i icra Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 924 Fıkra 3 Cümle 1 gereği yapılan bir itiraz ile engellenemez. Fakat mahkeme, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 924 Fıkra 3 Cümle 2 gereği cebr'i icranın geçici olarak durdurulması için yine Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 707 gereği geçici bir düzenlemeye karar verebilir. Ayrıca borçlu genel koşulların oluşması durumunda önceki yargıcın tüm kararları aleyhine temyize gidebilir. Temyiz geçici tedbirin süreye 110

149 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri uygun olarak icra edilmediği veya hakkın zaman aşımına uğradığı şeklindeki iddialara da dayandırılabilir. Hukuk Muhakemeleri Usulü Madde 924 Fıkra 3 Cümle 2 gereği geçici olarak icradan korunmanın sağlanması söz konusudur (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 997, 1155 ve takip eden sayfa Delillerle birlikte). Geçici tedbir davasının doğasından kaynaklanan hususiyetlerden dolayı bir cebr'i icra işleminin durdurulması yalnızca, geçici tedbirin kaldırıldığının sabit olması şartıyla gerçekleştirilebilir (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1997, 1155 ve takip eden sayfa Delillerle birlikte; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP)1992, 120; Koblenz Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1985, 657). Borçluya Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 936, Madde 926 Fıkra 1 gereği,bir diğer hukuki çare olarak, mahkemenin sözlü duruşma yapmadan alacaklının tespit edilecek süre içinde dava açması gerektiği şeklindeki bir düzenleme getirebileceği gerekçesiyle itiraz talebinde bulunma olanağı da sunulmaktadır. Eğer bu düzenlemeye uyulmuyor ise, o zaman borçlunun talebi üzerine geçici tedbirin kaldırılması bir nihai kararla hükme bağlanmalıdır. Ayrıca Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 936, 925 ve Madde 927 Fıkra 1 gereği borçlunun, değişen koşullara dayanarak, özellikle de tedbirin sebebinin ortadan kalkmasına veya teminat vermeye hazır olunduğunun bildirilmesine dayanarak geçici tedbirin kaldırılmasına yönelik talepte bulunma hakkı vardır. V. Marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazı ve marka ihlalini bitirme beyanı 1. Marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazı Bir geçici tedbir marka hukukuna dayalı bir hakkın alacaklısını yalnızca geçici olarak güvenlik altına alır. Tedbir işleminin borçlusu Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) kapsamında öngörülmüş ve yine Hukuk Muhakemeleri Usulü 111

150 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Yasası (ZPO) Madde 924, 926, 927 gereği kendisine sunulan hukuki çareleri kullanabilir. Şimdiye kadar olan hukuka göre geçici hukuki korunma taleplerinin zaman aşımı süresinin çalışması üzerinde bir tesiri bulunmamaktaydı (Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1979, 217). Tedbir talepleri, yalnızca icra tedbirleri olarak nitelendirilebilmiş olmaları şartıyla ( Heinrichs / Palandt Madde 209 Sayfa Kenar No. 21) eski sürüm Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 209 Fıkra 2 Bent 5 gereği zaman aşımını kesintiye uğratmışlardır. Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 204 Fıkra 1 Bent 9 zaman aşımının durdurulmasını artık genel olarak, bir ihtiyati haciz, bir geçici tedbir veya bir geçici düzenleme kararının verilmesine yönelik bir talep sonucu düzenlemektedir (bunun için detaylı olarak bakınız: Baronikians Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2001, 121 ve takip eden sayfalar; Zimmermann/Leenen vs., JZ 2001, 684 ve takip eden sayfalar; Mansel Yeni Yargı Dergisi (NJW) 2002, 89 ve takip eden sayfalar). Yeni sürüm Alman Medeni Yasası (BGB) Madde 204 Fıkra 1 Bent 9 'da açıklanan engelleme tipikliği hangi hakları düzenlediği açıkça normlaştırılmamıştır. Geçici hukuki korunma talebiyle güvence altına alınması gereken bir hak, fakat aynı zamanda istisnai olarak izin verilmiş eda tedbiri yoluyla yerine getirilmesi gereken hak doğru bir şekilde zaman aşımının durdurulması ile korunabilmektedir. Bu durum meselenin özüne uygun görünmektedir, çünkü güvenlik tedbiri ve eda tedbiri arasındaki sınırlar çoğunlukla belirgin değildir. Marka hukuku kapsamındaki ihtilaflarla ile ilişkili uygulamada tıpkı rekabet hukukunda olduğu gibi, borçludan ona makul bir süre tanıyarak taraflar arasındaki ihtilafları bir marka ihlalinden kaçınma beyanı vererek sonlandırmasını talep etmek yerleşmiş yöntemdir. (Ekey / HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 ve takip eden maddeler Sayfa Kenar no. 45) Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 93 gereği giderlerin yol açtığı sonuçtan kaçınmak için alacaklı borçluya prensip 112

151 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri olarak geçici tedbir kararının verilmesine yönelik davanın bitirilmesinden sonra yeni bir ihtar ile tabi olma fırsatını vermek zorundadır. Bu bağlamda marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazı kuşkusuz davanın açılması için bir ön koşul oluşturmaz (Herget / Zöller Madde 91 Sayfa Kenar No. 13, 30. Baskı, Delillerle birlikte). Marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazının ulaşması için ve yine bu yazı içinde borçlunun istenilen marka ihlalinden kaçınma beyanını vermesi için ona tanınan süre için ihtarnamedeki sürenin uygunluğunun tespitinde uygulanan ve ihtarnamenin erişmesi için uygulanan aynı ilkeler geçerlidir. Marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazı yalnızca esastan görülen davanın açılması için bir hazırlık işlevi görmektedir. Bundan dolayı marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazının masrafı Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 91 gereği tedbir davası kapsamında tespite uygun değildir (Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1973, 384 ve takip eden sayfa - Altın bilezikler). Eğer ihlalin bitirilmesini amaçlayan yazı ulaşmasından sonra, borçlu istenilen marka ihlalini bitirme beyanını vermediği için, esastan görülen dava aşamasına geçiliyor ise, Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV) No gereği mahkeme dışı işlemlerle ilişkili olarak tazmin edilmesi gereken ücret, yine Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV) Ön Açıklama 3 Fıkra 4 gereği her hal ve karda borçlu tarafından tabi olması durumu için ödenmesi gereken dava ücretine ilave edilmelidir ( Köln Eyalet Mahkemesi (LG) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1987, 655; Hamburg Mahkemesi (LG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1982, 44). 2. Marka ihlalini bitirme beyanı Eğer borçlu talep edilen marka ihlalini bitirme beyanını veriyor ise, normal olarak esastan görülen dava için hukuki korunma ihtiyacı ortadan kalkar (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 113

152 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey 1991, 22 ve takip eden sayfa- Marka ihlalini bitirme beyanı; Pastor/Ahrens S 1041). Borçlu karşısında masrafları üstlenme yükümlülüğünden kaçınmak için, geçici tedbirin tebliğ edilmesinden sonra mümkün olduğunca hızlı bir şekilde borçlunun vermek zorunda olduğu marka ihlalini bitirme beyanı ile, geçici tedbir ihtilafın esasına yönelik karar verme seviyesine yükselir, bu yüzden marka ihlalini bitirme beyanında Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 924, 926, 927 gereği tanınan haklardan, lüzumu halinde zaman aşımının def'iden ve temyiz çaresinden feragat etmek gerekmektedir (Ekey HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 ve takip eden maddeler Sayfa Kenar No. 265). Borçlu marka ihlalini bitirme beyanını şüpheye mahal bırakmayacak biçimde ( Berlin Eyalet Yüksek Mahkemesi (KG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1986, 87), kayıtsız ve şartsız olarak vermelidir (Federal Yargıtay(BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-RR 1991, 297 ve takip eden sayfa, Marka ihlalini bitirme beyanı). Marka ihlalini bitirme beyanının alacaklının ispat amaçları bakımından gerekli olarak biçimde gönderilmesi borçlunun görevidir. Beyanın ulaştırılması, alacaklının talebi üzerine bu beyan yazılı olarak teyit edilecek ise, öncelikle teleprinter ile ve bu bağlamda temsil edilen görüşü göre elektronik posta yoluyla da gerçekleştirilmelidir (Federal Yargıtay (BGH) Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW) 1990, 3147 ve takip eden sayfa - Teleprinter yardımıyla gönderilen yazıyla tabi kılma). Marka ihlalini bitirme beyanın alacaklı tarafından kabulüne ihtiyaç yoktur. 3. Avukat tarafından düzenlenen ve marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazının maliyeti Bir avukatın düzenlediği ve onunla geçici tedbir davasının bitirilmesinden sonra davalıdan tedbir davasına konu olan hakkı tanımasını ve Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 926 gereği davaya itiraz ve dava açma hakkından feragat etmesini talep ettiği marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazı, artık tedbir davasının bir 114

153 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri konusu değil, tam tersine ana meseleye ait bir konudur (Federal Yargıtay (BGH) Beck RS 2008, 05989; Schneider mülakatı Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-Özel sayı, Sayı 10/2008, 315). Alacaklı için marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazının gönderilmesi nedeniyle oluşan giderler, etkili bir marka ihlalini bitirme beyanının verildiği durumda, ihlalde bulunanın ihlali bitirme beyanı ile gereğini yapmış olması ve bunun gerekli olması şartıyla, vekalet olmaksızın işlerin görüldüğü bakış açısına göre tazmin edilmelidir (Ekey /HK- Rekabet Hukuku (WettbR) Madde 12 Sayfa Kenar No. 258). Gereksiz masraflardan kaçınmak için, borçluya, olağan uygulamaya göre geçici tedbir işleminin tebliğ edildiği tarihten itibaren yaklaşık 14 günlük bir süre içinde kendiliğinden marka ihlalini bitirme beyanını vermesi için fırsat tanınmalıdır (Köln Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1987, 188; Theson Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 1978, 670; diğer görüşe göre: 1 aylık bir itiraz süresi konmalıdır, Sosnitza /Piper/Ohly/Sosnitza, Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 12 Sayfa Kenar No. 183 Delillerle birlikte; Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2003, buna göre eğer borçlu yönlendirilme hazır olduğuna dair sinyaller vermiş ise, 2 haftadan daha uzun bir bekleme süresi kabul edilebilir). Eğer Avukat geçici tedbir davası bitirildikten sonra esastan görülen dava bakımından öncelikle mahkeme dışında temsil ile görevlendirilmiş ise, onun tarafından düzenlenmiş marka ihlalinin bitirilmesine yönelik yazı için Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV) No Ön gereği bir işlem ücreti ortaya çıkar (Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV) Ön Açıklama 2.3 Fıkra 3). Bu bağlamda eşik ücret diye adlandırılan bir ücretten yola çıkılmalıdır, çünkü marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan bir yazı ne kapsam bakımından özelikle zengindir ne de güçlükler içerir. Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV)No gereği geçici tedbir davası için 1,3 oranında bir dava ücreti 115

154 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey ve bunu takip eden marka ihlalini bitirme yazısı için aynı şekilde 1,3 oranında bir işlem ücreti ortaya çıkmıştır. Eğer borçlu tepki vermez ve esastan görülecek davanın açılması gerekir ise, o zaman davanın yargılanması için Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) No Ücret Listesi (VV) gereği1,3 oranında yargılama harcı oluşur ( bu harcın üzerine önceki harcın Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV) Ön Açıklama 3 Fıkra 4 gereği yarısı oranında - maksimum 0,75 oranında marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazı nedeniyle oluşan ücret eklenmelidir). Eğer avukat geçici tedbir davasının bitirilmesinden sonra müvekkili tarafından artık mahkeme dışı işlemlerde bulunmak için görevlendirilmemiş, tam tersine derhal esastan görülecek dava açmak için görevlendirilmiş ise, fakat o (=avukat) davalıya marka ihlalini bitirme beyanını vermek suretiyle davadan kendisini korumak için bir fırsat vermek amacıyla verilen dava açma görevi çerçevesinde yeniden bir yazı yazıyor ise, avukat Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV) No.3100 (Ön açıklama 3 Fıkra 2 Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV)) gereği bir dava ücreti alır. Bu aşamada dava ücreti Avukatlık Ücreti Yasası (RVG) Ücret Listesi (VV) No.3101 No.1 gereği kuşkusuz yalnızca 0,8 oranında takdir edilir (Schneider müzakeresi, Federal Yargıtay (BGH) Beck RS 2008, 05989, Haftalık Yeni Yargı Dergisi (NJW)-Özel Yayın Sayı 10/2008, 315 ve takip eden sayfalar, Diğer ayrıntılar ile birlikte; diğer görüş Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2008, 135, buna göre marka ihlalinin bitirilmesini amaçlayan yazı için normal koşullarda ortalama bir işlem ücreti eklenmelidir). VI. Özetleyici mülahazalar 1. Almanya'da marka hukuku kapsamındaki ihtilaflar % 50 oranında mahkeme devreye sokulmaksızın düzenlenen ihtarlarla sonuçlandırılabilmektedir. Bunlar içinde özellikle ekonomik bakımdan daha az öneme sahip hukuki durumlar olabilir. Marka mahkemeleri, ihtar edenin ihtar masraflarının kimin karşılaması gerektiği sorusuyla kuşkusuz 116

155 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri göreceli bir sıklıkla meşgul edilmektedir. Bu bağlamda kuşkusuz cezalandırma tehdidi içeren ihlalden kaçınma/ihlale son verme beyanının verilmesiyle halledilen durumlarla ilişkili bir geri çekilerek çarpışma durumu (=İng. rearguard action) söz konusudur. 2. Hukuki durumların diğer yarısı aynı şekilde yaklaşık % 50 oranında geçici tedbir işlemleriyle halledilmektedir. Marka mahkemeleri bir yandan sıklıkla bir geçici tedbir kararı verilmesini telefonda reddederlerken ve bu bağlamda davacı davasını geri çekerken, diğer yandan da geçici tedbire sözlü duruşma yapılmaksızın karar verilmekte ve davalı bunu kabul etmekte veya itiraz ettikten sonra marka mahkemesinin görüşünde ısrar ediyor ise geçici tedbir kabul etmektedir. Görece az sayıdaki ihtilaflar ikinci merciye ulaşmaktadır. Kuşkusuz geçici tedbir kurumu marka mahkemeleri ile tarafların dava vekilleri arasındaki iş birliği ilişkisi sayesinde şekillendirilmektedir. Bu bir yandan Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 139 'un bir sonucudur. Buna göre mahkeme tarafların işe yarar taleplerde bulunması amacına yönelik çalışmak zorundadır. Mahkemenin sözlü duruşma yapmaksızın karar verdiği bir çok durumda mahkemenin uygulaması, mahkeme başkanı yargıcın davacının dava vekillerini telefon ile arayarak ona, dairenin görüşüne göre davaya nasıl karar verilebileceğini açıklamak ve ona (=dava vekilini) lüzumu halinde bildirilmiş talepleri değiştirmeyi veya yeniden formüle etmeyi tavsiye etmek yönündedir. Bu hukuki uygulamanın aleyhine açıklamalar isabetsizdir. Çünkü mahkeme bir yandan bir dava tarafıyla yaptığı telefon görüşmelerini dava dosyasında tutanak olarak kaydetmekte; diğer yandan da karşı tarafa serbest olarak, gerçekleşmiş ihtar işlemi sonrasında bir korunma yazısı yolu ile gerekçelerini ifade etme olanağı verilmektedir. Eğer davacı mahkeme tarafından yapılan uygun bir bilgilendirme sonrasında geçici tedbir talebini geri çeker ise, davalı her halde ve karda hukuki dezavantajlara maruz kalmamaktadır. 117

156 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Eğer yeniden devreye sokulan mahkeme karar vermek zorundaysa, o zaman yeniden Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası (ZPO) Madde 139 'daki düzenleme geçerlidir. Ayrıca mahkemelerin bir geçici tedbir talebine ihtarın eklenmesini ve aynı şekilde ihtar edilenin yanıtının bu talebe eklenmesini bekledikleri şeklindeki bir mahkeme uygulamasına dikkat çekmek gerekmektedir. Bu bakımdan marka hukuku kapsamındaki yargılama(=dava) hukuku, yasalara uygun ve bu bakış açısından doğru ve ayrıca da bu doğruluk çerçevesinde adaletli kararların verilmesine hizmet etmektedir (bakınız Federal Anayasa Mahkemesi (BVerfGE 42, 73). Kısaltmalar listesi aa Diğer görüş aao Belirtilen kaynaktaki yerde abged Yayınlanmış Abh Makale Abk Mutabakat abl Menfi ABI Resmi gazete Abs Fıkra Absch Bölüm abw Aykırı ae Sonunda AndG Değiştirilen yasa af Eski şekliyle (eski sürüm) AG Yerel Mahkeme; Anonim Şirket; Die Aktiengesellschaft (Dergi); İcra Hukuku AGB Genel İşlem Koşulları allg Genel Alt Alternatif am Diğer görüş amtl resmi 118

157 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri Anh Anm Türü Aufl ausf ausl Az BAnz Bd Bearb bearb Begr Beil Bek ber bes Besch Ek Not Madde Baskı Ayrıntılı Yurt dışına ait Dosya Numarası Federal Ticaret Sicil Gazetesi Cilt Düzenleyen; Düzenleme Düzenlenmiştir Gerekçe Ek İlan Tashih edilmiştir Özellikle Karar r BeschwGe İtiraz mahkemesi bestr İhtilaflı betr İlgili Betr Mağdur BGB Medeni Yasa BGBl Federal Resmi Gazete BGH Federal Yargıtay BGHZ(St) Hukuk işlerinde (ceza işlerinde) Federal Yargıtay BK kararları Dahili için resmi Piyasa külliyat Uyumlulaştırma Dairesi (HABM) BKA bünyesinde Federal itiraz Kartel şubesi Dairesi BKartBeh Federal Kartel Makamı BIPMZ Patent, Numune ve Maka İşleri Resmi Gazetesi 119

158 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey BMJ BPatG BPatGE BPatGebG BRAGO BRAK- Mitt BR- Drucks BReg BSG BTag BT-s Buchst BVerfG BVerfGE BVerwG bzgl bzw ca CuR/CR DB DENIC ders dh dies Diss DJ Federal Adalet Bakanlığı Federal Patent Dairesi Federal Patent Mahkemesi 'nin kararları Federal Patent Harçları Yasası Federal Avukatlık Hizmeti Ücret Düzenlemesi Federal Baro İlanları Eyalet Temsilciler Meclisi Matbuatı Federal Hükümet Federal Sosyal Mahkeme Federal Parlamento Federal Parlamento Matbuatı Bent (Harf olarak) Federal Anayasa Mahkemesi Federal Anayasa Mahkemesi 'nin (BVerfG) kararları Federal İdari Mahkeme İlgi ya da, daha doğrusu yaklaşık olarak Computer und Recht (=Bilgisayar ve Hukuk) (Dergi) Der Betrieb (=İşletme) (Dergi) Alman İnternet Adresleri Tahsis Dairesi Aynı Bunun anlamı, yani aynı Doktora tezi Deutsche Justiz (=Alman Yargısı) (Dergi) 120

159 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri gsv DJZ Deutsche Juristen-Zeitung (=Alman Hukukçular Gazetesi) DNotZ Alman Noterler Dergisi DPMA Alman Patent ve Marka Dairesi DRiZ DRZ DV DVO DZWIR ECRL EG EGG EGMR EGV EGVN Einf Einigun Einl EIPR ELR Entsch entspr EPA EPU Erg erg Alman Yargıçlar Dergisi Alman Yargı Dergisi Topluluk Markası Yönetmeliği 'nin (GMV) İcrası İçin Yönetmelik İcra Yönetmeliği Alman Ekonomi Hukuku ve İflas Hukuku Dergisi E-Ticaret-Yönetmeliği İthalat Yasası; Avrupa Toplulukları Elektronik Ticaret İşlemler Yasası Avrupa İnsan Hakları Yüksek Mahkemesi 'nin Kararları Avrupa Topluluğu Kuruluş Anlaşması AB- Nice Anlaşması Giriş Uzlaşma Anlaşması Dava açma ya da hukuki önlemi başlatma European Intellectual Property Review (=Avrupa Fikri Mülkiyet European Dergisi) Law Reporter (=Avrupa Hukuk Dergisi) Karar Gereğince, uygun olarak Avrupa Patent Dairesi Avrupa Patent Mutabakatı Tamamlama; Sonuç Tamamlayıcı olarak 121

160 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey Erl ErstrG etc ETMR AB EuG EuGH EuGH EuGHE Açıklama Genişleme Yasası (Çevirenin notu: Eski Almanya Demokratik Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti 'ne ait iki patent hukuku arasında endüstriyel hakların korunmasına yönelik olarak hukuk birliğinin sağlanması için kapsamı genişletilmiş yasa) vesaire European Trade Mark Reports (Avrupa Ticari Marka Dergisi) Avrupa Birliği 1 Merci Avrupa Topluluğu Mahkemesi Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Külliyatı Avrupa Adalet Divanı Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Kararları Külliyatı EuGVU Hukuk İşleri ve Ticari İşlerde Mahkeme Kararlarının Tenfiz ve Mahkeme Yetkisi Hakkında Avrupa Mutabakatı EuGW Hukuk İşleri ve Ticari İşlerde Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi ve Mahkeme Yetkisi Hakkında Avrupa EulnsV Mutabakatı İflas Davaları Hakkında Yönetmelik EuZW Avrupa Ekonomi Hukuku Dergisi ev evtl Tescil edilmiş dernek Muhtemel EWiR EWS f ff Fn FS Ekonomi Hukuku Konusunda Kararlar Avrupa Ekonomi ve Vergi Hukuku (Dergi) aşağıdaki Takip eden Dip not Armağan yayını 122

161 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri MG t RR G GBl Yasa Resmi Gazete GbR Adi Şirket (=birden fazla ortaklı şahıs şirketi ) GebrMG Kullanım Numunesi Yasası GebV Dahili Piyasa Uyumlulaştırma Dairesi 'ne (HABM) ödenecek harçlar hakkında yönetmelik GebVerz Harç listesi gem GemErk Geschm GewA GG ggf GGV GKG GmbH GMV GoA grdl grds GRUR GRURA Gereğince Avrupa Topluluğu Komisyonu ve Konseyinin müşterek beyanları Endüstriyel Tasarım Yasası Gewerbearchiv (= Mesleki Faaliyet Arşivi) (Dergi) Anayasa Lüzumu halinde Topluluk Endüstriyel Tasarım Yönetmeliği Yargılama Giderleri Yasası Sınırlı Sorumlu Şirket (Limitet Şirket) Topluluk Markası Yönetmeliği Vekaletsiz iş görme Esas Prensip olarak Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi, Yurt dışı ve Uluslararası Konular Bölümü ( ) GRURIn Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi, GRUR- Uluslararası Sınai Hakların Konular Bölümü Korunması (1970'den ve Telif bu Hakları yana) Dergisi, İçtihat Raporu 123

162 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey GVBI GVG GWB ha HABM Hdb HGB hl HISchG Yasalar ve Yönetmelikler İçin Resmi Gazete Yargılama Teşkilatı Yasası Rekabet Sınırlamaları Aleyhine Yasa Hakim olan görüş Dahili Piyasa Uyumlulaştırma Dairesi El kitabı Ticaret Yasası Hakim doktrin Mikro elektronik yarı iletken ürünlerin topoğrafyalarının korunmasına yönelik yasa hm HRefG Hrsg HS idf idr ie ies İF IGH IHK IIC insb InsO IPR IPRax ird Hakim görüş Ticaret Hukuku Rerfomu Yasası Yayımcı Yarı cümle Sürümü Prensip olarak Sonuçta Dar anlamıyla Vakada Uluslararası Adalet Divanı Sanayi ve Ticaret Odası International Review of Industrial Property of Copyright Law (=Uluslararası Telif Hukuku ve Endüstriyel Hak Koruması Dergisi) Özellikle İflas Düzenlemesi Uluslararası Özel Hukuk Uluslararası Özel Hukuk ve Yöntem Hukuku Uygulaması...çerçevesinde 124

163 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri is anlamında isd...anlamında isv anlamında iü Ayrıca ivm... ile bağlantılı olarak iws Diğer anlamıyla Jb Yıllık (=almanak) JR Juristische Rundschau (= Hukuki Panorama) (Dergi) Justiz Die Justiz (=Yargı) (Dergi) JW Juristische Wochenschrift (=Haftalık Hukuk Dergisi) JZ Juristenzeitung (=Hukuk Gazetesi) K&R Kommunikation und Recht (=İletişim ve Hukuk) (Dergi) Kap Bölüm KartGer Kartel Mahkemesi KG Eyalet Yüksek Mahkemesi (çevirenin notu: Almanca "Kammergericht" = Almanya'daki olağan hukuki terminolojiden farklı olarak yalnızca Berlin eyaletindeki yüksek mahkeme için kullanılır) Komm Yorum KostberG Fikri mülkiyet alanındaki masraf düzenlemelerinin tashihi hakkında yasa krit Kritik KUG Güzel sanatlar ve fotoğrafçılık alanda yaratılan eserler ile ilişkili telif hakları hakkında yasa LG Eyalet mahkemesi lit Bent (Harf olarak) Lit LMBG LS Literatür Gıda ve Tüketim Maddeleri Yasası Kural, Prensip 125

164 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey m MA MarkenG MarkenR AndG MarkenR MarkenV Mat maw MDR ile Der Markenartikel (=Marka Ürün) (Dergi) Markaların ve diğer sembollerin korunmasına yönelik yasa Marka hukukunda değişiklik yapan yasa Zeitschrift für deutsches, europäisches und internationales Markenrecht (=Alman, Avrupa ve Uluslaratası Marka Hukuku Dergisi); Marka hukuku Marka Yönetmeliği Materyaller Başka bir deyişle Monatsschrift für Deutsches Recht (= Aylık Alman Hukuku Dergisi) Kanaatime göre Bilgilendirme yazısı me Merkbl Mitt Mitteilungen der deutschen Patentanwälte (= Alman Patent Avukatları İlanları) (Dergi) MMA Madrid Marka Mutabakatı MMR Multi Media und Recht (= Multi Medya ve Hukuk) (Dergi) mn Delillerle MRL Marka Hukuku Yönetmeliği MRRG Marka Hukukunda Reform Yasası MSchG Marka Koruma Yasası MüKo Münih Yorumu MuW Markenschutz und Wettbewerb (=Marka Koruma ve Rekabet) (Dergi) mwn Diğer delillerle nf Yeni şekliyle (Yeni sürüm) NJ Neue Justiz (=Yeni Yargı) (Dergi) NJW Juristische Wochenschrift (=Haftalık Yeni Yargı Dergisi) 126

165 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri NJW- CoR NJWE NJW-RR NJW- WettbR Nr oa oa OFD og OLG OLGVertr AndG OLGZ(St) NJW-Computerreport (=Bilgisayar Raporu Dergisi) NJW Entscheidungsdienst (=Karar Hizmetleri Dergisi) NJW-Rechtsprechungs-Report (=İçtihat Raporu Dergisi) NJW-Wettbewerbsrecht (=Rekabet Hukuku Dergisi) Numara yukarıda belirtilen/belirtilenler ya da benzeri /benzerleri Maliye Yüksek Müdürlüğü yukarıda adı geçen/ geçenler Eyalet Yüksek Mahkemesi Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) - Temsil yetkisinde değişiklik yapan yasa Hukuk işlerinde (Ceza işlerinde) Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG) Kararları OWiG Yasalara Aykırılıklar Hususunda Yasa PartG Partiler Yasası PatAnw Patent Avukatı PatAnwO Patent Avukatlığı Düzenlemesi PatG Patent Yasası PatKostG Patent Giderleri Yasası PMMA Madrid Marka Mutabakatı Protokolü PrPG Fikri mülkiyetin korunmasının güçlendirilmesi ve korsan ürünlerle mücadele yasası Prot Protokol PVU Endüstriyel mülkiyetin korunması için Paris birlik anlaşması RA Avukat 127

166 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey RAL Alman Ürün Güvenliği ve Karakterizasyon Enstitüsü RegE Hükümet Yasa Taslağı RevGer İstinaf Mahkemesi RG İmparatorluk Yüksek Mahkemesi (çevirenin notu: 1945 yılından sonra kaldırılmıştır.) RGBl İmparatorluk Resmi Gazetesi RGRK Medeni Kanun (BGB) Hakkında Yorum, İmparatorluk Yüksek Mahkemesi konseyleri ve federal yargıçlar tarafından yayınlanmıştır (hrsg) RGZ(St) Hukuk işlerinde (ceza işlerinde) İmparatorluk kararları için resmi külliyat RL Talimatname (=yönerge) Rn Sayfa kenar numarası RPA İmparatorluk Patent Dairesi Rpfleger Der Deutsche Rechtspfleger (=Alman Yardımcı Adalet Memuru) (Dergi) RPflG Yardımcı Adalet Memuru Yasası Rspr İçtihat, yargı kararları S, s Sayfa, Cümle (hukuk normlarında), bakınız SGG Sosyal Mahkemeler Yasası so Yukarıya bakınız sog.. diye adlandırılan SortenSchG Çeşitlerin Korunmasıns Dair Yasa Sp Sütun StGB Ceza Yasası StPO Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası str İhtilaflı strspr Süreklilik arz eden içtihat SU Aşağıya bakınız TDG Telekomünikasyon Hizmetleri Yasası TMG Tele-Medya Yasası TransPuG Şeffaflık ve Açıklık Yasası 128

167 Alman Hukukuna Göre Marka Haklarıyla İlişkili İhtilafların Hususiyetleri TRIPS Fikri mülkiyet haklarının ticaret ile ilişkili hususları hakkında mutabakat tw Kısmi olarak ua ve benzeri /benzerleri ua bunlar arasında; ve diğerleri uam ve diğerleri Uberbl Genel Bakış Umdr Yeniden basım umstr İhtilaflı UN Birleşmiş milletler (United Nations) unstr İhtilafsız UrhG Telif Hakları Yasası UrhR Telif Hukuku Urt Kesin karar usw vesaire uu Şartlara bağlı olarak UWG Haksız Rekabet Yasası v... den, dan,...'ın ;... tarihli Var Varyasyon Verf Yazar; Anayasa VerfO Dahili Piyasa Uyumlulaştırma Dairesi (HABM) bünyesindeki İtiraz Şubesi (BK) huzurunda yargılama usulü hakkında yönetmelik VerfOEuG Avrupa Adalet Divanı (EuG) huzurunda yargılama usulü VermG Mal Varlığı Yasası vern Olumsuz VersR Versicherungsrecht (=Sigorta Hukuku) (Dergi) vgl Kıyaslayınız VO Yönetmelik Vorb Ön açıklama wiss Bilimsel 129

168 Prof. Dr. Friedrich L. Ekey WM Wertpapier-Mitteilungen (=Değerli Kağıt İlanları) (Dergi) WRP Wettbewerb in Recht und Praxis (Hukuk ve Uygulamada Rekabet) (Dergi) WTO-Abk Dünya Ticaret Örgütü'nün Kurulması Hakkında Mutabakat WuW Wirtschaft und Wettbewerb (=Ekonomi ve Rekabet) (Dergi) WZG Marka Yasası zb Örneğin ZEuP Avrupa Özel Hukuku Dergisi ZfRV Hukuk Düzenlerini Karşılaştırma Dergisi zfs Özet olarak Ziff Bent (rakam olarak) ZiP Ekonomi Hukuku Dergisi zit Alıntı ZKostV Gümrük Giderleri Yönetmeliği ZPO ZS zt ZUM zust ZustRG zutr zw zz ZZP Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası Hukuk Dairesi Kısmen Telif ve Medya Hukuku Dergisi Onaylayarak Tebligat Reformu Yasası İsabetli Kuşkulu Halen Hukuk Yargılaması Dergisi 130

169 Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke I. Einführung in das Thema Das Konzernrecht ist bekanntermaßen durch einen Zielkonflikt geprägt: Auf der einen Seite steht das Interesse der Konzernspitze an einer möglichst flexiblen und effektiven Steuerung der Unternehmensgruppe mit dem Ziel, die in der Gruppe zusammengefasste Wirtschaftskraft möglichst rentabel zu nutzen. Auf der anderen Seite steht das Schutzinteresse der konzernierten Tochtergesellschaften mit den dahinter stehenden Interessen der Minderheitsgesellschafter und Gläubiger. Vor dem Hintergrund dieses Interessenkonfliktes sind die Geschäftsleiter sowohl der Konzernobergesellschaft als auch der abhängigen Konzerngesellschaften dazu aufgerufen, das Eigeninteresse ihres jeweiligen Verbands zu wahren. Vor allem die Geschäftsleiter der abhängigen Töchter sehen sich jedoch faktisch der Erwartung ausgesetzt, den Interessen des Gesamtkonzerns bzw. der Konzernspitze nachzukommen. Rechtlich sind sie jedenfalls im Ausgangspunkt aber den Interessen ihrer Gesellschaft verpflichtet. Geraten diese verschiedenen Interessen im konkreten Fall in Konflikt, findet sich der Geschäftsleiter gleichsam zwischen Skylla und Charybdis 1 wieder. LL.M. (NYU), Erlangen 1 S. auch Gündogdu, Das türkische Konzernrecht im Lichte des schweizerischen und deutschen Rechts, 2014, S. 255 ( Paradox ). 131

170 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke Der schweizerische Gesellschaftsrechtler Peter Forstmoser hält dieses Dilemma für theoretisch letztlich unlösbar. 2 Dem Juristen bleibt es gleichwohl aufgegeben, nach praktischen Lösungen zu suchen. Das thgb findet sie etwa in einem Anspruch auf vertragliche Haftungsfreistellung gegenüber dem herrschenden Unternehmen (s. Art. 202 Abs. 5 thgb) oder in einem gesetzlichen Haftungsausschluss (s. Art. 205 thgb). Auf europäischer Ebene bemüht man sich derweil um eine Safe harbour - Regelung, welche es den Geschäftsleitern erlauben soll, im Rahmen ihrer Geschäftsführung das Gruppeninteresse zu berücksichtigen. 3 Von diesem aktuellen europäischen Bestreben soll im Folgenden die Rede sein (II. und III.). Ihm wird im Anschluss der gegenwärtige Status quo des deutschen Aktien- und GmbH-Konzernrechts gegenübergestellt (IV. und V.), um abschließend einen erneuten Blick auf den europäischen Regelungsvorschlag aus deutscher Sicht zu werfen (VI.). II. Der europäische Impuls Die Bemühungen um ein europäisches Konzernrecht sind nach anfänglich hochfliegenden Plänen zunehmend von bescheidenem Pragmatismus geprägt: Nach dem Scheitern der Neunten Richtlinie hat man eine umfassende Harmonisierung des Konzernrechts im Sinne einer systematischen Gesamtregelung nicht mehr ernsthaft ins Auge gefasst. Mit Blick auf eine nur punktuelle europäische Regelung scheint sich jedoch das Beharrungsvermögen der Verfechter einer europaweiten Anerkennung des Gruppeninteresses nunmehr auszuzahlen: Nach bemerkenswerten Vorarbeiten der international besetzten Arbeitsgruppe Forum Europaeum Konzernrecht 4 Ende der 1990er Jahre hatte bereits die Winter-Gruppe in ihrem Bericht vom eine Regelung zur Anerkennung des Gruppeninteresses empfohlen. Diese war der französischen Rozenblum-Doktrin nachgebildet. 5 Der Aktionsplan der 2 Forstmoser, in: Baer (Hrsg.), Vom Gesellschaftsrecht zum Konzernrecht, 2000, S. 89, S. dazu näher unter II. 4 S. zu deren Ergebnissen ZGR 1998, 672 ff. 5 Online: Dort Empfehlung V.2: Member States should be required to provide for a framework rule for 132

171 Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo Kommission vom machte sich diese Empfehlung zu eigen und sah mittelfristig den Erlass einer entsprechenden Richtlinie vor. 6 Zu dieser ist es freilich nie gekommen. Die Reflection Group on the Future of Company Law hat in ihrem Bericht vom den Ball jedoch unverzagt wieder aufgenommen. 7 Die Kommission ist dem in ihrem neuen Aktionsplan vom postwendend gefolgt Der Vorschlag der Reflection Group vom Der Vorschlag zur Anerkennung des Gruppeninteresses Die nunmehr in Aussicht genommenen Maßnahmen des aktuellen Aktionsplans der EU-Kommission beruhen also auf den Vorarbeiten der Reflection Group. Diese schlägt in ihrem Bericht über die Zukunft des Europäischen Gesellschaftsrechts vor: Die Europäische Kommission sollte vorbehaltlich ausreichender Anhaltspunkte für die Vorteilhaftigkeit einer Regelung auf EU- Ebene erwägen, eine Empfehlung zur Anerkennung des Gruppeninteresses zu erlassen. 9 groups that allows those concerned with the management of a group company to adopt and implement a coordinated group policy, provided that the interest of the company s creditors are effectively protected and that there is a fair balance of burdens and advantages over time for the company s shareholders. The Commission should review the possibilities to introduce in Member States rules on procedural and substantive consolidations of bankruptcies of group companies. 6 Online: dort S. 19 und 25. Dazu Gündogdu, Das türkische Konzernrecht im Lichte des schweizerischen und deutschen Rechts, 2014, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S. 65, 79, online: 8 Europäische Kommission, Aktionsplan: Europäisches Gesellschaftsrecht und Corporate Governance ein moderner Rechtsrahmen für engagierte Aktionäre und besser überlebensfähige Unternehmen, COM(2012) 740 final v , online: (im Folgenden Aktionsplan ). 9 Im Original: The EU Commission should consider, subject to evidence that it would be a benefit to take action at the EU level, to adopt a recommendation recognizing the interest of the group., s. Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S. 65, 79. Ausführlich hierzu Chiappetta/Tombari, ECFR 9 (2012), 261 ff.; aus deutscher Perspektive auch Habersack, in: Kalss/Fleischer/Vogt (Hrsg.), Gesellschafts- und Kapitalmarktrecht in Deutschland, Österreich und der Schweiz 2013, 2014, S. 1 ff. 133

172 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke Präzisierend führt die Begründung dieses Vorschlags aus: Ähnlich wie im Falle der unabhängigen Gesellschaft, (deren Direktoren im Gesellschaftsinteresse handeln müssen,) könnte der Muttergesellschaft das Recht gewährt, aber auch die Pflicht auferlegt werden, die Gruppe und die sie konstituierenden Gesellschaften gemäß dem Konzerninteresse zu führen. 10 In Bezug auf die Geschäftsleitung der abhängigen Gesellschaften (Töchter) heißt es in dem Bericht weiter: Den Geschäftsleitern der EU-Tochtergesellschaften würde es vorbehaltlich gewisser Sicherheitsvorkehrungen erlaubt, hingegen wohl nicht verpflichtend auferlegt, das Konzerninteresse im Rahmen ihrer Tätigkeit zu berücksichtigen. 11 Dabei sieht der Vorschlag der Reflection Group keine Beschränkung auf börsennotierte Gesellschaften vor, sondern erfasst auch nicht notierte und geschlossene Gesellschaften. Allerdings bestanden über den sinnvollen Anwendungsbereich der vorgeschlagenen Empfehlung durchaus geteilte Ansichten: So wollten einige Mitglieder der Gruppe die Anerkennung eines Gruppeninteresses auf 100-prozentige Töchter beschränken (dies mag ein wenig an die Regelung in Art. 203 f. HGB erinnern). Andere sprachen sich gegen eine solche Anerkennung für börsennotierte Tochtergesellschaften aus. 12 Auch was die Pflicht zur Konzernleitung seitens der Obergesellschaft betrifft, wollten einige Mitglieder der Reflection Group diese von einer entsprechenden Wahl der Obergesellschaft abhängig machen (opt-in). 13 Einigkeit bestand aber dahingehend, dass die Anerkennung des Handelns im Gruppeninteresse von einem hinreichenden Schutz der Gläubiger und 10 Im englischen Original heißt es: Similarly to the case of an individual company (whose directors must promote the company interest), the parent corporation could be vested with a right but also a duty to manage the group and its constituent companies in accordance with the overall interest of the group., s. Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S

173 Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo der ggf. vorhandenden Minderheitsgesellschafter der Tochtergesellschaft abhängig gemacht werden muss. Dies soll im Wege einer noch näher zu konkretisierende Abwägung der Vor- und Nachteile von Weisungen des herrschenden Unternehmens für die abhängige Gesellschaft geschehen Die Begründung Die Reflection Group sieht den wesentlichen Gewinn ihres Vorschlags gegenüber der gegenwärtigen Rechtslage in den EU-Mitgliedstaaten in der Herstellung von mehr Klarheit für das Handeln der Geschäftsleiter abhängiger Gesellschaften. 15 Aber nicht nur für diese, sondern auch für die Geschäftsleitung des herrschenden Unternehmens könne eine solche Anerkennungsregel als safe harbour fungieren, der eine zivil- oder strafrechtliche Haftung ausschließe. Gerade im grenzüberschreitenden Kontext könne eine solche Regelung die Steuerung einer Gruppe mit Töchtern in verschiedenen EU-Mitgliedstaaten erheblich erleichtern. 16 Viele Mitgliedstaaten hätten zwar bereits ähnliche Regelungen, etwa Frankreich die berühmte Rozenblum-Doktrin als Konzernausnahme zum Straftatbestand des abus de biens sociaux 17. Diese nationalen Regelungen würden sich jedoch in den Details unterscheiden, was die Koordinierung grenzüberschreitender Gruppen erschwere. 18 Die Umsetzung der vorgeschlagenen Empfehlung könnte hingegen größere Rechtsänderungen für das deutsche Konzernrecht und die hiervon inspirierten Rechtsordnungen bedeuten. Dies sei freilich hinzunehmen und betreffe ohnehin nur faktische Konzerne und einfache Abhängigkeitsverhältnisse, also das Regelungsregime der 311 ff. daktg. Das Vertragskonzernrecht bleibe hingegen unberührt Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Grundlegend Cass. Crim , , dazu knapp etwa Gruyon, ZGR 1991, 218, 224 f.; s. noch näher unter III. 18 Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S. 63 und f. 135

174 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke 2. Maßnahmen des Aktionsplans der Europäischen Kommission vom Der Aktionsplan Europäisches Gesellschaftsrecht und Corporate Governance der Europäischen Kommission greift diesen Vorschlag der Reflection Group auf. Dort heißt es: 2014 wird die Kommission eine Initiative für [ ] eine bessere Anerkennung des Begriffs Gruppeninteresse vorlegen. 20 Daneben hierauf soll an dieser Stelle kurz hingewiesen werden sieht der Aktionsplan zudem Maßnahmen vor, durch welche die Kontrolle von Transaktionen mit nahe stehenden Personen verbessert werden soll (sog. related party transactions, Gliederungspunkt 3.2). Soweit es sich bei diesen nahestehenden Personen um herrschende Unternehmen handelt, ist das Konzernrecht angesprochen. Der Vorschlag der Kommission vom zur Änderung der Aktionärsrechterichtlinie 21 sieht hierfür Regelungen in einem neuen Art. 9c vor, der den Mitgliedstaaten in Abs. 4 das Recht zum Opting-out für solche Transaktionen gewährt, die ein Unternehmen mit seinen 100-prozentigen Tochtergesellschaften durchführt. Vom gleichen Tage stammt der Vorschlag der Kommission für eine Richtlinie über Gesellschaften mit beschränkter Haftung mit einem einzigen Gesellschafter (Societas Unius Personae, SUP) 22, die im Aktionsplan zumindest angedeutet wurde (Gliederungspunkt 4.4) und letztlich auf Vorarbeiten der High Level Group zurückgeht 23. Diese hatte auch vorgeschlagen, für eine Rechtsharmonisierung dieser insbesondere als Konzernbaustein gedachten 100-prozentigen Tochtergesellschaften das Konzept des Gruppeninteresses heranzuziehen. 24 Der Richtlinienvorschlag greift dies jedoch nicht auf, sondern sieht in Art Europäische Kommission, Aktionsplan, S Europäische Kommission, Vorschlag für eine Richtlinie des Europäischen Parlaments und des Rates zur Änderung der Richtlinie 2007/36/EG, COM(2014) 213 final. 22 Europäische Kommission, Vorschlag für eine Richtlinie des Europäischen Parlaments und des Rates über Gesellschaften mit beschränkter Haftung mit einem einzigen Gesellschafter, COM(2014) 212 final. 23 Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S. 66 f. 24 Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S

175 Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo eine Ausschüttungsregelung vor, die nicht danach differenziert, ob der Alleingesellschafter noch anderweitige wirtschaftliche Interessenbindungen aufweist (Unternehmen im konzernrechtlichen Sinne) 25 oder nicht. 26 Auch bestimmt Art. 23 nur, dass der Alleingesellschafter dem Leitungsorgan Weisungen erteilen darf, diese aber dann nicht bindend sind, wenn sie gegen die Satzung oder das anwendbare nationale Recht verstoßen. 27 Mit Blick auf die hier interessierenden Maßnahmen zur verbesserten Anerkennung eines Gruppeninteresses hat die Kommission bislang lediglich eine Expertengruppe bestellt, die sich des Themas aber noch nicht angenommen hat. 28 III. Das Vorbild: Die Rozenblum-Doktrin Dem europäischen Vorstoß stand offensichtlich das französische Regelungsvorbild, die sog. Rozenblum-Doktrin 29, vor Augen, die dem Vernehmen nach auch Art. 203 thgb als Folie gedient hat 30. Dieses richterrechtlich entwickelte Institut lässt sich in aller Kürze wie folgt beschreiben 31 : Das herrschende Unternehmen darf einer abhängigen Gesellschaft ausnahmsweise im Gruppeninteresse Nachteile zufügen, wenn drei Voraussetzungen erfüllt sind: 25 Vgl. zum Begriff des (herrschenden) Unternehmens im deutschen Konzernrecht nur Hüffer/Koch, 11. Aufl. 2014, 15 Rn. 10 m.n. aus der Rspr. 26 S. aber auch Jung, GmbHR 2014, 579, 588, die den in Art. 18 des Richtlinienvorschlags statuierten Solvenztest als Beleg dafür ansieht, dass der Vorschlag vor allem konzernierte GmbHs im Blick hat. 27 S. zum Richtlinienvorschlag ferner etwa Beurskens, GmbHR 2014, 738 ff. 28 Vgl. das Diskussionsprotokoll der ersten Sitzung der Gruppe am , online 29 Grundlegend Cass. Crim , ; dazu etwa Cannu/Dondero, Droit des société, 4 e éd. 2012, Rn Vgl. nur Gündogdu, Das türkische Konzernrecht im Lichte des schweizerischen und deutschen Konzernrechts, 2014, S. 249 f. 31 S. zum Folgenden die konzise Beschreibung von Cannu/Dondero, Droit des société, 4 e éd. 2012, Rn. 1576; sowie ausführlicher Forum Europaeum Konzernrecht, ZGR 1998, 672, 705 ff. 137

176 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke 1. Erstens bedarf es einer strukturellen Verfestigung der Gruppe. Das die Nachteilszufügung legitimierende Gruppeninteresse muss auf einer verfestigten Gruppenstruktur ruhen, die auf den wechselseitigen Ausgleich von Vor- und Nachteilen unter den Gruppenmitgliedern zielt und diese zu einer sinnvollen Wirtschaftseinheit zusammenfügt Zweitens muss die Gruppe durch eine kohärente Gruppenpolitik geleitet und koordiniert werden. Die konkrete Nachteilszufügung muss also Teil einer mittel- bis langfristigen Strategie sein Drittens fordert die Rozenblum-Doktrin ein ausgewogenes Verhältnis von Vor- und Nachteilen für die einzelne Gruppengesellschaft. 34 Dabei können die kompensierenden Vorteile der benachteiligten Gesellschaft durchaus erst Jahre später zugute kommen. 35 IV. Status quo im deutschen Aktienkonzernrecht Würden die europäischen Vorschläge umgesetzt, so sah die Reflection Group mit Blick auf das deutsche Konzernrecht vor allem Änderungsbedarf bei den 311 ff. daktg. 36 Betrachtet man zunächst das deutsche Aktienkonzernrecht, so lässt sich in der Tat feststellen, dass das Vertragskonzernrecht die Berücksichtigung des Konzerninteresses bereits weithin zulässt. 32 Die Cour de Cassation verlangte une structure juridique, financière et économique suffisamment precise et apparente pour faire ressortir une veritable entité. 33 Das Urteil spricht von une stratégie bien definie au préalable bzw. une politique elaborée pour l ensemble de ce groupe ; s. auch Cannu/Dondero, Droit des société, 4 e éd. 2012, Rn. 1576: une politique globale cohérente ; Forum Europaeum Konzernrecht, ZGR 1998, 672, 707: Kohärente Gruppenpolitik. 34 In der Entscheidung heißt es: [L]e concours aporté[ ] ne doit ni etre démuni de contrepartie ou rompre l équilibre entre les engagements respectifs des diverses sociétés concernées, ni excéder les possibilités financières de celle ci qui en supporte la charge. 35 S. Forum Europaeum Konzernrecht, ZGR 1998, 672, S.o. unter II

177 Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo 1. Vertragskonzern (Beherrschungsvertrag) Für den Vertragskonzern, also nach Abschluss eines Beherrschungsvertrags, bestimmt nämlich 308 Abs. 1 S. 2 daktg, dass das herrschende Unternehmen auch Weisungen erteilen darf, die für die [beherrschte] Gesellschaft nachteilig sind, wenn sie den Belangen des herrschenden Unternehmens oder der mit ihm und der Gesellschaft konzernverbundenen Unternehmen dienen. In Bezug auf diese Weisungen trifft den Vorstand der beherrschten AG eine Folgepflicht gem. 308 Abs. 2 daktg. Soweit diese Folgepflicht reicht, hat der Vorstand auch keine Haftung gegenüber seiner, also der beherrschten AG zu fürchten. Dies gilt selbst bei nachteiligen Weisungen, die nicht im Konzerninteresse sind, solange dies für den Vorstand nicht offensichtlich ist (vgl. 308 Abs. 2 i.v.m. 310 Abs. 3 daktg). 37 Die in 308 Abs. 1 S. 2 daktg benannten Belange werden regelmäßig unter dem Begriff des Konzerninteresses zusammengefasst. 38 Freilich darf dies nicht missverstanden werden. Konzerninteresse meint hier nichts anderes als das Interesse des herrschenden Unternehmens [!] an einer rentablen Nutzung der im Konzern zusammengefassten Wirtschaftskraft 39. Das so verstandene Konzerninteresse deckt sich also mit dem eigenen Interesse des herrschenden Unternehmens. Dessen Geschäftsleiter handeln bei Verfolgung dieses Interesses also im Rahmen ihrer organrechtlichen Pflichtenbindung ( 43 dgmbhg, 76, 93 daktg). Problemlagen ergeben sich insofern nicht. Dies gilt auch dann, wenn die in Aussicht genommene Maßnahme unmittelbar allein im Interesse anderer Konzernunternehmen liegt, aber dem herrschenden Unternehmen zumindest mittelbar zugute kommt. Fehlt es auch an einem solchen mittelbaren Vorteil, so führt dies nach weithin vertretener Auffassung 37 S. nur GroßkommAktG/Hirte, 4. Aufl. 2005, 310 Rn Vgl. nur Roth/Altmeppen, GmbHG, 7. Aufl. 2012, Anh 13 Rn S. nur Hoffmann-Becking, FS Hommelhoff, 2012, S.433, 442 m.w.n. (Herv. nur hier), der insofern KölnKommAktG/Koppensteiner, 3. Aufl. 2004, 308 Rn. 37 zitiert; zust. etwa auch Hüffer/Koch, AktG, 11. Aufl. 2014, 308 Rn. 16. Vgl. aber auch Roth/Altmeppen, GmbHG, 7. Aufl. 2012, Anh 13 Rn. 61: typischerweise Deckung des Konzerninteresses mit dem eigenen Interesse des herrschenden Unternehmens. 139

178 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke dazu, dass eine entsprechende Weisung schon nicht von 308 Abs. 1 S. 2 daktg gedeckt ist. 40 Das beschriebene Weisungsrecht im so verstandenen Konzerninteresse wird nicht nur durch allgemeine gesetzliche Vorgaben beschränkt (1), sondern auch durch den Unternehmensgegenstand der abhängigen AG sowie sonstige anderweitige Satzungsbestimmungen (2), die daher gegebenenfalls zunächst per Satzungsänderung angepasst werden müssen. Schließlich darf nach ganz h.m. die Lebensfähigkeit der abhängigen Gesellschaft nicht gefährdet werden (3). 41 Bei Überschreitung dieser Grenzen haften die Geschäftsleiter des herrschenden Unternehmens für allfällige Schäden diesem gegenüber aus 93 daktg oder 43 dgmbhg sowie der abhängigen AG aus 309 daktg. Den Vorstand der beherrschten AG trifft eine Haftung gegenüber seiner Gesellschaft nach Maßgabe des 310 daktg. 42 Jenseits einer Weisung besteht für den Vorstand der beherrschten AG hingegen keine Folgepflicht im Konzerninteresse. Für ihn bleibt es im weisungsfreien Raum vielmehr beim Gebot der eigenverantwortlichen Leitung der Gesellschaft gem. 76 daktg. Hierbei ist er zunächst einmal allein dem Interesse seiner Gesellschaft verpflichtet. 43 Ergibt sich dabei allerdings ein Konflikt mit dem Konzerninteresse, so wird weithin eine aus dem Beherrschungsvertrag abgeleitete Pflicht zu konzernfreundlichem Verhalten angenommen Faktischer Konzern und einfache Abhängigkeit Bei der bloß faktischen Konzernierung bzw. einfachen Abhängigkeitslage bleibt es hinsichtlich der Geschäftsleiter des herrschenden Unternehmens 40 Klar KölnKommAktG/Koppensteiner, 3. Aufl. 2004, 308 Rn. 37, 45; Hoffmann-Becking, FS Hommelhoff, 2012, S S. zu letzterem nur GroßKommAktG/Hirte, 4. Aufl. 2005, 308 Rn. 42 mit Beispiel in Rn. 43: vollständiger Liquiditätsabzug im Rahmen eines Cash-Management-Systems, der zur drohenden Zahlungsunfähigkeit führt. 42 S. nur Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 308 Rn. 55a. 43 S. etwa Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 308 Rn H.M., s. etwa Schmidt/Lutter/Langenbucher, AktG, 2. Aufl. 2010, 308 Rn. 42; a.a. etwa Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 308 Rn. 54 m.w.n. 140

179 Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo dabei, dass sie dem Interesse ihrer (herrschenden) Gesellschaft verpflichtet sind, welches dem Konzerninteresse i.s.d. 308 Abs. 1 S. 2 daktg entspricht. Ein Weisungsrecht zur Durchsetzung dieses Konzerninteresses steht dem bloß faktisch herrschenden Unternehmen freilich nicht zu. Und dies gilt anders als nach Art. 203 thgb selbst bei 100-prozentigem Anteilsbesitz. Eine Einflussnahme zum Nachteil der abhängigen AG ist vielmehr grundsätzlich verboten. 311 daktg, an den sich Art. 202 thgb anlehnt, macht hiervon bekanntlich eine wichtige Ausnahme, weshalb der Regelung auch eine organisationsrechtliche Privilegierungsfunktion 45 zuerkannt wird: Eine nachteilige Einflussnahme ist danach zulässig, wenn der Nachteil innerhalb des jeweiligen Geschäftsjahres ausgeglichen wird. Das System der 311 ff. daktg ist auf einen Einzelausgleich ausgerichtet, wie auch die Regelungen über den Abhängigkeitsbericht in den 312 ff. daktg erkennen lassen. Der konkrete, quantifizierbare Nachteil ist durch einen ebenso konkreten Vorteil auszugleichen. Die Zufügung nicht quantifizierbarer Nachteile ist von den 311 ff. daktg hingegen grundsätzlich nicht gedeckt. 46 Hieran ändert auch ein Handeln im Konzerninteresse nichts. Hiervon zu unterscheiden sind aber diejenigen Fälle, in denen die Einflussnahme selbst per Saldo schon nicht zu einem Nachteil führt (etwa Austausch von Geschäftschancen). 47 Für den Vorstand der abhängigen AG bedeutet dies, dass es bei den Vorgaben der 76, 93 daktg bleibt. Er ist insbesondere nicht verpflichtet, sich auf nachteilige Geschäfte einzulassen. Gem. 311 daktg darf er aber unter den dort genannten Voraussetzungen einer nachteiligen Einflussnahme nachgeben. Hierbei hat er aber nicht nur zu prüfen, ob (1) der Nachteil ausgleichsfähig ist und (2) von einem späteren 45 Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 311 Rn. 2; ausführlich Habersack, in: Kalss/Fleischer/Vogt (Hrsg.), Gesellschafts- und Kapitalmarktrecht in Deutschland, Österreich und der Schweiz 2013, 2014, S. 1, 5 ff. 46 Str., s. zur Ausgleichbarkeit nicht quantifizierbarer Nachteile unter Umständen nur Hüffer/Koch, AktG, 11. Aufl. 2014, 311 Rn. 39 m.w.n. 47 S. Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 311 Rn

180 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke Nachteilsausgleich auch tatsächlich ausgegangen werden kann, sondern auch, ob (3) die Maßnahme im Konzerninteresse i.s.d. 308 Abs. 1 S. 2 daktg liegt. 48 Denn die organisationsrechtliche Privilegierung des 311 daktg soll der besseren Koordination und Durchsetzung des Konzerninteresses, d.h. des Interesses des herrschenden Unternehmens dienen. Für konzernfremde Erwägungen, insbesondere Interessen Dritter oder nicht unternehmerische Interessen, fehlt ihr hingegen die Rechtfertigung. 49 V. Status quo im deutschen GmbH-Konzernrecht In der deutschen Konzernpraxis spielt das GmbH-Konzernrecht eine ungleich größere Rolle als in vielen anderen Mitgliedstaaten der EU, wo die Konzerntöchter zumeist Aktiengesellschaften sind. Und auch für die Türkei liest man, dass in der Realität des türkischen Wirtschaftslebens fast alle Konzerne als Aktienkonzerne ausgestaltet sind. 50 Auf dem Aktienkonzernrecht lag dementsprechend auch der Fokus der Reflection Group. 51 In Deutschland stehen hingegen geschätzten konzernverbundenen AGs knapp konzernverbundene GmbHs gegenüber. 52 Die Vorteile der GmbH als Konzernbaustein zeigen sich vor allem bei der faktischen Konzernierung der Ein-Mann-GmbH. Im Folgenden soll daher allein der faktische GmbH-Konzern in den Blick genommen werden: Hier haben die Geschäftsleiter des herrschenden Unternehmens wiederum allein die Interessen ihrer Gesellschaft zu verfolgen, wozu das Konzerninteresse an einer rentablen Ausnutzung der im Konzern zusammengefassten Wirtschaftskraft 53 gehört. Verfolgen sie 48 S. Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 311 Rn. 60, 78; auch Hüffer/Koch, AktG, 11. Aufl. 2014, 311 Rn. 48 jew. m.w.n. 49 Klar Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 311 Rn Gündogdu, Das türkische Konzernrecht im Lichte des schweizerischen und deutschen Rechts, 2014, S Sie sah dem GmbH-Konzern möglicherweise ausreichend durch den Vorschlag einer Rechtsangleichung der Ein-Personen-GmbH [s. dazu oben unter II.2] Rechnung getragen. 52 So die Schätzung von Teichmann, AG 2013, 184, 191; aktuelle Zahlen zum Gesamtbestand an AGs und GmbHs finden sich bei Kornblum, GmbHR 2014, 694 ff. 53 S. N. in Fn

181 Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo andere Interessen, droht ihnen die Haftung aus 43 dgmbhg, 93 daktg. Über die Gesellschafterversammlung der abhängigen GmbH kann das herrschende Unternehmen das beschriebene Konzerninteresse qua Weisungsbeschluss gegenüber den Geschäftsführern durchsetzen (s. 37 Abs. 1 dgmbhg). Soweit die angewiesenen Geschäftsführer zur Befolgung verpflichtet sind, trifft sie keine Haftung nach 43 dgmbhg. 54 Allerdings müssen die Geschäftsführer nur rechtmäßige Weisungen befolgen. Mit Blick auf Geschäfte zwischen dem herrschenden Unternehmen und der abhängigen GmbH ist für den Weisungsbeschluss vor allem das Stimmverbot des 47 Abs. 4 dgmbhg zu beachten. 55 Jenseits dieser Fälle ergeben sich für die qua Beschluss anweisenden oder sonst Einfluss nehmenden Mehrheitsgesellschafter Schranken vor allem aus der gesellschafterlichen Treuepflicht. Diese werden von der h.m. im Sinne eines strikten Schädigungsverbots verstanden, das durch keine den 311 ff. AktG entsprechende Privilegierung abgemildert wird. 56 Die Treuepflicht ist freilich aus dem Spiel, wenn (1) sämtliche Gesellschafter der abhängigen GmbH der nachteiligen Maßnahme zustimmen oder wenn (2) es sich um eine 100-prozentige Tochter-GmbH des herrschenden Unternehmens handelt. In diesen Fällen findet die Zulässigkeit der Nachteilszufügung ihre Grenze im gesetzlichen Gläubigerschutz nach 30 dgmbhg: Der Gesellschaft kann also vorbehaltlich eines existenzvernichtenden Eingriffs beliebig Vermögen entzogen werden, solange genügend Nettoaktivvermögen verbleibt, um die Stammkapitalziffer zu decken. 57 Den Geschäftsführer trifft ungeachtet 54 S. nur MünchKommGmbHG/Fleischer, 2012, 43 Rn Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 318 Anh. Rn S. ausführlich MünchKommGmbHG/Liebscher, 2010, 13 Anh. Rn. 315 ff., 344 f., 346 ff.; Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 318 Anh. Rn 23; Habersack, in: Kalss/Fleischer/Vogt (Hrsg.), Gesellschafts- und Kapitalmarktrecht in Deutschland, Österreich und der Schweiz 2013, 2014, S. 1, 3; auch Teichmann, AG 2013, 184, Teichmann, AG 2013, 184,

182 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke dieser Stammkapitalgrenze aber noch die Insolvenzverursachungshaftung nach 64 S. 3 dgmbhg. VI. Ein zweiter Blick auf die europäischen Initiative aus deutscher Sicht Wirft man nach diesem knappen Abriss des deutschen Konzernrechts einen erneuten Blick auf die europäische Initiative zur Anerkennung des Gruppeninteresses gleichsam durch die deutsche Brille, so lässt sich zu dem europäischen Vorstoß abschließend wie folgt Stellung nehmen: - Gruppeninteresse als Interesse der Konzernspitze: Zunächst einmal wäre die genaue Bestimmung des Gruppeninteresses zu klären. Ist hierunter das Interesse des herrschenden Unternehmens an einer rentablen Nutzung der im Konzern zusammengefassten Wirtschaftskraft zu verstehen oder ein von den einzelnen Rechtsträgern gelöstes Gesamtinteresse der Gruppe als solcher? Für das deutsche Recht hat man unlängst darauf hingewiesen, dass es weder für den Schutz der Interessen der Tochtergesellschaft noch für die sachgerechte Ausrichtung der Interessenbindung der Organe der Konzernobergesellschaft der Anerkennung eines solchen Gesamtinteresses bedarf. 58 In der Tat geht es bei der Konzernierung typischerweise um die Bündelung von Wirtschaftskraft in einer hierarchischen Struktur (Subordinationskonzern). Die Verbundenheit im (Subordinations-)Konzern ist zunächst einmal nicht auf ein Nehmen und Geben angelegt. Vielmehr besteht die Rücksichtnahmepflicht auf die Eigeninteressen der Tochtergesellschaften um der dort zusammenlaufenden Interessen von Minderheitsgesellschaftern und Gläubigern willen. Diesen ist durch zielgenaue Schutzmechanismen Rechnung zu tragen und nicht durch ein Gesamtgruppeninteresse. - Rozenblum-Doktrin versus Einzelausgleich nach 311 ff. daktg: Aus deutscher Sicht scheint es zudem keineswegs ausgemacht, dass mit der Ersetzung der 311 ff. daktg durch eine Rozenblum-ähnliche Regelung etwas gewonnen wäre. Vielmehr hat der Deutsche Anwaltverein 58 Hoffmann-Becking, FS Hommelhoff, 2012, S. 433,

183 Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse - Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo (DAV) in seiner Stellungnahme bereits abgewunken. 59 Offenbar hat sich das Regime des einzelfallbezogenen Nachteilsausgleichs in der Praxis ganz gut bewährt. Jedenfalls aber dürfte die Rozenblum-Doktrin wegen ihrer Unschärfe als Safe Harbour für die Vorstände deutscher Tochter- AGs eher schlechter geeignet sein als das Regime der 311 ff. daktg. 60 Zu diesem Ergebnis scheint auch das thgb zu kommen, wenn es sich in Art. 202 an das deutsche System anlehnt. - Vernachlässigung des GmbH-Konzernrechts: Aus deutscher Sicht zeigt sich zudem ein Manko des Vorschlags der Reflection Group die fehlende Berücksichtigung des GmbH-Konzerns! Da es im GmbH-Recht an einer organisationsrechtlichen Privilegierung entsprechend 311 ff. daktg fehlt, wird hier jedenfalls für die mehrgliedrige Tochter-GmbH 61 - von deutscher Seite ein größeres Bedürfnis für eine stärkere Berücksichtigung des Gruppeninteresses ausgemacht. 62 Allerdings begegnet man der Rozenblum-Doktrin mit Zurückhaltung. Stattdessen wird eine konzerndimensionale Business Judgment Rule propagiert. 63 Hierhinein ließe sich möglicherweise die Orientierung an einer konkreten Konzernpolitik zur Rechtfertigung potentiell nachteiliger Maßnahmen integrieren. 59 DAV-Handelsrechtsausschuss, Stellungnahme zur Konsultation über die Zukunft des europäischen Gesellschaftsrechts, Nr. 44/2012, sub X., online: StellungnahmeNEU.pdf?PHPSESSID=uk3pr4alaqmqqnct4ebejl8r S. zum Ganzen auch Teichmann, AG 2013, 184, 190 f.; aus anderen Gründen skeptisch Habersack, in: Kalss/Fleischer/Vogt (Hrsg.), Gesellschafts- und Kapitalmarktrecht in Deutschland, Österreich und der Schweiz 2013, 2014, S. 1, 23. Vgl. aus europäischer Perspektive auch die (Alternativ-)Vorschläge von Chiappetta/Tombari, ECFR 9 (2012), 261, 272 ff. 61 Zur Ein-Mann-GmbH s. Habersack, in: Kalss/Fleischer/Vogt (Hrsg.), Gesellschafts- und Kapitalmarktrecht in Deutschland, Österreich und der Schweiz 2013, 2014, S. 1, 3: [I]hre Eignung als Konzerninstrument steht [ ] gänzlich außer Frage. 62 So namentlich Teichmann, AG 2013, 184, 190 f. Der auf die Reflection Group zurückgehende Vorschlag der SUP-Richtlinie [dazu oben unter II.2] betrifft zum einen nur die 100-prozentige GmbH-Tochter und äußert sich zum anderen auch nicht zur Anerkennung eines Gruppeninteresses. Das Ob und Wie der Umsetzung des Richtlinienvorschlags ist derzeit unsicher, vgl. die kritische Stellungnahme des deutschen Bundesrats, BR-Drs. 164/14(2) vom Teichmann, AG 2013, 184, 196 ff. 145

184 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke 146

185 GRUP YARARINA İŞLETME YÖNETİCİSİ EYLEMİ AVRUPA REFORM HUSUSLARI VE ALMAN STATÜKOSU Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke I. Konuya giriş Konsern hukuku bilindiği üzere hedef çatışmalarıyla belirgindir: Bir yanda, grup içerisinde birleştirilmiş olan ekonomi gücünü mümkün olduğunca rantabl kullanma hedefi doğrultusunda, konsernin başındakilerinin şirket grubunu en esnek ve efektif şekilde yönetme menfaati. Diğer yanda ise konsernleştirilmiş olan yan kuruluşların korunma menfaatleri ve onların ardında bulunan azınlık hissedarların ve alacaklıların menfaatleri yer almaktadır. Bu menfaat çatışmasının ardında, hem konsern ana şirketi hem de bağımsız konsern şirketlerinin işletme yöneticileri kendi ilgili derneklerinin menfaatini korumakla yükümlüdürler. Özellikle bağımlı yan kuruluşların işletme yöneticileri, fiilen tüm konsernin ya da konsern başındakilerinin menfaatlerini gözetmek durumundadırlar. Yasal olarak ise çıkış noktaları, işletmelerinin menfaatlerine karşı sorumludurlar. Bu farklı menfaatler somut durumda çelişir ise, işletme yöneticisi kendisini Skylla ve Charybdis 1 arasında tekrar bulurlar. İsviçreli şirket avukatı Peter Forstmoser bu ikilemi teorik açıdan çözülemez 2 olarak görüyor. Hukukçulara pratik çözümler bulmak kalır. thgb bunu kontrol şirkette yönelik akdi sorumluluk muafiyet talebinde (bak. Madde 202 Fıkra 5 thgb) ya da yasal sorumsuzlukta LL.M. (NYU), Erlangen 1 S. auch Gündogdu, Das türkische Konsernrecht im Lichte des schweizerischen und deutschen Rechts, 2014, S. 255 ( Paradox ) 2 Forstmoser, in: Baer (Hrsg.), Vom Gesellschaftsrecht zum Konzernrecht, 2000, S. 89,

186 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke (bak. Madde 205 thgb) bulmaktadır. Avrupa düzleminde şu an da Safe harbour -düzenlemesi için çalışılmakta olup, işletme yönetimleri çerçevesinde işletme yöneticilerine grup menfaatlerini göz önünde bulundurma olanağı sağlayacaktır. Bu güncel Avrupa amaç, yazının devamında konu edilecektir (II. ve III.). Akabinde Alman hisse ve GmbH-konsern hukukunun bugünkü statükosunu karşısına getireceğim (IV. ve V.), böylece Avrupa düzenleme önerisine Alman perspektifinden bir bakış sağlayacağım (VI.). II. Avrupalı İmpuls Avrupalı bir konsern hukuku sağlama çabası, başlangıçta iddialı planlar nedeniyle, giderek mütevazi pragmatizm tarafından şekillenmiştir: Dokuzuncu yönergesinde başarısız olmasından sonra, sistematik genel düzenleme mantığında konsern hukukunu kapsamlı bir uyumluluk haline dönüştürmeye artık ciddi bir gözle bakılmamaya başladı. Sadece noktasal bir Avrupa düzenlemesine bakışla, savunucuların grup menfaatinin Avrupa genelinde kabul görmesi için göstermiş oldukları atalet gücü kendini göstermeye başlamış gibi görünüyor: uluslararası çalışma grubu Forum Europaeum Konsern hukukunun lı yılların sonundaki takdire değer ön çalışmalarından sonra, daha kış grubu tarihli raporlarında grup menfaatinin kabulü ile ilgi bir düzenleme önerdiler. Bu, Fransız Rozenblum-Doktrin ine 4 göre yapılmıştı. Komisyonun tarihli aktivite planı bu öneriye kulak verdi ve orta vadede uygun bir yönergenin onaylanmasını ön gördü 5. Ancak bu durum elbette 3 S. zu deren Ergebnissen ZGR 1998, 672 ff. 4 Online: Dort Empfehlung V.2: Member States should be required to provide for a framework rule for groups that allows those concerned with the management of a group company to adopt and implement a co-ordinated group policy, provided that the interest of the company s creditors are effectively protected and that there is a fair balance of burdens and advantages over time for the company s shareholders. The Commission should review the possibilities to introduce in Member States rules on procedural and substantive consolidations of bankruptcies of group companies. 5 dort S. 19 und 25. Dazu Gündogdu, Das türkische Konsernrecht im Lichte des schweizerischen und deutschen Rechts, 2014, S

187 Grup Yararına İşletme Yöneticisi Eylemi Avrupa Reform Hususları ve Alman Statükosu hiç gerçekleşmedi. Reflection Group on the Future of Company Law grubu tarihli raporunda topu tekrar devraldı. Komisyon ise tarihli yeni aktivite planına uyum gösterdi. 1. Reflection Group un tarihli önerisi 1.1. Grup menfaatinin kabul edilmesine yönelik öneri Buna göre AB-komisyonun güncel aktivite planının önlemleri, Reflection Group un ön çalışmalarına dayanmaktadır. Bu, Avrupa işletme hukukunun geleceği hakkında öneride bulunuyor: Avrupa komisyonu AB-düzleminde bir düzenlemenin avantajı konusunda yeterli ipucu çerçevesinde grup menfaatinin kabul görmesiyle ilgili bir öneriyi kabul etmeyi düşünmelidir. 6 Raporda bağımlı işletmelerin (yan kuruluşların) işletme yönetimleriyle ilgili şöyle devam ediliyor: AB-yan kuruluşu işletme yöneticilerine, belli başlı güvenlik tertibatlarını sağlayarak, görevleri çerçevesinde konsern menfaatini gözetmelerine izin verilir, ancak bundan sorumlu tutulmazlar. 7 Oysaki grup menfaati içerisinde ticaret yapılmasının kabulü konusunda, alacaklıların yeterli korunması ve gerekirse yan kuruluşların mevcut azınlık hissedarlarını bağımlı hale getirilmesi çerçevesinde bir birlik söz konusuydu. Bu durum, bağımsız işletmelere yönelik iktidardaki işletmenin yol göstermelerinin avantaj ve dezavantajlarını daha somutlaştırarak tartması şeklinde yapılmalıdır 8. 6 Im Original: The EU Commission should consider, subject to evidence that it would be a benefit to take action at the EU level, to adopt a recommendation recognizing the interest of the group., s. Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S. 65, Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S

188 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke 1.2. Gerekçelendirme Reflection Group verdiği önerinin önemli kazancını, mevcut yasal durum karşılığında AB-üye ülkelerinde bağımlı işletmelerin işletme yöneticilerinin ticaretinde daha fazla netlik yaratma konusunda görüyor 9. Ancak sadece bunun için değil, böyle bir kabul edilme kuralı iktidardaki işletmenin işletme yönetminede safe harbour olarak hizmet edebilir, şayet sivil ya da cezai mesuliyeti hariç kılıyorsa. 10 Özellikle sınırı geçen bağlamda böyle bir düzenleme, yan kuruluşları olan bir grubun yönetimini çeşitli AB-üye ülkelerinde oldukça kolaylaştırabilir. Birçok üye ülkenin zaten benzer düzenlemeleri var, örneğin Fransa nın abus de biens sociaux e yönelik suç unsuru için konsern istisnası olarak ünlü Rozenblum-Doktrin i. Ancak bu ulusal düzenlemeler detaylarında farklılık gösterdiğinden, sınırı geçen grupların koordinasyonunu zorlaştırır 11. Sunulan öneri buna karşılık Alman konsern hukuku için daha büyük hukuki değişiklikler ve buradan ilham alan yasal düzenleme anlamına gelebilir. Bu elbette beklenen bir durum ve zaten sadece fiili konsern ve basit bağımlılık ilişkisini kapsamakta, yani 311 ff. daktg nin düzenleme rejimini. Akdi konsern hukuku ise buna karşılık etkilenmemiş olarak kalır Avrupa komisyonun tarihli aktivite planının önlemleri Avrupa komisyonunun Avrupa şirketler hukuku ve Corporate Governance aktivite planı Reflection Group un bu önerisini devralıyor. Burada şöyle belirtiliyor: 2014 te komisyon bir teşebbüse dönüşerek [ ] için grup menfaati kavramının daha iyi kabul görmesini sağlayacaktır. Bunun yanı sıra burada kısaca değinilecektir bu aktivite planı, yakın duran kişilerle transaksiyonların kontrolünü düzeltemeye yönelik 9 Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S Report of the Reflection Group On the Future of EU Company Law, 5 April 2011, S. 63 und f. 150

189 Grup Yararına İşletme Yöneticisi Eylemi Avrupa Reform Hususları ve Alman Statükosu önlemler ön görmektedir ( related party transactions deyimi gibi). Burada söz konusu yakın olan kişiler iktidar işletmeleri olduğu sürece, konsern hukukundan söz edilmektedir. Burada grup menfaatinin iyileştirilmiş kabul görüşüne yönelik enteresan önlemlerine bakış ile komisyon şimdiye kadar uzmanlardan oluşan bir grubun oluşturulmasının ilanını yaptı. Bunun için başvuru süresi Nisan başı itibari ile geçmiştir 13. III. Örnek: Rozenblum-Doktrini Avrupa girişiminin önünde muhtemelen Rozenblum-Doktrini denen Fransız düzenleme örneği vardı ve alınan habere göre thgb nin 203.maddesi için folyo olarak hizmet etti. Mahkeme kayıtlarına dayanan hukuka göre gelişmiş olan bu enstitü aşağıdaki şekilde özetlenebilir: İktidarda olan bir şirket ancak aşağıdaki üç şart yerine getirildiğinde bağımlı işletmeye grup menfaati dâhilinde dezavantajlar ekleyebilir: (1) Birincisi Grubun yapısal olarak sağlamlaşması gerekiyor. Dezavantaj sağlayacak olan grup menfaati, sağlamlaşmış bir grup yapısına dayanarak, grup üyeleri arasında avantaj ve dezavantaj dengesini hedeflemeli ve bunu yararlı bir ekonomi birimi haline getirmelidir 14. (2) İkincisi grup ilişkili bir grup politikası tarafından yönetilmeli ve koordine edilmelidir. Buna göre somut dezavantaj eklemek, orta ve uzun vadeli bir stratejinin parçası olmalıdır. (3) Üçüncüsü ise Rozenblum-Doktrini, münferit grup şirketi için avantaj ve yüklerin dengeli bir ilişki içerisinde olmalarını talep ediyor. Bu arada mağdur olan şirketlerin kompanse edilen avantajları ancak yıllar sonra ortaya çıkabilir. 13Online: 14 Forum Europaeum Konsernrecht, ZGR 1998, 706 mit weiteren Einzelheiten. 151

190 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke IV. Alman sermaye şirketi kanunu statükosu Avrupalı öneriler uygulanmış olsa, Reflection Group Alman konsern hukukuna bakarak özellikle 311 ff. daktg te değişiklik ihtiyacı görürdü 15. Alman sermaye şirketi kanunu incelendiğinde akdi konsern hukukunun konsern menfaatini büyük bir ölçüde gözettiği tespit edilebilir. 1. Akdi konsern (Hakimiyet anlaşması) Akdi konsern için, yani hâkimiyet anlaşması yapıldıktan sonra, 308 Paragraf 1 S. 2 daktg iktidardaki şirketinde talimatlar vermesine karar verir, iktidardaki şirketin taleplerini ya da onunla ve şirketle konsern bağlantılı şirkete hizmet etmeleri halinde [hâkimiyet] altındaki şirket için dezavantaj oluşturur ise. Bu talimatlar dikkate alınarak iktidardaki sermaye şirketini 308 Abs. 2 daktg gereğince bir zorunlu uygulama bekliyor. Bu zorunlu uygulama yettiği kadarıyla, kurulun hâkimiyet altında olan sermaye şirketi karşısında bir mesuliyet yoktur. Bu durum, kurul için açık olmadığı sürece (karşılaştırın 308 Paragraf 2 i.v.m. 310 Paragraf 3 daktg) konsern menfaati olmayan dezavantajlı talimatlar için dahi geçerlidir 16. AktG nin 308 Paragraf 1 S. 2 de belirtilen hususlar konsern menfaati başlığı altında düzenli olarak özetlenmektedir 17. Bu elbetteki yanlış anlaşılmamalıdır. Konsern menfaatinin buradaki anlamı, iktidardaki şirketin [!]konsern dahilinde özetlenmiş olan ekonomik gücün rantabl kullanımından başka bir şey değildir 18. Bu şekilde anlaşılan konsern menfaati, iktidardaki şirketin menfaati ile karşılık bulmaktadır. Bunların şirket yöneticileri, bu menfaati takip ettiklerinde 15 S.o. unter ===. 16 S. nur GroßkommAktG/Hirte, 4. Aufl. 2005, 310 Rn Vgl. nur Roth/Altmeppen, GmbHG, 7. Aufl. 2012, Anh 13 Rn S. nur Hoffmann-Becking, FS Hommelhoff, 2012, S.433, 442 m.w.n., der insofern Koppensteiner zitiert. Vgl. aber auch (enschränkend?) Roth/Altmeppen, GmbHG, 7. Aufl. 2012, Anh 13 Rn. 61 typischerweise Deckung des Konserninteresses mit dem eigenen Interesse des herrschenden Unternehmens. 152

191 Grup Yararına İşletme Yöneticisi Eylemi Avrupa Reform Hususları ve Alman Statükosu yasal bir organın bağlayıcı sorumluluğu çerçevesinde hareket etmektedir ( 43 GmbHG, 76, 93 AktG). Bugüne kadar sorunlar çıkmamıştır. Bu durum, ele alınan önlemin sadece başka konsern şirketlerin menfaati doğrultusunda olup, ancak iktidardaki şirketin en azından dolaylı olarak fayda sağlaması halinde de geçerlidir. Böyle bir dolaylı fayda da eksik olduğunda, temsil edilen görüşte AktG nin 308 Paragraf 1 S. 2 kapsamında uygun bir yönergenin olmamasına neden olacaktır 19. Yönergenin öte yanında ise yönetilen anonim şirketinin kurulunun konsern menfaati karşısında herhangi bir zorunlu uygulaması bulunmamaktadır. Onun için, AktG nin 76.Maddesi gereğince yönergesiz alanda kendi sorumluluğunda şirketin yönetilmesi emri geçerlidir. Burada öncelikle kendi şirket menfaati konusunda sorumludur 20. Ancak bu sırada konsern menfaati ile ilgili bir kargaşa söz konusu olduğunda, hâkimiyet sözleşmesinden ayrı olarak gelişmiş olan konsern dostu davranış sorumluluğu kabul edilmektedir Fiili Konsern ya da Basit Bağımlılık Salt fiili birlik kurulmasında ya da basit bağımlılık durumunda, iktidardaki şirketin yöneticisi açısından, birlik menfaatine i.s.d. 308 Abs. 1 S. 2 daktg gereğince uygun olarak, kendi (iktidardaki) şirketlerinin menfaatlerine karşı sorumludurlar. İktidardaki şirket bu konsern menfaatini uygulamaya yönelik yönerge hakkına elbette sahip değildir. Ve bu durum thgb nin 203. Maddesinden farklı olarak - %100 lük hisse sahipliği durumunda dahi geçerlidir. Bağımlı anonim şirketinin dezavantajına yönelik etkileme kesinlikle yasaktır. thgb nin 202.maddesine dayanan daktg nin 311.maddesi, bilindiği üzere burada önemli bir istisna yapmakta ve buna göre düzenlemeye yasal organizasyon açısından ayrıcalık fonksiyonu Klar KK-Koppensteiner, 308 Rn. 37, 45; Hoffmann-Becking, FS Hommelhoff, 2012, S. 443; vgl. auch Hüffer, 308 Rn S. etwa Emmerich/Habersack, 7 Aufl. 2013, 308 Rn H.M., s. etwa Schmidt/Lutter/Langenbucher, AktG, 308 Rn. 42; a.a. etwa Emmerich/Habersack, 308 Rn. 54 m.w.n. 22 Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konsernrecht, 7. Aufl. 2013, 311 Rn

192 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke kazandırmaktadır: Dezavantaj sağlayan etkileme buna göre geçerlidir, şayet bu dezavantaj ilgili şirket yılı içerisinde dengelenir ise. daktg nin 312.maddesindeki bağımlılık raporundaki düzenlemelerin kuşatılmasından da anlaşılacağı gibi, AktG 311 ff. nin sistemi olması gerektiği gibi münferit dengeleme üzerine kuruludur. Somut, niceleştirilebilen dezavantaj aynı şekilde somut bir avantaj tarafından dengelenebilir. Niceleştirilemeyen dezavantajların eklenmesi ise, AktG nin 311. Maddesi tarafından korunmamaktadır. Konsern menfaatinde bir eylemde burada herhangi bir değişiklik yaratmaz. Ancak burada ayırt edilmesi gereken durumlar ise, etkilemenin kendi başına dezavantaja neden olmadığı durumlardır (örneğin şirket şanslarının değiş tokuşu gibi). Bağımlı anonim şirketin kurulu için bunun anlamı, daktg 76, 93 nin direktiflerinin geçerli olduğudur. Özellikle dezavantajlı işlere girmek gibi yükümlülüğü yoktur. Ancak daktg nin 311.maddesi gereğince burada belirtilen şartlar çerçevesinde dezavantajlı bir etkilenmeye boyun eğebilir. Ancak bu durumda, (1) dezavantaj dengelenebilir mi ve (2) iktidardaki şirket dengelemeye hazır olup olmadığı ve imkana sahip olup olmadığının yanı sıra (3) önlemin i.s.d. 308 Paragraf 1 S. 2 AktG kapsamında konsern menfaatinde bulunup bulunmadığını kontrol etmelidir 23. Çünkü daktg nin 311.maddesi gereğince yasal organizasyon ayrıcalıkları, konsern menfaatinin daha iyi koordinasyonunu ve uygulanmasını sağlamalı yani iktidardaki şirketin menfaati. Konsern e yabancı gerekçeler için, özellikle üçüncü şahısların menfaati veya şirketsel olmayan menfaatlerin burada gerekçelendirmesi eksiktir. V. Alman GmbH- Konsern Hukukundaki Statüko Şimdi, Alman konsern uygulamasında diğer çoğu AB üye devletlerinde olduğundan daha eşit olmayan büyüklükte bir role sahip olan ve çoğu anonim şirketin konsern yan kuruluşu oldukları Alman 23 S. Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konsernrecht, 7. Aufl. 2013, 311 Rn. 60,

193 Grup Yararına İşletme Yöneticisi Eylemi Avrupa Reform Hususları ve Alman Statükosu GmbH-konsern hukukuna dönelim. Ve Türkiye de de gerçek Türk ekonomi hayatında neredeyse tüm konsernler anonim birlikler olarak düzenlenmiştir. Buna göre Reflection Group un odak noktasında da anonim şirket hukuku bulunuyordu. Almanya da ise, konserne bağlı anonim şirketlerinin karşısında yaklaşık konserne bağlı GmbH bulunmaktadır. 24 GmbH nın konsern yapı taşı olarak avantajları, tek-adam-gmbh nın fiili birlik oluşturmasında görülmektedir. Bu nedenle devamında fiili GmbH-konsernine yoğunlaşalım: Burada iktidardaki şirketlerin şirket yöneticileri yine sadece şirketlerinin menfaatlerini buradaki konsern menfaati, konsern dahilinde özetlenmiş olan ekonomik gücün rantabl bir şekilde kullanılmasına dayanır özetmek durumundalar. Farklı menfaatler peşindeyseler, GmbHG nin 43.maddesi, AktG nin 93.maddesindeki mükellefiyet tehlikeleri söz konusudur. Bağımlı GmbH ların ortaklar toplantısı üzerinden, iktidardaki şirket tarif edilmiş olan konsern menfaatini direktif kararıyla, şirket yöneticilerine karşılık uygulamaya koyabilir (bkz. 37 Abs. 1 dgmbhg). Yönlendirilmiş olan şirket yöneticileri direktife uymakla yükümlü oldukları sürece, kendilerine dgmbhg nin 43.maddesi gereğince herhangi bir mükellefiyet düşmemektedir 25. Şirket yöneticileri elbette sadece düzenli direktiflere uymalılar. İktidardaki şirket ve bağımlı GmbH arasındaki işlere bakılarak, direktifler kararı için özellikle GmbHG nin 47.maddesi 4. Fıkrasındaki oylama yasağı dikkate alınmalıdır 26. Bu durumların haricinde karar verici ya da genelde etkileyen çoğunluk hissedarlar için, toplumsal bağlılık görevinden bariyerler ortaya çıkar. Bu durum h.m. tarafından, AktG nin 311.maddesine uyumlu olmayan hiçbir ayrıcalık tarafından yumuşatılmayan bir kati zarar yasağı kapsamında algılanmaktadır. 24 Zahlen nach Teichmann, AG 2013, 184, S. nur MünchKommGmbHG/Fleischer, 43 Rn Emmerich/Habersack, 7. Aufl. 318 Anh., Rn

194 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke Bağlılık görevi, (1) bağımlı GmbH nın birçok hissedarı dezavantajlı önleme onay verdiklerinde ya da (2) %100 olarak iktidardaki şirkete bağlı bir yan kuruluş-gmbh sı söz konusu olduğunda, devre dışı kalır. Bu durumlarda dezavantaj eklemenin geçerliliği, sınırını GmbHG nin 30.maddesi gereğince yasal alacaklılar güvencesinde bulmakta: Buna göre şirketten, ana sermaye rakamını kapatmak için geriye yeterince net aktif varlık kaldığı sürece, yıkıcı müdahale koşuluyla keyfi olarak varlık çekilebilir 27. Şirket yöneticisi ana sermaye sınırının yanı sıra dgmbhg nin 64.maddesi 3.satırı gereğince iflasa sebep olma mükellefiyeti ile karşı karşıya kalır. VI. Avrupa inisiyatifine Alman bakış açısından ikinci bir bakış Alman konsern hukukunun bu kısa kesitinden sonra, tekrar grup menfaatinin kabulü ile ilgli Avrupa inisiyatifine - aynı anda Alman gözlüğünden bakarak bakalım ve birçok soru olduğunu görelim: - Grup menfaati aynı anda konsern zirvesinin de mi menfaatidir? Grup menfaatinin tanımlanması ilk etapta böyledir. Burada iktidardaki şirketin konsern içerisinde özetlenmiş olan ekonomik gücün rantabl olarak kullanılma menfaati mi anlaşılmalı yoksa münferit hukuki kişiler tarafından başlatılmış olan bir grubun genel menfaati olarak algılanmalı? Alman hukuku için yakın zamanda, ne yan kuruluşlara ait menfaatin korunması için ne de grubun ana şirketlerinin organlarında uygun menfaat bağının yönlendirilmesine gerek olmadığı dikkat çekilmiştir 28. Gerçekten de birlik oluşturmada konu, ekonomik güçleri hiyerarşik bir yapılandırma içerisinde birleştirmektir. Konsern deki bağlılık ilk etapta almak ve vermek üzerine kurulu değildir. Başkalarını düşünme sorumluluğu daha çok yan kuruluşların şahsi menfaatleri doğrultusunda olup, azınlık hissedarların ve alacaklıların burada bir araya gelen 27 Teichmann, AG 2013, 184, Hoffmann-Becking, FS Hommelhoff, 2012, S.433,

195 Grup Yararına İşletme Yöneticisi Eylemi Avrupa Reform Hususları ve Alman Statükosu menfaatlerini kapsamaktadır. Bunlara toplu grup menfaatleriyle değilde, hedef odaklı koruma mekanizmalar hesabıyla karşılanmalıdır. - Rozenblum-Doktrini versus 311 ff. daktg gereğince münferit dengeleme: Alman bakış açısına göre, 311 ff. daktg nin Rozenblumbenzeri bir düzenleme ile bir şey kazanılacağı konusunda, kesinlikle anlaşma sağlanmamıştır gibi görünüyor. Aksine, Alman avukatlar barosu (DAV) zaten kendi görüşünde işaretlemiştir. Görünüşe göre münferit duruma bağlı dezavantaj dengelemesi rejimi, kendini uygulamada kanıtlamış 29. Ancak buna rağmen Rozenblum-Doktrini bulanıklığı nedeniyle Safe Harbour olarak 311 ff. daktg nin rejimine karşılık, Alman yan kuruluş anonim şirketleri kurulları için pek uygun gibi görünmüyor. Bu sonuca thgb de 202.madde ile alman sistemine dayandığında varıyor gibi görünüyor. - Kör nokta olarak GmbH-konsern hukuku: Alman bakış açısından ayrıca Reflection Group-raporunda kör bir nokta görünüyor: GmbH-konsern i! GmbH-hukukunda 311 ff. daktg gereğince yasal organizasyon ayrıcalığı eksik olduğundan, burada özellikle çok kollu yan kuruluş GmbH lar için Alman tarafından grup menfaatinin daha güçlü bir şekilde göz önünde bulundurulması için daha büyük bir ihtiyaç mevcut 30. Ayrıca Rozenblum-Doktrini ne çekimser yaklaşılıyor. Buna karşılık bir konsern boyutlu Business Judgment Rule propagandası yapılmaktadır 31. Burada muhtemelen somut konsern politikası gerekçelendirmesi için potansiyel dezavantajlı önlemler entegre edilebilir. Alman bakış açısından geçici bu izlenimlerin arka planında, Türk bakış açısıyla tanışmak heyecanlı olabilir. Sonuçta yeni thgb Alman ve Fransız etkilerini 202.maddede birleştiriyor. 29 S. zum Ganzen auch Teichmann, AG 2013, 184, 190 f. 30 S. Teichmann, AG 2013, 184, 190 f. 31 Teichmann, AG 2013, 184, 196 ff. 157

196 Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke 158

197 Die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des EuGH Prof. Dr. Olaf Sosnitza I. Einleitung In meinem Vortrag soll es um die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des Europäischen Gerichtshofs gehen. Es soll gezeigt werden, dass der Gerichtshof von einem sehr weiten Verständnis der markenmäßigen Benutzung ausgeht und dass dies für bestimmte Fallkonstellationen nicht nur zu einem bedenklich weiten Markenschutz, sondern auch zu erheblichen Abgrenzungsschwierigkeiten führt. Nach einem kurzen Blick auf die einschlägigen Verletzungstatbestände werden zunächst die klassischen Verletzungshandlungen den problematischen Fällen der sogenannten referierenden Benutzung gegenübergestellt. Daran anschließend ist auf die neuere Funktionenlehre des EuGH einzugehen, bevor dann die Kritik und mögliche alternative Lösungsansätze diskutiert werden sollen. II. Die Verletzungstatbestände Das europäische wie auch das deutsche Markenrecht unterscheidet bei der Verletzung von Marken grundsätzlich drei verschiedene Verletzungstatbestände, nämlich den sogenannten Identitätsbereich, den Ähnlichkeitsbereich sowie den Bekanntheitsbereich. Ordinarius für Bürgerliches Recht, Handelsrecht, Gewerblichen Rechtsschutz und Urheberrecht an der Julius-Maximilians-Universität Würzburg und Richter am Oberlandesgericht Nürnberg a.d. Der vorliegende Beitrag ist die Schriftfassung des gleichnamigen Vortrags, den der Verfasser auf dem Internationalen Symposium zu aktuellen Entwicklungen im türkischen und deutschen Markenrecht" am 15. Mai 2014 in Istanbul gehalten hat. 159

198 Prof. Dr. Olaf Sosnitza 1. Identitätsbereich Der Schutz im Identitätsbereich bedeutet, dass der Inhaber einer Marke es jedem Dritten verbieten kann, ohne seine Zustimmung im geschäftlichen Verkehr ein mit der Marke identisches Zeichen für Waren oder Dienstleistungen zu benutzen, die mit denjenigen identisch sind, für die sie eingetragen ist, Art. 5 Abs. 1 lit. a MRRL, Art. 9 Abs. 1 lit. a GMVO, 14 Abs. 2 Nr. 1 MarkenG. Hier ist also erforderlich, dass sowohl bezüglich der sich gegenüberstehenden Zeichen als auch bezüglich der sich gegenüberstehenden Waren oder Dienstleistungen Identität besteht. 2. Ähnlichkeitsbereich Im sogenannten Ähnlichkeitsbereich besteht Schutz vor Verwechslungsgefahr. Der Schutz vor Verwechslungsgefahr bedeutet, dass der Inhaber einer Marke es Dritten verbieten kann, ohne seine Zustimmung im geschäftlichen Verkehr ein Zeichen zu benutzen, wenn wegen der Identität oder der Ähnlichkeit des Zeichens mit der Marke und der Identität oder Ähnlichkeit der durch die Marke und das Zeichen erfassten Waren oder Dienstleistungen für das Publikum die Gefahr von Verwechslungen besteht, einschließlich der Gefahr, dass das Zeichen mit der Marke gedanklich in Verbindung gebracht wird, Art. 5 Abs. 1 lit. b MRRL, Art. 9 Abs. 1 lit. b GMVO, 14 Abs. 2 Nr. 2 MarkenG. Hier reicht also schon die bloße Ähnlichkeit der sich gegenüberstehenden Zeichen und Waren bzw. Dienstleistungen aus, solange zusätzlich Verwechslungsgefahr besteht. 3. Bekanntheitsbereich Schließlich kommt bekannten Marken ein erweiterter Schutzbereich nach Art. 5 Abs. 2 MRRL, Art. 9 Abs. 1 lit. c GMVO, 14 Abs. 2 Nr. 3 MarkenG zu. Danach kann der Inhaber einer Marke es Dritten verbieten, ohne seine 160

199 Die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des EuGH Zustimmung im geschäftlichen Verkehr ein mit der Marke identisches oder ihr ähnliches Zeichen für Waren oder Dienstleistungen zu benutzen, die nicht denen ähnlich sind, für die die Marke eingetragen ist, wenn diese bekannt ist und die Benutzung des Zeichens die Unterscheidungskraft oder die Wertschätzung der Marke ohne rechtfertigenden Grund in unlauterer Weise ausnutzt oder beeinträchtigt. Dieser Bekanntheitsschutz ist im Gegensatz zur Gemeinschaftsmarkenverordnung in der Markenrechtsrichtlinie optional ausgestaltet, jedoch haben die meisten Mitgliedstaaten der Europäischen Union, und unter ihnen auch Deutschland, von dieser Möglichkeit Gebrauch gemacht. III. Der Identitätsbereich nach Art. 5 Abs. 1 lit. a MRRL, Art. 9 Abs. 1 lit. a GMVO, 14 Abs. 2 Nr. 1 MarkenG Für die nachfolgenden Überlegungen wollen wir uns ganz auf den Identitätsbereich nach Art. 5 Abs. 1 lit. a MRRL, Art. 9 Abs. 1 lit. a GMVO, 14 Abs. 2 Nr. 1 MarkenG konzentrieren. In der Vergangenheit waren die klassischen Fallgestaltungen, die unter den Identitätsbereich einzuordnen sind, eher überschaubar. Typischerweise handelte es sich dabei um Fälle der Produktpiraterie, wenn also ein unautorisierter Dritter exakt die betroffene Ware mit dem Original-Zeichen versieht, obwohl er von dem Markeninhaber dazu überhaupt nicht berechtigt ist und auch nicht in das Vertriebssystem integriert ist. Typische Fälle wären hier etwa gefälschte Turnschuhe von Adidas oder Handtaschen von Louis Vuitton. Eine andere typische Fallgruppe sind Parallelimporte, bei denen es sich zwar um Originalware des Markeninhabers handelt, die betreffenden Produkte jedoch außerhalb der Europäischen Union in den Verkehr gebracht wurden und dann durch nicht autorisierte Dritte ohne Zustimmung des Markeninhabers in den europäischen Binnenmarkt verbracht und dort verkauft worden sind. 161

200 Prof. Dr. Olaf Sosnitza Diese Fallgestaltungen im Identitätsbereich waren in der Vergangenheit eher die Ausnahme als die Regel. Gewissermaßen die Erweckung aus dem Dornröschenschlaf hat der Tatbestand des Identitätsbereichs allerdings dadurch erfahren, dass der Europäische Gerichtshof relativ früh von der Doktrin ausgegangen ist, dass eine einschlägige markenmäßige Benutzung nicht nur dann vorliegt, wenn das Zeichen für die Verwendung der eigenen Waren des Verwenders eingesetzt wird, sondern auch dann, wenn sich die Verwendung des Zeichens auf Produkte dritter Personen bezieht. Im Ausgangspunkt nachvollziehbar war dies noch in dem Fall BMW/Deenik, in dem ein Händler für Gebrauchtfahrzeuge, der zugleich eine Reparaturwerkstätte betrieb, ohne zum offiziellen Händlernetz des Original-Markeninhabers zu gehören, unter Verwendung der geschützten Marke darauf hinwies, dass er nicht nur gebrauchte Fahrzeuge der Marke handele, sondern zugleich auch die betreffenden Fahrzeuge der Marke repariere. 1 Der EuGH sah eine Benutzung eines identischen Zeichens für identische Waren allerdings dann in der Folge auch in denjenigen Fallgestaltungen als gegeben an, in denen schlicht ein Fall der vergleichenden Werbung vorlag, d.h. wenn der vergleichende Unternehmer die in Bezug genommene Marke eines Dritten nur seinem eigenen Warenangebot gegenüberstellt. So hatte etwa im Falle O 2 der Wettbewerber Hutchison in einem Werbefilm den Namen des Konkurrenten O 2 und die für diesen als Bildmarke registrierten Wasserblasen vor blauem Hintergrund gezeigt, bevor dann dargelegt wurde, dass die eigenen Mobilfunkdienstleistungen preiswerter seien. 2 Ein anderes Beispiel betrifft die Parfümbranche, in der es üblich ist, dass Wettbewerber in Vergleichslisten die eigenen Produkte unter Verwendung der geschützten Wortmarke ihrer Konkurrenten gegenüberstellen. 3 In beiden Fällen hielt der Europäische Gerichtshof ausdrücklich fest, dass eine derartige Verwendung des Zeichens des EuGH, GRUR Int. 1999, 438 BMW/Deenik. EuGH, GRUR 2008, 698 O 2 und O 2 (UK)/H3G. EuGH, GRUR 2009, 756 L Oréal/Bellure. 162

201 Die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des EuGH Konkurrenten in den Anwendungsbereich von Art. 5 Abs. 1 lit. a MRRL, also in den Identitätsbereich fällt. 4 Eine weitere Fallgruppe sind die Konstellationen des sogenannten Keyword Advertising. Hier wird typischerweise bei Google durch irgendwelche dritten Vermarkter ein Markenzeichen gebucht, was zur Folge hat, dass bei Eingabe der Marke durch den Suchmaschinennutzer getrennt von dem eigentlichen Suchergebnis auf der linken Seite rechts davon als Werbung gekennzeichnete Angebote des Buchenden erscheinen, die auf dessen Angebot verweisen, ohne dass dort zwingend die geschützte Marke des Dritten im Text erscheinen muss. Auch hier geht der Europäische Gerichtshof von einer markenmäßigen Benutzung aus, sodass der Identitätsbereich eröffnet sei, da das identische Zeichen für identische Waren bzw. Dienstleistungen eingesetzt werde. Durch diese Fallgestaltungen wird deutlich, dass der Europäische Gerichtshof offensichtlich ein wesentlich weiteres Verständnis der kennzeichenmäßigen Verwendung eines Zeichens im Hinblick auf die Hauptfunktion als Herkunftsfunktion hat, als dies dem traditionellen Verständnis entspricht. Es geht nicht nur darum, dass ich typischerweise meine Ware mit meinem Zeichen versehe, sondern es reicht auch aus, dass irgendein Zeichen eines Dritten als Kennzeichnung der Herkunft von genau diesem Dritten eingesetzt wird. 5 Dem Wortlaut der einschlägigen Vorschriften widerspricht eine solche Interpretation zwar nicht von vornherein. Allerdings hat dies die fatale Konsequenz, dass nicht nur die typischen Fälle der Fehlvorstellung über die klassische Herkunft der so gekennzeichneten Waren oder Dienstleistungen erfasst wird, sondern auch die Fälle der sogenannten referierenden Benutzung. Damit ist genau die Fallgestaltung gemeint, dass durch die betreffende Aussage oder Benutzung nur irgendwie ein Bezug zu dem Originalzeichen und der Originalware hergestellt wird, 4 5 EuGH, GRUR 2008, 698 Tz. 36 f. O 2 und O 2 (UK)/H3G; GRUR 2009, 756 Tz. 53, 56 L Oréal/Bellure. Dem EuGH folgend BGH, GRUR 2013, 1239 Rn. 20 VOLKSWAGEN/Volks.Inspektion; GRUR 2005, 423 (425) Staubsaugerfiltertüten. 163

202 Prof. Dr. Olaf Sosnitza ohne dass bei den Adressaten eine Fehlvorstellung über die betriebliche Herkunft genau dieser Ware bzw. Dienstleistung vom Markeninhaber hervorgerufen wird. Da der Verletzungstatbestand des Identitätsbereichs jedoch außer der Identität der sich gegenüberstehenden Zeichen und der Identität der sich gegenüberstehenden Waren bzw. Dienstleistungen keine weiteren Voraussetzungen enthält, führt diese im Ausgangspunkt sehr weite Interpretation durch den Europäischen Gerichtshof zu der eigenartigen Konsequenz, dass dann der Markeninhaber grundsätzlich Benutzungshandlungen untersagen kann, die der Sache nach jedoch völlig gerechtfertigt sein können. Dies betrifft etwa Fälle der vergleichenden Werbung, der Produktkritik, der Produktparodie oder eben auch des Keyword Advertisings, soweit darin lediglich das Aufzeigen einer Bezugsalternative zu sehen ist. Diese Fallgestaltungen lassen sich im Gegensatz zur typischen Beeinträchtigung der Herkunftsfunktion als sogenannte referierende Benutzung bezeichnen. IV. Die Funktionenlehre des EuGH als Korrektiv Traditionell und insoweit völlig unbestritten bildet die Herkunftsfunktion der Marke ihre Hauptfunktion. Der Europäische Gerichtshof formuliert dies in ständiger Rechtsprechung in der Weise, dass die Herkunftsfunktion die Aufgabe habe, den Verbraucher oder Endabnehmer die Ursprungsidentität der durch die Marke gekennzeichneten Ware oder Dienstleistung zu garantieren, indem sie ihm ermöglicht, diese Ware oder Dienstleistung ohne Verwechslungsgefahr von Waren oder Dienstleistungen anderer Herkunft zu unterscheiden. 6 Seit fünf Jahren hat der Gerichtshof allerdings seine Rechtsprechung erweitert und den Kanon der durch die Marke gewährleisteten Funktionen weiter aufgefächert. Seitdem formuliert er in ständiger Rechtsprechung, dass der Markeninhaber sein ausschließliches Recht nach Art. 5 Abs. 1 lit. a MRRL, Art. 9 Abs. 1 lit. a GMVO bzw. 14 Abs. 2 Nr. 1 MarkenG (nur) geltend machen kann, wenn eine der Funktionen der Marke, sei es 6 EuGH, GRUR 2003, 55 Tz. 48 Arsenal FC. 164

203 Die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des EuGH ihre Hauptfunktion, die Herkunftsfunktion, oder eine ihrer anderen Funktionen, wie die Gewährleistung der Qualität oder die Kommunikations-, Investitions- oder Werbefunktionen beeinträchtigt wird. 7 Der Europäische Gerichtshof geht damit davon aus, dass eine Verletzung des Doppeltatbestandes nur noch in Betracht kommt, wenn eine der genannten Markenfunktionen beeinträchtigt wird. Daraus ergibt sich, dass diese Auffächerung der Markenfunktionen letztlich nur als Korrektiv zur Eingrenzung des zuvor unnötig weit ausgedehnten Anwendungsbereichs des Tatbestandes durch die Erstreckung auch auf die referierende Benutzung dient. V. Kritik Diese Auslegung durch den EuGH wird vielfach in der Literatur als Fehlentwicklung bezeichnet, und zwar im Wesentlichen aus drei Gründen. Erstens differenziert der Gerichtshof nicht hinreichend zwischen den durchaus in vielfältiger Weise in den Wirtschaftswissenschaften diskutierten Funktionen einerseits und der davon zu trennenden Frage, inwieweit derartige Funktionen normativ geschützt sind. 8 Zweitens führt dieser Weg der weiten Interpretation des Identitätsschutzes dazu, dass auch völlig legitime Fälle der referierenden Benutzung, wie etwa die vergleichende Werbung, die Produktkritik und die Markenparodie erfasst werden, ohne dass dies hinreichend durch das Schrankensystem freigestellt würde. 9 Und schließlich leistet der Ansatz des Gerichtshofs in bedenklicher Weise der Rechtsunsicherheit Vorschub, da im Grunde über St. Rspr., EuGH, GRUR 2014, 280 Tz. 30 De Vries/Red Bull; GRUR 2013, 1140 Tz. 58 Martin Y Paz/Gauquie; GRUR 2012, 519 Tz. 71 Budvar/Anheuser-Busch; GRUR 2011, 1124 Tz. 38 Interflora; GRUR 2010, 841 Tz. 30 Portakabin/Primakabin; GRUR 2010, 641 Tz. 20 Bananabay; GRUR 2010, 451 Tz. 29, 31 BergSpechte; GRUR 2010, 445 Tz. 76 f. Google und Google France; GRUR 2009, 756 Tz. 58 L Oréal/Bellure). Vgl. Ohly, in: FS für Loschelder, 2010, S. 265 (273); Sosnitza, GRUR-Beilage 1/2014 (zu Heft 4/2014), 93 (95); ders., Deutsches und europäisches Markenrecht, 2010, 3 Rn. 4 ff. Ohly, in: FS für Loschelder (Fn. 8), S. 265 (274 f.); Sosnitza, GRUR-Beilage 1/2014 (zu Heft 4/2014), 93 (95). 165

204 Prof. Dr. Olaf Sosnitza die Auffächerung der Funktionen die Rechtfertigung in den Verletzungstatbestand hineininterpretiert wird und zudem völlig unklar ist, wo im Einzelnen die Grenzen der Verletzung der jeweiligen Markenfunktionen verlaufen. 10 VI. Alternative Lösungsansätze 1. Beschränkung des Identitätsbereichs auf die Herkunftsfunktion Um die so skizzierte Problemlage einer sachgerechten Lösung zuzuführen, sind grundsätzlich verschiedene Wege denkbar, die hier allerdings nicht im Einzelnen ausgebreitet werden können. 11 Am sinnvollsten erscheint es, zumal mit dem geringsten Aufwand verbunden, den Tatbestand der Doppelidentität wieder auf die Herkunftsfunktion zurückzuführen und dabei zugleich auch die Fälle der referierenden Benutzung wieder auszuklammern. 12 In die gleiche Richtung geht ein Vorschlag der Europäischen Kommission zur Ergänzung des Tatbestandes der Doppelidentität. Die Kommission hat im gegenwärtig diskutierten Prozess der Reform des europäischen Markenrechts im März 2013 Vorschläge auch zur Überarbeitung der Markenrechtsrichtlinie unterbreitet. 13 Nach diesem Vorschlag soll der Tatbestand des Identitätsschutzes um die Formulierung ergänzt werden, dass die Benutzung des Zeichens die Funktion der Marke, den Verbrauchern gegenüber die Herkunft der Waren oder Dienstleistungen zu gewährleisten, beeinträchtigt oder zu beeinträchtigen droht Ohly, in: FS für Loschelder (Fn. 8), S. 265 (276); Sosnitza, GRUR-Beilage 1/2014 (zu Heft 4/2014), 93 (95). Vgl. dazu näher E. Paulus, Markenfunktionen und referierende Benutzung, 2013, S. 218 ff.; Sosnitza, GRUR-Beilage 1/2014 (zu Heft 4/2014), 93 (95 f.). Keil, MarkenR 2010, 195 (199); Ohly, IIC 2010, 879 (888 f.); Sosnitza, MarkenR 2012, 436 (439); ders., GRUR-Beilage 1/2014 (zu Heft 4/2014), 93 (95 f.). Vorschlag für eine Richtlinie des Euroäischen Parlaments und des Rates zur Angleichung der Rechtsvorschriften der Mitgliedstaaten über die Marken (Neufassung) vom , COM (2013) 162 final. Art. 10 Abs. 2 lit. a des Kommissionsvorschlags (oben Fn. 13), S. 19 f. 166

205 Die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des EuGH Gegen diesen Vorschlag der Begrenzung auf die Herkunftsfunktion sind zwei zentrale Einwände erhoben worden. 15 Zum einen wird vorgebracht, dass durch diese Änderung die Fälle der vergleichenden Werbung dem Markenrecht von vornherein entzogen würden, im Widerspruch dazu allerdings der Kommissionsvorschlag zugleich vorsieht, dass nach Art. 10 Abs. 3 lit. f Markenrechtsrichtlinie n.f. der Markeninhaber auch das Recht haben solle, es zu unterbinden, das Zeichen in der vergleichenden Werbung in einer der Richtlinie 2006/114/EG zuwiderlaufenden Weise zu benutzen. Zum anderen wird zu bedenken gegeben, dass auch der Vertrieb von Waren, die im EU-Ausland unter der Kontrolle des Markeninhabers gekennzeichnet und in Verkehr gesetzt wurden, nicht mehr erfasst werden könnte, womit die Schrankenregelung der Art. 7 MRRL, Art. 13 GMVO bzw. 24 MarkenG leerliefe, sodass wohl unbeabsichtigt zum Prinzip der internationalen Erschöpfung zurückgekehrt würde. 2. Einführung einer Schranke der referenziellen Benutzung Zur Vorbereitung der bereits erwähnten Reformvorschläge der Europäischen Kommission hatte das Max-Planck-Institut für Immaterialgüter- und Wettbewerbsrecht im Februar 2011 eine umfassende Studie mit Reformvorschlägen vorgestellt. 16 Eine der zentralen Vorschläge dieser Studie war die Einführung einer weiteren Schutzschranke zur Freistellung der Fälle des referenziellen Gebrauchs. Diese neue Schranke, die in der Studie als honest referential use, also etwa als redlicher Referenzgebrauch, bezeichnet wird, soll sich u.a. auf Kommentare und Kritik, einschließlich Parodien, erstrecken und mit einem Lauterkeitsvorbehalt versehen werden. 17 Ein ergänzender Absatz Vgl. Glöckner/Kur, GRUR-Beilage 1/2014 (zu Heft 4/2014), 29 (34 ff.); Sack, GRUR 2013, 657 (658 f.); GRUR-Stellungnahme zum Vorschlag der EU-Kommission für eine Neufassung der Markenrechtsrichtlinie, GRUR 2013, 800 (803 f.). Study on the Overall Functioning of the European Trademark System, abrufbar unter Studie (oben Fn. 16), S. 122, Ziff

206 Prof. Dr. Olaf Sosnitza soll in Anlehnung an die Gillette-Rechtsprechung des EuGH 18 beispielhaft klarstellen, wann die Benutzung unlauter ist. 19 Ausformuliert soll eine solche Schutzschranke gemäß Art. 15 MarkenRL- E und Art. 12 GMVO-E folgendermaßen lauten: 1. The trade mark shall not entitle the proprietor to prohibit a third party from using, in the course of trade: (c) the trade mark for the purpose of identifying or referring to goods or services as those of the proprietor of the trade mark, without prejudice to Article 16, in particular where the use of the trade mark (ii) is made for purposes of criticism or comment, including parodies provided he uses them in accordance with honest practices in industrial or commercial matters. 2. Use under paragraph 1 will in particular not be in accordance with honest practices (a) if it gives the impression that there is a commercial connection between the third party and the trade mark proprietor; (b) if it affects the reputation or distinctive character of the trade mark without due cause; or (c) if it entails the discrediting or denigration of that trade mark EuGH, MarkenR 2005, 179 Gillette. Studie (oben Fn. 16), S. 123, Ziff ; Knaak/Kur/v. Mühlendahl, GRUR Int. 2012, 197, 202; Sosnitza, MarkenR 2012, 436 (438 f.). Die Marke gewährt ihrem Inhaber nicht das Recht, einem Dritten zu verbieten, die Marke als Hinweis oder Bezugnahme auf die Waren oder Dienstleistungen des Markeninhabers, zum Beispiel im Rahmen von Kommentaren oder Kritik, einschließlich Parodien, im geschäftlichen Verkehr zu benutzen, sofern die Benutzung den anständigen Gepflogenheiten in Gewerbe oder Handel entspricht. Die Benutzung der Marke entspricht den anständigen Gepflogenheiten in Gewerbe oder Handel insbesondere dann nicht, wenn - sie in einer Weise erfolgt, die glauben machen kann, dass eine Handelsbeziehung zwischen dem Dritten und dem Markeninhaber besteht, 168

207 Die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des EuGH Die Kommission hat in ihren Vorschlägen vom März 2013 die Anregung des MPI aufgegriffen. Danach soll es zukünftig in Art. 14 MRRL-E heißen: Die Marke gewährt ihrem Inhaber nicht das Recht, einem Dritten zu verbieten, c) die Marke zu Zwecken der Identifizierung oder zum Verweis auf Waren oder Dienstleistungen als die des Inhabers der Marke, zu benutzen. Damit übernimmt die Europäische Kommission im Wesentlichen, wenn auch nicht vollständig, die Idee einer zusätzlichen Schutzschranke des referenziellen Gebrauchs, wenn auch ohne ausdrückliche Erwähnung des Zwecks der Kritik oder des Kommentars, einschließlich der Parodien. VII. Bewertung Aus meiner Sicht erscheint es am sinnvollsten, zumal mit dem geringsten Aufwand verbunden, den Tatbestand der Doppelidentität wieder auf die Herkunftsfunktion zurückzuführen und dabei zugleich auch die Fälle der referierenden Benutzung wieder auszuklammern. Was zunächst den Aspekt der vergleichenden Werbung betrifft, so muss gesehen werden, dass die meisten Fälle ohnehin bekannte Marken in Bezug nehmen, sodass der Bekanntheitsschutz nach 14 Abs. 2 Nr. 3 MarkenG, Art. 5 Abs. 2 MRRL, Art. 9 Abs. 1 lit. c GMVO eingreift. Soweit es sich nicht um bekannte Marken handelt, verbleibt dem Inhaber der in Bezug genommenen, nicht bekannten Marke immer noch die Möglichkeit, über das vollharmonisierte Recht der vergleichenden Werbung nach der Richtlinie 2006/114/EG gegen diese Form der Werbung vorzugehen. Eine Verkürzung des Rechtsschutzes ist damit nicht gegeben. Zuzugeben ist allerdings, dass bei dieser Sichtweise die - sie den Wert der Marke dadurch beeinträchtigt, dass sie deren Unterscheidungskraft oder deren Wertschätzung in unlauterer Weise ausnutzt, oder - durch sie diese Marke herabgesetzt oder schlechtgemacht wird. 169

208 Prof. Dr. Olaf Sosnitza zusätzlich vorgesehene Klarstellung in Bezug auf die Befugnis des Markeninhabers, die Benutzung des Zeichens bei unzulässiger vergleichender Werbung zu untersagen, keine eigenständige Bedeutung hat. Die betreffende Klarstellung lässt sich allerdings entweder im vorgenannten Sinne einschränkend interpretieren oder man könnte auf diese Klarstellung auch ersatzlos verzichten. Auch der Aspekt der Parallelimporte aus dem EU-Ausland ist kein durchschlagendes Argument gegen die Zurückschneidung des Identitätsschutzes auf den Gedanken der Herkunftsfunktion. Dass nicht gewollt ist auf den Zustand der internationalen Erschöpfung zurückzukehren und daher der Verletzungstatbestand nach wie vor diese Fälle erfassen soll, wird niemand ernsthaft in Frage stellen wenn man nicht ohnehin für die internationale Erschöpfung plädiert, wie sie z.b. nach deutschem Recht bis 1995 galt. 21 Auch bisher war völlig unstreitig, dass diese Fälle des Parallelimports dem Tatbestand des Identitätsschutzes unterfallen, auch wenn die Herkunftsfunktion bei strenger Betrachtung nicht berührt ist, da die Ware letztlich aus dem Unternehmen des Markeninhabers herrührt. Ein solches Verständnis ließe sich auch bei ausdrücklicher Aufnahme der Herkunftsfunktion in den Tatbestand durch entsprechende Auslegung sicherstellen. Einzuräumen ist, dass es auch eine Alternative sein kann, statt die Herkunftsfunktion im Wortlaut des Identitätsschutztatbestands festzuschreiben, in den Erwägungsgründen der Richtlinie klarzustellen, dass für diesen Tatbestand alleine auf die Herkunftsfunktion abgestellt werden soll. 22 Sollte die Kommission allerdings an ihrem bisherigen Vorschlag festhalten, wäre dies gleichwohl ein deutlicher Fortschritt gegenüber der bisherigen Rechtslage, der zu begrüßen ist Vgl. dazu Sosnitza, WRP 1998, 951 ff. In diesem Sinne etwa die GRUR-Stellungnahme, GRUR 2013, 800 (803). 170

209 Die referierende Markenbenutzung in der Rechtsprechung des EuGH VIII. Ergebnis Der Europäische Gerichtshof hat mit der Öffnung des Tatbestandes der Doppelidentität nach Art. 5 Abs. 1 lit. a MRRL, Art. 9 Abs. 1 lit. a GMVO, 14 Abs. 2 Nr. 1 MarkenG für die Fälle der referierenden Markenbenutzung einen bedenklichen Weg eingeschlagen, der mit vielen Schwierigkeiten und Unsicherheiten behaftet ist. Nach der Öffnung dieser Büchse der Pandora war die Auffächerung der Markenfunktionen durch den Gerichtshof erkennbar als ein Mittel zur Begrenzung des Schutzes des Markeninhabers gedacht. Die dadurch zusätzlich etablierten Funktionen, wie die Gewährleistung der Qualität oder die Kommunikations-, Investitions- oder Werbefunktionen bleiben jedoch in ihrem normativen Gehalt unklar und werfen nur weitere Fragen auf, statt das eigentliche Problem zu lösen. Die Europäische Kommission hat im Rahmen des Reformprozesses mit ihrem Vorschlag der Begrenzung des Identitätsbereichs auf die Herkunftsfunktion den richtigen Weg gewiesen. Es wird spannend sein, den weiteren Reformprozess zu beobachten und abzuwarten, ob sich dieser Vorschlag, nicht zuletzt auch im Interesse der Mitbewerber und der Allgemeinheit an einem nicht zu sehr ausufernden Markenschutz, durchsetzen wird. 171

210 Prof. Dr. Olaf Sosnitza 172

211 AVRUPA ADALET DİVANI HÜKÜMLERİNDE REFERANS MARKA KULLANIMI Prof. Dr. Olaf Sosnitza I. Giriş Konuşmamın konusu referans marka kullanımının Avrupa Adalet Divanı hükümlerinde nasıl ele alındığıdır. Adalet Divanının markaya göre kullanım anlayışını çok geniş tuttuğunu ve bu durumun bazı vakalarda sadece tehlikeli derecede geniş bir marka korumasına değil, aynı zamanda sınırlama konusunda da çok büyük problemlere yol açtığını göstermek istiyorum. İlgili marka hakkına tecavüz fiillerine kısaca baktıktan sonra, klasik tecavüz fiilleri ile referans kullanım olarak adlandırılan problemli vakaları karşılaştıracağız. Akabinde, eleştirme ve olası alternatif çözüm yaklaşımlarını tartışmadan önce, Avrupa Adalet Divanının daha yeni olan fonksiyon öğretisini ele almak gerekir. II. Tecavüz fiilleri Hem Avrupa hem de Alman Marka Hukuku, marka hakkına tecavüz fiillerinde prensip olarak üç farklı tecavüz fiilinden yola çıkar: kimlik alanı, benzerlik alanı ve tanınmışlık alanı. 1. Kimlik alanı Kimlik alanındaki korumanın anlamı, bir markanın sahibinin kendi izni olmadan aynı mal veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka Medeni Kanun, Ticaret Hukuku, Fikri Mülkiyet Hukuku ve Telif Hakları dallarında Würzburg Julius Maximilians Üniversitesinde ordinaryüs profesör ve Nürnberg Yüksek Eyalet Mahkemesi emekli hakimi. Bu makale, yazarın 15 Mayıs 2014 tarihinde İstanbul da Türk ve Alman Marka Hukukunda güncel gelişmelere ilişkin uluslararası sempozyumda aynı başlık altında yaptığı konuşmasının yazılı metnidir. 173

212 Prof. Dr. Olaf Sosnitza ile aynı olan herhangi bir işaretin ticari alanda kullanılmasını üçüncü şahıslara yasaklayabilmesidir; lit. a Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 1, Topluluk Marka Yönetmeliği madde 9 fıkra 1, Marka Yasası madde 14 fıkra 2 bent 1. Yani burada şart koşulan, hem karşılıklı işaretlerin hem de mal veya hizmetlerin aynı olmasıdır. 2. Benzerlik alanı Benzerlik alanı olarak adlandırılan alanda karıştırılma ihtimaline karşı bir koruma vardır. Karıştırılma ihtimaline karşı korumanın anlamı, bir markanın sahibinin kendi izni olmadan tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından, işaret ile tescilli marka arasında ilişkilendirilme ihtimali de dâhil, karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin ticari alanda kullanılmasını üçüncü şahıslara yasaklayabilmesidir; lit. b Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 1, Topluluk Marka Yönetmeliği madde 9 fıkra 1, Marka Yasası madde 14 fıkra 2 bent 2. Yani burada, karşı karşıya gelen işaretlerin ve mal veya hizmetlerin, karıştırılma ihtimali bulunduğu müddetçe, sadece benzer olması yeterlidir. 3. Tanınmışlık alanı Son olarak tanınmış markalar için lit. c Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 2, Topluluk Marka Yönetmeliği madde 9 fıkra 1, Marka Yasası madde 14 fıkra 2 bent 3 uyarınca genişletilmiş bir koruma alanı verilmektedir. Buna göre bir markanın sahibi kendi izni olmadan, tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsamına giren mal veya hizmetlerle benzer olmayan, ancak markanın ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle, kullanılması tescilli markanın itibarından dolayı haksız bir yarar elde edecek veya tescilli markanın itibarına zarar verecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin, 174

213 Avrupa Adalet Divanı Hükümlerinde Referans Marka Kullanımı geçerli bir nedeni olmadan ticari alanda kullanılmasını üçüncü şahıslara yasaklayabilir. Bu tanınmışlık koruması, Topluluk Marka Yönetmeliğine karşın, Marka Hakkı Yönergesinde seçmeli olarak düzenlenmiştir fakat Avrupa Birliğinin birçok üye ülkesi ve bunların arasında Almanya da bulunuyor, bu olanağı kullanma yolunu seçmişlerdir. III. Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 1, lit. a Topluluk Marka Yönetmeliği madde 9 fıkra 1, lit. a Marka Yasası madde 14 fıkra 2 bent 1 uyarınca eşitlik alanı Bundan sonraki düşüncelerimiz için tamamen lit. a Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 1, lit. a Topluluk Marka Yönetmeliği madde 9 fıkra 1, lit. a Marka Yasası madde 14 fıkra 2 bent 1 uyarınca kimlik alanı üzerine yoğunlaşalım. Geçmişte kimlik alanına dâhil edilmesi gereken klasik vakalar, daha netti. Tipik olarak bunlar ürün korsanlığı vakalarıydı. Yani, yetkisiz üçüncü bir şahsın söz konusu ürüne, bunun için markanın sahibinden hiçbir şekilde izin almadan ve dağıtım sistemine de dâhil edilmiş olmadan, orijinal işareti takmasıydı. Buna tipik örnekler sahte Adidas spor ayakkabıları veya Louis Vuitton el çantalarıydı. Diğer tipik vaka grubu ise, paralel ithalatlar. Bu durumda ürünler marka sahibinin orijinal ürünleridir fakat söz konusu ürünler Avrupa Birliğinin dışındaki pazarlara sürülmüş ve yetkisiz üçüncü şahıslar tarafından, bunun için markanın sahibinden hiçbir şekilde izin alınmadan Avrupa Birliği iç pazarına geri getirilerek satılmış olan ürünlerdir. Kimlik alanında meydana gelen bu vakalar, geçmişte yaygın olmayan, bilakis nadiren görülen vakalardı. Bununla beraber, Avrupa Adalet Divanı nispeten erkenden, sadece işaretin uygulayanın kendi ürünlerinde kullanması durumunda değil, aynı zamanda işaretin kullanımının üçüncü şahısların ürününe ilişkin olduğu zamanlarda da markanın kullanılmış olmasının gerçekleştiği doktrinini benimsemiş olması, kimlik alanında meydana gelen marka hakkına tecavüz fiillerinin gündeme gelmesini sağladı. 175

214 Prof. Dr. Olaf Sosnitza BMW/Deenik vakasında çıkış noktası olarak, bunun anlaşılabilirliği halen ortadaydı. Bu vakada, ikinci el taşıt ticareti yapan ve aynı zamanda bir tamirhane işleten bir şahıs, orijinal markanın sahibinin resmi yetkili bayisi olmadan korunan markayı kullanarak, bu markanın sadece ikinci araçlarını satmayıp, aynı zamanda bu markanın araçların tamiratını da yaptığına dikkat çekmiştir 1. Avrupa Adalet Divanı bunun neticesinde basit bir kıyaslama reklamının söz konusu olduğu diğer vakalarda da, yani kıyaslayan şirket üçüncü bir şirketin ilişkilendirdiği markasını sadece kendi ürün yelpazesi ile karşılaştırması durumunda da aynı işareti aynı mal için kullanma fiilinin gerçekleştiği görüşünü benimsemiştir. O 2 vakasında rakip Hutchison bir reklam filminde diğer rakip olan O 2 nin adını ve O 2 için resim markası olarak tescillenmiş mavi arka plan önünde su kabarcıklarını göstermişti. Bundan sonra da kendisinin sunduğu cep telefonu hizmetlerinin daha ucuz olduğu belirtiliyordu 2. Diğer bir örnek ise parfüm sektörünü ilgilendiriyor. Bu sektörde birbirine rakip şirketlerin kıyaslama listelerinde kendi ürünlerini rakip şirketlerin korunan markalarını da belirterek onların ürünleriyle karşılaştırmaları normal sayılmaktadır 3. Avrupa Adalet Divanı her iki vakada da rakibin işaretinin bu şekilde kullanılmasının lit. a Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 1 e, yani kimlik alanına girdiğini kesin bir şekilde belirtmiştir 4. Diğer bir vaka grubu Keyword Advertising olarak adlandırılan durumlardır. Bu durumlara tipik örnek olarak Google da herhangi bir üçüncü pazarlamacı tarafından bir marka işaretine rezervasyon yapılır. Bunun neticesinde arama motorunu kullanan kişi tarafından bu marka girildiğinde, ekranın sol tarafında çıkan aramanın asıl sonucundan bağımsız olarak, ekranın sağında, rezervasyonu yapan kişinin reklam olarak tanımlanan teklifleri görüntülenmektedir. Bu teklifler üçüncü 1 EuGH, GRUR Int. 1999, 438 BMW/Deenik. 2 EuGH, GRUR 2008, 698 O 2 und O 2 (UK)/H3G. 3 EuGH, GRUR 2009, 756 L Oréal/Bellure. 4 EuGH, GRUR 2008, 698 Tz. 36 f. O 2 und O 2 (UK)/H3G; GRUR 2009, 756 Tz. 53, 56 L Oréal/Bellure. 176

215 Avrupa Adalet Divanı Hükümlerinde Referans Marka Kullanımı şirketin korunan markasının adı reklam metinlerde görünmeden de rezervasyonu yapan kişinin tekliflerine dikkat çekmektedir. Avrupa Adalet Divanı bu durumda da markaya göre kullanım olduğundan ve aynı işaretin aynı mal veya hizmet için kullanıldığından dolayı, vakanın kimlik alanına girdiğinden yola çıkmaktadır. Vakaların bu şekilde şekillendirilmesinden anlaşılıyor ki, Avrupa Adalet Divanı geleneksel bakış açısının haricinde, bir işaretin işaretlendirme amaçlı kullanımı hakkında, köken fonksiyonu olarak esas fonksiyon açısından çok daha geniş bir anlayış içersinde bulunuyor. Konu sadece benim tipik bir şekilde bana ait olan malı bana ait olan işaretle donatmam değil, üçüncü bir şahsa ait olan herhangi bir işaretin tam da bu üçüncü şahsın kökenini işaretlemek için kullanılıyor olması yeterlidir 5. Bu tür bir yorumlama aslında ilgili kuralların metnine daha başından bir zıtlık teşkil etmiyor. Bununla beraber, bu durum sadece bu şekilde işaretlenmiş malların veya hizmetlerin klasik kökenleri hakkında yanlış varsayımların oluşturduğu tipik vakaların değil, aynı zamanda referans kullanım olarak adlandırılan vakaların da kapsama alınması gibi vahim bir neticeye yol açmaktadır. Referans kullanım ile söz konusu ifade veya kullanım vasıtasıyla orijinal işaret veya orijinal ürün ile herhangi bir şekilde sadece bir ilgi kurulması fakat tam da bu malın veya hizmetin şirketsel kökeni hakkında markanın sahibine ilişkin yanlış bir izlenimin uyandırılmaması kastedilmektedir. Kimlik alanına ilişkin tecavüz fiilinin oluşmuş olması için karşı karşıya duran işaretlerin kimliği ve karşı karşıya duran malların veya hizmetlerin kimliği haricinde başka bir şart aranmadığından dolayı, Avrupa Adalet Divanının başlangıç noktasında bu geniş yorumu, marka sahibinin buna göre, esas itibariyle tamamen haklı olabilecek kullanımları da prensip olarak yasaklayabileceği gibi garip bir sonuca götürmektedir. Bu sonuç, eğer sadece bir ilişki alternatifinin gösterilmesi yeterli olarak 5 Avrupa Adalet Divanı nı takiben Almanya Federal Adalet Mahkemesi, GRUR 2013, 1239 Rn. 20 VOLKSWAGEN/Volks.Inspektion; GRUR 2005, 423 (425) Elektrikli süpürge torbaları. 177

216 Prof. Dr. Olaf Sosnitza görülecekse, kıyaslayan reklam, ürün eleştirisi, ürün parodisi veya Keyword Advertising gibi durumları da ilgilendirmektedir. Bu vaka şekillendirmeleri, köken fonksiyonunun tipik olumsuz etkilenmesine karşın, referans kullanım olarak adlandırılabilir. IV. Avrupa Adalet Divanının tashih anlamında fonksiyon öğretisi Markanın köken fonksiyonu, geleneksel ve bu yüzden hiç tartışmasız olarak, esas fonksiyonunu oluşturmaktadır. Avrupa Adalet Divanı bu durumu sürekli olarak verdiği kararlarda şu şekilde formüle etmektedir: Markanın köken fonksiyonunun görevi, tüketiciye veya son kullanıcıya marka ile işaretlenmiş olan malın veya hizmetin kaynak kimliğini garanti etmektir. Bu görevini bu malı veya hizmeti farklı kökenli başka mallar veya hizmetlerle karıştırma tehlikesi olmadan fark edebilmesine olanak tanıyarak yerine getirir 6. Avrupa Adalet Divanı bununla beraber beş yıldan beri hükümlerini genişletti ve marka tarafından garanti edilen fonksiyonların yelpazesini daha da ayrıntılandırdı. O zamandan beri sürekli olarak verdiği kararlarda marka sahibinin lit. a Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 1, lit. a Topluluk Marka Yönetmeliği madde 9 fıkra 1, Marka Yasası madde 14 fıkra 2 bent 1 uyarınca münhasırlık hakkını (ancak) markanın fonksiyonlarından bir tanesinin, ki bu esas fonksiyonu, köken fonksiyonu veya kalitenin garanti edilmesi veya iletişim, yatırım ve reklam fonksiyonları gibi diğer fonksiyonlarından birisi olabilir, olumsuz etkilendiği takdirde kullanabileceğini formüle etmektedir 7. Buna göre Avrupa Adalet Divanı çift ihlal fiilinin, ancak belirtilen marka fonksiyonlarından bir tanesinin olumsuz etkilendiği takdirde söz 6 EuGH, GRUR 2003, 55 Tz. 48 Arsenal FC. 7 St. Rspr., EuGH, GRUR 2014, 280 Tz. 30 De Vries/Red Bull; GRUR 2013, 1140 Tz. 58 Martin Y Paz/Gauquie; GRUR 2012, 519 Tz. 71 Budvar/Anheuser-Busch; GRUR 2011, 1124 Tz. 38 Interflora; GRUR 2010, 841 Tz. 30 Portakabin/Primakabin; GRUR 2010, 641 Tz. 20 Bananabay; GRUR 2010, 451 Tz. 29, 31 BergSpechte; GRUR 2010, 445 Tz. 76 f. Google und Google France; GRUR 2009, 756 Tz. 58 L Oréal/Bellure). 178

217 Avrupa Adalet Divanı Hükümlerinde Referans Marka Kullanımı konusu olabileceğinden yola çıkmaktadır. Bundan, marka fonksiyonunun bu şekilde ayrıntılandırılmasının netice itibariyle sadece, fiilin daha önce referans kullanımı da kapsayacak şekilde gereksiz yere çok fazla genişletilmiş uygulama alanının sınırlandırılması için düzeltme amacıyla yapıldığı anlamı çıkmaktadır. V. Eleştiri Avrupa Adalet Divanının bu yorumu literatürde çoğu kez yanlış bir gelişme olarak nitelendirilmektedir. Bunun için temelde üç sebep gösterilmektedir. Birincisi, Adalet Divanı, bir tarafta iktisadi bilimlerde çok yönlü olarak tartışılan fonksiyonlar ile diğer tarafta bundan ayrı tutulması gereken bir soru olan bu tür fonksiyonların kuralsal olarak ne kadar koruma altında olduğu sorusu arasında yeterince bir ayrım yapmıyor 8. İkincisi, kimlik korumasının bu şekilde geniş yorumlanması yöntemi, bariyer sistemi tarafından yeterince serbest kılınmadan, örneğin kıyaslayan reklam, ürün eleştirisi ve ürün parodisi gibi referans kullanımının tamamen yasal durumlarının da kapsama dâhil edilmesi neticesini doğurmaktadır 9. Ve sonuç itibariyle Adalet Divanının bu yaklaşımı düşündürücü bir şekilde hukuki bir belirsizliğe sebep olmaktadır çünkü fonksiyonların ayrıntılandırılması vasıtasıyla aslında gerekçe, ihlal fiilinin içine yerleştirilmektedir ve ayrıca her bir marka fonksiyonunun ihlal edilmesinin sınırlarının nerede olduğu da tamamen belirsizdir 10. VI. Alternatif çözüm yaklaşımları 1. Kimlik alanının köken fonksiyonu ile sınırlanması Bu şekilde tarif edilen problem için konuya uygun bir çözüm bulabilmek açısından, prensip olarak farklı yollar düşünülebilir fakat 8 Kıyaslayınız Ohly: Loschelder için FS, 2010, S. 265 (273); Sosnitza, GRUR Eki 1/2014 (Dergi No: 4/2014), 93 (95); ders., Alman ve Avrupa Marka Hukuku, 2010, 3 Rn. 4 ff. 9 Ohly, in: Loschelder için FS (Fn. ), S. 265 (274 f.); Sosnitza, GRUR Eki 1/2014 (Dergi No 4/2014), 93 (95). 10 Ohly, in: Loschelder için FS (Fn. ), S. 265 (276); Sosnitza, GRUR Eki 1/2014 (Dergi No 4/2014), 93 (95). 179

218 Prof. Dr. Olaf Sosnitza bunları tek tek burada incelememiz mümkün değil 11. En az zahmetle yapılabilir olması nedeniyle de, en mantıklı çözüm, çift kimlik durumunu tekrar köken fonksiyonuna geri götürmek ve bu esnada referans kullanımı vakalarını tekrar kapsam dışı bırakmaktır 12. Avrupa Komisyonu tarafından yapılan çift kimlik durumunu tamamlayıcı bir öneri de aynı istikamete gitmektedir. Komisyon günümüzde tartışılan Avrupa Marka Hukukunun reformu sürecinde 2013 yılının mart ayında Marka Hakkı Yönergesinin yeniden düzenlenmesi konusunda önerilerde bulundu 13. Bu öneriye göre kimlik koruma hususuna, işaret kullanılmasının, markanın tüketicilere karşı malın veya hizmetin kökenini garanti etme fonksiyonunu olumsuz yönde etkiliyor veya etkileyebilir olması formülü eklenmelidir 14. Köken fonksiyonu ile sınırlama yönünde yapılan bu öneriye karşı iki temel itiraz yapıldı 15. Birincisi bu değişiklik sayesinde kıyaslayan reklam vakalarının daha başından marka hakkının dışında bırakılmış olacağı öne sürülmektedir. Fakat komisyon önerisinde aynı zamanda buna zıt olarak, lit. f Marka Hakkı Yönergesi madde 10 fıkra 3 uyarınca, marka sahibinin, işaretin 2006/114/AT Yönergesine aykırı olacak bir şekilde kullanılmasını engelleme hakkına sahip olması gerektiği öngörülmektedir. İkinci itiraz olarak, marka sahibinin kontrolü altında AB sınırları dışında işaretlenen ve piyasaya sürülen malların dağıtımının tespit edilemeyeceği ve böylece Marka Hakkı Yönergesi madde 7, Topluluk Marka Yönetmeliği madde 13 veya Marka Yasası madde 24 uyarınca yapılan 11 Kıyaslayınız E. Paulus, Marka fonksiyonları ve referans kullanım, 2013, S. 218 ff.; Sosnitza, GRUR Eki 1/2014 (Dergi No 4/2014), 93 (95 f.). 12 Keil, Marka H. 2010, 195 (199); Ohly, IIC 2010, 879 (888 f.); Sosnitza, Marka H. 2012, 436 (439); ders., GRUR Eki 1/2014 (Dergi No 4/2014), 93 (95 f.). 13 Avrupa Parlamentosunun ve Heyetinin üye ülkelerin markalara ilişkin hukuki kurallarının eşitlendirilmesi için bir yönergeye ilişkin tarihli önerisi (Yeni versiyonu), COM (2013) 162 final. 14 Komisyon önerisi madde 10 fıkra 2 lit. a (oben Fn....), S. 19 f. 15 Kıyaslayınız Glöckner/Kur, GRUR Eki 1/2014 (Dergi No 4/2014), 29 ( ); Sack, GRUR 2013, 657 (658 f.); AB Komisyonunun Marka Yönergesinin yeniden düzenlenmesi önerisine ilişkin GRUR görüş bildirisi, GRUR 2013, 800 (803 f.). 180

219 Avrupa Adalet Divanı Hükümlerinde Referans Marka Kullanımı bariyer düzenlemesinin boşa çıkacağı ve bu sebepten dolayı istenmeden tekrar uluslararası sona ermeye geri dönüldüğü öne sürülmektedir. 2. Referans kullanım için bir bariyer düzenlemesinin getirilmesi Avrupa Komisyonu tarafından yapılan bu reform önerilerinin hazırlığını yapmak için Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Max Planck Enstitüsü 2011 yılının şubat ayında reform önerileri içeren geniş kapsamlı bir çalışma sunmuştu 16. Bu çalışmanın merkezi önerilerinden bir tanesi referans kullanımı vakalarını serbest kılmak için ilave bir koruma bariyerinin eklenmesiydi. Bu yeni bariyer çalışmada honest referential use olarak anılmaktadır ve bunun anlamı yasal referans kullanımı demektir. Bu bariyer, diğer şeylerin yanı sıra, yorumları, eleştirileri ve parodileri kapsayacak ve bir de dürüstlük şerhi içerecek 17 ek bir paragraf, Avrupa Adalet Divanının Gillette hükmüne 18 isnat ederek, kullanımın ne zaman yasaya aykırı olduğunu örnekle netleştirecek 19 AB Marka Yönergesi madde 15 ve AB Topluluk Marka Yönetmeliği madde 12 uyarınca böyle bir koruma bariyerin metni tam hazır olduğunda şu şekilde olacak: 1. The trade mark shall not entitle the proprietor to prohibit a third party from using, in the course of trade: (c) the trade mark for the purpose of identifying or referring to goods or services as those of the proprietor of the trade mark, without prejudice to Article 16, in particular where the use of the trade mark (ii) is made for purposes of criticism or comment, including parodies 16 Study on the Overall Functioning of the European Trademark System, abrufbar unter 17 Araştırma (oben Fn. ), S. 122, Ziff AAD, Marka Hukuku 2005, 179 Gillette. 19 Araştırma (oben Fn. ), S. 123, Ziff ; Knaak/Kur/v. Mühlendahl, GRUR Int. 2012, 197, 202; Sosnitza, Marka Hukuku 2012, 436 (438 f.). 181

220 Prof. Dr. Olaf Sosnitza provided he uses them in accordance with honest practices in industrial or commercial matters. 2.Use under paragraph 1 will in particular not be in accordance with honest practices (a) if it gives the impression that there is a commercial connection between the third party and the trade mark proprietor; (b) if it affects the reputation or distinctive character of the trade mark without due cause; or (c) if it entails the discrediting or denigration of that trade mark 20 Komisyon 2013 yılının mart ayında yaptığı önerilerinde Max Planck Enstitüsünün fikirlerini kullandı. Buna göre bundan sonra AB Marka Hakkı Yönergesi madde 14 ün metni şöyle olacak: Marka, sahibine aşağıdaki durumlarda üçüncü şahıslara yasak koyma hakkını vermez: c) Markayı, teşhis amaçlı veya markanın sahibinin mallarına veya hizmetlerine dikkat çekmek veya isnat etmek için kullanmayı, Avrupa Komisyonu böylece, tamamıyla olmasa da, büyük ölçüde referans kullanımı, her ne kadar, parodiler de dâhil olarak, eleştiri veya yorumun amacını özel olarak belirtmiyorsa da, ek bir koruma bariyeri olarak kullanma fikrini devralıyor. 20 Marka, sahibine aşağıdaki durumlarda üçüncü şahıslara yasak koyma hakkını vermez: markayı, kullanımın sektörün ve ticaretin ahlaki kurallarına ve geleneklerine uygun olması şartıyla, marka sahibinin mallarına veya hizmetlerine dikkat çekmek veya isnat etmek için, örneğin parodiler de dahil olarak, eleştiri veya yorum çerçevesinde ticari alanda kullanmayı.. Eğer markanın kullanımı, - üçüncü şahıs ile markanın sahibi arasında ticari bir ilişki olduğuna inanılmasını sağlayacak bir şekilde yapılırsa veya - tescilli markanın itibarını veya ayırt edici karakterini haksız yere kullanarak markanın değerine zarar verecek şekilde veya tescilli markanın itibarından dolayı haksız bir yarar elde edecek şekilde olursa veya - tescilli marka bu sayede aşağılanıyor veya kötüleniyorsa, sektörün ve ticaretin ahlaki kurallarına ve geleneklerine uygun değildir. 182

221 Avrupa Adalet Divanı Hükümlerinde Referans Marka Kullanımı VII. Değerlendirme Bence, en az zahmetle yapılabilir olması nedeniyle de, en mantıklı çözüm, çift kimlik durumunu tekrar köken fonksiyonuna geri götürmek ve bu esnada referans kullanımı vakalarını tekrar kapsam dışı bırakmaktır. Öncelikle kıyaslayan reklam hususu ile ilgili olarak görmemiz gerekir ki, çoğu vakalar zaten bilinen markalara isnat etmektedir ve bu yüzden Marka Yasası madde 14 fıkra 2 bent 3, Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 2, lit c. Topluluk Marka Yönetmeliği madde 9, fıkra 1 uyarınca tanınmışlık koruması bunu kapsamaktadır. Eğer söz konusu marka tanınmış bir marka değilse, isnat edilen fakat tanınmış olmayan markanın sahibinin hâlâ 2006/114/AT Yönergesi uyarınca kıyaslayan reklama ilişkin tam uyumlaştırılmış hukuk vasıtasıyla, reklamın bu şekilde yapılmasına karşı adımlar atma hakkı bulunmaktadır. Hukuki korumanın kısaltılması söz konusu değildir fakat şunu da kabul etmek gerekir ki, bu bakış açısına göre, işaretin yasal olmayan bir şekilde kıyaslayan reklamda kullanılması durumunda, marka sahibinin bunu yasaklama yetkisi açısından ek olarak öngörülen netleştirmenin, kendi başına bir anlamı yoktur. Söz konusu netleştirme ya daha önce belirtilen anlamda kısıtlayıcı olarak yorumlanabilir veya böyle bir netleştirmeden, yerine başka bir şey ikame etmeden, tamamen feragat edilebilir. AB harici ülkelerden yapılan paralel ithalatlar konusu da, kimlik korumasının köken fonksiyonu fikrine indirgenmesine karşı etkili bir gerekçe değildir. Eğer Alman hukukuna göre 1995 yılına kadar geçerli olan uluslararası sona erme şeklini savunmuyorsanız, o konuma geri dönülmek istenmediği ve bu yüzden marka hakkına tecavüz fiilinin eskiden de olduğu gibi bu vakaları kapsamasının istendiğini hiç kimse ciddi olarak sorgulamayacaktır 21. Şimdiye kadar bu paralel ithalat vakalarının, katı bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, köken fonksiyonuna değinilmemesine rağmen, kimlik koruma maddesi kapsamına girdiği hiç tartışmasızdı çünkü mal, netice itibariyle marka sahibinin şirketinde üretiliyor. Bu tür bir anlayış, köken fonksiyonunun 21 Kıyaslayınız Sosnitza, WRP 1998, 951 vd. 183

222 Prof. Dr. Olaf Sosnitza kesin bir şekilde fiilin içine alınması durumunda da uygun bir yorumla güvence altına alınabilir. Kimlik koruma durumunu tanımlarken köken fonksiyonunu sabitlemek yerine, fıkralarda bu fiil için sadece köken fonksiyonunun temel alınması gerektiğinin netleştirilmesinin de bir alternatif olabileceğini kabul etmek gerek 22 Komisyonun şu anki teklifini sürdürürse, bu durum bile şimdiki hukuki duruma göre bir ilerleme sayılır ve buna ancak destek verilir. VIII. Netice Avrupa Adalet Divanı lit. a Marka Hakkı Yönergesi madde 5 fıkra 1, lit. a Topluluk Marka Yönetmeliği madde 9 fıkra 1, Marka Yasası madde 14 fıkra 2 bent 1 uyarınca çifte kimlik fiilini referans marka kullanımı vakaları için açarak, birçok zorluklar ve belirsizlik içeren düşündürücü bir yola girdi. Pandora nın kutusunu açtıktan sonra, Adalet Divanı tarafından marka fonksiyonlarının ayrıntılandırılmasının marka sahibinin korunmasını sınırlandırmak için bir araç olarak düşünüldüğü çok bariz. Bu sayede ek olarak yerleştirilen kalitenin sağlanması veya iletişim, yatırım ve reklam fonksiyonları gibi fonksiyonlar, normatif içerikleri açısından belirsiz kalıyor ve asıl problemi çözmek yerine sadece daha çok soru doğuruyor. Avrupa Komisyonu reform süreci çerçevesinde kimlik alanını köken fonksiyonu ile sınırlama önerisiyle doğru yolu gösterdi. Bundan sonraki reform sürecini gözlemlemek ve bu önerinin kabul edilip edilmeyeceğini beklemek heyecanlı olacak. Bu öneri kabul edilirse, hem rakiplerin hem de tüm toplumun menfaati açısından aşırı şişirilmemiş bir marka koruması olacak. Çok teşekkür ederim! 22 Bu anlamda GRUR görüş bildirimi, GRUR 2013, 800 (803). 184

223 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Prof. Dr. Peter O. Mülbert Alexander Wilhelm I. Einführung Das Thema Existenzvernichtungshaftung der Gesellschafter wird im deutschen Kapitalgesellschaftsrecht seit vielen Jahren intensiv diskutiert. Dabei geht es im Kern stets um zwei auf das Engste miteinander verknüpfte Fragenkreise: - Erstens: Ist ein Gesellschafter haftungsrechtlich verantwortlich, wenn er seine Gesellschaft schädigt, indem er Einfluss auf die Geschäftsführung nimmt? - Zweitens: Haftet der Gesellschafter nur im Innenverhältnis gegenüber der Gesellschaft oder auch im Außenverhältnis unmittelbar gegenüber den Gläubigern? Das große Interesse an diesem Thema erklärt sich nicht zuletzt daraus, dass das geschriebene GmbH- und Aktienrecht ein deutliches Regelungsdefizit aufweist, soweit es um den Schutz des Gesellschaftsvermögens gegen den Zugriff der Gesellschafter geht: Lediglich in der gesetzestypischen Gesellschaft mit mehreren Gesellschaftern ist ein effektiver Schutz des im Gläubigerinteresse gebundenen Gesellschaftsvermögens gewährleistet. Demgegenüber ist vor 185

224 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm allem bei der faktisch konzernierten GmbH ein Totalversagen sämtlicher Schutzmechanismen denkbar. Versuche, zumindest die Schutzlücken des GmbH-Rechts zu schließen, hat der Bundesgerichtshof (BGH) in den letzten drei Dekaden wiederholt und mit jeweils ganz unterschiedlichen Ansätzen unternommen. Den vorläufigen Schlusspunkt bildet die Trihotel -Entscheidung aus dem Jahr Nach diesem Urteil beruht die Haftung eines Gesellschafters gegenüber seiner GmbH für existenzvernichtende, d.h. zur Insolvenz der Gesellschaft führende vorsätzliche Eingriffe auf 826 BGB, also der Generalklausel des bürgerlich-rechtlichen Deliktsrechts. In zeitlicher Parallele zur Trihotel -Entscheidung wurde auch der Gesetzgeber erstmals aktiv. Das Gesetz zur Modernisierung des GmbH- Rechts und zur Bekämpfung von Missbräuchen 2 allgemein unter dem Kürzel MoMiG bekannt brachte eine verschuldensabhängige Ergänzung der Geschäftsführerhaftung gegenüber der GmbH für Zahlungen an Gesellschafter, soweit diese zur Zahlungsunfähigkeit der Gesellschaft führen müssten ( 64 Satz 3 GmbHG n.f.). Nach der Gesetzesbegründung erfasst die Bestimmung einen Teilbereich der Haftung, die unter dem Stichwort existenzvernichtender Eingriff bekannt geworden ist. 3 Im Folgenden sind zunächst die Regelungsdefizite herauszuarbeiten, welche die Entwicklung einer speziellen Existenzvernichtungshaftung vor allem im GmbH-Recht veranlasst haben (II.). Sodann ist darzustellen, wie die Haftung von GmbH-Gesellschaftern wegen Existenzvernichtung nach dem Modell Trihotel im Einzelnen aussieht (III.) und ob sich dieses Haftungsmodell auch auf andere Gesellschaftsformen übertragen lässt (IV.). Es folgen Überlegungen zu den Grundsatzfragen einer Existenzvernichtungshaftung (V.) und, darauf aufbauend, einige 1 BGHZ 173, 246 = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 2 BGBl. I S Gesetzesbegründung zum MoMiG, BT-Drucks. 16/6140 vom , S

225 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - abschließende Bemerkungen auch mit Blick auf das türkische Konzernrecht (VI.). II. Notwendigkeit einer speziellen Existenzvernichtungshaftung Der Schutz des Gesellschaftsvermögens gegen Eingriffe der Gesellschafter resultiert bei der gesetzestypischen GmbH und AG mit mehreren Gesellschaftern im Wesentlichen daraus, dass die Vorschriften zum Schutze einer Gesellschafterminderheit reflexhaft zugleich die Gesellschaft schützen; dies wird im Folgenden klar zu Tage treten. Soweit diese Schutzmechanismen versagen, was bei der Einpersonen- Gesellschaft mit einem einzigen Gesellschafter und beim einstimmigen Handeln aller Gesellschafter einer mehrgliedrigen Gesellschaft der Fall sein kann, bedarf es indes gesetzlicher Regeln, die die Gläubiger unmittelbar schützen. Bei diesem unmittelbaren Gläubigerschutz geht das Aktienrecht deutlich weiter als das GmbH-Recht. Im Einzelnen: 1. Schutz des Gesellschaftsvermögens bei der gesetzestypischen Kapitalgesellschaft a) GmbH-Recht Das GmbHG beschränkt Zugriffe der Gesellschafter auf das Gesellschaftsvermögen zunächst durch die Kapitalerhaltungsregeln der 30, 31 GmbHG. Danach darf das zur Erhaltung des Stammkapitals erforderliche Vermögen nicht an die Gesellschafter ausgezahlt werden. Ausschüttungsfähig ist nur, was die Bilanz als freies Vermögen ausweist, 4 und verbotswidrig erbrachte Leistungen hat der Gesellschafter gemäß 31 GmbHG der Gesellschaft zu erstatten. Flankiert wird diese Kapitalbindung durch das Eigenkapitalersatzrecht der Insolvenzordnung. Hiernach darf die Rückzahlung eines Gesellschafterdarlehens in der Insolvenz nur nachrangig geltend gemacht werden ( 39 Abs. 1 Nr. 5 InsO) und Tilgungsleistungen der Gesellschaft 4 Fastrich in: Baumbach/Hueck, GmbHG, 20. Aufl. 2013, 30 Rn. 6; Altmeppen in: Roth/Altmeppen, GmbHG, 7. Aufl. 2012, 30 Rn. 9; aus der Rechtsprechung etwa BGHZ 95, 330, 340 = NJW 1986, 188 = WM 1985, 1263 Autokran. 187

226 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm unterliegen der Insolvenzanfechtung, sofern sie binnen eines Jahres vor dem Insolvenzantrag erfolgt sind ( 135 InsO). 5 Hinzu kommen ungeschriebener Verhaltenspflichten. Sie finden ihre Grundlage in der mitgliedschaftlichen Treuepflicht des Gesellschafters, die sowohl im Verhältnis zur GmbH als auch zu den Mitgesellschaftern besteht. 6 Gesellschafter, die sich unter Verletzung ihrer gesellschaftsbezogenen Treuepflicht vorsätzlich oder fahrlässig 7 an ihrer GmbH bereichern, können auf Unterlassung 8 und gemäß 280 Abs. 1 BGB auf Schadensersatz 9 in Anspruch genommen werden. Der Ersatzanspruch umfasst auch die sogenannten Kollateralschäden das sind die vom Rückzahlungsanspruch nach 31 GmbHG nicht umfassten 10 Folgeschäden einer gegen 30 GmbHG verstoßenden Auszahlung, etwa entgangene Zinsen, entgangene Nutzungen und Aufwendungen für die 5 Die rechtsformneutrale Überführung des zuvor in den 32a, 32b GmbHG geregelten Eigenkapitalersatzrechts in die InsO erfolgte ebenfalls im Zuge des MoMiG. Näher zum Ganzen Mülbert WM 2006, 1977 ff.; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), Anh. 30 Rn. 3 ff.; Ehricke in: Münchener Kommentar zur InsO, Band 1, 3. Aufl. 2013, 39 Rn. 36 ff.; Braun/Bäuerle, InsO, 6. Aufl. 2014, 39 Rn. 18. Flankiert wird der Anfechtungstatbestand nach 135 InsO überdies durch 6 des Anfechtungsgesetzes (AnfG). Hiernach ist eine Anfechtung von z.b. Tilgungsleistungen der Gesellschaft auf ein Gesellschafterdarlehen auch außerhalb der Insolvenz möglich, sofern die Leistung in den letzten zehn Jahren vor Erlangung eines vollstreckbaren Schuldtitels gegen die Gesellschaft oder danach erbracht wurde. 6 BGHZ 65, 17, 18 f. = NJW 1976, 191 = WM 1975, 1152; Bayer in: Lutter/Hommelhoff, GmbHG, 18. Aufl. 2012, 14 Rn. 21; Raiser in: Ulmer/Habersack/Löbbe, GmbHG, Band I, 2. Aufl. 2013, 14 Rn. 81; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn. 20; Michalski/Funke in: Michalski, GmbHG, Band 1, 2. Aufl. 2010, 13 Rn. 136; Wicke/Wicke, GmbHG, 2. Aufl. 2011, 13 Rn Michalski/Michalski/Funke (Fn. 6), 13 Rn. 183; Seibt in: Scholz, GmbHG, Band I, 11. Aufl. 2012, 14 Rn Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn. 23; Verse in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 14 GmbHG, Rn. 117; Verse, Der Gleichbehandlungsgrundsatz im Recht der Kapitalgesellschaften, 2006, S. 412 ff. 9 BGHZ 65, 15, 21 = NJW 1976, 191 = WM 1975, 1152; Lutter/Hommelhoff/Bayer (Fn. 6), 14 Rn. 31; Ulmer/Habersack/Löbbe/Raiser (Fn. 6), 14 Rn. 101; Michalski/Michalski/Funke (Fn. 6), 13 Rn. 196 ff.; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn. 30 m. w. Nachw. 10 Henssler/Strohn/Verse (Fn. 8), 13 GmbHG Rn. 66; vgl. auch Leuschner NJW 2011,

227 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Geltendmachung des Anspruchs, etwa Anwaltskosten, sofern ein Kausalzusammenhang mit der Pflichtverletzung besteht. Entsprechendes gilt für Verstöße gegen das Wettbewerbsverbot 11, welches bei einem Vermögensabzug ebenfalls berührt sein kann. Im Übrigen kann ein Gesellschafterbeschluss, der den gesetzlichen Verhaltensregeln zuwiderläuft, anfechtbar oder sogar nichtig sein. 12 Eine darauf gestützte Weisung der Gesellschafter darf die Geschäftsführung, die in der GmbH grundsätzlich weisungsgebunden ist, 13 ausnahmsweise nicht umsetzen. 14 In gravierenden Fällen kommt sogar ein Ausschluss pflichtvergessener Gesellschafter aus der GmbH in Betracht. 15 b) Aktienrecht Im Aktienrecht ist die Vermögensbindung sogar noch stärker ausgeprägt: Die Kapitalerhaltung nach den 57, 62 AktG erfasst das gesamte Vermögen der Gesellschaft, nicht nur wie bei der GmbH das statuarische Grundkapital. Ausschüttungen sind nur aufgrund eines Gewinnverwendungsbeschlusses der Hauptversammlung nach 174 AktG möglich. Im Übrigen unterliegen Aktionäre zwar keinem 11 Grundlegend BGHZ 89, 162, 165 ff. = NJW 1984, 1351 Heumann/Ogilvy; Michalski/Michalski/Funke (Fn. 6), 13 Rn. 188 ff. (speziell zu den Rechtsfolgen Rn. 265 ff.); Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. 4), 13 Rn. 45 ff.; Ulmer/Habersack/Löbbe/Raiser (Fn. 6), 14 Rn. 104 ff. 12 Beispielsweise ist ein Beschluss analog 241 Nr. 3 Alt. 2 AktG nichtig, sofern er einen Verstoß gegen die Kapitalerhaltungsregeln ( 30 f. GmbHG) bezweckt; Römermann in: Michalski, GmbHG, Band 2, 2. Aufl. 2010, Anh. 47 Rn. 22 ff.; Henssler/Strohn/Verse (Fn. 8), 14 GmbHG Rn Lenz in: Michalski, GmbHG, Band 2, 2. Aufl. 2010, 37 Rn. 16 ff.; Stephan/Tieves in: Münchener Kommentar zum GmbHG, Band 2, 2012, 37 Rn. 115 ff.; OLG Düsseldorf ZIP 1984, 1476, 1477 f. 14 Michalski/Lenz (Fn. 13), 37 Rn. 19 ff.; MünchKommGmbHG/Stephan/Tieves (Fn. 13), 37 Rn. 118 ff. 15 BGHZ 9, 157, 163; 16, 317, 322 = WM 1955, 437; BGH GmbHR 1987, 302, 303; OLG Frankfurt/Main GmbHR 1993, 659, 659 f.; Lutter/Hommelhoff/Bayer (Fn. 6), 14 Rn. 31; Michalski/Michalski/Funke (Fn. 6), 13 Rn. 184 ff. 189

228 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm allgemeinen Wettbewerbsverbot, 16 wohl aber mitgliedschaftlichen Treuepflichtbindungen gegenüber der Gesellschaft und den Mitaktionären 17. Verstöße können neben der Anfechtbarkeit von Gesellschafterbeschlüssen 18 wiederum Unterlassungs- und Schadensersatzansprüche der Gesellschaft nach sich ziehen. 19 Allerdings gilt es hierbei die besondere Haftungsvorschrift des 117 AktG und deren Wertungen zu beachten, 20 woraus insbesondere eine Haftungsbegrenzung auf Vorsatz folgt. 21 In der abhängigen, also der von einem Unternehmer-Aktionär ( 15 AktG) beherrschten AG sind zudem die AktG als Sonderrecht des faktischen Aktienkonzerns zu beachten. Diese Vorschriften finden 16 Koch in: Hüffer AktG, 11. Aufl. 2014, 311 Rn. 52; Altmeppen in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 5, 3. Aufl. 2010, Vor 311, Rn. 50 f.; s. auch Henze/Notz in: Großkommentar zum AktG, Band 2, 4. Aufl. 2008, Anh. 53a Rn. 78: Wettbewerbsverbot allenfalls als Ausfluss der mitgliedschaftlichen Treuepflicht. 17 GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. 16), Anh. 53a Rn. 62 ff.; Hölters/Laubert, AktG, 2. Aufl. 2014, 53a Rn. 17; Bungeroth in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 1, 3. Aufl. 2008, Vor 53a, Rn. 25 ff. Im Verhältnis der Gesellschafter untereinander hat der BGH sowohl eine Treuepflicht der Aktionärsmehrheit gegenüber der -minderheit als auch umgekehrt anerkannt, s. nur BGHZ 103, 184, 194 ff. = NJW 1988, 1579 = WM 1988, 325 Linotype und BGHZ 129, 136, 143 ff. = NJW 1995, 1739 = WM 1995, 882 Girmes. 18 Würthwein in: Spindler/Stilz, AktG, Band 2, 2. Aufl. 2010, 243 Rn. 158 ff.; Hüffer in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 4, 3. Aufl. 2011, 243 Rn. 44 ff.; Hüffer/Koch AktG (Fn. 16), 243 Rn. 24 ff. m. w. Nachw. Dies entspricht im Ergebnis auch der Rechtsprechung, die freilich die Bedeutung der mitgliedschaftlichen Treuepflicht für die Kontrolle von Hauptversammlungsbeschlüssen bislang kaum betont, s. etwa BGHZ 71, 40, 43 ff. = NJW 1978, 1316 = WM 1978, 401 Kali + Salz; BGHZ 83, 319, 321 = NJW 1982, 2444 = WM 1982, 660; BGHZ 120, 141, 145 f. = NJW 1993, 400 = WM 1992, S. nur GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. 16), Anh. 53a Rn. 142 ff.; Henssler/Strohn/Verse (Fn. 8), 14 GmbHG Rn Spindler in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 2, 4. Aufl. 2014, 117 Rn. 71; GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. 16), Anh. 53a Rn So jedenfalls für eine Haftung wegen treuwidriger Stimmrechtsausübung BGHZ 129, 136, 162 = NJW 1995, 1739 = WM 1995, 882 Girmes; allgemeiner GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. 16), Anh. 53a Rn. 149; MünchKommAktG/Bungeroth (Fn. 17), Vor 53a, Rn. 44 m. w. Nachw.; a.a. Guntz, Treubindungen von Minderheitsaktionären, 1997, S. 144 ff.; Wastl NZG 2005, 17,

229 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Anwendung, soweit der herrschende Aktionär was in der Realität den Regelfall darstellt noch durch anderweitige wirtschaftliche Interessen gebunden und somit (herrschendes) Unternehmen i.s. des 15 AktG ist 22. In der Sache gestatten die 311, 317 AktG dem Unternehmer-Aktionär eine nachteilige Einflussnahme auf seine AG, etwa den Abzug von Liquidität, wenn er den Nachteil bis zum Ende des Geschäftsjahres ausgleicht oder der AG einen Rechtsanspruch auf einen zum Ausgleich bestimmten Vorteil gewährt. Hält der Aktionär diesen Privilegierungsrahmen ein, indem er jeden einzelnen Nachteil rechtzeitig und vollständig ausgleicht, sind die allgemeinen Vermögensschutzregeln suspendiert. 23 Versäumt er hingegen die Ausgleichsgewährung, schuldet er der AG Schadensersatz ( 317 AktG). Der Anspruch kann nach 317 Abs. 4 und 309 Abs. 4 AktG auch von den Mitaktionären und mitunter sogar von den Gesellschaftsgläubigern für Rechnung der AG geltend gemacht werden. 2. Grenzen des Schutzsystems Die geschilderten Regeln zum Schutze des Gesellschaftsvermögens leisten keinen umfassenden Schutz gegen Zugriffe der Gesellschafter. Die verbleibenden Lücken und Defizite betreffen im Wesentlichen die folgenden Punkte. a) GmbH-Recht In der GmbH besteht ein Schutzdefizit insbesondere dann, wenn kein widersprechender Minderheitsgesellschafter vorhanden ist. Dies betrifft 22 Zu diesem für den Unternehmensbegriff nach den 15 ff. AktG maßgeblichen Kriterium statt vieler Hüffer/Koch AktG (Fn. 16), 15 Rn. 10; aus der Rechtsprechung BGHZ 69, 334, 336 ff = NJW 1978, 104 = WM 1977, 1346; BGHZ 74, 359, 364 f = NJW 1979, 2401 = WM 1979, 910; BGHZ 80, 69, 72 = NJW 1981, 1512 = WM 1981, 357; BGHZ 95, 330, 337 = NJW 1986, 188 = WM 1985, 1263; BGHZ 135, 107, 113 = NJW 1997, 1855 = WM 1997, 967; BGH NJW 2001, 2973, 2974 = WM 2001, BGHZ 179, 71, 76 f. (Rn. 11) = NJW 2009, 850 = WM 2009, 78 MPS; Mülbert/Leuschner NZG 2009, 281, 286 f.; Hüffer/Koch AktG (Fn. 16), 311 Rn. 49; A. Wilhelm NZG 2012, 1287, 1288; a.a. nur Altmeppen ZIP 1996, 693, 695 ff. 191

230 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm vor allem die Einpersonen-Gesellschaft mit einem einzigen Gesellschafter sowie den Fall, dass sämtliche Mitgesellschafter einvernehmlich agieren. In solchen Fällen versagen die mitgliedschaftlichen Treuepflichtbindungen gegenüber der Gesellschaft und auch das Wettbewerbsverbot. Diese Verhaltensbindungen stehen in der GmbH nämlich zur Disposition der Gesellschafter und können von diesen durch einstimmige Gesellschafterentscheidung punktuell abbedungen werden. 24 Die Kapitalerhaltungsregeln bleiben zwar im Interesse der Gläubiger sowohl für die Gesellschafter ( 241 Nr. 3 Alt. 2 AktG analog 25 ) als auch für die Geschäftsführung verbindlich. In der Sache bieten sie jedoch nur eingeschränkt Schutz: Wie bereits erwähnt, verpflichten sie den Gesellschafter zum einen lediglich zur Erstattung entnommener Beträge und erfassen nicht auch weitergehenden Kollateralschäden, etwa entgangene Zinsen. Zum anderen sind sie nicht anwendbar, soweit ein Abzug von Gesellschaftsvermögen überhaupt nicht erfolgt, sondern die Insolvenz auf andere, bilanziell nicht messbare Weise verursacht wird etwa durch konzernintegrative Maßnahmen oder einen bilanzneutralen Austausch von Vermögenswerten der Gesellschaft, z.b. im Falle der Darlehensgewährung. 26 b) Aktienrecht Was die Grenzen des Vermögensschutzes gegen Aktionärszugriffe anbelangt, gilt Entsprechendes wie im GmbH-Recht. Der Alleinaktionär unterliegt keiner mitgliedschaftlichen Treuebindung gegenüber der Gesellschaft 27 und bei kapitalerhaltungswidrigen Auszahlungen ist der Aktionär lediglich zur Rückgewähr erhaltener Beträge verpflichtet. 24 Habersack ZGR 2008, 533, 537; speziell zum Wettbewerbsverbot vgl. BGH WM 2008, 302 (Rn. 15) = ZIP 2008, 308; speziell zur Treuepflicht Liebscher in: Münchener Kommentar zum GmbHG, Band 1, 2. Aufl. 2015, Anh. 13 Rn. 398; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn. 20; GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. 16), Anh. 53a Rn. 43; Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. 4), 13 Rn. 57 ff. m. w. Nachw. 25 Näher dazu unten III. 2. c) in Fn Habersack ZGR 2008, 533, Insbesondere besteht nach ganz h.m. keine Treuepflicht des Alleinaktionärs gegenüber der AG, s. MünchKommAktG/Bungeroth (Fn. 17), Vor 53a, Rn. 24; 192

231 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Allerdings finden auch bei der Einpersonen-AG die Schädigungsverbote der 311, 317 AktG und des 117 AktG Anwendung. 28 Dabei ist unerheblich, ob der Aktionär die AG durch Vermögensentzug oder auf bilanzneutrale Weise schädigt; er ist für jede Nachteilszufügung verantwortlich. 29 Führt die Einflussnahme zur Insolvenz, kann der Aktionär auch zum Ersatz von Kollateralschäden verpflichtet sein. 30 Gleichwohl ist auch das strenge Schutzsystem der 311 ff. AktG nicht lückenlos. 31 Zwei Fallgestaltungen, in denen es versagt, sind von besonderem Interesse: 32 - Bei der ersten Konstellation geht es um die sogenannte qualifizierte Nachteilszufügung. Diese liegt vor, wenn die Gesellschaft durch eine bestimmte nachteilige Maßnahme eine massive Beeinträchtigung ihrer Entfaltungsmöglichkeiten erfährt, die in ihren nachteiligen Auswirkungen überhaupt nicht noch nicht einmal durch richterliche Schätzung gemäß 287 ZPO abzusehen ist und also auch durch Vermögensausgleich im Sinne der 311, 317 AktG nicht mehr behoben werden kann. 33 Dies GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. 16), Anh. 53a Rn. 42 ff.; Wiesner in: Münchener Handbuch des Gesellschaftsrechts, Band 4, AG, 3. Aufl. 2007, 17 Rn Habersack in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, Anh. 317, Rn. 5; Habersack ZGR 2008, 533, 551; Bachmann NZG 2001, 961, 970; A. Wilhelm NZG 2012, 1287, 1291; a.a. Götz AG 2000, 498 ff. 29 Hüffer/Koch AktG (Fn. 16), 311 Rn. 24; Koppensteiner in: Kölner Kommentar zum AktG, Band 6, 3. Aufl. 2004, 311 Rn. 51; A. Wilhelm NZG 2012, 1287, S. zu Kollateralschäden bereits oben II. 1. a); für die Bestimmung des Umfangs des ersatzfähigen Schadens sind die allgemeinen Regeln ( 249 ff. BGB) maßgeblich. Der Schaden ist gegebenenfalls nach 287 ZPO zu schätzen. 31 Zumindest aus praktischer Sicht a.a. MünchKommAktG/Altmeppen (Fn. 16), Anh. 317 Rn. 14: Es sei nicht ein einziger Fall bekannt geworden, in welchem 311 ff. zum Schutz der abhängigen AG nicht ausgereicht hätten. Zur vergleichsweise geringen praktischen Bedeutung des Problems zuletzt Schall in: Festschrift Stilz, 2014, S. 537 m. w. Nachw. 32 Prägnante Darstellung der Fallgruppen bei Emmerich/Habersack, Konzernrecht, 10. Aufl. 2013, 28 Rn Emmerich/Habersack/Habersack (Fn. 28), Anh. 317 Rn. 20; Bödeker in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 311 Rn

232 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm kommt z.b. in Betracht, wenn die Gesellschaft in Vollzug einer strategischen Grundentscheidung nachhaltig umgestaltet wird, etwa zu einer reinen Vertriebsgesellschaft für die Produkte des herrschenden Unternehmens Die zweite Konstellation ist als qualifiziert faktischer Konzern bekannt: Der Aktionär wirkt derart häufig und intensiv auf den Vorstand der AG ein, dass sich einzelne schädigende Einflussnahmen als Anknüpfungspunkt für den Nachteilsausgleich und für eine Schadensersatzhaftung gar nicht mehr isolieren lassen. 35 Dies ist jedenfalls dann der Fall, wenn die konzernierte Gesellschaft einen vollständigen Autonomieverlust erleidet und de facto wie eine unselbständige Betriebsabteilung des herrschenden Unternehmens geführt wird. 36 III. Existenzvernichtungshaftung im GmbH-Recht Gelegenheit, die Lücken im System des gesetzlich normierten Gläubigerschutzes zu schließen, hatte der BGH bislang nur für die GmbH, nicht aber für die AG. Der Grund hierfür liegt nicht allein in der strengeren Finanzverfassung der AG, sondern auch darin, dass die AG im Unterschied zur GmbH über einen grundsätzlich keinen Weisungen der Hauptversammlung unterliegenden Vorstand 37 und über einen obligatorischen Aufsichtsrat 38 als Kontrollinstanz verfügt. Dies sorgt 34 Beispiel nach Mülbert, Aktiengesellschaft, Unternehmensgruppe und Kapitalmarkt, 2. Aufl. 1996, S H.F. Müller in: Spindler/Stilz, AktG, Band 2, 2. Aufl. 2010, Vor 311 Rn. 25 und 317 Rn. 9; MünchKommGmbHG/Liebscher (Fn. 24), Anh. 13 Rn. 520; Emmerich/Habersack/Habersack (Fn. 28), Anh. 317 Rn. 17; Henssler/Strohn/Bödeker (Fn. 33), 311 Rn. 34; Hölters/Leuering/Goertz, AktG, 2. Aufl. 2014, 311 Rn. 97 f. 36 So die präzisierende Umschreibung bei Ulmer NJW 1986, 1579, 1584; K. Schmidt, Gesellschaftsrecht, 4. Aufl. 2002, 39 III 3 c) aa), S f.; K. Schmidt ZIP 1986, 146, 147; K. Schmidt ZIP 1989, 545, Zur Weisungsfreiheit des Vorstands s. die 76 Abs. 1, 119 Abs. 1, 2 AktG und als Ausnahme hiervon 83 AktG. 38 S. die 95 ff. AktG. 194

233 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - schon in organisatorischer Hinsicht für eine gewisse Eingriffs- und Insolvenzprophylaxe Sukzessive Erprobung von vier Haftungsmodellen in der Rechtsprechung Mit diesen Strukturunterschieden zwischen GmbH und AG steht zugleich fest, dass eine Haftung von GmbH-Gesellschaftern wegen Schädigungen ihrer GmbH in entsprechender Anwendung der 311 ff. AktG nicht in Betracht kommt. Die GmbH hat eben nicht notwendig einen Aufsichtsrat, wogegen das System der 311 ff. AktG eine Nachteilszufügung gerade deshalb zulässt, weil die abhängige Gesellschaft in einem Abhängigkeitsbericht alle nachteiligen Geschäfte und den von ihr jeweils erhaltenen Ausgleich aufführen muss ( 312 AktG), den der Aufsichtsrat zu prüfen hat ( 314 AktG). 40 Im Übrigen hat sich der für das Gesellschaftsrecht zuständige II. Zivilsenat des BGH mit der Schließung der Haftungslücke schwer getan und insgesamt nicht weniger als vier sehr unterschiedliche Modelle zur Haftung von GmbH-Gesellschaftern eingeführt, ausdifferenziert und, was die ersten beiden angeht, wieder verworfen. Das ursprüngliche konzernrechtliche Haftungsmodell der sogenannten Autokran -Entscheidung 41 sah vor, dass Gesellschafter, die den konzernrechtlichen Unternehmensbegriff des 15 AktG 42 erfüllen und die mit besonderer Breite und Dichte auf ihre GmbH einwirken, gegenüber den Gläubigern für deren Verluste haften. Zur Begründung dieser Ausfallhaftung bei qualifiziert faktischer Konzernierung knüpfte der BGH daran an, dass eine derart intensive Geschäftsleitung den Verhältnissen des Vertragskonzerns im Sinne der 291 ff. AktG entspreche und dass 39 Habersack ZGR 2008, 533, Ganz h.m., wie hier Baumbach/Hueck/Zöllner/Beurskens, GmbHG, 20. Aufl. 2013, SchlAnhKonzernR Rn. 127 m. w. Nachw.; a.a. Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. 4), Anh. 13 Rn. 154 ff. 41 BGHZ 95, 330 = NJW 1986, 188 Autokran. 42 S. oben II. 1. b). 195

234 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm daher die für den Vertragskonzern geltenden Haftungsvorschrift des AktG analoge Anwendung finden könnten. Eine Haftung des Gesellschafters für Jahresfehlbeträge der GmbH analog 302 AktG (Verlustausgleichshaftung) thematisierte der Senat ebenfalls, beschränkte sie jedoch letztlich auf die mehrgliedrige Gesellschaft. 44 Nach teilweise scharfer Kritik des Schrifttums 45 wechselte der BGH in der TBB -Entscheidung 46 zum Modell einer konzernrechtlichen Haftung wegen schädigender Einflussnahme. Das kommt im ersten Leitsatz der TBB -Entscheidung zum Ausdruck: Der eine GmbH beherrschende Unternehmensgesellschafter haftet entsprechend den 302, 303 AktG [d.h. gegenüber der Gesellschaft auf Verlustausgleich und gegenüber den Gläubigern in Höhe ihrer Forderungen], wenn er die Konzernleitungsmacht in einer Weise ausübt, die keine angemessene Rücksicht auf die eigenen Belange der Gesellschaft nimmt, ohne daß sich der ihr insgesamt zugefügte Nachteil durch Einzelausgleichsmaßnahmen kompensieren ließe. Wenige Jahre später kam es zu einem neuerlichen Systemwechsel. Unter dem Einfluss des damaligen Vorsitzenden des II. Zivilsenats Volker Röhricht 47 bekannte sich das Gericht nunmehr zum Modell einer Durchgriffshaftung wegen schädigender Einflussnahme. Auf die Unternehmenseigenschaft des Gesellschafters sollte es nicht mehr ankommen und eine verschuldensabhängige Direkt- bzw. Durchgriffshaftung gegenüber den Gläubigern trat an die Stelle des bisherigen zweispurigen Haftungsmodells, das für den Fall mehrgliedriger Gesellschaften eine verschuldensunabhängige Verlustausgleichshaftung gegenüber der Gesellschaft ( 302 AktG analog) und stets eine 43 BGHZ 95, 330, 342 f. = NJW 1986, 188 Autokran; dazu etwa Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn BGHZ 95, 330, 345 f. = NJW 1986, 188 Autokran. 45 Statt vieler Röhricht in: Festschrift 50 Jahre BGH, 2000, S. 83, 85; K. Schmidt NJW 2001, 3577, BGHZ 122, 123 = NJW 1993, 1200 = WM 1993, 687 TBB. 47 Zuvor bereits Röhricht in: Festschrift 50 Jahre BGH, 2000, S. 83 ff. 196

235 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - verschuldensunabhängige Ausfallhaftung gegenüber den Gläubigern ( 303 AktG analog) vorsah. 48 Den vorläufigen Abschluss dieser wechselhaften Entwicklung bildet die Trihotel -Entscheidung. 49 Darin kam das Gericht nach einer ausführlichen Schwachstellenanalyse des Röhricht-Modells zum Ergebnis, dass eine Existenzvernichtungshaftung am besten in Form einer rein deliktischen Haftung gegenüber der Gesellschaft selbst auszugestalten sei. 2. Das aktuelle Haftungsmodell der Trihotel-Entscheidung a) Haftungstatbestand und Rechtsfolge Als Anspruchsgrundlage der Existenzvernichtungshaftung stellt der BGH in Trihotel 50 auf 826 BGB ab. Diese mit sittenwidrige vorsätzliche Schädigung überschriebene Generalklausel lautet kurz und bündig: Wer in einer gegen die guten Sitten verstoßenden Weise einem anderen vorsätzlich Schaden zufügt, ist dem anderen zum Ersatz des Schadens verpflichtet. Welche Anforderungen gelten, wenn man die Existenzvernichtungshaftung als besondere Fallgruppe dieser Norm einordnet, hat der BGH wie folgt dargelegt: (1) Als Schädiger im Sinne des 826 BGB kommt an sich jedermann in Betracht. Der BGH will den Kreis der Verpflichteten aber wohl nach gesellschaftsrechtlichen Maßstäben eingrenzen. Neben dem Gesellschafter könne auch derjenige haften, der seinerseits an einem Gesellschafter der GmbH beteiligt ist; dies gelte jedenfalls dann, wenn der mittelbar Beteiligte ein sogenannter Gesellschafter-Gesellschafter beherrschenden Einfluss auf die geschädigte Gesellschaft ausüben kann (Rn. 44). 48 In diesem Sinne schon BGHZ 149, 10 = NJW 2001, 3622 = WM 2001, 2062 Bremer Vulkan; präzisierend dann BGHZ 151, 181 = NJW 2002, 3024 = WM 2002, 1804 KVB; BGH NJW 2004, 1107 = WM 2004, 2254 = NZG 2004, 1107 Rheumaklinik. Zum Ganzen auch Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn BGHZ 173, 246 = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 50 BGHZ 173, 246 = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 197

236 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm (2) Geschädigter und damit Inhaber des Ersatzanspruchs ist nach dem Binnenhaftungskonzept der Trihotel -Entscheidung die geschädigte Gesellschaft selbst. (3) Den objektiven Tatbestand der Sittenwidrigkeit sieht der Senat als gegeben an, wenn erstens ein qualifizierter Eingriff des Gesellschafters in das Gesellschaftsvermögen erfolgt und zweitens der Gesellschafter mit diesem Eingriff gegen seine Pflicht verstößt, die Zweckbindung des Gesellschaftsvermögens zur vorrangigen Befriedigung der Gesellschaftsgläubiger während der Lebensdauer der GmbH zu respektieren (Rn. 25). Im Einzelnen: - Ein qualifizierter Eingriff liegt vor, wenn der Eingriff gezielt zu betriebsfremden Zwecken erfolgt (Rn. 31) und nicht oder nicht in vollem Umfang durch die 30, 31 GmbHG ausgeglichen werden kann, etwa im Falle der Kollateralschäden. Funktional gesehen wird mit dem Merkmal des qualifizierten Eingriffs also eine gegenüber den 30, 31 GmbHG intensivierte Entnahmesperre (Rn. 28) errichtet. - Die Pflicht, die Zweckbindung des Gesellschaftsvermögens zur vorrangigen Befriedigung der Gesellschaftsgläubiger zu respektieren, wird verletzt, wenn der qualifizierte Eingriff die Solvenz der Gesellschaft beseitigt (Rn. 30) und damit die Insolvenz der Gesellschaft herbeiführt oder diese noch vertieft (Rn. 16). Diese zweite Voraussetzung für ein objektiv sittenwidriges Verhalten hat zur Folge, dass ein Gesellschaft nur dann nach 826 BGB haftet, wenn die Gesellschaft in die Insolvenz gerät; ist dies nicht der Fall, bleibt sein qualifizierter Eingriff ohne eine Sanktion. (4) Für den subjektiven Tatbestand des zumindest bedingten Vorsatzes lässt es der Senat ausreichen, wenn der handelnde Gesellschafter billigend in Kauf nimmt (Eventualvorsatz), dass durch von ihm selbst oder mit seiner Zustimmung veranlasste Maßnahmen das Gesellschaftsvermögen qualifiziert geschädigt wird; ein Bewusstsein der Sittenwidrigkeit ist nicht erforderlich (Rn. 30). 198

237 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - (5) Der ersatzfähige Schaden der Gesellschaft besteht, auch wenn der BGH dies nicht ausdrücklich sagt, in der Differenz zwischen dem Gesamtbetrag der Gläubigerforderungen und den bei der Gesellschaft noch vorhandenen Vermögenswerten. Nicht geschuldet ist eine Wiederauffüllung des Stammkapitals; die Existenzvernichtungshaftung besteht nur im Gläubigerinteresse und nicht (auch) im Interesse der Gesellschaft selbst. (6) Auf der Konkurrenzebene ist die Existenzvernichtungshaftung nach 826 BGB im Gegensatz zu früheren Haftungsmodellen nicht subsidiär gegenüber anderen Ansprüchen, insbesondere auch nicht zu einem Anspruch aus 31 GmbHG. Vielmehr stehen die möglichen Anspruchsgrundlagen selbständig nebeneinander (Rn. 38 ff.). b) Begründung des BGH Zur Begründung seiner neuerlichen Rechtsprechungsänderung verweist der BGH zunächst darauf, dass der Schutz des Gesellschaftsvermögens durch die 30, 31 GmbHG gewisse Lücken aufweise und dass der Gesellschafter daher unzweifelhaft einer Haftungssanktion zu unterwerfen sei, um das zur Befriedigung der Gesellschaftsgläubiger erforderliche Gesellschaftsvermögen gegen existenzvernichtende, d.h. zur Insolvenz der Gesellschaft führende oder eine solche vertiefende Eingriffe des Gesellschafter zu schützen (Rn. 19). Sodann stellt das Gericht selbstkritisch fest, dass sein bisheriges Haftungsmodell auf der Rechtsfolgenebene von einer gewissen Inhomogenität und dogmatischen Unschärfe gekennzeichnet war (Rn. 18 ff.). Insbesondere sei bislang neben der genuin gesellschaftsrechtlichen Existenzvernichtungshaftung stets eine konkurrierende Haftung der Gesellschafter aus 826 BGB gegenüber den Gläubigern angenommen worden. Diese Unstimmigkeiten löst das Gericht durch richterlichen Gestaltungsakt dahin auf, dass sich die Existenzvernichtungshaftung nunmehr auf eine einzige Haftungsbeziehung beschränkt: die Haftung des 199

238 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm Gesellschafters gegenüber der GmbH als besondere Fallgruppe im Rahmen der allgemeinen deliktischen Anspruchsnorm des 826 BGB (Rn. 23). Für dieses Haftungskonzept führt das Gericht zudem eine Reihe von Vorzügen an: - erstens ginge eine uneingeschränkte verschuldensunabhängige Durchgriffshaftung in einer Vielzahl von Fällen zu weit und drohe der Rechtsform GmbH den Boden zu entziehen (Rn. 27); - zweitens erfordere der objektive Tatbestand der Existenzvernichtungshaftung einen gezielten betriebsfremden Entzug von Vermögenswerten und hierzu passe das Erfordernis eines Handelns mit zumindest Eventualvorsatz des 826 BGB (Rn. 31); - drittens erlaube eine Innenhaftung gegenüber der Gesellschaft die Integration der 30, 31 GmbHG in ein umfassendes Innenhaftungskonzept (Rn. 32); und - viertens liege den 30, 31 GmbHG das Konzept einer Haftungskanalisierung auf die Gesellschaft zugrunde, also einer Abwicklung aller Ansprüche über das Gesellschaftsvermögen, und dies sei bei einem ergänzenden Haftungsmodell zu respektieren (Rn. 33). c) Kritik im Schrifttum Im Schrifttum wird das Erfordernis eines die 30, 31 GmbHG flankierenden Haftungstatbestands nicht bestritten, wohl aber das Haftungskonzept der Trihotel -Entscheidung vielfach kritisiert. 51 Zwei der häufigsten Kritikpunkte sind dabei miteinander verknüpft. Zum einen wird bemängelt, dass der BGH für eine Innenhaftung gegenüber der Gesellschaft auf 826 BGB zurückgegriffen habe, statt eine Schadensersatzpflicht wegen Verletzung der mitgliedschaftlichen 51 Kritisch etwa Henssler/Strohn/Verse (Fn. 8), 13 GmbHG Rn. 50; Staudinger/Oechsler, BGB, 2014, 826 Rn. 324b f.; Wagner in: Münchener Kommentar zum BGB, Band 5, 6. Aufl. 2013, 826 Rn. 136 f.; Dauner-Lieb ZGR 2008, 34, 41 ff.; Osterloh-Konrad ZHR 172 (2008), 274, 290 ff.; Vetter BB 2007, 1965, 1965 f.; Weller ZIP 2007, 1681, 1682 f. 200

239 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Treuepflicht gegenüber der GmbH anzunehmen. 52 Zum anderen wird das Vorsatzerfordernis des 826 BGB als zu streng angesehen und eine Fahrlässigkeitshaftung befürwortet. 53 Was zunächst den Rückgriff des Gerichts auf 826 BGB anbelangt, vermag in der Tat kaum einzuleuchten, weshalb ausgerechnet das allgemeine Deliktsrecht eine indisponible Zweckbindung des Gesellschaftsvermögens zur vorrangigen Gläubigerbefriedigung festlegen soll. Rechtssystematisch sehr viel näher hätte es gelegen, diese gesellschaftsrechtliche Wertung im Rahmen des Gesellschaftsrechts zu verankern. Zu denken wäre insbesondere an eine Haftung gegenüber der Gesellschaft wegen der Verletzung mitgliedschaftlicher Treuepflichten ( 280 Abs. 1 BGB), die auch im Gläubigerinteresse bestehen und von der sich der Gesellschafter analog 241 Nr. 3 Alt. 2 AktG nicht befreien kann. 54 Allerdings genügt für die Haftung wegen Treuepflichtverletzung nach 280 Abs. 1 BGB im GmbH-Recht nach allgemeinen Grundsätzen schon leichte Fahrlässigkeit. 55 Jedoch hätte das Gericht die gewollte Begrenzung der Gesellschafterhaftung auf vorsätzliches Handeln z.b. mit einer analogen Anwendung des 117 AktG begründen können. Andererseits ist die Kritik des Schrifttums an der Einschränkung des Haftungsmaßstabs auf vorsätzliches Handeln unter systematisch- 52 Für eine Lösung über die mitgliedschaftliche Treuepflicht etwa MünchKommGmbHG/Liebscher (Fn. 24), Anh. 13, Rn. 615; wohl auch Pentz in: Rowedder/Schmidt-Leithoff, GmbHG, 5. Aufl. 2013, 13 Rn. 126; bereits vor Trihotel zudem K. Schmidt NJW 2001, 3577, 3580; Ulmer ZIP 2001, 2021, 2025 ff.; Ihrig DStR 2007, 1170 ff.; Vetter ZIP 2003, 601, 602; noch anders Lutter/Bayer in: Lutter/Hommelhoff, GmbHG, 18. Aufl. 2012, 13 Rn. 46: Durchgriffshaftung nach Vorbild der Bremer Vulkan -Entscheidung. 53 Habersack ZGR 2008, 553, 558; Schwab ZIP 2008, 341, 348 ff.; schon vor Trihotel für eine Fahrlässigkeitshaftung etwa Zöllner in: Festschrift Konzen, 2006, S. 999, 1013 ff.; insoweit positiver die Rezeption bei Staudinger/Oechsler (Fn. 61), 826 Rn. 325d. 54 So oder ähnlich Grigoleit/Grigoleit, AktG, 2013, 1 Rn. 124; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn. 59; K. Schmidt ZGR 2011, 108, 119 f.; s. auch schon Mülbert DStR 2001, 1937, 1941 ff. 55 S. bereits oben II. 1. a). 201

240 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm wertenden Aspekten nicht ganz unbegründet. Der Geschäftsführer einer GmbH haftet nämlich, wie eingangs erwähnt, 56 nach dem neu eingeführten 64 Satz 3 GmbHG schon bei leichter Fahrlässigkeit für Auszahlungen an Gesellschafter, soweit diese zur Zahlungsunfähigkeit der Gesellschaft führen mussten. Es bedeutet einen gewissen Wertungswiderspruch, dass der Gesellschafter als Veranlasser einer solchen Maßnahme nur unter den strengen Voraussetzungen des 826 BGB haftet, wogegen der Geschäftsführer nach 64 Satz 3 GmbHG schon bei leichter Fahrlässigkeit haftet. 57 Nach den Wertungen des Deliktsrechts ist der Geschäftsführer nämlich Teilnehmer an der Haupttat des Gesellschafters und haftet daher deliktsrechtlich ebenfalls nur bei Vorsatz ( 830 BGB). Diese Zurückhaltung des Deliktsrechts nützt ihm aber nichts, weil er nach 64 Satz 3 GmbHG eben schon für leicht fahrlässige Auszahlungen haftet. Als Rechtfertigung für diese Diskrepanz beim Haftungsmaßstab bleibt nur, dass der Geschäftsführer sich aufgrund seiner Stellung dem existenzbedrohenden Auszahlungsverlangen eines 56 Oben I. 57 Nach dem Trihotel -Konzept des BGH stellt der existenzvernichtende Eingriff eines Alleingesellschafters keinen Verstoß gegen die mitgliedschaftliche Treuepflicht dar. Nach allgemeinen Regeln ist der zugrunde liegende Gesellschafterbeschluss folglich wirksam und befreit den Gesellschafter von dem in der GmbH grundsätzlich bestehenden Schädigungsverbot, s. dazu bereits oben II. 1. a) und II. 2. a). Nach allgemeinen Regeln haftet auch die Geschäftsführung nicht, wenn sie einen wirksamen Gesellschafterbeschluss samt der darauf gründenden Weisung umsetzt; dies folgt im Umkehrschluss aus 43 Abs. 3 Satz 3 GmbHG. Vor diesem Hintergrund vermag prima facie nicht einzuleuchten, weshalb die Geschäftsführung, nicht aber der Gesellschafter für eine existenzvernichtende Maßnahme einstandspflichtig sein soll, sofern beiden Seiten lediglich Fahrlässigkeit zur Last fällt und 826 BGB folglich nicht anwendbar ist. Einen Erklärungsansatz hat Leuschner entwickelt: Der Gesellschafterbeschluss weise hier einen doppelten Regelungsgehalt auf, nämlich zum einen die an die Geschäftsführung gerichtete Weisung, die existenzvernichtende Maßnahme umzusetzen, und zum anderen den konkludent erteilten Dispens des Gesellschafters vom Schädigungsverbot. Analog 241 Nr. 3 Alt. 2 AktG soll freilich nur die Weisung an die Geschäftsleitung, nicht aber der Dispens vom Schädigungsverbot unwirksam sein. Näher Leuschner, Das Konzernrecht des Vereins, 2011, S. 311 ff. 202

241 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Gesellschafters zu widersetzen habe, und das erscheint einigen Stimmen nicht hinreichend. 58 Aus praktischer Sicht wird schließlich darauf hingewiesen, dass das Konzept einer ausnahmslosen Innenhaftung für den Regelfall der GmbH- Insolvenz, nämlich den Fall der masselosen Insolvenz, nicht überzeuge. 59 Wird mangels vorhandener Vermögenswerte der GmbH kein Insolvenzverwalter bestellt, würden Ansprüche der GmbH aus Existenzvernichtungshaftung auch nicht durchgesetzt. Dass der BGH die Gläubiger auf die Möglichkeit verweise, diese Ansprüche zu pfänden und sich hieraus zu befriedigen, 60 sei allenfalls theoretisch. Für den Regelfall der masselosen Insolvenz müsse daher ausnahmsweise ein direkter Zugriff der Gläubiger auf den Gesellschafter zugelassen werden Fallgruppen eines betriebsfremden Eingriffs Das Trihotel -Urteil differenziert nicht danach, auf welche Weise der betriebsfremde Eingriff in das Gesellschaftsvermögen erfolgt. Es muss lediglich ein Entzug von Vermögenswerten 62 vorliegen, wobei der BGH ersichtlich einen weiten Vermögensbegriff zugrunde legt. In einem späteren Urteil ließ er es etwa genügen, dass der Alleingesellschafter die Geltendmachung eines Anspruchs gegen sich vereitelte, indem er im Prozess bewirkte, dass ein Versäumnisurteil gegen die klagende GmbH erging Vor allem Habersack ZGR 2008, 533, Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn. 57; Habersack ZGR 2008, 533, 548; Lutter/Hommelhoff/Lutter/Bayer (Fn. 52), 13 Rn BGHZ 173, 246, 261 f. (Rn. 36) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 61 Altmeppen NJW 2007, 2657, 2660; Habersack ZGR 2008, 533, 548; Baumbach/Hueck/Zöllner/Beurskens (Fn. 40), SchlAnhKonzernR Rn. 126; auch noch Liebscher in: Münchener Kommentar zum GmbHG, Band 1, 1. Aufl. 2010, Anh. 13 Rn BGHZ 173, 246, 259 (Rn. 31) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 63 BGHZ 179, 344, 350 = NJW 2009, 2127 = WM 2009, 800 Sanitary. 203

242 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm Infolgedessen wird man einen Eingriff nicht nur beim Entzug von Geschäftschancen (corporate opportunities), 64 sondern etwa auch beim Abzug von Führungspersonal oder Know-How annehmen dürfen. 65 Nach Teilen des Schrifttums sollen sogar typische konzernintegrative Maßnahmen, etwa der Anschluss an ein konzernweites Cash-Pooling oder ein Vertriebssystem, erfasst sein. 66 Dies erscheint freilich zweifelhaft, denn bei solchen Vorgängen lässt sich von einem Entzug von Vermögenswerten selbst bei einem weiten Vermögensbegriff kaum mehr sprechen. Sieht man die Funktion der Haftung darin, die Gläubiger gegen eine nachträgliche Erhöhung des Ausfallrisikos zu schützen, wird man andererseits sogar die Eingehung von Geschäften mit stark spekulativem Charakter einzubeziehen haben. 67 Aus Sicht der Gläubiger spielt es für die nachträgliche Risikoerhöhung nämlich keine Rolle, ob dieser Effekt aus der Auskehr von Vermögenswerten oder dem Eingehen riskanterer Geschäfte resultiert. Unvereinbar mit dem Konzept der beschränkten Gesellschafterhaftung wäre es allerdings, könnte ein betriebsfremder Eingriff statt durch ein aktives Tun auch durch ein Unterlassen erfolgen. Würde die unterlassene Zuführung von verloren gegangenem Haftkapital einen betriebsfremden Eingriff darstellen, würde in der Sache das Haftungsprivileg der GmbH-Gesellschafter abgeschafft. 4. Anderweitige Haftungskonstellationen Folgerichtig liegt im Falle einer materiellen Unterkapitalisierung der Gesellschafter greift nicht auf Vermögen der GmbH zu, sondern unterlässt 64 Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn Servatius in: Michalski, GmbHG, Band 1, Syst. Darstellung 4, Konzernrecht, Rn. 377 mit vielen weiteren Beispielen. 66 Michalski/Servatius (Fn. 65), Syst. Darstellung 4, Konzernrecht, Rn. 377; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn MünchKommGmbHG/Liebscher (Fn. 24), Anh. 13 Rn. 556; Decher in: Münchener Handbuch des Gesellschaftsrechts, Band 3, GmbH, 4. Aufl. 2012, 69 Rn. 9; Drygala GmbHR 2003, 729, 735; Vetter ZIP 2003,

243 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - von vornherein deren Ausstattung mit betriebsnotwendigen Kapital ebenfalls kein existenzvernichtender betriebsfremder Eingriff vor, wie der BGH in der Gamma -Entscheidung zutreffend ausgesprochen hat: 68 Der Haftungstatbestand nach Trihotel soll die Gläubiger lediglich vor opportunistischem Verhalten der Gesellschafter schützen, also gegen eine erhebliche nachträgliche Erhöhung des bei Begründung der Gläubigerbeziehung gegebenen Ausfallrisikos (ex post-opportunismus). Mit dem Bild einer Selbstbedienung durch den Gesellschafter, welches der Senat schon im Trihotel -Urteil zur Illustration des Haftungstatbestands gebrauchte, 69 hat eine Unterkapitalisierung nichts gemein. Ebenfalls nicht anwendbar sind die Trihotel -Grundsätze bei einer Sphären- oder Vermögensvermischung : Führen die Gesellschafter ihr Unternehmen nicht getrennt von ihrem sonstigen Vermögen, so dass sich der den Gläubigern zur Verfügung stehende Haftungsfonds nicht mehr isolieren lässt, liegt darin kein betriebsfremder Eingriff. 70 Allerdings riskieren die Gesellschafter nach einer anderen Rechtsprechungslinie des BGH sogar den völligen Verlust ihres Haftungsprivilegs im Wege der Durchgriffshaftung. 71 Gerade in der Insolvenz kann dies zu einer drastischen Haftungsfalle werden. 68 BGHZ 176, 204 = NJW 2008, 2437 = WM 2008, 1220 Gamma; ebenso Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn. 64; Michalski/Servatius (Fn. 65), Syst. Darstellung 4, Konzernrecht, Rn. 377; a.a. noch die Vorinstanz OLG Düsseldorf NZG 2007, 388 = ZIP 2007, 227; Casper in: Ulmer/Habersack/Winter, GmbHG, Band 3, 1. Aufl. 2008, Anh. 77 Rn. 128 ff. Nach Teilen des Schrifttums soll in diesen Fällen allerdings ungeachtet der Trihotel -Grundsätze eine Haftung nach 826 BGB wegen vorsätzlich sittenwidriger Schädigung unmittelbar der Gläubiger in Betracht kommen, s. nur Lutter/Hommelhoff/Lutter/Bayer (Fn. 52), 13 Rn. 22 m. w. Nachw. 69 BGHZ 173, 246, 257 f. (Rn. 28) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 70 BGHZ 173, 246, 257 (Rn. 27) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 71 S. zuletzt BGH NZG 2008, 187, 188 (Rn. 16) = NJW-RR 2008, 629 = WM 2008, 302; zuvor bereits BGHZ 125, 366, 368 = NJW 1994, 1801 = WM 1994, 896; BGHZ 95, 330, 333 f. = NJW 1986, 188 = WM 1985, 1263 Autokran; BGH NJW 1985, 740 f. = WM 1985, 54; OLG Celle GmbHR 2001, 1042; OLG Jena GmbHR 2002, 112, 114; dazu 205

244 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm IV. Übertragung auf sonstige Gesellschaftsformen 1. Aktiengesellschaft Für die AG hatte der BGH bislang keine Gelegenheit, sich zur Übertragung des Innenhaftungskonzepts zu äußern. Das Schrifttum spricht sich vielfach dafür aus, 72 auch wenn dem kaum praktische Bedeutung zukommt. Denn das aktienrechtliche Schutzniveau der 117, 311 ff. AktG geht im Regelfall über die Trihotel -Standards noch hinaus, indem es auch schon im Vorfeld einer Insolvenz Anwendung findet und daher nicht nur Existenzschutz, sondern sogar Bestandsschutz gewährt. 73 Die Diskussion konzentriert sich für das Aktienrecht daher auf die Frage, ob die wenigen verbleibenden Schutzlücken durch weitergehende Haftungsmodelle zu schließen sind. Konkret betrifft dies die bereits erwähnten Fälle einer qualifizierten Nachteilszufügung und der qualifiziert faktischen Konzernierung. 74 Das Meinungsbild in der Literatur ist recht unübersichtlich. Der Sache nach geht es letztlich darum, ob für die AG eines der früheren konzernrechtlichen Haftungsmodelle Autokran oder TBB oder ein ebenfalls Bestandsschutz bezweckendes anderes Alternativmodell (weiterhin) zur Anwendung kommen soll. Während einige Stimmen beides kategorisch ablehnen, 75 ist sich ein Großteil des Schrifttums jedenfalls darin einig, dass bestimmte Formen der Konzernleitung eine globale Verlustausgleichspflicht nach überwiegender Lesart samt Michalski/Michalski/Funke (Fn. 6), 13 Rn. 358 ff.; Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. 4), 13 Rn. 133 ff.; Lutter/Hommelhoff/Lutter/Bayer (Fn. 52), 13 Rn. 19, 24; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. 4), 13 Rn Grigoleit/Grigoleit (Fn. 54), 1 Rn. 126; Emmerich/Habersack/Habersack (Fn. 28), Anh. 317 Rn. 5a; Habersack ZGR 2008, 533, 550 f. m. w. Nachw.; vgl. auch Hüffer/Koch AktG (Fn. 16), 1 Rn. 25 ff. ( 17 AktG als Pendant zu 826 BGB); aus der instanzgerichtlichen Rechtsprechung OLG Köln ZIP 2007, 28, 30; a.a. Schall, Kapitalgesellschaftsrechtlicher Gläubigerschutz, 2009, S. 238 f.; Schall in: Festschrift Stilz, 2014, S. 537, 547 f. 73 Dazu auch noch V Oben II. 2. b). 75 Hüffer/Koch AktG (Fn. 16), 1 Rn. 29; MünchKommAktG/Altmeppen (Fn. 16), Anh. 317 Rn. 14 ff. 206

245 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Ausfallhaftung des herrschenden Unternehmens nach sich ziehen müssen. Sehr unterschiedlich wird indes beurteilt, auf welche Rechtsgrundlage eine solche Haftung zu stützen ist und welche Tatbestandsvoraussetzungen zu verlangen sind. 76 Einige Stimmen befürworten eine Verlustausgleichs- und Ausfallhaftung analog 302, 303 AktG nach dem Vorbild des TBB -Urteils und lassen hierfür die Ausübung intensiver (umfassender und dauerhafter) Leitungsmacht genügen. Damit sind die oben 77 beschriebenen Fälle qualifiziert-faktischer Konzernierung gemeint, und zwar unabhängig davon, ob die Gesellschaft im Ergebnis zu Schaden kommt oder floriert. 78 Hinter dieser als Strukturhaftung bzw. Zustandshaftung bekannt gewordenen Konzeption steht die Erwägung, der Aktionär müsse sich so behandeln lassen, als bestünde ein Beherrschungsvertrag, weil eine umfassende und dauerhafte Konzernleitung eben nur bei Bestehen eines Beherrschungsvertrags rechtmäßig sei. 79 Nach dem Alternativmodell ( Verhaltenshaftung ) 80 soll die Ausübung intensiver Leitungsmacht für sich genommen nicht genügen, um eine Haftung analog den 302, 303 AktG auszulösen. Hinzukommen müsse vielmehr eine nachhaltige und regelmäßige oder doch zumindest mehrfache Verletzung der Vermögensinteressen der abhängigen AG, die nicht nach den 311 ff. AktG kompensiert werden kann. Auf dieser Basis wollen Einzelne die Verlustausgleichspflicht sogar unmittelbar aus 76 Ausführliche Darstellung der Positionen mit zahlreichen Nachweisen bereits bei Mülbert, Aktiengesellschaft (Fn. 34), S. 477 ff. 77 Oben II. 2. b). 78 K. Schmidt, Gesellschaftsrecht (Fn. 36), 39 III 3, S ff.; Wiedemann ZGR 1986, 656, 664; Ulmer NJW 1986, 1579, 1584; wohl auch Spindler/Stilz/H.F. Müller (Fn. 35), 317 Rn. 9 und Vor 311 Rn. 25 ff. 79 Zu diesem Gesichtspunkt etwa Habersack ZGR 2008, 533, 553; Spindler/Stilz/H.F. Müller (Fn. 35), Vor 311 Rn Lutter ZGR 1982, 244, 266 f.; Lutter ZIP 1985, 1425, 1429; Timm NJW 1987, 977, 982; für Verhaltenshaftung auch J. Vetter in: K. Schmidt/Lutter, AktG, Band 2, 2. Aufl. 2010, 317 Rn

246 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm 317 AktG herleiten, indem sie den Jahresfehlbetrag der abhängigen AG als normativen Mindestschaden anerkennen 81 oder eine punktuellen Erweiterung der Rechtsfolge des 317 AktG befürworten 82. In der Konsequenz sei nicht nur die Analogie zu 302 AktG, sondern auch eine Ausfallhaftung analog 303 AktG entbehrlich, da die Gläubiger nach 317 Abs. 4 AktG gegen den Gesellschafter vorgehen könnten. 83 Nach einer dritten, ebenfalls auf die 302, 303 AktG analog abstellenden Auffassung ist es unerheblich, ob das herrschende Unternehmen umfassend und dauerhaft oder nur einmalig zum Nachteil der AG auf diese eingewirkt hat. Entscheidend sei lediglich, ob die Einwirkung das Ausgleichssystem der 311, 317 AktG außer Kraft setze. 84 Mit dieser Maßgabe begründet neben der qualifiziert-faktischen Konzernierung auch eine (einmalige) qualifizierte Nachteilszufügung 85 die Verlustausgleichspflicht samt Ausfallhaftung. 86 U.E. ist nur die Statuierung einer pauschalen Verlustausgleichspflicht des herrschenden Unternehmens angezeigt, und zwar immer dann, wenn dieses die Funktionsfähigkeit der 311, 317 AktG im Verhältnis zur AG für die Zukunft außer Kraft setzt. 87 Es kann nicht angehen, dass der Aktionär ohne jede Sanktion wesentliche Schutzinstrumente des Konzernrechts beseitigt, um sodann unkontrolliert auf die Gesellschaft einwirken zu können. 88 Dies muss unabhängig davon gelten, ob die 81 KK/Koppensteiner (Fn. 29), 317 Rn. 22 f. m. w. Nachw. 82 K. Schmidt/Lutter/J. Vetter (Fn. 80), 317 Rn. 53 ff. 83 K. Schmidt/Lutter/J. Vetter (Fn. 80), 317 Rn Statt vieler Raiser/Veil, Recht der Kapitalgesellschaften, 5. Aufl. 2010, 53 Rn. 57; Emmerich/Habersack/Habersack (Fn. 28), Anh. 317 Rn. 16; Schall in: Festschrift Stilz, 2014, S. 537, Oben II. 2. b). 86 Statt vieler Emmerich/Habersack/Habersack (Fn. 28), Anh. 317 Rn. 16, 20; Krieger in: Münchener Handbuch des Gesellschaftsrechts, Band 4, AG, 3. Aufl. 2007, 69 Rn. 133 ff. 87 Näher Mülbert, Aktiengesellschaft (Fn. 34), S. 487 ff.; Mülbert in: Münchener Kommentar zum HGB, Band 3, 3. Aufl. 2012, KonzernR, Rn. 182; für die GmbH auch schon Mülbert DStR 2001, 1937, 1946 f. 88 S. bereits Mülbert, Aktiengesellschaft (Fn. 34), S

247 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Funktionsstörung der 311 ff. AktG auf einer Vielzahl umfassender und dauerhafter Leitungsmaßnahmen beruht oder auf einer einzelnen Handlung. Indes vermag weder die Analogie zu 302 AktG noch eine punktuelle Rechtsfolgenerweiterung des 317 AktG zu überzeugen: Zur Sanktionierung unzulässiger Konzernleitungsmaßnahmen bietet sich vielmehr ein Rückgriff auf die mitgliedschaftliche Treuepflicht an. Aus dieser folgt unmittelbar also nicht erst im Wege des Schadensersatzes nach 280 Abs. 1 BGB eine Verlustausgleichspflicht, wenn und solange das herrschende Unternehmen die 311 ff. AktG eigenmächtig außer Kraft setzt. 89 Da es sich hierbei um einen funktionalen Ersatz des 311 AktG handelt, sind jedoch solche nachträglich eintretenden Verluste auszunehmen, die auch bei hypothetischer Durchführung eines Einzelausgleichs mangels Vorhersehbarkeit nicht auszugleichen wären. 90 Außerdem lässt sich nach diesem Konzept keine Ausfallhaftung des Gesellschafters gegenüber den Gläubigern begründen, da sich Außenstehende nicht auf die mitgliedschaftliche Treuepflicht berufen können. 91 Indes steht einstweilen nicht zu erwarten, dass sich diese Sichtweise in der Praxis durchsetzt. Erste instanzgerichtliche Entscheidungen interpretieren das Trihotel -Urteil als kategorische Absage an die Rechtsfigur des qualifiziert-faktischen Konzerns, und zwar nicht nur für die GmbH, sondern auch für die AG Mülbert, Aktiengesellschaft (Fn. 34), S Mülbert, Aktiengesellschaft (Fn. 34), S Gesellschaftsgläubigern steht freilich nach allgemeinen Regeln offen, zunächst die Gesellschaft wegen ihrer z.b. vertraglichen Forderungen zu verklagen und anschließend im Wege der Zwangsvollstreckung, namentlich per Erwirkung eines Pfändungs- und Überweisungsbeschlusses nach den 829, 835 ZPO, auf die Treuepflicht-basierten Ansprüche der Gesellschaft gegen den (Allein-)Gesellschafter zuzugreifen. 92 OLG Stuttgart AG 2007, 633, 636; OLG Stuttgart AG 2007, 873, 875; aus dem Schrifttum zustimmend MünchKommAktG/Altmeppen (Fn. 16), Anh. 317 Rn. 13 ff. 209

248 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm 2. Sonstige Gesellschaftsformen deutschen Rechts Für andere Gesellschaften deutschen Rechts, z.b. den eingetragenen Idealverein oder die Genossenschaft, aber auch die für Personengesellschaften ohne natürliche Person als Vollhafter, z.b. die GmbH & Co. KG, ist die Anwendbarkeit der Trihotel -Grundsätze bislang nur unvollständig geklärt. Teilweise wird angenommen, das Existenzvernichtungsverbot sei als rechtsformübergreifendes Grundinstitut des Gläubigerschutzes konzipiert, das als Korrelat der Haftungsbeschränkung für alle Gesellschaftsformen mit Haftungsbeschränkung Geltung beanspruche. 93 Dies erscheint indes zweifelhaft: Jedenfalls für den Idealverein hat der BGH eine Übertragung wegen der grundlegenden strukturellen Unterschiede zur GmbH ausdrücklich abgelehnt, 94 und für die Kapitalgesellschaft & Co. KG muss sie u.e. ebenfalls ausscheiden Scheinauslandsgesellschaften Umstritten ist schließlich die Übertragbarkeit des Innenhaftungskonzepts auf die in Deutschland tätigen Scheinauslandsgesellschaften. Hierbei handelt es sich vor allem um Gesellschaften in der Rechtsform der englischen Ltd., die zwar in Großbritannien gegründet, aber fast ausschließlich in Deutschland tätig werden. Die Anwendung deutschen Gesellschaftsrechts auf diese Gesellschaften verstößt gegen die unionsrechtliche Niederlassungsfreiheit, 96 so jedenfalls die in den Einzelheiten freilich umstrittene Entscheidungspraxis des Europäischen Gerichtshofs in den Urteilen Centros 97, Überseering 98 und Inspire 93 Leuschner, Konzernrecht des Vereins (Fn. 57), S. 357 ff. 94 BGHZ 175, 12 = WM 2008, 358 = NZG 2008, 670 Kolpingwerk. 95 MünchKommHGB/Mülbert (Fn. 87), KonzernR Rn. 179f f.; a.a. Staub/C. Schäfer, HGB, Band 3, 5. Aufl. 2009, 105 Rn. 35 m. w. Nachw. 96 Art AEUV. 97 EuGH, Rs. 212/97, Slg. 1999, I = NJW 1999, 2027 = WM 1999, 956 Centros. 98 EuGH, Rs. 208/00, Slg. 2002, I = NJW 2002, 3614 = WM 2002, 2372 Überseering. 210

249 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Art 99. Vor diesem Hintergrund werten Teile des Schrifttums die Trihotel -Entscheidung als Versuch des BGH, mit dem Rückgriff auf 826 BGB auch für die englische Ltd. ein Rechtsinstitut zur Sanktion existenzvernichtender Eingriffe zur Verfügung zu haben, das den Maßstäben der unionsrechtlichen Niederlassungsfreiheit genügt. 100 Andere bezweifeln dies, 101 ohne freilich den vom BGH statuierten, durchaus strengen Voraussetzungen der Existenzvernichtungshaftung angemessen Rechnung zu tragen. V. Grundsatzfragen eines Existenzvernichtungshaftungsregimes Als Grundsatzfragen eines Haftungsregimes für existenzvernichtende Eingriffe, die auch aus Sicht anderer Rechtsordnungen von Interesse sein könnten, lassen sich im Wesentlichen drei Problemkreise ausmachen. 1. Bestandsschutz oder bloßer Existenzschutz? Die Alternative Bestandsschutz oder bloßer Existenzschutz? markiert den Ausgangspunkt jeder Diskussion um eine Existenzvernichtungshaftung. Will sich das Recht damit begnügen, die Gesellschaft bei solchen Gesellschaftereingriffen zu schützen, die zu ihrer Insolvenz führen, oder soll die Gesellschaft in ihrem jeweiligen Bestand 99 EuGH, Rs. 167/01, Slg. 2003, I = NJW 2003, 3331 = WM 2003, 2041 Inspire Art. 100 Gehrlein WM 2008, 761, 769; Buchalik/Rinker in: Buth/Hermanns (Hrsg.), Restrukturierung, Sanierung, Insolvenz, 3. Aufl. 2009, 4 Rn. 36 ff.; für eine Anwendung auf (Schein-)Auslandsgesellschaften Gottwald/Kolmann in: Gottwald, Insolvenzrechts-Handbuch, 4. Aufl. 2010, 132 Rn. 99; Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. 4), 13 Rn. 116 f.; Altmeppen/Ego in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 7, 3. Aufl. 2012, Europäische Niederlassungsfreiheit Rn. 429 ff.; Burg/Müller-Seils ZInsO 2007, 929, 931; Paefgen DB 2007, 1907, 1912; Vetter BB 2007, 1965, 1969 f; Weller ZIP 2007, 1681, 1688 f.; zweifelnd Strohn ZInsO 2008, 706, 711; MünchKommGmbHG/Liebscher (Fn. 24), Anh. 13 Rn. 624 ff.; differenzierend Gruelich/Rau NZG 2008, 565, 568 f. 101 Gegen eine Anwendbarkeit der Existenzvernichtungshaftung auf Scheinauslandsgesellschaften etwa Michalski/Michalski/Funke (Fn. 6), 13 Rn. 444 ff.; wohl auch Schanze NZG 2007, 681, 685 f.; schon vor der Trihotel Entscheidung ausführlich Schlichte DB 2006, 2672 ff. 211

250 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm geschützt und damit ein höheres Maß an Insolvenzprophylaxe gewährleistet werden? Das deutsche Aktienrecht verfolgt seit jeher das zweite Konzept, indem es wie bereits erläutert 102 sogar den Alleingesellschafter einer Haftung nach 117 AktG und den Regeln des faktischen Konzerns unterwirft, und zwar unabhängig davon, ob sein Eingriff zur Insolvenz der AG führt. Im GmbH-Recht geht es hingegen seit der Abkehr von den TBB - Grundsätzen nur noch um das erste Konzept: Sowohl nach dem Röhricht-Modell als auch nach der Trihotel -Entscheidung muss jedenfalls der Alleingesellschafter nur dann Schadenersatz für kompensationslose Nachteilszufügungen leisten, wenn es zu einer Existenzvernichtung kommt. 103 Die Entscheidung zugunsten des einen oder anderen Konzepts dürfte letztlich eine rechtspolitische sein, die jede Rechtsordnung für sich selbst zu treffen hat. Sie hängt weder davon ab, ob die Rechtsordnung ein Mindestkapital vorsieht oder nicht, noch davon, ob wie bei 30 GmbHG lediglich das Stammkapital oder wie bei 57 AktG das gesamte Vermögen der Gesellschaft gegen Zugriffe der Gesellschafter gesichert wird. Auch ein Bestandsschutzkonzept nach Art der 311 ff. und 117 AktG schützt das Gesellschaftsvermögen in seinem jeweiligen Bestand, ungeachtet seiner jeweils aktuellen Höhe. 2. Innenhaftung oder Durchgriffshaftung? Ob die Existenzvernichtungshaftung als Rechtsfolge eine Schadensersatzhaftung gegenüber der Gesellschaft oder aber eine Durchgriffs- oder Außenhaftung gegenüber den Gläubigern vorsieht, ist wohl ebenfalls für jede Rechtsordnung gesondert zu beantworten. Eine Außenhaftung liegt umso näher, je mehr eine Rechtsordnung bei der Geltendmachung von Ansprüchen auch bei insolventen Gesellschaften auf die Gläubigerinitiative und nicht auf einen Insolvenzverwalter etc. setzt. Ist keine Person vorhanden, die die Ansprüche der insolventen 102 Oben II. 2. b). 103 Wie hier Habersack ZGR 2008, 533,

251 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Gesellschaft (auch) gegenüber den Gesellschaftern kollektiv geltend macht im deutschen Recht etwa fehlt es im Falle der masselosen Insolvenz an einer solchen Person 104, sollte den Gläubigern zumindest die Befugnis zukommen, diese Ansprüche in Namen der Gesellschaft geltend zu machen. Der vom BGH gewiesene Weg, dass die Gläubiger die Ansprüche der Gesellschaft gegen die Gesellschafter pfänden und sich dann befriedigen, erscheint dann viel zu restriktiv. 3. Verschuldensmaßstab? Was den Verschuldensmaßstab angeht, lässt sich u.e. mit größerer Gewissheit nur sagen, dass eine Existenzvernichtungshaftung ein Verschuldenselement vorsehen sollte. Ob mit dem BGH Vorsatz zu fordern ist oder, ganz im Gegenteil, es bei einfacher Fahrlässigkeit bewenden sollte, ist weit weniger eindeutig zu beantworten. Die Rechtslage im GmbH-Recht, die aus der Einfügung des neuen 64 Satz 3 GmbHG durch das MoMiG resultiert, legt immerhin eine Minimalanforderung nahe: der Haftungsmaßstab sollte sich in den jeweiligen systematischen Gesamtzusammenhang der Gesellschafter- und Geschäftsführerhaftung einer Rechtsordnung wertungsstimmig einfügen. VI. Schlussbemerkungen Die Diskussion um den Schutz von Kapitalgesellschaften vor schädigenden Eingriffen ihrer Gesellschafter wird im deutschen Recht häufig unter der Überschrift Existenzvernichtungshaftung geführt. Die mit diesem Begriff implizierte Fokussierung auf Maßnahmen, welche im Ergebnis zur Insolvenz der Gesellschaft führen, erscheint freilich viel zu eng, wenn man nach Maßgabe der vorstehenden rechtsformübergreifenden Ausführungen sozusagen das große Ganze in den Blick nimmt. Für die Qualität des körperschaftlichen Haftungsgefüges viel entscheidender ist die vorgelagerte Frage, ob die jeweilige Rechtsordnung die Gesellschaft in ihrem jeweiligen Bestand oder InsO. 213

252 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm lediglich deren Existenz schützen will. Im ersten Fall ist eine gesonderte Existenzvernichtungshaftung entbehrlich. Die Antwort des deutschen Rechts fällt differenziert aus: bloßer Existenzschutz für die GmbH, Bestandsschutz für die AG. Freilich bestehen keine zwingenden Sachgründe, die diese Differenzierung erforderlich machen würden. Vielmehr sind auch Einheitslösungen möglich, etwa indem ein Bestandsschutzsystem nach dem Vorbild der 311 ff. AktG unterschiedslos für alle Handelsgesellschaftstypen vorgesehen wird. Diesen Weg ist wohl das türkische Recht mit den neuen Konzernvorschriften der Artikel 195 ff. des türkischen Handelsgesetzbuches gegangen. Wenn und soweit sich eine Rechtsordnung für Bestandsschutz entscheidet, ist jedenfalls eine Absicherung dieses Schutzmodells gegen Umgehungsversuche angezeigt. Es sollte den Gesellschaftern nicht möglich sein, die einschlägigen Regeln durch besonders grobe Eingriffe in die (Struktur der) Gesellschaft außer Kraft zu setzen. Dabei hängt die Dringlichkeit eines Umgehungsschutzes auch davon ab, wie effizient die flankierenden organisatorischer Kautelen funktionieren, etwa was die Erstellung, Veröffentlichung und Kontrolle eines Abhängigkeitsberichts anbelangt. In Deutschland hat sich die Kontrolle des Abhängigkeitsberichts durch den Aufsichtsrat 105 als Instrument zur Aufdeckung von Unregelmäßigkeiten durchaus bewährt. Im Übrigen stellt sich bei der Sanktionierung von Umgehungsversuchen immer die Frage nach dem konkreten Haftungsmodell. Kennt das nationale Recht ähnliche Regeln wie die im Vertragskonzern geltenden 302, 303 AktG, mag man die dortigen Haftungsregeln analog heranziehen. Andernfalls bleibt vor vornherein nur der Rückgriff auf mitgliedschaftliche Treuepflichten oder, wenn das nicht möglich ist, eine Fundierung im allgemeinen Deliktsrecht. Die denkbare Alternativlösung, außenstehenden Gesellschaftern bei besonders gravierender 105 Oben III

253 Existenzvernichtungshaftung - Gesellschafterhaftung für gläubigerschädigende Einwirkungen auf die Gesellschaft - Nachteilszufügung ein Austrittsrecht aus der Gesellschaft gegen Zahlung einer angemessen Abfindung zu gewähren, dürfte für sich genommen zu kurz greifen, da sie die (ebenfalls) schutzwürdigen Interessen der Gesellschaftsgläubiger außer Acht lässt und bei der Einpersonen- Gesellschaft von vornherein ausscheidet. Den Gesellschaftsgläubigern ist nur mit einer effektiv durchsetzbaren Ausgleichs- bzw. Schadensersatzpflicht des herrschenden Unternehmens geholfen. Ob ein Schadensersatzanspruch dann auch in einer dauerhaften oder vorübergehenden Verlustausgleichspflicht bestehen kann, etwa unter dem Aspekt des normativen Mindestschadens, dürfte letztlich von den Regeln des allgemeinen Schadensrechts abhängen. Für das deutsche Recht wird eine solche Lösung nur ganz vereinzelt vertreten. 106 Rechtsordnungen, die wie das türkische Konzernrecht keine den 302, 303 AktG funktional vergleichbare Vorschriften kennen, mögen in der Frage Verlustausgleich als Mindestschadensersatz jedoch anders entscheiden. 106 Oben IV

254 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm 216

255 VARLIĞI YOK ETME MÜKELLEFİYETİ - KURULUŞA ALACAKLIYA ZARAR VERİCİ ETKİLERİ İÇİN HİSSEDAR MESULİYETİ - Prof. Dr. Peter O. Mülbert Alexander Wilhelm I. Giriş Hissedarların varlığı yok etme mükellefiyeti konusu, uzun yıllardır Alman sermaye şirketi hukukunda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Oysaki konun merkezinde, birbiriyle yakından bağlantılı olan iki soru çemberi bulunmakta: - Birincisi: Eğer hissedar şirket yönetimine etki ederek kendi kuruluşuna zarar verir ise, sorumluluk hukuku açısından sorumlu mudur? -İkincisi: Hissedar, kuruluşuna karşı sadece iç ilişki dahilinde mi sorumludur yoksa bunun yanı sıra dış ilişki bağlamında alacaklılara karşı da mı sorumludur? Bu konuya duyulan büyük ilgi, yazılmış olan GmbH ve sermaye hukukunun hissedarların kuruluş varlığına müdahale etmelerine karşı koruma konusunda göstermiş olduğu açık düzenleme açığından dolayıdır: tipik yasal, birden fazla hissedarın olduğu kuruluşlarda, alacaklı menfaati doğrultusundaki kuruluş varlığı konusunda etkili koruma garanti edilmiştir. Buna karşılık fiili olarak birleşmiş GmbH larda tüm koruma mekanizmalarının devre dışı kalması düşünülebilir. GmbH-hukukundaki en azından koruyucu boşlukları kapatma denemeleri, federal Yargıtay (BGH) son üç on yılda tekrarlandı ve her seferinde farklı yaklaşımlarla. Şimdilik son noktayı 2007 yılında yapılmış olan Trihotel -kararı oluşturmaktadır. 1 Bu karara göre, hissedarın kendi GmbH sının varlığı yok edici yani kuruluşun iflasına neden olacak 1 BGHZ 173, 246 = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 217

256 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm müdahalelerde bulunması sorumluluğu, BGB nin 826.maddesine dayanmakta, yani genel haksız fiil hukukunun genel hükmüne. Zamansal açıdan Trihotel -kararına paralel olarak, kanun koyucuda aktif oldu. GmbH-hukukunu modernleştirme yasası ve suistismallerle mücadele 2 genel olarak MomiG kısaltmasıyla bilinir GmbH ya karşı hissedarlara ödemeler konusunda, şayet bunlar kuruluşu ödeme yapamayacak duruma getirmesi halinde ( 64 Satz 3 GmbHG n.f.) şirket yöneticisi mesuliyetinde borçlanmaya bağlı tamamlama getirmiştir. Kanun gerekçelendirmesinden sonra yönerge varlığı yok edici müdahale başlığı altında ünlenmiş olan mükellefiyetin bir kısmını kapsar, 3 ancak burada BGB nin 826.maddesindeki mükellefiyet ölçüsüne yönelik çelişkisine değinilmez. Devamında öncelikle, özellikle GmbH-hukukunda özel bir varlığı yok edici mükellefiyetin geliştirilmesine neden olan düzenleme açıkları ortaya çıkarılmalıdır (II.). Ardından GmbH-hissedarlarının varlığı yok edici mükellefiyetleri Tirhotel modeline göre münferit olarak nasıl göründüğü ele alınmalı (III.) ve bu mükellefiyet modelinin başka kuruluş şekillerine aktarılıp aktarılmadığına bakılmalıdır(iv.). Kapanışı, varlığı yok edici mükellefiyetle ilgili esas sorulara yönelik görüşlerle yapmak istiyorum. II. Özel bir varlığı yok etme mükellefiyetine duyulan gereklilik 1. Tipik yasal olan sermaye kuruluşunda şirket varlığının korunması Kuruluş varlığının hissedarların müdahalelerine karşı korunması sonucunda, bu durum aşağıdaki düşüncelerle özet olarak tutulabilir, tipik yasal birden fazla hissedarın olduğu GmbH ve sermaye kuruluşlarında, azınlık hissedarların korunmasına yönelik kuralların aynı anda refleks gibi kuruluşu da korumaktadır. Alacaklı menfaatinin korunmasında ise, 2 BGBl. I S Gesetzesbegründung zum MoMiG, BT-Drucks. 16/6140 vom , S

257 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - sermaye hukuku, GmbH-hukukuna nazaran çok daha ileri gidiyor. Ayrıntılı olarak: a) GmbH-Hukuku GmbH-hukuku hissedarların kuruluş varlığına olan müdahalelerini öncelikle GmbHG nin 30.maddesindeki sermayeyi devam ettirme kuralları ile sınırlıyor. Ardından ana sermayeyi devam ettirmek için gerekli olan varlık, hissedarlara ödenmemesi gerekiyor. Dağıtılabilir olansa, bilançonun serbest varlık olarak gösterdiği 4 ve und anayasaya aykırı olan hizmetler ise hissedarlar GmbHG nin 31.maddesi gereğince raporlaması gerekmektedir. Sermayenin bağlaması, aciz kanununun esas sermaye tazminat hakkı ile desteklenmektedir. Buna göre iflas durumda, bir hissedar kredisinin geri ödemesi sadece ikinci dereceden geçerli sayılabilir (InsO nin 39.maddesi Paragraf 1 No. 5) ve şayet bir yıl içerisinde bir iflas başvurusu tarafından gerçekleşmiş ise, kuruluşun ödeme hizmetleri itiraza tabidir (InsO nin 135.maddesi). 5 Buna ilave olarak yazılı olmayan davranış görevleri eklenmektedir. Temelleri, hissedarların üyeliklerine bağlı sadakat görevine dayanmaktadır. Bu durum hem GmbH ilişkisinde hem de diğer kuruluş ilişkilerinde geçerlidir. 6 Kasten ya da ihmal 7 sonucu kuruluşlarına yönelik sadakat 4 Baumbach/Hueck/Fastrich, GmbHG, 20. Aufl. 2013, 30 Rz. 6; Altmeppen in: Roth/Altmeppen, GmbHG, 7. Aufl. 2012, 30 Rz. 9; aus der Rechtsprechung etwa BGHZ 95, 330, 340 = NJW 1986, 188 = WM 1985, 1263 Autokran. 5 Die rechtsformneutrale Überführung des zuvor in den 32a, 32b GmbHG geregelten Eigenkapitalersatzrechts in die InsO erfolgte ebenfalls im Zuge des MoMiG. Näher zum Ganzen Mülbert WM 2006, 1977 ff.; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), Anh. 30 Rz. 3 ff.; Ehricke in: Münchener Kommentar zur InsO, Band 1, 3. Aufl. 2013, 39 Rz. 36 ff.; Braun/Bäuerle, InsO, 5. Aufl. 2012, 39 Rz. 15. Flankiert wird der Anfechtungstatbestand nach 135 InsO überdies durch 6 des Anfechtungsgesetzes (AnfG). Hiernach ist eine Anfechtung von z.b. Tilgungsleistungen der Gesellschaft auf ein Gesellschafterdarlehen auch außerhalb der Insolvenz möglich, sofern die Leistung in den letzten zehn Jahren vor Erlangung eines vollstreckbaren Schuldtitels gegen die Gesellschaft oder danach erbracht wurde. 6 BGHZ 65, 17, 18 f. = NJW 1976, 191 = WM 1975, 1152; Bayer in: Lutter/Hommelhoff, GmbHG, 18. Aufl. 2012, 14 Rz. 21; Raiser in: Ulmer/Habersack/Winter, GmbHG, Band I, 2005, 14 Rz. 72; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz. 20; Mi- 219

258 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm görevlerini zedeleyerek GmbH larından yararlanan hissedarlardan, men etme 8 ve BGB nin 280.maddesi 1.Paragrafı gereğince tazminat ile cezalandırılabilirler. Tazminat talebi, kollateral hasarları da kapsamaktadır bunlar GmbHG nin 31.maddesi gereğince geri ödeme talebi tarafından kapsanmamış 9, GmbHG nin 30.maddesini ihlal eden ödeme sonucunun dolaylı zararı, bir nevi atlanmış olan faizlerdir şayet görev ihlali ile ilgili bir ilişsonuç ilişkisi yok ise. Benzeri durum, varlık kesintisi sırasında dokunulmuş olabilen rekabet yasağının ihlali durumunda da geçerlidir. Yasal davranış kurallarının aksine, ortakların kararı bozulabilir hatta geçersiz olabilir. 10 Hissedarların bunun üzerine destekli, GmbH da esas olarak talimata 11 bağlı olan bir talimatı istisnai olarak şirket yönetimi tarafından uygulanamaz. 12 Şiddetli durumlarda GmbH da görevini unutmuş olan hissedarların ihracatı dahi söz konusu olabilir. 13 b) Şirket hukuku Şirket hukukunda varlığın bağlanması çok daha belirgindir: AktG nin 57 ve 62.maddelerindeki sermaye artırımı gereğince, tüm varlık GmbH da olduğu gibi sadece heykelsi temel sermayeyi kapsamaz. Bu chalski/funke in: Michalski, GmbHG, Band 1, 2. Aufl. 2010, 13 Rz. 136; Wicke/Wicke, GmbHG, 2. Aufl. 2011, 13 Rz Michalski/Michalski/Funke (Fn. ==), 13 Rz. 183; Winter/Seibt in: Scholz, GmbHG, Band I, 10. Aufl. 2006, 14 Rz Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz. 23; Verse in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 14 GmbHG, Rz. 117; Verse, Der Gleichbehandlungsgrundsatz im Recht der Kapitalgesellschaften, 2006, S. 412 ff. 9 Henssler/Strohn/Verse (Fn. ==), 13 GmbHG Rz. 66; vgl. auch Leuschner NJW 2011, Beispielsweise ist ein Beschluss analog 241 Nr. 3 Alt. 2 AktG nichtig, sofern er einen Verstoß gegen die Kapitalerhaltungsregeln ( 30 f. GmbHG) bezweckt; Michalski/Römermann, GmbHG, Band 2, 2. Aufl. 2010, Anh. 47 Rz. 22 ff.; Henssler/Strohn/Verse (Fn. ==), 14 GmbHG Rz Lenz in: Michalski, GmbHG, Band 2, 2. Aufl. 2010, 37 Rz. 16 ff.; Stephan/Tieves in: Münchener Kommentar zum GmbHG, Band 2, 2012, 37 Rz. 115 ff.; OLG Düsseldorf ZIP 1984, 1476, 1477 f. 12 Michalski/Lenz (Fn. ==), 37 Rz. 19 ff.; MünchKommGmbHG/Stephan/Tieves (Fn. ==), 37 Rz. 118 ff. 13 BGHZ 9, 157, 163; 16, 317, 322 = WM 1955, 437; BGH GmbHR 1987, 302, 303; OLG Frankfurt/Main GmbHR 1993, 659, 659 f.; Lutter/Hommelhoff/Bayer (Fn. ==), 14 Rz. 31; Michalski/Michalski/Funke (Fn. ==), 13 Rz. 184 ff. 220

259 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - nedenle kar payı dağıtımı sadece genel kurulun AktG nin 174.maddesindeki kar kullanım kararı gereğince mümkündür. Ayrıca aksiyonerler hiçbir genel rekabet yasağına tabi olmamakla birlikte, 14 kuruluşun ve diğer aksiyonerlere karşı üyelik ve sadakat bağiarı mevcuttur. 15 İhlaller ortaklar kararlarının bozulabilirliğinin yanı sıra 16, kuruluşun ihtiyati tedbir ve tazminat taleplerini beraberinde getirebilir. 17 Ancak burada özellikle AktG nin 117.maddesindeki sorumluluk kuralını ve onun değerinin dikkate alınması gerekiyor olup, 18 sonucunda özellikle amaca dayanan sorumluluk sınırlandırması ortaya çıkar. 19 Bağımlı, yani şirket aksiyoneri tarafından hükmedilen bir sermaye şirketinde, ayrıca AktG nin 311. Maddesi fiili sermaye konserninin özel hukuku olarak dikkate alınmalıdır. Bay Theusinger tarafından aktarıldığı gibi hükmeden aksiyoner pratik düzenleme durumunda olduğu gibi 14 Hüffer AktG, 10. Aufl. 2012, 311 Rz. 2; Altmeppen in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 5, 3. Aufl. 2010, Vor 311, Rz. 50 f.; s. auch Henze/Notz in: Großkommentar zum AktG, Band 2, 4. Aufl. 2008, Anh. 53a Rz. 78: Wettbewerbsverbot allenfalls als Ausfluss der mitgliedschaftlichen Treuepflicht. 15 GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. ==), Anh. 53a Rz. 62 ff.; Hölters/Laubert, AktG, 2. Aufl. 2014, 53a Rz. 17; Bungeroth in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 1, 3. Aufl. 2008, Vor 53a, Rz. 25 ff. Im Verhältnis der Gesellschafter untereinander hat der BGH sowohl eine Treuepflicht der Aktionärsmehrheit gegenüber der -minderheit als auch umgekehrt anerkannt, s. nur BGHZ 103, 184, 194 ff. = NJW 1988, 1579 = WM 1988, 325 Linotype und BGHZ 129, 136, 143 ff. = NJW 1995, 1739 = WM 1995, 882 Girmes. 16 Würthwein in: Spindler/Stilz, AktG, Band 2, 2. Aufl. 2010, 243 Rz. 158 ff.; Hüffer in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 4, 3. Aufl. 2011, 243 Rz. 44 ff.; Hüffer AktG (Fn. ==), 243 Rz. 24 ff. m. w. Nachw. Dies entspricht im Ergebnis auch der Rechtsprechung, die freilich die Bedeutung der mitgliedschaftlichen Treuepflicht für die Kontrolle von Hauptversammlungsbeschlüssen bislang kaum betont, s. etwa BGHZ 71, 40, 43 ff. = NJW 1978, 1316 = WM 1978, 401 Kali + Salz; BGHZ 83, 319, 321 = NJW 1982, 2444 = WM 1982, 660; BGHZ 120, 141, 145 f. = NJW 1993, 400 = WM 1992, S. nur GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. ==), Anh. 53a Rz. 142 ff.; Henssler/Strohn/Verse (Fn. ==), 14 GmbHG Rz Spindler in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 2, 3. Aufl. 2008, 117 Rz. 71; GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. ==), Anh. 53a Rz So jedenfalls für eine Haftung wegen treuwidriger Stimmrechtsausübung BGHZ 129, 136, 162 = NJW 1995, 1739 = WM 1995, 882 Girmes; allgemeiner Großkomm- AktG/Henze/Notz (Fn. ==), Anh. 53a Rz. 149; MünchKommAktG/Bungeroth (Fn. ==), Vor 53a, Rz. 44 m. w. Nachw.; a.a. Guntz, Treubindungen von Minderheitsaktionären, 1997, S. 144 ff.; Wastl NZG 2005, 17,

260 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm başka ekonomik menfaatlere bağlı ve böylece AktG nin 15.maddesi gereğince hükmeden şirket durumundaysa uygulanırlar 20. Bu konuda AktG nin 311 ve 317.maddeleri girişimci-aksiyoner kendi sermaye şirketi üzerinde dezavantajlı etkilemeye izin vermekte, örneğin şirket yılının sonuna kadar eğer dezavantajı dengelerse likiditenin çekilmesi ya da sermaye şirketine dengeleme için belirlenmiş olan avantaj garanti etme konusunda yasal hak sunarsa. Aksiyoner bu ayrıcalıklı çerçeveye, her bir münferit dezavantajı zamanında ve eksiksiz olarak dengeleyerek uyum sağlar ise, genel varlık koruma kuralları ertelenmiştir. 21 şayet dengeleme garantisini kaçırır ise, sermaye şirketine tazminat talebi ile borçlanır ( 317 AktG). Bu talepler AktG nin 317.maddesi 4.Paragrafı ve 309.Maddesi 4.Paragrafı gereğince, diğer aksiyonler ve hatta kuruluş alacaklıları tarafından, sermaye şirketinin faturaları için kullanılabilirler. 2. Koruma sisteminin sınırları Kuruluş varlığının korumasına yönelik aktarılmış olan kurallar, hissedarların müdahalelerine karşı kapsamlı bir koruma sağlamamaktadır. Kalan boşluk ve eksiklikler önemli oranda aşağıdaki konuları ilgilendirmektedir. a) GmbH-Recht GmbH da bir koruma açığı özellikle, karşı çıkan bir azınlık hissedarının olmaması halinde söz konusudur. Bu durum özellikle tek bir hissedarı olan tek kişilik kuruluşlar veya birçok diğer hissedarlarla birlikte hareket edilmesin kapsıyor. Böyle durumlarda kuruluşa ve rekabet yasağına karşı üyelikli sadakat bağları başarısız oluyor. Enstitüler, tasarıma 20 Zu diesem für den Unternehmensbegriff nach den 15 ff. AktG maßgeblichen Kriterium statt vieler Hüffer AktG (Fn. ==), 15 Rz. 8; aus der Rechtsprechung BGHZ 69, 334, 336 ff = NJW 1978, 104 = WM 1977, 1346; BGHZ 74, 359, 364 f = NJW 1979, 2401 = WM 1979, 910; BGHZ 80, 69, 72 = NJW 1981, 1512 = WM 1981, 357; BGHZ 95, 330, 337 = NJW 1986, 188 = WM 1985, 1263; BGHZ 135, 107, 113 = NJW 1997, 1855 = WM 1997, 967; BGH NJW 2001, 2973, 2974 = WM 2001, BGHZ 179, 71, 76 f. (Rz. 11) = NJW 2009, 850 = WM 2009, 78 MPS; Mülbert/Leuschner NZG 2009, 281, 286 f.; Hüffer AktG (Fn. ==), 311 Rz. 49; A. Wilhelm NZG 2012, 1287, 1288; a.a. nur Altmeppen ZIP 1996, 693, 695 ff. 222

261 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - açık GmbH larda çünkü hissedarların düzenlemelerine kalıyor ve hemfikirlik durumunda koşullandırılabilirler. 22 Sermaye tutma kuralları gerçi alacaklıların ilgi alanında kalarak hem hissedarları hem de şirket yönetimi için bağlayıcı kalır. 23 Ancak bu konuda sadece sınırlı koruma sağlıyor: daha önce de belirtildiği gibi bir açıdan hissedarı aldıkları miktarları iade etmekle yükümlü tutar ve başka, örneğin kaçan faizler gibi herhangi bir kollateral hasarı kapsamazlar. Diğer yandan ise kuruluş varlığından herhangi bir kesinti gerçekleşmez ise uygulanamazlar, aksine iflasın diğer bilanço açısından ölçülemeyecek şekilde neden olur tıpkı konsern bütünleştirici önlemler ya da bilanço dışı aktif değiş tokuş gibi. 24 b) Şirket hukuku Aksiyoner müdahalelerine karşı varlık korumasındaki sınırlar ise, GmbH-hukukundakiler geçerlidir. Münferit aksiyoner kuruluşa karşı hiçbir üyelikli sadakat bağına tabi değildir 25 ve sermaye korumaya ters ödemeler durumunda, aksiyoner alınan tutarları iade etmekle yükümlüdür. Fakat tek kişilik sermaye şirketlerinde de AktG nin 311, 317 ve 117.maddelerinin hasar yasakları uygulanır. 26 Burada aksiyonerin sermaye şirketine zararı varlık çekerek mi yoksa bilanço dışı bir şekilde verdiği önemli değil; neden olduğu her dezavantajdan sorumludur. 27 Sergilenen 22 Habersack ZGR 2008, 533, 537; speziell zum Wettbewerbsverbot vgl. BGH WM 2008, 302 (Rz. 15) = ZIP 2008, 308; speziell zur Treuepflicht Liebscher in: Münchener Kommentar zum GmbHG, Band 1, Anh. 13 Rz. 344; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz. 20; GroßkommAktG/Henze/Notz (Fn. ==), Anh. 53a Rz. 43; Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. ==), 13 Rz. 57 ff. m. w. Nachw. 23 Verbotswidrige Weisungen darf die Geschäftsleitung nicht befolgen und die zugrunde liegenden Gesellschafterbeschlüsse sind analog 241 Nr. 3 AktG unwirksam. 24 Habersack ZGR 2008, 533, Insbesondere besteht nach ganz h.m. keine Treuepflicht des Alleinaktionärs gegenüber der AG, s. MünchKommAktG/Bungeroth (Fn. ==), Vor 53a, Rz. 24; Großkomm- AktG/Henze/Notz (Fn. ==), Anh. 53a Rz. 42 ff.; Wiesner in: Münchener Handbuch des Gesellschaftsrechts, Band 4, AG, 3. Aufl. 2007, 17 Rz Habersack in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, Anh. 317, Rz. 5; Habersack ZGR 2008, 533, 551; Bachmann NZG 2001, 961, 970; A. Wilhelm NZG 2012, 1287, 1291; a.a. Götz AG 2000, 498 ff. 27 Hüffer AktG (Fn. ==), 311 Rz. 25; Koppensteiner in: Kölner Kommentar zum AktG, Band 6, 3. Aufl. 2004, 311 Rz. 51; A. Wilhelm NZG 2012, 1287,

262 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm etki iflasa neden olur ise, aksiyoner kolateral hasarların giderilmesinden de sorumlu tutulabilir. 28 AktG nin 311.maddesindeki sıkı koruma sistemi de boşluksuz gibi görünmüyor. 29 Burada özellikle ilgi çekici iki olay sergilenebilir: - İlk konstelasyonda söz konusu olan, kalifiye dezavantaja neden olmaktır. Böyle bir olay, münferit dezavantajlı önlemin sonuçları belirsiz ve hesaplanamazdır ki, ne dengeleyici dezavantaj ne de hasar kapsamı belirlenebilir İkinci konstelasyon kalifiye fiili konsern olarak tanınır: Aksiyoner o kadar sık ve yoğun olarak sermaye şirketinin kuruluna etki etmiştir ki, münferit hasar verici etkilemeler artık dezavantaj dengelemesi ve hasar tazminatına yönelik bağlantı noktası olarak izole edilemez hale gelir. 31 III. GmbH-Hukukunda varlığı yok etme mükellefiyeti BGH, yasal olarak normlaştırılmış olan alacaklı korumasının sistemindeki boşlukları doldurma fırsatına ancak GmbH da nail olmuş ancak sermaye şirketinde bu fırsatı bulamamıştır. Bunun nedeni sadece sermaye şirketinin daha sıkı bir mali anayasaya sahip olmasına bağlı değil, aynı zamanda sermaye şirketinin GmbH ya karşılık kontrol merkezi olarak daha az talimatları olan bir kurula 32 ve zorunlu bir denetleyiciye 33 sahip olmasına bağlıdır. Bu durum organizasyon açısından dahi belirli oranda müdahale ve iflasa karşı koruma sağlamaktadır S. bereits oben II. 1. a); für die Bestimmung des Umfangs des ersatzfähigen Schadens sind die allgemeinen Regeln ( 249 ff. BGB) maßgeblich. Der Schaden ist gegebenenfalls nach 287 ZPO zu schätzen. 29 Zumindest aus praktischer Sicht a.a. MünchKommAktG/Altmeppen (Fn. ==), Anh. 317 Rz. 14: Es sei nicht ein einziger Fall bekannt geworden, in welchem 311 ff. zum Schutz der abhängigen AG nicht ausgereicht hätten. 30 Beispiele nach Emmerich/Habersack, Konzernrecht, 9. Aufl. 2008, 28 Rz H.F. Müller in: Spindler/Stilz, AktG, Band 2, 2. Aufl. 2010, Vor 311 Rz. 25 und 317 Rz. 9; MünchKommGmbHG/Liebscher (Fn. ==), Anh. 13 Rz. 472; Emmerich/Habersack/Habersack (Fn. ==), Anh. 317 Rz. 5 ff.; Bödeker in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 311 Rz. 34; Hölters/Leuering/Goertz, AktG, 2. Aufl. 2014, 311 Rz. 97 f Abs. 1 AktG. 33 S. die 95 ff. AktG. 34 Habersack ZGR 2008, 533,

263 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - 1. Yargıda ortaklaşa olmayan gelişme GmbH ve sermaye şirketi arasındaki bu yapı farklılıklarıyla aynı zamanda, GmbH-hissedarlarının kendi GmbH larına zararlarından dolayı AktG nin 311.maddesinin ilgili uygulamasıyla herhangi bir sorumluluklarının olmadığı, baştan bellidir. Çünkü GmbH dahilinde, bağımlı kuruluş bir bağımlılık raporunda tüm dezavantajlı işleri ve bunlardan elde edilmiş olan dengelemeleri belirtme zorunluluğu olmadığı gibi (AktG nin 312.maddesi), bu rapor denetleyiciler tarafından kontrol edilmesi gerekmemektedir (AktG nin 314.maddesi). 35 Bunun haricinde BGH nin şirketler hukukundan sorumlu olan II. Sivil senatosu sorumluluk boşluğunu kapatma konusunda zorlanmış ve GmbH-hissedarlarının sorumluluğu için toplamda en az dört, birbirinden çok farklı model oluşturmuş, farklılaştırmış ve ikisine bakıldığında, tekrar iptal etmiştir. Araç vinçi -kararı 36 olarak tabir edilen ilk yasal konsern sorumluluk modeli, AktG nin 15.maddesininin 37 yasal konsern şirket terimini yerine getiren ve özel bir genişlik ve yoğunlukta kendi GmbH larını etkileyen hissedarların, alacaklıların kayıplarına karşı da sorumlu olmalarını bekliyordu. Böyle bir yetersizlik sorumluluğunun, kalifiye fiili birlik oluşturma halindeki gerekçelendirmesi için, BGH böyle yoğun bir şirket yönetiminin AktG nin 291.maddesi kapsamında sözleşme konserninin ilişkileriyle uyumlu olmasına ve buna göre sözleşme konserni için geçerli olan sorumluluk kurallarına 38 analog uygulamaların bulunması için çalıştı Ganz h.m., wie hier Baumbach/Hueck/Zöllner/Beurskens, GmbHG, 20. Aufl. 2013, SchlAnhKonzernR Rz. 127 m. w. Nachw.; a.a. Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. ==), Anh. 13 Rz. 154 ff. 36 BGHZ 95, 330 = NJW 1986, 188 Autokran. 37 S. oben II. 1. b) f. AktG. 39 BGHZ 95, 330, 342 f. = NJW 1986, 188 Autokran; dazu etwa Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz

264 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm Literatürüne yapılan kısmen keskin eleştirinin sonucunda 40, BGH TBB kararında 41 zarar verici etkileme nedeniyle yasal konsern sorumluluğu olan modele geçiş yapt. Bu durum TBB -kararın ilk prensibinde ifade edilmektedir: GmbH hâkimiyetine sahip olan bir şirket hissedarı, kendi kuruluşunun çıkarlarını dikkate almadan, neden olunan dezavantajın münferit dengeleme önlemleriye kompanze edilemeyecek şekilde konsern idare gücünü uygular ise, AktG nin 302 ve 303.maddeleri gereğince sorumlu olur. Birkaç yıl sonra yeni bir sistem değişikliğine gidildi. O dönemde II.Sivil senatosunun başkanı olan Volker Röhricht in etkisiyle 42 mahkeme zarar verici etkileme nedeniyle ortağın şahsi sorumluluğu olduğu modele geçiş yaptı. Hissedarın şirket özelliği artık önemli değildi ve alacaklılara karşı borçlanmaya bağlı direkt ya da ortaın şahsi sorumluluğu, kuruluşa karşı sorumluluğun yerine geçti. 43 Değişken olan bu gelişmenin en son kapanışını Trihotel -kararı oluşturuyor. Röhricht-modelindeki ayrıntılı zayıf nokta analizinden sonra mahkeme, varlığı yok etme sorumluğunun, en iyisi kuruluşa karşı haksız uygulama sorumluluğu şeklinde tasarlanmasının doğru olacağı sonucuna vardı. 2. Trihotel-kararı a) Mükellefiyet unsuru ve hukuki sonuç BGH, Trihotel de varlığı yok etme sorumluluğunda talep temeli olarak BGB nin 826.maddesini göstermektedir. Ahlak dışı ve kasıtlı zarar ile başlık atılmış olan genel hüküm kısa ve öz olarak şöyledir: Kim diğerine ahlak dışı yoldan kasıtlı olarak zarar verirse, diğerinin zararını karşılamakla yükümlüdür. Varlığı yok etme sorumluluğunu bu 40 Statt vieler Röhricht in: Festschrift 50 Jahre BGH, 2000, S. 83, 85; K. Schmidt NJW 2001, 3577, BGHZ 122, 123 = NJW 1993, 1200 = WM 1993, 687 TBB. 42 Zuvor bereits Röhricht in: Festschrift 50 Jahre BGH, 2000, S. 83 ff. 43 In diesem Sinne schon BGHZ 149, 10 = NJW 2001, 3622 = WM 2001, 2062 Bremer Vulkan; präzisierend dann BGHZ 151, 181 = NJW 2002, 3024 = WM 2002, 1804 KVB; BGH NJW 2004, 1107 = WM 2004, 2254 = NZG 2004, 1107 Rheumaklinik. Zum Ganzen auch Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz

265 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - norma özel olay grubu olarak sınıflandırıldığında hangi taleplerin geçerli olduğunu, BGH aşağıdaki şekilde ifade etmiştir: (1) BGB nin 826.maddesi kapsamında herkes zarar veren olarak göz önündedir. Fakat BGH sorumlu olanların halkasını şirketler hukuku ölçütlerine göre sınırlandırmak istiyor. Hissedarın yanı sıra, GmbH da hissedar olan biri de sorumlu olabilir; ancak bu durum ilgili katılımcı yani hissedarhissedar zarar gören kuruluş üzerine hakimiyet derecesinde etki edebiliyor ise geçerlidir. 44 (2) Zarar gören ve buna göre tazminat talebinin sahibi, Trihotel - kararının sorumluluk kavramı içerisinde, zarar görmüş olan kuruluşun kendisidir. (3) Senato ahlaka aykırılığın objektif unsurunu, birincisi hissedarın kuruluş varlığına yapmış olduğu kalifiye müdahale sonucu ve ikincisi hissedarın bu müdahale ile görevini GmbH süresince, kuruluş alacaklısını tatmin etmek amacıyla kuruluş varlığının işlevsel olarak bağlanması ihlal ettiğinde mevcut görür: 45 - Öncelikle kalifiye müdahaleye değinecek olursak, böyle bir şey söz konusu olduğunda, müdahale hedef odaklı olarak işletmeye yabancı amaçlar için yapıldığında 46 ve GmbHG nin 30 ve 31.maddeleri tarafından hiç ya da tam olarak dengelenemediğinde, örneğin kolateral hasar şeklide. Fonksiyonel olarak bakıldığında, kalifiye müdahale nin özelliği ile, yani GmbHG nin 30 ve 31.maddelerine karşı yoğunlaştırılmış bir alım yasağı 47 oluşturulmaktadır. - Göreve değinecek olursak, kuruluş alacaklısını tatmin etmek amacıyla kuruluş varlığının işlevsel olarak bağlan- 44 BGHZ 173, 246, 263 f. (Rz. 44) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 45 BGHZ 173, 246, 256 f. (Rz. 25) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 46 BGHZ 173, 246, 259 (Rz. 31) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 47 BGHZ 173, 246, 257 f. (Rz. 28) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 227

266 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm masına saygı duymak; kalifiye müdahale kuruluşun ödeme gücünü ortadan kaldırdığında 48 ve böylece kuruluşun iflasına neden olduğunda ya da bunu daha da derinleştirdiğinde bu görev alacaklı isteklerini dikkate almak için ihlal edilmiştir. 49 (4) Senato sübjektif unsur olarak ise, ticaret yapan hissedarın kendisi tarafından ya da onayı ile alınmış olan önlemin, kuruluş varlığını kalifiye bir şekilde zarar vermesini görmekte; ahlaka aykırılık bilincinin olması gerekmiyor. 50 (5) Kuruluşun tazminat almaya hak ettiği zarar, BGH bunu söylemese de, alacaklı taleplerinin toplam tutarı ile kuruluşta halen mevcut olan varlık değerleri arasındaki farkta bulunuyor. Ana sermayenin tekrar doldurulması haline borçlanma yoktur; varlığı yok etme sorumluluğu sadece alacaklı menfaati doğrultusunda var olup, kuruluşun kendisini ilgilendirmez. (6) Rekabet düzleminde, BGB nin 826.maddesi gereğince varlığı yok etme sorumluluğu, daha önceki sorumluluk modellerine karşılık diğer taleplere karşı destekleyici değildir, özellikle GmbHG nin 31.maddesinden gelen bir talebe karşı. Olası talep esasları münferit olarak yan yana durmaktadır. 51 b) BGH nın gerekçelendirilmesi BGH, yeni adalet değişikliğinin gerekçelendirmesi için öncelikle dikkati, kuruluş varlığının korunması GmbHG nin 30 ve 31.maddeleri nedeniyle bazı boşluklar yarattığına ve ve hissedarın kesin olarak bir sorumluluk aktivitesine tabi tutulması gerektiğine ve böylece kuruluş alacaklısının tatmin etmek için gerekli kuruluş varlığını, varlık yok eden, 48 BGHZ 173, 246, 258 f. (Rz. 30) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 49 BGHZ 173, 246, 252 (Rz. 16) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 50 BGHZ 173, 246, 258 f. (Rz. 30) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 51 BGHZ 173, 246, 262 f. (Rz. 38 ff.) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 228

267 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - yani kuruluşu iflasa götüren ya da hissedarın buna benzer derin müdahalelerine karşı korunması gerektiğine çekecektir. 52 Mahkeme daha sonra kendini eleştirel bakış açısıyla, şimdiye kadarki sorumluluk modelinin hukuki sonuç düzleminde belli bir homojensizlik ve dogmatik belirginsizlik tarafından işaretlenmiş olduğunu fark eder. 53 Özellikle şimdiye kadar gerekten kurumsal varlığı yok etme sorumluluğunun yanı sıra, alacaklıklara karşı BGB nin 826.maddesinden doğan hissedarların eşzamanlı sorumluluklarda her zaman kabul edilmiştir. Mahkeme bu uyumsuzlukları adli inşai muamele ile çözerek, varlığı yok edici sorumluluğun sadece bir sorumluluk ilişkisi ile sınırlanmasını sağlar: hissedarın GmbH ya karşı, BGB nin 826.maddesinin genel kusurlu talep normu çerçevesinde, özel bir olay grubu olarak sorumlu olması. 54 Bu sorumluluk konsepti için mahkeme bir dizi ayrıcalıklar sunuyor: - Birincisi; birçok olayda sınırsız borçlanmaya bağlı ortağın şahsi sorumluluğu çok ileri gider ve GmbH nın yasal şekline zarar verme tehlikesiyle karşı karşıya bırakır; 55 - İkincisi; varlığı yok edici sorumluluğun objektif unsuru, hedef odaklı işletme dışı el koyma gerektirir ve buraya BGB nin 826.maddesinin olası kasıt ile yapılan eylemi uymaktadır; 56 - Üçüncüsü; kuruluşa karşı olan bir iç sorumluluk, GmbHG nin 30 ve 31.maddelerinin kapsamlı iç sorumluluk konseptine entegrasyona izin verir; 57 - Dördüncüsü; GmbHG nin 30 ve 31.maddeleri gereğince kuruluşun üzerinde sorumluluk kanalizasyonu konsepti yer alır; yani tüm ta- 52 BGHZ 173, 246, 253 (Rz. 19) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 53 BGHZ 173, 246, 252 ff. (Rz. 18 ff.) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 54 BGHZ 173, 246, 255 f. (Rz. 23) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 55 BGHZ 173, 246, 257 (Rz. 27), 259 (Rz. 31) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 56 BGHZ 173, 246, 259 (Rz. 31) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 57 BGHZ 173, 246, 260 (Rz. 32) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 229

268 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm leplerin kuruluş varlığı üzerinden çözümlenmesi ve bu tamamlayıcı bir sorumluluk modelinde kabul edilmelidir. 58 c) Literatürde kritik Literatürde GmbHG nin 30 ve 31.maddeleri gereğince yan sorumluluk unsurunun gerekliliği inkâr edilmez, ancak Trihotel -kararının sorumluluk konsepti büyük oranda eleştirilir. 59 En sık eleştiri noktaları birbiriyle bağlantılır. Bir yandan, BGH kuruluşa karşı iç sorumluluk için BGB nin 826.maddesine yönelmesi nedeniyle eleştirilir; oysa GmbH ya karşı üyelikli sadakat görevinin ihlal edilmesinden dolayı oluşan zarar tazminat yükümlülüğünü kabul edebilirdi. 60 Diğer yandan BGB nin 826.maddesine ait kasıt gerekliliği aşırı sıkı olarak görülür ve ihmal sorumluluğu desteklenir. 61 Mahkemenin öncelikle BGB nin 826.maddesine geri dönmesine değinecek olursak, neden özellikle haksız fiil hukukunun alacaklı tatmini için kuruluş varlığının elde olmayan fonkisyonel bağlantısına başvurulması, gerçekten anlaşılır bir durum değildir. Bu yasal kuruluş değerlendirmesini şirketler hukuku çerçevesinde yapması daha sistematik olurdu. Düşünülmesi gereken, alacaklılarında menfaatine olan ve hissedarların analog AktG nin 241.maddesi No.3 Alt. 2 olarak kendilerini kurtaramadıkları, kuruluşa karşı üyelikli sadakat görevinin ihlal edilmesidir 58 BGHZ 173, 246, 260 f. (Rz. 33) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 59 Kritisch etwa Henssler/Strohn/Verse (Fn. ==), 13 GmbHG Rz. 50; Staudinger/Oechsler, BGB, 2014, 826 Rz. 324b f.; Wagner in: Münchener Kommentar zum BGB, Band 5, 6. Aufl. 2013, 826 Rz. 136 f.; Dauner-Lieb ZGR 2008, 34, 41 ff.; Osterloh-Konrad ZHR 172 (2008), 274, 290 ff.; Vetter BB 2007, 1965, 1965 f.; Weller ZIP 2007, 1681, 1682 f. 60 Für eine Lösung über die mitgliedschaftliche Treuepflicht etwa MünchKomm- GmbHG/Liebscher (Fn. ==), Anh. 13, Rz. 534; bereits vor Trihotel zudem K. Schmidt NJW 2001, 3577, 3580; Ulmer ZIP 2001, 2021, 2025 ff.; Ihrig DStR 2007, 1170 ff.; Vetter ZIP 2003, 601, 602. A.A. (für eine Durchgriffshaftung nach Vorbild der Bremer Vulkan -Entscheidung) Lutter/Bayer in: Lutter/Hommelhoff, GmbHG, 18. Aufl. 2012, 13 Rz Habersack ZGR 2008, 553, 558; Schwab ZIP 2008, 341, 348 ff.; schon vor Trihotel für eine Fahrlässigkeitshaftung etwa Zöllner in: Festschrift Konzen, 2006, S. 999, 1013 ff.; insoweit positiver die Rezeption bei Staudinger/Oechsler (Fn. ==), 826 Rz. 325d. 230

269 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - (BGB nin 280.maddesi 1.Fıkrası). 62 Ancak GmbH-hukukunda BGB nin 280.maddesi 1.Fıkrası gereğince sadakat görevinin ihlaline yönelik sorumluluk için hafif ihmal yeterlidir. 63 Fakat mahkeme hissedar sorumluluğunun kasıtlı eylemi nedeniyle istenen sınırlamasını, örneğin AktG nin 117.maddesini analog uygulaması ile gerekçelendirebilirdi. Diğer yandan literatürün eleştirisinin sorumluluk ölçütünün bu sınırlandırılmasında, sistematik-değerlendiren yaklaşımlar açısından pekte gerekçesiz değildir. Çünkü daha öncede belirtilmiş olduğu gibi, 64 GmbH nın yöneticisi yeni devreye giren GmbHG nin 64.maddesi 3.cümlesi gereğince en ufak ihmal halinde hissedarlara ödeme konusunda sorumludur, şayet bu durum kuruluşu ödeme yapamaz hale getirmiş ise. Burada bir oranda değerlendirme zıtlığı söz konusu, çünkü böyle bir önlemi başlatan kişi olarak hissedar sadece BGB nin 826.maddesinin sıkı şartları altında sorumlu tutulurken, şirket yöneticisi GmbHG nin 64.maddesi 3.cümlesi gereğince en ufak bir ihmal durumunda sorumlu hale gelmektedir. 65 Çünkü haksız fiil 62 So oder ähnlich Grigoleit/Grigoleit, AktG, 2013, 1 Rz. 124; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz. 59; K. Schmidt ZGR 2011, 108, 119 f.; s. auch schon Mülbert DStR 2001, 1937, 1941 ff. 63 S. bereits oben II. 1. a). 64 Oben I. 65 Nach dem Trihotel -Konzept des BGH stellt der existenzvernichtende Eingriff eines Alleingesellschafters keinen Verstoß gegen die mitgliedschaftliche Treuepflicht dar. Nach allgemeinen Regeln ist der zugrunde liegende Gesellschafterbeschluss folglich wirksam und befreit den Gesellschafter von dem in der GmbH grundsätzlich bestehenden Schädigungsverbot, s. dazu bereits oben II. 1. a) und II. 2. b). Nach allgemeinen Regeln haftet auch die Geschäftsführung nicht, wenn sie einen wirksamen Gesellschafterbeschluss samt der darauf gründenden Weisung umsetzt; dies folgt im Umkehrschluss aus 43 Abs. 3 Satz 3 GmbHG. Vor diesem Hintergrund vermag prima facie nicht einzuleuchten, weshalb die Geschäftsführung, nicht aber der Gesellschafter für eine existenzvernichtende Maßnahme einstandspflichtig sein soll, sofern beiden Seiten lediglich Fahrlässigkeit zur Last fällt und 826 BGB folglich nicht anwendbar ist. Einen Erklärungsansatz hat Leuschner entwickelt: Der Gesellschafterbeschluss weise hier einen doppelten Regelungsgehalt auf, nämlich zum einen die an die Geschäftsführung gerichtete Weisung, die existenzvernichtende Maßnahme umzusetzen, und zum anderen den konkludent erteilten Dispens des Gesellschafters vom Schädigungsverbot. Analog 241 Nr. 3 Alt. 2 AktG soll freilich nur die Weisung an die Geschäftsleitung, nicht aber der 231

270 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm hukukunun perspektifinden bakıldığında, şirket yöneticisi sadece hissedarın asıl suçunun katılımcısı durumunda olup sadece kasıt halinde sorumludur (BGB nin 830.maddesi); ancak bu pek işine yaramıyor, çünkü GmbHG nin 64.maddesi 3.cümlesi gereğince en küçük ihmal ödemelerinden sorumlu tutuluyor. Bu çelişkinin açıklaması için sadece şu ifade kalıyor, şirket yöneticisi bulunduğu konumu gereğince, varlığı tehdit eden ödeme arzusu olan hissedara karşı koymaktır, ancak bu açıklama bazı yazarlara yeterli gelmiyor gibi görünüyor. 66 Pratik açıdan bakıldığında ise, GmbH-iflasının düzenleme durumuna göre olan istisnasız iç sorumluluk konseptinin, yani kültesiz iflasın, ikna edici olmadığına dikkat çekiliyor. 67 GmbH nın mevcut varlık değerlerinin eksik olmasından dolayı iflas yöneticisi tayin edilmese, GmbH nın varlığı yok etme sorumluluğundan doğan talepler gerçekleştirilemez. Ancak BGH nın alacaklıları bu taleplere haciz koyma ve buradan kendilerini tatmin etme olasılığına yönlendirmeye çalışması, 68 sadece bir teoridir. Kütlesiz iflasın kuralı gereğince, bu nedenle alacaklının istisnai durum o,larak hissedara müdahale etmesine izin verilmelidir GmbH-hukukunda diğer olay gruplar Trihotel -kararı, kuruluş varlığına işletme dışı müdahalenin hangi şekilde yapıldığını farklılaştırmaz. Varlık değerinden bir alım olması yeterli, ancak BGH burada geniş bir varlık terimine yer veriyor: daha sonraki bir kararda, münferit ortağın bir talebi kendisine karşı geçerli hale getirmesini engellemek için, duruşma sırasında davacı GmbH hakkında gıyabi hüküm vermiştir. 70 Dispens vom Schädigungsverbot unwirksam sein. Näher Leuschner, Das Konzernrecht des Vereins, 2011, S. 311 ff. 66 S. vor allem Habersack ZGR 2008, 533, Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz. 57; Habersack ZGR 2008, 533, 548; Lutter/Hommelhoff/Lutter/Bayer (Fn. ==), 13 Rz BGHZ 173, 246, 261 f. (Rz. 36) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 69 MünchokmmGmbHG/Liebscher (Fn. ==), Anh. 13 Rz. 535; Altmeppen NJW 2007, 2657, 2660; Habersack ZGR 2008, 533, 548; Baumbach/Hueck/Zöllner/Beurskens (Fn. ==), SchlAnhKonzernR Rz BGHZ 179, 344, 350 = NJW 2009, 2127 = WM 2009, 800 Sanitary. 232

271 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - Bunun sonucunda müdahale sadece iş fırsatlarının çekilmesinde (corporate opportunities) değil, 71 idari personel yada Know-How çekilmesinde de görüleceği tahmin edilebilir. 72 Literatürün bölümlerine göre tipik konsern bütünleştirici önlemler, örneğin konsern çapında bir cashpooling e ya da dağıtım sistemine katılım kapsanabilir. 73 Ancak bu şüpheli görünüyor, çünkü bu tarz uygulamalarda varlık değerlerinin çekilmesi, geniş varlık terimlerinde bile artık neredeyse hiç değinilmemektedir. Sorumluluğun fonksiyonunu alacaklıyı açık verme riskinin sonradan yükselmesine karşı korumak olarak görülüyorsa, işleri bırakmak bile yoğun spekülatif karekter ile karşılanacaktır. 74 Çünkü alacaklının ilave risk yükselmesine karşı olan bakış açısına göre, bu etkinin varlık değerlerinden çıkma ya da riskli işlere girme sonucunda oluşmasının hiçbir önemi yoktur. Buna göre işletme dışı müdahale aktif eylem gerektiyor mu yoksa kaçınarak gerçekleşebilir mi sorgulanabilir. Hissedarın varlığa değilde, GmbH ya başından itibaren işletme için gerekli olan sermayeyi vermemek, adı özellikle kötüye çıkmış olan olaylardır. Gamma -kararında BGH bu olay grubunu doğru bir şekilde iptal etmiştir: 75 Trihotel in sorumluluk unsuru, alacaklıları sadece hissedarların fırsatçı davranışlarına korumalı, yani alacaklı ilişkisinin gerekçelendirilmesinde belirtilen açık 71 Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz Servatius in: Michalski, GmbHG, Band 1, Syst. Darstellung 4, Konzernrecht, Rz. 377 mit vielen weiteren Beispielen. 73 Michalski/Servatius (Fn. ==), Syst. Darstellung 4, Konzernrecht, Rz. 377; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz MünchKommGmbHG/Liebscher (Fn. ==), Anh. 13 Rz. 553; Decher in: Münchener Handbuch des Gesellschaftsrechts, Band 3, GmbH, 4. Aufl. 2012, 69 Rz. 9; Drygala GmbHR 2003, 729, 735; Vetter ZIP 2003, BGHZ 176, 204 = NJW 2008, 2437 = WM 2008, 1220 Gamma; ebenso Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz. 64; Michalski/Servatius (Fn. ==), Syst. Darstellung 4, Konzernrecht, Rz. 377; a.a. noch die Vorinstanz OLG Düsseldorf NZG 2007, 388 = ZIP 2007, 227; Ulmer/Habersack/Winter/Casper, GmbHG, Band 3, 2008, Anh. 77 Rz. 128 ff. Nach Teilen des Schrifttums soll in diesen Fällen allerdings ungeachtet der Trihotel -Grundsätze eine Haftung nach 826 BGB wegen vorsätzlich sittenwidriger Schädigung unmittelbar der Gläubiger in Betracht kommen, s. nur Lutter/Hommelhoff/Lutter/Bayer (Fn. ==), 13 Rz. 22 m. w. Nachw. 233

272 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm verme riskinin ilaveten yükseltilmesine karşı (ex post-fırsatçılık). Senatonun daha Trihotel -kararı sırasında sorumluluk unsurunu ilüstrasyonu için kullandığı 76 self servis görüntüsüyle sermaye azlığının hiçbir ortak yanı yoktur. Trihotel -esasları ayrıca alan ya da varlık kombinasyonunda uygulanabilir değildir: Hissedarlar, alacaklıların kullanıma sunulan sorumluluk fonları izole edilemeyecek şekilde şirketlerini diğer varlıklarından ayrı olarak yürütmezlerse, o halde burada işletme dışı müdahale yoktur. 77 Ancak hissedarlar BGH nin diğer bir hüküm çizgisine göre, ortağın şahsi sorumluluğu yolunda sorumluluk ayrıcalıklarını tamamen kaybedebilirler. 78 Özellikle iflas halinde bu durum çok etkili bir sorumluluk tuzağına dönüşebilir. IV. Anonim şirket ve diğer sermaye şirketlerine geçiş BGH nın anonim şirketi için iç sorumluluk konseptinin aktarımı konusunda açıklama yapma fırsatı yoktu. Literatür bunun için yeterince açıklama yapıyor, 79 pratik olarak neredeyse hiç anlamı olmasa dahi. Çünkü AktG nin 117 ve 311.maddeleri gereğince sermaye hukukunun koruma düzeyi, varlık korumasının yanı sıra devamlılık koruması da garanti ettiği için, Trihotel -standartlarını genelde aşar. 80 Tartışma bu nedenle, şirket hukukunda kalan az sayıda koruma boşluklarının başka bir şekilde kapatılıp kapatılamayacağı sorusu üzerine 76 BGHZ 173, 246, 257 f. (Rz. 28) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 77 BGHZ 173, 246, 257 (Rz. 27) = NJW 2007, 2689 = WM 2007, 1572 Trihotel. 78 S. zuletzt BGH NZG 2008, 187, 188 (Rz. 16) = NJW-RR 2008, 629 = WM 2008, 302; zuvor bereits BGHZ 125, 366, 368 = NJW 1994, 1801 = WM 1994, 896; BGHZ 95, 330, 333 f. = NJW 1986, 188 = WM 1985, 1263 Autokran; BGH NJW 1985, 740 f. = WM 1985, 54; OLG Celle GmbHR 2001, 1042; OLG Jena GmbHR 2002, 112, 114; dazu Michalski/Michalski/Funke (Fn. ==), 13 Rz. 358 ff.; Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. ==), 13 Rz. 133 ff.; Lutter/Hommelhoff/Lutter/Bayer (Fn. ==), 13 Rz. 19, 24; Baumbach/Hueck/Fastrich (Fn. ==), 13 Rz Grigoleit/Grigoleit (Fn. ==), 1 Rz. 126; Emmerich/Habersack/Habersack (Fn. ==), Anh. 317 Rz. 5a; Habersack ZGR 2008, 533, 550 f. m. w. Nachw.; vgl. auch Hüffer AktG (Fn. ==), 1 Rz. 25 ff. ( 17 AktG als Pendant zu 826 BGB); aus der instanzgerichtlichen Rechtsprechung OLG Köln ZIP 2007, 28, 30; a.a. Schall, Kapitalgesellschaftsrechtlicher Gläubigerschutz, 2009, S. 238 f. 80 Oben IV

273 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - yoğunlaşmaktadır. Somut olarak bu durum, AktG nin 311.maddesinin düzenleme sistemi münferit dezavantajlarının eksik izole edilebilirliği nedeniyle başarısız olan kalifiye fiili konsernleşmeyi ilgilendirmektedir. 81 Literatürün bölümleri burada AktG nin 302.maddesine karşı analog olarak aksiyonerin açık verme sorumluluğunu TBB -kararı örneğine göre desteklemektedir. 82 Onun ardında, aksiyonerin bir hakimiyet sözleşmesi varmış gibi davranması gerekiyor düşüncesi yatıyor, çünkü münferit dengelemeye kapalı olan dezavantaj ilavesi ancak bu şartlar altında yasaldır. 83 Bu durum sonuçta ikna ediyor, ancak dogmatik gerekçelendirmede ikna etmiyor: açık verme sorumluluğunu, üyelikli sadakat görevinin kusurlu ihlalinden türetmek tercihe layık olacaktır. Çünkü burada, aksiyoner kalifiye konsern yürütme davranışıyla AktG nin 311 ve 317.maddelerinin işlevselliğini anonim şirkete zarar vermek için geleceğe yönelik devre dışı bırakır. 84 Ancak bu bakış açısının pratikte uygulanması beklenemez. Birinci derece yasal kararlar Trihotel -kararını kalifiye-fiili konsern hukuki kişine kategorik ret olarak sunuyorlar hem de sadece GmbH için değil aynı zamanda anonim şirket içinde. 85 Alman hukukunda diğer sermaye kuruluşları için, örneğin kayıtlı ideal birlikler yada kooperatifler, ancak tam sorumlu gerçek kişisi olmayan şahıs şirketleri, örneğin GmbH & Co. Sermaye şirketi gibi, içinde Trihotel -esasları uygulanabilirliği şimdiye kadar kısmen çözümlenmiştir. Varlığı yok etme yasağı, kısmen alacaklı korumasının yasal şekli aşan temel enstitü olarak tasarlandığını ve sorumluluk sınırlamasının korelatı 81 Oben II. 2. b). 82 Emmerich/Habersack/Habersack (Fn. ==), Anh. 317 Rz. 5a, 7 ff.; Habersack ZGR 2008, 533, 551 ff.; Spindler/Stilz/H.F. Müller (Fn. ==), Vor 311 Rz. 25 ff.; a.a. Hüffer AktG, 10. Aufl. 2012, 1 Rz. 26; Hüffer in: Festschrift Goette, 2011, S. 192, 200 ff.; MünchKommAktG/Altmeppen (Fn. ==), Anh. 317 Rz. 11 ff. 83 Habersack ZGR 2008, 533, 553; Spindler/Stilz/H.F. Müller (Fn. ==), Vor 311 Rz Näher Mülbert, Aktiengesellschaft, Unternehmensgruppe und Kapitalmarkt, 2. Aufl. 1996, S. 487 ff.; Mülbert in: Münchener Kommentar zum HGB, Band 3, 3. Aufl. 2012, KonzernR, Rz. 182; für die GmbH auch schon Mülbert DStR 2001, 1937, 1946 f. 85 OLG Stuttgart AG 2007, 633, 636; OLG Stuttgart AG 2007, 873, 875; aus dem Schrifttum zustimmend MünchKommAktG/Altmeppen (Fn. ==), Anh. 317 Rz. 13 ff. 235

274 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm olarak sorumluluk sınırlaması olan tüm kuruluş şekilleri için geçerlilik talebinde bulunduğu kabul edilmektedir. 86 Bu durum şüpheli görünüyor: Ancak BGH ideal birlik için GmbH ya geçişin esas yapısal farklılıklar gerekçesiyle kati iptalini belirtmiştir 87 ve sermaye kuruluşu & Co. KG içinde aynı şekilde diskalifiye olması gerekiyor 88. İç sorumluluk konseptinin Almanya da faal olan hayali yurtdışı kuruluşlarına aktarılıp aktarılamayacağı konusu tartışmalıdır. Burada özellikle söz konusu olan İngiliz Ltd. yasal şeklidir. Büyük Britanya da kurulmuş olmasına rağmen neredeyse sadece Almanya da faaldir. Alman şirket hukukun bu kuruluşlar için uygulanması, birlik hukukunun yerleşme özgürlüğüne aykırıdır, 89 bu durum Avrupa mahkemesinin Centros 90, Überseering 91 ve Inspire Art 92 kararlarında belirtilmektedir. Bu arka planda, literatür bölümleri Trihotel -kararının BGH nin bir denemesi olduğunu düşünüyor. BGH burada, birlik hukukunun yerleşme özgürlüğün ölçütlerine yeterli olan BGB nin 826.maddesine başvurarak İngiliz Ltd. içinde yok edici müdahalelerin onaylanması için bir hukuk enstitüsünü elinin altına bulundurmak istiyor. 93 Başkaları bundan şüphe duyuyor, Leuschner, Konzernrecht des Vereins (Fn. ==), S. 357 ff. 87 BGHZ 175, 12 = WM 2008, 358 = NZG 2008, 670 Kolpingwerk. 88 MünchKommHGB/Mülbert (Fn. ==), KonzernR Rz. 179f f.; a.a. Staub/C. Schäfer, HGB, Band 3, 5. Aufl. 2009, 105 Rz. 35 m. w. Nachw. 89 Art AEUV. 90 EuGH, Rs. 212/97, Slg. 1999, I = NJW 1999, 2027 = WM 1999, 956 Centros. 91 EuGH, Rs. 208/00, Slg. 2002, I = NJW 2002, 3614 = WM 2002, 2372 Überseering. 92 EuGH, Rs. 167/01, Slg. 2003, I = NJW 2003, 3331 = WM 2003, 2041 Inspire Art. 93 Gehrlein WM 2008, 761, 769; Buchalik/Rinker in: Buth/Hermanns (Hrsg.), Restrukturierung, Sanierung, Insolvenz, 3. Aufl. 2009, 4 Rz. 36 ff.; für eine Anwendung auf (Schein-)Auslandsgesellschaften auch Casper in: Ulmer/Habersack/Winter, GmbHG, Ergänzungsband MoMiG, 2010, 64 Rz. 35; Gottwald/Kolmann in: Gottwald, Insolvenzrechts-Handbuch, 4. Aufl. 2010, 132 Rz. 99; Roth/Altmeppen/Altmeppen (Fn. ==), 13 Rz. 116 f.; Altmeppen/Ego in: Münchener Kommentar zum AktG, Band 7, Europäische Niederlassungsfreiheit Rz. 429 ff.; Burg/Müller-Seils ZInsO 2007, 929, 931; Paefgen DB 2007, 1907, 1912; Vetter BB 2007, 1965, 1969 f; Weller ZIP 2007, 1681, 1688 f.; zweifelnd Strohn ZInsO 2008, 706, 711; differenzierend Gruelich/Rau NZG 2008, 565, 568 f. 236

275 Varlığı Yok Etme Mükellefiyeti - Kuruluşa Alacaklıya Zarar Verici Etkileri için Hissedar Mesuliyeti - elbet teki BGH tarafından varlığı yok edici sorumluluk için belirlenmiş, oldukça katı şartlarını göz önünde bulundurmadan. V. Varlığı yok etme mükellefiyeti olan rejimde esas sorular Son olarak, başka hukuki düzenlerin ilgisini çekebilecek, varlığı yok edici müdahalelere yönelik bir sorumluluk rejiminin birkaç temel sorularına değinelim. 1. Mevcudiyetin korunması mı yoksa salt varlığın korunması mı? Mevcudiyet korunması mı yoksa salt varlığın korunması alternatifi mi? Varlığı yok edici sorumlulukla ilgili her türlü tartışmanın çıkış noktasını oluşturuyor. Hukuk, bu şekilde iflasa götüren kuruluşları böyle kuruluş müdahalelerine karşı korumakla mı yetinmek istiyor yoksa kuruluş ilgili mevcudiyeti içerisinde korunmalı ve böylece iflas önlemi konusunda daha yüksek bir ölçüt mü garanti edilmeli? Alman şirket hukuku ezelden beri ikinci konsepti takip ediyor ve bunu daha önce de belirtildiği gibi 95 - şahsi şirketleri dahi 117.madde gereğince bir sorumluluğa ve fiili konsernin kurallarına tabi tutarak yapıyor, hem de müdahalenin sermaye şirketini iflasa götürüp götürmeyeceğini dikkate almadan. GmbH-hukukunda ise, TBB -esasları terk edildiğinden bu yana sadece ilk konsept ile ilgilenilmekte: Hem Röhrichtmodelinde hem de Trihotel -kararında şahsi şirket kompanze edilemeyen dezavantajlar için tazminat ödemekle mükellef, şayet durum varlığı yok etmeye gelmiş ise. 96 Hangi konsepte karar verileceği ise, her hukuki düzenin kendine göre karar verecği bir konudur. Ne hukuki düzenin asgari sermaye isteyip istemediğinle alakası var ne de GmbHG nin 30.maddesinde olduğu gibi ana sermaye ya da AktG nin 57.maddesindeki gibi kuruluşun tüm varlığı- 94 Gegen eine Anwendbarkeit der Existenzvernichtungshaftung auf Scheinauslandsgesellschaften etwa Michalski/Michalski/Funke (Fn. ==), 13 Rz. 444 ff.; wohl auch Schanze NZG 2007, 681, 685 f.; schon vor der Trihotel Entscheidung ausführlich Schlichte DB 2006, 2672 ff. 95 Oben II. 2. b). 96 Wie hier Habersack ZGR 2008, 533,

276 Prof. Dr. Peter O. Mülbert - Alexander Wilhelm nı hissedarlardan gelecek müdahalelere karşı koruma garantisinin verilmiş olmasına bağlı değildir. Mevcudiyeti koruma konsepti, kuruluş varlığını AktG nin 311 ve 117.maddeleri gereğince ilgili mevcudiyeti içinde koruyarak, güncel tutarını dikkate almaz. 2. İç sorumluluk mu yoksa ortağın şahsi sorumluluğu mu? Varlığı yok edici sorumluluk hukuki sonuç olarak bir kuruluşa karşı bir tazminat sorumluluğu olduğu ya da alacaklılara karşı ortağın şahsi sorumluluğu veya dış sorumluluğu olarak mı gördüğü, her hukuki düzen için özel olarak cevaplanması gerekmektedir. Bir hukuki düzen, taleplerin geçerli hale getirilmesinde, aynı şekilde iflaslı kuruluşlarda da iflas yöneticisi yerine alacaklı inisiyatiflerine ne kadar başvurursa, o kadar çok dış sorumluluğa yaklaşmış olur. İflaslı kuruluşların taleplerini hissedarlara karşı kolektif olarak geçerli hale getirebilecek kişi mevcut olmadığında Alman hukukunda kütlesiz iflas durumlarında böyle kişiler eksiktir - bu talepleri kuruluş adına geçerli hale getirmek için alacaklılara en azında yetkilendirme verilmelidir. 3. Borçlanma ölçeği? Borçlanma ölçeğinde ise, bir varlığı yok edici sorumluluk bir borçlanma elementi belirlemelidir. BGH-kararı ile talep mi edilmeli yoksa tam aksine, en ufak ihmal durumunda mı kullanılacağı, açık olarak cevaplanamaz. MoMiG üzerinden sonuçlanan, yeni devreye konan GmbHG nin 64.maddesi 3.cümlesi ile GmbH-hukukundaki yasal durum, devamlı minimal talepte bulunur: sorumluluk ölçütü, hukuki düzenin hissedar ve şirket yöneticisi sorumluluklarının ilgili sistematik toplam bağlantıya değeriyle doğru orantılı olarak eklenmelidir. 238

277 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson I. Giriş 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, şirketler topluluğu ile ilgili yeni bir bir düzenleme kabul etmiştir. Kanunun 195 ilâ 209. maddeleri arasında yer alan bu bölüm, bugüne kadar ticaret hukukunda özel bir düzenlemeye tabi tutulmayan şirket topluluklarını, özellikle hakim ve bağlı şirketler arasındaki yönetimsel ilişki ve sorumluluk bakımından ele almaktadır 1. Şirketler topluluğunun ayrı bir başlık altında düzenlenmesindeki neden, bir topluluğa bağlı bulunan şirketlerin yönetiminin, bağımsız şirketlere nazaran özellik göstermesidir. Şöyle ki, bağlı konumdaki şirketlerin yöneticileri, yönetsel kararları alırken şirketler topluluğuna ait üst strateji ve politikalara uymak durumunda olmaları nedeniyle bağımsız bir şirketten farklı kararlar alabilmektedir. Özellikle ilgili şirketin menfaati ile topluluğun menfaatinin örtüşmemesi durumunda, topluluğun çıkarları üstün tutularak, bağlı şirket menfaatinin feda edilebilmesi riski İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ticaret Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi 1 Konuyla ilgili genel bilgi için bkz. Ünal Tekinalp, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, 3. Bası İstanbul 2013, s. 531vd; Hasan Pulaşlı, Şirketler Hukuku Şerhi Cilt I, Ankara 2011, s. 269vd; Gül Okutan Nilsson, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı na Göre Şirketler Topluluğu Hukuku, İstanbul 2009 (aşağıda sadece yazar soyadıyla anılmıştır); Asuman Yılmaz, Türk, İsviçre ve Alman Hukuklarında Şirketler Topluluğuna Güvenden Doğan Sorumluk, İstanbul 2010, Murat Gürel, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı nda Şirketler Topluluğunda Hakimiyetin Hukuka Aykırı Kullanılmasından Doğan Sorumluluk, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2009; Gökmen Gündoğdu, Das türkische Konzernrecht im Lichte des schweizerischen und deutschen Rechts, 2013, (Yayımlanmamış Doktora Tezi); Cafer Eminoğlu, Konzern/Gesellschaften Gruppe, İstanbul

278 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson doğmaktadır. İşte şirketler topluluğuna ilişkin yeni TTK hükümleri, bu menfaat çatışması riskinin doğurabileceği olumsuz sonuçları ortadan kaldırmaya yönelik mekanizmalar getirmektedir. Anılan mekanizmalar, topluluk şirketlerinin yönetimine bazı esneklikler de tanımaktadır. Şirketler topluluğuna ilişkin düzenlemeler 6102 sayılı TTK ile ticaret hukukuna yeni gelmiş olsa da, hukukumuzda daha önce Sermaye Piyasası Kanunu m. 15/son hükmünde yer alan örtülü kazanç aktarımı yasağı ile vergi düzenlemelerinde yer alan transfer fiyatlandırması yasağı da, aynı menfaat çatışması riskini, farklı açılardan ele almaktadır. Her iki düzenleme de, şirketlerin karının örtülü yollardan ilişkili kişilere aktarılmasını engellemeye çalışmaktadır. Şirketler topluluğuna ilişkin TTK düzenlemesi de bu amaca yönelik hükümler içermektedir. Ancak TTK, örtülü kazanç aktarımına ek olarak başka yönetim sorunlarını da ilgilendiren, daha geniş kapsamlı bir düzenleme getirmektedir. II. Şirketler Topluluğuna İlişkin Düzenlemelerin Genel Sistematiği Şirketler topluluğuna ilişkin düzenleme, TTK m arasında yer almaktadır. Bu bölümde, hâkimiyet, sorumluluk, bildirim yükümlülükleri, bilgi alma ve özel denetime ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bir şirketler topluluğunun varlığını tespit edebilmek için ilk araştırılması gereken husus, hakimiyet in var olup olmadığıdır. TTK m. 195, bir ticaret şirketi üzerindeki hakimiyetin başlıca hangi yöntemlerle elde edilebileceğini ortaya koymaktadır. Hakim ve bağlı şirketler, şirketler topluluğunun yapıtaşlarını oluşturmaktadır 2. Ancak, şirketler topluluğunun hakiminin her zaman bir ticaret şirketi olmayabileceği göz önünde bulundurularak, bir de 2 Konu hakkında farklı görüşler bulunmakla birlikte, Ticaret Sicil Yönetmeliğinin 105. maddesine göre, bir şirketler topluluğunun varlığından bahsedebilmek için en az bir hakim ve iki bağlı şirketin, veya bir teşebbüse bağlı en az üç şirketin bulunması gerekmektedir. 240

279 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları teşebbüs kavramına yer verilmiş ve topluluğun hakimi olan teşebbüsler de aynı hükümlere tabi kılınmıştır (TTK m. 195/5). Kanun, hakim ve bağlı şirketler arasındaki ilişkiyi, hakim şirketin bağlı şirket yönetimine etkileri bakımından düzenlemiştir. Bu bağlamda öncelikle hakim şirketin, bağlı şirketleri yönetirken dikkat etmesi gereken kurallar ortaya konulmuş ve bu kurallara uyulmaması, diğer bir deyişle hakimiyetin hukuka aykırı kullanılması durumu için yaptırımlar öngörülmüştür (TTK m. 202). Kanun, hakim şirket ile bağlı şirket arasındaki yönetsel ilişkileri iki açıdan ele almıştır: Bunlardan biri hakim şirketin, bağlı şirketin yönetim kurulu üzerindeki etkisi ve bunun sonuçları (TTK m. 202/1), diğeri de, hakim şirketin, genel kurulda alınan kararlar üzerindeki etkisi ve bunun sonuçlarıdır (TTK m. 202/2). İlk olarak, bir bağlı şirket üzerinde hâkimiyet sahibi olanların, bağlı şirketin yönetimine etki edebileceği ve bazı yönlendirmeler yapabileceği düşünülerek, bu yönlendirmelerin nasıl olması gerektiğine ilişkin kurallar konulmuştur. Şöyle ki; kural olarak hakim şirketin, bağlı şirketi yönetirken, onun aleyhine olabilecek ve onu kayba uğratabilecek yönlendirmelerde bulunmaması gerektiği düzenlenmiştir. Ancak eğer böyle bir yönetim gerekli görülüyorsa, o takdirde bunun doğurduğu kayıpların belli bir süre içinde denkleştirilmesi kaydıyla buna izin verilmiştir. Denkleştirmenin gereği gibi gerçekleştirilmemesi durumunda ise hakim şirketin ve hakim şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu söz konusu olabilecektir. (TTK m. 202/1). Ayrıca yönetimsel ilişki açısından tam hakimiyet hallerinin özellik gösterdiği düşünülerek, tam hakimiyet halinde hakim şirketin, bağlı şirket üzerindeki talimat ve yönetim yetkileri genişletilmiştir. (TTK m. 203 vd.) Ayrıca tam hakimiyete ulaşma imkanı veren bir satın alma hakkı da hakim şirket lehine öngörülmüştür. (TTK m. 208). Hakim şirketin genel kurulda alınan kararlar üzerindeki etkisi ise, hakimiyet yoluyla alınan ve bağlı şirket bakımından haklı sebebe dayanmayan bazı kararlar bakımından, karara muhalif paysahiplerine 241

280 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson tazminat davası açma hakkı verilmesi şeklinde düzenlenmiştir. (TTK m. 202/2). Şirketler topluluğunun iç yönetimi konusundaki bu düzenlemelerin yanı sıra, şirketler topluluğunun ve özellikle hakim şirketin üçüncü kişiler nezdindeki itibarının kullanılması yoluyla üçüncü kişilerde uyandırılabilecek güvenin boşa çıkartılmasından ötürü doğabilecek sorumluluk da ayrıca düzenlenmiştir. (TTK m. 209) 3. Bu bölümde öngörülen çözüm ve yaptırımların işlemesi, bazı bildirim ve raporlama yükümlülüklerinin yerine getirilmesi ve bilgi alma ve özel denetim haklarına işlerlik kazandırılmasına bağlıdır. Bu nedenle, şirketler topluluğuna ilişkin olarak bazı bilgi alma ve raporlama yükümlülükleri ile özel denetime ilişkin haklara da kanunda yer verilmiştir (TTK m , 207). Bu çalışmada anılan başlıklar ana hatlarıyla tanıtılacaktır. Bunların dışında TTK nın şirketler topluluğuna ilişkin hükümlerinde, karşılıklı iştirak kavramı da ele alınmış olup, bu çalışmanın kapsamını aşacağından, karşılıklı iştirak konusu burada incelenmemiştir 4. III. Hâkimiyet Kavramı Kanun, hâkimiyet kavramını tanımlamamış, sadece hangi hallerde hâkimiyetin var olacağını 195. maddede koyduğu kriterlerle belirlemiştir. 1. Hâkimiyet kriterleri TTK m. 195 e göre, hakimiyetin üç farklı yoldan elde edilmesi mümkündür: Birincisi, oyların çoğunluğuna hükmetme veya yönetim organındaki temsilcilerin çoğunluğunu atayabilme gibi paysahipliğinin kazandırdığı haklar yoluyla hakimiyetin doğması, ikincisi hakimiyeti 3 TTK m. 209 da düzenlenen güven sorumluluğu, bu sempozyumda Doç. Dr. Asuman Yılmaz tarafından ele alınacağı için bu çalışmanın kapsamına dahil edilmemiştir. 4 Şirketler topluluğunda karşılıklı iştirak ile ilgili olarak bkz. Gül Okutan Nilsson, Şirketler Topluluğunda Karşılıklı İştirak, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi Özel Sayı, Türk Ticaret Kanununu Beklerken, C. 18, S. 2,

281 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları kazandıran bir sözleşme yoluyla hakim konuma gelme, üçüncüsü ise diğer yollardır. Paysahipliğine bağlı olarak hâkimiyet, (i) oy haklarının çoğunluğuna sahip olmak (TTK m. 195/1/a/1), (ii) oy sözleşmesi 5 gibi bir sözleşmeye dayalı olarak kendi oy haklarının yanında tek başına veya diğer paysahipleriyle birlikte oy haklarının çoğunluğunu oluşturmak (TTK m. 195/1/a/3) veya (iii) şirket sözleşmesinde tanınan imtiyazlar yoluyla yönetim organında karar alabilecek çoğunluğu oluşturan sayıda üyenin seçimini sağlayabilmek hakkını haiz olmak (TTK m. 195/1/a/2) suretiyle elde edilir. Bu hallerden biri mevcut ise, hakimiyet var sayılır 6. Buna karşılık, bir şirketin sermayesinin çoğunluğuna sahip olmak, ancak hakimiyetin varlığına karine sayılmıştır (TTK m. 195/2). Sermayenin çoğunluğuna sahip olan, hakim konumdadır. Ancak örneğin oy haklarında veya yönetim kuruluna aday gösterme konusunda başkası lehine imtiyaz tanınması nedeniyle sermaye çoğunluğuna sahip olan kişinin hakimiyetini yitirmesi mümkündür. Bu gibi hallerde, anılan hakimiyet karinesinin aksi ispat edilebilir. Hakimiyetin varlığına karine olan bir diğer hal, şirketi yönetebilecek kararları alabilecek miktarda paylara sahip bulunmaktır (TTK m. 195/2). Örneğin genel kurula katılımın düşük olduğu şirketlerde, mutlak çoğunluğu oluşturmamakla birlikte, genel kurulda hazır bulunan oyların çoğunluğunu oluşturanlar da hakim konuma gelebilirler. Hakimiyeti kazanmanın bir diğer yolu, hakim ve bağlı şirket arasında hakimiyet sözleşmesi adı verilen bir sözleşmenin akdedilmesidir (TTK m. 195/1/b, m. 198). Hakimiyet sözleşmesi, Ticaret Sicil Yönetmeliğinin 106. maddesinde şöyle tanımlanmıştır: Hâkimiyet sözleşmesi, aralarında doğrudan veya dolaylı iştirak ilişkisi bulunmayan, bulunsa bile bu ilişkiden bağımsız ve soyutlanmış bir şekilde taraflardan birinin, sermaye şirketi olan diğerinin yönetim organına hiçbir şarta bağlı olmadan talimat verme yetkisini içeren sözleşmedir. Tanıma göre, bir sözleşmenin hakimiyet sözleşmesi sayılabilmesi için asgari unsur, 5 Bkz. TTK m. 195/1 in gerekçesi. 6 Bu hallerin faraziye olarak düzenlendiğine ilişkin bkz. TTK m. 195/1 in gerekçesi. 243

282 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson hakimiyet altına girecek olan şirketin yönetim organına talimat verme yetkisinin sözleşmede düzenlenmesidir. Diğer bir deyişle, bu sözleşme ile birlikte, iki şirket arasında dikey bir ilişki kurulmakta, biri diğerininin yönetim organına talimat verme yetkisini sözleşmeyle kazanarak onun hakimi konumuna geçmektedir. Böylece sözleşmenin tarafları, hakim ve bağlı şirket olmaktadır. Kanun, aleniyet açısından hakimiyet sözleşmesinin tescilini şart koşmuştur (TTK m. 198). Ayrıca Ticaret Sicil Yönetmeliğine göre, böyle bir sözleşmenin geçerli olabilmesi için bağlı şirketin genel kurulunca onaylanması da şarttır. (Tic. Sic. Yön. m. 106/2) Son olarak, kanun, bir şirketin, yukarıda sayılanlar dışında başka bir yolla hakimiyet altında tutulabileceğini (TTK m. 195/1/b) de mümkün görerek, hakimiyet hallerini sınırlandırmamıştır. Örneğin uygulamada, gizli ortaklıklar gibi yollarla hakimiyetin tesis edilmesi söz konusu olabilir. 2. Doğrudan / Dolaylı Hakimiyet Hakimiyet, bir şirketin diğerinde paylara sahip olması yoluyla doğrudan elde edilebileceği gibi, dolaylı da edinilebilir. TTK m. 195/3 hükmüne göre, Bir hâkim şirketin, bir veya birkaç bağlı şirket aracılığıyla bir diğer şirkete hâkim olması, dolaylı hâkimiyettir. Örneğin A şirketinin, B şirketinin %70 payına ve oy haklarına sahip olması, B nin de C şirketinin %70 payına ve oy haklarına sahip olması durumunda (ve hakimiyeti etkileyen başkaca unsurların bulunmadığı varsayımında), A şirketi, B aracılığıyla C şirketinin dolaylı hakimi konumuna gelmiş olur. 3. Tek başına / Birlikte Hakimiyet ve Tam Hakimiyet Hakimiyet kriterlerinden birini tek başına sağlayan kişi, tek başına hakim konumuna girer. Yukarıdaki örnekte, B şirketinin pay ve oy haklarının %70 ini elinde bulunduran A şirketi, B nin tek başına hakimidir. Şirkette başka paysahipleri de olmasına rağmen, onlar şirketin yönetimine etki edecek güce sahip olmadıklarından, A tek başına hakimiyeti kullanabilmektedir. 244

283 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları Buna karşılık hiç bir paysahibinin hakimiyeti sağlayacak oranda paylara veya oy haklarına ya da yönetim kuruluna aday gösterme imtiyazına tek başına sahip olmadığı ve fakat, TTK m. 195/1/a/3 düzenlemesinde olduğu gibi, diğer paysahipleriyle yaptığı bir sözleşme uyarınca oluşan güçbirliği sayesinde birden fazla paysahibinin hakimiyet araçlarını ele geçirmesi durumunda, anılan paysahiplerinin birlikte hakimiyeti söz konusu olur 7. Tam hakimiyet ise, tek başına hakimiyetin özel bir halidir. TTK m. 203/1 hükmüne göre, Bir ticaret şirketi bir sermaye şirketinin paylarının ve oy haklarının doğrudan veya dolaylı olarak yüzde yüzüne sahipse o şirketin tam hakimi dir. Tam hakimiyet durumunda, hakim hissedardan başka hiç bir hissedar bulunmamakta, böylece korunması gereken bir azınlık menfaati kalmamaktadır. Bu nedenle kanun tam hakimiyet altında bulundurulan şirketlerin yönetimine daha fazla esneklik tanımıştır (TTK m. 203 vd.). 4. Teşebbüs Başta da belirtildiği gibi, hakim ve bağlı şirketler, şirketler topluluğunun yapıtaşlarını oluşturmaktadır. Bununla birlikte, şirketler topluluğunun hakiminin her zaman bir ticaret şirketi olmayabileceği göz önünde bulundurularak, teşebbüs kavramına yer verilmiş ve topluluğun hakimi olan teşebbüsler de, hakim şirketlerle aynı hükümlere tabi kılınmıştır (TTK m. 195/5). Ancak kanun, teşebbüs kavramını tanımlamamıştır 8. Şirketler topluluğu bağlamında teşebbüs, ilk olarak, ticaret şirketleri dışındaki kişileri hedeflemektedir. Şirketler topluluğu düzenlemelerinde yer alan hakim şirket terimi zaten tüm ticaret şirketlerini kapsamaktadır. Dolayısıyla teşebbüs ün, ticaret şirketleri dışında kalan kişileri 7 Okutan Nilsson, s. 149; Tekinalp, s. 551, N ; Gündoğdu, s. 136 N. 296; Eminoğlu, s Teşebbüs kavramı hakkında farklı yorumlar için bkz. Halit Aker, Türk Ticaret Kanunu Madde 14 Hakkında Bazı Düşünceler - Yeni Bir Tacir Türü Hâkim Teşebbüs, BATİDER, C. XXV Sa. 2, Ankara 2009; Gürel, s. 26; Fatih Aydoğan, Tek Kişi Ortaklığı, İstanbul 2012, s. 214 vd,

284 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson hedeflediği söylenebilir. Vakıf, dernek gibi özel hukuk tüzel kişileri, belediye gibi kamu hukuku tüzel kişileri ve gerçek kişiler, teşebbüs konumuna girebilirler 9. Öte yandan, TTK m. 195/5 hükmü, Hakim teşebbüs tacir sayılır. şeklinde bir düzenleme içermektedir. Buradan anlaşılan, teşebbüsün bizatihi tacir olması gerekmediğidir. TTK m. 12 hükmüne göre kısmen de olsa kendi adına ticari işletme işleten bir gerçek kişi, veya TTK m. 16/1 uyarınca ticari işletme işleten dernek veya vakıf, zaten tacir sıfatını taşımaktadır. Oysa Kanun, teşebbüs ün tacir olmayabileceği düşüncesiyle teşebbüse tacir sıfatı atfettiğine göre, teşebbüs konumuna girmek için ticari işletme işletmek veya tacir olmak da şart değildir 10. Son olarak teşebbüs, bağımsız karar alabilme iktidarına sahip olmalıdır. Zira kanun, şirketler topluluğunun hakimi sıfatıyla onu yönetebilecek konumda olan kişileri teşebbüs olarak görmektedir. IV. Hâkimiyetin Hukuka Aykırı Kullanılması ve Sorumluluk Şirketler topluluğuna ilişkin düzenlemelerin en önemli noktası, hakimiyetin hukuka aykırı kullanılması durumunda doğabilecek sorumluluğa ilişkindir. Öncelikle belirtilmesi gereken husus, hakimiyetin bizatihi sorumluluk doğurmadığı, sorumluluğun doğması için, hukuka aykırı bir davranışın varlığının gerekli olduğudur. Güvenden doğan sorumluluk dışarıda bırakıldığında, sorumluluk sebepleri iki başlık altında incelenebilir: Bağlı şirketin yönetimine müdahelelerden doğan sorumluluk ve genel kurulda alınan kararlara ilişkin sorumluluk. 9 Aynı görüşte Tekinalp, s. 545, N vd.; Aker, s. 286; Gündoğdu, s. 112, N. 251 vd. 10 Bununla birlikte, şirketler topluluğuna ilişkin düzenlemelerin çözmeyi hedeflediği menfaat çatışması riski açısından bakıldığında, teşebbüs ün, topluluk şirketlerinin menfaatiyle yarışabilecek bir iktisadi menfaat gütmesinin aranıp aranmayacağı konusu tartışmalıdır. Farklı görüşler için bkz. Okutan Nilsson, s. 77vd; Gündoğdu, s. 255, Aker, s. 283vd; Gürel s. 26vd. 246

285 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları 1. Bağlı şirketin yönetimine müdahalelerden doğan sorumluluk (TTK m. 202/1) a) Bağlı şirketi kayba uğratmama yükümü Ticaret Kanunu ilk kez hakim şirketlerin, bağlı şirketlerin yönetimini nasıl yürütmeleri gerektiğine ilişkin bir düzenleme getirmekte ve buna aykırı davranışı hakimiyetin hukuka aykırı kullanılmasının bir şekli olarak değerlendirmektedir. Şöyle ki, kanun, şirketler topluluğunda, topluluğun hakimi olan şirketin, topluluk içerisindeki şirketleri kontrol edebildiğini, onların yönetsel kararlarına müdahale edebildiğini kabul etmekte 11 ve bu yönetimin nasıl olması gerektiğine ilişkin bir kural koymaktadır. Kural, hakim şirketin, bağlı şirketi yönetirken, onun kaybına sebebiyet verebilecek iş ve işlemler yaptırmamasıdır. Kanun bu kuralı şu şekilde ifade etmiştir: Hakim şirket, hakimiyetini bağlı şirketi kayba uğratacak şekilde kullanamaz. (TTK m. 202/1) Burada kayıp, bağlı şirketin malvarlığını veya karlılığını azaltan veya riske sokan iş veya işlemler olarak tarif edilebilir 12. Kanunun 202. maddesinin birinci fıkrasında kayba sebebiyet verici iş ve işlemlere örnek olarak bağlı şirketi, iş, varlık, fon, personel, alacak ve borç devri gibi hukuki işlemler yapmaya; kârını azaltmaya ya da aktarmaya; malvarlığını ayni veya kişisel nitelikte haklarla sınırlandırmaya; kefalet, garanti ve aval vermek gibi sorumluluklar yüklenmeye; ödemelerde bulunmaya; haklı bir sebep olmaksızın tesislerini yenilememek, yatırımlarını kısıtlamak, durdurmak gibi verimliliğini ya da faaliyetini olumsuz etkileyen kararlar veya önlemler almaya yahut gelişmesini sağlayacak önlemleri almaktan kaçınmaya yöneltmek gösterilmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, burada örnek olarak sayılan iş ve işlemler bizatihi hukuka aykırı değildir. Bu işlemlerin bağlı şirket açısından kayıp doğurucu, olumsuz sonuçları dahi olabilir. Nihayetinde ticari hayatta risk her zaman bulunmakta ve tüm 11 Bkz Maddenin gerekçesi, 195 ilâ 209. Maddelere ilişkin Genel Açıklamalar. 12 Ayrıntılı açıklamalar ve Alman hukukuna göndermeler için bkz. Okutan Nilsson, s. 230vd. Daha geniş bir kayıp tarifi ve örnekleri için bkz. Tekinalp, s. 572 vd. N Ayrıca bkz. Gündoğdu, s. 227vd. 247

286 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson öngörülü, tedbirli ve özenli yönetim faaliyetine rağmen kayıplar oluşabilmektedir. Kanun, bağlı şirketin iş ve işlemlerinin tüm olumsuz sonuçlarını hakim şirkete yüklemek amacında değildir. Hakim şirketin sorumluluğuna neden olabilecek kayıp, sadece, yönetim kurulunun özen ve sadakat yükümünü ihlal eden iş ve işlemlerden doğan kayıplardır. Bu husus, TTK m. 202/1/d bendinden anlaşılmaktadır. Anılan hükme göre, Kayba sebebiyet veren işlemin, aynı veya benzer koşullar altında, şirket menfaatlerini dürüstlük kuralına uygun olarak gözeten ve tedbirli bir yöneticinin özeniyle hareket eden, bağımsız bir şirketin yönetim kurulu üyeleri tarafından da yapılabileceği veya yapılmasından kaçınılabileceğinin ispatı hâlinde tazminata hükmedilemez. Bu hükümde esas alınan şirket menfaatlerini dürüstlük kuralına uygun olarak gözetme ve tedbirli bir yöneticinin özeniyle hareket etme şeklindeki kıstas, TTK m. 369 hükmünde, anonim şirket yönetim kurulu için öngörülmüş olan özen ve bağlılık yükümünün aynısıdır. Öyleyse kanun, hakim şirketi, adeta anonim şirketin yöneticisi gibi görmekte ve hakim şirketin, bağlı şirket üzerindeki hakimiyetini kullanırken, bağlı şirket yönetim kuruluna uygulanacak özen ve bağlılık yükümü standartlarına uygun hareket etmesini istemektedir. Hakim şirketin yönlendirmesi nedeniyle bağlı şirketin gerçekleştirdiği kayıp doğurucu iş veya işlemler, ancak yönetim kurulunun özen ve bağlılık yükümüne aykırı düştüğü takdirde hakimiyetin hukuka aykırı kullanılması anlamına gelecektir. Buna karşılık söz konusu iş ve işlemin, aynı veya benzer koşullar altında, bağımsız bir şirketin, şirket menfaatlerini dürüstlük kuralına uygun olarak gözeten ve tedbirli bir yöneticinin özeniyle hareket eden yöneticileri tarafından da yapılabileceği ortaya konulabilirse, hakimiyet hukuka aykırı kullanılmış olmayacaktır. Zira bu durumda, oluşan kayıp ticari gerekçelerle açıklanabilen bir kayıptır. Sonuç olarak hakim şirketin yönlendirmesiyle bağlı şirket tarafından yapılan ve kayıp doğuran işlemler, yönetim kurulunun özen ve bağlılık yükümüne aykırı kabul edildiği takdirde, hakimiyet hukuka aykırı kullanılmış olur. 248

287 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları b) Denkleştirme Ancak kanun, böyle bir yönetim biçimine dahi bir şartla izin vermiştir. Hakim şirket, kaybı, kanunda öngörülen süre içinde giderirse, hakimiyetin kullanılmasındaki hukuka aykırılık ortadan kalkmaktadır. Bu giderime kanun denkleştirme adını vermektedir (TTK 202/1). Denkleştirmeye tabi olan kayıp, yönetim kurulunun özen ve bağlılık yükümüne aykırı görülen iş veya işlemlerin olumsuz sonuçlarıdır. Burada kayıp ile zarar kavramlarının farklılığına da dikkat çekilmelidir. Zarar, malvarlığında bir azalmayı veya yoksun kalınan karı ifade eder 13. Oysa kayıp, daha geniş bir kavramdır 14. Zira, henüz somut bir zarar oluşmuş olmasa da, malvarlığını riske sokan işlemler de kayıp kavramına dahildir. Örneğin, TTK m. 202/1 de, kefalet veya garanti vermenin kayıp doğurucu işlem olabileceği belirtilmiştir. Gerçekten de, hakim şirketin talebi üzerine, bağlı şirket, bir başka grup şirketi lehine kefalet, garanti veya aval vermiş olabilir. Henüz bu teminatın paraya çevrilmemiş olması, işlemin kayıp doğurmadığı anlamına gelmeyecektir. Böyle bir işlemin hakimiyetin hukuka aykırı kullanılmasını oluşturan bir kayıp doğurup doğurmayacağı, ancak yukarıda bahsedilen, TTK m. 202/1/d bendindeki kıstasa göre belirlenebilir. Diğer bir deyişle, eğer böyle bir garanti veya kefalet talebi, aynı veya benzer koşullarda, bağımsız bir şirketin, özen ve bağlılık yükümüne uygun hareket eden yönetim kurulunun önüne gelseydi reddedilirdi denilebiliyorsa, ortada kayıp vardır. Zira bağlı şirketin malvarlığı, ticari gerekçelerle açıklanamayacak bir mali yükün ve riskin altına sokulmuş olmaktadır. Maddenin gerekçesinde, şirketin girebileceği bir ihaleye girmekten kaçınması gibi başka hallerin de kayıp doğurucu olabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla henüz malvarlığında somut bir eksilme veya somut bir kay kaybı yaratmamış bazı iş veya işlemler de kayıp kavramına dahildir. 13 Oğuzman/Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, İstanbul 2010, s. 338, Bkz. TTK m. 202 f.1 in gerekçesi. 249

288 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson Kayıp doğurucu işlemin niteliği ve doğurduğu olumsuz sonuçlar, kaybın nasıl denkleştirilebileceğini de ortaya koyacaktır. Örneğin bağlı şirketin bir grup şirketi lehine kefalet vermesi isteniyorsa, bunun karşı bir kefaletle güvenceye alınması denkleştirmeyi sağlayacaktır 15. Kaybın kapsamı, ilgili iş veya işlemin yapıldığı tarih itibariyle doğacağı öngörülebilen sonuçlar bakımından tespit edilir 16. Bu anlamda kaybın tespiti, işlemin yapıldığı tarihten hareketle, geleceğe dönük bir bakışla yapılır. Denkleştirmenin muhatabı, ilgili bağlı şirkettir. Kaybın, aynı faaliyet yılı içinde fiilen denkleştirilmesi mümkün olduğu gibi, kaybın nasıl ve ne zaman denkleştirileceği belirtilmek suretiyle bağlı şirkete bir istem hakkı tanınması yoluyla denkleştirmenin sonraki faaliyet yıllarına ötelenmesi de mümkündür. (TTK m. 202/1). Denkleştirmenin ne kadar süreyle ertelenebileceği konusunda kanunda bir açıklık olmadığından, ertelemenin amaca ve menfaatler dengesine uygunluğunun somut olayda takdir edilmesi gerekecektir. Denkleştirme imkanının getirilmesi, şirketler topluluğunun yönetiminde hakim şirketlere esneklik sağlamaktadır. Zira kanuna uygun bir denkleştirme yapıldığı sürece, hakimiyet hukuka uygun kullanılmış olmakta ve herhangi bir sorumluluk doğmamaktadır. c) Sorumluluk Kayıp doğurucu bir işlem için gereken denkleştirmenin yapılmaması durumunda, hakimiyetin hukuka aykırı kullanılması ve sorumluluk söz konusu olur. Sorumluluğun doğması için, hakim şirketin yönlendirmesiyle, bağlı şirketin kaybına sebep olan ve yönetim kurulunun özen ve bağlılık yükümüne aykırı düşen bir iş veya işlem bağlı şirket tarafından yapılmış olmalı, bu işlemin doğurduğu kayıplar kanuna uygun şekilde denkleştirilmemiş olmalı ve bundan ötürü bir zarar doğmalıdır. Burada artık zarar, malvarlığında oluşan eksilmeyi veya yoksun kalınan karı ifade etmektedir. Zarar, tazminata hükmedildiği andan, ilgili iş veya 15 Örnek için bkz. TTK m. 202 f.1 in gerekçesi. 16 Okutan Nilsson, s. 233, Gündoğdu, s. 225vd. 250

289 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları işlemin yapıldığı (veya pasif bir davranışla zarar verildiyse, yapılmaktan kaçınıldığı) ana kadar ortaya çıkan ve ilgili iş veya işlemle arasında illiyet bağı kurulabilen tüm gelişmeleri hesaba katarak yapılacak değerlendirme ile belirlenir. Diğer bir deyişle zarar belirlenirken, geçmişe dönük bir bakış açısı benimsenir 17. Bahsedilen zarar, münferit paysahiplerinin veya alacaklıların değil, bağlı şirketin uğradığı zarardır ve tazminatın şirkete ödenmesi gerekir. Şirketin zararı giderildiğinde, dolaylı yoldan paysahibi ve alacaklıların zararı da giderilmiş olacaktır. TTK m. 202/1/b hükmünde, hakimin istem üzerine veya resen somut olayda hakkaniyete uygun düşecekse, tazminat yerine paysahiplerinin paylarının hakim şirket tarafından satın alınmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir başka bir çözüme karar verebileceği düzenlenmiştir. Örneğin zararın tespitinin çok güç olduğu durumlarda hakkaniyet gereği tazminat yerine payların satın alınması şeklinde bir yaptırım uygulanabilir. Hakimiyetin bu anlamda hukuka aykırı kullanılmasından doğan sorumluluk, hakim şirkete ve onun kayba sebep olan yönetim kurulu üyelerine yüklenmiştir. Sorumluluğun yukarıda sayılan şartları dışındaki diğer koşulları konusunda, TTK m. 202/1/e bendinde, TTK m. 553, 555 ila 557, 560 ve 561. maddelere atıf yapılarak, paysahiplerinin ve alacaklıların açacağı davaya kıyas yoluyla anılan hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir. Kanunun yaklaşımı genel olarak özetlenmek gerekirse, hakim şirket, adeta bağlı şirketin yöneticisi gibi görülmekte ve yönetim kurulunun özen ve bağlılık yükümüne tabi tutulmaktadır. 2. Bağlı şirkette alınan genel kurul kararlarından doğan sorumluluk (TTK m. 202/2) Hakim şirkete yüklenen bir diğer sorumluluk, bağlı şirket genel kurullarında alınan bazı kararların, bağlı şirketin menfaaetine uygun olmamasından kaynaklanan sorumluluktur. TTK m. 202/2 hükmü 17 Ayrıntılar için bkz. Okutan Nilsson, s

290 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson uyarınca, Hâkimiyetin uygulanması ile gerçekleştirilen ve bağlı şirket bakımından açıkça anlaşılabilir haklı bir sebebi bulunmayan, birleşme, bölünme, tür değiştirme, fesih, menkul kıymet çıkarılması ve önemli esas sözleşme değişikliği gibi işlemlerde, genel kurul kararına red oyu verip tutanağa geçirten veya yönetim kurulunun bu ve benzeri konulardaki kararlarına yazılı olarak itiraz eden paysahiplerine bir talep hakkı tanınmıştır. Anılan koşulların gerçekleşmesi halinde, karara olumsuz oy veren paysahipleri, hakim teşebbüsten zararlarının tazminini veya paylarının satın alınmasını talep edebilecektir. Hükümde geçen yönetim kurulunun bu ve benzeri kararları ndan kasıt, kural olarak genel kurulun yetki alanına giren, ancak genel kurulun yönetim kuruluna yetki verdiği menkul kıymet çıkarma (TTK m. 505), kayıtlı sermayeli şirketlerde sermaye artırımı gibi kararlardır. Payların satın alınması durumunda, payların değerinin tespiti bakımından kanun, varsa en az borsa değeriyle, böyle bir değer bulunmuyorsa veya borsa değeri hakkaniyete uygun düşmüyorsa gerçek değerle veya genel kabul gören bir yönteme göre belirlenecek bir değer in uygulanmasını öngörmektedir (TTK 202/2). Değerin hangi tarihteki değer olması gerektiği sorusunu ise, Değer belirlenirken mahkeme kararına en yakın tarihteki veriler esas alınır şeklinde cevaplamaktadır. Ancak kanaatimizce, mahkeme kararına en yakın tarihteki verilerin pay değerine esas alınması, çoğu kez hakkaniyete aykırı sonuç verecektir. Örneğin bağlı şirket için hiçbir haklı sebebi olmayan bir birleşmenin, sırf hakim şirketin yönettiği oylarla karara bağlanarak gerçekleştirilmesi neticesinde bağlı şirketin paylarının değeri düşmüş olabilir. Bu durumda bu kararın olumsuz sonuçları nedeniyle dava açan paysahiplerinin paylarının davanın bitmesine yakın tarihteki değerle satın alınması, onları mağduriyetten kurtarmayacak, zira bağlı şirket açısından olumsuz olan birleşmenin sonucunda pay değeri düşmüş olacaktır. Maddenin amacı, paysahibini, hakimiyetin hukuka aykırı kullanılması yoluyla alınan kararın olumsuz sonuçlarından kurtarmak olduğuna göre, payın değeri, örnekte, birleşme öncesi değer olarak hesaplanmalıdır. Nitekim hüküm, hakkaniyete uygun değerin hesaplanmasını da 252

291 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları öngörmektedir. TTK m. 202/2 de yer alan pay değerinin tespiti ile ilgili düzenleme, TTK m. 202/1 deki yönetime müdahaleden doğan sorumluluk açısından da uygulanacağından, oradaki sorumluluk halleri bakımından da aynı durum geçerlidir. Örneğin bağlı şirketin, hakim şirketin hukuka aykırı müdahaleleri nedeniyle kötü yönetimi nedeniyle malvarlığı eksildiyse veya anılan kötü yönetim olmasaydı elde edilebilecek kar elde edilmediyse, payların satın alınması çözümüne gidildiği takdirde anılan kötü yönetim olmasaydı pay değeri nerede olacak idiyse o şekilde değer hesabı yapılmalıdır. V. Satın Alma Hakkı Bir şirket içerisinde paysahipleri arasında çatışmaların yaşanması, şirketin iç barışını bozarak yöneticilerin zaman ve enerjilerini çatışmaların çözümüne harcamalarını gerektirebilir ve şirketin amacına ulaşmasını engelleyebilir. Bu düşünceyle 18 kanun, bir sermaye şirketinin paylarının ve oy haklarının en az yüzde doksanına sahip olan hakim şirketlere, bazı sebeplerin varlığında, kalan azlığın paylarını satın alma hakkı vermiştir (TTK m. 208). Bu hakkın kullanılabilmesi için, azlığın şirketin çalışmasını engelleyici, dürüstlük kuralına aykırı veya fark edilir sıkıntı yaratan veya şirket menfaatlerini tehlikeye düşürecek nitelikte pervasızca hareketlerde bulunması gerekir. Satın alma hakkı dava yoluyla kullanılabilen bir haktır. Maddede sayılan koşulların gerçekleşmiş olduğu, diğer bir deyişle payların ve oy haklarının doğrudan veya dolaylı olarak %90 ının hakim şirkete aidiyeti ve haklı sebebin varlığı, davacı tarafından mahkemede ortaya konulmalıdır. VI. Bildirim Yükümlülükleri Paysahipliğine bağlı hakimiyet ilişkilerinin belirlenebilmesi için, TTK m. 198 ile sermaye şirketlerinde pay sahibi olanların, sahip oldukları pay oranlarını açıklamalarına yönelik bir düzenleme getirilmiştir. Bildirim yükümlülükleri, belirli pay eşiklerinin aşılması veya bunların altına inilmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Bildirimin yapılacağı yerler ilgili şirket, SPK, BDDK gibi kurum ve kuruluşlar ve ticaret sicilidir. Bildirim 18 Bkz. TTK m. 208 in gerekçesi. 253

292 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, ilgili paylara ait oy hakkı dâhil paysahipliği haklarının donması yaptırımına bağlanmıştır. Bildirim yükümlülüğünün ne şekilde yerine getirileceğine ilişkin ayrıntılı düzenleme, Ticaret Sicil Yönetmeliğinin 107. maddesinde yer almaktadır. Anılan maddenin birinci fıkrası, TTK m. 198 in ilgili hükmünü tekrar ederek, bildirim gerektiren eşikleri ortaya koymaktadır. Buna göre, bir sermaye şirketinin sermayesinin, doğrudan veya dolaylı olarak yüzde beşini, onunu, yirmisini, yirmibeşini, otuzüçünü, ellisini, altmışyedisini veya yüzde yüzünü temsil eden miktarda paylarına sahip olan veya payları bu yüzdelerin altına düşen teşebbüs veya şirketler, bildirimde bulunmak yükümlülüğü altındadır. Görüldüğü üzere, sadece doğrudan değil dolaylı iştiraklerin de bildirilmesi gerekmektedir. Örneğin B şirketinin C şirketinde %60 oranında pay iktisap etmesi durumunda, B şirketinin %90 ına sahip olan A şirketi de C de otomatik olarak %54 oranında dolaylı iştirake sahip olmakta ve her iki şirket de bu iktisapla C şirketinde doğrudan ve dolaylı olarak %50 eşiğini aşmaktadır. Bu durumda hem A hem B şirketlerinin bildirim yükümlülüğü doğacaktır. Sicil Yönetmeliğinin 107. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Dolaylı iştiraklerin bildiriminin söz konusu olması durumunda, dolaylı yoldan eşikleri aşan veya eşiklerin altına düşen tüm teşebbüs veya ticaret şirketleri için bildirim, bunlardan herhangi biri tarafından tümü için yapılabilir. Bildirimin yapılması konusunda getirilen bu kolaylık sayesinde, örnekte hem A hem B için, A ya da B tarafından tek bildirim yapılabilecektir. Sicil Yönetmeliği nin 107. maddesinin 5. fıkrasına göre bildirimler, bildirime konu işlemin tamamlanmasını müteakip on gün içinde ilgili sermaye şirketine (yukarıdaki örnekte C şirketine) yazılı şekilde yapılır. Bildirimleri alan sermaye şirketleri bunları kayıtlı bulundukları ticaret sicil müdürlüğüne, bildirimin alındığı tarihten itibaren on gün içinde tescil ve ilan ettireceklerdir. 254

293 Türk Ticaret Kanunu nda Şirketler Topluluğu Hukukunun Anahatları Sicil Yönetmeliği nin 107. maddesinin 2. fıkrası, bildirim yükümlülüğünü, ancak payları iktisap eden veya elden çıkaran teşebbüs ya da ticaret şirketinin bir şirketler topluluğuna dahil olması durumu ile sınırlamıştır. VII. Bilgi Alma ve Özel Denetim Talep Etme Hakları TTK nun 199 ve 200. maddeleri, bağlı şirket ile hakim şirket dahil, topluluğa mensup diğer şirketler arasındaki ilişkiler hakkında raporlama yükümlülükleri ve bilgi alma haklarını düzenlemektedir. Özellikle yukarıda açıklanan dava haklarının kullanılabilmesi, paysahiplerinin şirketler topluluğundaki ilişkiler hakkında bilgi sahibi olmasını gerektirir. Bu nedenle paysahiplerine bir yandan düzenli olarak yıllık faaliyeti raporu içerisinde bilgi alma, diğer yandan da özel olarak bilgi talep etme hakkı tanınmıştır. Bunun yanı sıra, hakim şirketin paysahiplerinin ve yönetim kurulu üyelerinin de bilgi talep etme hakları bulunmaktadır. İlk olarak, TTK m. 199 uyarınca, bağlı şirketin yönetim kurulu, faaliyet yılının ilk üç ayı içinde, şirketin hakim ve bağlı şirketlerle ilişkileri hakkında bir rapor düzenlemek yükümü altındadır. Gerekçe de bağlılık raporu olarak adlandırılan bu raporun amacı, bağlı şirketin topluluk şirketleri ile ilişkilerinin değerlendirilmesi ve 202. maddede öngörülen denkleştirme yükümü ile hakim şirketin sorumluluğuna ilişkin hükümlerin uygulanmasını gerektirecek bir durum olup olmadığı konusunda paysahiplerine bilgi verilmesidir. Ancak, şirket açısından ticari sır niteliğinde bilgiler içerebileceği düşünülerek, raporun tamamının paysahiplerine açıklanması aranmamıştır. Bunun yerine yönetim kurulu, raporda konu ettiği iş veya işlemlerin yapıldığı veya yapılmasından kaçınıldığı anda kendilerince bilinen hal ve şartlara göre şirketi kayba uğratıp uğratmadığı, eğer uğrattıysa kaybın denkleştirilip denkleştirilmediği konusundaki değerlendirmesini raporun sonuç kısmında açıklayacaktır. Sonuç kısmında açıklanan bu değerlendirme, yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporuna alınarak olağan genel kurula sunulur. (TTK m. 199/3) Böylece, yıllık faaliyet raporunda, hakim şirketin yönlendirmesiyle yapılan iş ve işlemlerden doğan bir kayıp olduğu ve 255

294 Doç. Dr. Gül Okutan Nilsson bunun denkleştirilmediği yönünde bir açıklama yer alırsa, paysahipleri bu bilgiye dayanarak dava açma imkanını kullanabilirler. Ayrıca, hakim şirket paysahiplerinin genel kurulda, hakim şirket yönetim kurulu üyelerinin de yönetim kurulu toplantılarında, bağlı şirketlerin finansal ve malvarlığıyla ilgili durumları ile hesap sonuçları, hâkim şirketin bağlı şirketlerle, bağlı şirketlerin birbirleriyle, hâkim ve bağlı şirketlerin pay sahipleri ve bunların yakınlarıyla ilişkileri; yaptıkları işlemler ve bunların sonuç ve etkileri hakkında, özenli, gerçeği aynen ve dürüstçe yansıtan hesap verme ilkelerine uygun bilgi verilmesini isteme hakları bulunmaktadır. (TTK m. 1994/4, 200) Bilgi alma haklarının yeterince etkili olmaması durumunda, paysahiplerine belli bir konunun açıklığa kavuşturulması amacıyla özel denetçi atanmasını talep etme imkânı da tanınmıştır. Özel denetçi atanması talebi, ilgili maddelerde düzenlenen koşulların varlığı halinde, pay oranı ne olursa olsun bağlı şirketin her bir paysahibine tanınmış olan ve şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesine başvurmak suretiyle kullanılan bir haktır. (TTK m. 207, 406). 256

295 Das deutsche Konzernrecht Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen Dr. Ingo Theusinger Anfang des Jahrtausends hat Prof. Dr. Karsten Schmidt, einer der führenden deutschen Rechtsgelehrten, sich in einem Beitrag für eine Festschrift mit den folgenden Fragen auseinandergesetzt: Was ist, was will und was kann das deutsche Konzernrecht? 1 Einige dieser Punkte werden im Folgenden im Überblick behandelt. 2 Dieser Beitrag geht zunächst auf die Grundlagen des deutschen Konzernrechts ein und befasst sich dabei eingangs mit der Frage, wann ein Zusammenschluss von Gesellschaften zu einem Konzern wird und welche Ausprägungen der Konzern in der Praxis erfährt (dazu unter A.). Daran an schließt sich ein Überblick über die wesentlichen Regelungen des deutschen Konzernrechts (dazu unter B und C.). Der Beitrag endet mit einer Darstellung aktueller konzernrechtliche Fragestellungen (dazu unter D.) und einer kurzen Schlussbemerkung (dazu unter E.). Dr. Ingo Theusinger ist Rechtsanwalt und Partner im Düsseldorf Büro der international tätigen Sozietät Noerr LLP. Der Beitrag basiert auf einem Vortrag im Rahmen des internationalen Symposiums zum türkischen und deutschen Konzernrecht am in Istanbul, an dem u.a. Prof. Dr. Peter O. Mülbert zum Thema Haftung für Existenzvernichtung einer Gesellschaft durch ihre Gesellschafter und Prof. Dr. Klaus Ulrich Schmolke zum Thema Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo referierten. Die Vortragsform wurde weitgehend beibehalten. 1 Was ist, was will und was kann das Konzernrecht des Aktiengesetzes? in: Festschrift für Druey, 2002, S

296 Dr. Ingo Theusinger A. Einleitung I. Begriffsbestimmung Der Begriff "Konzern" wird wie selbstverständlich in der Öffentlichkeit verwandt. Wie aber versteht das deutsche Aktienrecht diesen Begriff? Eine Legaldefinition findet sich in 18 Abs. 1 AktG: "Sind ein Unternehmen oder ein oder mehrere abhängige Unternehmen unter der einheitlichen Leitung des herrschenden Unternehmens zusammengefasst, so bilden sie einen Konzern; Unternehmen, zwischen denen einen Beherrschungsvertrag ( 291 AktG) besteht oder von denen das eine in das andere eingegliedert ist ( 319 AktG), sind als unter einheitlicher Leitung zusammengefasst anzusehen. Von einem abhängigen Unternehmen wird vermutet, dass es mit dem herrschenden Unternehmen einen Konzern bildet." Wie das türkische Recht knüpft das deutsche Recht also an die Eigenschaft des Gesellschafters als "Unternehmen" an. Nur dann, wenn ein Gesellschafter "Unternehmen" in diesem Sinne ist, findet das deutsche Konzernrecht Anwendung. Diese Beschränkung hat es erfordert, Kriterien zu entwickeln, die eine Unterscheidung zwischen "normalem Gesellschafter" und "Unternehmen" ermöglichen. Nach der Rechtsprechung des BGH 2 liegt die "Unternehmereigenschaft" vor, wenn sich der Gesellschafter außerhalb der Gesellschaft wirtschaftlich betätigt und die daraus resultierenden Interessenbindungen so stark sind, dass sie die ernste Besorgnis begründen, der Gesellschafter könnte deshalb seinen Einfluss zum Nachteil der Gesellschaft geltend machen. Einzelheiten sind umstritten so kann es zum Beispiel in Einzelfällen schwierig sein zu ermitteln, wie stark das wirtschaftliche Interesse außerhalb der Gesellschaft sein muss, um einen Gesellschafter als Unternehmen zu qualifizieren. 3 Für die hier 2 BGH, Urt. v II ZR 212/99, NJW 2001, 2973, 2974; Beschl. v KVR 1/78 - NJW 1979, 2401, 2402; Urt. v II ZR 123/76, NJW 1978, 104, 105; 3 Siehe zu Einzelheiten und Streitfragen beispielsweise Emmerich in Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 15, Rn. 6 ff.; Fett in Bürgers/Körber, AktG, 3. Aufl. 2014, 15, Rn. 9ff. 258

297 Das deutsche Konzernrecht - Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen - behandelten Zwecke lässt sich jedoch festhalten, dass ein Konzern vorliegt, wenn ein Unternehmen im konzernrechtlichen Sinne die Mehrheit an einem anderen Unternehmen besitzt, denn dann wird gem. 17 Abs. 2 AktG zumindest vermutet, dass es vom herrschenden Unternehmen abhängig ist, sprechen wir von einem "faktischen Konzern", und wenn zwei Unternehmen einen Beherrschungs- und/oder Gewinnabführungsvertrag geschlossen haben, sprechen wir von einem "Vertragskonzern". In jedem Fall und auch das ist bedeutsam bilden alle Gesellschaften jeweils rechtlich selbständige Einheiten, auch wenn sie Bestandteil eines Konzerns sind. 4 Der Konzern als solcher ist also keine rechtliche Einheit, daher gibt es aus rechtlicher Sicht auch keinen "Konzern-Vorstand" oder einen "Konzern-Aufsichtsrat", sondern immer nur ein Geschäftsleitungsund Aufsichtsorgan der jeweiligen Gesellschaft. Dass deren Aufgaben auch konzernbezogen sind, ist ein anderes Thema. 5 Wichtig im Umgang mit dem Begriff "Konzern" ist auch, dass er in anderen Rechtsgebieten vom Aktienrecht teilweise abweichend behandelt wird, auch und vor allem wegen der teilweise anderen Zielsetzungen der jeweils anwendbaren Norm. Dies gilt beispielsweise für das Arbeitsrecht. 6 II. Regelungsaufgaben Bevor auf die Einzelheiten verschiedener Konzerntypen eingehen, werfen wir einen Blick auf den Schutzzweck des Konzernrechts und die Organisation von Konzernen in der Praxis geworfen werden. 4 Bayer in: Münchener Kommentar zum AktG, 3. Aufl. 2008, 15 Rn. 49; Fett in: Bürgers/Körber, AktG, 3. Aufl. 2014, 15, Rn. 23; Koch in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 15, Rn Vergleiche hierzu auch den Beitrag von Prof. Schmolke zum Thema Geschäftsleiterhandeln im Gruppeninteresse Europäische Reformüberlegungen und deutscher Status quo in dieser Schrift. 6 So ausdrücklich BayObLG, Beschl. v Z BR 236/96, NZG 1998, 509 f; vgl. auch Engels/Schmidt/Trebinger/Linsenmaier in: Fitting, BetrVG, 27.Aufl. 2014, 54, Rn

298 Dr. Ingo Theusinger Das deutsche Konzernrecht ist Organisationsrecht und insbesondere Schutzrecht 7 : Als Organisationsrecht stellt es "Spielregeln" auf, die Konzerne steuerbar machen, als Schutzrecht wahrt es die Interessen der Beteiligten: der abhängigen Gesellschaften, der Minderheitsgesellschafter und auch der Gläubiger der abhängigen Gesellschaften. An Hand der Struktur des Volkswagen-Konzerns lässt sich die Funktion des Konzernrechts als Organisations- und Schutzrecht illustrieren: Die Volkswagen AG ("VW AG") steht an der Spitze eines aus einer Vielzahl von Gesellschaften bestehenden Automobil- Konzerns. Sie vereinigt allein 12 Gesellschaften, die führende Automarken verantworten, unter ihrem Dach. Diese Gesellschaften stehen zum Teil auch in einem produktbezogenen Konkurrenzverhältnis. Nicht alle Tochtergesellschaften gehören VW jedoch zu 100%. So sind beispielsweise an der börsennotierten AUDI AG noch außenstehende Aktionäre beteiligt. Die AUDI AG, ihre außenstehenden Aktionäre und Gläubiger werden durch das Konzernrecht geschützt, gleichzeitig bietet es der VW AG aber auch Möglichkeiten der Einflussnahme. III. Anwendungsbereich Da das deutsche Konzernrecht ausdrücklich nur im Aktiengesetz verankert ist, erfasst es unmittelbar lediglich die AG, die KGaA (eine Sonderform) und die SE. Die GmbH als am weitesten verbreitete Gesellschaftsform verfügt man muss sagen: noch immer über kein eigenes Konzernrecht. Die Regeln des Vertragskonzerns, auf die wir gleich genauer eingehen, geltend teilweise entsprechend, die des faktischen Konzerns hingegen nicht. 8 Allerdings gibt es zahlreiche Unsicherheiten, die aus Sicht der Praxis eine gesetzliche Regelung wünschenswert erscheinen lassen. 7 Koch in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 15, Rn. 3ff.; Paschos in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 291 AktG, Rn Henssler/Strohn in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, Anh 13 GmbHG, Rn. 6 f.; Zöllner/Beurskens in: Baumbach/Hueck, GmbHG, 20. Aufl. 2013, Schlussanhang, Rn

299 Das deutsche Konzernrecht - Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen - Erst in jüngerer Zeit entwickelt sich auch ein Konzernrecht von Personengesellschaften. 9 Hierauf kann hier jedoch nicht weiter eingegangen werden. IV. Erscheinungsformen Ungeachtet der rechtlichen Grundlagen der jeweiligen Leitungsmacht bleiben unterschiedliche Optionen für den Aufbau der Organisationsstrukturen im Konzern bestehen. In der Praxis lassen sich vier "Organisationstypen" ausmachen, wenn man auf die Intensität der Führung durch das herrschende Unternehmen abstellt: 10 An den jeweiligen Enden des Spektrums sind die reine Finanz- oder Vermögensholding einerseits und der Stammhauskonzern andererseits angesiedelt. Der Stammhauskonzern ist durch das eigenunternehmerische Auftreten des Stammhauses am Markt und seine zentrale Leitungsstruktur gekennzeichnet. Alle wichtigen Funktionen im Konzern werden zentral durch das Stammhaus wahrgenommen, die Tochtergesellschaften eng geführt. Ganz entgegengesetzt ist demgegenüber ein Konzern strukturiert, an dessen Spitze eine reine Finanzholding steht. Sie hält und verwaltet lediglich Beteiligungen, ohne aber leitenden Einfluss auszuüben. Dazwischen ist die strategische Holding positioniert. Ihr obliegt die Führung eines dezentralisierten Konzerns, in dem das operative Geschäft ganz bei den Tochtergesellschaften liegt. Die Leitungsaufgaben der Holding konzentrieren sich typischerweise auf die strategische Ausrichtung des Konzerns und seiner Gesellschaften, die Koordinierung der Konzernaktivitäten und die Besetzung der wichtigsten Führungspositionen. Der vierte Organisationstypus, die sog. Mischholding, lässt sich als spezifische Ausformung der strategischen Holding begreifen. Neben den Aufgaben, die auch die strategische Holding ausführt, betreibt sie auch eigenes operatives Geschäft. Vom Stammhauskonzern unterscheidet sie sich dadurch, dass ihren eigenen Aktivitäten keine übergeordnete Bedeutung zukommt. 9 Hopt in: Baumbach/Hopt, HGB, 36. Aufl. 2014, 105, Rn. 100 ff.; Mülbert in: MüKo, HGB, 3. Aufl. 2012, Anhang: Konzernrecht der Personengesellschaften Rn. 1 ff.. 10 Instruktiv zu diesen Organisationsformen Kleindiek, in: Hommelhoff/Hopt/von Werder, Handbuch Corporate Governance, 787 ff. 261

300 Dr. Ingo Theusinger Soviel zu den terminologischen und praktischen Grundlagen von Konzernen in Deutschland. Nun gehen wir auf die rechtlichen Strukturen im Überblick ein: Den "Faktischen Konzern" und den "Vertragskonzern". Dabei stellen wir zunächst die jeweiligen konzeptionellen Grundlagen sowie die zentralen Vorschriften im Überblick vor. Zudem gehen wir auf die Haftungsrisiken der herrschenden Gesellschaft und ihrer Geschäftsleiter ein. B. Faktischer Konzern I. Grundlagen Der faktische Konzern basiert auf einer rein tatsächlichen Abhängigkeit einer Aktiengesellschaft von einer anderen Gesellschaft. Die Corporate Governance der abhängigen Gesellschaft bleibt unberührt, weil das Gesetz keine ausdrücklichen Weisungsrechte der herrschenden Gesellschaft festlegt. Allerdings wird die herrschende Gesellschaft privilegiert, weil ihr im Ergebnis die Möglichkeit gegeben wird, auch nachteiligen Einfluss auf die abhängige Gesellschaft auszuüben, wenn sie diesen Nachteil spätestens am Ende des jeweiligen Geschäftsjahres ausgleicht. 11 II. Überblick über zentrale Regelungen Auf diesen Grundgedanken basieren die wesentlichen Regelungen des faktischen Konzerns. Auf unterschiedliche Weise dienen sie dem Ziel, einen nachteiligen Einfluss der herrschenden Gesellschaft nur zu gestatten, wenn der Nachteil ausgeglichen wird: Im Zentrum steht 311 AktG, der es dem Vorstand der abhängigen Gesellschaft gestattet, nachteilige Veranlassungen umzusetzen, wenn dieser Nachteil bis zum Geschäftsjahresende ausgeglichen wird. Diese Norm wird flankiert von Transparenzpflichten: Der Vorstand der abhängigen Gesellschaft ist gem. 312 AktG verpflichtet, einen so genannten Abhängigkeitsbericht zu erstatten, in dem alle Rechtsgeschäfte, welche die Gesellschaft im vergangenen Geschäftsjahr mit dem herrschenden Unternehmen oder einem mit ihr verbundenen Unternehmen oder auf Veranlassung oder im Interesse des herrschenden Unternehmens vorgenommen hat, aufzuführen sind. 11 Vgl. hierzu Altmeppen in: Münchener Kommentar AktG, 3. Aufl. 2010, 311 Rn. 38 ff.; Habersack in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 311, Rn

301 Das deutsche Konzernrecht - Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen - Genannt werden müssen ferner auch alle anderen Maßnahmen, die die abhängige Gesellschaft auf Veranlassung oder im Interesse des herrschenden Unternehmens getroffen oder unterlassen hat. Dieser Bericht ist gem. 313 AktG vom Abschlussprüfer und gem. 314 AktG vom Aufsichtsrat zu prüfen. Durch die umfassende Auflistung von Rechtsgeschäften und Maßnahmen und die entsprechenden gesellschaftsinternen und externen Prüfungen soll verhindert werden, dass der Vorstand aufgrund eigener, im Ergebnis nicht mehr kontrollierter Einschätzung Geschäfte als nicht nachteilig einordnet. Werden die Schutzmechanismen nicht eingehalten und entsteht der abhängigen Gesellschaft dadurch ein Schaden, haften das herrschende Unternehmen und persönlich deren gesetzliche Vertreter. 12 III. Im Fokus: Verantwortlichkeit des herrschenden Unternehmens Diese Haftung nach 317 AktG hat in der deutschen Praxis in letzter Zeit für Aufsehen gesorgt. Im Kern geht es um einen Verstoß gegen 311 AktG. Das herrschende Unternehmen haftet, wenn es eine nachteilige Maßnahme veranlasst und diesen Nachteil nicht bis spätestens zum Geschäftsjahresende ausgeglichen hat. Ein Verschulden des herrschenden Unternehmens ist nach überwiegender Meinung nicht erforderlich. 13 Führen nachteilsstiftende Veranlassung und der fehlende Ausgleich zu einem Nachteil, so ist dieser auszugleichen. Neben dem herrschenden Unternehmen haften dafür gem. 317 Abs. 3 AktG auch die Geschäftsleiter des herrschenden Unternehmens und zwar persönlich. 14 Zudem besteht unter besonderen Umständen auch ein Unterlassungsanspruch, insbesondere wenn die herrschende Gesellschaft nicht zum Nachteilsausgleich bereit ist Vgl. 317 AktG. 13 Fett in: Bürgers/Körber, AktG, 317, Rn. 7; Habersack in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl., 2013, 311 AktG, Rn. 5 und 7; Koch in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014; 317, Rn. 5; a.a. etwa Altmeppen, in Münchener Kommentar AktG, 3. Aufl. 2010, 317, Rn. 30 f. 14 Vgl. hierzu Habersack in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH- Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 317, Rn. 22 f. 15 Altmeppen in Münchener Kommentar AktG, 3. Aufl. 2010, 317, Rn. 48 ff. 263

302 Dr. Ingo Theusinger Anspruchsinhaber sind gem. 317 AktG die abhängige Gesellschaft wie auch Aktionäre der abhängigen Gesellschaft. 16 Im Falle der Insolvenz der abhängigen Gesellschaft macht der Insolvenzverwalter ihre Ansprüche geltend. Angesichts der Machtverhältnisse im faktischen Konzern werden Ansprüche aus den 311, 317 AktG regelmäßig nur dann geltend gemacht, wenn es zu Veränderungen im Konzerngefüge kommt sei es durch einen Aktionärswechsel oder im Falle einer Insolvenz. Die Beweislast im Falle einer gerichtlichen Geltendmachung des Anspruchs trägt grundsätzlich der Kläger, allerdings gibt es gewisse prozessuale Erleichterungen, um diesen Anspruch nicht leerlaufen zu lassen. 17 Insbesondere das Tatbestandsmerkmal der "Veranlassung" wäre für außenstehende Gläubiger ohne entsprechende Erleichterungen kaum darzulegen und zu beweisen. Einzelheiten dieser Beweiserleichterungen sind jedoch umstritten und noch ungeklärt. 18 C. Vertragskonzern Anders als im faktischen Konzern wird die Corporate Governance der abhängigen Gesellschaft im Vertragskonzern durchbrochen. Schließlich unterstellt die abhängige Gesellschaft ihre Leitung ausdrücklich der herrschenden Gesellschaft bzw. verpflichtet sich, ihren ganzen Gewinn abzuführen, 291 Abs. 1 AktG. I. Grundlagen Die herrschende Gesellschaft kann daher jedenfalls bei Bestehen eines Beherrschungsvertrages gem. 308 Abs. 1 S. 1 AktG unmittelbar aufgrund des Vertrages Weisungen erteilen. Als "Gegenleistung" für diese umfassende Einflussnahmemöglichkeit 16 Vgl. zum Ganzen Leuering/Goertz in: Hölters, AktG, 2. Aufl. 2014, 317, Rn. 21, 29 ff.; Bödeker in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 317 AktG, Rn Altmeppen in Münchener Kommentar AktG, 3. Aufl. 2010, 317 Rn. 80 f.; Koch in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 311, Rn. 18 ff.; Müller in: Spindler/Stilz, AktG, 2. Aufl. 2010, 317, Rn Siehe zum Ganzen auch Fett in: Bürgers/Körber, AktG, 3. Aufl. 2014, 317, Rn. 15; Habersack in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 311 AktG, Rn. 40; Koch in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 311, Rn. 18 ff.; Leuering/Goertz in: Hölters, AktG, 2. Aufl. 2014, 317, Rn. 41 f., 311, Rn. 77; Müller in: Spindler/Stilz, AktG, 2. Aufl. 2010, 311, Rn

303 Das deutsche Konzernrecht - Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen - muss die herrschende Gesellschaft gem. 302 Abs. 1 AktG den während der Vertragslaufzeit der abhängigen Gesellschaft entstehenden Verlust ausgleichen. Minderheitsaktionäre sind sowohl prozessual als auch materiellrechtlich geschützt: Prozessual, weil sie die erforderlichen Beschlüsse (dazu sogleich) gerichtlich überprüfen lassen können und materiell-rechtlich, weil sie die Möglichkeit erhalten, ihre Aktie zum vollen wirtschaftlichen Wert an das herrschende Unternehmen zu verkaufen. 19 Sollten sie sich entscheiden, in der Gesellschaft zu verbleiben, erhalten sie als Ausgleich für den Verlust ihres Dividendenanspruchs eine jährliche Zahlung, die vereinfacht gesagt den bisherigen durchschnittlichen Dividendenzahlungen entspricht. 20 II. Wesentliche Regelungen Während der faktische Konzern unmittelbar an die tatsächliche Beherrschung anknüpft, ist der Eintritt in den "Vertragskonzern" aufwendiger. Angesichts der weitreichenden Eingriffsmöglichkeiten und der damit korrespondierenden Ausgleichspflichten sind die Gesellschafter des herrschenden und des abhängigen Unternehmens zu beteiligen: So müssen die jeweiligen Gesellschafterversammlungen gem. 293 Abs. 1 und 2 AktG dem Abschluss eines Beherrschungs- und/oder Gewinnabführungsvertrags zustimmen. Zudem muss der Vertrag ins Handelsregister eingetragen werden, damit er transparent ist und insbesondere die Gläubiger die Verpflichtungen der beteiligten Gesellschaften erkennen können. 21 Durch die damit verbundene registergerichtliche Prüfung wird zudem eine Kontrolle der Wirksamkeitsvoraussetzungen gewährleistet (vgl. 293 ff. AktG). 19 BVerfG, Beschl. v BvR 1613/94, NJW 1999, 3769; zur Reichweite des Schutzes zuletzt auch BGH, Beschl. v , II ZB 26/12, NJW 2014, 146 ff.. 20 Vgl. 304 AktG, für weitere Einzelheiten Koch in Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 304 Rn. 8 ff. 21 Veil in: Spindler/Stilz, AktG, 2. Aufl. 2010, 294, Rn

304 Dr. Ingo Theusinger Ist ein Beherrschungsvertrag wirksam zustande gekommen, knüpfen sich an ihn u.a. die nachstehend kurz erwähnten Rechtsfolgen: Korrespondierend zum Weisungsrecht der herrschenden Gesellschaft hat der Vorstand der abhängigen Gesellschaft die Pflicht, jedenfalls rechtmäßige Weisungen zu befolgen (vgl. 308 AktG). Das Weisungsrecht gilt jedoch nicht schrankenlos: Die Weisungen müssen dies ergibt sich aus 308 Abs. 2 AktG insbesondere im Konzerninteresse liegen. 22 Weitere Schranken können sich aus der Satzung oder allgemeinen gesetzlichen Verboten ergeben. 23 Ferner wird diskutiert, ob auch solche Weisungen zu befolgen sind, die die Überlebensfähigkeit der Gesellschaft außerhalb des Vertragskonzerns gefährden. Dies wird aber wohl überwiegend 24 verneint, weil entsprechende Prognosen kaum sicher zu treffen sind. Einschneidend für die abhängige Gesellschaft ist die Pflicht, ihren gesamten Gewinn an das herrschende Unternehmen abzuführen (vgl. 301 AktG). Schließlich ist auch die Vermögensbindung gelockert. 25 Mit anderen Worten: Der herrschende Gesellschafter kann leichter auf das Vermögen der abhängigen Gesellschaft zugreifen als außerhalb eines Vertragskonzerns. Dies ist nur deshalb gestattet, weil auf der anderen Seite der Schutz durch den Verlustausgleichsanspruch besteht Altmeppen in: MüKo, AktG, 3. Aufl. 2010, 308 Rn. 101; Koch in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 311, Rn. 16 f. 23 Emmerich in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-KonzernR, 7. Aufl. 2013, 308, Rn. 56 ff.; Veil in: Spindler/Stilz, AktG, 2. Aufl. 2010, 308, Rn. 28 ff. 24 Bödeker in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 308, Rn. 13; Koch in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 308, Rn. 19; Leuering/Goertz in: Hölters, AktG, 2. Aufl. 2014, 308 Rn. 36; a.a. Koppensteiner in: Kölner Kommentar AktG, 3. Aufl. 2004; 308, Rn. 50 ff. 25 Paschos in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 291 AktG, Rn. 23 f. 26 Vgl. Paschos in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 291 AktG, Rn

305 Das deutsche Konzernrecht - Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen - III. Im Fokus: Verantwortlichkeit der herrschenden Gesellschaft Auch die Regelungen zum Vertragskonzern sanktionieren Pflichtverletzungen (vgl. insbesondere 309 AktG). Verletzen die gesetzlichen Vertreter der herrschenden Gesellschaft bei der Erteilung von Weisungen die Sorgfalt eines ordentlichen und gewissenhaften Geschäftsleiters, machen sie sich gem. 309 Abs. 2 AktG gegenüber der abhängigen Gesellschaft persönlich schadensersatzpflichtig. Ein etwaiger Anspruch kann von der abhängigen Gesellschaft oder unter Umständen auch von ihren Aktionären geltend gemacht werden. 27 Ähnlich wie im faktischen Konzern ist die Beweislast für den Kläger jedoch erleichtert. 28 D. Aktuelle praktische Fragestellungen Nach diesem Überblick über die Grundlagen des faktischen und des Vertragskonzerns, gehen wir abschließend auf einige praktische Fragestellungen ein, die in jüngerer Zeit in Deutschland diskutiert wurden. I. Faktischer Konzern 1. Verhältnis zwischen 57 AktG und 311 AktG Das deutsche Aktiengesetz schützt das Kapital der Aktiengesellschaft sehr weitgehend. So kann gem. 57 AktG im Grundsatz nur der Bilanzgewinn an die Aktionäre ausgeschüttet werden. Insbesondere deshalb dürfen auch Austauschgeschäfte mit Aktionären vereinfacht gesagt nur zur Marktbedingungen stattfinden. Diese strenge Regelung ist im Jahr 2008 reformiert worden und gestattet nun auch bilanzneutrale oder natürlich auch für die Gesellschaft vorteilhafte Geschäfte mit einem Aktionär, unabhängig davon, ob dieser die Gesellschaft beherrscht oder nicht Bödeker in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 309, Rn. 5; Leuering/Goertz in: Hölters, AktG, 2. Aufl. 2014, 309 Rn. 46 ff.; Veil in: Spindler/Stilz, AktG, 2. Aufl. 2010, 309, Rn. 33 ff. 28 Veil in: Spindler/Stilz, AktG, 2. Aufl. 2010, 309, Rn. 29 f. 29 Koch, in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 57, Rn. 22 ff.; Lange in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl., 2014, 57, Rn. 12; instruktiv zum Ganzen auch Westermann, in: Bürgers/Körber, AktG, 3. Aufl. 2014, 57, Rn. 1 ff. 267

306 Dr. Ingo Theusinger In diesem Zusammenhang stellt sich die Frage, inwieweit 57 AktG auf die Bestimmung des Nachteils im Sinne des 311 AktG ausstrahlt. 30 Nach inzwischen wohl überwiegender Meinung kann ein Geschäft, das nach 57 AktG außerhalb eines Konzernverhältnisses unter dem Gesichtspunkt des Kapitalschutzes erlaubt ist, nicht im faktischen Konzern als Nachteilszufügung angesehen werden. 31 Denn die 311 ff. AktG sollten die Einflussnahme bei Nachteilsausgleich gerade ermöglichen, nicht jedoch erschweren. 2. Qualifziert faktischer Konzern? In Deutschland umstritten ist auch die Behandlung von umfassenden Einflussnahmen der herrschenden Gesellschaft auf die abhängige Gesellschaft, die einem isolierten Nachteilsausgleich nicht zugänglich sind. Man denke beispielsweise an grundlegende Strukturänderungen wie die Verlagerung zentraler Unternehmensabteilungen beispielsweise zu Schwestergesellschaften, deren Folgen nicht absehbar sein können. Rechtsprechung und Lehre haben für solche Konstellationen dem Begriff des "qualifiziert faktischen Konzerns" geprägt. 32 Eine Kompensation der Nachteile der abhängigen Gesellschaft durch Einzelmaßnahmen ist in solchen Fällen aufgrund der Eingriffsdichte der herrschenden Gesellschaft regelmäßig nicht mehr möglich was dann? In derartigen Konstellationen stößt das deutsche Aktienkonzernrecht an seine Grenzen. Denkbar wäre es, das herrschende Unternehmen, das sich so verhält als ob ein Beherrschungsvertrag abgeschlossen worden wäre, auch dazu zu verpflichten, die im Vertragskonzernrecht dafür vorgesehenen Schutzmechanismen einzuräumen, d.h. dem abhängigen Unternehmen einen pauschalen Verlustausgleich und den Minderheitsaktionären Ausgleich und Abfindung gewähren. 30 Siehe hierzu insbesondere BGH, Urt. v II ZR 102/07, NZG 2009, 107 ff. 31 Koch, in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 311, Rn. 27 ff. vgl. auch Kiefner/Theusinger, NZG 2008, 801 ff. 32 Instruktiv zum "qualifiziert faktischen Konzern" Fett, in: Bürgers/Körber, AktG, 3. Aufl. 2014, 311 Rn. 27 ff. 268

307 Das deutsche Konzernrecht - Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen - Diese Auffassung wird allerdings durch jüngere Literatur 33 und Rechtsprechung 34 zum GmbH-Konzern in Zweifel gezogen, die eher zu einer Anwendung der 311, 317 AktG tendieren. Höchstrichterlich ist noch nicht geklärt, ob die Figur des qualifiziert faktischen AG-Konzerns fortbesteht. Daher ist auch offen, wie die vorstehend skizzierten Fällen zu behandeln sind. II. Vertragskonzern - "Verdeckte Beherrschungsverträge" Nun zu einer aktuellen Fragestellung im Zusammenhang mit dem Vertragskonzern: Unter dem Stichwort "Verdeckte Beherrschungsverträge" sind in jüngerer Zeit folgende Konstellationen behandelt worden: 35 Im Vorfeld von öffentlichen Übernahmen schließen das Management der zu übernehmenden Gesellschaft und des Bieters ein so genanntes "Business Combination Agreement" ab, das häufig einen Fahrplan zur Integration der zu übernehmenden Gesellschaft nach erfolgreichem Übernahmeangebot enthält. Solche Vereinbarungen werden nicht ins Handelsregister eingetragen und auch nicht den jeweiligen Hauptversammlungen zur Zustimmung vorgelegt. Auch enthalten sie jedenfalls regelmäßig nicht die typischen Elemente eines Beherrschungsvertrags, also insbesondere unterstellt sich die zu übernehmende Gesellschaft nicht der Leitung der herrschenden Gesellschaft. Dennoch haben einige kritische Aktionäre diese "Business Combination Agreements" angegriffen. 36 Sie haben argumentiert, dass es sich dabei der Sache nach um Beherrschungsverträge handele und versucht, vor Gericht Abfindung und Ausgleich zu erstreiten, wie dies bei Beherrschungsverträgen der Fall wäre. 33 Altmeppen, in: MüKo, AktG, 3. Aufl. 2010, 308 Rn. 11 ff.; Koch, in: Hüffer, AktG, 11. Aufl. 2014, 302, Rn OLG Stuttgart, Urt. v U 12/06, AG 2007, 633; OLG Düsseldorf, Urt. v U 193/97; NJW-RR 2000, Emmerich, in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 291 AktG, Rn. 24; Deilmann, in: Hölters, AktG, 2. Aufl. 2014, 291, Rn. 32; Paschos, in: Henssler/Strohn, Gesellschaftsrecht, 2. Aufl. 2014, 291, Rn. 15; siehe ausführlich zum Ganzen: Decher, in: Festschrift für Hüffer, 2010, 145 ff. 36 OLG München, Beschl. v AktG 1/12, AG 2012, 802, 803; OLG Schleswig, Beschl. v W 160/05, NZG 2008,

308 Dr. Ingo Theusinger Bislang sind all diese Versuche im Ergebnis gescheitert und dies wohl zu Recht. Denn die Parteien streben mit Business Combination Agreements gerade keine Unterstellung der Leitung an, sondern regeln Einzelmaßnahmen. 37 Ob diese Einzelmaßnahmen jeweils mit dem Aktienrecht vereinbar sind, ist gesondert zu beurteilen. Dies hat aber nichts mit der Einordnung des Vertragswerks als "verdeckter Beherrschungsvertrag" zu tun. III. Konzerninsolvenzrecht Abschließend soll noch auf eine aktuelle Entwicklung im Insolvenzrecht in Deutschland hingewiesen werden, die zwar nicht unmittelbar das Aktienkonzernrecht, aber den Konzern als solches berührt. Das deutsche Insolvenzrecht enthält keine speziellen Regelungen für die Insolvenz von Konzernen. Bislang sind für jede einzelne Gesellschaft im Konzern häufig unterschiedliche Insolvenzverwalter bestellt worden. Diese Insolvenzverwalter haben dann jeweils die Interessen ihrer Gesellschaft im Blick. Das damit verbundene Auseinanderfallen des Konzerngebildes erschwerte teilweise eine bestmögliche Verwertung der Unternehmensgruppe. Der Gesetzgeber hat sich dieses Themas nun angenommen und wird voraussichtlich eine Reform der "Konzerninsolvenz" beschließen, 38 die insbesondere eine bessere Koordination der einzelnen Insolvenzverfahren gestattet. E. Schluss Kommen wir abschließend auf die eingangs gestellten Fragen zurück: Was ist das deutsche Konzernrecht? Ein Instrumentarium, mit dem der Gesetzgeber auf die Lebenswirklichkeit reagiert hat und das Recht von mit einander verbundenen Aktiengesellschaften geregelt hat. Dieser Regelungsansatz bleibt lückenhaft, weil ein geschriebenes Konzernrecht anderer Gesellschaftsformen insbesondere für die weit 37 Emmerich, in: Emmerich/Habersack, Aktien- und GmbH-Konzernrecht, 7. Aufl. 2013, 291 AktG, Rn. 24 f. 38 Vgl. den Gesetzentwurf der Bundesregierung zum Entwurf eines Gesetzes zur Erleichterung der Bewältigung von Konzerninsolvenzen, BT-Drucksache 18/407, abrufbar unter (zuletzt abgerufen am ). 270

309 Das deutsche Konzernrecht - Grundlagen und aktuelle praktische Fragestellungen - verbreitete GmbH nicht existiert dies sorgt in der Praxis bisweilen für Unsicherheit. Was will das deutsche Konzernrecht? Es reagiert auf das Machtgefälle zwischen herrschendem und abhängigem Unternehmen und basiert auf dem Grundgedanken, dass Macht immer auch Verantwortung mit sich bringt. Es schützt daher insbesondere die abhängige Gesellschaft, ihre Gesellschafter und ihre Gläubiger. Was kann das Konzernrecht? Es wird seinen Aufgaben in weiten Teilen gerecht auch wenn es natürlich weiterentwickelt werden und wie in allen Rechtsgebieten auf Umgehungsversuche reagieren muss. 271

310 Dr. Ingo Theusinger 272

311 Alman Şirketler Topluluğu Hukuku - İlkeler ve Güncel Pratik Sorular - Dr. Ingo Theusinger Sayın Bayanlar ve Baylar, Burada sizler huzurunda konuşabilmek benim için büyük bir onurdur. Davetiniz için çok teşekkür ederim! Bin yılın başında, Almanya'nın tanışmış hukukçularından biri olan Prof. Karsten Schmidt, bir armağan yayın kapsamındaki kaleme aldığı makalesinde aşağıdaki sorularla uğramıştır: Alman Şirketler Topluluğu Hukuku Nedir? Ne istemektedir? Neyi yapabilmektedir? Bu noktalardan bir kaçını genel olarak ele alacağız. Bölümleme İlkelerle başlamak ve bu bağlamda özellikle girişte bir şirketler topluluğu (=konzern, holding) genel olarak nedir ve uygulamada nasıl bir etkisi bulunmaktadır şeklindeki soruyu ele almak istiyoruz. Bu noktada Alman Şirketler Topluluğu Hukukunun önemli düzenlemeleri hakkında genel bir bilgi vermeyi amaçlıyorum. Son olarak ise halen Almanya'da tartışılan şirketler topluluğu hukuku kapsamındaki sorunlara girmek istiyorum Şirketler topluluğu kavramının tanımı "Şirketler topluluğu" kavramı doğal olarak kamuoyuna tanıdık bir kavramdır. Fakat hisse senetleri hukuku bu kavramı nasıl anlamaktadır? Yasal tanım Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 18 Fıkra 1'de yer almaktadır. 273

312 Dr. Ingo Theusinger Eğer bir şirket bir ya da birden fazla bağlı şirketi hakim şirketin tek düzen (=standart) yönetimi altında topluyor ise, o zaman bu şirketler bir şirketler topluluğu oluştururlar; Şirketler arasında yapılmış bir hakimiyet anlaşması bulunması (Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 291)veya şirketlerden birinin diğerinin diğerinin bir parçası olması (Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 319), tek düzen yönetim altında toplanma durumu olarak değerlendirilmelidir. Bağlı şirketin hakim şirket ile bir şirketler topluluğu oluşturması beklenir bir durumdur." Alman hukuku Türk hukuku gibi, bir şirketler topluluğundan söz edebilmek için şirket ortağının "şirket" olma sıfatıyla ilişkili kurmaktadır. Şirketler topluluğu hukukunun şirket olma sıfatı üzerinde yaptığı bu sınırlandırma, "normal şirket ortağı" ile "şirket" arasında bir ayrımın yapılmasını mümkün kılan ölçütlerin geliştirilmesini gerektirmektedir. Alman Federal Yargıtayı 'nın (BGH) içtihadına göre "müteşebbis sıfatı", şirket ortağının şirket dışında ekonomik faaliyette bulunması ve bundan kaynaklanan menfaat bağlarının, bu ekonomik faaliyet yüzünden şirket ortağının şirketin dezavantajına olacak bir etkide bulanabilecek kadar güçlü olması şartıyla ortaya çıkar. Müteşebbis sıfatı ile ilişkili başkaca çok sayıdaki münferit sorun tartışmaya açıktır- Fakat bizim amacımız için aşağıdaki hususların saptanması gerekir: Bir şirketler topluluğu, eğer Bir şirket şirketler topluluğu hukuku anlamında bir başka şirkette çoğunluk hisseyi elinde bulunduruyor ise ortaya çıkar. Çünkü Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 17 Fıkra 2 gereği şirketin hakim şirkete bağımlı olduğu beklenmektedir. Bu durumda bir "fiili şirket topluluğundan" söz edilmektedir. Öte yandan bir şirketler topluluğu, eğer iki adet şirket bir hakimiyet ve/veya kar transfer anlaşması yapmışlar ise 274

313 Alman Şirketler Topluluğu Hukuku İlkeler ve Güncel Pratik Sorunlar - ortaya çıkar. Bu durumda ise bir "anlaşmalı şirket topluluğundan" söz edilmektedir. Her durumda - ki bu durum önemlidir - hukuken bağımsız birimler söz konusudur. O halde şirketler topluluğu hukuki bir birim değildir ve bu yüzden hukuki açıdan bir "şirketler topluluğu yönetim kurulu" ya da bir "şirketler topluluğu denetim kurulu" yoktur ; tam tersine her zaman yalnızca her bir şirketin birer şirket yönetim ve denetim organı bulunmaktadır. Bu birimlerin görevlerinin aynı zamanda şirketler topluluğuyla da ilişkili olması bir başka sorunun konusudur ve öğlenden sonra Prof.Schmolke tarafından açıklanmaktadır. Aşağıdaki açıklamaların merkezinde fiili şirket toplulukları ve anlaşmalı şirket toplulukları diye adlandırılan şirket toplulukları yer almaktadır. Düzenlemenin amaçları Şirket topluluklarının türleriyle ilişkili ayrıntılara girmeden önce, şirketler topluluğu hukukunun koruyuculuk amacına ve uygulamadaki şirketler topluluğu organizasyon yapısına bakmak istiyoruz. Alman Şirketler Topluluğu Hukuku bir organizasyon hukuku ve özellikle de bir koruma hukukudur. Organizasyon hukuku olarak, şirket topluluklarını yönetilebilir kılan "oyun kuralları" düzenlenmektedir. Koruma hukuku olarak da iştirakçilerin menfaatleri korunmaktadır. Bağlı şirketler, çoğunluk hisseye sahip şirket ortağı ve aynı zamanda bağlı şirketlerin alacaklıları Volkswagen (VW) Şirketler Topluluğu Organizasyon Şeması VW-Şirketler Topluluğu 'nun yapısı basitleştirmiş olarak gösteren bu organizasyon şeması yardımıyla organizasyon hukuku ve koruma hukuku olarak şirketler topluluğu hukukunun işlevi açıklamaktadır: Volkswagen AG Anonim Şirketi çok sayıda şirketten oluşan bir otomobil şirketler topluluğunun tepesinde yer almaktadır. Tek başına 275

314 Dr. Ingo Theusinger çatısı altında tanınmış otomobil markalarından sorumlu olarak, 12 şirketi birleştirmiştir. Bu şirketler aynı zamanda kısmen ürün ile ilişkili rekabet ilişkisi içindedirler. Yan şirketlerin tamamı VW'ye % 100 ait değildir. Örneğin AUDI AG Anonim Şirketi'nde şirket dışından hissedarlar iştirak etmişlerdir. AUDI AG Anonim Şirketi, şirket dışından hissedarlar ve alacaklılar şirketler topluluğu hukuku ile korunmaktadır ve aynı zamanda bu hukuk VW AG Anonim Şirketi 'ne etkide bulunma olanakları sunmaktadır. Uygulanma alanı Uygulanma alanına geldiğimizde: Alman Şirketler Topluluğu hukuku açıkça görüldüğü üzere yalnızca Hisse Senetleri Yasası 'na dayandığı için hukuk doğrudan yalnızca Anonim Şirket (AG), Hisse senetlerine dayalı Komandit Şirket (KGaA), Avrupa Şirketi (SE) şeklindeki şirket biçimlerini kapsamaktadır. Sınırlı Sorumlu Şirket (GmbH) en yaygın şirket biçimi olarak - hala daha böyle olduğunun söylenmesi gerekir- kendisine özgü bir şirketler topluluğu hukukuna sahiptir. Birazdan daha detaylı olarak ele alacağımız anlaşmalı şirketler topluluğu kuralları, kısmen uygun olarak geçerlidir; buna karşın fiili şirket topluluğu kuralları geçerli değildir. Kuşkusuz uygulama açısında yasal bir düzenlemeyi arzu edilebilir olarak gösteren çok sayıda emniyetsiz durumlar bulunmaktadır. Ancak yakın bir tarihte şahıs şirketleri için bir şirketler topluluğu hukuku geliştirilmiştir. Zaman nedeniyle bu noktada bu konuya daha fazla girmem mümkün değil. "Şirketler topluluğu" kavramı kullanılırken, kavramın diğer hukuk alanlarında hisse senetleri hukuku tarafından kısmen farklı bir şekilde ele alındığı durumu, aynı zamanda ve her şey den öncede uygulanabilir hukuki normun kısmen farklı amaçları nedeniyle uygulandığı durumu da önemlidir. Bu durum örneğin çalışma hukuku için geçerlidir. 276

315 Alman Şirketler Topluluğu Hukuku İlkeler ve Güncel Pratik Sorunlar - Grafik Şirketler Topluluğu Yönetimi Her bir yönetim erkinin hukuki ilkeleri sarfı nazar edildiğinde şirketler topluluğu içinde organizasyon yapılarının kurulması için farklı seçenekler varlığını sürdürmektedir. Hakim şirket tarafından yönetimin yoğunluğu (=şiddeti, yeğinliği) durdurulduğunda, uygulamada dört adet "organizasyon tipi" ortaya çıkmaktadır: Çeşitliliğin bir ucunda salt finansman veya servet amaçlı holding, diğer ucunda ise merkez şirketler topluluğu yer almaktadır. Merkez şirketler topluluğu, merkez şirketin öz müteşebbisliğine dayalı olarak piyasaya çıkmasıyla ve merkezi yönetim yapısıyla karakterize edilmiştir. Şirketler topluluğu içindeki tüm önemli işlevler merkezi olarak merkez tarafından yürütülmekte ve yan şirketler sıkı bir idare ile idare edilmektedir. Buna karşın tepesinde salt bir finansman amaçlı holding bulunan bir şirketler topluluğu tamamıyla buna zıt bir şekilde yapılandırılmıştır. Bu şirketler topluluğu yönetim etkisi uygulamaksızın iştirakleri elinde bulundurur ve yalnızca yönetir. Bunların arasında stratejik holding konumlandırılmıştır. Bu yapıya, içinde operasyonel işlemlerin tümüyle yan şirketlerde bulunduğu desantralize (=yetki paylaşımına dayalı) bir şirketler topluluğunun yönetim görevi yüklenmiştir. Holdingin yönetim görevleri karakteristik olarak aşağıda açıklanan hususlarda yoğunlaşmaktadır: Şirketler topluluğunun ve ona ait şirketlerin stratejik olarak yönlendirilmesi Şirketler topluluğunun faaliyetlerinin koordinasyonu En önemli yönetim pozisyonlarının doldurulması Karma holding olarak adlandırılan dördüncü organizasyon tipi, stratejik holdingin spesifik bir formu olarak anlaşılmaktadır. Stratejik 277

316 Dr. Ingo Theusinger holding tarafından da ifa edilen görevlerin yanı sıra bu holding tipi kendi operasyonel işlemlerini de yürütür. Bu holding tipi merkez şirketlerden topluluğundan, kendi faaliyetlerine üst düzey bir önem atfetmemesiyle ayrılmaktadır. Böylece şirketler topluluklarının hukuki ve uygulamaya dönük temelleri hakkında bir çok bilgi vermiş olduk. Fiili şirketler topluluğu - 1. Temel anlayış Artık "fiili şirketler topluluğunun" ve " anlaşmalı şirketler topluluğunun" ayrıntılarına geçebiliriz. Her bir temel anlayışı ve merkezi kuralları açıklamak istiyorum. Son olarak hakim şirketin ve onun müdürlerinin sorumluluk risklerine gireceğim. Önce fiili şirketler topluluğu ve onun temelinde yatan anlayışı açıklamak istiyorum: Girişte belirtildiği gibi, fiili şirketler topluluğu bir anonim şirketin bir başka şirkete olan salt fiili (=gerçek) bağımlılığına dayanır. Bağlı şirketin Corporate Governance ( işletme yönetimi ) bu durumdan etkilenmez, çünkü yasa hakim şirketin açıkça anlaşılır bir şekilde talimat verme yetkilerini tespit etmemektedir. Kuşkusuz hakim şirkete ayrıcalıklar verilmektedir, çünkü hakim şirkete sonuçta, en geç her bir mali yılın sonunda telafi etmesi şartıyla bağlı şirket üzerinde aynı zamanda dezavantaj yaratacak bir tesirde bulunması olanağı da verilmektedir. Fiili şirketler topluluğu - 2. Önemli düzenlemeler Fiili şirketler topluluğunun önemli düzenlemeleri bu temel fikirler üzerine oturmaktadır. Bu şekilde düzenlemeler, yalnızca dezavantajın telafi edilmesi şartıyla, hakim şirkete dezavantaj yaratacak tesirde bulunmaya izin verme amacına hizmet etmektedir. Bağlı şirketin yönetim kuruluna, mali yıl sonuna kadar telafi edilmesi şartıyla dezavantajlı düzenlemelerin uygulanmasına izin veren 278

317 Alman Şirketler Topluluğu Hukuku İlkeler ve Güncel Pratik Sorunlar - Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 311 konunun merkezinde bulunmaktadır. Bu norm şeffaf olma yükümlülükleriyle desteklenmektedir: Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 312 gereği bağlı şirketin yönetim kurulu, içinde hakim şirketin düzenlemesiyle gerçekleştirilmiş tüm önlemlerin açıklanmasının gerektiği bir bağımsızlık raporu düzenlemekle yükümlüdür. Bu rapor şirketin denetim kurulu tarafından ve bilanço denetçisi tarafından incelenmek zorundadır. Tüm önlemlerin sıralanması ve konuyla ilişkili şirket için ve dışı incelemeler yardımıyla yönetim kurulunun kendi görüşüne göre işlemleri dezavantaj yaratacak biçimde düzenlemesi engellenmelidir. Eğer koruyucu mekanizmalara uyulmaz ise ve bu yüzde bağlı şirket için bir zarar ortaya çıkar ise, hakim şirket ve onun - şahsen sorumlu - yasal temsilcileri bu durumdan sorumludurlar. 3. Hakim şirketin sorumluluğu Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 317 gereği bu sorumluluk son dönem Alman hukuk uygulamalarında ilgi uyandırmaktadır. Meselenin özünde Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 311'in ihlali yatmaktadır. Egemen şirket, Eğer bir dezavantaj yaratan önlemin alınmasına neden oluyorsa ve Bu dezavantajı en geç mali yıl sonuna kadar telafi etmemiş ise sorumludur. Ağırlıklı görüşe göre hakim şirketin bir kusurunun olması gerekli değildir. Yalnızca dezavantaja yol açan düzenleme ve telafinin yapılmayışı, bir zararın ortaya çıkması şartıyla yeterlidir. 279

318 Dr. Ingo Theusinger Bu zararın tazmin edilmesi gerekmektedir; ve hatta bu zararın kişisel olarak hakim şirketin müdürleri tarafından da tazmin edilmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak özel durumlarda, özellikle de hakim şirketin dezavantajı telafi etmeye hazır olmaması şartıyla, bir men'i müdahale talebi gündeme gelir. 3. Hakim şirketin sorumluluğu (devam) Hak sahipleri özellikle bağlı şirket ve aynı zamanda bağlı (anonim şirketin) hissedarlarıdır. Bağlı şirketin aciz durumuna düşmesi durumunda aciz komiseri onun alacaklarını talep eder. Fiili şirket topluluğu içindeki güç ilişkileri nedeniyle Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 311 ve 317 gereği olan alacaklar normal koşullar altında, şirketler topluğu yapısı içinde değişikliklerin meydana gelmesi şartıyla - bir hissedar değişikliği veya bir aciz durumu konu haricidir - talep edilir. Alacağın mahkeme yoluyla talep edilmesi durumunda ispat yükünü prensip olarak davacı taşır. Kuşkusuz bu alacağın boşa çıkmaması için yargılama ile ilişkili kolaylıklar bulunmaktadır. Özellikle şirket dışı alacaklılar bakımından "düzenlemenin" tipiklik özelliğinin ispatlanması hemen hiç gerekmeyebilir. Böylece örneğin yönetim kurulu içinde personel ilişkilerinde düzenleme yapılması olasıdır. Buna ilave olarak düzenlemenin dezavantaj oluşturmadığının ispat görevi hakim şirkete düşer Fiili şirket topluluğundaki durum budur. Şimdi anlaşmalı şirket topluluğuna geçebiliriz. (Anlaşmalı şirket topluluğu - Temel anlayış) Fiili şirket topluluğundan farklı olarak bağlı şirketin Corporate Governance 'nı (=işletme yönetimi ) ikiye bölünmüştür. Anlaşmalı şirket topluluğunda, başka bir deyişle bir hakimiyet anlaşmasının bulunması durumunda her iki şirketin hukuki kılıfı var olmaya devam etmektedir. Fakat bağlı şirket hakim şirketin yönetimine 280

319 Alman Şirketler Topluluğu Hukuku İlkeler ve Güncel Pratik Sorunlar - tabi olmaktadır. Hakim şirket bu nedenle doğrudan anlaşmaya dayanarak talimatlar verebilmektedir. Bu kapsamlı tesirde bulunma olanağı için "karşı edim" olarak hakim şirket anlaşma süresi boyunca bağlı şirketin zararını telafi etmek zorundadır. Azınlık paya sahip anonim şirket hissedarları hem yargılama bakımından hem de maddi hukuk bakımından koruma altına alınmışlardır: Yargılama bakımından koruma altındadırlar, çünkü gerekli şirket kararlarını (hem de derhal) mahkeme kanalıyla kontrol ettirtebilirler; Maddi hukuk bakımından koruma altındadırlar, çünkü hisse senedini tam ekonomik değerinde hakim şirkete satmak olanağına sahiptirler. Eğer şirkette kalmaya karar verecekler ise, kar payından olan alacak kaybının telafisi olarak, - yalın deyişle - şimdiye kadar olan ortalama kar payı ödemelerine karşışık gelen yıllık bir ödeme alırlar. Anlaşmalı şirket topluluğu -Önemli düzenlemeler Fiili şirketler topluluğu doğrudan fiili hakimiyet ile ilişkiliyken, "anlaşmaya dayalı şirket topluluğuna" giriş daha zahmetlidir. Kapsamlı müdahale olanakları ve bununla bağlantılı telefi yükümlülükleri bakımından hakim ve bağlı şirketin ortakları sürece iştirak etmek zorundadırlar: Böylece her bir şirketin ortaklar kurulu bir hakimiyet ve kar transferi anlaşmasının yapılmasını onaylamak zorundadır. Buna ilave olarak şeffaf olması ve özellikle de alacaklıların iştirakçi şirketlerin yükümlülüklerini anlayabilmeleri için, bu anlaşma ticaret sicil kütüğüne kaydedilmelidir. Buna bağlı olarak ticaret sicil mahkemesinde yapılan bir kontrol ile etkinlik koşullarının kontrolü sağlanır (bakınız Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 293 ve takip eden maddeler). 281

320 Dr. Ingo Theusinger Eğer geçerli bir hakimiyet ve kar transferi anlaşması söz konusu ise, özellikle aşağıda kısaca açıklanan hukuki sonuçlar bu anlaşmayla ilişkilidir: Hakim şirketin talimat verme hakkı ile ilişkili olarak bağlı şirketin yönetim kurulu, her durumda hukuka uygun talimatlara uymakla yükümlüdür (bakınız Hisse Senedi Kanunu (AktG) Madde 308). Fakat talimat verme hakkı sınırsız değildir: Talimatların özellikle şirket menfaatine uygun olması - ki bu durum Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 308 Fıkra 1 gereğidir - gerekmektedir. Diğer kısıtlamalar şirket tüzüğü veya genel yasal kurallara dayanılarak düzenlenebilir. Ayrıca anlaşmalı şirketler topluluğu dışındaki bir şirketin ayakta kalmasını tehlikeye atan talimatlara uyulup uyulmaması gerektiği de tartışmalı bir konudur. Fakat bu konuda ağırlıklı olarak olumsuz yanıt verilir, çünkü ilişkili tahminler neredeyse emniyetsiz bir şekilde yapılır. Toplam karın hakim şirkete transferi yükümlülüğü bağlı şirket için etkili sonuçları olan bir yükümlülüktür (bakınız Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 301). Sonuçta varlık bağı da gevşemiştir. Başka bir deyişle: Hakim şirket bağlı şirketin servetine, anlaşmalı şirketler topluluğu dışındaki bir bağlı şirkette olduğunda daha kolay el atabilmektedir. Bu duruma yalnızca, diğer taraftan zararın telafisini istemek hakkı bulunduğu için izin verilmiştir. Anlaşmalı şirket topluluğu -Üzerinde yoğunlaşılan hususlar: Hakim şirketin sorumluluğu Anlaşmalı şirket topluluğuyla ilişkili düzenlemeler de yükümlülük ihlallerine yaptırımlar getirmektedir. (özellikle bakınız: Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 309) 282

321 Alman Şirketler Topluluğu Hukuku İlkeler ve Güncel Pratik Sorunlar - Eğer hakim şirketin yasal temsilcileri talimatları verirken dürüst ve vicdanlı bir müdürün özen gösterme yükümlülüğünü ihlal ederler ise, o zaman şirket karşısında - şahsen - tazminat yükümlüsü haline gelirler. İhmalkar hareket etmek bunun için yeterlidir Anlaşmalı şirket topluluğu -Üzerinde yoğunlaşılan hususlar: Hakim şirketin sorumluluğu (-devam) Muhtemel bir alacak bağlı şirket tarafından veya koşullara bağlı olarak şirketin hissedarları tarafından da talep edilebilir. Fakat fiili şirket topluluklarında olduğu gibi ispat yükü davacı için kolaylaştırılmıştır. Güncel pratik sorunlar - I. Fiili şirketler topluluğu Fiili ve anlaşmalı şirket topluluğunun temelleri hakkında bu genel bakıştan sonra son olarak yakın zamanda Almanya'da tartışılan bazı pratik sorunlara girmek istiyorum. Öncelikle fiili şirket topluluğu ile ilişkili sorunlar: Alman Hisse Senetleri Yasası anonim şirketin sermayesini çok kapsamlı bir şekilde korumaktadır. Böylece Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 57 prensip olarak yalnızca bilanço karını hissedarlara dağıtabilir. Özellikle bu yüzden hissedarlarla yapılan değiş tokuş işlemleri - yalın bir deyişle - yalnızca piyasa koşullarına uygun olarak yapılabilir. Bu katı düzenleme 2008 yılında reform yapılarak iyileştirilmiştir ve artık aynı zamanda bir hissedar ile bilanço bakımından nötr veya doğal olarak şirketin avantajına olan işlemlere, bu hissedarın şirkete hakim olup olmadığına bakılmaksızın izin vermektedir. Bu bağlamda Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 57 hangi bakımdan yine Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 311 'de açıklanan bir dezavantajın belirlenmesi üzerinde etkili olmaktadır şeklindeki bir soru ortaya çıkmaktadır. Aradan geçen süre içinde egemen olan görüşe göre Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 57 gereği şirketler topluluğu ilişkisi dışında şirket sermayesinin korunması bakış açısından yapılmasına izin verilmiş bir işlem fiili şirket topluğu içinde dezavantaj yaratan bir işlem olarak 283

322 Dr. Ingo Theusinger görülemez. Çünkü Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 311 ve takip eden maddeler dezavantajın telafisinde tesirde bulunmayı zorlaştırmamalı, tam tersine mümkün kılmalıdır Hakim olan şirketin bağlı şirket üzerinde, izole bir dezavantaj telafisine geçit vermeyen kapsamlı tesirlerinin işleme alınması da Almanya'da tartışmalı bir konudur. Örneğin merkezi şirket bölümlerinin yerinin değiştirilmesi gibi nasıl sonuçlanacağı ön görülemeyecek temel yapı değişiklikleri düşünülmektedir. İçtihat ve doktrin bu türden durumlar için " nitelikli fiili şirketler topluluğu" kavramını getirmiştir. Münferit önlemlerle bağlı şirketin dezavantajlarının telafisi normal olarak artık mümkün değildir - O halde ne olacak? Bu türden durumlarda anonim şirketler topluluğu hukuku sınırlarına dayanmaktadır. Bir hakimiyet ve kar transferi anlaşması yapılmış gibi hareket eden hakim şirketin, anlaşmalı şirketler topluluğu hukukunda bunun için öngörülmüş olan koruyucu mekanizmaları kurmak, başka bir deyişle bağlı bulunana genel bir zarar telafisi ve azınlık hisse sahiplerine de telafi ve tazminat sağlamakla yükümlü olduğu düşünülebilir. Bu anlayış kuşkusuz, daha ziyade Hisse Senetleri Yasası (AktG) Madde 311, 317 'nin uygulanmasına eğilimli olan ve limitet şirket- şirket toplulukları ile ilişkili yeni dönem literatürü ve içtihat ile tereddütlü hale getirilmektedir. Nitelikli fiili anonim şirket- şirket topluluğu biçimini devam ettirip ettirmeyeceği konusu en yüksek mahkeme tarafından açıklığa henüz kavuşturulmamıştır. Bu nedenler yukarıda genel hatları verilen vakaların nasıl ele alınması gerektiği konusu da açıktadır. Anlaşmalı şirket topluluğu - "Örtülü hakimiyet anlaşmaları" ve "Şirketler topluluğu aciz hukuku" Böylece anlaşmalı şirket topluluğu ile ilişkili olarak güncel bir soruna varmış oluyoruz: "Örtülü hakimiyet anlaşmaları" şeklindeki önemli sözcük yakın zamanda aşağıda açıklanan durumlara kullanılmıştır: 284

323 Alman Şirketler Topluluğu Hukuku İlkeler ve Güncel Pratik Sorunlar - Kamuoyuna açık şirket devralmaları bağlamında devralan ve devralınan şirket yönetimleri bir "Business Combination Agreement" (=İşletme Birleşmeleri Anlaşması) olarak adlandırılan bir anlaşma yapmaktadırlar. Bu anlaşma sıklıkla başarılı bir devir teklifi sonrası devralınacak şirketin entegre edilmesi için bir yol haritası içermektedir. Bu türden anlaşmalar ticaret sicil kütüğüne kaydedilmemekte ve yine şirket genel kurulunun onayına sunulmamaktadır. Böylece bu anlaşmalar her durumda normal olarak bir hakimiyet anlaşmasının tipik elemanlarını içermemektedir; başka bir deyişle devralınacak şirket hakim şirkete tabi olmamaktadır. Buna rağmen bazı kritik hissedarlar "Business Combination Agreement" lere itiraz etmişlerdir. Bu hissedarlar, bu bağlamda nesnel olarak hakimiyet anlaşmalarının söz konusu olduğu gerekçesini ortaya koymuşlar ve hakimiyet anlaşmalarında olduğu gibi, mahkeme kanalıyla tazminat ve telafi edinmeye çalışmışlardır. Şimdiye kadar bu teşebbüsler sonuçta başarısız olmuştur. Öte yandan bu durumda adaletlidir. Çünkü taraflar Business Combination Agreement ile doğrudan yönetimin boyunduruğu altına girmeyi amaçlamamakta, tam tersine münferit önlemleri düzenlemektedirler. Bu münferit önlemlerin hisse senedi hukuku ile uzlaşıp uzlaşmadığı konusu ayrıca değerlendirilmelidir. Fakat bu durumun "örtülü hakimiyet anlaşması" olarak anlaşma yapısının düzenlenmesi ile bir ilgisi yoktur Son olarak anonim şirketler topluluğu hukuku ile doğrudan ilişkili olmayan fakat bu türden bir şirketler topluluğunu ilgilendiren Almanya 'da aciz hukukundaki bir güncel gelişmeye dikkat çekmek istiyorum. Alman aciz hukuku şirketler topluluğunun aciz durumu için özel düzenlemeler içermemektedir. Şimdiye kadar şirketler topluluğu içindeki her bir münferit şirket için sıklıkla farklı aciz idarecileri atanmıştır. 285

324 Dr. Ingo Theusinger Bu aciz idarecileri baktıkları şirketin menfaatlerini gözetmişlerdir. Buna bağlı olarak gerçekleşen şirketler topluluğu yapısının parçalanması kısmen şirketler grubunun mümkün olan en iyi şekilde değerlendirilmesi zorlaştırmıştır. Yasa koyucu bu konuyla ilgilenmiştir ve bu bağlamda özelikle münferit aciz yargılamalarının daha iyi bir şekilde koordinasyona izin veren olası şirketler topluluğu aciz reformuna karar verilecektir. Böylece Alman şirketler topluluğu hukukundaki güncel sorunlar hakkında genel bir bakış edinmiş durumdayız. Bu konuşmayı sonlandırması amacıyla, Alman şirketler topluluğu hukuku içinde birlikte kat ettiğimiz yola geriye dönüp bakarsak ve özellikle de bu yolculuk esnasında size bazı özlü mesajlar vermek için özellikle konuşmanın başında yönetilmiş sorulara geri dönecek olursak: Alman Şirketler Topluluğu Hukuku nedir? Sayesinde yasa koyucunun yaşam gerçeğine tepki verdiği ve birbirlerine bağlanmış anonim şirketlerinin hukukunu düzenlediği bir araçtır. Bu düzenleme yaklaşımı eksik kalmaktadır, çünkü farklı şirket formlarının yazılmış bir şirketler topluluğu hukuku yoktur. Bu durum uygulamada bazen emniyetsizliklere yol açmaktadır. Alman Şirketler Topluluğu Hukuku neyi istemektedir? Hakim şirket ile bağlı şirket arasındaki güç farkına tepki göstermektedir ve gücün (=hakimiyetin) her zaman içinde sorumluluk taşıdığı şeklindeki temel düşünceye dayanmaktadır. Bu nedenle özellikle bağlı şirketi, onun ortaklarını ve onun alacaklılarını korumaktadır. Şirketler Topluluğu Hukuku neyi yapabilmektedir? Geniş alanlardaki görevlerine uygun olarak - her ne kadar doğal olarak yeniden geliştirilmesi gerekse de - tıpkı diğer hukuk alanlarında olduğu gibi - yasalara uymama teşebbüslerine ve diğer gelişmelere tepki vermek zorundadır. İLGINIZ IÇIN TEŞEKKÜR EDERIZ! 286

325 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland Dr. Ali Yarayan I. Einleitung Die Türkei und Deutschland verbindet eine langjährige und tiefgehende Freundschaft. Ein bedeutender Faktor in diesen bilateralen Beziehungen sind die fast drei Millionen in Deutschland lebenden Menschen türkischer Herkunft, von denen etwas mehr als die Hälfte die deutsche Staatsangehörigkeit besitzen. Hinzu kommt die starke Anziehungskraft der Türkei als Reise- und Urlaubsland 1. Wirtschaftlich ist Deutschland der wichtigste Handelspartner der Türkei. Das bilaterale Handelsvolumen erreichte im Jahr 2013 mit einem Anstieg von nahezu 5% einen neuen Rekordwert von insgesamt 33,8 Mrd. : die türkischen Exporte nach Deutschland stiegen dabei um 1,4% (13,5 Mrd. ) und die Importe aus Deutschland um 7,1% (21,5 Mrd. ). Die Zahl deutscher Unternehmen bzw. türkischer Unternehmen mit deutscher Kapitalbeteiligung in der Türkei ist inzwischen auf fast (Stand: Januar 2014) gestiegen. Die Betätigungsfelder reichen von der Industrieerzeugung und dem Vertrieb sämtlicher Produkte bis zu Geschäftsführender Leiter der Forschungsstelle für türkisches Recht an der Friedrich- Alexander-Universität Erlangen-Nürnberg sowie Rechtsanwalt und Fachanwalt für Handels- und Gesellschaftsrecht. Der vorliegende Beitrag ist die Schriftfassung des gleichnamigen Vortrags, den der Verfasser auf dem Internationalen Symposium zu aktuellen Entwicklungen im türkischen und deutschen Markenrecht am 15. Mai 2014 in Istanbul gehalten hat. 1 Siehe hierzu auch zuletzt abgerufen am 6. Juli 2014). 287

326 Dr. Ali Yarayan Dienstleistungsangeboten aller Art sowie der Führung von Einzel- und Großhandelsbetrieben. In Deutschland beschäftigen rund türkischstämmige Unternehmer etwa Mitarbeiter und erwirtschaften einen Jahresumsatz von ca. 35 Mrd.. Diese Daten machen auch das Interesse türkischer Unternehmen am Standort Deutschland verständlich. So unterstützt auch das türkische Wirtschaftsministerium die Auslandsinvestitionen türkischer Unternehmen im Rahmen des Turquality-Förderprogramms der türkischen Regierung 2. Für die Förderungsfähigkeit müssen bestimmte Qualitätsstandards nachgewiesen werden, die das türkische Wirtschaftsministerium festlegt. Mit Stand vom Januar 2014 erhalten 103 Einzelhandelsmarken von 91 Unternehmen diese Förderung. Dabei geht es um finanzielle Hilfen des Staates in Form von Zuschüssen bei Werbeund Marketingaktivitäten im Ausland zur Markteinführung der Produkte. Auch für Beratungsdienste (Marktstudien, Strategien, Absatzorganisation, Technologieauswahl) und für den Aufbau von Informationsmanagementsystemen erhalten die Unternehmen über eine Laufzeit von fünf Jahren staatliche Zuschüsse von 50% der anfallenden Kosten. Besonders im Ausland aktiv sind Hersteller von Fertigbekleidung. Zu ihnen gehören beispielsweise die Unternehmen LCWaikiki, die Ayaydın- Gruppe mit den Konfektionsmarken İpekyol, Twist und Machk, das Unternehmen Penti sowie Kiğılı, die Aydınlı Group und Mavi. Vor allem in Deutschland aktiv sind die Textilunternehmen Söktaş, Sarar, die Çak Group sowie Yünsa. Auch Möbelhersteller wie Çilek Mobilya, Doğtas, Newjoy und Fuga Mobilya intensivieren ihre Vertriebsanstrengungen auf internationalen Märkten. Ebenso zieht es türkische Schmuckwarenhersteller wie Altınbaş Mücevherat, Zen Pırlanta und So Chic zunehmend ins Ausland. 2 Siehe im Einzelnen zur vorliegenden Darstellung zuletzt abgerufen am 6. Juli

327 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland Wenngleich diese Unternehmen nicht alle in Deutschland vertreten sind, mehrt sich die Anzahl türkischer Unternehmen in Deutschland. Ein wichtiger Grund hierfür sind mit Sicherheit die fast drei Millionen türkischstämmigen Bürger in Deutschland, aber auch die deutsche Bevölkerung als potentielle Kunden selbst. Zudem ist die Förderung türkischer Unternehmen im Ausland aufgrund des Turquality-Programms ein nicht zu vernachlässigender Umstand für den Anstieg türkischer Unternehmen in Deutschland. II. Markenschutz türkischer Unternehmen in Deutschland Wenn diese Unternehmen auf dem deutschen Markt aktiv werden, möchten sie auch ihre Produktmarken in Deutschland etablieren. Zu beachten ist hierbei, dass in der Türkei registrierte Marken aufgrund des Territorialitätsprinzips auch nur Wirkung in der Türkei haben. Möchten türkische Unternehmen in Deutschland Markenschutz genießen, müssen sie ihre Marken entweder in Deutschland beim Deutschen Patent- und Markenamt registrieren lassen oder aber Markenschutz in Deutschland etwa durch Anmeldung einer Gemeinschaftsmarke oder einer IR-Marke erlangen. Letzterer Schutz kann dadurch erfolgen, dass die Türkei bereits im Jahre 1930 dem Madrider Markenabkommen (MMA) in der Haager Fassung aus dem Jahre 1925 beigetreten ist 3 ; sie trat aber im Jahre 1955 mit Wirkung zum 11. September 1959 wieder aus, da sie den wegen der geringen türkischen Markenanmeldungen eingetretenen Devisenverlust wett machen wollte. Zum 1. Januar 1999 hat sich die Türkei wiederum dem PMMA angeschlossen 4. Schließlich gewährt der Grundsatz der Inländerbehandlung in Art. 2 Abs. 1 der Pariser Verbandsübereinkunft (PVÜ), dass die Angehörigen eines jeden der Verbandsländer in allen übrigen Ländern des Verbandes in Bezug auf den Schutz des gewerblichen Eigentums die Vorteile genießen, welche die betreffenden Gesetze den eigenen Staatsangehörigen 3 Gesetz Nr vom 15. Mai 1930, veröffentlicht im türkischen Amtsblatt Nr vom 29. Mai Ministerratbeschluss mit der Nr. 97/9731 vom 5. August 1997, veröffentlicht im türkischen Amtsblatt Nr vom 22. August

328 Dr. Ali Yarayan gegenwärtig gewähren oder in Zukunft gewähren werden. Diesem mehrseitigen völkerrechtlichen Vertrag vom 20. März 1883 stand Deutschland lange Zeit ablehnend gegenüber und trat ihm erst mit Wirkung zum 1. Mai 1903 bei. Die Türkei wiederum ist im Jahre 1925 der Washingtoner Fassung der PVÜ aus dem Jahre 1911 beigetreten. Später ratifizierte sie die Haager Fassung von , die Londoner Fassung von und die Stockholmer Fassung von Da beide Länder somit der Pariser Verbandsübereinkunft angehören, wird den Staatsangehörigen des jeweils anderen Landes im gewerblichen Rechtsschutz auch Inländerbehandlung gewährt 7. Sachlich genießen nach dem deutschen Markengesetz neben Marken auch geschäftliche Bezeichnungen und geographische Herkunftsangaben Schutz ( 1 des deutschen Markengesetzes). Als Marke nach dem deutschen Markengesetz können alle Zeichen, insbesondere Wörter einschließlich Personennamen, Abbildungen, Buchstaben, Zahlen, Hörzeichen, dreidimensionale Gestaltungen einschließlich der Form einer Ware oder ihrer Verpackung sowie sonstige Aufmachungen einschließlich Farben und Farbzusammenstellungen geschützt werden, die geeignet sind, Waren oder Dienstleistungen eines Unternehmens von denjenigen anderer Unternehmen zu unterscheiden ( 3 des deutschen Markengesetzes). Nach 7 des deutschen Markengesetzes können Inhaber von eingetragenen und angemeldeten Marken natürliche Personen, juristische Personen oder Personengesellschaften sein, sofern sie mit der Fähigkeit ausgestattet sind, Rechte zu erwerben und Verbindlichkeiten einzugehen. 5 Gesetz Nr vom 15. Mai 1930, veröffentlicht im türkischen Amtsblatt Nr vom 29. Mai Gesetz Nr vom 30. Januar 1957, veröffentlicht im türkischen Amtsblatt Nr vom 7. Februar Siehe näher zur Darstellung des türkischen Markenrechts Yarayan: Das Markenrecht in der Türkei, Heidelberger Kommentar zum Markenrecht, 3. Auflage 2014, S

329 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland Als geschäftliche Bezeichnungen wiederum werden Unternehmenskennzeichen und Werktitel geschützt ( 5 Abs. 1 des deutschen Markengesetzes) Neben Markennamen und geschäftlichen Bezeichnungen bedienen sich Unternehmen außerdem gerne auch geographischer Herkunftsangaben. Denn mit der Herkunft eines Produktes verbindet der Verbraucher eine Reihe von für seine Kaufentscheidung wichtigen Assoziationen, die durch das entsprechende Image des jeweiligen Ursprungs bestimmt werden. Gem. 126 Abs. 1 des deutschen Markengesetzes handelt es sich bei geographischen Herkunftsangaben um die Angabe von Orten, Gegenden, Gebieten oder Ländern bzw. um sonstige Angaben oder Zeichen, die im geschäftlichen Verkehr zur Kennzeichnung der geographischen Herkunft von Waren oder Dienstleistungen benutzt werden. 127 Abs. 1 des deutschen Markengesetzes verbietet die Irreführung der beteiligten Verkehrskreise durch geographische Herkunftsangaben. Das Bestehen der Gefahr der Irreführung reicht dafür bereits aus. Eine Irreführungsgefahr über die geographische Produktherkunft besteht dann, wenn ein nicht unerheblicher Teil der beteiligten Verkehrskreise die geographische Angabe als einen Hinweis auf die geographische Herkunft des Produktes verstehen kann. III. Entscheidungen deutscher Gerichte zu türkischsprachigen Markennutzungen In den vergangenen Jahren ist mit Zunahme der Tätigkeit türkischer Unternehmen und der Vermarktung von deren Produkten in Deutschland die Anzahl markenrechtlicher und wettbewerbsrechtlicher Gerichtsentscheidungen gestiegen. Einige hiervon seien nachfolgend dargestellt: 1. GAZOZ-Entscheidung des Bundesgerichtshofes vom 1. April 2004 Der deutsche Bundesgerichtshof hatte in seiner GAZOZ-Entscheidung vom 1. April 2004 (AZ: I ZR 23/02) darüber zu befinden, ob der Beklagte der Klägerin die Benutzung des Wortes Gazoz für Brauselimonaden 291

330 Dr. Ali Yarayan aufgrund seiner Gemeinschaftsmarke Gazoz (Nr ) untersagen könne und ihm Ansprüche auf Schadensersatz, Auskunft und Vernichtung sowie aus ungerechtfertigter Bereicherung zustünden. All diese Ansprüche hat der Bundesgerichtshof verneint. Dieser Entscheidung lag folgender Sachverhalt zugrunde: Der Beklagte war Inhaber der am 6. August 1999 angemeldeten, u.a. für Mineralwässer, kohlensäurehaltige Wässer und andere alkoholfreie Getränke eingetragenen Gemeinschaftsmarke Gazoz. Die Klägerin vertrieb unter ihrer Handelsmarke marmara Lebensmittel und Getränke, mit denen sie sich nach ihrem Vorbringen vor allem an in Deutschland lebende Türken wendete. Sie hatte in ihrem Sortiment eine Brauselimonade, für die sie das nachstehend verkleinert und schwarzweiß wiedergegebene Flaschenetikett verwendete: Der Bundesgerichtshof stellte in seiner Entscheidung fest, dass Gazoz in der türkischen Sprache kohlensäurehaltiges Wasser oder Brauselimonade bedeute. Der Beklagte habe hierin eine Verletzung seiner Marke gesehen und die Klägerin zur Unterlassung aufgefordert. Daraufhin habe die Klägerin eine negative Feststellungsklage erhoben. Sie habe sich darauf berufen, dass Gazoz den in Deutschland lebenden Türken als Gattungsbezeichnung bekannt sei. Sie benutze den Begriff Gazoz dementsprechend als Beschaffenheitsangabe und nicht als einen Hinweis auf die betriebliche Herkunft ihrer Produkte. In seiner Entscheidung hat der Bundesgerichtshof festgestellt, dass die Klägerin ein mit der Gemeinschaftsmarke des Beklagten identisches Zeichen für Waren benutzt habe, die mit den von der Gemeinschaftsmarke 292

331 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland erfaßten Waren identisch seien. Für die rechtliche Beurteilung könne von einer markenmäßigen Benutzung ausgegangen werden 8. Ob eine Bezeichnung als beschreibend oder als herkunftshinweisend verwendet werde, richte sich nach dem Verständnis der angesprochenen Verkehrskreise 9. Das Berufungsgericht habe insofern angenommen, ein nicht unerheblicher Teil des Verkehrs, der türkische Lebensmittelgeschäfte in Deutschland aufsuche, der türkischen Sprache aber nicht mächtig sei, sehe in dem Begriff Gazoz auf den Etiketten des von der Klägerin vertriebenen Brausegetränks keine Beschaffenheitsangabe, sondern den Produktnamen. Diese Beurteilung sei entgegen der Auffassung der Revision aus Rechtsgründen nicht zu beanstanden. Auch wenn die Ansicht des Berufungsgerichts im Hinblick darauf, dass das Publikum auf in einem türkischen Geschäft angebotenen Produkten mit fremdsprachigen Beschaffenheitsangaben rechne und der Begriff Gazoz durch die Entsprechung zu der Angabe Brause sowie durch die Assoziation zu mineralsäurehaltigem Wasser, die dieser Begriff wecke, Zweifeln begegnen möge, könne sie doch nicht als mit der Lebenserfahrung unvereinbar angesehen werden. Zu Unrecht habe das Berufungsgericht aber die Voraussetzungen für eine Anwendung der Schutzschranke des Art. 12 lit. b der Gemeinschafsmarkenverordnung (GMV) verneint. Das Berufungsgericht sei davon ausgegangen, dass eine Markenbenutzung, die von einem Teil des Verkehrs als herkunftshinweisend verstanden werde, nicht unter die Schutzschranke des Art. 12 lit. b der Gemeinschafsmarkenverordnung fallen könne. Nach Erlaß des Berufungsurteils habe jedoch der Gerichtshof der Europäischen 8 Siehe zu diesem Merkmal EuGH, Urt. v. 23. Februar Rs. C-63/97, Slg. 1999, I- 905 Tz. 38 = GRUR Int. 1999, BMW; Urt. v. 14. Mai Rs. C-2/00, Slg. 2002, I-4187 Tz. 17 = GRUR Int. 2002, Hölterhoff; Urt. v. 12. November Rs. C-206/01, Slg. 2002, I Tz. 51 i.v. mit Tz. 42 = GRUR 2003, 55 - Arsenal, jeweils zu Art. 5 Abs. 1 MarkenRL. 9 Siehe EuGH Slg. 2002, I-4187 Tz Hölterhoff; Slg. 2002, I Tz Arsenal; BGH, Urt. v. 6. Dezember I ZR 136/99, GRUR 2002, 814, 815 = WRP 2002, Festspielhaus I; Ingerl/Rohnke, Markengesetz, 3. Aufl. 2010, 14 - Rn

332 Dr. Ali Yarayan Gemeinschaften ein Vorabentscheidungsersuchen des erkennenden Senats des Bundesgerichtshofes 10 in der Weise beantwortet, dass die dem Art. 12 lit. b der Gemeinschaftsmarkenverordnung entsprechende Bestimmung der Markenrechtsrichtlinie (Art. 6 Abs. 1 lit. b) auch in Fällen anwendbar sei, in denen eine markenmäßige Benutzung des Zeichens nicht verneint werden könne 11. Danach sei in Fällen, in denen eine beschreibende Angabe von einem nicht unerheblichen Teil des Verkehrs als Herkunftshinweis verstanden werde, darauf abzustellen, ob die Benutzung den anständigen Gepflogenheiten in Gewerbe oder Handel entspreche 12. Dies bedeute, dass in Fällen einer gespaltenen Verkehrsauffassung, in denen ein Teil des Verkehrs ein bestimmtes Zeichen als Herkunftshinweis verstehe, während ein anderer Teil darin eine beschreibende Angabe sehe, eine Anwendung des Art. 12 lit. b der Gemeinschaftsmarkenverordnung in Betracht komme und im Einzelfall darauf abzustellen sei, ob die Benutzung den anständigen Gepflogenheiten in Gewerbe oder Handel entspreche oder - wie es in 23 des deutschen Markengesetzes heiße - nicht gegen die guten Sitten verstoße 13. Hierbei sei eine umfassende Beurteilung aller maßgeblichen Umstände geboten 14. Den getroffenen Feststellungen sei zu entnehmen, dass das Wort Gazoz von dem türkischsprachigen Teil des Publikums, der zumindest die Hälfte des angesprochenen Verkehrs ausmache, als beschreibende Angabe verstanden werde. Nach dem festgestellten Sachverhalt seien keine Anhaltspunkte für eine unlautere Benutzung der Bezeichnung Gazoz durch die Klägerin ersichtlich. Dass die Klägerin sich durch die Verwendung dieser Bezeichnung an einen vom Beklagten aufgebauten 10 BGH, Beschluss vom 7. Februar I ZR 258/98, GRUR 2002, 613 = WRP 2002, GERRI/KERRY Spring. 11 EuGH, Urteil vom 7. Januar Rs. C-100/02, GRUR 2004, 234 Tz. 15 u Gerolsteiner Brunnen/Putsch. 12 EuGH GRUR 2004, 234 Tz Gerolsteiner Brunnen/Putsch. 13 Siehe zur Frage der gespaltenen Verkehrsauffassung auch OLG Koblenz, Urteil vom 20. Dezember W 615/12 bzw. OLG Düsseldorf, Urteil vom 21. April 2011 I-20 U 153/10 - Marulablu. 14 EuGH GRUR 2004, 234 Tz Gerolsteiner Brunnen/Putsch. 294

333 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland Ruf anhängen würde, habe der Beklagte nicht vorgetragen. Auch der zeitliche Ablauf - die Marke des Beklagten sei erst unmittelbar vor Klageerhebung eingetragen worden - spreche nicht für ein unlauteres Verhalten der Klägerin. Andererseits entspreche es ihrem berechtigten Interesse, dass sie ihre türkische Brauselimonade gegenüber dem türkischen Publikum mit dem entsprechenden Begriff der türkischen Sprache versehe und diesen Begriff auf dem Etikett in derselben Weise herausstelle wie die deutsche Gattungsbezeichnung Brause. Dabei sei nicht von Bedeutung, ob die Geschäfte, in denen das Getränk der Klägerin angeboten werde, von Türken geführt werden. Zu berücksichtigen sei vielmehr, dass die Klägerin den Vertrieb des fraglichen Produkts auf Geschäfte beschränke, deren Sortiment auf das türkische Publikum abgestimmt sei und in denen erfahrungsgemäß - wenn auch nicht ausschließlich - die türkischsprachige Bevölkerung einkaufe. Die Klägerin bewege sich damit in einem Marktbereich, in dem ihr Verhalten gegenüber dem Beklagten als Markeninhaber nicht als unlauter angesehen werden könne. Weite sie ihre Aktivitäten demgegenüber aus, könne sie sich auf die Schutzschranke des Art. 12 lit. b der Gemeinschaftsmarkenverordnung nur berufen, wenn die Verwendung des Zeichens Gazoz auch von den Verbrauchern in dem erweiterten Absatzgebiet zu einem erheblichen Teil als Gattungsbezeichnung verstanden werde. Unter diesen Umständen könne das angefochtene Urteil keinen Bestand haben, weshalb es aufzuheben sei. 2. AKSARAY-Döner-Entscheidung des Bundespatentgerichts vom 22. Juni 2006 Hinsichtlich türkischer Städtenamen für Döner hatte das Bundespatentgericht am 22. Juni 2006 (AZ: 28 W (pat) 133/10 AKSARAY-Döner) zu entscheiden, ob die deutsche Wortmarke AKSARAY-Döner wegen Bestehens eines Freihaltebedürfnisses zu löschen ist. 295

334 Dr. Ali Yarayan Die Löschung einer Marke könne gem. 50 Abs. 2 Satz 1 des deutschen Markengesetzes nur dann angeordnet werden, wenn positiv nachgewiesen sei, dass der angegriffenen Marke sowohl im Zeitpunkt ihrer Anmeldung bzw. Eintragung als auch im Zeitpunkt der abschließenden Entscheidung über den Löschungsantrag absolute Schutzhindernisse entgegenstünden 15. Auch wenn diese Prüfung grundsätzlich dem Amtsermittlungsgrundsatz unterliege, sei der jeweilige Antragsteller im Löschungsverfahren gehalten, konkrete Tatsachen vorzutragen, die sein Löschungsbegehren stützten. Denn im Löschungsverfahren würden regelmäßig zeitlich zurückliegende und häufig in der Sphäre der Parteien angesiedelte Tatsachen relevant, die der Amtsermittlung nur eingeschränkt zugänglich seien. Deshalb treffe den Antragsteller gemäß den für ein kontradiktorisches Verfahren geltenden Regeln eine erhöhte Darlegungslast 16. Liesen sich die geltend gemachten Schutzhindernisse nicht nachweisen bzw. verbleiben insoweit Zweifel, sei zu Gunsten der angegriffenen Marke zu entscheiden und der Löschungsantrag zurückzuweisen. Nach 8 Nr. 2 des deutschen Markengesetzes seien Marken von der Eintragung ausgeschlossen, wenn sie ausschließlich aus Angaben bestünden, die im Verkehr u.a. zur Bezeichnung der Art, der Beschaffenheit oder der geographischen Herkunft der fraglichen Waren oder Dienstleistungen dienen könnten. Vorliegend befand das Bundespatentgericht, dass für den Namen türkischer Städte ein Freihaltebedürfnis als Bezeichnung für Fleisch- und Wurstwaren ausscheide, da dem Verkehr bekannt sei, dass Döner - Produkte direkt auf Bestellung des Kunden frisch zubereitet würden. Im Übrigen reiche alleine die Kenntnis vom Bestehen hunderttausender Geschäftsbetriebe mit dem anzumeldenden Zeichen für die Annahme einer Bösgläubigkeit der Markenanmeldung nach 8 Abs. 2 Nr. 10 des 15 BGH GRUR 2009, 780 Rn Ivadal; BGH GRUR 2006, 850 [854] - FUSSBALL WM 2006; siehe hier zu einem ähnlich gelagerten Fall einer örtlichen Herkunftsangabe BPatG, Beschluss vom 22. Juni W (pat) 132/10 - ORDU-Döner. 16 Siehe BPatG GRUR 1997, 83 - digital. 296

335 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland deutschen Markengesetzes nicht aus. Aus diesen Gründen sei die Verwendung der Wortmarke AKSARAY-Döner rechtlich möglich. 3. YÖREM-Entscheidung des Bundespatentgerichts vom 17. Dezember 2012 Das Bundespatentgericht hatte in seiner YÖREM-Entscheiung vom 17. Dezember 2012 (AZ: 25 W(pat) 64/10) darüber zu befinden, ob die Wort- /Bildmarke YÖREM wegen Verletzung der älteren Wortmarke YÖRE zu löschen war. Nach Auffassung des Bundespatentgerichts besteht zwischen den Vergleichsmarken Verwechslungsgefahr gemäß 9 Abs. 1 Nr. 2 des deutschen Markengesetzes, so dass die Löschung der angegriffenen Wort- Bildmarke YÖREM anzuordnen war ( 43 Abs. 2 Satz 1 des deutschen Markengesetzes). Das Vorliegen einer Verwechslungsgefahr sei nämlich unter Berücksichtigung aller Umstände des Einzelfalls umfassend zu beurteilen 17. Ihre Beurteilung bemesse sich insbesondere nach der Identität oder Ähnlichkeit der Waren, der Identität oder Ähnlichkeit der Marken und dem Schutzumfang der Widerspruchsmarke. Diese Faktoren 17 EuGH GRUR 2006, 237, Tz PICASSO; GRUR 1998, 387, Tz Sabèl/Puma. 297

336 Dr. Ali Yarayan seien zwar für sich gesehen voneinander unabhängig, bestimmten aber in ihrer Wechselwirkung den Rechtsbegriff der Verwechslungsgefahr 18. Bei der Beurteilung der Markenähnlichkeit sei grundsätzlich auf den Gesamteindruck der Vergleichsmarken abzustellen. In ihrer Gesamtheit unter Berücksichtigung sämtlicher Einzelbestandteile hebe sich die angegriffene Marke in ihrer konkreten Ausgestaltung als Wort-/Bildmarke mit mehreren Einzelelementen allerdings in markanter Weise von der Widerspruchsmarke als einer reinen Einwortmarke ab. Der Grundsatz, dass der Gesamteindruck der Vergleichsmarken maßgebend sei, bedeute jedoch nicht, dass hierbei stets und ausschließlich auf die jeweiligen Vergleichsmarken in ihrer Gesamtheit abzustellen sei. Vielmehr könne der Gesamteindruck auch durch einzelne Bestandteile geprägt sein, wovon auszugehen sei, wenn die übrigen Markenbestandteile für die angesprochenen Verkehrskreise in einer Weise zurücktreten, dass sie für den Gesamteindruck vernachlässigt werden könnten, was im Einzelfall konkret festzustellen sei. Im vorliegenden Fall komme dem Wortbestandteil YÖREM innerhalb der komplexen mit mehreren Wort- und Bildelementen gestalteten angegriffenen Marke eine deren Gesamteindruck prägende Wirkung zu. Nach alledem sei der prioritätsälteren Wortmarke YÖRE allein der die jüngere Marke prägende Wortbestandteil YÖREM gegenüber zu stellen. Diese Vergleichswörter kämen sich aufgrund ihrer übereinstimmenden vier Buchstaben im regelmäßig stärker beachteten Wortanfang in klanglicher Hinsicht sehr nahe. Denn das Klangbild werde durch den Unterschied in einem Buchstaben nicht hinreichend unterschiedlich beeinflusst, zumal dadurch auch keine Veränderung in der Silbenzahl oder im Sprechrhythmus eintrete. Aus diesen Gründen bestehe klangliche Verwechslungsgefahr, weshalb die jüngere Marke YÖREM zu löschen sei. 18 Siehe BGH GRUR 2008, INTERCONNECT/T-InterConnect; BGH GRUR 2009, 772, Tz Augsburger Puppenkiste. 298

337 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland 4. Türk Kahvesi-Entscheidung des Bundespatentgerichts vom 14. Januar 2013 Mit Datum vom 14. Januar 2013 hatte wiederum das Bundespatentgericht (AZ: 25 W (pat) 517/11) hinsichtlich türkischsprachiger Marken mit phonetischer Klangähnlichkeit zu entscheiden. In der betreffenden Angelegenheit ging es um die Kostenentscheidung hinsichtlich des Widerspruchsverfahrens der älteren Wort-/Bildmarke TÜRK KAHVESI gegen die Eintragung der jüngeren Wort-/Bildmarke Istanbul Türk Kahvesi. Das Deutsche Patent- und Markenamt hatte zuvor durch einen Beschluss den Widerspruch gegen die angegriffene Marke zurückgewiesen und dem Widersprechenden die Kosten des Widerspruchsverfahrens auferlegt. Denn das markenrechtliche Verfahren mit mehreren Beteiligten vor dem Deutschen Patent- und Markenamt sei gemäß 63 Abs. 1 Satz 1 des deutschen Markengesetzes hinsichtlich der Kosten von dem Grundsatz geprägt, dass jeder Beteiligte unabhängig vom Ausgang des Verfahrens 299

338 Dr. Ali Yarayan die ihm entstandenen Kosten selbst zu tragen habe 19. Es müssten also besondere Voraussetzungen vorliegen, um eine von diesem Grundsatz abweichende Kostenentscheidung zu rechtfertigen. Solche besonderen Umstände, wie sie u.a. im markenrechtlichen Widerspruchsverfahren bei ersichtlich fehlender Ähnlichkeit der Vergleichsmarken angenommen werden, z.b. bei Kombinationsmarken, die nur in einem offensichtlich schutzunfähigen Bestandteil übereinstimmen 20, seien aber entgegen der Auffassung der Markenstelle des Deutschen Patent- und Markenamtes vorliegend nicht gegeben gewesen, auch wenn die Markenstelle die Verwechslungsgefahr der sich gegenüberstehenden Marken verneint und daher den Widerspruch zurückgewiesen habe., Vorliegend seien sich zwei komplexe Wort-/Bildmarken gegenüber gestanden, die beide über die Wortfolge Türk kahvesi wenn auch in unterschiedlicher Ausgestaltung mit im Übrigen aber deutlich verschiedenen Bildelementen verfügten, wobei die angegriffene Marke noch einen weiteren Wortbestandteil ( Istanbul ) enthielt. Dabei sei von einer durchschnittlichen Kennzeichnungskraft der Widerspruchsmarke und teilweiser Warenidentität auszugehen gewesen, nämlich soweit die angegriffene Marke für Kaffee einerseits und die Widerspruchsmarke für Kaffee und Mokka nach türkischer Art andererseits geschützt seien. Entgegen der Auffassung der Markenstelle beschreibe die in beiden Marken enthaltene Wortfolge Türk kahvesi aber die vorgenannten Waren für die deutschen Verkehrskreise nicht ohne Weiteres unmittelbar in hinreichend verständlicher Form. Daher rechtfertige der Umstand, dass die Vergleichsmarken allein in dieser in türkischer Sprache warenbeschreibenden, aber von den maßgeblichen Verkehrskreisen in der Regel nicht als solchen erkannten Angabe übereinstimmen, nicht ohne Weiteres eine Verneinung der Verwechslungsgefahr. Die angesprochenen weiten Verkehrkreise aller in Deutschland lebender Verbraucher würden 19 Siehe Ingerl/Rohnke, Markengesetz, 3. Aufl. 2010, 63 Rn Siehe Ströbele/Hacker, Markengesetz, 10. Aufl. 2012, 71 Rn. 14 mit Rechtsprechungsnachweisen. 300

339 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland nämlich die türkischsprachige Wortfolge Türk kahvesi nicht ohne Weiteres mit Türkischer Kaffee bzw. Türkischer Mokka übersetzen können, da sie der türkischen Sprache nicht bzw. nicht in ausreichendem Maße mächtig seien. Dem in Deutschland lebenden Verbraucher seien nämlich allenfalls einzelne Begriffe aus der türkischen Sprache, wie z.b. Döner Kebab u.ä. bekannt. Zwar werde der deutsche Verbraucher das Wortelement türk wegen seiner Ähnlichkeit mit dem deutschen Begriff türkisch noch in dieser Bedeutung erkennen, zumal beide Marken Bildoder Wortelemente enthielten, die auf die Türkei hinweisen, nämlich die Widerspruchsmarke mit Elementen aus der Nationalflagge (weißer Halbmond und Stern auf rotem Grund) über einem stilisierten Moscheegebäude einerseits und die angegriffene Marke mit dem Wort Istanbul, der bevölkerungsreichsten Stadt der Türkei am Bosporus, der früheren Hauptstadt des Osmanischen Reiches, andererseits. Jedoch würden breite Kreise der in Deutschland lebenden Verbraucher den Begriff kahvesi in seiner Bedeutung von Kaffee nicht erfassen. Anders dürfte es sich nur in Bezug auf Kunden z.b. von Geschäften oder Restaurants mit türkischem Hintergrund verhalten, in denen in erster Linie türkische Produkte angeboten werden, weil dieser Personenkreis allgemeine Begriffe aus der türkischen Sprache eher kennen werde. Hierbei handele es sich aber nur um einen kleineren und damit jedenfalls um einen nicht ohne Weiteres als markenrechtlich ausreichend relevant zu qualifizierenden Personenkreis. Ausgehend davon habe der eingelegte Widerspruch nicht als von vornherein aussichtslos qualifiziert werden können. Demzufolge seien auch keine ausreichenden Gründe vorgelegen, dem Widersprechenden die Kosten des patentamtlichen Widerspruchsverfahrens aufzuerlegen. 5. Erzincan Peynir- bzw. Erzincan Kaşarı-Entscheidung des Oberlandesgerichts Karlsruhe vom 23. Januar 2013 In einer jüngeren Entscheidung hatte das Oberlandesgericht Karlsruhe am 23. Januar 2013 (AZ: 6 U 38/12) darüber zu entscheiden, ob die Verwendung der Bezeichnungen Erzincan Peyniri bzw. Erzincan Kaşarı irreführend hinsichtlich der geographischen Herkunft nach den 301

340 Dr. Ali Yarayan 126 ff. des deutschen Markengesetzes bzw. 3, 5 Abs. 1 Satz 2 Nr. 1, 8 Abs. 1 des deutschen Gesetzes über den unlauteren Wettbewerb (UWG) sind. Das Gericht verurteilte die Beklagte, es zu unterlassen, im geschäftlichen Verkehr einen in den Niederlanden aus Kuhmilch hergestellten Weichkäse in Salzlake unter der Bezeichnung Erzincan Peyniri in den Verkehr zu bringen, wenn dies geschehe wie in der nachstehend eingeblendeten Abbildung und/oder einen in Deutschland aus Kuhmilch hergestellten Käse unter der Bezeichnung Erzincan Kaşarı in den Verkehr zu bringen, wenn dies geschehe wie in der nachstehend eingeblendeten Abbildung Der Verkauf der Käseprodukte erfolge in Deutschland zu rund 98% in türkischen Lebensmittelgeschäften, die sich mit ihren Produkten vorwiegend an türkischstämmige Kundschaft wendeten. 302

341 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland Die Produktkennzeichnung mit geographischen Herkunftsangaben sei in den 126 ff. des deutschen Markengesetzes geregelt. In ihrem Anwendungsbereich gingen die 126 ff. des deutschen Markengesetzes als leges speciales den Irreführungsregelungen des deutschen Gesetzes über den unlauteren Wettbewerber (UWG) vor 21. Es handele sich bei den 126 ff. des deutschen Markengesetzes nach überwiegender Auffassung trotz der Regelung im Markenrecht 22 mangels Zuordnung zu einem Rechtsträger nicht um einen immaterialgüterrechtlichen, sondern um lauterkeitsrechtlichen Schutz 23. Lediglich soweit die 126 ff. des deutschen Markengesetzes nicht eingreifen würden, könnten Ansprüche wegen Irreführung über die geographische Herkunft eines Produkts auf 3, 5 Abs. 1 S. 2 Nr. 1 deutschen Gesetzes über den unlauteren Wettbewerber (UWG) gestützt werden 24. Die Produktbezeichnungen Erzincan Peyniri und Erzincan Kaşarı enthielten in der Form, wie sie auf dem Produkt der Beklagten verwendet würden, eine unmittelbare geographische Herkunftsangabe im Sinne des 126 Abs. 1 des deutschen Markengesetzes. Die Bezeichnungen setzten sich - für die vorrangig angesprochenen türkischsprachigen Verkehrskreise ohne weiteres deutlich - aus dem Städtenamen Erzincan und einer Sachangabe ( Peyniri = Käse bzw. Kaşarı = Gelbkäse) zusammen. Ausweislich der durchgeführten repräsentativen Verkehrsbefragung unter türkischsprachigen Verbrauchern würden 89% der Befragten die Stadt Erzincan kennen. Ob die angesprochenen Verkehrskreise mit der Ortsangabe auch eine Qualitätsvorstellung verbindeten, sei für den - hier relevanten - Schutz der einfachen geographischen Herkunftsangabe ( 127 Abs. 1 MarkenG) ohne 21 BGH GRUR 2001, 73 - juris-rn Stich den Buben; BGH GRUR 2002, juris- Rn Warsteiner III. 22 Siehe auch 1 Nr. 3 des deutschen Markengesetzes. 23 BGHZ 139, juris-rn Warsteiner II; Köhler/Bornkamm, UWG, 32. Aufl. 2014, 5 Rn ; Ingerl/Rohnke, Markengesetz, 3. Aufl. 2010, vor Rn. 1, je m.w.n., a.a. Ströbele/Hacker, Markengesetz, 10. Aufl. 2012, 126 Rn. 6 ff. 24 Köhler/Bornkamm, UWG, 32. Aufl. 2014, 5 Rn ff. 303

342 Dr. Ali Yarayan Bedeutung 25. Auf die von der Beklagten problematisierte Frage, ob Erzincan Peyniri zu übersetzen sei mit Käse aus Erzincan oder mit Erzincan Käse, komme es ebenfalls nicht an. In beiden Varianten bilde der als solcher bekannte Ortsname neben der Sachangabe den prägenden Bestandteil der Produktbezeichnung. Denn für die Begründetheit des auf den 126 ff. des deutschen Markengesetzes oder auf 3, 5 Abs. 1 Satz 2 Nr. 1, 8 Abs. 1 des deutschen Gesetzes über den unlauteren Wettbewerb (UWG) gestützten Unterlassungsanspruchs sei es ausreichend, dass ein nicht unerheblicher Teil der angesprochenen türkischsprachigen Verbraucher über die geographische Herkunft der streitgegenständlichen Käseprodukte irregeführt werde. Richte sich eine Produktgestaltung speziell an einen abgrenzbaren, zahlenmäßig bedeutsamen Teil des angesprochenen Verkehrs hier den türkischsprachigen Verbraucher in Deutschland sei für den Unterlassungsanspruch die Irreführung nicht unerheblicher Teile dieser abgrenzbaren Gruppe ausreichend. Aus diesen Gründen befand das Oberlandesgericht Karlsruhe, dass die Bezeichnungen des in den Niederlanden hergestellten Käseproduktes Erzincan Peyniri bzw. des in Deutschland hergestellten Käseproduktes Erzincan Kaşarı irreführend seien. 6. İpek-Entscheidung des Bundespatentgerichts vom 14. Mai 2013 In einer anderen Entscheidung entschied das Bundespatentgericht am 14. Mai 2013 (AZ: 28 W (pat) 61/11), dass zwischen der jüngeren schwarzweiß gestalteten Wort-/Bildmarke ipek und der durchschnittlich kennzeichnungskräftigen Widerspruchsmarke İPEK YUFKA, eine in den Farben rot, grün und weiß eingetragene Wort-/Bildmarke, 25 BGHZ 139, juris-rn Warsteiner II; BGH GRUR 2002, 160 juris-rn Warsteiner III. 304

343 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland eine klangliche Verwechslungsgefahr bestehe ( 42 Abs. 2 Nr. 1, 9 Abs. 1 Nr. 2 des deutschen Markengesetzes). Die Frage der Verwechslungsgefahr im Sinne von 9 Abs. 1 Nr. 2 des deutschen Markengesetzes sei nach ständiger höchstrichterlicher Rechtsprechung unter Berücksichtigung aller Umstände, insbesondere der zueinander in Wechselbeziehung stehenden Faktoren der Ähnlichkeit der Marken, der Ähnlichkeit der damit gekennzeichneten Waren oder Dienstleistungen sowie der Kennzeichnungskraft der prioritätsälteren Marke zu beurteilen, wobei insbesondere ein geringerer Grad der Ähnlichkeit der Marken durch einen höheren Grad der Ähnlichkeit der Waren oder Dienstleistungen oder durch eine erhöhte Kennzeichnungskraft der älteren Marke ausgeglichen werden könne und umgekehrt 26. Eine absolute Warenunähnlichkeit könne dabei selbst bei Identität der Zeichen nicht durch eine erhöhte Kennzeichnungskraft der prioritätsälteren Marke ausgeglichen werden 27. Vorliegend bestünden zum einen zwischen den von der jüngeren Marke beanspruchten streitgegenständlichen Waren der Klassen und dem von der Widerspruchsmarke rechtserhaltend benutzten Blätterteig Warenähnlichkeit bzw. -identität. Zum anderen habe der Bestandteil der Widerspruchsmarke YUFKA als glatt beschreibende Angabe bei der Kollisionsbestimmung aus Rechtsgründen außer Betracht zu bleiben 28, so dass sich klanglich identische Marken ( ipek / ipek ) gegenüberstehen. 26 EuGH GRUR 2006, 237, PICARO/PICASSO; BGH GRUR 2011, 824, Rn Kappa; GRUR 2010, 833, Rn Malteserkreuz II; GRUR 2010, 235, Rn AIDA/AIDU; GRUR 2009, 484, 486, Rn Metrobus; GRUR 2008, Pantohexal; GRUR 2008, 258, 260, Rn INTERCONNECT/T-InterConnect; GRUR 2008, 903, Rn SIERRA ANTIGUO. 27 EuGH GRUR 1998, 922 Rn Canon; BGH GRUR 2009, 484, 486, Rn Metrobus; GRUR 2007, COHIBA; GRUR 2006, 941, Rn TOSCA BLU. 28 BGH GRUR 1988, Grundcommerz; Hacker, in Ströbele/Hacker, Markengesetz, 10. Aufl. 2012, 9 Rn

344 Dr. Ali Yarayan Denn bei der Beurteilung der klanglichen Verwechslungsgefahr sei zunächst davon auszugehen, dass die angesprochenen Verkehrskreise die Vergleichszeichen jeweils nach ihrem Wortbestandteil als einfachster Bezeichnungsform, also mit ipek yufka bzw. ipek benennen 29, so dass graphische Unterschiede der Marken unberücksichtigt bleiben könnten. Somit stünden sich klanglich identische Marken ( ipek ) gegenüber, so dass zwischen den Vergleichsmarken im Umfang des beschränkten Widerspruchs eine unmittelbare Verwechslungsgefahr bestehe, weshalb das Deutsche Patent- und Markenamt die angegriffene Marke insoweit zu löschen habe. IV. Zusammenfassende Schlussbetrachtung Die Türkei und Deutschland pflegen eine enge Beziehung, die sich auf politischer, wirtschaftlicher, wissenschaftlicher und vieler anderer Ebenen verdeutlichen. Im Rahmen der fotlaufend sich mehrenden Aktivitäten türkischer Unternehmen in Deutschland zeigt sich das Bedürfnis nach deutschem Markenschutz. Dieser kann durch nationale Markenanmeldung, eine Gemeinschaftsmarken- oder IR- Markenanmeldung gewährleistet werden. Aufgrund der höheren Präsenz türkischer Produkte in Deutschland waren in den letzten Jahren auch vermehrt türkischsprachige Marken bzw. geographische Herkunfsangaben Gegenstand deutscher Rechtsprechung. Dabei ging es überwiegend um Fragen der klanglichen Verwechslungsgefahr bzw. der Irreführung der beteiligten Verkehrskreise. Da maßgeblich für die Beurteilung, ob eine Marke von einem Dritten als Herkunftshinweis also markenmäßig benutzt wird, die Auffassung der angesprochenen Verkehrskreise ist, ist auf den durchschnittlich informierten, angemessen aufmerksamen und verständigen Durchschnittsverbraucher abzustellen. Bei Vertriebshandlungen, die auf die türkischsprachige Kundschaft in türkischen Ladengeschäften begrenzt sind, ist mithin die Verkehrsauffassung des angesprochenen 29 Siehe u.a. BGH GRUR 2008, 905, Rn SIERRA ANTIGUO; GRUR 2006, 859, 862, Rn Malteserkreuz I. 306

345 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland Durchschnittsverbrauchers in dem konkreten Vertriebsgebiet festzustellen. Wird hier das verwendete Zeichen nicht nur als beschreibende Angabe aufgefasst, sondern zumindest auch als Herkunftshinweis (sog. gespaltene Verkehrsauffassung), so liegt aufgrund der herkunftshinweisenden Benutzung zugleich eine markenmäßige vor. In der Zukunft wird es für eine erfolgreiche Markenstrategie in Deutschland wichtig sein, neben dem türkischen Heimatmarkt auch den deutschen, europäischen und internationalen Markt im Auge zu behalten und eine auf diese Märkte gerichtete Markenetablierung zu erreichen, insbesondere auch die Markenprodukte auf die angesprochenen Verkehrskreise bezogen zu bewerben. 307

346 Dr. Ali Yarayan 308

347 Rechtsprechung zum Schutze türkischsprachiger Marken in Deutschland (Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları) Dr. Ali Yarayan I. Türk-Alman İlişkileri Almanya ve Türkiye olağanüstü çeşitliliğe sahip ve yoğun ilişkilerle birbirlerine bağlı ülkelerdir 1. Almanya'da yaşayan ve yarısından fazlası Alman vatandaşlığına sahip Türk kökenli yaklaşık üç milyon insan bu çift yönlü ilişkilerde önemli bir faktördür. Bir seyahat ve tatil ülkesi olarak Türkiye'nin çekim kuvveti de buna ilave olmaktadır. Her iki ülke arasındaki ilişkiler dostane, çok katmanlı ve güçlüdür. Tüm platformlarda düzenli olarak politik konular ve diğer başka konular hakkında istişareler ve görüşmeler yapılmaktadır. Bu durum münazaralı konularda da güvene dayalı ve yapıcı bir işbirliğini mümkün kılmaktadır. Almanya Türkiye'nin önemli bir ticari iş ortağıdır. Çift taraflı ticaret hacmi 2013 yılında neredeyse % 5 artarak toplamda 33,8 Milyar Avro tutarındaki yeni bir rekor değere ulaşmıştır. Bu bağlamda Türkiye'nin Almanya'ya yaptığı ihracatlar %1,4 (13,5 Milyar Avro) ve Almanya'da yaptığı ithalatlar % 7,1 (21,5 Milyar Avro) oranında artmıştır. Türkiye'deki Alman şirketlerinin ya da Alman sermaye iştiraki olan Avukat ve Erlangen-Nürnberg Üniversitesi Türk Hukuku Araştırma Merkezi Müdürü 1 Bakınız münferit olarak buradaki taslak halindeki açıklama 19 Nisan 2014 tarihinde elektronik ortamda alınmıştır). 309

348 Dr. Ali Yarayan şirketlerin sayısı bu süre içinde yaklaşık 'e (Ocak 2014 itibariyle durum) yükselmiştir. Şirketlerin faaliyet alanları endüstriyel üretim ve bilumum malların satışından her türlü hizmetlerin sunulmasına ve yine perakendeci ve toptancı şirketlerinin yönetimine kadar uzanmaktadır. Almanya'da yaklaşık Türk kökenli müteşebbis, yaklaşık çalışanı istihdam etmektedir ve yıllık yaklaşık 35 Milyar Avro tutarında bir ciro yapmaktadırlar. Bu yıl düzenlenecek Alman Türk Bilim Yılı, bilim, araştırma, teknoloji ve eğitim alanlarındaki mevcut çift taraflı iş birliğine ilave itkiler sağlayacak ve yeni iş birliği alanlarının ve modellerinin oluşturulmasına katkıda bulunacaktır. Her ne kadar bu günkü marka hukuku sempozyumu devletler düzeyinde gerçekleştirilmese de, sempozyum 2014 Alman Türk Bilim Yılının öneminin altını çizmektedir. Aynı zamanda bu bağlamın içine yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesi de girmektedir. Yükseköğrenim alanında Alman-Türk işbirliğinin temeli nasyonal sosyalist rejim nedeniyle Türkiye'ye iltica eden profesörler ile 1930'lu ve 1940'lı yıllarda atılmıştır; örnek olarak belirtilmesi gerekirse her iki ülkede de çok iyi tanınan hukukçu Ernst Eduard Hirsch den bahsedilebilir. Üniversitelerarası iş ortaklıklarına ve yine aynı şekilde araştırma işbirliklerine karşılıklı duyulan ilgi büyüktür. Yüksekokul rektörleri konferansı kapsamında düzenlenmiş Hochschulkompass organizasyonu Alman ve Türk Yüksekokulları arasında güncel olarak yapılmış 966 adet iş birliği mutabakatı (Erasmus programları bunların yaklaşık 800 tanesini oluşturmaktadır) (Ekim 2013 itibariyle olan durum) artan bir eğilimi göstermektedir. Yalnızca bizim Erlangen-Nürnberg Friedrich-Alexander- Üniversitesi'nin hukuk bilimleri dalında halen iki adet iş birliği mutabakatı bulunmaktadır (Erasmus Programı biçiminde). 13 Adet işbirliği Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) tarafından kurumsal olarak desteklenmektedir. 310

349 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları Başka alanlarda da Almanya ve Türkiye arasında sıkı bilimsel ilişkiler bulunmaktadır. Öyle ki, İstanbul Şarkiyat Enstitüsü ve Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI) gibi kuruluşlar Türkiye 'de bulunmaktadır. II. Türk şirketlerinin Avrupa ve Almanya'daki ekonomik faaliyetleri Tüm bu veriler Türk şirketlerinin Almanya lokasyonuna olan ilgisini de anlaşılır kılmaktadır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı da Türk hükümetinin Turquality-Teşvik Programı çerçevesinde Türk şirketlerinin yurt dışı yatırımlarını desteklemektedir 2. Teşvik almaya hak kazandıracak yeterlilik için Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı tarafından konulmuş belirli kalite standartlarının kanıtlanması gerekmektedir yılı Ocak ayı itibariyle 91 şirkete ait 103 perakende marka bu teşviği almıştır. Bu bağlamda ürünlerin piyasaya sokulması için yurt dışında yapılan reklam ve pazarlama faaliyetleriyle ilişkili olarak hibeler şeklinde devletin sunduğu mali yardımlar söz konusudur. Danışmanlık hizmetleri (piyasa araştırmaları, stratejiler, satış organizasyonu, teknoloji seçimi) ve bilgi yönetimi sistemlerinin kurulması için de şirketler, beş yılı aşkın bir süredir oluşan masraflarının % 50'sine karşılık gelen bir oranda hibe şeklindeki devlet yardımlarını almaktadırlar. Yurt dışında özellikle hazır giyim üreticileri özellikle aktiftirler. Bunlar içine örneğin LCW, İpekyol, Twist ve Machk markalarıyla Ayaydın-Grup, Penti, Kiğılı, Aydınlı Group und Mavi girmektedir. Söktaş, Sarar, Çak Group ve Yünsa gibi Türk tekstil şiketleri özellikle Almanya'da aktiftirler. Çilek Mobilya, Doğtas, Newjoy ve Fuga Mobilya gibi mobilya üreticileri de uluslararası piyasalardaki satış çabalarını yoğunlaştırmaktadırlar. Aynı şekilde Altınbaş Mücevherat, Zen Pırlanta ve So Chic gibi Türk takı üreticileri giderek artan bir şekilde yurt dışına açılmaktadır. 2 Bakınız: münferit olarak mevcut açıklama 19 Nisan 2014 tarihinde elektronik ortamda alınmıştır. 311

350 Dr. Ali Yarayan Her ne kadar bu şirketlerin tamamı Almanya içinde temsil edilmeseler de, Almanya'daki Türk şirketlerinin sayısı artmaktadır. Bunun önemli bir nedeni, hem Almanya'da bulunan yaklaşık üç milyon Türk kökenli vatandaş hem de potansiyel müşteriler olarak Alman halkının kendisidir. Buna ilave olarak Turquality-Programı nedeniyle yurt dışındaki Türk şirketlerinin teşvik edilmesi, Almanya'daki Türk şirketlerinin artması bakımından göz ardı edilemeyecek bir faktördür. III. Almanya'daki Türk şirketlerinin markalarının korunması Bu şirketler Almanya pazarında etkin olacaklar ise, ürün markalarını da Almanya'da sağlamlaştırmayı istemektedirler. Bu bağlamda Türkiye'de tescilli markaların mülkilik ilkesi (=bir ülkenin yasalarının yalnızca o ülke içindeki olaylarda uygulanabilir olması durumu) nedeniyle yalnızca geçerliliğe sahip olduğu durumu dikkate alınmalıdır. Eğer Türk şirketleri Almanya'da marka korumasından yararlanmak istiyorlar ise, ya markalarına Almanya'da Alman Patent ve Marka Dairesi 'ne tescil ettirtmek ya da bir topluluk markası veya IRmarkası bildirimiyle Almanya'da bir marka koruması elde etmek zorundadırlar. Son olarak zikredilen marka koruması Türkiye'nin 1925 yılındaki Haagen Versiyonunda 1930 yılında yapılan Uluslararası Madrid Marka Mutabakatı 'na girmesi nedeniyle gerçekleştirilebilir. Fakat Türkiye 1955 yılında 11 Eylül 1959 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere düşük sayıdaki Türk marka bildirimi nedeniyle oluşan döviz kaybını dengelemek için bu mutabakattan ayrılmıştır 3. 1 Ocak 1999 yılında Türkiye yeniden PMMA 'ya girmiştir 4. Son olarak Paris Birlik Anlaşması (PVÜ) Madde 2 Fıkra 1 'de yer alan yurttaşlara muamele ilkesi, birliğe üye her bir ülkenin mensuplarının birliğe üye diğer tüm ülkeler içinde ticari mülkiyetin korunmasıyla ilişkili olarak konuyla ilişkili yasaların kendi vatandaşlarına halen sunmakta olduğu veya gelecekte sunacağı avantajlardan yararlanma hakkını 3 15 Mayıs 1930 tarih ve 1619 numaralı yasa; 29 Mayıs 1930 tarih ve 1506 numaralı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. 4 5 Ağustos 1997 tarih ve 97/ 9731 numaralı Bakanlar Kurulu kararı; 22 Ağustos 1997 tarih ve numaralı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. 312

351 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları tanımaktadır. 20 Mart 1883 tarihli ulus hukukuna dayalı çok taraflı anlaşmayı Almanya uzun süre reddetmiştir ve bu anlaşmaya ancak 1 Mayıs 1903 tarihi itibariyle geçerli olmak üzere dâhil olmuştur. Türkiye yine 1911 tarihli Paris Birlik Anlaşması'nın Washington versiyonuna 1925 yılında dâhil olmuştur. Türkiye daha sonra 1925 yılı Haagen versiyonunu, 1934 yılı Londra versiyonunu ve 1967 yılı Stokholm versiyonunu onaylamıştır 5-6. Böylece her iki ülke Paris Birlik Anlaşması'na dâhil oldukları içini her bir diğer ülkenin vatandaşlarına ticari alanda hukuki koruma sağlanması konusunda ülkenin kendi vatandaşlarına yapılan muamele uygulanmaktadır. Alman Marka Yasası gereği markaların yanı sıra ticari unvanlar ve coğrafi köken (=menşe) bilgileri de korumadan nesnel olarak yararlanmaktadır (Alman Marka Yasası Madde 1). IV. Türkçe marka kullanımlarında Alman mahkemelerinin kararları Geçen yıllar içinde Almanya içinde Türk şirketlerinin faaliyetlerindeki ve onların ürünlerinin pazarlanmasındaki artış ile birlikte marka hukuku ve rekabet hukuku alanında verilen mahkeme kararlarının sayısı da artmıştır. Bunlardan bazıları aşağıda açıklanmaktadır: Aralık 2012 tarihli Federal Patent Mahkemesi'nin YÖREM-kararı Federal Patent Mahkemesi 17 Aralık 2012 tarihli YÖREMkararında (Dosya no.: 25 W(pat) 64/10), "YÖREM" sözel/resimli markasının 5 15 Mayıs 1930 tarih ve 1619 numaralı yasa; 29 Mayıs 1930 tarih ve 1506 numaralı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır Ocak 1957 tarih ve 6894 numaralı yasa; 07 Şubat 1957 tarih ve 9529 numaralı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. 313

352 Dr. Ali Yarayan Daha eski olan "YÖRE" sözel markasının zarar görmesi (=haklarına tecavüz) nedeniyle iptal edilip edilmemesi gerektiği konusuyla karşı karşıya kalmıştır. Federal Patent Mahkemesi 'nin görüşüne göre Alman Marka Yasası Madde 9 Fıkra 1 Bent 2 gereği mukayese edilebilir markalar arasında, itiraz edilen "YÖREM" sözel/resimli markanın iptalini gerektirecek kadar karıştırma tehlikesi bulunmaktadır. (Alman Marka Yasası Madde 43 Fıkra 2 Cümle 1). Mahkemenin görüşüne göre, karıştırma tehlikesinin mevcudiyeti hakkında münferit vakanın tüm durumları dikkate alınarak yargıya varılmalıdır 7. Karıştırma tehlikesi hakkında yargıya varma özellikle malların özdeşliği veya benzerliği, markaların özdeşliği veya benzerliği ve itiraz eden tarafın markasına tanınan hukuki korumanın kapsamına göre gerçekleştirilir. Yine mahkemenin görüşüne göre, bu faktörler meselenin özüne bakıldığında birbirlerinden bağımsızdırlar; fakat etkileşimleri içinde karıştırma tehlikesinin hukuki kavramını belirlemektedirler 8. 7 Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2006, 237, Metin No. 18 -PICASSO; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1998, 387, Metin No Sabèl/Puma. 8 Bakınız Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2008, 258 INTERCONNECT/T-InterConnect; Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2009, 772, Metin 314

353 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları Mahkemenin görüşüne göre, marka benzerliği konusunda yargıda bulunurken prensip olarak mukayese edilen markaların genel izlenimi göz önünde tutulmalıdır. Buna göre tüm münferit elemanlar dikkate alındığında sözel/resimli marka olarak genelde itiraz edilen marka, somut düzenlemesi içinde birden fazla münferit eleman ile kuşkusuz belirgin bir şekilde, sadece tek bir sözcükten oluşan marka olarak itiraz eden tarafın markasından ayrılmaktadır. Fakat mahkemenin kanaatine göre, mukayese edilen markaların genel izleniminin ölçü olduğu şeklindeki ilke, bu bağlamda her zaman ve yalnızca mukayese edilen markaların genel olarak dikkate alınmasını gerektiği anlamına gelmez. Eğer geri kalan marka elemanları hitap edilen alıcı çevreleri için genel izlenim bakımından önemsenmeyecek biçimde ikinci plana geçmiş ise münferit vakada somut olarak tespit edilmesi gerektiği gibi genel izlenim daha ziyade münferit elamanlar ile de biçimlendirilmiş olabilir 9. Mevcut hukuki vakada birden fazla sözel ve resimli eleman ile oluşturulmuş ve itiraz edilen marka içindeki "YÖREM" sözel elemanının payına genel izlenimi biçimlendiren bir etki düşmektedir. Tüm bunlara rağmen öncelik bakımından daha eski olan "YÖRE" sözel markası ile yalnızca daha yeni olan markayı biçimlendiren "YÖREM" sözel elemanı kıyaslanmalıdır. Bu kıyaslanan sözcükler birbirlerine tıpatıp uygun dört adet harf nedeniyle olağan olarak daha güçlü bir şekilde dikkate alınan sözcük başlangıcı itibariyle tınısal bakımda birbirlerine çok yakın gelmektedirler. Çünkü sözcüğün sessel tınısı yalnızca bir harf ile yeterince ayrım yaratacak biçimde etki göstermemektedir. Öte yandan bu durum hece sayısında veya konuşma ritminde de bir değişiklik meydana getirmemektedir. no. 31 Augsburger Puppenkiste Müzesi; bakınız Ströbele/Hacker, Marka Yasası 10. Baskı, Madde 9 Kenar No Bakınız Ströbele/Hacker, Marka Yasası, 10. Baskı, Madde 9 Kenar No

354 Dr. Ali Yarayan Bu nedenlerden dolayı mahkemenin görüşüne göre tınısal bakımdan bir karıştırma tehlikesi meydana gelmektedir. Bu sebeple de daha yeni olan YÖREM markasının iptal edilmesi gerekmektedir Ocak 2013 tarihli Federal Patent Mahkemesi'nin Türk Kahvesi-kararı Federal Patent Mahkemesi 14 Ocak 2013 tarihinde yeniden aralarında fonetik bakımından tınısal benzerliğe sahip Türkçe markalar için karar vermek zorunda kalmıştır (Dosya No.:25 W (pat) 517/11) İlgili dava bağlamında daha eski sözel/ resimli marka olan "TÜRK KAHVESİ" markasının Daha yeni sözel/ resimli marka olan "İstanbul Türk Kahvesi" markasının tescili aleyhine açtığı itiraz davası bakımından giderler hakkında verilecek bir karar söz konusudur.. Alman Patent ve Marka Dairesi aldığı bir karar ile itiraz edilen marka aleyhine yapılmış itirazı reddetmiştir ve itiraz edene itiraz işleminin masraflarını yüklemiştir. Çünkü Alman Patent ve Marka Dairesi nezdinde görülen ve birden fazla iştirakçisi olan marka hukuku kapsamındaki dava, Alman Marka Yasası Madde 63 Fıkra 1 Cümle 1 gereği dava masrafları bakımından, her bir davaya iştirak eden tarafın davanın ortaya çıkış 316

355 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları nedenine bağlı olmaksızın üzerine düşen masrafları kendisinin ödemesi gerektiği yolundaki bir ilkeye göre biçimlendirilmiştir 10. Binaenaleyh masraflar hususunda bu ilkeye aykırı bir kararın verilmesini haklı gösterecek özel koşulların meydana gelmesi gerekmektedir. Özellikle marka hukuku alanına giren itiraz davasında mukayese edilen markalar arasında açıkça mevcut bulunmayan bir benzerlikte varsayılan bu türlü özel durumlar, örneğin yalnızca açıkça korunması mümkün olmayan bir eleman halinde uygunluk gösteren kombinasyon markalarında söz konusu olan özel durumlar, Alman Patent ve Marka Dairesi bünyesindeki Marka Bölümü'nün düşüncesinin aksine, Marka Bölümü birbirleriyle mukayese edilen markalar arasında karıştırma tehlikesini reddetmiş ve bu nedenle de itirazı geri çevirmiş olsa da, ortaya çıkmamıştır 11. Mevcut vakada iki adet karmaşık sözel/resimli marka kıyaslanmıştır. Her iki marka "Türk Kahvesi" sözcük dizisine- farklı tasarımlar şeklinde olsa da - açıkça farklı resimli elemanlar ile sahiptir. Bu bağlamda itiraz edilen marka bir başka sözcük elemanı da ("İstanbul") içermektedir. Bir yandan itiraz edilen marka kahve için, diğer taraftan da itiraz eden tarafın markası Türk usulü kahve ve mokka (sert kahve) için korunmuş olduğu sürece, itiraz eden tarafın markasının ortalama bir karakterizasyon kuvvetinden ve kısmen de malların özdeşliğinden yola çıkılması gerekmektedir. Mahkemeye göre, Marka Bölümü 'nün kanaatinin aksine her iki markada bulunan sözcük dizisi "Türk Kahvesi", Almanya içindeki alıcı çevreleri için zahmetsizce, doğrudan ve yeterince anlaşılır biçimde yukarıda belirtilen malları açıklamaktadır. Bu nedenle mukayese edilen markaların yalnızca bu Türkçe mal adlandırması bakımından birbirleriyle örtüştükleri, fakat prensip olarak ölçü alınan alıcı çevreleri tarafından bu türden anlaşılan bir bilgi olarak birbirleriyle uyuşmadıkları durumu, kolaylıkla bir karıştırma tehlikesinin reddedilmesini hakkı göstermektedir. Başka bir deyişle Almanya'da 10 Bakınız Ströbele/Hacker, Marka Yasası, 10. Baskı, Madde 63 Kenar No. 3; Ingerl/Rohnke, Marka Yasası, 3. Baskı, Madde 63 Kenar No Bakınız Ströbele/Hacker, Marka Yasası, 10. Baskı, Madde 71 Kenar No. 14, içtihatta dair kanıtlarla birlikte. 317

356 Dr. Ali Yarayan yaşayan tüm tüketicilere ait hitap edilen diğer alıcı çevreleri "Türk Kahvesi" şeklindeki Türkçe sözcük dizisini kolaylıkla Almancaya "Türkischer Kaffee" (=Türk Kahvesi) ya da "Türkischer Mokka" (=Türk usulü sert kahve) şeklinde tercüme edemezler, çünkü bu çevreler Türkçeye hakim değillerdir ya da yeterince hakim değillerdir. Almanya'da yaşayan tüketici her durumda örneğin "Döner Kebap vs. gibi Türkçe münferit kavramları bilmektedir. Hatta Alman tüketici "Türk" sözel elemanını Almanca "Türkisch" kavramıyla olan benzerliğinden ötürü tanıyabilir. Özellikle her iki marka da Türkiye'ye gönderme yapan sözel ve resimli elemanlar içermektedir. Bir yanda itiraz eden tarafın markası stilize edilmiş bir cami binasının üzerinde Türk ulusal bayrağının elemanlarını (kırmızı zemin üzerine beyaz hilal ve yıldız) diğer yanda ise itiraz edilen marka Türkiye'nin Boğaziçi kıyısındaki en kalabalık kentinin ve ayrıca geçmişte Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olan bir kentin adını yani İstanbul sözel elemanını içermektedir. Fakat mahkemenin görüşüne göre Almanya'da yaşayan geniş tüketici çevreleri "kahvesi" kavramının "Kahve" anlamına geldiği bilmemektedirler. Sadece ağırlıklı olarak Türk ürünlerinin sunulduğu arka planı Türk olan mağazaların veya restoranların müşterileriyle ilişkili olarak böyle bir davranış beklenebilir, çünkü bu kişiler Türkçedeki genel kavramları daha fazla tanımaktadırlar. Fakat bu bağlamda yalnızca daha küçük ve böylelikle de her durumda marka hukuku bakımından yeterince önemli olarak nitelendirilemeyecek bir insan grubu söz konusudur. Bundan yola çıkarak yapılan itiraz daha başından başarısız olacak bir itiraz olarak nitelendirilemez. Bu nedenle itiraz eden üzerinde patent dairesinde görülen itiraz davasının masraflarının bırakılması için yeterli nedenler yoktur Mayıs 2013 tarihli Federal Patent Mahkemesi'nin İPEKkararı Federal Patent Mahkemesi 14 Mayıs 2013 tarihli bir başka kararı ile ( Dosya No.: 28 W (pat) 61/11) daha yeni olan siyah-beyaz düzenlenmiş sözel/resimli marka olan "ipek" markası ile 318

357 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları Kırmızı, yeşil ve beyaz renkler halinde tescil edilmiş sözel /resimli marka olan ve yine itiraz eden tarafın markası olan "İPEK YUFKA" arasında bir tınısal karıştırma tehlikesinin bulunduğuna karar vermiştir ( Alman Marka Yasası Madde 42 Fıkra 1 Bent 1, Madde 9 Fıkra 1 Bent 2). Alman Marka Yasası Madde 9 Fıkra 1 Bent 2 gereği karıştırma tehlikesi sorunu devamlılık arz eden yüksek yargı kararlarına göre, tüm koşulların dikkate alınmasıyla, özellikle de markaların benzerliğini oluşturan ve karşılıklı ilişki içinde bulunan faktörlerin, karakterize edilmiş mal ve hizmetlerin benzerliğinin ve yine öncelik bakımından daha eski olan markanın karakterizasyon gücünün dikkate alınması suretiyle yargıya varılmalıdır. Bu bağlamda özellikle markalar arasındaki daha düşük dereceden benzerlik, mallar veya hizmetler arasındaki daha yüksek dereceden benzerlikle ya da daha eski olan markanın yüksek karakterizasyon gücüyle eşitlenebilir veya bunun tersi yapılabilir 12. Yine bu bağlamda mallar arasındaki mutlak benzemeyiş durumu işaretlerin 12 Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2006, 237, PICARO/PICASSO Davası; Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi 2011, 824, Kenar No Kappa Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2010, 833, Kenar No. 12 Malteserkreuz II Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2010, 235, Kenar No AIDA/AIDU Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2009, 484, 486, Kenar No Metrobus Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2008, Pantohexal Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2008, 258, 260, Kenar No INTERCONNECT/T-InterConnect Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2008, 903, Kenar No SIERRA ANTIGUO Davası. 319

358 Dr. Ali Yarayan benzerliği durumunda öncelik bakımından daha eski markanın yüksek karakterizasyon gücüyle eşitlenemez 13. Mevcut durumda daha yeni marka tarafından üzerinde hak iddia edilen, 29 ila 31 arasındaki mal sınıfları içinde sınıflandırılmış ihtilafa konu mallar ile itirazda bulunan tarafın markası tarafından hakkın elde edilerek kullanıldığı "yufka" arasında bir mal benzerliği ya da özdeşliği bulunmaktadır. Diğer yandan mahkemenin görüşüne göre, itirazda bulunan tarafın markasının elemanı olan "YUFKA" sözcüğü, ihtilaf belirlenmesinde "düzlüğü" açıklayan bir bilgi olarak hukuki nedenlerden ötürü, tınısal olarak özdeş olan markalar ("ipek"/"ipek") karşı karşıya gelecek biçimde sarfı nazar edilmelidir 14. Çünkü tınısal karıştırma tehlikesi hakkında yargıya varırken öncelikle, hitap edilen alıcı çevrelerinin mukayese edilen işaretleri her defasında içerdiği sözel elemana göre en basit adlandırma biçimi olarak, başka bir deyişle markalar arasındaki grafiksel farklılıklar dikkate alınmaksızın kalarak "ipek yufka" ya da "ipek" ile adlandıracağı düşüncesinden yola çıkılmalıdır 15. Böylece tınısal bakımdan özdeş olan markalar ("ipek") karşı kaşıya kalmaktadır. Öyle ki, karşılaştırılan markalar arasında sınırlandırılmış itiraz kapsamında doğrudan bir karıştırma tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı Alman Patent ve Marka Dairesi itiraz edilen markayı iptal etmek zorunda kalmıştır. 13 Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1998, 922, Kenar No Canon Davası; Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2009, 484, 486, Kenar No Metrobus Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2007, COHIBA Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)2006, 941, Kenar No TOSCA BLU Davası. 14 Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)1988, Grundcommerz; Hacker, in Ströbele/Hacker, Marka Yasası, 10. Baskı, Madde 9 Kenar No Bakınız: Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2008, 905, Kenar No SIERRA ANTIGUO Davası; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2006, 859, 862, Kenar No. 29 Malteserkreuz I Davası. 320

359 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları 4. 1 Nisan 2004 tarihli Federal Yargıtay'ın GAZOZ-kararı Alman Federal Yargıtayı 1 Nisan 2004 tarihli kararında (Dosya No. IZR 23/02) davalının karbonatlı limonatalar için "Gazoz" sözcüğünü bu sözcüğün "Gazoz" topluluk markası olması nedeniyle (Tescil No ) kullanmaktan men edilip edilmemesi gerektiğine ve yine davalının haksız zenginleşmeden ötürü zarar tazminatı ödeme, bilgi verme ve imha etme yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı konusunda hükümde bulunmuştur. Tüm talepler Federal Yargıtay tarafından reddedilmiştir. Kara aşağıda açıklanan hukuk duruma dayanmaktadır: Davalı 6 Ağustos 1996 tarihinde bildirimi yapılmış ve özellikle maden suları, karbonik asit içeren sular ve diğer alkolsüz içecekler için tescil edilmiş topluluk markası "Gazoz" un sahibidir. Davacı şirket "Marmara" ticari markası altında gıda maddesi ve içecekler satmaktadır. İfadesine göre öncelikle Almanya'da yaşayan Türklere yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır. Davacı ürün çeşitleri içinde aşağıda küçültülmüş olarak ve siyah beyaz olarak gösterilen şişe etiketini kullandığı bir karbonatlı limonatayı bulundurmaktadır. Federal Yargıtay kararı ile, "Gazoz" sözcüğünün Türkçe'de karbonik asit içeren su veya karbonatlı limonata anlamına geldiğini tespit etmiştir. Davalı burada markasına bir hak tecavüzü olduğunu düşünmektedir ve davalının bundan men edilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine davacı bir menfi tespit davası açmıştır. "Gazoz" sözcüğünün Almanya'da yaşayan Türkler için bir türün ismi olarak bilindiği hususunu temyiz etmiştir. Yaptığı temyize göre, kendisi "Gazoz" sözcüğünü, ürünlerinin işletmesel kökenine bir gönderme olarak değil, tam tersine bir özellik bilgisi olarak kullanmaktadır. 321

360 Dr. Ali Yarayan Federal Yargıtay kararında, davacının malları için davalının topluluk markası ile aynı olan bir işareti kullandığını ve topluluk markası tarafından kapsanan mallar ile davacının mallarının özdeş olduğunu saptamıştır. Mahkemenin görüşüne göre, hukuki yargıya varmak için markanın kullanımından yola çıkılabilir 16. Adlandırmanın açıklayıcı (=betimleyici) olarak mı yoksa kökene (=menşe) gönderme olarak mı kullanıldığı hususu, hitap edilen alıcı çevrelerinin anlayışına göre düzenlenir 17. Bu bakımdan temyiz mahkemesi, Almanya'da Türk gıda ürünlerini satan mağazaları arayan, fakat Türk diline hakim olmayan ve alıcı çevresine ait sayısı hiç de azımsanmayacak bir (tüketici) parçasının, davacı tarafından satılan karbonatlı içeceğin etiketlerindeki "Gazoz" kavramını özellik bilgisi olarak değil de tam tersine bir ürün ismi olarak gördüğünü kabul etmiştir. Bu yargı temyizi yapan görüşün aksine hukuki nedenlerden ötürü kusurlu bulunamaz. Kamuoyunun bir Türk mağazasında yabancı dilde düzenlenmiş özellik bilgileri ile sunulan ürünlerin beklentisinde olduğu ve "Gazoz" kavramının Almanca "Brause" (=karbonatlı içecek)bilgisine uygunluğu sayesinde ve yine bu kavramın zihinde mineralik asit içeren su ile bir çağrışım oluşturduğu şeklindeki görüşü şüpheyle karşılansa bile, bu görüş yaşam deneyimiyle uyuşmadığı biçiminde değerlendirilemez. 16 Bu özellik için bakınız Avrupa Adalet Divanı (EuGH), tarihli karar - Dava. C-63/97, Yargı Kararları Külliyatı(Slg) 1999, I-905 Metin No. 38 = Uluslararası Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR Int.) 1999, BMW Davası; tarihli kararı - Dava C-2/00, Yargı Kararları Külliyatı (Slg) 2002, I-4187 Metin No. 17 = Uluslararası Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR Int.) 2002, Hölterhoff; tarihli karar - Dava. C-206/01, Yargı Kararları Külliyatı(Slg) 2002, I Metin No. 51 Metin No 42 ile bağlantılı 42 = Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2003, 55 - Arsenal, Markalar Yönetmeliği (MarkenRL) Madde 5 Fıkra 1 17 Bakınız Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Yargı Kararları Külliyatı(Slg) 2002, I-4187 Metin No Hölterhoff; Yargı Kararları Külliyatı(Slg) 2002, I Metin No Arsenal; Federal Yargıtay (BGH), tarihli karar - Dosya No. I ZR 136/99, Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2002, 814, 815 = WRP 2002, Festspielhaus I Davası; Ingerl/Rohnke, Marka Yasası, 2. Baskı, Madde 14, Kenar No

361 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları Fakat temyiz mahkemesi haksız olarak Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Madde 12 Fıkra b gereği koruma sınırının uygulanması için oluşan koşulları reddetmiştir. Temyiz mahkemesi, alıcı çevresinin bir kısmı tarafından kökene gönderme olarak anlaşılan bir marka kullanımının Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Madde 12 Fıkra b kapsamına giremeyeceği düşüncesinden hareket etmiştir. Fakat temyiz kararının verilmesinden sonra Avrupa Adalet Divanı Federal Yargıtay 'ın ara karar dilekçesini, Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Madde 12 Fıkra b 'deki hükme uygunluk gösteren Marka Hukuku Yönetmeliği 'ndeki ilgili hükmün (Madde 6 Fıkra 1 Bent b) işaretin marka olarak kullanımının reddedilemeyeceği durumlarda da uygulanabilir olduğu biçiminde yanıtlamıştır Buna göre bir açıklayıcı bilginin alıcı çevresinin azımsanamayacak bir parçası tarafından kökene gönderme olarak anlaşıldığı durumlarda, kullanımın mesleki faaliyet veya ticaretteki olağan alışkanlıklara uygun olup olması dikkate alınmalıdır 20. Bunun anlamı, alıcı çevresinin bir kısmının belirli bir işareti kökene gönderme olarak anlarken iken diğer bir kısmının bunu açıklayıcı bir bilgi olarak gördüğü birbirlerinden ayrılmış anlayışların söz konusu olduğu durumlarda Topluluk Markası Yönetmeliği Madde 12 Fıkra b 'nin uygulanmasının dikkate alındığı ve münferit durumda ise kullanımın mesleki faaliyet veya ticaretteki olağan alışkanlıklara uygun olup olmasının ya da - Alman Marka Yasası Madde 23 belirtildiği gibi - kullanımın örf ve adetleri ihlal edip etmediğinin dikkate alınmasının gerektiğidir 21. Bu bağlamda tüm 18 Federal Yargıtay (BGH), tarihli karar - I ZR 258/98, Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2002, 613 = Hukuk ve Uygulamada Rekabet Dergisi (WRP) 2002, GERRI/KERRY Spring. 19 Avrupa Adalet Divanı (EuGH), tarihli karar - Dava C-100/02, Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2004, 234 Metin no. 15 ve 27 - Gerolsteiner Brunnen/Putsch. 20 Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2004, 234 Metin No Gerolsteiner Brunnen/Putsch. 21 Bakınız: Marka Yasası (MarkenG) Madde 23 Ingerl/Rohnke, Marka Yasası, Madde 23 Kenar No. 50; ayrıca Hacker, Ströbele/Hacker, Marka Yasası, 7. Baskı, Madde 23 Kenar No

362 Dr. Ali Yarayan ölçü olarak alınan durumların kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesine hükmedilmiştir 22. Yapılan saptamalardan, "Gazoz" sözcüğünün hitap edilen alıcı çevresinin en azından yarısını oluşturan ve kamuoyunun Türkçe konuşan kısmı tarafından açıklayıcı bir bilgi olarak anlaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Tespit edilmiş hukuki duruma göre "Gazoz" adlandırmasının davacı tarafından yasaya aykırı bir şekilde kullanıldığına dair dayanak noktalarının bulunmadığı aşikârdır. Davacının bu adlandırmayı kullanarak davalı tarafından sağlanmış şöhret ile kendisini ilişkilendirdiği hususu davalı tarafından dile getirilmemiştir. Zamansal süreç de - davalıya ait marka doğrudan davanın açılmasından önce tescil edilmiştir - davacının yasaya aykırı bir davranışta bulunduğunu göstermemektedir. Öte yandan davacının Türk usulü karbonatlı limonatayı Türk kamuoyu önünde Türkçeye uygun bir kavram ile donatması ve bu kavramı etiket üzerine Almanca tür ismi "Brause" (= gazoz) gibi aynı şekilde vurgulamış olması onun haklı menfaatine uygundur. Bu bağlamda içinde davacıya ait içeceğin sunulduğu iş yerlerinin Türkler tarafından işletilip işletilmediğinin bir önemi yoktur. Daha ziyade davacının söz konusu ürünün satışını mağazalarla sınırlamış olduğu; bu mağazaların ürün çeşitlerinin Türk kamuoyuna uyarlanmış olduğu ve bu mağazalardan deneyimlere dayalı olarak - fakat münhasıran olmamak üzere - Türkçe konuşan kamuoyunun alış veriş yaptığı dikkate alınmalıdır. Böylelikle davacı içinde marka sahibi olarak davalı karşısındaki faaliyetinin yasalara aykırı bir davranış olarak görülemeyeceği bir piyasa bölümü (=segmenti) içinde hareket etmektedir. Eğer davacı buna karşılık faaliyetlerinin kapsamını genişletiyor ise, "Gazoz" işaretinin kullanılması geniş alıcı alanı içindeki tüketicilerin önemli bir kısmı tarafından da tür ismi olarak anlaşılması şartıyla, Topluluk Markası Yönetmeliği Madde 12 Fıkra b'de yer alan koruma sınırı delil olarak gösterebilir. 22 Avrupa Adalet Divanı (EuGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2004, 234 Metin No Gerolsteiner Brunnen/Putsch. 324

363 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları Bu koşullar altında itiraza konu olan kararın neden dolayı kaldırılması gerektiğine dair somut nedenler bulunmamaktadır Haziran 2006 tarihli Federal Patent Mahkemesi'nin AKSARAY-DÖNER-kararı Federal Patent Mahkemesi 22 Haziran 2006 tarihli kararı ile (Dosya no.: 28 W (pat) 133/10 AKSARAY-Döner) döner kavramı için Türkçe kent isimleri bakımından, Almanca "AKSARAY-Döner" sözel markasının bir serbest kullanım hakkının mevcudiyetinden dolayı iptal edilip edilmemesine karar vermek zorunda kalmıştır. Alman Marka Yasası Madde 50 Fıkra 2 Cümle 2 gereği bir markanın iptaline, itiraz edilen markanın hem bildirim ve tescil tarihinde hem de iptal edilmesine yönelik talebin nihai olarak karara bağlandığı tarihte mutlak koruyucu engellemelere ters düştüğünün olumlu sonuç verecek biçimde ispatlanmış olması koşuluyla karar verilebilir 23. Bu kontrol prensip olarak patent dairesi tarafından yapılacak tespit ilkesine tabi olsa da, iptal davası açan her bir davacı, yaptığı iptal talebini dayandırdığı somut olayları ortaya koymakla yükümlüdür. Çünkü iptal davasında olağan durumlarda zamansal bakımdan geride kalan ve sıklıkla tarafların etki alanı içinde yerleşen ve patent dairesinin yapacağı tespit için yalnızca sınırlı olarak erişilebilen olaylar önem kazanmaktadır. Bu yüzden tezat teşkil eden bir işlem için geçerli kurallar gereği davacıya yüksek bir izah yükü yüklenmektedir 24. Eğer iddia edilen koruyucu engeller ispat edilemiyor veya bunlar şüpheli kalıyorlar ise, itiraz edilen markanın lehine karar verilmesi ve iptal talebinin reddedilmesi gerekmektedir. Alman Marka Yasası Madde 8 No. 2 gereği markalar, eğer bunlar yalnızca dolaşım içinde özellikle söz konusu olan mal ve hizmetlerin 23 Federal Yargıtay (BGH), Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2009, 780 Kenar No. 11 Ivadal; Federal Yargıtay (BGH), Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2006, 850 [854] FUSSBALL WM Bakınız Federal Patent Mahkemesi (BPatG), Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1997, 83 digital; Kirschneck, Ströbele/Hacker, Marka Yasası, 9. Baskı [2009], Madde 54 Kenar No

364 Dr. Ali Yarayan türünün, özelliğinin ve coğrafi kökeninin adlandırılması amacına hizmet eden bilgilerden oluşmaları koşuluyla tescil edilmezler. Mevcut durumda Federal Patent Mahkemesi Türkçe kent isimleri için et ve salam-sosis ürünleri adı olarak bir serbest kullanım hakkının ayrıldığına hükmetmiştir. Çünkü alıcı çevresi "Döner"-ürününün doğrudan müşterinin siparişi üzerine taze olarak hazırlandığını bilmektedir. Ayrıca bildirimi yapılacak işareti taşıyan yüz binlerce ticari işletmenin bulunduğunun bilinmesi durumu tek başına, Alman Marka Yasası Madde 8 Fıkra 2 No. 10 gereği marka bildiriminde kötü niyet durumunun kabul edilmesi için yeterli değildir. Bu nedenlerden dolayı "AKSARAY-Döner" sözel markasının kullanılması hukuken mümkündür. 6. Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi 'nin 23 Ocak 2013 tarihli ERZİNCAN PEYNİR ya da ERZİNCAN KAŞARIkararı Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi 23 Ocak 2013 tarihinde aldığı yeni bir kararı ile (Dosya No. 6 U 38/12), "Erzincan Peyniri" ya da "Erzincan Kaşarı" şeklindeki adlandırmaların kullanılmasının Alman Marka Yasası Madde 126 ve takip eden maddeleri ya da Alman Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 3, Madde 5 Fıkra 1 Cümle 2 No. 1, Madde 8 Fıkra 1 gereği coğrafi köken bakımından yanıltıcı olup olmadığına karar vermek zorunda kalmıştır. Mahkeme davalıyı, ticari dolaşım içinde bulunan ve Hollanda'da inek sütünden üretilmiş salamura yumuşak bir peyniri "Erzincan Peyniri" adı altında aşağıda gösterilen resimde olduğu gibi piyasaya sürmekten ve/veya 326

365 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları Almanya'da inek sütünden üretilmiş bir peyniri "Erzincan Kaşarı" adı altında yine aşağıda gösterilen resimde olduğu gibi piyasaya sürmekten men etme kararını vermiştir. Almanya'da peynir ürünlerin satışı, ürünleriyle ağırlıklı olarak Türk kökenli müşteri grubuna yönelik Türk gıda ürünleri satan mağazalarda yaklaşık % 98 oranında gerçekleşmektedir. Coğrafi köken bilgileriyle ürün karakterizasyonu Alman Marka Yasası Madde 126 ve takip eden maddelerde düzenlenmiştir. Uygulama alanı içinde Alman Marka Yasası'nın 126. ve takip eden maddeleri leges speciales (Lat: özel yasalar) olarak Alman Haksız Rekabet Yasası'nın yanılgıya düşürmekle ilişkili düzenlemelerinin önüne geçmektedir 25. Alman Marka Yasası Madde 126 ve takip eden maddeler yaygın görüşe göre, marka hukukundaki düzenlemeye rağmen bir hak ve yükümlülük sahibi (=tüzel kişilik) ile ilişkilendirmenin yapılmamış olması nedeniyle gayri maddi mal hukukuna dayalı değil, tam tersine rekabet hukukuna dayalı (=yasalara uygun rekabete dayalı) bir koruma söz konusudur Federal Yargıtay (BGH), Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2001, 73 juris- Kenar No Stich den Buben; Federal Yargıtay (BGH), Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2002, juris- Kenar No Warsteiner III. 26 Aynı zamanda bakınız Alman Marka Yasası Madde 1 No Federal Yargıtay Hukuk Davaları (BGHZ) 139, juris-kenar No Warsteiner II; Köhler/Bornkamm, Alman Haksız Rekabet Yasası (UWG), 31. Baskı, Madde 5 Kenar No ; Ingerl/Rohnke, Maka Yasası, 3. Baskı, Madde 126 ila 139 Kenar No 1, diğer kanıtlarla birlikte;. a.a. Ströbele/Hacker, Marka Yasası, 10. Baskı, Madde 126 Kenar No. 6 ve takip eden maddeler. 327

366 Dr. Ali Yarayan Alman Marka Yasası Madde 126 ve takip eden maddeler müdahale etmediği sürece, bir ürünün coğrafi kökeni hakkında yanıltıcılık nedeniyle hak talepleri, Alman Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 3 ve Madde 5 Fıkra 1 Cümle 2 Bent 1 'e dayandırılabilir 28. "Erzincan Peyniri" ve "Erzincan Kaşarı" şeklindeki ürün adlandırmaları davalının ürününün üzerinde kullanıldığı biçimde, Alman Marka Yasası Madde 126 Fıkra 1 gereği doğrudan coğrafi bir köken bilgisi içermektedirler. Ürün adlandırmaları - öncelikli olarak hitap edilen ve Türkçe konuşan alıcı çevreleri tarafından kolaylıkla anlaşılan biçimde - bir kent ismi olan Erzincan sözcüğünden ve cins bilgisi olan bir sözcükten ("Peyniri" = (Almanca) Käse ya da "Kaşarı" = (Almanca) Gelbkäse) oluşmaktadır. Türkçe konuşan tüketiciler arasında yapılan ve temsil edici niteliğe sahip bir anket, sorgulanan kişilerin % 89 'unun Erzincan kentini bildiğini kanıtlamıştır. Hitap edilen alıcı çevrelerinin coğrafi bilgi ile bir kalite beklentisini birbiriyle ilişkilendirip ilişkilendirmediklerinin, basit coğrafi köken bilgisinin hukuki koruma altına alınması bakımından (Marka Yasası (MarkenG) Madde 127 Fıkra 1) - burada önemli olsa da - bir değeri yoktur 29. Bu durum davalı tarafından sorunsallaştırılan ve "Erzincan Peyniri" adlandırmasının "Käse aus Erzincan" yoksa "Erzincan Käse" şeklinde Almancaya tercüme edilip edilmeyeceği sorusuna bağlı değildir. Her iki varyasyonda bu şekilde bilinen yer ismi, cins bilgisinin yanında ürün adlandırmasının belirleyici bir elemanını oluşturmaktadır. Çünkü Alman Marka Yasası Madde 126 ve takip eden maddelere ya da Alman Haksız Rekabet Yasası (UWG) Madde 3, Madde 5 Fıkra 1 Cümle 2 Bent 1, Madde 8 Fıkra 1 'e dayanılarak yapılan gerekçelendirme için, hitap edilen ve Türkçe konuşan tüketicilerin azımsanamayacak bir kısmının ihtilafın konusu olan peynir ürünlerinin coğrafi kökeni hakkında yanıltılması yeterlidir. Eğer bir ürün tasarımı özel olarak hitap edilen alıcı 28 Köhler/Bornkamm, Alman Haksız Rekabet Yasası (UWG), 31. Baskı, Madde 5 Kenar No ve takip eden maddeler 29 Federal Yargıtay Hukuk Davaları (BGHZ) 139, juris- Kenar No Warsteiner II; Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 2002, 160 juris-kenar No Warsteiner III. 328

367 Almanya da Türkçe Markaların Korunmasına İlişkin Yargı Kararları çevresinin sınırlanabilir ve sayısal bakımdan önemli bir kısmına - burada Türkçe konuşan tüketicilere - yönelik ise, kullanımım men edilmesi talebi için bu sınırlanabilir grubun önemli bir kısmının yanılgıya düşürülmesi yeterlidir. Bu nedenlerden ötürü Karlsruhe Eyalet Yüksek Mahkemesi, Hollanda'da üretilen peynir ürününün "Erzincan Peyniri" şeklinde ya da Almanya'da üretilen peynir ürününün "Erzincan Kaşarı" şeklinde adlandırılmasının yanılgıya düşürücü adlandırma olduğuna hükmetmiştir. V. Özet ve Sonuç Türkiye ve Almanya kendisini siyasi, ekonomik, bilimsel ve diğer birçok alanlarda somutlaştıran sıkı bir ilişkiye sahiptirler. Almanya'daki Türk girişimcilerin sürekli olarak artan faaliyetleri çerçevesinde Alman hukukuna dayalı marka korunmasına duyulan ihtiyaç kendisini göstermektedir. Bu koruma ulusal marka bildirimi, topluluk markası bildirimi veya IR (=uluslararası) - marka bildirimi yardımıyla sağlanabilir. Almanya'da Türk ürünlerinin yüksek miktarda bulunması nedeniyle son yıllarda artan Türkçe markalar veya coğrafi köken bilgileri Alman yargı kararlarının konusu olmuşlardır. Bu bağlamda ağırlıklı olarak tınısal bakımdan karıştırma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da katılımcı alıcı çevrelerinin yanıltılıp yanıltılmadığı sorunları gündeme gelmektedir. Almanya'da başarılı bir marka stratejisi için, Türkiye iç pazarının yanı sıra Almanya, Avrupa ve uluslararası pazarın dikkate alınması ve bu pazarlara yönelik markaların yerleştirilmesi gelecekte önemli olacaktır. 329

368 Dr. Ali Yarayan 330

369 Registrierte Marken, Benutzungsmarken und Namensrechte in der Rechtsprechung zum Deutschen MarkenG und zum Europäischen Markenrecht nach der GMV Dr. Georg Fuchs-Wissemann I. Einleitung Gliederung: I. Einleitung II. Die Rechte im Einzelnen 1. Registrierte Marken 2. Benutzungsmarke III. Firmennamen nach dem deutschen Markengesetz IV. Sonstige Namensrechte 1. Marken 2. Domainnamen 3. Domainnamen mit Doppelfunktion als Kennzeichen (Hinweis auf ein bestimmtes Unternehmen Registrierte Marken bieten den wirksamsten Schutz sowohl nach dem deutschen Markengesetz (MarkenG) als auch nach dem Markenrecht der Europäischen Gemeinschaft (Gemeinschaftsmarkenverordnung = GM). Insoweit sind die Gerichte an die Eintragung gebunden, solange nicht erfolgreich die Löschung einer derartigen Marke durchgesetzt worden ist. Diese registrierten Marken haben deshalb in der Rechtspraxis die größte Bedeutung, wie dies wahrscheinlich auch in der Türkei der Fall ist. Demgegenüber gibt es auch nicht registrierte Marken, deren Schutz durch Benutzung erlangt werden kann. Insoweit entsteht der Vorsitzender Richter am Bundespatentgericht 331

370 Dr. Georg Fuchs-Wissemann Markenschutz gemäß 4 Nr. 2. des deutschen Markengesetzes durch die Benutzung eines Kennzeichens im geschäftlichen Verkehr, sobald dieses Zeichen innerhalb der beteiligten Verkehrskreise Verkehrsgeltung erworben hat. Nach 12 MarkenG kann die Eintragung einer prioritätsjüngeren Marke gelöscht werden, wenn ein anderer eine zwar nicht eingetragene, aber prioritätsältere Marke durch Benutzung erworben hat und er hierdurch das Recht hat, die Benutzung der jüngeren Marke im gesamten Gebiet der Bundesrepublik Deutschland zu untersagen zu lassen. lm Rahmen eines Widerspruchsverfahrens vor dem Deutschen Patent- und Markenamt kann seit mehreren Jahren aus derartigen Benutzungsmarken nunmehr auch vorgegangen werden. Im Übrigen kann dieser Löschungsantrag alternativ bei den Verletzungsgerichten gestellt werden, das heißt beim zuständigen Landgericht. Hiergegen ist die Berufung an das Oberlandesgericht vorgesehen, unter bestimmten Voraussetzungen auch die Revision zum Bundesgerichtshof. Insoweit unterscheidet sich das Deutsche Markengesetz nicht mehr von der GMV der europäischen Gemeinschaft. Nach Art 42 Abs. 1 in Verbindung mit 8 Abs. 4 GMV kann der Widerspruch auch auf eine Benutzungsmarke gestützt werden, so dass zunächst das Harmonisierungsamt für den Binnenmarkt, also kurz gesagt das Europäische Markenamt, durch Widerspruchsabteilung und gegebenenfalls Beschwerdekammer über den Widerspruch entscheidet. Gegebenenfalls kann auch der Europäische Gerichtshof I. Instanz und schließlich letztinstanzlich der Europäische Gerichtshof angerufen werden. Führt der Widerspruch nicht zum Erfolg, kann gegebenenfalls noch der Weg zum Gemeinschaftsmarkengericht angetreten werden, d.h. eine Klage beim zuständigen Landgericht. Insoweit hat selbst die Entscheidung des Europäischen Gerichtshofs keinen abschließenden Charakter, weil das registerrechtliche Widerspruchsverfahren eher ein kursorisches Verfahren ist, bei dem in der Regel nicht Beweis erhoben wird durch Einholung von Meinungsforschungsgutachten - etwa zur Frage einer Bekanntheit der Marke und einer hierdurch gesteigerten 332

371 Registrierte Marken, Benutzumgsmarken und Namensrechte in der Rechtsprechung zum Deutschen MarkenG und zum Europäischen Markenrecht nach der GMV Kennzeichnungskraft. Auch Zeugen werden in der Regel nicht vernommen. Darüber hinaus geht es heute nicht nur um Marken, sondern auch um Namensrechte. Zu den wichtigsten Namensrechten gehört der Firmenname. Auch insoweit unterscheiden sich das Deutsche MarkenG und die GMV der Europäischen Gemeinschaft nicht mehr. Sowohl in Deutschland als auch nach der GMV im Europabereich erlauben die einschlägigen Bestimmungen der GMV die Einlegung des Widerspruchs auch aus einem Firmenkennzeichen. Zusätzlich behandeln werde ich auch noch die Namensrechte, die insbesondere einer Person an ihrem Namen zustehen. Darüber hinaus ist von besonderer Bedeutung der Domainname, weil insoweit die Möglichkeit, eine Domain unter seinem eigenen Namen anzumelden, angesichts der Vielzahl derartiger Adressen beschränkt ist. II. Die Rechte im Einzelnen 1. Registrierte Marken Nach dem Deutschen Markengesetz wird eine Marke angemeldet und auf ihre absolute Schutzfähigkeit geprüft. Ein Schutzhindernis kann insbesondere der beschreibende Charakter einer Angabe sein. Hat der Prüfer Bedenken, erlässt er einen Beanstandungsbescheid, auf den der Anmelder erwidern kann. Vermag die Erwiderung des Anmelders die Bedenken des Prüfers nicht zu beseitigen, weist er die Marke wegen Schutzunfähigkeit zurück. Hiergegen besteht entweder die Möglichkeit der Erinnerung, wenn es ein Prüfer des gehobenen Dienstes war, bei Entscheidungen eines Beamten des höheren Dienstes ist unmittelbar die Beschwerde zum Bundespatentgericht zulässig. Erleichtert ist allerdings seit Jahren die Möglichkeit einer Durchgriffsbeschwerde, die alternativ zur Erinnerung besteht. Bestehen keine Bedenken gegen die Eintragung, erfolgt anders als nach der GMV, wonach die Eintragung nicht erfolgt, ohne dass das Widerspruchsverfahren abgeschlossen ist, die Eintragung der Marke. Gegen die 333

372 Dr. Georg Fuchs-Wissemann Eintragung der Marke kann der Widersprechende aus einer älteren, registrierten Marke innerhalb einer Frist von drei Monaten nach dem Tag der Veröffentlichung der Eintragung der jüngeren Marke Widerspruch erheben ( 42 Abs. 1 MarkenG). Wie bereits eingangs erwähnt, ist das Widerspruchsverfahren ein registerrechtliches Verfahren. An diesem Charakter ändert sich auch nichts, wenn über den Widerspruch im Rahmen einer Beschwerde beim Bundespatentgericht entschieden wird. Das registerrechtliche Verfahren ist ein summarisches, kursorisches Verfahren, in dem die Beweismöglichkeiten eingeschränkt sind. So werden im Widerspruchsverfahren in der Regel keine Zeugen vernommen. Auch holt das Amt bzw. das Bundespatentgericht kein Meinungsforschungsgutachten zur Bekanntheit der Widerspruchsmarke ein, wenn der Widersprechende eine gesteigerte Kennzeichnungskraft der älteren Marke behauptet. Bestreitet der Inhaber der jüngeren Marke diese erhöhte Kennzeichnungskraft, ist im Registerverfahren grundsätzlich nicht mehr zu untersuchen und zu prüfen, ob diese Behauptung einer gesteigerten Kennzeichnungskraft richtig ist. Vielmehr ist von einer gesteigerten Kennzeichnungskraft nur auszugehen, wenn die geltend gemachten Tatsachen unstreitig oder amtsbekannt bzw gerichtsbekannt sind. Nur in Ausnahmefällen ist ein Sachverständigengutachten veranlasst, z. B. über die Verkehrsgeltung einer Benutzungsmarke. Von dieser zu Lasten von Widersprechenden strengen Regel ist nur dann eine Ausnahme zu machen, wenn die Tatsachen durch präsente Beweismittel, d. h. vornehmlich eidesstattliche Versicherung oder zum Termin zur mündlichen Verhandlung gestellte, mitgebrachte Zeugen oder Glaubhaftmachungsmittel, etwa weitere schriftliche Unterlagen ohne weitere Ermittlungen des Sachverhalts eine abschließende Beurteilung und Feststellung der gesteigerten Kennzeichnungskraft ermöglichen, wie das Bundespatentgericht im Jahre 1997 erstmals entschieden hat (BPatG GRUR 1997, 840 Lindora/Linola). Im Widerspruchsverfahren herrscht zwar der Amtsermittlungsgrundsatz, der Umfang der Ermittlungen ist aber durch den kursorischen Charakter des Widerspruchsverfahrens beschränkt. Dieser Untersuchungsgrundsatz erfährt 334

373 Registrierte Marken, Benutzumgsmarken und Namensrechte in der Rechtsprechung zum Deutschen MarkenG und zum Europäischen Markenrecht nach der GMV allerdings eine Ausnahme, wenn die rechtserhaltende Benutzung der älteren Marke bestritten wird. Zulässig ist die sogenannte Nichtbenutzungseinrede nach 43 Abs. 1, wenn die ältere Marke zum Zeitpunkt der Eintragung der jüngeren Marke bereits mindestens fünf Jahre eingetragen war. Nach Satz 2 dieser Vorschrift ist die Benutzung auch glaubhaft zu machen, wenn zum Zeitpunkt der Entscheidung der Zeitraum von fünf Jahren der Nichtbenutzung nach der Veröffentlichung der Eintragung der jüngeren Marke endet. Bestreitet der Inhaber der jüngeren Marke die Benutzung der Widerspruchsmarke, so ermittelt das Amt bzw. das Bundespatentgericht nicht von Amts wegen, ob eine Benutzung der älteren Marke stattgefunden hat. Vielmehr ist es eine Obliegenheit des Widersprechenden, die Umstände der Benutzung darzulegen und glaubhaft zu machen. Glaubhaftmachung heißt im Gegensatz zum vollständigen Nachweis, dass die Benutzung hinreichend wahrscheinlich gemacht wird. Insoweit sieht 294 Zivilprozessordnung (ZPO) eine Erleichterung vor, als eine Glaubhaftmachung auch durch Vorlage einer eidesstattlichen Versicherung möglich ist. Ähnlich wie bei Anträgen auf einstweilige Verfügungen bei den Landgerichten, bei denen anders als im Hauptsacheverfahren eine erleichterte Glaubhaftmachung zulässig ist, darf der Widersprechende eine eidesstattliche Versicherung vorlegen, was in der Regel untermauert wird durch Unterlagen, wie dies zum Beispiel wichtig ist für die Art der Verwendung der Marke in Verbindung mit der Ware. So sind Muster oder Kataloge vorzulegen, aus denen sich eine Verbindung der Marke mit der Ware ergibt. Darüber hinaus ist ein ausreichender Umsatz glaubhaft zu machen, wobei in der Regel erhebliche Umsatzzahlen nicht erforderlich sind. Entscheidend ist, dass sich aus den Umsätzen ergibt, dass die ältere Marke nicht lediglich ein Defensivzeichen ist, sondern tatsächlich ernsthaft benutzt wird, es sich also nicht um eine reine Scheinbenutzung handelt. In der Regel können Umsätze von bei Billigartikeln in 5 Jahren ausreichen. Sofern ein Dritter, insbesondere ein Lizenznehmer die Marke mit Zustimmung des Markeninhabers benutzt hat, wird diese Benutzung dem Widersprechenden zugerechnet, die fremde Benutzung gilt also wie eine eigene Benutzungstätigkeit des Markeninhabers. 335

374 Dr. Georg Fuchs-Wissemann Auch hinsichtlich der Nichtbenutzungseinrede bestehen Unterschiede zwischen dem deutschen Markengesetz und der Gemeinschaftsmarkenverordnung der europäischen Gemeinschaft. Nach dem Wortlaut von Art. 43 Abs. 2 GMV ist eine Benutzung nachzuweisen und nicht wie bei 43 MarkenG nur glaubhaft zu machen. Letztlich ergibt sich aber in der Praxis kein entscheidender Unterschied, denn Art. 76 GMV erlaubt einen Nachweis auch durch Vorlage einer eidesstattlichen Versicherung, wobei allerdings die Rechtsprechung der Beschwerdekammern des Europäischen Markenamts noch strenger als in der deutschen Rechtsprechung verlangt, dass eidesstattliche Versicherungen durch weitere Nachweise in ihrer Richtigkeit unbedingt bekräftigt werden, wie z. B. durch die Vorlage von Rechnungen und Benutzungsbeispielen. Letztlich ergibt sich insoweit kein entscheidender Unterschied, weil auch im deutschen Markenrecht weitere Nachweise zur Bekräftigung meist freiwillig eingereicht werden. Hat der Widerspruch letztlich keinen Erfolg und wird die Entscheidung der obersten Instanz rechtskräftig, schließt dies nicht aus, aus der nationalen Marke oder der Gemeinschaftsmarke aus dem für die Verletzung nationaler Marken geltenden Recht vor einem innerstaatlichen Gemeinschaftsmarkengericht vorzugehen. Insoweit kommt eine Unterlassungsklage oder gar eine Schadensersatzklage in Betracht. Vor dem zuständigen Landgericht können dann alle Beweismittel ausgeschöpft werden, die die ZPO vorsieht. Insoweit bietet sich insbesondere ein Meinungsforschungsgutachten an, wenn es um die Bekanntheit und gesteigerte Kennzeichnungskraft der älteren Marke geht, die zu einem erhöhten Schutzumfang führen kann. Auch können Zeugen zur Frage einer rechtserhaltenden Benutzung geladen und vernommen werden. Hängt die Feststellung einer Verwechslungsgefahr von einer erhöhten Kennzeichnungskraft ab, die im Widerspruchsverfahren vor dem Amt oder dem Bundespatentgericht bzw. den Beschwerdekammern des Harmonisierungsamts nicht ohne weiteres feststellbar war, macht der Gang zu einem zuständigen Landgericht Sinn und rechtfertigt sich insbesondere aus der Möglichkeit, mit erweiterten Beweismitteln in einem Klageverfahren, das im Gegensatz zum Registerverfahren vor dem Deutschen Patent- und Markenamt und dem Amt in 336

375 Registrierte Marken, Benutzumgsmarken und Namensrechte in der Rechtsprechung zum Deutschen MarkenG und zum Europäischen Markenrecht nach der GMV Alicante nicht ein summarisches Verfahren ist, gegen den Inhaber der jüngeren Marke vorzugehen. Insoweit möchte ich ergänzend darauf hinweisen, dass über Widerspruchsverfahren und Verletzungsverfahren hinaus die Löschung von Marken beim Deutschen Patentamt mit der Behauptung beantragt werden kann, die Marke sei innerhalb eines Zeitraums von 5 Jahren nicht benutzt worden. Widerspricht der Inhaber innerhalb von 2 Monaten der Löschung, kann der Antragsteller vor dem Landgericht auf Löschung wegen Verfall, das heißt Nichtbenutzung klagen. Insoweit gibt es Bestrebungen, durch Gesetzesänderung derartige Klageverfahren in die Zuständigkeit des Bundespatentgerichts zu überführen. Durch das MarkenG ist ferner die Möglichkeit geschaffen worden, gegen bösgläubige Anmeldungen vorzugehen: Als Eintragungshindernis wurde 8 Abs. 2 Nr. 10 im Zuge der Reform des Geschmacksmustergesetzes zum in das Markengesetz aufgenommen. Hiermit soll es dem Prüfer des deutschen Patent- und Markenamts ermöglicht werden, ersichtlich bösgläubige Anmeldungen, also bei denen die Bösgläubigkeit offensichtlich ist, zurückweisen zu können, um damit ein späteres Löschungsverfahren auf Antrag eines Dritten entbehrlich zu machen. Hierunter fallen wie in 50 Abs. 1 Nr. 4, der die Löschung auf Antrag vorsieht, die Fälle insbesondere der Markenerschleichung. Dies ist der Fall, wenn der Anmelder falsche Angaben macht oder Umstände verschweigt, um Dritte in der Verwendung des Kennzeichens zu behindern - Sperrmarke"- } oder hiermit Vermögensvorteile zu erlangen - Spekulationsmarke" -. Die Bösgläubigkeit muss ersichtlich sein, dem Prüfer also auch ohne weitere Ermittlungen außerhalb des normalen Prüfstoffs auf Grund der Umstände des Falls an Hand auffälliger Indizien aufdrängen. Hiermit werden insbesondere Fälle erfasst, in denen offensichtlich Nichtberechtigte den Namen oder das Bildnis bekannter lebender oder verstorbener Personen anmelden. So hätte sich die Anmeldung von Lady Di" ohne weiteres von Amts wegen zurückweisen lassen, wenn es zum damaligen Zeitpunkt 337

376 Dr. Georg Fuchs-Wissemann unmittelbar nach dem Tod der Namensträgerin bereits den Tatbestand des 8 Abs. 2 Nr. 10 gegeben hätte. Auch die Eintragung der Marke Classe E" als Behinderung der E- Klasse" von Mercedes (BGH GRUR 2001, 242 -Classe E) hätte sich unter Umständen bereits im Prüfungsverfahren verhindern lassen wobei die auffällig häufige Anmeldung durch ein und dieselbe Person zum Horten von Marken ohne erkennbaren Benutzungswillen für den Prüfer ein Indiz sein kann (BPatG BIPMZ 2007, 86 f. -Classe E). 2. Benutzungsmarken Nicht registrierte Marken können durch Benutzung Verkehrsgeltung und hierdurch Markenschutz nach 4 Nr. 2 MarkenG erlangen. Anders als bei registrierten Marken, die allein durch die Registrierung Schutz erlangen, lässt sich in der Regel schwer nachweisen, dass das Kennzeichen durch Benutzung Verkehrsgeltung erlangt hat. Insoweit ist schon äußerst fraglich und nach der Rechtsprechung auch nicht ohne weiteres festgelegt, wie hoch der Grad der Verkehrsgeltung sein muss, um einen Markenschutz bejahen zu können. Hiermit zusammenhängt die Frage, wer zu den Verkehrsbeteiligten gehört. So ist bei Waren des Massenkonsums auf die Verbraucher in ihrer Gesamtheit abzustellen. Im Übrigen kommt es darauf an, diejenigen Verbraucher für den Grad der Verkehrsgeltung zu berücksichtigen, die regelmäßig Käufer der mit der Marke versehenen Waren sin. Ebenso sind diejenigen Verbraucher dazu zu rechnen, die als Käufer oder Verwender konkurrierender Erzeugnisse der gleichen Qualitäts- und Preisklasse in Betracht kommen, weil sich deren Augenmerk auch auf Konkurrenzprodukte erstreckt (BGH GRUR 1982, 672; 674 Aufmachung von Qualitätsseifen"). Generell ist indes bei einer Verkehrsgeltung anders als bei der Verkehrsdurchsetzung gemäß 8 Abs. 3 MarkenG, bei der es um die Überwindung eines absoluten Schutzhindernisses geht (insbesondere beschreibende Angaben) und bei denen ein Durchsetzungsgrad von mindestens 50 % die unterste Grenze darstellt, ein geringerer 338

377 Registrierte Marken, Benutzumgsmarken und Namensrechte in der Rechtsprechung zum Deutschen MarkenG und zum Europäischen Markenrecht nach der GMV Bekanntheitsgrad ausreichend. So ist das Zeichen Aqua" trotz des beschreibenden Anklangs für Wassererhitzer ein Bekanntheitsgrad von 36% -für ausreichend gehalten worden (BGH GRUR 1969, 682 ). Größtenteils wird eine Bekanntheit von 20% als unterste Grenze angesehen (Piper GRUR 1996, 429, 433). Bei Farbkombinationen, denen von Haus aus kein betrieblicher Herkunftshinweis zukommt, sind an den hierfür erforderlichen Bekanntheitsgrad mit Rücksicht auf das Freihaltungsbedürfnis des Verkehrs an der Benutzung von Farben mehr als 50 % zu verlangen sein (BGH GRUR 1997, 754, 755 grau/magenta"). Wichtig ist auch der räumliche Verkehrsgeltungsbereich. Die Verkehrsgeltung kann regional begrenzt sein, weshalb der Schutz dann auf das fragliche Gebiet begrenzt ist. Deshalb können identische Marken in verschiedenen Gebieten nebeneinander existieren. Aus einer älteren Marke, die regionale Verkehrsgeltung erlangt hat, kann gegenüber einer jüngeren, bundesweit benutzten Marke die Unterlassung der Verwendung nur für das fragliche Schutzgebiet verlangt werden (BGH GRUR 1991, 155, 156 Rialto"). Bei Marken, die bundesweit benutzt werden, kommt es demgegenüber nicht darauf an, dass die Marke gerade in dem fraglichen Verletzungsgebiet Verkehrsgeltung erlangt hat. Unschädlich ist, dass die Verkehrsgeltung an einzelnen Orten nicht gegeben ist. Besonders problematisch ist, -wie bereits angedeutet- die Feststellung der Verkehrsgeltung. Wer aus einer Marke, die durch Benutzung und Verkehrsgeltung Schutz erlangt haben soll, vorgehen will, muss zur Feststellung der Priorität Angaben über Beginn, Dauer und Umfang seiner Benützung machen. Hierfür reicht die Bekanntgabe von Umsätzen nicht aus, weil derartige Angaben noch nichts über eine erlangte Bekanntheit aussagen. So kann insbesondere bei sehr teueren Waren eine nicht allzu große Stückzahl verkaufter Erzeugnisse nicht genügen, um für eine entsprechende Verkehrsgeltung zu sorgen. Entscheidend dürften deshalb insbesondere die Werbeaufwendungen sein. Die Verkehrsgeltung wird in der Regel durch Meinungsforschungsgutachten nachgewiesen. Hierbei kommt es nur auf die Bekanntheit der Marke, nicht aber 339

378 Dr. Georg Fuchs-Wissemann auf die konkrete Zuordnung zu dem bestimmten Unternehmen an, das die Marke verwendet. 42 MarkenG sieht Benutzungsmarken nunmehr wie nach den Bestimmungen der GMV als Widerspruchsgrund vor. Problematisch ist wie oben angedeutet- der Nachweis der Verkehrsgeltung III. Firmennamen nach dem deutschen Markengesetz 5 Abs. 2 MarkenG gewährt grundsätzlich einen Schutz des Firmennamens ab Benutzungsaufnahme: einer Verkehrsgeltung bedarf es anders als bei nichtregistrierten Marken und als bei Firmennamen nach Art. 8 Abs. 4 GM nicht. Dieser Schutz und damit verbundene Verbietungsrechte bestehen in der Regel bundesweit in ganz Deutschland. Lediglich wenn der räumliche Schutzbereich eines Unternehmens seiner Natur nach beschränkt ist, sei es, dass der Geschäftsbetrieb seiner Natur nach ortsgebunden oder regiongebunden ist, besteht lediglich ein Verbietungsrecht für diesen Ort oder diese Region (BGH GRUR 1993, 923, 924 Pic Mic"; GRUR 1995, 754, 757 Altenburger Spielkartenfabrik"), so genannte Platzhaltergeschäfte. Dies möchte ich an dem eben zitierten Fall erläutern: Die Klägerin wurde unter ihrer Firma Pic Nie Imbissbetriebe GmbH & Co. KG im Jahre 1981 in das Handelsregister Amtsgerichts Heidenheim eingetragen. Ihren ersten Imbissbetrieb errichtete die Klägerin 1981 in Ludwigsburg, der zweite folgte 1982 in Heidenheim. Die Beklagte betreibt seit 1983 auf dem Münchner Hauptbahnhof einen Verkaufskiosk für Fast-Food-Artikel und Reisebedarf unter der Bezeichnung Picnic". Der Bundesgerichtshof hat in seiner Entscheidung die Vorfrage des Berufungsgerichts bestätigt, wonach der Firmenname der Klägerin unterscheidungskräftig sei, das heißt geeignet, als Hinweis auf die Herkunft der Dienstleistung Betrieb eines Restaurants" aus dem Unternehmen der Klägerin zu dienen. Insoweit möchte ich darauf hinweisen, dass die Rechtsprechung in Deutschland sehr großzügig ist bei der Bejahung der Unterscheidungskraft, 340

379 Registrierte Marken, Benutzumgsmarken und Namensrechte in der Rechtsprechung zum Deutschen MarkenG und zum Europäischen Markenrecht nach der GMV während die Prüfung der Unterscheidungskraft einer angemeldeten Marke nach 8 Abs. 2 Nr. 1 MarkenG durch das Deutsche Patent-und Markenamt eher streng ist. Auch ist der Bundesgerichtshof sehr großzügig, wenn sich zwei mehrgliedrige, also aus mehreren Wortbestandteilen bestehende Firmenname gegenüberstehen. Insoweit ist es für die Feststellung der Verwechslungsgefahr ausreichend, wenn da jeweilige Firmenschlagwort übereinstimmt. So wurde der Bestandteil Altenburger" in dem Firmennamen Altenburger Spielkartenfabrik GmbH" als Firmenschlagwort angesehen. Auch in der Firmenbezeichnung Altberliner Verlag GmbH" sah der Bundesgerichtshof in Altberliner" ein Firmenschlagwort, so dass die Klage gegen die Firmenbezeichnung Altberliner Bücherstube" Erfolg haben konnte (BGH GRUR 1995, 755 Altenburger Spielkartenfabrik"; GRUR 1999, 492, 494 Altberliner"). Auch in der letzeren Entscheidung wurde die Unterscheidungskraft bejaht, obwohl es sich jeweils sogar um geografische Bezeichnungen handelt, die bei Markenanmeldungen grundsätzlich der Eintragung entgegenstehen ( 8 Abs. 2 Nr. 2 MarkenG). Zurück zu dem vorangestellten Fall mit den Bezeichnungen Pic Nic/Picnic". Insoweit bejahte der BGH die Unterscheidungskraft des klägerischen Firmennamens mit der simplen Begründung, Picnic" bezeichne eine Mahlzeit mit mitgebrachten Speisen und Getränken im Grünen, während die Dienstleistung der Klägerin in bzw. an einem Imbissstand erbracht werde. Die entscheidende Frage dieses Falles war dann, ob die Klägerin bundesweiten Schutz genießt. Dies wurde mit der Begründung verneint, die Klägerin betreibe lediglich in nahegelegenen Städten zwei Imbissstände, was eine regionale Beschränkung der Firmenbezeichnung zur Folge habe. Diese Rechtsprechung beruht darauf, dass Restaurantbetriebe ebenso wie Hotels, Apotheken oder Kinos sogenannte Platzgeschäfte" oder Platzhaltergeschäfte" sind, die erfahrungsgemäß nur an einem bestimmten Ort bzw. in einer bestimmten Region stattfinden. Deshalb hätte für die Firmenbezeichnung Pic Nie" ein bundesweiter Schutz nur bestanden, wenn das Unternehmen darauf angelegt gewesen wäre, beispielsweise nach Art eines Filialbetriebs Gaststätten an verschiedenen, 341

380 Dr. Georg Fuchs-Wissemann über das gesamte Bundesgebiet verstreut liegenden Orten zu betreibenden. Hierfür hätte es sogar ausgereicht, wenn die Klägerin bereits Anstrengungen unternommen hätte, derartige Restaurants im gesamten Bundesgebiet oder in wesentlichen Teilen Deutschlands zu eröffnen, was indes nicht der Fall war. IV. Sonstige Namensrechte Sonstige Namensrechte können auch die Namen von Personen sein. Dies kann insbesondere Bedeutung haben, wenn Marken oder Domainnamen angemeldet werden, in denen der Name einer bekannteren Persönlichkeit enthalten ist. 1) Marken Insoweit kann nach 8 Abs. 2 Nr. 4 MarkenG wie nach Art. 7 Abs. 1 Nr. g GMV-eine Täuschungsgefahr in Betracht kommen, wenn nämlich den Verbrauchern suggeriert wird, dass Beziehungen zwischen dem Markeninhaber und dem Träger des bekannten Namens bestehen. Allerdings setzt das MarkenG voraus, dass die Täuschung für den Prüfer am Markenamt ersichtlich sein muss. Dies ist nicht ohne weiteres der Fall, da durchaus eine Zustimmung zur Verwendung des Namens bestehen kann. Insoweit ist fraglich, ob der Prüfer im registerrechtlichen, summarischen Verfahren ausdrücklich eine Zustimmung verlangen kann. Dementsprechend hat das BPatG in einer jüngeren Entscheidung zur Marke Karl May", dem berühmten Abenteuerschriftsteller, dessen Werke wie Winnetou" nach Wegfall des urheberrechtlichen Schutzes inzwischen gemeinfrei geworden sind, darauf hingewiesen, dass die Frage, wer einen als Marke angemeldeten Namen benutzen darf, nicht Gegenstand des Prüfungsverfahrens ist (BPatG MarkenR 2008, 119, 123). In der Regel wird man die Namensträger bzw. die Erben der Namensträger auf den Weg des Löschungsverfahrens wegen Bösgläubigkeit verweisen müssen, wenn es an einer Zustimmung fehlt, wie dies das Bundespatentgericht im Fall Lady Dy" getan hat, als die Bösgläubigkeit damals im Jahr 1997 noch nicht von Amts wegen berücksichtigt werden konnte. Im Übrigen kann der Namensträger selbst oder deren Erben auch im Klagewege gegen die unberechtigte Verwendung fremder Namen vorgehen. Insoweit 342

381 Registrierte Marken, Benutzumgsmarken und Namensrechte in der Rechtsprechung zum Deutschen MarkenG und zum Europäischen Markenrecht nach der GMV sieht schon 12 des Bürgerlichen Gesetzbuchs einen Schutz von Namensträgern gegen die unberechtigte Verwendung vor. Eine Besonderheit stellt der Name herausragender Persönlichkeiten wie Leonardo da Vinci dar. Obwohl Personennamen nach 3 Abs. 1 MarkenG abstrakt markenfähig sind, hat das BPatG die konkrete Unterscheidungseignung verneint (MarkenR 2008, 140). Da Leonardo da Vinci den Verbrauchern als großer Künstler und Wissenschaftler bekannt sei, sei sein Name Teil des kulturellen Erbes der Allgemeinheit. Solche Namen hätten aus Sicht des Verkehrs keinen Markencharakter. 2) Domainnamen Nicht nur bei Marken, sondern auch bei Internetadressen ist das Problem, dass nicht berechtigte Dritte derartige Internetadressen unter einem fremden und bekannten Namen anmelden. Einer der bekannteren Fälle betraf den Namen des langjährigen Ministerpräsidenten des Bundeslandes Sachsen, nämlich Kurt Biedenkopf. Der Bundesgerichtshof hat schön wie die Vorinstanzen einen Anspruch auf Sperrung der Domain verneint, weil es sich nicht um einen unbefugten Namensgebrauch, nämlich die Verwendung des Namens eines Dritten als Namen handele, sondern lediglich um die technische Voraussetzung für die Verwendung der Internet-Adresse. Auch habe die registrierende Gesellschaft nicht die Verpflichtung, etwa entgegenstehende Namensrechte zu prüfen, was selbst bei Benutzungen fremder, bekannterer Namen der Fall sei. Die Registrierung einer großen Anzahl von Domains in einem möglichst schnellen und preiswerten automatisierten Verfahren zu bewältigen sei vielmehr im Interesse der Allgemeinheit an der Aufrechterhaltung eines solchen funktionsfähigen und effektiven Registrierungsverfahrens geboten. 3. Domainnamen mit Doppelfunktion als Kennzeichen (Hinweis auf ein bestimmtes Unternehmen) Da eine Internet-Adresse lediglich Adressfunktion hat, kann sie grundsätzlich nicht wie eine Marke oder ein Firmenname Kennzeichenfunktion haben. Hierzu noch ein Fall: 343

382 Dr. Georg Fuchs-Wissemann Die Klägerin bezeichnete ihre Firma als Software + Computersysteme Soco" und ging gegen den Beklagten vor, der den Domainnamen soco.de." verwendete. Der BGH hat trotz des Zusatzes de" darauf hingewiesen, dass der Verkehr in Domainnamen dann ein unterscheidungskräftiges Kennzeichen sehen kann, wenn der Domainname unterscheidungskräftig, also nicht beschreibend ist. Nur wenn ein Domainnamen an sich geeignet ist, auf die betriebliche Herkunft hinzuweisen, die ausschließlich als Bezeichnung der Adresse verwendet wird, werde der Verkehr annehmen, es handele sich um eine Angabe, die ähnlich wie eine Telefonnummer den Adressaten zwar identifiziere, nicht aber als Hinweis auf die betriebliche Herkunft bestimmt sei (BGH GRUR 2005, 262, 263 soco.de"). Diese Entscheidung ist nicht ganz unproblematisch. Geht man davon aus, dass die nach 5 MarkenG schutzfähigen Unternehmenskennzeichen abschließend aufgezählt sind, ist nicht einzusehen, warum letztlich eine Domainadresse nur wegen der eigentlich zwangsläufigen Verwendung auch im gewerblichen Verkehr Kennzeichenschutz genießen soll. Auch schließen sich Namensrecht und eine Adresse, die der Kommunikation dient, wegen ihrer grundsätzlichen Verschiedenheit in der Zweckbestimmung aus. Zusammenfassung: Ich hoffe, der Vortrag hat veranschaulicht, dass im Rahmen der europäischen Gemeinschaft weder von einer vollständig harmonisierten Gesetzgebung noch Rechtsprechung auszugehen ist. Dies stellt die Anwender des Gesetzes, also insbesondere Richter und Anwälte, immer wieder vor neue Probleme. Auch haben Sie erkannt, dass sich wie insbesondere bei Domainnamen die Rechtsprechung noch in der Weiterentwicklung befindet bezw. nicht unproblematisch ist. Gleichwohl ist die bisherige Rechtsprechung eine gute Vorgabe für weitere, sachgerechte Entscheidungen. Zugleich hoffe ich auch, dass ich für Ihre Tätigkeit habe Anregungen geben können. Für Ihre weitere Tätigkeit wünsche ich Ihnen viel Erfolg und viele weise Entscheidungen. 344

383 Alman Marka Yasasına (Markeng) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve Isim Hakları Dr. Georg Fuchs-Wissemann I. Giriş Tescilli markalar hem Alman Marka Yasası (MarkenG) gereği hem de Avrupa Topluluğu Marka Hukuku (Topluluk Markası Yönetmeliği =GMV) gereği en etkin korumayı sunmaktadırlar. Bu bakımdan mahkemeler, bu türden bir markanın iptalini uygulamada başarısız olduğu sürece, tescil işlemine bağlı kalmışlardır. Bu yüzden bu tescilli markalar hukuki uygulamada, muhtemelen Türkiye'de de olduğu gibi en büyük öneme sahiptirler. Buna karşın korunmaları yalnızca kullanım ile sağlanabilen tescil edilmemiş markalar da bulunmaktadır. Bu bakımdan Alman Marka Yasası Madde 4 No.2 gereği bir marka koruması ticari dolaşım içinde bir sembolün kullanılması yoluyla, bu sembol katılımcı Markanın hitap ettiği alıcı çevresi içinde Alıcı çevresi bakımından önem kazanır kazanmaz, ortaya çıkmaktadır. Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 12 gereği öncelik bakımından daha yeni bir markanın tescili, bir başka kişinin tescil edilmemiş, fakat öncelik bakımından daha eski bir markayı kullanım yoluyla edinmesi ve bu sayede onun Almanya Federal Cumhuriyeti'nin genelinde daha yeni markanın kullanılmasını men ettirme hakkına sahip olması şartıyla, iptal edilir. Alman Patent ve Marka Dairesi huzurunda görülen bir itiraz davası çerçevesinde uzun yıllardır kullanılan bu türden kullanım markaları nedeniyle böylesi bir iptal talebi yapılabilir. Ayrıca bu iptal talebi alternatif olarak marka hakkı ihlal mahkemelerine yapılabilir. Başka bir deyişle yetkili eyalet mahkemesine yapılabilir. Buna karşın 345

384 Dr. Georg Fuchs - Wissemann eyalet yüksek mahkemesine yapılacak bir temyiz ve yine belirli koşullar altında Federal Yargıtay'a temyiz işlemi de öngörülmüştür. Bu bakımdan Alman Marka Yasası, Avrupa Topluluğu'nun Topluluk Markası Yönetmeliği 'nden (GMV) artık farklı değildir. Topluluk Markası Yönetmeliği Madde 8 Fıkra 4 ile bağlantılı olarak Madde 42 Fıkra 1 gereği itiraz bir kullanım markasına da dayandırılabilir. Öyle ki, öncelikle Dahili Piyasa Uyumlulaştırma Dairesi, daha kısa ifade edersek, Avrupa Marka Dairesi, İtiraz Bölümü ve gerekmesi durumunda İtiraz Meclisi üzerinden itirazı karara bağlamaktadır. Gerekmesi durumunda I. Merci Avrupa Adalet Divanı da ve son olarak son merci sıfatıyla da Avrupa Adalet Divanı göreve çağrılabilir. Eğer itiraz başarılı olmaz ise, gerekmesi durumunda Topluluk Markası Mahkemesine giden yol izlenebilir. Başka bir deyişle, yetkili bölge mahkemesinde bir dava açılabilir. Bu bakımdan Avrupa Adalet Divanının kararı nihai karakter taşımaz, çünkü tescil hukukuna dayalı itiraz davası daha ziyade yüzeysel (=detaylara inmeyen) nitelikte bir davadır. Bu dava da prensip olarak kamuoyu araştırmasına - markanın tanınırlığı ve bu sayede arttırılmış karakterizasyon kuvveti sorunuyla ilişkili kamu oyu araştırmasına - yönelik bir bilirkişi raporunun alınmasıyla deliller toplanmaz. Prensip olarak tanıklar da istima edilmezler. Ayrıca yalnızca markalar değil, aynı zamanda da isim hakları da söz konusudur. En önemli isim hakları kapsamına şirket unvanları girmektedir. Bu bakımdan da Alman Marka Yasası (MarkenG) ve Avrupa Topluluğu Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) artık birbirlerinden farklı değildirler. Hem Almanya içinde hem de Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) gereği Avrupa içinde yönetmeliğin ilgili hükümleri bir şirket sembolüyle ilişkili itiraza izin vermektedir. Buna ilave olarak, özellikle bir kişiye onun kendisine ait ismiyle ilişkili olarak tanınmış isim haklarını konu alacağım. Ayrıca Domain ismi de özel bir öneme sahiptir. Çünkü bir domain'nin kendi ismiyle 346

385 Alman Marka Yasasına (Markeng) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve İsim Hakları bildirilmesi olanağı bu türden adreslerin çok sayıda bulunması nedeniyle sınırlıdır. II. Münferit olarak 1. (=ilk) tescil edilmiş markaların hakları Alman Marka Yasası'na göre bir marka bildirimi yapılır ve bu markanın mutlak hukuki koruma için uygunluğu incelenir. Özellikle bir bilginin betimleyici (=açıklayıcı) karakteri hukuki korumaya karşı bir engel olabilir. Eğer denetçinin bir tereddüdü var ise, bildirimde bulunanın yanıt vereceği bir (kusur bulma) -reddetme kararı verir. Eğer bildirimde bulunanın yanıtı denetçinin tereddüdünü ortadan kaldırmak için yeterli değil ise, denetçi markayı hukuki koruma bakımından yetersizliği nedeniyle reddeder. Buna karşın yüksek dereceli memur sıfatını taşıyan bir denetçi söz konusu ise, ihtarda bulunma olanağı bulunmaktadır. Öte yandan yüksek dereceli bir devlet memurunun verdiği kararlarda doğrudan Federal Patent Dairesi huzurunda itiraz etmeye izin verilmiştir. İhtara alternatif olarak tedbir itirazı olanağı kuşkusuz itiraz etmeyi kolaylaştırmıştır. Eğer tescil aleyhinde bir tereddüt yok ise, itiraz davası sonuçlanmadan tescil işleminin gerçekleşemeyeceğini öngören Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) 'nin getirdiği düzenlemeden farklı olarak markanın tescili gerçekleşmektedir. Daha eski olan, tescil edilmiş marka nedeniyle markanın tescili aleyhine itiraz eden kişi itirazını, daha yeni olan markanın tescilinin ilan edildiği tarihten sonraki üç aylık bir süre içinde yapabilir ( Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 42 Fıkra 1). Girişte zikredildiği gibi, itiraz davası tescil hukukuna dayalı bir davadır. İtiraz çerçevesinde yapılan itiraza Federal Patent Mahkemesi tarafından karar verilmesi durumu, davanın bu niteliği üzerinde bir değişiklik yapmaz. Tescil hukukuna dayalı dava, içinde delil olanaklarının sınırlanmış olduğu hızlı ve basit yargılama usulüne dayalı, yüzeysel nitelikli bir davadır Böylece itiraz davasında prensip olarak tanıklar istima edilmezler. Ayrıca yerel mahkeme ya da Federal Patent Mahkemesi, şayet itiraz eden daha eski olan markanın daha yüksek bir karakterizasyon kuvvetine sahip olduğunu iddia eder ise, itiraz eden tarafın markasının tanınırlığına yönelik bir kamuoyu araştırması hakkında 347

386 Dr. Georg Fuchs - Wissemann bilirkişi raporu istemez. Eğer daha yeni olan markanın sahibi bu daha yüksek karakterizasyon kuvvetine itiraz eder ise, prensip olarak tescil davasında daha yüksek karakterizasyon kuvvetine dair bu iddianın doğru olup olmadığı artık araştırılmaz ve kontrol edilmez. Daha ziyade yalnızca, iddia edilen olgular ihtilafa yer vermiyor ise ya da bu olgular daire tarafından biliniyor veya mahkemenin malumu ise, daha yüksek bir karakterizasyon kuvveti iddiasından yola çıkılır. Yalnızca istisnai durumlarda örneğin bir kullanım markasının Alıcı çevresi bakımından geçerliliği hakkında bir bilirkişi raporu alınır. Şayet olgular mevcut deliller yardımıyla, başka bir deyişle özellikle yemin yerine kaim bir teminat ile, sözlü duruşmaya getirilen, çıkartılan tanıklarla ya da kanıtlayıcı araçlarla, örneğin hukuki durum hakkında yapılacak daha fazla saptamalara ihtiyaç duyulmaksızın Yüksek karakterizasyon kuvvetiyle ilişkili nihai hükmün verilmesini ve saptanmasını mümkün kılan araçlarla ortaya çıkartılabiliniyor ise, itiraz edenin gereğini yerine getirmesinin gerektiği bu katı kuraldan bir istisna yapılır. Buna örnek olarak Federal Patent Mahkemesi 'nin ilk olarak 1997 yılında aldığı karar verilebilir (Federal Patent Mahkemesi (BPatG), Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1997, 840 Lindora/Linola Davası) İtiraz davasında resmi soruşturma ilkesi egemendir. Fakat tespitlerin kapsamı itiraz davasının yüzeysel niteliği ile sınırlandırılmıştır. Bu soruşturma ilkesi kuşkusuz, daha eski olan markanın hakkı elde edecek biçimde kullanımına itiraz edilmesi şartıyla, bir istisnaya uğrar. Eğer daha eski olan marka daha yeni olan markanın tescil edildiği tarihte zaten en az beş yıldan beri tescilli ise, Madde 41 Fıkra 1 gereği kullanılmama durumuna yönelik definin yapılmasına izin verilmez. Bu yasal kuralın 2. cümlesi gereği, şayet kararın verildiği tarihte daha yeni olan markanın tescilinin ilanından sonraki beş yıllık kullanılmama süresi sona eriyor ise, markanın kullanımına dair inandırıcılık kazandırılmalıdır. Eğer daha yeni markanın sahibi itiraz eden tarafın markasının kullanımına itiraz ediyor ise, o zaman patent dairesi ya da Federal Patent Mahkemesi daha eski markanın kullanımının gerçekleşip gerçekleşmediğini resmi soruşturma yoluyla tespit etmez. Kullanım durumlarının ortaya konması ve inandırıcılık kazandırmak 348

387 Alman Marka Yasasına (Markeng) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve İsim Hakları daha ziyade itiraz edenin yükümlülüğüdür. İnandırıcılık kazandırmak, eksiksiz bir delilin tersine, yeterli bir şekilde kullanım olasılığını ortaya koymak demektir. Bu bakımdan Alman Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (ZPO) Madde 294, yemin yerine kaim teminatın verilmesi yoluyla inandırıcılık kazandırmanın mümkün olduğu bir kolaylığı öngörmektedir. Esasa dair davadan farklı olarak bir kolaylaştırılmış inandırıcılık kazandırma işlemine izin veren eyalet mahkemelerindeki geçici tedbir taleplerinde olduğuna benzer bir şekilde, itiraz eden yemin yerine kaim bir teminat verebilir. Bu bağlamda prensip olarak iddia evraklarla desteklenir. Örneğin ürün ile bağlantılı markanın kullanım usulü için bunlar önemlidir. Böylece markanın ürünle bağlantısını gösteren numuneler veya kataloglar sunulmalıdır. Ayrıca yeterli bir hasılatın gerçekleştiğine dair inandırıcılık kazandırılmalıdır. Bu bağlamda prensip olarak yüksek hasılat rakamlarının gösterilmesi gerekli değildir. Burada önemli olan, gösterilen hasılatlardan, daha eski markanın yalnızca bir defansif (=savunmaya yönelik) sembol olmadığı, tam tersine fiilen ciddi bir şekilde kullanıldığı ve böylece salt bir zahiri kullanımın söz konusu olmadığı sonucunun ortaya konmasıdır. Prensip olarak ucuz ürünlerde 5 yıl içinde tutarındaki cirolar yeterli olmaktadır. Bir üçüncü kişi, özellikle bir lisans alan kişi markayı marka sahibinin onayı ile kullanmış ise, bu kullanım itirazda bulunan ile ilişkilendirilir. Bu durumda yabancı kişi tarafından gerçekleştirilen kullanım marka sahibinin kendisinin gerçekleştirdiği kullanım faaliyeti gibi geçerlidir. Markanın kullanılmadığına yönelik defi bakımından da Alman Marka Yasası ile Avrupa Topluluğu Topluluk Markası Yönetmeliği arasında farklılık yoktur. Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Madde 43 Fıkra 2 'deki yasa metni gereği bir marka kullanımı ispatlanmalıdır. Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 43 'de açıklandığı gibi marka kullanımına dair bir inandırıcılık kazandırmak söz konusu değildir. Fakat sonuç olarak hukuki uygulamada önemli bir farklılık ortaya çıkmamaktadır. Çünkü Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Madde 76 yemin yerine kaim bir teminatın verilmesi yoluyla da getirilen bir kanıta izin vermektedir. Bu bağlamda Avrupa Marka Dairesi İtiraz Meclisi 'nin içtihadı kuşkusuz Alman içtihadında olduğundan daha sıkı bir şekilde, yemin yerine kaim teminatların doğruluklarının kesinlikle başkaca kanıtlarla, örneğin faturaların ve 349

388 Dr. Georg Fuchs - Wissemann kullanım örneklerinin sunulması yoluyla güçlendirilmesini talep etmektedir. Bu bakımdan sonuçta önemli bir farklılık ortaya çıkmamaktadır, çünkü Alman Marka Hukukunda da ihtiyari olarak kuvvetlendirici başka kanıtlar da çoğunlukla sunulmaktadır. Eğer itiraz başarısız olmuş ve en yüksek mercinin kararı kesinleşmiş ise, bu durum, ulusal markadan veya topluluk markasından, ulusal markaların haklarının tecavüze uğraması durumu için geçerli hukuktan yola çıkarak iç hukuka göre çalışan bir topluluk markası mahkemesinin önüne çıkmayı engellemez. Bu bakımdan bir meni müdahale davası ya da bir zarar tazminatı davası söz konusudur. Yetkili eyalet mahkemesinin huzurunda Alman Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası'nın (ZPO) ön gördüğü tüm deliller sonuna kadar kullanılabilir. Bu bakımdan eğer yüksek bir hukuki koruma kapsamına yol açabilecek daha eski markanın tanınırlığı ve artmış karakterizasyon gücü söz konusu ise, özellikle kamuoyu araştırmasına yönelik bir bilirkişi raporu kullanıma sunulur. Hakkın elde edilmesini sağlayan bir kullanım sorunuyla ilişkili olarak tanıklar da çağrılabilir ve istima edilebilirler. Eğer bir karıştırma tehlikesinin tespiti, daire ya da Federal Patent Dairesi veya Uyumlulaştırma Dairesi 'nin itiraz meclisleri huzurunda kolaylıkla tespit edilebilir bir yüksek karakterizasyon kuvvetine bağlı ise, o zaman yetkili bir eyalet mahkemesine gitmek anlamlıdır ve yine Alman Patent ve Marka Dairesi'nin ve Alicante'deki daire huzurunda görülen tescil davasının tersine hızlı ve basit yargılama usulüne göre görülen bir dava olan itiraz davasında geniş kapsamlı deliller ile daha yeni markanın sahibi aleyhine hareket etme olanağını haklı çıkarır. Bu bakımdan tamamlayıcı olması adına, itiraz davası ve hak tecavüzü davasının dışında Alman Patent Dairesi' ne markanın 5 yıllık bir süre içinde kullanılmamış olduğu iddiası ile marka iptal talebinin yapılabileceğine dikkat çekmek istiyorum. Eğer marka sahibi 2 ay içinde iptale itiraz eder ise, davacı eyalet mahkemesi huzurunda sakıt olma gerekçesiyle, başka bir deyişle kullanılmama gerekçesiyle iptal davası açabilir. Bu bakımdan yasa değişikliği ile bu türden davaları Federal Patent Mahkemesi 'nin yetkisi içine sokmak yönünde çabalar vardır. 350

389 Alman Marka Yasasına (Markeng) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve İsim Hakları Alman Marka Yasası (MarkenG) yardımı ile kötü niyetli marka bildirimlerine karşı önlem alma olanağı yaratılmıştır: Endüstriyel tasarım (= tescilli tasarım, estetik numune) yasasında yapılan bir reform ile Madde 8 Fıkra 2 Bent 10 marka tesciline bir engel olarak tarihinde Marka Yasası'nın kapsamına alınmıştır. Böylece Patent ve Marka Dairesi'nin denetçisi için, açıkça kötü niyetli olduğu görülen bildirimleri, başka bir deyişle kötü niyetliliğin açıkça anlaşıldığı bildirimleri, bir üçüncü kişinin talebine dayalı olarak sonradan açılan bir iptal davasını gereksiz kılmak için, reddetmesi olanağı verilmiştir. Bu maddenin kapsamına, talebin iptalini öngören Madde 50 Fıkra 1 Bent 4'de olduğu gibi, özellikle markayı hile ile elde etme durumları girmektedir. Eğer bildirimde bulunan, üçüncü kişilerin markayı kullanmasını engellemek - "kapalı marka" - ya da böylece servet avantajlarına erişmek - spekülasyona dayalı marka - için yalan bilgiler veriyor veya koşulları gizliyorsa böylesi bir durum söz konusudur. Kötü niyetlilik açıkça anlaşılır olmalıdır. Başka bir deyişle kötü niyetlilik denetçi açısından normal olarak incelenmesi gereken konu dışında başkaca tespitler olmaksızın da duruma ait koşullar temelinde belirgin ip uçlarıyla kendisini kabul ettirmek zorundadır. Bu bağlamda özellikle, hak sahibi olmayan kişilerin açıkça anlaşılır bir biçimde yaşamakta olan veya ölmüş bulunan tanınmış kişilerin isimlerini veya resimlerini bildirdikleri özel olaylar tespit edilmektedir. Böylece "Lady Di" bildirimi, eğer isim sahibin hemen ölümünden sonraki geçmiş bir tarihte Madde 8 Fıkra 2 Bent 10 gereği bir tipiklik meydana gelmiş ise, doğrudan resmi yoldan reddedilebilir. Aynı şekilde Mercedes marka araçlar için kullanılan "E- Sınıfı" nın engellenmesi amacıyla "Classe E" markasının tescili normal koşullar altında zaten daha inceleme işleminde engellenmiş olmalıdır. Bu bağlamda bir ya da aynı kişi tarafından açıkça anlaşılabilir bir kullanım amacı olmaksızın markaların stoklanması amacıyla yapılan belirgin sıklıktaki bir bildirim denetçi için bir ip ucu olabilir (Federal Patent Mahkemesi (BPatG) Patent- Numune ve Karakterizasyon İşlemleri Gazetesi (BIPMZ) 2007, 86 ve takip eden sayfa - "Classe E"). 351

390 Dr. Georg Fuchs - Wissemann III. Kullanım markaları Tescil edilmemiş markalar kullanım sayesinde Alıcı çevresi bakımından geçerlilik kazanabilir ve bu sayede Alman Marka Yasası Madde 4 Bent 2 gereği marka koruması elde edebilirler. Yalnızca tescil işlemiyle hukuki koruma elde eden tescili markalardan farklı olarak, sembolün kullanım yoluyla Alıcı çevresi bakımından geçerlilik kazandığını ispat etmek prensip olarak zordur. Bu bakımdan markanın korunmasını onaylayabilmek için Alıcı çevresi bakımından geçerliliğin derecesinin ne olmasının gerektiğini son derece tartışmalıdır ve içtihada göre kolaylıkla tespit edilemez. Kimin Markanın hitap ettiği alıcı çevresi ait olduğu sorusu bu durum ile ilişkilidir. Bu bağlamda toplu tüketim malları söz konusu olduğunda tüketicilerin geneli dikkate alınmalıdır. Ayrıca Alıcı çevresi bakımından geçerliliğin derecesi bakımından markayı taşıyan ürünlerin düzenli alıcıları olan bu tüketicilerin dikkate alınması duruma bağlıdır. Aynı şekilde aynı kalite ve fiyat sınıfa ait rakip ürünlerin alıcıları veya kullanıcıları olarak kabul edilen tüketiciler de hesaba katılmalıdır, çünkü bu tüketicilerin dikkatleri rakip ürünlere de uzanmaktadır. (Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)1982, 672; 674 "Kaliteli Sabunların Ambalajı"). Bununla beraber genel olarak, mutlak bir korunmanın engellenmesi durumunun ağır basmasının söz konusu olduğu (özellikle açıklayıcı bilgiler) ve alt sınır olarak minimum % 50 oranında kendisini kabul ettirme derecesinin olduğu ve yine Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 8 Fıkra 3 'de açıklanan Alıcı çevresi bakımından ürünün kendisini kabul ettirmesinden farklı bir Alıcı çevresi bakımından geçerlilik durumunda daha az bir tanınırlık derecesi yeterlidir. Açıklayıcı anımsatıcılığına (=benzerliğine) rağmen "Aqua" sembolü su ısıtıcıları için % 36 oranındaki bir tanınırlık derecesine rağmen yeterli bulunmuştur ( Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR), 1969, 682). Büyük ölçüde % 20 oranındaki bir tanınırlık en alt sınır olarak kabul edilmektedir ( Piper, Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR), 1996, 429, 433). Şirket 352

391 Alman Marka Yasasına (Markeng) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve İsim Hakları bakımından işletmesel bir köken bilgisinin verilmediği renk birleşimlerinde gerekli tanınırlık derecesi, Markanın hitap ettiği alıcı çevresi renklerin kullanımına olan rezerv ihtiyacına göre, bu renklerin % 50 'den daha fazla bir oranla talep görmesiyle belirlenir (Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1997, 754, 755 "gri/morumsu kırmızı "). Alıcı çevresi bakımından mekansal geçerlilik de önemlidir. Alıcı çevresi bakımından geçerlilik bölgesel olarak sınırlanmış olabilir. Bu bakımdan hukuki koruma söz konusu bölgeyle ilişkili olarak sınırlanmıştır. Bu yüzden aynı markalar farklı bölgeler içinde yanyana var olabilmektedirler. Alıcı çevresi bakımından bölgesel geçerlilik elde etmiş daha eski bir markaya dayanılarak daha yeni ve Federal Cumhuriyet genelinde kullanılan bir marka aleyhine kullanımdan men yalnızca söz konusu olan hukuki koruma altındaki bölge için talep edilebilmektedir ( Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR), 1991, 155, 156 "Rialto"). Buna karşın Federal Cumhuriyet genelinde kullanılan markalarda, markanın doğrudan yalnızca konuyla ilişkili olan ve hak tecavüzünün yaşandığı bölge içinde Alıcı çevresi bakımından geçerlilik kazanmış olması söz konusu değildir. Alıcı çevresi bakımından geçerliliğin münferit yerlerde bulunmamasının bir zararı yoktur. Özellikle sorunlu olan - belirtildiği gibi - Alıcı çevresi bakımından geçerliliğin tespitidir. Kullanım ve Alıcı çevresi bakımından geçerlilik nedeniyle hukuki korumayı edinmesi gereken bir markadan yola çıkmak isteyen biri, önceliğin tespiti için kullanımının başlangıç tarihi, süresi ve kapsamı hakkında bilgiler vermek zorundadır. Bunun için hasılatların ilan edilmesi yeterli değildir, çünkü bu türden bilgiler edinilmiş bir tanınırlık hakkında henüz hiç bir şey ifade etmezler. Bu bakımdan özellikle çok daha pahalı mallarda satılmış ürünlerin fazla büyük olmayan sayısı, Alıcı çevresi bakımından uygun bir geçerliliğin sağlanması için yeterli olmayabilir. Bu yüzden özellikle reklam giderleri önemli olabilirler. 353

392 Dr. Georg Fuchs - Wissemann Alıcı çevresi bakımından geçerlilik prensip olarak kamuoyu araştırmasına yönelik bilirkişi raporuyla kanıtlanır. Bu bağlamda Alıcı çevresi bakımından geçerlilik, markayı kullanan belirli bir şirketle somut bir ilişkilendirmeye değil, yalnızca markanın tanınırlığına bağlıdır. Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 42 bundan böyle kullanım markalarını, Topluluk Markası Yönetmeliği 'nin (GMV) hükümleri gibi itiraz nedeni olarak ön görmektedir. Burada sorunlu olan - yukarıda belirtildiği gibi - Alıcı çevresi bakımından geçerliliğin ispatıdır. IV. Alman Marka Yasası 'na göre şirket unvanları Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 5 Fıkra 2 prensip olarak şirket unvanına hukuki korumayı kullanımın kabul edilmesinden itibaren sağlar: Tescil edilmemiş markalarda olduğundan ve yine Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Madde 8 Fıkra 4 gereği şirket unvanlarında olduğundan farklı olarak Alıcı çevresi bakımından bir geçerliliğe ihtiyaç duyulmaz. Bu hukuki koruma ve buna bağlı olarak yasaklama hakları prensip olarak federal düzeyde Tüm Almanya içinde geçerlidir. Yalnızca eğer bir şirket sembolünün mekansal hukuki koruma alanı doğası gereği sınırlandırılmış ise ve yine ticari işletme doğası gereği yer veya bölgeye bağlı ise, bir yasaklama hakkı yalnızca bu yer ya da bölge için geçerlidir (Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1993, 923, 924 "Pic Mic"; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 995, 754, 757 Altenburger Spielkartenfabrik"). Bu türden işletmeler yer tutucu ticarethaneler olarak adlandırılmaktadır. Bu durumu alıntılanmış bir vaka içinde açıklamak istiyorum: Davacı şirket, Pic Nie Imbissbetriebe GmbH & Co. KG ( Pic Nie Büfecilik Limitet Komandit Şirketi) unvanı altında Heidenheim Yerel Mahkemesi Ticaret Sicil Kütüğüne 1981 yılında tescil edilmiştir. Davacı Birinci büfecilik işletmesini 1981 yılında Ludwigsburg'da kurmuş ve bunu 1982 yılında Heidenheim'da kurduğu ikinci işletme takip etmiştir. Davalı şirket, 1983 yılından bu yana Münih Ana Tren Garında "Picnic" ismi altında 354

393 Alman Marka Yasasına (Markeng) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve İsim Hakları Fast-Food-ürünleri ve seyahat esnasında ihtiyaç duyulan malzemeleri satan bir büfeyi işletmektedir. Federal Yargıtay kararında istinaf mahkemesinin, davacının şirket unvanının ayırt edici gücü bulunduğuna dair ön sorununu (= meselei müstehhire; önceden halli lazım gelen mesele) onaylamıştır. Başka bir deyişle bu unvanın davacının şirketine ait "bir restoran işletmesine" yönelik hizmetin kökenine bir gönderme olarak işlev görmeye uygun olduğunu kabul etmiştir. Bu bakımdan, Alman Marka Yasası (MarkenG) Madd 8 Fıkra 2 Bent 1 gereği Alman Patent ve Marka Dairesi tarafından yapılan ayırt edicilik kuvvetinin incelenmesi işlemi ziyadesiyle sıkı iken, Almanya'daki içtihadın ayırt edicilik kuvvetinin onaylanmasında cömert davrandığına dikkat çekmek isterim. Birden fazla birimden, başka bir deyişle birden fazla sözcük elemanlarından oluşan iki adet şirket unvanı kıyaslanırken Alman Federal Yargıtayı da çok cömert davranmaktadır. Bu bakımdan eğer her bir şirket sloganı birbirleri ile örtüşüyor ise, bu durum karıştırma tehlikesinin saptanmsı için yeterlidir. Böylece "Altenburger" sözcük elemanı "Altenburger Spielkartenfabrik GmbH" (="Altenburg İskambil Kağıdı Fabrikası Limitet Şirketi") şeklindeki şirket unvanı içinde şirket sloganı olarak görülmüştür. Aynı şekilde "Altberliner Verlag GmbH" (= "Eski Berlin Yayınevi Limitet Şirketi") şeklindeki şirket unvanı içindeki "Altberliner" sözcük elemanını Federal Yargıtay, "Altberliner Bücherstube" (=Eski Berlin Kitabevi) şeklindeki şirket unvanına karşı açılan davanın başarıyla sonuçlanmasını sağlayacak biçimde bir şirket sloganı olarak kabul etmiştir (Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR)1995, 755 "Altenburger Spielkartenfabrik"; Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 1999, 492, 494 "Altberliner"). Son olarak zikredilen kararda da ayırt edicilik kuvveti, her ne kadar marka bildirimlerinde prensip olarak tescili engelleyen (Alman Marka Yasası Madde 8 Fıkra 2 Bent 2) coğrafi tanımlamalar söz konusu olsa da, onaylanmıştır. İlk olarak zikredilen "Pic Nic /Picnic" adlandırmalarıyla ilişkili vak'aya geri dönersek: Burada Federal Yargıtay (BGH) davacı olan şirketin şirket unvanının ayırt edicilik kuvvetine sahip olduğunu, "Picnic" 355

394 Dr. Georg Fuchs - Wissemann sözcüğünün kişilerin beraberlerinde getirdikleri yiyecek ve içecekleri açık alanda tükettikleri bir öğün anlamına geldiği, buna karşın davacının ifa ettiği hizmetin bir büfede sunulduğu şeklindeki basit bir gerekçelendirme ile onaylamıştır. Bu davadaki önemli soru, davacının Federal Cumhuriyet genelinde geçerli bir hukuki korumadan yararlanıp yararlanmadığıdır. Bu soru, davacının yalnızca birbirlerine yakın şehirlerde iki adet büfe işletmesine sahip olduğu ve bu durumun şirket unvanının bölgesel bir sınırlamaya tabi tutulması sonucunu doğurduğu şeklindeki bir gerekçe ile yadsınmıştır. Bu içtihat, restoran işletmelerinin oteller, eczaneler veya sinemalar gibi, edinilen deneyimlere göre yalnızca belirli bir yerde veya belirli bir bölgede gerçekleştirilen "alana bağlı ticarethaneler " veya "yer tutucu ticarethaneler " olarak adlandırılan işletmeler olmasına dayanmaktadır. Bu yüzden yüksek mahkemenin görüşüne göre "Pick Nie" şeklindeki şirket unvanının federal düzeyde hukuki koruma elde etmesi yalnızca, şirketin örneğin şube işletmeler biçiminde Federal Cumhuriyet genelinde dağılmış olarak çeşitli işletmeleri kurmuş olması şartıyla söz konusu olur. Bunun için hatta davacının bu türden restoranları Federal Cumhuriyet genelinde ya da Almanya'nın önemli bölümlerinde açma yönünde girişimlerde bulunması bile yeterli olabilir. Fakat vakada böylesi bir durum söz konusu değildir. V. Diğer isim hakları Diğer isim hakları kişi isimleri de olabilir. Eğer tanınmış bir kişiliğin ismini içeren markalar ve Domain-isimleri için bildirim yapılıyor ise bu durum özel öneme sahip olabilir. 1) Markalar Marka sahibi ile tanınmış bir ismin sahibi arasında ilişkiler bulunduğuna dair tüketicilerin telkin edilmesi söz konusu ise, Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 8 Fıkra 2 Bnet 4 gereği - yine aynı şekilde Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Madde 7 Fıkra 1 Bent g gereği - bir yanıltma tehlikesi dikkate alınabilir. Kuşkusuz Alman Marka Yasası (MarkenG) yanıltma durumunun marka dairesindeki denetçi için açıkça anlaşılır olması gerektiği koşulunu getirmektedir. 356

395 Alman Marka Yasasına (Markeng) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve İsim Hakları Böyle bir durum yoksa, ismin kullanılmasına onay verilebilir. Bu bakımdan tescil hukukuna dayalı olarak hızlı ve basit yargılama usulüne dayalı davada denetçinin açıkça bir onay talep edip edemeyeceği kuşkuludur. Buna göre Federal Patent Mahkemesi (BPatG) ünlü serüven romanları yazarının adını taşıyan "Karl May" markasının ve yine bu yazarın "Winnetou" gibi eserlerinin isimlerini taşıyan markalar hakkında verdiği yeni bir kararında, telif hukukuna dayalı koruma kalktıktan sonra aradan geçen zaman içinde kamunun kullanımına açık hale gelen isimler bağlamında, marka olarak bildirimi yapılmış bir isimden kimin yararlanabileceği sorusunun bir inceleme davasının konusu olmadığına işaret etmiştir. (Federal Patent Mahkemesi (BPatG) Marka Hukuku (MarkenR) 2008, 119, 123). Daha henüz kötü niyetlilik 1997 yılında resmi daire tarafından dikkate alınamaz iken, Federal Patent Mahkemesi 'nin "Lady Dy" davasında yaptığı gibi, şayet bir onay bulunmuyor ise, prensip olarak isim sahipleri ya da isim sahiplerinin varislerine kötü niyetli fiil nedeniyle iptal davası yoluna gitmeleri yönünde dikkatlerinin çekilmesi gerekir. Ayrıca isim sahibi bizzat veya onun varisleri dava açmak yoluyla yabancı isimlerin haksız kullanımı karşı itiraz edebilirler. Bu bakımdan Alman Medeni Kanunu Madde 12 haksız kullanıma karşı isim sahibine bir hukuki koruma sağlanmasını ön görmektedir. Leonardo da Vinci gibi önemli kişiliklerin isimleri bir özel durum oluşturmaktadır. Kişi isimleri Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 3 Fıkra 1 gereği soyut olarak markaya uygun olsa da, Federal Patent Mahkemesi (BPatG) ayırt edicilik bakımından somut uygunluğu yadsımıştır (Marka Hukuku (MarkenR) 2008, 140). Leonardo da Vinci tüketiciler için büyük bir sanatçı ve bilim insanı olarak bilindiği için, mahkemenin görüşüne göre onun ismi genel kültürel mirasın bir parçasıdır. Bu türden isimler alıcı çevresi bakış açısından marka niteliği taşımamaktadırlar. 2) Domain-isimleri Yalnızca markalar konusunda değil, hak sahibi olmayan üçüncü kişilerin bu türden yabancı veya tanınmış isimler altında internet adresi bildirimlerini yapması da, aynı zamanda da internet adresleri konusunda da bir sorundur. Bu 357

396 Dr. Georg Fuchs - Wissemann konuda bilinen örneklerden biri, uzun yıllar Saksonya Eyaleti Başbakanı olmuş bir kişinin ismi ile başka bir deyişle Kurt Biedenkopf ismi ile ilişkilidir. Federal Yargıtay güzel bir şekilde ön merci mahkemeler gibi domain isminin kapatılmasına yönelik talebi reddetmiştir, çünkü burada yetkisiz bir isim kullanımı değil, başka bir deyişle bir üçüncü kişinin isminin isim olarak kullanılması değil, tam tersine yalnızca internet adresinin kullanılması için teknik bir koşul söz konusudur. Mahkemenin görüşüne göre tescili yaptıran şirketin, özellikle yabancı, bilinen isimlerin kullanımında olduğu gibi, birbirine zıt isim haklarını inceleme gibi bir yükümlüğü yoktur. Çok sayıda Domain-isminin tescilinin mümkün olduğunca hızlı, ucuz ve otomatikleştirilmiş bir yöntemle yönetilmesi, mahkemenin görüşüne göre, bu türden işlevsel ve etkili bir tescil işleminin devamlılığının sağlanması daha ziyade kamuoyunun yararınadır. 3) Sembol olarak çift işlevli Domain-isimleri (belirli bir şirkete gönderme) İnternet adresi yalnızca bir adres işlevi görmesi nedeniyle prensip olarak bir marka veya şirket unvanı gibi bir sembol işlevine sahip değildir. Bu konuda bir vaka daha açıklamak gerekirse: Davacı şirketinin unvanını "Software + Computersysteme Soco" (= "Yazılım + Bilgisayar Sistemşeri Soco") olarak adlandırmış ve "soco.de" Domain-ismini kullanan davalıya karşı dava açmıştır. Federal Yargıtay (BGH) "de" uzantısına rağmen, Markanın hitap ettiği alıcı çevresinin Domain-isimlerinde ayırt edici kuvvete sahip bir sembolü görebileceğine dikkat çekmiştir. Bunun için koşul, Domain-isminin ayırt edici kuvvete sahip olması, başka bir deyişle de açıklayıcı olmamasıdır. Mahkemenin görüşüne göre, yalnızca bir Domain-isminin sadece internet adresinin ismi olarak kullanıldığı işletmesel bir kökene gönderme yapmaya uygun olması koşuluyla, Markanın hitap ettiği alıcı çevresi burada bir telefon numarası gibi adres sahibi ile özdeşleştirebileceği, fakat işletmesel kökene bir gönderme olarak kullanılmamış bir bilginin söz konusu olduğunu kabul etmektedir ( Federal Yargıtay (BGH) Sınai Hakların Korunması ve Telif Hakları Dergisi(GRUR) 005, 262, 263 soco.de"). Bu karar tümüyle sorunsuz bir karar değildir. Eğer Alman Marka Yasası (MarkenG) Madde 5 gereği hukuki korumaya uygun şirket sembollerinin nihai 358

397 Alman Marka Yasasına (Markeng) Gereği ve Topluluk Markası Yönetmeliği (GMV) Gereği Avrupa Marka Hukukuna Dayanılarak Verilen Yargı Kararlarında Tescilli Markalar, Kullanım Markaları ve İsim Hakları olarak sayılmış olduğundan yola çıkılır ise, bir Domain-isminin yalnızca esasen zorunlu bir kullanım nedeniyle ticari Markanın hitap ettiği alıcı çevresi içinde niçin sembol korunmasından yararlanması gerektiğinin incelenmemesi gerekmektedir. Aynı zamanda isim hakkı ve iletişim amacına hizmet eden bir adres amaçtaki farkılık nedeniyle de birbirlerinden ayrılmaktadır. Özet: Umarım bu sunum, Avrupa Topluluğu içinde ne tam olarak uyumlulaştırılmış bir yasal düzenlemeden ne de böylesi bir içtihattan yola çıkılamayacağını anlaşılır kılmıştır. Bu durum yasayı uygulayanların, başka bir deyişle özellikle yargıçlar ve avukatların önüne her zaman yeni sorunlar çıkarmaktadır. Sizler de böylelikle özellikle Domain-isimlerinde olduğu gibi yargı kararlarının (içtihadın) henüz gelişme aşamasında olduğunu başka bir deyişle sorunsuz olmadığını öğrenmiş bulunuyorsunuz. Bununla beraber şimdiye kadar olan içtihat bundan sonraki meselenin özüne uygun kararlar için iyi bir örnek oluşturmaktadır. Aynı zamanda çalışmalarınız için sizlere teşvik edici bilgiler verebildiğimi umuyorum. Bundan sonraki çalışmalarınızda sizlere başarılar ve çok sayıda doğru kararlar verebilmenizi dilerim. 359

398 Dr. Georg Fuchs - Wissemann 360

399 MARKA HAKKINA TECAVÜZ DAVASI TESCİLLİ MARKA VEYA MARKA TESCİL BAŞVURUSU BULUNDUĞU SAVUNMASI VE YARGITAY UYGULAMASI MARKA HAKKININ KAPSAMI Fethi MERDİVAN Madde 9 - Aşağıda belirtilen hallerde, marka sahibinin, izni alınmadan markasının kullanılmasının önlenmesini talep etme yetkisi vardır: a) Markanın tescil kapsamına giren aynı mal veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması, b) Tescilli bir marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk üzerinde, işaret ile tescilli marka arasında bağlantı olduğu ihtimali de dâhil, karıştırılma ihtimali olan herhangi bir işaretin kullanılması, Aşağıda belirtilen durumlar, birinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir: a) İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması. b) İşareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması. c) İşareti taşıyan malın gümrük bölgesine girmesi, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması. d) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması. e) İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması. Ankara 2.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Hâkimi fmerdiven@adalet.gov.tr 361

400 Fethi MERDİVAN HÜKÜMSÜZLÜK HALLERİ Madde 42 - Aşağıdaki hallerde markanın hükümsüz sayılmasına yetkili mahkeme tarafından karar verilir: a) 7 nci maddede sayılan haller. (Ancak 7 nci maddenin (ı) bendinde belirtilen tanınmış markalarla ilgili davanın (Ek ibare: ) " tescil tarihinden itibaren " 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Markanın tescilinde kötü niyet varsa iptal davası süreye bağlı değildir.) b) 8 inci maddede sayılan haller. (Ancak, 8 inci maddenin son fıkrası çerçevesinde açılan davada önceki hak sahibi koruma süresinin bitiminden itibaren 2 yıl içerisinde markasını kullanmamışsa bu bir hükümsüzlük nedeni sayılmaz.) MARKA HAKKINA TECAVÜZ Bir markanın sahibinin izni olmadan başkası tarafından 556 sayılı KHK nın 9.maddesinin 1. fıkrasının a, b ve c bentlerinde öngörülen model ve 2. fıkrasında örnek olarak sayılan şekillerde kullanılması marka hakkına tecavüzdür. Zira 556 sayılı KHK nın 61/a maddesinde 9. madde hükümlerinin ihlâli tecavüz olarak nitelendirilmiştir. Diğer yandan kullanma ile neyin kastedildiği de 556 sayılı KHK nın 9/2 maddesinde tescilli markanın izinsiz biçimde ticari hayatta, iş evrakında, işletme adında, unvanda ve ticari etki yaratacak biçimde alan adı ve web sayfalarında kullanılması olarak ifade edilmiştir. Tecavüzün varlığına hükmedebilmek için marka ile kullanılan işaretin ve bunların emtia ve hizmetlerinin aynı ve benzer bulunması ve iltibasa yol açması zorunludur. 1. İhtimal TESCİLLİ MARKA TECAVÜZ GERÇEKLEŞTİ -TECAVÜZÜN TESPİTİ -TECAVÜZÜN DURDURULMASI -TECAVÜZÜN ÖNLENMESİ -TECAVÜZÜN GİDERİLMESİ -MADDİ TAZMİNAT -MANEVİ TAZMİNAT 362

401 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNİN GÜN, 2009/766 ESAS ve 2010/11259 KARAR sayılı hükmü ile aşağıda orijinal biçimleri görünen markaların 25, 36 ve 37. sınıftaki hizmetler bakımından iltibas yarattığı kabul edilmiştir. 2. İhtimal TESCİLLİ MARKA TECAVÜZ OLUŞTURAN BİR İŞARET SONRADAN MARKA OLARAK TESCİL EDİLMİŞ -HÜKÜMSÜZLÜK DAVASI AÇABİLİR YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNİN GÜN, 2006/6149 ESAS ve 2007/3551 KARAR sayılı hükmü ile aşağıda orijinal biçimleri görünen markalar 36. sınıftaki gayrimenkul komisyonculuğu vb. hizmetler bakımından iltibasa sebebiyet vereceği kabul edilmiştir. 3. İhtimal TESCİLLİ MARKA TECAVÜZ OLUŞTURAN BİR İŞARET SONRADAN TİCARET UNVANI OLARAK TESCİL EDİLMİŞ -TİCARET UNVANININ TERKİNİ DAVASI AÇABİLİR 363

402 Fethi MERDİVAN YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNİN GÜN, 2012/85 ESAS ve 2013/810 KARAR sayılı hükmü ile aşağıda orijinal biçimleri görünen davacı markasıyla davalının ticaret unvanı 37. sınıftaki inşaat hizmetleri bakımından iltibasa sebebiyet vereceği kabul edilmiştir. FERMAK TURİZM YOL YAPI HAZIR BETON NAKLİYAT SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ. 4. İhtimal I-TESCİLLİ MARKA İLTİBAS YARATAN TİCARET UNVANI TESCİLİ TİCARET UNVANININ TERKİNİ DAVASI AÇABİLİR II-TESCİLLİ MARKA UNVANSAL DA OLSA KULLANIM GERÇEKLEŞİRSE TECAVÜZÜN ÖNLENMESİ, REF İ İLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI AÇILABİLİR Mİ? Yargıtay 11.Hukuk Dairesine göre; AÇILAMAZ! YARGITAY 11. HD. GEREKÇESİ Çünkü Yargıtay 11. Hukuk Dairesine göre; Bir şirketin ticaret unvanının ayırıcı unsuru, başka bir kişiye ait marka hakkına tecavüz oluştursa bile, unvanın şirketin iştigal mevzuu içerisinde bulunan alanlarda kullanması hukuka aykırı değildir. Marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturmaz. Başkasının marka hakkına tecavüz oluştursa bile usulen tescil ve ilân edilmiş ticaret unvanı, terkin edilinceye kadar koruma altında olup, sahibine kullanma hakkı bahşeder. 364

403 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı Hukuka aykırı şekilde başkasının markasının, tescilsiz olarak unvan olarak kullanımı veya terkine rağmen kullanımına devam olunması marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet yaratır. (Yargıtay 11. HD /1483; /6307; /9419) 5. İhtimal TESCİLLİ MARKA BAŞKASI SONRAKİ TARİHLİ MARKAYA TECAVÜZ OLUŞTURAN BİR İŞARETİ MARKA OLARAK TESCİL ETTİRDİ MARKAYI KULLANMA YA DA BAŞLADI SONRAKİ TARİHLİ MARKA SAHİBİNE KARŞI TECAVÜZ DAVASI AÇILABİLİR Mİ? YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖRE; AÇILAMAZ! YARGITAY 11. HD.GEREKÇESİ TESCİLLİ BİR MARKANIN KULLANIMI HUKUKA UYGUNDUR. TESCİLLİ MARKANIN KULLANIMI, ANILAN MARKA BİR HÜKÜMSÜZLÜK KARARIYLA SİCİLDEN TERKİN OLUNMADIKÇA MARKA HAKKINA TECAVÜZ VE HAKSIZ REKABET YARATMAZ KULLANIMI DURDURULAMAZ. (Yargıtay 11.HD /9286; /896; /8600; /8093; /4304) YARGITAY BU UYGULAMASINI MÜTECAVİZİN KULLANIMININ MARKA TESCİLİNDEN ÖNCE VEYA SONRA HANGİ TARİHTE BAŞLADIĞINI GÖZETMEKSİZİN HER İHTİMALDE SÜRDÜRMEKTEDİR. ÖRNEK 365

404 Fethi MERDİVAN ÖNCEKİ TESCİLLİ MARKA TESCİL TARİHİ SONRAKİ MARKA TESCİL TARİHİ KULLANIMIN BAŞLADIĞI TARİH SONUÇ DAVA REDDEDİLMELİ (Kullanım başvurudan bir yıl önce başladı) DAVA YİNE REDDEDİLMELİ DAVA REDDEDİLMELİ SORU: İKİNCİ İHTİMALDE TARİHLERİ ARASINDAKİ KULLANIM NİÇİN HUKUKA UYGUN? 6. İhtimal (Mütecavizin marka tescil başvurusu) TESCİLLİ MARKA BAŞKASI SONRAKİ BİR TARİHTE MARKAYA TECAVÜZ OLUŞTURAN BİR İŞARETİN TESCİLİ AMACIYLA MARKA TESCİL BAŞVURUSUNDA BULUNDU BAŞVURU KONUSU İŞARETİ MARKASAL OLARAK KULLANMAYA DA BAŞLADI SONRAKİ TARİHLİ MARKA TESCİL BAŞVURUSU SAHİBİNİN FAALİYETİ ENGELLENEBİLİR Mİ? YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖRE; MARKA TESCİL BAŞVURUSU SONUCU BEKLENMELİ, ŞAYET TPE TESCİLE KARAR VERİRSE DAVA REDDEDİLMELİDİR! 366

405 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı YARGITAY 11. HD. GEREKÇESİ 556 Sayılı KHK'nın 40. maddesi uyarınca söz konusu başvurunun tescil ile sonuçlanması halinde koruma süresi başvuru tarihinden itibaren başlayacağından, tescil kesinleştiğinde davalının söz konusu kullanımının dava tarihi itibariyle tescilli bir marka hakkından doğan kullanım olacağının kabulü gerekir. (Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin gün ve E.2012/90, K.2013/1110 sayılı kararı) YARGITAY BU UYGULAMASINI MÜTECAVİZİN KULLANIMININ BAŞVURUDAN ÖNCE VEYA SONRA HANGİ TARİHTE BAŞLADIĞINI GÖZETMEKSİZİN HER İHTİMALDE SÜRDÜRMEKTEDİR. YARGITAY ESKİ KARARLARI Yargıtay 11.Hukuk Dairesi gün ve E.2002/ 7150, K.2002/10692 sayılı kararıyla mütecavizin kullandığı işaret için tasarım tescil başvurusunda bulunmasını bir hukuka uygunluk nedeni saymamıştı. Son kararlarıyla hukuka uygunluk kabulünü başvurulara da teşmil etmiş oldu. ÖRNEK ÖNCEKİ TESCİLLİ MARKA TESCİL TARİHİ SONRAKİ MARKA TESCİL BAŞVURU TARİHİ KULLANIMIN BAŞLADIĞI TARİH SONUÇ TPE SÜRECİ BEKLENMELİ (Kullanım başvurudan bir yıl önce başladı) TPE SÜRECİ BEKLENMELİ TPE SÜRECİ BEKLENMELİ 367

406 Fethi MERDİVAN SORU: İKİNCİ İHTİMALDE TARİHLERİ ARASINDAKİ KULLANIM NİÇİN HUKUKA UYGUN? BU DÖNEME İLİŞKİN EYLEME YÖNELİK DAVA NİÇİN TESCİL SÜRECİNİN SONUCUNU BEKLESİN? TPE BAŞVURU SÜRECİNİN SONU TPE MARKA TESCİL BAŞVURUSUNU REDDETTİ HENÜZ TESCİL YOK TPE MARKA TESCİL BAŞVURUSUNU KABUL ETTİ BAŞVURU TESCİL EDİLDİ DAVA KABUL DAVA RED TPE RET KARARI SÜRECİN SONU MU? TPE TESCİL KARARI SÜRECİN SONU MU? BAŞVURUCU TESCİL İSTEMİNİN REDDİ KARARININ İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇABİLİR ÖNCEKİ TARİHLİ MARKA SAHİBİ TESCİLE DAİR TPE KARARININ İPTALİ İSTEMİYLE DAVA AÇABİLİR 368

407 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı NASIL BİR UYGULAMA OLMALI? Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin kararlarına göre, önceden gerçek hak sahibi adına bir marka tescili olsa bile, sonradan başka bir kişi anılan markanın aynısını veya benzerini adına marka olarak tescil ettirirse, gerçekleştireceği kullanım başladığı tarih önemli değilhukuka aykırı olmayacak kabulüne dayanmaktadır. Yüksek Daire bu uygulamasıyla, sonraki tescilden doğan hakkı, önceki tescilden doğan mutlak hakka tercih etmiş olmaktadır. 556 SAYILI KHK YÜRÜRLÜĞE GİRME SÜRECİ AVRUPA BİRLİĞİ, 89/104/AET sayılı Marka Yönergesini tarihinde ve 40/94 sayılı AB Marka Tüzüğünü de tarihinde vaz etmiş, böylece birlik içinde yeknesak bir marka koruması sağlamıştır. Bu korumayı Türkiye'de genişletebilmek maksadıyla AT-Türkiye Ortaklık Konseyi tarafından, tarihinde 1/95 sayılı bir karar verilmiştir. Bu karar ile Türkiye, markaların korunması ile ilgili AB devletlerinin akidi oldukları Uluslararası antlaşmalara (TRIPS Anlaşması, Paris Sözleşmesi ve Nice Anlaşmasına) taraf olmak ve 89/104/AET sayılı Marka Yönergesini esas alarak markaları düzenlemek taahhüdü altına girmiştir. (Hakan Karan/Mehmet Kılıç, Markaların Korunması, 556 Sayılı KHK Şerhi ve İlgili mevzuatkasım-2004, s.2) Ardından TBMM, tarihinde 4113 sayılı Yetki Kanununu kabul ederek, markalarla ilgili kanun hükmünde kararname çıkarmak yetkisini Bakanlar Kuruluna vermiştir sayılı Yetki Kanununun 3. maddesinin (a) bendinde, söz konusu yetki kullanılırken Avrupa Birliği düzenlemelerinin de göz önünde bulundurulacağı açıkça öngörülmüştür. Bakanlar Kurulu, almış olduğu yetkiye dayanarak tarihinde 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname yi (KHK) kabul etmiştir. 369

408 Fethi MERDİVAN Bu esnada 89/104/AET sayılı Marka Yönergesi baz alınarak, 40/94 sayılı AB Marka Tüzüğünün önemli bir kısmı kelime kelime aynen tercüme edilmiştir. (Karan/Kılıç, s.2) (556 sayılı KHK'nın mehazını oluşturan düzenlemelerle ilgili AB'de 89/104 sayılı yönerge yerine tarihinde 2008/95 sayılı Yönerge; 40/94 sayılı Tüzük yerine de tarihinde 207/2007 sayılı tüzük yürürlüğe konulmuş olmakla birlikte hükümler bire bir aynı olarak kalmıştır. Bu sebeple sonuca etkili olmadığından mahkememiz yorumlarıyla ilgili eski yönerge ve tüzük numaralarını kullanacaktır.) Bu süreç sonunda yürürlüğe konulan ve temel hukuki kaynağı 556 sayılı KHK olan Türk Marka Hukuku, üç önemli ilkeye dayanmaktadır. a) Öncelik ilkesi, b) Tescil ilkesi ve c) Gerçek hak sahipliği ilkesidir. Türk Marka Hukuku yalnızca tescil ilkesini değil, bununla beraber ve hatta tescil ilkesinden daha öncelikli olarak, gerçek hak sahipliği ilkesini benimsemiştir. Anılan ilkenin doğal sonucu olarak önceden tescilsiz olarak kullanılan bir işaretin marka olarak tescili kurucu değil, açıklayıcı mahiyettedir. Bunun dışındaki hallerde ise tescil kurucudur. ÖNCELİK İLKESİ I- Öncelik İlkesi: Öncelik ilkesi uyarınca, bir marka ilk önce kim tarafından ihdas ve istimal edilmiş ise bu kişi markanın sahibi olur. 556 sayılı KHK'nın 7/b, 8/a-b, 9/a-b, 8/3, 8/5 hükümlerinden bu ilke açıkça anlaşılmaktadır. Bu ilke, hem tescil başvuru yapılmasında ve hem de fiili kullanımda geçerlidir. Ticari hayatta hiç kullanımı olmayan bir işareti marka olarak tescil ettirmek isteyen iki kişiden hangisi önce başvuru yaparsa, önceliği o kazanır. 370

409 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı Aynı şekilde, bir tescil olmadan aynı işareti kullanan iki kişiden o işareti ilk defa ticaret hayatında kullanan korunur. Hatta bu öncelik ilkesi, tescilli ve tescilsiz markalar ile ticaret unvanı ve işletme adı gibi diğer sınai haklar arasındaki öncelik bakımından da geçerlidir (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin gün ve sayılı kararı). TESCİL İLKESİ I. Tescil ilkesi: Türk Marka Hukuku -kural olarak- tescil ilkesini benimsemiştir. 556 sayılı KHK nın 6. maddesi gereğince, KHK ile sağlanan marka koruması, tescil yoluyla elde edilir. Fakat 556 sayılı KHK tıpkı mehazı olan 89/104 sayılı AB marka yönergesi ile 40/94 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü gibi- tescil ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalmamış, bir işareti tescilden önce kullanmış, herhangi bir hak kazandırıcı işleme tabi tutmuş veya bu yönde hukuki durum kazanmış olan kişilerin haklarını tescile üstün tutan hükümleri de kabul etmiştir. İSTİSNALAR 556 SAYILI KHK M.7/SON; 7/İ; 25,25; 8/3; 8/5. Ayırt edicilik kazanan işaretlerin korunmasına ilişkin madde 7/son; Paris Sözleşmesi 1. mükerrer 6. madde anlamındaki tanınmış markalar ile ilgili madde 7/i; rüçhan hakları ile ilgili madde 25-26; tescilli bir markaya nazaran tescil için başvuru tarihinden veya rüçhan tarihinden önce bir hakkı olan ya da bu işaret üzerinde sonraki markanın kullanımını yasaklama hakkı veren tescilsiz marka veya ticaret sırasında kullanılan işaretlerin sahibini koruyan madde 8/3; isim, fotoğraf, telif hakkı ve herhangi bir sınai mülkiyet hakkını koruyan madde 8/5; WIPO'daki ilk belirlemeyi yapan kişinin korunmasına ilişkin Madrid Protokolü hükümleri bunlara işaret eder. 371

410 Fethi MERDİVAN Bu istisnaların tümündeki ortak nokta, işaret üzerindeki hakkın tescilden önce doğması, öncelikli hakkın her hal ve koşulda üstün tutulmasıdır. Bu suretle kanun koyucu, -tıpkı mehaz düzenlemeler gibi- tescil sisteminin getirdiği sakıncaları bertaraf etmek istemiş ve mevcut sistemin adaletsizliklere yol açmasını önlemek için sistemi yumuşatmıştır. Esasen mehaz düzenlemeler de tıpa tıp aynıdır. ŞU HALE GÖRE TESCİL, ADINA GERÇEKLEŞEN KİŞİ LEHİNE AKSİ İSPAT EDİLEBİLEN- BİR HAK SAHİPLİĞİ KARİNESİ YARATMAKTADIR. GERÇEK HAK SAHİPLİĞİ İLKESİ II- Gerçek hak sahipliği ilkesi: Aslında bu ilke 556 sayılı KHK'nın tescil ilkesine getirdiği istisnaların doğal bir sonucudur. Bu ilkeye göre bir işareti ilk defa düşünen ve bir mal veya hizmetle bağlantılı olarak ilk defa kullanan kişi markanın sahibi olmaktadır (556 sayılı KHK madde 8/3, 8/5, 7/i). Bu ilke uyarınca bir işareti marka olarak öteden beri kullanan kişinin gerçekleştirdiği tescil kurucu değil, açıklayıcıdır. Buna karşın bir markayı ihdas ve istimal etmeksizin seçip tescil ettirilen kişinin gerçekleştirdiği tescil ise kurucu etkiye sahiptir. Öteden beri başkası tarafından kullanılan bir işareti marka olarak tescil ettiren kişinin marka sahipliği ise şarta bağlıdır; gerçek hak sahibi 556 sayılı KHK'nın 8/3, 7/i, 8/5 ve TTK'nın haksız rekabete ilişkin hükümlerine dayanarak bu işaretin terkinini isteyebilir. (Yargıtay 11 Hukuk Dairesi'nin gün E.1998/1734, K.1998/5146; gün E.1999/1724, K.1999/7608; gün ve E.2000/5319, K.2000/8174; gün ve E.2011/9903, K.2002/3699 sayılı kararları). TÜRK MARKA HUKUKU'NUN VE ÖZELDE 556 SAYILI KHK'NIN BENİMSEDİĞİ İLKELERİN HUKUKİ SONUÇLARI: Birinci sonuç: Gerçek hak sahibinin öteden beri kullandığı bir işareti, ondan habersiz tescil ettiren kişi, marka tescilinden doğan haklarını gerçek hak sahibine ileri süremez. 372

411 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı Bu ilke Yargıtay tarafından isabetli olarak sürekli biçimde uygulanmaktadır (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin gün ve E.2005/7175, K.2006/10658; gün ve E.2006/2771, K.2007/10258; gün ve E.2010/2026, K.2011/11012 sayılı kararları). Bu halde davacının bir marka tescili vardır; ancak gerçek hak sahibine karşı bu tescilden doğan haklar ileri sürülememekte ve onun eyleminin durdurulması istenememektedir. İkinci sonuç: Gerçek hak sahibinin daha önceden tescil ettirdiği bir markayı, başka bir kişi sonradan tescil ettirirse, gerçek hak sahibi sonraki tescilden etkilenmeksizin markanın kullanılmasının önlenmesini isteyebilir. Zira sonraki tescil, önceki tescil sahibinin mutlak hakkını ortadan kaldırmadığı gibi, tescilin ona sağladığı yetkileri de daraltmamaktadır. Aslında marka hukukunda teklik ilkesi vardır. Bir marka tescili varken, sonradan aynısının veya iltibas yaratacak derecede benzerinin tescil edilebilmesi mümkün değildir. Ancak bir vakıadır ki şu veya bu sebeple idari makam TPE tarafından bu tür tesciller yapılabilmektedir Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, anılan ilkelerin sonucu olan yukarıda iki numara altında ifade edilen hukuki çıkarımı yapmamakta; aksine 556 sayılı KHK'ya, mehaz düzenlemelere ve anılan hukuki normlara dayalı olarak tesis edilen Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) kararlarından tamamen farklı bir yorum tarzını benimsemektedir. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi, kararlarında da ifade ettiği üzere, gerçek hak sahibinin mutlak hakkına öncelik vermek yerine, önceki tescile tecavüz ederek sağlanmış sonraki tescillere öncelik verecek bir yorum ve uygulama yapmaktadır. Bu yorum ve uygulama, sistematik olarak 556 sayılı KHK'ya aykırı ve hatalıdır. 556 sayılı KHK'nın "Marka tescilinden doğan hakların kapsamı" kenar başlığını taşıyan Madde 9 hükmünün 1.fıkrası aynen şöyledir: "Marka 373

412 Fethi MERDİVAN tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir. Marka sahibi aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep edebilir." 556 sayılı KHK'nın 9. maddesi gereğince bir markanın sahibinin izni olmadan başkası tarafından 556 sayılı KHK'nın 9. Maddesinin birinci fıkrasının a, b ve c bentlerinde ön görülen model ve ikinci fıkrasında açıklandığı şekilde kullanılması marka hakkına tecavüz teşkil etmektedir. Hükümde, marka sahibinin engelleyebileceği eylemleri gerçekleştiren kişinin (mütecavizin) bir marka sahibi olup olmaması arasında bir ayrım yapılmamıştır. Her hal ve koşulda marka sahibinin ihlal teşkil eden fiillerin önlenmesini talep edebileceği ifade edilmiştir. Hatta anılan hükme gün ve 5833 sayılı Yasanın 1.maddesiyle ilk düzenlemede yer almayan "Marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir." ibaresinin eklenmesi suretiyle, marka sahibinin hakkının mutlak karakteri öncekinden daha baskın biçimde vurgulanmıştır. Şu hale göre marka koruması isteyen kişi gibi, mütecaviz olduğu ileri sürülen kişinin de bir marka tescilinin olduğu hallerde sorun, anılan hükümle de ortaya konulan tescilde öncelik hakkı ve gerçek hak sahipliği ilkeleri birlikte göz önüne alınarak değerlendirilip çözümlenmelidir. Böyle bir durumda anılan hükümlerin ortaya koyduğu ilkeler ve 556 sayılı KHK'nın 9.madde hükmü uyarınca; a) Şayet mütecaviz olduğu ileri sürülen sonraki tarihli marka sahibi davalı gerçek hak sahibi ise, önceki tescil sahibinin açtığı dava reddedilmelidir. Bu gerçek hak sahipliğinin sağladığı hukuki korumanın sonucudur. Yukarıda da ifade edildiği üzere Yargıtay bu ilkeyi doğru ve istikrarlı biçimde uygulamaktadır. Böyle bir durumda anılan hükümlerin ortaya koyduğu ilkeler ve 556 sayılı KHK'nın 9.madde hükmü uyarınca; 374

413 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı a) Şayet mütecaviz olduğu ileri sürülen sonraki tarihli marka sahibi davalı gerçek hak sahibi ise, önceki tescil sahibinin açtığı dava reddedilmelidir. Bu gerçek hak sahipliğinin sağladığı hukuki korumanın sonucudur. Yukarıda da ifade edildiği üzere Yargıtay bu ilkeyi doğru ve istikrarlı biçimde uygulamaktadır b) Aynı şekilde anılan hüküm gereğince, gerçek hak sahipliği de bulunan önceki tarihli tescil sahibinin, sonraki tescil sahibi mütecavize karşı açtığı kullanımın önlenmesi istemli dava da kabul edilmelidir. Çünkü gerçek hak sahipliği ve tescilin sağladığı mutlak hak, sonraki tescile göre öncelik taşır. Sonraki marka sahibinin de terkine kadar marka ile ilgili bir mutlak haktan yararlanıyor olması, önceki marka sahibinin mutlak hakkını ortadan kaldırmaz. Bu yönde bir sorgulama dahi yapılmaz. Zira gerçek hak sahibinin kullanım ve tescille doğan mutlak hakkı, davalının sonraki tarihli tescili ile sona ermeyeceği gibi; sağladığı hakların kapsamı da daralmaz. Aksini kabul, öncelik ve gerçek hak sahipliği ilkelerini anlamsız kılar. Önceki marka hakkı sahibinin hakkının ileri sürülmesinin, davalı markasının terkini şartına tabi tutulması, öncelikli tescil sahibine sağlanan korumayı kağıt üzerinde bırakır. Gerçekte ise bu hak, asla ileri sürülemez. İşte Yargıtay, korumaya ilişkin hükmün bu hukuki sonucunu hatalı olarak, tam aksi yönde uygulamaktadır. Gerçek hak sahibinin önceki tarihli tescili ile sonraki tescilin birlikte mevcut olduğu ve önceki hak sahibinin sonraki tescil sahibinin kullanımının durdurulmasını istediği hallerde, hangi tescile öncelik verileceği; bu durumda marka hakkına tecavüzün önlenmesine karar verilip verilemeyeceği konusu, 556 sayılı 375

414 Fethi MERDİVAN KHK'nın mehazı olan düzenlemelere sahip Avrupa Birliği ülkelerinde de tartışılmıştır. Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) gün ve C sayılı kararıyla böyle bir durumda, önceki tescil sahibinin marka tescilinden doğan haklarını, sonraki marka sahibine karşı ileri sürebileceğini, bunun için sonraki markanın tescilinin hükümsüz kılınmasının gerekmediğini ve hatta sonraki tescil sahibinin kötüniyetli olmasının da icap etmediğini içtihat etmiştir. ABAD aynı ilkeye ilk olarak, tasarımlarla ilgili olarak tesis ettiği kararında işaret etmiştir. (ABAD'ın gün ve C sayılı kararı). Zaten ABAD son kararında ilk kararına referans vermiştir. Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) gün ve C sayılı kararıyla böyle bir durumda, önceki tescil sahibinin marka tescilinden doğan haklarını, sonraki marka sahibine karşı ileri sürebileceğini, bunun için sonraki markanın tescilinin hükümsüz kılınmasının gerekmediğini ve hatta sonraki tescil sahibinin kötüniyetli olmasının da icap etmediğini içtihat etmiştir. ABAD aynı ilkeye ilk olarak, tasarımlarla ilgili olarak tesis ettiği kararında işaret etmiştir. (ABAD'ın gün ve C sayılı kararı). Zaten ABAD son kararında ilk kararına referans vermiştir. Anılan kararlar, Birlik Hukuku gereği Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yargı mercileri bakımından uyulması zorunlu bir yorum kararıdır. ABAD'ın anılan kararının ülkemiz ve mahkemelerimiz için hukuki yönden bağlayıcı olmadığı ileri sürülebilir. Bu görüş kısmen doğrudur. Elbette anılan kararın ülkemiz ve mahkemeleri için doğrudan bağlayıcılığı yoktur. Ancak unutulmamalıdır ki anılan karar, ülkemizde yürürlükte bulunan 556 sayılı KHK'nın mehazını oluşturan ve tamamen aynı biçim ve nitelikteki düzenlemelere göre tesis edilmiştir. 376

415 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı 556 sayılı KHK'nın uygulanmasında, mehazı olan Birlik Hukukunun ve anılan hukukun yorumlanmasında en yüksek yargı mercii olan ABAD'ın içtihatlarının benimsenmesi, aslında hem 556 sayılı KHK'nın çıkarılmasına dayanak oluşturan 4113 sayılı Yetki Kanununun ve hem de 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararı ile tarafı bulunduğumuz Roma Sözleşmesi'nin gereğidir. Zira anılan düzenlemeler Türkiye'de, AB ile eş düzeyde bir uygulama ve korumayı hedeflemektedir. Bu nedenle anılan uygulama ve kararların tamamen göz ardı edilmesi, mevcut 556 sayılı KHK hükümlerinin -tıpkı yargılama konusu olayda olduğu gibi- yanlış yorumlanması ve uygulanmasını beraberinde getirecektir. ABAD'ın anılan kararından sonra ülkemizde de bununla ilgili ve anılan kararla paralel sonuç doğuran olumlu bir gelişme olmuştur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tasarımlarla ilgili olarak gün ve E.2013/11-209, K.2013/399 sayılı kararıyla, aynı ilkeyi ortaya koyan ABAD'ın gün ve C-488/10 sayılı kararıyla uyumlu bir karar tesis ederek hukukumuzda yeni ufuklar açmış ve Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin aksi yöndeki görüşünü reddetmiştir. ABAD'ın anılan kararından sonra ülkemizde de bununla ilgili ve anılan kararla paralel sonuç doğuran olumlu bir gelişme olmuştur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tasarımlarla ilgili olarak gün ve E.2013/11-209, K.2013/399 sayılı kararıyla, aynı ilkeyi ortaya koyan ABAD'ın gün ve C-488/10 sayılı kararıyla uyumlu bir karar tesis ederek hukukumuzda yeni ufuklar açmış ve Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin aksi yöndeki görüşünü reddetmiştir. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi kararlarında 556 sayılı KHK'nın 39 ve 40. madde hükümlerine de istinat etmiştir. Fakat anılan hükümlerin de gerçek hak sahipliğini ve öncelikli tescilin korunmasına ilişkin 556 sayılı KHK'nın diğer 377

416 Fethi MERDİVAN hükümleriyle birlikte ve bir bütün olarak göz önüne alınarak yorumlanması gerekmektedir. Anılan hükümler, gerçek hak sahibinin tescilinin hukuki etkisinin başvuru tarihinden itibaren doğacağına işaret etmektedir. Yoksa mütecaviz konumunda olanların tescillerinin, gerçek hak sahiplerinin önceki tescillerine tercih edileceğine veya mütecavizlerin eylemlerinin hukuka uygun hale geleceğine değil. Gerçek hak sahipliği de olan marka sahiplerini korumak için kesin ve emredici hükümler sevkini zorunlu gören kanun koyucunun, bunun tam aksine mütecavizlerin eylemlerinin hukuka uygunluğuna imkan sağlayan bir yasa hükmünü yürürlüğe koyması zaten mümkün değildir. 556 sayılı KHK'nın 39 ve 40.madde hükümleri de gerçek hak sahipliğini koruyan hükümlerdir. Yoksa gerçek ve öncelikli hak sahibinin mutlak hakkını, sonraki mütecavizin tesciline göre geri plâna itmeyi gerektiren hükümler değildir. SADECE HAKSIZ REKABETE DAYALI DAVA AÇILMASI YOLUNUN KULLANILMASI SORUNU ÇÖZER Mİ? Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararları uyarınca, öteden beri bir tanıtım işaretini tescilsiz marka olarak kullanan hak sahiplerinin, mütecavizlere karşı açacağı haksız rekabete dayalı tecavüzün men ve ref ine ilişkin davalarda da, yukarıdaki hukuka aykırı aynı sakıncaları beraberinde getirecektir. Zira mütecaviz, gerçek hak sahibinin tescilsiz kullandığı işaretin tescili için bir marka başvurusu yaptığında, tıpkı tescilli marka sahibi gibi aynı akıbete uğrayacaktır. Dolayısıyla cevap: hayır! «Mütecavizin marka tescil başvurusunu bekleyelim, başvuru tescil edilirse davayı reddedelim" anlayışı doğru değildir. Yargısal yetkisi bulunmayan TPE'deki görevlilerin -tescile yönelik- tasarrufu mahkeme kararının hukuka uygunluğunu 378

417 Marka Hakkına Tecavüz Davası Tescilli Marka veya Marka Tescil Başvurusu Bulunduğu Savunması ve Yargıtay Uygulaması Marka Hakkının Kapsamı ortadan kaldıramayacak ve yargılamanın uyuşmazlığı sona erdiren kararının akıbetini değiştiremeyecektir. Aksi hâlde yargılama makamlarının kararlarının mukadderatı, idarî kurumların şu veya bu saikle verdiği kararların sonucuna bağlanmış olur ki bu kabul edilemez. Zira bu sonuç, yargı yetkisinin devri sonucunu doğurur. Oysa hukuk devletinde mahkemeler, kendilerine intikal eden hukuki uyuşmazlıklar hakkında -şu veya bu sebeple öteleme yapmaksızın- bugün bir karar verirler; anılan karar kesinleşir ve diğer idari makamlar bu kararlara uygun idari işlem tesis ederler. Zira 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 138 ve devamı madde hükümlerinde emredici nitelikte olan bu ilke ortaya konulmuştur. Oysa hukuk devletinde mahkemeler, kendilerine intikal eden hukuki uyuşmazlıklar hakkında -şu veya bu sebeple öteleme yapmaksızın- bugün bir karar verirler; anılan karar kesinleşir ve diğer idari makamlar bu kararlara uygun idari işlem tesis ederler. Zira 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 138 ve devamı madde hükümlerinde emredici nitelikte olan bu ilke ortaya konulmuştur. Dinlediğiniz için teşekkürler Fethi MERDİVAN Ankara 2.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Hâkimi 379

418 Fethi MERDİVAN 380

419 RECENT DECISIONS OF THE TURKISH COURT OF CASSATION CONCERNING TRADEMARK LAW MARKA HUKUKUNA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI Levent YAVUZ ABSOLUTE AND RELATIVE GROUNDS FOR REFUSAL OR INVALIDITY & SERIAL TRADEMARK EXCEPTION HÜKÜMSÜZLÜK DAVALARINDA MUTLAK VE NİSPİ RET NEDENLERİ & SERİ MARKA İSTİSNASI Developed by Turkish Case Law in the light of; Aşağıdaki ilkeler ışığında geliştirilen Türk İçtihat Hukuku; Honest Concurrent Use of trademarks, ( Dürüst Kullanım ) Acquired Rights (Doctrine of acquiescence), ( Kazanılmış Haklar ) Balance of Convenience and Legal Interests ( Hak ve Menfaatler Dengesi ) on the identical or confusingly similar trademarks registered by different undertakings Judge Member of the 11 th Chamber of Court of Cassation / Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Üyesi 381

420 Levent YAVUZ CASE (2004/ /317) Background : a) Claimant s word mark : ECE (registered in 1989) ECE (Davacının 1989 da tescil edilen kelime markası b) Defendant s trademark: ECE + Crown(device) (registered first in 1994) (Davalının İlk kez 1994 te tescil edilen Ece + Taç Şekli markası ) 1994 TR 2000/28457 TR 2000/

421 Marka Hukukuna İlişkin Yargıtay Kararları CASE (2004/ /317) ECE + Crown (device) + Ecelady (registered in 2000) TR 2000/28457 ECE (1989) v. ECE + Crown (device) + Ecetoff (registered in 2000) TR 2000/28458 Decree Law No. 556 Pertaining to the Protection of Trademarks (in force as from June 27, 1995) ABSOLUTE Grounds for Refusal for Registration of a Trademark Article 7/1-(b) Trademark identical or confusingly similar with which cannot be distinguished from a trademark registered earlier or with an earlier filing date for registration in respect of an identical or same type of product or services shall not be registered as a trademark RELATIVE Grounds for Refusal for Registration of a Trademark Article 8/1-(b) If because of its identity with or similarity to a COUNCIL REGULATION (EC) No: 207/2009 on the Community Trade mark Article 8- Relative Grounds for Refusal 1- Upon opposition by the proprietor of an earlier trade mark, the trade mark applied shall not be registered: (a) if it is identical with the earlier trade mark and the goods or services for which registration is applied for are identical with the goods or services for which the earlier trade mark is protected; (b) if because of its identity with or similarity to the earlier trade mark and the identity or 383

422 Levent YAVUZ trademark which has an earlier application date or a registered trademark and because of the identity or similarity of the goods and services covered by the trademarks there exists a likelihood of confusion on the part of the public and the likelihood of confusion includes the likelihood of association with the registered trademark or with the trademark which has an earlier application date shall not be registered. similarity of the goods or services covered by the trademarks there exists a likelihood of confusion on the part of the public in the territory in which the earlier trade mark is protected; the likelihood of confusion includes the likelihood of association with the earlier trade mark. INVALIDITY Article 42- A registered trademark shall be declared invalid by the court in the following cases; a)where in breach of Article 7, (However, in the action regarding well-known trademark as specified subparagraph (i) of Article 7 has to be instituted within 5 years from date of registration. If there is bad faith time limit shall not apply.) b) where in breach of Article 8, CASE (2004/ /317) a) Parties both have the right over ECE sign because of their earlier trademarks registered in 1989 and 1994, (Tarafların 1989 ve 1994 tarihlerinde tescil edilen markalarına dayalı olarak ECE kelimesi üzerinde marka hakkı sahipliği) b) No conflict between the parties (from 1994 to 2004), (1994 ten 2004 e kadar taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık çıkmaması) c) Honest concurrent use, ( eş zamanlı ve dürüstçe kullanım) d) Acquired rights, (kazanılmış haklar) e) Legal interests of the parties.(taraflar arasındaki hak ve menfaatler dengesi) 384

423 Marka Hukukuna İlişkin Yargıtay Kararları CASE (2004/ /317) Defendant s aim (by registering the later trademarks and in 2000) a) creating a likelihood of confusion & unfair competition with the Claimant s trademark ECE? OR b) creating serial trademarks in good will, maintaining the identity of first trademark registered in 1994? Davalının 2000 yılında Ecelady ve Ecetoff markalarını tescil ettirmesindeki amacı: a) davalının ECE markası ile iltibas tehlikesi ve haksız rekabet yaratılması mı? b) yoksa önceki markanın asli unsurunun korunduğu seri markalar yaratmak mı? 1994 TR2000/28457 TR2000/28458 SERIAL TRADEMARKS or NOT? SERİ MARKA MI? DEĞİL Mİ? 385

424 Levent YAVUZ CASE (2004/ /317) HONEST CONCURRENT USE (EŞZAMANLI ve DÜRÜST KULLANIM) Parties both might innocently use competing marks on similar goods and services for a long period of time. (Tarafların tescilli markalarını aynı piyasada uzunca bir süredir benzer mal ve hizmetler üzerinde dürüstçe kullanımı) The criteria of honest concurrent use, Dürüst kullanımın ölçütleri; length of use, (i) kullanım süresi,) coverage of use (area), (ii)coğrafi kullanım alanı,) degree of confusion (intensive or not), (iii) iltibas derecesi yoğun veya değil) perception of the average consumer (iv)ortalama tüketicinin algılaması) CASE (2004/ /317) SERIAL TRADEMARKS as series of marks, look like / similar to each other as to their basic elements of sign, (asli unsuru bakımından birbirinin aynısı ya da benzeri olan markalar serisi) differ only as to elements which are not substantially affecting the main identity of the trademark. (sadece markanın temel kimliğini etkilemeyen unsurlarda farklılık) 386

425 Marka Hukukuna İlişkin Yargıtay Kararları 1994 TR2000/28457 TR2000/28458 SERIAL TRADEMARKS or NOT? LIABILTY OF INTERNET SERVICE PROVIDER İNTERNET SERVİS SAĞLAYICISININ SORUMLULUĞU LANCÔME V. ( CASE (2009/ /41) Decree Law No. 556 Pertaining to the Protection of Trademarks (in force as from June 27, 1995) * INFRINGEMENT Article 61- Following shall be considered infringement of a trademark, a. violations of Article 9, b. use of the same or confusingly similar trademark without the consent of the proprietor of the trademark, c. where being aware or should be aware that the trademark plagiarized, to sell, to distribute or to put to commercial use or to 387

Türk-Alman Anonim Şirketler ve Sermaye Piyasası Hukuku nda ve Sigorta Hukuku nda Güncel Gelişmeler Sempozyumları. 19-20 Haziran 2014

Türk-Alman Anonim Şirketler ve Sermaye Piyasası Hukuku nda ve Sigorta Hukuku nda Güncel Gelişmeler Sempozyumları. 19-20 Haziran 2014 Türk-Alman Anonim Şirketler ve Sermaye Piyasası Hukuku nda ve Sigorta Hukuku nda Güncel Gelişmeler Sempozyumları 19-20 Haziran 2014 Internationale Symposien zu aktuellen Entwicklungen im türkischen und

Detaylı

Bald komm ich in die Schule. Anregungen zur Vorbereitung auf die Schule für Kinder und Eltern

Bald komm ich in die Schule. Anregungen zur Vorbereitung auf die Schule für Kinder und Eltern Bald komm ich in die Schule Anregungen zur Vorbereitung auf die Schule für Kinder und Eltern 1 Liebes Kind, Anna und ihre Freunde freuen sich auf die Schule! Sie zeigen dir hier, was sie schon alles können.

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 10 u 10 geçiyor. Almanya yı kurtarmak için 120 dakikan ve üç canın var. Komisere güvenebilir misin?

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 10 u 10 geçiyor. Almanya yı kurtarmak için 120 dakikan ve üç canın var. Komisere güvenebilir misin? Bölum 03 Kant Sokağı na giderken Anna Kant Sokağı na doğru yola çıkar, ancak yolu bilmediği için adresi sormak zorunda kalır. Siyah kasklı motosikletliler yeniden ortaya çıktığında ve ona ateş ettiklerinde

Detaylı

İş E-Posta. E-Posta - Giriş. Son derece resmi, alıcının ismi yerine kullanılabilecek bir ünvanı var ise. Resmi, erkek alıcı, bilinmeyen isim

İş E-Posta. E-Posta - Giriş. Son derece resmi, alıcının ismi yerine kullanılabilecek bir ünvanı var ise. Resmi, erkek alıcı, bilinmeyen isim - Giriş Türkçe Almanca Sayın Başkan, Sehr geehrter Herr Präsident, Son derece resmi, alıcının ismi yerine kullanılabilecek bir ünvanı var ise Sayın yetkili, Resmi, erkek alıcı, bilinmeyen isim Sayın yetkili,

Detaylı

HSK Unterricht in Heimatlicher Sprache und Kultur Ana dili ve Kültür Dersleri

HSK Unterricht in Heimatlicher Sprache und Kultur Ana dili ve Kültür Dersleri Amt für Volksschule HSK Unterricht in Heimatlicher Sprache und Kultur Ana dili ve Kültür Dersleri Informationsflyer mit Anmeldeformular Deutsch Türkisch Başvuru Formları ile Birlikte Bilgi broşürü Almanca

Detaylı

Science Bridging Nations. www.deutsch-tuerkisches-wissenschaftsjahr.de www.turk-alman-bilimyili.com.tr

Science Bridging Nations. www.deutsch-tuerkisches-wissenschaftsjahr.de www.turk-alman-bilimyili.com.tr Science Bridging Nations Science Bridging Nations: Das Deutsch-Türkische Jahr der Forschung, Bildung und Innovation 2014 2014 ist das Deutsch-Türkische Jahr der Forschung, Bildung und Innovation eine gemeinsame

Detaylı

Radio D Teil 1. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Ders 19 Sahtekarlık ortaya çıkar

Radio D Teil 1. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Ders 19 Sahtekarlık ortaya çıkar Ders 19 Sahtekarlık ortaya çıkar Tarladakı esrarengiz şekilleri çiftçiler yapmış olsalar da, UFOların varlığına inanır. ve köylülerle konuşmak için köy birahanesine giderler. ve buğday tarlalarındaki şekillerle

Detaylı

VORSCHAU. Önsöz. zur Vollversion

VORSCHAU. Önsöz. zur Vollversion Önsöz Bu kitap, Almanca dersinin yanı sıra gramer açıklamaları ve alıştırmalarına ihtiyaç duyan temel seviyedeki Almanca öğrencileri için hazırlanmıştır. Kitaptaki örnek ve alıştırmalarda kullanılan kelimeler

Detaylı

Almanca aile birleşimi sınavı dört bölümdür: 1-Dinleme, 2-Okuma, 3-Yazma, 4-Konuşma

Almanca aile birleşimi sınavı dört bölümdür: 1-Dinleme, 2-Okuma, 3-Yazma, 4-Konuşma Almanca aile birleşimi sınavı dört bölümdür: 1-Dinleme, 2-Okuma, 3-Yazma, 4-Konuşma ALMANYA VİZESİ İÇİN GEREKLİ, AİLE BİRLEŞİMİ YAPACAKLARIN ALMANCA SINAVI SORU ÖRNEKLERİ KONUŞMA BÖLÜMÜ (SPRECHEN): Almanca

Detaylı

Mehrsprachiger Elternabend

Mehrsprachiger Elternabend Mehrsprachiger Elternabend zum Zweitspracherwerb Ein Beispiel aus dem Regionalen Bildungs- und Beratungszentrum Hamburg Wilhelmsburg Standort Krieterstraße 1 Wie helfe ich meinem Kind dabei, in der deutschen

Detaylı

telc Türkisch-Zertifikate: Für alle, die mehr können www.telc.net

telc Türkisch-Zertifikate: Für alle, die mehr können www.telc.net telc Türkisch-Zertifikate: Für alle, die mehr können www.telc.net B1 Okul sınavı hiç de zor değildi. Yakında B2 Okul sınavına da girmek istiyorum. Alina Çelebcigil, hat mit Erfolg die Prüfung telc Türkçe

Detaylı

GÜÇ KOŞULLARDAKİ BİREYLERİ DESTEKLEME DERNEĞİ (GÜÇKOBİR) (Supporting Association for the Individuals in Difficult Condition)

GÜÇ KOŞULLARDAKİ BİREYLERİ DESTEKLEME DERNEĞİ (GÜÇKOBİR) (Supporting Association for the Individuals in Difficult Condition) GÜÇ KOŞULLARDAKİ BİREYLERİ DESTEKLEME DERNEĞİ (GÜÇKOBİR) (Supporting Association for the Individuals in Difficult Condition) [EKİM 2013]SINCE 2002 Unser Verein wurde 2002 zur Unterstützung von Kindern

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat dakikan ve iki canın var, ve biri seni tanıyor.

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat dakikan ve iki canın var, ve biri seni tanıyor. Bölüm 06 Kırmızılı Kadın Anna panayırda kendisiyle 1961 yılında arkadaş olduğunu iddia eden bir kadınla karşılaşır. Ayrıca kırmızılı bir kadının kendisini takip ettiği haberini alır. Anna yı her köşede

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11.05. Görevini tamamlamak için 65 dakikan var.

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11.05. Görevini tamamlamak için 65 dakikan var. Bölüm 14 Gelecek Đçin Geçmişe Anna zaman makinesini bulur ve teröristlerin tarihi bir olayı silmek istediklerini öğrenir. Ama hangi olayı? Oyuncu onu 1961 yılına gönderir. Sadece 60 dakikası vardı. Rahibe

Detaylı

Başvuru Motivasyon Mektubu / Ön Yazı

Başvuru Motivasyon Mektubu / Ön Yazı - Giriş Sayın Yetkili, Resmi, erkek alıcı, bilinmeyen isim Sayın Yetkili, Resmi, bayan alıcı, bilinmeyen isim Sayın Yetkili, Resmi, bilinmeyen alıcı ismi ve cinsiyeti Sehr geehrter Herr, Sehr geehrte Frau,

Detaylı

Başvuru Motivasyon Mektubu / Ön Yazı

Başvuru Motivasyon Mektubu / Ön Yazı - Giriş Sehr geehrter Herr, Resmi, erkek alıcı, bilinmeyen isim Sehr geehrte Frau, Resmi, bayan alıcı, bilinmeyen isim Sehr geehrte Damen und Herren, Resmi, bilinmeyen alıcı ismi ve cinsiyeti Sayın Yetkili,

Detaylı

Die alttürkische Xuanzang-Biographie V

Die alttürkische Xuanzang-Biographie V VERÖFFENTLICHUNGEN DER SOCIETAS URALO-ALTAICA Herausgegeben von Cornelius Hasselblatt und Klaus Röhrborn Band 34 Xuanzangs Leben und Werk Herausgegeben von Alexander Leonhard Mayer und Klaus Röhrborn Teil

Detaylı

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 02 Firarda

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 02 Firarda Bölüm 02 Firarda Anna komiserin sorularını yanıtlar, ama sorgulama motosiklet gürültüsü ve silah sesleriyle bölünür. Anna kaçar ve müzik kutusunun üzerinde bir adres keşfeder. Bu ipucu ona yardımcı olacak

Detaylı

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 26 Zaman Deneyleri

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 26 Zaman Deneyleri Bölüm 26 Zaman Deneyleri Anna şimdiki zamana dönünce Paul ile birlikte zaman makinesini bloke etmeye çalışır. Ama bunun için gerekli şifreyi bilmiyordur. Anna müziği takip eder ve kırmızılı kadın ortaya

Detaylı

T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZÎ ORTAK SINAVI

T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZÎ ORTAK SINAVI ALMANCA 2016 A SORU SAYISI : 20 T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZÎ ORTAK SINAVI 24 KASIM 2016 Saat: 11.20 Adı ve

Detaylı

T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZÎ ORTAK SINAVI (MAZERET)

T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZÎ ORTAK SINAVI (MAZERET) ALMANCA 2016 A SORU SAYISI : 20 T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZÎ ORTAK SINAVI (MAZERET) 18 ARALIK 2016 Saat:

Detaylı

3. Neujahrsball der Deutsch-Türkischen Wirtschaft. Alman- Türk Ekonomisinin 3. Yeni Yıl Balosu

3. Neujahrsball der Deutsch-Türkischen Wirtschaft. Alman- Türk Ekonomisinin 3. Yeni Yıl Balosu 3. Neujahrsball der Deutsch-Türkischen Wirtschaft Alman- Türk Ekonomisinin 3. Yeni Yıl Balosu 14.01.2012 3. Neujahrsball der Deutsch-Türksichen Wirtschaft am 14.01.2012 / Türk-Alman Ekonomisi nin 3. Yeni

Detaylı

http://www.an-online.de/news/wirtschaft-detail-an/1884995?_link=&skip=&_g=deutsch-tuerkischer- Wirtschaftstag-lotet-Chancen-aus.

http://www.an-online.de/news/wirtschaft-detail-an/1884995?_link=&skip=&_g=deutsch-tuerkischer- Wirtschaftstag-lotet-Chancen-aus. Pressemeldungen vom 28.-29.11.2011 http://www.an-online.de/news/wirtschaft-detail-an/1884995?_link=&skip=&_g=deutsch-tuerkischer- Wirtschaftstag-lotet-Chancen-aus.html Deutsch-türkischer Wirtschaftstag

Detaylı

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 25 Đşler sarpa sarıyor

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 25 Đşler sarpa sarıyor Bölüm 25 Đşler sarpa sarıyor Zaman daralıyordur ve Anna 9 Kasım 2006 ya dönmek için Paul a veda etmek zorundadır. Özel görevini tamamlamak için sadece 5 dakikası vardır. Bu yetecek midir? Oyuncu Anna ya

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım 1989, akşam saat Görevini tamamlamak için 15 dakikan kaldı. Ama hala dikkatli olmak zorundasın.

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım 1989, akşam saat Görevini tamamlamak için 15 dakikan kaldı. Ama hala dikkatli olmak zorundasın. Bölüm 24 Zaman Geçiyor Anna 1961 yılında sakladığı metal kutuyu bulur ama kutu paslandığı için açamaz. Açmayı başardığında içinde eski bir anahtar bulur. Bu, sırrın anahtarı mıdır? Zaman su gibi akıp gider

Detaylı

Der kleine Hase möchte lesen lernen

Der kleine Hase möchte lesen lernen Der kleine Hase möchte lesen lernen Der kleine Hase kann nicht lesen. Er will es aber lernen. Doch wie lernt man lesen? Er geht zum dicken Bären, der in einem Baum lebt. Der kleine Hase fragt den dicken

Detaylı

bab.la Cümle Kalıpları: Kişisel Dilekler Almanca-Türkçe

bab.la Cümle Kalıpları: Kişisel Dilekler Almanca-Türkçe Dilekler : Evlilik Herzlichen Glückwunsch! Für Euren gemeinsamen Lebensweg wünschen wir Euch alle Liebe und alles Glück dieser Welt. Tebrikler. Dünyadaki tüm mutluluklar üzerinizde olsun. Yeni evli bir

Detaylı

Kontakt / Temas. Interkulturelles Netzwerk für Krebstherapie: - Türkisch / Deutsch Kültürler arası kanser tedavi ağı. - Türkçe / Almanca -

Kontakt / Temas. Interkulturelles Netzwerk für Krebstherapie: - Türkisch / Deutsch Kültürler arası kanser tedavi ağı. - Türkçe / Almanca - Parkplätze im Parkhaus O10 vorhanden. Sie erreichen uns mit den Buslinien 281, 20, 25 und 5 (Verbindung zu den Bahnhöfen Dammtor und Hauptbahnhof). Park yerleri park binası O10 da mevcuttur. 281, 20, 25

Detaylı

Radio D Teil 1. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Ders 26 Ayhan a veda

Radio D Teil 1. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Ders 26 Ayhan a veda Ders 26 a veda Üzücü bir haber: Türkiye ye taşınacağı için Radio D ye veda eder. Radio D çalışanları a bir sürpriz hazırladıkları halde, veda eğlencesi neşeli geçmez. sabah büroya geldiğinde bir parti

Detaylı

bab.la Cümle Kalıpları: Kişisel Dilekler Türkçe-Almanca

bab.la Cümle Kalıpları: Kişisel Dilekler Türkçe-Almanca Dilekler : Evlilik Tebrikler. Dünyadaki tüm mutluluklar üzerinizde olsun. Herzlichen Glückwunsch! Für Euren gemeinsamen Lebensweg wünschen wir Euch alle Liebe und alles Glück dieser Welt. Yeni evli bir

Detaylı

TÜRKISCH. NIE MEHR SPRACHLOS! Zeigebilder: praktisch beim Einkaufen Umgangssprache: extra Slang-Kapitel Tipps: Fettnäpfchen vermeiden

TÜRKISCH. NIE MEHR SPRACHLOS! Zeigebilder: praktisch beim Einkaufen Umgangssprache: extra Slang-Kapitel Tipps: Fettnäpfchen vermeiden SPRACHFÜHRER TÜRKISCH NIE MEHR SPRACHLOS! Zeigebilder: praktisch beim Einkaufen Umgangssprache: extra Slang-Kapitel Tipps: Fettnäpfchen vermeiden Mit SPICKZETTEL für den Geldbeutel In Zusammenarbeit mit

Detaylı

Schuljahr. Herkunftssprache Türkisch

Schuljahr. Herkunftssprache Türkisch / Schule / Name Schuljahr Allgemeine Arbeitshinweise Trage bitte auf diesem Blatt und auf deinen Arbeitspapieren deine Schule und deinen Namen ein. Kennzeichne bitte deine Entwurfsblätter (Kladde) und

Detaylı

Bald komm ich in die Schule. Yakında Okula Başlıyorum

Bald komm ich in die Schule. Yakında Okula Başlıyorum Bald komm ich in die Schule ist der Text: Yakında Okula Başlıyorum ald komme ich in die Schule ϝ ΧΩ ϑϭ γ Ύ Α ϳέ ϗ Δ γέω ϣ ϟ ϝ ΧΩ Δ γέω ϣ ϟ ϑϭ γ Ύ Α ϳέ ϗ nregungenanregungen zur Vorbereitung auf die Schule

Detaylı

Ich bin ein Baum, einer von in dieser Stadt. Jeder einzelne von uns ist wertvoll. Ben bir ağacım, bu şehirdeki değerli ağaçtan biriyim.

Ich bin ein Baum, einer von in dieser Stadt. Jeder einzelne von uns ist wertvoll. Ben bir ağacım, bu şehirdeki değerli ağaçtan biriyim. Ich bin ein Baum, einer von 80.000 in dieser Stadt. Jeder einzelne von uns ist wertvoll. Ich schütze dich vor Straßenlärm, Staub, Wind und Regen. Deshalb brauche ich deine besondere Aufmerksamkeit! Ben

Detaylı

HERE COMES THE SUN. 6. September bis 31. Oktober 2010 Uferhallen, Berlin-Wedding

HERE COMES THE SUN. 6. September bis 31. Oktober 2010 Uferhallen, Berlin-Wedding HERE COMES THE SUN Eine Ausstellung für Energieforscher, Sonnenanbeter und Lichtscheue ab 7 Jahren, Familien und Schulklassen im Wissenschaftsjahr 2010 Die Zukunft der Energie 6. September bis 31. Oktober

Detaylı

Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan Weil Başkanlığındaki Türkiye Ekonomi Heyeti (Ankara, Konya, Istanbul) 4. 9. Mayıs 2014 Kayıt Formu

Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan Weil Başkanlığındaki Türkiye Ekonomi Heyeti (Ankara, Konya, Istanbul) 4. 9. Mayıs 2014 Kayıt Formu Anmeldung zur Teilnahme an der Wirtschaftsdelegationsreise unter Leitung von Ministerpräsident Stephan Weil in die Türkei (Ankara, Konya, Istanbul), 4. 9. Mai 2014 Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11 e 10 var. 60 dakikan ve bir canın kaldı.

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11 e 10 var. 60 dakikan ve bir canın kaldı. Bölüm 11 Fast Food Anna Paul e yemek sırasında esrarengiz Çözüm bölünmede, müziği takip et! mesajından söz ettiğinde, Paul tehlikeyi sezer ve Anna yı Rahip Kavalier e gönderir. Ama bu iz doğru mudur? Paul

Detaylı

BÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE!

BÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! B KİTAPÇIK TÜRÜ T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF ALMANCA 2015 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZİ ORTAK SINAVI 26 KASIM 2015 Saat: 11.20

Detaylı

CÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE!

CÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! C KİTAPÇIK TÜRÜ T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF ALMANCA 2015 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZİ ORTAK SINAVI 26 KASIM 2015 Saat: 11.20

Detaylı

AÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE!

AÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! A KİTAPÇIK TÜRÜ T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF ALMANCA 2015 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZİ ORTAK SINAVI 26 KASIM 2015 Saat: 11.20

Detaylı

Yurt dışı eki tarihli Alman çocuk parası başvurusu için Anlage Ausland zum Antrag auf deutsches Kindergeld vom

Yurt dışı eki tarihli Alman çocuk parası başvurusu için Anlage Ausland zum Antrag auf deutsches Kindergeld vom Başvuran kişinin soyadı ve adı Name und Vorname der antragstellenden Person Çocuk parası No. F K Kindergeld-Nr. Yurt dışı eki tarihli Alman çocuk parası başvurusu için Anlage Ausland zum Antrag auf deutsches

Detaylı

AÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE!

AÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! A KİTAPÇIK TÜRÜ T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF 2015 8. SINIF 2. DÖNEM DERSİ MERKEZİ ORTAK (MAZERET) SINAVI 17 MAYIS 2015 Saat: 11.20 Adı ve

Detaylı

Auswandern Studieren. Studieren - Universität. Angeben, dass man sich einschreiben will. ders almak istiyorum.

Auswandern Studieren. Studieren - Universität. Angeben, dass man sich einschreiben will. ders almak istiyorum. - Universität Ich möchte mich an der Universität einschreiben. Angeben, dass man sich einschreiben will Bir üniversiteye kaydolmak istiyorum. Ich möchte mich für den anmelden. Angeben, dass man sich für

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 10 u 20 geçiyor. iki canın ve 95 dakikan var. Mesaj ne anlama geliyor?

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 10 u 20 geçiyor. iki canın ve 95 dakikan var. Mesaj ne anlama geliyor? Bölüm 05 Tanışıyor muyuz? Anna müzik kutusunu tamir etmesi için saatçiye götürür. Ama bu Paul Winkler için işin ötesinde bir anlam taşıyordur. Anna yi eskiden tanıdığını iddia eder. Ama nasıl olur? Anna

Detaylı

AÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE!

AÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! A KİTAPÇIK TÜRÜ T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF ALMANCA 2015 8. SINIF 2. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZİ ORTAK SINAVI 30 NİSAN 2015 Saat: 11.20

Detaylı

Tavsiyeniz için 60, EUR ya varan primler. Arkadaşınıza tavsiye edin ve primlerden faydalanın

Tavsiyeniz için 60, EUR ya varan primler. Arkadaşınıza tavsiye edin ve primlerden faydalanın Tavsiyeniz için 60, ya varan primler Arkadaşınıza tavsiye edin ve primlerden faydalanın 2 3 Dost tavsiyesi Dosta tavsiye size prim Size tavsiyemiz: Bizi tavsiye edin. Eş, dost, akraba, arkadaş ve iş arkadaşlarınıza

Detaylı

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 22 Harekete Geç

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 22 Harekete Geç Bölüm 22 Harekete Geç Anna 1989 yılınin Berlin ine gönderilir. Orada duvar yıkıldığı için büyük sevinç yaşanıyordur. Anna insan kalabalıklarının arasından geçerek kutuyu almak zorundadır. Bunu başarabilecek

Detaylı

Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan Weil Başkanlığındaki Türkiye Ekonomi Heyeti (Ankara, Konya, Istanbul) 4. 9. Mayıs 2014 Kayıt Formu

Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan Weil Başkanlığındaki Türkiye Ekonomi Heyeti (Ankara, Konya, Istanbul) 4. 9. Mayıs 2014 Kayıt Formu Anmeldung zur Teilnahme an der Wirtschaftsdelegationsreise unter Leitung von Ministerpräsident Stephan Weil in die Türkei (Ankara, Konya, Istanbul), 4. 9. Mai 2014 Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan

Detaylı

Almanca yapısal kalıp kavram sözlüğü Deutsches Konjunktionen Wörterbuch [Mevlüt Baki Tapan]

Almanca yapısal kalıp kavram sözlüğü Deutsches Konjunktionen Wörterbuch [Mevlüt Baki Tapan] 0 2015 Mevlüt Baki Tapan. Tüm hakları saklıdır. Bu ekitap, Mevlüt Baki Tapan (yazar) tarafından publitory.com da yaratılmış ve yazarın kendisi tarafından Creative Commons Attribution- NonCommercial-NoDerivs

Detaylı

Wir verstehen uns gut Spielerisch Deutsch lernen

Wir verstehen uns gut Spielerisch Deutsch lernen Elke Schlösser Wir verstehen uns gut Spielerisch Deutsch lernen Methoden und Bausteine zur Sprachförderung für deutsche und zugewanderte Kinder als Kindergarten und Grundschule Ökotopia Verlag, Münster,

Detaylı

Herzlich willkommen! - Hoş geldin! ÜBUNGEN / ALIŞTIRMALAR. Ergänze den Dialog! / Diyaloğu tamamla!

Herzlich willkommen! - Hoş geldin! ÜBUNGEN / ALIŞTIRMALAR. Ergänze den Dialog! / Diyaloğu tamamla! 4. UNGEN / ALIŞTIRMALAR Ergänzungsübungen / Boşluk doldurmaca M1 Ergänze den Dialog! / Diyaloğu tamamla! A: geht Ihnen? B: Danke, geht es gut. Und? A:, mir geht auch. A: geht dir? B: Danke, geht es gut.

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11 e 20 var. 70 dakikan ve bir canın kaldı. Acele etmen gerekiyor. Seni kim takip ediyor?

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11 e 20 var. 70 dakikan ve bir canın kaldı. Acele etmen gerekiyor. Seni kim takip ediyor? Bölüm 09 Eksik Đpuçları Anna tiyatrodan kaçar ama kırmızılı kadın onu Paul un dükkanına kadar takip eder. Heidrun un yardımı sayesinde Anna tekrar kaçabilir. Şimdi elinde yapbozun bir parçası vardır, ama

Detaylı

Başvuru Referans Mektubu

Başvuru Referans Mektubu - Giriş Sayın Yetkili, Resmi, erkek alıcı, bilinmeyen isim Sayın Yetkili, Resmi, bayan alıcı, bilinmeyen isim Sayın Yetkili, Resmi, bilinmeyen alıcı ismi ve cinsiyeti Sehr geehrter Herr, Sehr geehrte Frau,

Detaylı

Marie hat Heimweh. Sevgi evini özler

Marie hat Heimweh. Sevgi evini özler Marie und Charly Da kommt ein anderer kleiner Marienkäfer vorbei. Er hat auch einen Malkasten und einen Pinsel und trägt eine viel zu große Mütze. Er sagt zu Marie: Hallo Marie. Ich bin Charly und ein

Detaylı

Runder Tisch deutscher und türkischer Redakteure in Rhein-Main

Runder Tisch deutscher und türkischer Redakteure in Rhein-Main Runder Tisch deutscher und türkischer Redakteure in Rhein-Main Nicht übereinander reden, sondern miteinander arbeiten Projektkoordinator: Erhard Brunn Lessingstr. 7 60323 Frankfurt Tel: 069-26 49 67 12

Detaylı

Başvuru Referans Mektubu

Başvuru Referans Mektubu - Giriş Sehr geehrter Herr, Resmi, erkek alıcı, bilinmeyen isim Sehr geehrte Frau, Resmi, bayan alıcı, bilinmeyen isim Sehr geehrte Damen und Herren, Resmi, bilinmeyen alıcı ismi ve cinsiyeti Sayın Yetkili,

Detaylı

FLASHBACK: Die Kantstraße? Mädchen, die ist im Westen, verstehen Sie? Da können Sie jetzt nicht hin.

FLASHBACK: Die Kantstraße? Mädchen, die ist im Westen, verstehen Sie? Da können Sie jetzt nicht hin. Bölüm 16 Eski Tanıdıklar Anna 1961 yılında da silahlı motosikletliler tarafından takip edilir. Bu tehlikeli durumda tanımadığı bir kadın Anna ya yardım eder. Ama kadın bunu neden yapar? Anna ona güvenebilir

Detaylı

Offenbarung in Christentum und Islam

Offenbarung in Christentum und Islam Interkulturelle und interreligiöse Symposien der Eugen-Biser-Stiftung 5 Offenbarung in Christentum und Islam Bearbeitet von Prof. Dr. Richard Heinzmann, Prof. Dr. Mualla Selçuk 1. Auflage 2011. Taschenbuch.

Detaylı

Das Abitur am Istanbul Lisesi

Das Abitur am Istanbul Lisesi Das Abitur am Istanbul Lisesi Bedeutung des Abiturs Abitur un Anlamı Zeitplan für die Qualifikationsphase 11.ve 12.sınıflar için zaman planı Notensystem - Notenberechnung Not sistemi - Not hesaplanması

Detaylı

AÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE!

AÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! A KİTAPÇIK TÜRÜ T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF ALMANCA 2016 8. SINIF 2. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZÎ ORTAK SINAVI (MAZERET) 15 MAYIS 2016 Saat:

Detaylı

Das Abitur am Istanbul Lisesi

Das Abitur am Istanbul Lisesi Das Abitur am Istanbul Lisesi Bedeutung des Abiturs Abitur un Anlamı Zeitplan für die Qualifikationsphase 11.ve 12.sınıflar için zaman planı Notensystem - Notenberechnung Not sistemi - Not hesaplanması

Detaylı

Junis putzt zweimal am Tag seine Zähne. Aber warum?, fragt er seine Mutter. Mama erklärt ihm: Alle Menschen müssen Zähne putzen, ansonsten werden die Zähne krank. Sie können kleine Löcher kriegen und das

Detaylı

Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan Weil Başkanlığındaki Türkiye Ekonomi Heyeti (Ankara, Konya, Istanbul) 4. 9. Mayıs 2014 Kayıt Formu

Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan Weil Başkanlığındaki Türkiye Ekonomi Heyeti (Ankara, Konya, Istanbul) 4. 9. Mayıs 2014 Kayıt Formu Anmeldung zur Teilnahme an der Wirtschaftsdelegationsreise unter Leitung von Ministerpräsident Stephan Weil in die Türkei (Ankara, Konya, Istanbul), 4. 9. Mai 2014 Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan

Detaylı

ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER YÜKSEKOKULU YABANCI DİL (ALMANCA) YETERLİK SINAVI A

ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ YABANCI DİLLER YÜKSEKOKULU YABANCI DİL (ALMANCA) YETERLİK SINAVI A DNN MENDERES ÜNİVERSİTESİ YBNCI DİLLER YÜKSEKOKULU YBNCI DİL (LMNC) YETERLİK SINVI DI SOYDI FKÜLTE / YÜKSEKOKUL : ÖĞRENCİ NO GENEL ÇIKLMLR VE SINVL İLGİLİ KURLLR 1. Bu soru kitapçığının türü dır. Bunu

Detaylı

HAMDİ ŞAHİN EINE NEUE GRABINSCHRIFT AUS SELEUKEIA AD CALYCADNUM. aus: Epigraphica Anatolica 39 (2006) 117 120. Dr. Rudolf Habelt GmbH, Bonn

HAMDİ ŞAHİN EINE NEUE GRABINSCHRIFT AUS SELEUKEIA AD CALYCADNUM. aus: Epigraphica Anatolica 39 (2006) 117 120. Dr. Rudolf Habelt GmbH, Bonn HAMDİ ŞAHİN EINE NEUE GRABINSCHRIFT AUS SELEUKEIA AD CALYCADNUM aus: Epigraphica Anatolica 39 (2006) 117 120 Dr. Rudolf Habelt GmbH, Bonn EINE NEUE GRABINSCHRIFT AUS SELEUKEIA AD CALYCADNUM * Im Rahmen

Detaylı

TD-IHK Türkisch-Deutsche Industrie- und Handelskammer. Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası TD-IHK

TD-IHK Türkisch-Deutsche Industrie- und Handelskammer. Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası TD-IHK TD-IHK Türkisch-Deutsche Industrie- und Handelskammer Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası TD-IHK PREMIUM Die Türkisch-Deutsche Industrie- und Handelskammer Auf Grundlage eines Protokolls zwischen den beiden

Detaylı

6 EKİM 1964 MANYAS DEPREMİ ESNASİNDA ZEMİNDE MEYDANA GELEN TANSİYON ÇATLAKLARI ERDBEBENSPALTEN IM DER GEGEND VON MANIAS IN NORDWEST-ANATOLIEN

6 EKİM 1964 MANYAS DEPREMİ ESNASİNDA ZEMİNDE MEYDANA GELEN TANSİYON ÇATLAKLARI ERDBEBENSPALTEN IM DER GEGEND VON MANIAS IN NORDWEST-ANATOLIEN 6 EKİM 1964 MANYAS DEPREMİ ESNASİNDA ZEMİNDE MEYDANA GELEN TANSİYON ÇATLAKLARI ERDBEBENSPALTEN IM DER GEGEND VON MANIAS IN NORDWEST-ANATOLIEN İhsan KETÎN Istanbul Teknik Üniversitesi, Maden Fakültesi 6

Detaylı

Auswandern Studieren. Studieren - Universität. Bir üniversiteye kaydolmak istiyorum. Angeben, dass man sich einschreiben will

Auswandern Studieren. Studieren - Universität. Bir üniversiteye kaydolmak istiyorum. Angeben, dass man sich einschreiben will - Universität Bir üniversiteye kaydolmak istiyorum. Angeben, dass man sich einschreiben will ders almak istiyorum. Angeben, dass man sich für einen anmelden möchte lisans seviyesinde lisans üstü seviyesinde

Detaylı

Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan Weil Başkanlığındaki Türkiye Ekonomi Heyeti (Ankara, Konya, Istanbul) 4. 9. Mayıs 2014 Kayıt Formu

Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan Weil Başkanlığındaki Türkiye Ekonomi Heyeti (Ankara, Konya, Istanbul) 4. 9. Mayıs 2014 Kayıt Formu Anmeldung zur Teilnahme an der Wirtschaftsdelegationsreise unter Leitung von Ministerpräsident Stephan Weil in die Türkei (Ankara, Konya, Istanbul), 4. 9. Mai 2014 Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Stephan

Detaylı

TED KDZ EREĞLİ KOLEJİ VAKFI ÖZEL ORTAOKULU 5.SINIFLAR ALMANCA ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI

TED KDZ EREĞLİ KOLEJİ VAKFI ÖZEL ORTAOKULU 5.SINIFLAR ALMANCA ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI EYLÜL V.HAFTA EYLÜL IV. HAFTA TED KDZ EREĞLİ KOLEJİ VAKFI ÖZEL ORTAOKULU 5.SINIFLAR ALMANCA ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI Araç -Guten Tag! Situationsangemessene Sich Begrüßen Situationsangemessene,

Detaylı

Zukunft durch Ausbildung

Zukunft durch Ausbildung Zukunft durch Ausbildung Aktionsplan der Arbeitsminister der Republik Türkei und des Landes Nordrhein-Westfalen Gelecek için Meslek Eğitimi T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve Kuzey Ren Vestfalya

Detaylı

Geschäftskorrespondenz

Geschäftskorrespondenz - Einleitung Deutsch Türkisch Sehr geehrter Herr Präsident, Sayın Başkan, Sehr formell, Empfänger hat einen besonderen Titel, der anstelle seines Namens benutzt wird Sehr geehrter Herr, Formell, männlicher

Detaylı

Persönliche Korrespondenz Brief

Persönliche Korrespondenz Brief - Adresse Herrn Peter Müller Falkenstraße 28 20140 Hamburg land Standard-Adressenformat in land: Straße + Hausnummer, Postleitzahl + Stadt, Land Sayın Ahmet Koril, Kalapak A.Ş. Kadife sokak no:17 34705,

Detaylı

Persönliche Korrespondenz Brief

Persönliche Korrespondenz Brief - Adresse Sayın Ahmet Koril, Kalapak A.Ş. Kadife sokak no:17 34705, Bostancı, Kadıköy, İstanbul Standard-Adressenformat in land: Straße + Hausnummer, Postleitzahl + Stadt, Land Herrn Peter Müller Falkenstraße

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin, 9 Kasım, sabah saat 10. Berlin e hoşgeldin. Kahramanın kim olsun? Berlin e hoşgeldin. Kahramanın kim olsun?

COMPUTER: Mission Berlin, 9 Kasım, sabah saat 10. Berlin e hoşgeldin. Kahramanın kim olsun? Berlin e hoşgeldin. Kahramanın kim olsun? Bölüm 01 Kötü Uyanış Anna nın görevi Almanya yı bir felaketten korumak. Bilmeceyi çözmek ve kim olduğu bilinmeyen motosikletli adamlara dikkat etmek zorunda. 130 dakika zamanı var. Ama ilk ipucu nerede?

Detaylı

Migrationstrends hochqualifizierter Türkeistämmiger

Migrationstrends hochqualifizierter Türkeistämmiger Tagungsdokumentation: Migrationstrends hochqualifizierter Türkeistämmiger TAGUNGSDOKUMENTATION Migrationstrends hochqualifizierter Türkeistämmiger Almanya daki Türkiye Kökenli Kalifiye Personelin Göç Eğilimi

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11. Sadece 60 dakikan kaldı, ve ek bir canın yok.

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11. Sadece 60 dakikan kaldı, ve ek bir canın yok. Bölüm 13 - Đlahi Yardım Kilise bilgi toplamak için dogru mekana benzer. Rahip Anna ya melodiyi anlatır ve bunun bir zaman makinesinin anahtarı olduğunu söyler. Ama nasil bir makineden söz ediyordur? Anna

Detaylı

DÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE!

DÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! D KİTAPÇIK TÜRÜ T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 8. SINIF ALMANCA 2015 8. SINIF 1. DÖNEM ALMANCA DERSİ MERKEZİ ORTAK SINAVI 26 KASIM 2015 Saat: 11.20

Detaylı

Offener Brief von Kadir Ugur, CEO BENTOUR REISEN, an den türkischen Minister für Kultur und Tourismus Mahir Ünal

Offener Brief von Kadir Ugur, CEO BENTOUR REISEN, an den türkischen Minister für Kultur und Tourismus Mahir Ünal Offener Brief von Kadir Ugur, CEO BENTOUR REISEN, an den türkischen Minister für Kultur und Tourismus Mahir Ünal Zürich 07.03.2016 Sehr geehrter Herr Kultur und Tourismus Minister Mahir Ünal, vor ca. 4

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah, saat dakikan ve iki canın kaldı. Ayrıca sana yardım

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah, saat dakikan ve iki canın kaldı. Ayrıca sana yardım Bölüm 07 Meçhul Düşman Anna motosikletlilerden kurtulmak için bir variété tiyatrosuna saklanır. Orada Heidrun la karşılaşır ve Komiser Ogur dan RATAVA nın kendisini takip ettiğini öğrenir. Oyuncu Anna

Detaylı

Emekli Hocamız Prof. Dr. Melikşah YILDIRIM a Armağanımızdır.

Emekli Hocamız Prof. Dr. Melikşah YILDIRIM a Armağanımızdır. Emekli Hocamız Prof. Dr. Melikşah YILDIRIM a Armağanımızdır. ' Prof. Dr. Melikşah YILDIRIM (1949 - ) / SERİ CİLT SAYI SERIES a VOLÜME *q NUMBER ^ -jq q q SERIE M BAND HEFT 1, y y y SERIE TOME FASCICULE

Detaylı

DEUTSCHLAND UND DIE TÜRKEI AKTUELLE ASPEKTE DEUTSCH TÜRKISCHER WISSENSCHAFSKOOPERATION / TÜRK ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNİN GÜNCEL KONULARI

DEUTSCHLAND UND DIE TÜRKEI AKTUELLE ASPEKTE DEUTSCH TÜRKISCHER WISSENSCHAFSKOOPERATION / TÜRK ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNİN GÜNCEL KONULARI AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ AVRUPA BİRLİĞİ ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ AKVAM ve FRIEDRICH EBERT STIFTUNG DERNEĞİ FES DEUTSCHLAND UND DIE TÜRKEI AKTUELLE ASPEKTE DEUTSCH TÜRKISCHER WISSENSCHAFSKOOPERATION /

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat dakikan ve bir canın kaldı.

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat dakikan ve bir canın kaldı. Bölüm 12 Kilise Müziği Anna nın 65 dakikası vardır. Kilisede müzik kutusunun, orga ait eksik bir parça olduğunu keşfeder. Kırmızılı kadın gelir ve ondan bir anahtar ister. Ama nasıl bir anahtar? Kilise

Detaylı

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 19 Soğuk Savaş ta Aşk

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 19 Soğuk Savaş ta Aşk Bölüm 19 Soğuk Savaş ta Aşk Sadece 40 dakika: Anna ve Paul kırmızılı kadından kaçarlar ve Batı Berlin e gelirler. Paul Anna ya aşkını ilan ederek durumu daha da komplike hale getirir. Bu bir şans mıdır,

Detaylı

Forum Demenz / Alzheimer Wie gehe ich damit um? Sylvia Kern, Geschäftsführerin 1

Forum Demenz / Alzheimer Wie gehe ich damit um? Sylvia Kern, Geschäftsführerin 1 Forum Demenz / Alzheimer Wie gehe ich damit um? Sylvia Kern, Geschäftsführerin 1 Sylvia Kern, Geschäftsführerin 2 Bakım uygun olmalı herkes için Kültüre uygun yaşlılar bakımı ile ilgili bilgilendirme günü

Detaylı

Bu dersimizde Bayan Graf bir eğitim kursuna gitmek istiyor. Bu konuyu bir arkadaşıyla görüşüyor.

Bu dersimizde Bayan Graf bir eğitim kursuna gitmek istiyor. Bu konuyu bir arkadaşıyla görüşüyor. Der Computer-Kurs Bu dersimizde Bayan Graf bir eğitim kursuna gitmek istiyor. Bu konuyu bir arkadaşıyla görüşüyor. 2/5 Frau Graf: Ist das Ihre Zeitung? Könnte ich die kurz haben? Herr Müller: Ja, gern.

Detaylı

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11 e çeyrek var. 65 dakikan ve bir canın kaldı.

COMPUTER: Mission Berlin. 9 Kasım, sabah saat 11 e çeyrek var. 65 dakikan ve bir canın kaldı. Bölüm 10 Çıkmaz Sokakta Oyuncu 13 Ağustos 1961 in Berlin Duvarı nın inşaat tarihi olduğunu, 9 Kasım 1989 un da duvarın yıkıldığı gün olduğunu ortaya çıkarır. Özel görev bu iki tarihle yakından alakalıdır.

Detaylı

İçindekiler. Çözüm Anahtarı... 102 Sözcük Listesi... 103. Copyright 2002 Max Hueber Verlag. ISBN 3 19 007470 4, 1. Auflage 1.

İçindekiler. Çözüm Anahtarı... 102 Sözcük Listesi... 103. Copyright 2002 Max Hueber Verlag. ISBN 3 19 007470 4, 1. Auflage 1. 1 Guten Tag oder Hallo!... 6 Merhaba! 2 Wer ist der Herr da rechts?... 10 Sağdaki bey kim? 3 Kennen Sie unsere Familie?... 14 Ailemizi tanıyor musunuz? 4 Haben Sie kein Auto?... 21 Arabanız yok mu? 5 Wie

Detaylı

Auswandern Dokumente. Dokumente - Allgemeines. Dokumente - Persönliche Informationen. Fragen wo man ein Formular findet

Auswandern Dokumente. Dokumente - Allgemeines. Dokumente - Persönliche Informationen. Fragen wo man ein Formular findet - Allgemeines Wo kann ich das Formular für finden? Fragen wo man ein Formular findet Wann wurde ihr [Dokument] ausgestellt? Fragen wann ein Dokument ausgestellt wurde Wo wurde Ihr [Dokument] ausgestellt?

Detaylı

Kişisel hesap müşterek hesap Çocuk hesabı döviz hesabı kurumsal hesap öğrenci hesabı Aylık kesintiler var mı? Fragen, ob für das Konto monatliche Gebü

Kişisel hesap müşterek hesap Çocuk hesabı döviz hesabı kurumsal hesap öğrenci hesabı Aylık kesintiler var mı? Fragen, ob für das Konto monatliche Gebü - Allgemeines [ülke] sınırları içinde para çekersem komisyon ücreti öder miyim? Fragen, ob Gebühren anfallen, wenn man in einem bestimmten Land Geld abhebt Başka bankamatikleri kullanırsam ne kadar komisyon

Detaylı

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 04 Uyarı Sinyalleri

Mission Berlin. Deutsch lernen und unterrichten Arbeitsmaterialien. Bölüm 04 Uyarı Sinyalleri Bölüm 04 Uyarı Sinyalleri Anna Kant Sokağı nda bir saatçi bulur. Ama dükkan kapalıdır. Dükkanın sahibinin bir kafede olduğunu öğrenir. Birbirlerini tanıyor gibidirler. Anna nın 100 dakikası kalmıştır.

Detaylı

24) a) helfe b) teile c) behandle d) greife

24) a) helfe b) teile c) behandle d) greife 1. 20. sorularda, cümlelerde boş bırakılan yerlere uygun düşen sözcük ya da ifadeyi bulunuz 1) Ich möchte gerne wissen, es hier auch Sprachkurse gibt. a) wohin b) ob c) dass d) wenn 2) Meine Eltern haben

Detaylı

Yaşamın Sonunda İnterkültürel Bağlamda Etik Kararlar

Yaşamın Sonunda İnterkültürel Bağlamda Etik Kararlar Deutscher Ethikrat Yaşamın Sonunda İnterkültürel Bağlamda Etik Kararlar Almanya ve Türkiye deki Yaklaşımlar Ethische Entscheidungen am Lebensende im interkulturellen Kontext Deutsche und türkische Perspektiven

Detaylı

[ülke] sınırları içinde para çekersem komisyon ücreti öder miyim? Fragen, ob Gebühren anfallen, wenn man in einem bestimmten Land Geld abhebt

[ülke] sınırları içinde para çekersem komisyon ücreti öder miyim? Fragen, ob Gebühren anfallen, wenn man in einem bestimmten Land Geld abhebt - Allgemeines [ülke] sınırları içinde para çekersem komisyon ücreti öder miyim? Fragen, ob Gebühren anfallen, wenn man in einem bestimmten Land Geld abhebt Başka bankamatikleri kullanırsam ne kadar komisyon

Detaylı

Toplum ve işhayatında avantajlar - İlk dilini iyi bilen başka dilleri öğrenmek için iyi bir temel atmiş olur (almanca ve yabancı dil).

Toplum ve işhayatında avantajlar - İlk dilini iyi bilen başka dilleri öğrenmek için iyi bir temel atmiş olur (almanca ve yabancı dil). Türkce / Türkisch Anadillerde ders (Heimatliche Sprache und Kultur HSK) Velâyet sahibleri ve veliler icin bilgiler Almanca diline destek, çok dilliliğin ve kültürlerarası yetkinin geliştirilmesi devlet

Detaylı

www.kwr.at KARASEK WIETRZYK Rechtsanwälte GmbH Türkei - Türkiye Kompetenz in Wirtschaft und Recht. Hukukta ve İş Dünyasında Yetkindir.

www.kwr.at KARASEK WIETRZYK Rechtsanwälte GmbH Türkei - Türkiye Kompetenz in Wirtschaft und Recht. Hukukta ve İş Dünyasında Yetkindir. KARASEK WIETRZYK Rechtsanwälte GmbH Türkei - Türkiye Kompetenz in Wirtschaft und Recht. Hukukta ve İş Dünyasında Yetkindir. KARASEK WIETRZYK Rechtsanwälte GmbH Die Kanzlei am Puls der Zeit KWR Karasek

Detaylı

Çalısma Yönergeleri. Umfrage: Frag deine Klassenkameraden und kreuz an! Anket: Sınıf arkadaşlarına sor ve işaretle.

Çalısma Yönergeleri. Umfrage: Frag deine Klassenkameraden und kreuz an! Anket: Sınıf arkadaşlarına sor ve işaretle. Çalısma Yönergeleri Antworte auf die Fragen! Bilde Komposita! Bilde Nomen und Verben! Bilde Sätze! Bilde W-Fragen! Dein Partner liest- du schreibst ins Heft. Du hörst die Wörter / den Text zweimal. Ergänze

Detaylı

Antrag auf Erteilung/Verlängerung einer/eines İlk izin / Uzatma başvurusu

Antrag auf Erteilung/Verlängerung einer/eines İlk izin / Uzatma başvurusu Der Antrag ist auf Deutsch und leserlich auszufüllen: Başvuru Almanca ve okunaklı olarak doldurulmalıdır: Antrag auf Erteilung/Verlängerung einer/eines İlk izin / Uzatma başvurusu Aufenthaltserlaubnis

Detaylı

Smartphone-Funktionen

Smartphone-Funktionen Smartphone-Funktionen 1 2 3 4 15 1 1 14 13 12 5 8 9 10 11 22 21 20 18 19 1. Ohrhörer 2. Kopfhöreranschluss 3. Display 12. Senden/Antworten 13. Menü/Linksauswahl 14. USB-Anschluss 4. Messaging/Menü Bildlauf

Detaylı

ALMAN-TÜRK-1. Burada yaşadıklarım. Was ich hier erlebt habe. Projektzeitung der deutsch-türkischen Jugendbegegnung

ALMAN-TÜRK-1. Burada yaşadıklarım. Was ich hier erlebt habe. Projektzeitung der deutsch-türkischen Jugendbegegnung ALMAN-TÜRK-1 Projektzeitung der deutsch-türkischen Jugendbegegnung Alman-Türk gençlik buluşmasının proje gazetesi Burada yaşadıklarım Ahmet (2. v. rechts) spielt mit seinen neuen Freunden. / Ahmet (Sağdan

Detaylı