TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI"

Transkript

1 ISSN: TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI JOURNAL OF TURKOLOGY RESEARCH uluslararası hakemli dergi international peer reviewed journal Yılda iki sayı yayımlanır. Biannual 15. Yıl/Year 28. Sayı/Volume 2010-Güz/Autumn

2 ISSN: TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI JOURNAL OF TURKOLOGY RESEARCH uluslararası hakemli dergi international peer reviewed journal Yılda iki sayı yayımlanır. Biannual 15. Yıl/Year 28. Sayı/Volume Niğde 2010-Güz/Autumn

3 Sahibi ve Editörü Founding and Editor Prof. Dr. Nâzım Hikmet POLAT Yazı İşleri Müdürü Editorial Assistant Öğr. Gör. Ramis KARABULUT Düzenleme Technical Editor Doç. Dr. Hikmet KORAŞ Haberleşme/Communication Ramis KARABULUT Sırasöğütler Mah. Çevreyolu Aydoğdu Ap. Kat: 2, Nu. 2 Bor-NİĞDE (0 388) , (0 388) ISSN: Baskı/Printing Bizim Büro Mat. Demirtepe-ANKARA (0 312) / Ağ Adresi/Web Address Banka Hesap Nu. Bank Account Number Garanti Bankası/Bank Niğde Şubesi/Branch Hikmet KORAŞ TR TÜBAR ın tarandığı dizinler TÜBAR is indexed and abstracted by CSA Sociological Abstracts EBSCO Academic Complete Search LLBA Linguistics and Language Behavior Abstracts MLA Modern Language Association ULAKBİM-Sosyal Bilimler Veri Tabanı UPD (Ulrich s Periodicals Directory) Danışma ve Yayım Kurulu Advisory-Editorial Board Prof. Dr. İ. Hakkı AKSOYAK (Gazi Üni.) Prof. Dr. Şerif AKTAŞ (Gazi Üni.) Prof. Dr. Erman ARTUN (Çukurova Üni.) Prof. Dr. Nazan BEKİROĞLU (Karadeniz Teknik Üni.) Prof. Dr. Bernt BRENDEMOEN (Oslo Üni.) Prof. Dr. Mustafa DENKTAŞ (Akdeniz Üni.) Prof. Dr. Osman HORATA (Hacettepe Üni.) Prof. Dr. Şakir İBRAYEV (Kazakistan Hoca Ahmet Yesevi Üni.) Prof. Dr. Mainz JOHANNES (Gutenberg Üni.) Prof. Dr. Larz JOHANSON (Gutenberg Üni.) Prof. Dr. Olcobay KARATAYEV (Kırgız Yusuf Balasagun Millî Dev. Üni.) Prof. Dr. M. Fatih KÖKSAL (Ahi Evran Üni.) Prof. Dr. Bulat KUMEKOV (Kazakistan İlimler Aka.) Prof. Dr. Richard LEE (Sociology SUNY-Binghamton) Prof. Dr. Muhsin MACİT (Anadolu Üni.) Prof. Dr. Anvar MOKAYEV (Kırgız-Türk Manas Üni.) Prof. Dr. Abdımelik NİSANBAYEV (Kazakistan İlimler Aka.) Prof. Dr. Nâzım Hikmet POLAT (Gazi Üni.) Prof. Dr. Claus SCHÖNİG (Institüt für Turkologie) Prof. Dr. Kubat TABALDİYEV (Kırgızistan İlimler Aka.) Prof. Dr. Kâmil VELİYEV (Azerbaycan İlimler Aka.) Doç. Dr. Hikmet KORAŞ (Niğde Üni.) Doç. Dr. Nikolay NİKOV (Sofya Üni.) Doç. Dr. Bayram ÜNAL (Fernand Braudel Center, SUNY-B (Niğde Üni.) Yrd. Doç. Dr. Ahmet KÖKDEMİR (Ondokuz Mayıs Üni.) Yrd. Doç. Dr. Burhan PAÇACIOĞLU (Cumhuriyet Üni.)

4

5 Doç. Dr. Fatma AÇIK (Gazi Üni.) Prof. Dr. İ. Hakkı AKSOYAK (Gazi Üni.) Prof. Dr. Şerif AKTAŞ (Gazi Üni.) Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN (Selçuk Üni.) Prof. Dr. Mehmet AYDIN (Ondokuz Mayıs Üni.) Doç. Dr. Gıyasettin AYTAŞ (Gazi Üni.) Doç. Dr. Ahmet BOZDOĞAN (Cumhuriyet Üni.) Prof. Dr. İsmet CEMİLOĞLU (Gazi Üni.) Prof. Dr. Yakup ÇELİK (Yıldız Teknik Üni.) Prof. Dr. Hülya Kasapoğlu ÇENGEL (Gazi Üni.) Doç. Dr. Bekir ÇINAR (Niğde Üni.) Doç. Dr. Faruk ÇOLAK (Niğde Üni.) Doç. Dr. İbrahim DİLEK (Gazi Üni.) Prof. Dr. Abide DOĞAN (Hacettepe Üni.) Doç. Dr. Saime Selenge GÖKGÖZ (Hacettepe Üni.) Prof. Dr. Fazıl GÖKÇEK (Ege Üni.) Prof. Dr. İsmail GÖRKEM (Erciyes Üni.) Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN (Ege Üni.) Doç. Dr. Ülkü GÜRSOY (Gazi Üni.) Prof. Dr. Ö. Faruk HUYUGÜZEL (Doğu Akdeniz Üni.) Prof. Dr. H. Bayram KAÇMAZOĞLU (İnönü Üni.) Doç. Dr. Nesrin T. KARACA (Başkent Üni.) Doç. Dr. Zekeriya KARADAVUT (Akdeniz Üni.) Prof. Dr. Leyla KARAHAN (Gazi Üni.) Prof. Dr. Turan KARATAŞ (Karamanoğlu Mehmet Bey Üni.) Prof. Dr. Ahmet KARTAL (Dumlupınar Üni.) Prof. Dr. Ali İhsan KOLCU (Atatürk Üni.) 28. Sayının Hakemleri Referees Doç. Dr. Hikmet KORAŞ (Niğde Üni.) Prof. Dr. M. Fatih KÖKSAL (Ahi Evran Üni.) Prof. Dr. Alev KURU (Gazi Üni.) Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ (Gazi Üni.) Prof. Dr. Murat ÖZBAY (Gazi Üni.) Prof. Dr. Mustafa ÖZBALCI (Ondokuz Mayıs Üni.) Doç. Dr. Yıldıray ÖZBEK (Akdeniz Üni.) Prof. Dr. Besim ÖZCAN (Atatürk Üni.) Doç. Dr. Tarık ÖZCAN (Fırat Üni.) Prof. Dr. Vedat ÖZSOY (TOB Eko. ve Tekn. Üni.) Prof. Dr. Nâzım Hikmet POLAT (Gazi Üni.) Prof. Dr. Abdullah SAYDAM (Erciyes Üni.) Doç. Dr. Havva SELÇUK (Erciyes Üni.) Prof. Dr. Sedat SEVER (Ankara Üni.) Prof. Dr. Hatice ŞAHİN (Uludağ Üni.) Doç. Dr. Mustafa TALAS (Niğde Üni.) Prof. Dr. Adnan TEPECİK (Başkent Üni.) Prof. Dr. Kerim TÜRKMEN (Erciyes Üni.) Prof. Dr. Sema UĞURCAN (Marmara Üni.) Prof. Dr. Mehmet TÖRENEK (Atatürk Üni.) İngilizce metinler için English Manusicripts Editor Prof. Dr. Necdet OSAM (Doğu Akdeniz Üni.) 28. Sayı Yayın Tanıtım Editörleri Book Review Editors Doç. Dr. Bekir ÇINAR (Niğde Üni.) Doç. Dr. Faruk ÇOLAK (Niğde Üni.) Doç. Dr. Hikmet KORAŞ (Niğde Üni.)

6

7 İÇİNDEKİLER CONTENTS Nâzım H. POLAT Takdim 28- Doç. Dr. Ali AKAR Yrd. Doç. Dr. N. Durak AKSOY Dr. Halis Adnan ARSLANTAŞ Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER Yrd. Doç. Dr. İsrafil BABACAN Öğr. Gör. M. Ziya BAĞRIAÇIK Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKİ Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN Editorial 28- Lehçe Oluşma Şartları ve Evreleri Bakımından Eski Türkiye Türkçesi Old Turkey Turkish in Terms of the Formations and Steps of a Dialect Ulus, Ulusçuluk ve Ulus-Devlet Nation, Nationality and Nation-State Cumhuriyet Devri Ortaöğretimindeki Sanat Tarihi Müfredatının Değerlendirilmesi The Evaluation of Secondary School Art History Syllabus in the Republic Era Şeyh Galib in Gazellerinde Vâsûht Tarzı Aşkın İzleri The Reflections of Vâsûht Type of Love On Şeyh Gâlib s Ghazels Dîvan Şiirinde Anomilerin Temsiline Dair Bir Örnek: Dâstân-ı Giriftârî-i Zenbâre Be Dâm-ı Mekkâre An Example for the Representation of Anomies in Divan Poem: Dâstân-ı Giriftârîi Zenbâre Be Dâm-ı Mekkâre Saraybosna ve Anadolu daki Bazı Türkülerin Benzerlikleri Üzerine An Explanation about the Similarities of Some Anatolian and Sarajevo Folk Songs II. Meşrutiyet Döneminde İzmir de Çıkmış Olan Mizah Gazeteleri -Edeb Yahu- The Humor Gazettes Published in İzmir During the II Meşrutiyet Period-Edeb Yahu- Sayfa/Page

8 8 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ İçindekiler Prof. Dr. Yakup ÇELİK Okt. Dilek ÇETİNDAŞ Doç. Dr. Faruk ÇOLAK İmparatorluk Döneminde Denizciliğimiz: Ova dan Okyanusa Turgut Reis Our Maritime in The Imperial Era: The Captain Turgut, from Plain to Ocean Hüzünlü Bir Aşkın Biyografik Okuması: Şükûfe Nihal ve Yakut Kayalar The Biographic Reading of a Sad Love Affair: Şükûfe, Nihal and Yakut Kayalar Yerle İlgili Bazı Atasözleri ve Deyimlerin Mitolojik Bağlantısı The Mitological Relationship of Some Idioms and Proverbs with Place Names/ Ground Öğr. Gör. Pelin EKŞİ Türkiye de Nogayca Çalışmalarına Genel Bir Bakış A General Overview of the Published Articles on Nogai in Turkey Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER Esma Dumanlı KADIZADE İşgal Sonrası Bosna-Hersek te Göç Olgusunun Vatan Gazetesine Yansımaları The Reflections of Immigration in Bosnia and Herzegovina to the Vatan Newspaper after the Occupation Bir Eleştirmen Olarak Fethi Naci Fethi Naci as a Critic Dr. Yaşar KALAFAT Göklen Türkmenleri (=Türkmenistan) Halk İnançlarındaki Ölüm Temasına Dair Bazı Karşılaştırmalar Some Comparisons on the Death Theme in the Peoples Beliefs of Göklen Turkmen Yrd. Doç. Dr. Beyhan KANTER Prof. Dr. Remzi KILIÇ Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI Eylül Romanında Estetize Edilmiş Kimlikler The Aesthetized Identities in the Eylül Novel Kerkük ve Musul un Tarihî Coğrafyası The Historical Geography of Kerkük and Musul Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet ve Türklük Algısı Perceptions of Nationality and Being a Turk in the Elif Şafak s Novels

9 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İçindekiler 9 Yrd. Doç. Dr. Mehmet KURUDAYIOĞLU Arş. Gör. M. Sait TÜZEL Dr. Sedat MADEN Arş. Gör. Erhan DURUKAN Arş. Gör. Dr. Oğuz ÖCAL Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMİR Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMİZKAN Prof. Dr. Vahit TÜRK Yrd. Doç. Dr. Alptekin YAVAŞ 21. Yüzyıl Okuryazarlık Türleri, Değişen Metin Algısı ve Türkçe Eğitimi The Types of Literacy of the 21 st Century, Changing Text Comprehension and Turkish Teaching İstasyon Tekniğinin Yaratıcı Yazma Becerisi Kazandırmaya ve Derse Karşı Tutuma Etkisi The Effects of Station Technique on Creative Writing Ability and Its Attitudinal Effect on Turkish Lesson Varoluşsal Sorunlar, Birey ve Yeni Hayat The Problems of Existentiality, Individual and the New Life Yeni Kitab Dergisi Üzerine About Yeni Kitab Magazine Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri The Turkish Ocak of Ayvalık and Its Activities Lehistanlıların İstanbul da Lobi Faaliyetleri ve Kafkasya ya Lejyon Gönderme Girişimleri Polish Lobby Activities in Istanbul and their Efforts to Send Legions to the Caucasus Lehçeler Arası İlişkiler ve Oğuz Türkçesinde Bir Nevâî Eseri Inter Dialectics Connections and a Nevâî Work in the Oguz Turkish Anadolu Selçuklu Banilerinin Politik Yaşamlarıyla Mimari Faaliyetleri Arasındaki İlişkiler The Relationships between Political Life and Architectural Activities of Anatolian Seljuk Patronages

10 10TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ İçindekiler YAYIN TANITIM/BOOK REVIEW Yrd. Doç. Dr. Zeki CAN Sırat Köprüsü Sultan Galiyev Öğr. Gör. Ramis Anadolu ve Suriye de Seyahat Hatıraları KARABULUT Yrd. Doç. Dr. Salim Türkçenin Söz Dizimi KÜÇÜK Arş. Gör. Seda ÖZBEK Klasik Türk Edebiyatının Peşinden

11 TAKDİM (28) TÜBAR ve TÜRKLÜK BİLİMİ Uluslararası dergi olarak, TÜBAR, günden güne, Türkoloji çalışmalarındaki akademik yerini güçlendirmekte ve yayım kuruluna uluslararası akademisyenleri katmaktadır. Uluslararası altı dizin tarafından taranması, bu seviyenin göstergesidir. TÜBAR, aynı yolda artık son dönemece girmiş bulunuyor. Türklük Bilimi çalışmaları, bir bilim alanı olarak Avrupa da doğmuştu. İlk önemli merkez Fransa iken sonra Sovyetler Birliği öne çıktı. Almanya da hatırı sayılır çalışmalar yapıldı. Fakat II. Dünya Savaşı ndan özellikle 1960 lı yıllardan itibaren Türklük Biliminin merkezi Türkiye oldu. Bu çok iyi bir sonuç olmakla birlikte doğal, olması gereken bir sonuçtur da. Türkiye deki Türklük Bilimi çalışmaları, Sovyetler Birliği nin dağılışından sonra yeni bir aşamaya varmıştır. Daha önceleri çoğunlukla Batı Türklüğünün kültür hayatıyla uğraşan Türkiye Türkolojisi, bu yeni dönemde öncelikle mekânını genişletti. Daha sonra, uluslararası çalışma alanı durumuna gelmiştir. Peki, bugün Türklük Bilimi çalışmaları ne hâldedir? Bu soruyu hiç olmazsa on yılda bir sormak, durum muhasebesi yapmak gerekir. Dergimiz TÜBAR, bundan sonraki bir sayısını Türklük Bilimi nin sorunlarına ayırmak, teorik (kuramsal) meseleler üzerinde yoğunlaşmak arzusundadır. Daha güzel, daha olgun sayılarla buluşmak dileği ile Kasım Ankara Nâzım H. POLAT

12 12

13 EDITORIAL (28) TÜBAR and TURKOLOGY (as a SOCIAL SCIENCE) As an international publication our journal, TUBAR, strengthens it's scientific position in Turcology studies more and more and our editorial board becomes more international. Being indexed in six of the most prominent international indices in social sciences is an explicit sign of the prestigious level where we have been progressing for. Furthermore, TÜBAR has been moving forward in order to reach furthest prestigious level in indexing. Turkology as a scientific endeavor has been originated in Europe. The initial center was France then Russia became the center of Orientalist studies for long time. Additionally, considerable studies have been undertaken in Germany. But after World War II, especially after 1960s, the center for Turkology studies become Turkey. It was an inherent, thus, inevitable progress. Turkology studies in Turkey have been reached another phase right after the collapse of Russia. The Turkish Turkology that has been mostly dealing with the culture of the Western Turkics before has expanded the geographic interests in new era. Then, it becomes an international research field. Well, then in what state is the Turkology in today's Turkey? It is necessary to ask this question and to appraise the TUBAR in at least every other ten years Our Journal TÜBAR will devote one of the next issues to the development of Turkology as a social science, and to the theoretical and methodological challenges of Turkology in Turkey. Wishing the more competent and satisfactory issues in near future. November Ankara Nâzım H. POLAT

14 LEHÇE OLUŞMA ŞARTLARI VE EVRELERĐ BAKIMINDAN ESKĐ TÜRKĐYE TÜRKÇESĐ Doç. Dr. Ali AKAR * ÖZ: Bir konuşma dilinin yazı diline hâline gelebilmesi için çeşitli tarihî, coğrafi, dilbilimsel ve demografik şartların bir araya gelmesi gerekir. XIII. yüzyıldan başlayarak oluşmaya başlayan Eski Türkiye Türkçesi yazı dilinin gelişmesinde de bu süreçler yaşanmıştır. Oğuzların kitleler hâlinde Anadolu ya göçleri, Anadolu beylerinin Türkçeden yana siyasi destek ortaya koymaları, Arap alfabesinin Türkçenin fonetik sistemine uyarlanışı bu şartların temel esaslarını oluşturmuştur. Anahtar Sözcükler: Eski Türkiye Türkçesi Lehçe Oluşumu Yazı Dili-Konuşma Dili Đlişkileri Old Turkey Turkish in Terms of the Formations and Steps of a Dialect ABSTRACT: Various historical, geographical, linguistic and demographic variables must come together in spoken language for itself being upgraded to be converged in to a literary language. Through the development of the literary language based on the Old Turkish, these processes had taken place. The en masse migration of Oghuzs to Anatolia, political supports of Anatolian Beys about Turkish and adaptation of the Arabic alphabet in to Turkish phonetic had developed the context of formation. Key Words: The Old Turkey Turkish to form to constituted of a Dialect The Relationships between Literary Language and Spoken Language GĐRĐŞ Yazının keşfedilmediği zamanlarda insanlar gündelik iletişimlerini yalnızca söz ile yürütüyorlardı. Bugünkü şekliyle ekonomi, bürokrasi, eğitim gibi sosyal organizasyonlar bu çağlarda henüz oluşmamıştı. Đnsanoğlu tarih yolculuğunda avcılık, toplayıcılık, göçebelik gibi yaşam tarz- * Muğla Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. akar@mu.edu.tr

15 16 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Ali AKAR larından geçerek toprağı işlemeyi ve tarım yapmayı öğrendi. Yerleşik hayata geçmeyle birlikte artıkdeğer üretip zihinsel işlere de zaman ayırır oldu. Bu aşamada hayvanlarının sayısını hesaplamak, mevsimlerin seyrini takip etmek gibi gündelik pratik hesap işleri için ilkel rakamlar oluşturulmaya başladı. Artık, nesne ile onu dil dünyasında temsil eden işaretler bulunmuştu. Bu belki de insanlığın ilk zihinsel keşfiydi. Bu keşfin, başka bir deyişle zihinsel ve biyolojik gelişimin ilk somut semeresi yazı olmuştur. Sümerler, Mezopotamya da önce resim yazısı (piktogram)nı buldular, daha sonra bu yazıyı geliştirerek düşünce yazısı (ideogram)na geçtiler. Bu yazı sistemleri çağlar içinde evrilerek günümüzdeki modern fonetik alfabe dizgelerine ulaşıldı (Jean 2008: 14). Yazı sayesinde yeni bilgiler üretildi, paylaşıldı ve en önemlisi de bunlar kalıcı hâle getirilerek sonraki kuşaklara aktarıldı. Böylece uygarlığın yüzyıllar boyunca aşama aşama gelişmesine zemin hazırlanmış oldu. Uygarlık, bir bakıma harfler üzerinde kuruldu ve buradan yükseldi. Bu sırada bütün sosyal organizasyonların yürütülmesini ve sürekliliğini sağlayan devlet aygıtı da bir yazı dili oluşturma yoluna gitti. Đnsan uygarlığı geliştikçe diller içinde yeni diller, yani lehçe ve ağızlar oluşmaya başladı. Bu yazıda yukarıdaki perspektif ışığında Türkçenin önemli yazı dillerinden Oğuz Türkçesinin XIII. yüzyıldaki yazı dili olma macerası ele alınıp incelenecektir. 1. LEHÇELEŞME OLGUSU Dil, birey dili (dialekt), sınıf dili (sosyolekt) ve yazı dili (grafolekt) olarak üç değişik oluşum noktasında iletişim görevini yürütür. Bu üç aşamalı oluşumda ilk olarak, diyalektlerdeki (ağız) kimi fonetik ve morfolojik eğilimler yaygınlaşmak suretiyle kısmi bir genellik kazanır. Bu genelleşme, lehçeleşmenin 1 ilk evresi sayılır. Lehçe, ağızların birleşmesinden (A B C) meydana gelen, onların birçok özelliğini içerisinde taşıyan ama onların teker teker hiç birini temsil etmeyen bir üst ağız birliğidir (D) (Şekil I). Bir etnik grubun siyasi, coğrafi ve kültürel şartlara bağlı olarak bu şekilde çok sayıda lehçesi olabilir Đşte bu lehçelerden herhangi biri, siyasi erkin karar vermesiyle yazı dili hâline getirilir. 1 Dilbilimle ilgili yayınlarda çeşitli lehçe tanımları verilmiştir, bk. (Hatipoğlu 1982: 89; Topaloğlu 1989: 106; Korkmaz 1992: 107). Biz, bu yazıda lehçeyi sosyo-lengüistik açıdan ele alarak, onu, bir ana dilden çeşitli sebeplerle koparak farklılaşan ses, yapı ve yazı farklılıkları gösteren dil biçimleri olarak ele aldık. Bu biçimlerin ana dile göre farklılıkları zaman ve coğrafyaya bağlıdır.

16 17 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehçe Oluşma Şartları ve Evreleri... A ağzı Lehçe (A+B+C)+ D B ağzı C ağzı Şekil 1 Canlı bir organizma olan dil, her an değişmeye müsait yapısıyla kendi içinde devinerek evrilmektedir. Bu evrim süreci içerisinde konuşurlarının coğrafi, sosyal ve kültürel şartları değiştiğinde dilin kendi bünyesinde mevcut olan konuşma farklılıkları (ağızlar) giderek derinleşir. Böylece önceleri dil topluluğunun tümü tarafından anlaşılan ileti (mesaj)ler, daha sonraki zamanlarda bu topluluğun yalnızca bir bölümü tarafından anlaşılmaya devam ederken, diğer bir bölümü/bölümleri tarafından daha az anlaşılır yahut hiç anlaşılmaz hâle gelir. Đletinin, gösterilen ile gösteren arasında bağlantı kuramaması, nedenleri, daha çok dil-dışı sosyal ve coğrafi etkenlerde saklı olan fakat sonuçları dilde gözlemlenen bir değişmedir. Sözgelimi Karahanlı Türkçesi çağında bütün Türk toplulukları tarafından bilinen ve aynı anlama gelen kol- istemek (Arat 1979: 268) göstergesinin dildeki kullanılma seyri buna iyi bir örnektir. Bu gösterge, XI. yüzyıldan sonra Türk topluluklarının değişik coğrafyalara dağılarak oralarda yeni yazı dilleri oluşturmalarından sonra kaybolmuş, yerini, Harezm 2 (Ata 1998: 188), Kıpçak (Karamanlıoğlu, 1989: 279), Çağatay (Yücel 1995: 377) ve Oğuz (Dilçin 1983: 17) Türkçelerinde yakın anlamlısı olan iste- göstergesine bırakmıştır. Diğer taraftan ilk olarak Karahanlı Türkçesinde rastlanan tile- dilemek şekli ise kol- gibi kaybolmamış, tam tersine bütün lehçelerde yaygınlaşmıştır. Yaygınlaşma ve körelme sebepleri yukarıda değindiğimiz gibi daha çok dil-dışı etkenlerle ilgilidir. Çünkü dil göstergelerinin değişmesi, yalnızca dil-içi fonetik ve morfolojik gelişmelerle ilgili değil, aynı za- 2 Harezm Türkçesinde iste- yanında eski kol- biçimine de rastlanır. Bk. (Ata 1998 : 253). Bu, Karahanlıca etkisi olarak da değerlendirilebilir.

17 18 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Ali AKAR manda dil topluluğunun sosyal, kültürel, ekonomik alışkanlıkları ve tavırları ile de ilgilidir. Zira dilde yeni gösterge oluşturma ihtiyacı, ancak toplumsal bir zorunluluk sonucu ortaya çıkar. Statik bir yapıya sahip toplumda her türlü değişme gibi dil değişmesi de çok yavaş bir seyir takip eder. Örneğin başka ülkelerle hiçbir ilişkisi bulunmayan bir toplumun dilinde vize, pasaport, narh, gümrük, ihracat, ithalat gibi göstergeler bulunmaz. Bu örnekler çoğaltılabilir. Lehçeleşme aşamasındaki değişmeler, (a) ses, (b) ek ve (c) sözcük göstergesi olmak üzere üç aşamada görülür. Bunlardan ses ile ilgili olan değişmeler en temel ve yaygın olanıdır. Çünkü fonetikle ilgili unsurlar, dilde en çabuk aşınan ve bu sebeple hemen değişebilen özelliklerdir. Bu bağlamda Türk lehçeleri arasındaki en önemli farklılıklar seslik ölçülerde kendini göstermektedir. Ek düzeyindeki değişmeler nispeten daha yavaş bir seyir izler. Fakat bunlar, lehçeler arasındaki anlaşılabilirlik oranını doğrudan etkilemesiyle lehçe oluşumunda çok önemli bir görev icra etmektedir. Örneğin günümüz Kıpçak lehçelerindeki zaman formları (Öner 1998: 143) ve farklı teşkil ekleri diğer lehçeleri konuşanların bu lehçeyi anlamalarını belli ölçüde engellemektedir. Lehçeleşme aşamasındaki üçüncü değişme olan sözcük düzeyindeki farklılaşmalar ise iki yolla meydana gelir: a) ödünçleme b) türetme. Ödünçleme daha çok coğrafya ve kültür değişimine bağlı olarak komşu dillerden yapılan kültür alıntılardır. Bu olay, ya kaynak dilden sözcüğün aynen kopya edilmesi yahut anlam etkilenmesi 3 şeklinde görülür. Türetme ise dilin ihtiyaç duyduğu kavram alanları doğrultusunda kendi söz yapma imkânları ile yeni sözler oluşturmasıdır. Böylece lehçeleşme, dil-dışı sebeplerle başlar, dil içindeki çeşitli ağız farklılıklarının derinleşmesiyle hızlanır ve siyasi kararla sonuca ulaşır. Türk dilindeki lehçeleşme örneklerine ilk yazılı metinlerden itibaren rastlamaktayız (Gabain 1988: 2). X. yüzyıldan itibaren Türk dünyasında oluşan büyük göçler, beraberinde önemli sosyal ve kültürel değişiklikleri meydana getirmiş, böylece Türkçenin lehçeleşme süreci hızlanarak ortaya birkaç büyük yazı dili çıkmıştır. Bu yüzyıldan itibaren Harezm coğrafyasına gelip buradaki Soğd-Đran hâkimiyetine son veren çeşitli Türk boyları, yavaş yavaş dillerini de egemen kılmaya başlamışlardır. Buradaki karışık Türk boylarının dil özelliklerini yansıtan Harezm, Altınordu ve Memlûklu merkezli eserlerin dili olan Kıpçakça ve Temürlüler döneminin yazı dili olan Çağatayca, Anadolu topraklarında 3 Anlam etkilenmesi, kaynak dildeki bir kelimenin birebir tercüme edilerek hedef dile aktarılmasıdır. Örneğin soğuk savaş (<Đng. cold war), ölü mevsim (<Fr. morte saison); bk. (Topaloğlu 1989: 26).

18 19 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehçe Oluşma Şartları ve Evreleri... verilen eserlerin dili olan Oğuzca bu şartlar altında oluşan başlıca yazı dilleri olmuştur. Bu yazıda, lehçeleşme şartları çerçevesinde Oğuz Türkçesinin Anadolu da bir yazı dili olması ele alınacaktır. 2. LEHÇELEŞME ŞARTLARI Bir dilin lehçeleşmesi için, konuşur topluluğunun coğrafya değiştirmesi, toplumsal ve kültürel bakımdan farklılaşma, canlı ağızlara sahip olma, siyasi otorite ve alfabe olmak üzere beş ana şart gereklidir. Bu şartlar, birbirlerinin sonucu, birbirlerini tamamlayan süreçler olarak karşımıza çıkar. Şimdi bu şartlar çerçevesinde Eski Türkiye Türkçesinin lehçeleşme evresini ve bu dönemde yaşanan gelişim süreçleri üzerinde duracağız Coğrafya Değiştirme Lehçeleşmenin birinci şartı, ana etnik yapı içinde yer alan bir dil grubunun yapı içindeki genel dil topluluğundan çeşitli sebeplerle kopuşudur. Kopuş, tabii olarak yalnızca siyasi nüfuz sahasıyla (coğrafya) sınırlı kalmaz; kültürel farklılaşmaları da beraberinde getirir. Ana Hint-Avrupa dilinin M.Ö lerde Anadolu ve M.Ö lerde Don-Volga ırmakları havzasındaki Yamnaya kültür bölgelerinden Avrupa ve Batı Asya ya dağılıp farklı lehçelere ayrılması bunun en açık örneğini teşkil eder (Cavalli-Sfoza 1994: 258). Aynı şekilde Çuvaşların erken dönemde (II.- IV. yüzyıllar arasında) ana Türk kitlesinden ayrılıp Ural dağlarının batısına göç etmeleri ile (Kurat 1979: 781) dildeki farklılaşmalar derinleşmiş ve sonuçta Çuvaşça Ana Türkçeden farklı bir lehçe hâlini almıştır. Dilin kendi içerisinde sürekli olarak yaşadığı değişme ve gelişme, farklı coğrafyalarda daha da hızlanır. Ana koldan ayrılan dil, bir taraftan kendi içerisinde yeni bir gelişim evresi başlatırken, diğer yandan karşılaştığı başka dillerle de değişik düzeylerde dil ilişkilerine girer. Bu arada, ana yapının içerisinde daha önceden ihtiyaç duyulmayan kavram alanları ile ilgili yeni kelime katmanları oluşturur. Örneğin, göçebe hayat tarzına sahip topluluklar, coğrafya değiştirerek tarım bölgesine göç ettiklerinde ziraat kültürü ile yahut deniz bölgesine geldiklerinde balıkçılıkla ilgili kelimeler dilde yeni bir kelime kategorisi oluşturur. Türkçe için örnek vermek gerekirse, 762 de Manihaizm i kabul ettikten sonra yerleşik hayata geçmeye başlayan Türklerin lügatinde ziraat kültürü ile ilgili ilk kavram alanı oluşmaya başlamıştır. Örneğin Köktürk ve Ötüken Uygur metinlerinde yer almayan tarım sözcüğü, ilk olarak Budist Uygur metinlerinde görülür (Hamilton 1998: 215). Yerleşik hayata geçmeye başlayan Türkler, bu hayat tarzı ile ilgili ihtiyaç duydukları başka sözcükler de türetmişlerdir. udçı sığırtmaç, barım mal, mülk, servet, borlukçı bahçıvan

19 20 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Ali AKAR (Hamilton 1998: 129) bunlardan ilk göze çarpanlardır. Coğrafya değişikliğinin dilde görülen sonuçlarından birisi de ödünçlemedir. Farklı coğrafyadaki çeşitli kavram alanlarına ait dil göstergeleri, hedef dil tarafından kaynak dilden seçme yapılarak ödünçlenir. Söz gelimi hamur (<Ar. hamir), tahta (<Far. tahte), pencere (<Far. pencere), duvar (<Far. dîvâr) gibi sözler bu coğrafyaya göç eden Türklerin kültürel alıntılar olarak kopyaladığı sözcüklerdendir. Hem ana dilden yapılan türetmeler, hem de komşu milletlerden alınan ödünçlemeler dilde yaygınlaşarak kullanılırlar. Böylece, genetik olarak ana kola bağlı ama ondan epeyce farklılaşmış olan yeni bir dil ortaya çıkar. Oğuzcanın yazı dili olmasında da bu coğrafya değiştirme sürecini hem tarihî hem de dil sonuçları itibarıyla görmek mümkündür. 924 te Kırgızların Moğolistan daki topraklarını işgal ederek onların hâkimiyetine son veren Moğol asıllı Kıtaylar, Kimek, Karluk ve Oğuzlar üzerinde de baskı oluşturdular. Bunun sonucunda Oğuzlar batıya doğru göçerek Hazar sahillerine, Yayık (Ural) Nehri kıyılarına kadar yayıldılar ve Mangışlak Yarımadası civarında yerleştiler (Turan 1993: 5). Kıtayların 1017 de Moğolistan dan Orta Asya ya doğru istila hareketlerine devam etmeleri, onların bu bölgede kalmalarını zorlaştırdı (Turan 1993: 7). Bunun üzerine Oğuz kitleleri daha güneye doğru göçtüler. XI. yüzyılın ilk yarısında Dandanakan da Gaznelileri mağlup ederek, bunların siyasi egemenliklerine son verdikten sonra (1040) Đran da Selçuklu devletini kurdular. Eskiden beri diğer Türk halkları arasında kalabalıkları ile bilinen bu kitle, böylece ilk defa büyük bir siyasi güce sahip oldu. Diğer yandan Bağdat taki Đslam halifesi ile dinî ve askerî yönden sıcak ilişkiler kuran Selçuklular, Harezm deki Kıpçak, Kanglı, Çiğil, Uygur gibi diğer Türk topluluklarından yavaş yavaş uzaklaşarak Đran, Irak, Azerbaycan, Suriye ve Anadolu bölgelerinde hayat ve hâkimiyet mücadelesine giriştiler (Ercilasun 1996: 41). Böylece Oğuzların Moğolistan dan başlayan uzun göç yürüyüşleri iki asır gibi kısa bir sürede Önasya ve Anadolu ya ulaşmış ve Oğuzların ana Türk kitlesinden coğrafi kopuşu fiilen gerçekleşmiştir. VIII. yüzyılda Köktürklerin tabiiyetinde bulunan Oğuzların farklı bir diyalekte sahip oldukları bilinmektedir (bk. Korkmaz 1975; Gülsevin, 2004). Oğuz kitlelerinin Batı Kazakistan bölgesine gelmeleriyle hayat tarzlarında meydana gelen değişiklikler dillerine de yansımıştır. Artık yavaş yavaş tarım yapmaya, toprağa yerleşmeye başlayan kitlelerin dilleri de farklılaşmıştır. Bir yandan dil içi yeni söz yapma yolları (türetme, birleşik yapılı söz teşkili) diğer taraftan da komşu kavimlerden alınan tarım ve yerleşik kültüre ait çeşitli kelimeler Oğuzcada yeni bir kavram alanının doğmasını sağlamıştır.

20 21 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehçe Oluşma Şartları ve Evreleri... Bu bakımdan coğrafya değişikliği, yalnızca yaşama alışkanlıkları ve üretim tarzlarının değişmesi olarak kalmamış, en büyük farklılaşmayı kültürün taşıyıcısı olan dilde göstermiştir Toplumsal ve Kültürel Farklılaşma Toplum hayatı sürekli gelişme ve değişme içindedir. Bu sosyal süreçler doğrudan kültüre yansır ve bu alanda da köklü değişiklikler meydana gelir. Kültür değişmelerinin en canlı biçimde görüldüğü alan dil ve edebiyattır. Bu değişmeler, dil ve edebiyatın taşıyıcı rolü sayesinde toplumun bütün katmanlarında yaygınlık kazanır. Lehçe oluşumunda da sosyal değişmelerin önemli rolü bulunmaktadır. Farklı ağız özelliklerine sahip olan boylar, çeşitli sosyal şartların (barınma, beslenme, güvenlik vb.) zorlamasıyla aynı ana dili konuşan dil topluluğunun içerisinde varlıklarını sürdürürler. Fakat bu boylar, sosyal ve kültürel zemin müsait olduğu zaman ana yapıdan ayrılarak kendi müstakil yapılarını kurarlar. Bu arada diğer boylarla ayrışırken, kendi içlerinde daha yoğun bir dil ilişkisi geliştirirler. Oğuzlar, diğer Türk toplulukları gibi X. yüzyıldan itibaren Đslamiyet i kabul ederek farklı bir kültür dünyasına adım atmışlardır. Bunun yanında diğer Türk topluluklarından bu yüzyıldan itibaren ayrılmaya, Batı ya doğru ilerlemeye başlamışlardır. Coğrafya değiştirme yanında, kültür değiştirme de bu anlamda lehçeleşmeyi hızlandıran bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan Oğuzcanın yazı dili olma yolundaki sosyolojik ve kültürel değişim sürecini, Oğuz topluluklarının Yakın Doğu ve Anadolu ya iskânları etrafında değerlendirmek gerekir. Tarih kaynakları Oğuzlardan Köktürk Đmparatorluğu zamanından beri Türk kitleleri içerisinde farklı bir adla anılan bir boy olarak söz etmektedirler. Yukarıda temas ettiğimiz gibi Köktürk Đmparatorluğunun yıkılışından sonra kadim yurtları olan Altayların kuzey-batısını terk ederek Aral Gölü nün doğusundaki platolara yerleşmişler, göçebeliğin yanı sıra burada şehirler kurmuşlar, tarım ve ticaretle uğraşmışlardır. Bu arada Hazar devletinin gücünü kaybetmesinden yararlanarak siyasi alanda da X. yüzyılın ilk yarısında Oğuz Yabgu devletini kurmuşlar (Sümer 1992: 61), nihayet 1040 ta Gaznelileri ortadan kaldırarak Đran, Suriye ve Anadolu da uzun bir siyasi egemenlik sağlayacak Selçuklu devletinin temelini atmışlardır. Bütün bu tarihî süreç içerisinde Oğuzlar, diğer Türk topluluklarından farklı olmuşlardır. Bunu hem tarihî kaynaklardaki bilgilerden hem ayrı bir boy adıyla anılmalarından anlıyoruz. Ayrıca XI. yüzyıl kaynaklarından Kâşgarlı Mahmud un Oğuzca diye adlandırdığı kelimelerden de bunların diğer Türk boylarından farklı bir şive ile konuştuklarını tahmin ediyoruz. Tabii, bu toplumsal ve kültürel farklılaşma, başlangıçtan beri var olan, ancak zaman içerisinde gelişen bir durumdur.

21 22 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Ali AKAR Oğuz yazı dilinin kurulmasında toplumsal farklılaşma iki ana kol üzerinde gelişmiştir. Bunlardan birincisi, Oğuz gruplarının Kıpçak ve Karluk toplulukları ile bir arada yaşamaları ile oluşan bir iç-farklılaşma, diğeri de Fars-Arap kültür dünyasına dâhil olmalarından sonra gelişen dış-farklılaşmadır. IX. yüzyıldan itibaren Moğolistan bozkırlarından gelerek Harezm, Maveraünnehr bölgelerine yerleşen Oğuzlar, buradaki diğer Türk toplulukları ile bir arada yaşamalarına rağmen dillerindeki diyalektik (ağızsı) ögeleri korumuşlardır. Toplumsal ve kültürel farklılaşma ve yalıtılmışlık durumu burada devam etmiştir. Bunu Kâşgarlı nın derlediği verilerden biliyoruz. Kâşgarlı XI. yüzyılda Oğuzları önemli bir boy olarak saymakta ve bunların dilleri ile ilgili bilgiler vermektedir (Atalay 1985: 31). Kıpçak ve Karluklar arasında bulunan Oğuzlar, dillerindeki bu Oğuzsu unsurları korumuşlardır. Bunların başında uzun ünlülerin muhafazası, söz başındaki tonlulaşmalar ve sözlüksel veriler gelmektedir. Bu özellikleri bakımından Hazar ötesi Oğuzcası (Türkmen Türkçesi) bugün de bu farklılaşmanın yahut farklılığı korumanın izlerini taşımaktadır. Diğer taraftan, dış-farklılaşma Oğuzların büyük bir bölümünün Irak, Suriye ve Anadolu topraklarına göçmeleri ile ilgilidir. IX. yüzyıldan itibaren Önasya ya başlayan yoğun Oğuz göçü, bir yandan önemli siyasi sonuçlar doğururken diğer taraftan kültürel etkileşim ve dönüşümler yaratmıştır. Yazılı dile sahip olmayan Oğuzlar, fethettikleri Đran bölgesindeki yerleşik bürokrasi dili olan Farsçayı yazışma dili olarak kabul etmişlerdir. Diğer taraftan XIII. yüzyılın başlarında Maveraünnehr i işgal eden Moğollar bölgedeki Oğuz kitlelerinin birçoğunu yerlerinden ederek batıya sürmüşlerdir. Bu kitleler yoğun olarak Anadolu ya göç etmişler ve burada yeni bir hayat tarzı oluşturmaya başlamışlardır. Anadolu, Hazar havzasından farklı olarak üç tarafı denizlerle çevrili, değişik iklimlerin yaşandığı, arazi bakımından da engebeli bir yerdi. Ayrıca, burada ekonomi, mimari, iklim, coğrafya büsbütün değişikti. Bütün bu doğal farklılıklar yanında sosyal, siyasal ve kültürel yönlerden de farklı süreçler gelişmekteydi. Moğollar Maveraünnehr i işgal ettikten yirmi yıl sonra Anadolu kapılarına dayanmışlar, Kösedağ da Selçukluları yenerek (1243) Anadolu yu siyasi nüfuzları altına almışlardı. Bu istila, Haçlı seferlerinin yaralarını sarmaya başlayan Anadolu da tasavvuf hareketlerini hızlandırınca Anadolu da yoğunlaşan tasavvuf hareketlerinin yürütücüleri olan kolonizatör dervişler, fikir ve görüşlerini halka ulaştıracak yerli bir dile ihtiyaç duymaya başlamışlardı. Bu dil, Hazar ötesindeki Oğuzcadan farklı olacaktı. Hazar ötesi Oğuz ağızlarındaki varyantlar Anadolu ya taşınarak burada oluşturulacak yeni yazı dilinin temelini teşkil edecekti. Bu varyantlar ses, yapı ve sözcük gibi çeşitli düzeylerde görülmektedir (bk. Tablo I). Örneğin Yunus Emre Divanı nda yer alan aldanguç aldatıcı,

22 23 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehçe Oluşma Şartları ve Evreleri... sözü yerine Hazar ötesi Oğuzcasında aldavçı aldatıcı, hileci (Tekin 1995: 29) göstergesi yer almaktadır. Aynı şekilde Batı Oğuzcasındaki utangaç yerine Türkmencede utancañ utangaç (Tekin 1995: 650) kelimesi yer almıştır. Batı Türkçesindeki keskin yerine Türkmencede kesgir keskin yer alır (Tekin 1995: 405). Batı Türkçesinde koşmak yerine ılga-, koşu ılgav, ılgayış biçimleri vardır (Tekin 1995: 362). Benzer örnekler de vardır: kekeç kekeme (Tekin 399). ayagın dur- ayakta durmak, biliş tanıdık, çağıru davetiye, kovıcı dedikodu yapan, segirtmek koşmak, sorıcı Münkir Nekir melekleri (Tatçı 1990: 426). Örneğin Hazar ötesinde yer almayan -ısar/-iser gelecek zaman eki, yahut ıcak zarf-fiil şekilleri Anadolu da görülmeye başlamıştır. Yeni yurtta yeni terim ve kelimelerle kitlelere ulaşılacak, esas olarak Oğuzca omurgası üzerine kurulacak olan bu yazı dili, Anadolu dan da sesler, renkler taşıyacaktı. Đşte Anadolu da oluşmaya başlayan bu yeni şekillerin kaynağı buradaki Oğuz ağızları olmuştur. Fakat bunlar yanında Arapça, Farsça, Rumca gibi komşu kültür dillerinden de kelimeler alınmıştır. Böylece kültürel farklılaşma Oğuzcanın yazı dili olmasına zemin hazırlamıştır. Doğu Oğuzcası Batı Oğuzcası aldavçı aldanguç algı (Mah.) alacak ar- (Mah.) yorbitger- (Mah.) bitirdik (Mah.) gibi / bigi doğan (Mah.) kardeş ılga- koşkesgir keskin utancañ utangaç Tablo I 2.3. Canlı Ağızlara Sahip Olma Ağızlar, ana lehçe içerisinde yaşayan değişik konuşma şekilleridir. Bireyden başlayarak büyük sosyal gruplara (kabile, boy, köy) kadar uzanan konuşurlar çizgisinde ağızlar, yazı dilini besleyen, geliştiren temel dil havuzudur. Bu yönüyle, ağızlar, âdeta dilin hammaddesini teşkil ederler. Oradaki unsurlar, işlenerek geliştirilir ve herkes tarafından kabul görebilecek göstergeler hâline getirilir. Ağızların yazı dilini oluşturmada ve ona malzeme sağlamadaki işlevleri kadar, ağızlardaki ham dil malzemesinin ortak dile dönüştürülmesinde de çeşitli etkenler söz konusu olur.

23 24 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Ali AKAR Haliyle her ağız göstergesi yazı diline girmez. Bunun için göstergenin, fonetik ve semantik bakımlardan uygun olması gerekir. Lehçe oluşumunun temel şartlarından birisi de işte bu ağız malzemesinin yazı dilinin ihtiyaç duyduğu bütün kavram alanlarına ait dil göstergelerini ortaya çıkarabilme yetisine sahip olmasıdır. Bu nasıl olmaktadır? Ana dil içerisinde var olan ağız öbeklerinden biri canlanarak kendisini diğerlerinden ayırt edici bir duruma gelmektedir. Ağızdaki bu farklılaşmalar diğer sosyal ve kültürel etkenlerle birleşerek bir üst dil birliği oluşturma yoluna girmektedir. Bu arada ağızların birbiriyle olan ilişkileri devam ederken, yazı dili olarak belirginleşen bu ağız, diğer ağızlara göre itibar kazanmaktadır. Esas olarak ağızlar, dilin bir iç yapı özelliği olarak sosyal ve kültürel planda lehçe oluşumunun belirleyicileri değildir. Fakat dilin en önemli içyapı dinamikleri olarak hep var olmuşlardır. Dilin değişmesi ve gelişmesi daima ağızlardaki yapısal unsurlarla sağlanmıştır. Yeni yazı dili oluşumunda da ağızlar içerisindeki farklı dil göstergeleri, dilsel kavram alanlarının meydana gelmesinde önemli role sahiptirler. Bu rol, yazı dili içindeki ağızlar hiyerarşisine göre doğal olarak belirlenir. Farklı ağız öbekleri, siyasi otoritenin yazı dili olarak kabul ettiği ağız etrafında kümeleşirler. Bu oluşum, yakından uzağa doğru ilgi, bağ ve standartlaşma azalarak sürer. En uzaktaki ağız, yazı dili olarak kabul edilen ağıza en az katkıda bulunan ağız olur. Böylece binlerce yıldızın birleşerek bir galaksi oluşturmaları gibi, küçük ağızlar da bir araya toplanarak ortak bir ağız, yani yeni bir yazı dili meydana getirirler. XI. yüzyıl Türk dünyasında Kâşgarlı Mahmud, Kanglıların, Çiğillerin, Kıpçakların, Oğuzların ağızlarından malzemeler toplamıştır. Bu bize, ortak yazı dili Karahanlıca yanında ağızların da canlı olarak yaşadığını göstermektedir. Oğuz ağızlarının XI. yüzyılda veri toplanacak kadar önemli dil malzemesine sahip olması, ileride bu ağızların lehçe hâline gelebileceğinin kanıtı olsa gerek. Oğuzcanın XIII. yüzyılda Anadolu daki lehçeleşme aşamasında ağızlar, canlı dil örnekleri olarak yazılı dile kaynaklık etme yeterliliğini göstermişlerdir. Anadolu da canlı ve yaygın Oğuz ağızları, kelime yapma, kavram ve terim oluşturma gibi dil ihtiyaçlarını karşılamada âdeta sonsuz imkanlar sunmuşlardır. Buna örnek olarak XIV. yüzyılda Anadolu sahasında yazılan Satırarası Kur an Tercümelerini göstermek mümkündür. Kur andaki Arapça dinî terimler, bu eserlerde Türkçenin işlek -IcI, +lik, -IK gibi ekleri sayesinde büyük bir başarıyla aktarılmıştır (Topaloğlu 1978: XIII). Canlı ağız varlığına dayanmayan dilin lehçeleşmesi bu anlamda kısa ya da uzun vadede başarısız olur.

24 2.4. Siyasi Otorite 25 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehçe Oluşma Şartları ve Evreleri... Bir lehçenin oluşup yazı dili haline gelebilmesi için siyasi, ekonomik, kültürel ve edebî şartların değişmesi yeterli değildir. Bunlar, lehçeleşmenin zeminini hazırlayan dil-dışı etkenlerdir. Lehçenin ana dilden ayrılıp bağımsız bir yazı dili olabilmesi için muhakkak bir siyasi otorite (bey, devlet vb.) tarafından benimsenmesi, desteklenmesi ve en önemlisi de yazışma dili olarak kabul edilmesi gerekir. Alman dilbilimci Max Weinreich, yazı dili için, Bir ordusu ve donanması olan ağız 4 hükmünü verirken, hiç şüphesiz siyasi otoriteyi kastetmekteydi. Bundan kasıt elbette devlet veya Ortaçağda devletin erk araçlarına sahip olan başka bir otoritedir. Devlet, parayı, orduyu, hukuk ve eğitim sistemlerini bağımsızlığının sembolü olarak görür. Bu alanlardaki işlerin yürütülmesini ise bürokrasi sayesinde yapar. Bürokrasi esas olarak bir yazışma dili üzerinde yürür. Bunun için devletin mutlaka bir yazı diline ihtiyacı vardır. Bu bağlamda tarihte kurulmuş Türk devletlerinin de kendilerine mahsus bağımsız birer yazı dilleri olmuştur (Tekin 1974: 66). Eski Türkiye Türkçesinin lehçeleşme evresinde siyasi otoritenin bu yeni yazı dilinin kuruluşundaki rolü açık biçimde görülür. XIII. yüzyıl Anadolu sunda Anadolu Selçuklu Devleti, Haçlı seferleri yorgunluğu bitmeden Moğol akınları ile iyice zayıflamış, bu manada siyasi bir erk olarak gücünü iyice kaybetmiştir. Kaldı ki Anadolu da Türk yazı dilinin kuruluşunda siyasi desteğin zaten Anadolu Selçuklularından gelmesi beklenemezdi. Zira bu devlet, devlet örgütü ve bürokrasi gelenekleri itibarıyla Đran daki Büyük Selçuklulara bağlıydı. Anadolu da yazı dilinin kuruluşunda Anadolu Selçuklu Devletini değil, Beyliklerin bununla ilgili siyasi tavırlarını birinci etken olarak görmek durumdayız. Anadolu nun değişik bölgelerinde kurulan Beylikler kendi güçleri oranında yazar ve şairleri destekleyerek Türkçe eserlerin yazılmasına önayak olmuşlardır. Fakat bu siyasi destek, beyliklerin bağımsızlığı ile doğru orantılı olmuştur. Đlk önce, Karamanoğlu Mehmed Bey in meşhur buyruğu ile (13 Mayıs 1277) Türk dili Farsça karşısında ilk defa öne çıkarılmış olmasına rağmen, bu buyruğun kalıcı, müesses bir nizam doğurduğu söylenemez. Anadolu nun özellikle batısında hüküm süren beylerin saraylarında Türkçe konuşulduğu bilinmektedir. Bunların bir süre sonra Kur andan çeşitli surelerin ve Farsçadan Kelile ve Dimne, Kabusnâme gibi eserlerin Türkçeye çevrilmesini istediklerini biliyoruz. Bu beyliklerin yarı bağımsız bir yönetim yapısına sahip olduklarını biliyoruz. Bu ba- 4 Eine Sprache ist ein Dialekt mit einer Armee und einer Marine wikipedia.org/wiki/dialekt ( )

25 26 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Ali AKAR kımdan bunların bağımsızlığı kadar verdikleri siyasi kararların geçerliliği de tartışmalıdır. Bu yüzden beylerin Türkçeye sahip çıkmalarını, bir anlamda gönüllü finansörlük olarak görmek uygun olacaktır. Zira henüz devlet müesseseleri kurulmamış bir siyasi yapının siyasi emir ve buyrukları, gerek kapsayıcılık gerekse hukukî açıdan geçerliliği olmayacaktır. Bütün bu siyasi yapının dağınıklığına rağmen, Anadolu da özellikle Germiyanoğulları, Osmanoğulları, Çandaroğulları beyliklerinde Türkçeye sahip çıkılarak çeşitli telif ve tercüme eserlerin hazırlanması (Uzun- Köprülü 2003: 209), ileride Türkçenin yazı dili olması ile ilgili siyasi sonuçlar doğuracaktır. Nitekim Osmanlı Beyliği siyasi bir güç olarak diğer beyliklere üstünlük sağlamasından sonra oluşturduğu devletin dilini de selefleri Anadolu Selçukluları gibi Farsça değil, Türkçe yapmıştır. Fakat bu dönemde tek bir siyasi otoritenin olmamasından dolayı bir kültür birliği, dolayısıyla bir lehçe birliğinden söz edilemez. Bunun somut örneklerini bu dönem eserlerindeki ses, yapı ve kelime düzeyindeki ağız farklılıklarında görmekteyiz. Bu dönem eserleri, tıpkı beyliklerin sınırlı ve zayıf otoriteleri gibi çeşitlilik göstermektedir. Bunu Anadolu nun değişik bölgelerinde yazılan eserlerdeki farklı ağız özelliklerinde açıkça görmek mümkündür Alfabe Sosyal, coğrafi ve kültürel değişmelerin sonucunda dildeki varyantlaşmaların derinleştiğini yukarıda belirtmiştik. Konuşma dilinde oluşan bu ses, yapı ve anlam farklılaşmaları, bir ağzın yazı dili haline gelmesi için yeterli değildir. Kaldı ki bu farklılıklar birey, yazı dilini kullanırken de oluşabilmektedir. Lehçeleşmenin tamamlanabilmesi için dilin yazılı olarak da iletişim sağlaması gerekir. Bu bakımdan, bir ağzın yazı dili olabilmesi için kendi ses dizgesini yansıtan bir yazı sistemine, yani alfabeye sahip olması gerekir. Böylelikle yazı dili, konuşma dillerinin üzerinde kendine özgü bir hiyerarşik saygınlık kazanacak ve üst dil hüviyetine kavuşacaktır. X. yüzyıla kadar Orta Asya Türk dünyasında Köktürk Uygur Karahanlı geleneğinden gelen tek bir yazı dili vardı. Bu dilin yazısı, VIII. yüzyıla kadar Köktürk, VIII.-X. yüzyıllar arasında Uygur ve X. yüzyıldan sonra da Arap alfabesi olmuştur. Bu Uygur ve Arap alfabesiyle eser verilen Karahanlıca, tıpkı Çağatayca gibi uzun yıllar Orta Asya daki Türk halklarının ortak yazı dili olmuştur Oğuzlar da Harezm bölgesinde yaşarken (X.-XII. yüzyıllar) bir yazıya sahip değildiler. Oğuzca o çağlarda sözlü dil olarak kullanılmakta ve Oğuzlar yazılı iletişimlerini ise muhtemelen Karahanlı ve Harezm Türkçesi ile yapmaktaydılar (Ercilasun 1996: 41).

26 27 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehçe Oluşma Şartları ve Evreleri... XIII. yüzyıldan itibaren kitleler halinde batıya yönelen Oğuz Türkleri Anadolu da siyasi ve askerî yönden üstünlük sağlamaya başladıklarında onların alfabe ile ilgili herhangi bir sorunları yoktu. Zira Büyük Selçuklu Devletinin Farsça yazışma geleneği Anadolu da devam ediyordu ve devlet yazışmaları de bu dili bilen kâtiplerle yürütülüyordu. Yalnız gün geçtikçe merkezî devletle bağlarını gevşeten Anadolu daki Oğuz uç beyleri, kendi ana dillerinden daha iyi bilmedikleri Farsçaya karşı bir tavır geliştirdiler. Diğer taraftan Anadolu da hızla yayılmaya başlayan tasavvuf akımı da Türkçeden başka bir dil bilmeyen halk kitleleri arasında revaç buluyordu. Bunun yanında Anadolu daki Türk birliğini yavaş yavaş kurmaya başlayan Osmanlı Beyliğinde yazışma dili olarak Türkçe kullanılıyordu. Bu pratik ihtiyaçlardan dolayı Türkçe, Farsçadan daha itibarlı bir dil hâline geldi. Fakat ortada büyük bir sorun vardı: Alfabe. O güne dek yazılmamış çeşitli ağızlar yazıya nasıl aktarılacaktı? Bunun için gerek alfabe sistemi, gerekse bunu dil üzerinde uygulayacak olanlarla ilgili önemli sorunlar vardı. Yazı sorunu, Anadolu Türk kültür tarihinin en uzun ve sıkıntılı dil meselesi olarak tarihe geçecekti. Daha önceden Karahanlıların kullandıkları ve Türkçeye ilk uygulamalarını yaptıkları Arap alfabesinin Oğuzcaya da uyarlanması aslında pek zor görünmüyordu. Nitekim XII. yüzyıldan kalan karışık dilli eserleri yazanlar, yarı Uygurca, yarı Oğuzca Arap harfli metinler oluşturmuşlardı. Bu tecrübeden yararlanarak Arap alfabesi temelinde bir yazı sistemi geliştirilebilirdi. Fakat bu iş göründüğü gibi kolay olmayacaktı. Daha önce Karahanlılar, Uygur alfabesindeki yazım geleneğini Arap alfabesine uyarlayarak yeni bir yazı geleneği oturtmaya çalışmışlardı. Bu yazıda, Arap yazı geleneğinin tersine, ünlülerin tamamı harflerle gösterilmişti. Anadolu da oluşmaya başlayan yeni yazı dilinin temelinde bu Karahanlı yazı tecrübesi bulunmaktadır. Fakat bir süre sonra Arap ve Fars imlâ geleneğinden de etkilenerek ikili bir yapı oluşmaya başlamıştır. Arap alfabesini Anadolu da oluşturulan yeni yazı dilinde kullanan Anadolu Oğuzları, özellikle yazım (imlâ) alanında Karahanlı Türklerinden farklı uygulamalar yapmışlar, bu alfabede yeni yazım gelenekleri oluşturmuşlardır. Örneğin Karahanlı Türkçesinde Uygur imlâ geleneğinin etkisi ile geniz n si /n/ ve /g/ (pì) harfleri ile yazılırdı. Eski Türkiye Türkçesinin Uygur etkisindeki ilk dönem metinlerini bir tarafa bırakırsak, bu ses yalnızca sağır kef (!) ile yazılmıştır. Yine Karahanlı metinlerinde güzel h /µ/ kullanılmazken ETT metinlerinde bu harfin gelişerek kullanım sahasını genişlettiğini görüyoruz. Böylece her ne kadar alfabe aynı alfabe olsa da farklı yazım sistemi geliştirilmiş olduğu için lehçeleşmenin yazı sistemi, alfabe şartını yerine getirmektedir.

27 28 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Ali AKAR SONUÇ Bir dilin lehçeleşme evresi, o dili konuşan topluluğun, toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak değişmesi ile aynı zamana denk gelir. Türk toplulukları içerisinde gerek nüfus yoğunluğu gerekse toplumsal gelişmişlik bakımından önde topluluklardan birisi olan Oğuzların, ilk yazı dillerin oluşması da bu bağlamda her bakımdan değişmeye başladıkları döneme denk düşer. Oğuz Türkleri, XIII. yüzyılda Anadolu gibi çetin bir coğrafyada ve tarihin en ağır ekonomik ve siyasi şartları altında yeni bir yazı dili oluşturmaya başlamışlardır. Bu oluşum süreci çeşitli dil evreleri ve lehçeleşme şartlarından geçerek yüzyıllar boyunca devam etmiş, XVI. yüzyıldan sonra da belirli standartlara kavuşmuştur. Lehçeleşme şartları, yeni oluşan her yazı dilinde farklı evrelerde, farklı gerçekleşme süreçleri ile oluşmaktadır. Eski Türkiye Türkçesi yazı dilinin kuruluşunda nüfus hareketleri, kültürel ve sosyolojik değişmeler ve alfabe sorunları önemli rol oynamıştır. KAYNAKÇA ARAT, Reşid Rahmet (1978), Kutadgu Bilig III (Đndeks) (hzl. Kemal Eraslan, Osman F. Sertkaya, Nuri Yüce), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Đstanbul. ATA, Aysu (1998), Nehcü l-ferâdis, Uştmahlarnıng Açuk Yolı, Cennetlerin Açık Yolu III, Dizin-Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları 518, Ankara. ATALAY, Besim (1985), Divanü Lügati t-türk Tercümesi I, Türk Dil Kurumu Yayınları 521, Ankara. CAVALLĐ-SFORZA, Luigi Luca MENOZZĐ, Paolo vd.(1994), The History and Geography of Human Genes, Princeton University Press, New Jarsey. DĐLÇĐN, Cem, (1983), Yeni Tarama Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları: 503, Ankara. ERCĐLASUN, A. Bican (1996), Uluslar Arası Türk Dili Kongresi Bildirileri 1988 (26 Eylül Ekim 1988), Türk Dil Kurumu Yayınları 655, Ankara. GABAĐN, A. Von (1988), Eski Türkçenin Grameri, (çev. Mehmet Akalın), Türk Dil Kurumu Yayınları 532, Ankara. GÜLSEVĐN, Gürer (2004), Eski Türk Yazı Dilinde Oğuz Lehçesinin Ses, Şekil ve Sözvarlığı Unsurları, Amancolovskie Çteniya, Kazakistan 7-8 Ekim HATĐPOĞLU, Vecihe (1982), Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, DTCF Yayınları, Ankara.

28 29 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehçe Oluşma Şartları ve Evreleri... JEAN, Georges (2008), Yazı Đnsanlığın Belleği, (çev. Nami Başer), Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul. KARAMANLIOĞLU, Ali Fehmi (1989), Seyf-i Sarayî Gülistan Tercümesi (Kitâb Gülistan bi t-türkî) Türk Dil Kurumu Yayınları 544, Ankara. KORKMAZ, Zeynep (1975), Eski Türkçedeki Oğuzca Belirtiler, Bilimsel Bildiriler 1972, (Birinci Türk Dili Bilimsel Kurultayına Sunulan Bildiriler) (Ankara, Eylül 1972), Türk Dil Kurumu Yayınları 413, Ankara. KORKMAZ, Zeynep (1992), Gramer Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları 575, Ankara. KURAT, Akdes Nimet (1979), Bulgar, Đslam Ansiklopedisi, C. II, MEB Yayınları, (5. Baskı), Đstanbul. ÖNER, Mustafa (1998), Bugünkü Kıpçak Türkçesi, Türk Dil Kurumu Yayınları 703, Ankara. SÜMER, Faruk (1992), Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Boy Teşkilatı Destanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Đstanbul. TATÇI, Mustafa (1990), Yunus Emre Divanı, Tenkitli Metin, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. TEKĐN, Şinasi (1974), 1343 Tarihli Bir Eski Anadolu Türkçesi Metni ve Türk Dili Tarihinde Olga-bolga Sorunu, TDAY - Belleten Ankara. TOPALOĞLU, Ahmet (1978), Muhammed bin Hamza, XV. Yüzyıl Başlarında Yapılmış Kur an Tercümesi, II. Cilt (Sözlük), Kültür Bakanlığı Yayınları 300, Araştırma ve Đnceleme Eserleri 5, Đstanbul. TOPALOĞLU, Ahmet (1989), Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ötüken Yayınları, Đstanbul. TURAN, Osman (1993), Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, Đstanbul. UZUNÇARŞILI, Đsmail Hakkı (2003), Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, (5. Baskı), VIII. dizi S. 2 a3. YILMAZ, Hayati (2005), Mahdumkulı Divanı (Đnceleme-Metin-Dizin), (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi) (Mah.) Ankara. YÜCEL, Bilâl (1995), Bâbür Dîvânı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara.

29 ULUS, ULUSÇULUK VE ULUS-DEVLET Yrd. Doç. Dr. Numan Durak AKSOY Dr. Halis Adnan ARSLANTAŞ ÖZ: Ulus-devlet içinde meydana gelmesi gereken ulusal özdeşleşme ulusal dayanışma ideolojisiyle sıkı bir ilişki içerir. Ulusal dayanışma ideolojisi de yazı, matbaa, tarihsel yerleşmişlik aracılığıyla sosyal düzenin devlet otoritesi tarafından tanımlandığı haliyle sürdürülür. Ulusal dayanışma ideolojisi ulusal aidiyeti kurgularken ulusal aidiyet de ulusal dayanışma ideolojisinin kitleselleşmesini sağlayarak onun ulus-devletle arasındaki ilişkiyi sergiler. Söz konusu ilişki ağı, ulus-devlet kurgusunu ve bu kurgunun dinamiklerini harekete geçiren nedenleri bulma ve bu nedenlere ilişkin çözümler üretmeyi gerektirir. Bu çalışma için söz konusu çözümlerin elde edilmesinde betimleyici metot kullanılmıştır. Anahtar Kelimeler: Ulus-devlet, Ulusçuluk Nation, Nationality and Nation-State ABSTRACT: National identification that should be found in a nation-state has a close relations whit the ideology of national solidarity. This ideology of national solidarity is kept alive in the form of social order as defined by the state authority by means of writings, printings pres and historical settlement. National solidarity ideology creates a state of national belonging and this state of national belonging, in turn, popularizes this ideology displaying its relations whit the nation-state. This network of relations requires finding the reasons that stimulate dynamics of this nation-state formation and producing solutions. A descriptive method is used in this study for pointing out to solutions. Key Words: Nation-State, Nationalism Ortaklık ve Tepkiden Doğan Đdeoloji; Ulusçuluk XIX. yüzyıldan beri hükmünü sürdüren ulusçuluk çağının tamamen kapandığı düşünülmekteydi. Ancak bu beklenen olmadı. Đkinci Dünya Savaşı'nın ardından, eski sömürge yönetimlerinin tasfiyesi (Albayrak Đnönü Üni. Eğt. Fak. mdaksoy@inonu.edu.tr Đnönü Üni. Đlahiyat Fak. harslantas@inonu.edu.tr

30 32 TÜBAR-XXVIII/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. N. D. AKSOY-Dr. H. A. ARSLANTAŞ 2002, 24 25) ve dağılan Sovyetler Birliğinin sınırları içinde kurulmakta olan ulus devletler nedeniyle ile birçok yeni ulus-devletin ortaya çıkması (Ersanlı 2000: 69) ulusçuluk tarihini bir daha baştan ele almayı gerektirmekte ve ulusçuluk konusunda belli sınıflamalara gidilerek ulusçuluğun yapısal, kültürel ve örgütsel boyutları ayrıntılı olarak ele alınması gerekmektedir (Gökçek 2003: 63). Bu nedenle konu üzerine yapılan her tartışmada, ulusçuluk tartışmalarının hangi içerikte kullanıldığının özel olarak belirtilmesini gerektirmektedir (Akçam 2003: 53). Ulusçuluk konunun uzmanlarından bazılarına göre bir doktrin iken (Kedourie 1971: 5-26) bazılarına göre de ideolojik hareket tir (Smith 1999: 119). Genlere göre ulusçuluk siyasi ilke olarak yorumlamıştır. Gellner de, modern ulus, modern devletle birlikte oluşan tarihsel bir kategori ve siyasal/toplumsal örgütlenme biçimi olarak kabul edilmektedir. Đnsanın aidiyet duygusu Gellner'in ulusçuluk teorisi de tartışmalı bir yere sahiptir. (Gellner 1998: 9-12). Siyasal tarih perspektifindeki yaklaşım çerçevesinde ulus, ulusçuluk ve ulus-devlet konularına ilgi duyan çalışmalar 1940 lardan sonra yaygınlaşırken (Özkırımlı 1999: 15) Sosyolojik yaklaşımın aynı konuya ilgisi 1950 li yıllara rastlamaktadır (Erözden 1997: 11-13) li yıllara gelindiğinde ise, özellikle ulusçuluk teorileri zenginleşmiş, (Ersanlı 1998: 9-15) ulusçuluk teorilerinin zenginleşmesiyle birlikte de çeşitli kuramsal yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. Kimi araştırmacıların yaklaşımları tanım sorununu halletmeden ulus ve ulusçuluğu açıklama yolunda hiç bir ilerleme kaydedilmeyeceğine dair iken kimileri de temel sorunu ulusların ve ulusçuluğun doğum tarihinde aramışlardır. Bu iki yaklaşımdan farklı olarak bir diğer grup araştırmacı da ulus ve ulusçuluğun kökenlerini ve doğasını açıklayabilecek bir kavramın üretilemeyeceğini asıl yapılması gerekenin farklı ulus ve ulusçuluk biçimlerini belirleyecek tipolojiler geliştirmek gerektiğini dile getirmişlerdir (Özkırımlı 1999: 64). Kendilerini tek bir ulusun üyesi olarak algılayan bireylerin ulus olarak kurgulanış biçimlerini ve buna bağlı olarak da devlet yapılarını üç temel gruba ayırmak mümkündür. Birinci grupta Avrupa ve yakın çevresi merkezli olarak kurgulanmışlardır. Đkinci grupta ise Amerika kıtasında gözlenen ve yerli halka karşı uygulanan soykırım neticesinde çeşitli coğrafi bölgelerden gelen göçmenlerin bir araya gelmesi sonucunda kurgulanmışlardır. Üçüncü grup ise Birinci Dünya Savaşı nın ardından imparatorlukların sarsılması ile bağımsızlıklarını kazanarak ortaya çıkmışlardır. Her üç grup ulus ve ulus-devlet kurgusunun yapılanma biçimi kendine özgü kendisini diğer grubun kurgusundan ve yapılanma biçiminden belirgin bir biçimde ayıran nitelikler içermektedir. Bu nitelik farkları her grubun oluşumundaki özgül koşullardan kaynaklanmıştır (Emerson 1965: 3; Erözden 1997: 9). Üçüncü grup ulus-devletlerin modern anlamda ulus olma bilinci yine imparatorluklar tarafından aşılanmış ancak bir zorla kabullendirmenin söz konu-

31 33 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ulus, Ulusçuluk ve Ulus Devlet su olmadığı Gellner tarafından dile getirilmiştir (1998: 204). Her üç grup ulus-devlet kurgusunun özgül koşullar ne kadar farklı olursa olsun söz konusu özgül koşulların ortak bir hedefi vardır. Bu ortak hedef, ulusçuluk aracılığı ile ulusu ayakta tutabilme çabasıdır. Bu çaba dikkate alındığında ulusçuluğun sosyolojik içeriği standartlaştırılmış bir politik topluluğun yasal kuramsal bir çerçevede oluşturulması, etkin bir haberleşme dilinin saptanması ve önerilmesi, ataletin tasfiyesi ve tehditkâr dış dünyanın emellerini boşa çıkaracak kitle mobilizasyonunun sağlanması gibi unsurlarla oluşturulmuştur (Bekmen 2003: 325). Ulusçuluk pratiğinin söz konusu kurgusunun oluşturulmasında özne konumunda olan bir takım aktörlere müracaat edilmektedir (Akaya 2003: 829). Tanışma ve karşılaşma ile meydana gelen topluma (Munro 2001: 117) ait ulusçuluk kavramının kurgulanışında yazı 1, matbaa (Anderson 2001: ) tarihsel yerleşmişlik ve sosyal düzenin devlet otoritesi tarafından tanımlandığı haliyle sürdürülmesindeki bağlayıcı rol gibi aktörler hem uluslaştırılacak grubu oluşturması bakımından hem de örgütlü bir grup olarak ulusçuluğun toplumsallaştırılmasında birinci derecede öneme sahiptir 2. Ulusçuluk yaygın bir biçimde yabancıya duyulan öfkeyi ve bu öfkeye bağlı olarak, devlete sadakat ve devletin otoritesi karşısında disipline edilme şeklinde bir açılımı içermekte (Bauman 1999: 191) ve toplumun tümünü kapsayacak şekilde baskıcı bir yön sergilemektedir. Bu baskıcı yönle ulusçuluk, ulusu kuşatan sembollerin oluşturulmasını zorunlu hale getirir ve en azından belirli bir derecede de olsa bireyin kişiliğinin değişmesine neden olarak yeni bir kolektif kişilik temin eder (Berger 1958: 186). Bu kolektif kişilik sayesinde toplum içerisinde bulunan farklı 1 2 Bu düşünsel atılımın kitleselleşmesini insan düşüncesinin kendisini ölümsüzleştirme çabaları içinde değerlendiren ve bu değerlendirmeyi Bu-kitap-şunuyapı-öldürecek adlı yapıtında mimari ile kıyaslayan Victor Hugo, ( ) Matbaayı dayanıksız ve kolay bir yol olarak değerlendirmektedir. On beşinci yüzyılda her şey değişir. Đnsan düşüncesi kendisini ölümsüzleştirmek için mimarlıktan yalnız daha kalıcı daha dayanıklı değil, aynı zamanda daha yalın ve daha kolay bir yol bulur. Mimarlık tahttan düşer. Orpheus un taştan harflerinin yerini Gutenberg in kurşundan harfleri alacaktır artık. bk. Victor Hugo; Kentin Felsefesi Üzerine, (çev. Olcay Kunal), Cogito, S., 8, Yaz 1996, s. 65. (63-70); Ölüm konusu Batı modernitesinin bir tabusudur. bk. A. Philip Mellor, Death in Hight Modernity: the Contemporary Presence and Absence of Death, The Sociology of Death,, (Ed: David Clark), BlackWell Publısher/The Sociolgical Rewiev, 1993, s. 11 (12-30) Formel eğitim gerektiren kullanışsız ve karmaşık olan yazıyı köylülerin ve zanaatkârların öğrenme şansı çok az ya da hiç olmamıştır. Korkmaz, Abdullah, Değişme ve Farklılaşma, Doğu Kütüphanesi, 1. bs., Đstanbul 2006, s. 92. Sömürge mantığının bir dönemler sömürmek için öğretmediği bu araç diğer bir dönemde sömürmek için öğretilen olma özelliğine sahiptir.

32 34 TÜBAR-XXVIII/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. N. D. AKSOY-Dr. H. A. ARSLANTAŞ gruplar için ulusçuluk, birleştirici, bütünleştirici bir sembolizmdir. Bu bağlamda politik birim ile (merkezi devlet) kültürel birimin (eğitim sistemi içinde topluma yayılan yaratılmış yüksek kültür) ayrılmazlığı ve bu kavramların iç içe geçmiş olması endüstri toplumunun tipik özelliğidir ve bu iki birimin etkileşiminden ulusçuluk etkili bir politik resmiyet ve toplumsal kontrol mekanizmasını ortaya çıkartır (Akarlı 1993: 155). Mill, Ulusçuluğu çeşitli nedenlerden kaynaklanan bir duygu birikimi olarak ele almakta ve bu duygu birikimini ırk, ata kimliği, topluluğun dili ve dini ile ilişkilendirmektedir. Bunların oluşumları ise kolektif olarak ulusal bir tarihe sahip olmak yani politik tarihsel bir arka planın olması, duygu, memnuniyet, pişmanlık, gurur, insan sevgisi ve geçmişe yönelik ortak bir çizgi şeklinde bir seyir izlemektedir (Mill 1998: 427). Modern ulusçuluk fikrinin gelişimi Fransa, Đngiltere ve Almanya nın geçirdiği tarihi tecrübeye çok şey borçludur. Fransa ve Đngiltere de gelişen ulus fikri, ulusal monarşilerin doğuşuyla birlikte mevcut topraklar üzerindeki insanların birleşmelerini sağlamıştır. Ancak, ulusçuluk Fransız kökenli ulusçuluk olarak adlandırılmıştır. Batı Avrupa daki gelişimiyle ulusçuluk kavramlarının temeli, ulusal monarşilerin doğuşundan sonra mevcut topraklar üzerindeki bütünleşen halkların kendilerini diğer toplumlardan ayrı tutabilecekleri yeni bir kimlik ihtiyacına dayanmaktadır (Say 1998: 73 74). Bu kimlik ihtiyacı bireysel olan kuvvet ve heyecanların ulusal kuvvet ve heyecanlarla özdeşleştirilmesinden başka bir şey değildir. Ulusçuluk konusunda, tarihsel kültürler ile etnik bağların devam etmekte olan çerçeve ve kalıntıları önemli bir yer işgal eder. Ancak ulusçuluk, gücünü daha çok tarihsel yerleşmişlikten alır ve bu, onun önceden var olan ve kültürel miraslar ve etnik oluşumlardan türedikleri anlamına gelmektedir (Smith 2002: xıı-xııı). Fransız Devrimi nin hemen öncesi ve sonrası oluşan ulusçuluk, burjuvazinin egemenliğini, aristokrasiden alıp ulus a devretme kendi iktidarını kurumsallaştırma sürecinin ideolojisini yansıtır. Önceki toplum tiplerinde böyle bir unsurdan söz etmek imkânsızdır. 3 Görüldüğü üzere ulusçuluk tanımlamalarında farklılıklar söz konusudur. Tanımlama farklılıkları Fransız ve Alman ulusçulukları söz konusu olunca daha bir belirginlik sergiler. Buna göre Fransız ulusçuluğunun ayırt edici özelliği Avrupa aydınlanmasının maddi ve entelektüel ön- 3 Örneğin Aristoteles, toplumun öncü sınıfı olarak kendi iktidarını kurumsallaştırması süreci ve yetki dağıtımını buna bağlı olarak ta karara bağlama konusunu dört şekilde ele alır. Bu haklar, ya bütün yurttaşlara verilmelidir ya da hepsi bazı yurttaşlara, ya bazıları belli yurttaşlara geri kalanları diğer yurttaşlara, ya da bazıları bütün yurttaşlara kalanları diğer yurttaşlara verilmelidir. diyerek bu şekilde demokrasi ve oligarşinin temel ideolojisini ortaya koymaya çalışmaktadır. bk. Aristoteles, Politika, (çev. M. Tuncay) Kitap IV, Bölüm 13, Remzi, Đstanbul 1983, s. 132, 135.

33 35 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ulus, Ulusçuluk ve Ulus Devlet cülü olarak kabule uygundur da teşekkül eden Fransız ulus-devleti kıta Avrupa sının geri kalanına bireysel özgürlük eşitlik ve kozmopolitan bir bakış açısı üzerine kurulu bir milletin modernliğini göstermiştir. Ulusdevletin belirmesi ile Fransız ulusçuluğunun ortaya çıkması bu anlamda eş zamanlı olmuştur diyebiliriz. Almanya da ise ulusçuluk Batı ya da Fransız karşıtlığı olarak ortaya çıkmıştır. Alman ulus-devletinin kurulmasından yarım yüzyıl önce ortaya çıkan Alman ulusçuluğu, aydınlanma karşıtı ve romantik öncüllere sahip olup etnik ve kültürel bir nitelik sergiler (Kadıoğlu 2003: 285). Ulusçuluk bir ulusu ayakta tutmak için kullanılan ideolojik bir harekettir (Williams-Robin, 1994: 53). Ulusçuluğun temel ilkesi olan egemenlik ulusundur kavramı yeni beliren sınıfların, grupların iktidarı etkileyebilmesi ve paylaşabilmesi için bir çözüm yoludur (Turan 1986: 34) ve bu çözüm yolu biz duygusuna dayalı ulusçuluk olarak belirmiş ve bu beliriş, resim, heykel ve benzeri sembolik icatlar oluşturarak rejimin halk tarafından kutsallaştırılmasını, değerlerinin benimsenmesini ve desteklenmesini sağlamıştır. Ulusçuluk pratiğiyle ayin ve törenler, sembollerden icat edilmiş ve belirli bir dünya görüşü de bu mekanizmalar aracılığıyla gönüllü gerçekleştirilenler olarak yapılandırılmıştır. Bu yapılandırma biçimi fonksiyonel açıdan sembolize edilenin öneminden daha çok yarattığı duygusal çağrışımlarla ilgilidir ve bir sosyal grubun varlığı için bu duygusal çağrışım son derece önemlidir (Türkkahraman 2000: 10). Toplumsal Dayanışma Alanının Yeniden Düzenlenişi; Ulusdevlet Feodal toplum yapısının çözülüşü ve kapitalizmin gelişim süreciyle birlikte siyasal, ekonomik, kültürel ve düşünsel alanda görülen toplumsal değişimin yeni bir toplum biçimine dönüşümünün bir göstergesi olarak ulus-devleti görmekteyiz. Ulus-devlet kurgusu farklı bir yaşam biçimini yansıtan topluluk üyeleri arasında siyasal bir bütünlük sağlayarak adı modern ulus olan yeni bir topluluk türü oluşturmuştur. Bu yeni topluluk oluşturma biçimi yapısal olarak genellikle Egzogam olan ve soyunun ortak bir atadan geldiğini iddia eden ve bir totemle temsil edilen, tek soylu bir akraba grubu olan klandan farklıdır (Marshall 1999: ). Kabile, klan, kavim, aşiret türünden toplumsal gruplaşmalarda siyasal birimden 4 söz edilemez. Çünkü ilkel etnik topluluğu oluşturan farklı toplumsal statülerin bireyleri kendilerini bir bütünün parçaları olarak görmezler. Örneğin soylular için soyluluk köylüler için akrabalık kimliği önemlidir. Ulus u bu yapılardan ayıran fark, tüm sınıfları daha üst bir kimlik olan 4 Adam Smith, ulusu bir ülke topraklarında örgütlü herhangi bir siyasal birim olarak tanımlamaktadır. bk. Dominique Schnapper, Yurttaşlar Cemaati, Modern Ulus Fikrine Dair, (çev. Özlem Okur), Đstanbul 1995, s. 38.

34 36 TÜBAR-XXVIII/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. N. D. AKSOY-Dr. H. A. ARSLANTAŞ ulus kimliğinde birleştirmesidir. Modern anlamda ulus olma bilincinin yerleşmediği dönemlerde, belli bir coğrafi mekânı farklı etnik kökenlerden gelen egemenler yönetebilirken ve bu durum yönetilen grup için çok önemli değilken modern anlamdaki ulus kurgusunda yöneten ve yönetilen tüm toplumsal etnik gruplar aynı orijinde birleşirler. Bu durum ulusun kültürel bağının oluşmasını ve aynı zamanda da yeni bir toplumsal ruh halini, yani ortak yaşam tarzının gelişmesini beraberinde getirmiştir. Bu ortak yaşam, yukarıda da değinildiği gibi ulus-devlet sınırları içinde yaşayan nüfus topluluğunun ulusal kültür olgusu olarak adlandırdığı ortak bir kültürü yaratmasına neden olmuştur. Üstelik bu ulusal kültür zamanla o denli ulus bağını pekiştiren bir boyuta yükseltilir ki aynı sınırlar içinde yaşayan farklı etnik kökenlere sahip topluluklar dahi kendiliğinden kendilerini aynı ulusun fertleri olarak hissederler. Ulus-devlet kurgusuyla birlikte Modernizm, üretim ilişkileri ve daha birçok alanda yaşanan gelişme yeni bir toplumsal yaşamı yeni bir kültür temelinde inşa etmiş bu inşa sürecinin siyasal örgütlenmesi kendine has merkezi bir devlet yapısı kurgulamıştır. Bu devlet yapısı, bireylerin hak ve sorumluluklarını ifade eden yurttaşlık kimliğiyle toplumdaki sınıflar arasında ve diğer farklı toplumsal gruplar ilişkileri düzenleyen, dengeleyen ve böylelikle toplumda siyasal ve sosyal bütünleşmeyi sağlayan bir işleve sahiptir. Bu nedenle devlet iktidarının kaynağı tanrısal değildir. Bu kendisinden önceki siyasal örgütlenmelerden farklı bir özelliği yansıtır. Örneğin; Dinsel otoritenin kralın şahsında görülmesi nedeniyle Mısır hükümdarı sadece bir yönetici olmamıştır. O aynı zamanda bir Tanrı, bir başkumandan, başrahip, baş yargıç ve tanrıların yeryüzündeki arzularının kişileşmiş bir temsilcisi konumundadır (Amittay 1983: 41). Eski Yunan'- da Kahramanlık Çağı ardından oluşan yeni yaşam biçimi tanrıların ölümlü modelleri olan savaşçı soylulara ve bunların düzenlerine son verdiği gibi tanrılara olan gereksinimi de ortadan kaldırırken (Ağaoğulları 1994: 50) eski mısır daki bu aklileştirme biçimi kutsal kökenli ölümlü bir Tanrı-Kralın varlığı nedeniyle tek Tanrı fikrine doğru bir eğilimin ortaya çıkmasına yol açmıştır (Amittay 1983: 41, 43). Sonuç Genel olarak modern ulusçuluk fikrinin Fransa, Almanya ve Đngiltere nin geçirdiği tarihi tecrübenin üçlü sacayağı üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz. Bu süreç, ulusal monarşilerin doğuşuyla birlikte mevcut topraklar üzerindeki insanları modern ulus olarak birleştirmiştir. Bu birleşimle söz konusu modern ulus bilinci, belli bir coğrafi mekânı farklı etnik kökenlerden gelen egemenlerin yönetmesine sıcak bakmamış, yöneten ve yönetilen tüm toplumsal etnik grupların türdeş olmasını şart koşmuştur. Bu şart üzerine inşa edilen ulus ve ulusçuluk kavramları bir bütünsellikle ulus-devlet kurgusunun da tanımlama araçları olmuşlardır. Bu tanımlama

35 37 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ulus, Ulusçuluk ve Ulus Devlet araçlarında ulus-devlet, yeni bir egemenlik biçimini yansıtmış, egemenliğin meşru kaynağı ise ulusçulukla yaratılmıştır. Ulus-devlette devlet iktidarının kaynağı tanrısal değildir. Bu kendisinden önceki siyasal örgütlenmelerden farklı bir özelliği yansıtmaktadır. Önceki zamanlarda hükümdarlar Tanrı nın yeryüzündeki temsilcileri ya da gölgesi biçimindedir. Oysaki Ulus-devlet şeklindeki siyasal örgütlenmede böyle bir yapılanma söz konusu değildir. Devlet kurgusu salt insan egemenlikli merkezi bir devlet yapısı halinde kendisini göstermektedir. Kısaca bu devlet yapısı bireylerin hak ve sorumluluklarını ifade eden yurttaşlık kimliğiyle toplumdaki, sınıflar, gruplar ya da kurumlar arasındaki ilişkileri düzenlemekte ve böylelikle toplumda siyasal ve sosyal bütünleşmeyi insanı merkeze alan bir işlevle yerine getirmektedir. Ulus-devlet kurgusunda toplum sadece fertlerin toplamına indirgenememektedir. Ulus-devlet çok sayıda modern anlamda kurumsallaşmış yapıdan oluşan alt sistemlerin ana sistemi meydana getirdiği bir kurgudur. Bu kurguda toplumsal kurumlar uluslararası bütünleşmeleri de dikkate alarak fertlere ve dini inanışlara rağmen işlevlerini yerine getirirler. Fertler, kendilerinden bağımsız çalışan bu toplumsal kurumlar içine doğarlar. Ekonomik sistem, siyasî sistem, eğitim sistemi, sağlık sistemi, hukuk sistemi, aile yapısı, finansal kurumlar ve kitle iletişim araçları bu yapılanma içinde fertleri modern anlamda şekillendirmekte ve ulus-devlet kurgusuna bu şekilde anlam katmaktadır. KAYNAKÇA AĞAOĞULLARI, M. A (1994), Kent Devletinden Đmparatorluğa, Đmge, Đstanbul. AKARLI, Ahmet Orhan (1993), Milliyetçilik Sorununa Çağdaş Yaklaşımlar, Toplum ve Bilim, S., 62. Yaz- Güz, Đstanbul. AKÇAM, Taner (20039), Türk Ulusal Kimliği Üzerine Bazı Tezler, Modern Türkiye de Siyasi Düşünce, C. 4, Milliyetçilik, (Ed. Tanıl Bora, Murat Gültekingil), Đletişim, Đstanbul. s AKKAYA, Yüksel (2003), Korporatizmden Sendikal Đdeolojiye, Milliyetçilik ve Đşçi Sınıfı, Modern Türkiye de Siyasi Düşünce, C. 4. Đletişim, Đstanbul. s ALBAYRAK, Coşkun Gökçen (2002), Globalizasyon Süreci ve Azgelişmiş Ülkeler, Globalizasyonun Yansımaları, (Der. Uğur Selçuk Akalın), Donkişot, Đstanbul. AMITTAY, Jacob Ben (1983), Siyasal Düşünceler Tarihi, (çev. M. A. Kılıçbay - L. Köker). ANDERSON, Benedict (1995), Hayali Cemaatler, (çev. Đskender Savaşır), Metis, Đstanbul. ANDERSON, Benedict (2001), Imagined Communities Reflections on the

36 38 TÜBAR-XXVIII/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. N. D. AKSOY-Dr. H. A. ARSLANTAŞ Orgin and Spread of Nationalism, The New Social Theory Reader, (Ed. Steven Seidman and Jeffy C. Alexander), Rotledge, London, s BAUMAN, Zygmund (1999), Kürselleşme, (çev. A. Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, Đstanbul. BEKMEN, Ahmet (2003), Türk Milliyetçiliği: Varkalmanın Teyakkuz Hali, Modern Türkiye de Siyasi Düşünce, C. 4. Đletişim, Đstanbul, s BERGER, L. Peter (1958), Modernleşme ve Bilinç, (çev. C.Cerit), Pınar Yayınları, Đstanbul. DOMĐNĐQUE Schnapper (1995), Yurttaşlar Cemaati, Modern Ulus Fikrine Dair, (çev. Özlem Okur), Đstanbul. EMERSON, Rupert (1965), Sömürgelerin Uluslaşması, Türk Siyasi Đlimler Derneği Yayınları, Ankara. ERÖZDEN, Ozan (1997), Ulus Devlet, Dost, Ankara. ERSANLI, Büşra (1998), Milliyetçilik Teorileri Avrasya'da Siyaset ve Đlişkiler, Türkiye Günlüğü, S. 50. Mart-Nisan. ERSANLI, Büşra (2000), Yeni Bağımsızlık ve Ulusun Adı, Akademik Araştırmalar, S. 6. GELLNER, Ernest (1992), Uluslar ve Ulusçuluk, (çev. Büşra Ersanlı ve diğerle, ri), Đnsan Yayınları. Đstanbul, GELLNER, Ernest (1998), Milliyetçiliğe Bakmak, (çev. Simten Coşar) Đletişim Yayınları, Đstanbul. GÖKÇEK, Fatma Müge (2003), Osmanlı Devleti nde Türk Milliyetçiliğinin Oluşumu: Sosyolojik Bir Yaklaşım, Modern Türkiye de Siyasi Düşünce, C. 4, Milliyetçilik, (Ed. Tanıl Bora, Murat Gültekingil), Đletişim, Đstanbul, s HUGO, Victor; Kentin Felsefesi Üzerine, (çev. Olcay Kunal), Cogito, S. 8, Yaz, s. (63-70) KADIOĞLU, Ayşe (2003), Milliyetçilik-Liberalizm Ekseninde Vatandaşlık ve Bireysellik, Modern Türkiye de Siyasi Düşünce, C. 4 Milliyetçilik, (Ed. Tanıl Bora, Murat Gültekingil), Đletişim, Đstanbul, s KEDOURĐE, Elie (1971), Avrupada Milliyetçilik, (Çev.M.Haluk Timurtaş), Devlet Kitapları, Ankara. KORKMAZ, Abdullah (2006), Değişme ve Farklılaşma, 1.bs., Doğu Kütüphanesi, Đstanbul. MARSHALL, Gordon (1999), Sosyoloji Sözlüğü, (çev. Osman Akınhay; Derya Kömürcü), Bilim ve Sanat, Ankara. MELLOR, A. Philip (1993), Death in Hight Modernity: the Contemporary Presence and Absence of Death, The Sociology of Death, (Ed. David Clark), BlackWell Publısher/ The Sociolgical Rewiev, ss. (12-30) MILL, John Stuart (1998), On Liberty And Other Essays, Oxfort Unıversty Pres. MUNRO, Rolland (2001), The Waiting of Mass: Endless Displacement and the Death of Community, (Ed. Nıck Lee, Rolland Munro), Blackwell Publishers, / The Sosyological Review, USA, s. ( )

37 39 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ulus, Ulusçuluk ve Ulus Devlet ÖZKIRIMLI, Ümit (1999), Milliyetçilik Kuramları, Sarmal, Đstanbul. ROUSSEAU, J., (1997), Toplum Anlaşması, (çev. Vedat Günyol), MEB, Yayınları, Đstanbul. SAY, Ömer (1998), Millî Devlet Kültürü, Kaknüs Yayınevi, Đstanbul. SCHNAPPER, Dominique (1995), Yurttaşlar Cemaati, Modern Ulus Fikrine Dair, (çev. Özlem OKUR), Kesit Yayınları, Đstanbul. SMĐTH, Anthony (1999), Millî Kimlik, (çev. Bahadır Sina Şenel), Đletişim Yayınları, 2. bsk., Đstanbul. SMĐTH, D. (2002), Anthony; Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, (çev. Derya Kömürcü), Everest, Đstanbul. TURAN, Đlter (1986) Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış, Der Yayınları, Đstanbul. TÜRKKAHRAMAN, Mimar (2000), Türkiye de Siyasal Sosyalleşme ve Siyasal Sembolizm, Birey Yayıncılık, Đstanbul. WILLIAMS, JR.-Robin, M. (1994), The Sociology of Ethnic Conflicts: Comparative International Perspectives, Annual Review of Sociology, Volume, 20, s

38 CUMHURĐYET DEVRĐ ORTAÖĞRETĐMĐNDEKĐ SANAT TARĐHĐ MÜFREDATININ DEĞERLENDĐRĐLMESĐ Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER ÖZ: Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sanat tarihine ve eğitimine büyük önem verilmiştir. Bu amaçla ortaöğretim kurumları için, sanat tarihi müfredat programları hazırlanmıştır. Çalışmanın konusunu da 1949 yılından başlayarak günümüze kadar hazırlanmış olan bu müfredat programları oluşturmaktadır. Literatür tarama yöntemiyle yapılan bu çalışmada sanat tarihi müfredat programları, öncelikle ayrıntılı olarak tanıtılmıştır. Daha sonra bu programlar, içerik, yöntem, sınıf kademesi, öğretim elemanı, haftalık ders saati süresi ve zorunlu-seçmeli olması yönünden karşılaştırılmış ve önerilerde bulunulmuştur. Bu şekilde ortaöğretim kurumlarındaki sanat tarihi müfredat programlarının tarihsel gelişimi belirlenmek ve ortaya çıkan sorunlara dikkat çekmek istenmiştir. Anahtar Kelimeler: Sanat Tarihi, Sanat Tarihi Eğitimi, Eğitim, Müfredat, Program, Ortaöğretim The Evaluation of Secondary School Art History Syllabus in the Republic Era ABSTRACT: From the first years of the Republic until today, a great importance has been attached to Art History. For this purpose, Art History syllabus was prepared for the use of secondary schools. These syllabuses have been prepared since 1949 is the main subject of the study. The research in this study is based on literature review of the syllabus of art history courses in detail. In the second stage of the study, the programs were compared in terms of contents, methods, class levels; teaching staff, weekly lecture hours and being a compulsory/elective course and recommendations were made. In this respect, the determination of historical development of art history syllabus in secondary schools and drawing attention on the problems encountered with were intended. Key Words: Art History, Art History Education, Education, Syllabus, Program, Secondary Education. Niğde Üni. Fen-Ed. Fak. Sanat Tarihi Böl. huriyealtuner@gmail.com

39 42 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER 1. GĐRĐŞ Cumhuriyet Türkiye sinde gelişen kültürel politikalar ve toplumların kültürel geçmişi ile var olma bilinci, sanat tarihine yönelmeyi gerekli kılmıştır. Bir ulusu var etme çabası içinde, sanat tarihi ve mimarlık tarihi disiplinleri, araçsal olarak gündeme gelmiştir (Batur 2002: 70). Bu yeniden oluşum politikası doğrultusunda sanat tarihi ile ilgili çalışmalara başlanmış ve ortaöğretim müfredat programlarında değişiklikler yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti nin temelini kültür olduğunu söyleyen Atatürk ün direktifleri doğrultusunda (Kantarcıoğlu 1998: 30) ortaöğretim kurumlarında, dönemin şartlarına ve öğrencinin ihtiyaçlarına bağlı olarak kimliğin belirginleşmesinde etkisi bilinen genel kültür derslerine ağırlık verilmiştir. Müfredat programları ilgili ilk düzenlemeler, Maarif-i Umumiye Nizamnamesi (1869) ile başlamıştır. Cumhuriyet dönemine gelene kadar pek çok değişiklik geçiren ortaöğretim müfredatı, 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile tüm öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı bünyesi altında toplanırken, kapsamlı değişikliklere uğramıştır. Programlar üzerinde düzenli çalışmalar ise yılları arasında yapılmıştır (Yüksel 2003). Bu dönemde yapılan ders programları düzenlemeleri arasında Sanat Tarihi dersi yoktur (TCMV 1931: 12). Ancak, eğitimin planlanması ve programlanmasında önemli yeri olan Millî Eğitim Şura larında bu konuya yer verildiği görülmektedir tarihinde yapılan ilk Maarif Şurası ndan başlayarak 1949 yılına kadar yapılan şuralarda sanat tarihi eğitiminin gerekliliği tartışılmıştır. Bu tarihe kadar, sanat tarihi konuları, tarih derslerinin içinde verildiği görülmektedir yılında ilk kez, lise haftalık ders çizelgesinde Sanat Tarihi dersinin adı bulunmasına rağmen Resim dersleri içinde işlendiği anlaşılmaktadır yılında ise ilk kez, lise müfredat programında Sanat Tarihi dersi bağımsız bir ders olarak yerini almıştır. Bu tarihte hazırlanan Sanat Tarihi Müfredat Programı, 1957 de bir takım eklemelerle değiştirilmiş ve 1991 yılına kadar kullanılmıştır yılında ise bugün halen kullanılan, kapsamlı ve ayrıntılı sanat tarihi müfredat programı hazırlanmıştır. Araştırmanın konusunu ve ana malzemesini, tarihsel gelişiminden kısaca bahsettiğimiz bu programlar oluşturmaktadır.

40 43 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Cumhuriyet Devrinde Sanat Tarihi Müfredatı ORTAÖĞRETĐM KURUMLARINDAKĐ SANAT TARĐHĐ MÜFREDAT PROGRAMLARI Tarihli Resim Dersi Müfredat Programı 1949 tarihinde toplanan 4. Millî Eğitim Şurasında, liselerin dört yıla çıkarılması ile ilgili çalışmalar yapılmış ve öneri haftalık ders çizelgeleri 1 hazırlanmıştır. Bu haftalık ders çizelgelerinde, Sanat Tarihi dersi, dördüncü sınıfta fen ve edebiyat kollarında birer saatlik seçmeli ders olarak gösterilmiş olmasına rağmen müfredat programında yer alamamıştır. Ancak sanat tarihi konuları Resim dersi içinde verilmiştir 2 (MEB 1949: 117). Resim dersi ise, birinci sınıftan itibaren haftada 1 saat, lise son sınıfta Fen-Edebiyat kolunda ise 2 saate olmak üzere düzenlenmiştir. 2 saatlik olan bu dersin 1 saatinin, sanat tarihine ayrılacağı ve bu ders resim öğretmeni tarafından verileceği ayrıca belirtilmiştir tarihli Resim Dersi Müfredat Programı nda (MEB 1949: 117), sanat tarihi konuları, sanat eğitimini destekleyecek şekilde hazırlanmıştır 3. Sanat eğitimi içinde gerekli olan örnekler geçmiş ve günümüze ait sanat eserlerinden seçilmiştir, bu amaçla çevredeki tarihi eserler ve müzeler gezilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Program resim dersinin amaçları diyebileceğimiz kısa bir bölümle başlamakta; Tabiattan Resim, Resim Dersinin Diğer Derslerle Đlgisi, Çeşitli Perspektif ve Güzel Sanatlara Ait Bilgiler olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır (MEB 1949: 117). Müfredatın birinci bölümü olan Tabiattan Resim başlığı altında; bu eğitimin tabiattan resim yaptırma yoluyla öğrencilerin sanat eğitimini kuvvetlendireceği ve son sınıfta görecekleri sanat tarihi dersine hazırlık olacağı belirtilmektedir. Bunun için bitki ve hayvan resmi yaparken, ünlü sanatçıların eserlerinin incelenmesinin; şehirdeki sanat eserlerine ve müzelere geziler yapılmasının gerekliliği vurgulanmıştır (MEB 1949: 117) Ağustos 1949 tarihinde toplanan 4. Milli Eğitim Şurasında, liselerin 4 yıla çıkarılması ile ilgili çalışmalar sürdürülmüş ve bu doğrultuda ders programlarının yeniden düzenlenmesi gündeme gelmiştir. Bunun için Koordinasyon Komitesi, dört yıllık eğitim süresine uygun olarak öneri haftalık ders çizelgesi hazırlamışlardır. Ancak 4 yıllık lise uygulamasına 1952 yılında geçilebilmiş ve 1955 yılında tekrar üç yıla indirilmiştir. Bu nedenle 1949 tarihli Resim Dersi müfredat programı öncelikle incelenmiştir. Bu yöntem Fransız ve Alman eğitim sisteminde olan ve günümüzde halen kullanılan bir yöntemdir. bk. Altuner, H. (2008). Türkiye de ki Ortaöğretim Sanat Tarihi Müfredat Programı Đle Almanya, Fransa ve Đtalya Müfredat Programlarının Karşılaştırılması, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 11 (Temmuz).

41 44 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER Ayrıca resim derslerinde mümkün olduğu kadar atölye dışına çıkılarak mimari eserleri, bina içi resimleri ve bunların ayrıntıları, çeşitli arazi şekilleri çizdirileceği; öğrencilerin resim hafızasını kuvvetlendirmek için eşyayı gördükten ve inceledikten sonra ezbere çizdirme egzersizleri yaptırılacağı belirtilmiştir. Bu arada resim teknik ve malzemelerinin öğretilmesi de istenmiştir. Resim Dersinin Diğer Derslerle Đlgisi başlığı altında, diğer derslerle ilgili konuların resim dersi içinde yer alması gerekliliği vurgulanmıştır (MEB 1949: 117) (Örneğin, mikroskopla görülen cisimlerin çizilmesi gibi ). Çeşitli Perspektif adlı bölümde ise çizgi, renk ve perspektif çeşitlerinin öğretilmesi ve bu konularının öğretilmesi için sanat eserleri üzerinde incelemeler yapılması istenmiştir. Birinci sınıfta perspektif kuralları, ikinci sınıflarda aynı konular daha geliştirilmiş şekilde daha zor motifler üzerinde çalıştırılacağı belirtilmiştir (MEB 1949: 117). Güzel Sanatlara Ait Bilgiler bölümünde ise resim, heykel, mimari ve dekorasyon sanatları ile ilgili terimler bilgisi verilirken Türk ve dünya sanatlarından örnekler verilmesi ve yakın çevredeki eserlerin gidip incelenmesi istenmektedir (MEB 1949: 117). Ayrıca, görülen bu eserlerle ilgili uygulamalar yapılması ve görüntülerinin atölye duvarlarına asılması; resim ve sanat tarihi derslerinin verimli olması için projeksiyon aletlerinin ve röprodüksiyonların olmasının gerekliliği vurgulanmıştır ve 1956 Tarihli Sanat Tarihi Müfredat Programı Đlk kez 1952 de bağımsız bir ders olarak lise öğretim programına alınan Sanat Tarihi Dersi 4 için ilk müfredat programı da bu tarihte oluşturulmuştur (MEV 1952: 89). Son sınıfın edebiyat ve fen kollarında resim öğrencilerine haftada 1 saat verilmek üzere düzenlenmiş olan bu program küçük eklemeler dışında değişmeden 1957 yılına kadar kullanılmıştır. Resim öğretmeni tarafından verilecek olan bu program, sadece konuların başlıklarını verildiği, yöntem, işleniş, değerlendirme gibi açıklayıcı bilgilerin bulunmadığı, tek sayfalık bir programdır (MEV 1952: 89). Đçeriğini şu konular oluşturmaktadır; Tarih Öncesi Devirlerdeki Sanat, Mısır Sanatı, Eski Ön Asya Sanatları, Đran Sanatı, Eski Ege Havzası ve Yunan Sanatları, Roma Sanatı, Primitif Hıristiyan ve Bizans Sanatları, Roman ve Gotik Sanatları, Orta Asya Türk Sanatı, Đslam Sanatları, Selçuklu, Osmanlı Sanatları, Rönesans, XVII., XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda tarihli 4. Milli Eğitim Şurası nda alınan kararlar ve oluşturulan öneri haftalık ders çizelgesi ancak 1952 de uygulanabildiğinden ilk bağımsız sanat tarihi müfredat programı da bu tarihte oluşturulmuştur.

42 45 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Cumhuriyet Devrinde Sanat Tarihi Müfredatı... Sanat (Đtalya, Đspanya, Hollanda, Fransa, Almanya ve Đngiltere de), Uzak Doğu Sanatları (Hint, Çin, Japon), Bu Günün Sanatı (Tanzimat tan bu güne kadar Türk Sanatı üzerinde etraflıca durulacaktır) da Lise ders Programında, liselerin öğretim süreleri, dört yıldan üç yıla indirilmiş ve liseler için yeni bir müfredat programları hazırlanmıştır (Cicioğlu 1985: 206). Bu tarihte hazırlanan sanat tarihi müfredat programı ise 1952 tarihli müfredat programıyla aynı kalmıştır (MV 1956: 99) Tarihli Sanat Tarihi Müfredat Programı 1957 de yeniden ele alınan lise programlarında önemli bir değişiklik yapılmıştır; 1952 yılına kadar üçüncü sınıfta, yılları arasında dördüncü sınıfta ayrılan, fen ve edebiyat şubeleri, 1957 yılından itibaren ikinci sınıftan ayrılmaya başlamıştır. Bu düzenleme içinde Sanat Tarihi ayrı bir ders olarak, lise ikinci sınıflarda edebiyat koluna haftada 2 saat ve üçüncü sınıfların Fen-Edebiyat koluna haftada 1 saat olarak düzenlenmiştir ve 1957 tarihli Sanat Tarihi Müfredat Programı hazırlanmıştır (TCMV 1960: 43-44). Bu program 1987 yılına kadar kullanılmıştır tarihli Sanat Tarihi Dersi Öğretim Programı, lise ikinci sınıflar ve üçüncü sınıflar için hazırlanmış bir programdır tarihli müfredat programında olduğu gibi bu programda da işleniş ya da içerik hakkında açıklayıcı bilgiler bulunmamaktadır. Sadece, fen kollarında imkân oldukça, resim derslerinde, Đslam ve Türk Sanatı dışındaki konulara da yer verilmesi, bu şekilde ikinci sınıfta sanat tarihi dersi alamayan bu öğrencilerin bilgilendirilmesi istenmiştir. Programda, lise ikinci sınıflar için; Tarih Öncesi Devirlerdeki Sanat, Eski Mısır Sanatı, Eski Ön Asya Sanatları, Eski Ege Havzası ve Yunan Sanatları, Roma Sanatı, Ortaçağ Avrupa Sanatları, Rönesans Devrinde ve Rönesans tan XIX. Yüzyıl Ortasına Kadar Avrupa Sanatları, Empresyonizmin Başlangıcından Günümüze Kadar Batı Sanatı ve Uzak Doğu Sanatları konu olarak seçilmiştir (TCMV 1960: 43). Üçüncü sınıflar için ise, Türk ve Đslam Sanatları başlığı altında; Orta Asya Türk Sanatı (Đslamiyet ten Önce), Đslam Sanatları (Arap, Đran ve Hint), Đslam Türk Sanatı (Muhtelif devir ve memleketlerde, özellikle Selçuklular Devrinde, Osmanlı Devrinde), Tanzimat tan Bu Güne Kadar Türk Sanatı (TCMV 1960: 43-44) konularına yer verilmiştir oluşturulan bu program, 1987 yılında Atatürkçülük ile ilgili konuların eklenmesi dışında, uzun süre değişiklik yapılmadan yürürlükte kalmıştır. Bu eklemler ise şunlardır; Atatürkçü Düşüncede Özellik Taşıyan Önemli Yaklaşımlar = Millî Tarih, Millî Ahlak, Millî Eğitim; Millî Kültür, Türk Tarihinin Zenginliği, Atatürk ün Kişisel Özellikleri = Sa-

43 46 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER nat Severliği, Güzel Sanatlar = Milletlerin Tanınmasında Güzel Sanatların Rolü, Tehdit = Anarşi ve Terör, Anarşi ve Terörle Mücadelede Kişilere Düşen Görev (MEGSB 1987: 126) Tarihli Sanat Tarihi Müfredat Programı Talim Terbiye Kurulu nun tarih ve 2342 sayılı kararıyla, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı bünyesinde kurulan Sanat Tarihi Program Geliştirme Özel Đhtisas Komisyonu nca hazırlanan lise ve dengi okullara ait yeni Sanat Tarihi Dersi Öğretim Programı öğretim yılından itibaren denenip geliştirilmek üzere kabul edilmiştir. Böylece 1957 tarihli Sanat Tarihi Dersi Müfredat Programı yürürlükten kaldırılmış ve 1991 tarihli öğretim programı günümüze kadar kullanılmıştır tarihli bu program lise II.(10.sınıf) ve III.(11.Sınıf) sınıflar için geçerli olup, Sosyal Bilimler ve Edebiyat koluna haftada 2 saat olarak düzenlenmiştir (MEB 1991: 3). Sanat tarihi dersinin genel amaçlarının maddeler halinde ilk bölümde verildiği 1991 tarihli müfredat programında, ikinci ve üçüncü sınıflara yönelik amaçlar da yer almaktadır, amaçlar doğrultusunda konular işlenmektedir. Bu amaçların ölçülebilir gözlenebilir hale getirilebilmeleri için her amacın altına, amaçla ilgili davranışlar konmuştur. Amaçların ve davranışların sırası öğretmen tarafından değiştirilebilmektedir (MEB 1991: 5). Amaç ve davranış bölümünden sonra konu başlıkları; her işlenişin başına ise konu ile ilgili amaçlar sıralanmıştır. Bu amaçlara göre konunun örnek işlenişi yapılmıştır. Ünite içerisinde yer alan ve işlenişi verilmeyen diğer amaçların işlenişi ise öğretmene bırakılmıştır. Konuların işlenişinde genel olarak düz anlatım, soru-cevap yöntemi kullanılmışsa da her konunun özelliğine göre değişik işleniş yöntemlerin de uygulanabileceği belirtilmiştir. Yöntem, derste kullanılacak araç gereç, süre, işleniş ve değerlendirme gibi yol gösterici bilgiler ayrıntılı olarak her ünitede yer almaktadır. Program içerisinde yer alan değerlendirmeler, verilen örnek işlenişlere göre seçilmiş ve buna göre diğer işlenişler de amaçlara uygun olarak, değerlendirmeler öğretmen tarafından yapılması gerekliliği belirtilmiştir. Sanat Tarihi Dersi nde, konuların, teorik olarak işlenmesinin yanı sıra, görsel eğitimin de uygulama içerisinde önemli ve tamamlayıcı bir rolü olduğu belirtilerek, derslerin bu programa uygun olarak işlenebilmesi için film, slayt ve video kasetlerinden yararlanılması, öğretmenin, okul ve çevre olanaklarını kullanması istenmiştir. Lise ikinci sınıflar için; Dünya Sanat Tarihi nin başlangıcından günümüze kadar gelişimi ve bu gelişimin başlıca sanatçıları, sanatçıların eserleri dokuz ünite halinde hazırlanmıştır (MEB 1991: 9-39);

44 47 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Cumhuriyet Devrinde Sanat Tarihi Müfredatı... Đlk ünite, öğrencilerin Sanat Tarihi Dersi nin içeriğini anlayabilmeleri için Sanat Tarihine Giriş tir. Bu ünitede sanat tarihinde geçen temel kavramlar, sanat tarihinin temel özellikleri, sanat tarihi ile ilişkili diğer bilim dalları, kültür ve sanat ilişkisi, sanat ve toplum ilişkisi ve sanat eserlerinin korunmasının öneminin öğretilmesi amaçlanmıştır (MEB 1991: 9). Đkinci ünite, Tarih Öncesi Çağlarda Anadolu dur ve Anadolu uygarlıklarıyla ilgili temel terimler bilgisi, Anadolu da tarih öncesi çağlara ait yerleşim merkezleri, Anadolu da tarih öncesi çağda toplumsal gelişimin sanat eserlerine etkisi, Anadolu da tarih öncesi çağlara ait yerleşim merkezlerinin temel özellikleri anlatılmaktadır (MEB 1991: 11). Đlk Çağda Anadolu adlı üçüncü ünitede; Anadolu da ilk çağda kurulan uygarlıklarla ilgili terimler bilgisi, Anadolu da ilk çağda kurulan uygarlıklar ve Atatürkçü düşüncede özellik taşıyan önemli yaklaşımlar yer almaktadır (MEB 1991: 15). Dördüncü ünitede Ön Asya Uygarlıkları, bu konuyla ilgili terimler bilgisi, Ön Asya Uygarlığının mimarisi ve heykel sanatı anlatılmaktadır (MEB 1991: 18). Beşinci ünitede ise, Anadolu daki Yunan-Roma ve Bizans Sanatı, yine terimler bilgisi verilerek, yerleşim merkezleri, mimarisi, Bizans Resim Sanatı, Anadolu dışında gelişen bu dönem sanatları ve bu toplumların yapısı işlenmektedir (MEB 1991: 21). Ortaçağ Avrupa Sanatı adlı altıncı ünitede, Roman ve Gotik sanatları, bu sanatların terimler bilgisi, sanat özellikleri ayrıntılı olarak anlatılmaktadır (MEB 1991: 29). Yedinci ünite Rönesans Sanatı na ayrılmıştır; Rönesans dönemi ile ilgili terimler ve olgular bilgisi, sanat türleri, temsilcileri, dönemin toplum ve düşünce yapısının Rönesans sanatına etkisini yer almaktadır (MEB 1991: 31). Maniyerizm ve Barok Sanat sekizinci ünitede, 19.Yüzyıl ve Sonrası Sanat akımları ise dokuzuncu ünitede işlenmiştir. Diğer ünitelerde olduğu gibi, bu konularda bütün yönleri ile ayrıntılı olarak anlatılmış ve işlenişi sunulmuştur (MEB 1991: 35-39). Đkinci sınıflar için hazırlanan programda, 1957 den farklı olarak, ağırlıklı Anadolu ile ilgili konular seçilmiş ve lise üçüncü değil lise ikinci sınıfta verilmeye başlanmıştır. Mezopotamya Sanatını işlerken, Mezopotamya Sanatını en iyi şekilde tanıtabilen örnek olarak düşünüldüğü için sadece Sümer Sanatı na yer verilmiştir. Konuların Anadolu ağırlıklı olması sebebiyle Ege Uygarlığı (Miken-Girit) bu programa alınmıştır. Rönesans ve Barok Sanatı nda ise sanatçılarla ilgili sınırlamalar getirilerek, öncü sanatçılara yer verilmiştir. 19.yy. Sonrasında Gelişen Sanat Akımları ve sanatçıları için program içerisinde ayrıca örnek işleniş planı çıkarılmıştır.

45 48 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER Üçüncü sınıflarda ise Anadolu Öncesi ve Anadolu Türk Sanatı ndaki gelişme, bu gelişim süreci içerinde gerçekleştirilen sanat eserleri çeşitli yönleri ile ele alınarak öğrenciye sunulması amaçlanmıştır (MEB 1991: 40). Yedi üniteden oluşan üçüncü sınıf sanat tarihi ders programında; Türkler Anadolu ya Gelmeden Önce Türk Sanatı nın anlatıldığı birinci ünitede, Orta Asya Türk Đslam ve Selçuklu Öncesi Türk Đslam Sanatları, Đslam Sanatı ve Atatürk ün kişisel özellikleri, Atatürkçü düşüncede özellik taşıyan önemli yaklaşımlar yer almaktadır (MEB 1991: 42). Đkinci ünitede, Büyük Selçuklu Sanatı ; Büyük Selçuklu Devleti nin kuruluş ve gelişimi, mimarisi, Büyük Selçuklu sanatının, Türk Đslam sanatındaki yerini ve önemini işlenmektedir (MEB 1991: 47). Anadolu Selçuklu Sanatı adlı üçüncü ünitede; Anadolu Selçuklu sanatında geçen terimler bilgisi, sivil ve dini mimarisinin temel özellikleri, mimari ve süsleme sanatını yer almaktadır (MEB 1991: 49). Dördüncü ünitede, Beylikler Sanatı ; genel özellikleri, Beylikler sanatıyla ilgili olgular bilgisi ve Beylikler sanatını kavarama gücü işlenmiştir (MEB 1991: 52). Beşinci ünite olan Osmanlı Sanatı nda; Osmanlı Sanatı ile ilgili terimler, Osmanlı Sanatı nın gelişim evreleri, mimarisi, Osmanlı Sanatının Dönemleri, Klasik Osmanlı sanatı içinde Mimar Sinan ın yeri ve önemi, Osmanlı sivil ve dini mimari bilgisi yer almaktadır (MEB 1991: 54). Türk El Sanatları, altıncı ünitenin konusunu oluşturmaktadır. Amaçları, işleniş biçimi, süresi, değerlendirmesi ve açıklamalarıyla bütün ünitelerde olduğu gibi ayrıntılı olarak anlatılmıştır (MEB 1991: 60). Cumhuriyet Dönemi Sanatı yedinci ünitede; XX. yüzyılın başından günümüze kadar gelişerek gelen Türk mimarisi, Cumhuriyet dönemi heykel (yontu) sanatı, başlangıcından günümüze Türk resim anlayışı gibi konularla işlenmiştir (MEB 1991: 63). Ayrıca, Orta Asya Türk Sanatı ile Đslam Sanatı işlenirken çeşitli resimlerle bu sanatın belirgin özellikleri üzerinde durulmuştur. Ünite içerisinde yer verilen konulara (Emevi Sanatı, Endülüs Emevi Sanatı, Memlük, Fatimi, Gazne Sanatı) ait eserler Đslam Sanatı nın Göre sıralanmıştır. Konuların işlenişinde, Atatürk ün kişisel özellikleri, çeşitli yönleri ve Atatürkçü Düşünceye yer verilmiştir. Buna bağlı olarak lise III. Sınıfın I. Ünitesinde, Tarihi Eserlerin Korunmasının Önemi, III. Ünitesinde Atatürk ün Arkeoloji ve Arkeolojik Kazılara Verdiği Değer üzerinde durulmuştur. Lise III. sınıfta, III. ünitede, Türk Tarihi nin Zenginliği iş-

46 49 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Cumhuriyet Devrinde Sanat Tarihi Müfredatı... lenmiş, VII. Ünitede, Milletlerin Tanınmasında Güzel Sanatların Rolü ile ilgili olarak bir okuma parçasına yer verilmiştir (MEB 1991). Đçeriğini bu şekilde tanımladığımız 1991 tarihli Sanat Tarihi Müfredat Programı, Anadolu Güzel Sanatlar Liselerinde de kullanılmaktadır öğretim yılından itibaren sanat tarihi dersi, bütün liselerde 5 seçmeli ders (haftada 2 saat) haline gelmesine rağmen, Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim alanında durum diğer liselere göre farklıdır. Müze Eğitimi, Plastik Sanatlar Tarihi, Türk Resim ve Heykel Sanatı, Çağdaş Dünya Sanatı ve Sanat Eserlerini Đnceleme gibi sanat tarihi dersleri, Alan Dersi olarak müfredat programında yer almaktadır. Anadolu Güzel Sanatlar Liselerinde, her zaman sanat tarihi derslerine, alanın da gerekliliği olarak ayı bir önem verilmiştir. Bu liselerde; Müze Eğitimi dersi, 12. sınıflar (Lise dördüncü sınıf) için haftada 1 saat; Plastik Sanatlar Tarihi dersi, 9. sınıflar (Lise birinci sınıf) için haftada 1 saat; Türk Resim ve Heykel Sanatı dersi, 11. sınıflar (Lise üçüncü sınıf) için haftada 1 saat; Çağdaş Dünya Sanatı dersi, 11. sınıflar (Lise üçüncü sınıf) için haftada 1 saat ve Sanat Eserlerini Đnceleme dersi ise 12. sınıflar için haftada 2 saat olarak düzenlenmiştir yılına kadar, Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Alanı ndaki bu derslerin müfredat programları bulunmamaktaydı. Bu dersleri veren öğretmenler, 1991 tarihli Sanat Tarihi müfredat programına göre program oluşturmaktaydı. Geniş bir içeriği sahip olan bu programdan, derslerin adına göre konular alınmakta ve genişletilerek işlenmekte ve aynı zamanda Resim-Đş Eğitimi müfredat programından da yararlanılmaktaydı. Ancak öğretim yılında, Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri için; Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Sanat Tarihi Dersi Öğretim Programı, Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Plastik Sanatlar Tarihi Dersi Öğretim Programı (9. Sınıf), Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Türk Resim, Heykel Sanatı Dersi Öğretim Programı (11. Sınıf), Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Sanat Eserlerini Đnceleme Dersi Öğretim Programı (12. Sınıf) hazırlanmıştır. 3. MÜFREDAT PROGRAMLARININ DEĞERLENDĐRĐL- MESĐ Görüldüğü gibi, ortaöğretim için hazırlanan, bütün sanat tarihi müfredat programları oldukça geniş bir içeriğe sahiptir. Herhangi bir ayırım (din, dil, ırk) yapılmaksızın, insanoğlunun sanat adına yaptığı bütün 5 Fen Lisesinde, Sosyal Bilimler Lisesi-Sosyal Bilimler alanında, Đmam Hatip Lisesinde, Anadolu Meslek Lisesinde, Teknik Liselerde, Anadolu Teknik Lisesinde, Sağlık Meslek Liselerinde seçmeli derslerin arasında dahi yoktur.

47 50 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER çalışmalar öğrencilere aktarılmak istenmiştir. Bu programları içerikleri, alanları, seviyeleri, haftalık ders saati süresi, zorunlu ve seçmeli ders olması, dersi veren öğretmen ve yöntem açısından değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşılmaktadır; Đçerik açısından değerlendirildiğinde; 1949 Tarihli Resim Dersi Müfredat Programı, sanat tarihi müfredat programlarının da ilkini oluşturmaktadır. Bu programın, Alman eğitim anlayışından etkilenerek hazırlandığı görülmektedir. Bu gün halen Alman liselerinde uygulanan Güzel Sanatlar Dersi Müfredat (AMKS 1994) programına, gerek işleyiş biçimi, gerek konuların seçilişi ve dersten beklenen hedefler açısından oldukça benzemektedir. Bu durum, Cumhuriyet in ilk yıllarında, bu ülkelerin eğitim anlayışlarından etkilenilmiş olması ve birçok yabancı uzmanla birlikte çalışılmış olması ile ilgili gibi görünmektedir. Resim dersleri içinde yer alan bu sanat tarihi programında, sanat eğitimini destekleyecek şekilde, Türk ve dünya sanatlarına yer verilmiştir. Resim, heykel, mimari ve dekorasyon sanatları gibi alanlarda çeşitli örnekler fotoğraflar, yakın çevredeki eserler ve müzeler vasıtasıyla öğrenciye tanıtılması amaçlanmıştır de hazırlanan Sanat Tarihi Müfredat Programı, sadece konuların başlıklarını verildiği, açıklayıcı bilgilerin bulunmadığı bir programdır. Đçerik olarak; tarih öncesi devirlerden başlayarak 19 yüz yıla kadar bütün batı sanatları, Mısır Sanatı, Eski Ön Asya Sanatları, Đran Sanatı, Orta Asya Türk Sanatı, Đslam Sanatları, Selçuklu, Osmanlı Sanatları, Uzak Doğu Sanatları, Bu Günün Sanatı (Tanzimat tan bu güne kadar Türk Sanatı ) olmak üzere kapsamlı bir programdır. Görüldüğü gibi Türk Sanatı nın yanı sıra diğer ülkelerin sanatları da müfredat programında ayırım yapılmaksızın yer almıştır tarihli program da bu programla aynı içeriğe sahiptir tarihli sanat tarihi müfredat programı ise, 1952 tarihli programdan farklı olarak, diğer ülkelere ve kültürlere ait sanatlar birinci sınıfın konularını oluşturmuş; üçüncü sınıfta ise Türk ve Đslam Sanatları ( Türk ve Đslam Sanatları adlı derste; Orta Asya Türk Sanatı- Đslamiyet ten Önce, Đslam Sanatları-Arap, Đran ve Hint, Đslam Türk Sanatı-Muhtelif devir ve memleketlerde, özellikle Selçuklular Devrinde, Osmanlı Devrinde, Tanzimat tan bu güne kadar Türk Sanatı) dersin içeriğini oluşturmuştur. Böylelikle daha önceleri bir seneye sıkıştırılan birçok konu, özellikle Türk Sanatı, iki yıllık bir eğitim içinde daha anlaşılır ve kapsamlı bir şekilde işlenebilecek hale gelmiştir yılında hazırlanan Sanat Tarihi Dersi Öğretim Programı ile 1957 tarihli program yürürlükten kalkmıştır tarihli bu program, dersin işlenişi, süresi, uygulanacak olan yöntem, ders araçları gibi birçok

48 51 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Cumhuriyet Devrinde Sanat Tarihi Müfredatı... bilginin verilmesi açısından bu tarihe kadar hazırlanan programlar arasında en ayrıntılı olanıdır. Đçerik açısından incelediğimizde; lise ikide, Dünya Sanat Tarihi nin başlangıcından günümüze kadar gelişimi ve bu gelişimin başlıca sanatçıları, sanatçıların eserleri dokuz ünite halinde sunulmuştur. Lise üçüncü sınıflarda ise; Anadolu Öncesi ve Anadolu Türk Sanatı ndaki gelişme, bu gelişim süreci içerinde gerçekleştirilen sanat eserleri çeşitli yönleri ile ele alınmıştır. Bu programları, liselerde hangi alanlar ve hangi seviyedeki öğrenciler için hazırlandığına göre bir karşılaştırma yapıldığında şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır; 1952, 1954 ve 1956 yıllarına ait sanat tarihi müfredat programlarının, lise üçüncü sınıfların edebiyat ve fen şubeleri için hazırlanmış olduğu görülmektedir tarihli program ise, lise ikinci sınıfların edebiyat; lise üçüncü sınıfların ise edebiyat ve fen şubelerinde okutulmak üzere düzenlenmiştir tarihli sanat tarihi müfredat programı ise, lise iki ve üçüncü sınıfların Sosyal Bilimler ve Edebiyat koluna göre hazırlanmıştır. Sanat tarihi müfredat programlarını, haftalık ders saati süresi açısından değerlendirildiğinde; 1949 da resim dersi içinde yer alan sanat tarihi dersinin lise üçüncü sınıflarda haftada 1 saat; 1952 de lise üçlerde haftada yine 1 saat; 1957 de, lise ikide haftada 2 saat, lise üçte haftada 1 saat; 1991 de ise lise iki ve üçüncü sınıflarda haftada 2 saat olarak düzenlendiğini görmekteyiz. Bu ders saati süreleri, programın yayınlandığı tarihlere bağlı kalmadan, farklı tarihlerde ortaöğretim programlarında yapılan değişikliklere göre de değiştirilmiştir. Buna karşılık haftalık ders saati süreleri, genel olarak 1 ile 2 saat arasında değişmiştir. Ancak Anadolu liseleri, özellikle resim alanında, alan gereği sanat tarihine ayrılan ders saati her zaman diğer liselere göre fazla olmuştur. Sanat tarihi müfredat programlarını zorunlu ve seçmeli ders olması bakımından değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşılmıştır; 1949 yılından 1991 yılına kadar, sanat tarihi derslerinin, edebiyat ve fen, resim, sosyal bilimler gibi alanlarda zorunlu ders olarak yer aldığını; 1991 tarihinden sonra ise bütün alanlarda, lise ve dengi okullarda, ikinci ve üçüncü sınıflarda zorunlu ders haline geldiğini görmekteyiz. Bu durum 1996 yılında değişmiş, lise ve dengi okullar için alan seçmeli ders haline gelmiştir. Başka bir deyişle bu dersi öğrenciler alanlarına göre tercih etmek durumunda kalmışlar ve buna göre zorunlu (Resim alanlarında ve Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Alanları nda) veya seçmeli ders olarak yılına kadar devam etmiştir yılından itibaren ise bütün alanlar için tamamen seçmeli ders haline gelmiştir.

49 52 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER Anadolu Güzel Sanatlar liselerinde ise Alan Dersleri arasında sanat tarihi konularını içeren diğer derslere 6 yer verilmiştir. Türkiye deki ortaöğretimde yer alan sanat tarihi derslerini, hangi branştaki öğretmenler tarafından verildiği göz önünde bulundurulursa; Cumhuriyet in ilanıyla birlikte sanat tarihi dersi konularının tarih dersi içinde ve tarih öğretmeni tarafından verildiğini, 1921 den ve 1949 yılına kadar yapılan Maarif Kongresinde yapılan tartışmalardan anlamaktayız yılından itibaren ise, sanat tarihi dersinin resim dersi müfredatına alınmasından ve bu programdaki bilgiden anlaşıldığı üzere resim dersi öğretmeni tarafından verildiği ortaya çıkmaktadır dan yaklaşık 1960 lara kadar bu durum devam etmiştir. Daha sonra yeni kurulan sanat tarihi bölümleri mezunları bu derslere girmeye başlamışlardır (Tansuğ 1997: 120). Günümüzde ise derse girecek öğretmen seçimi okullarda mevcut olan öğretmenlere göre şekillendirilmektedirler. Talim Terbiye Kurulu ndan alınan bilgilere (2006) göre uzun zamandır sanat tarihi öğretmeni atanmamaktadır. Bunun nedeni okulların bu alanda öğretmenlere ihtiyaç duyulmaması (dersin çok fazla seçilmemesi) ve gerektiği zaman zaten ders saati süresini dolduramayan diğer öğretmenlerin bu dersi vermeleridir. Sanat tarihi derslerini veren farklı branşlardaki öğretmenler, sınırlı bilgileriyle ve konunun pek de önemini bilmeden bu dersleri işlemektedir. Bu durum her zaman aynı olamasa da genelde öğrenciyi dersten soğutmakta ve dersin amacını anlamadan mezun olmasına neden olmaktadır. Sanat tarihi müfredat programlarını, yöntem açısından değerlendirdiğinde şu sonuçla karşılaşılmaktadır; Sanat tarihi dersleri, 1952 den 1991 yılına kadar olan bütün müfredat programlarında, bilgi yüklemeye dayalı geleneksel yöntemle verilmektedir. Bu tür geleneksel yöntem düşünen ve sorgulayan bir öğrenci yerine pasif bir öğrenci kitlesi oluşturmaktadır. Đstisnalar olsa da, öğrenci öğretmenini dinlemekte ve bir sonraki ders için herhangi bir çalışma yapmadan derse katılmaktadır. Öğrenci derslerde edilgen bir hale gelmektedir tarihli müfredat programında da yöntem olarak, sorucevap, düz anlatım yöntemi uygulanacağı ayrıca belirtilmiştir. Sanat tarihi dersleri için diğer bir sorun ise, geniş içerikli müfredat programına karşılık, ders kitaplarının yeterli görsel bilgiye sahip olmaması ve baskı kalitesin kötü olmasıdır. Son zamanlarda yapılan değişikliklerle bu sorun- 6 Anadolu Güzel Sanatlar liselerinde özellikle resim alanında, sanat tarihi konularından oluşan; Müze Eğitimi, Plastik Sanatlar Tarihi, Türk Resim ve Heykel Sanatı, Çağdaş Dünya Sanatı ve Sanat Eserlerini Đnceleme gibi dersler her zaman yer almıştır.

50 53 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Cumhuriyet Devrinde Sanat Tarihi Müfredatı... lar kısmen giderilmiş ancak yeterli olmamıştır. Ayrıca Semavi Eyice nin (2003) de dediği gibi, sanat tarihi kitaplarını hazırlayan kişilerin bu konuda yeterli bilince sahip olmamaları ve batıdaki okullarda okutulan kitaplardan bir kaçına bakarak sanat tarihi ders kitaplarını oluşturmaları sorunlar yaratmaktadır. 4. SONUÇ VE ÖNERĐLER Günümüzde sanat eğitimine ve sanat tarihine yeterince önem verilmediği için bu alana yabancı bir toplumda, seçmeli hale gelen sanat tarihi dersleri çok fazla tercih edilmemektedir. Sanat tarihi dersinin ortaöğretimde zorunlu ders değil de seçmeli olarak verilmesi bu bilimin ülke için öneminin anlaşılmasında büyük bir sorundur. Ülkemizde, kültür mirasının araştırılması ve korunmasının büyük önem taşıdığı, çeşitli yollardan kamuoyuna anlatılmaya çalışılırken, ortaöğretimde bunun eğitiminin verilmemesi büyük bir boşluk oluşturmaktadır (Renda 2001: 113). Türkiye gibi tarihi eserleri ve kültürel geçmişi zengin olan bir ülkede, sanat tarihine ve dolayısıyla çevresine duyarsız yetişen bir toplum olma yolunda hızla gidilmektedir. Bu sorunun aşılması ve müfredat programlarının da bu sorunu giderme doğrultusunda yenilenmesi gerekmektedir. Sanat tarihi açısından zengin olan ülkemizde, öğrencinin sanat eserlerini yerinde görmesi, müzeleri gezmesi sağlanmalı ve hayatı içine alan müfredat programı hazırlanmalıdır. Böylelikle, sanat tarihi salt bilgi yükü olmaktan çıkıp öğrencilerin bütün duygu, algı, yorum ve çözümlemeleriyle katıldıkları bir uygulamalı çalışma alanı olacaktır. Bu yöntemle, ilgi sürekli canlı tutulacak, kültürel varlıkların tarihsel ve sanatsal değerleri öğrenci tarafından daha somut olarak kavranabilecektir. Türk Eğitim Sistemi nde bu gün halen kullanılan 1991 tarihli müfredat programı, geniş konu içeriği ile önemli bir görevi üstlenmiştir. Ancak çeşitli uygarlıklara ait sanat eserlerinden ve sanat olaylarından en önemlileri üzerinde durulmalıdır. Bir veya birkaç örnekle belli bir dönem hakkında bilgi edinmesi sağlanmalıdır. Müfredat programı ortaöğretim öğrencisinin seviyesine uygun bir dilde sadeleştirilmeli, özet, kalıcı bilgiler aktarılmalıdır. Ayrıca, sanat tarihi disiplinler arası bir bilim dalı olduğu için, sanat tarihi programları, disiplinler arası bir perspektif çerçevesinde hazırlanmalıdır. Öğrencinin sanat eserinin yapıldığı döneme ait politik ortam, ekonomik koşullar, edebiyat alanındaki gelişmeler gibi konuları da öğrenmesi sağlanmalıdır (Đnankur 2004: 23-24). Bunun için, sanat tarihi müfredat programı diğer derslerin (edebiyat, tarih, felsefe, resim vb.) müfredat programlarıyla paralel gitmeli ve bu şekilde, farklı bakış açıları geliştirilecek müfredat programı hazırlanmalıdır. Bu sayede öğrencinin anlatılan dönemi bütün yönüyle kavraması sağlanmalıdır.

51 54 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Huriye ALTUNER Sanat tarihi dersleri, ezbercilikten uzak, öğrencinin gördüğünü ifade etmeye ve yorumlamaya dayanan, araştırmacı bir yöntemle yapılmalıdır. Biçimler, dönemler ve eserler arasındaki bağlantıyı gösterecek, anlamayı, değerlendirmeyi ve dolayısıyla bilginin kalıcılığını sağlayacak bir yöntem uygulanmalıdır. Ayrıntılar azaltılmalı, belirgin sorunlar vurgulanmalı, tartışma ortamı oluşturulmalı ve öğrenci aktif rol almalıdır (Ödekan 1991: ). Müfredat programları da bu doğrultuda düzenlenmelidir. Müfredat programımızda yer alan değerlendirme sistemi geliştirilmelidir. Sorulardan oluşan sınavlara ek olarak, dönem sonunda teslim etmek üzere bir araştırma projesi hazırlatılmalı ve öğrencinin dönem içinde gösterdiği performanslar da göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmalıdır. Kısacası, öğrenci, Millî kültürümüzün ürünü olan sanat eserlerimizi tanıyabileceği; sanat eserlerinin korunmasının önemini kavrayabileceği; sanat eserlerimizi, müzelerimizi, sergilerimizi inceleme ve araştırma alışkanlığını kazanabileceği; sanat eserlerini, çağının sosyal, kültürel ve estetik değerleriyle ele alarak sanat toplum ilişkisini kavrayabileceği; yaşanılan çevrede, karşılaşabileceği bir eseri, kültürel ve estetik yönden değerlendirebileceği; sanat tarihinin diğer bilimlerle olan ilişkisini kavrayabileceği ve bu şekilde genel kültür birikimini arttırabileceği bir müfredat programı hazırlanmalıdır. Bütün bunların gerçekleşebilmesi için öncelikle toplumsal yapının her aşamasında eğitime ve yenilenmeye gidilmelidir. Sanatın ve sanat tarihinin, yani kültürel varlığımızın değerini bilen yönetimlerden başlayan bir sıralamayla, bir müzede güvenliği sağlayan bir görevliye kadar her kesimden insan bu değerlerin farkında olmalıdır. Tarihi eserlerimiz korunmalı, müzelerimiz bilgi aktarımının yapıldığı aktif alanlar haline getirilmeli, sanat faaliyetlerinin takip edildiği toplumsal bir bilinç oluşturulmalıdır. Bu bilinç ise ancak küçük yaşlardan itibaren verilen ve sanat tarihi konularıyla beslenen sanat eğitimi ile mümkün olacaktır. Ortaöğretim aşamasında ise sanat tarihi dersleri bağımsız bir ders olarak bütün alanlar için zorunlu olmalıdır. KAYNAKÇA AMKS (Amtsblatt Des Ministerıums Für Kultus Und Sport) (1994), Bildungsplan Für das Gymnasıum, Kultus Und Unterricht, 21. Februar 1994 Lehrplanheft 4/1994, Baden-Württemberg Stuttgart. (Kültür Ve Ders, Kültür Ve Spor Bakanlığının Resmi Gazetesi, Müfredat Defteri 4/1994). BATUR, Afife vd. (2002), Türkiye de Sanat Tarihi Eğitimi ve Sorunları, Sanat Dünyamız, S. 84, Đstanbul, s. 70.

52 55 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Cumhuriyet Devrinde Sanat Tarihi Müfredatı... CĐCĐOĞLU, Hasan (1985), Türkiye Cumhuriyetinde Đlk ve Orta Öğretim (Tarihsel Gelişim), Anakara Üniversitesi Basımevi, Ankara. EYĐCE, S. (2003), Sanat Tarihi Eğitimi, Sanat ve Plastik Sanatlar Eğitimi Dergisi ( Nisan, S. 1, < edu.tr/~ugur/sayi1/stegitimi_sayi1.htm> (son erişim 9 Eylül 2006). ĐNANKUR, Z. (2004), Sanat Tarihi Eğitiminin Sorunları, Sanat Tarihi Eğitiminin Đrdelenmesi (12-13 Mayıs 2004, Sempozyum Bildirileri), Sanat Tarihi Derneği Yayınları, Đstanbul, s KANTARCIOĞLU, Selçuk (1998), Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Programlarında Kültür, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. MEB (Millî Eğitim Bakanlığı) (1949), Tebliğler Dergisi, C. 12, Eylül 1949, Sayı 557, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, s MEB (Millî Eğitim Bakanlığı) (1991), Sanat Tarihi Dersi Öğretim Programı, Millî Eğitim Basımevi, Ankara. MEGSB (Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı) (1987), Lise Müfredat Programları, Millî Eğitim Basımevi, Ankara. MEV (Millî Eğitim Vekâleti) (1952), Lise Müfredat Programı, Millî Eğitim Basımevi, Ankara. MV (Maarif Vekâleti) (1954), Tebliğler Dergisi, C. 17, Eylül 1954 S. 816, Millî Eğitim Basımevi, Ankara. MV (Maarif Vekâleti) (1956), Lise Müfredat Programı, Maarif Basımevi, Ankara. ÖDEKAN, A. (1991), Ortaöğretim Sanat Tarihi Ders Kitapları, Türkiye nin Ders Kitapları, Ortaöğretim Ders Kitaplarına Eleştirel Bir Yaklaşım, (hzl. Şeyda Ozil-Nilüfer Tapan) Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yayınları 5, Cem Yayınevi, Đstanbul. RENDA, Günsel (1977), Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı ( ), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara. TCMV (Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekâleti) (1931), Orta Mektep Müfredat Programı Ders Senesi Tadilatı, Devlet Matbaası, Đstanbul TCMV (Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekâleti) (1960), Lise Müfredat Programı, Maarif Basımevi, Ankara. TANSUĞ, Sezer (1997), Gelenek Işığında Sanat, Đz Yayıncılık, Đstanbul. YÜKSEL, Sedat (2003), Türkiye'de Program Geliştirme Çalışmaları ve Sorunları, Millî Eğitim Dergisi, Sayı 159, < (son erişim Eylül 2006).

53 ŞEYH GĀLĐB ĐN GAZELLERĐNDE VÂSÛHT TARZI AŞKIN ĐZLERĐ Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN ÖZ: Divan şiirinde, âşığın maşûka tamamen mahkûm ve mecbur olduğu klâsik aşk anlayışı, XVII ve XVIII. yüzyıllardan itibaren önemli bir kırılmaya maruz kalmıştır. Bu kırılmada ilk safhalardan birinin, Farsça şiirde Vâsûht adı verilen şiir tarzının Türk şiirindeki yansımaları olduğunu düşünmekteyiz. Vâsûht tarzının ana temaları, sevgiliden yüz çevirme, onun cefasından usanma ve onu terk etmektir. Vâsûht tarzı, söz konusu yüzyıllardan itibaren bazı divan şairlerinin şiirlerinde görülür. Ancak Şeyh Gālib in gazellerinde, kendisinden önceki şairlere nispetle daha belirgin bir şekil alır. Vâsûht, XVIII. yüzyılda bazı Batılı ıslahatların şiire yansımalarının aksine, Doğu kaynaklı bir etkiyi temsil eder. Ancak divan şiirinde sıklık ve süreklilik kazanamayan bu tarz, bağımsız bir üslûp ya da ekol halini alamamıştır. aşk. Anahtar Kelimeler: Şeyh Gālib, divan şiiri, vâsûht, divan şiirinde The Reflections of Vâsûht Type of Love On Şeyh Gālib s Ghazels ABSTRACT: In Divan poetry, the classical love conception in which the lover is totally attached to the beloved and seeks the love of her desperately had been changed for a while by some poets in the 17th and 18th centuries. The first step in the process of this change is probably inserted to Divan poetry by the result of the effect of Vâsûht the kind of poetry which belongs to Persian poetry and being reflected onto Turkish poetry. The themes of Vâsûht type of poetry involves turning against the beloved, being tired of her tortures on the lover himself as a result leaving her. As mentioned Vâsûht style can be traced in some poets poems. However it becomes clearer in Şeyh Gālib s ghazels rather than other poets. Vâsûht represents an eastern effect on the contrary of the reflections on Divan poetry based on western originated reforms made in the 18th century. However; this kind of poetry couldn t become an independent style or a form of a school as it wasn t used much by the poets. Giresun Üni. Fen-Ed. Fak. ibabacan76@gmail.com

54 58 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN Key Words: Şeyh Gālib, Divan poetry, Vâsûht, Love in Divan poetry. Giriş Divan şiirinin başlıca konusu olan aşk, estetiği, teşrifatı, sınırları, kaideleri ve tarafları belli olan bir aşktır. Divan şiirin dünyasına adım atan her şair, zikredilen bu hususları önünde hazır bulur. Onun şahsiyetini, üslubunu ve kişisel tarzını ortaya koyması söz konusu unsurlar üzerinde yapacağı değişikliklerle değil, dil ve üslup malzemesini farklı istifi ile ortaya çıkar. Đşte şairin orijinal sayılabilecek becerisi de bu noktada etkin olmaya başlar. Dolayısıyla, hemen her divan şairinin gazelleri incelendiğinde, ana tema olan aşkın benzer biçimlerde işlendiği görülür. Divan şiirinde aşkın başlıca ayırıcı hususiyeti tek taraflı olmasıdır. Onda seven ve aşkın ıstırabını çeken yalnız âşıktır. Sevgili ise âşığın duygularına karşı seyirci tavrı takınan, ilgisini ondan esirgeyen bir tutum içinde görünür. Moral yapısı, âşığına ıstırap çektirmekten hoşlanmak, ona yüzünü göstermekte nazlanmak olan sevgilinin onunla kendisi arasına daima bir mesafe koyması dolayısıyla ayrılık ve hasret, buna eşlik eden şikâyet bu aşkın özünü teşkil eder (Akün 1994: 415). Yani divan şiirinde konu edinilen aşk, aslında tek taraflı bir aşktır. Bunda seven, aşkın bütün acılarını çeken ve nihayet aşkını anlatan/şiir söyleyen âşıktır. Sevgilinin yaptığı ise yalnızca naz etmek, âşığı hasret ateşi içinde yanmaya terk etmek ve âşığın bütün davranışlarına kayıtsız kalmaktır. Đşte bu, âşığı, sevgilisinin yaptığı her türlü davranıştan, hatta onu kovmasından, azarlamasından, acı çektirmesinden bile zevk alır bir psikolojiye sürükler (Kalpaklı 1999: 455). Görüldüğü gibi bu senaryo da rolünü baştan kabullenmiş görünen âşığın yani şairin, bu durumdan şikâyeti ise yersizdir (Pala 1998: 43). Ancak XVII ve XVIII. yüzyıllara gelindiğinde, siyasal ve toplumsal değişikliklere bağlı olarak Osmanlı zihniyet ve estetik dünyasında önemli değişiklikler vücut bulmaya başlamıştır. Divan şiirinde, diğer sanat dallarına göre daha yavaş olmakla birlikte, şiir estetiği ve muhteva konusunda yeni anlayışlar filizlenmeye başlamıştır. Bu durum, kaçınılmaz bir şekilde şiire yansıyarak çok büyük boyutlarda olmasa da, ciddî muhteva farklılıklarına neden olmuştur. Bu dönemde toplumsal alandaki ıslahatlarla kökleşen yenilik arayışı, divan şiirindeki ilk önemli muhteva değişimini geleneksel aşk ve âşıklık hallerinde göstermiştir. Şiirdeki bu yenilik arzusu, gerek şekil, gerekse içerik bakımından klâsik estetiğin katı kurallarında çözülmelere yol açmıştır. Eski şiirin kadim konuları, aşk, tasavvuf, rintlik ve tabiat, önceki

55 59 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib in Gazellerinde Vâsûht Tarzı... asırlardan itibaren artmaya başlayan mahallî konular, bu asırda da devam etmekle birlikte şairin yüzü iç ve dış gerçekliğe daha fazla dönmüş, sosyal hayatta ve zihniyet dünyasındaki değişimin iz düşümleri az da olsa şiirde görülmeye başlamıştır (Horata 2009: 54). Dolayısıyla her dem taze olan aşk, geleneksel soyut kalıplarından çıkıp Nedim (ö. 1730) ve Enderunlu Fazıl (ö. 1810) gibi şairlerin elinde daha gerçekçi, yer yer müstehcenlik ve bayağılık boyutlarında ifade edilmeye başlamıştır (Horata 2009: 54). Ancak XVII ve XVIII. yüzyıllarda geleneksel çizgideki kırılmalar, bahsedilen durumlarla sınırlı kalmamıştır. Âşık-maşûk arasındaki geleneksel ilişkinin değişimi, ilkin daha hafif kırılmalarla başlamıştır. Yani önce âşığın maşûka şartsız bağlılığı gevşemiş, daha sonra bu ilişkinin türlü yönlerden itibarsızlığı ortaya çıkmıştır. Bu noktada dikkat edilecek çok önemli bir husus da gelenekteki değişimin, sadece Batılı örneklere bakarak gerçekleştirilen ıslahatlar neticesinde vuku bulan toplumsal değişime bağlı olmamasıdır. Bir yandan Batı ile hızla yakın bir ilişkiye giren Osmanlı toplum ve sanatı, öte yandan Sebk-i Hindî örneğinde görüldüğü gibi Doğuyla olan köklü ilişkilerini ve sanatsal-zihnî etkileşimini sürdürmüştür. Đşte bizim bu yazıda söz konusu edeceğimiz vâsûht tipi aşk, kökü geleneksel Farsça şiirde XVI ve XVII. asırlardaki değişime dayanan ve Osmanlı ile Hint-Đran sahalarının etkileşimi neticesinde divan şiirinde belirginleşen bir tarzdır. Vâsûht Tarzı Vâsûht kelimesi, sözlüklerin bildirdiğine göre, Farsça vâsûhten fiilinin sonundaki nun harfinin düşmesiyle oluşmuş mürekkep bir masdardır (Dehhudâ 1377/1999: 23078). Vâsûhten fiili, bir şeyden tiksinme ve yüz çevirme anlamına gelmektedir (Çendbahâr 1380/2001: 2104). Vâsûht mürekkep mastarı ise Đran şairlerinin kullandığı bir ıstılah olarak maşuktan bıkkınlık, ondan tiksinme ve yüz çevirme manalarına gelir (Muhammed Pâdişâh 1363/1984: 4463). Görüldüğü gibi Vâsûht, vâsûhten fiilinin ıstılahî anlam kazanmış şeklinden ibarettir. Vâsûht un kendisinden bir önceki adım olan Vukû mektebinin bir yan kolu olarak ortaya çıktığı Farsça kaynaklardaki ortak bir görüştür 1. Vâsûht hakkında en eski bilgileri veren Şiblî, bu tarzı kendine has bir üslup hâline getiren ilk ve tek şair olarak Vahşî-i Yezdî/Bâfkî yi (ö. 974/1566) görür. Ona göre bu tarz Vahşî ile başlayıp Vahşî ile bitmiştir (Nu mânî 1363/1984: 16). Ancak başka araştırmacılar bu görüşe katılmamaktadır. Örneğin Gulâmrızâî ye göre, diğer Vukû mektebi şairlerinin şiirlerinde, Vâsûht tarzında yüz çevirmelere ve tiksintilere rastlanmakta- 1 Bu görüşün kimlere ait olduğunu görmek ve Vukû mektebi hakkında daha geniş bilgi için bk. Ma ânî 1374/1996: 3-13.

56 60 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN dır. O, Vahşî-i Bâfkî den sonra da Hindistan daki Farsça şiirde bu tarz muhtevanın tamamen terk edilmediğini ancak, Vahşî-i Bâfkî nin, şiirinin önemli bir özelliği olacak biçimde bu konuya diğerlerinden fazla eğildiğini söyler (Gulâmrızâî 1377/1999: 412) ve Zuhûrî-i Terşîzî den (ö. 1026/1617) şu beyitleri örnek verir: تا که دغا خورم ز تو ای بی وفا برو بگذاشتم بمدعيان مدعا برو انها که در قفای تو گفتيم گفته ایم تا وا نکرده یم لب از پيش ما برو دشمن نکرد انچه تو کردی به دوستی بی گانه ام دکر برو ای اشنا برو اميد صلح نيست دگر نيست نيست نيست 2 منشين برو برو برو ای بی وفا برو Kısacası Vâsûht, bağımsız bir mektep olarak ortaya çıkmamış, Vukû mektebi içinde farklı bir eğilim olarak gelişmiştir. Vukû mektebi içinde böyle bir farklılaşmaya gidişin en önemli nedeni olarak söz konusu mektepte zamanla ortaya çıkan bayağılaşma ve tekrar gösterilir. Böylece tekrar yeni bir tarza yol açmıştır (Şemîsâ 1381/2001: 272). Öte yandan, her ne kadar Vâsûht, Vukû mektebinin türü veya kolu kabul edilmişse de, bu dönemden önce de pek çok Đran şairinin divanında Vâsûht muhtevasına sahip şiirler görmek mümkündür. Yani onu belli bir dönemle sınırlamak doğru değildir şeklinde bir görüş de öne sürülmüştür (Mîrsâdıkî 1373/1995: 253). Buna göre, maşûka sert davranmak ve onu terk etmekle tehdit etmek, Gazneliler devri şairlerinin şiirlerinde de görülüyordu (Enûşe 1376/1998: 1413). Hatta bu devirdeki bazı kasidelerde, maşûkun tahkir edilen bir hüviyeti vardır ve maşûk cariye ya da köledir. (Şemîsâ 1381/2001: 277). Kısacası Vâsûht, ilk dönemlerden itibaren Farsça şiirde var olan, uzun bir süreye yayılan ama Vukû mektebi ile belirginleşen bir tarzdır. Vasûht tarzı ve Vukû mektebi arasında gerçekte ayırt edici tek bir nokta vardır: o da dil açısından değil, konu ve ifade tarzı bakımındandır 2 Senin hileni yuttuk ya ey vefasız! git. Đddianın iddiacılarından vazgeçtik, git. Zihninde var olan her ne söylemişsek söylemişiz. Artık ağzımızı açmamışız yanımızdan git. Senin dostuna yaptığını düşman yapmamıştır. Ey âşinâ! bîgâneyiz sana artık git. Barışma ümidi artık yoktur! yoktur! yoktur!. Git ey vefasız! oturma git! git! git!.

57 61 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib in Gazellerinde Vâsûht Tarzı... (Güleryüz: 2006: 107). Bu bakımdan Vâsûht u Farsça şiirde bağımsız bir mektep ya da üslup olarak değerlendirmek mümkün görünmemektedir. Şeyh Gālib de Vâsûht Aslında Vâsûht tarzı şiirlere divan edebiyatında tam olarak ne zamandan itibaren rastlandığını bilmemekteyiz. Bu konuda daha geniş bir inceleme gerektiğinden böyle bir araştırma bizim çalışmamızın boyutlarını aşmaktadır. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki, XVII ve XVIII. yüzyıllarda, özellikle Sebk-i Hindî tesirinde kalan bazı divan şairlerinin şiirlerinde, Vâsûht tipi aşka rastlamaktayız. Her ne kadar bu dağınık şiir ya da beyitler tam Vâsûht örneği değilse de, türlü yönlerden Vâsûht a yakın oldukları söylenebilir. Örneğin aşağıdaki beyitte Đsmetî (ö. 1665), sevgilinin bin naz ile bir bakışının yıllarca beklemeye değmeyeceğini söyler: Hezâr nâz ile uşşâka bir nigâhı o şûhun Reh-i niyâzda yıllarca intizârına degmez (G. 39/4, s. 62) Aynı şair başka bir gazelinde ise, kendisinden ayrılan sevgiliden ümidini kesmiştir ve geleneğe mugayir olarak artık onun, başkasıyla birlikte olmasıyla ilgilenmemektedir. Yani onun kendisini terk edişi karşısında çaresizdir: Ne çâre n eyleyeyim çünki benden ayrıldun Kimünle ister isen ey nedîm-i cân yâr ol (G. 52/4, s. 72) Şu beyitte ise Fehîm-i Kadîm (ö. 1647), yine geleneğin tersine, sevgilinin kendisinden korkarak gamzeye sığındığını söylemektedir: Havfumuzdan çeşm-i dilber gamzeyi eyler penâh Kûçe-i aşk içre bî-pervâ yürür mestâneyüz (G. CXXXIV/3, s. 482) Aşağıda sadece matla beytini aldığımız bir gazelde ise Şehrî (ö. 1660), kendisini, aşka düşmekten dolayı kınayan sevgilinin de aşka düştüğünü söyleyerek ona sitem etmektedir: Belâ-yı aşka düşdün aşk-ı mihnet-kârı gördün mü Beni âzâr iderdün sevdigüm âzârı gördün mü (G. 124/1, s. 229) Yukarıdaki örneklerin, Hint-Đran sahası Vâsût tarzı şiirlerden farklı olduğu açıktır. Hint-Đran sahasında Vâsûht, sevgiliyle tamamen rabıtayı kesmek ve ondan bütünüyle yüz çevirmek suretinde tezahür ederken, Osmanlı şairlerinin şiirlerinde geleneğe aykırılık, sitem, çaresizlik ve bıkkınlık şeklinde görülmektedir. Ancak devrindeki diğer şairlere nispetle

58 62 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN Hint-Đran sahası şairlerini bilhassa da Şevket-i Buharî yi (ö. 1691) yakından tanıması dolayısıyla olsa gerek Şeyh Gālib, gazellerinde Vâsûht u az sayıda olmakla birlikte daha derin bir şekilde ele almaktadır. Onun bu konudaki en önemli gazeli, hâtırını hôş tut redifli olanıdır. Söz konusu gazelde Gālib, gönlünün gam dersi ni unuttuğunu ve gönül kuşu nu başka bir avcının tuttuğunu belirterek artık sevgiliyle sıcak ülfet inin olamayacağını söylemektedir. Çünkü sevgilinin soğuk sözleri onu candan soğutmuştur. Bu yüzden şair, sevgili için kanlı gözyaşı akıttığı demleri unutmuştur. Zira, gamın sert rüzgârı, onun kanını kurut muştur. Şair sevgiliden inleyen gönlünün hal ine gülmesini sitemle ister. Çünkü onun şeker gülücüğü şimdi zehir yutmakta dır. Sevgilisine zülfünü perişan etmemesi ni tavsiye eden Gālib, buna sebep olarak başka bir siyeh-îmân ın gözlerini uyutması nı gösterir. Dolayısıyla şairin papağan tabiatı aynasını bulmuş ve böylece gönlü, eski gam dersini unutarak yeni bir aşk dersi talimine başlamıştır 3 : Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırın hôş tut O murgı başka bir sayyâd tutdu hâtırın hôş tut Seninle ey sitem-hû germ-ülfet olmayız artık Soğuk sözler beni cândan soğutdu hâtırın hôş tut Gözümden çıkdı hûn-âb-ı sirişk akıtdığım demler Hevâ-yı tünd-i gam kanım kurutdu hâtırın hôş tut Anup ey şîr-i mestim gül hemân hâl-i dil-i zâra Şeker-handın çün ol çok zehr yutdu hâtırın hôş tut Perîşân etme zülfün senden özge bir siyeh-îmân Uyardı çeşmimi bahtım uyutdu hâtırın hôş tut Bulup âyînesin tûtî-i tab ı Gālib in söyler Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırın hôş tut (G. 33, s. 521) Görüldüğü gibi bu gazelde Gālib, önceki sevgilisinin soğuk tavırlarından usanmıştır. Bu açıdan geleneğe zıt bir tavır takınan şair, aslında başka bir aşka yelken açmak suretiyle geleneğin aşk denizi dışına çıkmamaktadır. Sadece aşkının rotası değişmektedir. Bu noktada gele- 3 Şeyh Gâlib den alınan beyitler, Nâci Okçu nun hazırladığı, Şeyh Gālib Dîvânı I-II, (Kültür Bakanlığı, Ankara 1993) adlı çalışmadan alınmış olup yer yer, Muhsin Kalkışım ın hazırladığı, Şeyh Gālib Dîvânı, (Akçağ Yayınları, Ankara, 1994) adlı kitaba da başvurulmuştur.

59 63 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib in Gazellerinde Vâsûht Tarzı... neğin sınırlarını zorlayan şair, sahile çok yaklaşmışken demir atmaktan vazgeçen bir kaptana benzemektedir. Đşte Gālib in bu tavrı onu, Hint-Đran sahasında sevgiliyle tamamen kat -ı revâbıt yapan şairlerden ayırmaktadır. Gālib bir başka gazelinde, aşk hevesi ni yersiz bularak gönlüne artık bu kadarla kifâyet etmesini tavsiye etmektedir. Kendi canına zülf-i cânân a sarılmamasını söyleyen şair, sevgilinin hevesinden vazgeçmeyi, ases (gece bekçisi) korkusu olmadan şarap içmeye benzetmektedir. Sabah rüzgârının artık, işret mumunu söndürmekle tehdit etmemesini dileyen şair onu, mum etrafında dönen sinek misali usandırıcı bulur. Ayrıca bu durum, dolaylı yönden, aşığın maşûka gereksiz bağlılığı olarak değerlendirilir. Öte yandan yine bir aşka düşen şair, ten kafesi ni, ruh kuşu nun aşka pervaz etmesi yolunda engel olarak görmektedir. Nihayet, hayret yolu nda, fânûs mumu nun alevini çana teşbih etmektedir. Son olarak aşkın hallerinden yorulan şair, aşk gamı pehlivanı nın pazu kuvveti harcaması nı yersiz bulmaktadır. Görüldüğü gibi burada da Gālib, doğrudan sevgiliden olmasa da, aşkın hallerinden bıkkınlık içindedir: Yeter ey dil bu heves besdir bes Ber-hevâ sarf-ı nefes besdir bes Zülf-i cânâna sarılma ey cân Rişte-i hâhişi kes besdir bes Ba dez-în sâgar-ı sahbâ çekelim Çekilen havf-ı ases besdir bes Sen de bâr olma sabâ şem imize Sıklet-i per-i meges besdir bes Yine bir dâma düşürdü beni aşk Murg-ı rûha bu kafes besdir bes Şem -i fânûs reh-i hayretde Şu le-i âvâz-ı ceres besdir bes Pehlevân-ı gam-ı aşkın Gālib Zûr-ı bâzûsına bes besdir bes (G. 157, s. 657) Yine kıldım ferâğ redifli bir gazelinde Gālib, dert ehlinin âh kuşu olan gönlünün aşk yuvasından pervâz etmesi, yıllardır ateşe tapan Hindû nun ateşe tapmaktan vazgeçmesi, şâhin bakışlı sevgilinin yeme benzeyen hâl u hatt ına gönül kuşunun avlanmaması, aşk hazinesi ni

60 64 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN bulan gönlün artık ten Kâbesi ni tavaf etmemesi ve şûh sevgili nin mahmûr gözü için sarhoş narası ndan vazgeçilmesi gibi imajları dile getirir. Böylece Vâsûht u türlü yönlerden işleyen şair bu durumu, artık sevgilinin dudağına ve ayva tüylerine alışmak gibi divan şiirindeki geleneksel aşka pek uygun olmayan bir nedene bağlamaktadır: Murg-ı âh-ı ehl-i derdim lâneden kıldım ferâğ Gör o Hindûyum ki âteş-hâneden kıldım ferâğ Beste-i hâl ü hatın olmam ben ey şâhîn-nigâh Ta ir-i kudsüm ki dâm ü dâneden kıldım ferâğ Ten-perestân eylesinler Ka be-i cismi tavâf Genc-i aşkı buldum ol vîrâneden kıldım ferâğ Pür-safâ gördüm o şûhun nergis-i mahmûrunu Bezm-i meyde nâle-i mestâneden kıldım ferâğ Hatt ü la l-i yâra oldum Es edâ çün âşinâ Lafz-ı rengîn ma nâ-yı bîgâneden kıldım ferâğ (G. 184, s. 685) Son olarak n eyleyim redifli gazelinde Gālib, yine bezgin ve ümitsiz bir ruh hali içindedir: Gül terli sarhoş yâr i görmek istemeyen şair, onun şeker saçan dudağı nı da öpmek istememektedir. Divan şairlerince son derece önem verilen sevgilinin saçlarını, boynuna kadar inmiş halde gören şair, bu durumun da kendisini heyecanlandırmadığını ima etmektedir. Sevgilinin nâz ve şîve ile gidişini dahi çekici bulmayan Gālib, yasemin yanaklı sevgilinin başı yastıkta yanı başında yatmak suretiyle, her dem divan şairlerinin şikayet ettiği uyuyan kara talih ini uyandırmasını bile istememektedir. Artık kendisinden habersiz ve ona sert davranan bir sevgili istemeyen şair iltifât beklemektedir. Öte yandan divan şairlerinin son derece güzel buldukları sevgilinin mestâne güzelliği ve destâr ının kenarlarından sarkan kıvrımlı saç lülelerini, yakışıksız bulmaktadır. Ayrıca divan şairlerince, mahmur bakışları derde deva görülen sevgilinin gözlerini hasta olarak tavsif eder. Görüldüğü gibi bu gazelde o, sevgiliye eleştirel bakış açısıyla yaklaşarak Vâsûht tarzı aşkı işlemektedir: Sermest-i gül-arak görüp ol yârı n eyleyim Bûs eyleyip o la l-i şeker-bârı n eyleyim Tâ gerden-i sefîdine inmiş ol kâfirin Sünbül gibi bu zülf-i siyeh-târı n eyleyim

61 65 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib in Gazellerinde Vâsûht Tarzı... Tasvîr-i cân mı rûh-ı revân mı bilinmiyor Bu gûne nâz u şîve-i reftârı n eyleyim Mest ola ser-be-bâliş-i hâb ol semen-izâr Ben tâ seher bu tâli -i bîdârı n eyleyim Ger iltifât ederse de mahsûsdur bana Ben öyle pür-tegâfül ü gaddârı n eyleyim Eyler güşâde kâkum içinde o sîneyi Rûz-ı safâda subh-ı pür-envârı n eyleyim Vermiş nizâm-ı hüsnüne mestânelik halel Olmuş hamîde perçem ü destârı n eyleyim Her bir nigâhı âşıka bin cân verir velî Pek hastadır o nergis-i bîmârı n eyleyim Ser-hadd-ı nazmı bulmadı tab -ı suhanveri Đ câza vardı Gālib in eş ârı n eyleyim (G. 251, s. 761) Yukarıdaki örnekler bir bütün olarak, çeşitli açılardan Vâsûht tarzı aşkı dile getiren şiirler idi. Bazen Gālib, gazellerinin arasına bu tür tek beyitler de yerleştirmektedir. Örneğin aşağıdaki beyitte sevgilinin saygınlık ve kıymetini muma teşbîh eden şair, onun, hayal feneri etrafında, pervâne misali döner âşığının kalmayacağını söylemektedir: Söner şem -i revâcın mahv olur cânâ bu sûretler Ki fânûs-ı hayâlinle döner pervâne kalmaz hîç (G. 47/4, s. 534) Đncelediğimiz örneklere dayanarak, Gālib in şiirlerinde aşk teması incelenirken hayatın türlü etkilerine, hem de en üst seviyede açık bir divan şairini göz önünde bulundurmak (Arı 2008: 60) oldukça faydalı görüldüğü söylenebilir. Çünkü Gālib sadece gazellerinde değil, Hüsn ü Aşk mesnevisinde de tam anlamıyla Vâsûht olmasa bile geleneğe aykırı olarak Hüsn ü, Aşk a âşık ederek, bu durumu alevin pervâne etrafında dönmesi şeklinde tasvir etmiştir 4 : 4 Hüsn ü Aşk tan beyitler, Muhammed Nur Doğan neşrinden (Yelkenli Yayınları, Đstanbul 2006) alınmıştır.

62 66 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN Oldı reh-i fikreti mu attal Pervâne için yanar mı meş al (b. 808, s. 178) Hatta Aşk ın ilk başlarda Hüsn e ilgi duymaması, şu beyitte açıkça dile getirilmektedir: Hüsn in dil zülfi gibi pâ-mâl Aşk eylemez ana hîç ikbâl (b. 814, s. 178) Đşte buna benzer nedenlerden olsa gerek Tarlan, divan şiirinin Şeyh Gālib de kemal bulduğunu belirterek, artık o bir hamle daha yapsa, klâsik mazmunların ortadan kalkıp anlamsız bir hale geleceğini öne sürmektedir (Tarlan 1990: 75-76). Ancak şu noktayı unutmamak gerekir ki, XVII ve XVIII. yüzyıl divan şiirinde pek çok yenilik ve değişiklik divanlar arasına serpiştirilmiş çizgi dışı söyleyiş ve arayışlardır. Bunları düzene sokacak bir fikir akımının olmaması, söz konusu arayışların, bir ekole dönüşmeden istisnaî örnekler seviyesinde kalmasına neden olmuştur (Horata 2009: 56). Dolayısıyla Gālib deki Vâsûht tarzı yenilikleri de kısmen bu çizgide değerlendirmek mantıklı görünmektedir. Ancak her şeye rağmen Gālib in şiirlerinde kendinden öncekilere göre daha açık olan yenilik ve değişiklik arayışları, ondan bir yüzyıl sonraki köklü değişimlerin habercisi olduğu kanaatindeyiz. Sonuç Divan şiirinin geleneksel aşk anlayışı ve âşık-maşûk ilişkisi, XVII ve XVIII. asırlarda ilk ciddî kırılmalarla karşı karşıya kalmıştır. Bu durumun başlangıcı, XVIII. yüzyıl şairlerinin bazılarının divanlarında görülen bayağılaşmış aşk ilişkisi değildir. Kanaatimizce Vâsûht ve Vukû mektebi tesiri, geleneğin ilk kırılma noktasıdır. Ancak burada dikkat edilecek en önemli husus, değişimin, söz konusu yüzyıllarda Batı tarzı ıslahatlarla oluşan toplumsal yeniliklerin şiire yansımasıyla değil, geleneksel Şark-Đslam, bilhassa o devirdeki Farsça şiirin kısmî tesiriyle oluşma ihtimalidir. Çünkü Sebk-i Hindî örneğinde görüldüğü gibi bu asırlarda divan şiiri, henüz beslendiği Şark kaynaklarından vazgeçmiş değildir. Anlaşıldığı kadarıyla, Farsça şiirde sevgiliden tamamen yüz çevirme ve onu terk etme şeklinde tezahür eden Vâsuht, Gālib in gazellerinde, aşkın külfetinden ve sevgilinin ezasından bıkkınlık, bezginlik, umutsuzluk ve bu yüzden yeni aşk arayışları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Onun gazellerinde sevgiliyi tamamen terk etmek değil, onu tenkit ve vazgeçme tehdidiyle yola getirme çabası, olmazsa yeni bir sevgiliye bağlanma söz konusudur.

63 67 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Şeyh Gâlib in Gazellerinde Vâsûht Tarzı... Vâsûht tarzı arayışlar ve yenilikler, o dönem divan şiirinde, Sebk-i Hindî ya da Hikemî tarz gibi süreklilik ve yaygınlık kazanamamış, divanlar veya şiirler arasına serpiştirilmiş az sayıda örnekler şeklinde kalmıştır. Bu yüzden en azından Gālib deki Vâsûht u bağımsız bir üslup ya da ekol olarak değerlendirmek mümkün değildir kanaatindeyiz. KAYNAKÇA AKÜN, Ömer Faruk (1994), Divân Edebiyatı, TDV Đslam Ansiklopedisi, C. IX, TDV Yayınları, Đstanbul, s ARI, Ahmet (2008), Gālib Dede nin Aşk Ateşi-Şeyh Gālib Divanında Aşk, Profil Yayınları, Đstanbul. ÇENDBAHÂR, Lâletîk (1380/2001), Bahâr-ı Acem, C. III, Đntişârât-ı Tılâye, Tahran. DEHHUDÂ, Ali Ekber (1377/1999), Lügatnâme-i Dehhudâ, C. XV, Çâphâne-i Dânişgâh-ı Tahran, Tahran. DEMĐREL, Şener (1999), Malatyalı Ali Çelebi-Şehrî Divanı, ( Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), Elağzı. DOĞAN, Muhammet Nur (2006), Şeyh Gālib-Hüsn ü Aşk, Yelkenli Kitabevi, Đstanbul. ENÛŞE, Hasan (1376/1998), Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî, C. I, Sâzmân-ı Ferheng ve Đrşâd-ı Đslâmî, Tahran. GULÂMRIZÂÎ, Muhammed (1377/1999), Sebk-Şinâsî-i Şi r-i Pârsî, Kitâbhânei Tahûrî, Tahran. GÜLERYÜZ, Ali (2006), Sebk-i Irakî ile Sebk-i Hindî Arasında Geçiş Dönemi Üslûbu: Mekteb-i Vukû, Sözde ve Anlamda Farklılaşma Sebk-i Hindî, Turkuaz Yayınları, Đstanbul s HORATA, Osman (2009), Has Bahçede Hazan Vakti-XVIII. Yüzyıl: Son Klâsik Dönem Türk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara. ĐPEKTEN, Haluk (1974), Đsmetî Dîvânı, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara. KALKIŞIM, Muhsin (1994), Şeyh Gâlîb Dîvânı, Akçağ Yayınları, Ankara. KALPAKLI, Mehmet (1999), Divan Şiirinde Aşk, Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler, YKY, Đstanbul, s MA ÂNÎ, Ahmed Gülçîn (1374/1996), Mekteb-i Vukû Der-Şi r-i Fârsî, Đntişârâtı Dânişgâh-ı Firdevsî-i Meşhed, Meşhed. MÎRSÂDIKÎ, Meymenet (1373/1995), Vâjenâme-i Hüner-i Şâirî, Kitâb-ı Mihnâz, Tahran. Muhammed Pâdişâh (1363/1984), Anandrec: Ferheng-i Câmi-i Fârsî, C. VII, Çâphâne-i Haydarî, Tahran. NU MÂNÎ, Şiblî (1363/1984), Şi rü l-acem, C. III, Dünyâ-yı Kitâb, Tahran. OKÇU, Naci (1993), Şeyh Gālib Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. PALA, Đskender (1998), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ötüken Yayınları, Đstanbul.

64 68 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Đsrafil BABACAN ŞEMÎSÂ, Sîrûs (1381/2001), Sebk-Şinâsî-i Şi r, Đntişârât-ı Firdevs, Tahran. TARLAN, Ali Nihat (1990), Divan Edebiyatında San at Telakkisi, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan ın Makalelerinden Seçmeler, AKM Yayınları, Ankara, s ÜZGÖR, Tahir (1991), Fehîm-i Kadîm Dîvânı, AKM Yayınları, Ankara.

65 DÎVAN ŞİİRİNDE ANOMİLERİN TEMSİLİNE DAİR BİR ÖRNEK: DÂSTÂN-I GİRİFTÂRÎ-İ ZENBÂRE BE DÂM-I MEKKÂRE Öğr. Gör. M. Ziya BAĞRIAÇIK ÖZ: Edebî eserler yazıldıkları dönemin sosyal hayatına dair izler taşırlar. Bugüne kadar yapılan çalışmalar klasik şiirimizin hep hayal dünyasına dikkat çekmiş, toplumun zihninden süzülen şiirin mevcut realiteyi yansıtan kısmını ise ihmal etmiştir. Sosyal hayat ile divan şiiri arasındaki paralellik son zamanlarda araştırmalara konu olmakla birlikte, tüm sorunlarının bire bir kapsanması, sosyal hayatin karmaşık doğasından dolayı ihmal edilmiştir. Özellikle anomi olarak karşımıza çıkan olgular daha çok Antropoloji çalışmaları içerisinde ele alınmış, edebî çalışmalar bu konuyu tamamı ile göz ardı etmiştir. Bu makalede XVII. yy.da Üsküdar da yaşayan bir gencin cinsel istismarı anlatılmakta ve Nev izade Atayi nin şiir marifetiyle bu sıra dışı toplumsal hadiseyi nasıl belgelendirdiği incelenmektedir. Böylece, şiirin, özellikle de mesnevi tarzının adeta toplumun birebir aynası olduğunu bir kez daha tevsik etmiş olduk. Anahtar Kelimeler: toplumsal hayat, anomi, Nev izâde Atâyi, Osmanlı şiiri An Example for the Representation of Anomies in Divan Poem: Dâstân-ı Giriftârî-i Zenbâre Be Dâm-ı Mekkâre ABSTRACT: Literary works bear certain social footprints from the times they have been written. Hitherto studies have called our attention to the imagination of classical poem while that part of the poems filtered from the social perception that reflects the actual reality is neglected. Although the parallelism between the social life and the Divan Poem has been subject to some researches lately, one-to-one coverage of all matters is still neglected due to the complicated nature of the social life. Especially, the facts defined as anomy have always been studied within the social Anthropology and the study of literary works has neglected these matters. Niğde Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl.

66 70 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. M. Ziya BAĞRIAÇIK In this article, the sexual abuse of a young man living in Üsküdar during the XVII Century is explained and how Nev izade Atayi has documented this odd social fact through his poems is analyzed. Thus, we revealed once more that the poem, especially the mesnevi type, one written in rhymed couplets with each of them has different rhyme, is in fact one-to-one reflection of the society. Key Words: social life, anomie, Nev izâde Atâyi, Ottoman poem Çok uluslu Osmanlı toplumsal yapısının ürünü olarak değerlendirilebilecek Osmanlı Şiiri (Gibb: 1999) incelendiğinde, her nazım şeklinin belirli bir konu veya konuyu terennüm ettiği görülür. Korku, sevinç, keder veya mizah gibi tasviri zor hallerin nazıma dökülmesinde, reh-i nâ refte olarak ifade edilen ve şairin, bu tasvirleri kendinden önce hiç söylenmemiş bir ifade ile dile getirme arzusu, aşk ve tasavvuf gibi temel konuların dışındaki sıradan hâdiselerin anlatımını da edebî bir form içerisinde tutmakta ve şairin orijinal bir söz ile kendisini ifade etmesinde bir rekabeti gündeme getirmektedir (Şentürk: 1999). Bu güne değin reh-i nâ refte örneği olarak incelenen eserlerin, daha çok, gündelik hayatı konu almayanlar arasından seçildiği ve edebiyat tarihçilerimizin Osmanlı şiirinin toplumsal hayatla ilişkisini yeterince irdelemediği görülmektedir. Bir başka deyişle, şairlerin kendi mecaz dünyası ile toplumsal hayatın dinamikleri arasında doğrudan bir bağlantı kurduğu çalışmaları, yeterince akademik bir ilgi görmemiştir. Az da olsa divan şairi/şiirinin toplumla sıkı münasebetini dile getiren çalışmalar olmakla birlikte 1, Osmanlı şiirinin toplumsal hayat ile ilgisi, 1 Rüştü Şardağ divan şiirine ısrarla klasik diyerek tepki toplamış ama Cumhuriyet gazetesinde yazdığı köşesinde bu tepkileri birer birer cevaplayarak kendi tabiriyle insafları uyandırarak özellikle bu şiiri toplum açısından değerlendirmiştir. Gösteri de yayımladığı bu görüşleri konunun hülasasıdır: divan şiirinde- nasıl olmuşsa toplum yok- demiş, Mizancı Murat Bey. Al sana; yüzyıllardır, tüm aydınlarımız ve edebiyat okutanlar, tıpkısı yargıyı sakız gibi çiğnemişler. Yine 1945lerde tersini savunmuş, - Divan ozanlarının kullandıkları bazı deyimlerin dışını kazırsanız dökülen bu kabukların altından toplum çıkar- demiştim de paradoksal bir şey söylediğim sanılarak hafife alınmıştım. Gerçi karşı görüşleri savunanlar da haksız değillerdi pek. Doğuda yüzyıllardan beri kasırga gibi esip durmuş olan tek adam, tek yönetimin demirden baskısına dayalı rejimler; ozanları, açık seçik taşlamalar yerine simgelerin arkasına gizlenmeye itmiş, yaşamlarını sürdürmek için övgücülüğü zorunlu kılmıştır, ama divan şiirinde ve ona kuruluş yıllarında esin kaynağı olmuş Fars şiirinde, toplum konusu da düpedüz işlenir. Ozanlar, bazı sözcüklerin örtüsüne bürünerek yüzyıllardır yergici tutumlarını sürdürmüşlerdir. Toplum konusu sergilenirken karşımıza

67 71 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dîvan Şiirinde Anomilerin Temsiline Dair... birçok kaynakta saray ya da havas edebiyatı olarak nitelendirilmiş, hatırı sayılır edebiyat tarihçilerinin çalışmalarında da, estetik bulunmakla birlikte, hayatın dışında olarak değerlendirilmiştir 2. Şairlerin toplumsal hayata dair izlenimlerinin, seyahatnamelerinin, mektuplarının ve arşivlerde bekleyen binlerce belgelerin divan edebiyatının kaynakları arasında yer almaması, bu alandaki eksikliğin önemli bir işareti olarak değerlendirilebilir. Bu belgeler, zamanın şairine dair soyut veya somut birçok veri sunmaktadır. Bu ön kabul ile hareket ederek, çalışmamızda, bir kısım edebiyat araştırmacılarının söylemlerinin aksine divan şiirinin, toplumdan uzak bir havas edebiyatından öte, bilakis sosyal hayatla iç içe olduğu, Nev izâde Atayi nin Sohbetü l-ebkâr adlı mesnevisinin tanıklığında tartışılacaktır. Çalışmamızın, bu anlamı ile alandaki söz konusu boşluğa katkı sağlayacağı öngörülmektedir. Divan şiirinin anlatım yöntemi, büyük ölçüde insan-tabiat, insantoplum, insan-nesne arasındaki türlü yönlerden ilişkileri, benzerlik ve paralellikleri türlü söz ve anlam sanatlarına başvurarak anlatmaya dayanır. Divan şairi için evrende var olan soyut-somut akla gelebilecek 2 şu iki tür ve tutum çıkar: 1) eski ozanların ahlâkça gevşek, biraz da huysuz olanları, çıkar sağlayamadıkları zaman ya da maddî olanaklardan yoksun bırakılınca zehirli dilleriyle yönetimin üstündekileri, hatta kimi kez dolaylı yoldan padişahı taşlamışlardır. 2) toplum konusu divan şiirinde dehr, devr, zemane, bezm, çerh, devran- gibi simge sözcükleri nişan tahtası yaparak işlenir ve toplumun sosyal gidişi eleştirilir. Toplumdan sevgi ve vefa kadehinin eksildiğini söylerken Bağdatlı Ruhi bu simgelerden birine sarılır: devrden peymane-i mihr ü vefa eksilmede (Şardağ: 1982: 68-69) Edebiyat tarihçilerinden A. Hamdi Tanpınar bunlardan birisidir: biyografi hemen her şairden bahsederken lüzumsuz bir şey olur, fakat eski şairlerimizden bahsederken büsbütün manasızlaşır. Çünkü bizim eski şiirimiz hayatı nehyeden bir şiirdir. O, en yüksek manasında bir tecrit işidir. Eski şairlerimizin birçok eserlerinin bugün beğenilmemesi bu sanat telâkkisine erişmiş olmamanın cezasıdır. Filhakika birçok eserleri biz, ihtiva etmeleri lâzım gelen saf unsurların yokluğunu telâfi eden bir nevi hayat pitoreski yüzünden severiz. Valery nin psikolojik pislikler dediği ferdi arızalar, düşünce benzemeleri, dramatik karşılaşmalar bizi çok defa aldatırlar ve asıl şiirin boş bıraktığı yeri doldururlar ve böylece bizden dilin asil ve saf oyunlarının koparması lâzım gelen hayret ve heyecan çığlığını, onun yerini alan birtakım yabancı şeyler paylaşır. Eski şiirimizde garp şiirinde olduğu gibi hayatla sıkı bir münasebet olmadığından içinde şiirin mucizesi gülmeyen eserler, büsbütün boş, sadece bir belagat ve hüner oyunu gibi kalıyorlar. Hâlbuki biz, bugün bu oyuna yabancıyız, her oyunun kurduğu zımni bir mukavele vardır; bu mukavele kendiliğinden teessüs etmezse elbette onu beğenmez, gülünç ve sahte buluruz. (Tanpınar 1939: 278). Tanpınar, Osmanlı şiirindeki esas maharetin manada/sözde değil de mısraın sesinde ya da dizilen kelimelerin canlılığı/hareketinde aranması gerektiğini belirtir.

68 72 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. M. Ziya BAĞRIAÇIK her şey, şiirde kullanabileceği zengin bir malzeme niteliğindedir. Kısacası, divan şairi gerçeği şiir diliyle anlatır (Dilçin:1999: ). Gerçeği neredeyse olduğu gibi şiir diliyle aktarma yeteneğine sahip en uygun nazım şekilleri ise mesnevilerdir. Klasik edebiyatımızda mesnevi, bütün dönemlerde tahkiyeye dayanan şiirlerin hepsinde en çok kullanılan ve beğenilen bir nazım şeklidir. Kısa bir beyit formunda, anlatım zenginliği göz önüne alındığında, mesneviler şairlerin kendilerini ustalıkla ifade etmelerinde oldukça önem arz etmektedir. Yine mesneviler, şairlerin mizah ve latifeye olan düşkünlüklerini de yansıtabilmektedir. İster doğrudan mizah amaçlı olsun ister hikemî (nasihat), söz konusu sosyal hayat olunca, tarihin derinliklerindeki bazı çarpıcı hadiseleri, sosyal hayatın marazî taraflarını mesnevi formundaki şiirlerden öğreniriz. Bunun en iyi örneği, Türk edebiyatının en büyük klasiklerinden sayılan Fuzuli nin Leyla ve Mecnun mesnevisinde açıkça görülür. Leyla nın annesinin koruma güdüsüyle kızına yönelik tenbihleri, günümüz periferinde aynen yaşaması itibariyle hayli ilginçtir: temkîn-i cünûna kılma tebdîl kızsan ucuz olma kadrüni bil sen handan ü aşk zevki handan sen handan ü dûst şevki handan oglan aceb olmaz olsa âşık âşıklıg işi kıza ne lâyık (Doğan: 2002). Bu eserde işlenen normlar, içerdiği dönemin içtimai açıdan davranış haritasını çıkarması ve söz konusu normları geleceğe taşıması açısından son derece ciddi ve önemli bir veridir. Burada ele alacağımız hikâye, Fuzûlî den yaklaşık bir asır sonra Leylâ ve Mecnûn macerasının mistik havasından oldukça uzak, Nev izâde Atâyî nin IV. Murat a ithaf ettiği Sohbetü l-ebkâr (Yelten: 1999) adlı mesnevisinden alınmış bir bölümdür 3. 3 Sohbetü l-ebkâr 40 bölümden oluşan ahlâk, fazilet ve dindarlık gibi konuları işleyen bir mesnevidir. Her sohbet konusu bir dastan ile tahkiye edilmiştir. Anlatacağımız hikâye eserin 25. bölümüdür ve zina etmenin haram olduğunu, bu işi yapandan her türlü kötülüğün bekleneceğine dair telkinleri içermektedir.

69 73 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dîvan Şiirinde Anomilerin Temsiline Dair... Elimizdeki metin, toplumsal değerler karşında sapaklık 4 olarak nitelendirilen bir aksaklığın giderilmesi gayretiyle, bu tür davranış tarzı sahiplerinin düşeceği gülünç durum gösterilmeye çalışmıştır. Sözü edilen aykırı davranışlar, sosyolojide anomi kavramıyla karşılanmaktadır (Marshall 1999). XVII. yüzyılda Üsküdar da yaşamış bir zamparanın hikâyesi özetle şöyledir: Üsküdar da yaşayan ve lâkabı kuşu ipli olan bu meşhur zampara civardaki harem duvarlarının çatlaklarından içeriyi gözetlemek suretiyle kendini tatmin eder. Bir gün yine bir harem bahçesini gözetlerken kızların sesleriyle şehvetlenir ve erkeklik organını bulduğu bir aralıktan içeriye uzatır. Kızlar panik içerisinde durumu şaşkınlıkla izlerlerken içlerinden zeki ve şairin deyimiyle kuş dilinden anlayan bir tanesi âdeta duruma el koyar ve bir ip getirerek organın ucunu bağlar. Zampara daha neler olduğunu anlamadan kız eline geçirdiği bir iğne ile zamparanın organını iğnelemeye başlar. Doğaldır ki feryatlar neredeyse bütün Üsküdar dan duyulur. Zampara sonra acı içerisinde ipini sürüyerek uzaklaşır. Mahalle sakinleri onu o şekilde organının ucundaki iple kaçar görünce, kendisine kuşu ipli zampara namı verilir. Hülasa, zina etmenin haram ve küçük düşürücü bir olgu olduğuna dair bir ibret amacıyla kaleme alınan bu mesnevinin detaylı metin incelemesi, şiirin ardındaki realite ve canlı hayatı detayları ile ortaya koyacaktır. Dastân-ı Giriftârî-i Zenbâre Be-Dâm-ı Mekkâre Bir yüzi kare seg-i âvâre Bûm-veş gice kuşı zenbâre Üsküdar a varup itmişdi makâm Hayli sèay itdi çak olınca cüzâm Rişte-ber-pây idi mürg-i bâmı Kuşı İpli idi yaèni nâmı Lakabın aslını itdük de suèâl Böyle nakl eyledi bir ehl-i makâl Ki o zânî-i ziyankâr u denî Zen içün yolda idüp râh-zenî Dâ imâ itmege keşf-i avret 4 Türkçe Sözlük te anomali (Fr. anomalie) karşılığında bu kelime kullanılmaktadır (TDK, 2009).

70 74 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. M. Ziya BAĞRIAÇIK Perdedârâne idermiş gılzet Görse her kanda ki dîvâr-ı harem Anda fürce gözedürmiş her dem Kapuda halka gibi gûşı müdâm Şehnişînde gözi mânende-i câm Kankı divarda görse sûrâh Mâr-veş akar imiş ol küstâh Geçse bir tahta harem yanından Dem ura burgucı dükkânından Bir gün ol derbeder-i bî-ser ü pâ Şehrde bir yola gitdi tenhâ Tahta havli arasında nâgâh Görinür şemèa-sıfat bir iki mâh Şekl-i pervînde bir kaç duhter Nice duhter ki fürûzân ahter Gamzesi sûzen-i dil-dûz-i hayâl Turresi tâb-dih-i gunc ü delâl Öninde safhalarını germiş Yazmış üstâd kabala vermiş Turmadın birbirine nakş geçer Müje sûzenleri dâyim işler Biri biri ile âheng olmış Zühre ol dâyireye denk olmış Göricek anı delikten o denî Oldı ol tahtanun ağaç kakanı Kalmayup sabrı hemân eyledi èazm Ki latîfeyle ola dâhil-i bezm Kıssasın âlet-i hengâme ile Suna tûmârını cer-nâme ile

71 75 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dîvan Şiirinde Anomilerin Temsiline Dair... Buldı bir köhne budak sûrâhın Sokdı andan öbür yire şâhın Maglata itdi tecâhül kıldı Anı igfâle tegâfül kıldı Hâzır itmişdi kemend-i pertâb Bend-i mâhîye birîşim kullâb Didi vehm eyleyene ey ahmak Yâ nice olurmış ana yapışıcak Şîveler itdi o şûh-i şâtır Sıgadı anı toyınca vâfir Bu nezâketle hemân eyledi bend İpligi ilmek idüp atdı kemend Çünki bend eyledi ol mâr-ı bedi Tîz tutup kellesini iğneledi Karaçı tudagı gibi meselâ Geçdi bir nakş ki olmaz aslâ Gördi kim kurtaramaz çekse eger Keskin ibrîşim anı iki böler İtdi bin derd ile bîçâre figân Turmayup kaynadı her iğnede kan Tuyıcak geldi segirdüp zürefâ Üşdiler mâ-halakallah ana Gördi duhter ki uzandı feryâd Kuşça cânın anun itdi âzâd Ol dem igne yimişe döndi köpek Süpüri tutdı ipin süriyerek Sonuç

72 76 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. M. Ziya BAĞRIAÇIK Osmanlı şiirinin gerçek hayatla bağlarının çok zayıf olduğu yönünde görüş bildiren edebiyatçıların sayısı hiç de azımsanamaz. Fakat remiz ve sembollerin başını çektiği bu şiirin ardındaki realite ve canlı hayat göz ardı edilemez. Çarşı, pazar, mescit, medrese, tekke, kahve ve hamam gibi toplumsal hayatın canlı mekânları, yüksek zümre şairi olduğu iddia edilen nice şairlerin divanında varlıklarını korumaktadır. İnsanımızın tarih içinde yaşadığı sevinç, korku, üzüntü, ümit gibi bütün hislerini; eski hayatın hemen bütün safhalarında yaşamış karakterleri günümüze yansıtan en canlı eserler eski edebî metinlerimizdir (Kalpaklı: 1999; Şentürk: 1999). Bu itibarla çoğu divan şiirinin tasavvufi, şairinin de mutasavvıf olmadığı aşikârdır. Öyle ki mutasavvıf ilan edilen kimi şairlerin gerçekte geleneğe uyma endişesiyle yalnızca mistik simgeleri hatırlatmadan öte gidemedikleri görülür. Sofizmin temel dayanağı ve bu şiirin ilham kaynağı olan aşk-ı hakiki den aşk-ı mecaziye geçiş özellikle mesnevilerde yoğunlaşır. Ancak çoğu mesnevide insani aşkla başlayan hikâyenin ilahi aşkla sonuçlanmadığı görülür. Hüsrev ile Şirin arasındaki aşk tamamıyla tensel bir aşktır. Hatta Hüsrev in Şirin ırmakta yıkanırken onu gizli gizli izlemesiyle dayanılmaz bir ihtirasla ona bağlanması anlatılır. İşte bu nedenle şairin her dediğinden gereğinden fazla şüphelenip sıradan vakalar içinde kullanılan sembollere dayanarak hakiki aşkı (ilahi) aramak yanlış olur. Divan şairi pekâlâ bizzat şahit olduğu ya da olabilirlik çerçevesinde hayal ettiği birçok vakayı şiirine rahatlıkla taşıyabilir ve bunu yaparken geleneğin kendisine sunduğu bütün verilerden de yararlanabilir. Bu durum kendisini ağır ya da hafifmeşrep şair yapmaz. Divan şiiri kuvvetli bir kinayenin sonucudur. Hayat, kinayeye söz konusu olan unsurların şair tarafından, kullanabilmesi için bir ilham kaynağıdır. Bir başka deyişle bu şiirde teşbih ve hayallerin ötesinde hayatın bizzat kendisine şahit oluruz. Her beyit yazıldığı devri devre ait tüm eşya ve malzemeyle birlikte- terennüm eder. Çok ince mazmunlar bile eski yaşam ve davranışlara dair bilgi verirler.5. 5 Nedim (XVII), bir beytinde selvi mazmununu toplumdaki kullanım alışkanlığıyla birlikte verir: sînede evvel ne muhrik ârzûlar var idi lebde serkeş ahlar âheste hûlar var idi Bu beyitte selvi kelimesi kullanılmamıştır. Selvi ince ve yüksekliğiyle sevgilinin boyuna, pervasızca uzamasıyla da dikbaşlılığa/serkeşliğe teşbihdir. Gönlü muhrik (yakan) arzularla dolu âşık âh eylediğinde buğulu sesi tıpkı

73 77 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dîvan Şiirinde Anomilerin Temsiline Dair... Bu itibarla divan şiirini sosyal normların kabul etmediği durumlarda da apaçık görebiliriz. Tamamen objektif bir şiir anlayışı ile karşı karşıyayız denilebilir. Kimileri okuduğu şiirin hayal dünyasını ve imgelerini izleyip anlatının tadını çıkarırken, kimileri de geleneğin doğal bir sonucu olan pay alma (kıssadan hisse) esasını değerlendirebilmektedir. KAYNAKÇA DİLÇİN, Cem (1999) Türk Kültürü Kaynağı Olarak Divan Şiiri, Türk Dili, S. 571, TDK Yayınları, Ankara, s DOĞAN, Muhammet Nur (2002), Fuzuli, Leyla ve Mecnun-Metin Düzyazıya Çeviri-, YKY Yayınları, İstanbul. GİBB, E. J. Wilkinson (1999), A History of Ottoman Poetry, (çev. Ali Çavuşoğlu), Akçağ Yayınevi, Ankara. KALPAKLI, Mehmet (1999), Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler, (Ahmet Atilla Şentürk Osmanlı Şairlerinin Gözlemciliği ve Klasik Edebiyatımızda Realiteye Dair), İstanbul, YKY Yayınları, s MARSHALL, Gordon (1999), Sosyoloji Sözlüğü, (çev. Osman Akınhay- Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınevi, Ankara. ŞARDAĞ, Rüştü (1982), Divan Şiirine Toplum Açısından Bakış, Gösteri, S. 17, s ŞENTÜRK, Ahmet Atilla (1999), Osmanlı Şiiri Antolojisi, YKY Yayınları, İstanbul. TANPINAR, Ahmet Hamdi (1939), Eski Şiir, Oluş, S. 18, s TDK (2009), Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, Ankara YELTEN, Muhammet (1999), Nev izade Atayi/Sohbetü l-ebkar, İstanbul. selvi gibi düzgün bir şekilde göğe yükselir. Selvilerin rüzgârla birlikte sallanmalarında çıkardıkları uğultulu ses hû dur. Yani selviler rüzgârda salınırken adeta âheste hûlar çekerler. Selviler O yani Allah diye ritmik olarak salındıkça kabirlerde yatanların günahlarının bağışlandığına inanılır. Eskiden beri mezarlıklara bu ağacın sıkça dikilmesinin nedeni de bu yüzdendir. Dolayısıyla şair Nedim de gönlündeki muhrik arzuları anlatırken remiz olarak selvi yi seçmesine rağmen şiirde bu kelimeyi kullanmamıştır. Beyitteki selvi mazmununu anlayıp şifreyi çözen okuyucu, şair Nedim in arzu ve âhlarla ölüme yaklaştığını ve bu nedenle -İslam öğretisindeki kabirleri sık sık ziyaret edin ki ölümü hatırlayınız tembihinden de hareketle- mezarlığı hatırladığını anlayarak ayrıca kendisini bu düşkün ve yaşlı hâle getirenin yine selvi boylu bir sevgilinin olduğunu kavrayacaktır.

74 SARAYBOSNA VE ANADOLU DAKĐ BAZI TÜRKÜLERĐN BENZERLĐKLERĐ ÜZERĐNE * Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ ** ÖZ: Fuad Köprülü nün, Türklere mahsus bir besteyle söylenen halk şarkıları (1976: 246), olarak tanımladığı türküler, sözlü kültür ürünleri içerisinde yaygınlık derecesi bakımından birinci sırada yer alırlar. Halk türküsü ve ona koşulan ezgi, ilk ortaya çıktığında mutlaka bir ferdin damgasını taşır. Türkü, bu ilk yakıcıdan sonra, dilden dile, telden tele aktarılarak yayılmaya başlar. Bu yayılma aşamasında, türkünün hem güftesinde hem de ezgisinde (beste) irili ufaklı değişmeler meydana gelebilir. Türkülerin yayılmasında, askerlik, gurbete çıkma, göç, hapishaneye düşme, ticari ilişkiler ve âşıklık geleneği gibi birçok etken sıralanabilir. Saraybosna daki yazmalarda tespit edilen türkülerin oraya taşınmalarında yukarıda sayılanların yanında fetihlerin de önemli bir etken olduğu söylenebilir. Fetihlere bağlı olarak Balkanlara ve hususen Saraybosna ya göç ettirilen Evlad-ı Fatihan ın yerleştikleri bölgeleri yurt tutup benimsemeleri ve belli bir zaman diliminde de boşaltmak zorunda kalmalarının ıstırabı birçok türküde yankısını bulmuştur. Çalışmamızda, Hamdi Hasan ın Saray-Bosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Türküler, adlı kitabında yer alan türkülerin, Türkiye de bilinen/söylenen türkülerle olan benzerliği üzerinde durulmuş; tespit edilen metinler üzerindeki değişim -ağırlıklı olarak TRT Türk Halk Müziği Repertuarı dikkate alınarak- gösterilmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Türkü, Türk halk müziği, Hamdi Hasan, Gazi Hüsrev Bey, Evlerinin önü * ** Bu çalışma, Haziran 2010 tarihleri arasında Bosna-Hersek (Tuzla) te düzenlenen Osmanlıdan Günümüze Bosna-Hersek Uluslararası Sempozyumu nda Türkülerin Yayılma Sahaları ve Saraybosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Bulunan Türküler Üzerine başlığıyla sunulan yayımlanmamış bildirinin gözden geçirilmiş biçimidir. Ahi Evran Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. sbekki@gmail.com

75 80 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ An Explanation about the Similarities of Some Anatolian and Sarajevo Folk Songs ABSTRACT: The folk songs that Fuad Köprülü defined as songs which performed with a composition off to Turkish (1976: 246) rank first in terms of popularity in the oral cultural elements. It certainly contains the mark of a person when the folk song and its melody were first heared. After first creator, Turkish Folk Songs begin to spread from tongue to tongue and from string to string. In this process, some changes occurred especially in its lyrics and melody. We can say that the Phenomena such as âşık (wander in minstrel) tradition as the leading one, soldiery, trade, neighborliness, being abroad and migration were effective in the transportation of the Turkish Folk songs from where they were born and spread to other lands. In addition to other reasons we can say that conquests and together with the conquests the settling policy, following these conquests which was put into use systematically by the ottomans have an important effect on spreading the Turkish folk songs in Balkans and especially Sarajevo. In our paper, the comparison of Turkish folk song which took place in Hamdi Hasan s book named Saray-Bosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Türküler, and The Turkish folk songs in TRT Turkish Folk Songs Repertoire has been done and what kind of a change occurred in the bodies of the Turkish Folk Songs especially in their lyrics tried to find out. Key Words: Türkü, Turkish Folk songs, Hamdi Hasan, Gazi Hüsrev Bey, In front of her house Bugün Anadolu da sözlü kültür ortamında ezgi ile söylenen her şiir, türkü olarak adlandırılmaktadır 1. Bu adlandırmanın, Anadolu dan batıya (Balkanlar ve Orta Avrupa) yayılan Türklerin belli bir süre yaşadığı coğrafyalarda da aynı şekilde kullanıldığını görüyoruz. Çalışmamızın temel kaynağı Hamdi Hasan ın 2 doktora tezi ve TRT Türk Halk Müziği Repertuarı dır. 1 2 Türkü, Divanü Lûgat-it-Türk te, ır / yır <koşma, türkü, hava, musikide ırlama, gazel> şeklinde yer alır (DLT, C. IV: 786). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I de ise türkü anlamına gelen, Azerbaycan Türkçesinde mahnı, Başkurt Türkçesinde halk yırı, Kazak Türkçesinde Türki (türik halık äni), Kırgız Türkçesinde eldik ır, türkü, Özbek Türkçesinde Türki (halk koşiğı), Tatar Türkçesinde halık cırı, Türkmen Türkçesinde halk aydımı, Uygur Türkçesinde nahşa, koça nahşisi gibi terimler karşımıza çıkmaktadır (1991: ). Prof. Dr. Hamdi Hasan, 17 Ekim 1945 te Gostivar da doğmuştur. Đlköğretimini Gostivar da, Đlköğretmen Okulunu Üsküp te, yükseköğrenimini Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü nde (1969) tamamlar yılında Edebiyat Bilimleri dalında yüksek lisansını, 1986 da da doktorasını verir de doçent,

76 81 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Saray-Bosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Türküler adıyla basıldığını bildiğimiz söz konusu tez, Saraybosna kütüphanelerindeki cönk ve mecmualarda türki başlığı altında toplanan şiirlerden oluşmaktadır. Đstanbul Üniversitesi nde doktora tezi olarak hazırlanan çalışma 557 sayfadan oluşmaktadır. Hasan bu çalışmasında, Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi başta olmak üzere Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi (Oriyentalni Đnstitut) ve Sarayevo Tarih Arşivi (Đstoriski Arhiv Sarayevo) kütüphanelerinde bulunan toplam 24 Arap harfli yazma cönk ve mecmuadaki türki başlığıyla verilen 300 şiir metnini bir araya getirmiştir. Hasan ın incelediği yazmalardan sadece Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesinde bulunan 2392 tasnif numaralı mecmuanın müstensihi Đbn-i Mustafa El-Bakarî ve istinsah tarihi ise Zilhicce 1250/ Mart-Nisan 1835 olarak geçmektedir. (Hasan 1987: 69). On üç bölümden oluşan eserde sırasıyla şu başlıklar yer almaktadır: Önsöz (s. V-VIII), I. Giriş (s.1-18), II. Tarih Olaylarıyla Đlgili Türküler (s ), III. Aşk Türküleri (s ), IV. Mülemmalar (s ), V. Kimi Dini Didaktik Satirik ve Başka Konulu Türküler (s ), VI. Netice (s ), VII. Metinlerin Dil Hususiyetleri (s ), VIII. Metinlerin Tespit Edildiği Yazmalar ve Onlarda Kullanılan Yazı Çeşitleri (s ), IX. Metinlerin Tespitinde Gözetilen Esaslar (s.71-72), Notlar ve Kısaltmalar (s ), X. Metin Bölümü (s ), XI. Metinlerin Dizini (s ), XII. Yer ve Şahıs Adları Đndeksi (s ), XIII. Đlaveler (s ), Bibliyografya (s ), Sözlük (s ). Hamdi Hasan ın çalışmasında anonim türkü tanımına uyan metinlerin yanında s er, divanlar, destanlar, murabbalar ve hatta gazeller Türki başlığı altında bir araya getirilmiştir 3. Hasan, incelediği cönk ve mecmualardaki bu karışıklığı şu şekilde dile getirir: Bazen aynı metinlerin bir yazmada türkü diğer birinde de başlıksız veya destan başlığı altında alındığını gördük. Halk şairlerinin ve müstensihlerin bu tereddüdüne bakmayıp biz, türkü başlıklı olanların hepsini aldık. (Hasan 1987: VI) da da profesör olur. Đki yüzün üzerinde bilimsel makalesi olan Hamdi Hasan ın bu çalışma kapsamında tanıttığımız eserinin yanı sıra, Makedonya ve Kosova Türklerince Kullanılan Atasözleri ve Deyimler, Ankara 1997; Makedonya da Türkçe Eğitim ve Abdülhakim Hikmet Doğan, Üsküp 1998; Makedonya Türklerince Söylenen Bilmeceler ve Tekerlemeler, Ankara 2005; Makedonya Türklerince Söylenen Mâniler, Ankara, 2007; Makedonya Türklerince Söylenen Türküler, Ankara 2008 adlı kitapları yayınlanmıştır. Yazmalarda divan, gazel, murabba gibi nazım şekillerinin türkü başlığı altında verilmesini; eskiden klasik musiki bestekârlarının hece vezniyle yazmış oldukları güftelere türkü denmesinin etkisine bağlamak yanlış olmasa gerek, bk. Öztuna (2000: 536).

77 82 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Diğer folklorik ürünlerde olduğu gibi türkülerin hayatında da üç safha görülür: Menşe (kaynak), seyir (yayılma), istihale (dönüşüm/değişim) (Aytaç 2003: 336). Türküler sözlü gelenek içerisinde kuşaktan kuşağa aktarıldığı için bunların menşelerine ilişkin tam ve isabetli tespitlerde bulunmak her zaman mümkün olmamaktadır. Durum böyle olmakla birlikte bir kısım türkülerin doğuşuna zemin hazırlayan olayların bir milletin tümünü derinden etkileyecek (savaşlar-doğal afetler gibi) özellikte olması, söz konusu türkülerin ne zaman ve nerede yakıldığı konusunda bize sağlıklı bilgiler sunabilmektedir: TRT THM Repertuarında birbirinden farklı güftelerle karşımıza çıkan Genç Osman (TRT THM Rep. Nu: 451) ve Evvelâ Bağdada Sefer Olanda (TRT THM Rep. Nu: 306) adlı türkülerin IV. Murad ın Bağdat seferine bağlı olarak Genç Osman adlı bir gencin kahramanlıkları üzerine söylendiğini Fuad Köprülü den öğreniyoruz (1989: 270). Bitlis te Beş Minare (TRT THM Rep. Nu: 2226) adlı türkünün I. Dünya Savaşı sonrasında Rusların Van ve Bitlis i yakıp yıkmalarının ardından memleketine dönen biri tarafından yakıldığı bilinmektedir (Güven 2009: ). Hey Onbeşli (TRT THM Rep. Nu: 1616) adlı türkünün ise I. Dünya Savaşı nedeniyle Hicrî 1315 (M: ) doğumlu çocukların askere alınmaları üzerine Tokat ta yakıldığı kayıtlara geçmiştir (Güven 2009: ). Dursun Yıldırım, Balkan Üçlemesi ve Tarih başlıklı tebliğinde, yılları arasında barış ahdini bozup Rusya ile yaptığı gizli antlaşmaya güvenerek Nemçe [Avusturya] ordusunun Bosna eyâletini kuşatması sırasında cereyan eden olayları anlatan üç türkünün (Saray türküsü, Bosna türküsü, Banaluka türküsü) yakıldığı dönemi ve yaşanan olayları yazılı tarih metinleriyle mukayeseli olarak ele alır ve türkülerde dile getirilen olaylar ile tarihî metinlerde anlatılanların birbiriyle örtüşmesine vurgu yapar (2003: ). Türkülerin doğduğu yerlerden başka yerlere taşınmalarında âşıklık geleneği 4 başta olmak üzere askerlik, ticaret, komşuluk, gurbet ve göç 4 Dursun Yıldırım, Orta Asya Bozkırlarından Urumuneli ne/türk Sözlü Şiir Sanatının Yayılması Üzerine başlıklı tebliğinde Türk sözlü şiir sanatı nın Orta Asya bozkırlarından Avrupa daki eski Türk yerleşim yörelerine hangi yollardan ve ne zaman aşıp geldiğini ele alır (1998: ). Özkul Çobanoğlu da, Anadolu ve Rumeli sahası Türk Âşık Tarzı şiir geleneği ile Boşnak Âşık (Gusları) Tarzı şiir geleneklerinin ortaklıklarını ele aldığı çalışmasında, Boşnak Âşık Tarzı edebiyat geleneğinin oluşumunu; Karadeniz in doğusundan gelen Türk kitlelerinin tesir ve kaynaşmalarıyla oluşan Türk kültürünün birinci tesir sahasının veya Ozan-Baksı Türk kültürel katmanın üzerine Osmanlı Türkleriyle birlikte Karadeniz in batısından Anadolu üzerinden Balkanlara ve Orta Avrupa ya yayılan ve Albert Lord un tamamen bîhaber olarak davrandığı Türk kültürünün önce Tekke Tasavvuf Tarzı ile ordu şairlerinin ve özellikle de, 16. asırdan itibaren bir Türk ve Müslüman kurumu olarak ortaya çıkan kahvehanelerin ürünü olan Âşık Tarzı nın şekillendirdiği Boşnak Âşık Tarzı edebiyat geleneğidir (1998: 8-24). şeklinde açıklar.

78 83 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... gibi olguların etkili olduğunu biliyoruz. Anadolu da yakılan türkülerin Bosna ya taşınmasında ise bu saydıklarımızla beraber fetihler ve bu fetihler sonrası Osmanlı tarafından düzenli bir şekilde işletilen iskân politikalarının etkili olduğu söylenebilir. Malum olduğu üzere Türklerin Bosna ya ilk ayak basmaları 1463 te Fatih Sultan Mehmet ( ) in bölgeyi fethiyle olmuştur. Balkanlardaki Türk nüfusunun yoğunlaşmaya başlaması ise bu tarihten yüzyıl öncesine dayanır. Bu yoğunlaşma, 1364 te Sırpsındığı ve özellikle de 1389 Kosova Meydan Muharebesi nden sonra Orta Anadolu daki Saruhan, Karesi, Aydın, Menteşe gibi sahil beyliklerinden getirilerek buraya yerleştirilen göçmenler sayesinde olmuştur (Köprülü 1988: ; Đsen 1997/2: ). Bölge, 1878 yılına kadar Osmanlı Devleti nin bir parçası olarak kalmıştır. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı idaresi altında kalan Bosna-Hersek, Balkanlarda gelişen Türk kültür ve edebiyatına ciddi katkılar sağlamıştır (Đsen 1997/1: ). Balkanlarda Türk kültürünün yayılması ve kökleşmesinde Anadolu kaynaklı iki tarikat etkili olmuştur: Mevlevîlik ve Bektaşîlik. Bektaşîlik, Mevlevîlikten farklı olarak büyük şehirlerdeki halkın yanı sıra kırsal bölgelerde de taraftar toplamıştır (Castellan 1995: 143). Anadolu dan Balkanlara göç ettirilen Yörükler de ağırlıklı olarak bu tarikat etrafında toplanmışlardır. Bektaşî dervişleri vasıtasıyla ayin-i cemlerde okunan birçok deyişin Anadolu dan Balkanlara hususen de Bosna-Hersek e taşındığı tahmin edilebilir. Bu husus, ayrı bir araştırma konusu olarak karşımızda durmaktadır. Türkülerin istihale (dönüşüm-değişim) süreci ise tamamen bu ürünlerin yaratılıp yaşatıldığı gelenekle ilgilidir. Halk türküsünü ve ona koşulan ezgiyi elbette bir insan yaratmıştır. Ama bu ilk yaratmada bile halk kültürü, geleneksel birimleri, normları ve içeriği ile bu kişisel yaratıya damgasını vurur. Yani türküyü yaratan kişi, büyük ölçüde sosyal çevrenin sınırları içinde yaratır. Onda kişiselle sosyali birbirinden ayırmak zordur. (Başgöz 2008: 28). Türkü, bu ilk yaratıcıdan (yakıcı) sonra bir su gibi kaptan kaba akar ve türküyü söyleyen her kişide yeniden canlanır. (Öztürk 1995/2: ). Kap görevi gören türkücü, türkünün -geleneğin kendisine verdiği imkân ölçüsünde- hem ezgisinde hem de sözlerinde kendine göre değişiklikler yapabilir. Türküde söyleyicinin ve sosyal çevrenin etkileri ile meydana gelen değişim en çok türkünün yerelleştirilmesi veya kişi adına bağlanması ile sağlanır. (Başgöz 2008: 28). Yerelleştirme daha çok türkülerde geçen yer adlarının değiştirilmesiyle meydana gelir. Bir türkünün yerelleştirilmesi ve kişi adına bağlanması, türküyü söyleyenin onu sahip-

79 84 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ lenmesi ve söylediği türküyü kendi çevresine bağlamak arzusunun bir sonucu olarak ortaya çıkar (Başgöz 2008: 29). Gevherî nin, Beyaz göğsün bana karşı Açma beni öldürürsün Gözlerini süze süze Bakma beni öldürürsün (Elçin 1998: 522). dörtlüğüyle başlayan semaisi 5, yukarıda açıklamaya çalıştığımız dönüşüm/değişim sürecini tamamlamış bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu şiir, bağlantı (kavuştak/nakarat) eklenmek suretiyle türkü formuna sokulmuş; bağlantıda kişi ismine (Şerif Ağa) yer verilen metin, aynı zamanda kişiselleştirilmiş ve şiire bir dörtlük daha eklenerek yerelleşmesi sağlanmıştır: Akdeñiz de vardır ada äarılırsañ işte oda Yürecime virme yàd Àh Virme bana (melegim) öldürürsün Öldürürsün aldanursun Bir gün beni Şerìf Aàa güldürürsün (HH/ ) 6 Pertev Naili Boratav ın şiirlik motifler (1982/2: ), dediği; Đlhan Başgöz ün de gezici dizeler (2008: 129), olarak ele aldığı kalıp ifadeler (sözlü formüller) in türkünün oluşmasındaki rolünü şöyle izah edebiliriz: Türkü yakıcının belli bir sözlü gelenek içinde yetişmiş olması, kişisel yaratısında, geleneğin kendisine sunduğu hazır fikir, duygu ve ifade unsurlarını büyük ölçüde kullanma olanağı verir. (Başgöz 2008: 129). Böylelikle daha önceden başka kişilerce kullanılmış bir takım söz kalıpları yeni yaratılan türkü için hazır malzeme durumuna gelir. Bunun için tek bir insanın yarattığı yeni türküde eski, geleneksel söz kalıpları veya sözlü formüller görülür. Bu özellik yalnız türkülerde değil, halk edebiyatının başka türlerinde de vardır. (Başgöz 2008: 129). Hazır söz kalıpla- 5 6 Şiirin tamamı çalışmamızın ekler kısmında 9. sıradadır. Hamdi Hasan ın, Saray-Bosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Türküler, Ankara 1987, adlı kitabı, (HH) kısaltmasıyla gösterilmiştir. Kısaltmadan sonra gelen ilk rakam türkünün kitaptaki sırasını, daha sonra gelen rakam ise sayfasını göstermektedir.

80 85 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... rının kullanıldığı yerlerde kişi sıfatları, yer ve durum tasvirleri ile zaman bildirimi ve davranışlar büyük oranda benzerlik gösterir (Öztürk 1995/2: 85-99). Kalıp dizelerde daima sabit kalan bir bölümle değişken ikinci bir bölüm vardır. (Öztürk 1995/2: 85-99). Sabit kalan bölüm, türküye girişi ve kafiyenin teşkilini sağlar. Değişken bölümde ise zaman bildirimi, davranış kalıpları ile yeni yakılan türkünün yerelleştirilmesi veya kişi adına bağlanması söz konusu olur. Ayrıca kalıp dizelerin (sözlü formüller) iki işlevinin daha olduğunu görüyoruz: Đlkin sevilen, beğenilen, alışılmış ve geleneksel bir ifadeyi sık sık dinleyiciye sunarak onun dikkatini diri tutar ve dinleyicinin türküden aldığı tadı artırır. Đkinci olarak anlatıcıya veya türkü söz konusu ise çalıp çağırana yaratma ve hatırlama için zaman kazandırır, yardımcı olur. (Başgöz 2008: 129). Türkülerde karşımıza çıkan en yaygın kalıp ifadelerden biri, Evlerinin önü dür. Hamdi Hasan ın yayımlamış olduğu kitapta, birçok türkünün Evlerinin önü şeklinde başladığına veya farklı bentlerde aynı ifadenin kullanıldığına şahit oluyoruz 7. Bu kalıp ifadeyi ilk keşfeden ve hazırladığı kitabına isim olarak veren Cahit Öztelli dir. (Öztelli, 1972). Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Türk Halk Müziği Repertuarında 8 da aynı ifadeyle (Evlerinin önü ) başlayan 50 (Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi 2, 2000: ) adet türkü vardır. Bu kalıp ifadenin dışında, Sabah/sabahın/sabahınan/sabahtan (37 adet) (Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi 2, 2000: ) ve Kaladan/ kaleden /kalenin (38 adet) (Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi 2, 2000: ) gibi kalıp ifadelerin de türkülerde çokça yer aldığı görülmektedir. Verdiğimiz bu örnekler, türkülerin insanla ve yeni sosyal çevreyle bu değişmeler yoluyla uyum sağladığını gösteriyor. (Başgöz 2008: 32). Türkünün uzun süre yaşamasını sağlayan canlılık da buradan geliyor. Halk türküsünün yeni kişiler ve çevreler tarafından kabul edilebilirliği mekanik bir olay değil. Bu, deyim yerinde ise bir çeşit pazarlık işi. Yeni insan ve yeni çevre türkü ile iyice çekişiyor, onu şurasından burasından değiştirerek kendileştiriyor, ondan sonra 7. Evlerinin öni iğde (HH s. 133); Evlerinin öni ah yoldur yolakdır (HH s. 169); Evlerinin öni bakla (HH s. 212); Evlerinin öni kar beyazım Tuna yalısı (HH s. 213); Evlerinin öni asma /Tunca / handır (HH s. 215); Evlerinin öni a kuzum üç ağaç asma/üç ağaç elma (HH s. 235); Evlerinin öni hamam kapısı (HH s. 251); Evlerinin öni çınar (HH s. 284); Evlerinin öni bostan (HH s. 285); Evlerinin öni taş duvar avlu (HH s. 320); Evlerinin öni kaya (HH s. 347, 349). 8 Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Türk Halk Müziği Repertuarı, çalışmamızın devamında (TRT THM Rep.) kısaltmasıyla gösterilmiştir.

81 86 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ kabul ediyor. Ancak türkünün özünde ve dokusunda bulunan yalın insan sesi susmuyor. (Başgöz 2008: 32). Anadolu da yakılan birçok türkünün değişik yollarla Bosna- Hersek e taşındığına yukarıda değinmiştik. Bu taşınma sonrasında Bosna da tespit edilen türkülerin ana kaynaktan binlerce kilometre uzakta, canlılıklarını nasıl koruduklarını ve ne gibi değişimlere uğrayarak Bosna türküsü haline geldiklerini birtakım türkü metinlerini örnek vermek suretiyle göstermeye çalışacağız. Vereceğimiz ilk örnek, TRT Türk Halk Müziği Repertuarında Erzurum ve Çukurova adına kayıtlı. Erzurum dan derlenen türkünün kaynak şahsı Faruk Kaleli, diğerinin ise Ümmühan Tüysüz dür. Đki türküyü de Muzaffer Sarısözen derlemiş ve notaya almış. Türkünün Bosna da tespit edilen eş metni Mülemma-Türki adını taşımaktadır. Bilindiği üzere mülemma, bazı mısraları yahut kelime grupları farklı dillerle (Arapça, Farsça, Türkçe) yazılmış manzume anlamına gelir (Macit 2004: 451). Türkiye de yayımlanan ansiklopedi ve edebiyat terimleri sözlükleri, mülemmaların Türkçenin yanı sıra Arapça, Farsça, Yunanca ve Fransızca karışık olarak yazıldığı konusunda ağız birliği etmekteler (Karataş 2004: 333; Kurtuluş-Pala 2006: 539). Hamdi Hasan ise, Makedonya Türklerince Söylenen Türküler, adlı kitabında mülemmalarda kullanılan dil çeşitliliği ve zenginliğini Osmanlı-Türk kültür coğrafyasının genişliğiyle eş değerde görür ve şöyle bir tespitte bulunur: Türk şiiri ve özellikle Türk halk şiiri, zaman ve mekâna bağlı olarak bazen Arapça bazen Farsça bazen her ikisiyle kucaklaşıp üçlü bir renk kazanmıştır. Coğrafya genişledikçe buna Yunanca, Makedonca, Arnavutça, Boşnakça, Sırp-Hırvatça, Fransızca vb. gibi yeni diller eklenmiş, iki ve üç dilli birleşmeler, Bosna da olduğu gibi genişleyip dörde çıkmıştır. Değişik bir ifadeyle, imparatorluk toprakları genişleyip değiştikçe mülemmaların dilleri de değişmiştir. Bu da, dolayısıyla Osmanlı Türk kültürünün yaygınlığını göstermektedir. (Hasan 2008: 62) 9. 9 Hamdi Hasan ın Osmanlı-Türk kültür coğrafyası ve mülemmalar konusunda söylediklerini, Batı Avrupa ya işçi olarak giden Türklerin oralarda vücuda getirdikleri türküleri de dikkate alarak genişletmek gerekecektir. Bu bağlamda mülemmalarda Türkçeyle birlikte kullanılan Arapça, Farsça, Yunanca, Makedonca, Arnavutça, Boşnakça, Sırpça, Hırvatça, Fransızca vb. dillere Almanca da eklenecektir. Ali Osman Öztürk ün yayımladığı Alamanya Türküleri, Ankara, 2001 adlı çalışmada Türkçe- Almanca vücuda getirilmiş çok sayıda türkü metni bulunmaktadır. Örnek olarak Liebe Gabi [Sevgili Gabi] başlıklı metnin ilk bendini iktibas ediyoruz: Komm zu mir gel yanıma le le liebe Gabi Etvas derdim var zu dir le le liebe Gabi Dert anlatmak zor deliye le le liebe Gabi

82 87 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Türkülerin benzeşen bentleri şöyledir: 1-Geydiğim Aldır 10 Geydiğim atlas Đğneler batmaz Yâr bensiz yatmaz 1a- Geydiğim Mavrim Geydiğim atlas Đğneler batmaz Yalınız yatmaz Sen safa geldin 1b- Türki-[Mülemma] Akşam olanda Akşam olanda Bade dolanda (TRT THM Rep. Nu: 654) Giydügi atlàz Yüzüme baúmaz AllÀh dan úorúmaz Yandım elinde (HH/288/475) Gelinim geydiğim atlas Gelinim iğneler batmaz Gelinim yalınız yatmaz Gelinim sen safa geldin (TRT THM Rep. Nu: 700) Bu türküdeki Türkçe-Boşnakça oluşturulmuş bentler ise şunlardır: Giydügi êibà Bogme si moya [Vallahi benimsin] 10 Bilerek yaşamak varken le le liebe Gabi (Öztürk 2001: 177). [Metindeki Almanca kelimeler koyu olarak gösterilmiştir. ] Çalışmamızda Anadolu, türkülerin ilk doğduğu yer, Bosna-Hersek ise türkülerin yayılma sahası olarak ele alınmıştır. Bir başka ifadeyle türkülerin öncelikle Anadolu da yakıldığı ve çeşitli yollarla Bosna ya ulaştığı; burada karşılaştığı kültürel ortama nasıl uyum sağladığı; türkülerin bünyelerinde özellikle sözlerinde [Türkü sözlerinin ezgiden bağımsız olması düşünülemez. Yazmalar, sadece türkü metinlerine yer verip ezgi konusunda suskun kaldıkları için bu konuda bilgi veremiyoruz]- nasıl bir değişimin olduğu ortaya konulmaya çalışıldığı için metinler sıralanırken öncelik, TRT Türk Halk Müziği Repertuarına verilmiş; daha sonra Hamdi Hasan ın eserinde bulunan metinler sıralanmıştır (1, 1a, 1b gibi). Burada söylediklerimizden, Bosna-Hersek te tespit edilen tüm türkülerin önce Anadolu da yakıldığı daha sonra da bir vesileyle o bölgelere taşınmış olduğu anlaşılmamalıdır. Dursun Yıldırım ın adı geçen tebliğinde de görüleceği üzere ilk olarak söz konusu bölgelerde yakılan türküler de vardır. Bu husus, ayrıca üzerinde düşünülüp çalışılması gereken bir durumdur.

83 88 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Ùako mi Boàa [Vallahi] Yandım elinde Giydügi mavi Bogme si màhım [Vallahi ayımsın] Za tobom dil-be bere [Senin için dilberim] Yandım elinde (HH/288/475) Elazığ türküleri arasında yer alan ve bir Müslüman gencinin Hıristiyan kızına olan aşkını dilen getiren Ahçik türküsünün bir benzeri Bosna türküleri içerisinde de bulunmaktadır. Şekil itibarıyla yapıları farklı olsa da bu türkülerin ortak duyuş tarzını dile getirdiklerini söyleyebiliriz. Türkülerin ilk bentleri şöyledir: 2-Ahcik Türküsü 2a-Türki Ahcik i yolladım Urum eline Eser bad-ı saba zülfün teline (aman teline civan teline) Gel seni götürem Đslam eline Vardım bakêım kilisesine Perkem dökmüş ensesine MÀéil oldum cilvesine Bir Urum dil-beri sevdim Serimi sevdaya salan o Ahcik Aklımı başımdan alan o Ahcik (Memişoğlu 1992: 76) (HH/150/309) Anadolu da amcaoğlu ile amcakızının aşkını konu alan Emmioğlu-Emmikızı ve Türkmen Kızı başlıklı türkülerimiz bulunmaktadır. Anadolu dan Balkanlara göçürülen Türkler arasında da söz konusu aşkın devam ettiğinin göstergesi olarak Biñ cidelüm güzel oàlan ayaklı türküyü örnek verebiliriz. Anadolu da olduğu gibi Bosna da da aynı türkü iki defa tespit edilmiştir 11. Türkülerin benzer bentleri şöyledir: 11 Söz konusu türkü üzerine bir deneme yazan Mehmet Önder, birbirine aşık olan amca çocuklarının arasındaki engelin, babalar arasındaki tarla anlaşmazlığı yüzünden çıktığını söylemektedir (1992: 96-99).

84 89 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... 3-Emmioğlu-Emmikızı Kız Et pişirdim yağlı yağlı Çifte atlar damda bağlı Bin gidelim emmim oğlu Emmim oğlu servi boylu (Öztelli 1972: ; Özbek 1975: ) 3a-Türkmen Kızı Kız 3b-Türki [Kız] 3c-Türki [Kız] Ağam oğlan beyim oğlan Canım olsun sana kurban Olayım derdine derman Bin gidelim ağam oğlan (Öztelli 1972: ) Evleriniñ öni úaya Úayadan baúarlar aya Ùavladaki doru ùaya Biñ cidelüm güzel oàlan Úolum yaãtuú saçım yoràan Ben severüm seni oàlan (HH/184/347) Evleriniñ öni úaya Úayadan baúanlar aya Ben èàşıúlıú bilmez iken Ben seni sevdim o[à]lan(hh/185/349) Bir insanın -kadın olsun erkek olsun- doğumundan ölümüne kadar tüm yaşamını konu edinen ve çok sayıda örneği olan Yaş Destanları nın 12 en meşhuru Diyarbakırlı Celal Güzelses in okuduğu, (Aman) Bir güzel ki on yaşına girince Gonca güldür henüz açılır 12 Günümüz Türk şairleri tarafından da üretilen Yaşnameler hakkında, bk. (Kaya 2004).

85 90 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ On birinde gonca diye koklarlar On ikide elma deyip saklarlar On üçünde cevr ü cefa çekerler On dördünde hamre şekere benzer (ey ey aman) ( asp?turku=9654). dizeleriyle başlayan türküdür. Bu türkü, daha sonra Enver Demirbağ, Mükerrem Kemertaş, Đzzet Altınmeşe ve Zülküf Altan tarafından da okunmuştur. Yaş Destanı olarak karşımıza çıkan türün Bosna daki yazmalarda Tekerleme-Türkü olarak isimlendirildiğini görüyoruz: Hamdi Hasan ın tespit ettiği metnin ilk bendi şöyledir: 4-Türki-i Tekerleme Be àazìler dinleñ óasbì óàlì Onunda dil-beriñ vechì yazılur On birinde úoçmaú gerek belini On ikide çeşmì mestì sürülür (HH/300/491) TRT Türk Halk Müziği Repertuarına 1973 te Muzaffer Sarısözen tarafından kazandırılan Çiğdem der ki ben elâyım (TRT THM Rep. Nu: 297) adlı türkünün kaynak şahsı ünlü ozanımız Âşık Veysel dir. Adı geçen türküde sırasıyla çiğdem, lale, nevruz ve sümbül den bahsedilmektedir. Hamdi Hasan ın yayımlamış olduğu türküler arasında da gül, çiğdem, sümbül, zambak, zerrin, menekşe ve miskin adlı çiçekler, sırasıyla söyleşmektedir. Örnek olarak çiğdem le ilgili dörtlükleri veriyoruz: 5-Çiğdem Der ki Ben Elâyım 5a-Türki Çiğdem der ki ben elâyım Yiğit başına belâyım Hepisinden ben âlâyım Benden âlâ çiçek var mı Al baharlı mavu dağlar Yârim gurbet elde ağlar (TRT THM Rep. Nu: 297) Çıkdem eydür ben ãaruyum Hem ilkyaz ın behàruyum BehÀrlarıñ sulùànıyum Baña beñzer behàr var mı (HH /294/ )

86 91 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Anadolu da Âşık Dertli ( ) mahlasıyla karşımıza çıkan ve taşlama 13 türünün güzel örneklerinden biri olarak kabul edilen Telli sazdır bunun adı/ Ne âyet dinler ne kadı/ Bunu çalan anlar kendi/ Şeytan bunun neresinde dörtlüğüyle başlayan şiir (Vaktidolu 1998: 112), Saraybosna daki yazmalarda Âşık Ömer 14 adına aşağıdaki şekilde kaydedilmiş, telli sazın yerini de tambura almıştır. Benzeşen dörtlükler şöyledir: 6- Telli Sazdır Bunun Adı Abdest alsan aldın demez Namaz kılsan kıldın demez Kadı gibi haram yemez Şeytan bunun neresinde (Vaktidolu 1998: 112) 6a-Türki-i Aşık Ömer in Saña Àb-dest alma dimez Hem sencüleyin øaràr itmez Saña namaz úılma dimez Ùanbÿram saña n eyledi (HH/295/485) TRT Türk Halk Müziği Repertuarında, Kerkük ve Adıyaman dan aynı adla (Kaleden kaleye şahin uçurdum) derlenen türkünün bir eş metni de Hamdi Hasan tarafından tespit edilmiştir. Yöre sırasıyla türkülerin ilk bentleri şöyledir: 7-Kaleden Kaleye Şahin Uçurdum Kaleden kaleye şahin uçurdum Aşk şerbetini güzelim yâre içirdim Ah ile vah ile ömrüm geçirdim Sevmiş bulundum güzelim gayrı ne çare Gel güzel getme yanımdan merhamet eyle Geceler uzun oluptu yârıma söyle Taşlama: Halk edebiyatında bir kimsenin, bir topluluğun, bir yerin kusurlarını, kötü ve çirkin yönlerini ortaya dökmek; toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla söylenen şiirler. Divan edebiyatında hiciv olarak adlandırılan türün halk edebiyatındaki karşılığıdır. Taşlamalar genel olarak koşma nazım biçimiyle söylenir. (Albayrak 2004: 490). Şükrü Elçin, 17. asırda büyük bir şöhrete ulaşan Âşık Ömer in -eldeki bilgiler ışığında- Kırım Gözleve de doğmuş olabileceğini tahmin etmektedir (Elçin 1999: 1-3).

87 92 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ 7a-Kaleden Kaleye Şahin Uçurdum 7b-Türki Kaleden kaleye şahin uçurdum Ahilen vahilen günüm geçirdim Yâre şeker ezdim şerbet içirdim (TRT THM Rep. Nu: 3011) Öyl olur böyl olur Türkmen güzeli Edası hoş olur Türkmen güzeli (TRT THM Rep. Nu: 691) Úalèadan úalèaya şàhin ukurdum Áh-ilen vàh-ilen ömrüm gekirdim Úalèanın dibinde bir iki úàrı Ayağı topuàu basúanlı (HH/ 70/ 208) Anadolu ve Bosna da aynı adla karşımıza çıkan Sabahın seher vaktinde başlıklı türkü, yapı itibarıyla üzerinde durulması gereken bir metindir. Anadolu dan derlenen metinlerden birinin yöresi Rumeli (TRT THM Rep. Nu. 2170), diğerlerinin ise Denizli-Acıpayam (TRT THM Rep. Nu: 886) ve Erzincan-Kemaliye dir (TRT THM Rep. Nu: 827). Erzincan-Kemaliye den derlenen metin, on beşer heceli üç dizeden oluşan bentler ve bu bentlere eklenen iki dizeli bağlantılardan kurulmuştur. Denizli-Acıpayam dan derlenen metin ise sekiz hecelik dört dizeli bentlerle kurulmuş olup metin dolgu kelimeler 15 eklenmek suretiyle zenginleştirilmiştir. Ayrıca, türkünün icra edildiği ortam da farklıdır. Denizli den derlenen metin, içerik itibarıyla aşk-sevda konulu iken Erzincan dan derlenen metin semah 16 olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkü Diğer halk şiiri türlerinde olduğu gibi türküler de -bu konularda çalışanlara malûmdur- belirli bir hece veznine uydurularak söylenmiş muntazam manzum parçalardan oluşmuştur. Bazı türküler melodiyle (ezgi/beste) söylendiklerinde çok defa sözler (güfte) ile bunlara koşulan melodi (ezgi) tam olarak örtüşmez. Melodideki bazı notalar açıkta kalır. Bu durumda, halk türküsü, sözleri melodiye ya birkaç notayı bir hece üzerinde toplamak yahut da mısraa bazı heceler veya kelimeler ilave etmek suretiyle bu aksaklığı düzeltir. (Boratav 1982/1: ). Bu durumlarda güftenin genişlemesi söz konusu olur. Ek kelime veya hecelerle genişleyip melodik olarak tamamlanan dizelere de musiki cümlesi denir. Eklenen kelime veya kelime gruplarına da dolgu kelimeler denmektedir. Bu dolgu sözler, de/da bağlacı ile aman, canan, vay, yâr, yavrum gibi kelime veya ünlem gruplarından oluşur. [Çalışmamızda yer alan türkü metinlerinde geçen dolgu kelimeler yay ayraç içerisinde verilmiştir.] Semah: Alevî-Bektaşî topluluklarında özellikle Âyin-i Cemlerde müzik eşliğinde kadın-erkek birlikteliğinde sergilenen dinsel oyunların genel adıdır (Özmen 1994: 36).

88 93 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... nün icra ortamının değişmesiyle sözlerinde de icra edilen ortam ve icra ediliş amacına göre bir takım değişmelerin/değiştirmelerin olduğunu görüyoruz. Türkü, Hamdi Hasan ın eserinde sekiz heceli dört dizeden oluşan bentlerle kurulmuştur. Rumeli eş metni ise on beşer hecelik iki dizeli bentler ve aynı hece ve dize sayısına sahip bağlantı bölümlerinden oluşmaktadır 17. Bu türküden hareketle TRT THM Repertuarında Rumeli türküleri adıyla kaydedilen birtakım türkülerin ilk önce Anadolu da yakıldığı, bir vesile ile Bosna ya ulaştığı; orada belli bir süre yaşadıktan sonra tekrar Anadolu ya döndüğü; bu süreç içerisinde de içeriğinde ve şeklinde birtakım değişmelerin yaşandığını söyleyebiliriz. Söz konusu türkülerin ilk bentleri şöyledir: 8-Sabahın Seher Vaktinde (Rumeli) Sabahın seher vaktinde ergenler [erguvanlar] açıyor Herkesin yâri gelir geçer (aman) benim sevdiceğim (de) geçmiyor 17 TRT THM Repertuar kayıtlarını kaynak olarak kullanan araştırıcıların sıklıkla karşılaştıkları bir problem vardır. Repertuar kayıtlarında notaya alınmış türkülerin güfteleri notaların devamında ayrıca verilir. Nota bilmeyen araştırıcıya metin anlamında kolaylık sağlayan bu uygulamada türkülerin şekil açısından gösterdikleri özelliklere pek dikkat edilmez. Tüm metinler dörtlük tarzına uygun bir biçimde verilmeye çalışılır. Bu türkünün metni verilirken de aynı şey yapılmış ve türkü aşağıdaki şekilde yazılmıştır: Sabahın seher vaktinde Ergenler açıyor Herkesin yâri gelir geçer (aman) Benim sevdiceğim (de) geçmiyor Yağma yağmur esme rüzgâr Yolda yolcum var benim Başım uğradı sevdaya Yârlen cengim var benim Sabahın seher vaktinde Yâr sarıyor şalini Düştüm çaresiz dertlere Kimse bilmez halimi Yağma yağmur esme rüzgâr Yolda yolcum var benim Başım uğradı sevdaya Yârlen cengim var benim (TRT THM Rep. Nu: ). Dikkat edilecek olursa verilen metinde dizelerin ne hece sayıları ne de kafiyeleri birbirine uymaktadır. Türkünün şekil olarak doğru yazımı yukarıda ve metinler kısmında görüleceği üzere bentleri ve bağlantıları iki dizeden oluşan bir yapıda karşımıza çıkmaktadır.

89 94 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Yağma yağmur esme rüzgâr yolda yolcum var benim Başım uğradı sevdaya yârlen cengim var benim (TRT THM Rep. Nu: ) 8a-Sabahın Seher Vaktinde (Erzincan-Kemaliye) Sabahın seher vaktinde (aman) görebilsem yârimi Gül dalına bülbül konmuş (aman) çeker ah ü zârını Elimden almak isterler (aman) benim nazlı yârimi Bu güzellik sana bana kalmaz aman o şimdi yâr o şimdi Bu güzellik sana bana kalmaz aman geleceksen gel şimdi (TRT THM Rep. Nu: 827) 8b-Sabahın Seher Vaktinde (Semah)(Denizli-Acıpayam) Sabahın (sabahın yâr yâr) seher vaktinde (seher vaktinde) Öter bülbül (öter yâr yâr) güle getirir (ah canım güle getirir) Bakmaz mısın şu feleğin ettiği işe (ettiği işe) Cevriyi cefayı (yâr yâr) güle getirir (ah canım güle getirir) (TRT THM Rep. Nu: 886) 8c-Türki (Bosna) äabàóıñ seóer vaútinde amàn Begler oturmuş taótında Dün gece köşkün altında amàn Áh idüp geçdim duydun mı (HH/72/211) Bu çalışma kapsamında vereceğimiz son örnek, Âşık edebiyatı ürünlerinin nasıl türküye dönüştürüldüğüyle ilgili olacaktır. Türkülerin iki şekilde ortaya çıktığı yaygınlık kazanmış bir görüştür. Birincisi, ilk yakıcısı/söyleyeni bilinmeyen ve asıl türküler de denen anonim metinlerdir. Bu türkülerin de mutlaka bir ilk yakıcısı/söyleyeni vardır. Bu tür türkülerde, türküyü yakanlar ya isimlerini zikretmemişlerdir ya da isimleri zamanla unutulmuş ve yaktıkları türküler anonimleşerek halka mal olmuştur (Çobanoğlu 2010: 46-49; Bekki 2004: 35). Đkincisi yakıcısı bilinen türkülerdir. Bunlar, çoğunlukla saz şairlerinin yaratıları olup halk arasında türkü olarak okunan eserlerdir (Atilla 1976: ). Bugün, Dadaloğlu, Dertli, Erzurumlu Emrah, Gevherî, Karacaoğlan, Pîr Sultan Abdal, Ruhsatî ve Sümmanî gibi birçok saz şairinin şiiri çoğu zaman kişilik izleri silinmiş olarak- türkü halini almıştır (Dizdaroğlu 1969: 104; Öztelli 1972: 11) 18. Saz şairlerinin şiirlerinin yanı sıra halk hikâyelerinde 18 Yukarıda söylediklerimizi, Pîr Sultan Abdal (öl: 1560?/1567?) a ait olduğu çeşitli kaynaklarca (Gölpınarlı 1969: 23-24; Öztelli 1985: 213; Kaya 2009: ) teyit

90 95 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... edilen Kâtip ahvalimi Şah a böyle yaz ayaklı koşma üzerinde göstermeye çalışalım. Gölpınarlı yayınında yer alan söz konusu koşmanın metni şöyledir: Kul olayım kalem tutan eline Kâtip ahvalimi Şah a böyle yaz Şekerler ezeyim şirin diline Kâtip ahvalimi Şah a böyle yaz Allah ı seversen kâtip böyle yaz Dün ü [gün] ol Şah a eylerim niyaz Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas Kâtip ahvalimi Şah a böyle yaz Sivas illerinde zilim çalınır Çamlıbeller bölük bölük bölünür Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir Kâtip ahvalimi Şah a böyle yaz Münafığın her dediği oluyor Gül benzimiz sararıban soluyor Gidi Mervan şad oluban gülüyor Kâtip ahvalimi Şah a böyle yaz Pîr Sultan Abdal ım hey Hızır Paşa Gör ki neler gelir sağ olan başa Hasret koydu bizi kavim kardaşa Kâtip ahvalimi Şah a böyle yaz (Gölpınarlı 1969: 23-24). Cahit Öztelli nin yayınlamış olduğu metinde Şah kelimesinin yerini Pîr almıştır. Doğan Kaya yayını Gölpınarlı ile aynıdır. Bu şiir, TRT THM Repertuarında 1735 numara ile Şarkışla-Sivas türküleri arasında yer almaktadır. Türkünün kaynak kişisi Âşık Veysel dir. Muzaffer Sarısözen tarafından derlenip notaya alınan türkünün derleme tarihi bulunmamaktadır. Âşık Veysel 21 Mart 1973 te Hakk a yürüdüğüne göre türkü, bu tarihten önce derlenmiş olmalıdır. Kaynaklarda 5 dörtlük olarak karşımıza çıkan koşma, türküye dönüşürken öncelikle üç dörtlüğünü yitirmiş; kalan dörtlüklere bir dizelik bağlantı (nakarat/kavuştak) eklenmek suretiyle bentleri dörtlük bağlantıları bir dizeden oluşan türkü formuna sokulmuştur. Bunlarla da yetinilmeyerek türkünün temasını doğrudan etkileyecek kelime değişikliklerine gidilerek; Şah kelimesi yâr, ahval kelimesi arzu hal, dost kelimesi yâr ve zil kelimesi saz a dönüştürülmüştür: Kul olayım kalem tutan ellere Kâtip arzu halim yaz yâre böyle Şekerler ezeyim şirin dillere Kâtip arzu halim yaz yâre böyle Güzelim ey güzelim ey güzelim ey Sivas ellerinde sazım çalınır Çamlıbeller bölük bölük bölünür Yârden ayrılmışım bağrım delinir Kâtip arzu halim yaz yâre böyle Güzelim ey güzelim ey güzelim ey (TRT THM Rep. Nu: 1735) Saim Sakaoğlu, Karaca Oğlan (Ankara, 2004) adlı kitabının Karaca Oğlan ve Mü-

91 96 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ geçen bazı manzum parçalar da zamanla halk türküsü haline gelebilir 19. Hatta bazı ezgi adları doğrudan bir halk hikâyesi kahramanı veya herhangi bir âşığın adına bağlı olarak da karşımıza çıkabilir: Kerem, Kesik Kerem, Gevherî, Sümmanî gibi (Dizdaroğlu ). Hamdi Hasan ın eserinde yer alan Gevherî nin 20 Bakma beni öldürürsün ayaklı semaisi de türküleşen şiirlerden biridir. Şiir, iki dizelik bağlantılar eklenmek suretiyle türkü formuna sokulmuştur. Ayrıca, yukarıda da bir vesileyle değindiğimiz gibi söz konusu şiir, özel isimler ve yer isimleri eklenmek suretiyle yerelleştirilerek kişi adına da bağlanmıştır. Söz konusu metinlerin benzeşen bentleri şöyledir: 9-Beyaz Göğsün Bana Karşı 9a-Türki Sonuç Öldürüp kanıma girme Her birine gönül verme Elâ göze siyah sürme Çekme beni öldürürsün (Elçin 1998: 522) Öldürüp úanıma girme Benden àayre göñül virme ElÀ göze siyàh sürme Úeúme beni (a nàzlım) öldürürsün Öldürürsün aldanursun Bir gün beni Şerìf Aàa güldürürsün (HH/246/ ) Hamdi Hasan ın Saraybosna kütüphanelerinde bulunan mecmua ve cönklerden Türki başlığı altında verilen şiirleri derleyip yayımladığı zik, s başlıklı yirmi birinci bölümünde, bizim burada bir örnek üzerinde göstermeye çalıştığımız hususu Karacaoğlan özelinde geniş bir şekilde ele almıştır. Bu bilgilere ek olarak bazı âşıklara ait şiirlerin zamanla türküye dönüşmesi gibi bazı türkülerin sözleri de ezgi aynı kalmak kaydıyla ( Sarı Gelin türküsünde olduğu gibi) zamanla söylendiği dilin dışında başka bir dilde de söylenebilir, bk. Özbek (2009: 25). Bir Atı Var Ala Paça (Kiziroğlu), türküsünün Köroğlu hikâyesinden; Açılmış Laleler Güller (Muş Ovası) ile Dağlar Seni Delik Delik Delerim adlı türkülerin de Kerem ile Aslı hikâyesinden halka geçerek anonimleştiğini söyleyebiliriz, bk. (Güven 2009: 147, 189, 243). Gevherî, Đstanbullu olup 17. asrın ilk çeyreğinde doğmuş ve Üçüncü Ahmed ( ) devrinde ölmüştür (Elçin 1998: 16-17).

92 97 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... kitap, çalışmamızın temel kaynağı olmuştur. Böyle bir eseri Türk kültürüne kazandırdığı için kendisine müteşekkiriz. Bu çalışma, bize, benzer çalışmaların da yapılması gerekliliğini göstermiştir. Hamdi Hasan ın bu çalışması, Türk sözlü kültürünün en önemli ürünlerinden türküler üzerine yapılacak çalışmalarda Balkanları ve orada üretilen türküleri dikkate almadan verilecek hükümlerin eksik kalacağını da göstermiştir. Bugün, Bosna-Hersek başta olmak üzere Balkanlardaki birçok ülkede 14. yüzyıldan başlayarak 1913 yılına kadar Osmanlı devletinin idaresindeki bölgelerde yerleşen ve o tarihten sonra ana yurda yapılan göçlere katılmayarak buralarda kalan soydaşlarımız vardır. Bu soydaşlarımızın azınlık olarak yaşadıkları bölgeler, relikt bölge ya da dil adası 21 konumuna gelmiştir. Bu bölgelerde, yapılacak araştırma ve derleme çalışmalarıyla bugün Anadolu da tespit ettiğimiz birçok türkünün daha eski şekillerine rastlamamız tesadüf olmayacaktır. Bu çalışmayı hazırlarken birkaç konunun daha ele alınıp incelenmesinin Türk kültürü açısından önemli olduğu kanaati hâsıl olmuştur: Bunlardan ilki türkülerin yayılmasında Bektaşî tarikatının nasıl bir rol üstlendiğinin araştırılmasıdır. Đkinci olarak Balkan Savaşları sonrasında Anadolu ya zorunlu göçe tabi tutulan insanların çocukları veya torunlarından türkü derlemelerinde kaynak şahıs olarak yararlanma zorunluluğudur. Bu şahıslardan tespit edilecek türkülerin bugün için Anadolu da bilinen birçok türkünün analizine değişik açılardan katkı sağlayacağı göz ardı edilmemelidir. Bizim yaptığımız, Anadolu ve Bosna-Hersek te bilinen/söylenen bazı türkülerin ağırlıklı olarak köken ve şekil, kısmen de tema yönünden benzerliklerinin tespiti üzerine bir çalışmadır. Etnomüzikologların yapacağı çalışmalarla bizim noksan bıraktığımız türkülerin ezgisel benzerlikleri mutlaka ele alınmalıdır. 21 Dil adası: Başka bir kültürün egemenliği altındaki azınlıkların toplu olarak yaşadıkları bölge. (Öztürk 1995/1: 9-15).

93 98 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ EKLER 22 1-Geydiğim Aldır (Erzurum/Faruk Kaleli/Muzaffer Sarısözen) Geydiğim aldır Al dudak baldır Ne güzel haldır Geydiğim sarı Sen kimin yâri Ağlatma bari Geydiğim mordur Kolları dardır Keyfimiz vardır Akşam olanda Akşam olanda Bade dolanda Akşam olanda Akşam olanda Bade dolanda Akşam olanda Akşam olanda Bade dolanda Geydiğim atlas Đğneler batmaz Yâr bensiz yatmaz 1a-Geydiğim Mavrim Akşam olanda Akşam olanda Bade dolanda (TRT THM Rep. Nu: 654) (Çukurova/Ümmühan Tüysüz/Muzaffer Sarısözen) Geydiğim mavrim Gelinim geydiğim mavrim 22 Karşılaştırmada kullanılan TRT Türk Halk Müziği Repertuarında bulunan türkülerin künyeleri metnin başında, repertuar numaraları ise sonunda gösterilmiştir. Hamdi Hasan ın eserinden aldığımız metinler, Türki başlığı altında verilmiş olup metinlerin sonunda türkülerin sıra ve sayfa numaraları (HH) kısaltmasından sonra verilmiştir. Başka kaynaklardan alınan türkü metinlerinin künyeleri ise ilgili metnin sonundaki dipnotuna iliştirilmiştir.

94 99 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Yakası kıvrım Sırların uğrun Sen safa geldin Geydiğim atlas Đğneler batmaz Yalınız yatmaz Sen safa geldin Geydiğim kara Allah onara En de pınara Sen safa geldin Geydiğim mordur Yakası dardır Günahı zordur Sen safa geldin 1b-Türki-[Mülemma] Giydügi aúdır èáşıúı çoúdur Baótı da yoúdur Yandım elinde Giydügi êibà Bogme si moya [Vallahi benimsin] Ùako mi Boàa [Vallahi] Yandım elinde Giydügi atlàz Yüzüme baúmaz AllÀh dan úorúmaz Yandım elinde Giydügi aldır Dudaàı baldır Yanaàı güldür Yandım elinde Gelinim yakası kıvrım Gelinim sırların uğrun Gelinim sen safa geldin Gelinim geydiğim atlas Gelinim iğneler batmaz Gelinim yalınız yatmaz Gelinim sen safa geldin Gelinim geydiğim kara Gelinim Allah onara Gelinim en de pınara Gelinim sen safa geldin Giydügi mavi Bogme si màhım [Vallahi ayımsın] Za tobom dil-bere [Senin için dilberim] Gelinim geydiğim mordur Gelinim yakası dardır Gelinim günahı zordur Gelinim sen safa geldin (TRT THM Rep. Nu: 700)

95 100 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Yandım elinde 2-Ahcik Türküsü 23 2a-Türki (HH/288/475) Ahcik i yolladım Urum eline Eser bad-ı saba zülfün teline (aman teline civan teline) Gel seni götürem Đslam eline Serimi sevdaya salan o Ahcik Aklımı başımdan alan o Ahcik Vardım kiliseye taptım haçına Gönlümü bağladım sırma saçına Gel seni götürem Đslam içine Serimi sevdaya salan o Ahcik Aklımı başımdan alan o Ahcik Vardım kiliseye haç suda döner Ahcik i kaybettim yüreğim yanar Ben dinen dönersem el beni kınar Serimi sevdaya salan o Ahcik Aklımı başımdan alan o Ahcik (Memişoğlu 1992: 76) Vardım bakêım kilisesine Perkem dökmüş ensesine MÀéil oldum cilvesine Bir Urum dil-beri sevdim Vardım bakêım baóçesine Gül doldurmuş boókesine MÀéil oldum cilvesine Bir Urum dil-dàrı sevdim Vardım bakêım Đncìl oúur Dili bülbül olmuş şaúur Benim yavrum bilmez óàùur 23 Bu türkü, aynı adla TRT THM Repertuarı 2574 sıra numarasıyla Elazığ türküleri arasında yer almaktadır. 17/07/1984 te Mehmet Özbek tarafından Enver Demirbağ ve Zülküf Altan dan derlenmiş. Repertuarda kayıtlı olan türküde bazı kelimeler (Đslam> Harput; taptım> baktım) değiştirilmiştir.

96 101 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Bir Urum dil-dàrı sevdim Vardum bakêım bacasına Döşek yapar úocasına Altın ister gicesine MÀéil oldum cilvesine (HH/150/309) 3-Emmioğlu-Emmikızı (Gümüşhane/Kelkit/Bedri Öztürk) Kız Et pişirdim yağlı yağlı Çifte atlar damda bağlı Bin gidelim emmim oğlu Emmim oğlu servi boylu Oğlan Atımızın çulu yoktur Ayağında nalı yoktur Yol gidecek hali yoktur Ben gidemem emmim kızı Kız Al hırkamı çul ederim Altınları nal ederim Bir gecelik yem ederim Gel gidelim emmim oğlu Oğlan Sabah olur Tanyıldızı Belli olur atın izi Anan baban duyar bizi Ben gidemem emmim kızı Kız Sabah olur Tanyıldızı Belli olsun atın izi Anam babam duysun bizi Gel gidelim emmim oğlu Oğlan Al öküzü herge koştum Evlek açtım tohum saçtım Ben bir helâl kâre düştüm Ben gidemem emmim kızı Kız Al öküzü kurtlar yesin

97 102 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Tohumunu kuşlar yesin Helâl malın haram olsun Bin gidelim emmim oğlu Oğlan Anan duyar baban duyar Arkamıza atlı koşar Gelen atlı sana kıyar Ben gidemem emmim kızı Kız Anam duysun babam duysun Arkamızdan atlı koysun Gelen atlı cana kıysın Sen şöyle dur beni vursun (Öztelli 1972: ; Özbek 1975: ) 3a-Türkmen Kızı Oğlan Türkmen kızı Türkmen kızı Al geymiş bağlar kırmızı Sandım sabahın yıldızı Yandım sana Türkmen kızı Kız Ağam oğlan beyim oğlan Canım olsun sana kurban Olayım derdine derman Bin gidelim ağam oğlan Oğlan Kır atımın nalı yoktur Arkasında çulu yoktur Dağın taşın yolu yoktur Ben gidemem Türkmen kızı Kız Bileziğimi nal eyleyem Hem perçemi çul eyleyem Dağı taşı yol eyleyem Bin gidelim ağam oğlan Oğlan Anan duyar baban duyar Arkamızdan atlı koyar Gelen atlı cana kıyar Ben gidemem Türkmen kızı Kız Anam duysun babam duysun

98 103 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Arkamızdan atlı koysun Gelen atlı beş bin olsun Bin gidelim beyim oğlan Oğlan Alıverin kır atımın yemini Üstüne binenler sürsün demini On bin uşak gelse önüme Vermem senin gibi gelini Kız Katmerler ettirdim yağlı yağlı O da atımın terkisinde bağlı Pusatlar geydim telli pullu Bin gidelim dağlara hey (Öztelli 1972: ) 3b-Türki [Kız] Evleriniñ öni úaya Úayadan baúarlar aya Ùavladaki doru ùaya Biñ cidelüm güzel oàlan Úolum yaãtuú saçım yoràan Ben severüm seni oàlan [Oğlan] Ben bugün işüme daldum Memlekete arpa saçtum Öküzümi çifta úoştum Ben cidemem Türúmen úızı [Kız] Öküzünü kurtlar yesün Ùoóumunı úuşlar ãaçsun Ùavladaki doru ùaya Biñ cidelüm dil-ber oàlan Úolum yaãtuú saçım yoràan Gel ãarılalum şaşúın oàlan [Oğlan] Úır-adumın nalı yoútur Sırtundaçi küli yoútur Bir gicelik yemim yoútur

99 104 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Ben cidemem Türúmen úızı [Kız] Ál úaftànı çul idelüm Bilezügi nal idelüm On gicelüú yemim buldum Biñ cidelüm cilveli oàlan Úolum yaãtuú saçım yoràan Severüm seni ey oàlan [Oğlan] Anam duyar babam duymaz Peşümüzden atlı koşmaz èárìf duyar zàrìf duyar Peşümüzde atlı koşar [Kız] Ardumuzda beş yüz atlı Başundadır beyàz bezi Başumunda beyàz bezi ise Sen de otur ben varayım köti oàlan (HH 184/ ) 3c-Türki [Kız] Evleriniñ öni úaya Úayadan baúanlar aya Ben èàşıúlıú bilmez iken Ben seni sevdim o[à]lan [Kız] Úolın yaãtıú saçın yoràan Ben seni sevdüm o[à]lan èáàam o[à]lan paşam o[à]lan Biñ gidelüm cànım o[à]lan [Oğlan] Gittim aàam gittim paşam Kır-adumım nalı yoúdur Üstündeki küli yoúdur Bir giceliú yemi yoúdur [Kız] Biñ gidelüm şaşúın oàlan

100 105 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Bilenzikten nal yaparız Al úaftàndan kül yaparız A[l]tun içün yem buluruz [Oğlan] Gitme aàam gitme paşam Anam disün babam disün Ardınızda atlı úoşar Celen atlı càne yaúar (Biñ gidelüm şaşúın oàlan) [Kız] Anam duysun babam duysun Ardunuzda atlu úoşar Gelen atlı beş yüz olsun Sen yanacaú seldim Baú gözümden úarıp o[à]lan (HH/185/ ) 4-Türki-i Tekerleme Be àazìler dinleñ óasbì óàlì Onunda dil-beriñ vechì yazılur On birinde úoçmaú gerek belini On ikide çeşmì mestì sürülür On üçünde afetì devràn olur Gezer cevlàn ider èàşıúıñ bulur On dördünde màhıñ şuèlesin alur Güzeller úaùàrına dizilür On beşinde başlar şìve-i nàze On altıda màèil olur her sàze On yedide hüãni görünür göze On sekizde kelàmında ezilür On doúuzda càmesine bürünür Kiminde sevilürken da yerilür Yigirmide gelür óaùùı görinür Her vech-le andan cevfà sezilür Yigirmi birinde gelür kemàlin bulur Hem söylemeden àayrı úalur Yigirmi ikide yetişür yekdà olur

101 106 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Her kim rÿyuna baúsa pişmàn olur (HH/300/491) 5-Çiğdem Der ki Ben Elâyım (Sivas/Şarkışla/Âşık Veysel/Muzaffer Sarısözen) 5a-Türki Çiğdem der ki ben elâyım Yiğit başına belâyım Hepisinden ben âlâyım Benden âlâ çiçek var mı Al baharlı mavu dağlar Yârim gurbet elde ağlar Lâle der ki be hey Tanrı Benim boynum neden eğri Yârdan ayrı düştüm gayri Benden âlâ çiçek var mı Çayır çimen oldu dağlar Yârim gurbet elde ağlar Nevruz der ki ben nazlıyım Sarp kayalarda gizliyim Mavu donlu gök gözlüyüm Benden âlâ çiçek var mı Al baharlı mavu dağlar Yârim gurbet elde ağlar Sünbül der ki boynum uzun Yapraklarım düzüm düzüm Beni ak gerdana dizin Benden âlâ çiçek var mı Çayır çimen oldu dağlar Yârim gurbet elde ağlar (TRT THM Rep. Nu: 297) Cümle behàr meclisinde Çıkışurlar sözden söze Bülbül eydür nedir size Gülden güzel behàr var mı Gül de eydür yüzüm nÿrlı Rengüm daóı iki dürli

102 107 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... P[b]iri aúdır biri úımzı Baña beñzer behàr var mı Çıkdem eydür ben ãaruyum Hem ilkyaz ın behàruyum BehÀrlarıñ sulùànıyum Baña beñzer behàr var mı Sümbül eydür lülem çoúdur Hìç size minnetim yoúdur Benim èàşıúlarım çoúdur Baña beñzer behàr var mı Zanpaú eydür ben aúluyum Her köşede yıraúluyum Cümleñizden firàúluyum Baña beñzer behàr var mı Zerrìn eydür ãapım uzun Hey aàalar durun dizin Úardan aúdır benim yüzüm Baña beñzer behàr var mı Menefşe eydür birdir Tañrı Benim boynum durur eğri Hey aàalar söyleñ doàrı Baña beñzer behàr var mı Miskin eydür ben úoúarım Elden ele ãatulurum Dil-ber úoynunda yaùurum Baña beñzer behàr var mı (HH /294/ ) 6-Telli Sazdır Bunun Adı Telli sazdır bunun adı Ne âyet dinler ne kadı Bunu çalan anlar kendi Şeytan bunun neresinde Abdest alsan aldın demez Namaz kılsan kıldın demez Kadı gibi haram yemez

103 108 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Şeytan bunun neresinde Venedik'ten gelir teli Ardıç ağacından kolu Be Allah ın şaşkın kulu Şeytan bunun neresinde Đçinde mi dışında mı Burgusunun başında mı Göğsünün nakışında mı Şeytan bunun neresinde Dut ağacından teknesi Girişten bağlı perdesi Behey insanın teresi Şeytan bunun neresinde Dertli gibi sarıksızdır Ayağı da çarıksızdır Boynuzu yok kuyruksuzdur Şeytan bunun neresinde (Vaktidolu 1998: 112) 6a-Türki-i Âşık Ömer in Ùanbÿranıñ iki teli var Bre hey ãofì Ùañrı úulı Bülbülümdür baña yàr Ùanbÿram saña n eyledi Bu bir aàaç pàresidir Her ne dirseñ çàresidir Dertlüleriñ yàresidir Ùanbÿram saña n eyledi Bu bir aàaçdañ yapulur On beş aúçeye ãatulur Đki tel buna ùaúınur Ùanbÿram saña n eyledi Varuban bunı daàda kesdim äofì sözi şimdi yüzdüm Kendim yapdım kendim düzdüm Ùanbÿram saña n eyledi Saña Àb-dest alma dimez

104 109 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Hem sencüleyin øaràr itmez Saña namaz úılma dimez Ùanbÿram saña n eyledi (HH/295/485) 7-Kaleden Kaleye Şahin Uçurdum (Kerkük/Ümit Musa Akçay-Fevziye Kalayı-Suphi Saatçi/Mehmet Özbek) Kaleden kaleye şahin uçurdum Aşk şerbetini güzelim yâre içirdim Ah ile vah ile ömrüm geçirdim Sevmiş bulundum güzelim gayrı ne çare Gel güzel getme yanımdan merhamet eyle Geceler uzun oluptu yârıma söyle Öpsem öldürürler öpmesem öllem Sevmiş bulundum güzelim terk edebilmem Koy aksın gözyaşım billahi silmem Sevmiş bulundum güzelim gayrı ne çare Gel güzel getme yanımdan merhamet eyle Geceler uzun oluptu yârıma söyle (TRT THM Rep. Nu: 3011) 7a-Kaleden Kaleye Şahin Uçurdum (Adıyaman/Abdül Kadir/Muzaffer Sarısözen) 7b-Türki Kaleden kaleye şahin uçurdum Ahilen vahilen günüm geçirdim Yâre şeker ezdim şerbet içirdim Öyl olur böyl olur Türkmen güzeli Edası hoş olur Türkmen güzeli Kaleden kaleye taş ben olaydım Elâ göz üstüne kaş ben olaydım Yalnız kalana eş ben olaydım Öyl olur böyl olur Türkmen güzeli Edası hoş olur Türkmen güzeli (TRT THM Rep. Nu: 691) Úalèadan úalèaya şàhin ukurdum Áh-ilen vàh-ilen ömrüm gekirdim

105 110 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ Úalèanın dibinde bir iki úàrı Ayağı topuàu basúanlı Úalèadan úalèaya şàhin ukurdum Ey güzel yavruyu elden úakırdım Şöyle olur böyle olur mavi gözüni An àayrı sür gayrı aúşam üzerim Úalèanın dibinin ùaşı ben olayım Kirpigün üstünde úaşı ben olayım Yalnız yaùanın eşi ben olayım Ak göbek altında biraz Úalèanıñ dibinde bir güzel aàaç Ne güzel yavruya cerdàn olayım Úalèanı dibinde ben onu gördüm Mavidir şalvarı beyàzdır teni Úalèanıñ kapısı demir dàéimi Ver bre sevdigim aber dàéimi Úalèadan úalèaya inilir arı Đnilir binilir idenler úàhrı (HH/70/ ) 8-Sabahın Seher Vaktinde (Rumeli (Drama) Davutlar Kuşadası/Bedia Yaltırık/Hüseyin Yaltırık/Nihat Kaya) Sabahın seher vaktinde ergenler [erguvanlar] açıyor Herkesin yâri gelir geçer (aman) benim sevdiceğim (de) geçmiyor Yağma yağmur esme rüzgâr yolda yolcum var benim Başım uğradı sevdaya yârlen cengim var benim Sabahın seher vaktinde yâr sarıyor şalini Düştüm çaresiz dertlere kimse bilmez halimi Yağma yağmur esme rüzgâr yolda yolcum var benim Başım uğradı sevdaya yârlen cengim var benim (TRT THM Rep. Nu: 2170) 8a-Sabahın Seher Vaktinde (Erzincan-Kemaliye/Refik Aktan-Zeki Oğuz/Muzaffer Sarısözen) Sabahın seher vaktinde (aman) görebilsem yârimi

106 111 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... Gül dalına bülbül konmuş (aman) çeker ah ü zârını Elimden almak isterler (aman) benim nazlı yârimi Bu güzellik sana bana kalmaz aman o şimdi yâr o şimdi Bu güzellik sana bana kalmaz aman geleceksen gel şimdi Sabahın seher vaktinde (aman) oturmuş kahve içer Bir elinde makas(aman) yârine fistan biçer Bir selâma kail olduk (aman) onu da vermez geçer Bu güzellik sana bana kalmaz aman o şimdi yâr o şimdi Bu güzellik sana bana kalmaz aman geleceksen gel şimdi (TRT THM Rep. Nu: 827) 8b-Sabahın Seher Vaktinde (Semah) (Denizli-Acıpayam/Ali Aran/Yücel Paşmakçı) Sabahın (sabahın yâr yâr) seher vaktinde (seher vaktinde) Öter bülbül (öter yâr yâr) güle getirir (ah canım güle getirir) Bakmaz mısın şu feleğin ettiği işe (ettiği işe) Cevriyi cefayı (yâr yâr) güle getirir (ah canım güle getirir) Sabahınan kalkıp (yâr yâr) bakma nursuza (bakma nursuza) Yoldaş olma edepsize (yâr yâr) arsıza (ah canım yâr yâr arsıza) Sabah selâmını (da yâr yâr) verme pîrsize (verme pîrsize) Akibet başına (yâr yâr) hile getirir (ah canım hile getirir) (TRT THM Rep. Nu: 886) 8c-Türki äabàóıñ seóer vaútinde amàn Begler oturmuş taótında Dün gece köşkün altında amàn Áh idüp geçdim duydun mı Yoldan geçer iki óanım amàn Niçe olur benim aóvàlim Anesi de ààyet zàlim amàn Öldürür beni duydun mı YÀrın baàçesine vardım Úoynuna girmekdür úaãdım Aú gerdànda üç ben gördüm Benlerin aydım duydun mı Áhd uydun mı vah duydun mı amàn amàn Ben /seni/ sevdim duydun mı

107 112 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ SerÀy burnunda geçerken amàn Sırmalı yelken açarken Oturup bàde içerken amàn amàn Úadeó-kÀr oldun duydun mı Evlerinüñ öni baúla amàn amàn Cüvercinler aùar ùaúla Gel beni úoununa ãaúla Úoynuna girdim duydun mı duydun mı (HH/72/211) 9-Beyaz Göğsün Bana Karşı 9a-Türki Beyaz göğsün bana karşı Açma beni öldürürsün Gözlerini süze süze Bakma beni öldürürsün Öldürüp kanıma girme Her birine gönül verme Elâ göze siyah sürme Çekme beni öldürürsün Ağzındaki o dür dâne Misli gelmemiş cihâne Siyah zülfün ak gerdâna Dökme beni öldürürsün Gevherî der şirin bülbül Medheyleye seni bu dil Yanağına kırmızı gül Takma beni öldürürsün (Elçin 1998: 522) Bir ayva gördüm dalında èarøum úaldı hey Àlemde Úımzı gülüñ yanaàında Úoúma beni (melegim) öldürürsün Öldürürsün aldanursun Bir gün beni Şerìf Aàa güldürürsün Öldürüp úanıma girme Benden àayre göñül virme

108 113 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... KAYNAKÇA ElÀ göze siyàh sürme Úeúme beni (a nàzlım) öldürürsün Öldürürsün aldanursun Bir gün beni Şerìf Aàa güldürürsün ÓilÀlden incedir úaşı On üç on dört tamàm yaşı Aú memeler bana úarşı Açma bana (Àh nàzlım) öldürürsün Öldürürsün aldanursun Bir gün beni Şerìf Aàa güldürürsün Aàzında dişleri dàne Gelmemiş miåliñ cihàne SiyÀh benler aú gerdàne Dökme beni (Şerìf Aàa) öldürürsün Öldürürsün aldanursun Bir gün beni Şerìf Aàa güldürürsün Akdeñiz de vardır ada äarılırsañ işte oda Yürecime virme yàd Àh Virme bana (melegim) öldürürsün Öldürürsün aldanursun Bir gün beni Şerìf Aàa güldürürsün (HH/246/ ) ALBAYRAK, Nurettin (2004), Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, L&M Yayınları, Đstanbul. ATALAY, Besim (1986), Divanü Lûgat-it-Türk Dizini: Endeks, C. IV, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. ATĐLLA, Osman (1976), Saz Şiirlerinin Türkü ye Dönüşmesi, Uluslararası Folklor ve Halk Edebiyatı Semineri Bildirileri, Konya Turizm Derneği Yayınları, Ankara, s AYTAÇ, Pakize (2003), Türküler, Türk Dünyası Ortak Edebiyatı/Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, C. III, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s

109 114 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ BEKKĐ, Salahaddin (2004), Baş Yastıkta Göz Yolda/Sivas Türküleri, Kitabevi Yayınları, Đstanbul. BORATAV, Pertev Naili (1982/1), Halk Türkülerine Dair, Folklor ve Edebiyat II, Adam Yayınları, Đstanbul, s BORATAV, Pertev Naili (1982/2) Türk Halk Türkülerinde Şiirlik Motif ler, Folklor ve Edebiyat II, Adam Yayınları, Đstanbul, s CASTELLAN, Georges (1995), Balkanların Tarihi, (çev. Ayşegül Yaraman- Başbuğu), Milliyet Yayınları, Đstanbul. ÇOBANOĞLU, Özkul (1988), Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Boşnak Âşık (Gusları) Tarzı Şiir Geleneği Arasında Ortaklıklar Üzerine Tespitler, Milli Folklor, S. 39, s ÇOBANOĞLU, Özkul (2010), Türkü Olgusu Bağlamında Türkü ve Şarkı Terimlerinin Etimolojisini Yeniden Tanımlama Denemesi, Türk Yurdu (Türkü Dosyası), S. 269, s DĐZDAROĞLU, Hikmet (1969), Halk Şiirinde Türler, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. ELÇĐN, Şükrü (1998), Gevherî Divânı / Đnceleme-Metin-Dizin-Bibliyografya, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara. ELÇĐN, Şükrü (1999), Âşık Ömer, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. GÖLPINARLI, Abdülbaki (1969), Pir Sultan Abdal Hayatı Sanatı Eserleri, Varlık Yayınevi, Đstanbul. GÜVEN, Merdan (2009), Türküler Dile Geldi, Ötüken Neşriyat, Đstanbul. HASAN, Hamdi (1987), Saray-Bosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Türküler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara. HASAN, Hamdi (2008), Makedonya Türklerince Söylenen Türküler, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara. ĐSEN, Mustafa (1997/1), Balkanlarda Türk Edebiyatı, Ötelerden Bir Ses Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Akçağ Yayınları, Ankara, s ĐSEN, Mustafa (1997/2), Yugoslavya da Türk Dili ve Sorunları, Ötelerden Bir Ses Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Akçağ Yayınları, Ankara, s KARATAŞ, Turan (2004), Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, (hzl. Ahmet Bican Ercilasun vd.), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara KAYA, Doğan (2004), Yaşnameler, Akçağ Yayınları, Ankara.

110 115 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Saraybosna ve Anadolu Türkülerinin Benzerlikleri... KAYA, Doğan (2009), Sivas Halk Şairleri, C. IV (L-R), Sivas Valiliği Đl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Sivas. KÖPRÜLÜ, [M.] Fuad (1976), Türk Edebiyatında Đlk Mutasavvıflar, (hzl. Orhan F. Köprülü), Diyanet Đşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara. KÖPRÜLÜ, [M.] Fuad (1988), Osmanlı Devleti nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. KÖPRÜLÜ, [M.] Fuad (1989), XVII. Asır Sazşâirlerinden Kayıkçı Kul Mustafa, Edebiyat Araştırmaları 2, (hzl. Orhan F. Köprülü), Ötüken Neşriyat, Đstanbul, s KURTULUŞ, Rıza- PALA, Đskender (2006), Mülemma, Türkiye Diyanet Vakfı Đslam Ansiklopedisi, C. 31, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Đstanbul, s MACĐT, Muhsin (2004), Mülemma, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, C. IV, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s MEMĐŞOĞLU, Fikret (1992), Harput Âhengi, Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı Yayınları, Ankara. ÖNDER, Mehmet (1992), Aldı Sözü Anadolu, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Đstanbul. ÖZBEK, Mehmet [A.] (1975), Folklor ve Türkülerimiz, Ötüken Yayınevi, Đstanbul. ÖZBEK, Mehmet [A.] (2009), Türkülerin Dili, Ötüken Neşriyat, Đstanbul. ÖZMEN, Đsmail, (1994), Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, C. V (20. Yüzyıl), Saypa Yayınları, Ankara. ÖZTELLĐ, Cahit (1972), Evlerinin Önü / Bütün Halk Türküleri, Hürriyet Yayınları, Đstanbul. ÖZTELLĐ, Cahit (1985), Bektaşî Gülleri/Bektaşî-Alevî Şiirleri Antolojisi, Özgür Yayın Dağıtım, Đstanbul. ÖZTUNA, Yılmaz (2000), Türk Mûsikîsi Kavram ve Terimleri Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara. ÖZTÜRK, Ali Osman (1995/1), Önsöz Yerine Türkülerimiz Milli Değerlerimiz mi, Sevdalarımız mı?, Türkü Yazıları, Milli Folklor Yayınları, Ankara, s ÖZTÜRK, Ali Osman (1995/2), Dil Yönüyle Türk ve Alman Halk Türküleri Üzerine Bir Araştırma, Türkü Yazıları, Millî Folklor Yayınları, Ankara, s ÖZTÜRK, Ali Osman (1995/3), Bir Eleştiri, Türkü Yazıları, Milli Folklor Yayınları, Ankara, s

111 116 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salahaddin BEKKĐ ÖZTÜRK, Ali Osman (2001), Alamanya Türküleri/Türk Göçmen Edebiyatının Sözlü-Öncü Kolu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi -2-, TRT Müzik Dairesi Yayınları, Ankara, SAKAOĞLU, Saim (2004), Karaca Oğlan, Akçağ Yayınları, Ankara. VAKTĐDOLU, Adil-ATALAY, Ali (1998), Âşık Dertli Baba, Can Yayınları, Đstanbul. YILDIRIM, Dursun (1998), Orta Asya Bozkırlarından Urumuneli ne/türk Sözlü Şiir Sanatının Yayılması Üzerine, Türk Bitiği Araştırma / Đnceleme Yazıları, Akçağ Yayınları, Ankara, s YILDIRIM, Dursun (2003), Balkan Üçlemesi ve Tarih, Türkbilig, S. 6, s asp?turku=9654 (10/10/2010)

112 II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE İZMİR DE ÇIKMIŞ OLAN MİZAH GAZETELERİ -EDEB YAHU- Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN * ÖZ: II. Meşrutiyet dönemi basın hayatı bakımından oldukça hareketli bir dönemdir. Özellikle hürriyet ortamı içerisinde pek çok mizah gazetesi yayımlanmıştır. İstanbul kadar olmasa da İzmir de de ciddi gazetelerin yanı sıra mizah alanında bir hareketlenme görülür. Edeb Yahu, Kukuruk, Dellal, İbiş, Neşter, Tokmak, Zeybek bu dönemde İzmir de çıkmış olan mizah gazeteleridir. 16 Ekim Kasım 1909 tarihleri arasında elli altı sayı çıkarılan Edeb Yahu, II. Meşrutiyet döneminde İzmir de yayımlanmış mizah gazeteleri içerisinde gerek sayı itibariyle gerekse yazıların niteliği bakımından en dikkate değer olanıdır. Anahtar Kelimeler: II. Meşrutiyet Dönemi, İzmir, mizah gazetesi, Edeb Yahu. The Humor Gazettes Published in İzmir During the II Meşrutiyet Period -Edeb Yahu- ABSTRACT: The term of second constitutionalism was regarded as an active period in press. Specifically in an atmosphere of freedom, humour gazettes had been printed. Not many as in Istanbul, but there had also been humour gazettes in Izmir besides serious newspapers. Edeb Yahu, Kukuruk, Dellal, İbiş, Neşter, Tokmak, Zeybek were humour gazettes in Izmir in this term. Edeb Yahu which had been printed between 16 October November 1909, fifty six issues had been published. This had been the most notable gazette of the era. Key Words: 2 nd Constitutionalism Term, İzmir, humour newspaper, Edeb Yahu II. Meşrutiyet döneminin serbest ortamı içerisinde basın hayatında önemli bir hareketlenme yaşanmış ve peşi sıra pek çok dergi ve gazete yayımlanmıştır. Bunu büyük ölçüde II. Abdülhamit dönemindeki sansür ve II. Meşrutiyet le birlikte ortaya çıkan basın özgürlüğüne bağlamak * Ege Üni. Ed. Fak. TDE Böl. scagin@hotmail.com

113 118 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN mümkündür. Nitekim bu dönemde yüzlerce dergi ve gazetenin yayın hakkı birkaç gün içinde alınır. Pek çok ciddi gazetenin yanında mizah gazetelerinde de önemli bir yayın faaliyeti gözlenir. Turgut Çeviker, zahmetli bir çalışmanın ürünü olan Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü başlıklı üç ciltlik çalışmasının Meşrutiyet Dönemi ni ( ) kapsayan 2. cildinde bu dönemde doksan iki mizah dergi ve gazetesini tespit edip incelediğini belirtmektedir. Kütüphanelere, kataloglara intikal etmemiş, dergi ve gazete sayfalarında kalmış olan basına dair haberler üzerine yapılacak ciddi araştırmalar sonucunda bu sayının daha da artacağını söyleyebiliriz. Özellikle, tam anlamıyla belli bir disiplinin malzemesi sayılamayacak mizah dergi ve gazeteleri üzerine çalışmaların yok denecek kadar az olduğu görülmektedir. Oysa gündelik hayatın, siyasetin, ekonominin, sokaktaki insanın kalbi bu sayfalarda atmaktadır. Ö. Faruk Huyugüzel in 1928 e kadar İzmir de çıkmış Türkçe Kitap ve Süreli Yayınlar Kataloğu başlıklı meşakkatli bir sürecin ürünü olduğu anlaşılan çalışması İstanbul kadar olmasa da İzmir basınında da II. Meşrutiyet sonrasında önemli bir hareketlenme olduğunu göstermektedir. Çalışmamızda esas olarak II. Meşrutiyet dönemi İzmir inde en uzun süreli mizah gazetesi sıfatıyla yayın hayatını sürdürmüş olan Edeb Yahu gazetesini inceleyeceğiz. Ancak Edeb Yahu ya geçmeden önce İzmir de II. Meşrutiyet döneminde ( ) çıkmış olan diğer mizahî gazeteler hakkında bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz 1. Huyugüzel in tespitlerine göre İzmir de gazeteciliği, mizahî şiirleri ve hatıraları ile tanınmış olan Hüseyin Rıfat (Işıl) II. Meşrutiyet döneminde iki mizah gazetesi çıkarmıştır. Bunlardan ilki 16 Ağustos 1324/29 Ağustos Eylül 1324/19 Eylül 1908 tarihleri arasında dört sayı çıkmış olan Kukuruk tur. Huyugüzel, Kukuruk un, aynı dönemde çıkan Edeb Yahu ve İbiş gibi mizah gazetelerinden oldukça geride olduğunu belirtmektedir (Huyugüzel 2000: 243; 1996: 55). Diğeri, hiçbir nüshası kütüphanelerde bulunmayan Dellal dir. Sadece Musavver Emel, nr. 2, 17/30 Eylül 1325/1909 da Bu kere Kadızade Hüseyin Rıfat Bey biraderimizin idaresi altında neşredilmeye başlanan Dellâl refikimizi tebrik ile devamını temenni ederiz şeklinde bir haber vardır (Huyugüzel 2000: 243). 1 Ö. Faruk Huyugüzel, söz konusu çalışmasında bu dönemde gazete, dergi ayırımının çok kesin olmadığını belirterek haber veya mizah özelliği ağır basan süreli yayınları gazeteler kısmına, fikrî ve edebî tarafı ağır basanları da dergiler kısmına dâhil ettiğini söylemektedir (Huyugüzel 1996). Biz de bu ayırımı esas alarak üzerinde durduğumuz mizah yayınlarını gazete üst başlığıyla değerlendirdik.

114 119 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... 6 Teşrinisani Mayıs 1909 tarihleri arasında yirmi dört sayı çıkmış olan İbiş, Perşembe günleri neşredilen haftalık, mizahî gazetedir. 15. ve 24. sayılarını görebildiğimiz İbiş in sahib-i imtiyazı Ahmet Cemil, sermuharriri İbiş, sermuhatabı Memiş tir 2. Çeviker in verdiği bilgiye göre müdürü Mahmut Tahir dir. Edeb Yahu nun yayını sürerken ayrılan Ahmet Cemil İbiş i kurar. 8. sayısında şöyle bir not vardır: İmtiyaz sahibi, yazarı ve ressamı ve sorumlu müdürü: Ahmet Cemil (Çeviker 1988: 156). Mahall-i idaresi, Kemeraltı nda Eczane-i Osmanî ittisalindeki sokaktadır. 15. sayının Mizanülhukuk Matbaası nda, 24. sayının ise Köylü Matbaası nda basıldığı belirtilmektedir 3. Gazetede büyük ölçüde İbiş ile Memiş arasındaki muhavereler yer alır. İbiş in yazı ve karikatürleri genel olarak Abdülhamit in zulmü, belediyenin ihmalinden kaynaklanan sorunlar, Kâmil Paşa nın muhakemesi ve Mısır meselesi gibi eski yönetime uzanan meseleler hakkındadır. İzmir de çıkmış olan bir başka mizah gazetesi Neşter dir. Neşter 10 Nisan 1909-Haziran 1909 tarihleri arasında Tebâyi-i beşeriyenin selâmet-i mestûresini teşrih ve tahlil eder haftalık mizah gazetesidir ibaresiyle dokuz sayı çıkmıştır (Huyugüzel 1996: 57). Mayıs 1910-Ekim 1910 tarihlerinde yirmi sayı çıkmış olan Tokmak ın imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü, yılları arasında yayımlanan Müsavat gazetesinin de sorumlu müdürü olan Mehmet Emin dir (Huyugüzel 2000: 330). Gazete siyasî, hezelî musavver Osmanlı gazetesidir ibaresiyle çıkar. 15. ve 20. sayılarını görebildiğimiz gazetede Eşref in birer kıtasına yer verilmiştir. Ayrıca M. (Kaf), Laf Ebesi, Silah, Komşu Kedisi imzalarına rastlanmaktadır. 2 Ahmet Cemil ( ), II. Meşrutiyet döneminde ün yapmış İzmirli şairlerden ve mizah yazarlarındandır. İbiş gazetesinin çıkışı Ahenk te (nr. 3757, 19 Teşrinisani/Kasım 1908) şöyle duyurulur: İstikbal gazetesi sahib-i imtiyazı Cemil Bey tarafından ruhsatı istihsal kılınmış olan İbiş nam mizah refikimiz dünkü gün intişara başlamıştır (Huyugüzel 2000: 31-33). 3 Çok okuyucu çeken bu gazete Ahmet Cemil in tanınmasına sebep olur Mayısında İbiş i yeniden çıkarmak isterse de başarılı olamaz Yeni İzmir dergisinde çıkan bir yazıda ( Eşref, nr. 3, 9 Mayıs 1335, s. 11) Ahmet Cemil ve Mustafa Şatım ın çıkaracakları İbiş gazetesinde Eşref in basılmamış eserlerini yayımlayacakları bildirilmekle birlikte bu gazetenin çıktığına dair hiçbir kayıt yoktur (Huyugüzel 2000: 31). 8 Şubat Mayıs 1924 tarihleri arasında İbiş in devamı olarak görebileceğimiz Yeni ibiş gazetesi on yedi sayı olarak çıkar. Müessisi Ahmet Cemil merhum olarak belirtilir. Müdir-i mesul, Çulluzade Halit; umur-ı tahririye müdürü, Alemdaroğlu Lütfi dir. Muharrirler Zeynel Besim, Alemdaroğlu; idarehanesi, Belediye civarında İnkılâp Matbaası fevkinde daire-i mahsusadır. İnkılâp Matbaası nda tab olunmuştur.

115 120 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde İzmir in çok popüler gazetecilerinden olan Kantarağasızade Ömer Selahattin in çıkardığı Zeybek gazetesi yine dönemin kısa süreli çıkmış olan yayınlarındandır (Huyugüzel 2000: 492). 22 Teşrinisani 1334/ Kânunıevvel 1334/1918 tarihleri arasında dört sayı çıkmış olan gazetenin başında şu ibare yer almaktadır: Şimdilik haftada bir çıkar, ciddi ve mizah her silahı atar, resimli barışmaz avam zeybek gazetesidir. İdarehane ve matbaa: Kemeraltı nda Marifet Matbaası. Yazıhanesi: Bozdağ ın Kırklar Sivrisi. Kahbe Deli imzasıyla burada efeliği yücelten yazılar yayımlayan Ömer Selahattin 13 Nisan 1919 dan itibaren Zeybek in yerine günlük olarak Efe yi çıkarmaya başlar. Ancak işgal günü Yunan kuvvetleri gazetenin idarehanesini tahrip ederek hem gazeteyi kapatır hem de yazarın eserlerine ve evrakına zarar verirler. Bu iki gazete de Türkçü ve halkçı tiplemeleriyle dikkati çeker (Huyugüzel 2000: ). II. Meşrutiyet Devri İzmir Basınında Önemli Bir Yeri olan Edeb Yahu 3 Teşrinievvel 1324/16 Ekim Teşrinisani 1325/4 Aralık 1909 tarihleri arasında elli yedi sayı çıkarılan Edeb Yahu, II. Meşrutiyet döneminde İzmir de yayımlanmış mizah gazeteleri içerisinde gerek sayı itibariyle gerekse yazıların niteliği bakımından en dikkate değer olanıdır. İmtiyaz sahibi Zeytinoğlu Mehmet Remzi, sorumlu müdür Taşlızade Hasan Rüştü, başyazarı Şair Eşref tir. İdarehanesi, dava vekili Taşlızade Hasan Beyin yazıhanesidir. Her sayıda Edeb Yahu klişesinin altında Şair Eşref e ait olduğunu düşündüğümüz şu kıta yer almaktadır: Aransın hakkı varsa her kimin kimde, mahâkimde Demem sâir refîkânımla mîzâna Edeb Yâhû Hükûmet bundan evvel etti matbûâtı çırçıplak Kusûra bakmasınlar, çıktı meydâna Edeb Yâhû Aynı kıta, ilk sayıda yer alan ve üslûbundaki benzerlikten dolayı derginin başmuharriri Eşref in kaleminden çıktığını düşündüğümüz Mukaddime nin sonunda da yer almaktadır. Edeb Yahu klişesinin altına yan yana birer beyit hâlinde yazılan kıtanın hemen altında iki çizgi arasında Şimdilik haftada bir defa cuma günleri neşr olunur Osmanlı mizah gazetesidir ibaresi yer almaktadır. 16. sayıda ibare Şimdilik haftada bir defa cumartesi günleri neşrolunur ciddî ve mizah yazar Osmanlı gazetesidir şeklinde değişir. 15. sayıdan itibaren de Eşref in kıtasının yerini Edeb bir tâc imiş nûr-ı Hüdâdan/Giy ol tâcı emîn ol her belâdan beyti alır. 26. sayıda sorumlu müdür Müderriszade Mehmet Kâmil, 27. sayıda

116 121 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... ise imtiyaz sahibi olan Mehmet Remzi aynı zamanda sorumlu müdür olur, başmuharrir de Hafız İsmail şeklinde değişir. Başmuharrir 32. sayıda Ahmet Cemil 4, 44. sayıda Nüzhet Hâtifi dir. 46. sayıdan sonra elimizde sadece 52, 56 ve 57. sayılar olduğu için göremediğimiz diğer sayılarda ne gibi değişiklikler olduğunu bilemiyoruz, ancak 52. sayıda sorumlu müdür Osman Nuri, sermuharrir Mehmet Said olarak değişmiştir 5. İlk sayıda Mukaddime başlığı altında derginin ismi olan Edeb Yahu ifadesinden hareketle dönemin hangi yanlışlarına edeb yahu deneceği mizahî bir üslupla anlatılır: Zamanımızda bu Edeb yahu nun mahall-i tatbîki pek çoktur. Ezcümle hürriyeti, alacağını alıp borcunu vermemek zannedenlere Edeb yahu! 6. Haddini bilmeden polis namzedi çıkanlara, namzetlerin ehliyetlileri varken inadına yapar gibi ehliyetsizlerin üzerine rey veren ve ârâ-yı umûmiyeyi kâğıt paçavrası gibi parçalayan müntehib-i sânîlere de maa t-takbîh Edeb yahu denilir. Her ihtiyaç bitmiş de yalnız iki mesele kalmış gibi diyâneti elde alet ederek tesettür-i nisvân meselesiyle uğraşan ve halkı birbirine düşürmek için münafıklık eden vâizlere, gazetecilere dahi maa t-teşhîr Edeb yahu denilir. Esbak Bahriye Nazırı Celâl Paşa, Tophane müşiri Zeki Paşa babalarını gözetmezler, aç bırakırlar. Canım bunlar sizin sebeb-i hayatınızdır, niçin bakmıyorsunuz? denildikçe Babalarımız zevklerini icra esnasında sâika-i tesâdüfle biz de dünyaya gelmişiz. Biz onları infâk ve iâşeye mecbur değiliz dedikleri vakit Edeb yahu denilir. Tecessüs alamadıkları için hizmet ve betâetle muamele gören ve sırıtmış köpek gibi amirlerinin yüzüne atılan memurlara, ashâb-ı mesâlihin resmen davet olunduğu vakitten ancak iki üç saat sonra toplanıp işe başlayan ve vaktin adem-i müsâadesine meb Huyugüzel, İbiş ve Edeb Yahu da yer alan imzasız şiir ve muhaverelerin büyük bir kısmının Ahmet Cemil in kaleminden çıktığını belirtmektedir (Huyugüzel 2000: 33). Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri ( ) de Edeb Yahu nun sayılarının Ankara Millî Kütüphane de olduğu belirtilmektedir; ancak kütüphanede bu sayılar eksik olarak mevcuttur (Duman 2000: ). Geçen gün civar kazaların birisinde herifin birisi karısını boşar. Nikâh ve nafaka istediklerinde Madem ki hürriyet vardır, bir para vermem demiş. (Edeb Yahu nun notu).

117 122 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN nî işleri vakt-i âhara ta lik ederek hukûk-ı ibâdı mahkemelerde süründüren mahkeme heyetlerine de Edeb yahu denilir. Menâfi-i vatan uğrunda kemâl-i germî ile çalışmayı bırakıp da ara sıra çıngar çıkararak birbirine saldıran gazetecilere Edeb yahu denilir. Yine aynı sayıda Mesleğimiz başlıklı yazıda geçen Bizim mebde-i hareketimiz şathiyat, fakat hedefimiz ciddiyattır ifadesi derginin tuttuğu yolu ortaya koymaktadır. Edeb Yahu sadece mizahî yazılara yer veren bir gazete değildir. Ciddî üslupla kaleme alınmış siyasî ve sosyal hayatla ilgili yazılar, şiir ve hikâye gibi edebî metinler onu, dönemin özellikle kısa süreli çıkmış, yergi ve gülmeceyi gaye edinen gazetelerinden ayırmaktadır. Edeb Yahu da yer alan yazılarda ağırlıklı olarak Girit ve Bosna- Hersek olayları, Meclis-i Mebusan ın açılışı için yapılan seçimler, basın, II. Abdülhamit in hal i ve II. Meşrutiyet yönetimiyle birlikte Mehmet Reşat ın tahta çıkışı, belediye kaynaklı sorunlar, gündelik hayatla ilgili meseleler ele alınır. Bunların dışında yoğun olarak şiire yer verilmekle birlikte özellikle son sayılarda hikâyelere ve tiyatroyla ilgili eleştirilere de yer verilir. Ayrıca basın hayatına atılmış olan gazete ve dergi ilanları üzerinde de durmak gerekir. Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere pek çok süreli yayın hâlen kütüphanelere ve kataloglara intikal etmemiştir. Basın tarihine katkı olabileceğini düşündüğümüz bu ilanları çalışmamızın sonuna Ek hâlinde aynen ilave ettik. II. Meşrutiyetin ilânından kısa bir süre sonra ortaya çıkan Girit ve Bosna-Hersek olaylarına, ecnebilere tanınan imtiyazlarla ilgili havadislere yer verilerek bu konuda yönetim eleştirilir. 3. sayıda yer alan Ciddi başlıklı yazı Avusturya-Macaristan ın Bosna-Hersek i ilhakı üzerine Avusturya malları üzerine Osmanlı idaresi tarafından konulan boykotajla ilgilidir. Halk, fes yerine kalpak giymesi hususunda teşvik edilir ve bu konuda sadece külahların değil, ondan ziyade dimağların değişmesi gerektiği vurgulanır. Yazının sonunda da imzasız olan şu kıtaya yer verilir: Ma rifetsiz olan ebnâ-yı beşer Ekseriyyâ işi cehliyle yıkar Eğer alında değişmezse dimağ Kuru tebdîl-i külâhdan ne çıkar 9. sayıda yine bu meseleyle ilgili Boykotaj Hadiseleri başlıklı mizahî bir muhavereye yer verilir. Muhavere şöyledir: Yaşlı başlı, haysiyetli, bir zatın fesi çarşıda çocuğun biri ta-

118 123 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... rafından yırtılması üzerine o zat çocuğa karşı isti mal-i şiddet eder. Çocuk babasının refakatiyle polis idaresine müracaat eder. Efendi de gider. Polis ile beynlerinde şöyle bir muhavere cereyan eder: Polis: Şu çocuğa karşı niçin irae-i şiddet ettiniz? Efendi: Niçin mele-in-nâsda fesimi başımdan kapıp yırttı ve niçin siz bu gibi taarruzata bakmıyorsunuz? Polis: Bu bize taalluk etmez. Milletin bileceği bir şeydir. Efendi: Mademki bu, milletin bileceği bir şeydir, sizin lüzumunuz kalmaz. Ben de milletten bir ferdim. Efrad-ı milletimden biri bana karşı tecavüz etti. Ben de müdafaa-i hukuk ettim. Sizin şurada şimdi işe karışmanız abestir. Bırakınız biz efrad-ı millet yekdiğerimizle böyle uzlaşır gideriz. Polis: Fakat bu hareketiniz hilaf-ı kanundur. Böyle yapmamalısınız. Efendi: Böyle çocukların tecavüzatına meydan vermeniz kanun mudur? Bana nasihat vereceğinize hukuk-ı umumiyeyi muhafaza ve mütecaviz şu çocuğun pederine nasihat vermeniz daha evvel düşüneceğiniz bir keyfiyet değil midir? Eğer bu da doğru değil ise dediğim gibi millet işine karışmayınız. Biz aramızda uzlaşır gideriz. Edeb Yahu: Polis, millet işine karışmamalı. Efendi fesinden vazgeçmeli, külah giymeli. Çocuk da efendinin elini öpmeli. İşe böyle nihayet verip milletçe uzlaşmalı. 6. sayıda Ciddi başlıklı yazıda İzmir de yayımlanan Nea Symirnea isimli Rumca gazetenin senelerden beri kardeş gibi geçinmiş olan iki unsur arasına nifak sokmaya çalıştığı vurgulanır. Yine 38. sayıda İzmir Valisi Kâzım Paşa Hazretlerinin Nazar-ı Dikkatine: Uyumayalım başlıklı yazıda Rumlara ait fesat cemiyetlerinin Rum çocuklarını kullanarak halkı birbirine düşürmeye çalıştıkları konusunda hükûmet uyarılır. 38. sayıda Nekregû ile Pîşekârı imzalı Girit meselesi dolayısıyla Yunanlılara ihtar niteliğinde şu kıtalar yer alır: Tâ altı asırdan beri târîh-i beşerde Evsâf-ı hamâsetle adı şanlılarız biz Yunanlılara şöylece ihtâr ederiz ki: Şark ı, Roma yı mahveden Osmanlılarız biz.

119 124 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN Diğer: İstiyormuş Elinozlar Girit i İstemek gerçi kolay, alması güç Acısı geçti mi dünkü dayağın Daha pek eskimedi sayıda Gazeteler Ne Yazıyor? başlıklı bölümde Edeb Yahu nun ağzından Bosna-Hersek, Girit meselesi dolayısıyla hükûmet eleştirilir. Yabancılar sadece Girit, Bosna-Hersek meseleleriyle gündeme gelmez, aynı zamanda vapur işletmelerinin de ecnebilerin eline geçmesi, idarenin bu konudaki pasifliği ve yerli halkın rahatsızlığı dile getirilir. Bununla ilgili 41. sayıda Müstahdemînden Biri nin gönderdiği Açık Mektup a yer verilir. Şirket vapurları mürettebatına hitaben yazılmış bu mektupta, aralarına ecnebilerin karışmaya başladığı, buna karşı birlik olmaları gerektiği belirtilir. Şirketin bir Osmanlı şirketi olduğu ve Osmanlı amirlerinin idaresinde bulundurulması gerektiği vurgulanır. Yine 42. sayıda Muhavere kısmında Osmanlı tabiiyyetinde bulunan Hacı Davut vapurunda ecnebi mürettebattan birinin bir Osmanlı yolcuya uygunsuz davranışları anlatılarak Şirket-i Hamidiye nin içinde bulunduğu durum üzerinde durulur. 43. sayıda Ne Var Ne Yok başlıklı bölümde bazı Musevilerin bir vakitler Osmanlılıktan, hamiyetten bahsederken şimdi Yunan serpuşlarına yakınlık gösterdiklerinden yakınılır. Gazeteye en çok akseden meselelerden birisi de 17 Aralık 1908 tarihinde Meclis-i Mebusan ın açılışı için yapılan seçimlerle ilgili sorunlar, aday gösterilen kişilere dair olumlu veya olumsuz eleştirilerdir. 2. sayıda mebus adaylarının cahilliklerini ortaya koyan Bir Efendi ile Mebus Namzetlerinden Biri Arasında başlıklı mizahî bir muhavere yer alır. Muhavere şöyledir: Efendi Adem-i merkeziyette mahzur var mı? Lütfen teşrih eder misiniz? Namzet Adem-i merkeziyet adem-i merkeziyettir ve olamaz da. Ben merkeziyet reyindeyim. Efendi Hay Allah razı olsun! Merkeziyeti senin kadar işte şimdi anladım. Lütfen teşebbüs-i şahsîyi de izah buyurur musunuz? 7 Rumî 1313 tarihi, 1897 yılında Osmanlıların zaferiyle sonuçlanan Türk- Yunan savaşına işaret etmektedir.

120 125 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... -Teşebbüs-i şahsî katiyen caiz değildir. Teşebbüs umumîdir. -Teşekkür ederim. Gel elinden öpeyim. 3. sayıda Daire-i Belediyeden başlığı altında İzmir in seçim şubeleri ve şubelere memur olunan kişiler hakkında bilgi verilir. Yine aynı sayıda Açık Mektup başlığı altında Aydın sancağı mebus adaylarından Cemil Bey e Ma den-i künyenizin neden ibaret olduğunu, dûçar olduğunuz son hapis felâketinden nasıl kurtulabildiğinizi izah etmek suretiyle efkâr-ı umûmiyyeye bir hesap vermeniz arzu olunuyor denilerek, ya hesap vermesi ya da onurlu davranarak adaylıktan vazgeçmesi istenir. Yazının sonundaki Namzetlere Dair Kıta da adayların ehliyetsizlikleriyle ilgilidir: Etmiyor namzetlerimiz çoğu Keff-i yed, ahvâle mahrem çıkmıyor Düştü ârâ-yı umûma tefrika İçlerinden hiçbir adam çıkmıyor. 5. sayıda yer alan V. Vedad ın İzmir den Meclis-i Mebusan a Doğru başlıklı yazısında her şeyi bildiğini, bütün olumlu vasıfların kendilerinde olduğunu düşünen mebuslar eleştirilir. 8. sayıda ise Acınır başlığı altında mebusların acınacak hâlleri mizahî bir üslupla şöyle maddelendirilir: -Meclis-i Mebusan kapısında açılması için bevvâb gibi bekleşen mebuslara -Mebus tayin olunmak için tashih-i sinni iddiasında bulunanlara -Ya mebus olurum ya intihar ederim diyenlere -Mebus olduktan sonra seyyidü l-kavm geçinerek kimseye selam vermeyenlere -Mebus olmak için her kazayı temin yoluna çalışanlara 10. sayıda Mebus Alayı başlıklı yazıda mebusların İstanbul a arkalarında eski zaman zeybeği kıyafetindeki kişilerin eşliğinde gitmeleri eleştirilir. Şair Eşref in de buna daîr iki kıtası nakledilir. Kıtalardan biri şöyledir: Çok bile böyle müvekkiller için böyle vekîl Müddeîyi dinlemez, o kendi hulyâsındadır Milletin kaldırmak arzû ettiği zeybekliğin Birtakım meb ûslar ihyâsı sevdâsındadır. 14. sayıda İstanbul da Neler Oluyor-Sahib-i İmtiyazımızın Seya-

121 126 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN hati başlıklı yazıda aralarında Remzi Zeytinoğlu nun da bulunduğu iki arkadaşın karşılıklı konuşmasına yer verilir. Meşrutiyetin ilanıyla memleketin dört bir tarafından gelen mebusların durumu ve halktaki izdiham mizahî bir üslupla eleştirilir. Yazının devamında yer alan Lahika kısmında ise Remzi Zeytinoğlu ile bu karmaşayı kaleme alan kişi arasında şöyle bir konuşma geçer: -Ha!.. O car car öten, bize de o kadar nefes telef ettiren vekillerimiz ne oldular? Onlar ki karada, denizde, vapurda, kayıkta, arabada bar bar bağırıyorlardı. Şimdi niye sesleri çıkmıyor. Hiç birinin namını Meclis-i Mebusan da şöyle dedi, böyle attı tuttu diye gazetelerde okumak nasip olmayacak mı? Oraya bizi müdafaa için mi gittiler yoksa ziyafetlerle (!), eğlentilerle vakit geçirmek için mi? Rica ederim şunu yaz, hem de ağırca yaz. -Yok. Hakkın yok. Köylü yü okumadın mı? Manisa mebusu Şekip Bey, valinin hakkında bu kadar şikâyet varken halâ devam-ı memuriyeti ne hikmete mebni olduğunun Dahiliye Nezaretinden sorulmasını talep etmiş, meclis de bu teklifi kabul eylemiş. İşte sana yeri gelince söyler, susmaz, alınmaz, satılmaz bir mebus. -İyi ama o bir tane azizim! Biz vilâyetten tamam on dört kişi gönderdik. Onların sesi neden çıkmıyor? -Çıkar çıkar merak etme! Onlar da söylerler, fakat sırasıyla, yerinde anladın mı? Sen onlardan daha iyi mi bileceksin? -Ya!.. Romanya vapurunun güvertesi yeri idi öyle mi? Bana kalırsa onlar söyleyecek yerde susacaklar, dinlenecek yerde de sükût edecekler. Tıpkı hocanın hikâyesi gibi. Biliyorsun ya! Merhum birine: -Onu burada, kulağını da babanın evinde deldirecektin demiş idi. 15. sayıda Millet Meclisi başlıklı yazıda mebusların kayıtsız şartsız Kâmil Paşa nın sözlerine tabi olmaları, hep beraber alkış kesilmeleri hicvedilir. 24. sayıda yine Millet Meclisi başlıklı yazıda mebuslar ve fırkacılık hicvedilir. 25. sayıda Mebuslarımız başlıklı mizahî yazıda mecliste matbuat nizamnamesine ses çıkarmayan, sükût eden mebuslar hicvedilir ve bunlara dönüşlerinde mükâfat olarak gazete idaresinin belirlediği mahallelerde birer hane verileceği duyurulur. Dönemle ilgili Edeb Yahu ya yansıyan diğer bir konu basındır. Bir taraftan basın, bazı kişiler hakkında yalan yanlış haberler verdiği için

122 127 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... eleştirilirken, diğer taraftan gazetecilerin uğradığı haksızlıklar dile getirilir ve özellikle de yeni matbuat nizamnamesi eleştirilir. 2. sayıda Kalem gazetesinin sorumlu müdürü Salah Bey in, Almanya imparatoru hakkında yazdığı bir makale üzerine, İstanbul daki Almanya elçisinin müracaatıyla zaptiye nezareti tarafından tutuklandığı duyurulur ve sansür şu cümlelerle hicvedilir: Edeb Yahu! Biz sansürü kaldırdık diye sevinip dururken şimdi başımıza bir de sansür olarak Almanya sefiri çıktı. Bizim bildiğimiz eski sansürler efkârı hapsederdi. Şimdikiler hem efkârı hem insanı hapsediyorlar. Edeb Yahu! 10. sayıda İnsaf Yahu başlıklı yazıda bazı gazetecilerin, kendi yakınlarını devlet kalemlerine getirmek için memuriyeti süresince hayırlı işler yapmış olan Vali Rauf Paşa gibi değerli bir idareci hakkında uluorta yazılar yazmaları eleştirilir. Jurnalciliğin yerini II. Meşrutiyet döneminde gazeteciliğin aldığı söylenerek Eşref in şu kıtasına yer verilir: Olmadık gitti bu âlemde belâdan hâlî Bizce yok mu acabâ kurtuluşun imkânı Eskiden korkar idik nerde hafiyye görsek Korkutur milleti şimdi gazete erkânı. 18. sayıda mizahî muhavere, fıkra ve şiirlerle matbuat nizamnamesine oldukça geniş yer ayrılmıştır Gazeteler Ne Yazıyor başlıklı bölümde Ahenk, Edeb Yahu, Hizmet, Köylü, İkdam, Serbestî, Saadet arasında bu mesele masaya yatırılır. Telgraflar kısmında Şair Eşref in basınla ilgili Yeni Gazete de yayımlanan iki hiciv kıtasına yer verilmiştir. Yine Hoppala! Matbuat Nizamnamesinin Yeni Bombaları başlığı altında basın kanununun bazı maddelerinden hareketle aşağıya aldığımız fıkra nakledilmiştir: Murad-ı Râbi zamanında malûm olduğu üzre tütün içmek katiyyen men edilmiş, mütecasirleri de idam edilmekte bulunmuştu. Tiryakilerden üç ihtiyar yeniçeri bir gece mezaristandan birine giderler ve bir kabir içine girerek gizlice tütün içmeye başlarlar. O sırada tebdil-i kıyafetle şehri dolaşmakta olan hakan-ı merhum kendilerine rast gelmekle aralarında şu yolda muhavere cereyan eder. -Babalar, gecenin yarısından sonra burada ne işiniz var? -Ne olacak, görüyorsun a! Üçümüz de ihtiyarız, serde ise dehşetli tiryakilik var. Tütün içmeye cesaret edenlerin boyunları vuruluyor. Ne yapalım şuraya sokulduk, bir iki çubuk çekiştiriyo-

123 128 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN ruz. Bu sözler üzerine Murad-ı Râbi de yanlarına oturarak bir hayli hasbihal ederler. Gideceğine yakın bir münasebet getirerek yeniçerilerin isimlerini sorar. İçlerinden biri hâsıl ettiği şüphe üzerine: -Ya sizin isminiz? -Murat. -Râbiliği de var mı? -Var ya! -Öyle ise buyurun cenaze namazına, der. Kabrin içine uzanıverir. Şüphesiz ki şu muzır bentleri havi olan nizamname-i ma hud mevki-i tatbike konulursa her gazete bunu der: Buyurun cenaze namazına! 19. sayıda, Şair Eşref e Edeb Yahu idaresinin gönderdiği mizahî Mektup ta yeni matbuat nizamnamesine göre Eşref in, hicivlerinden dolayı pek çok ceza ödemek zorunda kalacağı belirtilir. Mizahî bakımdan da başarılı bulduğumuz bu mektubu aynen alıyoruz: Şahs-ı kıymetdarınızı ne mertebe sevdiğimizi bilirsiniz. Gözlerimizle sizi görebilmek için ne kadar ararsak fikrimizle de hukuk ve menafiinizi aynı suretle taharri ve takip etmekte olduğumuza kalb-i seliminiz şehadet eder. İstanbul da ifrat-ı meşguliyetiniz hasebiyle yemin ü yesâra bakmaya, sizi müteessir edecek ahvale dikkat buyurmaya vaktiniz olamayacağından yeni matbuat nizamnamesinin bir maddesini nazar-ı mehamm-aşina-yı alîlerine arza müsaraata mecbur olduk. Madde şudur, mütalâa buyurun: Yirmi altıncı madde: Hanedan-ı saltanat ve memurîn-i hükûmet ve heyet-i resmiye ve memalik-i Osmaniyede mukim memurin-i siyasiye ve konsoloslar aleyhinde zemm vukuunda müdir-i mes ul ve sahib-i makaleden yüzer altından ikişer yüz altına kadar ve kadh vukuunda ise kendilerinden ellişer altından yüzer altına ve efrad-ı ahaliden biri hakkında zemm vukuunda dahi yine bunlardan yüzer altından ikişer yüz altına ve zemm vukuunda da yirmi beşer altından yüzer altına kadar ceza-yı nakdi alınır. Bu nizamnamenin maziye taalluk eden neşriyata dair ve hatta ayrıca fıkra-i cezaiyeyi mutazammın bir zeyli olduğu rivayet olunuyor. Hatırımızda kaldığına göre zat-ı âlinizin tadad olunan zeminlerde binlerce eserleriniz var. Bundan sonra da duramazsı-

124 129 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... nız. Her türlü mevanie rağmen yine o yolda binlerce şiirler söylersiniz. Bunları düşündükçe tüylerimiz ürperiyor. Kıta: Gördün şu müthiş maddeyi inşâd-ı hicve tövbe et Ne nazm ile ne nesr ile tezyîfe etme ictirâ Mâzîdeki eş ârına mahsûben isti câl ile Sen şimdilik aç kîseyi hâzırla bir milyon lira 36. sayıda İstanbul da Neler Oluyor ve Mebuslarımız başlıklı yazılarda yine Matbuat Nizamnamesi ve basına getirilen sansür eleştirilir. Son sayıda başmuharrir M. Said in Naçiz Bir Mülahazam başlıklı basına getirilen yasaklamalarla ilgili bir yazısı yer alır. Bu yazıda her ne kadar II. Meşrutiyet le birlikte hürriyet ilân edildiyse de Matbuat Kanunu nun yeterli olmadığı ifade edilmekte, örnek olarak İzmir de gazeteciler hakkında çok sayıda açılan dava gösterilmekte, bu durumun düzeltilmesi talep edilmektedir. Siyasî meselelerle ilgili en fazla üzerinde durulan konulardan birisi de II. Abdülhamit in Hal i ve II. Meşrutiyet yönetimiyle birlikte Mehmet Reşat ın tahta çıkışıdır. 28. sayıda Abdülhamit in zaman içerisinde gücünü ve saygınlığını kaybetmesi lakaplarındaki değişmeyle şöyle verilir: On ay evvel: Zıllu l-lâh fi l-âlem / Halife-i Resûlü ssakaleyn / Hakan-ı güzin-i âl-i Osman / Nur-ı dide-i İslamiyan / Mefhar-ı şehin-şahan-ı heft-iklim / Velinimet-i bî-minnet-i âlemiyan / Nizam-bahş-ı ümem / Fahrü l-arab ve l-acem / Padişah-ı teb a-perver / Şehinşah-ı maarif-güster / Daver-i âli-güher / Nihal-i gülşen-i devlet / Sahib-i yegâne-i milliyet / Şevketmeab-ı kudsiyyet-nisab On Temmuz dan sonra: Hür Osmanlıların büyük padişahı / Cenab-ı padişah / Abdülhamid-i sani / Hazret-i padişah / Padişahımız efendimiz / Şevketli efendimiz. El-hâletü hâzihi: Hükümdar-ı gayr-ı meşru / İstibdad padişahı / Eski Bizans, çehre-i menhus-ı istibdad / Cani-i azam / Hunhar-ı muazzam / Bela-yı mübrim / Yıldız kahramanı / Hain-i din ü devlet. 29. sayıda Cülus-ı Padişahî başlıklı yazıda V. Mehmet in tahta çıkışı büyük bir coşku ve geleceğe dair temennilerle karşılanırken yine aynı sayıda Abdülhamit in Hal i Münasebetiyle ve Sultan-ı Mahlû un Çehresi başlıklı kısımlarda Abdülhamit ve yönetimi hicvedilir. 30. sayıda Millet Defineyi Buldu başlıklı mizahî yazıda Abdülhamit in Hal inden sonra Yıldız dan çıkan değerli eşyalar anlatılır. Der-

125 130 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN giye göre bunlar milleti soyarak kazanılmış olan paralarla biriktirilmiştir. Bu meseleyle ilişkili olarak yazının devamında Koca Ragıp Paşa ve Haşmet arasındaki mizahî bir muhavereye yer verilir. 38. sayıda Hakan-ı Sâbık da Şair İmiş başlıklı yazıda 13 Nisan dan beri Abdülhamit in meşgalelerinden, özellikle de musikiye, balıkçılığa, kuşçuluğa, atçılığa, satıcılığa, oymacılığa olan merakından bahsedildiği hâlde şairliğinden bahsedilmediği belirtilerek onun ağzından idareciliğini hicveden bir gazel söyletilir: Rus a yüsr-i tarîk-i Yesrib-i Batha yı 8 ben verdim Avusturya ya dostum Hersek i, Bosna yı ben verdim Ne dersin söyle ey Viktorya 9 dersem zâtına şâyet Sana Kıbrıs ı, Mısır ı, bî-vefâ her câyı ben verdim Cehennemlik bir âdemsin beni söyletme ey İzzet 10 Sana dünya yüzünde cennet-i a lâyı ben verdim Babanla vâliden beyninde her ne var ise söyle Sana Câvid Bey 11 bu rütbe-i bâlâyı ben verdim Niçin Jön Türklerin idâmına fetvâyı vermezsin Sana mîr-i Cemâl 12 o hil ât-ı beyzâyı ben verdim Hamîdâ nısf-ı şebde gönderirdim nefye şübbânı Bu mebhasda meâl-i ellezî esrâ yı ben verdim Bir taraftan Abdülhamit hicvedilirken diğer taraftan 40. sayıda yer alan Bugün On Temmuz Iyd-ı Ekber-i Millîsi başlıklı yazıda meşrutiyetin ilânının yıl dönümü münasebetiyle 10 Temmuz un önemi üzerinde durulur. Abdülhamit dönemi kötülenir. Yine aynı sayıda Mebde-i Saadet-i Osmaniyyan başlıklı yazıda Hareket Ordusu nun 31 Mart Vakası nda gösterdiği başarıdan bahsedilir ve ordu, padişah, meclis övülür. Yeni yönetimle ilgili bu tür övgü dolu yazıların yanında II. Meşrutiyet in ilânından bir süre sonra hükümetin aksayan tarafları Edeb Yahu nun hicivlerinden kurtulamaz. 25. sayıda Ne Var Ne Yok başlıklı yazıda adam kıtlığı bahane edilerek devlet görevlerine, ehil olmayan kişilerin getirilmesi hicvedilir. Yanya Vilayeti Vali vekâletine tayin edilen İzmir gazetesi eski imtiyaz sahibi Bıçakçızade Hakkı Bey de bunlardan biridir. 45. sayıda Edeb Yahu nun başyazarı Nüzhet Hatifi nin Muhavere başlıklı yazısında mizahî Mekke ile Medine arasında bir mevziin ismi (Edeb Yahu nun notu). Mütevakkıbe İngiltere kraliçesi (Edeb Yahu nun notu). Arap İzzet (Edeb Yahu nun notu). Sadr-ı esbak Rıfat Paşazade maktûl Cavid Bey (Edeb Yahu nun notu). Şeyhülislam-ı esbak Cemal Molla (Edeb Yahu nun notu).

126 131 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... bir dille yolsuzluklardan ve hükûmetin yolsuzlukları takip edeceği yerde yolsuzlukları ortaya koyanların dava edildiğinden bahsedilir. 57. sayıda İzmir sermüstantikliğinden kadro harici Niyazi nin Mebusan-ı Kiram Hazeratının Nazar-ı İnsaf ve Dikkatine-Açık Arıza başlıklı yazısında Tensikat Kanunu nun halk arasında hükûmet aleyhinde uyandırdığı tepkilerden söz edilmekte, hatta bu kanun 31 Mart Olayı nın en önemli sebebi olarak gösterilmektedir. Yazar kanunun uygulayıcılarını da yaptıkları haksızlıklar yüzünden eleştirmektedir. Edeb Yahu da üzerinde durulan meseleler arasında belediye hizmetlerinde görülen aksaklıklar da yer alır. 10. sayıda Çorakkapısı Kavağı yla Kasaba şimendüfer istasyonu arasında on metrelik kadar yolun bozukluğundan, burada taşların fenalığından ortaya çıkan gölcüklerden şikâyet edilir. 21. sayıda Tilkilik ten Kadri nin Zabıtasızlığın Tesiri başlıklı, sokakların güvenli olmadığına dair mizahî bir yazısı vardır. Yine Tilkilik ten Kadri nin 23. sayıda yer alan Ne Var Ne Yok başlıklı yazısında belediyede icraatın olmadığı söylenerek sabah vakitleri Kordon un perişan hâli tasvir edilir. 44. sayıda Nüzhet Hatifi nin kaleme aldığı ve Sermuharrimizin Kasaba dan Gönderdiği Mektup başlığıyla yayımlanan yazıda Kasaba da zeybeklerin vahşi hâlleri ve işledikleri cinayetler üzerinde durularak bu olaylar karşısında hükûmetin, zabıtanın bir şey yapmamasından şikâyet edilir. Yönetimden kaynaklanan meselelerin yanında gündelik hayatla ilgili yazılara da yer verilir. Sohbet tarzında kaleme alınmış bu yazılar, o dönemin sosyal hayatını yansıtması bakımından oldukça dikkate değer. 28. sayıda Tilkilik ten Kadri nin oldukça samimî ve mizahî bir üslûpla kaleme aldığı Hasbihal ve Yâd-ı Mazi başlıklı yazıda eski hayat tarzı yâd edilerek, yeni hayat tarzı ise eleştirilerek giyim kuşam ve bayram eğlenceleri bakımından karşılaştırılır. Dayanıklı olan ve değişik şekillerde kullanılan şalvar la kullanışlı olmayan pantolon şöyle karşılaştırılır: Aklıma geldikçe müteessir olurum. Ne idi evvelki tarz-ı telebbüs. Şalvar. Döne döne sekiz sene giy. Sonra içini dışına çevirt sekiz daha giy, hatta Sekiz senede bir çevrilir-mısır verilir 13 diye bilmece bile olmuştur. Giyilmeyecek bir hâle gelip evdeki işgüzarların eline geçti mi bohça kenarı, abajurluk, fincan tepsilerine, gaz iskemlelerine örtü, pencerelere, dolap önlerine, hücre içlerine yaygı, eskilere yama, kaşık torbası, saat kesesi, hülasa daha 13 İngilizler şalvar da giymez, ama nasıl oldu da bilmeceyi bilebildiler (Edeb Yahu nun notu).

127 132 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN neler neler. Yalnız yemeklere kullanamazlar. Mümkün olsa tavada kızartıp şuruba atıp onu da yedirirler. (.) Fakat pantolon öyle mi ya! En birinci terziye, mesela Luk a yahut Vasil e git, beş lira ver. Âlâsından bir takım kestir, daha seneyi bitirmeden setre yakasından, pantolon paçasından gider. Nihayet bir bardakla iki fincana Yahudi yi aldatırlar. Çocukluk yıllarına özlemle bakan yazarın kanaatine göre, eskiyle karşılaştırıldığında yeni eğlencelerde de gitgide bir bozulma ve zevksizlik gözlenmektedir: Çocuk idim. Hayal meyal aklım erer. Semtimizin en şaşaalı, en namdar mahalli Pazaryeri dir. Bayramlarda mevki-i mahsusuna kız, oğlan binlerce çocuk birikir. Mahalle delikanlıları hep bir kıyafette giyinirler, kuşanırlar, bir tarafta otururlardı. Davul zurna emirlerine müheyya. Kılık kıyafet düzgün, başta uzun dar Beyoğlu fes balkaymak veya çitariden bir kavuşturma. Penbezar gömlek, zeytin yaprağı, barutî kırmalı küfeli hokka gibi bir şalvar üzerine soldan sağa indirme yama, püskürtme Trablus yahut dede yadigârı Lahur kuşak, vücuda yapışır bir yelek, onun üzerine dar, zorla giyilir kadife kol kapaklı bir mintan (nîm-ten), omuza sıkışdırma sırmalı bir çevre, ayakta sakız gibi çorap, ısmarlama bağcık fiyonklu parlak kundura, boyundan geçme sallama gümüş kordona merbut, belde kapaklı Serkisof saat, yanı başında ev örgüsü bayram hediyesi zürafa para kesesi, içinde her cins para, gümüş tabaka, bıyıklar maşalı, ince perdaht traş. Ha az kalsın unutacaktım. Ha deyince meydan alır gümüş saplı kama. Hey gidi zamanlar hey! Yine Tilkilik ten Kadri nin 29. sayıda Güft u Gû, 31. sayıda İşin Doğrusu ve 33. sayıda Ne Var Ne Yok başlıklı mizahî yazıları, XX. yüzyıl başlarında İzmir in kıraathaneleri, alafranga hayat, mektep hayatı, tatil günlerinde yapılan vapur yolculukları, renkli panayır sahneleri gibi günlük hayat hakkında fikir vermektedir. Ne Var Ne Yok başlıklı yazısında ise eski mektep hayatı şöyle anlatılır: Bizim vaktimizde kuru tahtalarda keçeci çırağı gibi diz çöküp sallanmadan hâlimiz haraptı. O zamanlar kıraat bile ezberdi. Bin türlü helecan içinde kuru, parlak değneğin karşısında Hudânegerde ezber-i ibareden ezkaza vav ı unutsan hoca efendi adamı vav şekline sokasıya kadar kıvrandırırdı. Mukteza-yı beşeriyet olabilir a! Ertesi gün he yi unutursan önünde he şekline giresiye kadar ateş kesilmiş hocanın karşısında kaynar yaş dökmeğe

128 133 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... mecbur kalırsın. Hülâsa elifden ye ye kadar eşkâl-i hurufa 14 girip çıkmadan tabir-i caizse bukalemun-huruf olmadan mektepten çıkmak eski talebelerin hiçbirine nasip olmayan bahtiyarlıklardandır. Bizim sahib-i imtiyaz, benim kolayıma elif şekline girmek geldiğinden ben ondan ayrılmazdım diyor. Aynı yazıda yer alan panayır sahnesi, bir panayırda uyulması gereken usulleri, özellikle âşıkların hâl ve hareketlerini oldukça canlı bir gözlem gücüyle mizahî bir üslupla vermektedir: O akşam Aya Triada panayırı da varmış. Panayır meraklısı ne kadar şık, karanfil bıyık, turna göz, tatlı söz, şişman kıvırcık, karaman, adı yaman, iri boy, omuzu çıkık, beli kırık, lâternacı, fiyakacı, sokulgan, esmer, beyaz, yağız, kahverengi, ince, kalın, uzun, kısa, kavgacı, coşkulu, paralı, meteliksiz, hampacı varsa hep ayakta bilet alıyorlar. Hep panayırcı. Panayır deyip geçme. Usulü varmış. Usulsüz gittin mi yorgunluktan başka bir şey öğrenemezmişsin. Meselâ karşı karşıya gelindi mi göğüs körük gibi işleyecekmiş. Yandım ateşlere ey meh seni gördüm göreli demek istenilirse lokmacının yanında yanan meşalenin karşısına geçilip hayran hayran bakılacakmış. Eğer Seni vefasız, seni yalancı demek matlupsa gözler nîm süzülerek kelle sallanacakmış. Yok bu da nâ-bemahal düşüp de Sana bir şey söyleyeceğim demek istenilirse sağ elinin şehadet parmağı dudaklara dokundurulup çekilecekmiş, hasret kaldım manasına mendil koklanacakmış. Kıskanıyorum nüktesi sarf edilmek için de mendil ısırılacakmış. Cesaretini arttırıp panayır dayağını göze aldıranlar da bulunuyor. Panayır meraklılarından birinin işarete girişerek önünü ardını görmez bir hâlde adımlarını atarken ayağını taşa aldırıp yuvarlandığı haber veriliyor. İşte haritada bu da var. Tarafımızdan o zata geçmiş olsun. Yine 52. sayıda Kadri imzasıyla yer alan Musahabe-Kahvede Bir Gece ve Muhitimiz, gün boyunca çalışıp yorulan erkeklerin, akşamları kahvelerde nasıl vakit geçirdiklerini anlatan oldukça canlı tasvirler içeren bir yazıdır. Kadri nin dışında başmuharrir Nüzhet Hatifi nin N. H. imzasıyla 43. ve 44. sayılarda kaleme aldığı Muhavere başlıklı kısımlarda da yer yer günlük hayata dair problemler dile getirilmektedir. 14 Zaten sınıfta hemze, elif gibi oturmağa mahkûm olduğundan zikrinden sarf-ı nazar edildi (Edeb Yahu nun notu).

129 134 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN Siyasî, sosyal, günlük hayatla ilgili yazıların dışında derginin edebî yönüne baktığımızda, özellikle ilk sayılarda dergiye gerek mizacıyla gerekse hicivleriyle kimlik kazandıran Şair Eşref tir. Onun sayesinde dergi başlarda tam anlamıyla hiciv oklarını hiç sakınmadan hedefine saplayan bir mizah dergisi hüviyetindedir. İlk sayılarda daha yoğun olmakla birlikte Eşref in 30. sayıya kadar eserleri yayımlanmış, onunla ilgili anekdotlara, fıkralara yer verilmiştir. Kocakulak İbrahim Efendi ye mersiye, Kırkağaç naibine yazdığı şikâyetname, Defter-i Amâl yahut İtiraf-ı Cürm, Tasvir-i Ahval yahut İzhar-ı Melâl, Şitaiyye, Bitlis valisi Arif Paşa yı hicvettiği kaside gibi hacimli şiirleriyle pek çok kıta ve gazeli yayımlanır. Bunların büyük bir kısmı II. Abdülhamit döneminde yazılmış ve daha önce yayımlanmış hicivler, bir kısmı da II. Meşrutiyet döneminin siyaset ve basın hayatına yönelik hicivlerdir sayıda İstanbul dan Varaka başlıklı Salih Saim in mektubunda Eşref e yönelik had safhada övgüler yer almaktadır. Yine aynı sayıda Karagöz gazetesinin Eşref e iltifat yolunda yazdığı bir kıtaya yer verilir. 8. sayıda Halil Edip in Eşref e İstanbul dan gönderdiği mesnevi tarzında yazılmış Mektub-ı Manzum u oldukça hacimli bir eserdir. Esselâm ey güzîde-i fıtrat Fahr-ı ahrâr u umde-i ümmet beytiyle başlayan bu uzun manzumede Halil Edib, Eşref i yaşantısıyla, çektiği sıkıntılarla, eserleriyle yücelterek anlatır. Eşref in yanı sıra kimi yerde kendisinden, Hersekli Arif Hikmet in büyüklüğünden, Neyzen Tevfik in güzel ney üfleyişinden, kayda gelmeyen tabiatından da bahseder sayılar arasında yer alan, gazetenin imtiyaz sahibi Remzi Zeytinoğlu nun İstanbul izlenimlerini konu alan yazılarda Eşref sürekli hatırlanan birisidir. 17. sayıda yer alan Musahabe başlıklı yazıda Hoca Hayret Efendi yle gerçekleşen bir sohbet aktarılır. Bu sohbet esnasında Hayret, Şair Eşref hakkında övgü dolu sözler sarf eder. Ayrıca, bir vakitler Eşref in kendisini hicvettiği bir kıtayı hatırlatmaları üzerine o da, Eşref hakkında söylediği methiyeyi okur. 21. sayıda ise İdarehanemizde Konser başlıklı yazıdan Eşref in Adana vali muavinliğine tayini üzerine Edeb Yahu idarehanesinde oldukça renkli bir konser düzenlendiğini öğreniriz. Şair Eşref in fıkraları da dergiyi canlı kılmaktadır. 9. sayıda Eşref in ormanların katledilmesinin önüne geçmek için bulduğu çözüm oldukça zekice ve komiktir: 15 Şair Eşref in hayatı ve eserleri hakkında bk. (Huyugüzel-Çağın 2006; Çağın 2007).

130 135 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... Sermuharririmiz Garbi Karaağaç kaymakamı bulunduğu zaman ormanları kesmek hususunda ahaliden ziyade orman memurlarından bizar olması üzerine bazı güzel ormanlara Burada Karaca Hamza Dede yatar diye bir iplik bağlamış, umum köylüler de itikad ederek hâlâ ip bağlamakta devam etmekte bulunmuştur. O ormanlara ondan sonra hem orman memurlarının hem de ahali-i kurânın dest-i hasarı yetişememiştir. Hâlâ gelip gidenlerden işitiyoruz ki oraları zümrüt gibi balta değmedik ağaçlıktır. 28. sayıda anlatılan Sultan Salih fıkrası ise espri kıymeti kadar dönemin siyasî yapısını eleştirmesi bakımından da dikkate değer: Şair-i ateşzeban Cenab-ı Eşref le birgün esna-yı hasbıhalimizde mumaileyh bir tavr-ı müteessirane ile: -Yahu Sultan Salih zamanı ne iyi geçmişti! Bu millet onun zamanında ne kadar âsude günler geçirdi. Öyle bir büyük padişahımız daha gelmedi, dedi. Ben: -Aman Eşref! Bizim Sultan Salih namında padişahımız geldi mi, dedim. Eşref: -Gelmediği için değil mi ki en büyük padişah odur, cevabını verdi. Eşref gibi İttihat ve Terakki Cemiyetinin örgütlenmesinde rolü olan Hafız İsmail in 16 de derginin sayılarında şiirleri ve yazıları yer almaktadır. Aynı zamanda Eşref in başyazarlıktan çekilmesi üzerine 27. sayıda derginin başyazarlığını üstlendiğini görmekteyiz. Genellikle kıta ve gazel şekilleriyle geleneksel tarzda söylenmiş olan şiirler özellikle Muallim Naci ve Eşref in edasını hatırlatmaktadır. Aşk temasını ele aldığı, bedbin ve rindane tonda söylediği manzumelerinin dışında kendisinin ve şerik-i felaketim dediği Tevfik Nevzat ın mahkûmiyeti dolayısıyla cinayet reisi ni hicvettiği kıtaları vardır. Nr. 22 de Tevfik Nevzat ın ağzından cinayet reisi şöyle hicvedilir: Olur, belki dedim. Mazlûmunu zâlim unutmuştur. Sana şu resmimi ukbâdan aldırdım da gönderdim. Eğer hürriyyeti idrâk edeydim ben de mecliste Senin ahvâlini tasvîr için zâlim, söz isterdim. 16 Hafız İsmail Hakkı (1874-Ağustos 1930) Sultan Abdülhamit, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde ihtiraslı kişiliği ve muhalif tutumuyla dikkati çeken İzmirli yazarlardan ve 150 liklere dâhil edilmiş siyasî mahkûmlardandır (Huyugüzel 2000: ).

131 136 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN Ayrıca nr. 29 da Mehmet Reşat ın tahta çıkışı münasebetiyle söylenmiş bir kıtası ve yine Şanlı Hürriyet Ordusuna Tazmin başlıklı diğer bir kıtası yer almaktadır. Hafız İsmail in, şiirlerinin yanı sıra ciddi tarzda kaleme aldığı nesirleri de yayımlanır. 5. sayıda Biraz da Ciddi başlığı altında, Şair Eşref hicivleri ve kişiliği bakımından övülerek şairin şiirlerini ve Şah ve Padişah kitabını izinsiz neşreden kişiler hicvedilir. 20. sayıda Bu da Geçer Yahu başlıklı yazısında hayata rindane bakan, düzeltemediğimiz durumlar karşısında tevekkül ederek Bu da Geçer Yahu diyen rintlerle, âlemin bütün işleriyle alâkaları pek güçlü olan siyasetçiler karşılaştırılır ve kendisini de dâhil ettiği birinci gruba karşı ikinci grup hicvedilir. 27. sayıda İfade-i Mahsusa-Edeb Yahu başlıklı yazısında Şair Eşref in gazeteden çekildiğini duyurur ve kendisinin de muharriri olduğu Edeb Yahu nun bundan sonra da eski tarzını devam ettireceğini ifade eder. Yine aynı sayıda Güft u Gû başlıklı 31 Mart Vakası nın İzmir deki akisleri üzerinde duran ve bu olayı kınayan bir yazısı yer alır. 28. sayıda Abdülhamid-i Sani nin Hal i Meselesi başlıklı hacimli yazısında Abdülhamit ve istibdad yerilmektedir. 31. sayıda Hafız İsmail in İttihat gazetesinde Mehmet Faik in Mekteplilerle Mektepsizler başlıklı bir yazısı üzerine kaleme aldığı Bir Cevab-ı Mecburî başlıklı polemiği yer alır. Mehmet Faik, Hafız İsmail in kısa bir süre önce Köylü gazetesine yazmış olduğu başmakaleye itiraz etmektedir. Hafız İsmail bu yazıda Hüseyin Cahit [Yalçın] in basın hayatında mekteplilere daha ayrıcalıklı bir yer vermesine karşı çıkmaktadır. Dergide hicivleri yayımlanan bir başka şair Dölekzade Mehmet Nuri dir 17. Şairin 7. ve 10. sayıda Abdülhamit istibdadını hicvettiği iki manzumesi yer almaktadır. Geleneksel tarzda yazılmış ve özellikle Eşref in etkisi hissedilen bu manzumelerden ilki on iki bentlik bir murabba, diğeri Eşref in lazımsa redifli manzumesine nazire olarak söylenmiş otuz bir beyitlik kasidedir. 11. sayıda kaside formunda kendi çaresizliğini, bedbin ruh hâlini anlattığı bir arzuhal yer almaktadır. Arzuhal, Mehmet Nuri Efendi nin hayatı hakkında bilgi veren şu cümleyle takdim edilmiştir: Serfirazân-ı şuara-yı ümmetten Kasabalı Dölekzade Mehmet Nuri Efendi nin zaman-ı istibdatta bazı politika töhmetiyle Akseki 17 Mehmet Nuri ( ?) Ege ve İzmir çevresinin fazla tanınmamış şairlerindendir. II. Meşrutiyet ten önce bir iş için gittiği Konya da bir gazetede yayımladığı bir şiir yüzünden tutuklanmış ve uzun süre hapis yatmıştır. Şiir ve yazıları, İzmir gazetesi, Gencine-i Edeb dergisi ve Edeb Yahu da yayımlanmıştır (Huyugüzel 2000: ).

132 137 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... hapishanesinde bulunduğu zaman yine istibdat menfilerinden kaza kaymakamı Nahit Beye yazdığı manzum ( ). Yine 46. sayıda İran Vakası hakkında bir İranlı lisanından söylemiş olduğu hiciv tarzındaki kasidesi yer almaktadır. Jön Türklerden ve ara nesil yazarlarından olan Abdülhalim Memduh un 18 derginin sayıları arasında Şair Eşref in II. Deccal kitabında yer alan, Abdülhamit başta olmak üzere dönemin birinci sınıf idarecilerini hicvettiği Seyfullahü l- Meslûl Ala-A daü r-resul başlıklı uzun kasidesine yazdığı tahmis yer almaktadır. Abdülhalim Memduh un 24. sayıda Bir Nasiyeye ithafıyla Abdülhak Hamit e övgü mahiyetinde yazılmış sekiz dörtlükten oluşan bir manzumesi yayımlanır. İlk kıtada Hamit büyük rehber olarak övülür: Sen açtın ey yüce hilkat, ey âsümân-ı bülend Bize serâir-i vicdân u fikri ser-tâ-ser Ve sen, yine bize hissetmeyi, düşünmeyi hep Meâsirin ile öğrettin, ey büyük rehber! Ayrıca 26. sayıda hikemî-dinî mahiyette bir gazeli yer almaktadır. Şair Eşref in başyazarlığını yaptığı Eşref/Musavver Eşref dergisinde de şiirlerine rastladığımız Adanalı Ziya nın 19 Edeb Yahu da tespit edebildiğimiz üç manzumesi vardır. 13. sayıda İstibdat devrinde söylediği belirtilen bedbin-hiciv tonunda söylenmiş beş bentlik bir manzume, 14. sayıda yine bedbin tonda bir gazeli, 15. sayıda vatanla kendisini özdeşleştirdiği şu kıtası yayımlanmıştır: Sen erbâb-ı hamiyyetten cüdâsın Ben ihvân-ı vefâdan bî-nasîbim Bana bârî kerem kıl, iltifat et Vatan! Ben de sana benzer garîbim Sultan Abdülhamit ve II. Meşrutiyet dönemlerinde İzmir basınında şiirleri görülen, fazla tanınmamış bir şair olan Goloslu Hayri nin 20 Edeb Yahu nun 14, 15, 16. sayılarında üç gazeli yayımlanmıştır Abdülhalim Memduh ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için bk. (Huyugüzel 2000: 14-19). Ziya (Adanalı). Şair (Adana 1859-Afyon 1932) Adana Rüştiyesini bitirdi. Ziya Paşa nın Adana valiliği sırasında kendisiyle tanışarak tahsil için İstanbul a gönderildi. Alkol düşkünlüğü yüzünden sefilâne bir hayat yaşadı. Bazı şiirleri Afyon da yayımlanan Taşpınar dergisinde çıkmıştır (İnal 1988: ; Ziya 1993: 660). Ö. Faruk Huyugüzel, Goloslu Hayri nin ( ) Muallim Naci, Eşref ve

133 138 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN İsmail Safa nın sayılar arasında Damat Mahmut Paşa nın Donanma Kasidesi ne yazdığı tahmis yer almaktadır. Aynı kasidenin Faik Paşa 21 tarafından yapılmış bir başka tahmisi de sayılarda yayımlanmıştır. Faik Paşa, II. Meşrutiyet öncesinde İzmir fikir ve edebiyat çevrelerinin önemli isimlerindendir. Bu tahmisin dışında Faik Paşa nın 38. sayıda mesnevî tarzında Damat Mahmut Paşa ya hitaben yazmış olduğu, övgü mahiyetinde Manzum Mektub u yayımlanır. Az çok bilinen bu şairlerin dışında haklarında hiçbir bilgiye sahip olamadığımız, dergide ikiden fazla şiiri yayımlanmış olan şairler vardır. Hafîd-i Vahdetî Suûd imzasına sayılar arasında rastlarız. Bunlar gazel ve kıta şekilleriyle genellikle rindçe-tasavvufî eda ile söylenmiş manzumelerdir. 52. sayıda Müstecabizade İsmet in bir gazeline nazire olarak söylenmiş manzumenin altında şairin ismi Hattat Vahdeti Efendi Hafîdi Suud şeklinde verilmektedir. Ahmet Tahir imzasına da sayılar arasında rastlarız. Bunların çoğu mesnevi, gazel, kıta nazım şekilleriyle yazılmış, Abdülhamit istibdadına son veren, II. Meşrutiyet yönetimini öven, millî duygularla söylenmiş manzumelerdir. Ezine den Mehmet Kasım ın 33, 34, 35. sayılarda Abdülhamit in tahttan indirilişi ve Sultan Reşat ın tahta çıkışına dair söylediği hiciv ve övgü kıtaları yer almaktadır. Haklarında herhangi bir bilgiye sahip olamadığımız şairlerin içinde Eşme den Nadire en çok şiiri yayımlanan şair olarak karşımıza çıkmaktadır sayılar arasında daha çok sosyal muhtevalı, sade dille söylenmiş manzumeleriyle dikkati çekmektedir. Keşkûl-bedest Bir Masum Hakkında başlıklı manzumede muhtaç bir çocuğun perişan hali, Tıfl-ı Nevzadın Kuzusuyla Hasbihali şiirinde kır hayatı anlatılır. Mekteb başlıklı şiirde, çalışması için çocuğuna nasihatte bulunur. Bunların yanı sıra aşk şiirleri ve 10 Temmuz heyecanıyla yazılmış şiirleri de vardır. Sürekli yazmalarıyla derginin şair kadrosunu oluşturan bu isimlerin dışında şiirlerine bir iki yerde rastladığımız isimler de şunlardır: 21 Tokadizade Şekip in sohbetlerinde bulunduğunu ve şiirlerinin eski tarzda, yani Muallim Naci nin şiirlerine benzer şekilde yazılmış tasavvufî bir hava taşıyan harabat şiirleri olduğunu belirtmektedir (Huyugüzel 2000: 222). Sadrazam Kâmil Paşa nın damadı olan Mehmet Faik Paşa ( ) II. Meşrutiyet öncesinde İzmir de, Jön Türk hareketine sempati duyan kişileri kollamış ve Kâmil Paşa yı da bu kişileri himaye etmeye sevk etmiştir. Bu dönemde Eşref, Tevfik Nevzat, Abdülhalim Memduh, Şeyh Nurettin, Kadınhanlı Emin Efendi gibi fikir ve sanat adamlarının oluşturduğu edebiyat çevrelerinde bulunmuştur (Huyugüzel 2000: ).

134 139 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... G. (Kaf)., (Kef). M., H. Y., (Elif). (Kaf)., (Ayın). Ş., Hazanî, Manisa mebusu Mansurizade Said, Hukuk-ı Şahane sınıfından ve müderrislerinden Çelebizade, Mithat Cemal Kuntay, M. Kâmil, Kasabadan Nuri, Kırkağaçlı Hüseyin Cevat, Müstecabizade İsmet, Diyarbekir bidayet başkâtibi Nâili, Faruk, M. N., Alaşehir den Hüseyin Avni, Milas tan İlyas Sadi, Muharrem Hasbî, Uşak: Asım, (Elif). R., Karşıyaka: (Sin). Nejad, Ermenekli Hasan Rüştü, Mustafa Şatım, Nekregû ile Pîşekârı. Yoğun olarak ciddî veya mizahî şiirlere yer veren Edeb Yahu nun özellikle son sayılarında dört hikâye, bir de mensur şiir yayımlanır. Nüzhet Hatifi nin sayılarda yayımlanan başlıksız hikâyesi hamile olan genç karısını ve annesini ihmal ederek başka bir kadınla macera yaşayan bir gencin hazin sonunu anlatmaktadır. 46. sayıda, yazarı belli olmayan Raif Vecdi nin çevirdiği bir hikâye yer alır. Hikâyede, kendisini doktor olarak tanıtan bir nahiye müdürünün dalaveresi anlatılmaktadır. 56. sayıda Fuat Cemal in Kadersiz Bir Kızın Sergüzeşti ve 56 ve 57. sayılarda daha önceki sayılarda şiirleri yayımlanan Nadire nin Vefa adlı hikâyeleri yer alır. İlk hikâyede Seniye adlı bir kızın sevmediği birisiyle evlenmesi ve bir süre sonra kocası tarafından aldatılması, sonunda da hazin ölümü anlatılır. Diğer hikâyede ise, Vefa adında bir gencin okuma gayreti ve başına gelen talihsiz olaylar konu edilir. Hikâyelerin dışında 44. sayıda Rıdvan Neziye nin Hülya başlıklı mensur şiiri vardır. Bir mekteplinin dört yıl sonraki hayalleri, özellikle evleneceği eşine dair kurduğu hayaller anlatılır. Şiir ve hikâye gibi edebî eserlerin yanında özellikle son sayılarda az da olsa tiyatro ile ilgili duyurulara ve tiyatro hakkında yazılara yer verilir. 17. sayıda Osmanlı Millî Tiyatrosu ve Heveskâran Cemiyetinin İzmir de on oyun sergileyeceği duyurulur. Yine 52. sayıda İlan: Millî Osmanlı Tiyatrosu başlığı altında Yeniçeri Devrinde Bir Batakhane adlı piyesin oynanacağı duyurulur. Övgüyle bahsedilen piyesin konusu, Sultan Mahmut devrinde geçen bir yeniçeri ayaklanmasıdır. 43. sayıda, Süleyman Sami nin İzmir deki tiyatrolar hakkında bilgi veren Tiyatro başlıklı bir yazısı vardır. Kordon a ve daha birkaç yere açılan tiyatrolara halkın son derece rağbet gösterdiğinden bahsedilir. Buna rağmen Kordon da Galinos un, Keçeciler içinde Sezaî Efendi nin tiyatroları batı tiyatrolarıyla karşılaştırıldığında zayıf bulunur ve özellikle tiyatronun bir mektep, bir mekteb-i edeb olduğu vurgulanır. Ayrıca Sezaî nin tiyatrosunda oynanan Midhat Paşa-yahut-Hükm-i İdam dramının kritiği yapılarak Midhat Paşa rolünde olan Sezaî Bey ve diğer oyuncular başarısız bulunur.

135 140 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN 46. sayıda N. H. imzasıyla (Nüzhet Hatifi olmalı) kaleme alınan mizahî muhaverede İzmir deki tiyatrolar ve tiyatro seyircisi eleştirilir. Ayrıca Sezaî ve Kordon daki Kukuli Tiyatrosu ndaki oyunlardan bahsedilir. Genel itibariyle mizahtan uzaklaşan Ebeb Yahu nun son sayılarında felsefî diyebileceğimiz yazılar da vardır. 52 ve 56. sayılarda Mehmet Sait in ciddî üslupla kaleme aldığı iki yazı yer almaktadır. Bunlardan ilkinde insan hayatında önemli olan hayal ve gelecek fikri üzerinde durulurken İhtiyaç başlıklı diğer yazıda canlıların yaşamak için ihtiyaç duydukları unsurlardan söz edilir. Sonuç olarak II. Meşrutiyet in ilanından hemen sonra bir yıldan fazla bir süre İzmir de siyasî ve sosyal hayatın nabzını tutmuş olan Edeb Yahu nun, aynı zamanda edebî yönüyle de zengin sayılabilecek bir gazete olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar aynı dönemde İstanbul da yayın hayatını sürdüren, batılı modern karikatürleriyle Türk mizahına azımsanamayacak katkıları olan Kalem in çizgisine yetişemese de Edeb Yahu, Şair Eşref başta olmak üzere Tilkilik ten Kadri, Nüzhet Hatifi, Halil Edip, Hafız İsmail, Abdülhalim Memduh, Adanalı Ziya gibi güçlü kalemleri içinde barındırmasıyla ses getirmiş olan bir gazetedir. Gülmecenin ön planda olduğu yazıları, fıkraları, ve mizahî muhavereleriyle de ilk sayısından son sayısına kadar belli bir seviyeyi korumuş, galiz söze düşmemiştir. Gazete ve Dergi İlanları - Âlem-i matbuata revnak veren Mizanü l-hukuk gazetesini tebrik ile devam-ı intişarını temenni eyleriz. (nr. 2, 10 Teşrinievvel 1324, s. 2). - Resimli Kitap Birçok asâr-ı nefise ve tesavîr-i ber-güzideyi ihtiva eden bu risalenin ikinci nüshası da ziynetsâz-ı âlem-i matbuat olmuştur. Kıymetşinasan-ı ilm ü edebe bilhassa tavsiye eyleriz. (nr. 5, 1 Teşrinisani 1324, s. 4). - Edebî Serbest İzmir Gazetesi Birçok makalat-ı nefiseye cilvegah-ı intişar olan haftalık İzmir refikimizi tebrik eyleriz. (nr.5, 1 Teşrinisani 1324, s. 4). - Bu kere sahne-i intişara vaz olunan İbiş nam komik arkadaşımızı kahkahalarla tebrik eder, devam-ı intişarını ve yeni yeni tuhaflıklar bulmasını an-samimu l-kalp dua ederiz. (nr. 6, 8 Teşrinisani 1324, s. 4). - Musavver Muhit 16 büyük sahife, 25 resim, haftalık Resimli Gazete (Resimli Kitap)

136 141 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... idarehanesi tarafından neşrolunan bu büyük ve mühim gazete haftalık risaleler miyanında en mükemmel ve en nefisidir. 1 numaralı nüshası neşr olunmuştur. 1 nüshasının fiyatı 50 para olup abonesi seneliği 80 kuruş, altı aylığı 45 kuruştur. Abonelere müteaddid hediyesi vardır. İdarehaneleri: Dersaadet te, yeni postahane arkasında, eski zabıta sokağında 2 numaralı daire-i mahsusadır. (nr. 9, 29 Teşrinisani 1324, s. 4). - İstanbul da intişara başlayan Efkâr-ı Millet ve Trabzon da çıkan Haber Anası refiklerimizi tebrik ve devam-ı muvaffakiyetleri temenni olunur. (nr. 17, 24 Kanunisani 1324, s. 4). - Alem Gazetesi Bu defa ziynetsâz-ı âlem-i matbuat olan Alem refikimizin birinci nüshası manzurumuz oldu. Hâvî olduğu resimlerin mükemmeliyeti büyük bir tab -ı selimin mahsulü olduğuna delalet eden bu nüsha-yı nefiseyi cidden şayan-ı takdir ve tahsin bulduk. Ümitvarız ki kariin-i kiramın mazhar-ı rağbetleri olur. Refik-i muhteremimizi tebrik eder, muvaffakiyetlerini temenni eyleriz. (nr. 19, 7 Şubat 1324, s. 4). - İkbal-i Millet-Şems Dersaadet te intişara başlayan İkbal-i Millet le Konya da tulu eden Şems refiklerimizi tebrik eder, nail-i muvaffakiyet olmalarını temenni eyleriz. (nr. 20, 14 Şubat 1324, s. 4). - Yıldız, İtimad, Pertev-i Adalet, Rehber-i İtidal Üsküp te doğan Yıldız la Dersaadet te intişar eden İtimad, Pertev-i Adalet ve Adana dan gelen Rehber-i İtidal refiklerimizi tebrik ile devam-ı muvaffakiyetlerini temenni eyleriz. (nr. 22, 28 Şubat 1324, s. 4). - Bu kere mevki-i intişara vaz olunan Manisa refikimizi tebrik ve devam-ı intişarını temenni eyleriz. (nr. 23, 7 Mart 1325, s. 4). - Hilâl Gazetesi İstanbul da intişara başlayan Hilâl refik-i muhterememizi ansamîm tebrik eder, devam-ı intişarını temenni eyleriz. Bu gazete sair bakiyyetü l-istibdad ceraide benzemeyip, tam meşrutiyet gazetesi olduğundan okumalarını karimize bilhassa tavsiye ederiz. (nr. 28, 14 Nisan 1325, s. 4). - Şimendüfer ve Şikayet Refiklerimiz Filibeli Ahmet Mithat Efendi biraderimizin Hayfa da neşrine ibtidar eylediklerini, idarehanemize vürud eden nüshalarından anladığımız Şimendüfer refikimizle Dersaadet te bir suret-i nefisede neşr olunmaya başlayan Şikayet arkadaşımızı tebrike müsaraat eyler ve devam-ı muvaffakiyetlerini temenni eyleriz. (nr. 28, 14 Nisan 1325, s. 4).

137 142 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN - Şanlı Ordu Bu nam ile Osmanlı Ziraat ve Ticaret gazetesi sahib-i imtiyazı Salih Zeki Bey kardeşimizin Dersaadet te yevmî bir gazete neşrine başladıkları idarehanemize vürûd eden nüshalarından müsteban oldu. Refik-i muhterememizi kemal-i hulus ile tebrike müsaraat ve muvaffak olmalarını eltaf-ı ilahiyyeden istid â eyleriz. (nr. 30, 29 Nisan 1325, s. 4). - Tebrik Bu kere intişara başlayan Muharrir refikimizi tebrik ve devam-ı intişarını temenni eyleriz. (nr. 31, 9 Mayıs 1325, s. 4). - Şehbal Gerek mündericatının ehemmiyeti ve gerek resimlerinin nefasetiyle ceraid-i musavvere-i mevcude meyanında cidden bir mevki-i bülend ve mümtaz ihraz eden Şehbal risale-i manzûr-ı uyûn-ı iftiharımız oldu. Sahip ve müdürünü samim-i ruhumuzla tebrik eder ve karilerimiz ile bilcümle nefais-perverana tavsiye ederiz. (nr. 31, 9 Mayıs 1325, s.4). - Tebrik Bir suret-i nefise ve mükemmelede ziynetsâz-ı âlem-i matbuat olan Devr-i Cedîd refikimizi kemal-i samimiyetle tebrik eder ve karilerimize bu nefis risaleden her halde edinmelerini tavsiye eyleriz. (nr. 32, 16 Mayıs 1325, s. 4). - Tebrik Bu kere Rodos ta intişara başlayan Afitab refikimizi tebrik ve devam-ı intişarını temenni eyleriz. (nr. 33, 23 Mayıs 1325, s. 4). - İmtiyaz Talebi Daire-i belediye tarafından Keşmekeş namında üsbûî bir gazete imtiyazı talep olunduğu rivayet edilmektedir. Refikimizin zuhurunu şimdiden tebrik eder ve devamını temenni eyleriz. (nr. 35, 6 Haziran 1325, s. 2). - Tebrik Trabzon da Haber Babası namıyla intişara başlayan refikimizi tebrik ve devam-ı intişarını temenni ile beraber zevcesi Haber Anası nın bir hayli zamandır âlem-i matbuatta görülmemesinden terk-i dağdağa-i hayat eylediği anlaşılmakla refikimize beyan-ı taziyet eyleriz. (nr. 40, 10 Temmuz 1325, s. 3).

138 143 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/II. Meşrutiyet Dönemi İzmir Mizah Gazeteleri... - Tebrik Neyyir-i Hakîkat refikimizi son derece müterakki görüyoruz. Bu muvaffakiyetlerinden dolayı kendilerini tebrik ederiz. (nr. 45, 18 Ağustos 1325, s. 3.). - Dünden itibaren mevki-i intişara vaz olunan vilayetimizin resmi gazetesini samim-i kalbimizle tebrik eder ve tevâlî-i intişarını temenni eyleriz. (nr. 45, 18 Ağustos 1325, s. 3). KAYNAKÇA ÇAĞIN, Şerife (2007), Bir Hiciv Ustası Şair Eşref, Dergâh Yayınları, İstanbul. ÇEVİKER, Turgut (1988), Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü 2, Adam Yayınları, İstanbul. DUMAN, Hasan (2000), Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri ( ), C.1, Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı, Ankara. HUYUGÜZEL, Ö. Faruk (1996), 1928 e Kadar İzmir de Çıkmış Türkçe Kitap ve Süreli Yayınlar Kataloğu, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir. HUYUGÜZEL, Ö. Faruk (2000), İzmir Fikir ve Sanat Adamları ( ), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. HUYUGÜZEL, Ö. Faruk-ÇAĞIN, Şerife (2006), Şair Eşref in Hayatı ve Eserleri Hakkında, Dergâh Yayınları, İstanbul. İNAL, İbnülemin Mahmut Kemal (1988), Son Asır Türk Şairleri, C. 4, Dergâh Yayınları, İstanbul. Ziya (1993), Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 8, Dergâh Yayınları, İstanbul.

139 144 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAĞIN EKLER

140 İMPARATORLUK DÖNEMİNDE DENİZCİLİĞİMİZ: OVA DAN OKYANUSA TURGUT REİS Prof. Dr. Yakup ÇELİK ÖZ: Bu çalışmada Türk denizcilik tarihinde önemli yeri olan Turgut Reis in hayatının konu alındığı bir roman üzerinde durulmuştur. Turgut Reis romanında, yazarın Osmanlı İmparatorluğuna eleştirileri, çöküşün asıl nedenleri üzerine yaptığı yorumlar ele alınmıştır. Romandan hareketle, Halikarnas Balıkçısı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde denizciliğimizin ihmal edildiği görüşündedir, tezi ortaya konulmaktadır. Ayrıca, kurgunun temelini oluşturan çatışma üzerinde durulmuş, bir köylü çocuğunun bütün dünyaya nam salan kahraman hâline gelişinin öyküsü de incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), Turgut Reis, Türk Romanı, Türk Romanında Osmanlı İmparatorluğu Our Maritime in the Imperial Era: The Captain Turgut, from Plain to Ocean ABSTRACT: This study investigates a novel about the life of the Captain Turgut who was an important figure in Turkish marine history. This novel includes the criticisms of the author against the Ottoman Empire; he also explains the reasons of the fall of the empire. According to Halikarnas Balıkçısı the navy had been neglected during the Ottoman Empire. Besides, the fiction which was grounded on conflict has been emphasized and the story of a peasant child who turns out to be a worldwide known hero has been analyzed. Key Words: Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), the Captain Turgut, Turkish Novel, Ottoman Empire in Turkish Novel. Giriş Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), denizcilik tarihimizin önemli bir isminin hayatını, romana has anlatımı kullanarak, bir ba- Yıldız Teknik Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. ycelik@baskent.edu.tr

141 146 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Yakup ÇELİK kıma destanlaştırmaktadır. Turgut Reis romanında, denizcilik tarihimizde elde ettiği zaferlerle anılan bir kahramanımızın doğumdan ölüme yaşantısı vardır. Turgut Reis in hayatını kurgulayan bu romanda, yazarın denizciliğe, deniz hayatına ait deneyimlerinin ve engin bilgisinin yanında Osmanlı tarihine ait ilgi çekici yorumlarını da görmekteyiz. Roman, Bodrum ve çevresinin yüzyıllara dayalı, denizle şekillenmiş yaşama tarzını da gözler önüne serer niteliktedir. Ova Deniz Arasında: Turgutca dan Turgut Reis e Doğru Turgut Reis romanının ilk bölümü Osmanlı İmparatorluğunun denizcilik efsanesi durumundaki Turgut Reis in çocukluk yıllarına ve denizle gerçek anlamda tanışmasına ayrılmıştır. Buradaki çatışma ova ile deniz arasındadır. Annesi ve babası Çoban Veli O nun ovada yaşamasını istemektedir. Ancak çevresinde gördükleri, dinlediği maceralar ve ruhundan gelen ses de O nu denize çekmektedir. İşte bu çatışma romanın ilk bölümünü oluşturur. Halikarnas Balıkçısı Turgut Reis in anlatımına çocukluk yıllarından başlar. Bir kahramanın gelişini, denizcilikle ilgili yaşama tarzı çevresinde, adım adım izletir okuyucusuna. Turgut Reis in hayatına dair bilinenleri, doğduğu ve yaşadığı bölgeyi iyi bilen bir yazar olarak, kurgulama gücüyle birleştirir. Bu bağlama Turgutca nın doğumu ve isim alma töreni yazarın geleneğe dayalı yaşama biçimini çok iyi bildiğini göstermektedir. Turgut Reis, Muğla ilinin (o zamanki ismiyle Menteşe) Sıralovaz yarımadasının Karabağ köyünde Çoban Veli nin oğlu olarak dünyaya gelir. Çocuğun adını, Kör Ali nin karısı Emine nin öldürülen oğlunun anısına Turgutca koyarlar. Eski birer denizci olan Kör Ali ve Hüsameddin Veli nin de bulunduğu bu ad verme töreninde Dede Korkut tan gelen ad verme geleneği vardır. Ayrıca çocuğun denizci olması için duaların yapılması da romandaki kahramanın gelişine zemin hazırlar niteliktedir. Romanın ilk bölümlerinde Bodrum ve çevresinin geleneksel yaşama tarzını görürüz. Toprağa dayalı hayat ve denizcilikle şekillenmiş yaşama tarzları kol kola yürümektedir. Turgutca nın babası Çoban Veli toprağa bağlı, Kör Ali ve Hüsameddin de denize bağlı yaşama tarzını temsil ederler. Turgutca nın Turgut Reis olması yönündeki veya ova ile deniz arasında yaşadığı çatışmada denizden yana tavır almasında, dinlediği üç

142 147 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ova dan Okyanusa Turgut Reis... temel hikâye çevresindedir. Bunlar; Hüsameddin (Tabhatabacak), Kör Ali ve deniz kıyısındaki korsan grubun anlattıklarıdır. İki yaşama tarzı arasında bocalayan Turgutca nın kararında evvela Kör Ali ve Hüsameddin in anlattığı maceralar etkili olur. Anlatılan maceralar, o kadar etkileyicidir ki, sağlam bir denizcinin alması gereken dersler niteliğindedir. Bu maceralar ve anlatılan yaşanmış acılar, dönemin sosyal, siyasal zemini hakkında da bilgi verir niteliktedir. Aynı zamanda şuurlu bir insanın yetiştirecek kadar da eğitim değeri taşımaktadırlar. Hüsameddin yetmişini aşmış bir deniz gazisidir. Altmış yıl önce korsanlara karışmıştır. Bir akşam, bir Türk korsan perkendesinin (brigantin) denizcilerinin ateş yakarak türküler söylemesinin etkisinde kalarak, denizcilerin arasına karışmıştır. Yirmi yıl önceki bir deniz savaşında sağ kolu toptan ateş edilen bir zincir parçasıyla uçurulmuştur. Kolsuz olmasına rağmen korsanlardan ayrılmamıştır. Köyüne döndükten sonra Tahtabacak namıyla tanınır olmuştur. Halikarnaslı Kör Ali ise; İtalyanca, Rumca, Arapça ve İspanyolca yı su gibi bildiği için Gâvur Ali lakabının almış eski bir denizcidir. Bir zamanlar iki kardeşiyle birlikte denize açılan Ali, 25 yıl süren denizcilik hayatından sonra köyüne dönmüştür. Gözlerini tamamen kaybetmiştir. İspanyol korsanlarının, kocasını ve çocuğunu öldürdüğü Emine ile evlenmiştir. Kör Ali nin hayatı çevresinde, karısı Emine nin yaşadığı dram da anlamlıdır. Emine nin yaşadıkları, oğlu Turgutca nın katledilmesi; dönemin acımasız yaşayış tarzını da gözler önüne sermektedir. Üç kardeşiyle birlikte büyük acılar yaşayan Kör Ali nin aşağıya bir bölümünü aldığımız hikâyesi bu bakımdan dikkat çekicidir: Her kürekte dört kişi idik. Benim bir yanımda bir İtalyan, öteki yanımda bir İspanyol vardı. İkisi de katildiler. O forsa koğuşunun loş ışığında üç kardeş birbirimizin yüzünü bulamaz, tanıyamaz olduk. Birbirimizden uzaktık, fakat yürekçe birliktik. Seslerimizle birbirimizi teselli ederdik. Fakat günler geçtikçe bazen umutla ve bazen da umutsuzlukla söylediğimiz bir türküdeki seslerimizi, bizim değilmişler gibi tanıyamaz olduk. (Turgut Reis, 4. bs, Bilgi Yayınevi, 1983, s.17). Bu satırlarda ve romanın ilk bölümlerinde görüldüğü üzere 1400 lü yılların sonlarında denizcilikte Türk varlığından çok İspanyol ve İtalyanların kesin hâkimiyeti söz konusudur. Bu hâkimiyet, küçük orandaki Türk denizcilerinin büyük acılar yaşamasına da neden olmaktadır. Kör Ali nin her parçası büyük bir dram olan yaşadıkları, o dönemin küçük çapta olan Türk denizci ailelerinin ortak dramı niteliğindedir.

143 148 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Yakup ÇELİK Kör Ali nin anlattıklarından oluşan aşağıdaki satırlar da, çocukluğundan itibaren Avrupalının bize düşmanca yaklaşımını bilen ve bu tarzda yetişen Turgut Reis in gelecekteki duygularına yön verir niteliktedir: Biz oturduğumuz yerde insancasına işimizle gücümüzle uğraşırken, Haçlı sefer yaparak gelir sataşır, Müslümanız diye bizi keser, biçer, ev barkımızı yağma eder, yakar, yıkarlar. Bunun üzerine kalkıp onlara güzel bir dayak atmak zorunda kalırız. Köteği yeyince, aman vurmayın! Sayımız suyumuz yok, gelin de barışalım. Derler. Pekâlâ deriz Şu kadar yıl sürecek karşılıklı bir saldırmazlık anlaşması imzalayalım. Derler. İmzalarız! Silahı bırakıp işimize gücümüze döndüğümüzü görünce daha demince verdikleri söze ihanet ederek gene Haçlı seferi diye başımıza tebelleş olurlar. Yurtta Patriği, hahamı, kilisesi, okulu serbest iken, İspanya sında, Sardenya ve Sicilya sında kanına geçmedik hemen hemen Katolik, Protestan ve Müslüman bırakmazlar. Eh bu iş hayretullaha dokunmaz da neye dokunur? (s. 28). Burada bir köylünün, insanî değerler ölçüsünde Avrupalıya bakışını, yaşadıkları çevresinde, kendi anlatım tarzıyla nakledişini de görürüz. Halikarnas Balıkçısı, romanın sonlarında anlatacağı Hızır Reis in (Barbaros) hayatını, Turgutca nın, deniz kıyısındaki bir ateşin çevresinde oturan korsan grubuna anlattırır. Burak Reis başta olmak üzere Türk gemicilerinin kahramanlıklarını birbirine anlatan grupta, söz dönüp dolaşır Hızır a (Barbaros) gelir: Midilli de Yakup adında bir köylü vardır. Bu köylünün de İshak, Oruç, İlyas ve Hızır adında dört çocuğu bulunmaktadır. Bu aile, varını yoğunu satarak tonluk bir yelkenli yapar. İshak dışındaki üç kardeş daha önce, yük ve ticaret gemilerinde tayfalık ettiklerinde, çevre kıyılarını çok iyi bilmektedirler. Bir gün Rodos şövalyelerinin gemisi üzerlerine saldırır ve İlyas şehit olur. Hızır ı da Rodos ta bir zindana atarlar. Bir yolunu bulup Rodos tan kaçan Hızır, Antalya da Şehzade Korkut un maddi ve manevi yardımıyla halis Antalya kerestesinden on dokuz oturaklı bir perkende yapar. Kardeşi Oruç ile birlikte denizlere açılan Hızır, birçok gemi ele geçirir. Hızır ve Oruç kardeşlerin artık birer kahraman denizci olarak adları dillerde dolaşmaktadır. Ancak Yavuz Sultan Selim in tahta geçişi ile denizcilerimizin durumunda değişiklik olur. İki kahraman kardeş; hamileri olan Şehzade Korkut un ortadan kaybolması ve Yavuz Sultan Selim in Osmanlı korsanlarının Türk sularında gezmelerini yasaklaması ile denizlerimizden uzaklara giderler. Korsanların anlattıkları ve yazarın tarih bilgisi ışığında önce Tunus a, daha sonra da Güney Avrupa sahillerine başvururlar. Anlatılan bu serencam, daha sonra, onunla (Hızır Reis) çok iyi dost olacak bir

144 149 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ova dan Okyanusa Turgut Reis... başka kahramanın doğuşunu da hızlandırmış, Turgutca nın denizcilikte karar kılmasını netleştirmiştir. İşte Turgut Reis, Turgutca döneminde bu hikâyelerle büyüdü. Bu acılar, deniz sevgisi ile birleşerek, onda, sevdiklerinin intikamını almak arzusunu uyandırdı. Çoban Veli nin oğlu Turgutca, önceleri baba mesleğini sürdürür. Şafak söktükten sonra, koyunları ve keçileri dağa veyahut deniz kıyısına götürür, böylece özgürlük boyutunu daha çocuk yaşlarından itibaren tatmış olur. Tabiat güzelliğinin etkisinden başka Hüsameddin ve Kör Ali nin korsan hikâyeleri de, küçük Turgutca yı deniz aşkıyla yanıp tutuşturuyordu. Turgutca nın hayatındaki en önemli aşamalarından biri denizci olmaya karar verişidir. Annesi ve babası çocuklarını bir daha göremeyeceklerinin ıstırabı ile bu düşüncesinden ellerinden geldiği kadar onu uzaklaştırmak isterler. Ancak Turgutca nın, deniz aşkı yüreğine kazınmıştır. Her gün deniz kenarına gider ve ufuklara dalar. Ufuklarda Tahtabacak ve Kör Ali den dinlediklerini görür, yaşar; kendini o iklimlere ait görür. Ova ile deniz arasındaki karar aşamasını şu satırlar dile getirir: Turgutca bilmedi neden, fakat yerinde serili duran ovayı da, ortasında saplı duran kuleyi de, şu geviş getiren keçileri de istemem! dedi. Turgutca keçileri kaldırıp dağın tâ tepesine sürdü. Önünde adalar, çepçevre peri halkaları teşkil ediyorlardı. Binlerce yıldır içine, derinliğince insan kanı akmış olan Arşipel in dalgaları gene masmavi idi. Aşağıda kıyının önünde küçük Çatal adacıkları sıralanıyordu. Ondan sonra Sporad adaları geliyordu. (s. 30) Bu satırlar, kendince bir ufuk çizen bir çocuğun, gelecekte büyük adam olacak bir çocuğun habercisi niteliğindedir. Burada deniz ile ova arasındaki Turgutca nın çatışmasını da görürüz. Denizlerde levent olmak da başkalarının emrinde çalışmaktı. Bu da Turgutca nın ruhuna uygun değildi. O denizin açıklarında kendi hayatını buluyordu. Yazar;, bir kahramanın gelişini anlatırken bazen roman kurgusunun dışına çıkar, Turgutca nın gelecekte bir kahraman olacağının işaretlerini verir. Yani okuyucu bir roman okur gibi, kahraman bir denizcinin hayatının anlatıldığının farkındaymışçasına romanı okur: Acaba çocukken keçileri gütmek için çoban sopasını tutmuş olan elinin, bir gün gelip de imparatorlukları temelinden sarsacağını seziyor muydu? (s. 101).

145 150 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Yakup ÇELİK Bu satırlar kronolojik bir sıra ile kurgusunu ayarlamış bir yazarın gelecekten haber verdiğini ve araya girerek okuyucu ile diyalog oluşturduğunu göstermektedir. Denizcilik Efsanesi Turgut Reis Ve Osmanlı da Denizcilik Turgut Reis romanında, Turgutca nın çocukluğunun hemen ardından denizlere açılması ve günden güne artan zaferleri, savaşlardaki insanca davranışları, güçlü kişiliği ve zekiliğinin anlatıldığı olaylar dizisi yer almaktadır. Halikarnas Balıkçısı, Turgut Reis in denizcilikteki yetişme döneminde, Osmanlı nın denizciler dünyasındaki görünüşünü, Turgut Reis in esir aldığı Paho nun anlattıkları çevresinde vermektedir. Turgut Reis in, bir Osmanlı gemisini neden zapt etmeye çalıştın sorusuna Paho nun verdiği cevap oldukça anlamlıdır: Türklere yardım etmenin cezası, Akdeniz deki bütün adalarda ölümdür. Bu söz, Osmanlı nın gücünden kaynaklansa gerek, düşmanının ne denli çok olduğunu da göstermektedir. Turgut Reis romanında, kahramanın yaşadıkları çevresinde anlatılan Osmanlı deniz savaşları, Cenevizlilerle Osmanlılar arasında geçer. Turgut Reis, deniz savaşlarında zafer üzerine zafer kazanmaktadır. Onun zaferleri kazanmasındaki sır, Halikarnas Balıkçısı nın kurguya dayalı yorumu çevresinde şöyledir: Turgut Reis birkaç yıllık deniz savaşlarında birçok şeyler görmüş ve öğrenmişti. Şövalyelerin asalet ve rütbeleri, onların emirlerindeki denizcilerle dostluk bağı bağlamalarına engeldi. Onların denizcileri o zamanın Avrupa uluslarınca da böyle idi ya onların köleleri sayılırdı. Oysa Turgut Reis e göre, kendi denizcileri kendi arkadaşları idi. Bir kayık karaya çekileceği zaman Turgutca, palamar ipini kendi denizcileri ile beraber çekerdi. (s ). Turgut Reis in bir denizci olarak bütün dünyaya ün salması 1500 lü yılların başıdır. Bu yıllarda Amerika yeni keşfedilmiş; İspanyollar Amerika nın yerlilerini kılıç, kamçı ve ateşle öldürerek ellerindeki değerli mücevherleri almışlardır. Romanda, 1510 yılındaki Osmanlı nın durumu ve Turgut Reis in açılımı hakkında da şu bilgiler verilir: O yılın ilkbaharı gelince, Turgut Reis Mandalyat Körfezi nden bir kadırga, bir kalita, bir fırkata ve bir perkendeyle denize açıldı. Yavuz Sultan Selim doğuyla uğraşmak üzere bütün Batılılarla barış halindeydi. Bu sebepten Osmanlı sularında korsanların hareketlerine kötü gözle bakıyordu. Bundan dolayı da Turgutca, Sıralovaz kıyılarına sessiz sedasız, gizlice gelir giderdi. Ama bu seferki denize açılışında köyü Karabağ ı ve Sıralovaz ı top ateşiyle

146 151 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ova dan Okyanusa Turgut Reis... selamladı. Çünkü artık Afrika kıyılarına ve Oruç Reis in yanına gidiyordu. (s. 130). Bu satırlar, Osmanlı nın o dönemdeki deniz savaşlarına bakışını vermekle birlikte, şimdiye kadar yakın çevrede tanınan, artık ünü dünyaya yayılacak olan Turgut Reis in de habercisi durumundadır. Sıralovaz ı top ateşiyle selamlaması, Oruç Reis in yanına katılması ve Afrika kıyılarına doğru gidişi bu bağlamdadır. Halikarnas Balıkçısı, Turgut Reis in bu topraklardan ayrılışını anlatırken, denizi çok iyi tanıyan yönünü de ortaya koymaktadır: Turgut Reis Cerigo adasıyle Mora yarımadası arasından geçti. Artık doğmuş, artık doğmuş, büyümüş olduğu Arşipel denizlerini arkasında bırakıyordu. (s. 131). Turgut Reis in Oruç Reis le Afrika kıyılarındaki ilk karşılaşmalarında, Oruç Reis in söyledikleri, Osmanlı İmparatorluğunda gemi inşasının nasıl yapıldığını anlatır: Biz burada değil yalnız barutu gemi yapacak keresteyi bile bulamıyoruz. İstanbul dakiler İznik, Adapazarı ve Sapanca ormanlarından gemi yapacak keresteyi bol bol buluyorlar. Bizim Afrika yalılarında gemi yapmağa yarar ağaç ve orman ne gezer? Biz, Papalığın, Cenevizlilerin, İspanyolların gemilerini zapt edip, onların kalıntılarından yeni tekneler yapıyoruz. Hurma ağacından gemi yapılmaz a. Kıyılarda demir madeni de yok. Toplarımızı ya doğrudan doğruya düşmandan zapt ediyoruz, ya da zapt ettiğimiz gemilerin demir aksamını ve çivilerini eriterek döküyoruz. Güllelerimiz de düşman demirindendir. Barutumuzu da düşmandan alıyor ve gene onlara karşı kullanıyoruz. Galiba pek masrafsız ve ucuz olduğumuz için İstanbul bizi seviyor ama kendi yurdumuzun sularında düşmanla savaşmamızı istemiyor. Bak, sana söyleyeyim Turgutca, bizim küçük kardeş benim gibi değildir. O gösterişi sever. Yavuz Sultan Selim ona birçok hediyeler gönderdi. (s ). Turgut Reis ile Oruç Reis İspanya, İtalya ve Afrika kıyılarına giderler. İspanya kıyılarına ilk gidişlerinde mazlum halk ile karşılaşılır. Endülüslüler yoksul halkı kendi kaderiyle baş başa bırakıp Afrika kıyılarında eğlenmeye ve Amerika ya gitmişlerdir. Orada bıraktıkları halk Müslüman dır. Bir yaşlı Müslüman ın Oruç Reis e Bize yardım gelse siz dindaşlarımız Osmanlı denizcilerinden gelir sözü bu bakımdan anlamlıdır. Bu söz, Osmanlı nın bütün dünyada Müslümanların hamisi olduğunu da gösterir. Halikarnas Balıkçısı, Osmanlı donanmasının Afrika kıyılarındaki tavrını da Turgut Reis in yaşadıklarından hareketle dikkatlere sunmakta-

147 152 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Yakup ÇELİK dır. Oruç Reis, Afrika kıyılarında Cenevizlilerin daha önce zapt ettikleri yerleri ele geçirmek istiyordu. Ancak yeterli gücü kalmamıştı. Bu bakımdan Kuzey Afrika da yıllarca sürecek savaşlar meydana gelir. Bu arada Hızır Reis (Barbaros), Akdeniz deki korsanlara haber salar ve onlardan da isteyenin gelebileceğini söyler. Turgut Reis romanında, yazar, denizcilikle ilgili yaşama tarzını, denizcilik kurallarını tarihsel gelişim ile birlikte anlatır. Halikarnas Balıkçısı, Osmanlı denizcileri arasında ganimetin nasıl paylaşıldığına dair bilgiyi da aşağıdaki şekilde sunar: ikinci derecedeki korsanlar tarafından zapt edilen gemiler ve ganimetler tamamen kendilerinin olurdu. Fakat sonradan Garp Ocakları diye ad alacak olan Cezayir, Tunus ve Trablusgarp korsan beyliklerine bağlı olan korsanlar Oruç Reis zamanından itibaren elde ettikleri ganimetlerin beşte birinden sekizde birine kadar bir kısmını ülke hazinesine bırakırlardı. Kalan kısmın yarısı gemi reisine verilirdi. Gemi komuta kurulu, yani topçularla serdümen, vesaire iki, savaşçılarla gemiciler birer hisse alırdı. Fakat ekseriya reisler paylarına düşenleri gemidekilere paylaştırırlardı. (Turgut Reis aldığı ganimetin bir kısmını gemilerinde kürek çeken forsalara verirdi.). (s. 205). Afrika savaşlarından sonra Cezayir kazanılır. Cezayir in alınmasından sonra Oruç Reis, bu yerleri korsan düzeniyle yönetemeyeceklerini, buralarda mutlaka bir mülki yönetimin kurulması gerektiğini söyler. Cezayir in Batı tarafını Oruç Reis, Doğu tarafını da Hızır Reis yönetecektir. Türklerin Cezayir de yerleşmeleri Arapların ve İspanyolların pek hoşuna gitmeyecektir. Bu durum da, Halikarnas Balıkçısı nın yorumuyla, o dönemlerdeki Arapların ve İspanyolların bize bakışını sunması bakımından önemli. Oruç Reis ten sonra bütün dünyayı kasıp kavuran Hızır Reis dönemi başlar. Yanı başında da hep Turgut Reis vardır. Kanuni Sultan Süleyman ın ona Barbaros Hayrettin Paşa adını vermesi ve onu kaptan-ı derya olarak ataması gerçekleşir. En güvendiği kişi de Turgut Reis tir. Turgut Reis in bu olaylar esnasındaki düşüncesi de, onun yaşama tarzını, hayatı ve denizi kavrayışının arkasındaki kişiliğini ortaya koyar niteliktedir: kendisi (Turgut) kendi ismini hiç değiştirmeyeceğini ve ölünceye kadar adı ve sanı ile Çoban Veli nin oğlu Turgutca kalacak tır (s. 222). Turgut Reis, ölünceye kadar Barbaros Hayrettin Paşa nın yanındadır. Preveze Deniz Savaşlarında (1538) çeşitli yararlılıklar gösterir. Bu zafer Osmanlı nın Akdeniz deki hâkimiyetinin en üst noktası olarak tari-

148 153 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ova dan Okyanusa Turgut Reis... he geçecektir. Halikarnas Balıkçısı, bu deniz zaferini en ince ayrıntısına kadar, bir film şeridi gibi, denizcilik terimlerini de kullanarak, sanki savaşların ortasında yer almış gibi anlatır. Top dumanından yıldızlar bile gözükmüyordu. Düşman bu muharebede, yüz yirmi iki savaş gemisiyle birlikte Akdeniz deki egemenliğini de yitirmişti. (s. 261). Turgut Reis in denizcilikte bütün önemli payeleri alması yanına Cenevizliler tarafından tutuklanması da anlatılır. O nun birkaç yıl forsalık yapması, ve İmparatorluğun kararlı tepkisi sonucu kurtarılması da dikkat çekici bir boyuttur. Barbaros, bu olaydan sonra, dünyayı Cenevizlilerin başını yıkacağını söyler. Cenevizliler Turgut Reis i serbest bırakmak zorunda kalmışlardır. Burada Cenevizlilerin şu sözü ilgi çekicidir. Onun için alacağımız altının on katını, serbest kalınca bizden çıkarır. Bu sözler, Turgut Reis in bütün dünyaya nasıl bir korku saldığının da göstergesi durumundadır. Halikarnas Balıkçısı, Turgut Reis in biyografisi niteliğindeki bu romanında tarihsel bilgiyi kendi yorumunu da katarak dikkatlere sunar. Sadrazam Rüstem Paşa yı yorumlarken, onun Hırvat olduğunu, dalkavukluk sanatında oldukça merhale kat ettiğini belirtmesi; hatta Kanuni den sonra çöküşe geçmenin nedenini Rüstem Paşa ya atfetmesi bunun en bariz örnekleridir. Rüstem Paşa nın, kaptan-ı deryalığa kardeşi Sinan Paşa yı getirtmesi de Halikarnas Balıkçısı nın tarihteki haksızlığa yaptığı bir göndermedir.. Yazar, Turgut Reis in yaşadığı dönemde haksızlığa uğramış olduğunu bildirmesi hem Turgut Reis e olan sevgisi hem de Osmanlı da devlet düzeninin yavaş yavaş bozulmaya başlamasına bir tepki niteliğindedir. Barbaros un ölümünden sonra Turgut Reis in yalnız kalması, İtalya ve Cezayir de zaferler kazanması, Kanuni den mükâfatlar alması önemli zaferlerdir. Ancak bütün bunlara rağmen payitahta ulaşamaması da hem bir sitemdir hem de Osmanlı nın çöküşüne dair bir tespittir. Saray içerisinde entrikaların olması, Anadolu nun saf ve temiz dünyasına ait olan Turgut Reis in bu daireye girememesi de bir hayıflanma içermektedir. Sonuç Halikarnas Balıkçısı Turgut Reis romanını denizcilik tarihimizin önemli bir isminin hayatı üzerine kurgulamıştır. Turgut Reis in denizciliğe başlaması ve bu alanda kazandığı kahramanlıkların anlatıldığı romanda; Bodrum ve çevresinin sosyal hayatı, yaşama tarzı, gelenekleri de kurgu içerisinde sunulmaktadır. Ayrıca Halikarnas Balıkçısı nın, Osmanlı İmparatorluğu döneminde denizciliğin ihmal edilmesine, özellikle Kanuni döneminden başlayan devlet işleyişindeki bozukluklara dair yaptığı yo-

149 154 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Yakup ÇELİK rumlar dikkat çekici boyuttadır. Bu bakımdan roman hem denizcilik tarihimizden bir kahramanın hayat hikâyesi hem de bir Osmanlı İmparatorluğunun bir dönemine ait yapılmış sorgulama durumundadır. KAYNAKÇA KABAAĞAÇLI, Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı) (1983), Turgut Reis, 4. bs, Bilgi Yayınevi, Ankara.

150 HÜZÜNLÜ BĐR AŞKIN BĐYOGRAFĐK OKUMASI: ŞÜKÛFE NĐHAL ve YAKUT KAYALAR Okt. Dilek ÇETĐNDAŞ ÖZ: Edebiyatı bir iç dökme alanı olarak görmek, Aristo dan beri mevcut bir anlayıştır. Bu anlayışa sahip yazarların eserleri samimi bir tonda, geçmiş yaşam tecrübelerinden hareketle oluşturulur. Şükûfe Nihal de roman ve şiirlerinde bu yolu denemiş bir sanatçıdır. Đlk kadın yazarlarımızdan olan Şükûfe Nihal, edebiyatta kadın duyarlılığı olarak adlandırabileceğimiz yapıda eserler vermiş ve devrinin önemli isimlerinden olmuştur. Onun hayatı hakkındaki bilgilerin az olması, bugün neredeyse unutulmuş bulunması ve yaşadığı iki büyük gönül macerasını edebî eserlerine taşıması, onun eserlerini biyografik okuma ile gözden geçirmeyi gerekli kılmaktadır. Bu çalışmada da yazarın Yakut Kayalar isimli romanından hareketle, Osman Fahri-Şükûfe Nihal ilişkisi ve bu aşkın edebî eserlere yansıyışı konu edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Katarsizm, Biyografik Okuma, Şükûfe Nihal, Osman Fahri, Yakut Kayalar The Biographic Reading of a Sad Love Affair: Şükûfe Nihal and Yakut Kayalar ABSTRACT: Literature has been regarded as an art of telling the untold feelings since the times of Aristotle. The works of these authors have a sincere tone of understanding, with departures on their previous lifelong experiences are Şükûfe Nihal is an author who has tried out the same in her novel and the poetry. Şükûfe Nihal who had been the first woman writer in our literature had also been the first to draw attention and create awareness of women sensibility in her works; moreover she had been an important name of the revolution as well. Unfortunately there is not much information about herself; she had narrated her two heart aches in her two novels. As for this reason, it makes necessary to read her novels like a biographic work. In this study, based on the novel of Yakut Kayalar the emotional relationship between, Osman Fahri-Şükûfe Nihal will be studied as it has been reflected to the novel. Atatürk Üni. Yabancı Diller MYO dilekcetindas@hotmail.com

151 156 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Okt. Dilek ÇETĐNDAŞ Key Words: Katarsizm, Biographical Reading, Şükûfe Nihal, Osman Fahri, Yakut Kayalar Batıda romansların konusu olan ve aşkı yüceltilen, hatta şövalyelik kurumunun yegâne unsuru olan kadın, aydınlanma çağı ile birlikte kendini toplumsal hayatta da göstermiş; 18. yüzyılda gelişen sanayinin, buharlı trenin ve ticaret hayatındaki ilerlemelerin bir sonucu olarak yayılan okuma etkinliğine hızla katılmış ve 19. yüzyılda yazar olarak da edebiyatta görünmeye başlamıştır yüzyıl ile Batı, kadını sosyalliğin merkezine taşırken, Osmanlı da ev içi sorumluluğunu yüklenen kadının hayatı da, pek çok başlık gibi Tanzimat ile hızlı bir değişime uğrayacaktır. Fermanın ardından, Osmanlı aydınları arasında kadın, kadın eğitimi, kadın hakları gibi mevzular tartışılmaya başlanır ve hem ruhen hem de zihnen sağlıklı bir gençliğin, iyi eğitimli annelerle yetiştirilebileceği inancı yerleşir lerden itibaren kızlar için okullar açılmaya, kadınlara mahsus gazete ve dergiler çıkarılmaya başlanır. Meşrutiyet devri ile birlikte aile hukuku üzerinde çalışılır. Millî Mücadele döneminde askerine destek veren, cephane taşıyan, mitingler ve konferanslarla halka moral gücü aşılayan; azalan erkek nüfusun işlerini görebilmek için toplumsal hayatta rol almaya başlayan kadınlara bakış, Cumhuriyet ile daha da değişir. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma yolunda kadın haklarının önemi vurgulanır, kadınlara çeşitli sosyal ve siyasal haklar verilir. Şüphesiz eğitim ve okuryazarlığın gelişmesi kadın haklarının garantiye alınmasında önemli rol oynamış ve kadın sosyal hayatta yerini sağlamlaştırmıştır 2. Cumhuriyet devrindeki hızlı atılımda, Osmanlı nın son dönemlerini yaşamış ve yeni devletin de kuruluşunu görmüş olan kadınlarımızın önemi büyüktür. Đlk üniversite mezunu kadın olan Şükûfe Nihal de, henüz kadın haklarının tartışıldığı dönemde önemli bir yekûn tutan yazıları, eğitime bakışı, evlilik görüşü ve yazarlığı ile bu çabada değerli bir yer edinmiştir. Millî Mücadele döneminde verdiği nutuklarla, genç yaşında kadın hakları ve eğitim konusunda gösterdiği mücadelelerle, Cumhuriyet devrinde yıllarca yaptığı öğretmenlikle, yazdığı pek çok eserle, kadın yazarlar içerisinde önemli bir yer edinen Şükûfe Nihal, hayatının son dönemlerini yalnızlık içerisinde geçirmiştir. Hakkında yapılan çalışmalarda da sıklıkla vurgulandığı gibi, unutulmuşluk, etrafında gelişen dedikoduların yıpratıcı etkisi ve elde yeterli vesika bulunmaması Şükûfe Nihal in tüm 1 2 Kadın yazarlar olgusuna bakış için bk. Reis 1995; Irzık-Parla 2004; Gürbilek Kadın hakları ve gelişimi için bk. Demirdirek 1993; Kuran 1997; Altındal 1994; Çaha 1996; Çakır 1994; Mutlu 2006; Kurnaz 1996.

152 157 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Şükûfe Nihal ve Yakut Kayalar yönleriyle tanıtılmasına engel olmuştur 3. Bu durumda onu daha iyi tanıyabilmek için eserlerine müracaat etmek elzemdir. Çünkü Şükûfe Nihal, şiirleri, hikâyeleri ve romanlarında kendi hayatının biyografik dökümünü vermiş, geriye önemli bilgiler ve ipuçları bırakmıştır. Argunşah ın da incelemesinde belirttiği gibi Şükûfe Nihal in eserlerinin biyografik okuma ile yeniden gözden geçirilmesinin, yazarın edebiyatçı yönünün, karakterinin, arayışlarının açığa çıkarılmasında oldukça önemli veri sağlayacağı kanaatindeyiz (Argunşah 2002: 225). Bu makalede biz, Şükûfe Hanım ın hayatında önemli bir yeri olan Osman Fahri den ve bu ismin etrafında yazılan Yakut Kayalar romanından hareketle, biyografik bir okuma yapmak istiyoruz. Dillere destan güzelliği ile çevresinde büyük ilgi uyandıran Şükûfe Nihal, iki evlilik ve iki büyük aşk yaşamış; evlilikleri ayrılıkla neticelenmiş, aşkları da mutsuzlukla son bulmuştur. Ancak yaşadığı iki büyük aşk, onun eserlerine damgasını vurmuş ve Şükûfe Nihal külliyatını biyografik okumaya uygun hâle getirmiştir. Bu isimlerden ilki Osman Fahri dir ve Şükûfe Hanım, bu aşkı yaşadığında henüz on altı-on yedi yaşlarında, evli bir kadındır. Đkincisi ise Faruk Nafiz Çamlıbel dir ve Şükûfe Hanım ın yorgun ruhuna bu sevgi ile bahar yeniden gelmiştir. Faruk Nafiz, Şükûfe Hanım ı çok sevmiş ve onun tarafından da sevilmiştir. Ancak Şükûfe Nihal in, kızı Günay ı düşünerek Faruk Nafiz in evlilik isteğini geri çevirmesi, bu birlikteliğin sonunu getirmiş ve Faruk Nafiz, belki de kızgınlıkla, ani bir evlilik yaparak, Şükûfe Nihal i hayatından çıkarmış, bu aşkın sonunda taraflarda büyük bir kırgınlık kalmış ancak edebiyatımız pek çok eser kazanmıştır. Şükûfe Nihal bu aşkın sonunda yine biyografik bir anlatı olan Yalnız Dönüyorum romanını kaleme almış; Faruk Nafiz ise duyduğu aşkı ve ıstırabı, Yıldız Yağmuru isimli romanında ve bu unutulmayan sevgiliyi anlattığı pek çok şiirde işlemiştir. Üzerinde çok konuşulan bir macera olarak bu aşk, Selim Đleri nin Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın adlı romanının da konusu olmuştur 4. Osman Fahri aşkı ise, çok daha acı ve derindir. Şükûfe Nihal in gönlünün ilk aşkı ve ilk yarası, bu hassas kadının ilk vicdan azabı olan Osman Fahri; Şükûfe Nihal e karşı yasak bir aşk beslemiş, bu aşk uğrunda intihara teşebbüs etmiş, aklını yitirmiş ve henüz yirmi dokuz yaşında iken, Şükûfe Nihal in adını sayıklayarak dünyaya veda etmiştir. 3 4 Bütün bu olumsuzluklarla beraber, yazar hakkında bilgi edinebileceğimiz birçok kaynak mevcuttur: Ayda 2002; Işık 2004; Yazar 1999; Karaca 2006; Tanzimat tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Faruk Nafiz-Şükûfe Nihal ilişkisi ve etrafındaki dedikodular için bk. Soyuer, 2000: 53-58: Argunşah 1995.

153 158 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Okt. Dilek ÇETĐNDAŞ Şükûfe Nihal in ilk evliliği, Mithat Sadullah ile aile isteği üzerine yaptığı evliliktir. O dönemde eğitimli kadının trajedisi olarak Şükûfe Hanım da ruh eşini bulamamanın ıstırabını çekmektedir. Mutsuz olduğu ancak devam ettirdiği evlilik, Osman Fahri nin aşkını kabul etmemesinin yegâne nedenidir. Osman Fahri, bir zamanlar kendisinden aruz dersleri de alan Şükûfe Hanım ı tanımakta ve sevmektedir. Ancak Mithat Sadullah ile birlikte dergi çıkaracak kadar iyi arkadaştır 5. Çok yakın bir dostunun eşine âşık olmayı kendisine yediremeyerek, Đstanbul dan uzaklaşmaya karar veren Osman Fahri nin dramı da bu andan sonra başlayacaktır. Bir süre Aydın a, oradan da Harput a giden Osman Fahri; Anadolu insanına hizmet gayesiyle bir süre oyalanır ancak unutamadığı aşkı nedeniyle zihnî dengesini günden güne kaybetmeye başlar. Gece gündüz Şükûfe Nihal i düşünen ve onu zihninde adeta bir saplantı hâline getiren Osman Fahri, aşkını tuttuğu hatıra defterinde ve şiirlerinde anlatmaya devam eder. Zaman zaman Şükûfe Nihal ile mektuplaşır. Ondan arkadaşça ve nazik cevaplar alır. Ancak yaşadığı ruh acılarına ve belirsiz bir arada kalmışlığa dayanamadığından olsa gerek, bir bunalım anında tabancası ile intihara kalkışır. Beynine saplanan kurşun onu bitkisel hayata sokar. Đstanbul La Paix Hastanesi ne getirilir ve buradaki tedavisi sürecinde aklî dengesini yitiren Osman Fahri, dört ay sonunda, 1920 yılında vefat eder 6. Đntiharından önce, Elazığlı yakın arkadaşı Mehmet Mevlüt Bey e hatıra defterini, Şükûfe Hanım için yazdığı şiirleri ve mektupları bırakır 7. Mevlüt Bey, bunları elden geldiğince muhafaza etmeye çalışır, evrakın bir kısmı çıkan bir yangında yanar ve nihayetinde kadirşinas dost, bu vesikaları Şükûfe Hanım a bir mektupla gönderir. Hayali kurulan ideal aşk, yitirilen bir ideale dönüşür ve bu, Şükûfe Nihal in en büyük dramı olur. Bu hatıranın Şükûfe Nihal de çok derin izler bırak Bu dergi 1910 yılında çıkmaya başlayan ve on dört sayı kadar çıkabilen Mekteplilere Arkadaş dergisidir. Aslında bir çocuk dergisi olarak çıkarılmasına rağmen, yazı kadrosunun oldukça önemli isimlerden oluşması ve hedeflenen kitlenin beğeni düzeyinin oldukça üstünde olması nedeniyle, dergi uzun ö- mürlü olmamıştır. Osman Fahri nin hayatı ile ilgili oldukça çelişkili bilgiler bulunmaktadır. Ancak Yakut Kayalar ile de birleştirilerek bir biyografi derlemesi yapılmıştır. Osman Fahri için bk. Işık 2004; Đnal 2002; Tanzimat tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, 2001; Kerman Bu evrak Şükûfe Nihal Hanım ın eline geçer ve o da bir araştırmacıya verilmek üzere arkadaşı Hüsniye Doğan a teslim eder. Mehmet Kaplan vasıtasıyla bu evrakı gören Zeynep Kerman, adını ilk kez duyduğu Osman Fahri nin dramını da öğrenince onu anlatan bir kitap hazırlar. Kitap Osman Fahri nin hayatından kısaca bahseder ve merhumun şiirlerini içerir. Ancak mektuplar ve Osman Fahri tarafından kaleme alındığı söylenen hatta bilinen hatıra defteri evrak arasında yoktur, bk. Kerman 1988.

154 159 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Şükûfe Nihal ve Yakut Kayalar tığı, hatta onun da dengesini sarstığını söyleyebiliriz. Özellikle mutsuz evlilikler ve sonuçsuz aşklardan sonra, Osman Fahri nin sevgisi onun için sığınılacak ve tekrar tekrar dönülecek bir liman hâline gelir. Çevresinde hayranlık hâleleri doğuran, cemiyet hayatının aranılan insanlarından olan, uğruna şiirler yazılan, güzelliği dillere destan olan Şükûfe Nihal; ömrünü âdeta terk edilmiş biçimde, bir huzur evi yatağında, duymayan ve konuşmayan bir yaşlı olarak tamamlayacaktır. Bilinçli olarak konuşmamayı seçtiği anlaşılan Şükûfe Hanım ın o günlerinde de, sızlayan yarası olan Osman Fahri hayalinin daima yanında olduğu muhakkaktır. Otuz yaşını bulmamış bir genç insanın, hayatını sonlandırmak istemesi herhangi bir tanıdık için bile oldukça sarsıcı iken, bu ölümün sorumlusu olarak kabul edilmek daha da ağır bir yüktür ve Osman Fahri, bu dünyadan ayrılırken aslında Şükûfe Hanım ın hayatında da ağır bir travma etkisi bırakarak gitmiştir. Bu kesin olmakla birlikte, ne Şükûfe Hanım ın ne de Osman Fahri nin hatıra defteri ele geçmediği için, yitik evrakın bu konuya neler katacağını bilemiyoruz. Bu durumda edebiyatın kaynaklığına ihtiyaç duymaktayız. Çünkü Şükûfe Hanım, Yakut Kayalar romanında Osman Fahri ye olan aşkını anlatmış ve şiirlerini de onun için yazdığını Adile Ayda ya itiraf etmiştir: Zaten insan hayatında bir defa sever. Gerisi kapılış, aldanış. Ben bütün şiirlerimi bir tek şahıs için yazdım. Hep onu anlattım, ona seslendim. (Ayda 1984: 105) Gerçekten de yalnızlığı günden güne artan Şükûfe Nihal in, Sabah Kuşları ve Yerden Göğe adlı şiir kitaplarında, Osman Fahri aşkının izlerini görürüz. Bunun temelinde Şükûfe Hanım ın romantik karakteri ve ideal aşk arayışının olduğu da şüphe götürmez bir gerçektir. Asla geri dönemeyecek olan ölü sevgili, samimiyetinden en çok emin olunan, hep temiz kalacak olan sevgilidir. Adile Ayda, Şükûfe Nihal in son zamanlarında hep Osman Fahri den bahsettiğini, onunla ilgili şiirlerini defalarca okuduğunu, bu şiirlerin her birinin, ölmüş bir sevgiliye yakılan en derin ve içli ağıtlar olduğunu söyler (Ayda 1984: ). Yakut Kayalar 8 Şükûfe Nihal in 1931 tarihli romanıdır. Bir kadın duygusallığının hâkim olduğu, günlük ve mektup gibi birinci elden malzemenin kullanıldığı, iç dökme romanı olarak değerlendirebileceğimiz eser; yazarın hem sanat, sosyal hayat ve evliliğe dair görüşlerine, hem de biyografisi ile ilgili detaylı bilgilere yer vermiştir. Neredeyse bir mensur şiir izlenimini veren bu üslûp; romanı, zaman zaman şairane bir anlatıya 8 Romanın incelenmesinde Şükûfe Nihal külliyatının güncel basımı kullanılmıştır. bk. Zihnioğlu 2008:

155 160 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Okt. Dilek ÇETĐNDAŞ dönüştürür. Hatta anlatıcı; okuyucuyu, roman kahramanına acımaya bile yönlendirir: Ne dolaşık konuşuyorum. Bu defteri okuyacaklar öyle yorulacaklar ki! Zarar yok, onlar, azap çekmiş olan o küçük kızı, zannediyorum ki, çok sevecekler, üzerinden seneler geçtiği hâlde, onun, yine aynı dille konuşan heyecanından usanmayacaklardır. (s. 100). Evlilikte ruh arkadaşlığı fikri üzerinde duran ve aile baskısını eleştiren roman, Şükûfe Nihal in Osman Fahri ile neden bir araya gelemediğinin de sebeplerini kısmen izah eder. Yazar, romanın olaydan sonra yazıldığını okuyucuya hissettirir ve eser böylece aktüel zamana da bağlanır. Gene böyle bir bahar akşamı idi On sene evvel (s. 57). Roman, iç içe geçmiş halkalarla bir genç kızın, şımartılmış çocukluğundan başlayan bir zaman diliminden itibaren, büyüyüşünü ve psikolojisindeki tahribatı adeta okuyucuya seyrettirir. Đdeal evlilik anlayışını öğrendiğimiz genç kız, ailesinin isteği üzerine kendi ruh anlayışının çok dışında olan biriyle nişanlanır ve bu, onun hayatının ilk çelişkisi olur. Bu duruma alışmaya çalışırken, aradığı aşkı bulması ikinci çatışmadır. Bu aşktan, önce ailesi için vazgeçer; sonra biraz bekleyip, sevgilisine gitmeyi kafasına koyar ve nihayetinde aile karşısında küçük düşmemek için, aşkın yanına kini de koyup, perişan hâline rağmen yoluna devam eder. Nişanlısıyla evlenmez ama kendisi de sinir buhranları içinde, amacını kaybetmiş sıradan bir kız hâline dönüşür, en azından buna çabalar. Roman devamlı yükselen bir gerilim, çatışma grafiği izler. Kahramanın tüm psikolojisi ortaya koyulur ve hem kahraman hem dram hem de sonuç aslında oldukça tanıdıktır. Günden güne değişen, ideallerini kaybeden, yitirdiği aşka ağlayan ve bu aşkın vicdan azabıyla hayatının renkleri sönen bir kahramanımız vardır ve romanın sonunda gördüğümüz kişi, eserin başındaki idealist, mutlu genç kız değil, Servet-i Fünûn romanının kaybetmiş kahramanıdır. Tutunamayan ve hayal-hakikat tezadında, sığınacağı limanı kaybeden, doğrularını yanlışlarıyla eşitleyemeyen trajik kahraman burada da karşımıza çıkar. Bihter ya da Suat gibi davranamayan kadın kahraman, başkalarını mutlu etmek ve gururunu çiğnememek adına mutluluk fırsatını kaçırmıştır. Roman, genel olarak hayal-hakikat çatışmasında hayat karşısında yenilen ve sıradanlaşan kadın kahramanı tanıtmaktadır. Şüphesiz bu aşk, roman boyunca işaret edildiği gibi Şükûfe Nihal - Osman Fahri aşkıdır. Romanın estetik mesafesi olmadığını, gerçek etkisinin kuvvetli olduğunu, olayın sıcaklığı içerisinde yazılmış izlenimi uyandırdığını; bunun da hatıra defteri ve mektuplar aracılığıyla sağlandığını söyleyebiliriz.

156 161 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Şükûfe Nihal ve Yakut Kayalar Roman, yazarı eskiye dönmeye mecbur eden bir ney sesi ile başlar. Ney, bilindiği üzere dertlidir ve semavîdir. Bu noktada yazarın ilk işaretini ney sesi ile vermesi, dikkate değerdir ve yaşanan aşka yüklediği kutsiyet bakımından ilginçtir. Đşitilen ney sesi, ince, sihirli bir nefes! olmuş ve yazarın üzerine yığın yığın yüklenen ölü senelerden haberler (s.55) getirmiştir. Sesin kaynağı hemen devam eden satırlarda açıklanır: Sende muhakkak mukaddes bir hatıra saklı! Sen, beni bütün ömrümde füsunlu zinciriyle saran bir ruhtan kopmuş gibisin! Sihirli bir duman gibi kıvrıla kıvrıla ruhuma sarılan ses, sen bir mezardan geliyorsun, anladım. (s. 55). Ve anlarız ki bu ses, kaybedilen sevgiliden gelmektedir: Sisli bahar akşamında kırları, yamaçları leylaklar sararken durgun bir göle dönmüş ruhumu yeniden harekete getiren bu ses, bu acıklı ney sesi, şimdi, toprakların altında upuzun, hareketsiz yatan büyük ruhlu adamın bir hatırasıdır (s. 58). Unutulmuş bir aşkın elemiyle inleyen ney sesi, iki âlem arasındaki rabıtayı sağlamaya çalışır: Senelerden sonra, bir ney sesi hâlinde ruhuma giriyor, kendini hatırlatıyorsun, öyle mi? Sen, evet, bu ses sensin! Sen, artık bir ölüsün. Ve ben yaşıyorum! (s. 56). Bu satırlar, Osman Fahri nin adeta mezarından bile Şükûfe Nihal e tabiat kanalıyla ulaştığına ve ona kendisini hatırlattığına işaret eder. Şükûfe Nihal in yaşadığı vicdan azabının bir sonucu olarak değerlendirebileceğimiz bu ifadelerden sonra, sevgilinin ölümünün Şükûfe Hanım tarafından nasıl açıklandığını, romandan takip edersek, bu yükün ağırlığını tespit etmemiz kolaylaşır: Seneler Kaba, bayağı, ruhsuz, şuursuz seneler Onun ve benim arama girdiniz, aramıza yığın yığın küller yığdınız. Ve siz, kaba, bayağı, ruhsuz, şuursuz insanlar! Ben ondan sizin için ayrıldım. O, sizin yüzünüzden öldü. Onu ben öldürdüm, onu bana siz öldürttünüz. (s. 56). Yine aynı sitemleri şu satırlarla takip ediyoruz. Güneş gene öyle batıyor, leylaklar gene öyle açıyor, bahar, yaz, kış, seneler Hepsi yerinde, hepsi! Ben de O, toprakların altında iken!.. Seni kime feda ettim? Seni, beni et ve kemikten başka hiçbir şey zannetmeyen et ve kemik yığını insanlara mı?.. (s. 56). Şükûfe Hanım bu romanda, evlilik anlayışını özetler ve saydığı unsurlar onun gerçek hayatta aradığını bildiğimiz hususlardır:

157 162 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Okt. Dilek ÇETĐNDAŞ Ancak bir sanatkârla evlenebilirim. Yuvamı kuruyorum: Bir sanatkâr arkadaşım olacak. Renkler, sesler arasında, bütün maddî ihtiraslardan uzak, mütevazı, basit, lakin en zengin sanat zevkleri içinde, başımız dönerek yaşayacağız. Hayatın dertlerini başkalarının göremediği gözlerle göreceğiz. Bu dertleri dünyaya duyurmak için haykıracağız bizim konaklarımız, kâşanelerimiz değil, iki odalı bir yuvamız olacak. Bu iki odalı yuvamızda yaldızlar, ipekler değil, yüksek heyecanlarını ruhumuza aşılayan sanatkârların resimleri, hatıraları, bir tarafta benim piyanom, kemanım, bir köşede onun boyaları, tabloları, bir köşede kitaplarımız, şiirlerimiz ( ) Biz, birbirimizden usanmayacağız. Çünkü birbirimizi çok anlayacağız, çünkü ikimizin de ruhunda bitmeyen bir ibda kudreti, bir heyecan membaı var. Biz birbirimizi bütün hayatta oyalayabileceğiz. Yaşadıkça kalbimiz ilk gün gibi çarpacak. (s ). Bu satırları okuduğumuzda birbirini bulamamış, yanlış zamanlarda karşılaşmış bu iki insan için üzülmemek elde değildir. Osman Fahri de Şi r-i Teselli adlı manzumesinde bu yakınlıktan bahsetmemiş midir? Ah madem ki sen de bir şair Ben de bir şairim, bu kâfidir Her hakikat hayal içinde geçer. Her hayalin nevazişiyle gönül Aşk için muztarib olmasın bülbül. Gece mes ud olur, emîn-i keder. (Kerman 1988: ) Ancak bu iki eş görüş, bir araya gelemeyecektir ve Şükûfe Nihal; aradığı ideal evliliği gerçekleştiremeyecek, hayalini kurduğu sanatkâr eşi bulamayacaktır: Biz, birbirimizin elini tutamadan ayrıldık. Yuvamız kurulmadan bozuldu O, yaşamadan öldü Ben onun ölümünü görmek için yaşadım Đnsanlar, bizi bedbaht etmek için o kadar budala, sersem, kalpsiz yaratılmışlardı. Biri toprağın altında, biri toprağın üstünde, biri hareketli, biri hareketsiz bu iki ölüye yaptıklarını hâlâ da anlayamadılar (s. 65). Bu satırlardan sonra, kavuşmanın neden mümkün olmadığını takip etmeye başlarız. Ölen amcanın son vasiyeti evlilik üzerinedir. Kahramanımızın amcası, oğlu ile genç kızın evlendirilmesini vasiyet etmiştir. Buna şiddetle karşı çıkan ve evlilik idealinin bu olmadığını anlatan roman kahramanı, babasının kalbi tutmasın, annesi bayılmasın, ölen amcanın ruhu şad olsun ve âlem ailesinin dedikodusunu yapmasın diye, dayatılan evliliği mecburen kabullenir.

158 163 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Şükûfe Nihal ve Yakut Kayalar Şükûfe Hanım da, ilk evliliğini rızası dışında yapmıştır. Evlenmesi durumunda tahsil hayatına devam edemeyeceğini düşünerek, bileklerini kesmek suretiyle intihara bile kalkışmış ancak kurtarılmıştır (Öztürkmen 1999: 26). Sonunda babasını kıramayarak evliliğe razı olmuştur. Eğitimli kadın trajedisi burada başlar. Tanzimat ın ilk eserlerinden beri eleştirilen görücü usulü veya rızasız evlilik, o dönem kadınlarının hayatlarında da devam etmektedir ve gerçek ile hayaller çatışmaktadır. Roman kahramanının nişanlısına bakışını anlatan satırlar, aradaki yabancılığın boyutlarını açıklar niteliktedir: Karşıma geçip baygın gözlerle sırıtan bu adam kim oluyor? Benim ruhumla, ruhumun ideal arkadaşı ile baş başa kaldığım odamda bu üçüncü şahsın işi ne? Benim kâinatı aşan hür kanatlarım vardı. Bu, yapısı sade maddeden olan mahlûk karşıma çıktığı gün, ben toprağa zincirlendim. (s. 68). Nişanlının, hassas ruhlu genç kıza bakışı da iki insan arasındaki uçurumu gözler önüne serer ve hayatta farklı yönlere bakan insanların bir arada yaşamasının olanaksızlığını ortaya koyar: Evlenmek ne demek? Kuş tüyü yastıklar içinde beslenecek bir kuş diye gece gündüz nasıl rahat edeceğimi düşünen; narin ellerimdeki mavi izleri kapatmak, boynumu bir Van kedisinin katmerli gerdanına benzetmek için bana kuş sütü içirmenin çaresini düşünen bir adamla bir sofrada yemek yemek mi? (s. 69). Birbirine, sadece sevgi ile değil, hayata romantik bakış ve yalnızlıkla da bağlı olan iki kalbin karşısında aile ve oluşturulacak olan evlilik kurumu vardır. Reddedilen, üzeri örtülmeye çalışılan ve adı konmayan sevgi, bir mektupla itiraf edildiğinde, genç kız; ömrü boyunca hasretini çekeceği bu aşkı yine bir cevap mektubuyla reddedecektir. Muhtemelen bu mektuplaşma Şükûfe Nihal ile Osman Fahri arasında da benzer biçimde gelişmiştir: Babama verdiğim sözden dönmeme imkân yok; arkadaş, kardeş, ne isim verirseniz, veriniz; şunu biliniz ki, dünyada bana en yakın olan insansınız. Sizin dostluğunuz devam ettikçe ben ruh azaplarımı daha hafif duyacağım; ben mesudum, siz de bununla mesut olunuz. (s. 88). Ancak bu reddedişin acısı büyüktür: Onu reddederken, ona ayrılamayacak bir yakınlıkla bağlandım. Ayrılmak, bu mukadder, fakat bu mukadder şey taayyün ettiği gün kâinat temelinden sarsılacak. (s. 88). Romanda üç yıl boyunca devam eden bir nişanlılık döneminden söz ediliyor. Bu nişanlı ile evlenmeyen bir genç kız görüyoruz. Şükûfe Nihal in evliliği de yaklaşık üç yıl devam eder. Bu da bir bağlantı sayıla-

159 164 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Okt. Dilek ÇETĐNDAŞ bilir. Genç kız, istemediği nişanlıdan ayrılma kararı almış ve sevgilisine dönmeye niyetlenmiştir. Ancak bunun için bir süre ikisinin de uzak kalmaya dayanmaları gerekmektedir. Bunu mektupla belirtir, ondan biraz zaman ister. Yazdığı mektupta cemiyetin, ailenin, içtimai mevkiin bana tahmil ettiği mecburiyeti düşününüz. Her şeyi bana bırakınız, dünyada bana en yakın adam olduğunuzu tekrara lüzum var mı? Mektup yazınız, cevap veririm (s. 92) satırları geçiyor. Şükûfe Hanım, Osman Fahri ye böyle bir söz vermiş midir, bunu elimizde hiçbir vesika olmadığı için bilemeyiz; ancak genç şairin, ölümüne kadar Şükûfe Hanım ile mektuplaştığını ve bu mektuplar dolayısıyla git gide daha farklı ruh hâllerine büründüğünü, âdeta şaşkınlık içinde kaldığını Zeynep Kerman eserinin giriş bölümünde anlatmaktadır. Romandaki genç kızın, her şeyi yoluna koyduktan sonra, sevdiği insana gideceği kararı göz önüne alınırsa, Şükûfe Hanım ın da buna benzer bir niyetinin olduğunu düşünebiliriz. Nihayetinde Şükûfe Hanım, Mithat Sadullah Sander den boşanır. Fakat bu boşanma Osman Fahri nin ölümünden sonra gerçekleşir. Şükûfe Hanım, evlilik hâlinin devam sorunu yaratacağı düşüncesiyle Darülfünûn a kayıt yaptıramamış ve bu durumu, mahkemeye, boşanma sebebi olarak göstermiştir. Boşandıktan sonra üniversiteye kaydını yaptırmıştır. Romandaki genç kız, birleşme sözü verdiği sevgilisine, mektuplaşmak için farklı bir adres vermiştir. Oysa delikanlı, olayı çabuklaştırmak ve aileyi haberdar etmek için, genç kızı zor duruma düşürme pahasına, yine eve mektup göndermiş ve durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ailesine karşı mahcup duruma düşen kahraman, bunun üzerine sevgilisine derin bir kin duymaya başlar: Anlamayanların yanında benim yüzümü kızartmaya sebep olan adam, kim olursa olsun, benden, ebediyen uzak kalmaya mahkûmdur. (s. 93). Ancak genç kız, nefreti kadar büyük bir sevgiyi taşımaya da devam eder. Takip eden satırlarda şunları söyler: Ne aşk kine mâni olabildi, ne de kin aşka!.. Ona aynı zamanda, aynı parçalayıcı kuvvetle aşk ve kin duydum. Bu iki hain kuvvetin birisi biraz galip gelseydi belki ben de mesut olacaktım. Belki o da Böyle olmadı!... (s. 93). Yaşanan olayın ardından, sevgisini kalbine gömen genç kız, inanılmaz bir hırs ve kızgınlık ile sevdiği insandan uzak durur. Yazdığı mektuplara cevap vermez, onunla ilgili her habere kayıtsız kalır. Bir gün sevgiliden bir mektup alır ve oradaki satırlar, genç adamın dimağında bazı yaralar açıldığının da işaretidir: Bir kadın, isterse bütün erkekleri mahvedebilir. Sen, dünyanın bu en fena kadınlarından olmak istiyor musun? Bunu zannetmiyorum.

160 165 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Şükûfe Nihal ve Yakut Kayalar Sana bağladıkları adamla yaşayamayacaksın. Onu mesut edemeyeceksin! Beni bir el darbesiyle dünyanın öbür ucuna fırlattın. Bu hareketin doğruluğuna senin de inandığın yok. Emrettiğin dakika yanındayım. (s. 97). Genç adamın hayatının uçurum kenarına geldiğini bu mektupta hissetmesine ve onun yokluğuna boğula boğula, tıkana tıkana ( s. 97) ağlamasına rağmen ona cevap vermeyecektir. On altı yaşında yaşanan bu aşkın, Şükûfe Nihal biyografisiyle örtüştüğü muhakkaktır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde yazar, Osman Fahri yi unutamamasının nedenini romanında şu şekilde açıklar: O, benim için ideal bir insandı. Bütün eksik yaratılmışların arasında, o, kafası, kalbi, duyguları, sanatı, mantığı, ilmi, güzelliği ve gururu ile tam bir insandı! Benim aşktan ziyade, duyuşuna, düşünüşüne, inceliğine itimat edilir bir insanın yakınında bulunmak ihtiyacım vardı. Đnsanlar bunu anlasaydılar (s. 98). Romanın sonuna doğru, Osman Fahri nin dramının anlatılıyor oluşu daha kolay anlaşılır. Genç kız, uzaklara giden sevgiliden, başkaları aracılığıyla haber alır: Bir gün, bana çok fena bir haber getirdiler: O, uzaklarda, intihar etmiş! Ölmemiş, fakat dimağdaki asap bozulmuş, bir cinnet buhranı içindeymiş! Bunu bana anlatanların yüzüne gözlerimi kırpmadan baktım. Kalbimin kapıları, her duyguya kapalıydı. Bir yabancının felaketinden bahsolunuyor gibi dinledim. Bir zaman sonra, onu tedavi için Đstanbul a getirmişler diye duydum. Đstanbul ona beni hatırlatmış, diyorlar ki, dağınık, karışık hafızasının arasında ben bütün vuzuhumla kalmışım. Nerede diye sormuş, aramış. Söylemişler. Şimdi beni götürün diye tutturmuş. Gece yarısı kar, soğuk Sabahı bekle demişler, götürürüz seni, yahut rica ederiz, gelir. Fakat o, sabaha, adımı haykırarak, büsbütün muvazenesini kaybederek çıkmış (s. 103). Nihayet bir gün ölüm haberi ulaşır: Bir gün, hepsinden daha fena ve en son haber geldi. Öldü! Seni bekleyerek, seni söyleyerek, öldü Gözlerimden iki damla yaş döküldü. Hepsi o kadar (s. 103). Bu ölümün üzerinden dört yıl geçtikten sonra genç kız şunları söyler ve kanaatimizce bu idrak, Şükûfe Hanım ın da hayatını değiştiren düşüncedir. Daha dün, hiç kimseye hesap vermeye mecbur olmadan onun elini tutabilir, onunla baş başa kalabilir, belki onu hayata iade edebilirdim. Ben bunu yapamadım! Bir kadın isterse bütün er-

161 166 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Okt. Dilek ÇETĐNDAŞ kekleri harap edebilir. Titriyorum: Bu cümle doğru mu? (s. 105). Romanın sonunda genç kız, sevgilisinin öldüğü hastaneye kaçar ve orada gönüllü hemşireliğe karar verir. Sesine ses gelmeyenlerin yardımına koşacak ve böylece vicdanını da rahatlatacaktır. Ben şimdi ağlıyorum. Haykırarak, saçlarımı yolarak, başımı duvarlara çarparak, katılarak ağlıyorum! Kapıdan henüz çıkan bir tabutun arkasından yolunur gibi Ben şimdi bir hastane köşesindeyim. Evimden kaçtım, insanlardan kaçtım, manasız hayat gürültülerinden kaçtım. Burası onun eşsiz, kardeşsiz, kimsesiz kaldığı yer Burası, onun dudaklarında benim adımın son ses olduğu yer Burası onun gözlerinden son damla yaşı bir dost elinin silmediği yer Burası, onun yirmi dokuz yaşında öldüğü yer (s. 58). Artık hayat renkli değildir ve kayalıklar sadece taştan ibaret kalmıştır. Bir zaman önce onunla gezerken renklerine hayran olduğu yakut kayalar artık yoktur. Hayatın tadı kaçmıştır. Şükûfe Nihal de Osman Fahri nin acısını yıllar sonra, hatta iş işten geçtikten sonra hissettiğini romanın başında itiraf eder. Kıymeti geç anlaşılan bu sevgiliye hakkı, çok sonradan teslim edilecektir: Ben yaşamadım. Senden sonra beni toprağın üstünde bırakan bu beş sene içinde, ben, budalalaşmış bir ruhtan başka bir şey değildim. Đnsanlar beni gasp ettiler. Đnsanlar, beni senden ayırdıkları gibi, kendimden, kendi ruhumdan, kendi duygularımdan da ayırdılar ve sonra, kendilerine de yaklaştıramadılar. Artık ne sen, ne ben, ne de onlar var Yazık oldu!.. (s. 57). Bu geri dönüş, Şükûfe Hanım ın Osman Fahri nin yaşadığı yer olan Elazığ a gitmesi ile yakından ilişkili gibi görünür. Tanıklar, Şükûfe Hanım ın Osman Fahri nin evinde çok müteessir olduğunu, saçından kestiği bir parçayı evin bahçesine gömdürdüğünü anlatmışlardır. Ve Elazığ dönüşü artık başka bir Şükûfe Nihal den bahsetmek mümkün olmuştur. Romanda dört yılın sonundaki duygu sağalımı da bu kronolojik muhasebeye uygundur. Bunun dışında romanda, erkek kahramanın tasvirine yer verilir. Bu tasvir, kaynaklarda gösterilen Osman Fahri fotoğrafı ile de benzerlik göstermektedir. O, esmere yakın kumral Dalgalı güzel saçları, yuvarlak başı, ateşli, koyu gözleri, uzun boyu ile eski bir Romalı şairi andırıyor. (s. 65). Nitekim Osman Fahri nin arkadaşı Mehmet Mevlüt de Şükûfe Hanım a evrakı teslim ederken yazdığı mektupta, genç şairin bir uyku anına ilişkin portreyi sunar:

162 167 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Şükûfe Nihal ve Yakut Kayalar Fahri nin yüzündeki şiir ve masumiyet bütün bu menâzır-ı tabiiyenin çok fevkine çıkmıştı. Yuvarlak bir çehrenin üzerindeki ağız, burun, kaş ve kapanık gözler öyle bir mecmua-i şiir teşkil etmişti ki, kâinatın nâ-mütenahî güzelliği bile bu nuraniyet ve safiyete hayran kalmıştır denilebilir. (Kerman 1988: 16). Eserdeki mekân tasviri, Şükûfe Nihal in çocukluk çağına ve hatıratına dair önemli ipuçları vermektedir. Yazar tüm çocukluğunu Bebek semtinde, iki katlı beyaz bir evde geçirdiğini anlatmaktadır romanda. Nazlı büyütüldüğünü, mektebe verilmediğini ve özel eğitim aldığını söyler ki bu satırlar da yazarın biyografisi ile paralellik gösterir. Zaten Osman Fahri den de aruz dersleri aldığı bilinmektedir. Odasının hayatının en mesut köşesi olduğunu anlatan Şükûfe Hanım, pirinçten mini mini bir karyolaya, küçük akaju yazıhaneye, gardıroba, mavi perdelere, mavi lambalara, şezlonga, dikiş makinesine ve kemana sahiptir. Odasında Đstanbul da çıkan bütün edebî gazeteler, albümler ve dergiler bulunmaktadır. Ruhunda engin bir heyecan dalgası ile sanatın hangi sahasına başvuracağını bilememenin şaşkınlığı ve hırsı olan genç kız, yazarın hayatıyla koşut kabul edilmelidir. Henüz on üç yaşında bir çocukken gazetede kadın haklarını ve eğitim hakkını savunan Şükûfe Hanım, küçük yaştan itibaren sanatla iç içedir. Zaten, Yakut Kayalar, müzik, resim ve şiirin iç içe geçtiği bir romandır. Müzik adeta hayatın her anına tanıklık etmektedir. Osman Fahri ölümünden beş yıl sonra bir ney sesi ile hatırlanmaktadır. Şükûfe Nihal, yaklaşık beş yaşında iken bir keman sesinin tesiriyle sanattan haz almaya başladığını söylemektedir. Yedi yaşında iken bahçede dinlediği bir müzikten etkilenerek babasının dizlerine başını dayayıp ağlamış, ancak onun ruhundaki sarsıntıyı anlamayarak ona lokum vermişlerdir. Bu durumu da Ben ruhumla yalnız kalmıştım, bütün hayatımda olduğu gibi (s. 59) cümlesiyle anlatacaktır. Romanda Şükûfe Hanım ın karakter özelliklerine de rastlamaktayız. Roman kahramanı olan genç kız, -artık biliyoruz ki Şükûfe Nihalgören, anlayan biri olarak yalnızdır ve muhiti bomboştur. Boyasız yüzü, özentisiz kıyafeti, saçı ile çevresindeki diğer yaşıtlarından farklıdır. Çünkü onlar, hülyalarını sarı yaldızlı, pembe atlaslı bir gelin odasının içinde, tellerini takarak, duvaklarını örterek bir kukla olacakları güne bağlamış taş bebekler dir (s. 62) ve yazarımız onlarla arkadaş olamamaktadır. Romanın erkek kahramanı da ki Osman Fahri- Şükûfe Hanım gibi, kalabalık içinde yalnızdır. Onların ruh arkadaşlıkları da bunu fark etmeleri ile yani bir dilencinin ıstırabına ortak olmakla ortaya çıkar ilk kez. Etrafta bulunan pek çok insanın dikkatini çekmeyen bu mevzu, roman kahramanları için bir hayatın acılarını paylaşmak, bir dertlinin derdini dinlemek olarak kabul edilir ve bu farklılık, onların hayatındaki trajediyi de ortaya koyar: Birbirimize kelime söylemeden anladık ki, o, ben, bizi bı-

163 168 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Okt. Dilek ÇETĐNDAŞ rakıp güle oynaya uzaklaşan insanlardan başka ruhlarız. O insanlar ki, aralarında nişanlım da var. (s. 57). Tüm bunlar sonucunda, Şükûfe Nihal in bu eserinde, hayatının baştan yaptığı yanlışla zedelenişi anlatılmaktadır, diyebiliriz. Ömrü boyunca ruh arkadaşlığı olarak gördüğü bir evlilik arayışında olan, çevresinde çok fazla hayranı olmasına rağmen hep iç yalnızlığı yaşayan, ömrünün sonunda, bir huzurevinde evini ve kitaplarını sayıklayarak ölümü bekleyen Şükûfe Nihal; bunalımlı günlerinde, kendisini çok seven Osman Fahri nin aşkına geri dönmüş, hayata romantik bakışı nedeniyle bu aşkı idealleştirmiştir. Hayatının sonlarına doğru kimseyle konuşmamış ve hayata küsmüş, yalnızca, ilk gençlik çağının unutulmayan aşkıyla hayali bir dünyada buluşmuş, hayatına sadece onu almıştır. Evli bir kadının yaşadığı gönül macerası, sosyal hayatta hoş karşılanabilecek bir durum değildir. Ancak, istemediği bir evlilik hayatı geçirmesine rağmen Şükûfe Nihal in direnci, eşinden ayrılana kadar Osman Fahri nin hayatıyla ilgilenmeyişi bu durumu hafifletir görünmektedir. Hatta belki de mükemmellik arayışı, bu aşkı değerli kılmıştır. Çünkü Osman Fahri ölmüştür ve asla geri dönmeyecektir. Kavga edemeyecek, kalp kıramayacak, yaşlanmayacak, hep öldüğü hâl üzere kalacak ve sevecektir. Bunun için idealdir, bunun için onca şiirin kahramanıdır Belki de bunun için Yakut Kayalar kaleme alınmıştır Bir itirafın, iç dökmenin, vesikaları çoktan kaybolmuş bir aşkın romanı olan Yakut Kayalar, Şükûfe Nihal in tüm eserleri gibi biyografik okumaya uygundur. Özellikle de geride hayatı hakkında çok şey bırakmamış şair ve yazarlar için biyografik eserler hayatî önem taşımaktadır. Yaşadığı dönem ve koşullar itibariyle çok önemli bir isim olmasına rağmen unutulmasında, hakkındaki belgelerin yetersizliğinin etkisi olan Şükûfe Nihal in gereğince tanınmasında, onun eserlerinin biyografik okuma ile tetkikinin çok ciddi katkılar yapacağı inancındayız. KAYNAKÇA ALTINDAL, Meral (1994), Osmanlıda Kadın, Altın Kitabevi, Đstanbul. ARGUNŞAH, Hülya (2002), Şükûfe Nihal, Akçağ Yayınları, Ankara. AYDA, Adile (1984), Böyle Đdiler Yaşarken, Ankara. ÇAHA, Ömer (1996), Sivil Kadın, Vadi Yayınları, Konya. ÇAKIR, Serpil (1994), Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, Đstanbul. DEMĐRDĐREK, Aynur (1993), Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, Đmge Yayınları, Ankara. GÜRBĐLEK, Nurdan (2007), Kör Ayna/Kayıp Şark, Metis Yayınları, Đstanbul.

164 169 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Şükûfe Nihal ve Yakut Kayalar IRZIK, Sibel-PARLA, Jale (2004), Kadınlar Dile Düşünce, Đletişim Yayınları, Đstanbul. IŞIK, Đhsan (2004), Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ankara. ĐNAL, Mahmut Kemal (2002), Son Asır Türk Şairleri, C. IV, (hzl. Đbrahim Başbuğ), AKM, Ankara. KARACA, Nesrin Tağızade (2006), Edebiyatımızın Kadın Kalemleri, Vadi Yayınları, Ankara. KERMAN, Zeynep (1988), Osman Fahri, Kültür Bakanlığı, Ankara. KURAN, Ercüment (1997), Türk Çağdaşlaşması, Akçağ, Ankara. KURNAZ, Şefika (1996), II. Meşrutiyet Döneminde Türk Kadını, MEB, Đstanbul. KÜR, Đsmet (1995), Yarısı Roman, YKY, Đstanbul. MUTLU, Suna Özlem (2006), 1923 Öncesi Dönemde Türk Kadını, Edebiyatımızın Kadın Kalemleri, (hzl. Nesrin Tağızade Karaca), Vadi Yayınları, Ankara. ÖZTÜRKMEN, Neriman Malkoç (1999), Edibeler, Sefireler, Hanımefendiler, Đstanbul. REĐS, Huriye (1995), Âdem in Bilmediği, Havva nın Gör Dediği, Dörtbay Yayınları, Ankara. SOYUER, Halil (2000), Aşklarında Yaşayan Đki Şair, Bilge, S. 26 -Güz, s Tanzimat tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, II. C. (2001), YKY, Đstanbul. YAZAR, Mehmet Behçet (1999), Edebiyatçılar Âlemi, Yirmi Birinci Yüzyıl Yayınları, Ankara. ZĐHNĐOĞLU, Yaprak (2008), Şükûfe Nihal, Bütün Eserleri 2, Romanlar, Đstanbul.

165 YERLE ĐLGĐLĐ BAZI ATASÖZLERĐ VE DEYĐMLERĐN MĐTOLOJĐK BAĞLANTISI Doç. Dr. Faruk ÇOLAK ÖZ: Bilindiği üzere Türkçede yer ile ilgili deyim ve atasözleri oldukça yaygın bir kullanışa sahiptir. Bu anlatı kalıpları yaygınlığının yanı sıra, olumsuz anlamlar taşımaları açısından ilgi çekicidirler. Söz konusu bu anlatı kalıplarındaki olumsuz anlamlandırmanın rastgele olmadığı, dahası mitolojideki yer iyelerine bağlı bazı kalıntılar olduğu kanaatindeyiz. Bundan dolayıdır ki; bu makalede yer ile ilgili deyim ve atasözlerinin mitoloji ile bağlantısı ele alınmaktadır. Anahtar Kelimeler: Atasözü, deyim, mitoloji, yer, yeraltı, yer iyesi, Erlik, Şamanizm. The Mitological Relationship of Some Idioms and Proverbs with Place Names/Ground ABSTRACT: It is known that proverbs and idioms which are related to ground have well-known usage. This narrative forms are interesting since they have negative senses besides being well-known. We have the opinion that this narrative forms are not coincidence in negative interpretation and are residues related to ground possessors in mythology. In this the relation between mythology and proverbs and idioms related to are discussed. Key Words: Proverb, idiom, mythology, ground, underground, ground possessor, Erlik, Shamanism. Giriş Mitler, Tanrılar, yarı Tanrılar ve evrenin yaratılışına ışık tutan metinlerdir. Mitin bağlamının ne olduğu konusunda Mit bağlamı davranış kalıpları, ritüel ve normal durumlarda kullanımıyla onaylanmıştır. ( ) Ritüel, hayatın ve zamanın başlangıcındaki yaratılış olaylarını ve bugünkü [şekillerini] sürekli tekrar eder. Gündelik hayattan uzaklaşmış gerçekleri almıştır. (Honko 2003: 102, 103) şeklinde açıklayan Honko, mitlerin günlük hayatta farkına varılmadan kullanılmaya devam ettiğine işaret Niğde Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. farukcolak@hotmail.com

166 172 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Faruk ÇOLAK eder. Mitlerin gündelik hayattaki kullanımları konusunda Bazı mitsel davranışlar hâlâ gözlerimizin önünde varlıklarını sürdürürler. Burada arkaik bir anlayışın kalıntıları değildir söz konusu olan. Ne var ki mitsel düşüncenin bazı özellik ve işlevleri insanın bir parçasını oluştururlar. (Eliade 1993: 167) fikirlerini ileri süren Eliade, mitsel unsurun gündelik hayatın bir parçası olduğuna ve küçük parçacıklar hâlinde yaşamaya devam ettiğine vurgu yapar. Bu küçük parçacıkların hangi anlatım kalıbı, inanç veya gündelik yaşam kırıntısında olduğu konusunda belirli bir bilgi birikiminin olduğu ve bu bilgi birikiminin her geçen gün arttığını belirtmekte fayda görmekteyiz. Đnsan hayatında anlatma söz konusu olunca vazgeçilmezimizin atasözleri ve deyimler olduğu herkesin malumudur. Her insan bilinçli veya bilinçsiz sahip olduğu kültürün kalıp anlatmalarına müracaat etmeden doyurucu bir anlatım yapamaz. Đşte bu noktada atasözleri ve deyimlerin sahip olduğu anlam yoğunluğu veya yaptırdığı çağrışımlar, önemli roller üstlenmektedir. Kalıplaşmış olmaları itibariyle de pek çoğunun temelinde birtakım yaşanmış olayların olduğunu düşündüğümüz atasözleri ve deyimler; ait oldukları toplumların inanç, kültür, tarih ve medeniyet miraslarının izlerini yansıtırlar. Bu anlatım kalıpları kendisini var eden bu unsurların izlerini doğrudan veya dolaylı olarak devam ettirirler. Bu izler bazen açık bazen de kapalı olarak karşımıza çıkar. Đnan, Darısı başımıza! temenni veya duasının köklerinin Şamanizm panteonundaki tanrılara yapılan saçı merasimi ile sıkı bağı olduğunu (Đnan 1987: 191) belirterek söz konusu izlerin hayatımızın herhangi bir yerinde karşımıza çıkabileceğini ve bu izlerin anlatım kalıplarındaki varlığını ortaya koymaktadır. Yerle ilgili anlatım kalıpları Türkçenin yerle ilgili anlatım kalıpları, sayı olarak, oldukça fazladır. Yerle ilgili bu anlatım kalıpları arasında Yerin dibine girmek (Vasfi 1985:252), Yerin dibine geçmek 1 (Eyüboğlu 1975b: 426; Aksoy 1984b: 943; Vasfi 1985: 252; Parlatır 2008b: 915), Yerlere geçmek 2 (Parlatır 2008b: 918), Yere batmak (Aksoy 1984b: 943), Yer yarılsa içine gireceği gelmek 3 (Aksoy 1984b: 943; Parlatır 2008b: 918), Yer yarılıp da içine girmek (Gökçeoğlu 1997: 413), Yer yarıldı yere geçmek (Parlatır-Çetin 2005: 348), Yer ayrılmış yere geçmiş (Eyüboğlu 1975a: 243), Yerin kulağı olmak (Eyüboğlu 1975b: 426; Parlatır 2008b: 917), Yer Bu deyim Yaptığı hatadan dolayı çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamamak (Parlatır 2008b: 915) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Çok utanıp sıkılmak veya kahrolmak, mahcup olmak (Parlatır 2008b: 918) anlamında kullanılmaktadır. Bu atasözü Yaptığı hatadan dolayı çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamamak (Parlatır 2008b: 915) anlamında kullanılmaktadır.

167 173 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yerle Đlgili Bazı Atasözleri ve Deyimler... demir gök bakır olmak/ Yer bakır gök demir olmak 4 (Parlatır-Çetin 2005: 348; Parlatır 2008b: 912) ile aynı anlamdaki Yer demir gök bakır kesilmek 5 (Parlatır 2008b: 912), Yeri göğü ben yarattım demek 6 (Parlatır 2008b: 914), Yeri göğü birbirine katmak 7 (Parlatır 2008b: 914), Yer yerinden oynamak 8 (Parlatır 2008b: 918), Yeri göğü inletmek 9 (Parlatır 2008b: 914), Yeri göğü tırmalamak 10 (Parlatır 2008b: 914), Yeri göğü tutmak 11 (Parlatır 2008b: 914), Yeri öpmek 12 (Parlatır 2008b: 917), Yer öpmek 13 (Parlatır 2008b: 918), Yere bakmak yürek yakmak 14 (Parlatır 2008b: 901), Yerin kulağı olmak (Parlatır-Çetin 2005: 348; Aksoy 1984a: 383; Eyüboğlu 1975a: 243), Yer pek girilmez, gök yüksek çıkılmaz olmak (Parlatır-Çetin 2005: 348), Yerin üstü de bir altı da bir olmak (Parlatır-Çetin 2005: 348) deyimleriyle Yerdeki yüze basılmaz / Yerdeki yüze kimse basmaz / Yerdeki yüzü kimse çiğnemez? 15 (Parlatır- Çetin 2005: 348; Parlatır 2008: 554; Eyüboğlu 1975a: 243), Yere bakan (ar) yürek yakan(ar) 16 (Parlatır-Çetin 2005: 348; Parlatır 2008a: 554), Yer damar damar, insan soy soy/ Đnsan soy soy (insan çeşit çeşit), yer damar damar 17 (Parlatır 2008a: 320, 554), Yerde yatan yumurta, gökte Bu deyim Verimsiz çorak ve sıcak bir yer; hiçbir yardım ve umut yok, şartlar ağır ve imkânlar kısıtlı (Parlatır 2008b: 912) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Elde avuçta hiçbir şey kalmamak, bitmek, tükenmek, yokluk içine düşmek (Parlatır 2008b: 912) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Aşırı derecede büyüklenmek, gurur yapmak, büyüklük taslamak (Parlatır 2008b: 914) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Etrafı velveleye vermek, çok telaşlanmak ve ortalığı dağıtmak (Parlatır 2008b: 914) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Bir işi çok gürültülü yapmak, yaşanılan bir olay çevrede büyük heyecan yaratmak. (Parlatır 2008b: 918) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Yüksek sesle feryat etmek, olanca gücüyle bağırıp çağırmak. (Parlatır 2008b: 914) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Çok sancı çekmek, ağrı ve sancıdan yerlerde sürünmek. (Parlatır 2008b: 914) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Her tarafı ele geçirmek ve denetim altında bulundurmak; her tarafı kaplamak (Parlatır 2008b: 914) anlamında kullanılmaktadır. Alay etmek maksadıyla kullanılan bu deyim Yere boylu boyunca düşmek, yere serilmek (Parlatır 2008b: 917) anlamındadır. Bu deyim Önemli bir kimsenin veya bir büyüğün önünde eğilmek, temanna etmek (Parlatır 2008b: 918) anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Sakin, sessiz, uysal ve uslu görünmesine karşılık sinsice kötülük yapan (Parlatır 2008b: 913) anlamında kullanılmaktadır. Bu atasözü Alçak gönüllü ve hoşgörülü olanları kimse aşağılamaz veya ezmez. Herkes onları korur (Parlatır 2008: 554) anlamında kullanılmaktadır. Bu atasözü Đnsanın yere bakanı içten pazarlıklı olur ve karşısındaki kimse hakkında iyi düşünmez (Parlatır 2008a: 554) anlamında kullanılmaktadır. Bu atasözü Đnsan soyunun değişik özellik ve karaktere sahip olması nasıl doğal ise toprağın da rengi ve niteliği farklıdır. Her iki unsur da yani insan ır-

168 174 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Faruk ÇOLAK uçan kuş olur/ Yerdiğin oğlan (küçük) yer tutar 18 (Parlatır 2008a: 554) atasözleri yer almaktadır. Anlatım kalıpları ve mitoloji Türkçedeki anlatım kalıplarından bazılarının mitolojik bağlantısı olduğu aşikârdır. Bu bağlantıya Bahaeddin Ögel, gözü kanlı deyimini açıklarken bize göre Türkçe karanlık deyimleri, yine Anadolu Türkçesi açıklayabilir. (Ögel 1989: 136) diyerek deyimlerdeki anlam kalıplaşmalarının beslendiği kaynakların eskiliğine; Đnan ise, Darısı başımıza! temenni veya duasının kökeninin Şamanizm de olduğunu (Đnan 1987: 191) belirterek konunun önemine vurgu yaparlar. Biz de bir yazımızda bu anlatım kalıplarından Gök keçinin püsküllü oğlağı olmak deyiminin mitolojik bağlantısına temas etmiştik 19. Bahse konu olan çalışmalardan da anlaşılmaktadır ki; anlatım kalıpları yaygın formlarını alırlarken mitolojik olgulardan beslenmektedirler. Bir başka ifadeyle bazı anlatım kalıplarının anlamları ile mitolojik olaylar arasında doğrudan bir ilişki vardır. Buradaki vardır veya yoktur farkı bakış açısından kaynaklanmaktadır. Yapılması gereken anlatım kalıplarına bu dikkatle de bakılması gerekliliğidir. Yerle ilgili mitolojik veriler Yaratılış mitlerinin en öncelikli problemlerinden olan ilk suç ve ilk ceza kişioğlunun mutlak bir düzen (kozmos) tesis etme ve bu düzen e tabi olma dürtü ya da arzusunu ortaya koyma düşüncesinden kaynaklanmaktadır (Aça 2004: 15, 16). Bu dürtü zamanla suçlu olduğu kabul edilen bazı varlıkların doğmasına sebep olmuştur. Bilindiği üzere Türk mitolojisinde Erlik olarak adlandırılan varlık da bu mantık silsilesinin sonucu olarak yaratılmıştır. Bu minvalde Erlik in Tanrı 20 ile olan ilişkisi ise muhalif hareketler çerçevesinde şekillenmiş, netice itibariyle bu muhalif hareketler onun huzurdan kovulmasına sebep olmuştur. Bu durum, yaratılışla ilgili anlatılarda şu şekilde verilir. Ülgen hikmetli kitap olan nom yardımıyla ilk insanı yaratmaya başlamış. Altın fincan içine gök çiçek (kök çiçek) koymuş. Büyük kardeşi Erlik bu çiçeğin parçasını çalmış ve o da bir insan yaratmış kının farklılığıyla toprağın niteliğinin farklılığı ayrı bir değer taşır (Parlatır 2008a: 320, 554) anlamında kullanılmaktadır. Bu atasözü Küçükken beğenmediğiniz, kendisinde yetenek görmediğiniz bir çocuğun zamanla bilgisi, görgüsü artar; toplumda önemli bir yeri ve değeri olur (Parlatır 2008a: 554) anlamında kullanılmaktadır. Đlgili makale için bk. (Çolak 2008: ). Burada Tanrı, Ülgen anlamında kullanılmıştır. Ülgen ise yaratılışı gerçekleştiren varlıktır.

169 175 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yerle Đlgili Bazı Atasözleri ve Deyimler... Ülgen kardeşine öfkelenmiş ve Senin yarattığın halk kara kayış kuşaklı kara kavim olsun! diyerek bunu lanetlemiş. Sonra: Benim yarattığım ak kavim güneşin doğduğu, senin yarattığın kara kavim ise güneşin battığı yere gitsin. demiş. Erlik in dumansız barut ile doldurulan bir tüfeği varmış. Her gece yeraltı dünyasından çıkıp onları vurur, canlarını ise alıp götürürmüş. Daha sonra güzel kızları aşçı (kazancı) delikanlıları ise seyis (ködöçi) yaparmış. Ülgen saraydaki halkın azlığını fark etmiş. O zaman Erlik in barutluğunu kimse görmeden başka bir barut ile doldurmuş. Erlik gece tüfeğini ateşlemiş. Kulakları sağır eden bir ses meydana gelmiş. Erlik korkusundan tüfeği atıp yeraltı âlemine kaçmış. O gün bu gündür Erlik, yeryüzüne çıkmaz olmuş. O şimdi canlar avlamak için elçilerini göndermektedir. (Anohin 2006: 20, 21). Erlik in yeraltına bu seyahati orada kalıcı olmuş ve bu durum Altaylılarda gerçek yer (çın yer) ve alt dünyanın (altıngı oroon) (Anohin 2006: 19) ayrılması anlayışını ortaya çıkarmıştır. Sonsuz karanlığın hâkim olduğu bu alt dünya için uzak, ırak yer anlamına gelen (alıs yer) (Anohin 2006: 19) ifadesini de bu düşüncenin karşılığı olarak kullanmışlardır. Erlik bu yeraltı diyarında kara çamurdan yapılmış sarayda, diğer versiyonlara göre de duvarlarla çevrili kara demirden yapılmış sarayda yaşamaktadır. (Anohin 2006: 5). Erlik bu sarayda hayatını sürdürürken, dünyadaki insanları yanına çekmeye çalışır ve yanına çektiklerini diğer insanların canını alma işinde görevlendirir. Altay Şamanlığına göre; insanlar ve hayvanlar için en ağır ve salgın hastalıklar ile korkunç felaketler Erlik in adıyla bağdaştırılır. O, insanı kendisine kurban kesmesi için zorlamak amacıyla bu hastalıkları gönderir. Eğer insan onun arzusunu yerine getirmezse, kurban sunmaz ise Erlik onu ölümle cezalandırır. Sonra onun canını yanına alıp (ölöttön tın algan) yeraltı âlemine götürür (altıngı oroon) ve kendisinin hâkim olduğu bir mahkemede yargıladıktan sonra onu kendine uşak, hizmetkâr yapar (Anohin 2006: 3-4). Đnsanların yeraltına götürülmesi, orada Erlik in kurallarına göre yargılanması, ceza olarak da sonsuza kadar Erlik in hizmetine girmesi insandaki kötü yönle ilişkilidir. Bu kötü yön her zaman Erlik in karakteriyle bağdaştırılmış, kötüler ve kurban vermeyenler yeraltına layık görülmüştür. Katanov, bu dünyaya geçiş yolunu yer yüzeyindeki herhangi bir çukur, delik veya çatlak olarak vermiş (Katanov 2000: 241) ve yeraltında

170 176 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Faruk ÇOLAK üzerinde yaşadığımız bu dünyadakine benzer bir hayat ve düzen olduğuyla ilgili metinler (Katanov 2000: 272) yayınlamıştır. Bazı halk masallarındaki yeraltına geçiş için kullanılan kuyu, çukur, delik veya çatlaklar bu durumla ilgili olmalıdır. Đnsan muhayyilesi beslendiği inanç yapısının tesiriyle oluşturduğu kahramanlar ordusuna sahiptir. Bu kahramanlar da ait oldukları dünyalarda yaşamlarına devam etmektedirler. Şaman davulunda yeraltı dünyasının ayrıntılı olarak tasvir edilmesi (Katanov 2000: 198) bu tezin güzel bir açıklayıcısı olabilir. Türk mitolojisinde yeraltı, kötü körmöslerin merkezi (Anohin 2006: 30) dir. Şeytanlar ve kötü ruhlar hep yeraltından çıkarlar. Bu eski Türk inanışının gereğidir. (Ögel 1989: 540). Bu özelliğinden dolayı da kara tösler (kara körmös) Erlikle aynı sınıfa (Anohin 2006: 3-8) konulmuştur. Türk düşüncesinde toprağın/ yerin kara olması da bu sebepten olsa gerektir. Mitolojiyle ilgili yukarıda verilen bilgiler değerlendirildiğinde görülecektir ki; Türk düşüncesi ikili dünya anlayışına sahiptir. Bu durum yukarıda da temas edildiği üzere; Altaylılarda daha somut olarak karşımıza çıkmaktadır. Onların gerçek yerle (çın yer) ve alt dünya (altıngı oroon) (Anohin 2006: 19) anlayışları bu durumun sonucudur. Bu dünyalardan ilki gerçek yerdir ve bu gerçek yerde iyiler, yani Ülgen tarafında olanlar yaşar. Yeraltında ise bu dünyada iyi olma özelliğini kaybetmiş, kötü olmuş, günaha girmiş varlıklar yer almaktadır. Yerle ilgili deyimler de tam bu noktada varlığını hissettirmektedir. Söz konusu anlatım kalıplarının söylenişi/ kullanılışı esnasındaki psikoloji de göz önüne alındığında iyiliğin kaybolması, kötü konumda olma veya günaha girme durumlarının ortaya çıktığı görülecektir. Bu durum da kötünün yeraltına gitmesi gerektiği fikrini doğuracaktır. Yerle ilgili anlatım kalıplarımızdaki olumsuz durum da bu algılayıştan kaynaklanmaktadır. Bir başka ifade ile kötü her zaman yeraltına girmek zorundadır. Yerle ilgili anlatım kalıpları ve mitoloji Yukarıda aktardığımız anlatım kalıplarının tamamı olmasa da büyük çoğunluğunun temelinde mitolojik olayların, anlatıların veya inançların izleri vardır. Yerle ilgili bu deyimleri tek tek ele almadan önce şunu belirtmek gerekir ki, bu deyimlerin çoğunluğunda olumsuz bir anlam veya durum yer almaktadır. Söz konusu deyimlerdeki olumsuz çağrışımlar, yerle ilgili mitolojik anlatmaların yaşayan tesirleri olarak kabul edilmelidir. Yerin dibine geçmek, Yerlere geçmek, Yere batmak, Yer yarılsa içine gireceği gelmek, Yer yarılıp da içine girmek, Yer yarıldı yere geçmek ve Yer ayrılmış yere geçmiş deyimleri yerin içine girmekle ilintili deyimlerdir.

171 177 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yerle Đlgili Bazı Atasözleri ve Deyimler... Bu deyimler ilk bakışta ölmekle ilgili bir çağrışım yaptırsalar da anlamlarına nüfuz edildikçe görülmektedir ki, bu anlamların arkasında daha başka ipuçları veya çağrışımlar vardır. Bu ipuçlarından ilki yerle ilgili anlatım kalıplarının kullanılışı anındaki psikolojidir. Türk insanı kötü olduğunu düşündüğü, kendisine zarar veren veya herhangi bir şekilde canını sıkan bir insan için anlık tepki verirken yerle bağlantılı bedduaları kullanır. Đşte bu psikoloji, onun şuuraltındaki veya inancındaki yerle ilgili düşüncelerinin dışa vurumudur. Buradaki Yerin dibine girmek deyiminin söylendiği andaki psikoloji, ölmekten farklıdır ve ölmek eylemine göre biraz da hafiftir. Bu ifadelerin en katı ve sevimsizi ise gebermek tir. Gebermek kötü bir şekilde ölmek manasında kullanılmaktadır 21. Hâlbuki Yerin dibine girmek deyiminde ölmekten çok, hapsolmak, tutsak olmak, bir yere kapatılmak anlamları öne çıkmaktadır. Burada deyimi kullanan, muhatabına hem ceza vermiş olmakta, onu hapsetmekte hem de bu cezayı ölümden bir derece daha yumuşak hâle getirmektedir. Deyimle mitoloji arasındaki bu anlam ilişkisi, yukarıda verilen deyimlerin de kökeninin mitoloji olduğunu ortaya koyar. Yerle ilgili anlatım kalıplarının ana temasını oluşturan yere hapsolma, mitolojimizin önemli motiflerindendir. Bu motiflerin neler olduğuna yukarıda temas edildi. Her dinin veya inanç sisteminin bir ilahî tragedyası vardır denilirse, abartılmış olmaz. Anlatım kalıplarındaki yere hapsolma motifi de Türk mitolojisinin ilahî tragedyasının kalıntılarındandır. Yerin kulağı var/ olmak anlatım kalıbı hem atasözü hem de deyim olarak da değerlendirilir. Aynı anlatım kalıbı Kırgız Türklerinde de kullanılmaktadır. Her söylenen duyulabilir manasında kullanılan deyim Kırgızlarda Yerin kulağı yedi kattır şeklindedir (Ögel 1995: 264). Edebiyatlarda yerle dinleme ilişkisinin sembolü olarak karşımıza büyük kulak motifi çıkar. Saklanan bir bilgiyi gayri nizamî kanallardan almak kulağın (dinleyen, sesi duyan nesne) büyümesine sebep olmaktadır. Kur anı Kerim de kulak hırsızlığı şeklinde verilen gizli bilgiyi dinleme şeytanla ilgilidir 22. Şeytanın gizli bilgiyi elde etmek istemesine karşılık ateş toplarıyla önlem alınması söz konusudur. Mitolojilerde ise böyle bir bilgiyi elde etmek isteyenlere karşı bir önlem mevcut değildir. Mitolojide önlem yerine ceza uygulaması yer alır. Bu sebepten dolayıdır ki bu dinlemeyi gerçekleştirenler insan ise kulakları, insan dışı bir varlık ise bedenleri Gebermek kelimesinin anlamıyla ilgili olarak bk. (Türkmen 2004: ). Hicr Suresinde geçen dinleme şu şekildedir: And olsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar için donattık (16). Onları, kovulmuş her şeytandan koruduk (17). Fakat kulak hırsızlığı yapan olursa, parlak bir ateş onu kovalar. (18). (Kur an-ı Kerim 1983: 262).

172 178 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Faruk ÇOLAK uzar. Yunan mitolojisindeki Midas ın kulakları nın uzaması ve bu sırrın ifşa edilmesinden dolayı kuyudaki kamışın uzamasını 23 bu şekilde yorumlanması gerekir, diye düşünüyoruz. Bunların dışında Türk mitolojisinde de dinlemeyle ilişkisi açık olmamakla beraber yerle alakalı uzun kulaklı varlıklar vardır. Bu varlıklar Şeytan olarak adlandırılırlar. Er Töküş masalında Er Töküş ün yeraltındaki macerasında kuyudaki acayip kulaklı dev Şeytan olarak da adlandırılır. Bu konuda destanda Er Töküş ün kurtardığı yeraltı Şeytanı Yla ilgili bilememiş ki, yeraltından çıkanların hepsi Şeytandır (Ögel 1989: 545) ifadesi kullanılır. Er Töküş ün öldürülmesini sağlayan Çoin Kulak isimli bu ve başka devler de bu türden bir şeytandır. Bu olayla ilgili masal anlatıcısı şu tespiti yapar: Er Töküş gençliğinde, böyle kulak lakabını taşıyan, yeraltı şeytanlarını hep öldüre gelmişti. Ama öyle anlaşılıyor ki, bu çağda artık ihtiyarlamıştı. Kuvveti de azalmıştı. (Ögel 1989: 545). Er Töküş çeşitli maceralardan sonra tekrar yeryüzüne çıkar. Bu cinsten olmak üzere Türk mitolojisindeki kulak tavsifli devler (Temir-Kulak, Ay-Kulak, Kün-Kulak, Kan-Kulak, Çoin-Kulak, Yantakçı) in hepsinin kulakları büyüktür ve bunlar yukarıda verildiği üzere Şeytan olarak anlatılmaktadır. Yer demir gök bakır/ Yer bakır gök demir, Yer demir gök bakır kesilmek, Yeri göğü ben yarattım demek, Yeri göğü birbirine katmak, Yer yerinden oynamak, Yeri göğü inletmek, Yeri göğü tırmalamak ve Yeri göğü tutmak deyim ve atasözlerinde yer ile gök ikilemi veya tezadı yer almaktadır. Bu anlatım kalıplarında mübalağa, gök 23 Midas ın kulaklarıyla ilgili efsane şu şekildedir: Midas bir gün ormanda dolaşırken, Satyroslardan Marsyas ile Apollon arasında bir müzik yarışması yapıldığını gördü. Yarışmanın hakemi ırmak-tanrı Tmolos idi. Hakem iki çalgıcıyı da dinledikten sonra tanrının birinci geldiğini söyledi. Midas ise epeyce yersiz bir biçimde söze karışıp yargının haksız olduğunu dile getirdi. Apollon öfkelendi ve Midas ı cezalandırmak için, adamın başından bir çift eşek kulağı çıkardı. Rahatsız edici ve herkesin gözüne batabilecek kulakları saklamak için Midas koskoca bir takke giymeye başladıysa da, bu sonradan olma sakatlığının sırrını berberine açmak zorunda kaldı. Ne var ki olayın duyulmasını önlemek için yetkisini kullanmaktan da geri kalmıyordu; örneğin berberin bu konuda konuşmasını yasaklamış, dinlemezse ölüm cezasına çarptırılacağını bildirmişti. Ancak Midas ın sırrının altında ezilen zavallı adam, bir akarsuyun kıyısında bir delik açıp oraya hükümdarın kulaklarının eşek kulağı olduğunu fısıldadı. Arkasından deliği örttü ve kimsenin duymadığından emin olarak uzaklaştı. Fakat toprak orada tılsımlı sazlar var etti; sazlar gelene geçene Midas ın, efendimiz Midas ın kulakları, eşek kulakları! diye fısıldayıp duruyordu. Phryginalı hükümdar zavallı berberden öcünü öldürterek aldı ama sırrının halk arasında yayılmasını önleyemedi. (Agizza 2001: 208, 209; Erhat 1978: 224, 225).

173 179 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yerle Đlgili Bazı Atasözleri ve Deyimler... ve yer ikilemi veya tezadıyla gerçekleştirilmiştir. Bilindiği üzere Türk düşüncesinde dünya kavramı ikili bir algılayışla yer alır. Gök, ak iyelerin; yer ise kara iyelerin yer aldığı dünyalardır. Bu anlatım kalıplarındaki yer ifadesiyle yeryüzü değil, ikili dünya algılayışındaki yer ve altı kast edilmektedir. Yeraltı ruhları genlikle körmös, gökyüzündekiler Kuday, yer ruhları ise yer-su (yer su) veya Altay olarak (Anohin 2006: 3) adlandırılan Altay mitolojisinde Üzerinde yaşamakta olduğumuz yere Altaylılar çın yer (gerçek yer) demektedirler. Bu yerin altında bir yer daha vardır ki, orada sonsuz karanlık hâkimdir. Orası altıngı oroon (alt dünya) veya alıs yar (uzak, ırak yer)dir. (Anohin 2006: 19) olarak algılanır. Bu algılayışta, gök ve üzerinde yaşadığımız yeryüzü birinci kısmı, yeraltı ise ikinci kısmı oluşturmaktadır. Bundan dolayıdır ki iyi ve ak ruhlar gök, kötü ve kara ruhlar yeraltını temsil eder. Bu ayırım, Orhun Kitabelerinde de vardır. Kitabelerde Üstte mavi gök (yüzü) altta da yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğulları yaratılmış.(tekin 2008: 25) şeklinde geçen ifade bunun en açık delilidir. Dahası Oğuz Kağan destanında Oğuz un evlendiği kızların gök ve yer menşeli olmaları da bu durumu destekler örneklerdendir. Sonuç Yerle ilgili anlatım kalıplarının tamamının olumsuz anlam taşıması da göstermektedir ki; bu anlatım kalıplarının oluşmasında öncelikle Türk mitolojisindeki yeraltıyla ilgili anlatılar, önemli katkılar sağlamıştır. Yerin dibine geçmek, Yerlere geçmek, Yere batmak, Yer yarılsa içine gireceği gelmek, Yer yarılıp da içine girmek, Yer yarıldı yere geçmek ve Yer ayrılmış yere geçmiş deyimleri mitolojideki yere hapsolmayla ilgili anlatmalardan kaynaklanmaktadır. Yerin kulağı var/ olmak deyimi yeraltı varlıklarından kulağı ön plana çıkanlar ve bu kulak vasıtasıyla dinleme fonksiyonu kazanan varlıklarla ilgili anlatmalardan kaynaklanmaktadır. Büyük kulaklı veya hapsedilmiş yeraltı varlıklarının mitolojik maceralarının deyimler ile atasözlerine kaynaklık etmesi eldeki verilere göre yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Yer ve gök ikileminin yer aldığı atasözleri ve deyimler de Türk mitolojisindeki yer gök ikileminin yer aldığı anlatmalardan kaynaklanmaktadır. Bu kanaatimizi, Altay Türklerindeki yer ile gök ikilemi kuvvetlendirmektedir. Dahası aynı ayırımın Orhun Kitabelerinde de yer alması, bariz bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Yer demir gök bakır/ Yer bakır gök demir, Yer demir gök bakır kesilmek, Yeri göğü ben yarattım demek, Yeri göğü birbirine katmak, Yeri göğü inletmek, Yeri göğü tırmalamak ve Yeri göğü tutmak deyim ve atasözleri bu gruba dâhil edilebilir.

174 180 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Doç. Dr. Faruk ÇOLAK Yerin üstü de bir altı da bir olmak deyimi ise Türk mitolojisindeki ikili dünya anlayışından kaynaklanmaktadır. Bunun en bariz örneği de Altay Türklerindeki ikili dünya anlayışıdır. Yerin kara olması inancı da Türk mitolojisindeki yeraltı iyelerinin kötü olarak algılanmasından ve kötü varlıkların kara ile tavsif edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu olumsuzluk yer ile ilgili anlatım kalıplarındaki olumsuzlukla aynıdır. KAYNAKÇA AÇA, Mehmet (2004), Yaratılış Mitleri, Şamanizm ve Tasavvuf Bağlamında Düşüş, Mahrumiyet ve Hapis, Millî Folklor, S. 62, s AGIZZA, Rosa (2001), Antik Yunanda Mitoloji Masallar ve Söylenceler, (çev. Z. Zühre Đlkgelen), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Đstanbul. AKSOY, Ömer Asım (1984a), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü-I Atasözleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. AKSOY, Ömer Asım (1984b), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü-II Deyimler Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. ANOHĐN, Andrey Viktoroviç (2006), Altay Şamanlığına Ait Materyaller, (çev. Zekeriya Karadavut-Jannet Meyermanova), Kömen Yayınları, Konya. ÇOLAK, Faruk (2008), Gök Keçinin Püsküllü Oğlağı Olmak Deyiminin Mitolojik Değerlendirmesi, Türk Kültürü Đncelemeleri Dergisi, S. 19, s ELĐADE, Mircea (1993), Mitlerin Özellikleri, (çev. Sema Rifat), Simavi Yayınları, Đstanbul. ERHAT, Azra (1978), Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, Đstanbul. EYÜBOĞLU, E. Kemal (1975a), On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Şiir ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler Atasözleri-, C. 1, Đstanbul. EYÜBOĞLU, E. Kemal (1975b), On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Şiir ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler Deyimler (Tabirler)-, C. 2, Đstanbul. GÖKÇEOĞLU, Mustafa (1997), Kıbrıs Türk Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa. HONKO, Lauri (2003), Mitleri Tanımlama Problemi, (çev. Nezir Temür), Millî Folklor, S. 59, s ĐNAN, Abdülkadir (1987), Makaleler ve Đncelemeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. KATANOV, Nikolay Födoroviç (2000), Bilimsel Eserlerinden Seçmeler, (çev. Fatma Özkan), Türksoy Yayınları, Ankara. ÖGEL, Bahaeddin (1989), Türk Mitolojisi, C. I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. ÖGEL, Bahaeddin (1995), Türk Mitolojisi, C. II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

175 181 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yerle Đlgili Bazı Atasözleri ve Deyimler... PARLATIR, Đsmail-ÇETĐN, Nurullah (2005), Şinasî Bütün Eserleri, Ekin Yayınları, Ankara. PARLATIR, Đsmail (2008a), Atasözleri, Yargı Yayınları, Ankara. PARLATIR, Đsmail (2008b), Deyimler, Yargı Yayınları, Ankara. TDV (1983), Kur an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Diyanet Đşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara. TEKĐN, Talat (2008), Orhon Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. TÜRKMEN, Seyfullah (2004), Gebermek Kelimesinin Kökeni Üzerine, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten-, Ankara, s VASFĐ, Đhsan S. (1985), Irak Türklerinde Deyimler ve Atasözleri, Fuzûlî Yayınları, Đstanbul.

176 TÜRKĐYE DE NOGAYCA ÇALIŞMALARINA GENEL BĐR BAKIŞ Öğr. Gör. Pelin EKŞĐ ÖZ: Nogayca Güney batı Rusya da konuşulan ayak-tavlı/ Kıpçak gurubunda tasnif edilen bir Türk dilidir. Türkiye de özellikle Nogayların tarihi coğrafi dağılımı ve Nogay edebiyatı araştırma konusu olmuştur. Ancak Nogayların dili üzerine yapılan çok fazla yayım yoktur. Bu çalışma Nogay dilini inceleyen yayımları kısaca tanıtmak üzere kaleme alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Türk dilleri, Nogayca, araştırma, Türkiye A General Overview of the Published Articles on Nogai in Turkey ABSTRACT: Nogai is a Turkic language spoken in southwestern Russia. Nogai is generally classified into the ayak-tavlı/kypchak branch of Turkic languages. In Turkey, especially Nogai s history and literature and their settlings have been discussed. There has not been much research on Nogai language. The purpose of this paper is a brief overview of published articles that analyze the linguistic features of Nogai. Key Words: Turkic languages, Nogai, research, Turkey Giriş Nogaylar Kuzey Kafkasya'da yaşayan Türk halklarından biridir. Ancak yaşadıkları alanlar oldukça dağınıktır. Nogay Türklerinin yaşadıkları yerler; Rusya Federasyonu'na bağlı Karaçay Çerkez Cumhuriyeti, Stavropol ve Dağıstan'dır. Ayrıca Romanya, Kırım ve Türkiye'de de Nogay Türkleri bulunmaktadır. Tarihte büyük ve güçlü devletler kurmalarına rağmen günümüzde sayıları azdır. Nogaylar 20. yüzyılın başına kadar göçmen bir toplum olarak yaşamışlardır 1. Geçmişte çok zengin sözlü edebî gelenekleri olan Nogaylar, kara söz adını verdikleri mensur eserlerden ziyade manzum eserlere önem vermişlerdir. Sözlü edebiyat geleneği içinde yer alan türler; destanlar, yır- 1 Yeditepe Üni. Eğt. Fak. TDE Öğretmenliği Böl. peksi@yeditepe.edu.tr Nogaylar hakkında daha ayrıntılı bilgi için başvurulabilecek kaynaklara bir örnek: Alpargu 2007.

177 184 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. Pelin EKŞĐ lar (türküler), takpaklar (atasözleri), deyimler, yumaklar (bilmeceler), ertegiler (masallar) vb.dir. Bu eserlerden günümüze ulaşanlar çok azdır 2. Nogay Türkleri, Arap harflerini 15. yüzyıldan itibaren kullanmaya başlamışlardır. Stavropol bölgesinde yer alan bir arşivde 19. yy.'a ait, Nogayca yazılmış Arap harfli 7000'den fazla evrak bulunmaktadır. Nogaylarda yazılı edebiyat ise 20. yüzyılın başlarında teşekkül etmiştir. 1928'e kadar Arap alfabesini kullanan Nogay Türkleri, bu tarihte Latin alfabesine geçmişlerdir yılından itibaren Kiril alfabesini kullanmaya başlamışlardır (Akbaba 1998). Nogayların dili, ayak/tavlı- Kıpçak grubunda yer alan çağdaş Türk lehçelerinden biridir. Yazı dili bakımından kalabalık olan bu grubu ilk hecedeki geniş yuvarlak ünlülerle /ş/ ünsüzünün durumu bakımından 3 alt gruba ayırmak mümkündür. Buna göre, örneğin koş- fiili ilk grupta kuş-, ikinci grupta kos- üçüncü grupta koş- olacaktır. Nogayca ikinci grupta yer almaktadır (Tekin-Ölmez 1999: ). Nogaycanın üç ağzı bulunmaktadır: Dağıstan'da ve Kuma ile Terek Irmaklarının aşağı kısımlarında Kara Nogay ağzı, Karaçay-Çerkez Cumhuriyeti'nde ve Mineralnıy Vodı bölgesindeki Kanglı köyünde Ak Nogay ağzı, Stavropol bölgesinde ise Merkez Nogay ağzı kullanılmaktadır (Menges 1959: ; Tavkul 2006) 3. Türkiye de Nogayca Üzerine Yayımlanmış Çalışmalar Türkiye de Nogayca üzerine çok fazla çalışma yayımlanmamıştır 4. Çağdaş Türk dillerini tasnif eden çalışmalarda tanıtıcı birkaç cümle ile Nogay Edebiyatı ndan örnekler için bk. (BULGAROVA vd 2002). Saadet Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri kitabında sadece Nogaycanın Ak Nogay ve Kara Nogay ağızlarından bahsetmekte, Merkez Nogaycaya değinmemektedir. YÖK Tez Merkezi nin veri tabanında 7 yüksek lisans ve 2 doktora çalışması tespit edilmiştir. Bunlar; Mustafa Yıldız, Nogay Halk Yırları (Metin-Gramer) (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), Konya 1997, (Bu çalışma daha sonra kitap olarak Kömen yayınlarında yayımlanmıştır); Oğuz Doğan, Kazak Nogay ve Kırım Çöl Türkçesindeki Atasözleri ve Bunların Şive ve Ağız Yönünden Değerlendirilmesi, (Đstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Đstanbul 1996; Ayten Atay, Nogay Türkçesi Grameri, (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri 1998, Nesrin Güllüdağ, Nogay Türkçesi Grameri (Nogaylar-Dil Özellikleri-Metin- Sözlük), (FıratÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek LisansTezi), Elazığ 1998; Dilek Ergönenç, Nogay Türkçesinde Fiil, (Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1998; Đhsan Kalenderoğlu, Nogay Türklerinin Mamay Destanı, (Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2001; Özlem Ateş, Paşadağı Bölgesi Nogay Ağzı, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2004; Dilek Ergönenç, Kazak ve Nogay Türkçesi Yazı

178 185 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Türkiye de Nogayca Çalışmalarına Genel bir Bakış anılması dışında Nogaylar hakkındaki araştırmaların sosyoloji, tarih ve edebiyat alanında yoğunlaştığı görülmektedir. Bunlardan özellikle Nogay edebiyatı üzerine olanlar, Nogay dilinin söz varlığından örnekler içermesi bakımından, dil araştırmaları için de kaynak teşkil etmektedir. Çağın başına kadar göçebe hayat yaşayan Nogayların güçlü bir sözlü edebiyat geleneği vardır. Nogay atasözleri, bu kültürün bir unsuru olarak ilk kez Saadet Çağatay tarafından ele alınmıştır (Çağatay 1961). Çağatay, makalesinde Osmanov un Nogayca atasözleri kitabından derlediği temasal olarak iyilik-kötülük ve erdem üzerine olan atasözlerine yer vermiştir. Söz konusu atasözlerinin Nogaycanın dil özelliklerini yansıtmasına dikkat etmiştir. Makalenin sonunda, atasözlerinin içinde geçen kelimeleri, fonetik ve morfolojik açıdan kısaca değerlendirmiştir. Nogay atasözlerini ele alan bir başka yazar Đlhan Çeneli dir. Çeneli, makalesinde Nogay Halkınıŋ Takpakları Em Aytuvları (Nogay Halkının Aatasözleri ve Deyimleri) adlı kitaptan ve Baskakov un sözlüğünden seçtiği 734 atasözünü ve Türkçe çevirisini iki ayrı liste hâlinde sunmuştur. Đki atasözünün ise Divan-ı Lugati t-türk ve Eski Uygurcada tespit ettiği eski biçimini vermiştir. Ancak dil özellikleri açısından herhangi bir değerlendirme yapmamıştır (Çeneli 1985). Nogaycayı konu edinen çalışmaların başında yine Çağatay ın bir eseri yer almaktadır yılında yayımlanan Türk Lehçeleri Örnekleri II- Yaşayan Ağız ve Lehçeler in II. Bölümü Nogaylar ve Dilleri adlı makaleyle başlar. Đlk iki paragrafta kısaca Nogayların etnik kimliği, yaşadığı coğrafya ve Nogaycanın Genel Türkçede hangi bölükte yer aldığı belirtilir. Çağatay a göre yazı dilleri daha önce Genel Türki dili, halk dili ise 1972 itibariyle Kazan, Kırım lehçesine ve Karakalpaklara çok yakındır. Kıpçakların Arel-Hazer grubuna girer. Özellikle Astrahan civarı, Kazan lehçesinden ayrılmamıştır. Çağatay, daha sonra kısaca Nogaycada görülen fonetik ve morfolojik özellikleri sıralar. (Đlk hecede /e/ sesi yer, men ; c->y- F. can>yan gibi) Makalenin sonunda Kalmıkova dan alıntılanmış dört hikâye ve bu hikâyelerden seçilmiş kelimelerden oluşan sözlük yer alır. Bu çalışma ayrıntılı bir incelemeden ziyade kısa bir tanıtmadır. Dillerinde Tasvir Fiilleri, (Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2005; Derya Derin Paşaoğlu, Nogaylar, Nogay Göçleri ve Türkiye'deki Đskânları, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Sayılan bu yüksek lisans ve doktora tezlerinden sadece Oğuz Doğan ve Derya Derin Paşaoğlu nun çalışmaları erişime açıktır.

179 186 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. Pelin EKŞĐ Ayten Atay, Nogay Türkçesinde Hâl Eklerinin Zarf Yapma Đşlevi Üzerine 5 başlıklı makalesinde, durum eki ulanmış ve kalıplaşarak zarf işlevi kazanmış Nogayca sözcüklere örnekler getirmektedir. Đsim çekim ekleri ulanmış kimi sözcüklerin yeni anlam kazanması Genel Türkçede görülen bir özelliktir. Atay, her durum eki için bir kalıplaşma örneği verirken, diğer Türk dillerindeki benzer biçimleri de göstermiştir. Ancak kaynakçasında, yurtdışında yayımlanmış bilimsel makale ya da eser bulunmamaktadır. Bu tür bir çalışmada hiç olmazsa Baskakov un sözlüğünden yararlanılmış olması gerekirdi, düşüncesindeyiz. Mustafa Yıldız, Nogay Türkçesinin Söz Varlığındaki Divanu Lugati t-türk Kaynaklı Oğuzca Kelimeler 6 adlı makalede Divanu Lugati t-türk te Oğuzca olarak kaydedilmiş bugün Nogayca sözlükte yaşadığını tespit ettiği kelimeleri sunmuştur. Bu kelimelerin Kaşgarlı nın eserinde tespit edilmesi onları Divanu Lugati t-türk kaynaklı olarak vasıflandırmak için yeterli midir, tartışılabilir. Bu kelimelerin eski Türkçe biçimlerinin de araştırılması ve değerlendirmede göz önüne alınması gerekirdi, kanısındayız. Akademik çalışmalarının çoğu Nogayca ve Nogay edebiyatı üzerine olan Nesrin Güllüdağ 7 ise, Nogay Türkçesinde Đsim Çekim (Hâl) Ekleri makalesinde Nogaycada işletme eklerini ve işlevlerini incelemiş, çokluk ve soru ekini de ele almıştır (Güllüdağ 2002). Hasan Eren, Türk ansiklopedisinin 22. cildinde Nogay Türkçesi veya Nogayca başlığıyla, Çağdaş Türk dillerini nasıl isimlendirmek gerekti Geniş bilgi için bk. Ayten Atay, Nogay Türkçesinde Hâl Eklerinin Zarf Yapma Đşlevi Üzerine, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Bahar 2001, S. 11. Geniş bilgi için bk. Mustafa Yıldız, Nogay Türkçesinin Söz Varlığındaki Divanu Lugati t-türk Kaynaklı Oğuzca Kelimeler, Turkish Studies, V. 4/3 Spring 2009, s Nesrin Güllüdağ ın (Güllüdağ 2002) dışında Nogay Türkleri, dil ve edebiyatlarıyla ilgili çalışmaları şunlardır: Nogay Türkleri ve Edebiyatı, Yeni Türkiye Türk Dünyası Özel Sayısı, Ağustos 1997, S. 16, ; Nogay Türkleri, Yeni Türkiye, Türkler Ankara 2002, ; 20.yy. Nogay Edip ve Şairleri, Celâl Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 1, Manisa 1997, s ; Nogay Atasözleri, Diriözler Armağanı, Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, (hzl. M. Fatih Köksal-A. N. Baykoca), Ankara 2003, s ; Nogay Edebiyatı Üzerine Yapılan Çalışmalar ve Şora Batır Destanı, Diriözler Armağanı, Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, (hzl. M. Fatih Köksal-A. N. Baykoca), Ankara 2003, s ; Mustafa Şenel le ortak çalışması Nogay Edebiyatının Tarihî Seyri, Karadeniz Araştırmaları C. 1, S. 1, 2004, s

180 187 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Türkiye de Nogayca Çalışmalarına Genel bir Bakış ği konusundaki farklı görüşlere gönderme yaptığı maddede, bu dili ana hatlarıyla tanıtmıştır. Talat Tekin ve Mehmet Ölmez tarafından yazılan Türk Dilleri- Giriş kitabında da Nogayca kısaca tanıtılmıştır. Burada Nogayların yerleşim alanı ve nüfusu hakkında kısaca bilgi verilmiş; Nogay alfabesi ve Nogaycanın belli başlı ses ve biçim özellikleri gösterilmiştir (Tekin- Ölmez 1999: ). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Grameri I de de Nogaycadaki fiil basit çekimine dair örnekler bulmak mümkündür. Burada Genel Türkçedeki tüm basit fiil çekim biçimleri lehçe lehçe ele alınmıştır (TDK 2006) 8. Son dönemde Nogayca hakkında en çok yayımı Dilek Ergönenç Akbaba yapmıştır. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi de dâhil olmak üzere ilmi çalışmalarını Nogayca üzerine yoğunlaştıran Ergönenç, A. B. Ercilasun un editörlüğünü üstlendiği Türk Lehçeleri Grammeri nde de Nogay Türkçesi maddesini yazmıştır (Akbaba 2007: ). Bu çalışmayı ele almadan önce Ergönenç in diğer makalelerine kısaca değinelim. Nogay Türkçesi ve Türkiye Türkçesi Arasındaki Yalancı Eş Değerler 9 adlı makalede, bu iki lehçe arasında ortak kökene dayanan, ancak anlam kaymasına uğramış sözcükler ele alınmıştır. Nogayca 9 eserden taranan kelimeler Türkçe kökenli ve alıntı olmak üzer iki gruba ayrılmış, alfabetik olarak dizilip; Eski Türkçedeki ya da kaynak dildeki biçimiyle birlikte verilmiştir. Ayrıca diğer Türk dilleri için yapılan benzer çalışmalar da zikredilmiştir. Nogay Türkçesinde yat- Yardımcı Fiilinin Kip ve Tasvir Fiili Olarak Kullanılışı (Akbaba 2007b) makalesi, -A/-y ve (I)p zarf fiil ekli asıl fiillerle birleşerek tasvir fiili olarak kullanılan ve bunun yanı sıra şimdiki zaman kipi de oluşturan yat- fiilini konu edinir. Ergönenç in Türk Lehçeleri Grameri nde yer alan çalışması ise Nogay Türkçesinin gramer özelliklerini içerir. Makale; sırasıyla Giriş, Nogay Türkçesi Transkripsiyon Alfabesi, Ses Bilgisi, Yapım Ekleri, Đsim, Sıfat, Zamir, Zarf, Fiil, Edat, Nogay Türkçesi Metinleri ve Kaynaklar olmak üzere 12 ana bölümden oluşmaktadır. Her bölüm çeşitli alt başlıklara ayrılmıştır (Akbaba 2007: ). 8 9 Bahsedilen çalışma Türk dil kurumu tarafından yürütülen bir proje olup, proje başkanları Ahmet B. Ercilasun-Leyla Karahan-Ş. Haluk Akalın ve M. Fatih Kirişçioğlu olup çalışmadaki Nogay Türkçesi ile ilgili malzemeyi hazırlayan Enver Mahmut tur. Geniş bilgi için bk. Akbaba 2007.

181 188 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. Pelin EKŞĐ Ergönenç in özellikle Nogayca yazılmış gramer kitaplarından istifade ettiği bu yazıda Giriş bölümü dışında dipnot kullanmadığı için alıntıları takip edememekteyiz. Giriş kısmında Nogayların tarihi özetlenmiştir. Nogay edebiyatı ve yazı dili hakkında kısa bilgi verilmiştir. Nogay Türkçesi Transkripsiyon Alfabesi bir tablo halinde ve işaretlerle ilgili bir iki açıklamayla birlikte sunulmuştur. Ses bilgisinde, Nogaycanın Türkiye Türkçesinden farklı yönleri ortaya konmuştur. Aşağıda alıntılanan örnekler ise düzeltilmesi gerekenlerdir: ç>ş için E.T. korkunç= N. korkınış verilmiş. Oysa E.T. biçim korkınç veya korkınçıā olarak geçer (Clauson 1972: ). E.T.çag= N.şak denmiş. E.T. de çag yoktur. Eğer kast edilen zaman birim anlamı ise bu E. T. çak olmalıdır. Zira kelime sonunda /g/ sesini koruyan Tuvacada da çak biçimi görülür (Clasuson 1972: 404). ş>s için E.T. beş, eşit- kapalı e ile gösterilmeliydi, ayrıca E.T. eşid- (Clauson 1972: 257) olmalı. g>y için verilen E.T. ügil- E.T. dendiğine göre birikmek, yığılmak anlamında ükil- olmalı (Clauson 1972: 106). p>b için verilen E.T. yapuş- yapış- olmalı (Clauson 1972: 880). Ses olaylarında benzeşme, ünsüz ikizleşmesi, ünsüz tekleşmesi, ünsüz düşmesi, ünsüz türemesi, göçüşme ve hece kaynaşmasına birkaç örnek verilmiş, bu ses olaylarının hangi koşullarda oluştuğuna dair bir değerlendirme yapılmamıştır. Ekler kısmındaysa örnek kelimelerin tabanlarıyla ekleri ayrılmaksızın ve fonetik bir değişiklik oluşmuşsa belirtilmeden sadece belli başlı ekler tanıtılmıştır. Örneğin isimden isim yapan ekler kısmında benzerlik eki day verilmemiştir. Ancak zaman zarfları bölümünde bu ekle oluşturulmuş biçimlere yer verilmiştir: munday (böle), onday (öyle) vd. Đsim bölümünde önce çokluk ve iyelik ekleri belirtilmiş ardından çekim ekleri ele alınmıştır. Ayrıca ad durum ekleri sadece fonetik yönleriyle belirtilmiştir. Đşlevleri konusuna değinilmemiştir. Zaman eklerinin ardından fiilimsilere geçilmiştir. Cümle diziminde ise isim ve sıfat tamlamalarına yer verilmiştir. Akbaba, ayrıca Nogay Türkleri Edebiyatı adlı Nogayların edebiyat geleneği hakkında genel bilgi veren bir makale de yazmıştır (Akbaba

182 189 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Türkiye de Nogayca Çalışmalarına Genel bir Bakış 1998). Nogayların gelenekleri ile ilgili bir çalışması da vardır yılında Grafiker yayınlarından Nogay Türkçesi Grameri-Ses ve Şekil Bilgisi adlı kitabı yayımlanmıştır. Ancak makale, söz konusu eserin yayımından önce yayına hazırlandığından bu kitap değerlendirilememiştir. Sonuç Nogayca, üniversitelerde hazırlanan yüksek lisans ve doktora tezlerini bir yana bırakırsak; hakkında çok da fazla çalışma yayımlanmamış bir Türk lehçesidir. Diğer pek çok lehçenin sözlüğünü Türkçe olarak bulmak mümkünken Nogayca için bu tür bir çeviri veya yayın faaliyeti gerçekleştirilmemiştir. Nogay Edebiyatı da Türkiye de çok fazla tanınmamaktadır. Yine de özellikle 1990 lı yıllardan itibaren genç araştırmacılar arasında Nogaycaya ilginin arttığı görülmektedir. Bazı araştırmacıların akademik faaliyetlerini tümüyle bu alanda yürütmesi, Nogaycanın ayrı bir uzmanlık dalı olarak yaygınlaşması için olumlu bir gelişmedir. KAYNAKÇA AKBABA, D. E. (2007), Nogay Türkçesi ve Türkiye Türkçesi Arasındaki Yalancı Eş Değerler, Bilig, Yaz 2007, S. 42. AKBABA, D. E. (2007a), Nogay Türkçesi, Türk Lehçeleri Grameri, (Ed. A Bican Ercilasun), Ankara, s AKBABA, D. E. (2007b), Nogay Türkçesinde yat- Yardımcı Fiilinin Kip ve Tasvir Fiili Olarak Kullanılışı, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi (Özel Sayı), Ankara. AKBABA, D. E. (1998), Nogay Türkleri Edebiyatı, Türk Dünyası El Kitabı, C. 4, Ankara. AKBABA, D.E. Nogay Türklerinde Ölüm Đle Đlgili Đnançlar ve Ağıtlar, Millî Folklor, S. 80, 2008, s ATAY, Ayten (2001), Nogay Türkçesinde Hâl Eklerinin Zarf Yapma Đşlevi Üzerine, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Bahar 2001, S. 11, TDK, Ankara. BASKAKOV, N.A. (1963), Nogayisko- Russkiyi Slovar, Moskova BAVBEK, O. (1986), Nogay Türkleri, Türk Kültürü, Mart BULGAROVA vd 2002), Nogay Edebiyatı, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, C. 21, Kültür Bakanlığı, Ankara. CLAUSON, Sir G. (1972), An Etimological Dictionary of Pre- Thirteen Century. Oxford. 10 Geniş bilgi için bk. Akbaba 2008:

183 190 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. Pelin EKŞĐ ÇAĞATAY, S. (1961), Nogay Atasözleri nden Birkaç Örnek (M. OSMANOV, Nogayskoye Nareçiye, (Petersburg, Ak. Nauk 1883), TDAY Belleten, Ankara, [1962] ÇAĞATAY, S. (1972), Türk Lehçeleri Örnekleri II, Yaşayan Ağız ve Lehçeler, DTCF, Ankara. ÇENELĐ, Đ. (1985), Nogay Atasözleri, Türklük Araştırmaları Dergisi, Đstanbul. GÜLLÜDAĞ, Nesrin (2002), Nogay Türkçesinde Đsim Çekim (Hâl) Ekleri, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Bahar-2002, S. 13, TDK, Ankara. MENGES, K. M. (), Die Aralo- Kaspısche Gruppe Fundemanta I. NOGAY, S. (2007), Nogay Türkleri, Nogay, Ocak-Şubat-Mart RAMSTEDT, G. J. (1952), Einführung in die Altaische Sprachwissenschaft II Formenlehre, (hzl. P. Aalto), Helsinki. RAMSTEDT, G. J. (1957), Einführung in die Altaische Sprachwissenschaft I Lautlehre, (hzl. P. Aalto), Helsinki. RAMSTEDT, G. J. (1966), Einführung in die Altaische Sprachwissenschaft III Register, (hzl. P. Aalto), Helsinki. RÄSÄNEN, M. (1949), Materialien zur Lautgeschichte der Türkischen Sprachen, Helsinki. RÄSÄNEN, M. (1969), Versuch Eines Etymologischen Wörterbuchs Der TürkSprachen, Helsinki. TAVKUL, U. (2003), Kafkasyadaki Nogay Tatarlarının Etno-Politik Durumları Üzerine Sosyolojik Bir Đnceleme, Kırım Dergisi. S. 11. TAVKUL, U. (2006), Kafkasya da Konuşulan Türk Dilleri, Kırım Dergisi, S. 15. TEKĐN, T-ÖLMEZ M. (1999), Türk Dilleri Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Đstanbul.

184 İŞGAL SONRASI BOSNA-HERSEK TE GÖÇ OLGUSUNUN VATAN GAZETESİNE YANSIMALARI Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER ÖZ: 1878 yılında, Bosna-Hersek in Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından işgal edilmesinden sonra, ülkede çok ciddi siyasi ve sosyal problemler baş göstermiştir. Bu problemlerin en başında işgalden hemen sonra başlayıp uzun yıllar devam eden göç problemi gelmektedir. Göç sebebiyle Bosna-Hersek in demografik yapısı Boşnakların aleyhine değişmiştir. Boşnaklar işgalden sonra başta Türkiye olmak üzere başka ülkelere göç etmişlerdir. İşgalci güç Avusturya-Macaristan İmparatorluğu nun göçü durdurma konusunda herhangi ciddi bir politika izlemediği, hatta Boşnakların vatanlarını terk etmelerine seyirci kaldığı söylenebilir. İşgal sonrası Bosna-Hersek te yaşanan göç olgusunu çok çeşitli sebeplere dayandırmak mümkün olmakla birlikte, asıl nedenin işgalin getirdiği olumsuz siyasi hava ve buna bağlı kötü yönetim olduğu söylenebilir. Bosna-Hersek te yaşanan göç problemlerini dönemin basınından da takip etmek mümkündür. Bunlardan biri de Türkçe yayınlanan Vatan gazetesidir. Dolayısıyla Vatan gazetesinde göç ile ilgili çeşitli yazılar ve mektuplar yayınlanmıştır. Yayınlanan yazıların ve mektupların hemen hepsinde göçü önleme yolunda harcanan çabalar dikkat çekici olmakla birlikte, bugüne kadar yapılan araştırmalarda bahsi geçen önemli kaynaklara değinilmediği görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Bosna-Hersek, Avusturya-Macaristan, işgal, göç, Vatan gazetesi. Bu yazı, 2008 yılında Bosna-Hersek Tuzla Üniversitesi Felsefe Fakültesinde düzenlenen İlhaktan 100 Yıl Sonra Bosna-Hersek konulu bilgi şöleninde sunulan bildirinin genişletilmiş halidir. Niğde Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl.

185 192 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER The Reflections of Immigration in Bosnia and Herzegovina to the Vatan Newspaper after the Occupation ABSTRACT: In 1878, very serious political and social problems emerged in Bosnia and Herzegovina having been occupied by the Austro- Hungarian Empire. The foremost one of those problems was the immigration which had started right after the occupation and had lasted for ages. Due to the immigration, the demographic structure of Bosnia and Herzegovina had turned to Bosnians disadvantage. Bosnians firstly had immigrated to Turkey and many other countries following the occupation. It can be claimed that the invader, The Austro-Hungarian Empire, had not put into practice any important policies related to stop the immigration; even they had observed the abandonment of Bosnians. Although the occupation in Bosnia and Herzegovina is possibly based on various reasons, it can be affirmed that the main reason of it was the unfavorable political atmosphere and the bad administration related to it. The immigration problems in Bosnia and Herzegovina can be possibly followed from the press of the period. One of them is Vatan newspaper printed in Turkish. On account of the fact that different articles and letters related to the immigration were printed on Vatan newspaper. Despite the fact that the efforts which were put forth for preventing from the immigration were all remarkable in almost all of the articles and letters, apparently the related important sources have not been referred to up to now. Key Words: Bosnia and Herzegovina, the Austro-Hungarian Empire, occupation, immigration, Vatan newspaper. Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular Yahya Kemal Beyatlı İşgal ve Sonrasında Bosna-Hersek te Genel Durum XIX. yüzyılın son çeyreğinde, Osmanlı hâkimiyetinin son bulduğu pek çok coğrafyada şartlar Türkler ve Müslümanlar aleyhine değişmiştir. Değişen şartlardan en fazla olumsuz etkilenenler, şüphesiz Balkan yarımadasında yaşayan Türkler ve Müslümanlar olmuştur. Osmanlı-Rus savaşının ( ) Osmanlı Devleti tarafından kaybedilmesi, Rusya nın Balkanlar üzerindeki Panislavist politikalarını hızlandırmış, dolayısıyla Avrupa nın eşiğinde, yayılmacı bir politika izleyen Rus tehdidi açıkça hissedilmeye başlamıştır (Olaş 2007: 29). Bir yandan Rusya nın Panislavist politikaları diğer yandan Avrupa nın kendine bir savunma duvarı oluşturma çabaları, Balkanları tam bir ateş hattına çevirmiştir. Ateş hattında kalan ülkelerden biri de Bosna-Hersek tir.

186 193 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İşgal Sonrası Bosna-Hersek'te Göç Olgusunun Temmuz 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması nın 25. maddesi gereği Bosna-Hersek in idaresi Avusturya-Macaristan devletine bırakılıyor, ancak hukuken Osmanlı Devleti ne bağlı kalıyordu. Avusturya-Macaristan ın eskiden beri Bosna-Hersek i işgal etmek gibi bir planının olduğu bilinmektedir. Avusturya-Macaristan daha önce de 1697, 1737, 1788 ve 1791 tarihlerinde Bosna-Hersek i işgal etmek istemiş, ancak başarılı olamamıştır (İmamoviç 1998: 345). Berlin Antlaşması nda alınan karar, Avusturya-Macaristan ın asıl maksadını gerçekleştirmesi için uygun bir fırsat yaratmıştır. Asıl amacı Bosna-Hersek i işgal ederek sınırlarını Dalmaçya ya kadar genişletmek, böylece Osmanlı Devleti nin çekildiği topraklarda yeni bir siyasî güç hâline gelmek olan Avusturya- Macaristan İmparatorluğu nun bu planını gerçekleştirmesinde Avrupa Devletlerinden bazılarının destek verdiği bilinmektedir. Böylelikle, Ortodoks nüfusun yoğun olduğu bu coğrafyada Rusya nın daha fazla güç kazanarak Avrupa daki mevcut dengeleri bozmasının önüne geçilecek, dolayısıyla Rusya dan gelmesi muhtemel saldırıların önüne bir set çekilmiş olunacaktı (Alkan 1995: 19). Berlin Antlaşması nın kendisine verdiği hakkı kullanmak isteyen Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek yönetimini devralmak için 29 Temmuz 1878 de, 82 bin kişilik ordusuyla harekete geçti; bu sayı daha sonra 200 bine kadar ulaştı. İşgal güçleri hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaştı. Hıristiyan bir yönetim altında yaşamak istemeyen Boşnak halkı, elindeki basit silahlarla Avusturya-Macaristan ordusuna karşı çete savaşı ile mücadeleye başladı. (Jens 1992: 666; İmamoviç 1998: 351). Yayçe, Doboy ve Maglay şehirlerinde yoğunlaşan direniş hareketleri ancak üç ay kadar sürebildi. Bu sürenin sonunda Avusturya-Macaristan tüm Bosna-Hersek i işgal etti. İşgalden sonra Bosna-Hersek te büyük bir göç dalgası yaşanmaya başladı. Göç Tartışmaları ve Hicret Fetvası İşgalden hemen sonra göç edenlerin sayısı oldukça azdı. Bunlar daha çok aydınlar ve yüksek mevkilerdeki memurlardı (İmamoviç 1998: 367). İlk göç edenler sayı bakımından az olmakla birlikte, bu adım, etkisi uzun süre devam edecek bir karmaşa ortamının doğmasına sebep oldu ve ardından daha büyük artçı göç dalgaları gelmeye başladı. İşgal sonrası Bosna-Hersek te yaşanan göçün asıl nedenlerini ilk göç eden kafilede aramak, sorunun daha iyi algılanmasına yardımcı olacaktır. Aydınların ve yüksek mevkilerdeki memurların ülkeyi terk etmeleri, yüzeysel bir bakışla normal gibi görülebilir. Ancak bu gidiş, içerde sonu gelmeyen bir fikrî karmaşanın doğmasına sebep olmuştur. Yeni duruma alışmaya ve bunu kavramaya, anlamaya çalışan halk, başı dara düştüğünde ona yol, yordam gösterecek, fikir verecek ve ona yönlendirecek bi-

187 194 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER rilerini bulmakta zorluk çekmiştir. Bu durum, daha sonra herhangi dinî bir yetkisi ve görevi olmadığı hâlde, birtakım kişilerin din adına hicret fetvaları vermelerine, Bosna-Hersek in Darü l-harp ilân edilmesine sebep olacak ve göç sorununun ana omurgasını oluşturacaktır. Bütün bu gelişmelerin ardından göç olgusu gittikçe hızlanan bir biçimde artacak ve başta hicret fetvası olmak üzere diğer pek çok sebebe bağlı olarak gelişen göç dalgası günden güne büyüyecektir. İnsanları toplu olarak göçe zorlayan sebeplerden biri de işgallerdir. Dün olduğu gibi bugün de dünyanın çeşitli bölgelerinde bu sorun devam etmekte ve işgal sebebiyle pek çok insan vatanını terk etmek zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla Bosna-Hersek te yaşanan göçün temel nedeni, bu topraklarda yaşanan istila ve Müslüman ahalinin bu işgali kabul edememiş/etmemiş olmasından kaynaklanmış, pek çok Boşnak aile kendilerine yeni ve güvenli bir vatan bulmak için harekete geçmiştir 1. Bosna- Hersek halkı, Avusturya-Macaristan yönetimini işgalci olarak görmüş ve meşruiyetini kabul etmemiştir. Yeni yönetimin meşruiyetinin kabul edilmemesi, elbette Avusturya-Macaristan ın Müslüman bir ülke olmamasından ve işgalci bir güç olmasından kaynaklanmaktadır. Yaklaşık 500 yıl kadar bir süre Osmanlı idaresinde kalan bir halkın gayrimüslim bir yönetimi kabul etmemesi ve buna karşı çıkması oldukça doğal bir tepki olarak görülmelidir. Ahalisinin çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, gayrimüslim bir yönetim büyük rahatsızlık uyandırmıştır. İşgal sonrası 1 Balkanlar da, özellikle Bosna-Hersek te yaşanan göç problemi belgesellere, romanlara ve şiirlere de konu olmuştur. Türk yapımı olan ve 2008 yılında Türk televizyonlarında da gösterilen Sürgün ve Ölüm adlı belgeselde, başta Balkanlar olmak üzere Osmanlı nın son 150 yıllık döneminde soykırım, baskı ve işkenceye maruz bırakılarak göçe zorlanan insanların dramı anlatılmaktadır. (Balkanlar ve Türkiye de Frekans, Şubat 2008, S. 50, s. 14.). Buna ilaveten Bosna-Hersek ten özellikle Türkiye ye göç edenlerin dramları gazeteci Nurten Ertul'un hazırladığı Beyaz Zambak isimli romanda da anlatılmıştır. Beyaz Zambak'ı hazırlayabilmek için Ertul, Bosna-Hersek'te ve İstanbul'da göçmenlerin yaşadığı merkezlerde çeşitli gözlemlerde bulundu ile 1995 yılları arasındaki tarihi süreçte, yaşanan dramı, roman kurgusunda okuyucuya aktarmayı amaçlayan yazar, Balkanlardan Türkiye'ye gerçekleştirilen zorunlu göçün sebeplerini ve bu insanların İstanbul'da kurmaya çalıştıkları yeni hayatları gözler önüne serdi. turkdiliveedebiyati.com/ask_goc_savas_bosna-t html (son erişim ). Bosna-Hersekli şair Aleksa Šantić (Şantiç) ise, 1896 yılında yazdığı Ostajte Ovdje (Kalın Burada) isimli şiirinde, adeta yalvaran bir üslûp ile göç trajedisini dile getirmiş ve Elin diyarlarındaki güneş burdaki gibi sizi ısıtmaz. diyerek göç edenlere sanatkâr bir dille gitmeyin demiştir. (son erişim ).

188 195 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İşgal Sonrası Bosna-Hersek'te Göç Olgusunun... ortaya çıkan ve Bosna-Hersek Darü l-harp midir, yoksa Darü l-islâm mıdır? sorusu etrafında devam eden tartışmaların temelinde de bu izleri görmek mümkündür. 2 Yeni yönetim Bosna-Hersek genelinde yaşanan rahatsızlıkları görüyor ve biliyordu, fakat herhangi bir önlem almıyordu (Olaş 2007: 90). Bu çerçevede işgalden sonra, 1878 den 1885 yılına kadar yeni yönetimin göç problemine seyirci kaldığı, hatta bunu hızlandıracak kanalları açık tuttuğu söylenebilir. Mesela 1882 yılında, başka ülkelere göç etmek isteyen Müslüman Boşnaklar yeni hükümete 3003 dilekçe vermişlerdir. Bu dilekçelerde göç etme sebepleri hakkında herhangi bir gerekçe gösterilmediği ve dilekçelerin sayılarının artacağı bilindiği hâlde, Avusturya- Macaristan yönetimi dilekçeleri kabul etmiş ve göçe izin vermiştir (İmamoviç 1998: 368). İşgal sonrası Bosna-Hersek te yaşanan göç sorunu ile ilgili çeşitli araştırmalar yapılmıştır 3. Benzer araştırmalara temel kaynak olabilecek ve göç sorununun daha iyi anlaşılmasına ve irdelenmesine yardım edebilecek en eski ve müstakil kaynaklardan biri sayılabilecek, 1886 yılında Mehmet Tevfik Azapagić (Azapagiç) tarafından, önce Arapça kaleme alınan ve aynı yıl Osmanlı Türkçesiyle de Vatan Matbaası nda basılarak neşredilen Hicret Hakkında Risale (Risala o Hidžri) isimli eseridir (Azapagiç 1886; Lavić 1990: ) yılında Bosna-Hersek in, Avusturya-Macaristan tarafından işgalinden sonra, çok sayıda Müslüman, Müslüman olmayan bir ülkeden Türkiye ye göç etmeyi dinî bir zorunluluk olarak düşünmüştür (Lavić 1990: 222). Azapagić (Azapagiç), Kur an ve hadislere dayanarak kaleme 2 3 Bosna-Hersek'in Tuzla şehrinde kadılık ve müftülük yapan Mehmet Tevfik Azapgiç, 1886 yılında kaleme aldığı Hicret Hakkında Risâle adlı Türkçe eserinde, Risâleyi yazma amacını ve Darü l-harp tartışmalarını şu cümlelerle ifade eder: Bilinmelidir ki, aziz vatanımız olan Bosna-Hersek kıtaları Allah ın takdiri sebebiyle Devlet-i Âliye-i İslâmiye nin (Osmanlı) idaresinden çıktığından beri Bosna-Hersek teki Müslümanlardan bazıları vatanlarını terk ederek hicret etmeye başlamışlardır. Aileleri ve çocuklarıyla birlikte dayanılması çok güç olan hicret ve yolculuğun bunca zorluklarını göze alıyorlar. Bunun başlıca sebebi, güya Bosna-Hersek Darü l-harp olarak görülmekte ve Müslümanların burada kalmalarının caiz olmadığını, dolayısıyla kendilerine hicretin farz olduğunu zannetmelerinden kaynaklanmış tır. (Mehmet Tevfik Azabagiç 1886: 4-5). Bu araştırmalardan biri de Zerrin Olaş a aittir. Yüksek Lisans Tezi olarak hazırlanan bu çalışma, Bosna-Hersek'ten Türkiye'ye doğru yapılan göçler ve göçmenlerin Anadolu'da yerleştirildikleri yerler, kısaca göçün Tükiye ayağı hakkında Osmanlı belgelerine dayanan ayrıntılı ve akademik bilgiler vermektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. Olaş 2007.

189 196 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER aldığı Hicret Hakkında Risâle adlı eserinde, hicret veya göçün dinî bir hükme dayanmadığını ve Bosna-Hersek in Darü l-harp değil, bilâkis Darü l-islâm olduğunu ortaya koymuş ve Müslüman ahalinin vatanlarını asla terk etmemeleri gerektiğini ısrarla vurgulamıştır 4. Bu risalenin Müslüman ahali üzerinde olumlu etkiler yarattığı muhakkaktır. Ancak, Azapagić in risalesinden daha önce, Bosna-Hersek te yaşanan göçü önlemeye yönelik olarak, Vatan gazetesinde bazı mektup ve makalelerin yayımlandığı görülmektedir. Araştırmanın temel dayanak noktasını oluşturan ve büyük ihtimalle Azapagić e, dolayısıyla Hicret Hakkında Risâle isimli esere de ilham kaynağı olduğu düşünülebilecek makaleler, 1884 yılından itibaren Vatan gazetesinde Osmanlı Türkçesi ile yayımlanmıştır. Bosna-Hersek te Osmanlı Sonrası Türkçe Bir Gazete: Vatan 12 Eylül 1884 yılında Mehmet Hulusi tarafından Bosna-Hersek in başkenti Saraybosna da çıkarılmaya başlanan Vatan gazetesi 2 varak, 4 sayfa ve tamamı Arap harfli Türkçe olmak üzere haftada bir cuma günleri yayınlanmıştır. Vatan gazetesi 39x28 cm. boyutlarında ve ince kâğıda basılmıştır. Gazetenin basım yeri ve idarehanesi her sayının başlığında standart olarak şu cümleyle ifade edilir: Matbaa ve mall-i idaresi Saraybosna da Bendbaşı ndaki Evkaf İdaresi civarında 6 numaralı hanedir. A raz ve şahsiyattan âri her türlü mebâhis ve makalât-ı hayriye-i umumiye meccânen ve maatteşekkür kabul ve derc olunur. Vatan gazetesinin çıkarılma macerası ve adı ile ilgili bilgiler ise Vatan ın ilk sayısının ikinci sayfasında, gazetenin sahibi ve başmuharriri de olan Mehmet Hulusi tarafından Hasbıhâl ve İcmâl-i Ahvâl başlıklı yazıda aktarılmıştır: İşte vatan-ı azizimiz olan Bosna kıtasında Türkçe olarak Bosna namıyla tab ve neşrolunagelen resmi gazetenin inkılabât-ı maziye sâikasıyla mevki -i intişardan sâkıt olalı çend mâh kadar tam yedi sene oluyor. Lâkin cümlenin ittifak-âra ile işte bu defa yine lisan-ı Arabü l-beyân-ı Türkî üzere ve cümle milletlerin indinde mukaddes olan Vatan nâmıyla işbu gazete çıkmaya başlayıp hayırhahân-ı vatan ve milleti yeniden mesrûr ve dilşâd eyledi. Filvâki işbu gazete resmi olmayıp millet ve memleketimize fâide-bahş olacak âsârın vücuda gelmesi için bir vasıta-i müessere olmak üzere erkân-ı vilayetten bazı hamiyetkârânın himmet ve gayretleriyle... (Vatan 1884: 2). 4 Bosna-Hersek te yaşanan göç sorunu üzerine yapılan araştırmalarda Mehmet Tevfik Azapagiç in Hicret Hakkında Risale isimli Türkçe eserinden bahsedilmemiş olması büyük bir eksiklik olarak değerlendirilmelidir.

190 197 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İşgal Sonrası Bosna-Hersek'te Göç Olgusunun... Avusturya-Macaristan ın Bosna-Hersek i işgalinden yaklaşık yedi yıl sonra (1884) çıkarılmaya başlanan ve Boşnaklar arasında büyük ilgi gören, abone sayısını 700 e kadar çıkaran Vatan gazetesi Osmanlı Türkçesini yüksek seviyede kullanmayı hedef almış, sanatlı ve seviyeli bir anlatımı daima ön planda tutmuştur 5. Sanatlı ifadeler genel olarak uzun cümleler hâlinde verilmiştir (Začinović 2003: 22). Vatan gazetesine yansıyanlara bakıldığında, başta Bosna-Hersek dâhilinde meydana gelen olaylar olmak üzere Telgraf Havadisleri başlığı altında dünyadan haberler; ilk iki yılında daha sıklıkla görülen edebî faaliyetler kapsamında gazel türünde yayınlanan şiirler ve buna bağlı edebî eleştiri yazıları dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Kulovî-zâde Esad, Evkaf müfettişi Edhem Bey, Bosna Mekteb-i İdadisi lisan hocası sâbık Yüzbaşı Hayreddin in Gazelleri ile Bosna ve Hersek Evkâf Müfettişi Başagiç İbrahim Edhem in Vatan gazetesi hakkında düşürdüğü tarih, gazetenin edebî yönünü de ortaya koyan önemli faaliyetler arasında sayılabilir. Vatan gazetesi muhabirlerinin Bosna-Hersek in çeşitli şehirlerinden gönderdikleri mektuplar ise Muhabir Mektupları başlığı ile yayımlanmış ve bu vasıta ile mahalli haberler kamuoyuna duyurulmuştur. Bunun yanı sıra seyahat yazıları ve ekonomi haberlerinin de yer aldığı gazetede, Telgrafla Gelen Viyana Borsası başlığı ile verilen borsa bilgileri her sayının son sayfasında cetvel halinde verilmektedir. Avusturya- Macaristan Devleti nin Bosna ve Hersek i imar etmeye yönelik çalışmalarının günü gününe gazetede yer alması ve bu faaliyetlerden övgüyle söz edilmesi, ayrıca Avusturya-Macaristan devlet adamlarının Bosna- Hersek i ziyaretlerinin büyük bir heyecanla karşılanarak gazetede haber yapılması Vatan ın yayın politikasının tayininde araştırmacılara önemli ipuçları vermektedir. Gazetede imzalı yazılar zaman zaman bir yazı dizisi halinde yayımlanmış, yazı dizisi sona erdiğinde başka bir isim ve imza devreye girmiştir. Her sayının birinci sayfasında İcmal-i Ahval başlığı ile yayımlanan yazıların gazetenin aynı zamanda sahibi de olan Mehmet Hulusi tarafından kaleme alındığı, dolayısıyla Mehmet Hulusi nin aynı zamanda gazetenin başmuharriri de olduğu söylenebilir. Bu bilgiler ışığında Mehmet Hulusi istisna tutulmak kaydıyla Vatan gazetesinde sürekli yazı yayımlayan başka bir isimden söz etmek mümkün değildir yılları arasında önce Vatan, yılları arasında ise Rehber adıyla Mehmet Hulusi tarafından çıkarılan gazeteler, Bosna- 5 Neira Začinović, Bosna-Hersek te yayınlanan Eski harfli Türkçe gazetelerin dili üzerine bir Yüksek Lisans Tezi hazırlamıştır. Bosna-Hersek te yayınlanan eski harfli Türkçe gazetelerin dil özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Začinović 2003:

191 198 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER Hersek te en uzun süreyle yayınlanan Türkçe gazete olma özelliğine de sahiptir ve bu bakımdan da ayrıca önemlidir. Vatan ve devamı niteliğindeki Rehber gazeteleri Saraybosna da Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesinde muhafaza edilmektedir. Vatan ve Rehber gazeteleri 2009 yılının başlarında önce mikrofilme alınmış, ardından da dijital ortama aktarma çalışmaları başlatılmıştır. Araştırmacılara mikrofilm üzerinden okuma ve inceleme imkânı sunulmuş, bu sayede gazetelerin orijinal nüshalarının yıpranması önlenmiştir. Vatan a Yansıyan Göç Tartışmaları Vatan gazetesine yansıyan tartışmaların başında göç problemi gelmektedir. Bu kapsamda Vatan gazetesinde, yılları arasında Bosna da Askerlik, Vatan Muhabbeti, Vatan ve Göç Hakkında Birkaç Söz ; toplam 5 sayı boyunca devam eden Hicret, Bir İbret Manzarası ve Hicreti Teşvik Edenlere Karşı Susturucu Cevap başlıklı makalelerin yanında, Hersek ten Mektup başlıklı bir de mektup yayımlanmıştır. İmzasız olarak yayımlanan mektup ve makalelerin hemen tamamında göçe karşı çıkılmış ve Müslümanların vatanlarını terk etmemeleri gerektiği ısrarla vurgulanmıştır. Vatan gazetesinde yayımlanan mektup ve makalelerde, Müslümanları göçe zorlayan sebepler, göç sonrası yaşanabilecek sorunlar ve bunların çözüm yolları üzerinde durulmuştur. Gazeteye yansıyan sorunları ve önerilen çözüm yollarını belli başlıklar altında toplamak mümkündür. Buna göre: 1- Bosna-Hersek, gayrimüslim bir ülke tarafından işgal edilmiştir. Ülke artık Darü l-harp tir. Bu sebepten Müslüman bir ülkeye göç etmek dinî bir görev olmuştur. iddialarına karşı verilen cevapta: Çok şükür memleketimizde bu hastalıklı durumların hiç biri yoktur. Eğer sadece idare değişikliği ve bu idareye askerlik görevinden dolayı vatan terk ediliyor ise boş yere sıkıntılara giriliyor. Hâlbuki bir İslâm memleketi içinde Cuma, bayram namazlarıyla ezan-ı Muhammediye gibi İslâm dininin gerekleri yapılabiliyorsa o memleketin darü l-harp olmayacağını bütün fıkıh kitapları yazmaktadır. Yoksa sadece idare değişikliği ile bir memleket darü l-harp olmaz. Her tarafta malımız, canımız, namusumuz ve dinimiz emniyettedir. Milletin hürriyet ve eşitliği garanti altındadır. Ülkede asayiş, mal emniyeti, dinin korunması ve yaşanması mevcut ve mümkün olduğu hâlde ne yazık ki, Müslümanların bir kısmı Bos-

192 denilmiştir. 199 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İşgal Sonrası Bosna-Hersek'te Göç Olgusunun... na nın işgalinden sonra bazı yersiz korku yüzünden öteye beriye göç etmişlerdir 6 (Vatan 1884: S. 4, s. 2-3) 2- İnsan, doğup büyüdüğü vatanını terk ederse pek çok problemlerle karşılaşabilir. Bu sebepten dolayı asla vatanından göç etmemelidir: İnsan, doğup büyüdüğü ve suyuna ve havasına alıştığı aziz vatanını ve onun hürriyet ve imtiyazını terk eder de iklim ve havasını ahali ve âdetini ve ticaretini velhasıl geçim şartlarını bilmediği bir memlekete gider ise, bir taraftan vücut sağlığını kaybeder, diğer yandan zarurî ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çeker. Mallarını yok pahasına satıp giderlerse, aldıkları paranın iki katını yollarda ve yerleşinceye kadar harcarlar. Bunun tabii bir sonucu olarak da perişan bir vaziyette elleri boş kalır (Vatan 1884: S. 4, s. 2-3). 3- Bosna-Hersek işgalden sonra yaşanmaz ve katlanılmaz bir memleket olmuştur, bu yüzden daha huzurlu bir ülkeye göç etmek gerekir. şeklinde ortaya atılan iddialara karşı ise şu cevaplar verilmiştir: Eğer katlanılamayacak bir durum varsa, niçin onu mahallî yönetime bildirmiyorlar? Yok, eğer hukukuna saldırı olunmuşsa niçin mahkemeye müracaat ederek durumu bildirmiyorlar? denilerek, bu durumun göç nedeni olamayacağı vurgulanmıştır. 4- Nüfus bir milletin gücünü, kuvvetini ve önemini gösterir. Onun için Müslümanlar ülkelerini terk etmemeliler: Vatanımızda Müslüman nüfus ne kadar azalırsa, nüfuz ve ehemmiyetimiz de o oranda azalır. Nüfusumuz azaldıkça ehemmiyet ve itibarımız azalır ve hukukî ayrıcalıklarımız küçüle küçüle yok olur. Çünkü her milletin itibarı ve ayrıcalığı nüfusunun miktarına göredir. Yani, hangi millet nüfusça fazla ise, hükümet ve devlet katında şeref ve ehemmiyeti de fazladır. Trebinje (Trebinye), Livno ve Cazin (Sazin) şehirlerindeki göç sonrası durum, bu iddiayı ispatlar niteliktedir (Vatan 1884: S. 4, s. 2-3). 5- Bazı bölgelerdeki gayrimüslimler Müslümanların mallarına el koyabilmek için onları göçe zorlamışlardır. Cazin (Sazin) ve Kladuša (Kladuşa) taraflarında yaşanan göç böyle bir sebebe dayanmaktadır: Müslümanların göç ettikleri bu bölgede, Avusturya nın Lika ahalisiyle Müslümanlar arasında eskiden kalma bir düşmanlık 6 Eğik harflerle ve çift tırnak içinde verilen alıntı metinler, konuyla ilgilenenler tarafından daha iyi anlaşılsın diye, kısmen sadeleştirilerek verilmiştir. Bahsi geçen metinlerin sadeleştirilmesi makalenin yazarı tarafından yapılmıştır.

193 200 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER vardı. Likalılar Bosna nın işgalini fırsat bilerek ve bazı fırsatçıların ve yalancıların da tahrikiyle cesaretlenerek fırsat buldukça buralardaki Müslüman köylerine tecavüz etmişlerdi. Müslümanların çayır ve korularına bir gün el koyacaklarını söylemişler ve karşılaştıkları Müslümanlara bazı kötü sözler sarf etmişlerdi. Yöredeki köylerde yaşayan Müslümanlar bu durumdan rahatsız olmuşlar ve bazıları göç etmeye karar vermişlerdi... (Vatan 1884: S. 5, s. 2-3). Likalılar entrikalarında başarılı olmuşlar ve göç eden Müslümanların mallarını çok ucuz fiyatlarla almışlardır. Müslümanlar ise hem entrikanın gerçek nedenini anlamamışlar, hem de idareden sorumlu memurların gevşekliklerinden dolayı dağılmaya başlamışlardır. Livno ve Trebinje (Trebinye) taraflarında da buna benzer bazı olaylar meydana gelmiş ve oralardaki Müslümanların bir kısmı bu yüzden göç etmişlerdir... (Vatan 1884: S., 5, s. 2-3). 6- İşgal sonrası ekonomik hayat durma noktasına gelmiş, pek çok esnaf dükkânını kapatmak zorunda kalmıştır. Bu sorun ülkenin bütününe şamil olmakla birlikte, ekonomik zorluk içinde bulunan Müslüman aileler göç etmeye karar vermişlerdir: kimi zanaatını sürdüremediği, kimi de (özellikle) kazancı iyi olmayan esnaflar, bir kısmının da buna benzer sebeplerden dolayı onlara uyarak gidecekleri anlaşılıyor. Bu ekonomik durgunluğun ne anlama geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, bu olumsuzluk sadece Müslümanlar için geçerli olmayıp diğerleri de aynı şartlara tâbidir... (Vatan 1884: S. 3, s. 3-4) denilerek, sabır ve itidal tavsiye edilmiştir. 7- Avusturya-Macaristan hükümeti 4 Kasım 1881 tarihinde yayımladığı askere alma kanununa Müslümanlar için özel maddeler koyduğu hâlde, Müslümanlar askere gitmek istememişler ve bu yüzden göç etmeye karar vermişlerdir. Gazetede yayımlanan makalelerde bu konuda da bir takım çözüm önerileri sıralanmıştır: Askerlik dünyanın her tarafında geçerli vatanî bir görevdir. Dünyada ne bir kavim ve millet, ne de en küçük bir hükümet yoktur ki asker almasın ve onunla memleketini korumasın. İnsan dünyada nereye gitse askerlikten yakayı kurtaramaz. Çünkü her yerde askerlik görevi ile yükümlü olması tabiidir. Müslümanlardan asker olanlara fes giydirilip yemekleri dahi ayrıca pişirilmekte olmakla beraber, sadece Müslümanlar endişeye kapılmasın diye gayrimüslim askerlere bile fes giydirilmiştir... (Vatan 1884: S. 3, s. 3-4).

194 201 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İşgal Sonrası Bosna-Hersek'te Göç Olgusunun... Bu durumda askerliği bir sorun olarak görmek ve bu yüzden vatanı terk etmek yersiz bir davranıştır. 8- Vatanlarından göç edip başka ülkelere gidenler göç yolunda pek çok sorunla karılaşmışlardır. Bundan sonra göç etmeyi düşünenler bu durumu iyi bilmelidirler. Çünkü Gidenlerden mesela on kişi içinden kendi eceliyle ve bu hicretin fazlasıyla zor olması sebebiyle yedisi vefat ediyor. Üçü kalıyor, ama nasıl? Bu kalanlar ise içine düştükleri belâlardan kurtulmak için mümkün olsa ölümü para ile satın alırlardı.... denilmek suretiyle, göçün zor şartlar altında yapıldığı, bu yüzden büyük kayıplar yaşandığı uyarısı yapılmıştır (Vatan 1884: S. 15, s. 3-4). 9- Daha önce göç ederek ülkelerini terk edenler çeşitli vasıtalarla geride kalanları da göçe teşvik etmişlerdir. Oysa Müslümanlar bu gibi sözlere asla kanmamalıdır. Makalede, Müslüman ahaliye bu konuda da bir çağrı yapılır: Ey Müslüman kardeşler!.. Bu hicret edenlerin, hicret hakkındaki sözlerine zerre kadar itimat etmek caiz değildir. Çünkü bunlar, bozulan, yıkılanı sürdürürler. Kendileri hak ettikleri belayı görüp bozulmuş ve dedelerinden miras kalan mallarını ve zenginliklerini kaybetmişlerdir. Bu yüzden sizin de bu kötü duruma düşmenizi isterler (Vatan 1884: S. 15, s. 3-4). Dolayısıyla bu gibi çağrılar asla dikkate alınmamalıdır. 10- İşgalden sonra Bosna-Hersek te din elden gidiyor, ülkede din adamı kalmıyor gibi söylemlerle Müslümanları göç etmeye teşvik edenler olmuştur. Bu konuda da, Din adamları ile Maarifin dikkate alınmadığı ve ulemanın sayıca az olması nedeniyle İslâm dini de günden güne gerilemektedir ve nihayet İslâm dini kalmayacaktır diyerek bunca şiddetli belayı ve nice zor şartları gözlerinize kestirerek hicret etmeyi düşünmeyiniz... (Vatan 1884: S. 15, s. 3-4) ikazı tekrar edilmiştir. 11- Avusturya-Macaristan hükümeti tarafından atanan memurlar, vatandaşlara soğuk davranmış ve bazı haklarının teslimi konusunda sorunlar çıkarmıştır. Bu durumda, vatandaşlar haklarını arayabilirler ve ilgili yerlere şikâyette bulunabilirler. denilerek vatandaşlara yol gösterilmiştir: İşitildiğine göre, kaymakam veyahut bazı hükümet memurları tarafından soğuk muamele görülmekle veya haklarını alamamakla paldır küldür bunca meşakkatleri göze alıp hicret edileceğine, sancak ile merkez vilayet ve gerektiğinde mutlaka ta Viyana ya kadar

195 202 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER müracaat etmek daha kolay değil midir? Müslüman ahali tarafından ortaya atılan şu şikâyetlerden hiç birisi bile hükümetin dikkatine sunulmadığı takdirde, hükümet ne bilecektir?... (Vatan 1884: S. 15, s. 3-4). 12- Gereksiz korkularla vatanı terk etmek gayrimüslimlerin işine yarayacak ve göç edenlerin geride bıraktıkları mallar onların eline geçecektir. Müslümanların göç etmesi, Memleketimize göz dikip evvelden alışmış oldukları gibi yine emlâk ve arazimizi yok pahasına ele geçirmek için bir saat evvel vatanımızdan dönüp gitmemizi dört gözle bekleyen bazı açgözlülerin menfaatine hizmet etmeden başka neye yarar (Vatan 1885: S. 18, s, 3-4). Bu yüzden açgözlülere fırsat verilmemeli ve vatan terk edilmemelidir. 13- Makalelerde, Türkiye de kendilerini kurulu, hazır bir düzenin beklediğini düşünenlere, özellikle İstanbul a gider ve orada su satarak bile yepyeni, güzel ve sakin bir hayat yaşayabiliriz. diyerek bunun hayalini kuranlara da uyarıda bulunulmuştur: Gerçekten İstanbul da su satanlar da geçinebilir; ancak hepimiz sucu olursak her birimiz kendi suyumuzu içmekle yetinmeye mecbur olacağız. Yurtlarını terk edenler gidecekleri yerde birkaç sene evsiz ve yersiz kalmak ihtimalini de göz önüne almalıdır. Çünkü hicret eden ve edecek olanlar için gittikleri yerde dayalıdöşeli konaklar, yalılar, saraylar, hazırlanmamıştır... (Vatan 1885: S. 25, s. 2-3). 14- Yerel Hükümet, 1885 yılında göç etmek isteyenlerle ilgili ilk defa bir karar almıştır. Buna göre: Hicret etmek için mallarını ve mülklerini satmış, ancak satış işlemleri resmiyet kazanmamış olanların mallarını satılmamış sayarak sahibine geri verilmesine karar vermiştir. Bundan sonra bir kimse hicret etmek için mallarını ve mülklerini satmaya kalkışacak olursa, gerçek nedeni, yani kandırılarak hicrete teşvik edilip edilmediği anlaşılmadıkça tapu işlemlerinin yapılmayacağı karara bağlanmış tır (Vatan 1885: S. 39, s. 2-3). Alınan bu kararla, hükümet ilk defa göçü önleme yolunda somut bir adım atmıştır. Sonuç Sonuç olarak, Osmanlı Devleti nin Balkan yarımadasından çekilmesinden sonra, bu coğrafyanın kaderi işgal, savaş, kan, ölüm, göç ve

196 203 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İşgal Sonrası Bosna-Hersek'te Göç Olgusunun... gözyaşı ile dolu acı günler olmuştur. Bütün bu olumsuz şartlar, Bosna- Hersek te diğer bölgelere bakarak birkaç kat daha fazla yaşanmıştır li yıllarda Bosna-Hersek te 500 bine yakın Müslüman nüfusun varlığı bilinmektedir. Ancak bu nüfus, bölgede sürekli yaşanan huzursuzluklar dolayısıyla günden güne azalmıştır. Nüfusun azalması Türkçe konuşan ve yazanların sayısının azalmasına, dolayısıyla Türk Dilinin etkinlik alanının daralmasına, bunun tabii bir sonucu olarak da Türk kültür dairesi içinde önemli bir yeri bulunan coğrafyanın -üzerinde yaşayanlarla birlikte- Türk kültür hinterlandının dışına itilmesine sebep olmuştur. Türk ve Boşnak edebiyatları bu gözle incelendiğinde, göçün toplumun bilinçaltında meydana getirdiği hicranlı duyguların edebî eserlere nasıl yansıdığı görülecektir. Bu cümleden olarak başta Bosna-Hersek olmak üzere bütün Balkanlarda nüfusun Türkler aleyhine değişmesi edebî eserler üzerinden incelendiğinde ortaya çok çarpıcı sonuçların çıkacağı muhakkaktır. Bosna-Hersek te baş gösteren göç problemi işgalin ilk yıllarında daha fazla yaşanmıştır, denilebilir yılından itibaren Mehmet Hulusi tarafından çıkarılmaya başlanan Vatan gazetesi göç sorununu sayfalarına taşımış ve bu konuda başta yönetimi elinde bulunduran Avusturya- Macaristan hükümetinin, sonra da Müslüman Boşnakların dikkatlerini göç sorununa yönelterek kamuoyu oluşturma görevini yerine getirmiştir. Denilebilir ki, Vatan gazetesi göç gibi ciddi bir toplumsal sorunu enine boyuna tartışan ve doğuracağı yıkıcı sonuçları da ortaya koyan yazılarıyla sosyal sorumluluk örneği sergilemiştir. Bu yönüyle bakıldığında Vatan gazetesinin hem toplumu bilinçlendirme ve doğru kararlar alma noktasında, hem de yöneticilerin sorunu fark etmelerinde önemli bir görev icra ettiği görülecektir. İşgal sonrası Bosna-Hersek ten başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelere göç edenler, önce kendi hayatlarını, sonra doğup büyüdükleri ülkelerinin geleceğini, ardından da gittikleri ülkelerin ekonomik ve sosyal hayatını ciddî bir biçimde zora sokmuşlardır. Bosna-Hersek te günümüze kadar uzanan siyasî, sosyal, kültürel yozlaşma ve ekonomik problemlerin temelinde işgalden sonra başlayan ve bir türlü önü alınamayan göçün etkili olduğunu, bu yüzden Bosna- Hersek teki etnik yapının günden güne Boşnakların aleyhine değiştiğini söylemek mümkündür. Dün olduğu gibi bugün de nüfus çok önemli bir siyasî ve stratejik güç kaynağıdır ve kısaca Her milletin itibarı ve ayrıcalığı nüfusunun miktarına göredir. Bu gücü kaybedenler, diğerlerine boyun eğmek ve teslim olmak zorunda kalmışlardır.

197 204 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Genç Osman GEÇER KAYNAKÇA ( ) ALKAN, Necmettin (1995), Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, Beyan Yayınları, İstanbul. AZAPAGİĆ Mehmet Tevfik ( ), Hicret Hakkında Risale, Vatan Matbaası, Saraybosna. İMAMOVIĆ, Mustafa (1998), Historija Bošnjaka (Boşnak Tarihi), 2. İzd.- Sarajevo; Bošnjačka Zajednica Kulture Preporod. LAVİĆ, Osman (1990), Mehmet Teufik Azapagić: Risala o Hidžri, Anali, Gazi Husrev-begova biblioteke, knjıga XV-XVI, Sarajevo, MEHMET Hulusi (1884), Hasbıhâl ve İcmâl-i Ahvâl, Vatan, S. 1, Saraybosna, s. 2. OLAŞ, Zerrin (2007), Avusturya-Macaristan İmparatorluğu İşgalinde Bosna- Hersek, (Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksel Lisans Tezi), Sakarya. REUTER, Jens (1992), Die Politische Entwicklung in Bosnien-Hercegowina, Südosteuropa Mitteilungen, S., 11/12, Münih. ŠANTİĆ, Aleksa, Kalın Burda (Ostajte Ovdje) isimli şiiri (1896) (son erişim ). ŞAHİN, Naci, XIX. Yüzyıl Sonrasında Anadolu ya Yapılan Göç Hareketleri ve Anadolu Coğrafyasındaki Sosyo-Kültürel Etkileri. (Act of Emigration to Anatolia After 19th Century and Its Socio-Cultural Effects on Geography of Anatolia.) ( son erişim ). Türkiye ve Balkanlar da Frekans, S. 50, Şubat 2008, s. 14. Uluslararası Göç Sempozyumu Bildiriler (8-11 Aralık 2005), Zeytinburnu Belediyesi Yayınları, İstanbul, Vatan, Bir Manzara-yı İbret, S. 39, II. sene, 5 Haziran 1885, Saraybosna, s Vatan, Bosna da Askerlik, S. 3, 26 Eylül 1884, Saraybosna, s Vatan, Hersek ten Mektup, S. 27, II sene, 13 Mart 1885, Saraybosna, s. 4. Vatan, Hicret, S. 15, 19 Aralık 1884, Saraybosna, s Vatan, Hicret, S. 16, 24 Aralık 1884, Saraybosna, s. 4. Vatan, Hicret, S. 18, 9 Ocak 1885, Saraybosna, s Vatan, Hicret, S. 24, II. Sene, 20 Şubat 1885, Saraybosna, s. 2-3.

198 205 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İşgal Sonrası Bosna-Hersek'te Göç Olgusunun... Vatan, Hicret, S. 25, II. Sene, 27 Şubat 1885, Saraybosna, s Vatan, Teşvik-i Hicrete Karşı Cevab-ı Müskit, S. 59, II. Sene, 23 Ekim 1885, Saraybosna, s Vatan, Vatan Muhabbeti, S. 4, 3 Ekim 1884, Saraybosna, s Vatan, Vatan ve Muhaceret Hakkında Birkaç Söz, S. 5, 10 Ekim 1884, Saraybosna, s ZAČİNOVİĆ, Neira (2003), Bosna Kütüphanelerindeki Eski Türkçe Gazetelerin Dili, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara.

199 BĐR ELEŞTĐRMEN OLARAK FETHĐ NACĐ Esma Dumanlı KADIZADE ÖZ: Türk edebiyatında birçok eleştirmenin etkilendiği Đzlenimci eleştiri anlayışı Fethi Naci nin eserlerinde de görülür. Ancak Fethi Naci nin ekonomi öğrenimi görmesi, ekonomik ve toplumsal bilimlere ilgisi, onun Marksist estetiği ve Marksizm i de kolaylıkla incelemesini sağlar. Fethi Naci nin eleştiri serüveni bu iki anlayış çerçevesinde oluşur. Bu çalışmada ise, eleştirmenin yazın hayatının birinci döneminde etkisi altında kaldığı Marksist eleştiri unsurları sorgulanmıştır. Daha sonra ise yine eserlerinden yola çıkılarak eleştirmenin ikinci döneminde dikkat çeken Đzlenimci eleştiri anlayışı vurgulanmıştır. Anahtar Kelimeler: Marksist eleştiri, Đzlenimci eleştiri, Fethi Naci ve eserleri Fethi Naci as a Critic ABSTRACT: Impressionistic criticism, by which many critics were influenced, was also observed in Fethi Naci's works of art. However; Fethi Naci's education in economy and social sciences gave him the oppurtinity to investigate the Marxist esthetic and Marxism. Therefore his life as a critic had been based on these two main criticism movements. In this study, factors of Marxist criticism, in his early life as a critic, are interrogated. In addition, impressionistic criticism which draws attention in his second era is emphasized deduced also from his works of art. Key Words: Marxist criticism, Impressionist criticism, Fethi Naci and his works Fethi Naci, elli yılı geçen yazın hayatı boyunca, özellikle 1968 den sonra siyasal alanda yazmayı bırakıp tamamen edebiyat alanında eserler vermeye başlamıştır. Eleştirmen, Nurullah Ataç sayesinde bu alanda üne kavuşmuştur. Eserlerinde Đzlenimci eleştiri ile Marksist eleştiri unsurlarını bir arada kullansa da genellikle kendisini Marksist bir eleştirmen olarak değerlendirmiştir. Çukurova Üni. Sos. Bil. Ens. esmadumanli@yahoo.com

200 208 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Esma Dumanlı KADIZADE Eleştirmenliğinin 1950 den sonraki ilk dönemlerinde, Marksist estetiğin izlerini taşıyan Fethi Naci, edebiyat eserlerine de toplumcu gerçekçi bir değerlendirme ile yaklaşmış ve ilk yazılarını topladığı Đnsan Tükenmez (1956) adlı eseri ile eleştiri alanında toplumcu gerçekçi çizginin önemli bir örneğini oluşturmuştur. Fethi Naci nin ekonomi öğrenimi görmesi ve toplumsal bilimlere ilgisi, onun Marksist estetiği ve Marksizm i kolaylıkla incelemesini sağlamıştır. Bir söyleşisinde; Hızlı bir komünist olarak okuduklarım Marksçı estetikle ilgili ve daha çok Fransız Marksçılarının eserleriydi. O görüş açısından yaklaşıyordum. Orada da bir temel kural var, Plehanov, maddeci eleştiri tanımında; Maddeci eleştiricinin işi bir eserin estetik özünü sosyolojik dile çevirmektir. der. Bu benim de biraz kolayıma gidiyordu. (Koyuncu 1994). diyerek Maksist eleştiriye dikkat çekmiştir. Fethi Naci ikinci döneminde, Lukacs estetiğinin temel düşüncelerini esas alan toplumcu eleştiri anlayışını geliştirmiş ve toplumcu gerçekçiliğin, eserin edebi yönünün tamamen ikinci plana atıldığı yaklaşımından uzaklaşmıştır ların sonralarına doğru ise temel ölçütleri belirginleşen Fethi Naci eleştirisi Ecevit e göre özde Marksist edebiyat eleştirisinin ana ilkeleriyle örtüşen ama yıllar ilerledikçe, içlerinde sanat kaygısının daha çok duyumsandığı ölçütlere (2001) ulaşmıştır. Bu yaklaşımlarla Fethi Naci yi Marksist eleştiri ve Đzlenimci eleştiri açısından iki bölümde incelemek mümkündür. 1- Marksist Çizgide Fethi Naci Fethi Naci, Marksist eleştiride içerik ve biçim dengesini özümsedikten sonra özellikle eserin fayda unsurunun öne çıkarılmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Đçerik, eserin, konusu, olayları, kişileri, kahramanları, sömürücü ve yönetici bir sınıfın çıkarlarını sürdürmesine yardımcı olmamalı, ezilen sınıfların çıkarlarına ters düşmemelidir. (Moran 2002: 88) düşüncesini temel almıştır. Bu içeriğe sahip, gerçekçi eserleri ise övmüştür. Çünkü eleştirmene göre toplumun sosyal, ekonomik, siyasal açıdan eleştiren Marksizm in işlevini, edebiyatta da gerçekçi roman yapmıştır. Marksist eleştirmen olaylar arasındaki nesnel ilişkileri gözlemleyerek çevresini etkilemelidir; çünkü Marksist eleştirmen küçüklü büyüklü edebiyat yıldızlarının yalnızca hareket yasalarını açıklayan bir edebiyat astronomu değildir. Bir savaşçı ve bir kurucudur. (Lunaçarski 1998: 52). Fethi Naci nin eleştirmeye değer bulduğu gerçekçi yazarlar da edebiyat alanında toplumu eleştirerek, Marksizm e yardımcı olmaları nedeni ile eleştirmen tarafından desteklenmişlerdir.

201 209 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Bir Eleştirmen Olarak Fethi Naci a- Marksist Eleştiri de Eserin Đçeriği Marksist eleştirmen, çözümlemesini eserin içeriği üzerinde yoğunlaşarak incelerken, eserin toplumsal hayat üzerindeki etkilerini de dikkate alır. Fethi Naci; Tarık Buğra nın Küçük Ağa adlı eserinin eleştirisini de bu toplumsal öz bakımdan yapmıştır. Küçük Ağa nın başarısını Fethi Naci, kişilerin, yaşadıkları koşulların gerçekliği içinde ele alınmasında; gelenekleri, yetişme koşullarını, yerleşik değer yargılarını hiçbir zaman gözden ırak tutmamasında (F. Naci 2002: 356, 370) bulmuştur. Çünkü Eagleton nun sosyal bir içeriği korumanın istemeye istemeye seçilmesi söz konusudur; böylece eleştiri tam da kamu alanında kurmaya uğraştığı ama yıkıcı yanlı tutumuyla kaybettiği şeyi toplumsal ilgiyle kazanır ya da kamu alanının ötesinde aşkınsal bir duruş noktası varsayımının istemeye istemeye kabullenilmesi söz konusudur (1998: 62) cümlelerine göre, Marksist eleştiride, toplumsal sıra dışılığa karşın eleştirinin bütünlüğü gözetilir. Macherey; metindeki eksikliklerin, yazarı belli noktalarda susturan ideolojiye bağlı olduğunu belirtirken; edebiyat eseri ideolojiye, söylediği şeylerden çok söylemedikleriyle bağlıdır. Đdeolojinin kendisini en çok hissettirdiği yerler metindeki anlamlı suskunluklar, boşluklar ve eksiklerdir (Eagleton 1998: 115) deyip, eleştirmenin işte bu suskunlukları, yazarın sezdirmek istediklerini ortaya koyması gerektiğini belirtmiştir. Fethi Naci de, Yaşar Kemal in Romancılığı adlı eserinde yazarın suskunluklarının nedenini irdelemiş ve Yaşar Kemal in, toplumsal sorunları, sadece bireysel olarak çözümlenemeyeceğini, bu sorunların toplumsal bir güçle halledilebileceğini çok başarılı bir şekilde sezdirdiğini belirtmiştir. Marksist eleştiriye göre içerikteki eksikliği, çeşitli süslemelerle, dış buluşlarla gizlemeye çalışmak, orijinalliğe karşıt bir tutumdur. Lunaçarski bunu Burjuva çürüyüşünün tipik sözcükleri olan biçimlerin serseme çevirdiği kimi yazarlar, önemli ve içtenlikli bir içeriği türlü hilelerle parlatmaya, yüceltmeye çabalarlar. (1998: 56) cümleleriyle ifade eder. Bu tutumları ile yazarlar, kendi eserlerini kendileri yok etmiş olurlar. Mehmet Rauf un Eylül ünü orijinallik yönünden eleştiren Fethi Naci, birçok aşk romanında gördüğümüz bu oluşumun Mehmet Rauf tarafından tekrar edilmesinin orijinal olmadığını çünkü an-

202 210 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Esma Dumanlı KADIZADE lattıklarının, sadece Suat ile Necip e özgü ruhsal durumlar olmadığını söylemiştir. Çünkü Marksist eleştirmen yapıtın içeriğini incelerken onun orijinalliğine de önem vermelidir. b- Marksist Eleştiri de Eserin Biçimi Eserde içerik önemli olsa bile biçim de göz ardı edilmemelidir. Lunaçarski ye göre biçimi etkileyen; düşünce ile söylemin ruhsal belirtileri, bir sınıfın yaşama biçimi, toplumun maddesel kültürünün genel düzeyi, yakınlarının etkisi, geçmişin gücünü yitirmesi ya da varoluşun tüm görünümlerinde kendini duyuran yenileme, özlemin güçlenmesi (1998: 50-51) gibi öğeler Marksçı çözümlemede, toplumbilimsel açıdan yorumlanır. Fethi Naci, Mehmet Eroğlu nun, Adını Unutan Adam adlı eserinin eleştirisinde, anlatıcının bildiği gerçeklerle ilgili detayları kullanarak merak öğesini artırdığını; böylece okurun ilgisini sürekli kıldığını belirtir. Fethi Naci, romanın hızla okunmasını sağlayan bu kurgusal incelikleri de değerlendirir. Plehanov bunu, Marksçı eleştiri, incelediği eserin yalnızca toplumsal, tarihsel yerini göstermekle kalmaz. Eserin estetik değerini de biçmelidir. (1991: 70) cümleleriyle ifade eder. Eleştirmen, biçimle ilgili düşüncelerini, Türk Roman ında Ölçüt Sorunu adlı eserinde şöyle açıklar: Öz devingendir, biçim ise tutucudur, elinden geldiğince varlığını sürdürmek ister. Ama daha sonraları yeni öz, yeni biçimi yaratmıştır. Divan şiiri tarihe karışmıştır. Tanzimat şairlerinin Fikret in ve bütün kötü şairlerin sandıkları gibi; biçim içine içeriğin doldurulacağı bir heybe değildir. (F. Naci 2002: 180). Daha sonra Fethi Naci, Sait Faik in Hikâyeciliği adlı eserinde bu düşüncesini vurgulamak amacıyla, şairlerin bir dizeden yola çıkarak yazdıkları şiirler gibi, aynı tekniğin Sait Faik in öykülerinde de uygulanıp uygulanamayacağını sorgulamıştır. Eleştirmenin buradaki amacı, Sait Faik in öykülerinin de şiir gibi estetik zevk uyandırdığını belirtmektir. Biçimle ilgili olan diğer bir husus ise eserin anlaşılır olmasıdır. Anlaşılırlık konusunda Tolstoy; Büyük sanat eserleri, herkese ulaşabildikleri ve herkes tarafından anlaşılabilir oldukları için büyüktürler. (2000: 239) der. Bu durumda Marksist eleştiri de her türlü anlaşılmazlığa, kapalılığa karşı tavır alıp, bu düşünce ile oluşturulan biçimi değil, bunun tam aksine toplumu etkileyecek bir içeriği yalın dille anlatan yazarı destekler. Fethi Naci nin, Yaşar Kemal saptamasının bu yönde olduğunu görürüz. Eleştirmen, otuz iki yıl içinde dört cilt halinde yayımlanan Đnce Memet

203 211 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Bir Eleştirmen Olarak Fethi Naci adlı eserde, Yaşar Kemal in hep aynı dili kullanarak anlaşılır olmayı başardığını vurgulamıştır. Biçimin özgünlüğü; eserin, biçimsel yapısıyla içeriğin uyumlu kaynaşması ile sağlanır. Fethi Naci ye göre eleştirmen; biçimin orijinalliğine ters düşen eserlerin karşısında tavır almalıdır. Biçimin zayıf olduğu eserlerde yazar, içeriği ortaya çıkaracak biçimsel kaynaklara ulaşamamışsa bu eksiklikleri de eleştirmen göstermelidir. Özellikle dil, sözcük hazinesi, söz dilimi yoksulluğu, anlatının, bölümün, romanın, oyunun mimarisindeki eksiklikleri; ritimde ve öbür şiirsel deyiş biçimindeki güçsüzlükler (F. Naci 2004: 12) gibi biçimsel sorunları Fethi Naci, eleştirilerinde sürekli gündeme getirir. Şahap Sıtkı nın, Gün Görmeyen Sokak adlı eserinin eleştirisinde, Fethi Naci, yazarın şiire özentisinin onun roman diline ulaşmasını engellediğini belirtmiştir. Tarık Dursun un Gün Döndü adlı eserini ise yazarın Türkçe yi iyi kullandığı bilinse de; on beş kitap yazdıktan sonra, çeşme ile musluğu, belirmek ile belirlenmek i hala birbirine karıştırdığını (F. Naci 2002: 56) söyleyerek acı bir dille eleştirmiştir. Sonuç itibariyle eleştirmen, biçimin estetik zevk uyandırmasından, anlam ve dilbilgisi kusurlarına kadar eserin her noktasını tartışmak durumundadır. c. Marksist Eleştiri de Değerlendirme Marksist eleştiride söz konusu edilen diğer bir bölüm, eserin toplumsal içeriğini ortaya çıkaran değerlendirme kısmıdır. Toplumsal içeriğin değerlendirilmesinde ise şair ya da yazarın saptamasını doğru yapmak önemlidir. Çünkü daha önce işlenmiş tezlerin tekrarını sunan sanatçı için, başarılı dır, demek zordur. Toplumsal içeriğin değerlendirilmesinde bir başka sorun da, Marksist düşünceye düşmanmış gibi görünen bir ürünün tekrar incelemeye alınmasıdır. Lunaçarski bu fikri, Örneğin, bir eserin ya da yazarın tümüyle küçük burjuva nitelikli olduğuna karar veren Marksçı eleştirmen, hemen yüz çevirmemelidir ondan. Söz konusu eser ya da yazardan da çokluk yararlı bir şeyler çıkabilir. Bundan ötürü, bir eseri köken ve eğilim açısından ikinci kez inceleyip değerlendirmeye girişmek Marksist eleştirmenin görevi olmalıdır. (1998: 50) cümleleriyle belirtir.

204 212 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Esma Dumanlı KADIZADE Fethi Naci de, Tarık Buğra nın Gençliğim Eyvah adlı eserinde Marksist düşünceye yararlı bir nokta bulmuştur ki; bunu da eserin başarısı olarak ifade etmiştir. Bu başarı, romanın gösterdiği gibi vazgeçilmez bir koşula bağlı. Gerçekliklere, insan gerçekliğine de, toplumsal gerçekliğe de bağlı kalmak. Tarık Buğra siyasal görüşleri sağ da olsa yetenekli bir yazarın, gerçekliklere bağlı kaldığı zaman başarılı bir romancı olabileceğinin kanıtıdır. (F. Naci 2002: 370) diyerek, Fethi Naci çoğu eleştirisini toplumun potasında eriterek değerlendirmiştir. 2- Đzlenimci Eleştiri Yönüyle Fethi Naci Empresyonizme bağlı olarak ortaya çıkan izlenimci eleştiri edebiyat eserleri karşısındaki eleştirmenin öznel tepkilerini (Carloni-Filloux ) gösterir. Bu özelliği nedeniyle eleştirmenlerin büyük bir kısmı az da olsa empresyonizmden yararlanmak durumda kalırlar. Çünkü hiçbir sanatçı yazdığı eserden kendini tamamen soyutlayamaz. Fethi Naci de Türk Romanında Ölçüt Sorunu, Gücünü Yitiren Edebiyat, Roman ve Yaşam adlı eleştiri eserlerinde; tek bir yazarın roman ya da hikâyelerini ele aldığı, Saik Faik in Hikâyeciliği, Yaşar Kemal in Romancılığı gibi incelemelerinde, özellikle kendi sanat görüşlerini anlatmak için, eleştirdiği eseri bir araç olarak kullanması, eserin üzerimizde uyandırdığı hisleri dile getirmesi ve eserle ilgili incelemeleri esnasında okurun fark edemediği konulara dikkat çekebilmesi gibi yönleriyle bizleri izlenimci eleştiri kuramına taşır. a- Kendini Yansıtan Eleştirmen Đzlenimci eleştiride eleştirmen kendini yansıtır. Fethi Naci eleştirisinde de, yapıtlarından ayrı bir Fethi Naci düşünemeyiz. Yaşar Kemal in Teneke adlı romanıyla ilgili eleştiri yazısında; Yaşar Kemal in gerçekleri algılayışını, toplum gerçekliğiyle beraber sağladığını belirtirken, eserin tarihsel bakımdan taşıdığı özün doğruluğunu, Bu özü kavrayabilen yazar, kendi ideolojisi ne olursa olsun gerçekçi demektir, çünkü değişmenin dinamiğini sağlayan tarihi güçleri sezmiş ve anlamıştır. Yaptığı şey hayatın yüzeyine takılıp kalmak yerine, belli bir dönemde o yüzeyin altında yatan tarihi anlamın özüne inmek, bunu somut kişiler ve olaylarla sergilemektir. Gerçeğin özünü yansıtmak budur. (Moran 2002: 56) cümleleriyle vurgular. Lukacs la benzer düşünceleri dillendiren Fethi Naci; gerçekliğin, kaderine boyun eğmeyen, mücadeleci kişiler üzerinde

205 213 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Bir Eleştirmen Olarak Fethi Naci yansımasını sever. Onun içindir ki, yazarı en koyu karanlıkta bile bir aydınlık yan olduğuna inananların içine dâhil etmiştir. b- Eserin Uyandırdığı Zevk Đzlenimci eleştirinin bir yönü de eleştirmenin eseri okurken duyduğu zevktir, güzel olana karşı hissettiği heyecandır. Antole France bu düşünceyi; Bir eserin değerinin tek ölçüsü verdiği hazdır. (Carloni- Filloux 1963: 576) diyerek onaylamıştır. Kemal Tahir in Yol Ayrımı kitabı hakkında Fethi Naci; Serbest Fıkra olayını öğrenmek için Yol Ayrımı nı okuyacağınıza siyasal partiler hakkındaki bir bilimsel araştırmayı ya da Ahmet Ağaoğlu nun anılarını okuruz. Kemal Tahir edebiyatın görevini bilgi iletmek sandığı için bu sonuç kaçınılmazdır; Oysa romanı gerçekten estetik haz veren bir roman olsaydı da verdiği bilgiler yanlış olsaydı, o romanı gene severek okuyabilirdik. (F. Naci 2002: 30) derken eserin okuyucuda uyandırması gereken heyecandan yoksun olduğunu ifade eder. Eleştirmene göre Kemal Tahir in, romanında bilimsel araştırma gibi mantıki delilleri kullanması Masksist eleştiri yaklaşımına da terstir, çünkü Plehanov un düşüncesi, Bir edip imgeler yerine mantıki deliller kullanırsa veya yarattığı imgeler onun şu veya bu konuyu ispatlamasına yarar sağlarsa, o sanatçı olmaktan çıkıp bir makale yazarı olur. (1967: 52). şeklindedir. Bu durumda romandan, zevk almamız da güçleşir. Çünkü romanın sadece toplumcu bir eser olması yeterli değildir, incelediğimiz bir sanat eseri olduğundan, sanatsal özellikleri, sanata özgü yoldan yapılıp yapılmadığı göz önüne alınmalıdır. c- Eserin Deneme, Otobiyografi, Anı Türleriyle Etkileşimi Fethi Naci yi okurken aslında kendimizi ikinci bir sanat eseri okur gibi hissederiz. Çünkü yazdıkları bize kimi zaman bir deneme, bir anı; kimi zaman da otobiyografi izlenimi verir. Eleştirmenin gücünü yansıtan bu durum, yine aynı kuramın diğer bir özelliğidir. Deneme türünde büyük başarı gösteren A.France, Lamb gibi birçok izlenimci eleştirmenlerin deneme türündeki başarıları, eleştiri türündekilerden daha ön plandadır. Bu yönüyle Fethi Naci nin birçok yapıtında da deneme türünün özelliklerini görürüz. Fethi Naci, Çehov un Acı adlı hikâyesi için yazdığı eleştirisinde, okuru deneme türünde de etkisi altına

206 214 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Esma Dumanlı KADIZADE alır ve okur adeta bir eleştiri eseri okuduğunu unutur. Acıdan bahsederken; Gerçek acının tek ölçütü var. Ölüm korkusunu yok etmesi. Hala ölümden korkuyorsanız bilin ki gerçek acı yaşamamışsınız. ya da karşılaştırılamayacak tek şey belki de acıdır; benimki şöyle, seninki böyle diye söz edilemez acıdan. (F. Naci 2002: 67) şeklindeki ifadelerinde duygularını okura deneme türünden faydalanarak yansıttığını görürüz. Fethi Naci, eleştiri yazılarında; deneme türünün yanı sıra bazen otobiyografi bazen de anı türünü kullanır. Sıtkı Bey adlı yazısında, kendisiyle ilgili bir anısını anlatırken bir yandan da otobiyografik bilgi de verdiğini tespit ederiz. Sıtkı Bey in, Erzurum Lisesi nden kendi edebiyat hocası olduğunu, ayrıca Tanpınar ın da yakın dostu olduğunu belirttikten sonra, anlatır; O gün Sıtkı Bey le konuştuk. Hamdi nin (Tanpınar) bir şiiri var, Başak ta yayımlayacağım. Senin şiirinde de o şiire benzer bir hava var, bunun için birlikte yayımlamak istedim. dedi. Gerçekten de Tanpınar ın şiiriyle benim şiirim Başak ın aynı sayısında yayımlandı. Benimkinin adını unuttum ama Tanpınar ınınkini unutmama olanak yok. Her Şey Yerli Yerinde. (F. Naci 2002: 86). Eleştirmen; Akdeniz in Kıyısı adlı kitabıyla Fatih Atilla nın, işçi sınıfına, üzerinde tartışılabilecek bir deneyimler birikimi sunduğunu söyler. Bu kitabın onu yıllar öncesine götürdüğünü; Yönetici olarak çalıştığım bir madeni eşya fabrikasında 1964 yazında başlayan ilk grev, işçilerin yenilgisiyle sonuçlanmış, işveren dilediği toplu sözleşme koşullarını kabul etmiştir ve sözleşme imzalandıktan sonra da işçilere olan yakınlığım bilindiği için ben işten çıkarılmıştım (F. Naci 2002: 217) cümleleriyle belirterek devam eder. Fethi Naci, eleştirdiği eserden yola çıkarak yine kendini anlatmıştır. d- Eserin Yansıttığı Dünya Görüşü Đzlenimci eleştirinin, en önemli noktalarından birisi de eleştirmenin kendi sanat düşüncelerini ortaya koymasıdır. Böylece eleştiri içinde ikinci bir eser daha ortaya çıkar. Fethi Naci, Fatih Atilla ile ilgili yazısının ilerleyen bölümlerinde yazarın başarısını nesnel gerçekliği, düşüncelerine, özlemlerine göre değiştirmeye kalkışmamasında, işçileri idealize etmek yanlışına düşmemesinde (F. Naci 2002: 215) cümleleriyle belirterek, bir yandan da nesnel gerçekçilik hakkında kendi görüşlerini açıklamış olur.

207 215 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Bir Eleştirmen Olarak Fethi Naci Fethi Naci, eleştiriyi bütün bütüne kendini anlatmaya bağlamıştır. Dostoyevski üzerine yazdığı eleştirisinde, eserin Rus yazarının kendi düşüncelerini ortaya koyan bir vesileden başka bir şey olmadığını vurgularken, eserin bir eleştiri kitabı olduğu kadar bir itiraflar kitabı olduğunu da söylemiştir. Eleştirmenin, sanat görüşleri ise yazısının içinde saklıdır. Fethi Naci de, Tarık Buğra nın Gençliğim Eyvah adlı romanı ile ilgili eleştirisinde toplumsal gerçeklik düşüncesini, sağ ideolojiyle beslenen eserler artık toplumsal gerçekliği yansıtmaz; gerçeklik adına, hayal güçleriyle uydurduklarını ya da gençliğin tahrif edilmiş biçimlerini ileri sürmek zorundadırlar (F. Naci 2002: 370) cümleleriyle savunur. Eleştirmen, toplumsal gerçekliği en iyi biçimde yansıtan eserlere beğenisini belirtirken, aksi durumlarda da yergisini ifade etmekten çekinmemiştir. Yaşar Kemal in, Orta Direk adlı romanının eleştirisinde, Fethi Naci; yazara, sefaleti abartmak bir yana belki de o hayatın içinden gelmenin etkisiyle, kimi zaman romancı gözüyle değil, Ali nin gözüyle bakıyor (F. Naci 2004: 15) der. Eleştirmen, roman kahramanlarının gözüyle hayatı gören yazarın, geçekliği de yanında taşıdığını anlatmıştır. Đşte Yaşar Kemal in romanlarındaki kişiler de belirli fikirleri göstermeye yarayan tipler olarak kalmıyorlarsa, etli canlı insanlarsa (F. Naci 2004: 16) yazarın; hayatın gerçeklerinden, tecrübelerinden yola çıkarak eserlerini toplumcu gerçekçi bir şekilde yazmasındandır. Romanın tamamen toplumsal gerçeklikle de yazılmayacağını savunan Fethi Naci, aynı zamanda sanatsal gerçekliğinde önemini, Büyük doğrular, sağlam davalar, önemli toplumsal gerçeklikle, yüce idealler yazılı bir metni roman yapmaya yetmez. Yoksa sanatsal gerçeklikten uzak, soyut bir gerçeklik çıkar karşımıza. Soyut gerçekliğin giderilmesi; düşüncelerin, ideallerin, doğruların sanatsallaşması yaşamın içinden çıkarılacak ayrıntılarla olur. (F. Naci 2002: 460) cümleleriyle vurgular. Yaşamın içinde var olan gerçeklik insana ya da var olan doğaya ait unsurlarla olmalıdır. Çünkü Tunalı Marksist estetik için, sanatın objesi olan gerçeklik insanın dışında, insandan bağımsız bir varlık olmayıp, insansal ve toplumsal bir varlıktır. (2001: 193) der. Fethi Naci de, Adalet Ağaoğlu nun Bir Düğün Gecesi adlı romanının eleştirisinde, yazarın toplum ve insan gerçekliğine bakışının, tam bir romancı yaklaşımı olduğunu kendi sanat düşüncelerine göre belirtir. Eleştirmenin diğer sanat görüşlerini yansıtan ve bunları değişik yönleriyle irdeleyen fazla sayıda yazısı vardır.

208 216 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Esma Dumanlı KADIZADE e- Eserle Đlgili Ayrıntılara Dikkat Çekme Đzlenimci eleştiri de eleştirmenin aynı zamanda çok dikkatli bir okur olduğu göz ardı edilemez. Jules Lamaitre in kendi eleştirileri için söylediği bunlar büyük bir ciddiyetle not edilmiş izlenimdir. (Carloni-Filloux 1963: 576) ifadesini, Fethi Naci nin eserleri için de sarf edebiliriz. Eleştirmen, okurun eserle ilgili keşfedemediği küçük ama önemli ayrıntılara dikkat çekerken bazen de okurun bilmediği noktalara ışık tutar. Fethi Naci nin eserlerini okudukça, eleştirmenin güçlü izlenimlere sahip olduğunu, eserle ilgili okurun dikkatini çekmeyi başardığını görürüz. Halit Ziya nın Aşk-ı Memnu adlı romanında, yalının sahibi Adnan Bey in bu kadar zenginliğe nasıl ulaştığını belirtmemesini eleştirerek, okurun farkındalığını arttırır; roman boyunca bir şeyle uğraşmak istediği zaman Adnan Bey in yaptığı tek iş budur: Tahta üzerine oymacılık! O değirmenin suyu nerden geliyor, bunca servetin kaynağı nedir? Bunları öğrenmeden roman bitiyor. (F. Naci 2002: 51). Đzlenimci eleştirmen, kendi düşüncelerinin yanında okuru eserle ile ilgili olarak, bazı noktalarda aydınlatır. Fethi Naci, Sait Faik in, Alemdağ da Var Bir Yılan adlı hikâyesi hakkında yazdığı yazıda, üstü kapalı anlatımla, Sait Faik in eşcinselliği işlediğine dikkat çeker; Anlatıcının (Faik Bey in oğlu) Panço yu aşkla tutkuyla sevmesi, toplumun ahlak ölçütleri (dolayısıyla yasakları) karşısında bir insanı (erkeği) bir insanın (bir erkeğin) tensel bir sevgiyle sevmesiyle her şey bitiyor. Kısaca o ünlü cümledeki insan ın Đnsan Hakları Bildirgesi ndeki bir ilintisi yok! (F. Naci 2003: 66) diyen Fethi Naci, Sait Faik in hikâyelerinde gizli saklı verilen bu konuya dikkat çekerken, ilk hikâyelerinde görülen somut ayrıntılar ve gerçeklik duygularının yerine üçüncü dönem hikâyelerinde kalemini özgürce kullanabileceği imgeleme bıraktığını belirtmiştir. f- Eserde Düzeltilmesi Gerekli Kurgu ya da Anlatım Yanlışları Eleştirmen, eserlerin konularına bazen de kurgularında gördüğü bir takım aksaklıklara dikkat çeker. Yeni Bir Hikâyeci başlıklı yazısında Ayla Kutlu yu eleştiren Fethi Naci, yazarın romanında kahraman anlatıcı Oruç un: Babam görevli olarak güneyde bir yere gitmişti. Görev gizliydi. (F. Naci 2002: 195) şeklinde okura önemli bir bilgi verdiğini fakat roman boyunca bir daha Oruç un babasının görevine değinilmediğini belirtir. Eleştirmenin, burada dikkat çekmek istediği nokta eğer eserde bir

209 217 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Bir Eleştirmen Olarak Fethi Naci ayrıntıya yer verilmişse, ona ilerleyen bölümlerde işlevsellik kazandırmak gerektiğidir. Đzlenimci eleştirmenlerin ciddilikle not ettiği izlenimlerden bazıları ise düzeltilmesi gereken anlatım yanlışlardır. Fethi Naci bu yolla da okurun aydınlanmasını sağlar. Eleştirmen, Şavkar Altınel in bir şiirinin son beytinde; şiire bir sır gibi dedikten sonra gizli sözcüğünü gereksiz yere kullandığını belirtirken Şiire fazlalıklar atıla atıla varılır (F. Naci 2002: 116) ibaresini de eklemeyi unutmaz. Fethi Naci, yanlışları tespit ettikten sonra nedenlerini de açıklar. Bundan sonra eleştirinin değerlendirme aşamasına geçer. g- Eserde Genel Đzlenim Bildirme (Değerlendirme) Đzlenimci eleştirmenlerin en önemli özelliği genel izlenim bildirişleridir. Değerlendirme, eleştirinin olmazsa olmaz diye tabir edilen kısmıdır. Fethi Naci, bu izlenimlerini genellikle eleştiri yazılarının giriş ya da sonuç bölümlerinde belirtmiştir. Orhan Pamuk ile ilgili bir yazısının sonuç kısmında; Beyaz Kale, keyfiyle yazılmış, keyifle okunan, edebiyatımızda rastlamadığımız tatlar getiren benzersiz bir roman. (F. Naci 2002: 650) şeklinde genel izlenimini sunar. Değerlendirme, bölümde nesnel olmaya çalışan Fethi Naci, doğru bildiği konularda sözünü esirgemeyen bir eleştirmen olma vasfını taşımıştır. Sonuç olarak, Fethi Naci, genç yazarlara iyi niyetle yaklaşıp, biçimsel yanlışlarını göstererek onlara karşı öğretici ve eğitici olurken; taşıdığı devrimci tabiatı, sahip olduğu dövüşken ruh düşüncelerini sert ve yalın bir ifade ile belirtmesine neden olmuştur. Bu davranışlarıyla Lunaçarski nin ifadesiyle, Marksçı eleştirmenin hatır gönül tanımazlığını (Lunaçarski 1998: 56) fazlasıyla yansıtmıştır. Eleştirmenliğinin birinci döneminde Marksist eleştiriyi savunan Fethi Naci, sonraki dönemlerinde Đzlenimci eleştiriye yönelse de daha önceki edinimlerinin etkilerini bu yapıtlarında da görürüz. Fethi Naci kendi ruhunun serüvenlerini anlatırken (Carloni-Filloux 1963: ), izlenimci eleştirinin yanında Marksist eleştiriyi de benimsemiştir. Eleştirmen, okuduklarını, gördüklerini, tecrübelerini, kendi dünyasından izleyip; iki eleştiri türünün de sentezinden oluşan bu intibalarını, okuyucuya aktarmayı başarmıştır. KAYNAKÇA CARLONĐ, J.-C., Fılloux, J.-C. (1963), Fransız Eleştirisine Bir Bakış, (çev. Salâh Birsel), Türk Dili, 12(142), Temmuz 1963, s EAGLETON, Terry (1998) Eleştirinin Görevi, (çev, Đsmail Serin), Arkadaş Yayınları, Ankara.

210 218 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Esma Dumanlı KADIZADE ECEVĐT, Yıldız (2001), Türk Edebiyat Eleştiri, Çağdaş Türk Yazını, (hzl. Zehra Đprişoğlu), Adam Yayınları, Đstanbul. FETHĐ NACĐ (2002), Gücünü Yitiren Edebiyat, YKY, Đstanbul. FETHĐ NACĐ (2002), Türk Romanında Ölçüt Sorunu, YKY, Đstanbul. FETHĐ NACĐ (2002), Yüzyılın Yüz Türk Romanı, Adam Yayınları, Đstanbul. FETHĐ NACĐ (2003), Sait Faik in Hikâyeciliği, YKY, Đstanbul. FETHĐ NACĐ (2004), Yaşar Kemal in Romancılığı, YKY, Đstanbul. FORSTER, E. M. (2001), Roman Sanatı, (çev. Ünal Aytür), Adam Yayınları Đstanbul. KOYUNCU, Cenk (1994), Fethi Naci ile Söyleyişi: Eleştiri Zor Zanaat, Cumhuriyet Gazetesi/Kitap Eki, 7 Temmuz LUNAÇARSKĐ, Anatoli (1998), Sosyalizm ve Edebiyat, (çev. Asım Bezirci), Evrensel Yayınları, Đstanbul. MORAN, Berna (2002), Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Đletişim Yayınları, Đstanbul. PLEHANOV, G.V. (1967), Sanat ve Sosyalizm, (çev. Selim Memioğlu), Sosyal Yayınları, Đstanbul. PLEHANOV, G.V. (1991), Toplum Sanat Eleştiri, Evrensel Basım, Đstanbul TOLSTOY, L.N. (2000), Sanat Nedir?, (çev. Kabil Demirkıran), Şule Yayınları, Đstanbul. TUNALI, Đsmail (2001), Estetik, Remzi Kitapevi, Đstanbul.

211 GÖKLEN TÜRKMENLERİ (=TÜRKMENİSTAN) HALK İNANÇLARINDAKİ ÖLÜM TEMASINA DAİR BAZI KARŞILAŞTIRMALAR Dr. Yaşar KALAFAT ÖZ: Karşılaştırma metninde, Göklen Türkmenlerinin Türkmenistan Türkmenliğindeki yerine kısa değinip, bu toplumun halk inançlarından ölüm dönemi ile ilgili inançların üzerinde durulmuştur. Bu münasebetle ölüm evveli, esnası, esnası ve sonrası ile ilgili inançlarda; ekmek, kokulu besinler, taziye aşı, taş, toprak, ata ruhları, hortlama, ağıt, yas, kırklama, tavaf, sahiplilik, ters, tütsü, kara Çarşamba gibi inanç motifleri, simgeleri ve objeleri ele alınmıştır. Bunların diğer Türk kültürlü halklar arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları üzerinde durulmuş, nedenleri tartışılmış, yorumlamaları cihetine gidilmiştir. Böylece aynı kültür coğrafyasını paylaşan halkların, kültür akrabalıklarına, halk inançları kültüründen hareketle köprüler kurulmak suretiyle izah getirilmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Gölken Türkmenleri, ölüm, taziye, ağıt, yas, ata ruhları Some Comparisons on the Death Theme in the Peoples Beliefs of Göklen Turkmen ABSTRACT: In this comparative study, the place of Goklen Turkmen in Turkmenistan Turkmenship is briefly pointed out while the utmost importance is given to beliefs related to death period of peoples belief in this society. In this connection, some belief motifs, symbols and objects such as bread, odorous foods, condolence meal, rock, soil, ancestors spirits, rising from the grave, wailing, mourning, waiting forty days after the death, circumambulation, possession, cross, incense and black Wednesday in beliefs related to predeath, intra-death and post-death periods are discussed in detail. The similarities and differences between this society and other peoples of Turkish culture are emphasized, the reasons of these are discussed and they are interpreted. Consequently, the cultural relationship of

212 220 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT the peoples sharing the same cultural geography is tried to be explained by building bridges from the culture of peoples beliefs. Key Words: Goklen Turkmens, death, condolence, elegy, ancestors mourning, spirits Giriş Göklen Türkmenleri, Türkmenistan Türkmenliğinin millî kilim motiflerini, Türkmenistan bayrağına desen veren Teke, Yomut, Yazır ve Alili gibi beş büyük boyundan birisidir. Göklenler ülkenin daha ziyade güney batısında (Sumer 1992: 338), Tekeler orta kesimde, Yomutlar batı bölgesinde, Sarılar/Ersarılar ise güneyinde (Berhanov 1993) yaşarlarken Yazır ve Alili lerin Türkmenistan ın geneline dağıldıkları kabul edilmektedir. Türkmenistan Türkmenliği için bu tür bir bölgesel sınırlama yapmak şüphesiz gerçeği tam yansıtmaz. Biz, bir genelleme yapmak adına bu dağılımı bu şekilde belirtmek bir fikir verebilir, diye düşündük. Esasen Türkiye de olduğu gibi Azerbaycan ve Türkmenistan da da milletleşme sürecine çoktan girilmiş halk kesimlerinin kaynaşması sonucu bu tür isimlendirmeler büyük ölçüde arşiv kayıtlarında kalmıştır. Mahdumkulu nun günümüzden çok evvel bulunduğu, Türkmenler bağlasa bir yeri beli, Kurutur fuzum u Derya-yı Nil i Teke, Yomut, Göklen, Yazır, Alili Bir devlete kulluk etsek beşimiz (Türkmen-Galdiyev 1995: XV) şeklindeki temennisi gerçekleşmiş, Türkmenistan ın var olan birliği pekişerek güç kazanmıştır. Ne var ki, çağın emperyalist bir kısım toplumbilimcileri, sosyo-kültürel damarı sömürmekten doymuyorlar. Günümüzün bazı oryantalistleri, virüs bulaştırmak için en uygun ortamı bu damardan seçmektedirler. Biz bu incelememizde, benzeri diğer çalışmalarımızda olduğu gibi Göklen Türkmenlerinin halk inançlarından ölüm konulu olanların üzerinde duracağız. Esasen Türkmenistan Türkmenlerinde yaşamakta olan ölüm içerikli inançlar bizim yabancımız değildi. Evvelce de bu konuda çalışmalarımız olmuştu (Kalafat-İlyasova 1998: 14 17). Bu kez kısmen yeni bazı bulguları, Türk kültür coğrafyasından benzerleri ile karşılaştıracağız. Bütünü, ulus devlet çapında parçalama adına strateji geliştiren güçlere, Türk kültür coğrafyası genelindeki akrabalık bağlarının, halk inançlarından da gelebileceğini, Harezmî Türkmenleri çalışmamızdan (Kalafat ) sonra bu çalışmamızla da göstermeye çalışacağız. Metin

213 221 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Göklen Türkmenleri Halk İnançlarındaki... Türkmenistan da Toy evine götürülen çift nesneler mesela ekmek, yas evine tek götürülür, böylece ölüm olayında bereket dilenilmemiş olunur. Türk kültür coğrafyanın bazı kesimlerinde aynı inançtan hareketle ikram da tek tabakta yapılır. Yas evine ekmek götürülmekle, ölüm ateşi soğusun ateş sönsün istenilmiş olur. Ölü evine götürülecek pidenin hamuru tırnaklanırken, mutadın tersine tırnaklama, ortadan değil kenardan başlatılıp ortada bitirilir. Bununla murat, sıralı ölüm olsun, hayata daha doymamış gençler erken ölmesin dir. Bir diğer yoruma göre de evin direği durumunda olup, ölümü ile ailenin dağılmasına yol açabilecek durumda olan kişi ölmesin demektir (İlyasova 2005: ). Komşudan yas evine bazen üç bazen yedi gün getirilen yemeğin kabı iade edilirken o kap, ölüm o eve de bulaşmasın diye iyice paklanır (İlyasova 2055: ). Aşure tabağı ise boşaltılıp geri verilirken, bereketi bulaşsın diye, çok kere yıkanmadan veya içine bir şeyler konularak verilir. Ölü evinde, hayattakilerin elbiseleri ters asılırlarken ölünün giysileri ters asılmazlar. Dirilere ait giysiler de ters asılırlar ise ölen kimsenin ruhu bunların sahipleri de ölmüş diye düşünebilirler, şeklinde bir inanç vardır. Bu kurala uymayanlara öteki âlemde azap çektirileceği inancı çok yaygındır (İlyasova 2005: ). Göklen Türkmenlerinde de ölünün son banyosunu ölü yuyucular/yıkayıcılar yaparlar. Çok kere gusülhanelerde yapılan yıkama işleminde erkekler ve kadınlar eş cinsleri olan yıkayıcılar tarafından yıkanırlar. Sair banyolar yapılırken kişinin, ayağının altına sabun sürmemesi, inancı vardır. İnanca göre ölünün ayağının altına sabun sürüldüğü için diri kimseninkine sürülmesinin doğru olmadığı ifade edilir ve uygulamanın tersi yapılır. Teneşirde ayakları kıbleye gelecek şekilde ilkin sol tarafından başlanılarak 3 baş yıkanılan ölünün temizlenmemiş yeri bırakılmaz. Sağların abdesti sağdan başlatılırken ölü abdesti dirilerinkinin tersine soldan başlatılır (Kalafat 1997: 15 19). Sonra kefenden alınmış bir parça ile ölüye altından taharet verdirilir. Daha sonra kelime-i şahadet getirerek ölüye abdest aldırılır. Yıkanılan ölünün yanında mum yakılması yıkandığı yeri bulması inancı ile ilişkilendirilmiştir. Ölünün yıkanmadan evvel ve sonra yanında ışık yakılması gerektiği inancı bu coğrafyanın kültürünü paylaşan halklar arasında çok yaygındır. Bazı yörelerde ölünün defin için kaldırıldığı yere bir taş konur. Bununla, yerinde ağır olsun, mesajı verildiğine, böylece hortlamayacağına inanılır. Nitekim gelin kızın cebine de yeni evine giderken taş konulduğu olur. İnanca göre, böylece yeni evini benimseyecek, yerli yersiz kaçıp baba evine gelmeği düşünmeyecektir.

214 222 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT Hortlama etrafında da oluşmuş bir hayli inanç vardır. Türkmenistan ın Gölken Türkmenlerinde merhum rüyalara fazla giriyor ise, rüyaya giriş şeklinden rahatsızlık duyuluyor ise, kişi soğan yiyerek ve ayetler okuyarak yatmalıdır (Kaynak kişiler H. Nuriyev-Ş. Sabiov-K. Bayram). Soğan kokusu da, sarımsak kokusunda olduğu gibi, istenmeyen bir kokudur. Özellikle camilere bu kokularla girilmez, güzel kokular sürülür. Cuma akşamları bu tür yiyeceklerin kokusundan melekler rahatsız olacakları, gelmeyecekleri için yenilmelerinden kaçılır (Kalafat 2001: 85 90). Türkmenistan da merhum yıkanırken onun hakkında hiçbir şey söylenilmez. Cenaze namazı kılındıktan sonra ve definden evvel hoca, ölmüş kimsenin nasıl bilindiği sorulunca coğrafyanın sair yerlerde olduğu gibi iyi insandı, iyi biliriz denilmesi gerektiğine inanılır. Ölen kimsenin arkasından ağlanıp ağlanmadığını, kimlerin onun için üzüldüğünü ölen kimsenin anladığı inancı vardır. Ölen şahsın ruhu, gözüm kapılarda kulaklarım yüksek tepelerde duyar ve görürüm dermiş. İnanca göre ölen kimse son deminde yakınlarını yanında görürse sorgu sualinin kolay geçeceğine inanılır (İlyasova 2005: ). Bu yörede bilhassa Göklen Türkmenlerinde cenaze namazında yapılan duanın Allah tarafından kabul edileceği inancı vardır. Ölen birisinin cenazesinde dua eden kimse kendisine dua etmiş olur inancı vardır. (Kaynak kişiler H. Nuriyev-Ş. Sabiov- K. Bayram) Anadolu Türk kültür coğrafyasında, yasta herkes kendi acısına ağlar inancı vardır. Anadolu Türk kültür coğrafyasındaki yerin kulağı vardır sözü toprağın duyabileceği anlamına gelebildiği gibi bu sözden daha ziyade görünmeyen birileri tarafından duyulabilir anlamı da çıkarılır. Türk kültürlü halklarda toprağı haber götürmesin denilirken de, ölen kimse ile ilgili duymasını istemediği şeyler konuşulunca, toprağı ile ölen şahıs arasında bir iletişimin olduğu anlatılmış olunur. Cenazeye çok kişinin katılması, yakınlarından iştirakin fazla olması, sevilen kimse olması, helâlleşen şahıs sayısının fazlalığı, çok sayıda kimsenin ölü için dua etmesi anlamına geleceği için sorgu sualinin kolay geçeceği şeklinde algılanmış olmalı. Buradan hareketle cenaze namazlarının büyük, çok cemaatli camilerde kılınması istenir. Türk kültürlü halklarda duaların kabul gördüğüne inanılan muayyen ay ve geceler, hac gibi kutlu yerler vardır. Cuma namazının belirli anları, namazda secde anı, bebek bekleyen annelerin ve gelin kızların nikâh anları, yetimler ve gariplerin sevindirilme vakitleri bunlardandır. Göklen Türkmenlerinde de cenaze namazı ile ilgili böyle bir inancın olması, bu konudaki bilgi birikimine yeni bir ilmek, zenginlik kazandırmıştır.

215 223 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Göklen Türkmenleri Halk İnançlarındaki... Kırım, Dağıstan, Azerbaycan Anadolu, İran ve Irak Türklerindeki bir inanca göre ölülerin ruhları Cuma akşamları evlerine gelir evin fertlerini adeta kontrol eder, onlar iyi ve güzel işler yapıyorlarsa, mesela Kur an-ı Kerim okutup, helva kavurup aile ve çevre fertleri ile iyi geçiniyorlarsa, mutlu olarak dönerler. Sarhoş, kavgacı, geçimsiz, haksızlık yapan bir yaşam içerisinde iseler mutsuz dönerler. Bazı yörelerde çocuklara: Güzel otur, dedenin ruhu ziyarete geldi bak, şimdi pencerede denildiği de olur. Âdeta bu dünyadan göçenlerle bu dünyada kalanların ruhları arasında süreklilik arz eden bir iletişim vardır. Sahiplilik inancının varlığını Türkmenistan ın Göklen Türkmenlerinde de görmekteyiz. Yas yerinden bir şey alınır ise, yıldız görününceye kadar o alınan şeyi kişi kendi evine getirmemelidir (Ş. Saibov). Mezarlıklardan, türbelerden ve yatırlara ait hazirelerden izinsiz bir şey alınması men edilmiştir. Bu mekânlardaki her şey ölü, ölüler veya görünmeyen bazı güçlerce sahiplenildiği inancı vardır (Kalafat 1996: 16 23). Göklen Türkmenlerinde geçmişte mezarlığa cenazeyi götürenlere para verilirken, şimdilerde bütün hizmetlilere verilmektedir. Ölüm münasebeti ile mezarı kazana, ölüyü yıkaya, definde hizmeti bulunanlara, daha sonra mezarın başında yakılmış ateşin sönmemesi için bekleyenlere, Kur an okuyanlara, ağıtçılara ayrı ayrı, aynî ve nakdî ödemeler yapılır birçok yerde bu hizmetler için yapılan harcamalar özel isimler verilir. Göklen Türkmenlerinde ölünün tabutu götürülürken tabutun altına girmede veya cemaatin önünde en büyük erkek evlada, küçük erkek evlada bunlar yoksa yakınlarına öncelik tanınır (H. Nuriyev-Ş. Saibov-K. Bayram). Cenazeme ölenin cinsiyetini belirlemede tabuta yazma koymak gibi özel tanımlamalar yapılır. Tabutu taşıyanlar sedyenin altına önden ve besmele ile girmelidirler (Kaynak kişi H. Nuriyev). Çok kere yedi adımdan sonra taşıyıcı yerini cemaatten birisine bırakır. Bu hizmetin çok sevap olduğuna inanılır. Erkek evladın cenazelerdeki özel konumu, Anadolu ve yakın çevresi Türk kültür coğrafyasında daha ziyade ölen şahsın mezara indirilmesinde önemsenir. Göklen Türkmen halk inançlarından yapılan bu tespit erkek evladın ailedeki yeri bakımından önem arz etmektedir. Kars çevresinde ölü evinde yapılan ikramın adı, can aşı, ölü yemeğidir. Farklı isimlerle ve değişik uygulama biçimleri ile yaşatılan bu inanç ölünün üçüncü, yedinci ve elli ikinci günlerinde tekrarlanır. Üçüncü günde mezara hizmet edenlere verilen yemeğe kazma ekmeği denir. Ölü gömüldükten sonra mezara su dökülür (Turan, 1982: ). Bu uygulamalar Anadolu (Örnek 1971: 65 75) ve Türkmenistan Türk dünyasında (İlyasova 2005: ) olduğu gibi diğer Türk kültürlü

216 224 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT halklar arasında da yaşamaktadır. Türkmenistan da ölünün 3, 7, 40 ve 52 si yapılır, Kur an okutur bol sadaka verilir ise, hayırları işleyenin rüyasına ölünün iyi gireceğine inanılır. Türkmenler kel bir kimsenin bol sadaka verilmesi halinde öteki dünyada bu sadakaların saç olarak karşısına çıkacağına inanılır. Ölünün muayyen zamanlarda dini bir uygulama olarak yemekle anılması, onun öldükten sonra da, ruhu için bir şey yapılması gerektiği, yani onun bir yerlerde hayır hasenat beklediği inancının bir sonucudur. Bunun çeşitli örneklerine rastlayabiliyoruz (Örnek 1971: 65 75). Göklen Türkmenlerinde saç ile ilgili bir inanca göre de, cenazeyi götüren devenin yağından saçına süren kimsenin saçı çabuk ağarır. (İlyasova 2005: ) Türk kültürlü halklarda saç, kadın saçı, namahrem olan saç, yaslı kimsenin kesilen saçı, uluorta saçılan saç, saç ve büyü gibi bağlantılar itibariyle adeta bir kült oluşturmuştur (Kalafat 2006: ). Göklen Türkmenlerindeki ölüm merkezli hayır hasenat işlemlerini Anadolu Türk kültür coğrafyasından da çeşitli örneklerle karşılaştırabiliyoruz. Amucalar Bektaşi Türk aşiretinde mezar kazımında çalışanlara irmik helvası, söğüş pişirilmiş bir horoz, peynir, ekmek gönderilir, buna mezarlık ekmeği denir (Aktaş 1999: ). Amucalar, can aşı olarak, mezarlıkta işler bitince toplu halde cenaze evine gidilince şeker, bisküvi gibi şeyler dağıtılır. Ölü evinde kurban helva, pilav, hoşaf ve diğer yiyecekler hazırlanıp taziyeye gelenlere dağıtılır. Buna ölü aşı denir. Bektaşî tarikatına girmiş kişi Nasip Kurbanı nı sağlığında kesememiş ise, kurbanı kırkı çıkana kadar kesilir. (Aktaş 1999: ) Bu tür örneklemeleri Türk kültür coğrafyasından yapabilirken, Anadolu Türk kültür coğrafyası halklarından Tahtacılar, Sıraçlar evdili/ana dili Türkçe olmayan Zazalar, Kürtler ve Nusayriler, kısmen Yezidiler diğerleri için de yapabiliyoruz. Merhumun özel eşyaları gariplere, yetimlere yoksullara verilir. Bu inanç ve uygulama diğer Türk kültürlü halklarda da vardır. Göklen Türkmenlerinde aksi yapılması halinde yakınlarının rüyasına merhumun çıplak gireceğine inanılır (İlyasova 2005: ). Türkmenistan ın Gölken Türkmenlerinde ölen şahsın mezarına ilk toprağı atma bir hak ve vazifedir. Bu hak ölen şahsın varsa oğluna verilmiştir. Sonra ölenin ağabeysisi toprak atmalıdır. Yakınları olmayan kimseler için Bir kürek toprağı atanı yoktu denir (İlyasova 2005: ). Toprak atanı bol olma inancı Türk kültür coğrafyasında çok yaygındır.

217 225 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Göklen Türkmenleri Halk İnançlarındaki... Türkmenistan ın Gölken Türkmenlerinde ölen kimsenin biran evvel defnedilmesi gerektiğine inanılır. Aksi halde ölen şahıs kendisini tandırın içerisinde yanıyorcasına azap çektiğine inanılır. (H. Nuriyev-K. Bayram) Cenazenin fazla bekletilmesinin doğru olmadığı inancı bu kültür coğrafyasında çok yaygındır. Bu konuda yerini bulmak ister gibi ifadeler kullanılır. Sılada beklediği olan kimse varsa, gözlerinin açık gittiği söylenir. Gözü arkada kalan ölülerin gözlerine toprak sürülüp gözünü toprak doyursun denildiği bilinir. Türkmenistan ın Göklen Türkmenlerinde ölü yas evinden çıkarıldıktan sonra taziyeye gelenlerin oturdukları keçe, taziyeye gelenlerin her çıkışlarında, yeni gelenler oturmadan evvel, çok kere eşikten dışarı çıkarılıp silkelenip tekrar serilir ve bu keçenin köşesi tersine kıvrılır. Keçe silkeleme işinin izahı yapılırken, ölen kişi yas evinden çıkarıldıktan sonra taziyeye gelenlerden yakınlarının da olduğunu, ölümden üzülmelerini istemediklerinden keçeler sıkı sıkı silkelenir. denilmektedir. ( Kay. Kişiler H. Nebiyev-Ş. Sabiov-K. Bayram) Sergilerin bilhassa seccadelerin namaz kılındıktan sonra köşesinin kıvrılması, Anadolu ve yakın çevresi kültür coğrafyasında da yaşamaktadır. Bu kıvırma boş kalan secdede şeytan namaz kılmasın şeklinde izah edilir (Kalafat 1997: 15 19). Kars ın bazı yörelerinde, ölü ılık su ile yıkandıktan sonra sonunda âhiret suyu denilen bol bir su dökülür. Beyaz kefen ölünün ailesinin mali durumuna göre 2 kattan 7 kata kadar sarılır. âhiret gömleği ne ölen genç kadın ise eşyalarından uygun parçalar kefene sarılır, başına renkli valalar/büyük başörtüleri bağlanır (Turan 1982: ). Türkmenistan ın Göklen Türkmenlerinde ölen şahsı yıkayacak olan kimsenin giysisi ve bedeni gibi kalbinin pak olması aranır. Ayrıca Göklen Türkmenlerinde son banyosu yaptırıldıktan sonra ölünün üzerine yatırıldığı sergi, bez yakılır (İlyasova 2005: ). Yakarak paklama Türk kültürlü halklardan ateşin temizleyici olduğu inancından kaynaklanır (Kalafat 1995: ). Türk kültürlü diğer halklarda olduğu gibi Göklen Türkmenlerinde de ölünün son banyosunda kullanılan cenaze suyu ulu orta çiğnenebilecek kirli ortamlara akıtılmaz. El ayak deymeyecek uygun bir yere dökülür. Bu suya basılması ve suyun üzerinden atlanması istenilmez (Kay. kişiler H. Nuriyev-Ş. Sabiov-K. Bayram) üzerinde atlama konusu da halk inançlarında izah gerektiren ayrıntı içerir. Uyuyan insanın, küçük bebeğin, ölünün üzerinden atlanılmaz. Yanlışlıkla atlanılmış ise bu defa ters istikamette atlanılması istenir. Böyle hallerde bebeklerin büyümeyip hastalanacaklarına uyuyanların ölebileceklerine inanılır. Muhtemelen bu inancın derinliklerinde basmak-basılmak inancı olmalı. Özellikle kedinin bilhassa kara kedinin atlaması çok sakıncalı bulunur.

218 226 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT Kutlu kabul edilen kurban kanı, ulu zatların abdest suyu ve benzerleri de ayaklanabilecekleri yerlere dökülmez, çiğnenmeleri istenilmez. Ağaç altına döküldükleri bir kuyuda toplanılıp kuyuların kapatıldıkları olur. Amucalar da testi veya ibrikle getirilen su, mezarın baş kısmından başlayarak ayakucunda bitirmek üzere dökülür. Bu işlemi, ölünün ya yakın akrabası olan bir çocuk veya yetim / öksüz bir çocuk yapar Göklenler, Yomutların doğusunda Etrek ve Gürken arasında yaşamaktadırlar Bu işlem üç gün sürer, su dökülmesi güneş doğmadan sabahleyin yapılır (Aktaş 1999: 74 84). Suyun dökülmesinden murat öbür âlemde yaşanacak azabın azaltılmasıdır. Zira su âlem değiştirmede yolu kısaltan bir faktördür. Suyun dökülmesinde çocuk veya yetim çocuk seçilmesi, çocukların yetim olmaları Allah ın merhametini celp etmek içindir. Afganistan ve Bolu yöresi Türklerinde yağmur duası için yetim kız, kepçe gelin/çömçe gelin olarak dolaştırılır. Yetim çocukların ve gariplerin Göklen Türkmen halk inançlarında da özel bir konumu vardır. Onlara öncelik verilir. Ölen kimsenin ruhunun ilk 40 gün evini odasını her akşam ziyaret ettiğine inanılır. Daha sonra bu ziyaretler Cuma gecelerinde olur. Bu itibarla ölünün odası kırk gün aydınlatılır, odasında tütsü yapılır. (Kalafat 2003: ) Türkmenistan ın Gölken Türkmenlerinde ölümü takip eden günlerde Perşembe günü ikindi namazından sonra yemek kokusu çıkarılması gerektiğine inanılır. Ölen şahsın bu kokuya geldiği inancı vardır. Bu günlerde özellikle Kuran okunmasını beklediklerine inanılır (İlyasova 2005: ). Türkmenistan da tütsü yaparak fenalıklardan korunmak ve kurtulmak hayatın her dönemine girmiştir. Türk kültürlü halklarda belirli kutlu gecelerde helva türü koku çıkaran taamların hazırlanıp dağıtılması ile sevap işleneceği inancı çok yaygındır (Kalafat 2009: ). Türkmenistan Türkmenlerinden Göklen Türkmenlerinde ölünün ardından Perşembe günleri dikiş yapılmaz, çamaşır yıkanmaz. Bu günler merhumun ruhuna Kuran okuma günleridir. Bu günlerde ölen şahıs gelebilir diye düşünülüp kapılar açık bırakılır (İlyasova 2005: ). Haftanın belirli günleri bazı işlerin yapılmaması ve bazı işlerin yapılması Türk kültür coğrafyasında büyük ölçüde ortaktır. Zerdüştizm in izlerini taşıyan Çarşamba ve kara Çarşamba inancı Muhammedî İslam la yerini Perşembe gününe ve Cuma akşamına bırakmıştır. Kıbrıs Türk kültür coğrafyasında ölünün gömülmesinden sonra 3 sabah namazı ailesi tarafından ellerindeki nur suresi okunmuş su ile bir-

219 227 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Göklen Türkmenleri Halk İnançlarındaki... likte ziyaret edilir. Bu su dökülünce ölen kimsenin ziyaretçileri gördüğüne inanılır. Okunmuş su inancı Türk kültürlü halklarda çok yaygıdır. Okunmuş suda hikmet aranır. Bu suyun, nazara, korkuya, başarısızlığa ve benzerlerine karşı iyi geldiği inancı Göklen Türkmenlerinde de vardır. Özel olarak okutulduğu gibi, Mevlit okunurken tuzla birlikte hafızın önüne konularak okunmasının sağlandığı da olur. Doğum yapmış anne ve bebeğinde olduğu ölen kişiye de kırkı yapılır. Buna kırklama denir. Kıbrıs ta her cumartesi günü güneş doğmadan ölen kişinin mezarı ailesi tarafından ziyaret edilir. Ayrıca pazartesi, Perşembe arife ve bayram ve diğer özel günlerde de ziyaret yapılır. 39 uncu gününde Kırk Mevlidi okutulur (Mear 1992: 86 87). Göklen Türkmenlerinde ölen erkeğin kırkı dolmadan hanımı erkek misafirlerin önünden geçerse, ölünün kırkı açılır, bozulur. İnancı vardır (Kay. kişiler H. Nuriyev-Ş. Sabiov-K. Bayram). Kadın kişinin er kişinin önünden geçmesi, bilhassa sabahleyin erkeğin işine ilk çıkışında bu durumun yaşanması Anadolu ve Kuzey Kafkasya halk inançlarında da uygun bulunmaz, yasaklanmıştır. İnanca göre 52. gecesinde et kemikten ayrılır. Bu gece ölünün acısının azalacağı inancıyla mevlit okutulup Elli İkisi yapılır. Geçmişte Yas Süresi iki yıl iken giderek bu süre kısalmıştır. Bu zaman zarfında şık giyilmemesine ve fazla eğlenilmemesine dikkat edilir (Aktaş 1999: 74 84). Türkmenistan Türk kültür coğrafyasında diğer aynı kültürlü halklarda olduğu gibi ölen kimsenin evine yeni giysilerle gidilmez. Gölken Türkmenlerinde ölü evinde yas 40 gün bazen da 1 yıl sürüdüğü olur. Bu süre zarfında yaslı aile yeni giysiler giymez eski giysilerini giymekle yetinir. Yas giysisi çok kere kara bazı yörelerde de aktır. Yasta ak giyinme kefen bağlantılı veya ölen şahsı ak bir âleme gönderme inançları ile ilgili olabilir. Ölü evinde yas zamanı tatlı yapılmaz. Yas evinden çıkıp toy evine ve toy evinden çıkıp yas evine gidilmez. Yas evinden gelince başkasının değil kişi kendi evine gelmelidir. Yas evinden gelenlerin ardına ervahlar düşer bazı yörelerde meyveli ağacın etrafında üç defa tavaf edercesine dönülür ise ruhların takip etmekten vaz geçtiklerine inanılır. Ölen kişinin ruhunu kızdırmamak için yas evine taziyeye gelenlerin karşılanma ve yola koyulmalarını ev sahipleri yapmamalı, inancı vardır. Yas evinde oturmanın da adabı vardır. Buralarda kasılarak ayak ayaküstüne atılarak ayaklar uzatılarak oturulmaz. Böyle kimselerin şeytan kucağında oturur, denir. Yas evinde uzun sürede oturulmayıp ziyaret kısa tutulur. Yas evinde ikramı yapılan yemeğin eti kemirilerek yenilmez, uymayanın ömrünün kesileceğine inanılır. Yas evinde ekmek paçalara ayrılarak değil de büyük parçanın ucundan koparılarak yenilmeli inancı da vardır (İlyasova 2005: ).

220 228 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT Türkmenistan ın Göklen ve diğer Türkmenlerinde evli çiftlerden birisi ölmüş ise evlenmeye karar veren diğer çift dokuz ay dokuz gün bekledikten sonra evlenebilir (Kaynak kişiler H. Nebiyev-Ş. Sabiov-K. Bayram). Anadolu ve yakın çevresinde bu süre hamileliğin belirlenmesi süresi ile sınırlanmıştır. Göklen Türkmenlerinde de ölümün 40 ı 52 si ve yılı yapılır. Ölümün ilk üç gününde merhum geçmişi ile ilgili her şeyi gözleri görebilir. Ölüye ayan diriye kuman denir. İlgili ayetler okunarak üç sadakası verilir. Yedisinde yedi sadakası verilir Yedisi yapılır verilir ve ilgili ayeti okunur. İnanca göre kadar ölünün tırnakları, saç ve sakalları uzar. Ölü için zor bir dönemdir. 40 günden sonra ölünün ödü yarılır, patlar. O an da ölü için zor bir andır. 40 sadakası verilerek ilgili ayetleri okunur. Okunan ayetler ve verilen sadakalarla ölünün acısının azaltılacağına inanılır. Elli ikisinden ziyade yılı yapılır ve ayetleri okunup sadakası verilir. Buradaki inanca göre etin kemikten ayrılması yılında olur (Kalafat-İlyasova 2002: 40 44). Sonuç Göklen Türkmenlerinin ölümle ilgili halk inançları doğal olarak Türkmenistan ın diğer Türkmen kesimleri halk inanmalarından ciddi farklılıklar arz etmemektedir. Bununla beraber yer yer farklı uygulama örnekleri ile karşılaşılabilmektedir. Bu sınırlı farklılığı Türk Kültür coğrafyasının diğer kesimlerinde de gözleyebilmek mümkündür. İnançlarla ilgili uygulama farklılığı örnek sayısı arttıkça kültür zenginliği bereketlenecek halk inançlarından hareketle halkların bir birlerini ve güzidelerin halklarını tanımaları kolaylaşacaktır. KAYNAKÇA AKTAŞ, Ali (1999), Amucalılarda Ölüm Olgusu Üzerine Folklor ve Edebiyat, S. 15, Sonbahar, s BERHANOV, Amantagan (1993), Esrarı Baba ve Esrarılar, Aşkabat. BORATAV, Pertev Naili (1973), 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul. İLYASOVA, Kurban Cemal (2005), Türkmen Halk Urum ve İnançları, Aşkabat. KALAFAT Yaşar-İLYASOVA Kurban Cemal (Kasım 1998), Türkmenistan ve Türkiye de Düğün Ölüm Gelenek ve İnançları, İçel Kültürü, S. 60 s KALAFAT, Yaşar (2009), Harezim den Hakkâri ye Hakkâri den Golan a Türk Kültürlü Halklarda Halk İnançları, Berikan Yayınları, Ankara, s KALAFAT, Yaşar (1995), Türklerin Dini Tarihi Türk Halk İnançlarında (Ters Motifi), Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı ya Armağan, Ankara, s

221 229 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Göklen Türkmenleri Halk İnançlarındaki... KALAFAT, Yaşar (2001), Türk Halk İnançlarında Sarımsak ve Soğanla İlgili Hususlar, II. Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Günleri Sempozyumu; Türk Halk Kültürü Üzerine Araştırmalar, Ankara, s KALAFAT, Yaşar (1996), Aşkabat ve Çevresinde Metfun Türkmen Uluları Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mart 1996, S. 111, s KALAFAT, Yaşar (2006), Balkan Türklerinden Örneklerle Halk İnançlarımızda Saç, I. Uluslararası Balkan Türkleri Sempozyumu Eylül 2001 Prizren, Balkan Türkoloji Sempozyumu Bildirileri, (hzl. N. Hafız-T. Hafız BALTAM), Prizren, s KALAFAT, Yaşar (2006), Doğu Anadolu da Eski Türk İnançları İzleri, Ankara, s KALAFAT, Yaşar (2003), Türk Halkları Arasında Yaşayan Hayat Sonrası ile İlgili İnançlar, 43. Uluslararası PIAC Toplantısı, Leneken- Belçika (3 8 Eylül 2000); 60. Yılında İlim ve Fikir Adamı Prof. Dr. Kazım Yaşar Kopraman a Armağan, Ankara, s KALAFAT, Yaşar (2009), Karadeniz Yöresi Kültür Tarihinde Helva İnancı, Kodlar-Kültler 1, Türk Kültürlü Halklarda Karşılaştırmalı Halk İnançları, Berikan Yayınevi, Ankara, s MEAR, Hüray (1992), Kıbrıs Türk Toplumunda Doğum Evlenme ve Ölüm İle İlgili Adet ve İnançlar, Ankara. OĞUZ, Burhan (tarihsiz), Türkiye Halkının Kültür Kökenleri, İstanbul. ÖRNEK, Sedat Veyis (1971), Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara. ÖRNEK, Sedat Veyis (1995), Türk Halkbilimi, (2. bs.), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. SUMER, Faruk, (1992), Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilat- Destanları, 4. bs, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, s TURAN, Mustafa (1982), Kars ta Ölü İle İlgili Gelenekler, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Gelenekler Görenekler ve İnançlar IV C. Kültür Bakanlığı, Ankara, s Kaynak Kişiler: Hıdır NURİYEV, Türkiye de üniversite öğrencisi, 19 yaşında, Türkmenistan da Aşkabat ta yaşıyor, Türkmen. Şahmurat SAİBOV, Türkiye de üniversite öğrencisi, 20 yaşında, Türkmenistan da Aşkabat ta yaşıyor, Türkmen. Kakacan BAYRAM, Aşkabat ta üniversite öğretim üyesi, Türkmen.

222 EYLÜL ROMANINDA ESTETİZE EDİLMİŞ KİMLİKLER Yrd. Doç. Dr. Beyhan KANTER ÖZ: Eylül romanı, psikolojik tahlillerin ağır bastığı bir romandır. Romanda imkânsız bir aşkın bu aşkı yaşayan kahramanlar üzerinde kurduğu psikolojik baskı, mekân insan bağlamında ele alınır. Mekânın bireyin iç dünyasında oluşturduğu yönelimler ve ruhsal çatışmalar anlatılırken kahramanların iç dünyaları okura bütün yönleriyle sunulur. Roman kahramanlarının duyguları estetik bir zeminde anlatılırken etik olgusu da göz ardı edilmez. Bu çalışmada evli bir kadın olan Suat la Necip in aşkları ve estetik ile etik arasında sıkışan içsel çatışmaları irdelenecektir. Anahtar Kelimeler: Aşk, musiki, tabiat, estetik, etik. The Aesthetized Identities in the Eylül Novel ABSTRACT: Eylül is a novel of which psychological analyses have been significantly carried out. In the novel, the psychological pressure of an impossible love on the novel characters that experienced this love is being handled in the terms of place and human. While the intentions and psychological conflicts which place creates in the inner world of individual being told, inner worlds of characters are being presented to the reader completely. Ethical fact is not ignored while novel characters' emotions are being told in an aesthetic ground. In this study, the love between Necip and a married woman Suat and the relationship between aesthetic and ethic wherein their inner are present will be discussed in depth. Key Words: Love, music, nature, aesthetic, ethics Giriş Kimlikler, etnik, dini, siyasi ya da kültürel birçok unsurla oluşturulur. Bu kimlik türünü toplum görünür ya da görünmez müdahalelerle şekillendirir. Kişi, kimliği üzerinden hem bağlı bulunduğu sosyal konumunu hem kendine ait anlam dünyalarını yeniden kurar. Bu bağlamda da estetik bir örüntüyle varlığını yeniden üretme amacı güden bireyler, kendilerini estetize edilmiş bir kimlikle görünür kılma amacı taşırlar. Ancak Mardin Artuklu Üni. Ed. Fak. TDE Böl. beyhankanter@gmail.com.

223 232 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Beyhan KANTER bu, her zaman bilinçli bir kimlik üretimi olmayıp bireyin yaşam algısının kendi kişiliğiyle bütünleşmesi sonucu da ortaya çıkabilir. Estetik uyumsuzluklar ise toplumsal yapının içerdiği görüntüye dayalı konumlanışlarla belirginlik kazanır. Mehmet Rauf un Eylül romanında da roman kahramanlarını genel olarak iki kategoriye ayırmak mümkündür: Estetik bir zevkin peşinde olan kahramanlar ve kaba bir yaşam gerçeğiyle kendilerini kurgulayan kahramanlar. Bu anlamda şunu söyleyebiliriz; Mehmet Rauf için estetik, kendini sanatsal seçimlere açan ve bunların neden düşünsel seçimler olduğunu ifade etmeye özen gösteren bir düşünce tarzına işaret eder (Ranciere 2006: 9). Nitekim Eylül de de yazarın estetik zevkinin yansımalarını kahramanları aracılığıyla sunduğunu görmekteyiz. Zira sanatsal yetkinlik ancak, kahramanları kendi karakterlerine uygun davranışlarda bulunan eserlerde olabilir; kahramanların davranışları, içinde bulundukları durumlara bağlıdır ve her zaman yaşam mantığına bağlı kalmak zorundadır ( Ziss 2009: 114). Eylül romanında yazarın açıktan açığa kahramanlarını estetik algılarına göre değerlendirdiğini görürüz. Zira Eylül de estetik kaygının etkisi, olay örgüsünden önce gelir. Estetiği sanatkârane üslupla birleştirmesi, Mehmet Rauf un kendi kişiliğinden ödünçlediği sanat ve yaşam arasındaki bağı romanına taşımasının bir sonucudur. Roman kahramanlarından Necip ve Suat ın kimlikleri estetize edilerek toplumdaki diğer bireylerden, özellikle yaşadıkları çevreden farklılaştırılmıştır. Kendi yaşamsal gerçeklikleriyle çatışan karakterlerin çelişkilerinin ve toplumsal geçişlerindeki uyum/uyumsuzluklarının estetize edilerek okur tarafından onanmasının istenmesinde bir tarafgirlik görülmektedir. Roman boyunca olayların odak noktasında yer alan Necip ve Suat ın ruhsal durumları sanatsal olgular aracı kılınarak gizemli bir alana çekilir. Bu anlamda kahramanların ruh dünyalarına estetiksel içerik kazandırılarak toplumsal dışlanmaya yol açacak davranışları meşrulaştırılmıştır. Aşkın En Estetik Hali: Musiki Eylül romanının kadın kahramanı Suat, beş senelik evliliği süresince sadece eşine değil onun ailesine karşı da saygısını yitirmemek için zaman zaman yaşadığı mutsuzlukları içine gömen duygusal ve hassas birisidir. Çocukluk döneminin anne babasının geçimsizlikleri nedeniyle kahırlı bir biçimde geçmesi, onun evlilik yaşamını kutsamasında önemli bir etkendir. Ancak eşi tarafından ihmal edildiği düşüncesi, onun içsel bir bunalım sürecine girmesine ve kendi içine kapanmasına yol açar. Özellikle evliliğinin gündelik kaygılar arasında sıradanlaşması ve tekdüze bir seyir takip etmesi onun ruhunu yaralar. Zira Süreyya nın Suat a ilgisi, onun üzerinde tahakküm kurmaya ve kendi ruhsal sıkıntılarıyla onu hemhal etmeye yöneliktir. Hayata dair beklentilerini yitiren ve yalnızlığını ev işleriyle uğraşarak törpülemeye çalışan Suat, evlilik yaşamına gölge dü-

224 233 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Eylül Romanında Estetize Edilmiş Kimlikler şürmek istemez. Oysa Süreyya, sadece kendisini düşünen bencil ve vurdumduymaz bir tiptir. Süreyya nın sandal ve deniz tutkusundaki bencil tutumu da genç kadını yalnızlaştırır. Karı koca bu anlamda ortak zevk paylaşımından uzaktırlar. Suat ın musiki tutkunluğu da Süreyya tarafından sürekli eleştirilir. Hatta Süreyya evde piyano çalınmasını musiki ile idam ve piyano çalan Suat ı ise eziyet meleği olarak değerlendirir. Ayrıntı gibi görülen bu unsur, aslında karı-koca arasındaki uçurumun ve Suat ı Necip e yönlendiren sebeplerin de başında gelir. Romanda estetize edilmiş kahramanların birleştiricisi durumundaki ilk unsur musikidir. Musiki zevkine dayalı bir estetik geliştirerek mutlak gördükleri bir güzelliği duyuların dünyasıyla algılamaya çalışmak, Suat ve Necip için vazgeçilmezdir. Çünkü güzellik hiç şüphe yok ki, serbest düşüncenin eseridir (Schiller 1999: 94). Bu bağlamda musikinin toplumsal normları bertaraf eden serbest düşünüş tarzına zemin hazırlaması, Necip ve Suat arasında musiki zevkinin tetiklediği bir bağ oluşturur. Necip ve Suat, musikiyi o kadar seviyorlardı ki onunla dünyayı, dünyanın her şeyini, hatta onu, Süreyya yı unutuyorlardı. (s. 174). Suat için musiki, onu yaşamın kaba ve çirkin yönlerinden uzaklaştıran ve estetiksel duyuş zevkini harekete geçiren bir araçtır. Aile yaşamı içinde edilgen bir konuma itilen Suat, musiki sayesinde kendisini yaşamın etkin bir öznesi olarak görür. Önemsenmeyen varlığını musiki sayesinde en azından kendi benliğinde değerlileştirir. Çok iyi piyano çalan Suat için musiki, bütün yaşamını kuşatıcıdır. Necip ile Suat arasında yakınlaşma da musiki aracılığıyla gerçekleşir. Necip in Suat a nota getirmesi ve musiki sohbetleri, yakınlaşmayı tetiklediği gibi musikinin sağladığı duyusal haz ve ahenk, iki kahraman arasında duygusal bir bağ üretir. Onlar arasındaki heyecanın asıl kaynağı musikidir. Zira, gözlerin dudakların söylemekten, anlatmaktan o kadar titredikleri kalpten taşıp gelen şeyleri takrir için musiki kendilerine yardım ediyor, sanki ruhları için bir vesile-i telâkki oluyordu. (s. 233). Necip burada öyle saniyeler geçirdi ki hiçbir vakit unutamayacaktı. Musiki ruhunun bütün kabiliyet pervaz ve iştiyâkını tahrik ediyor, onu ihtiyâçlarla, sevda ve fedâ-yı can ihtiyâçlarıyla, tatmin edilmesi muhâl olduğu için tatlı başlayıp galeyân ettikçe elîm olan ihtiyâçlarla boğuşurdu. Ekseriyetle bu bir hüzünden ziyade bir iştiyak, bütün ele geçmeyecek güzel şeylere meshurâne bir incizap idi. (s. 168). Musiki, bu dönemde toplumsal yapının aristokrat çevrelerinde geniş bir yer tutar. Özellikle Batı musikisi kendilerini sanatsal duyuş tarzıyla yansıtma eğiliminde olan bireyler için vazgeçilmezdir. Bu, aynı za-

225 234 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Beyhan KANTER manda imgelerle düşünmenin simgesel biçimidir. Modern yaşamın ger(ç)ekleriyle yüzleşen bireyler, böylelikle sanatsal duyuşun estetik gerçekliğini musiki aracılığıyla gün yüzüne çıkarırlar. Suat ve Necip de dış dünya üzerindeki kaba gerçekliklerini musiki aracılığıyla estetik bir zemine çekmeyi başarırlar. Necip in yalıdan ayrılmasından sonra Suat ın musikiyi ihmal etmesi, onun musiki zevkini Necip le paylaşmaktan hoşlandığının bir göstergesidir. Necip ve Suat ortak bir yaşamsal kaygıyı musiki ile dışa vurmuşlardır. Kışkırtıcı Güzellik: Bedenin/Ruhun Estetik Hali Bireyin yaşam üzerinde kendisini görünür kılmasının ilk şekli bedeniyledir. Gerek yaşam içinde etkin olarak gerek yaşamın kıyısında kalarak insan bedeni üzerinden tanındığı bir çevrede kendisine kültürel alanlar oluşturur. Bireyin duygularının bedenine taşması da yeni göstergeler oluşturur. Nitekim Eylül romanında Suat, kendisine bakanlarda estetik bir zevk uyandıran güzel ve alımlı bir kadındır, Saçları kumral turrelerle alnını güşâdebırakıp kaşlarının ucuna kadar dökülüyordu. Asıl kümesi, bu kulakların arkasında birden çoğalarak tepesinde toplanan siyaha mâil kestane yığını (s. 249) şeklindedir. Suat ın fiziksel güzelliği, ruhundaki naiflik ile bütünlük arz eder. Yazar, Suat ı ruhen olduğu gibi fiziksel olarak da estetize etmiştir. Suat ın yürüyüşünün ahenkli bir eda ile olduğunun söylenmesi, yine ona atfedilen güzellik olgusunu hatırlatıcıdır. Çünkü bir insanın ruhuyla bedeni arasında çelişki varsa yürüyüşüne/bedenine yansır. Suat ın güzelliği aynı zamanda ahlakça, ağırbaşlılıkla, uysallık ve nezaketle zenginlenir. Zira İnsanın manevi güzelliği ile gözü okşayan bir duruş(pause) güzelliği arasındaki (Ziss 2009: 154) bağlantı Suat taki uyumun yansıtıcısıdır. Uyum ve güzellik, genç kadında iç içedir. Onun güzelliği, yücelik, ahlaki değerler ve uyumla bütünleşir. Çünkü güzel, etikten ayrılamaz; güzellik de, iyilikten ayrılamaz (Ziss 2009: 165). Necip Suat ı hem bedeni hem de ruhuyla kutsama eğilimindedir. Ve Necip in gözleri hepsini görüyor dudaklara geliyor, bunlardaki karanfil kırmızılığı, donuk âteş karanfil rengi, yine bütün çehrede titreyen ma na-yı serzenişle pür nîm, o şuh sitemkâr ifade ile lerzişdâr, onun nazarını teshîr ediyordu; dişler, bunların müsâadeleriyle tebessüm ettikçe bütün ma nâlar yüzlerce çoğalarak gözlere kadar sirayet eden bu tebessümle onun ruhu bu çehrede, o kadar şuh ve pür neşe görünüyordu ki, o zaman, işte o zaman Suad ın niçin bu kadar muazzam ve pür perestiş olduğu tezahür ediyordu. (s. 249). Suat ın duruşundan, güzelliğinden, ince ve hassas ruhundan etkilenen Necip, Suat la gizli bir aşk yaşamayı düşünmemesine rağmen onun

226 235 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Eylül Romanında Estetize Edilmiş Kimlikler varlığını yok sayamaz. İki kahraman arasındaki bu gel gitlerle aşk ve sadakat, roman boyunca iç içe yürür. Bu nedenle Suat ve Necip in aşkı duygusal boyutta estetik bir örüntüde kalmıştır. Necip, Suat ın Süreyya tarafından köreltilen kadınlığını ve sanatkârane ruhunu uyandıran bir kimlik olarak karşımıza çıkar. Sadakate yatkın kişiliğiyle Suat da bu aşk olgusuna rağmen düşüşe geçmekten kurtulmuş ve hem güzelliği hem de ahlakıyla yazar tarafından yüceltilmiştir. Sadakatsizliği kendi kişiliğine ve yaşam algısına yakıştıramayan Suat, hiçbir şekilde kocasına ihanet etmeyi düşünmez. Onun beklentileri, ızdırapları, acıları ve özlemleri; güzelliği ve yaşam algısı üzerinden duyumsatılır. Daha önceki romanlarda yer alan katı ahlak kurallarını estetik bir anlayışla bertaraf etmek ve aşkı her şeyin üstünde tutmak, romandaki temel unsurlardan biri olarak karşımıza çıkar. Ancak toplumsal ideale duyulan özlem üzerinde eşsiz bir etkide (Ziss 2009: 165) bulunan duygusal ve psikolojik baskı, Suat ı yönlendirir. Bu düşünüş tarzı, toplumsal duyguların güzelde birleşmesidir. Varlığıyla ölümsüzleşmek arzusundaki Suat ın bu arzusunun Süreyya tarafından gerçekleştiril(e)memesi, genç kadını kocasından uzaklaştırmasına rağmen Suat, zaaflarının esiri olmadığı gibi iradesi hep uyanıktır. Ancak bütün bu çelişkilerine rağmen Suat, Necip tarafından sevilmenin/beğenilmenin mutluluğunu içten içe yaşar. Suat ın Necip i gözünde kutsamasının sebeplerinde biri de Necip in aşkını gizlemeye çalışmasıdır. Demek ki seviyordu, demek ki bir seneden beri, belki daha evvelinden beri, belki senelerden beri seviyor ve bunu gizliyordu Necip in kendine karşı bu kadar ciddi davranıp hissiyât-ı kalbiyesini hiçbir vecihle ifşâ etmemesi, onu â mâk-ı ruhunda hıfzetmesi kalbinden istemeye istemeye hissettiği memnûniyete şimdi müteşekkirane bir hürmet ilave ediyordu; bu hareketi o kadar samimi, büyük görüyordu. (s ). Necip in uzun süreden beri kendisini sevmesine rağmen sevgisini saklaması, Suat ın ona hayranlığını artırır. Necip in bu tutumu, aşkın ve sevginin Suat ın ruhunda uzlaştırıcı bir çekicilikle bütünlenmesine yol açar. Ancak genç kadın Necip in aşkından ziyade kendi zaaflarına yenik düşmenin korkusunu taşır. Bu korkuda da bedene yönelik arzulardan ziyade ruhsal yönelimlerin kurduğu bir baskı sezilir. Bu baskı, bedeni saf dışı bırakan ruhsal bir kışkırtıcılık olarak görünürlük kazanır. Yani asıl kışkırtıcılık, ruhun mekânı olan bedende değil, ruhun kendisindedir. Oysa Suat da ruh ve beden bir ayrılık içinde olmayıp bir uyum içindedir. Bu uyum, Necip in de genç kadına yönelik tutkularını tetikler. Ah onu ne kadar seviyordu Yarabbi, ne kadar âteş ve iştiyak ile seviyordu. Onun en ma nasız şeylerine bile husûsi perestiş-

227 236 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Beyhan KANTER leri vardı. Onun bir düğmesi için kalbinde zaaflar, râbıtalar buluyor, şömizetinin kıvrımları, dikişlerin nezaketi, kolundaki küçük düğmeler, nihayet bütün bu naçiz şeyler için onda başka bir incizap yükseliyor, hepsine ayrı ayır meftûn oluyordu. (s. 247). Necip, özellikle Suat ın masumluğuna, sükûnetine, namus anlayışına hayran kalır; Onun sessizliğinde öyle gizli anlamlar bulur ki; bu da kendindeki sır ve karanlık ihtiyacını memnun eder. Suat da Necip in aşkını gizlemesine hayran olur. Necip ve Suat ın bu düşünüş tarzları onların birbirlerine karşı ve çevreye karşı sorumluluklarına da yansır. Nitekim Suat, Necip e duyduğu aşkı tensel hazların kurbanı etmediği gibi Necip de evli bir kadına özellikle de akrabasının eşine âşık olmanın sancısını çeker. Necip teki estetik yönelimler de Suat ı tanımasıyla birlikte gün yüzüne çıkar. Suat ı tanımadan ve onunla yakınlaşmadan önce Beyoğlu nun kirli ve sahte yaşam alanlarında gezerek buralarda eğlenmeyi alışkanlık haline getiren Necip; Suat la birlikte yaşam algısını ve kadınlara bakış açısını yeni biçimlere sokar. Kirli Beyoğlu yaşamından sonra Suat ın yanında ruhunu bütün kirlerden ve kötü düşüncelerden arındırır. Suat ı tanıyana kadar bütün kadınları basit ve aldatmaya meyilli görür. Bu anlamda, evlilikten korkan ve sürekli kadınları aşağılayıcı bir tutum içinde bulunan Necip, Suat la yakınlaştıkça güzellik üzerinden gerçeği tanımak (Schiller 1999: 98) fırsatını bulur. Suat la yakınlaşmadan önce bütün kadınların bedenleri üzerinden kendilerini görünür kıldıkları düşüncesini taşımasına rağmen Suat la birlikte bu kaba realiteden silkinir. Ancak ona olan sevgisinde bile imtina içindedir. Onun toplum tarafından aşağılanan bir kadın olmayı hak etmediğini düşünmesi, Suat a yönelik kaygılarının bir sonucudur. Bu kaygılarla gerçeğin estetik bir şekle büründürülmesi, Necip ve Suat ın aşklarını kutsal bir çerçeve içine çeker. Güzelin ve çirkinin, estetiğin ve etiğin varlığı, bu iki kahramanın duygularıyla sunulur. Estetiği, güzelliği ve zarafeti temsil eden Suat, ihtiraslardan ve bedeni zaaflardan arınmış yönüyle Necip e olan hislerini duygusal boyuta taşımıştır. Ancak güçsüzlüklerinde bile birbirine yabancı olan Suat ve Necip in yaşadıkları içsel çelişkiler, kahramanların yaşam algılarını alt üst eder. Bütün bu çatışmalar içinde Suat ın kederi, melankolik duruşu dahi estetiktir. Bu imkânsızlık içinde Necip için ise tek sığınak, ölüm düşüncesidir. Tabiatın Büyüsüyle Karşılaşma: Boğaziçi Estetiğin görüngülerinden birisi olan tabiat, bireyin ruh dünyasını heyecanlandıran ve bireyi ruhsal açıdan yücelik olgusuyla karşılaştıran/tanıştıran bir unsurdur. Eylül romanında, tabiatın en yalın halinin

228 237 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Eylül Romanında Estetize Edilmiş Kimlikler kahramanların iç dünyalarına yansımalarını görmekteyiz. Kahramanların göz kamaştırıcı bir etki uyandıran tabiatla beslenen ruhları, estetik bir haz içindedir. Romanda bu bağlamda tabiat tasvirleri geniş bir yer tutar. Köşkün kalabalık ortamından sonra yalı ve tabiatın estetik büyüsü, Suat ve Necip arasındaki estetik uyumu sağlayan ikincil bir unsur olarak karşımıza çıkar. Özellikle Süreyya nın köşkün kapalı ve kalabalık ortamından sıkılmasıyla başlayan bunaltı, Suat ın da ruh haline yansımış ve Suat ile Süreyya, Boğaziçi nde yalnız kalabilecekleri ve tabiatla özdeşleşebilecekleri bir mekânı paylaşma imkânı bulabilmişlerdir. Ancak Boğaziçi, Süreyya ve Suat arasında yakınlaşma sağlamak yerine onları ayıran bir mekân olma özelliği gösterir. Süreyya nın deniz tutkusuna karşın Suat ın denizden pek hoşlanmaması, karı-koca arasında bir mesafe oluşturur. Nitekim kalabalıktan ayrılma Suat ile Süreyya arasında bir bağ kuracağı yerde Necip ile Suat arasında bir yakınlık üretmiştir. Tabiatın hatırlattığı yalnızlık duygusu, her iki kahramanı önce kendi ruhlarına sonra birbirlerine yöneltir. Konaktaki kapalı mekân yalıyla birlikte genişler; bu da duyguların genişlemesine yol açar. Tabiat, baba otoritesinin hüküm sürdüğü köşkte bulanık ve donuk bir nitelik taşırken yalıda berraklaşır. Bu da Necip ve Suat ın duygularını estetik bir kılıfa sokmalarında ve onların birbirlerinin farkına varmalarında önemli bir etkendir. Necip ve Suat, güzellik üzerinden bir yakınlık kurarlar. Zira güzellik, bireyin dış dünyaya kendi ruh algısına göre bir anlam giydirme işlemidir. Bu bağlamda Necip ve Suat, kimi zaman farkında olmadan alışılagelen kaygılardan sıyrılıp güzel olanı idealleştirme çabası içine girerler. Romanda tabiat, kahramanların yaşam algılarına yansımış biçimiyle tasvir edilir. Tabiattaki uyum ve ahenk, eylül ayının çürümeye dönüşen sarılığında dahi gözlemlenir. Bu gözlem, Suat ın tabiat aracılığıyla kendiyle hesaplaşması için de bir zemin hazırlar. Süreyya nın isteğiyle gelinen yalı ve Boğaziçi, tabiatın ürettiği yalnızlıkla kendisi arasında bir bağ kuran Suat için içsel bir yolculuk süreci başlatır. Özellikle mekanikleşen yaşamının neticesinde Süreyya nın kalbinden dışlanan Suat ın yaşamından hoşnutsuzluğu, onu yanı başındaki Necip e yöneltir. Yaşamının böyle tekdüze ve sıradan bir şekilde devam etmesiyle huzursuzlaşan genç kadın, Necip in aşkında, yitirdiği benliğini bulur. Zira o, hayal kırıklıklarıyla ördüğü evlilik yaşamı içinde çürüyüp yok olmaktan korktuğunun ve bedeninin de tabiat gibi yıkıma uğrayacağının farkına varır. Demek ki çürüyecekti, o da çürüyecekti? Böyle, hiçbir saadet gelmeden, daha henüz beklerken, bâhusus hayatının nasıl gâfil geçmiş olduğunu anladıktan sonra, artık bir şey de yapmak kâbil olmadığını görerek, böyle çürümek, bitmek ona pek insafsızca, pek acı geliyordu (s. 284).

229 238 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Beyhan KANTER Beyoğlu nun kirli yaşamından sıkılan Necip de Boğaziçi nde tabiatın dalgın bakışlı ve yaldızlı ufukları, yıldızlarla heyecan dolu gökleri berrak ve yeşil denizi ile ruhunu dinlendirir. Burada özellikle denizin, ayın büyüsü, Necip e de kendi yaşamını düşünmesi için bir fırsat doğurduğu gibi Suat a olan aşkını da katmerlendirir. Şimdi tabiatın bu feyz ve keşâyiş içinde, su ile şişkin toprakların, otların, çiçeklerin nâfiz râyihalarıyla bütün hevesi galeyân ederek onu âteşîn bir tehâlükle lerze-dâr-ı ihtirâs etmişti. (s. 112). Necip in Suat ın denize girdiğini hissettiği bir yerde suya girmesi ise iki kahramanın su aracılığıyla kurdukları yakınlığı yansıtır. Suat ın teninin değdiği ve onun bedeniyle görünürlük kazanan su, Necip in de onun varlığında/bedeninde görünür olma amacına hizmet eder. Necip in bu yönelimlerine karşın Suat da âşık olduğunu, Necip i sevdiğini anladıktan sonra geçen günlerine acımaya başlar. Bunu ona hissettiren de tabiat olur. Bir bakıma hüznün de neşenin de kaynağı tabiattır (Törenek 1999: 79). Gündelik yaşamın geçişleri arasında gençliğini yitirdiğini fark eden Suat, içinde bulunduğu durumdan yakınır. Kendi ruhunun temsili olarak gördüğü tabiatla karşılaşma, unuttuğu tutkularını uyandırdığı gibi onu yaşadığı mutsuzluğa karşı kışkırtır. Bu bağlamda Suat, tabiatta gördüğü şeyde kendi görünürlüğünün farkına varır (Gökyaran 2001: 69). Ruha Değen El: Eldiven Necip in çok sevdiği Suat ın eldivenini (ç)alması ise eşyaya yüklenen simgesel bir anlamdır. Eldiven, kadın zarafetinin bir sembolüdür o dönemlerde. Yazar, musikiden sonra eldiven imgesini ve Necip in eldiveni kutsallaştırmasını, estetize ettiği kahramanlar arasında sembolik bir bağ olarak kullanır. Suat ın kaybettiğini sandığı eldivenini hasta yatan Necip in başucunda görmesi, Necip in açıklayamadığı aşkının eşyanın diliyle anlatılmasıdır. Sözleriyle değil musikiyle anlaşan Necip ve Suat için eldiven, musikiden sonraki iletişim dili olarak karşımıza çıkar. Zira Necip in nazarını cezbeden bir şey de onun elleri idi. Bu eller nerm ve rakik nescleriyle beyaz ve ince idi; altındaki maimtrak damarların müşevveş hatları insana bu nefis mahlûkun ne elden bin türlü avarız ile zayi olacak fenayap zavallı bir vücut olduğunu hiss-i elemini veriyordu. (s ). Eldiven üzerinden duyguların dillendirilmesi, iki kahramanın dayanılmaz acılarının itiraflarının ilk aşamasıdır. Eldiven, bağlılığın estetik ölçütüdür. Necip in Suat ın eldivenini hasta yatağında bile başucundan ayırmaması, itiraf edilemeyen duygula-

230 239 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Eylül Romanında Estetize Edilmiş Kimlikler rın nesneler aracılığıyla dışavurumudur. Zira Necip, Suat ın elleriyle ruhu arasında bir bağ kurar. Suat ın dokunamadığı ellerini eldiven aracılığıyla algılamak Necip için bir gizemi ortaya çıkarır. Ruhundaki yaraların Suat ın elleriyle/eldiveniyle sarılmasını arzular. Beni bu duruma getiren sizin elleriniz, o sizin nescindeki nezâkete, kadınlığa bakarak insanın ağlamak istediği güzel kadın elleri değil mi? Diye düşünüyordu. Fakat acaba harâb eden eller olduğu gibi şifâ, hayat veren eller de var mıydı? (s. 119). Eldiveni ilk çaldığı zamanlar bir tedirginlik duyan ama bu eldivenin kendisine ait olmasından gizli bir haz duyan Necip, bu eldiven aracılığıyla Suat ın elinin/ruhunun izini sürer. Onun tenine değen/dokunan bir nesneye dokunmak, hatta sahip olmak, Necip için Suat la bir yakınlaşma aracıdır. Suat ın elinin en belirgin aidiyetlik sembolü olan eldivene bakmak, onunla arasında gizli bir bağ kurar. Zira bakış, şeyleri kendi teniyle kuşatır, giydirir. (Gökyaran 2001: 68). Nitekim Necip de sadece bakarak değil aynı zamanda Suat a ait bir eşyaya sahip olarak onu kendi varlığıyla kuşatır. ve bu eldiven meselesi unutulduğu zaman onun yegâne malı, mal-ı kıymettarı oldu: o pür-hayat bir el, sanki Suad ın eli gibi geliyordu ve onun eline mâlik olmak Necib i saâdetten çıldırtıyordu (s. 195) Eldivene tene ait dokunun sızması ve arzu edilen elin eldivenle aynileştirilmesi, yine estetik bir değer taşır. Bu, bir anlamda adanmışlığı gösteren duygusal tepkinin yansımasıdır. El aracılığıyla bedene indirgenen duygusal yakınlık, her zerresine Suat ın sindiği bir eşyaya sahip olmakla somut bir niteliğe büründürülmüştür. Suat da eldiveninin Necip tarafından alındığını anladıktan sonra eldivenin diğer tekini yanından ayırmaz. İtiraf Açmazı: Etik Eylül romanında cisimleşen güzellikler, ahlaki değerlerden ve öğretici esaslardan tamamen ayrı tutulmamıştır. Ancak estetiğin sınırları, güzelin/hoş olanın ürettiği etki üzerinden toplumsal normları ve genelgeçer doğruları zaman zaman silikleştirerek basite indirgeyici bir rol üstlenmiştir. Özellikle yanlış bakış açılarının güzelliği önemsizleştirmesiyle kahramanlar kaba realiteden soyutlanarak ideal insan olarak sunulmuştur. Roman boyunca Suat ın inceliğin, nezaketin ve zarafetin temsilcisi konumunda olması, onun davranışlarını estetik bir kılıfa sokar. Onun yaşadığı çevreyi özellikle de eşini estetikten uzak olarak görmesi, evliliği boyunca ruhunu cılızlaştırmıştır. Suat, sadakat/sadakatsizlik duyguları arasındaki içsel çatışmalarında hep ruhunu yüceltme amacı taşır. Kendi-

231 240 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Beyhan KANTER sinden esirgenen inceliğin ve hayallerin kaynağını, idealleştirdiği Necip te bulur. Ancak sevdiği adamın aşkıyla çırpınan Suat, ihtirasları doğrultusunda değil içsel bir otoriteyle hareket eder. Bu, aynı zamanda ahlaki değerlere bağlılık ve etik ile estetik arasındaki çatışmanın etik lehine olumlanmasıdır. Etik normlar, zaman zaman estetik üretimi engeller. Estetik, kendi etik formunu belirler. Ancak bazı durumlarda Etiğin reddi, estetiğin yıkımına yol açar. (Ziss 2009: 166). Bu anlamda etik ve estetik arasına sıkışan Suat, toplumsal rolünü ve eş kimliğini görmezden gelemez. Yüce görünümünde olan Suat ın duyguları, davranışlarına da estetik yönelimler şeklinde yansır. Estetik yaşam görüşü etiğin körleştirdiği ruhsal açmazları zaman zaman umutsuz bir tutkuya dönüştürür. Bu umutsuzlukta hiçbir şey yok edilemez; kişinin estetik niteliklerinin tamamı kalır; yalnızca bu nitelikler tâlî hale gelir ve bu nedenden dolayı korunur. (Kierkegaard 2009: 72). Nitekim Suat de kendisini gizlediği ruh hali içinde etik ve estetik arasında bocalar. Süreyya yı kardeşi gibi seven ve Suat a annesi gibi hürmet eden Necip de kendi ruh temizliğine hükmeden ve ruhu üzerinde tahakküm kuran pisliğe karşı köpürür. Onların en derin çatışmalar yaşadıkları an, birbirlerinin duygularından haberdar oldukları zamandır. Nitekim Suat, kaybettiği eldivenini hasta yatan Necip in başucunda gördüğünde artık onun yüzüne bakamayacağını düşünür. Ancak bir süre ikisi de haberleri yokmuş gibi davranma yoluna giderler. Suat, eldiveni tanıdığını Necip in fark etmediğini; Necip ise Suat ın kendi eldivenini tanımadığını düşünerek bir süre rahatlarlar. İçten içe böyle çatışmalar yaşayan Suat ve Necip bir akşam köşkte birbirlerine hislerini açmalarına rağmen birleşmelerinin doğuracağı mutsuzluklardan dolayı birbirlerinde uzak kalmaya karar verirler. Oysa Necip Suat ın bütün o kadar zamandı hayran olduğu melekliğini tasavvur etmek (s. 155) ve onun ruhuna sahip olarak onun ruhunu kölelikten kurtarma arzusu taşır. Ancak yapılacak tek şey, etik lehine tutkuların reddidir. Artık katiyen o aşkı gömmek lazım geldiğini, asla düşünmeksizin bu hayalleri fedâ etmek zarurî bulunduğunu anlıyor, saâdeti sade hayalde olan bu bed-baht aşkı şimdi serapâ mihnetten, musîbetten başka bir şey görmüyordu. Bininci defa olarak bu aşkın tahammülsüz bir afet, sade bir cezâ-yı müthiş olduğunu tekrar ediyordu, bizzat ondan azap ve ıztırâbtan başka bir şey görememesi, en mesut zamanında bile bin türlü âteşleriyle kendini yakmış, istirâhatını tarumâr etmiş, öldürmüştü, evvelâ sebep yokken nedamet ve vicdan azaplarıyla yanmışlar, sonra ayrılmak kıskanmak çıkmış, sonra hakaret ve ihanet gelmişti. Ve böyle düşünürken bile: (s. 408).

232 241 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Eylül Romanında Estetize Edilmiş Kimlikler Suat ve Necip in umutsuz aşklarını dışa yansıtmama çabaları, hatta kendilerine bile itiraftan çekinmeleri, onları içsel çatışmalara maruz bırakmıştır. Özellikle Suat ın duygularındaki asillik ve yücelik, estetik ve etik arasındaki bağla belirginlik kazanmıştır. Suat, hayatında Süreyya dan başka birisinin olmasına tahammül etmek istemez. Zira onunla aşkı yaşayıp mutlu olamayacaksa da hürmeti ve rahatı onun yanında bulacağına inanır. Bu bağlamda birbirlerinden kaçmaya çalışan Suat ve Necip, ancak ölümle birlikte aynı mekâna gidebilmişlerdir. Köşkte çıkan bir yangın sırasında Suat ın içerde kaldığını fark eden Necip in intihar edercesine kendisini ateşin içine atması, acı ve çilenin dayandığı son noktayı yansıtır. Ölüm şekillerindeki trajiklik, onların duygusal trajedileriyle bütünlük arz eder. İğreti Beden: Hacer Romanda estetize edilen kahramanlar dışında bir de yaşamı kaba bir gerçeklikle yaşayan kahramanlarla karşılaşırız. Bunlardan birisi Süreyya nın kız kardeşi Hacer dir. Dedikoducu, ölçüsüz, uçarı ve hoppa olan Hacer, bayan estetiği ve zarafetinden yoksundur. Necip, hayranlık duyduğu Suat ı yüceltirken Süreyya nın kız kardeşi Hacer i değersizleştirir. Çevresi tarafından olumsuzlanan Hacer ise sürekli ağabeyini eleştirme gereği duyan ve onun hayalleriyle alay ederek ağabeyini küçümseyen, aşağılayan bir profil çizer: Onda hâlâ çocukluktan kalma bir afacanlık var ki artık mazaret falan kabul etmez. Kendisini gören mektepten kaçmış, komşu evinde oyun oynayan bir mahalle kızı zanneder. (s. 24). Hacer, ağabeyi Süreyya tarafından da davranışlarından dolayı sık sık eleştirilir. Kız kardeşini acuze olarak gören Süreyya, ona sürekli bir değersizlik ve basitlik atfeder. Bunu yaparken de Hacer i karısı Suat ile kıyaslar. Suat ın ahlakı, sorumluluğu önceleyen mütevazı yönüyle Hacer in şımarıklığı arasındaki farklılıklar üzerinden bir değerlendirmeye varır: Bırak şu acuzeyi! dedi; bana inan Necip? Acuzelik yalnız ihtiyarlarda değil, asıl gençlerde Bilemezsin kadınlar fena olunca ne kadar fena oluyorlar. Kendisine barışmak için gittim de bana ne cevap verdi bilir misin? İmkânı yok Bana karımı çekiştirdi; bana Suat ı anlıyorsun ya (s. 68). Evde Suat ın zarafetine karşın Hacer in basitliği hırçınlıkla/kabalıkla belirginlik kazanırken Hacer, mahalle kızı konumuna indirgenerek değersizleştirilir. Hacer i anlamaya çalışan ve ondaki tutarsızlıkları mutsuz evliliğine bağlayan Suat da zaman zaman Hacer i küçümseyici bir düşünüş tarzına mecbur kalır. Hacer in böyle olumsuzlanma-

233 242 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Beyhan KANTER sında karşıt güç olarak Suat la bir arada bulunmasının etkisi sezilir. Nitekim Necip de Hacer ile Suat ı kıyaslar: Suat ın tefevvuku, güzellikçe belki Hacer galebe ederdi, dfakat Suat ın bütün sair şeylerde ona teveffuku o kadar göze çarpıyordu ki bunu Hacer in de fark etmemesi gayr-ı kâbildi. Ahlakça, mekânetçe, hilm ü nezâketçe bu teveffuk Suat a öyle bir hâl veriyordu ki güzelliği bundan zenginleniyordu. Zevcine olan râbıtası, sâkin, daima mütebessim, daima mütevâzı halleri bir teâlî sebebi oluyor, onu yükseltiyordu (s. 41). Hacer in kocası Fatin her türlü tasavvurun fevkinde bayağı bir efendi. (s. 23) dir. Bu nedenle Hacer, kendisine layık görmediği kocasından nefret eder. Fatin in karşısında Necip i yükselten Süreyya ise bir ara evlilikleri gündeme gelen Hacer le Necip arasında bir evlilik olmadığı için memnundur. Zira kız kardeşini Necip e layık görmez. Ona göre, Necip e daha iyi terbiye görmüş, daha ağır başlı, daha ince bir kadın lazımdır. (s. 25) gibi ifadeler, Süreyya tarafından da Necip in estetize edilmesine yöneliktir. Yazar, böylelikle birbirine karşıt iki kahramanını birbirlerinin bakış açısıyla yansıtır. Suat da Hacer in davranışlarını/yaşam algısını küçümseme eğilimi içindedir: Ah ne kadar anlıyor, nasıl görüyordu; Hacer in nasıl kocası olmasa, yahut iyi olsa bunlardan hoşlanacağını, çünkü ruhu adi, mülevves olduğunu nasıl görüyordu; ve hanımları gözünün önüne getirip böyle ufak itirafları aralarında ettikleri meclisleri düşünerek iğreniyordu. (s. 366). Kendi ruhundaki aşkı yüceltirken etik değerlerden uzak kalmamaya özen gösteren Suat, Hacer in pencere arkasından yoldan gelip geçenlerle işaretleşmesini yadırgadığı gibi suçu Fatin de değil yaşamı basit algılarla yürüten Hacer de görür: Öbür türlüsü İşte Hacer in, Hacer gibilerin sevdaları Ömrünü geçirdiği cumbada birini bulup sevip sevilmek için geçen ömründe muvafık ve muhalif her bulduğuyla aşk oyunu yapmak, işte onların sevmeleri Sevmek bir hastalık gibi geldikten ve sizi zabt ve kahrettikten sonra anlaşılan, o zaman görülüp tetkik edilen bir hal olmalı idi. Kim bilir Hacer bu pencerede kimleri sevmişti? (s. 367). Hacer, duygularından, ruhsal algılarından ziyade, sadece karşıdan görüp beğendiği bedeniyle değerlendirdiği/beğendiği birisini sevebilecek kadar tehlikeli ve estetik duygulardan yoksun birisidir. Bu bağlamda yazar, Suat ı yüceltebilmek için onun karşısına Hacer i çıkarmıştır.

234 243 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Eylül Romanında Estetize Edilmiş Kimlikler Sonuç Eylül romanı estetize edilmiş kahramanların ruh dünyalarının okura açımlandığı bir romandır. Roman kahramanlarının yaşam algıları ve estetik idealleri, imkânsız bir aşk üzerinden duyumsatılır. Aşkın bedene dayalı bir olguya indirgenmeden ruhsal bir nitelikle yansıtılması etiğe adanmış bir yaşamın sonucu olarak karşımıza çıkar. Zira Suat ın sadece Süreyya ya değil aynı zamanda kendisine ihaneti de yakıştıramaması, yalın bir etik düşünüşün sonucudur. Suat ve Necip arasındaki duygusal yakınlaşma, etik ve estetik arasındaki çatışmalarda belirginlik kazanır. Bu çatışmalar ise etik ve estetik olgularından uzak değildir. Her iki kahraman da sadece toplumsal yapıda lanetlenmiş olmayı değil aynı zamanda Süreyya ya karşı bir birleşmeyi de etik bulmaz. Zira Suat ve Necip in Süreyya nın varlığını yok sayarak kendi duyguları etrafında bir yaşam kurmaları, onları sadece birbirlerine mahkûm edecektir. Birbirlerinden uzak bir yaşamı kabullenmek, onlar için başkalarına isyan ederek inşa edilen bir yaşam kurgusundan daha ahlakidir. Ancak bütün bu uzaklaşma çabalarına karşın Suat ve Necip in ölüm aracılığıyla aynı anda dünyadan ayrılmaları, kendi içlerine dönük yaşam algılarının bilinmeyen bir mekân aracılığıyla uzlaşmasını gösterir. KAYNAKÇA GÖKYARAN, Erdem (2003), Dünyanın Teni, (hzl. Zeynep Direk), Metis Yayınları, İstanbul. KIERKEGAARD, Soren (2009), Etik Estetik Dengesi, (çev. İbrahim Kapaklıkaya), Ağaç Yayınları, İstanbul. MEHMET Rauf (2006), Eylül, (hzl. İbrahim Tüzer), Akçağ Yayınları, Ankara. RANCİERE, Jacques (2006), Estetik Bilinçdışı, (çev. Kenan Sarıalioğlu), Aralık Yayınları, İzmir. SCHILLER, Frıedrich Von (1999), Estetik Üzerine, (çev. Melahat Özgü), Kaknüs Yayınları, İstanbul. TÖRENEK, Mehmet (1999), Hikâye ve Romanlarıyla Mehmet Rauf, Kitabevi Yayınları, İstanbul. ZISS, Avner (2009), Estetik, Gerçekliği Sanatsal Özümsemenin Biçimi, (çev. Yakup Şahan), Hayalbaz Kitap, İstanbul.

235 KERKÜK VE MUSUL UN TARİHÎ COĞRAFYASI Prof. Dr. REMZİ KILIÇ ÖZ: Ortadoğu sahasının önemli bir bölgesi olan Irak coğrafyası içerisinde bulunan Kerkük ve Musul vilayeti yüzyıllar boyunca Türk hâkimiyetinde kalmıştır. Türkmen vilayeti olan ve Türkler ile meskûn bulunan bu bölgede Türkler, bin yıldan fazla bir zaman, başarılı bir yönetim ve huzur içerisinde bir idare ortaya koymuşlardı. Musul adı, şehri, tarihî coğrafyası ve Osmanlı Devleti idaresinde XIX. yüzyılın ikinci yarısında Musul Vilayeti, Musul a bağlı başta Kerkük olmak üzere sancaklar, kazalar ve nâhiyeler hakkında bilgi verilecektir. Ayrıca, Osmanlı Devleti ne bağlı iken; Musul, Kerkük, Sincar ve Süleymaniye sancakları ve buralara bağlı kazaların tarihî coğrafyaları, arazi özellikleri, idarî yapısı da önem arz etmektedir. Osmanlılar yönettikleri toplumları, Müslüman- Gayrimüslim olarak sadece iki gurupta tasnif etmiştir. Günümüzde Batılılar ise, dünyanın birçok bölgesinde halkları etnik çerçevede onlarca, bazen yüzlerce guruba ayırmaktadırlar. Böylece toplumları iç çekişmeye, ayrılığa, hatta savaşlara kadar sürükleyebilmektedirler. Kerkük-Musul bölgesi Türk tarihi bakımından oldukça kıymetli bir yere sahiptir. Özellikle İslamiyet i kabulden sonra, Türklerin Anadolu yu vatan yapmaları sırasında Musul-Kerkük bölgesi önemli bir merkez idi. Türklerin Türkistan dan batıya doğru yönelmeleri sırasında, Selçuklular Anadolu yu Türk ülkesi yaparken, yol üzerindeki Musul-Kerkük bölgesi de bir Türk yurdu haline gelmiştir. Büyük Selçuklu Devleti nden sonra, Osmanlı Devleti hâkimiyetine geçinceye kadar Kerkük ve Musul bölgesinde; Irak Selçukluları, Zengîler, Erbil Atabeyliği, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevîler gibi birçok Türk devleti hüküm sürmüştür. Yavuz Sultan Selim tarafından 1517 yılında Osmanlı Devleti hâkimiyetine geçen Musul ve havâlisinde, Kanuni Sultan Süleyman zamanında ( ), Türk hâkimiyeti daha da güçlendirilmiştir. Osmanlı Devleti idaresindeki Musul Vilayeti; doğuda İran, Bu araştırma 38. ICANAS Sempozyumu 9-15 Eylül 2007 de Ankara da sunulmuş olup, bazı ilaveler yapılarak yeniden gözden geçirilmiştir. Niğde Üni. Eğt. Fak. kilicremzi@gmail.com

236 246 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Remzi KILIÇ kuzeyde Diyarbakır, güneyde Bağdat, batıda Şam, kuzeybatıda ise Halep vilayetleri ve Zûr Sancağı ile çevrelenmişti. Kerkük ve Musul bölgesi, son derece ılıman bir iklime sahiptir. Çok çeşitli tarım ürünlerinin yetiştirilmesi ve hayvancılık için de uygun bir sahadır. Bölgede; Dicle, Huser, Hebzel, Zap ve Gazer gibi akarsular bulunmakta, bu da ekonomik hayata önemli katkılar sağlamaktadır. Ayrıca, petrol başta olmak üzere yeraltı kaynakları bakımından da oldukça zengin bir bölgedir. Kerkük ve Musul özellikleri itibari ile tarihî coğrafya bakımından incelenerek, şehir, nüfus ve idari yapı, Türk tarihi bakımından önem arz eden eserler belirtilecektir. Anahtar Kelimeler: Kerkük, Musul, Türk eseri, Osmanlı yönetimi The Historical Geography of Kerkük and Musul ABSTRACT: Kerkuk and Musul which are in the Iraq geography that is an important region of Middle East, were under the reign of Turks for centuries. Turks performed a successful and peaceful administration in this region which is a Turkmen city and in which Turks settled. Information about administration the name Musul, the city, the historical geography, Musul under of the Ottoman State in the second half of 19th century and sanjaks, especially Kerkük, countries and boroughs of Musul will be given. Musul, Kerkük, Sincar and Süleymaniye Sanjaks, and the historical geographies, land features and administrative structures of their countries are also important. Ottomans classified the communities they administrated only as Muslims and non-muslims. Where as today westerners divide communities into tens, sometimes hundreds of ethnic groups in many regions of the world. Thus They manage to drag them in to interiors quarrels, even wars. Musul, Kerkük region has a rather valuable place in terms of Turkish history. This region was an important base during the period when Turks made Anatolia homeland, especially after the acceptance of Islam. In the course of Turks inclination towards the west, Musul and Kerkük region, which was on the way, also became a Turkish homeland while the Seljuks made Anatolia a Turkish homeland. After the Great Seljuk State, many Turkish states such as Iraq, Seljuks, Zengis, Erbil Atabeylik, Karakoyunlus and Akkoyunlus and Safevis reigned in Musul region until the region was under the rule of Ottoman State. The Turkish domination was made stronger during the reign of Kanuni Sultan Süleyman ( ) in Musul and its periferies, which was had been ruled under Ottoman State by Yavuz Sultan Selim in Musul under the rule of Ottoman State was surrounded with Iran in the east, Diyarbakır in the north, Bagdat in the South, Damascus in the west, and Halep and Zûr Sanjak in the north-west. Kerkuk and Musul region have a rather warm climate. It is a suitable land for many different agricultural products to be produced and for

237 247 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Kerkük ve Musul un Tarihî Coğrafyası... stockbreeding. Many rivers such as Dicle, Huser, Hebzel, Zap and Gazer exist in the region, and this provides the economical life with many contributions. Besides, it is quite a rich region in terms of underground sources, especially petrolium. Kerkük and Musul will be searched in terms of their features from the historical geographical point of view; the city, population and administrative structure and works that are important from the Turkish historical point of view will be stated. Key Words: Musul, Kerkük, Turkish work, Ottoman administration. Giriş İlkçağ döneminde Mezopotamya da kurulmuş olan Asur ve Babil gibi iki önemli uygarlığı bağrında barındıran Kerkük ve Musul şehirleri olmuştur. Kerkük şehri İlkçağda Asurlular tarafından kurulmuş olup Musul şehri ise, Asurluların dinî merkezi konumunda idi. İlkçağdan itibaren önemini koruyan Kerkük ve Musul bölgesi, Ortaçağda ise, İslam Uygarlığı nın yine stratejik öneme sahip bir sahası olma özelliğini korumuştur. Türklerin Emevîler den sonra Abbasîler zamanında, git gide devlet içerisinde etkilerinin artması ile Kerkük ve Musul üzerindeki hâkimiyetleri de artmıştır. Böylece Abbasîler devrinde Türkler, Kerkük ve Musul u birer Türk merkezi haline getirmişlerdi. Büyük Selçuklular zamanında, artık Kerkük ve Musul un yanı sıra Bağdat bile Türklerin en ziyade yaşadığı ve Türk Dili nin en yaygın konuşulduğu şehirlerden biri olmuştu. Özellikle XVI. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren XX. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar Kerkük ve Musul bölgesi başta olmak üzere, bütün Irak toprakları Osmanlı devletinin yönetimi ve hâkimiyeti altında kalmıştır. Musul Şehri ve Tarihî Coğrafyası Musul, İslam beldelerinden büyük ve meşhur bir şehirdir. Bütün beldelere buradan ulaşılır. Irak ın kapısı ve Horasan ın anahtarıdır. Azerbaycan a ulaşım buradan sağlanırdı. Cezire ve Irak topraklarını biri birine bağladığı için el-mevsılu ulaşılan yer (Hamavi 1968: C. V 223) denilmiştir. Yine; El-Mevsılu: yolların birleştiği yer, kavşak, geçiş yeri, kavuşma yeri, ulaşma yeri gibi, anlamlara gelmektedir. Bundan dolayı ki, Musul birçok önemli şehirlerin ve ticaret yollarının kavşak noktası olan bir şehirdir, denilmiştir. Musul; el-cezire de eski Diyar-ı Rebia nın merkezi olup, Dicle nehrinin batı sahilinde eski Ninova nın karşısında bir yerdir. Şehre bir rivayete göre, önceleri Havlan deniliyordu. İranlılar bir aralık Buz- Ardaşir demişlerdir. Musul milâdi II. yüzyılın başından itibaren Asur bölgesinin merkezi olarak Ninova nın yerini almıştır (İA 1979: C. VIII

238 248 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Remzi KILIÇ 738-9). Musul, İslam beldelerinin asıl şehirlerinden, büyük ve meşhur bir yerdir. Bina ve yolları geniş olup, Dicle nehrinin batı yanında derin hendekler ve sur ile çevrilidir (Kazvini 1969: 461). Hz. Ömer zamanında 641 yılında, Araplar Dicle nehrini geçerek, Musul şehrini teslim almışlardı. Emevî halifesi II. Mervan ( ), Musul şehrini genişletmiş, idaresini teşkilatlandırmış, yeni sokaklar açarak, surlar inşâ edip, Dicle nehri üzerinde bir kayık köprü yaptırmıştır. Musul un El-Cezire eyaletine merkez olması da Emevî halifesi II. Mervan zamanında gerçekleşmiştir (İA 1979: C. VIII 739). Musul şehri, el-cezire bölgesinin kuzeydoğu kenarında ve Dicle nehrinin sağ (batı) kıyısında ve Ninova şehri harabesinin karşısında olup, Bağdat ın 332 km. kuzeybatısında dakika kuzey paraleli ile dakika doğu meridyenleri arasında vilayet merkezi bir şehirdir. Pek çok camii, mescit, okul, eski bir sur ve üç büyük askerî kışlası mevcuttur, denilmektedir. Musul kelimesi, Arapça bir isim olup, şehir Araplara geçmeden önce de var olan küçük bir kasaba idi. Emevîler ( ) devrinde gelişmeye başlayan Musul şehri, Şam, Mısır, Horasan, Bağdat ve Basra kervanlarının kavuşma noktalarında bulunduğundan bu isimle adlandırılmıştır (Sami 1889: C. VI 4480). Hamdanîler 905 den itibaren Abbasî halifelerinin valileri olarak, 930 yılından sonra da, müstakil olarak Musul da hüküm sürmüşlerdir. 996 yılından itibaren Akîloğulları 1090 a kadar yaklaşık yüzyıl, Musul da hâkimiyet sürmüşlerdir. Bundan sonra Musul ve havalisi, Sultan Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devleti topraklarına katılmıştır. Miladî yılları arasında hüküm süren Selçuklu Sultanı Melikşah, Musul u Bağdat a rekabet edecek şekilde baştan başa yeniden imar ettirmişti. Birçok Medrese ve camiler tesis edilmiştir. Musul, Hülagu nun yardımı ile Atabeğler e 1244 yılında yeniden başkent olmuştur (Ali Cevad 1895: C. III 798). Kerkük ve Musul da Selçuklu hâkimiyetine son veren Atabeğ İmaded-din Zengî, 1127 de Musul u alarak, devletine başkent yaptı ve şehre muhteşem binalar yaptırdı. Musul surlarını tahkim ettirerek etrafını imar eyledi yılında Moğol Hanı Hülagu dan ona yardım edilmek sureti ile kurtarılan şehir, 1261 de yine Moğollar tarafından yağma edilmiştir (İA 1979: C. VIII 740). Akkoyunlular, XVI. yüzyılın başlarına kadar Musul da hüküm sürmüşlerdir. XVI. yüzyılın başında, Şah İsmail ( ), Akkoyunlular dan Musul u almışsa da, 1514 de Çaldıran zaferinden sonra, Yavuz Sultan Selim 1517 de, Musul ve havalisini de Osmanlı hâkimiyetine katmıştı. Musul da 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman ın Bağdat Seferi ile Osmanlı hâkimiyeti kesinleşmiştir. Daha önce Diyarbakır

239 249 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Kerkük ve Musul un Tarihî Coğrafyası... Eyaleti ne bağlı olan Musul, Bağdat Eyaleti ne bağlı bir sancak merkezi yapılmıştır (İA 1979: C. VIII 741-2). Musul şehri, XVI. Yüzyıldan itibaren, Osmanlı Devleti yönetiminde de önemini koruyarak ya eyalet, ya da vilayet merkezi olarak kalmaya devam etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman ın 1534 de Irakeyn Seferi sırasında stratejik açıdan önemi artan Musul da bu dönemde kuvvetli bir askeri istihkâm bulunuyordu. Musul bundan sonra bilhassa XVII. Yüzyılın ilk yarısından sonra Osmanlı- Safevî mücadelesine sahne olmuştur. Safevî hükümdarı Şah Abbas ( ) Bağdat ı 1624 de zapt edince Karçakay Han ın kuvvetleriyle Kerkük ve Musul u da Safevî hâkimiyetine almıştı. Ancak, Safevîlerin bu hâkimiyeti uzun sürmedi. Diyarbakır dan Bağdat üzerine yürüyen Hafız Ahmet Paşa, Kerkük ve Musul u tekrar kuşattı. Nihayet, Hüsrev Paşa 22 Ocak 1631 tarihinde Kerkük ve Musul u Osmanlı yönetimine almayı başardı. IV. Murat, Bağdat Seferi sırasında 6 Kasım 1638 de Musul a geldi. Bağdat Seferi sonrası 1048/Ocak 1639 da dönüş yolunda yine Musul a uğramıştı (TDİA 2006: C. XXXI 363) yılında Osmanlı Devleti yönetiminde Musul Eyaleti; Musul sancağı, Bacvanlu, Tikrit, Eski Musul, Horen ve Bana livalarını içerisine almaktaydı. Musul Eyaleti sınırları içerisinde 224 zeamet ve tımar bulunmaktaydı. Osmanlı-Safevî hanedanları zamanında ortaya çıkan savaşlar sebebi ile Musul eyaletinin sınırları zaman zaman değişmiştir. Musul 1850 yılında eyaletten mutasarrıflığa tahvil edilerek Bağdat a bağlanmış ise de 1878 de tekrar vilayet haline getirilmiştir. Musul Vilayeti, Osmanlı ülkelerinin, Asya sahasının doğusunda, Dicle nehri havzasında, Cezire nin kuzeydoğu kısmında; 39 derece ile 44 derece doğu meridyenleri ile 34 derece ile 37 derece kuzey paralelleri arasında, kuzeyde Van ve Diyarbakır vilayetleri, batıda Zûr Sancağı, güneyde Bağdat Vilayeti, doğuda İran hududu ile çevrilidir (Ali Cevad 1895: C. III 788; Sami 1898: C. VI 4481). Bir başka tanımlama ise; Musul, Irak ın kuzeyinde Musul Eyaleti nin merkezi, Bağdat tan 350 km. kuzeybatı da, Dicle nehri üzerinde Mezopotamya dan gelen kervan yollarının üzerinde mühim bir ticaret merkezi (Öngör 1959: 599), biçimindedir. Musul Vilayeti nin kuzeyi ve doğusu dağlık bir sahadır. Dicle nehri üzerinde kalesi olan, etrafı hendek ve sur ile çevrili bulunan, Tahran ve Bağdat yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezidir (Ahmed Rifat 1882: C. VII 36; Şeref 1895: 195). XIX. Yüzyılın ikinci yarısında, E. Reclus; Dicle nehri üzerinde bir geçit yeri olarak zikrettiği Musul şehrini, elli bin nüfuslu, Akdeniz kıyılarından, Anadolu dan ve Bağdat a giden kervanların konak yeri olarak tarif etmektedir. Musul şehrinin Dicle nehrinin sağ kıyısında, düz damlı evlerin 10 km. muhitinde bir sur içinde yükseldiğini, ayrıca karşı kıyıya

240 250 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Remzi KILIÇ doğru yan yana dubalanmış takriben 170 metre uzunluğunda bir kayık köprüsü ile geçildiğini söylemektedir. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Musul un şehir nüfusu altmış bir bin ( ), vilayet nüfusu da üç yüz elli bin ( ) olarak ifade edilmektedir. 1330/1912 tarihli Musul Salnamesi ne göre; Sur içinde ve dışında otuz sekiz mahalle, 9126 hane, 3062 dükkân, bulunuyordu. Musul surlarının ise, on sekiz kule ve on iki kapılı olduğu kaydedilmiştir (İA 1979: C. VIII 743). Musul Vilayeti nin İdarî Yapısı: Musul Vilayeti ne bağlı sancak ve kazalar (Hikmet 1894: 237; Ali Cevad C. III 794-5): Sancak Merkezi Kaza Merkezleri 1. Musul: Zibar, Dohuk, Zaho, Akra, Sincar, İmadiye 2. Süleymaniye: Baziyan, Süleymaniye, Şehr-i bâzar, Gülanber, Merke 3. Şehr-i Zûr: Kerkük, Erbil, Râniye, Ravendüz, Salahiye, Köy Sancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı idaresinde Musul Vilayeti; üç (3) sancak, on yedi (17) kaza, yirmi sekiz (28) nahiye ve iki bin üç yüz on dört (2314) köyden meydana gelmekteydi. Bir başka kaynağa göre ise, Musul Vilayeti; Musul, Süleymaniye ve Kerkük olmak üzere üç sancağa ayrılmaktaydı (Şeref 1895: 195). Sancak Merkezi: Kaza Merkezleri 1. Musul: Musul, İmadiye, Zaho, Akra, Zibar, Dohuk, Sincar 2. Şehr-i Zûr: Kerkük, Ravendüz, Köy Sancak, Erbil, Salahiye, Râniye 3. Süleymaniye: Süleymaniye, Gülanber, Baziyan, Şehr-i bâzar, Mamuretu l-hamid Musul Vilayeti; üç (3) sancak, on sekiz (18) kaza, yirmi iki (22) nahiye ve üç bin otuz bir (3031) köyden meydana gelmekteydi. Görüldüğü gibi sancak sayısı aynı, fakat kaza, nahiye ve köy sayıları farklılıklar göstermektedir. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru zaman zaman değişiklikler yapılsa da aşağı yukarı tarihçiler biri birine yakın veya benzer idarî taksimatlar vermektedirler tarihlerinde yazılan Ahmed Rifat ın eserinden tarayarak ulaştığımız verilere göre; Musul Vilayeti nin idarî bölümlenmesi Arap alfabesine göre şöyledir:

241 251 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Kerkük ve Musul un Tarihî Coğrafyası... Sancak Kaza Nahiye Sancak Kaza Nahiye Kerkük Erbil Kerkük Râniye Altun Köprü Ravendüz Bâliyân Beşîr Ravendüz Zerdî Cebbârî Ravendüz Serçe Çınarâ Satu Kale Halkan Hayzüb Dekûk Davuda Seklâve Seydekân Şâver Şivân Şeyhler Şirvân Ravendüz Devariyan Salahiye Derbend Derkele Devle Devleke Deyre Akû Kalıkanlû Karatepe Karahasan Köktepe Musul Ebu Süleyman Köy Sancak Almûb Bacvan Bradost Mir Mahmudî Mir Yusufî Herûtiyân Pervârî Süleymaniye İsmail Benânî But Ağçalar Elân İmâdiye Behtân Bâziyan Cebûu Pejdâr

242 252 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Remzi KILIÇ Harir Hâzî Davudiye Buşter Bulak Çakır Dohuk Zaho Zibâr Çabuk Kale Çemçemâl Harimabâd Erkuş Seyhan Devlî Remk Sincâr Zenkene Sîne Şerifan Şemkan Seyhan Şîk Sezâ Sürücek Senkâv Sivritaş Şemirân Şilaza Şehr-i bâzar Akra Şiynik Kaidî Kerkeri Kelalûn Maklûb Mendân Azizi Asker Aluca Karacölen Karataş Nehîlî Gülanber Herkiyân Mâmeş Mâvet Mihal Bu yer adlarında görüldüğü gibi, şehir, kasaba ve nahiyelerin birçoğu Türkçe adlardır. Buraların çoğu Türkler ile meskûn olduğu için Türkçe adlar almışlardır.

243 253 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Kerkük ve Musul un Tarihî Coğrafyası... Musul Vilayeti ne Bağlı Sancak, Kaza ve Nahiyelerin Tarihi Coğrafyaları 1. Musul Sancağı: Musul Vilayeti nin merkez sancağı olup, Dicle nin iki tarafında, doğuda Zibâr, kuzeyde Akra ve Dohuk, batıda Sincar kazaları ile güneyde Çöl ve güney doğuda Şehr-i Zûr (Kerkük) Sancağı ile çevrilidir. Üç nahiye ve 506 köyden oluşur (Sami 1898: C. VI 4481). Musul Sancağı, Musul Vilayeti nin mamur, en meskûn yeridir. Asurlular dan kalma pek çok eski eser mevcuttur (Sami 1898: C. VI 4485) yılı Musul Salnamesi ne göre; km karelik bir sahayı kaplayan Musul vilayetinin sınırları, kuzeybatıda Diyarbakır vilayeti, kuzeyde Van vilayeti, doğuda İran, güneyde Bağdat vilayeti ve batıda Zor mutasarrıflığı ile çevrilidir. Vilayet, Musul, Kerkük (Şehrizor) ve Süleymaniye sancaklarından müteşekkildir. Ayrıca, 17 kaza, 43 nahiye ve 4392 köyü vardır (Gündüz 2006: C. I 320). 1330/1912 yılında hazırlanan Musul Vilayet Salnamesi nde; Musul Sancağı: Musul, Akra, Dohuk, İmadiye, Zaho ve Sincâr kazalarından oluşmaktadır. Kerkük Sancağı ise; Ravendüz, Kuşnuk, Köşk, Raniye, Salahiye, Erbil kazalarından oluşmaktadır (Türkmen 2003: 4). Musul (Merkez) Kazası: Vilayet ve sancağın merkez kazası olup, Dicle nehrinin her iki tarafında da arazisi bulunmaktadır. Doğuda Zibar, kuzeyde Akra ve Dohuk, batıda Sincar kazalarıyla güneyde ise çöl ve Kerkük sancağıyla huduttur. Musul kazası, dört nahiye ve 602 köyden ibarettir. Nefs-i Musul da tarihlerinde 7714 olan hâne sayısı, 1907 de 9106 ya 1912 tarihinde 9126 hâneye yükselmiştir (Gündüz 2006: C. I 320). Zaho Kazası: Musul Vilayeti ve sancağında ve Musul un 100 km. kadar kuzey batısında, Dicle ye kavuşan bir nehrin üzerinde kaza merkezi bir kasabadır (Sami 1896: C. IV 2404). Küçük Habur suyu dâhilinde bir ada üzerinde bulunan Zaho yakınında pek eski ve meşhur bir kale harabesi vardır. Zaho kazası vilayetin kuzey batısında, Silvan nahiyesi ile 96 köye sahiptir. Cûdi Dağı bu kazada bulunmaktadır (Ali Cevad 1895: C. II 420). Zaho nun kuzeyinde Van ve Bitlis, batısında Diyarbakır vilayetleri, güneyinde Dohuk, güneydoğusunda ise İmadiye kazaları bulunmaktaydı. Zaho kazasına bağlı 181 köy iki nahiye vardı. Kaza sınırları dâhilinde kömür ve petrol çıkarılmaktadır. Petrol Emlâk-i Hümayun adına işletilmekteydi (Gündüz 2006: C. I 322). Dohuk Kazası: Musul un kuzeyindedir. Akra, İmadiye ve Zaho kazaları ile çevrilidir. Kaza ahalisini Doski, Artuş, Şerifan, Şemkan ve Benâni aşiretleri oluşturmaktadır. Dohuk kazasının hane sayısı 1892 de

244 254 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Remzi KILIÇ 6618, 1894 yılında 3929 olarak kaydedilmiştir. Değişkenliğin sebebi aşiretlerin göçebe olmasından kaynaklanmaktadır (Gündüz 2006: C. I 321). Musul Vilayeti nde ve kuzeydoğu yönünde bir kaza merkezi olup, etrafında Asurlular dan kalma birçok eski eser bulunmaktadır. Dohuk kazası, Meruzi nahiyesi ile beraber 211 köyden oluşmaktadır (Sami 1894: C. III 2201; Ali Cevad 1895: C. II 398). Akra Kazası: Musul Vilayeti nin merkez sancağına bağlı bir kazadır. 18 köy ile bir nahiyeden oluşmaktadır. Akra şehri Şendar Dağı nın tepesinde bulunmaktadır (Ali Cevad 1895: C. II 549). Musul kazasının kuzeydoğusunda bulunmaktadır. Etrafı dağlarla çevrilidir. Musul, İmâdiye, Revandüz, ve Dohuk kazaları ile hudutludur. Kaza ahalisini Herki aşireti oluşturmaktadır. Akra kazası Surcî ve Zibar nahiyelerinden ibarettir. Zibar nâhiyesi 72 köy, Surcî nâhiyesi 45 köyden meydana gelmektedir (Gündüz 2006: C. I 320-1). Surcî: Musul Vilayeti ve Akra kazasında bir nahiyedir (Ali Cevad 1895: C. II 452). Zibar Kazası: Musul vilayet ve sancağında ve sancağın doğu sınırında, Musul un kuzeydoğusunda bir kaza olup, güneyde Şehr-i Zûr Sancağı, kuzeyde Van Vilayeti nin Hakkâri Sancağı ve doğuda İran toprakları ile çevrilidir. İki nahiye ve 185 köyden oluşur, arazisi ise dağlıktır (Sami 1894: C. IV 2436). Kaza nın Şirvan ve Mezuri Bâlâ adlı iki nâhiyesi vardır. Toplam köy sayısı 1892 de 250 civarında iken, 1894 de 180 köyü bulunmaktadır. Zibar kazasının 1907 yılından itibaren Akra kazasına bağlı bir nahiye konumuna düştüğünü görmekteyiz (Gündüz 2006: C. I 323). Sincar Kazası: Cezire topraklarında Musul ve Nusaybin yakınlarında meşhur bir şehirdir (Kazvini 1969: 393). Musul a yaya üç günlük uzaklıkta Cezire taraflarında yüksek bir dağın eteğinde bulunmaktadır (Hamavi 1968: C. III 262). Sincar; Musul vilayet ve sancağında ve Musul dağının güney doğu eteğinde bulunan kaza merkezi, çok eski bir kasabadır. Eski adı Singara dır. Romalılar ile İranlılar miladın ilk yüzyıllarında Singara yakınlarında birkaç defa muharebe etmişlerdir. Sincar Telafer nahiyesi ile beraber 72 köyden oluşur. Sincar Dağı ndan başka dağı olmayıp, arazisi umumiyetle ovadır (Sami 1894: C. IV 2653). Sincar kaza merkezi yılları arasında Beled Kasabası, 1912 de ise Telafer Kasabası olmuştur. Kaza 1910 yılında bir nahiye 65 köyden oluşmaktadır yılında kaza merkezi olan Telafer in 1500 civarında hanesi vardır (Gündüz 2006: C. I 322-3). Sincar; Mezopotamya da bir ova ile bir dağda, Musul a bağlı, Diyarbakır, Zûr Sancağı ve Dicle nehri arasında bir kazadır (Ali Cevad

245 255 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Kerkük ve Musul un Tarihî Coğrafyası : C. II 451). Bazan el-cezire ye dahi tamamen Sincar denilmiştir. Nuh un evlatları Babil Kalesi yapılıncaya kadar, bu sahrada yaşadılar ve çoğaldılar, sonra da etrafa yayıldılar. Fırat ile Dicle nehirleri arasında bulunan büyük ve münbit bir ovanın kuzeyine Sincar denir ki, Tevrat ta dahi adının Singar olarak geçtiği söylenmektedir (Ahmed Rifat 1895: C. IV 69). 2. Süleymaniye Sancağı: Musul Vilayeti nde, Süleymaniye Sancağı nın merkez idaresi olan kasabanın adıdır. Süleymaniye XVIII. yüzyılda inşâ olunmuş bir üretim ve ticaret merkezidir (Safvet 1913: 181). Ova ya doğru kurulmuş olup, İran ile Osmanlı arasında dört nâhiye, 104 köyü vardır. Sancak olarak; Gülanber, Bâziyan, Şehr-ibâzar, Süleymaniye, Merke adlı beş kaza; 11 nahiye ve 353 köye sahiptir (Ali Cevad 1895: C. II 448). Süleymaniye (Merkez) Kazası: Sancağın merkez kazası olup, yılları arasında; Karadağ, Serçınar-ı Şark ve Serçınar-ı Garb adlı 3 nâhiyesi vardı. Karadağ nahiyesi Süleymaniye nin güneyindedir. Süleymaniye şehir merkezinin tarihli salnamelerde hâne sayısı yaklaşık 3000 dir. Diğer salnamelerde 2892 olarak verilmiştir (Gündüz 2006: C. I 326). Gülanber Kazası: Musul Vilayeti nin Süleymaniye Sancağı nda, vilayet ve sancağın güney doğusunda büyük bir kaza olup, batısında Süleymaniye ve Şehr-i bâzar, diğer üç yönü ile İran hududu ile çevrilidir. Gülanber Kasabası İran sınırı yakınındadır (Sami 1894: C. V 3876). Gülanber Kazası dâhilinde Şehr-i Zûr (Siyazurus) harabeleri vardır. Gülanber Kalesi, vaktiyle stratejik öneme sahip iken, Yavuz Sultan Selim ( ) zamanında yapılmıştır (Ali Cevad 1895: C. III 675). Câf aşireti bu kazada ikamet etmektedir. Gülanber kazası Kızılca ve Surûcek nahiyeleri ile 309 köyden ibarettir (Gündüz 2006: C. I 327). Baziyan Kazası: Musul Vilayeti nin Süleymaniye Sancağı nda kaza merkezidir. Bir nahiye ve 157 köy ile birlikte yedi aşireti vardır. Süleymaniye nin kuzeybatısında Köy Sancak a giden yolun üstünde Karadağ ile Baziyan Dağı arasında önemli bir boğazda bulunmaktadır (Ali Cevad 1895: C. I 147). Kaza nın merkez idaresi Kerkük ile Süleymaniye arasında yer alan Çemçemal köyüdür. Çemçemal in hâne sayısı 1894 de iken de olarak verilmiştir (Gündüz 2006: C. I 326). Merke Kazası: Süleymaniye sancağının kuzeyinde kısmen dağlık bir bölgede bulunmaktadır yılları arasında Merke (Merge), arasında ise, Ma muratü l Hamid adıyla anılmıştır. Merke

246 256 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Remzi KILIÇ köyü 500 hanedir. Merke kazası Pişder ve Surtaş nahiyelerinden ibarettir. Merke nahiyesine 45, Pişder e 63 köy bağlıdır (Gündüz 2006: C. I 327). Şehr-ibâzar Kazası: Süleymaniye nin kuzeydoğusundadır. Merkez idaresi Setik köyüdür de 70 hanedir. Kaza nın en büyük köyü Şivegil kasabasıdır. Bu kaza toplam 89 köye sahiptir (Gündüz 2006: C. I 327). 3. Kerkük Sancağı: Musul Vilayeti ne bağlı Şehr-i Zûr Sancağı nın merkez idaresi ve kazanın merkezi olup, eski ismi Kerkura dır (Ali Cevad 1895: C. III 656). Irak ın kuzeyinde bulunan şehirlerinden olup, dakika kuzey paraleli ile dakika doğu meridyenleri arasındadır (İA 1977: C. VI 589). Bugünkü Kerkük şehri, eski Şehr-i Zûr değildir. Eskiden Şehr-i Zûr denen yerin harebeleri şimdi Süleymaniye kasabasının güneyinde bulunmaktadır. Kerkük bir tepe üzerine kurulmuştur (Ali Cevad 1895: C. III 657). Kerkük, eski Şehr-i Zûr un kuzeybatısından 115 km uzaklıkta, Ravendüz, Salahiye, Erbil, Ranya, Köy Sancak adlı kazalardan meydana gelir (Rifat 1895: C. VI 79) yılında Kerkük bir ara sancak olarak Bağdat a bağlanmış ise de, 1878 yılında Musul Vilayeti yeniden oluşturulduğu sırada, Kerkük te Şehr-i Zûr sancağı olarak Musul Vilayeti ne bağlanmıştır. Zağros dağlarının eteklerinde deniz seviyesinden 310 metre yükseklikte olup, Türk toplumunun önemli kültür merkezlerinden biridir. Kerkük, Musul a 140 km. Bağdat a ise 248 km. uzaklıktadır. M. Ö. 800 lerde Asur hükümdarı Sartnabal tarafından kurulmuştur. Sartnabal ın şehri anlamında Kerh suluh denilirdi. XIV. Yüzyılın sonlarına doğru burayı fetheden Timur döneminde şehir Kerkük şeklinde ilk defa Şerefeddin Ali Yezdî nin tarihinde zikredilir. Kerkük, XIII. yüzyılda Moğol istilâsından sonra, sırayla İlhanlı, Celâyirli, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevî yönetimine geçmiştir. Sultan Selim in Çaldıran zaferini müteakip, Doğu ve Güneydoğu Anadolu nun fethi için görevlendirilen Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından, Mayıs 1516 da Mardin yakınlarında Kızıltepe mevkiinde yapılan Koçhisar savaşından sonra Safevîler kesin bir yenilgiye uğratılarak, Mardin, Musul, Hasankeyf, Rakka gibi yerler ile beraber Kerkük te Osmanlı hâkimiyetine girmiştir (İA 2002: C. XXXV ). Bölge üzerindeki Osmanlı-Safevî mücadelesi sırasında sık sık el değiştiren Kerkük, Kanuni Sultan Süleyman ın 1534 tarihinde düzenlediği Irakeyn Seferi nin ardından tam olarak Osmanlı yönetimine girmiş ve doğudan gelecek saldırılara karşı önemli bir savunma merkezi olmuştur. Kanuni 941/1535 yılı 21 Nisan da Kerkük e gelmiş ve burada 24 gün

247 257 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Kerkük ve Musul un Tarihî Coğrafyası... kalmıştır. Kerkük bundan sonra Musul ile Bağdat arasındaki ticaret yolunun çok önemli bir uğrak yeri haline gelmişti (İA 2002: C. XXXV 291). Kerkük şehrinin 1850 lerdeki nüfusu yirmi bin civarında iken, genel nüfus sayımına göre; Müslüman, iki Rum, 243 Katolik ve 441 Yahudi olmak üzere toplam kişi yaşamaktaydı. Şemseddin Sami 1890 larda Kerkük nüfusunu otuz bin (30000) kişi olarak verir (1890) tarihli Musul Vilayeti Salnamesi ne göre ise Kerkük te; 4630 hane, on iki han, 1183 dükkân ve mağaza, sekiz hamam, otuz altı cami ve mescit, beş medrese, on iki mektep, üç fırın, on tekke ve zaviye, beş kilise ve manastır, iki kışla ve on karakol bulunmaktadır (İA., 2002: C. XXXV 292). Musul un güneydoğusunda, nüfusunun çoğu Türk olan Kerkük, Musul Vilayeti ni oluşturan üç sancaktan biridir. Batı ve kuzeyde Musul Sancağı ile doğuda İran ve Süleymaniye Sancağı ile güneyde Bağdat Vilayeti ile çevrilidir (Sami 1895: C. IV 2888). Kerkük Sancağı (toplam); 6 kaza, 8 nâhiye ve 1150 köyden meydana gelir (Sami 1895: C. IV 2889). Kerkük (Merkez)Kazası: Kerkük Sancağı nın merkez kazasıdır. Doğuda Süleymaniye Sancağı ile kuzeyde Erbil ve Köy Sancak, güneybatıda Bağdat, batıda ise Musul Sancağı yla güneydoğuda da Salahiye ile çevrilidir (Sami 1895: C. V 3846). Kerkük kazasının yıllarında sadece Tuzhurmatu ve Köprü (Altun Köprü) adlı iki nahiyesi var iken, yılları arasında nahiye sayısı beşe yükselmiş ve Tuzhurmatu Kerkük ten ayrılmıştır. Altun Köprü nahiyesi Kerkük ün batısında olup, 798 hânesi 27 köyü vardı (Gündüz 2006: C. I 324). Salahiye Kazası: Şehr-i Zûr Sancağı nın güney sınırında bir kaza olup, merkezi Kifri kasabasıdır. Kuzeybatı dan Kerkük kazasıyla, kuzeydoğudan Süleymaniye ile ve güneyinde Bağdat Vilayeti ile sınırlıdır (Sami 1895: C. IV 2889). Kerkük sancağının güneydoğusunda sulu ve bahçeli bir ovadadır. Kazayı oluşturan Karatepe nahiyesinin 53, Tuzhurmatu nahiyesinin 12 köyü mevcuttur. Salahiye kasabasının köy sayısı 91 dir. Kaza nın hane sayısı 1088 olarak verilmiştir (Gündüz 2006: C. I 324). Ravendüz Kazası: Şehr-i Zûr (Kerkük) Sancağı nda, Musul un 135 km. kuzeydoğusunda, Büyük Zap suyuna dökülen bir çayın üzerinde kaza merkezi olup, 3 nahiye ile 283 köyden oluşmaktadır (Sami 1895: C. III 2306) yılında Bâlik, Deyre ve Bradost adlı üç nahiyesi ve 282 köyü vardı yılları arasında Şirvan ve Mezurî Bâlâ adlı iki nahiye daha oluşturulmuştur. Ravendüz ün yıllarında hane sayısı 800 civarında iken, 1912 de 831 haneye çıkmıştır (Gündüz 2006: C. I 325).

248 258 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Prof. Dr. Remzi KILIÇ Köy Sancak: Kerkük Sancağı nda, Musul Vilayeti nde bir kaza olup, Erbil ovasının doğusunda bir nahiye ile 252 köyden oluşmuş bir kalenin eteğindedir (Ali Cevad 1895: C:III 702). Kazayı Şeklâve ve Bâlisân nahiyeleri oluşturur. Toplam köyü 252 olup, kazada 1420 hane mevcuttur (Gündüz 2006: C. I 325). Râniye Kazası: Musul Vilayeti ne bağlı, Kerkük Sancağı nda bir kaza olup, 45 köyü vardır (Ali Cevad, 1895, C. II 408). Kerkük sancağının kuzeydoğusunda yer almaktadır. Kasabanın hane sayısı 80 dir (Gündüz 2006: C. I 325) yılında 200 kadar köyü bulunuyordu. Erbil Kazası: Musul şehrinin güneydoğusunda, Irak ta bir kazadır. Arbela veya Arbil adı ile de anılırdı. M. Ö. 335 tarihinde Makedonyalı Büyük İskender, Acem Şahı Dârâ yı burada mağlup ve perişan etmiştir (Rifat 1895: C. I 116-7; Öngör 1959: 246). Bu hadise de Erbil in çok eski tarihî bir yer olduğunu göstermektedir. Erbil de son derece önemli bir Türkmen şehridir. Erbil ile Kerkük arasında Altunköprü bulunmaktadır. Güneydoğusunda Köy Sancak ve Râniye kazaları, batısında Büyük Zab nehri, kuzeydoğusunda Köprü nahiyesi ve kuzeyinde Ravendüz ile çevrilidir. Kasaba yedi mahalleden oluşur. Erbil kasabası suni bir tepe üzerine kurulmuştur (Gündüz 2006: C. I 324-5). Sonuç ve Değerlendirme Kerkük-Musul bölgesi, XIX. Yüzyıldan itibaren, coğrafî konumu ve yeraltı zenginlikleri ile yabancı güçlerin dikkatini çekmeye başlamıştır. İngiliz ve Fransızlar için mutlaka ele geçirilmesi gereken bir bölge haline gelmişti. Nitekim bu yolda faaliyete geçen İngiltere, Birinci Dünya savaşından sonra Osmanlı Devleti nin savaşın mağlupları arasında sayılmasından yararlanarak, Kerkük ve Musul bölgeleri üzerinde hâkimiyet kurabilmek için her türlü yola başvurmuştur. Bölgede birtakım kişileri ve aşiretleri çeşitli vaatler ve menfaatler ile Türkler aleyhine kullanmayı başardılar. XX. Yüzyılın ilk çeyreğine Osmanlı Devleti nin yıkılışı ile büyük bir mesafe kat etmişlerdir. Bu doğrultuda Türk olmayan Müslüman ve gayri Müslim unsurlar arasına ayrılık düşüncesi yerleştirmeye başlamışlardı. Türk olmayan unsurlara milliyet, Müslüman olmayanlara da din propagandası yapılarak, bin yıldır Türk toprağı olan bu bölge, Osmanlı Devleti nden koparılmaya çalışılmıştır. Türkmen çoğunluğu oluşturan halkının sağduyulu ve özverili gayretleri sonucu Türk kalmayı başarmışlardı. Ancak Lozan Konferansı ndan sonra, Musul bölgesi 1926 yılında yapılan Ankara Antlaşması ile İngiliz mandası altında kurulan Irak Devleti ne bırakılmıştır. Günümüzde ise, kurtlar sofrasına atılan Musul ve Kerkük havalisi, zengin ve kolay elde edilebilen Petrol sebebiyle, bu topraklarda yaşayan

249 259 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Kerkük ve Musul un Tarihî Coğrafyası... Türkmenler için bir çile ve felâket ortamı haline getirilmiştir. ABD ve İngiltere başta olmak üzere, birtakım iş birlikçi unsurlarında katkısıyla, Kerkük-Musul bölgesi başta olmak üzere, Irak ve diğer Türkmen diyarları yoğun bir işgal ve iç savaş yaşamaktadır. KAYNAKÇA ABDURRAHMAN ŞEREF, (1895), Coğrafya-i Umûmî, Karabet Matbaası, 3. bs, İstanbul. AHMED RİFAT ( ), Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiyye, C. I-VII, Mahmutbey Matbaası, İstanbul. ALİ CEVAD (1895), Memâlik-i Osmaniyye nin Tarih ve Coğrafya Lügatı, C. I- IV, Mahmutbey Matbaası, İstanbul. GÜNDÜZ, Ahmet (2002), Kerkük, İslam Ansiklopedisi, C. XXV, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara. s GÜNDÜZ, Ahmet (2006), Musul, İslam Ansiklopedisi, C. XXXI, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, s GÜNDÜZ, Ahmet, (2006), Salnâmelere Göre Musul Vilayeti ( ), İkinci Ortadoğu Semineri Dünden Bugüne Irak Bildiriler I, Elazığ, s HAMAVÎ, Yakut b. Abdullah ( ) Mu cemu l-buldân, C. I-V, Beyrut Kitabevi, Beyrut. HİKMET, Mehmed (1894), Coğrafya-î Umrânî, Nişan Berberiyan Matbaası, İstanbul. HONIGMANN, E., (1979), Musul, İslam Ansiklopedisi, C. VIII, MEB, İstanbul, s KAZVÎNÎ, Zekeriyya b. Muhammed (1969), A sâru l-bilâd ve Ahbâru l-ibâd, Sadır Kitabevi, Beyrut. KRAMERS, J. H. (1977), Kerkük, İslam Ansiklopedisi, C. VI, M. E. B., İstanbul, s ÖNGÖR, Sami (1959), Coğrafya Sözlüğü, Maarif Basımevi, İstanbul. SAFVET BEY (1913), Yeni Resimli ve Haritalı Coğrafya-i Osmânî, Amire Matbaası, İstanbul. ŞEMSEDDİN SAMİ ( ), Kâmusu l-âlâm, C. I-VI, Mihran Matbaası, İstanbul. TÜRKMEN, Zekeriya (2003), Musul Meselesi Askeri Yönden Çözüm Arayışları, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara.

250 ELİF ŞAFAK IN ROMANLARINDA MİLLİYET VE TÜRKLÜK ALGISI Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI ÖZ: Elif Şafak, son on yıldır adından en çok söz edilen, romanları çok fazla satılan ve okunan yazarlar arasındadır. Gerek edebiyat alanının dışında tartışmalara konu olan 2006 yılında yayımladığı Baba ve Piç le gerekse 2009 da yayımlanıp yüksek satış rakamlarına ulaşan Aşk la Elif Şafak ın romanları dikkat çekmeye ve değişik açılardan değerlendirilmeye devam etmektedir. Elbette ki edebî eserler farklı yaklaşımlarla ele alınabilir. Edebî eserlerin ele alınabileceği yaklaşım tarzlarından birisi de edebî endişeyi kaybetmeyen sosyal meseleler ağırlıklı incelemelerdir. Bu çalışmada da Şafak ın romanlarının kurgusal dünyasına yansıyan milliyet ve Türklük kavramları incelenmiştir. Şafak ın romanlarında vakalar değişik milletlere ve kültürlere ait şahısların ilişkileri üzerine kurulmuş, değişik ülke ve coğrafyalar mekân olarak kullanılmıştır. Bütün romanlarda çok kültürlülük, daima bir arka plan olarak kendini hissettirmiş ve bir milliyete aidiyet konusunda tarafsız bir anlayış ortaya konulmuştur. Romanların sosyal dokusu, klasik milliyet kavramına uymayan bir zeminde temellenmiş ve bu temel üzerinde bir Türklük algısı yansıtılmıştır. Anahtar Kelimeler: Elif Şafak, milliyet, Türklük, roman. Perceptions of Nationality and Being a Turk in the Elif Şafak s Novels ABSTRACT: Elif Şafak is a well known and popular author in Turkey in the last decade. Her well known books are Father and Bastards issued in 2006 and Love issues in 2009 which have been criticized and examined by some litterateurs in terms of different perspectives. It should be said that novels can be critiqued and examined in the light of the different perspectives. For example, these kinds of studies can be viewed in terms of social life. The purpose of this paper is to examine nationality and being a Turk based on speculative aspects of the novels of Elif Şafak. The cases in the novels of Elif Şafak are based on different nationalities, cultures KATÜ Fatih Eğt. Fak. Türkçe Eğt. Böl. kirimlibilal@yahoo.com

251 262 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI and countries. Multicultural perspective becomes a matter of primary importance in the novels of Elif Şafak. Besides this, nationality is given minor importance in these novels. Nationality and being a Turk in the novels of Şafak are not based on the common definition of the concept of nationality. Key Words: Elif Şafak, nationality, being a Turk, novel İlk romanını 1997 yılında yayımlayan Elif Şafak, son on yıldır adından çok söz edilen romancılarımızdan biridir. Bilhassa 2006 yılında yayımladığı Baba ve Piç romanıyla edebî tartışmaların dışında tarihî ve hukuki tartışmalara da sebep olmuş; Türklüğe hakaret ettiği iddiasıyla 2006 yılında hakkında dava açılmıştır. Bir roman dolayısıyla ortaya çıkan ve genişleyen bu tartışmalar bir edebî eserin toplumda oluşturabileceği ilgi ve algıları, edebî vakanın sosyal tesirlerini yansıtması bakımından dikkat çekici bir örnektir. Bu olayla ilgili olarak toplumun değişik kesimlerinde farklı tepkiler ortaya konulmuş, tartışmalar yurtdışına da taşarak çeşitli kesim ve kuruluşlar tavırlar almışlardır 1. Baba ve Piç teki Türk-Ermeni ilişkileriyle ilgili ifadeleri tartışmalara sebep olan Elif Şafak ın bütün romanlarında aidiyet, milliyet ve Türklük gibi meseleler önemli bir muhteva özelliği olarak dikkat çekmektedir. İlk eseri Pinhan dan itibaren romanları değişik milletlere ve kültürlere ait şahısların ilişkileri üzerine oturtulmuş ve Pinhan hariç diğer romanlarında değişik ülke ve coğrafyalar mekân olarak kullanılmıştır. Çoğulcu bir sosyal yapıyı yansıtan bu romanlarda kültürler, kimlikler ve milliyetler arası ilişkiler; bazı tarihî ve kültürel tartışmalara, günümüzde yaşanan küreselleşme olgusuna, çok milliyetlilik ve çok kültürlülük gibi meselelere dair iletiler içermektedir. Ben tarihçi, diplomat ya da siyasetçi değilim; yazarım. Benim derdim insanla, onların zihin kalıplarını kırmakla ilgileniyorum. (Aygündüz 2006) diyen Elif Şafak, insanları sadece fert olarak değil; birçok tarihî, etnik ve kültürel alakalarıyla romanlarına taşımıştır. Türkiye nin siyasi, etnik ve kültürel problemler yaşadığı günümüzde bir romancı-yazar olarak Elif Şafak ın, bu meseleleri romanlarına taşıması incelemeğe değer olsa gerektir. Bununla birlikte ilk önce edebî eserlerin sosyal meseleler açısından incelenmesi konusunda farklı anlayışların olduğunu belirtmek gerekir. 1 Afganistan da öldürülen İtalyan Muhabir Maria Grazia Cutuli adına düzenlenen Uluslararası Gazetecilik Ödülü 16 Kasım 2006 da Elif Şafak a verilir. Türkiye Yayıncılar Birliği de 2007 de, cezalara çarptırılan ve yargılanmaları süren yazarlar adına Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü nü Elif Şafak a layık görür. Ayrıca, İngiltere nin Orange Prize Edebiyat Ödülü ne 2008 de aday gösterilenler arasında Baba ve Piç romanı vesilesiyle Elif Şafak da vardır.

252 263 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... XX. asırda yeni eleştiriciler ve Rus formalistleri olmak üzere bazı kuramcılar edebiyat incelemesinin ve eleştirinin tarih, psikoloji, sosyoloji, filoloji gibi disiplinlerden ayrılıp kendine has yöntemlerle esere yaklaşması gerektiği düşüncesindedirler. Mesela Rus biçimcilerden Roman Jakopson a göre edebiyat biliminin konusu ancak edebîliğin saptanması olmalıdır (Parla 2000: 46). Diğer taraftan 1720 lerde Giambattista Vico nun sosyolojik yaklaşımlarla edebiyatın ele alınması gerektiği yolundaki düşünceleri (Parla 2000: 46); edebiyatın toplumun bir ifadesi olduğu fikri (Wellek vd. 1983: 124); Stendhal ın, Roman sokağa tutulmuş bir aynadır. sözü; Hippolyte Taine in edebî eserin ırk, zaman, muhit çerçevesinde oluştuğu yönündeki görüşleri ve Georg Lukacs, Walter Benjamin ve Terry Egleton gibi Marksist kuramcıların edebiyatı daha ziyade sosyo-ekonomik etkenlerle izah etmeye çalışmaları eleştiri geleneğindeki tarihî, sosyal, felsefi ve benzeri yaklaşımların yaygınlığını göstermektedir. Wellek ve Warren a göre de edebiyat hayat temsil eder, hayat ise geniş ölçüde sosyal bir gerçektir, hatta tabiatın ve insanın iç veya subjektif dünyası da edebiyatın taklit ettiği konulardır. Yazar sadece toplumun etkisinde kalmaz, aynı zamanda toplumu da etkiler; sanat, hayatı sadece yansıtmaz, ona şekil de verir ve insanlar hayatlarını roman kahramanlarının hayatlarına benzetmek isterler. Wellek ve Warren, muhtemelen gençlerin yaşlılara nazaran okudukları kitapların etkisinde daha çok kaldıklarının ve tecrübesiz okuyucuların edebiyatı hayatın bir yorumu değil olduğu gibi aktarılması şeklinde kabul ettiklerinin farz edilebileceğini söylerler (Wellek vd. 1983: 123, 136). Bunlar, edebî eserlerin sadece yapısal-teknik özellikleriyle değil, muhteva özellikleriyle, bu muhtevaya dayalı olarak içerebileceği telkinler, düşünceler bakımından da ele alınabileceğini ortaya koyan görüşlerdir. Edebî eser yayımlandığı andan itibaren, bütün muhataplarıyla ilişkiye giren, okuyucunun hayal etmesine, bedii tefekkürüne, tartışmasına vesile olan; okuyucularla etkileşim içinde olan bir konumdadır. Eserin başarısı da biraz bu etkinin seviyesine, zenginliğine ve devamlılığına bağlı olsa gerektir. Her ne kadar Elif Şafak ve romanları ve daha ziyade Baba ve Piç romanı edebîlikten çok tarihî, hukuki tartışmalara, polemiklere sebep olmuşsa da nihayet yazar ve roman olarak Türk insanının, okuyucusunun gündemine gelmiş, onu etkilemiş veya onun zihninde yer etmiştir. Dolayısıyla yukarıda değinildiği gibi milliyet ve Türklük kavramları açısından ilgi çekici bir muhtevaya sahip olduğunu düşündüğümüz Elif Şafak ın romanlarının bu dikkatle incelenmesi anlamlı olacak; elbette ki edebiyat incelemesi içinde kalmaya çalışılarak milliyetlerle ilgili kavramların romanın kurgusal dünyasına ne kadar ve nasıl yansıdığı, açık veya örtük hangi mesajlar içerdiği bir makale çerçevesi içinde ele alınacaktır.

253 264 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI Millet, milliyet, ulus, milliyetçilik, ulus devlet gibi kavramlar son iki yüzyıldır toplumların gelişmeleri, ilişkileri bağlamında en çok tartışılan meselelerdendir. Çok daha eski dönemlerden beri değişik şekillerde var olagelen aidiyet düşünce ve duygusu etrafında milliyetçilik ve vatanseverlik bir ideolojik ve siyasal-sosyal tavır olarak toplumlarda yaygınlaşmış, buna karşılık iletişim ve ulaşım araçlarının çok daha fazla yaygınlaşmaya başladığı 1980 lerden sonraki dönemde de milliyet ve ulus devlet kavramlarını zorlayan küreselleşme söylemleri öne çıkmaya başlamıştır ve tartışmalar değişik boyutlar kazanarak hâlâ sürüp gitmektedir. Milliyet kelimesi, Arapça menşeli millet kelimesinden türemiş olup sözlüklerde 20. asrın başına kadar Din, mezheb, bir din ve mezhebde bulunan cemaat (Şemseddin Sami 1978) anlamlarında gösterilirken 2 bu tarihlerden sonra bugünkü anlamını kazanmıştır: Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus. (Türkçe Sözlük 2005) veya (Nation), Ulus. Tarihsel olarak imparatorlukların çözülmesiyle ortaya çıkan ve aralarında ortak dil, din ve kültür bağı bulunan, ortak bir ülkü etrafında birleşmiş, aynı kaderi paylaşan ve bağımsız bir siyasal kimlikle aynı topraklar üzerinde yaşayan insan topluluğu. (Demir vd. 1992: 248) olarak tarif edilir. Max Weber, milliyet duygusunun kaynağının değişik milletler ve dönemler için birçok farklılık gösterdiğini söylemekle birlikte millet kavramının, kendini bağımsız bir devlet biçimde ifade edebilen bir duygu birliği, buna dayalı olarak da kendi devletini yaratma eğilimi de taşıyan bir topluluk şeklinde tanımlanabileceğini ifade eder (Weber 1986: 172). İnsanlığın soy, oymak, kabile ve millet şeklinde bir sosyolojik gelişim süreci gösterdiğini söyleyen Sadri Maksudi Arsal a göre; belirli bir sahada yaşayan kabile birliklerinin aralarındaki kavgalar bütün kabilelerin bir merkezî hâkimiyet altına alınmasıyla, yani devletin kurulmasıyla sona ermiştir ve bir devlet içinde birleşen kabileler de barış ve inzibat içinde yaşayan milleti teşkil etmişlerdir. Bu birleşmeler bazen zorla olsa da birleşmenin gerçekleşmesinden bir müddet sonra yeni zümreye karşı insanların ruhunda mevcut ictimaîlik hasleti sayesinde bir bağlılık hissi meydana gelmiştir (Arsal 1979: 60-61). Arsal bunu şöyle açıklar: 2 Muallim Naci, Lügat-i Naci isimli sözlüğünde; Din ve şeriat: Bizce din ve millet birdir. Bir dinde bulunan güruh dedikten sonra Bir memlekette doğan, yahut tavattun eden ve aynı hükümetin idaresi tahtında yaşayan efradın heyet-i mecmuası demek olan nation mukabilinde istimal etmemek evladır. Ona mukabil (kavm, ümmet) kelimeleri kullanılmalıdır. demektedir.

254 265 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... Millî his, hayat için mücadelenin, var olmak azim ve iradesinin de bir tezahürüdür. Fertlerin var olmak azim ve iradesine kendi kendini koruma insiyakı denilir; milletlerin var olmak azim ve iradesi de Millî şuur, Milliyet duygusu veya Milliyetçilik adlarını alır. (Arsal 1979: 65). Amiran Kurktan da milliyet duygusunun bir milletin varlığını ve birliğini muhafaza ve kültürünü geliştirme duygusu olduğunu belirttikten sonra, milletlerarası barışın sağlanması için de bu duygunun gerekli olduğu fikrindedir (Kurktan 1982:141). Türklük de bu milliyetlerden biridir ve milliyet kavramında olduğu gibi Türklük anlayış ve algısında da birçok farklılık bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti nin 1982 yılında kabul edilmiş anayasasına, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlanan herkes Türktür. (66. madde) ifadesi konularak etnik köken, dil ve din ayırımı yapmadan herkesin Türk kimliğinde (nationality) birleştirilmesi ve Türklüğün hâkim ve kuşatıcı bir kimlik olarak kabul edilmesi amaçlanmıştır. Bu coğrafyada Türkler denilen insanların yaptıkları savaşlardan sonra onların hâkimiyetinde kazanılan ve kurulan ülkede yaşayan insanların bir isimle anılmaları gerekiyordu. Osmanlı Devleti nin yıkılmasından sonra ve dünyada oluşan yeni devlet-millet yapılanmalarının etkisiyle bu ülkede yaşayanlara, çok daha eskiden söylendiği gibi Türkler denilmiştir. Yani Türklük bu ülkede yaşanan tarihî, siyasal ve sosyal süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan ortak milliyetin adı olmuştur. Bu tarihî süreç bunu gerektirmiştir. İlber Ortaylı da bunun içindir ki, Türkiye deki insanların milliyet duygusunun oluşumunda tarihî sürece vurgu yapmaktadır (Ortaylı 1998: 8). Türklüğün ortak ve kuşatıcı bir kimlik olarak kabul edilmesine karşı mikro milliyetçi anlayışlar veya çok kültürlülük söylemleri öne çıkarılmakta; bunlar sosyal ve kültürel faaliyetlerin, siyasetin, sanatın ve edebiyatın önemli bir teması hâline getirilmektedir. Yukarıda ifade edildiği gibi, Elif Şafak ın romanları da bu bağlamda en çok dikkat çeken eserler arasındadır. Elif Şafak ın ilk romanı Pinhan, Osmanlı döneminde yaşadığı farz edilen Pinhan isimli bir dervişin hayatı etrafında kurgulanmıştır. Romanın ikinci derecede sayılabilecek kahramanı Karanfil Yorgaki isimli birisidir. Romanda; Dertli Hagopik, Ohannes, Dikran, Artin, Nuritza, Meyhaneci Manol ve Mardiros Ağa olmak üzere yedi tane daha Rum veya Ermeni asıllı insanın ismi geçmektedir. Pinhan romanının şahıs kadrosu milliyet veya etnik köken olarak Osmanlı-Müslüman tebaası, Ermeniler ve Rumlar gibi değişik etnik ve dinî kökenlerden oluşmakta ve bu şahıslar dünyasıyla o dönem Anadolu sunun çok kültürlü yapısı ortaya konulmaktadır. Karanfil Yorgaki güzel yüzlüdür ve zulme, cinsel şiddete uğrayan mazlum birisidir. Dertli Hagopik, sevdiği Müslüman bir kızın intiharına

255 266 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI engel olamayıp memleketini terk eden deli dolu fakat içi sevgi dolu kahramandır. Yaşadığı memlekette çok mahir bir sarraf olan Ohannes, Hagopik in babasıdır ve çevresinde hoş sohbet, gönül ehli birisi olarak bilinir. Dikran, Artin ve Nuritza Hagopik in kardeşleridir. Meyhaneci Manol da, iri yarı, heybetli, güleç yüzlü, hâlden anlar, sır saklar ve itimat edilen biridir. Mardiros Ağa, Hezarpâre Horoz Baba Tekkesi nin postnişini Şeyh Mehmet Mühür Efendi ye tambur öğreten musiki üstadıdır. Görüldüğü üzere Pinhan daki azınlık kahramanların hepsi olumsuz vasıfları pek olmayan, daha ziyade olumlu figürler olarak yer almıştır. Mısırlı İbrahim ismiyle yer alan kahraman ise çıkarcı, entrikacı, zevk düşkünüdür ve romanın en olumsuz tiplerindendir. Diğer kahramanlar herhangi bir etnik kimlik vurgusu olmadan zikredilen, Osmanlı nın Müslüman tebaasına ait olduğu düşünülebilecek şahıslardır. Pinhan romanında geçen milliyet ve etnik köken ismi olarak görülebilecek isimler arasında Türk kelimesine hiç rastlanılmamıştır 3. Arap ve Çin kelimeleri ikişer; Ermeni, Rum, Çerkez, Afgan, Kıptî, Arnavut, İran, Hint, Venedik ve Osmanlı kelimeleri birer defa olmak üzere on iki çeşit milliyet ve etnik kökenle ilgili kelime yer almaktadır. Ayrıca herhangi bir millî ve dinî köken aidiyetinin ötesinde bütün insanlığın aynı anne ve babanın evladı olduğuna vurgu yapan Âdemoğulları, Havvakızları ifadesi dikkat çekicidir ve üç defa geçmektedir. Milliyetler ve etnik kökenlerle ilgili algılar ve bunlar arasındaki ilişkiler açısından bakılacak olursa; Pinhan romanında, Ermeniler ve Rumlar gibi unsurların Anadolu ve İstanbul da yaşadığı ve bu bölgelerin tarihî, sosyal ve kültürel yapısının önemli unsurları olduğu telkini hissedilir. Dürrî Baba Tekkesi nde kalan Ermeni asıllı Dertli Hagopik, Pinhan a macerasını anlatırken, kendi kişiliği ile de pek uyuşmayan bir seviyede memleketiyle ilgili sosyal ve kültürel tespitler yapar: Benim memleketimde, doğduğum, taşını toprağını karış karış gezdiğim, havasını soluduğum yerde, dört kitabın ehli bir arada yaşardı. Bir arada dediysem mahallelerimiz ayrı; yediğimiz, içtiğimiz, âdetlerimiz ayrı; esvaplarımız ayrı; lâkin soluduğumuz hava, gördüğümüz güneş ve ay birdi. Kuru yerlerin ahalisi pek kederli olurmuş derler, yalan değil. Kederimiz birdi. Aynı gök kubbeye yakarırdık. Aynı yıldızlara bakıp bakıp efkârlanır; aynı yıldızları hesap etmeye çalışırken uyuyakalırdık. Biz kuşaklardır sarraflık ederdik orada. Babam da dedem de dedelerimiz babası da aynı mesleğin erbabıydı. Babama Ohannes usta diye seslenirdi herkes 3 Romanlarda geçen milliyet ve etnik köken isimleriyle ilgili olarak doğrudan milliyet isimlerinin yanında o milliyetle alakalı dil ve ülke isimleri de sayılmıştır.

256 267 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... Ohannes usta olsaydı dükkân konuklarla dolup taşar, koyu bir muhabbet kaynardı Anlayacağın, babam varken bir edebî mahfil olan dükkân onun yokluğunda bir başına bırakılmış, metruk bir mekân olurdu. (Pinhan 44-45). Bu ifadeler, Anadolu da değişik etnik ve kültürel unsurların bir arada ve barış içinde yaşadığının hatırlatılmasının yanında, bir zamanlar bölgenin asli unsurları olan bazı kesimlerin her nasılsa artık kalmadığı, o çoklu ve zengin sosyokültürel yapının bir şekilde yok olduğu yolundaki değerlendirmelerin romanın dünyasına taşınmasıdır 4. Buna mukabil, tarihî döneme uygun olarak da olsa Osmanlı veya Türklüğe aidiyete dair herhangi bir şey sezilmez. Şehrin Aynaları romanı, 16. asırda, İspanya da engizisyon zulmüne uğrayıp dinlerini değiştirmek zorunda kalan ve daha sonra bazılarının İstanbul a göç ettiği Yahudi asıllı Pereira ailesi etrafında şekillenmiştir. Romanın öne çıkan dört kahramanı; Miguel Pereira (İstanbul a geldikten sonra İsak), Antonio Pereira, İsabel Nunez Alverez (Antonio nun karısı) ve Alonso Perez de Herrera dır. Alonso Perez de Herrera da çok katı bir engizisyon yargıcı olmasına rağmen soyuna Yahudilik karışmış birisidir. Bunların dışında Haham Yakup, Şeyh Süleyman Sedef Efendi de öne çıkan diğer figürledir. Romanda yer alan İspanyol isimli diğer şahısların belli başlıları ise; Andres (İsabel in oğlu), Beatriz, Elena Rodriguez, Lucrecia, Rodigo Mendez Silva. Arap Müslümanlar; Amed Zamberel, Yaşlı (Zamberel in kızı), Zîşan kadın (İsak ın İstanbul daki hizmetçisi) ve Zülfe dir Şehrin Aynaları romanında da Gündüz (Zündüg) ve Eceg (Gece) isimli iki ruhani varlık yer almaktadır. Roman da, Pereira ailesinin üyeleri zulme, baskıya uğramış; bunun için yaşadıkları yerleri terk edip perişan olmuş mazlumlardır. Yalnız Miguel zaafları olan günahkâr ve inançlarına pek bağlı olmayan birisi olmakla birlikte yine de yaptıklarına pişman olan vicdanlı birisidir. Haham Yakup ve onun ahbabı Şeyh Süleyman Sedef Efendi hoşgörülü ve merhametli dinî kişiliklerdir. Amed Zamberel de engizisyonun zulmüne uğramış ve hayatı perişan olmuş bir mağdurdur. Romanın en olumsuz kişisi, Alonso Perez de Herrera, romanda gizli bir ses olarak tanımlanan başka bir varlığın iradesinin ve kişiliğinin etkisinde bir nevi kuklalaşmış bir figürdür (Şehrin Aynaları 20). Ro- 4 Elif Şafak, kendisine soykırım ı tanıyıp tanımadığını soran Ermeni asıllı bir yazara, Siz gittikten sonra memleketimiz daha çorak hâle geldi. Kültürel, sanatsal, felsefî, toplumsal ve vicdanî olarak pek çok açıdan çoraklaştık... şeklinde bir cevap yazmıştır (Aygündüz 2006).

257 268 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI manda asıl olumsuz faktör zulme, ayrımcılığa ve insanların yerlerini yurtlarını terk edip perişan olmalarına sebep olan engizisyon dur. Şehrin Aynaları romanında milliyetle ilgili kelimeler arasında on dokuz defa geçen Yahudilik (İsrail, İbraniler, Musevî dahil) ilk sıradadır. Diğerleri; Venedik altı, Rum beş, Türk dört, Mısır-Mısırlılar dört, Yunanlılar üç, Arap üç, İspanyol iki, İtalyan iki, Endülüs iki ve birer defa Fransız, İngiliz, Felemenk, Livornalı, Kürt, Ermeni, Çingene, Kazak, Moskof, Dominikanlar, Kastilya, Aragon, Portekiz, Ceneviz, Hint, Çin, İran, Lübnan, Cezayirliler olmak üzere yirmi dokuz çeşit milliyet ve etnik kimlik ismi geçmektedir. Bu romanda da birer defa Âdemoğulları, Havvakızları ifadesi kullanılmıştır. Esas olarak İspanya daki engizisyon zulmünü konu aldığı için Şehrin Aynaları romanının ana temasını dinî ve etnik ayrımcılık oluşturmaktadır. Dönemin engizisyon zihniyeti, gizli ses in iradesi ve onun kuklalaştırdığı Alonso Perez de Herrera isimli vaizin ağzından konuşmaktadır. Üstelik geçmişinde Yahudilik olan Alonso Perez de Herrera ya engizisyonun vaizliği ve yargıçlığı yaptırılmaktadır. Fakat geçmişiyle ilgili bu sırrı saklaması gizli ses tarafından ona tembihlenmiştir (Şehrin Aynaları 23). Herrera ya göre Hıristiyan kanı kıpkırmızıdır ve Yahudi kanı ise siyaha çalmaktadır. Türkler doğudan gelen felakettirler ve dünyanın en gaddar, en kana susamış ordusuna sahiptirler. Bu zebaniler, gaddar Türkler Hıristiyanların ülkelerinde katliamlar yapmışlardır. Romanda esas olarak, engizisyonlar dönemindeki dinî temelli ayrımcılıklar, ötekileştirmeler sonucu insanların perişan olduğu sergilenerek dinî ve etnik aidiyetin, taassuba dönüşüp insanların barış içinde yaşamasını engellediği ve büyük zulümlere sebep olduğu tezi işlenmiştir. Romanın vakasının İstanbul da geçen kısmıyla ise Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Yahudi, Çingene gibi değişik kökenden insanların burada barış içinde yaşadığı yansıtılarak İstanbul daki çoğulculuğa ve hoşgörü kültürüne işaret edilmiştir. Mahrem romanı İstanbul, Sibirya ve Fransa olmak üzere üç değişik mekânda ve üç ayrı dönemde yaşandığı hayal edilen olaylar üzerine kurulmuştur. Romanın önemli kahramanları da üç ayrı millete mensup insanlardan oluşmaktadır. Kahramanlardan biri ismi belirtilmeyen ve 1999 da İstanbul da yaşayan şişman bir kadındır. Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi 1860 larda İstanbul Pera da bir eğlence çadırı işleten birisidir. La Belle Anabelle, evlilik dışı ilişki sonucu doğan ve kendisini istemeyen ailesi tarafından bir tiyatro kumpanyasına verilen genç bir kadındır. Bu kadın güzelliği sergilenmek üzere Memiş Efendi nin eğlence çadırında gösterilere çıkarılmaktadır. Romanın diğer figürü insan-samur

258 269 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... karışımı bir yaratıktır ve Sibirya-Rusya dan getirilerek çirkinliği Memiş Efendi nin gösteri çadırında sergilenmektedir. Romanın Fransız asıllı diğer kahramanları; Madam de Marelle (Anabelle in annesi), Monsieur de Marelle, hizmetçi delikanlı, kalfa, sütanne ve kumpanya sahibidir. Rus kahramanlar ise; samur avcısı Timofei Ankidinov, Tobolsk valisi ve bir denizcidir. Şişman kadın ve Memiş Efendi haricindeki diğer Türk kahramanlar, Be-Ce ve İstanbullu diğer figüran kişiler olarak romanda yer alırlar. Mahrem romanında en olumsuz kahramanlar Rusya nın Tobolsk valisi ve samur avcısı Ankidinov dur. Tobolsk valisi, kendi çıkarları için çalışan zalim birisidir. Timofei Ankidinov da samur avcılığından kazanacağı paradan başka bir şeye değer vermeyen, bunun için cinayet işleyebilen ve yöneticilere yardakçılık yapan yine kötü bir kahramandır. Fransız kahramanlardan Madam de Marelle, genç ve yakışıklı hizmetçisiyle ilişkisinden çocuk doğuran mutsuz bir kadındır. Marelle in kocası Monsieur de Marelle ilk önceleri karısına karşı zalim ve duyarsız bir tiptir. La Belle Anabelle ise gayrımeşru bir çocuk olmanın talihsizliği ile eğlence çadırlarında güzelliği sergilenerek sırtından para kazanılan zavallı bir kahramandır. Romanın Türk kahramanlarından Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi doğumundaki sıradışılıkla, simasındaki anlamsızlıkla ve daha sonraki duygusuzluğu ile âdeta anormal bir kişilik olarak çizilmiştir. İsimsiz şişman kadın da şişmanlığı ve oburluğunun mağduru problemli bir kişiliktir. Be-Ce de şişman kadının birlikte olduğu bir cücedir. Mahrem romanında, milliyet ve etnik kökenle ilgili yirmi bir değişik millete ait kelime arasında da Türk kelimesine yer verilmez. Sadece bir defa Memalik-i Osmaniye kelimesi geçmektedir. Bunun dışında; Fransız sekiz, Rus yedi, Yahudi, Ermeni, İtalyan, Çerkez, Acem, Rum, İngiliz, Abhazlar ve Bedevî kelimeleri ikişer, Sırplar, Sicilya, Arap, Tatar, Tunguzlar, Venedik, Ceneviz, Arnavut ve Tunguz birer defa geçmektedir. Mahrem romanında, Fransa da ve Sibirya da yaşanan mahremiyetlerin sonuçları İstanbul da birleşmiş ve buradaki mahremiyetlerle birlikte birbirine karışmıştır. La Belle Anabelle nin güzelliği İstanbul daki gösteri çadırında sergilenir. Sibirya da bulunan samur-insan karışımı bir yaratığın neslinden gelen samurkızın çirkinliği de yine aynı gösteri çadırında teşhir edilir. Gösteri çadırına gelenler anlatılırken değişik etnik köken ve kültürlerden unsurlar tek tek sıralanarak yine İstanbul un çok kültürlülüğü ve kozmopolit yapısı öne çıkarılmıştır.

259 270 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI Romanın kurgusu, İstanbul un kültürel ve sosyal dokusunun tarihî süreçler içersinde nasıl bir coğrafi, etnik ve dinî çeşitlilikten oluştuğunu ve nasıl bir geçmişi barındırdığını ortaya koyan bir yapı arz etmektedir. Mahremiyetler, değişik coğrafya ve milletlerden süzülerek tarihî bir derinlik ve İstanbul un kozmopolitliği içinde itibarî âleme taşınmıştır. Mahrem romanında milliyetler açısından öne çıkan düşüncelerden biri, Rusların Sibirya da talan ve zulüm yaptıklarıdır. Rus Çarı nın adamları ve diğer Ruslar, o bölgede kural tanımadan kazanç peşinde koşmuşlar, karşılarına çıkanları ezmişler ve bölgeyi sömürüp halka zulmetmişlerdir. Bit Palas romanı, üst kurmaca tekniği ile, 1 Mayıs 2002 de gösteride tutuklanan bir gencin hapishanede böcek korkusunu unutmak için uydurduğu olaylar şeklinde kurgulanmıştır Bolşevik İhtilali nin ardından generalliğini kaybedip 1920 de geldiği İstanbul da barınamayınca Paris e giden ve zengin olarak İstanbul a dönen Antipov çiftinin yaptırdığı Bonbon Palas ın ve on dairelik bu apartmanda yaşayan çeşitli insanların hikâyesi anlatılmıştır. Bu romanda da farklı milletlerden insanlar vardır. Romanın merkezî unsuru olan Bonbon Palas ı yaptıran eski Rus generali Pavel Pavloviç Antipov ile karısı Agripina Fyodorovna Antipova. Yine bilimsel çalışmalarını bırakıp memleketi Rusya da iken tanıştığı Metin Çetin in peşine takılarak İstanbul a gelen Nadya Onnissimovna. Ben olarak birinci tekil şahıs kipiyle konuşan üniversite hocasının eski karısı azınlıklardan Yahudi asıllı Ayşin ve dostu Ethel. Bunların dışında figüratif konumdaki yabancılar ise şunlardır: Nadya nın hocası Profesör Kadinski, Nadya nın halası ve Pavel Pavloviç Antipov un Fransa daki evlilik dışı çocuğu Valerie Germain. Romanın diğer kahramanları Antipovlardan sonra Bonbon Palas ın sakinleri olan ve Türk kimliğine mensup olduğu anlaşılabilecek insanlardır. Romandaki yabancı kahramanlar arasında kötü tavırlarıyla öne çıkan olumsuz bir figür yoktur. Ben anlatıcın beraber olduğu Ethel yine onun bakış açısıyla biraz olumsuz taraflarıyla verilmiştir. En olumsuz sayılabilecek kişi ise karısı olan Nadya ya kötü davranan Metin Çetin dir. Bit Palas romanında yirmi dört farklı milliyet veya etnik kökenle ilgili kelime geçmektedir. Türklerle ilgili kelime sayısı ise elli dörttür. Diğerleri; Fransız on dokuz, Yahudi on, Ermeni dokuz, İsviçreli altı, Rus dokuz, Arap beş, Rum beş, Amerikalı beş, İngiliz üç, Osmanlı üç, İspanyol iki, Çin iki, Çerkez iki, Çingene iki, İtalyan bir, Hintli bir, Kürt bir, Pakistanlı bir, Arnavut bir, Moldovyalı bir ve Tibetli bir kez yer almaktadır. Bu romanda da bir defa Âdemoğulları, Havvakızları ifadesi bulunmaktadır.

260 271 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... Bit Palas, İstanbul un nasıl bir geçmişe sahip olduğunun sergilendiği bir romandır. İstanbul un bilinen görüntüsünün arkasında ne kadar karmaşık ve çoklu etnik ve kültürel yapıyı barındırdığı; hangi toplumsal ve ferdî maceraları gizlediği anlatılmak istenmiştir. Romandan çıkarılacak mesajlar arasında, İstanbul bugünüyle ve bilhassa geçmişiyle değişik kökenlerden insanların yaşadığı kozmopolit bir şehirdir ve sadece Türklerin şehri değildir. düşüncesi zihinlerde en fazla belirenlerdendir. Romanda herhangi bir milleti olumsuzlayan genel bir vurgu yoktur. Fakat en olumsuz kahraman olan Metin Çetin le Nadya nın ilişkisi anlatılırken Nadya nın halasının söyledikleri Metin Çetin nin şahsıyla ilgili değil Türklerle ilgili genel yargılardır. Bir Türk le evleneceğime, her sabah aç karnına, tıka basa dolu bir kül tablası yalamayı tercih ederim. (Bit Palas 181) sözü, romanın kahramanlarından bir Rus kadının Türklere karşı tavrını göstermenin ötesinde genel olarak bir nefretin mevcut olduğunu ortaya koyan ve milliyetlerle ilgili zihinlerde takılı kalan en çarpıcı ifadedir. Araf romanı, farklı milliyetlere mensup olup Boston da bir arada yaşayan ve lisansüstü eğitim gören öğrencilerin biz ve öteki, aidiyetaidiyetsizlik, fert-cemiyet eksenindeki hayat tarzı ve tartışmaları üzerine kurulmuştur. Terim anlamı cennet ile cehennem arası demek olan Araf ta, bir Türk, bir Faslı Arap, bir İspanyol, babası Yahudi bir Amerikalı ve bir Meksikalının, mensup addedildikleri milliyet ve kültür çevresiyle, Amerika daki yaşayışlarında ve diğer insanlarla ilişkilerinde tabir caizse iki arda bir derede kalışlarının hikâyesi anlatılmıştır. Türk olan Ömer Özsipahioğlu, Marksizm den nihilizme ve hazcılığa varan bir tavır içindedir. Faslı olan Abed, Araplığını ve Müslümanlığını unutmamaya çalışan; fakat yine de ikilemden kurtulamayan bir kahramandır. Piyu, Katolik bir İspanyol dur; ama bunu pek de yansıtmamaktadır. Gail (Zarpandit), annesi değil babası Yahudi olduğu için aidiyeti konusunda tereddütleri vardır. Allegre, Meksika kökenli Amerikalı ve Piyu nun arkadaşıdır. Debra Ellen Thomson, eşcinsel temayülleri olan bir Amerikalı. Zehra, Abed in annesi. Ömer in kısa dönem kız arkadaşları Tracey ve Lynn. Ömer, Abed ve Piyu nun ev sahibi Oksana Sergiyenko. Roman kahramanları arasında iyi veya kötü bir kişilik olarak öne çıkarıldığını söyleyebileceğimiz biri yoktur. Fakat farklı millî, dinî ve kültürel kimliklere ait olmalarına rağmen Boston da bir araya gelen bu gençlerin bazen insan olmanın zaaflarıyla çeşitli problemler, ikilemler ve savrulmalar yaşadıkları ortadadır. Araf romanında otuz iki farklı milliyet ve etnik kökenle ilgili kelime bulunmaktadır. Bunlar arasında Amerikalı ile ilgili kelime sayısı altmış ikidir. Türk elli beş, İngiliz kırk altı, İspanyol yrimi bir, Arap dokuz,

261 272 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI Faslı dokuz, Çinli dokuz, Japon dokuz, Meksikalı sekiz, Yahudi altı, Hintli altı, Yunan dört, Bizans dört, Latinler dört, Babil dört, İran üç, Asur iki, Osmanlı iki, Kızılderili iki, Mısırlı iki, Tibet, Yunan, İzlandalı, Kürt, Çingene, Jamaikalı, Ukraynalı, Amazonlar, Pakistanlı, Filipinli, Moğol ve Afrikalı birer kez geçmektedir Farklı milliyet ve aidiyetlerine rağmen bir arada yaşayan bu genç insanlar Amerika daki hayatın kuşatmalarından kendilerini pek kurtaramazlar ve tam anlamıyla arafta yaşamaya çalışırlar. Türk olan Ömer Özsipahioğlu, millî veya dinî bir aidiyet endişesi olmayan, hayatın rastlantıları içinde keyfine göre yaşayan bir kahramandır. Amerika daki hayatın getirdikleri karşısında kendi arzularından başka herhangi bir rezervi veya direnci olmayan Ömer karakteri etrafında zihinlerde belirenler Batı daki yaygın Türk imajıyla hiç de uyuşmamaktadır. Kötüleştirilen, istenmeyen, Batılı değerlere düşman bilinen yerleşik Türk imajına karşı aslında korkulacak bir tarafı olmayan, Batılıya yakın, devamlı kulaklığıyla Batı müziği dinleyen, zındık birisi dir. Üstelik, doktora çalışmasının adı, Kan, Beyin ve Aidiyet: Ortadoğu da Milliyetçilik ve Entelektüeller olmasına rağmen bu konularda ciddi bir fikir ve tavır içinde pek gözükmemesi de ilginç bir kurgudur. Kahramanın bu özelliği akla, Mahrem deki Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi yi, Bit Palas taki ben anlatıcı ve Metin Çetin i, Baba ve Piç teki Türk kahramanları ve Aşk taki Baybars ı getirmektedir. Bunların hepsi olumsuz veya değişik problem ve zaafları olan; belirli bir düşünce bütünlüğünden yoksun kahramandır. Ömer le birlikte İstanbul a gelen Gail in kanaatleri olarak da; Türkiye deki Batılılaşma çabası içinde olan zengin bir kesim ile daha yerli ve daha kalabalık fakat daha fakir kesim arasındaki ayrışmalara ve ötekileştirmelere işaret edilerek, Batılılarda yaygın kanaatin aksine homojen bir Türklük ün olmadığı, hatta etkin bir Batılı kesimin olduğu yansıtılır (Araf ). Romandaki Faslı Arap Abed ve İspanyol Piyu da kendi aidiyetlerine bağlılıklarını ifade etseler de pratikte pek farklı tavır içinde değildirler. Bilhassa Abed, Amerika da Müslüman ve Arap olmanın farklılığını gündelik hayatta bazen hissetse de nihayetinde o hayatın içinde yaşayabilmektedir. Yahudi bilinmesine rağmen, annesi değil babası Yahudi olduğundan bu durumda kendisinin ne olduğunu pek de bilmeyen ve aidiyetiyle ilgili tereddütler yaşayan Gail, yaşadığı sosyo-psikolojik sorunların da tesiriyle bütün karmaşasını, kimlik problemlerini geride bırakıp Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren Boğaziçi Köprüsü nden atlayarak intihar eder.

262 273 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... Araf ta, insanların aidiyet duygusuyla millî kimlikler etrafında toplandığı ve birbirini ötekileştirdiği ileri sürülen dünyada lisansüstü eğitim vesilesiyle bir arada yaşamak durumunda kalan gençlerin bunalımlarına, ortada kalışlarına rağmen Amerika da bir araya gelebildikleri ve böyle bir hayat yaşadıkları ortaya konulmak istenir sanki. Diğer romanlarında olduğu gibi Elif Şafak ın bilhassa bu romanında da, aidiyetlere göre oluşturulan sınırların ve sınıfların, insanların kendi iç dünyalarında ve çevreyle ilişkilerinde çatışmalara sebep oldukları; farklılıkların bir arada yaşatılamadığı gibi bir kanaat daima kendini hissettirmektedir. Elif Şafak ın en fazla tartışmalara konu olan romanı Baba ve Piç, 1915 Ermeni tehciri esnasında anne ve babasını kaybetmiş Şuşan isimli bir Ermeni kızında kökleri birleşen İstanbullu Kazancı ailesi ile Amerika daki Çakmakçıyan ailesinin kaderlerinin tekrar çakışmasını ve Kazancı ailesinin fertleri arasında yaşanan talihsizlikleri konu edinir 5. Dolayısıyla romanın aslî kahramanları, Şuşan ın her iki ailedeki torunlarıdır. Şuşan-Rıza Selim Kazancı nın oğlu Levent in küçük kızı Zeliha, Zeliha ya ağabeyi Mustafa ın tecavüzü sonucu dünyaya gelen Asya ve yine Şuşan nın Çakmakçıyan ailesinden torunu Armanuş romanın öne çıkan kahramanlarıdır. Romanın çoğu Ermeni olan diğer kahramanları ise şunlardır: Dede Ohannes İstanbuliyan ve onun hanımı Armanuş, Ohannes in oğulları Yervant, Dikran ve kızı Şuşan, kazan ustası Levon 5 Elif Şafak bir röportajında, Baba ve Piç in yazılışıyla ilgili olarak şunları anlatır: Beni ilk harekete geçiren şey Ermeni-Amerikalı feminist bir akademisyen oldu. Bir kokteylde tanıştık. Ertesi gün bana bir mail attı: Ben soykırıma uğramış bir Ermeni ailesinin torunuyum. Sen bir Türksün ve benim arkadaşım olabilmen için önce soykırımı tanıyıp tanımadığını öğrenmem lazım. Ona dedim ki, Amerikalı yazar Kurt Vonnegut'ın bir kitabında bir sahne vardır. 1915'te Türkiye'den kaçmak zorunda olan bir adamın oğlu babasına Eğer günün birinde bir Türk ile karşılaşırsan ondan ne duymak istersin? diye sorar. Baba da der ki, Herhâlde bir Türkten biz gittikten sonra yokluğumuzu hissedip hissetmediğini öğrenmek isterim. Ben de onu yazdım: Siz gittikten sonra memleketimiz daha çorak hâle geldi. Kültürel, sanatsal, felsefî, toplumsal ve vicdanî olarak pek çok açıdan çoraklaştık. Bu 'i aldıktan hemen sonra çıktı geldi; kendisiyle dost olduk. Oradaki Ermenilerin yüzde 80'i için yasını paylaşıyorum, yokluğunu hissediyorum gibi basit cümleler bile yeterli. Ve ardından kitabı yazmaya başladınız. Konferanslara katıldım, çok fazla malzeme topladım. Sözlü arşivlere girdim. Ermeni-Türk entellektüeller ağında yer aldım. 1915'te yaşamış, hâlâ Türkçe konuşan Ermenilerin aile hikâyelerini dinledim. Ermeni gençlerin bilinç y- ükseltme amaçlı kurdukları web sitelerini yakından takip ettim. (Aygündüz 2006).

263 274 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI Dayı, Osmanlı Meclisi üyesi Kirkor Hagopyan, Şuşan ın kızları Sarpun, Varsenik, Zaruhi ve oğlu Barsam Çakmakçıyan, uzak kuzen Kevork Karaoğlanyan, Zeliha nın Ermeni kökenli arkadaşı Aram, Chat odası Cafe Constantinopol deki forumun Armanuş dışında dört Ermeni ve iki Yunan asıllı Türk düşmanı üyeleri, Kazancı ve Çakmakçıyan ailelerinin tekrar karşılaşmalarına vesile olan Amerikalı Rose. Bu romanda da metafizik figürler bulunmaktadır. Ağulu Bey ve Şeker Şerbet Hanım ismindeki bu varlıklar Banu teyzenin temasta olduğu cinlerdir; 1915 olaylarını ve Asya nın babasının kim olduğunu Banu teyzeye Ağulu Bey anlatmıştır. Kazancı ailesi, büyük dede Rıza Selim Kazancı, Rıza Selim in diğer hanımı Cicianne, Şuşan-Rıza Selim çiftinin oğlu Levent Kazancı, Levent-Gülsüm çiftinin çocukları Banu, Cevriye, Feride, Mustafa, Zeliha ve Zeliha-Mustafa ın çocukları Asya dan oluşmaktadır. Diğerleri ise Asya nın Cafe Kundera daki arkadaş grubunu meydana getiren Alkolik Karikatürist, Aşırı Milliyetçi Filmlerin Gayr-ı Milliyetçi Senaristi, Gizli Gay Köşe Yazarı, Olağanüstü Yeteneksiz Şair dir. Bunların dışında Mustafa nın cenazesindeki imam ve diğer birkaç figüratif kahraman daha vardır. Bu şahıs kadrosuyla Baba ve Piç te, Türk-Ermeni ilişkilerinin iç içeliği, tehcirin Ermeniler üzerindeki etkileri, İstanbul un çok kültürlü ve kozmopolit yapısı zihinlere sunulmaktadır. Romanın en kötü sayılabilecek kişisi Mustafa dır. Fakat Mustafa nın bu kötülüğü ve sebep olduğu acı olay, 1915 te yaşananların ve bu olayların Türk ve Ermeni ailelerinde meydana getirdiği yıkımların bir neticesi şeklinde vurgulanır (Baba ve Piç 375). Dolayısıyla asıl kötülük ve olumsuzluk 1915 olaylarıdır, bunu yapanlardır ve bunların tarihî sorumluluğunun üstlenilmeyip özür dilenilmemesidir. Türk aile Kazancıların neredeyse diğer bütün fertleri kötü olmasa da şöyle ya da böyle problemli kişilerdir. Ailenin erkekleri tuhaf bir şekilde âdeta soy üzerlerindeki bir lanet sonucu erken sayılabilecek yaşlarda ölmüşler ve Mustafa hariç aile erkeksiz kalmıştır. O da işlediği meşum fiilin bedeli olarak ablası Banu nun vesilesiyle intihar etmiştir. Romanın Türk kahramanları arasında problemsiz ve iyi denilebilecek tek kişi yoktur. Sanki 1915 olaylarının ufuneti ortalığı kaplamış ve bütün Türkler bunun vebaliyle maluldür. Ermeni kökenli kahramanlar ise başta Armanuş ve babası Barsam Çakmakçıyan olmak üzere, Ohannes İstanbuliyan, Levon Dayı ve Kirkor Hagopyan tamamen olumlu yönleriyle anlatılmış iyi insanlardır. Baba ve Piç romanında otuz dokuz farklı milliyet ve etnik kökeni hatırlatacak kelime vardır. Bu, Elif Şafak ın milliyet ve etnik kökenle ilgili en fazla kelimenin geçtiği romanıdır. Türk ve Ermeni toplumu iliş-

264 275 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... kilerini konu alan bu romanda yaklaşık iki yüz on defa Türk, yüz seksen üç defa da Ermeni kelimesi geçmektedir. Romanın bir bölümü Amerika da geçtiği için de Amerikalılarla ilgili kelime sayısı epeyce fazladır (yetmiş yedi). Diğerleri; Osmanlı yirmi dokuz, İngiliz yirmi altı, Rus on bir, Yahudi on, Meksikalı sekiz, Kürt, Rum ve Yunan altı, Alman ve Çin beş, Fransız dört, Arap, Moğol, Japon ve Bizans üç, Hint, Mısırlı, Hollandalı, Moldovyalı, Çerkez, İtalya ve İspanyol iki, Romanyalı, Zaza, Babil, Lübnan, Endonezyalı, Romanyalı, Vizigotlar, Gürcü, Laz, Abaza, Özbek, Portekizli, Avusturyalı ve İsviçreli birer kez geçmektedir. Bir kez de Âdemoğulları Havvakızları ifadesi yer almaktadır. Bu romandaki milliyet ve etnik kökenle ilgili kelimelerin fazla olması, İstanbul un ve Osmanlının etnik köken bakımından çeşitliliğinin vurgulanması ve vakanın bir bölümünün Amerika gibi kozmopolit bir ülkede geçmesi dolayısıyladır. Roman, Ermeniler açısından tam bir milliyet, aidiyet ve tarih şuuru sergilemesidir. Romanın vakasının kronolojisiyle sıralanacak olursa; Ohannnes İstanbuliyan, Ermeni alfabesinin her harfini dilinde ve teninde ayrı ayrı duyumsar ve tatardı tek tek (Baba ve Piç, 237) şeklindeki ifadelerden ve Ermeni halk masallarından çocuk kitabı yazmakta olduğunun belirtilmesinden de anlaşılacağı gibi kuvvetli bir Ermenilik şuuruna sahiptir. Şuşan, tehcirden sonra İstanbul a getirilmiş ve Şermin ismini verilmiştir. Sonra da Selim Kazancı ile evlenmiştir. Fakat kocasını ve bir çocuğunu (Levon Levent) bırakıp, Ermenilik geçmişine sahip çıkarak ağabeyiyle Amerika ya gider. Yervant, bilhassa Dikran Dayı ve Çakmakçıyan ailesinin diğer üyeleri Ermenilik şuuruyla yaşarlar ve hepsi de Türk düşmanıdır. Anuş Ağacı isimli forum grubunun üyeleri de tarihî miraslarına, kendi kimliklerine sahip çıkarlar ve ortak paydaları yine Türk düşmanlığıdır. Armanuş da bu grubun üyesidir. Annesi, Ermenileri pek sevmeyen bir Amerikalı olsa da babası Çakmakçıyan ailesine mensuptur ve Asya nın aksine o da kendi milliyetine ve tarihine sahip çıkar. Şuşan Ninesinin yaşadığı evi görmek için Amerika dan İstanbul a gelir. Ermeni Çakmakçıyan ailesi ve Anuş Ağacı grubunun diğer milletlere mensup üyelerinin böyle bir anlayışta olmaları ötekicileştirici bir tavır gibi değil, geçmişlerine sahip çıkmak olarak anlaşılır. Netice olarak, bu romandan milliyetlerle ilgili çıkarılabilecek ağırlıklı sonuçlardan biri, Ermeniler için mazlum bir millet imajıdır. Çünkü onlar, romanın itibari kişilerinin ifadeleriyle de olsa, Anadolu da ve İstanbul da çok eskiden beri var olmalarına rağmen, Türklerin Anadolu ya gelmelerinden bu yana zulme, asimilasyona (Mimar Sinan gibi) uğramışlar ve 1915 yılında da büyük bir zulüm olan tehcire, hatta soykırıma tâbi tutularak Anadolu dan çıkarılmışlardır.

265 276 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI Romanın itibari âlemine yansıyan Türk imajı ise genellikle olumsuzdur. Bu imaj, yukarıda bahsedilen Ermeni ve diğer bazı figürlerin; Türklerin Asya dan Anadolu ya istilacı olarak gelip burada yaşayan insanları asimile ettikleri, katlettikleri, soykırıma tâbi tuttukları, yerlerini yurtlarını aldıkları, yolundaki kanaatleriyle ve kasap Tükler (Baba ve Piç, 64-65) gibi ifadeleriyle oluşturulur. Banu Teyze nin irtibatlı olduğu ve Ağulu Bey ismiyle geçen Geride hiçbir kanıt ve yazılı kayıt kalmamış tarihsel anların tanığıdır onlar. En üzücü hadiselerin en duyarsız tanıkları (Baba ve Piç: 199) ifadeleriyle sırların bir nevi gizli şahidi gibi tanıtılan cin de 1915 te Ermenilere yapılanları anlatmıştır. Bunlardan sonra Türkler için, yaptıklarını kabul edip özür bile dilemeyen zalim bir millet algısı öne çıkmaktadır. Ayrıca Kazancı ailesinin mensupları ve diğer Türk kahramanlar da, geçmişte (1915) yaşanılan kötü olayların da tesiriyle (Baba ve Piç, 375) sosyal ve psikolojik sorunlar yaşayan, kendi kimliğinin şuurunda olmayan, kimisi nihilist, kimisi alkolik, kimisi gizli gay ve olağanüstü yeteneksiz şair gibi sıfatlarla verilir ve problemli bir topluluk olarak yansıtılırlar. Kazancıların tek erkeği Mustafa nın, kız kardeşi Zeliha ya tecavüzü de yazar anlatıcının ifadesiyle, 1915 olaylarının toplumda meydana getirdiği travmaların yıllar sonraya yansıyan bir neticesidir (Baba ve Piç, 375). Bu çirkin ve trajik olay, sanki olay örgüsünün düğüm noktasının fazladan bir ajitasyonla bombeleştirilmesi olarak görülmekte ve barbar ve şehvet düşkünü Türk imajını yeni bir ilinti ile zihinlere sunar (Öğüt 2006). Kendi aidiyetinin farkında, köklerine sahip çıkan ve sağlam bir kişilik olan Ermeni Armanuş a karşılık; ağabeyin kardeşine tecavüzü sonucu doğan, geçmişinden ve köklerinden habersiz piç Asya tipi, bireyselliğin ötesinde Türklerin tarihteki yıkımlarının vebali olarak ortaya çıkan ve çeşitli nesep karmaşalarına çağrışımlar yapabilecek sembol bir figür konumundadır. Siyah Süt, Elif Şafak ın evliliği, hamileliği ve doğum sonrası üzerine kurulmuş otobiyografik bir roman olarak benin etrafında şekillenmiştir. Bu romanda, diğer romanlarında olduğu gibi değişik milliyet ve kimliklerden gelen geniş bir şahıs kadrosu yer almaz. Yazar anlatıcının İçimden Sesler Korosu dediği ve her biri değişik kişiliklerini temsil ettiği anlaşılan hayalî figürler (Pratik Akıl Hanım, Hırs Nefs Hanım, Sinik Entel Hanım, Anaç Sütlaç Hanım, Can Derviş Hanım) ve Alkarısı ile Lord Poton isimleriyle andığı doğum sonrası musallat olan cinler vardır. Ben anlatıcının evliliği ve anne olması anlatılırken dünyanın değişik yazarları bu bağlamda mevzu edilerek yine farklı milliyet ve kültürlerden insanların hatırlandığı bir roman dünyası ortaya konulmuştur. Siyah Süt romanında geçen yirmi yedi farklı milliyet ve etnik kökenle ilgili kelime vardır. Bunlar başında yirmi dört kez geçen Amerikalılar gelmektedir. Bunun dışında Türk on, Çinli sekiz, İngiliz yedi, Japon

266 277 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... altı, Fransız ve Yahudi beş, Rus, Arap, ve Hintli üç, Filipinli, Moldovyalı, Özbek, Çingene, Zimbabveli ve Fars iki, Osmanlı, Avustralyalı, Alman, Pakistanlı, Kırgızlar, İspanyol, İskoç, Yunan, Filistinli, Meksikalı ve Brezilyalı birer kez yer almaktadır. Bu dağılım, Siyah Süt gibi biyografik bir romanda da Elif Şafak ın çok milletli bir zihinsel salınım içinde olduğunu gösterir. Elif Şafak ın son romanı Aşk ta iki ayrı aşk hikâyesi anlatılır. Bu hikâyelerden biri 2008 de Boston da monoton bir hayatı olan Ella Rubinstein isimli Yahudi bir ev kadını ile İskoç kökenli, sonradan sufiliğe meyletmiş olan Aziz Z. Zahara arasında yaşanır. Üst kurmaca olarak anlatılan diğer aşk hikâyesi ise 13. asrın ortalarında Şems-i Tebrizî ile Mevlânâ arasındaki gönül birliğidir. Elif Şafak; Mahrem, Bit Palas ve Baba ve Piç te olduğu gibi Aşk ta da değişik çağ ve coğrafya insanlarının hikâyelerini postmodern bir roman kurgusu içinde bir araya getirmiştir: Amerikalı Yahudi kahramanlar Ella Rubinstein ve ilk kocası David, çocukları Jeanette, Orly, Avi. Ella nın sevgilisi ve sonraki kocası Mevlânâ hayranı İskoç asıllı Aziz Z. Zahara. Zahara nın Hollandalı karısı Margot. Diğer hikâyedeki Hristiyan ailenin kızı Çölgülü ve Meyhaneci Hıristos. Hatta Mevlânâ nın Hristiyan asıllı hanımı Kerra. Diğer tarafta Tebrizli Şems, Bağdatlı Baba Zaman, Kızıl Çömez, Mevlânâ ve oğulları, köylü kızı Kimya, İranlı halı tüccarı, Dilenci Hasan, Sarhoş Süleyman, Cengaver Baybars, eski Haşhaşî fedaisi olan Şems in katili Çakal Kafa. Aşk romanındaki kötü kahramanların biri Mevlânâ zamanında Konya da inzibatlık yapan Baybars tır. İsminden anlaşılacağı gibi o bir Türk tür. Baybars zalimdir, günahkârdır, cahildir, uyuşturucu bağımlısı ve şehvet düşkünüdür. Diğer kötü kahramanlar da Baybars ın etrafındakilerdir. Bir diğer kötü kahraman da katil Çakal Kafa dır. Şems i para için öldüren Çakal Kafa merhametsizdir, vahşidir ve kerhanede kabadayılık yapmaktadır. Romanın en mazlumu ise aslen bir Hristiyan olan Çölgülü dür ve başta Baybars ın zulmüne uğramıştır. Yahudi mahallesindeki Hristiyan meyhaneci Hıristos, Pinhan daki meyhaneci Manol gibi yine iyi bir adamdır. Şems ve Mevlânâ ise romanın aşk, merhamet ve hoşgörü kahramanlarıdır. Aşk romanında yirmi beş farklı milliyet ve etnik kökenle ilgili kelime geçmektedir. En fazla on dokuz defa söz konusu edilen Moğol kelimesidir. Diğerleri ise Yahudi on iki, Arap ve Fars altışar, Türk beş, İranlı dört, Rum ve İskoçyalı üçer, Kürt, Mayalar, Amerikalı, Selçuklu, ve Yunan ikişer, Çingene, Fransız, İngiliz, Japon, Hollandalı, Guatemalalı, Süryanî, Ermeni, Ceneviz, Memlukîler, Hintli ve Meksikalı birer kez

267 278 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI olmak üzere yer almaktadırlar. Bu romanda da değişik coğrafya ve milliyetlerden insanların yer aldığı bir şahıs kadrosu bulunmakta; böylece çoğulcu ve çok kültürlü çağrışımlara zemin hazırlanmaktadır. Romanın en kötü kahramanının, Mevlânâ döneminde yaşayan, Baybars isimli bir Türk olması az da olsa barbar Türkler imajına gönderme yapmaktadır. Aşk romanının milliyet kavramı açısından dikkat çeken yanı, milliyetler, aidiyetler, inançlar ötesi çoklu bir yapı (multinational, multireligion) arz etmesidir. Aziz Zahara, Aşk Şeriatı isimli romanıyla ilgili olarak editöre yazdığı mektupta, Size bu satırları Amsterdam dan yolluyorum. İlişikteki hikâyem ise, Anadolu da geçmekte, 13. yüzyıl Konya sında. Ama samimi düşüncem şudur ki, işbu hikâye zamandan, mekândan ve kültür farklılıklarından münezzehtir. Evrenseldir. (Aşk, 30) demektedir. Aziz Zahara nın Konya da vefatı ve buradaki cenaze törenine birçok ülkeden farklı milliyet, inanç ve meslekten insanların kendi ritüelleriyle katılması neticesinde evrensel düzeyde hoşgörü ve sevgide birleşmenin yanında millî veya dinî aidiyetler üstülüğü ve öteliği telkin eden bir kurgu ön plana çıkar. Elif Şafak ın romanlarına mekân açısından bakılacak olursa bu yazı bağlamında şunları söylemek mümkün: Pinhan romanının mekânı, değişik kültür ve milliyetlerin bir arada yaşadığı telkin edilen Osmanlı dönemindeki Anadolu ve İstanbul dur. Şehrin Aynaları nda, engizisyon dönemi İspanyası, Venedik ve İstanbul olmak üzere üç değişik coğrafyaya yayılır. Buralar, o dönem İspanya sından kaçan ve Osmanlı ya sığınan Yahudilerin macerasının mekânıdır. Mahrem de Sibirya ve Fransa dan İstanbul a geçilir.1600 lerde Rus yayılmacılığı sırasında açgözlülükle talan edilen Sibirya dan 1800 lerin Fransa sına ve İstanbul una, nihayet günümüz İstanbul una gelinir. Bit Palas ta 1920 lerden 2000 lere uzanan bir süreçte İstanbul aslî mekân olmak üzere Rusya ve Fransa vardır. Araf ta asıl mekân Amerika-Boston olmasına rağmen İstanbul ve Fas a kadar uzanır. Baba ve Piç te 1915 lerin İstanbul u ve 2000 lerin Amerika sıdır yılının İstanbul una da dönülür. Siyah Süt te aslî mekân İstanbul, sonra Amerika olmakla beraber değişik yazarlar dolayısıyla dünyanın farklı coğrafyaları hatırlanır. Aşk romanında Ella ve Zahara hikâyesi için Amerika-Boston, Gutemala, Hollanda ve Konya; Şems- Mevlânâ hikâyesi için 13. asırda Semerkand, İskenderiye, Bağdat, Şam ve yine Konya dır. Dört kıtaya yayılan bu mekân çeşitliliği Elif Şafak ın romanlarında millî vatan olgusunun ötesinde bir rûy-i zemin anlayışının, küreselliğin olduğunu gösterir.

268 279 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... Sonuç Netice olarak, Elif Şafak ın bütün romanlarının şahıs kadroları farklı kökenlere mensup insanlardan oluşmuştur ve toplam olarak seksen üç millet veya etnik kökenle ilgili isim yer almaktadır. Dolayısıyla Elif Şafak ın roman dünyası daima Türklüğün ve Türk coğrafyasının dışına taşan çok milliyetli ve ülkelerarası bir iklime sahiptir. Çoğulculuk ve çok kültürlülük âdeta temel güç (etimon spiritual) olarak Elif Şafak ın bütün romanlarında varlığını hissettirmektedir. Dört romanında kullandığı Âdemoğulları, Havvakızları ifadesi de kadın erkek bütün insanlığa bakışının işaretidir. Bu romanlar bir milliyet veya millet algısına oturmamaktadır. Böyle bir algı ve anlayışın ötesinde daha geniş bir zeminde temellenmektedir. Bu yapının arka planında postmodern geleneğin etkileriyle birlikte, Şafak ın çok değişik ülke ve kültürler arasında geçen kendi hayat macerasının (Şafak 2006a), son dönem küreselleşme söylemlerinin ve çeşitli aidiyet kategorilerinin insanlığın geçmişinde ayırımcılıklara, zulüm ve acılara (engizisyon zulmü, Rusların Sibirya da yaptıkları, 1915 olayları gibi) sebebiyet verdiği kabulünün olduğu açıktır. Ayrıca bütün insanlığı kucaklamaya çalışan ve neredeyse sınırsız farklılıkların bir aradalığına dayanan roman dünyası, insanlığın tarihî süreçlerde ve değişik coğrafyalarda oluşturduğu sosyolojik klasik gelişim basamaklarına ve kategorilerine pek uymamaktadır. Millîlik in ötesinde âdeta nev-i beşer ve rûy-i zemin birlikteliği şeklinde evrensel bir arayıştır. Fakat genel manada çoğulculuğun hakim olduğu bu itibarî âlemin, bazen tasavvufa dayandırılmaya çalışılan tarafları olsa da postmodernizm ve küreselleşme dışında belli bir arka planı görünmemektedir ve daha çok, her türlü insanı kucaklayarak farklılıkların barış içinde yaşadığı hoşgörülü bir arayış manzarası arz etmektedir. Şafak ın roman dünyasında Türklük, yukarıda anlatılmaya çalışılan genel bakış açısıyla görülen milliyetlerden biri olmakla beraber elbette ki bazı farklılıklar arz etmektedir. Romanlarda yazar anlatıcının veya tematik gücün Türklüğe aidiyetinin ifade edildiği, Türklüğe sahip çıkıldığı görülmemektedir ve aidiyet açısından bir nevi nötr tavır fark edilmektedir. Türklerin, Anadolu yu işgal edip yerleştiği; bu bölgede yaşayan başka etnik ve kültürel unsurları bir şekilde asimle ettiği veya en azından ayırımcılık yaptığı; bilhassa 1915 olayları esnasında Ermenilere büyük acılar çektirdiği; Ermeni kahramanların söylemleriyle, onlara soykırım uyguladığı; yaşanan bu tarihî facialar sebebiyle insanlarda çeşitli sosyopsikolojik travmaların oluştuğu romanların kurgusal dünyası ve buradaki dramatik sahneler üzerinden açık veya örtük mesajlar olarak

269 280 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Bilal KIRIMLI çıkarılabilir 6. Ayrıca belirgin bir şekilde, Anadolu ve İstanbul un bir Türk vatanı olmasının yanında, Baba ve Piç teki aşure motifi ve yazarın ebru modeli ifadesiyle anlatmak istediği gibi, bilhassa geçmişte değişik etnik ve kültürel unsurların iç içe yaşadığı, Türklerin bu topraklardaki 7 unsurlardan biri olduğu yolunda bir düşünce de zihinlere sunulmaktadır. Elif Şafak, romanlarında, aidiyet tavrı göstermeden bütün insanlık ı kapsamaya, kucaklamaya çalışan bakış açısıyla millet ve milliyet kavramlarının ötesinde, bu kavramlar temeline oturmayan bir sosyolojik yapı kurmuş ve bu yapıya uygun bir Türklük algısını kurgusal âleme taşımıştır. KAYNAKÇA ARSAL, Sadri Maksudi (1979), Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, (4. bs), Ötüken Neşriyat, İstanbul. AYGÜNDÜZ, Filiz, (2006) Ben Siyasetçi ya da Tarihçi Değil Yazarım, (son erişim ) DEMİR, Ömer-Acar, Mustafa (1992), Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ağaç Yayıncılık, Ankara. KURKTAN, Amiran (1982), Genel Sosyoloji, (2. bs), Divan Yayınları, İstanbul. MUALLİM NACİ (1978), Lügat-i Naci, Çağrı Yayınları, İstanbul. ORTAYLI, İlber (1998), Millet Kimliği Üzerine, Türkiye Günlüğü, S. 50, Mart-Nisan ÖĞÜT, Hande (2006), Sivri Dilli Bir Roman: Baba ve Piç, Radikal Kitap, 10 Mart PARLA, Jale (2000), Donkişot tan Bugüne Roman, İletim Yayınları, İstanbul. 6 7 Elif Şafak, 2006 yılında kendisi ile yapılan bir mülakatta, Kitabınızın Ermeni soykırımını kabul ettiğini düşünüyor musunuz? sorusuna şu cevabı verir: Ben ne bu romanımda ne de diğerlerinde, okurlara tepeden inme mesaj veren bir yazar olmadım. Her kitap farklı okumalara açıktır ve neyi düşünüp düşünmeyeceğine okur kendisi karar verir. Ama hemen şunu ekleyeyim, ben 1915 te yaşananları soykırım olarak görmüyorum. Soykırım kelimesini bu yüzden hiç kullanmadım zaten. Ben tehcir i anlatıyorum. Yalnız şu da var, biz genellikle tehcir kelimesini hafife alıyoruz, sanki yürüdüler gittiler gibi (Şafak, 2006b). Elif Şafak, Anadolu için mozaik değil ebru modeli ifadesini kullanmaktadır (Sazak, 2005).

270 281 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Elif Şafak ın Romanlarında Milliyet... SAZAK, Derya (2005), Mozaik Değil Ebru Modeli Konuşulmalı, (son erişim ). ŞAFAK, Elif (2006/1), &id=197 (son erişim ). ŞAFAK, Elif (2006/2), roportaj &id=158 (son erişim ). ŞAFAK, Elif (1997), Pinhan, (1. bs), İletişim Yayınları, İstanbul. ŞAFAK, Elif (2007), Şehrin Aynaları, (8. bs), Metis Yayınları, İstanbul. ŞAFAK, Elif (2000), Mahrem, (1. bs), Metis Yayınları, İstanbul. ŞAFAK, Elif (2006/3), Bit Palas, (6. bs), Metis Yayınları, İstanbul. ŞAFAK, Elif (2004), Araf, (7. bs), Metis Yayınları, İstanbul. ŞAFAK, Elif (2006/4), Baba ve Piç, (çev. Aslı Biçen), 5. bs, Metis Yayınları, İstanbul. ŞAFAK, Elif (2007), Siyah Süt, (1. bs), Doğan Kitap, İstanbul. ŞAFAK, Elif (2009), Aşk, (çev. K. Yiğit Us), (1. bs), Doğan Kitap, İstanbul. ŞEMSEDDİN SAMİ (1978), Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul. TDK (2005), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. WEBER, Max, (1986), Sosyoloji Yazıları, (çev. Taha Parla), Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul. WELLEK, Rene-WARREN, Austin (1983), Edebiyat Biliminin Temelleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

271 21. YÜZYIL OKURYAZARLIK TÜRLERİ, DEĞİŞEN METİN ALGISI VE TÜRKÇE EĞİTİMİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet KURUDAYIOĞLU * Arş. Gör. Sait TÜZEL ** ÖZ: Çağımızda geleneksel okuryazarlığın yanı sıra, teknolojik gelişmeler doğrultusunda, görsel okuryazarlık, medya okuryazarlığı, bilgi okuryazarlığı, e-okuryazarlık ve bilgisayar okuryazarlığı gibi okuryazarlık türleri ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda bireye anlama ve anlatma becerisi kazandırma amacında olan Türkçe derslerinin ortaya çıkan yeni okuryazarlık türlerini de içerisine alacak etkinlik ve metinlerle zenginleştirilmesi gereği ön plana çıkmaktadır. Bu noktadan hareketle çalışmada, görsel okuryazarlık, medya okuryazarlığı, bilgi okuryazarlığı ve e-okuryazarlık türleri ilköğretim Türkçe dersleri bağlamında ele alınarak değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Türkçe eğitimi, görsel okuryazarlık, medya okuryazarlığı, bilgi okuryazarlığı, e-okuryazarlık. The Types of Literacy of the 21 st Century, Changing Text Comprehension and Turkish Teaching ABSTRACT: Today, in addition to traditional literacy, the kinds of literacy come into existence in the form of visual literacy, media literacy, information literacy and e-literacy. Within this frame, Turkish lessons; that aim to let students acquire the ability of understanding and explaining, should be equipped with the texts and activities which can cover the new kinds of literacy s. From this point of view, visual literacy, media literacy, information literacy and e-literacy kinds are the subject matter of this study evaluated in connection with primary Turkish classes. Key Words: Turkish teaching, visual literacy, media literacy, information literacy, e-literacy * ** Çanakkale Onsekiz Mart Üni. Eğt. Fak. mkurudayi@hotmail.com Çanakkale Onsekiz Mart Üni. saidtuzel@gmail.com

272 284 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. M. KURUDAYIOĞLU-M. S. TÜZEL Giriş İlk çağlardan günümüze değin en etkili bilgi edinme (Güneş 2000) ve yayma yolu olarak değerlendirilen okuma-yazma becerisini, tek bir cümle ile tanımlamak oldukça güç gözükmektedir. İngilizce alan yazın tarandığında okuma ve yazma dil becerileri ile ilgili; okuma-yazma (reading-writing) ve okuryazarlık (literacy) olmak üzere iki farklı terimin karşımıza çıktığını görmekteyiz. En genel ve geleneksel ifade ile okuma-yazma, alfabe aracılığıyla yazılı metinlerin okunması ve yazılması olarak tanımlanmaktadır (Longman 2003). Bu tanımdan anlaşılacağı üzere okumanın gerçekleşebilmesi için yazılı bir metnin bulunması ve bu metnin görsel ya da fiziksel yolla girdiye dönüşmesi gerekmektedir (Alderson 2000). Dolayısıyla geleneksel olarak okuma-yazmadan bahsettiğimizde, harflerin üzerine yazılı olduğu bir materyale (metin), bu materyal üzerine harfleri işleyecek (yazar) ve bu harfleri çözümleyecek birine (okur) ihtiyaç vardır. Dolayısıyla genel olarak okuma-yazma eylemini okur, metin ve yazar üçgeni içerisinde gerçekleşen bir süreç olarak algılamak mümkündür. Teknolojik gelişmelerin baş döndürücü hızda yaşandığı yeni bin yılda okur-yazar tanımı konusunda bir açılım yaşandığını belirten Gunther Kress (2003), yeniçağda Anglo-Sakson geleneğin kavramsal bir ürünü olan okuryazarlık teriminin alan yazını işgal ettiğinden bahsetmektedir. Genel anlamda okuryazarlık toplum tarafından anlam verilen iletişimsel simgelerin etkili bir biçimde kullanılabilmesi yeteneği olarak tanımlanmaktadır (Kellner 2001; Kress 2003). Tanımda vurgulanan toplum tarafından anlam verilen iletişimsel simge olma özelliği, ileride değinileceği üzere okuryazarlığı motorize eden, yenileyen ve çağın ihtiyaçlarına cevap verir hale getiren özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira toplumun beklentileri ve değerleri her çağda farklı bir özellik göstermekte; çağın özelliklerine göre toplumsal kabul ve anlamlar değişmektedir. Dolayısıyla okuryazarlık bu manada çağın gerektirdiği bir beceri olarak kavramlaşmaktadır. Günlük dilde ayırımına varmadan birbirlerinin yerine kullanılan okuma-yazma ve okuryazar kavramları arasındaki anlam farkı giderek daha fazla açılmaktadır. Yukarıda değindiğimiz üzere kâğıt üzerindeki harfleri çözümlemeye dayanan okur-yazar görüntüsünün karşısında anlamlandırmaya dayalı okuryazarlık görüntüsü her geçen gün yeni terimlerle birleşerek (medya okuryazarlığı, görsel okuryazarlık vb.) anlam sahasını genişletmektedir. Kavram sahalarında yaşanan ayrılığın daha net olarak ortaya konulabilmesi için okuma-yazma ve okuryazarlık kavramları arasındaki farkları şu maddelerle ortaya koymak mümkün gözükmektedir:

273 285 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/21. Yüzyıl Okur-Yazarlık Türleri... 1.Okuma-yazma kod çözmeye; okuryazarlık anlamlandırmaya dayalıdır: Okuma-yazma bir zemin üzerindeki alfabe sistemine dayalı kodları çözme ve o sisteme yönelik kod oluşturma becerilerinden oluşur. Bu beceriye sahip olmak için tanımak (receognize) yeterlidir ve anlam statik şekilde devam eder. Örneğin A harfi mevcut sistem içerisinde her zaman aynı karşılığa sahiptir ve bu harfe ilişkin mevcut bilgi, aynı alfabeyi kullanan tüm diller için geçerlidir. Potter (2005) bu noktada okumayazmanın kod çözme (decoding) ve anlam eşleştirme (meaning matching) temeline dayandığını vurgulamaktadır. Okuryazarlıkta ise kod çözme ve anlam eşleştirmenin yanında daha üst düzey bir zihinsel süreç olan anlam kurma (meaning construction) söz konusudur (Potter 2005). Dolayısıyla okuryazarlığın mevcut bir alfabesi yoktur. Zaman, zemin, bağlam, olaylar, kişiler onun alfabesini oluşturabilir ve bu alfabeyi oluşturan özneler durağan bir anlama sahip değildir. Anlam sürekli yenilenir. Yani okuryazarlıkta statik bir anlam mevcut değildir. Aksine sürekli olarak yeniden anlamlandırma, değerlendirme ve inşa etme gerekliliği vardır. 2. Okuma-yazma bir kategori; okuryazarlık ise bir derece belirtir: Okuma-yazma sahip olunan bir unvandır ve olup/olmama durumunu gösterir bir kategoriyi belirtir. Ya okuyup/yazabilirsiniz ya da okuyup/yazamazsınız. Okuryazarlık ise termometreye benzer ve okuryazar olup/olmamaktan ziyade ne derece okuryazar olunduğu söz konusudur. Dolayısıyla okuma-yazma sahip olunabilen bir beceriyi (ability) ifade ederken okuryazarlık geliştirilebilir bir yeteneği (skill) ifade etmektedir. 3. Okuma-yazmanın simge sistemi basılı ortamdaki harfler; okuryazarlığın simge sistemi ise şeylerdir : Okuma-yazma için metin, belirli bir zemindeki harf sistemine dayalı simgelerden oluşan kompozisyondur ve bu kompozisyonu ancak o harf siteminin bilgisine sahip bireyler anlayabilir. Ancak okuryazarlık için metin dünyadaki her şeydir. Bu betimlemede dünyadaki her şey den kasıt insanın üzerinde düşünebildiği tüm, bilgi, beceri, sosyal norm ve örüntülerdir. Dolayısıyla okuryazarlık metin kavramına yeni bir açılım sağlamaktadır. 4. Okuma-yazmanın statik tanımlanması yapılmıştır; okuryazarlığın ise tanımlanması devam etmektedir: Daha önce değinildiği üzere okuma-yazma alfabe aracılığıyla yazılı metinleri okuyabilme ve yazabilme becerisi olarak tanımlanmaktadır

274 286 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. M. KURUDAYIOĞLU-M. S. TÜZEL (Longman 2003). Dolayısıyla okuma-yazmaya ilişkin statik bir tanımlamadan bahsetmek mümkündür. Oysa okuryazarlığın önüne aldığı nesneye göre her geçen gün farklı bir tanımlaması yapılmaktadır; medyaya dair bir okumadan bahsedildiğinde medya okuryazarlığı, bilgisayara ilişkin bir okumadan bahsedildiğinde bilgisayar okuryazarlığı, kültüre ilişkin bir okumadan bahsedildiğinde kültür okuryazarlığı vb. Gelecekte ortaya çıkması muhtemel durumlar için de bir okuryazarlık kavramından bahsetmek mümkün olacağı düşünüldüğünde, okuryazarlık kavramının anlam sahasının genişlemeye devam edeceği muhtemel görünmektedir. Görüldüğü üzere okuma-yazma belirli bir harf sistemini çözmeye yarayan statik bir davranışken okuryazarlık, iletisi olan her şeyi anlamlandırmayı hedefleyen geliştirilebilir bir beceridir. Bu manada basılı materyallerin üzerlerinde yer alan harf sistemlerinin çözülmesi okumayazma davranışına işaret ederken; çözülen bu kodların anlamlandırılması süreci daha üst düzey bir beceri olduğu düşünülen okuryazarlığa işaret etmektedir. Geleneksel manada basılı bir metni okuma süreci örneği üzerinden gidersek metni oluşturan yazar, iletisini kullandığı dilin harf sistemine göre kâğıda işlemiştir. Bu noktada okurdan beklenen ilk olarak ilgili harf sistemini bilmesi ve mevcut bilgisini kullanarak harf sistemini çözmesidir. Buraya kadar olan kısım okur-yazarlık davranışıdır. Bu noktadan sonra okurun harflerin simgelediği nesneler üzerinde düşünmesi, önündeki kâğıttan soyutlaması gerekmektedir. Bu kısım bir anlamlandırma içerdiği için okuryazarlık becerisi olarak adlandırılır. Bu örneğe metin yazarı yerine kendi sinema filmini ortaya koyan yönetmeni koyduğumuzda da benzer bir sürecin işlediğini görürüz. Nasıl yazar kullandığı dilin harf sistemine göre iletisini metnine işlemiş ise yönetmen de benzer şekilde kullandığı sinema dilinin harf sistemi doğrultusunda iletisini filmine işlemiştir. Dolayısıyla Titon un (1995) dediği üzere metin kavramını harflerin içine hapsetme yanlışına düşmek iletilerimizi harflerin arkasına saklamaktan öte bir şeyi ifade etmemektedir. Yani okuryazarlık açısından metni kişide anlam uyandıran her şey olarak tanımlamak mümkündür. Meseleye 8 yıllık ilköğretim okulları Türkçe dersleri açsından baktığımızda şöyle bir sınıflandırma yapmanın yanlış olmayacağı düşüncesindeyiz. İlköğretim okuluna yeni başlayan öğrencilerin çok büyük bir kısmı okula başladıklarında okuma-yazma becerisine sahip değillerdir. Bu nedenle ilköğretim okullarının ilk 3 yıllık sürecinde öncelikli amaç öğrencileri okuma-yazma becerisi kazandırmaktır (Güneş 2000; Cemiloğlu 2001). Dolayısıyla bu ilk 3 yıllık süreçte Türkçe öğretiminin amacının öğrencileri okur ve yazar hale getirmek olduğunu söyleyebiliriz.

275 287 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/21. Yüzyıl Okur-Yazarlık Türleri... İlk üç yılık süreçte okuma ve yazma becerisini kazanmış olduğunu kabul ettiğimiz ilköğretim öğrencilerinin bundan sonraki 5 yıllık süreçte Türkçe derslerinde konuşma, yazma, okuma, dinleme dil becerilerini geliştirmeyi hedeflemekteyiz (Cemiloğlu 2001). Bu becerilerin geliştirilmesinde hemen hemen tek materyal olarak sözlü anlama ve anlatımı (konuşma ve dinleme), yazılı materyallere dönüştürerek yazılı anlama ve anlatıma (okuma ve yazma) imkân sağlayan basılı metinleri kullanmaktayız. Ancak en temel ilkesi bireyi hayata hazırlamak olan eğitimin sadece basılı materyallerle bu amaca ulaşması, günümüz gelişen teknoloji ve şartlarında olanaksız görülmektedir. Öğrenciler günlük yaşamlarında metinlerden daha çok olaylarla, filmlerle, internet ortamıyla karşılaşmaktadırlar. Dolayısıyla bu ürünlerin hepsinin Türkçe derslerinde materyal olarak kullanılabilmesi gerekmektedir. Geertz (1980: ) kelimelerin okunabildiği gibi, olayların da filmlerin de okunabileceğini dile getirir. Aynı doğrultuda James Titon (1995) günümüzde artık, edebiyatın işlevlerinin büyük ölçüde televizyon, filmler, video ve bilgisayar oyunları tarafından üstlenildiğinden bahsettikten sonra yalnızca okulların edebiyatın basılı bulunuyormuşçasına algılandıkları yerler olduğuna değinir. Dolayısıyla Türkçe derslerinde kullanılan metinlerin hem öğrencilerin hayatına yaklaştırılabilmesi için hem de günümüz teknolojilerinin gerektirdiği okuryazarlık becerilerini öğrenciye verebilmek için bir açılıma ihtiyacı vardır. Okuma-yazma ve okuryazarlık kavramları çerçevesinde söylenenler doğrultusunda günümüz öğrencilerinin sadece basılı (geleneksel) metinleri okuma becerileri değil aynı zamanda görsel ve elektronik okuryazarlık temelli diğer okuryazarlık becerilerinin de geliştirilmesi önem taşımaktadır. Çalışmanın bu kısmında (1) görsel okuryazarlık (visual literacy), (2) medya okuryazarlığı (media literacy), (3) bilgi okuryazarlığı (information literacy) ve (4) e-okuryazarlık başlıkları altında toplanan 21. yüzyıl okuryazarlık modelleri olarak adlandırabileceğimiz okuryazarlıklardan kısaca bahsedilecektir. Bu yapılırken okuryazarlık modellerinin birbirini kapsadıkları ile ilgili tartışmalara değinilmeyecek her model, kendi içerisinde ele alınarak kısaca önemi ve gerekliliği vurgulanacaktır. Son olarak da İlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programları (MEB 2006 ve 2005) çerçevesinde yeni okuryazarlık modellerinin Türkçe dersine yansıma(ma)ları üzerinde durulacaktır. Görsel Okuryazarlık (Visual Literacy) İnsanlığın başlangıcından bu yana, her çağ, kendini özgü bir dil ile ifade etmiştir. Antik çağ efsanelerin, söylencelerin ve mitsel anlatımların

276 288 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. M. KURUDAYIOĞLU-M. S. TÜZEL çağı olmuştur. Bu çağın egemenliğinde anlam, söz ve onun kurallarıyla oluşturulmuştur. Ortaçağ da sözün uçuculuğuna karşın yazı nın kalıcılığı, otoritenin ve gücün simgesi haline gelmişken aydınlanma çağıyla gelişen edebi anlatım ve matbaanın icadı, yazılı dilin özgürlüğünü de beraberinde getirmiştir. Yazı; o dönemde anlam ve anlatımın kurulmasında mutlak egemen iken, teknolojinin hızla gelişmesiyle önce fotoğraf makinesinin, ardından sinema ve televizyon gibi hareketli görüntüleri saptayıp, yayan araçların icadıyla, dünya imgelerin ve görsel kültürün kendine özgü kurallarıyla açıklanabilecek hızla akıp giden bir sürecin içerisine girmiştir (Parsa 2004: 59). Kronolojik bir okuma yaptığımızda kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz dünya okuryazarlık tarihi sürecinde, sözlü dil gerçeği anlamlandırmaya çalışan insanın başvurduğu tek iletişim sistemi değil, sadece en fazla başvurduğu sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. İlginçtir ki ilk olarak mağara resimleri ile başladığı düşünülen okuma-yazma (Manguel 2001) uğraşında insanoğlu 20. Yüzyılın ortalarına gelinceye kadar yeniden resimleri kullanmayı ve görsel bir iletişim sağlamayı düşünmedi. Alfabenin kullanılmaya başlamasından sonra nesnelerin transkripsiyonunu yapmak yahut transkripsiyonları üzerinde düşünmek nesneleri yansıtmak ve doğrudan nesneler üzerinde düşünmekten daha iyi bir alternatif olarak değerlendirildi. Ancak yukarıda değindiğimiz gibi görüntüleri saptayıp yayan teknolojik araçların gelişimiyle birlikte nesnelerin yansıması olan harfleri okumanın ötesinde doğrudan nesneleri okumak da geçerli bir alternatif olarak karşımıza çıktı. Görsel okuryazarlık kavramının adı çağdaş olmakla birlikte, düşünce olarak yeni doğduğunu söylemek güçtür. İmgeleri kullanmakla ilgili tartışmalar çok eski tarihlere dayanmaktadır. Zira Eski Çağ filozoflarından bazıları, iletişim için çeşitli imgeleri yeğlemişlerdir. Tıpta, Aristo anatomik resimlemeleri kullanmıştır. Matematikte, Phytagoras, Socrates ve Platon geometri öğretmek için görsel şekillerden yararlanmışlardır (Petterson 1993: 136) lerden bu yana tartışılan görsel okuryazarlık 21. yüzyıl insanının etrafını kuşatan imgeleri anlama ve anlatma çabasının bir sonucu olarak her geçen gün önem kazanmaktadır (Messaris 1994). Bir bireyin, diğer bireyler ile olan iletişiminde görselleri kullanmasını ve kullanılanları anlamasını sağlayan beceriler bütünü olarak tanımlanan görsel okuryazarlık (Ausburn-Ausburn 1978: 293) her geçen gün anlam sahasını genişletmektedir. Anlamlandırma sürecinde dil aracılığı ile yaşanan nesnezihin etkileşiminde simgesel dili devre dışı bırakma amacında olan görsel okuryazarlığın 1990 lı yıllardan sonra okuma, konuşma, dinleme, yazmanın dışında 5. dil becerisi olarak batılı ülkelerin müfredatında yer almaya

277 289 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/21. Yüzyıl Okur-Yazarlık Türleri... başladığı görülür (Burmark 2002; Elkins 2003; McFadzean-McRenzie 2001). Zihinde, resimlerin kelimelere oranla kat daha hızlı işlendiği düşünüldüğünde günümüzde görsel okuryazar olmanın önemi ve sağladığı avantajlar ortaya çıkmaktadır. Feinstein ve Hagerty (1994), görsel okurluğun, modern dünyadaki genel eğitim için; okuma, yazma ve aritmetik ile eşdeğer dördüncü bir öğe olduğunu öne sürmektedir. Ayrıca görsel okuryazarlığın, genel eğitim için neden çok önemli olduğunu şu dört madde ile açıklamaktadırlar: 1. Beynin sağ yarı küresini kullanmayı gerektirdiği için öğrenme faaliyetlerine beynin her iki yarım küresinin katılmasını sağlar. Dolayısı ile öğrenme sürecinde bütünsel düşünmeyi geliştirir. 2. Beynin sol yarı küresine ait soyut düşünceleri; canlı, inandırıcı, yoğun ve bildik hale getirerek öğrenmeyi somutlaştırır. 3. Aynı düşünceyi farklı yollarla işleme yeteneği kazandırarak farklı bakış açıları kazandırır. 4. İçinde yaşanılan doğal ve doğal olmayan çevreden etkilenerek karar alan bireyler yerine; kendi kararlarını alabilen, görsel çevreyi okuyabilen ve anlayabilen bireylerin ortaya çıkmasını sağlar (Akt. İşler 2002: 156). Muhakkak, bilgi kaynaklarında ve bireyi çevreleyen kültürde yaşanan değişmeler eğitim-öğretim faaliyetlerinin merkezinde yer alan öğrenci unsurunu da etkilemektedir. Günümüz öğrencileri için dünya bir görüntü kaynağı haline dönüşmektedir. 21. yüzyılın gelişen teknolojileri ve kültürü biraz tartışmalı da olsa- önceki nesle göre daha çok görsel okuyan görsel bir öğrenci üretmektedir (Oblinger-Oblinger 2005: 2). Günümüzde, You-Tube, Facebook ve benzeri siteler, bir gün içerisinde milyonlarca insan tarafından ziyaret edilmekte; Google vb. arama motorlarında yapılan arama sayısı yüz milyonları bulabilmektedir. Haziran 2008 rakamlarına göre You-Tube adlı video paylaşım sitesinde 3 yıl içerisinde 79 milyondan fazla kullanıcının 3 milyondan fazla video paylaştığı görülmektedir (Felten 2008: 61). Durum böyle olunca da geleneksel anlamda okumak gün geçtikçe dinleme ve izleme karşısında güç kaybetmektedir (Lester 2000). Öğrenciler arasında okunanlardan çok izlenenlere dair tartışmalar yaşanmaktadır. Hal böyle olunca da çağımız insanı için kritik soru Gördün mü? şeklinde ifade bulmaktadır. Dolayısıyla da çağımızda eğitim-öğretim ortamları açısından görülen olay ve nesneleri anlamlandırmak önem kazanmaktadır. Öğrenci profilindeki bu değişimde, eğitimcilerin, eğitim-öğretim ortamlarını öğrencilerin dünyalarına hitap edecek şekilde düzenlemeleri gerekliliğini beraberinde getir-

278 290 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. M. KURUDAYIOĞLU-M. S. TÜZEL mekte ve görsel okuryazarlık eğitimi ile ilgili çalışmalara batılı kültürlerde hız verilmektedir (Freedman-Hernandez 1998). Günümüzde, görsellerle kuşatılmış bir dünyada yaşayan, öğrenciler (ya da öğretmenler, öğretim üyeleri ve yöneticiler) doğal bir şekilde sahip oldukları görsel okuma yeteneklerinin anlamının tam olarak farkında değillerdir. Oysa görsel okuma, anlama yeteneği, yaratma kabiliyeti ve kültürel işaretler taşıyan imajları, nesneleri ve görülebilir hareketleri kullanmayı gerektirir. Bu yetenekler metinsel okumayla paralel yollarla öğrenilebilir. Alıştırma ve çalışmalar ile insanlar; farkına varma, yorumlama ve diğer görsel formların anlamsal ve dizimsel ayrımını kullanabilme yeteneklerini geliştirebilirler. Görsel okuma becerisi, imajların kullanılmasında, analizinde ve üretiminde ömür boyu daha kolay ve zevkli bir öğrenme yaklaşımını da beraberinde getirir (Felten 2008: 61). Görseller ve çoklu ortam araçları (ing. multi-media tools), bize basılı ve tek düze harflerden oluşan metinlerin kullanıldığı tek ortam olan okulları, öğrencinin ilgisini çekecek ve onları motive edecek şekilde yeniden inşa etme şansı vermesi açısından oldukça önemlidir (Oring 2000: 58). Görseller ve çoklu ortam araçları ile donatılan sınıflar, günümüz öğrencisinin dünyasına yaklaşan, ona, hayatı olduğu şekli ile sunan bir ortam sağlar ve bu şekilde onu, ait olduğu zaman diliminin gereklerine göre eğitme şansını eğitimcilere sunar. Ülkemizde görsel okuma ile ilgili önemli bir adım 2005 ve 2006 yıllarında değişen ilköğretim okulları Türkçe programlarıyla atılmıştır. Yenilenen programda ilköğretim birinci kademede görsel okuma ve görsel sunu öğrenme alanına yer verilirken ikinci kademede dinleme öğrenme alanı dinleme/izleme öğrenme alanı olarak genişletilmiştir. Medya Okuryazarlığı (Media Literacy) Çağımızda, sıradan bir çocuk, altı yaşından on sekiz yaşına gelene kadar, saat televizyon seyretmekte; radyo, CD ve I-pod dinleyerek saat geçirmekte, saatini bilgisayar karşısında harcamakta ve birkaç bin saatini de sinemada tüketmektedir. (Sanders 1999: 135). Yani bir çocuk 6-18 yaş arasındaki yaşamının dörtte birinden fazlasını medya araçları karşısında geçirmektedir ki bu oran aynı zamanda uyku dışında herhangi bir faaliyete harcanan en büyük zaman dilimini oluşturmaktadır. Kitle iletişim araçlarının birey üzerindeki etkisi yalnızca çocuklar için geçerli olmanın ötesinde görünmektedir. Bu araçlar yetişkinlerin yaşamında da oldukça önemli bir yer işgal etmektedir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu nun (RTÜK) 2009 Şubat ayında yayınlanan Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması 2 raporunda; kadınların günlük ortalama 4,5 saat; erkeklerin ise 4,3 saat televizyon izledikleri tespit edilmiştir

279 291 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/21. Yüzyıl Okur-Yazarlık Türleri... (RTÜK 2009: 7). Sadece televizyon aracına ait bu ortalamalar düşünüldüğünde bile kitle iletişim araçlarının toplum üzerindeki etkisi anlaşılmaktadır. Eğer medya hayatımızda bu kadar etkiliyse bu noktada yapmamız gereken şey kitap almayı ya da okumayı bırakmak, dergi ve gazete aboneliğimizi iptal etmek veya radyo, televizyon ve internetle olan bağlarımızı tamamen koparmak mıdır? Ancak biz ne yaparsak yapalım saldırgan bir yapısı olan medya araçlarının etkisinden kurtulmamız o kadar da kolay gözükmemektedir. Peki, bizler bu durumda ne yapabiliriz? Bu konuda verilebilecek en iyi cevap kendimizi kültürün bir parçası olan medyadan soyutlamak yerine onu bilinçli bir şekilde kullanabilecek ve ilettiği mesajları süzebilecek bir beyin mekanizmasına sahip hale getirebilmek olacaktır (Potter 2005). Bu nedenle birinci adımda medyanın toplum üzerindeki etkilerini tespit etmek, kültürel konumlamasını yapmak, ikinci adımda ise bireyleri medyaya karşı bilinçli hale getirmek önem arz etmektedir. Bu noktada, mesajların oluşturulmasında ve aktarılmasında kültürel, ekonomik, politik ve teknolojik sınırlılıkların farkında olma (Lewis-Jhally 1998) olarak tanımlanan ve son dönem eğitimciler tarafından grip aşısının pedagojik muadili olarak görülen medya okuryazarlığı karşımıza çıkmaktadır. Medya okuryazarlığı en genel anlamda medya araçlarından gelen iletileri tüm boyutlarıyla anlamlandırmak ve medya ürünleri oluşturabilmektir. Medya okuryazarlığında düşük seviye medya okuryazarlığı (low level of media literacy) ve yüksek seviye medya okuryazarlığı (high level of media literacy) olmak üzere iki temel seviyeden bahsetmek mümkündür (Potter 2005: 11). Buna göre düşük seviye medya okuryazarlığı; medya ürünlerini tanımak, takip etmek veya izlemektir. Yani bu seviyede medyanın ürünlerinden haberdar olma söz konusudur. Yüksek seviye medya okuryazarlığı ise; medya ürünlerinden gelen mesajları yorumlayabilme, tartışabilme ve farklı türden medya araçları kullanarak mesaj iletme ve paylaşma becerisidir. Çevremize baktığımızda birçok insanın günlük yaşantısının içerisinde yer alan medya ile ilgili düşük seviye medya okuryazarlığı becerisine sahip olduğunu görürüz. Ancak medya okuryazarlığı eğitiminde asıl önemli olan bireylere yüksek seviye medya okuryazarlığı becerisi kazandırmaktır. Medya okuryazarlığı, iletilen mesajın anlamını etkili bir biçimde açıklayabilmek için bireylerin ortaya koyduğu bir dizi görüştür. Bireyler bu görüşleri kendi yapılarından oluşturur. Bu bilgi yapılarını oluşturabilmek için de çeşitli araçlara ve hammaddelere ihtiyaç vardır. Buradaki araçlar yetenekler (skills), ham madde ise medya ve gerçek dünyadan

280 292 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. M. KURUDAYIOĞLU-M. S. TÜZEL gelen bilgilerdir. Dolayısıyla bireyler verilen mesajların doğasından haberdar olurlarsa, hangi şartlar altında iklimlendiğini anlarlarsa medyanın etkisinden ve zararlarından kaçınabilirler (Potter 2005: 22). Medyanın etkisi ve zararları ile ilgili olarak medya okuryazarlığı eğitiminde üzerinde durulması gereken konuları Kanada Medya Eğitimi Örgütleri Derneği (CAMEO) şu şekilde sıralamaktadır: Medya ürünleri yapılandırılmıştır: Medya ürünleri gerçeği olduğu gibi yansıtmaz. Her medya ürünü belirli bir ekip tarafından hazırlanan ve medya patronlarının, ekonomik güç sahiplerinin, siyasi otoritenin istekleri doğrultusunda şekillenen özellikleri içerir. Medya gerçeği yapılandırır: Yansıtılmak istenen mesaja uygun olarak seçilmiş medya araçları ile sunulmak istenen mesaj yapılandırılmaktadır. Örneğin, yaz mevsiminde üzerine palto giymiş birinin fotoğrafını çekerek, oradaki havanın oldukça soğuk olduğu aktarılabilir. Medya mesajlarını seyirciler anlamlandırır: Verilmek istenen mesaj her ne kadar iyi tasarlanmış veya kurgulanmış olsa da seyircilerin mesajı anlamlandırma süreçlerindeki katkıları göz ardı edilemez. Bu anlamlandırma sürecinde seyircinin ön bilgileri etkili olduğundan, medya kullanıcılarının ön bilgilerinin nasıl yapılandırıldığı konusunda da bilinçli olmaları sağlanmalıdır. Medya mesajları ticaridir: Medya şirketlerinin seyircisini/kullanıcısını reklam veren şirketlere pazarladığı unutulmamalıdır. Dolayısıyla medya iletilerinin ticari kaygılarının olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Medya mesajlar belirli ideoloji ve değerler içerir: Her medya iletisinin belirli değerleri ve ideolojileri bünyesinde barındırdığı unutulmamalıdır. Genel hatları ile bu şekilde özetleyebileceğimiz medya okuryazarlığı dersinin ülkemizdeki durumunu kronolojik olarak okuduğumuzda dersin geçmişinin oldukça yeni olduğunu görürüz. 22 Ağustos 2006 tarihinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu arasında Öğretim Kurumlarına Medya Okuryazarlığı Dersi Konulmasına Dair İşbirliği Protokolü imzalanarak, her iki kurumun yükleneceği sorumluluklar ve görevler belirlenmiştir. İlköğretim Seçmeli Medya Okuryazarlığı Dersi Öğretim Programı tarihinde MEB Talim ve Terbiye Kurulunda görüşülerek kabul edilmiştir. Bu protokol çerçevesinde, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulundan bu dersi okutacak öğretmenler ve bu dersin okutulacağı pilot okulların belirlenmesi istenerek, Ankara da 7 10 Eylül 2006 tarihleri arasında dört gün süreyle Eğitici Eğitimi Programı gerçekleştirilmiştir. Bu

281 293 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/21. Yüzyıl Okur-Yazarlık Türleri... program kapsamında medya okuryazarlığı dersi verilecek pilot okullardaki 20 Sosyal Bilgiler Öğretmeni eğitimden geçirilmiştir. 5 okulda ise pilot uygulama yapılmıştır yılı itibariyle ise pilot uygulama sona ermiş ve medya okuryazarlığı dersi ilköğretim ikinci kademe sınıflarına yönelik seçmeli bir ders olarak programa eklenmiştir. Bilgi Okuryazarlığı Bilgi çağı olarak adlandırılan çağımızda bilgi ve belgelerin boyutları inanılmaz rakamlara ulaşmış durumdadır. Örneğin 2005 yılında dünyada 968,735 kitap basılmıştır (Lyman-Varian 2003 den akt. akt: Potter 2005: 4). Bu kitapları okuyabilmemiz için 24 saat boyunca hiç uyumamamız ve her 32 saniyede bir kitap bitirmemiz gerekmektedir. Tabii ki bu noktada bundan önceki yıllarda basılmış olan 66 milyon kitabı bitiremeyeceğimizi de göz ardı etmememiz gerekir. Ayrıca dünyada her yıl 31 milyon saatlik orijinal televizyon programı üretilmekte ve sadece bu programları izlemek için hiç ara vermeden 35 yüzyıla ihtiyacımız olmaktadır (Potter 2005: 5). İnternetin hayatımıza girmesiyle birlikte bu kitaplara ve yayınlara ulaşmak da kolaylaşmış, elektronik veritabanları, e-kitap teknolojileri ile kaynaklara ulaşımda zaman ve mekân kavramları ortadan kalkma noktasına gelmiştir Durum böyle olunca kaynaklarda yer alan bilgiye sahip olmak kadar; bilgi kaynaklarına bilinçli yönelim, seçicilik, eleştirel bakış açısı, yeniden ulaşabilme ve değerlendirme yeteneklerine de sahip olmak önem arz etmektedir. 21. yüzyılda bireylerin karşılaştığı bilgi yükünü hafifletme konusunda yardımcı bir rol üstlenen bilgi okuryazarlığı, bu işlevi nedeniyle önem arz etmektedir. Bilgi okuryazarlığı, bilgiyi etkili kullanabilmek amacıyla, gerek yazılı gerekse de görsel medya ürünlerini tanıyabilme, istenilen bilgiyi bulabilme, değerlendirebilme ve seçebilme becerisi olarak tanımlanabilir (Altun 2005: 49). Bilgi okuryazarlığı geleneksel okuryazarlığın ve elektronik okuryazarlığının tanımını genişletmekle birlikte onlardan ayrılan yönü; aktif katılıma ve istenilen bilgiyi seçip yeniden ulaşabilmeye dayanıyor olmasıdır. Bilgi okuryazarı denildiğinde, hem geleneksel anlamda kütüphane hizmetlerinden ve araçlarından yararlanabilen bireyleri; hem de internet üzerinden sunulan bilgi kümelerini ve bilgi arama araçlarını etkili biçimde kullanabilme becerileri kazanmış bireyleri anlamamız gerekir. Yapılan bu tanımın ve ayrımın anlam kazanabilmesi için belki de ilk olarak bilgi kavramının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. İngilizcede bilgi kavramına karşılık information (alınan bilgi) ve knowledge (yapılandırılan bilgi) kelimelerinin kullanıldığını görmekteyiz. Potter (2005) günlük dilde bu kelimelerin birbirlerinin yerlerine

282 294 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. M. KURUDAYIOĞLU-M. S. TÜZEL kullanıldığını belirtmektedir. Ancak iki kelimenin terimsel anlamları birbirinden farklıdır. Information (alınan bilgi) : Bireyin karşılaştığı, ona doğrudan doğruya sunulan ve başkasının üretimi olan bilgidir. Yani bireyin zihinsel bir işlem sonucunda ulaşmadığı; kendinden bağımsız bir ortamdan ham olarak elde ettiği bilgi türüdür. Knowledge (yapılandırılan bilgi) ise: Bireyin kendinden bağımsız olarak elde ettiği bilgiyi yeniden yapılandırması, kendine mal etmesi sonucu oluşturduğu bilgidir. Yani bireyin zihinsel çabasını istemli şekilde kullanarak yorumladığı ve yapılandırdığı bilgi türüdür. Ancak bilinmelidir ki bu iki bilgi türü arasında öznellik yahut nesnellik türünden bir ayrım yoktur. Esas ayrım, kişinin kendi yapılandırmasına dayalı bir bilgi olmasına yahut aktarılan bilginin aynen tekrarlanmasına dayalı bir bilgi olmasındadır. Yapılandırılan Bilgi ve Alınan Bilgi ayrımına vardıktan sonra bilgi okuryazarlığının tanımı yapmanın daha kolay olacağı düşüncesindeyiz. Bu bakış açısı ile bilgi okuryazarlığını; yazılı ya da görsel/elektronik yoldan elde edilen alınan bilgileri seçip sınıflayarak yapılandırılan bilgi şekline dönüştürme çabası olarak tanımlamak mümkündür. Elektronik Okuryazarlık Enformasyon veya bilgi çağı olarak da adlandırılan bilgisayar teknolojisi üzerine kurulu yeni toplum düzeni çerçevesinde toplumsal açılımlar olarak kavramların önüne bazen enformasyon bazen de elektronik anlamına gelen e- ön eki getirilerek e-devlet, e-hukuk, e-ticaret ve e- toplum gibi birçok yeni kavram tanımlanmakta ve uygulama yolları aranmaktadır (Altun 2005: 12). Ancak toplumsal anlamda gerçekleştirilen bu uygulamaların anlam kazanabilmesi, yapılan yatırımların karşılığını bulabilmesi için geleneksel okuryazarlığın yanı sıra elektronik okuryazarlığın da toplumun tabanına yayılması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında elektronik okuryazarlık, geleneksel okuryazarlığın bir alternatifi olarak değil tamamlayıcısı olarak görülmelidir (Tuman 1994). En genel anlamda elektronik ortamda yer alan iletileri anlamlandırma ve elektronik ortama yönelik ileti oluşturma süreci olarak tanımlayabileceğimiz elektronik okuryazarlık, bireylerin birbirleri ile yahut devlet ile ilişkilerini düzenler hale gelmiştir. Arkadaşlarıyla e-posta yoluyla iletişim kuran öğrenci; çocuğunun devamsızlık durumunu Milli Eğitim Bakanlığı nın e-okul projesi doğrultusunda okula gelmeden bilgisayar ekranından görüntüleyen veli; yılsonunda öğrencilerin notlarını internet ortamına aktarmak zorunda olan öğretmen, değişen okuryazarlık modelinin eğitime yansımasını gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla elektronik okuryazarlık önce etkin vatandaş sonrada etkin veli, etkin öğretmen olmak için oldukça önemli bir beceri olarak önem kazanmaktadır.

283 295 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/21. Yüzyıl Okur-Yazarlık Türleri... Girişte de belirtildiği üzere okuryazarlık toplumsal ve teknolojik gelişmelere paralel doğrultuda sürekli olarak anlam sahasını genişleten, yeni anlamlar kazanan, önüne aldığı nesneye göre çok anlamlılık gösteren bir olgudur. Gelecekte yaşanacak teknolojik gelişmeler doğrultusunda da yeni okuryazarlık modellerinin ortaya çıkması muhtemel görünmektedir. Burada üzerinde durulan bu 4 okuryazarlık modeline ek olarak bilgisayar okuryazarlığı, ekran okuryazarlığı, sinema okuryazarlığı ve kültür okuryazarlığı gibi başka okuryazarlık modelleri de vardır. Ancak hem okuma modellerinin büyük oranda benzerlikler göstermesi hem de bazı okuma modellerinin belirli disiplinlere özgü olması nedeniyle konu bu 4 okuryazarlık modeli ile sınırlı tutulmuştur. Türkçe Eğitimi ve Yeni Okuryazarlıklar Bireylerin çağdaş toplumun işlevsel bir üyesi olabilmesi, kendi iş ve yaşam koşullarını düzenleyebilmesi; özgür, bağımsız ve katılımcı bir kişilik oluşturabilmesi; hepsinden de öte çağdaş bir bakış açısı kazanabilmesi okuryazarlık becerilerini geliştirebilmelerine bağlıdır. Yalnızca yazılı ve basılı metinler ile sınırlı kalan; öğrencilerin çevrelerini sarmış durumda olan görsel ve elektronik metinler ile zenginleştirilmeyen ilköğretim Türkçe dersleri öğrencilerin yaşantılarından uzak kalmakta, bu durumda derslerin öğrenciye hitap edememesine neden olmaktadır. Ana amacı öğrenciye ifade becerisi kazandırmak olan Türkçe derslerinde hareket noktasını oluşturan metinlerin belirli bir iletiye sahip olması ve öğrencide edebî zevk oluşturması gereği ön plana çıkmaktadır; ancak bu derslerin işlevsel olması gereği de vardır (Cemiloğlu 2009). İşlevsellikten kasıt öğrencinin derste edindiği bilgi ve becerileri hayatında uygulayabilmesidir. Dolayısıyla yukarıda yapılan açıklamalar da göz önünde bulundurulduğunda dünyada birçok ülkede anadili dersleri açısından metin algısının değiştiğini söylemek mümkün gözükmektedir. Örneğin İngiltere, Kanada, Avustralya, Kuzey İrlanda gibi ülkelerde İngilizce derslerinin içerisine ekstra program aktiviteleri (extra-cirricular activities) ile medya okuryazarlığı, görsel okuryazarlık gibi modern okuryazarlık modelleri eklendiği görülür. Buna benzer bir yaklaşımın da ülkemizde, 2005 yılında uygulamaya konulan TDÖP 1-5 ve 2006 yılında uygulamaya konulan TDÖP 6-8 ile getirilmeye çalışıldığı görülür. Bu programların taslak metinlerinin her ikisinde de görsel okuma ve görsel sunu öğrenme alanı yer almasına karşılık ikinci kademe programının uygulamaya konulan halinden bu öğrenme alanı atılarak dinleme öğrenme alanının dinleme/izleme öğrenme alanı olarak genişletildiği görülür. İlköğretim birinci kademe Türkçe derslerine yönelik olarak görsel okuma ve görsel sunu öğrenme alanının şemsiye bir öğrenme alanı ola-

284 296 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. M. KURUDAYIOĞLU-M. S. TÜZEL rak 21. yüzyıl okuryazarlık modellerini geliştirmeye yönelik algılanması mümkündür. Ancak birinci kademe programı incelendiğinde bu öğrenme alanına yönelik etkinliklerin okuryazarlık modellerinin öngördüğü becerileri geliştirici düzeyde olmadığı görülmektedir. İkinci kademe programında yer alan dinleme/izleme öğrenme alanına yönelik etkinlikler açısından benzer sıkıntılar yer almakla birlikte izleme becerisine yönelik etkinliklerin yok denecek kadar az olduğu görülmektedir. Bu alan daha çok sözde kalmış; uygulamaya geçirilememiştir. Örneğin dinleme becerisine yönelik olarak programda Her temada bir dinleme metni yer alacaktır. ibaresine yer verilmiş ve bu amaçla da öğretmen kılavuz kitaplarına ses cd leri eklenmiştir. Aynı başlık altında toplanan izleme becerisinin nasıl geliştirileceği konusunda ise ne bir kılavuzlama yapılmış ne de bu beceriye yönelik etkinlik örneklerine yer verilmiştir. Sonuç olarak ne açıdan bakarsak bakalım programın 21. yüzyılın gereği olan okuryazarlık modelleri açısından yeniden ele alınması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yeni teknolojileri günlük yaşantılarında kullanamayan bireylerden oluşan bir toplum, bu araçları toplumsal amaçlarına cevap verecek şekilde şekillendirmektense kendi toplumsal yaşantılarını etkilemelerine izin verecek, hatta bunun farkına varamayacak düzeye gelecektir (Altun, 2005: 11). Dolayısıyla gerek toplumsal iletişimin nesiller arasında kopmadan devam edebilmesi gerekse de bireylerin teknoloji ile barışık bir yaşam sürebilmeleri için modern okuryazarlık becerileri ile donatılmaları gerekmektedir. Bu görevin yerine getirilmesinde de en büyük pay dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de iletişim becerilerinin edinildiği ana dili derslerinin olması gerekmektedir. KAYNAKÇA DERSON, J. C. (2000) Assesing Reading, Cambridge University Pres, Cambridge. ALTUN, A. (2005) Gelişen Teknolojiler ve Yeni Okuryazarlıklar. Ankara: Anı Yayıncılık. BURMARK, L. (2002), Visual Literacy (Learn to See, See to Learn), Association for Supervision & Curriculum Development. CEMİLOĞLU, M. (2001) İlköğretim Okullarında Türkçe Öğretimi, Alfa Aktüel, İstanbul: CEMİLOĞLU, M. (2009) Dil Bilimi Açısından Türkçe Yazılı Anlatım ve Anlatım Teknikleri Öğretimi, Alfa Aktüel, İstanbul. ELKİNS, J. (2003), Visual Studies, A Skeptical Introduction. New York and London: Routledge, UK. FELTEN, Peter (2008) Visual Literacy Change November-December s

285 297 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/21. Yüzyıl Okur-Yazarlık Türleri... FREEDMAN, K Ve F. Hernandez (1998), Curriculum, Culture And Art Education: Contemporary Perspectives, State University of New York Press, New York. GEERTZ, C. (1980) Blured genres. The American Scholar, S. 49, s GÜNEŞ, F. (2000) Uygulamalı Okuma Yazma Öğretimi, Ocak Yayınları, Ankara. İŞLER, Şinasi (2002), Günümüzde Görsel Okuryazarlık Ve Görsel Okuryazarlık Eğitimi, Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. XV(1), s KELLNER, D. (2001), New Technologies/New Literacies:Reconstructing Education fort he nwe millenium. International Journal of Technology and Design Education, S. 11, s KRESS, G. (2003), Literacy in the New Media Age. London: Routledge. LEWİS, J.-Jhally, S. (1998), The Struggle Over media Literacy. Journal of Communication, S. 48, s LESTER, P. M. (2000), Visual Communication: Images with Messages, 2nd Ed., Wadsworth. LONGMAN (2003), Dictionary of Contemporary English, Pearson Longman, UK, MANGUEL, A. (2001), Okumanın Tarihi. (çev. Füsun Elioğlu), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. MCFADZEAN, E. ve McRenzie, J. (2001), Ficilitating Virtual Learning Groups: A practical approach, Journal of Management Development, S. 20(6), s MEB (2006), İlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu (6,7,8, Sınıflar), MEB Yayınları, Ankara. MEB (2005), İlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu (1-5. Sınıflar), MEB Yayınları, Ankara. MESSARİS, Paul (1994), Visual Literacy: Image, Mind and Reality, Westview Pres, Oxford. OBLİNGER, D. G (2005), Educating The Net Generation Educause, Boulder. Oring, S. (2000), A Call For Visual Literacy, School Arts, April, s ROBERTSON, M.S.M. (2007), Teaching Visual Literacy İn The Secondary English/ Language Arts Classroom: An Exploration Of Teachers Attitudes, Understanding And Aplication, krex.k-state.edu/dspace/ handle/2097;/269-14k (Son Erişim Tarihi: ). PARSA, Alev Fatoş (2004) İmgenin Gücü Ve Görsel Kültürün Yükselişi Ana Dili: 33,

286 298 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. M. KURUDAYIOĞLU-M. S. TÜZEL PETTERSON, Rune (1993), Visual İnformation, Educational Technology, Cliffs, Englewood. POTTER, James (2005), Media Literacy, Third Eddition, CA: Sage Publications. RTÜK (2009), Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması 2, Kamuoyu, Yayın Araştırma ve Ölçme Dairesi Başkanlığı, Ankara. SANDERS, B.(1999), Öküzün A sı- Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi, (çev. Tahir Şehnaz), Ayrıntı Yayınları, Ankara, TİTON, J. T. (1995), Text. The Journal Of American Folklore, S. 108, s TUMAN, M. (1994), Word Perfect: Literacy in Computer Age, Falmer, London &Philadelphia.

287 İSTASYON TEKNİĞİNİN YARATICI YAZMA BECERİSİ KAZANDIRMAYA VE DERSE KARŞI TUTUMA ETKİSİ Dr. Sedat MADEN Arş. Gör. Erhan DURUKAN ÖZ: Bu çalışmanın amacı istasyon tekniğinin ilköğretim öğrencilerinin yaratıcı yazma becerileri ve Türkçe dersine karşı tutumları üzerindeki etkisini değerlendirmektir. Bu amaçla araştırmada Kontrol Gruplu Ön test-son test Modeli kullanılmıştır. Deney grubunda ders istasyon tekniğiyle, kontrol grubunda ise geleneksel yöntemle yürütülmüştür. Araştırmanın çalışma grubu Erzurum il merkezindeki bir ilköğretim okulunda öğrenim gören sınıf öğrencisinden oluşmaktadır. Veriler araştırmacılar tarafından geliştirilen Yazılı Anlatım Değerlendirme Formu ve MEB (EARGED) tarafından geliştirilen Türkçe Dersine Yönelik Tutum Ölçeği ile toplanmış; SPSS 11.5 programında U ve Z testleriyle analiz edilmiştir. Çalışma sonunda istasyon tekniğinin yaratıcı yazma becerileri ve Türkçe dersine karşı tutum üzerinde geleneksel yönteme göre daha etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: İstasyon tekniği, Türkçe öğretimi, yaratıcı yazma, tutum. The Effects of Station Technique on Creative Writing Ability and Its Attitudinal Effect on Turkish Lesson ABSTRACT: The purpose of this study is to evaluate the station technique on primary school students creative writing ability and its attitudinal effects on Turkish lessons. For his purpose Pre-test Post-Test research design with Control Group has been designed. The Station technique was used in the experimental group whereas the traditional method was applied in the control group. The research sample consisted 47 students primary school at the 6th grade in Erzurum providence. The research data collected with Writing Expression Evaluation Form developed by researchers and Attitude Scale for Turkish Lesson developed by MEB (EARGED). The research data were analyzed with SPSS version 11.5 program with U and Z tests. At the end of study, it has been found Cumhuriyet Üni, Eğt. Fak. Türkçe Eğt. Böl. sedd52@gmail.com KATÜ. Fatih Eğt. Fak. Türkçe Eğt. Böl. erhandurukan@gmail.com

288 300 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Sedat MADEN-Arş Gör. Erhan DURUKAN that the station technique is more effective than the traditional teaching method on creative writing ability and its attitudinal effects on Turkish lesson. Key Words: Station technique, Turkish teaching, creative writing, attitude. GİRİŞ 2005 yılından itibaren uygulamaya konulan yeni öğretim programlarıyla birlikte öğrenciyi merkeze alan yaklaşım, yöntem ve tekniklerin kullanımı önem kazanmıştır. Yenilenen programın ve yeni yöntem/tekniklerin kullanıldığı derslerden biri de Türkçe dersleridir. Türkçe derslerinin kendi içinde bir amaç ders, diğer dersler içinse bir araç ders niteliği taşıması Türkçe derslerinde akademik başarının yüksek tutulmasını ve bu derse karşı tutumu artırıcı tekniklerin kullanılmasını önemli hâle getirmektedir (Özbay 2009; Kırkkılıç-Akyol, 2007). Öğrencilerin derse karşı tutumlarıyla başarıları arasında olumlu yönde bir ilişkinin olduğu yerli ve yabancı birçok çalışmada ortaya konulmuştur (Güzel 2004; Singh Granville-Dika 2002; Martin vd. 2000; Mullis vd. 2000; Kanai-Norman 1997; Ma-Kishor 1997; Neathery 1997; McLeod 1992; Baykul 1990). Bu nedenle Türkçe derslerinde de hem öğrencilerin tutumlarını olumlu yönde etkileyici hem de onların akademik başarılarını artırıcı yöntem/tekniklerin kullanılması daha faydalı olacaktır. Öğrencilerin tutumlarını ve başarılarını olumlu yönde etkileyeceği düşünülen yeni uygulamalardan biri de istasyon tekniğidir. İstasyonlarda öğrenme 1900 lü yılların basında Montessori ile başlayan, Dewey in eğitim felsefesiyle şekillenerek, Piaget ve Vygotsky nin yapılandırmacılık görüşlerinden etkilenerek 60 ve 70 lerde tanınmış bir model olmuştur. Günümüzde ise yapılandırmacı eğitim kuramının ışığında, Gardner in Çoklu Zekâ Kuramıyla desteklenerek sınıflarda farklılaştırılmış öğretim aracı olarak kullanılabilmektedir (Demir 2008). Öğrenme istasyonları ilköğretim araçlarından biri olan öğrenme merkezlerinden geliştirilmiştir (Fox 2004). Öğrenme merkezleri fikri ise dünyada, ilköğretim eğitiminden ortaya çıkmıştır (Milner-Milner 2004). Öğrenme merkezleri ilköğretimde öğrencilerin tek veya grup olarak bir kavramı yapılandırırken, bir konuyu keşfederken veya bir beceriyi kazanmak için sınıfta düzenlenmiş alanlar olarak tanımlanabilir (McClay 1996). Bu eğitsel yapı öğretmenlerin orta öğretimde öğrenmeyi etkin kılan, uygulamaya yönelik, bazen daha iş birlikli ve sosyalleşmeye imkân sağlayan, bazen de daha bireysel ve yansıtıcı ortamlar sunan istasyonlarda öğrenme olarak adlandırılmaktadır (Milner-Milner 2004). İstasyon tekniği son yıllarda özellikle Avrupa daki okullarda kullanılan bir yöntemdir. İstasyonlarda öğrenme, öğrencinin seçilen birkaç

289 301 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İstasyon Tekniğinin... konu çerçevesinde çalıştığı veya duruma göre konunun parçalara ayrıldığı ve sonra çalışmaların bir araya getirildiği bir ders biçimidir (Demirörs 2007). İstasyonlarda öğrenme, bütün sınıfın her aşamaya (her istasyona) katkı sağlaması yoluyla bir önceki grubun yaptıklarını ileri götürmeyi öğreten örgenci merkezli bir yöntemdir (Gözütok 2007). İstasyon tekniğinde yapısal ve kavramsal düşüncenin, zor konuların ve üst düzey becerilerin kazandırılmasında istasyon modeli hazırlanmakta ve bu çerçevede zorunlu ya da seçimli istasyonlar oluşturulmaktadır. Öğrenciler eş zamanlı olarak belirtilen sürede bu istasyonlara uğramakta ve karşılıklı etkileşim ve iletişim yoluyla tüm duyu organlarını da işe koşarak etkinliklere katılabilmektedir. Yapılan çalışmalarda bu modelin hem içerik hem de yöntem olarak öğrencilerin beğenisini kazanan bir uygulama olduğu vurgulanmıştır (Morgil 2002). İstasyon tekniğinin özellikleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir: * Her öğrenci kendine uygun öğrenme yolunu bulur. * Her öğrenci kendine uygun öğrenme hızında çalışır. * Her öğrenci (en azından kısmen) çalışmanın ağırlık noktasını kendisi belirler, (hem de) ilgisine yönelik çalışır. * Bu çalışma ile her öğrenci aynı zamanda kendi öğrenme stratejilerini öğrenir / deneyim kazanır, uygular ve farklı öğrenme tekniklerini dener. * Öğrenme istasyonları kendini yönlendirme için alıştırma alanıdır ve özgüvenin artmasını destekler. olur. * Öğretmenlerin ders sırasında gözlem için daha çok zamanları * Öğretmenin öncelikli görevi danışmanlıktır. * İstasyonlardaki malzeme ve ödevler, onların etkin uygulama alanı bulmasını sağlar. Malzemeler, sadece bir adet (ya da çok az sayıda) gereklidir, sınıf sayısı kadar olması gerekmez. * Malzeme, yapılan ödevin aynı zaman dilimi içerisinde kontrol olanağı ile öğrencinin kendisinin de kontrol etmesine olanak verir. * Öğrenme istasyonları, sosyal çalışma biçimlerinin ve öğrenme malzemesinin değişiklikler içermesi nedeniyle idealdir. * Öğrenme istasyonları, sürekli olarak içeriksel-tematik bağlantıya sahiptir. * Öğrenme istasyonları, ders planlanmasında, organizasyonunda, öğrencilerin çeşitli şekillerde katılımını sağlar (uygun alıştırma çeşitleri,

290 302 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Sedat MADEN-Arş Gör. Erhan DURUKAN istasyonlarda ödevler vb.) (Rauer-Salzenberg 2000 den akt. Demirörs 2007). İstasyon tekniğinde grupların oluşturulmasında ve istasyonlarda verilen görevlerin seçiminde sınıf seviyesi ve dersin amaçları göz önünde bulundurulur. Çalışmada kullanılan istasyon tekniğinin uygulama süreci hakkında bilgi Yöntem bölümünde ele alınmıştır. Bu çalışmada da istasyon tekniğinin Türkçenin alt öğrenme becerilerinden biri olan yaratıcı yazma becerisine ve derse karşı tutuma etkisini belirlemek amaçlanmıştır. YÖNTEM Araştırma için deneysel modellerden Kontrol Gruplu Ön test-son test Modeli kullanılmıştır. Çalışmada deney grubunda istasyon tekniği; kontrol grubunda ise geleneksel öğretim yöntemi uygulanmıştır. Çalışma Grubu Araştırmanın çalışma grubunu, öğretim yılında Erzurum il merkezindeki bir ilköğretim okulunda öğrenim gören sınıf öğrencisi oluşturmuştur. Çalışma grubu, rastgele ikiye bölünmüş ve istasyon tekniğinin uygulandığı deney grubu 25, geleneksel öğretimin uygulandığı kontrol grubu 22 öğrenciden oluşmuştur. Veri Toplama Araçları Yazılı Anlatım Değerlendirme Formu(YADF) Yazma becerisindeki başarı, hikâye tamamlama şeklinde yapılan serbest yazma çalışması ile ölçülmeye çalışılmıştır. Serbest yazma çalışması ürünlerini değerlendirmek için araştırmacılar tarafından Yazılı Anlatımı Değerlendirme Formu geliştirilmiştir. Değerlendirme formunu geliştirme aşamasında Türkçe Dersi Öğretim Programı ndaki yazma becerisi kazanımları, Yazılı Anlatımı Değerlendirme Formu (MEB 2006: 236) ve literatürdeki çalışmalar dikkate alınmıştır. Değerlendirme formundaki ölçme maddeleri için alan uzmanlarının ve Türkçe öğretmenlerinin görüşlerine başvurulmuştur. Kapsam geçerliliği bu şekilde sağlanmış olan 15 maddelik değerlendirme formu hem madde içerikleri hem de madde not değerleri açısından Türkçe eğitimi akademisyenleri tarafından incelenmiş ve bazı değişikler neticesinde son hâli verilmiştir. 15 maddelik YADF ile yazılı anlatım ürünleri şekil, dil ve anlatım, noktalama/imla ve gerçekhayali unsurların kullanımı açısından (100 üzerinden) değerlendirilmiştir. YADF, uygulama öncesinde ön test ve sonrasında son test olarak öğrencilerin yazma ürünlerini değerlendirmede araştırmacı tarafından kullanılmıştır.

291 303 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İstasyon Tekniğinin... Türkçe Dersine Yönelik Tutum Ölçeği (TDYTÖ) Çalışma grubundaki öğrencilerin Türkçe dersine yönelik tutumlarını belirlemek için Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu nda (2006) yer alan 20 maddelik tutum ölçeği kullanılmıştır (MEB 2006: 233). 5-Tamamen Katılıyorum. 4-Katılıyorum. 3-Kararsızım. 2-Katılmıyorum. 1-Kesinlikle Katılmıyorum. şeklinde 5 li likert tipte hazırlanmış ölçeğin bazı maddeler (8 madde) olumsuz içeriğe sahip olduğu için ters yönde değerlendirmeye alınmıştır. TDYTÖ uygulama öncesinde ön test ve sonrasında son test olarak araştırmacı tarafından kullanılmıştır. Grup Adı Ön Test Uygulanan Teknik Son Test Deney (25) YADF TDYTÖ İstasyon Tekniği YADF TDYTÖ Kontrol (22) Geleneksel Öğretim Tablo 1 Uygulama Süreci Çalışmada istasyon tekniğinin uygulanmış olduğu deney grubu ile geleneksel öğretim metodunun uygulandığı kontrol grubunun yaratıcı yazma becerisine yönelik akademik başarıları arasında önemli bir farklılığın olup olmadığını belirlemek amacıyla uygulamanın başlangıcında her iki gruptaki öğrencilere de aynı konuda (Yazı Yazmanın Önemi) serbest yazma çalışması yaptırılmış; ürünleri değerlendirmek için hem deney grubuna hem de kontrol grubuna YADF ön test ve uygulama sonunda da son test olarak uygulanmıştır. YADF den elde edilen veriler ışığında örneklemi oluşturan öğrenciler arasında belirgin bir farkın olmadığı tespit edilmiş ve deney ile kontrol grupları yansız atama tekniği ile oluşturulmuştur. Uygulama Süreci Deney ve kontrol grubundaki yazma çalışmaları, ilköğretim 8. sınıf Türkçe dersinde haftada 3 ders saati olmak üzere 2 hafta süreyle çalışma (deney-kontrol) grubunda dersin öğretmeni tarafından ilgili yöntem ve teknik kullanılarak işlenmiştir. Araştırmacılar, ders öğretmenlerine deney ve kontrol grubunda yapılacak uygulamalarla ilgili gerekli bilgileri ve kullanılacak dokümanlarla ilgili dikkat edilmesi gereken noktaları öğretecek bir haftalık strateji eğitimi vermişlerdir. Özellikle deney grubunda derse girecek Türkçe öğretmenine istasyon tekniğinin özellikleri, farklılıkları ve uygulama aşamaları detaylı bir şekilde örneklendirilerek anlatılmıştır.

292 304 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Sedat MADEN-Arş Gör. Erhan DURUKAN Deney Grubuna Yönelik İşlemler: Deney grubundaki öğrencilere, önce istasyon tekniğinin gerektirdiği grup çalışmaları hakkında bilgi verilmiştir. Grupların nasıl oluşturulacağı, yapılacak görevlerin nasıl dağıtılacağı ve etkinliklerin ne şekilde yürütüleceği açıklanmıştır. Deney grubunda bulunan 25 öğrenci öğretmenleri tarafından 5 istasyona ayrılmıştır. Gruplar dersin öğretmeni tarafından cinsiyet ve başarı özellikleri dikkate alınarak heterojen bir şekilde oluşturulmuştur. Yaratıcı yazma becerisi kazandırmak için deney grubundaki 5 ayrı istasyona kendi istek, hayal ve düşünceleri doğrultusunda yazı yazmaları için 5 ayrı konu verilmiştir. Konuların açık uçlu, geliştirilebilir, hayal gücünü kullanmaya izin veren ve yaratıcı yönünün olmasına dikkat edilmiştir. Öğretmen; istasyonlardaki öğrencilerin yazma çalışmasına başladıktan sonra hep aynı istasyonda kalmayacaklarını, kendisinin işareti ya da yönlendirmesi ile bir diğer istasyona geçeceklerini, oradaki yazma çalışmasını diğer öğrencilerin kaldıkları yerden devam ettirmeleri gerektiğini, bu sürecin tüm istasyonlar dolaşılana kadar süreciğini belirtmiştir. 1) Birinci istasyon 2100 lü yıllarda Türkiye nin Milli Eğitim bakanı olduğunuzu hayal edin. Okullardaki bulunan eğitim ortamlarını nasıl değiştirirdiniz? sorusundaki konu hakkında; 2) İkinci istasyon Bir zaman makinesiyle geçmişe gitme imkânın olsaydı, hangi tarihî şahsiyet ile hangi konuları hangi amaçla görüşmek isterdin? sorusundaki konu hakkında; 3) Üçüncü istasyon Bir sabah uyandığında bütün haber kanalları senin muhteşem buluşundan bahsediyor; çünkü sen bir bilim adamısın. Tarihe geçen buluşun ne olurdu, bunu ne için icat etmiştin (amacın neydi) ve icadının nerelerde kullanılmasını isterdin? sorusundaki konu hakkında; 4) Dördüncü istasyon Bir an için dünyaya yeniden geldiğini düşün. Bu kez sana dünyada istediğin herhangi bir canlı olabilme hakkı verilmiş. Ne olmak isterdin? Değiştikten sonraki ilk gününü bize anlatır mısın? sorusundaki konu hakkında; 5) Beşinci istasyon Yaşadığın bir günü ve yaşamak istediğin bir günü anlatır mısın? sorusundaki konu hakkında bir yazı yazmaları için görevlendirilmiştir. Her istasyonun kendi konusunda, bir yazı kaleme alması için önce fikir alışverişinde bulunması için öğretmen, konuları ile ilgili çeşitli sorular sorarak grubu motive etmeye çalışmıştır. Öğretmen her gruba konuları ile ilgili izleyecekleri olay örgüsünü 5 N 1 K kuralı ile kısaca

293 305 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İstasyon Tekniğinin... özetlemiştir. Tüm istasyonlara yazma eylemlerini birlikte sürdürmelerini, iş birliği yapmaları ve yazının her kısmını değerlendirmelerinin gerektiği hatırlatılmıştır. Ardından istasyonlar, yazılarını kaleme almaya başlamıştır. Öncelikle her istasyonun yazacağı konu için bir başlık, ad bulması istenmiş ve bu başlıklar (Bakanım Ben Her Şeyi Yaparım, Zaman Tüneli vb.) istasyon adı olarak çalışma sürecinde kullanılmıştır. 6 ders saatlik uygulama sürecinin toplam 4 ders saatinde yazma çalışmaları istasyonlarda sürdürülmüş, diğer 2 ders saatinde uygulama için giriş bilgileri verilmiş, ön test ve son test uygulanmıştır. 4 ders saati içerisinde öğretmen belirli aralıklarla istasyonlardaki öğrencilerin yerini değiştirmiştir. Yazma çalışması sonucunda toplam beş istasyonda beş metin yazılmıştır. Her metin istasyondaki öğrencilere aittir. Yazılan metinlerin değerlendirilmesi, önce istasyon üyeleri tarafından sonra dönüşümlü olarak her istasyondaki yazılmış ürün diğer istasyonlarca değerlendirilmiş ve puanlandırılmıştır. Düzeltmeler, inceleme sürecinde diğer istasyonlarca yapılmış ve metinlere son hâlleri verilmiştir. Yaratıcı yazma süreci istasyonlarda tamamlandıktan sonra öğretmen her istasyonun metnine diğer istasyonlarca verilmiş puanları toplayarak en beğenilen metni seçmiş, bu istasyona büyük ödül (kitap vb.) verilmiş, diğer istasyonlarda farklı ödüllendirmeler yapılmıştır. Kontrol Grubuna Yönelik İşlemler: Kontrol grubunda yaratıcı yazma becerisi kazandırmaya yönelik konu ve uygulamalar, geleneksel öğretim yöntemi ile dersin öğretmeni tarafından yapılmıştır. Kontrol grubunda birinci hafta ilk derste serbest yazma tekniğiyle (Yazı Yazmanın Önemi) ön testler uygulanmış ve yapılacak çalışmalarla ilgili öğrencilere bilgi verilmiştir. Daha sonra ikinci ve üçüncü derste öğretmen tüm sınıfa serbest bir şekilde yazacakları metinler için bir konu ( Damlaya damlaya göl olur. atasözünü açıklayınız.) vermiştir. Bu konuda tüm sınıfın bir yazı kaleme almasını istemiştir. İkinci hafta yazılan metinler toplanmış, öğretmen metinleri toplamış, öğrencilerin eksikliklerini belirlemiş ve düz anlatım yöntemi ile nasıl doğru ve yaratıcı yazılar yazabileceklerini anlatmıştır. Geleneksel öğretim yöntemiyle işlenecek konulara ait günlük planlar araştırmacı tarafından öğrencilerin kazanması gereken davranışları kapsayacak şekilde geliştirilmiştir. İkinci haftanın üçüncü ders saatinde son test (serbest yazma çalışması) uygulanmıştır. Uygulama 2 hafta süreyle her iki grupta da dersin öğretmeni tarafından sürdürülmüştür. YADF ve TDYTÖ deney (İstasyon) ve kontrol gruplarına (Geleneksel Öğretim) uygulama başında ön test ve sonunda son test olarak uygulanmıştır.

294 306 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Sedat MADEN-Arş Gör. Erhan DURUKAN Verilerin Analizi Deney ve kontrol gruplarının yaratıcı yazma uygulamalarındaki başarıları YADF ile Türkçe dersine yönelik tutumları da TDYTÖ ile belirlenmiş, ön test ve son test sonuçlarından elde edilen veriler SPSS paket programı ile analiz edilmiştir. Yaratıcı yazma becerilerine ve derse karşı tutuma yönelik verilerin analizinde, deney ve kontrol grubu öğrencileri arasında yazılı anlatım başarısı açısından anlamlı bir farkın olup olmadığını belirlemek için nonparametrik analiz yöntemlerinden U ve Z testleri kullanılmıştır. Araştırma bulgularına yönelik tüm analizlerde anlamlılık seviyesi (p) 0,05 olarak alınmıştır. BULGULAR ve YORUM A- Deney ve Kontrol Gruplarının Türkçe Dersi Başarısına Yönelik Bulgular Gruplar N Aritmetik Ort. Sd. Fark Sıra Ort. Sıra Top. U p Ön test Son test Deney 25 38,72 11,89 22,44 561,00 Kontrol 22 41,36 11,60 25,77 567,00 Deney 25 81,64 10,16 31,06 776,50 Kontrol 22 69,09 8,45 15,98 351,50 236,000,405 98,500,000 Tablo 2 Deney ve kontrol grubundaki öğrencilerin yaratıcı yazma başarıları ön-son test bulguları Tablo 2 te deney grubundaki öğrencilerle kontrol grubundaki öğrencilerin yaratıcı yazma ön test ortalamaları arasındaki ilişkiye bakıldığında deney ve kontrol grubu ön test puan ortalamaları arasında U= p>0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı bir farkın olmadığı tespit edilmiştir. Buna rağmen deney grubundaki öğrencilerle kontrol grubundaki öğrencilerin yaratıcı yazma son test ortalamaları arasındaki ilişkiye bakıldığında deney ve kontrol grubu son test puan ortalamaları arasında U= 98.50, p<0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı bir farkın olduğu tespit edilmiştir. Bulgulardan hareketle istasyon tekniği ile yaratıcı yazma çalışmaları yapılan deney grubundaki öğrencilerin yaratıcı yazma başarılarının geleneksel öğretim yöntemi ile ders işlenen kontrol grubundaki öğrencilere göre daha fazla arttığı ve kontrol grubundaki öğrencilerin deney gru-

295 307 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İstasyon Tekniğinin... bundaki öğrencilere göre yaratıcı yazma başarılarında daha düşük bir artışın olduğu söylenebilir. Gruplar N Aritmetik Sd. Sıra Sıra Z p Ort. Ort. Top. Deney Ön Test 25 38,72 11,89 Negatif Sıra,00, Son Test22 81,64 10,16 Pozitif Sıra 13,00 325,00 KontrolÖn Test 25 41,36 11,60 Negatif Sıra,00, Son Test22 69,09 8,45 Pozitif Sıra 11,50 253,00 Tablo 3 Deney ve kontrol gruplarının yaratıcı yazma başarıları ön-son test bulguları Tablo 3 incelendiğinde deney grubundaki öğrencilerin deney öncesi ve sonrası yaratıcı yazma ortalamaları arasında Z= 4.375, p<0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı bir farkın olduğu görülmektedir. Fark puanları sıra ortalamaları ve toplam değerler dikkate alındığında, son test değerlerinin ön testte göre farklılığına dair bulguların istasyon tekniği ile işlenen dersin etkiliği lehine olduğu söylenebilir. Bununla birlikte kontrol grubundaki öğrencilerin deney öncesi ve sonrası yaratıcı yazma ortalamaları arasında Z= 4.109, p<0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlılık bir farkın olduğu görülmektedir. Bu bulgudan hareketle, kontrol grubunda uygulanan geleneksel öğretimin yaratıcı yazma başarısı üzerinde etkili olduğu sonucuna ulaşılabilir Deney Kontrol Ön Test Son Test Grafik 1. Deney ve kontrol gruplarının yaratıcı yazma çalışmalarına ait bulgular

296 308 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Sedat MADEN-Arş Gör. Erhan DURUKAN Grafik 1 incelendiğinde deney ve kontrol gruplarının yaratıcı yazma başarıları ön test ortalamalarında farklılığın olmadığı ancak son test başarıları arasında deney grubu lehine anlamlı farkın olduğu görülmektedir. Bulgulardan hareketle deney grubunda uygulanan istasyon tekniği ve kontrol grubunda uygulanan geleneksel öğretim yönteminin yaratıcı yazma becerisi başarısı üzerinde etkili olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçtan yola çıkarak başarı üzerine etkisi açısından istasyon tekniğinin geleneksel öğretime göre daha etkili olduğu söylenebilir. B- Deney ve Kontrol Gruplarının Türkçe Dersine Yönelik Tutumlarına Ait Bulgular Gruplar N Aritmetik Ort. Sd. Fark Sıra Ort. Sıra Top. U p Ön test Son test Deney 25 2,62 1,035 24,50 612,50 Kontrol 22 2,53 1,008 23,43 515,50 Deney 25 4,51,176 31,88 797,00 Kontrol 22 3,86,751 15,05 331,00 262,500,785 78,000,000 Tablo 4 Deney ve kontrol grubundaki öğrencilerin Türkçe dersine yönelik tutumlarına ait ön-son test bulguları Tablo 4 te deney grubundaki öğrencilerle kontrol grubundaki öğrencilerin Türkçe dersine yönelik tutumlarına ait ön test ortalamaları arasındaki ilişkiye bakıldığında, deney ve kontrol grubu ön test puan ortalamaları arasında U= p>0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı bir farkın olmadığı tespit edilmiştir. Buna rağmen deney grubundaki öğrencilerle kontrol grubundaki öğrencilerin Türkçe dersine yönelik tutumlarına ait son test ortalamaları arasındaki ilişkiye bakıldığında deney ve kontrol grubu son test puan ortalamaları arasında U= , p<0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı bir farkın olduğu tespit edilmiştir. Bulgulardan hareketle istasyon tekniği ile dersin işlendiği deney grubundaki öğrencilerin Türkçe dersine yönelik tutumlarının geleneksel öğretim yöntemi ile ders işlenen kontrol grubundaki öğrencilere göre daha fazla arttığı ve kontrol grubundaki öğrencilerin deney grubundaki öğrencilere göre Türkçe dersine yönelik tutumlarında daha düşük bir artışın olduğu söylenebilir.

297 309 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İstasyon Tekniğinin Deney Kontrol 1 0 Ön Test Son Test Grafik 2. Deney ve kontrol gruplarının Türkçe dersine yönelik tutumlarına ait bulgular Grafik 2 incelendiğinde deney ve kontrol gruplarının Türkçe dersine yönelik tutumlarına ait ön test ortalamalarında belirgin bir farklılığın olmadığı ancak son testte deney grubu lehine tutum ortalamalarında farkın olduğu, ancak iki grupta da tutum düzeylerinin arttığı görülmektedir. Bulgulardan hareketle deney grubunda uygulanan istasyon tekniğinin ve kontrol grubunda uygulanan geleneksel öğretim yönteminin Türkçe dersine yönelik tutum üzerinde etkili olduğu ancak deney grubunda yapılan uygulamaların anlamlı bir şekilde daha etkili olduğu söylenebilir. SONUÇ VE TARTIŞMA İstasyon tekniğinin ilköğretim sekizinci sınıf öğrencilerine yaratıcı yazma becerileri kazandırma ve Türkçe dersine yönelik tutuma etkisini belirlenmeyi amaçlayan bu araştırmada, istasyon tekniğinin geleneksel öğretimden daha etkili olduğuna yönelik sonuçlara ulaşılmıştır. Elde edilen bulgularda, deney ve kontrol gruplarının yaratıcı yazma başarılarına ait ön test ortalamaları arasında U= p>0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı bir farklılığın olmadığı görülmüştür. Ancak son test ortalamaları (Deney X: 81,64, Kontrol X: 69,09) arasında U= 98.50, p<0.05 anlamlılık düzeyinde deney grubu lehine anlamlı bir fark olduğu görülmüştür. Aynı şekilde deney ve kontrol gruplarının Türkçe dersine yönelik tutumlarına ait ön test ortalamaları arasında U= p>0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı bir farklılığın olmadığı görülmüştür. Bununla birlikte son test ortalamaları (Deney X: 4,51, Kontrol X: 3,86) arasında U= 78.00, p<0.05 anlamlılık düzeyinde deney grubu lehine anlamlı bir fark olduğu görülmüştür. Bulgulardan hareketle, istasyon tekniği ve geleneksel öğretim yönteminin yaratıcı yazma becerilerinin kazandırılmasında ve Türkçe dersine yönelik tutum üzerinde etkili olduğu ancak deney grubunda kullanılan

298 310 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Sedat MADEN-Arş Gör. Erhan DURUKAN istasyon tekniğinin başarı ve tutum düzeyi üzerinde daha etkili olduğu söylenebilir. Araştırmada ulaşılan bulgular, ilgili alanyazında yapılmış bazı çalışmaların sonuçları ile benzerlik göstermektedir (Demirörs 2007; Morgil- Yılmaz-Yörük 2002; Tofte 1982; Fraling 1982; Norman-Toddonio, 1990). Araştırma bulguları ışığında, istasyon tekniğinin dil öğretimi alanında kullanımının faydalı olacağı ve kullanımın tüm eğitim kademeleri için uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Elde edilen sonuçlardan hareketle şu önerilerde bulunulabilir: 1. İstasyon tekniği konuşma, yazma, dinleme ve dil bilgisi gibi temel dil becerilerinin öğretiminde kullanılabilir. 2. Öğrenme istasyonları, farklı yaş ve eğitim seviyelerinde öğrenciler üzerinde başarı, tutum ve görüşlerini belirlemek amacıyla uygulanabilir. 3. İlköğretim öğrencilerinin ve Türkçe öğretmeni adaylarının istasyon tekniğinin kullanımına dair görüşleri ve önerileri alınabilir. 4. İstasyon tekniğinin kullanımı ve önemi ile ilgili teori ve pratiğe yönelik bilgilerin öğretmen adaylarına lisans eğitimlerinde kazandırılmalıdır. 5. İstasyon tekniği gibi diğer modern, aktif katılıma dayalı ve öğrenci merkezli öğretim yolları Türkçe öğretimi müfredatlarında her kademe için dikkate alınmalıdır. KAYNAKLAR BAYKUL, Y. (1990), İlkokul Beşinci Sınıftan Lise ve Dengi Okulların Son Sınıflarına Kadar Matematik ve Fen Derslerine Karşı Tutumda Görülen Değişmeler ve Öğrencilerin Seçme Sınavındaki Başarı ile İlişkili Olduğu Düşünülen Bazı Faktörler, ÖSYM Yayınları, Ankara. DEMİR, M. R. (2008), İstasyonlarda Öğrenme Modelinin Hayat Bilgisi Dersindeki Üst Düzey Beceri Erişisine Etkisi, (Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara. DEMİRÖRS, F. (2007), Lise I. Sınıf Öğrencileri İçin Ohm Yasası Konusunda Öğrenme İstasyonlarının Geliştirilmesi ve Uygulanması, (Hacettepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara. FRALİNG, C. C. (1982), A Study to Improve Comprehension Skills Through the Study of Prepared Reading Learning Stations, (The Union For Experimenting Colleges And Universities Yayımlanmamış Doktora Tezi), USA.

299 311 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/İstasyon Tekniğinin... GÖZÜTOK, F. D. (2007), Öğretim İlke ve Yöntemleri, Ekinoks Kitabevi, Ankara. GÜZEL, H. (2004), Fizik Derslerindeki Başarı ile Matematiğe Karşı Tutum Arasındaki İlişki, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, S. 8, Isparta, s KANAİ, K. ve Norman, J. (1997), Systemic Reform Evaluation: Gender Differences in Student Attitudes Toward Science and Mathematics, (Eds. In P. A. Rubba, P. F. Keig, and James A. Rye ) Proceedings of the 1997 Annual International Conference of the Association for the Education of Teachers in Science, ERIC Document Reproduction Service No. ED , pp KIRKKILIÇ, A.-AKYOL, H. (2007), İlköğretimde Türkçe Öğretimi, PegemA Yayıncılık, Ankara. MA, X.-Kishor, N. (1997), Assessing the Relationship Between Attitude Towards Mathematics and Achievement in Mathematics: A Meta-Analysis, Journal for Research in Mathematics Education, 28(1), s MARTİN, M. O. vd. (2000), Tımss 1999 International Science Report: Findings From Iea s Repeat of the Third İnternational Mathematics and Science Study at the Eighth Grade. Chestnut Hill, MA: The International Study Center: Boston College Lynch School of Education. McLEOD, D. B. (1992), Research on Affect in Mathematics Education: A Reconceptualization. In D. A. Grouws (Ed.) Handbook of Research on Mathematics Teaching and Learning, MacMillan, New York, s MORGİL, İ.-YILMAZ, A.-YÖRÜK, N. (2002), Fen Eğitimde İstasyonlarla İlgili Bir Uygulama. 5/ozetler/d082.pdf (Son Erişim Tarihi ). MEB (2006), Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu, MEB Yayınları, Ankara. MULLİS, I. V. S. vd. (2000), Tımss 1999 International Mathematics Report:Findings From Iea s Repeat of the Third International Mathematics and Science Study at the Eighth Grade. Chestnut Hill, MA: The International Study Center: Boston College Lynch School of Education. NEATHERY, M. F. (1997), Elementary and Secondary Students' Perceptions Toward Science and the Correlation With Gender, Ethnicity, Ability, Grade, And Science Achievement, Electronic Journal of Science Education, 2(1). NORMAN J. T. ve Toddonio T. E (1990), An Exploratory Study of the Effectiveness of a Play Based Center Approach for Learning Chemistry In An Early Childhood Program, Annual Meeting of the National Association for Research on Science Teaching (Atlanta, GA, April 8-11, 1990). ÖZBAY, M. (2009), Türkçe Özel Öğretim Yöntemleri I, Öncü Yayınları, Ankara.

300 312 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Dr. Sedat MADEN-Arş Gör. Erhan DURUKAN SİNGH, K., Granville, M. ve Dika, S. (2002), Mathematics and Science Achievement: Effects of Motivation, Interest, and Academic Engagement, Journal of Educational Research, 95(6), TOFTE, W. L. (1982), The Comparative Effectiveness of Learning Center and Traditional Approaches for a College Introductory Geology Laboratory Course, (New Mexico State University, Las Cruces Yayımlanmamış Doktora Tezi), New Mexico.

301 VAROLUŞSAL SORUNLAR, BİREY VE YENİ HAYAT Arş. Gör. Dr. Oğuz ÖCAL ÖZ: Modern bireyin varlığıyla beraber gelen sorunları karşısında iki esas tavrı vardır: Sahici olmak, sahici olamamak. Sahici olmak, irade ve kararlılık gerektirdiği için modern gündelik yaşamda fazla tercih edilen bir tavır değildir. Öte yandan birey, sahicilik bağlamında arada kendisini kendisinden başka denetleyecek müessese olmadığı için bedeli daima ağır olan sahici olmak yerine daha kolay olanı yani sahici olmamayı tercih etmekte; herkesleşmenin sıradanlığı içinde hemen hiçbir sahici tavır geliştirmeden sorumluluğunu ötekilere yansıtıp dünyanın düzeltilmesini beklemektedir. Bu yazıda Orhan Pamuk un Yeni Hayat romanı ele alınmış; romanın asıl kişisi Osman ın şahsında, modern bireyin varlığı ve varlığının kaygıları karşısındaki tavrına işaret edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Var oluşsal problemler, sahicilik, Yeni Hayat, Orhan Pamuk The Problems of Existentiality, Individual and the Yeni Hayat (New Life) ABSTRACT: The modern individual has two main attitudes towards the problems rooting from his existence: Being authentic or not. As it necessitates the willpower and determination, the attitude of being authentic is not a commonly preferred one. Furthermore, as there is no institution to check a person with respect to authentic expect himself, he prefers being inauthentic to being authentic which is always a heavy price; in the mediocrity of resembling to everyone, he doesn t develop any authentic attitudes and reflecting his responsibilities to others, he waits for he world to be amended. In this article, Orhan Pamuk s novel New Life was handled; the attitude of the modern individual towards his existence and worries of his existence was pointed out by using personality of Osman who is the main character of the novel. Key Words: Existentiality problems, authentic, Yeni Hayat (New Life), Orhan Pamuk Kırıkkale Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. oguzocal@kku.edu.tr

302 314 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Arş. Gör. Dr. Oğuz ÖCAL Varoluşsal Sorunlar ve Birey Siyasal toplumsal modernitenin somut yaşamda tezahür eden sonuçlarından birisi de bireyin gelenekler ve geleneksel değerler olmaksızın varlığıyla yalnız kalmasıdır. Daha önceki çağlarda bireye yönünü gösteren, ona varlığının amacını işaret eden rehberler, katı olan her şeyi buharlaştıran modernite ile birlikte ortadan kalkar. Modern zamanlarda birey, varlığı ile arada kendisini denetleyen hiçbir müessese olmadan karşı karşıya gelir. Artık bireyin bir varlık olarak yerine getirmesi gereken görevleri vardır ve birey, bunları yalnızlığı içerisinde üstlenmek, yerine getirmek zorundadır. Bireyin bir varlık olarak gerçekleştirmesi gereken en temel görevi, kendisindeki varlığı var kılması, onu zamana eklemlemesidir. Diğer bir ifadeyle birey, varım demek, varlığının sorumluluğunu üstlenmek zorundadır (Karakaya 2004: 100). Hemen daima bir bunalımın eşlik ettiği bu sorumluluk, bireyin behemehal kendisinin halletmesi gereken birçok kaygı/korkuya da sebep olur. Varoluşçu psikoterapi, bireyin varlığı karşısında yalnız ve sorumlu olduğunu anladığı an karşılaştığı ve mutlaka halletmesi gereken dört temel kaygısı (anksiyete) olduğunu söyler. Bunları; ölüm, özgürlük, anlam ve yalnızlık olarak sıralar (Yalom 2001: 18 19). Varlık korkusu olarak da adlandırabileceğimiz bu dört fenomen, esas olarak birbirine içkin durumdadır. Dinin munisleştirdiği ancak modern zamanlarda yeniden vahşileşen ve sahneden bastırılarak kovulan ölüm korkusu, içinde anlam, özgürlük ve yalnızlık kaygılarını barındırır. Özgürlük korkusu, bir ölüm, anlam ve yalnızlık kaygısını içerirken anlam boşluğu veya sorunu, içinde ölüm, özgürlük ve yalnızlık korkusunu taşır. Nihayet en eski kaygı şekillerinden birisi olan yalnızlık ise tabiî olarak ölüm ve özgürlük korkusu ile anlam sorununu barındırır içinde. Birbiri içine geçmiş olan bu dört temel kaygı/korku şekli, ayrıca ikilem oluşturdukları kavramlarla birlikte anlaşılabilmektedir. Ölüm-yaşam, anlamanlamsızlık, özgürlük-zorunluluk, yalnızlık-birliktelik gibi birbirini tamamlayan ve yarattıkları zıddiyetle belirginleştiren bu kavram çiftleri, varlığın anlamlandırmak, dolayısıyla birer kaygı kaynağı olmaktan çıkarması gereken fenomenleridir. Bu son hususu biraz açacak olursak: Ölüm fenomeni, yaşamı içerir ve yaşamı anlamlandırıp belirginleştirirken yaşam, ölümü içerir; ölüm-yaşam çifti, birbirini tamamlar ve açık eder. Anlam sorunu, anlamsızlık durumunu (anlamsal boşluk) içerir ve o durumun belirginleşmesine sebep olurken anlamsal boşluk, anlamın neliğini ortaya çıkarır. Aynı şekilde özgürlük, zorunluluğu açık ederken zorunluluk ise özgürlüğün neliğini ortaya çıkarır. Yalnızlık durumu için de aynı

303 315 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Varoluşsal Sorunlar Birey ve Yeni Hayat şey geçerlidir: Yalnızlık, birliktelik durumunun içini dışına çevirirken, birliktelik durumu da yalnızlığın neliğini işaret eder. Bu şekilde hem birbiri ile iç içe geçmiş olan hem de kavram çiftleriyle birlikte anlaşılabilen bu dört temel kaygı veya korku kaynağından ölüm, varlığın zamansallığıdır. İnsan, bir şimdi burada varlığı olarak tarihseldir yani ölümlüdür. Bauman, ölüm gerçeğinin insanla ilişkisini kısaca Ölümden ya da daha doğrusu ölmenin kaçınılmazlığından, dünyadaki varlığımızın kalımsızlığından daha rahatsız edici bir düşünce yok gibidir. Bilgimizin bu yönü, zihinsel yetilerimize kökten ve değiştirilemez bir biçimde karşı koyar. Ölüm, aklın en büyük yenilgisidir. (Bauman 2000: 25) cümleleriyle ifade eder. Ölüm ve ölümlülük, hem bir kaygı sebebidir hem de diyalektik ilişki kurulduğu takdirde farkındalığı artıran bir fenomendir. Diğer bir ifadeyle ölüm gerçeği, kaygı ve korkuya sebep olurken, o gerçekle yüzleşmek yani güneşe bakmak, varlığı, zamansallığı konusunda uyandırır; varlığın kendisiyle ilişkisini sahicileştirir, yaşamını anlamlandırmasına olanak sağlar. Psikiyatrist Yalom, bunu, Ölümün hayatla birleştirilmesi, hayatı zenginleştirir; bireylerin kendilerini önemsiz şeylerle bunaltmaktan kurtarmalarını, daha anlamlı ve daha otantik yaşamalarını sağlar. Ölümün tam farkında olmak, kökten kişisel değişimler neden olabilir (Yalom 2001: 94) cümleleriyle ifade eder Ölümü yarattığı zıddiyetle belirginleşen yaşam, bir farkındalık, dolayısıyla bir anlamdır. Yaşam anlamdır, anlamsa yaşamdır. Varlık için anlam, parça-bütün diyalektiği içinde konulan amaçtır. Daha açık bir ifadeyle hem kendisi hem öteki için varlık olan insanın bu bütünlüğünü bozmadan belirlediği hedef/amaç, anlamdır. Anlam, ölümle diyalektik ilişki içinde olan ve onunla hesaplaşan varlığın kendisini bağlamasıdır. Bağlamak/bağlanmak veya kendini vermek, insanın yapıp etmelerinde anlam görmesi, coşku duyması; özellikle hem kendisi hem de mensubu olduğu millet/insanlık için birey olarak elinden geleni yapmasıdır (Mengüşoğlu 1988: ). Anlamsızlık ise bireyin insanî özlemlerine karşı dünyanın sessiz kalması; öte yandan özlemlerini gideremeyen bireyin çaresizlik içinde yaşamını yeniden anlamlandıracak özlemler oluşturamaması; nihayet mekanik, monoton, yabancı ve geleceğe inancını yitirmiş bir şekilde yaşamını sürdürmesidir (Gündoğan 1997: 165). Victor Frankl, varoluşsal boşluk olarak nitelendirdiği anlamsızlığı, günümüz insanını tehdit eden en büyük problemlerden birisi olarak işaret eder (Frankl 2006: 18, 93). Anlam, bu bağlamda, özgürlüktür. Özgürlük, so-

304 316 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Arş. Gör. Dr. Oğuz ÖCAL rumluluk demek olduğuna göre varlık kendisinden ve ötekinden sorumludur. Açarak ifade edecek olursak; varlık, ölüm bilincine sahip olacak, yaşamına anlamlı bir hedef koyacak ve onu üstlenecektir. Dolayısıyla özgürlük, diğer kaygı kaynaklarını içerir ve yalnızlığa açılır. Diğer fenomenlerle iç içe geçmiş durumda yalnızlık ise varlığın kökten gerçeklerinden birisidir. Gasset, insanın kökten gerçeğinin yalnızlık olduğunu söyler (Gasset 1999: 60). Varlık, varoluşun neden olduğu kaygılarıyla yalnızlığı içinde oturarak ve hesaplaşarak kendisini kurar. Bir diğer ifadeyle varlık, kendisi ve zaman karşısında sorumluluğunu, yalnız kendisinin üstlenebileceği bir durumdadır. Bu durumda yalnızlık, baştan aşağı sorumluluk demektir. Paz ise yalnızlığı, diyalektik bir varlık olan insanın düşünmek, üretmek ve hazırlanmak için geriye çekilmesi olarak tanımlar (Paz 1999: 223). Yalnızlığında kendi gerçeğine ulaşan varlık, diyalektik bütünlüğünü, ötekine yönelerek tamamlar. Hem bir özgürlük, hem bir zorunluluk varlığı olan insanın kendi varlığı ve varlığının neden olduğu kaygı/korkuları karşısında iki esas tavrı vardır: Sahici olmak, sahici olamamak 1. Sahici olmak; varlığın ölüm, yalnızlık, özgürlük ve anlam gibi kökten gerçeklikleri veya kaygıları ile diyalektik ve kararlı bir ilişki içinde olması, özellikle kaygılarında oturabilmesidir. Sahici olmamak ise varlığın ölüm, anlam, özgürlük ve yalnızlık gibi kaygılarıyla veya varoluşsal sorunlarıyla diyalektik ilişki içinde olmaması; kararsızlığın ve belirsizliğin hâkim olduğu gündelik hayatın içinde farklı yapıp etmeleriyle kendisinden ve kaygılarından kaçmasıdır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, varlığın kendisiyle kurduğu ilişkinin sahici olup olmaması arasındaki farkın eylemlerin niceliğiyle değil, niteliğiyle ortaya çıkıyor oluşudur. Varlığın eylemleri, art zamanlı dizilir, eş zamanlı olarak okunursa onun varlığı karşısındaki duruşu/tavrı, kendisini açık eder. Açarak ifade edecek olursak; aşırı hareket ve değişimin yaşandığı modern gündelik hayatta çok hareket eden, eylemde bulanan, hemen hiç boş kalmayan varlığın nicelikçe çok görünen eylemleri, çoğunlukla nitelik bakımından sahici olmakla özdeş değildir. Varlığın kendisi karşısındaki sahiciliği, onun aynı zamanda güçlülüğünü de işaret eder. Güçlülük, kaygının göz bebeğine bakmak, kaygıda oturmak ve gündeliğin içinde sürekli yinelenen kaygılarla kararlı bir şekilde ilişki içinde olmaktır. Güçsüzlük ise varlığın kaygılarıyla sahici ilişki içinde olmaması, gündelik hayatın ve onun öznesi olan onlar ın arasında merak, belirsizlik ve gevezelikle kaygılarını bastırması veya 1 Heidegger tarafından varlığın iki varoluş alanı ve varlığın kendisi karşısındaki iki esas tavrı olarak işaret edilen otantik olma ve otantik olmama bahisleri için bk. Çüçen (2003: 71).

305 317 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Varoluşsal Sorunlar Birey ve Yeni Hayat onlardan kaçmasıdır 2. Buradaki güçlülük, Adler in bahsettiği bağlamda bir telafi mekanizması veya bir aşağılık kompleksi değil, varlığın kendisi karşısındaki tavrıdır. Varlık, kendisi karşısında iyi niyetli değilse, öteki karşısında istemese de kötü niyetlidir 3. Öteki üstünde hâkimiyet kurmayı hedefleyen güç isteğinin bir ayağı daima patolojidedir 4. Varlığın durumu, varoluşsal sorunları ve kendisi karşısındaki iki esas tavrından kısaca bu şekilde bahsettikten sonra çağdaş bireyin varoluşsal sorunları karşısındaki tavrını işaret eden Yeni Hayat romanına bakabiliriz: Yeni Hayat İstanbul adlı eserinde modern gündelik hayata ve insana dair, özellikle paranoyak bilinç, hüzün ve seçim bahislerine, zaman ve mekânda varlığıyla baş başa kalmış modern insanın sınırlılığına ve o durum içinde ne yapacağına dair önemli tespitlerde bulunan Orhan Pamuk 5, Yeni Hayat romanında ise modern bireyin güçsüzlüğünü ele alır. Bir arayış ve yolculuk romanı olarak dikkati çeken; ancak esas olarak bireyin güçsüzlüğünü veya varlığı karşısında sahici olamayışını anlatan romanda bireyin güçsüzlüğü veya sahici olamayışı, varlığı ve varlığının kaygıları karşısındaki tavrında tezahür eder. Yeni Hayat, anlatıcı kahraman Osman ın Bir gün bir kitap okudum, bütün hayatım değişti cümlesiyle başlar. Mühendislik fakültesi öğrencisi olan Osman, esas olarak gideceği yönü belirlememiş, kendisini büyüleyecek bir anlama sahip olmayan, zamansal yani ölümlü, varlığı karşısında yalnız ve sorumlu olduğunun farkında olmayan bir gençtir. Kendiliğini oluşturacak değerleri, ayağını basabileceği bir anlam zemini olmayan asıl kişi Osman, bir gün okul kantininde karşılaştığı genç ve güzel bir kızın elinde gördüğü kitabı okuma isteğine kapılır. Genç kızla iletişim kurmak ve onunla yakınlaşmak isteyen Osman, okul çıkışı yol üstünde karşılaştığı bir sergide o kitabı görür, satın alır ve okur. Yeni Hayat ismini taşıyan ve yeni bir hayattan, dolayısıyla yeni bir ölüm bi Heidegger tarafından sahici olmayan varlık alanı olarak işaret edilen onlar alanı ve onlar ın yaşamını belirleyen merak, boş konuşma ve belirsizlik hakkında bk. Çüçen (2003: 70 78). Varoluşçu düşüncenin kavram çiftlerinden olan iyi niyet, kişinin kendisi karşısında dürüst olması, bile bile kendisine yalan söylememesi; kötü niyet ise kişinin kendisini kandırması ve bile bile kendisine yalan söylemesidir. Ayrıntılı bilgi için bk. Karakaya (2004: ). İnsanı itekleyen şeyin güç istemi olduğunu söyleyen Adler in görüşleri için bk. (Adler 2007). Daha fazla bilgi için bk. (Pamuk 2004).

306 318 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Arş. Gör. Dr. Oğuz ÖCAL linci, anlam, sorumluluk ve yalnızlıktan bahseden kitap, asıl kişi Osman ı etkiler; onu, varlığının kaygılarıyla, ruhunun derinliklerinde yıllarca yatan ancak hiç gün yüzüne çıkmamış korkularıyla karşılaştırır. Sürdürdüğü yaşamın sahici olmadığını fark eden ancak yeni hayata da nasıl ulaşacağını bilemeyen Osman, yalnızlıktan, herkes gibi olamamaktan, kafadan çatlak görünmekten, güzel kızlara kendisini bir daha sevdirememekten ve dünyanın gerçeklikleriyle karşılaşmaktan korkmaktadır. Sıraladığımız bu korkuları, onun herkesleşmiş olduğunu, sorununu fark etmiş olmasına rağmen küçük hesaplara takılıp kaldığını ve varlığını rahatsız eden sorunları karşısında sahici olamadığını işaret eder: Aslında bu korkutucu manzaraların sefaleti de değildi aklımdaki: Yalnızlıktan korkuyordum. Benim gibi bir budalanın büyük ihtimalle yapacağı gibi kitabı yanlış anlamış olmaktan ya da olamamaktan, yani herkes gibi olamamaktan, aşktan boğulmaktan ve her şeyin sırrını bilip bu sırrı öğrenmeyi hiç mi hiç istemeyenlere bir ömür boyu anlatıp gülünç olmaktan, hapse girmekten, kafadan çatlak gözükmekten, en sonunda dünyanın benim sandığımdan da zalim olduğunu anlamaktan ve güzel kızlara kendimi sevdirememekten korkuyordum (...) (Pamuk 1994: 17). Saplantılı bir şekilde tekrar tekrar okuduğu kitabın tesiriyle eski dünya sını yitiren ve korkularıyla baş başa kalan Osman, yeni hayata yani yeni bir anlama ulaşmasına yardım edebilecek kendisine benzer ötekileri aramaya koyulur. Bunun için kitabı ilk defa elinde gördüğü genç kız Canan ı bulur, onunla kitaba dair konuşurlar. Canan, onu, kendisi gibi kitabı okumuş olan ancak yeni bir hayatın mümkün olmadığını düşünen kişilerden birisi olan sevgilisi Mehmet le tanıştırır. Mehmet, nereye gideceğini, ne yapacağını bilmeyen, ancak biliyormuş gibi yapan Osman a yaşadıklarını anlatır. Osman ise inanmaz ona. Yeni hayata ulaşabilmek için ötekilere bağımlı olan Osman, yalnızlık korkusunu aşmak için Canan a âşık olur. Bir süre sonra Canan la Mehmet ortadan kaybolur. Osman, İstanbul da onların izini sürer, ancak bulamaz onları. Aramaktan ve beklemekten, geceleri de kitabı yeniden okumaktan başka yapacak hiçbir şeyi (Pamuk 1994: 37) olmayan Osman, varlığının kaygılarıyla baş edemez. Gazetelerin, dergilerin burçlar, yıldızlar köşelerinden, başka bazı işaretlerden körlemesine medet ummaya başlar (Pamuk 1994: 43). Osman, varlığıyla yalnız kaldıktan, kaygıları artık bastırılmayacak şekle dönüştükten sonra iki olanakla karşılaşır: O, ya varlığının kaygılarıyla -ölüm korkusu, anlam boşluğu, sorumluluk ve yalnızlık- kararlı ve iradeli bir şekilde yüzleşecek, sorumluluğunu üstlenecek, kendisine bir anlam zemini oluşturacaktır ya da varlığının sorumluluğundan kaçacaktır.

307 319 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Varoluşsal Sorunlar Birey ve Yeni Hayat Birinci olanak psişik ve tinsel anlamda ağır olduğundan Osman, daha kolay olan ikincisini seçer. Bu seçimden sonra Osman ı, arayışların, yolculukların eşlik ettiği iki esas eylem içinde görürüz: Beklemek ve alay etmek. Yeni hayata ve ona ulaşmasına yardım edecek kişi olan Canan ı bulmak için yola çıkan Osman, aslında arayan, bulmak için çırpınan bir özneymiş gibi görünmesine rağmen esas olarak aktif bir bekleyendir. O, başta ölümden ve ölüm meleğinden, Canan dan, kitabı okuyan ve ismi Mehmet olan kişilerden yeni bir hayata ulaşabilmek, duyduğu huzursuzluğu hafifletmek için yardım bekler. Bir diğer ifadeyle varoluşsal sorunlarıyla/kaygılarıyla yüzleşmek, kendisini üstlenmek yerine sorumluluğu yansıtmak demek olan bir bekleyiş içine girer. O, bekleyerek varlığından kaçar. Yolumuzu kaybettiğimizde daha hızlı koşmak eski ve ironik bir alışkanlığımızdır diyen May, insanın kaygılarıyla yüzleşmek gibi zor bir eylem yerine daha kolay olanı yani kaçmayı tercih ettiğini söyleyerek çağdaş bir fenomene işaret eder (May 2008: 11). Osman, kitabın dolayımında kalıp varlığının iğretiliği ve kaygılarıyla karşılaştıktan, onlarla yüzleşecek bir irade ve kararlılığının olmadığını anladıktan sonra koşar gibi yolculuklara çıkar. Yolculuğu esnasında gerçekleşmesini beklediği trafik kazalarından varlığının temel kaygılarını/korkularını aşmasına yardım edecek bir sınır durumu kendisine yaşatmasını bekler. Sınır durum; insanın yaşama şeklinde büyük değişimler yapma gücüne sahip olan, insanı dünyadaki varoluşsal durumuyla yüzleşmeye iten bir olay veya acil bir deneyimdir (Yalom 2001: 260). Ne var ki beklediği kaza gerçekleşmez; Osman ın yönsüzlük durumu -anlamsal boşluğu- ve ölüm korkusu olduğu gibi kalır. Yalom, ölüm karşısında özerk olamayan bireylerde iki esas yanılsamanın geliştiğini söyler. Bunları; özel olma ve nihaî kurtarıcının varlığına inanma olarak işaret eder (Yalom 2001: ). Osman, ölüm karşısında özerk olamadığı için özel olduğu yanılsamasını aşamaz. Trafik kazalarıyla gerçekleşecek ölüm hadisesinden varoluşun, aşkın, hayatın sırrını çözebilmek için yardım ve kendisinin kahramanı olmasını bekler. Beklemek, özellikle sorumluluk almadan birilerinden bir şeyler beklemek, umutsuzluk ve güçsüzlük durumunu, geniş planda ise varlığın kendisi karşısında sahici olamadığını işaret eder 6 : Seksen dokuz gecemi otobüs koltuklarında geçirdim ve bu mutlu saatin çalışını ruhumda duyamadım. Bir keresinde sıkı bir 6 Sevda Şener, insanın eyleme gücünü, istencini yok eden, kimliğini silen u- mutsuz ve amaçsız bekleme durumunu, Samuel Becett in Godot yu Beklerken isimli oyunuyla çağdaş toplumun bir sorunu olarak düşünceye açtığını söyler (Şener 2003: 77).

308 320 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Arş. Gör. Dr. Oğuz ÖCAL frenden sonra tavuk yüklü bir kamyona geçirdik, ama değil uykulu yolcuların tek bir şaşkın tavuğun bile burnu kanamadı. Bir başka gece otobüsümüz buzdan asfaltın üzerinden uçuruma doğru tatlı tatlı kayarken bir an buzlu penceremden Tanrı yla göz göze gelmenin ışıltısını hissettim, varoluşun, aşkın, hayatın ve zamanın tek ortak sırrını tutkuyla keşfetmek üzereydim ki şakacı otobüs boşluğun karanlığında asılı kaldı (Pamuk 1994: 58). Bir sınır durum olarak beklediği kazalardan istediği tecrübeyi yaşayamayan, dolayısıyla özgür olamayan Osman, trafik kazalarından olduğu gibi sadece ölüm esnasında görülen ölüm meleğinden de, bütün yolculuğu boyunca kendisine yardım etmesini bekler. Hayatın sırrını ancak ölüm meleğinin yardımıyla çözebileceğini düşünen Osman ın bekleyişi, sorumluluktan kaçtığını, dolayısıyla varlığı karşısında sahici olamadığını işaret eder. Osman, bütün arayışları esnasında monolojik bir dille söyleştiği meleğe, kendisine yardım etmesi için şöyle seslenir: Çünkü niye öfkeliyim, diye soruyordum, niye hırçın oldum, söyle bana, kim olduğunu, neyin nesi olduğunu çıkartamadım melek söyle! En azından dikkat et bana, uyar beni de öfkenin hışmıyla yoldan çıkmadan, yuvasını korumak isteyen mutsuz bir aile babası gibi dünyadaki kötülükleri ve talihsizlikleri bir çekidüzene koyup ateşler içindeki Canan ıma bir an önce kavuşayım (Pamuk 1994: 174). Trafik kazalarından ve ölüm meleğinden saplantılı bir şekilde yardım bekleyen Osman ın özerk olamadan bir şeyler beklediği kişilerden birisi de Canan dır. Osman, Yeni Hayat ı okuyan, ondan etkilenen ancak yeni bir hayatın olduğuna esas olarak inanmayan Canan la kitap dolayısıyla tanışır; yalnızlık korkusunun tazyikiyle genç kıza âşık olur. Canan dan anlamsal boşluğunun neden olduğu huzursuzluğu bertaraf edebilmek; yitirdiği dünyasını yeniden bulabilmek için yardım bekler. Onun bu tavrı, sorumluluğun yansıtılmasından ve aktif bir bekleyişten başka bir şey değildir. Osman, varlığının korkularıyla yüzleşmek, yalnızlığında oturmak, varlığı karşısında sahici bir tavır takınmak yerine başkasından kendisinin kahramanı olmasını bekler. Şöyle konuşur: Kitabı okuduktan sonra bütün hayatım değişti dedim. İçinde yaşadığım oda, ev, dünya benim odam, evim, dünyam olmaktan çıktı da yabancı bir dünyada yersiz yurtsuz hissettim kendimi. Kitabı ilk senin elinde gördüm, kitabı sen de okumuş olmalısın. Bana gittiğin ve geri döndüğün dünyayı anlat. Bana o dünyaya ayak basabilmek için yapmam gerekenleri söyle. Bana neden şimdi, hâlâ burada olduğumuzu açıkla. Bu dünya nasıl kendi evim gibi

309 321 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Varoluşsal Sorunlar Birey ve Yeni Hayat tanıdık olabilir, kendi evim nasıl dünya gibi yabancı anlat, bana (Pamuk 1994: 24). Osman ın yeni hayata ulaşabilmek için olmazsa olmazı olarak gördüğü Canan la ilişkisi platonik bir aşktan öteye geçmez. Mimarlık fakültesi öğrencisi olan Canan, Mehmet adlı bir gence âşıktır; Osman la esas olarak ilgili değildir. Hatta Osman ın kendisine duyduğu ilgiyi kötüye kullanır. Mehmet le birlikte hazırladıkları kumpasa Osman ı kurban eder. Diğer ifadeyle kendilerini huzursuz eden kitabı, Osman ın da okumasını sağlayarak onun da hayatının kayma sına neden olur. Ayrıca kaybolan sevgilisi Mehmet i bulmak için çıktığı yolculukta Osman ı da peşinden sürükler. Nihayet Osman ı yarı yolda bırakır; kitabı okuyan Mehmet lerden birisiyle evlenerek yurt dışına yerleşir. Kör bir âşıkmış gibi yapan ancak Canan ın kendisini sevmediğini bilen Osman, onun Mehmet le kendisine kurdukları kumpasın farkında olmasına rağmen yalnızlıktan ve varlığının diğer sorumluluklarından korktuğu için Canan a mazoşist-zorlanımlı bir şekilde bağlı kalır. Öyle ki Canan ın ortadan kaybolmasından sonra evlenir; ama ona olan bağımlılığını aşamaz, onu beklemeye devam eder: Daha sonra evlenmeme rağmen, hayatımın çok uzak olmadığını sandığım sonuna kadar yapacağım her şeyin uzaktan ya da yakından Canan ile ilgili olacağını biliyordum artık. Evlenmeden önce ve babamdan kalmış annemden boşalmış daireye gelin kolayca yerleştikten ta yıllar sonra bile, Canan a rastlarım umuduyla uzun otobüs yolculuklarına çıktım. (...) Ama Canan ın değil kendisine, bir izine bile rastlayamıyordum (Pamuk 1994: 223). Asıl kişi Osman ın aktif bekleyişini, yani varlığının sorunları karşısında sahici olmadığını işaret eden eylemlerinden birisi de Yeni Hayat ı okuyan ve ondan etkilenen Mehmet in peşine düşmesidir. Canan ın sevgilisi olan Mehmet, kitabı keşfeden ve kitabın başkalarınca okunmasını sağlayan kişi olarak Osman ı Canan la birlikte tuzaklarına düşürdükten sonra bir suikasta uğrar, ortadan kaybolur; ismini değiştirir, tıbbiyeye kaydolur. Osman ise Canan ın kendisine hazırladığı bir oyun sonucu Mehmet in babası Narin le tanışır. Narin, ülkedeki olumsuzlukların uluslararası kumpasın bir sonucu olduğunu düşünen bir paranoyaktır; bu kumpasa karşı durmak için gizli bir örgüt kurmuştur. Kurduğu gizli örgütüyle özellikle Yeni Hayat kitabıyla ilgilenen kişileri izletir, fişletir; kitabın yazarı Rıfkı Hat ı ise öldürtür. Oğlu Mehmet in kumpasın oyununa kurban olduğunu düşünen Narin, Osman a gizli arşivini açar; ona, öldüğünü sandığı oğlunun yerine geçmesini teklif eder. Osman ise yaşadığını ancak ortadan kaybolduğunu bildiği rakibi Mehmet i bulmak, Canan la aralarındaki engeli kaldırmak istemektedir. Bunun için Narin in gizli arşivinden kitabı okuyan ve onun tesirinde kalan Mehmet lerin liste-

310 322 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Arş. Gör. Dr. Oğuz ÖCAL sini çıkarır; rakibi Mehmet in peşine düşer. Farklı şehirlerde yaşayan ve ortak özellikleri kitabı okumuş, ondan etkilenmiş olmak olan Mehmet lere ulaşır. Hepsi ile ayrı ayrı görüşür. Nihayet asıl aradığı kişi olan Mehmet i, ismini değiştirmiş ve yeni bir hayata başlamış olarak bulur. Rakibiyle kitabın bahsettiği yeni hayata dair konuşmak, bir yandan da onu ortadan kaldırmak isteyen Osman, hem Mehmet ten yaşadıklarını öğrenir, hem de ruhunun kaybolan merkezini bulabilmek için öldüreceği hasmından kendisine yardım etmesini umar. Dinle beni dedim, kendimden değil de bir başkasından söz eder gibi soğukkanlılıkla. Kendim olamıyorum. Hiçbir şey olamıyorum. Yardım et bana. Yardım et ki senin yazdığını, bu odayı, kitabı aklımdan çıkarayım, eski hayatıma huzurla dönebileyim. (Pamuk 1994: 207). Bir aktif bekleyen olarak Osman ın varlığı karşısında sahici olmadığını işaret eden ikinci temel eylemi ise kendisiyle ve ötekilerle alay etmesidir. Varlığının sorunları karşısında kararlı olması gereken ancak olamayan Osman, Canan ı ve yeni hayatı aramaya karar verdiği anda bile kendisi karşısında sahici değildir. Kendi kararsızlığıyla (...) dedim ki kendime, nasıl kararlıymış bu genç yolcu kendisini o bilinmeyen ülkenin eşiğine götürecek yollara sürüklenmeye (Pamuk 1994: 48) gibi cümlelerle alay eder. Alay, kimi zaman kendisine acımaya dönüşür. Osman, kendisi ile sahici ilişki kuramadığı, filmlerden arakladığı ifadelerle konuştuğu için Hayat hakkında pek çok şey dedim ben de bir dublaj diliyle ve dizi film havasıyla (Pamuk 1994: 161), Ne de kararsızdı bu okuduğunuz kitabın kahramanı Osman. Ne de zavallı. (Pamuk 1994: 205), Oysa ne kadar uzaktım o adam olmaktan (Pamuk 1994: 152) gibi cümlelerde ifade bulduğu gibi kendisine acır. Alay ve acımayı, kendisini suçlama takip eder. Varlığını üstlenmediği için Osman ın bekleyişine daima bir varoluşçu suçluluk eşlik eder. Varoluşsal suçluluk, içimizde yaşanmadan kalmış hayatla ilgili olarak kendimizde hissettiğimiz suçluluk duygusuna verilen isimdir (O. Rank tan aktaran Yalom 2001: ). Sahici hiçbir sorumluluk almayan ve şeylerden kendisinin kahramanı olmasını bekleyen Osman, ötekilerin kendisine bir yardımının dokunmayacağını anladıktan sonra hüzne kapılır. Ancak kaygıları karşısında olduğu gibi acıları karşısında da sahici değildir. Suçlu ötekilermiş gibi yapar; sorumluluğunu yansıtır: Dünyayı, acımasızla itham eder; insanları, kendisini anlamamakla, kurulu düzeni ise kimsenin kendisi olmasına izin vermemekle suçlar. İrade edemeyen ve bekleyen Osman, otuz beşine varmamış olmasına rağmen kendisini yaşlanmış hisseder; acılarıy-

311 323 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Varoluşsal Sorunlar Birey ve Yeni Hayat la bağı sahici olmadığı için yaşamakta olduğu hüznü de hüznü anlatan yazarları da alaya alır. Onun bu tavrı, hüznü hak edecek bir sahiciliği olmadığı için açık bir şiddeti ve iktidarsız öfkeyi içerir 7 :... Okurken ama, kırık hayatıma derin bir anlam vermeye, bir teselli aramaya, hatta hüznün güzel ve saygıdeğer yanını aramaya kalkmadım hiç. Çehov a, o yetenekli, verimli, alçakgönüllü Rus a sevgi ve hayranlıktan başka ne duyabilir insan. Ama boşa gitmiş kırık ve kederli hayatlarını Çehovcu denen duyarlılıkla estetikleştiren, hayatlarının sefaletinden böbürlene böbürlene bir güzellik, bir yücelik duygusu alan okurlar için üzülür, bu okurların teselli ihtiyacını karşılamayı bir kariyere dönüştüren işbilir yazarlardan da nefret ederim. (...) Bize durmadan yaralarını ve acılarını teşhir eden bu kahramanları Çehov dan kabalaştırarak araklayıp başka coğrafyalar ve iklimlerde bize sunan yazarlar da aslında ağız birliğiyle şunu demek isterler: Bakın, bize, acılarımıza ve yaralarımıza bakın; biz ne kadar hassas, ne kadar ince, ne kadar özeliz! Acılar bizi sizlerden çok daha ince ve duyarlı kıldı. Siz de bizim gibi olmak, sefaletimizi bir zafere, hatta bir üstünlük duygusuna çevirmek istiyorsunuz değil mi? Öyleyse inanın bize, bizim acılarımızın hayatın sıradan hazlarından daha zevkli olduğuna inanın yeter. (Pamuk 1994: ). Sonuç Modern bireyin varlığıyla beraber gelen sorunları karşısında iki esas tavrı vardır: Sahici olmak, sahici olamamak. Sahici olmak; sıradanlığın çemberini aşma kararlılığı, irade ve iyi niyetli olmayı gerektirdiği için modern gündelik yaşamda fazla tercih edilen bir tavır değildir. Öte yandan birey, sahicilik bağlamında arada kendisini kendisinden başka denetleyecek müessese olmadığı için bir bedeli olan sahici olmak yerine daha kolay olanı yani sahici olmamayı tercih etmekte; herkesleşmenin sıradanlığı içinde hemen hiçbir sahici tavır geliştirmeden sorumluluğu ötekilere yansıtıp sorunlarının çözülmesini, dünyanın düzeltilmesini beklemektedir. Bu, bireyin varlığı ve geniş planda zaman karşısında sahici ve iyi niyetli olmadığının bir işaretidir. Orhan Pamuk un Yeni Hayat romanında asıl kişi Osman, okuduğu Yeni Hayat isimli kitabın tesiriyle varlığının kaygılarıyla karşılaşır; iradeli ve kararlı, daha önemlisi kendisi karşısında sahici ve iyi niyetli olamadığı için aktif bir bekleme ve alay etmeyi seçerek mutlaka çözülmesi gereken sorunlarını olduğu gibi bırakır; eylemmiş gibi görünen bütün yapıp etmelerine rağmen varlığını tehdit eden sorunla- 7 İktidarsız öfke; ötekindeki değerli bir şeyi değersizleştirmeye çalışmak, ötekine kara çalmak veya çamur atmak olarak tanımlanabilecek bir öfke çeşididir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Scheler 2004: 5 37).

312 324 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Arş. Gör. Dr. Oğuz ÖCAL rı aşamaz. Modern bireyin kendisi ve kaygıları karşısındaki durumunu ortaya koyan Yeni Hayat a bu bağlamda bakmak, öyle sanıyorum ki insanın kendisi ve öteki ile ilişkisinin neliğini anlamakta ufuk açıcı olacaktır. KAYNAKÇA ADLER, Alfred (2007), İnsan Tabiatını Tanıma, (çev. Ayda Yörükân), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul. BAUMAN, Zygmunt (2000), Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, (çev. Nurgül Demirdöven), Ayrıntı Yayınları, İstanbul. ÇÜÇEN, A. Kadir (2003), Heidegger de Varlık ve Zaman, Asa Kitabevi, Bursa. FRANKL, Victor (2006), Duyulmayan Anlam Çığlığı, (çev. Selçuk Budak), Öteki Yayınları, İstanbul. GASSET, Ortega Y (1999), İnsan ve Herkes, (çev. Neyire Gül Işık), Metis Yayınları, İstanbul. GÜNDOĞAN, Ali Osman (1997), Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, Birey Yayınları, İstanbul. KARAKAYA, Talip (2004), Jean-Paul Sartre ve Varoluşçuluk, Elis Yayınları, Ankara. MAY, Rollo (2008), Aşk ve İrade, (çev. Yudit Namer), Okuyan Us Yayınları, İstanbul. MENGÜŞOĞLU, Takiyettin (1988), İnsan Felsefesi, Dergâh Yayınları, İstanbul. PAMUK, Orhan (1994), Yeni Hayat, İletişim Yayınları, İstanbul. PAMUK, Orhan (2004), İstanbul -Hatıralar ve Şehir-, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. PAZ, Octavio (1999), Yalnızlık Dolambacı, (çev. Bozkurt Güvenç), Can Yayınları, İstanbul. SCHELER, Max (2004), Hınç -Ressentiment-, (çev. Abdullah Yılmaz), Kanat Kitap, İstanbul. ŞENER, Sevda (2003), Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı, Dost Kitabevi, Ankara. YALOM, Irvın (2001), Varoluşçu Psikoterapi, (çev. Zeliha İyidoğan Babayiğit), Kabalcı Yayınevi, İstanbul.

313 YENİ KİTAB DERGİSİ ÜZERİNE Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN ÖZ: Yeni Kitab dergisi 1927 yılının mayıs ayında yayın hayatına başlar ve Ağustos 1928 de, toplam 16 sayı çıktıktan sonra yayın hayatını sonlandırır. Derginin sahibi Sedat Simavi dir. Dergi kendisini şu ilmî, edebî aile ve salon mecmuası olarak tanımlar. Cumhuriyet döneminin modernleşmeyle birlikte yeni insan ve bu yeni insanın hayatını yansıtma konusunda rol oynayan dergilerden biridir. Dergi Cumhuriyet döneminin yeni hayat tarzına olduğu kadar edebî röportajları aracılığıyla yeni edebiyata da ışık tutar. Bu makalede Yeni Kitab dergisinden bahsedilecek ve derginin indeksine yer verilecektir. Anahtar Kelimeler: Yeni Kitab, Sedat Simavi, dergi. About Yeni Kitab Magazine ABSTRACT: Yeni Kitab (new book) Magazine had been publish on May 1927 and having published by 16 issues, terminated its activity on august The Journal s owner is Sedat Simavi. The journal is described as scientific, literary magazine and had been regarded as a social journal for families as well. Meanwhile, it shed light on the new literature of The Republic s period by through the interviews made in. In this article the magazine will be explained and the journal s index will be given. Key Words: Yeni Kitab, Sedat Simavi, magazine Harf İnkılâbı ve Matbuat Yeni Kitab dergisinin yayın hayatına başladığı yılları Türkiye de gerek dergicilik gerekse yayıncılık açısından önemli bir yer işgal etmektedir. 1 Kasım 1928 yılında Arap harfleri yerine Latin harfleri kabul edildi ve buna yönelik kanun 3 Kasım 1928 te Resmi Gazete de yayımlandı. Kanuna göre dergiler Aralık 1928, kitaplar Ocak 1929 dan itibaren eski harflerle yayımlanmayacaktı. Nitekim gazete ve dergiler bazı sütunlarını yeni harflerle dizip basıyordu, bazen de kimi yazılar hem eski hem Mimar Sinan Güzel sanatlar Üni. sevals@gmail.com

314 326 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN yeni harflerle basılıyordu. Ancak harf inkılâbının sonuçları dergiciler ve yayıncılar için çok iyi sonuçlar vermedi. Öncelikle gazete ve dergilerin tirajı yarı yarıya düştü (Kabacalı 2000: ). Örneğin 1 Aralık 1928 te İstanbul gazetelerinin olan tirajı ve olan günlük satışı düşmüş; 7 Aralık 1928 de tiraj e, satış e inmiştir. (Şimşir 1992: 226). Bu durum satışları da etkilemiş, gerek gazete ve dergiler gerekse yayıncılar eski harflerle bastıkları kitapları satma olanağını yitirmişler ve birçok kitap ellerinde kalmıştır. Böylece çok sayıda gazete ve dergi ile beraber yayınevi iflas eder. Yeni Kitab Dergisi ve Sedad Simavi Yeni Kitab dergisi böyle bir ortamda harf inkılâbının kabul edilmesinden yaklaşık altı ay önce 1927 yılının mayıs ayında yayın hayatına başlar ve Ağustos 1928 de, toplam 16 sayı çıktıktan sonra yayın hayatını sonlandırır. Derginin sahibi Sedad Simavi dir. Sedad Simavi ( ), Türk matbaa hayatında oldukça önemli bir yere sahiptir da Hande dergisiyle yayın hayatına atılan Simavi, aynı zamanda karikatüristtir. İnci, Diken, Karikatür, Güleryüz, Hanım, Hacıyatmaz, Yıldız, Meraklı Gazeteci, Yeni Kitab, Arkadaş, Yedi Gün, Karagöz gibi birçok gazete ve dergi çıkaran Sedad Simavi, 1948 yılında Hürriyet gazetesini kurar (TBEA II 2003: ). Sedad Simavi nin arasında birbiri ardına çıkardığı dergilerden biri olan Yeni Kitab kendisini şu şekilde tanımlar: Her ayın ilk günü çıkar. İlmî, edebî aile ve salon mecmuasıdır. Derginin ilk sayısında Mustafa Kemal [Atatürk] in bir fotoğrafı vardır. Yeni Kitab ın neredeyse her sayısının ilk sayfasında ünlü kişilerin fotoğrafları yer alır. 2. sayıda Mahmud Yesari, 3. sayıda Hüseyin Rahmi [Gürpınar], 5. sayıda Ercümend Ekrem [Talu], 6. sayıda Sâmi Paşazâde Sezâi, 7. sayıda Abdülhak Hâmid [Tarhan], 9. sayıda Hâlid Ziya [Uşaklıgil], 10. sayıda İbrahim Alaaddin [Gövsa], 12. sayıda Yahya Kemal [Beyatlı], 14. sayıda Ahmed Haşim, 15. sayıda Yakup Kadri [Karaosmanoğlu] ve 16. sayıda Celâl Sâhir in [Erozan] fotoğrafları derginin ilk sayfasında yayımlanır. Ünlü şahsiyetlerin fotoğraflarının yer almadığı sayılarda İstanbul un sayfiye yerlerinin fotoğrafları kullanılmıştır. Okuyucuların ilgisini çekmek amacıyla derginin ön ve arka kapakları süslü bir klişe ve yaklaşık her sayı bir kadın resminin kapak olarak kullanılmasıyla çıkmıştır. Yeni Kitab dergisindeki yazıların büyük bir çoğunluğunu edebî eserler ve röportajlar oluşturur. 1 Dergide imzalarına rastlanan yazarlar 1 Dergideki röportajlar hakkında yapılan bir çalışma için bk. Dayanç 2009.

315 327 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Yeni Kitab Dergisi Üzerine şunlardır: Fuad Refik, Hikmet Şevki [Yeşim], Faruk Nafiz [Çamlıbel], F[ahri]. Celaleddin [Göktulga], Necdet Rüşdü [Efe], Hattat Hacı Nuri Bey, Mahmud Yesari, M. Salahaddin [Güngör], Memduh Suad, Kemal Nejad, Mecdi Sadreddin [Sayman], Ercüment Ekrem [Talu], İsmail Sâdi, Yaşar Nabi [Nayır], Şeref Kâzım, Emin Recep [Güler], Hayri Recep, Fuad Hulusi [Demirelli], Suad Derviş [Baraner], Halil Nimetullah [Öztürk], Ali Kemal, Şemsi İzzet, Sâmi Paşazâde Sezâi, Ferruh İsmail, Münevver Refik, Sadri Edhem [Ertem], Yusuf Ziya [Ortaç], Sâmiye Mahmud Nedim, İbnürrefik Ahmed Nuri [Sekizinci], Nihad Fâzıl, Cevad Kâzım, Nureddin İbrahim, Şeref Nuri, Süleyman Edhem, Ulviye Nazan, Hüseyin Avni, İzzet Ziya, Server Rifat, Halil Edhem [Eldem], Muzaffer Reşid (Yaşar Nabi Nayır ın takma adı), Seniha Sâmi, Salih Zeki [Aktay]. Bunların dışında dergide, A(yın). F (e)., E(lif). N(un), M(im). A(yın), M(im). Y(e), H(a)., E(lif). S(ad)., M(e). S(ad), Y (e). R(e). imzalarıyla yazılar yayımlanmıştır. Dergi, ilk sayısında oldukça hacimli çıkmış (ilanlar ve reklamlar dışarıda bırakılırsa 64 sayfa) 4. sayıdan itibaren bu hacim yavaş yavaş küçülmeye başlamıştır. Örneğin 4. sayıda reklamlar ve ilanlar hariç 47 sayfa olan dergi 14. sayıya kadar bu şekilde devam etmiş ancak 15. ve 16. sayılar reklamlar ve ilanlar hariç ancak 32 sayfa çıkabilmiştir. Bol miktarda fotoğraf ve resim kullanılmış, dergide yer alan hikâyelerin hepsi resimlenmiştir. Resimlerin hepsinde imza yoktur. Ancak belirli olanlar şunlardır: Derginin Mayıs 1927 tarihli ilk nüshasında Mahmud Yesari tarafından kaleme alınan Karanlığın Nuru adlı hikâyeyi resimleyen kişi Süleyman dır. Haziran 1927 tarihli ikinci nüshada da Memduh Suad tarafından yazılan Azimet-Avdet hikâyesini Sedad Simavi resimlemiştir. Bunların dışında bazen resimlerin üzerinde E(lif). S(ad) imzası görülmektedir. Yeni Kitab da edebî tür olarak en çok hikâye ve şiire yer verilmiştir. Hikâyeler, küçük hikâye, manzum hikâye, bazen sadece hikâye, asrın hikâyesi, asrî hikâye adı altında sınıflandırılmıştır. Küçük hikâye olarak sınıflandırılanların sayısı: 31 dir. Sadece hikâye olarak sınıflandırılanların sayısı: 4, asrın hikâyesi olarak sınıflandırılanların sayısı: 1, asrî hikâye adı altında sınıflandırılanların sayısı: 1, manzum hikâye olarak sınıflandırılanların sayısı 7 dir. Bunlardan manzum hikâye sadece Necdet Rüşdü tarafından yazılmıştır. Şiir, derginin her sayısında yer alan bir türdür ve dergide en çok şiiri yayımlanan şair Yaşar Nabi dir. Yeni Kitab da Yaşar Nabi nin beş şiiri yayımlanır. Ayrıca bir asrî hikâye bir de küçük hikâyeye yer verilir. İlk sayıda şiiri olan Faruk Nafiz, daha sonradan dergideki imzalar arasında görülmez.

316 328 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN Dergide çeviri yazılar da yer almıştır. Bunların çoğu gündelik hayattan seçilmiş, güzellik, hastalıkların tedavisi, batıl itikatlar gibi konulardır. Gençliğin yaşamı ve modası da zaman zaman gündeme getirilen konulardandır. Bunun dışında operalar ve komediler de dergide yerini alır. Aida, Palyaço gibi ünlü operalar okurlara tanıtılır. Derginin ilk sayısında Türkiye nin En Güzel Genç Kızı Kimdir? başlığıyla bir ilan yayımlanır: Güzellik müsabakası küşâd ediyoruz. Yarışmanın birtakım kuralları vardır: Güzellik yarışmasına evli olanlar katılamayacak. Yaşı 12 den aşağı ve 17 den yukarı olanların da yarışmaya katılması yasaktır. Yarışmaya katılmak isteyenler fotoğraflarını dergiye gönderecek ve bu fotoğraflar dergide yayımlanacaktır. Yarışmaya katılım süresi bir aydır. Kimin birinci olacağına Sanayi-i Nefise den bir heyet karar verecektir. Ödül ise şöyledir: Birinciye altın kol saati, ikinciye bir kutu manikür takımı, üçüncüye bir el çantası. Dördüncüye bir çift eldiven, beşinciye bir çift ipek çorap, altıncıdan onuncuya kadar birer çift veval çorap verilecektir. Bu ilandan sonra dergide birkaç genç kızın fotoğrafı yayımlanır, ancak dördüncü sayıda, gönderilen fotoğrafların az olması sebebiyle yarışmanın iptal edildiği duyurulur. Beşinci sayıda Türkiye de bir edebiyat akademisi kurulması konusu gündeme getirilir. Bunun için de okurlara şöyle bir soru yöneltilir: Türk akademisi tesis edilmek icap etse bu akademiye ancak yirmi azanın intihabını size bıraksalar, aşağıdaki elli namzedden kimleri intihab edersiniz? Namzedler: Abdülhak Hamid [Tarhan], Hâlid Ziya [Uşaklıgil], Cenab Şahabeddin, Sâmi Paşazâde Sezâi, Mehmed Rauf, Hüseyin Cahid [Yalçın], Hüseyin Suad [Yalçın], Hüseyin Siret [Özsever], Fâik Âli [Ozansoy], Celâl Nuri [İleri], Saffeti Ziya, Celâl Sâhir [Erozan], Mehmed Emin [Yurdakul], Hüseyin Rahmi [Gürpınar], Ali Ekrem [Bolayır], İbrahim Alaaddin [Gövsa], Köprülüzâde Fuad, Müderris Halil Nimetullah, Müderris İsmayıl Hakkı [Baltacıoğlu], Müderris Mustafa Şekib [Tunç], Ahmed Refik [Sevengil], Ercümend Ekrem [Talu], Talim ve Terbiyeden Mehmed Emin, Yahya Kemal [Beyatlı], Yakup Kadri [Karaosmanoğlu], Ahmed Haşim, Hamdullah Suphi [Tanrıöver], Ruşen Eşref [Ünaydın], Falih Rıfkı [Atay], Mahmud Sadık, Müderis N. Sadık, Halil Nihad [Boztepe], Ahmed Rasim, Ali Canib [Yöntem], Mahmud Yesari, Fâzıl Ahmed [Aykaç], Reşad Nuri [Güntekin], Aka Gündüz, Celâl Esad [Arseven], Midhat Cemal [Kuntay], Suad Derviş [Baraner], Fatma Âliye, Safvet Nezihi, İbnürrefik Ahmet Nuri [Sekizinci], Edhem İzzet [Benice], Hakkı Tarık [Us], Hikmet Şevki, Peyami Safa, Faruk Nafiz [Çamlıbel], Orhan Seyfi [Orhon], Yusuf Ziya [Ortaç], Halid Fahri [Ozansoy].

317 329 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Yeni Kitab Dergisi Üzerine Derginin yedinci sayısında sonuçlar açıklanır. Akademi üyeleri şu kişilerden oluşacaktır: Abdülhak Hâmid, Hâlid Ziya, Sâmi Paşazâde Sezâi, Mehmed Rauf, Yakup Kadri, Hüseyin Rahmi, Mehmed Emin, Köprülüzâde Fuad, Falih Rıfkı, Ahmed Haşim, Yahya Kemal, Müderris Nimetullah, Celâl Nuri, Safveti Ziya, İbrahim Alaaddin, Mustafa Şekib, Ercümend Ekrem, Ahmed Rasim, Fâzıl Ahmed, Hakkı Tarık. Seri hâlinde devam eden yazılara çok rastlanmaz. Süreklilik arz eden üç yazı dizisi vardır: Karilerimizle Beraber Gazeteleri Ziyaret Ediyoruz, Fahri Celâleddin in yazdığı üç yazı dizisi hâlinde yayımlanan Bir Tımarhane Hekiminin Hatıratı ve M. Salahaddin ile Mecdi Sadreddin tarafından yapılan röportajlar. İlk seri okurlarla birlikte sırasıyla Milliyet, Cumhuriyet, Vakit, Son Saat ve Akşam gazetelerinin ziyaret edilmesi, burada çalışanlarla söyleşi yapılması ve fotoğraflarının çekilmesinden meydana gelmektedir. Fahri Celâleddin in yazı dizisi ise daha çok kendi anılarının hikâye şeklinde bir araya getirilmesinden oluşmaktadır. M. Salahaddin ve Mecdi Sadreddin tarafından gerçekleştirilen röportajlar ise Türk edebiyatının önde gelen şahsiyetleri Hüseyin Rahmi, Halil Nihad, Ercüment Ekrem, Sâmi Paşazâde Sezâi, Abdülhak Hâmid, Hâlid Ziya, Aka Gündüz, Ahmed Halim, Yakud Kadri ve Celâl Sâhir ile yapılmıştır. Derginin üçüncü sayısında başlayan bu röportajlarda yazarlara hayat hikâyeleri, nasıl yazı yazdıkları, yurt içinde ve yurt dışında beğendikleri yazarların isimleri sorulmuştur. Her röportajda röportaja özel olarak yazarların, derginin fotoğrafçısı Ali Bey tarafından değişik fotoğrafları çekilmiştir. Nitekim bu fotoğraflar derginin on üçüncü sayısında bir ilanla kartpostal olarak okurlara sunulacaktır. İlan şu şekildedir: Meşâhir Kartpostalları Yeni Kitab meşâhir ve üdebâmızın en yeni resimleri ile kartpostallarını tab etmek gibi mühim bir teşebbüse girişmiştir. İlk parti olarak tab ve ihzâr ettiğimiz kartpostalların listesini de aşağıya derc ediyoruz. Diğer meşâhirin kartpostallarını da peyderpey ihzâr edeceğiz ve ikmâl ettikçe ilan edeceğiz: 1. Abdülhak Hâmid Bey balkonunda. 2. Hâlid Ziya Bey salonunda 3. Hâlid Ziya Bey mütalaa ederken 4. Hüseyin Rahmi Bey salonunda 5. Hüseyin Rahmi Bey yazı masasında 6. Abdülhak Hâmid Bey (portre) 7. Hüseyin Rahmi Bey bahçesinde

318 330 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN 8. Sâmi Paşazâde Sezâi Bey mütalaa ederken 9. Hâlid Ziya Bey bahçesinde 10. Hâlid Ziya Bey (portre) 11. Süleyman Nazif Bey (portre) 12. Abdülhak Hâmid Bey mütalaa ederken 13. Abdullah Efendi (portre) 14. Ercümend Ekrem Bey yazı masasında 15. Sâmi Paşazâde Sezâi Bey (portre) Kartpostalların beheri beş kuruştur. (...) Yeni Kitab ın Yazılar Dizini nr: 1, Mayıs 1927 Mustafa Kemal (foto) 1 Fuad Refik Tıbb-i Adlî Müessesi Nedir? Ve ne İçin Çalışır? 2-8 İmzasız Garp Musikisinin Bir Şaheseri: Palyaço 9-15 Victor Hugo Napolyon'la Köylü M(im) K(ef) Hayat Sahnesinde Erkeklerin Yeni Rakipleri: Genç Kızlar İmzasız Bıyık Aleyhtarı Ne Düşünüyor? 22 İmzasız Bıyık Taraftarı Ne Düşünüyor? 23 Hikmet Şevki Karilerimizle Beraber Gazeteleri Ziyaret Ediyoruz Seyyah Stafley Meşâhir Dünya Kadınları Hakkında Ne Düşünüyorlar? Faruk Nafiz Kıskanç 33 F. Celaleddin Bela İmzasız Bir Eskrim Şampiyonu Nasıl Yetişir? A(yın) F(e) Yarım Asır İstanbulluları Güldüren Bir Sima: K. Hasan Necdet Rüşdü Ayaklanan Evliya (1) İmzasız Madenî Sular Birçok Hastalıkların En Tabiî Devasıdır 50 Mahmud Yesari Karanlığın Nuru Doktor Fahri Celâl Bir Tımarhane Hekiminin Hatıratı 55-58

319 331 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Yeni Kitab Dergisi Üzerine Hattat Hacı Nuri Bey Yeni Kitab Yazısına Dair İmzasız Türkiye'nin En Güzel Genç Kızı Kimdir? 60 İmzasız Uyku Nedir, Nasıl Bir Yerde ve Ne Şekilde Uyumalıyız? İmzasız Şimdi de Biraz Yeni Kitab Nâşirlerini Dinleyiniz 63 İlanlar ve Reklamlar 64 nr: 2, Haziran 1927 Mahmud Yesari (foto) 1 E(lif). N(un). Eski Osmanlı Saraylarında Çerkes Kızları 2-5 İmzasız Tayyarenin İstikbali: Hava Transatlantikleri 6-10 Sam Büyük Bir Karikatürist: Sam Avrupa'da Hırsızlar Birbirleriyle Nasıl İşaretleşiyorlar? İmzasız Mahmud Yesari Ricat İmzasız Hindistanda Asrî Peygamberler Faruk Nafiz Hayalden Hakikate 29 Karilerimizle Cumhuriyet Gazetesini Ziyaret M. Salahaddin Ediyoruz Mahmud Yesari Şairlere İlham Veren İlahi Adalarda İmzasız Haşerâtın Mûcib-i Merak Hayat Menkıbeleri Memduh Suad Azimet-Avdet İmzasız İç Güveyileri Doktor Fahri Celâl Bir Tımarhane Hekiminin Hatıratı II Hikmet Şevki Aynı İmzalı İki Fikir Kemal Nejad Kurumuş Karanfiller 57 Necdet Rüşdü Küheylan Şimdi de Biraz Yeni Kitab Nâşirlerini Dinleyiniz İmzasız 60 İmzasız Son Moda Nümuneleri 61 İlanlar ve Reklamlar nr: 3, Temmuz 1927 Hüseyin Rahmi Bey (foto) 1 M.Salahaddin Cerrahpaşa Hastahanesi'ni Ziyaret 2-7 M(im) A(yın) İtikad Garibelerinden: Tasmalar ve Nazarlıklar 8-12 Mahmud Yesari Dert Ortağı Mecdi Sadreddin Büyük Romancımız Hüseyin Rahmi Bey'de 20-28

320 332 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN İki Saat İmzasız Resim 29 Ercümend Ekrem Kardeşim Sedad Bey'e 30 Ercümend Ekrem Fatiha Mahmud Yesari Tiyatroya Niçin Giderler? Necdet Rüşdü Kavaklar 41 M. Salahaddin Karilerimizle Vakit Gazetesini Ziyaret Ediyoruz İmzasız Silahlarımızı Yaparken Hayvanları Nasıl Taklit Etmişiz? Doktor Fahri Celâl Bir Tımarhane Hekiminin Hatıratı III F. Celaleddin Hortlak İmzasız Pul Albümleri 57 İmzasız Türkiye'nin En Güzel Genç Kızı Kimdir? 58 İmzasız Son Moda Nümuneleri 59 İmzasız Sayfiyelerde Seyahatlerde Giyebileceğiniz Güzel Birkaç Model 60 İmzasız Şimdi de Biraz Yeni Kitab Nâşirlerini Dinleyiniz 61 İmzasız Abonelere Duyuru 62 İlanlar ve Reklamlar nr: 4, Ağustos 1927 İstanbul'da Sayfiye Hayatı: Ada Sahillerinde Gençlik (resim) 1 M. Salahaddin Şair Halil Nihad Bey Yeni Kitab'a Hayatını Anlatıyor 2-7 Mecdi Sadreddin İzmir'e Neden Girdiklerini Venizelos'tan Dinleyiniz! 8-13 İsmail Sâdi Damad İbrahim Paşa'nın Yirmi Dört Saati Yaşar Nabi Gönül Yoldaşımız 21 Şeref Kâzım Ömrümüz 21 İmzasız Ayın Karikatürleri 22 Mahmud Yesari Yaldızlı Hayaller İmzasız Ultraviyole Ziyasının Mahiyeti ve Harikaları Emin Receb Balkon 31 İmzasız Yaz Mevsimini Nasıl Geçiriyorlar? 32 İmzasız Karilerimizle Son Saat Gazetesini Ziyaret Ediyoruz Hayri Receb Gözlerle 36 İmzasız Güzellik Müsabakasına Dair 36

321 333 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Yeni Kitab Dergisi Üzerine Fuad Hulusi İstanbul'un Ruhu 37 Suad Derviş İki Gün Sonra Fuad Refik Türklerin En Eski Eğlencesi: Karagöz İmzasız Abonelere Duyuru 46 M. Salahaddin İlanlar ve Reklamlar 47 nr: 5, Eylül 1927 Genç Hikâye ve Roman Üstatlarımızdan Ercümend Ekrem Bey (foto) 1 Ercümend Ekrem Bey'in Hayatından Bazı Sahifeler 2-7 Fuad Hulusi Zalâm, Hep Zalâm... 7 Elif Ayın Hind Şairi Tagore ve Mektebi 8-10 İmzasız Kaçar Sülalesinin Sukûtu İmzasız Asrî Fedakârlıklar (resim) 16 İmzasız Dans Yıldızı Nasıl Yetişir? İmzasız Sanatkâr Bir Türk Kadını: Şaziye Hanım Necdet Rüşdü Antika Ud Şeref Kâzım Düşünceler 29 Halil Nimetullah Felsefî Düşünceler 29 İmzasız Ayın Karikatürü 30 Mahmud Yesari Âşık ve Hırsız Ali Kemal İnan Ayşe 34 Şemsi İzzet Bir Hatıra.. 34 Karilerimizle Akşam Gazetesini Ziyaret M. Salahaddin Ediyoruz Hikmet Şevki Genç İhtiyar Türk Edebiyatı Akademisinin Azaları Kimler İmzasız Olacak? 41 İmzasız Dünyadan farklı yazı örnekleri İmzasız Kadınların Bugünkü Kıyafetlerine Bir Nazar 44 İmzasız Kadınların Yarınki Kıyafetlerine Bir Nazar 45 İmzasız Abonelere Duyuru 46 M. Salahaddin İlanlar ve Reklamlar nr: 6, Teşrin-i Evvel 1927 Büyük Üstad Sâmi Paşazâde Sezâi Efendi (foto) 1 Sâmi Paşazâde Sezâi Bey'in Yalısında Bir Saat 2-7 M(im). Y(e) Aida 8-13

322 334 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN Halil Nimetullah Felsefî Düşünceler 13 İmzasız Beyaz Karıncaların Yaşayışlarındaki Harikalar Sâmipaşazâde Sezâi Bir Hayal Hayri Receb Dileğim 20 Suad Derviş İnci Gerdanlık Fuad Hulusi Verlaine de Böyle Ağladı 27 Şeref Kâzım Şimdi Ben 27 Emin Receb Vurun Dalgalar 27 Ferruh İsmail Kendi Kendime 27 Hristiyanlığın Seyyar Propagandacıları: İmzasız Misyonerler Şimdi de Karilerimize Birkaç El İşi Münevver Refik Nümunesi Takdim Edelim Sadri Edhem Bülbül Baba Yaşar Nabi Şarkı 39 Bir Gazeteci Nezihe Muhiddin Hanımefendi'ye Mektup İlanlar ve Reklamlar 42 İmzasız Güzel Yaz Günlerine Elveda İmzasız Abonelere Duyuru 45 İlanlar ve Reklamlar nr: 7, Teşrin-i Sânî 1927 Üstâd-ı Azâm Abdülhak Hâmid Beyefendi (foto) 1 M. Salahaddin Üstâd-ı Azâm Abdülhak Hâmid Nezdinde Bir Saat 2-7 Yusuf Ziya Nasıl Mizah Muharriri Oldum? 8-10 Ali Kemal Cehennem 10 Yaşar Nabi Karanlıktan Nura 10 İmzasız Tulu ve Gurûb resmi 11 Sâmi Paşazâde Sezâi El Mucidü'l-câmia: Elhamra Sâmiye Mahmud Nedim Afrika Sahillerinde Seyahat Notları İmzasız Türk Kabiliyetinin Canlı Bir Nümunesi: İzmir Sergisi Elif Ayın Gülmenin Sebepleri ve Nevileri İhsan Arif Ayşecik H(a). Zalim 38 Hayri Receb Mehtapta Saz 38 İmzasız Londra'da İnsan Muamelesi Gören Aslanlar 39

323 İmzasız 335 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Yeni Kitab Dergisi Üzerine Piyer Loti'nin Aktörlük Ettiğini Bilir miydiniz? 40 İmzasız Türk Akademisinin Azaları Kimler Olacak? 41 Şimdi de Biraz Yeni Kitab Nâşirlerinin Söylediklerini İmzasız Dinleyiniz 42 İmzasız Abonelere Duyuru 43 İlanlar ve Reklamlar nr: 8, Kânûn-ı Evvel 1927 Kışa Dahil Olurken Neşeli Bahar Günlerinden Son Bir Hatıra (resim) 1 İmzasız İstikbal İçinde Bir Seyahat: Nereye Gidiyoruz? 2-6 İbnürrefik Ahmed Nuri Zülkarneyn 7-11 Hayri Receb Kin Yaşar Nabi Unutmam 11 İmzasız Kar fotoğrafları 12 Suad Derviş Pişman Değilim Amerikan Şimendüfer Celilesinin En Son İmzasız Merhalesi 20 İmzasız Uzun Seyahatler İçin Vagon-Otel Tertibatı 21 Sâmipaşazâde Sezâi Sihirli Dükkan İmzasız İnsan Neslinin Şaheserleri ve Feciaları İsmail Sâdi Rokzulan Sultanın Yirmi Dört Saati Sâmiye Mahmud Nedim Leningrad'da Neler Gördüm? Halil Nimetullah Felsefî Düşünceler 36 Türklerin İlk Karikatüristi: Ressam Baha İmzasız Bey Necdet Rüşdü Ölüye Can Veren Abonelere Duyuru 43 İlanlar ve Reklamlar nr: 9, Kânûn-ı Sânî 1928 Edebiyât-ı Cedîde'nin En Kuvvetli Romancısı Hâlid Ziya Beyefendi (foto) 1 M. Salahaddin Mai ve Siyah Muharriri Nezdinde Bir Saat 2-8 Necdet Rüşdü Kulaklı Dede 8-9 Ercümend Ekrem Aslı Ananın Düğünü Nihad Fâzıl Cazbandın Nağmesine Kurban Giden Zavallı Bir Musikişinas Cevad Kâzım Gülle Şebnem 16

324 336 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN Mahmud Yesari Çerkeşli Ömer İmzasız İran'da Kadın Kıyafetleri Hâlâ Ne Hâlde? 22 Hikmet Şevki Nankörlük Nureddin İbrahim Yeni Ankara'da Eski Türk Evleri Sadri Edhem Lades Hayri Receb Neden Sonra 37 İmzasız Batıl İtikadların Merkezi Olan Moğolistan'da Hayat 38 İmzasız Şimdi de Biraz Yeni Kitab Nâşirlerinin Söylediklerini Dinleyiniz 39 Abonelere Duyuru 40 İmzasız Meşâhir Kartpostalları 41 İlanlar ve Reklamlar nr: 10, Şubat 1928 Edebiyat Âleminin Yüksek Simalarından: Sivas Mebusu İbrahim Alaaddin Bey (foto) 1 Mecdi Sadreddin Şerefli Bir Hadise: Türk Kadını Baroda 2-4 İmzasız Almanya'daki Kış Sporlarına Bir Nazar 5 Sâmi Paşazâde Sezâi Eski Bir Mektep 6-9 İmzasız Çin İmparatoru (foto) 10 İmzasız Meşhur Operalardan Cavalleria Rustikana İmzasız Polene Gari (foto) 16 İmzasız Lil Daföri (foto) 17 İbnürrefik Ahmed Nuri Yalan! Hepsi Yalan İmzasız Zengin Olmak İçin İlk Adım Nasıl Atılır? Cevad Kâzım Kumru ile Ferhan Şeref Nuri Meçhul Sevgiliye 28 İmzasız Afgan Padişahı Amanullah Han Hususi Hayatta (foto) 29 Sadri Edhem Bir Korku İmzasız Meşâhir Kartpostalları 35 Asya'nın Teceddüd-perver Hükümdarı İmzasız Amanullah Han'a Dair (foto 36 Hikmet Şevki Kalbin Sesi 37-38, 40 Necdet Rüşdü Emanete Hıyanet 39 ve 40 İmzasız Hat Üstatlarımızı Tanıyalım 41 Abonelere Duyuru 42 İlanlar ve Reklamlar 43-48

325 337 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Yeni Kitab Dergisi Üzerine nr: 11, Mart 1928 Son Zamanlarda Resimli Gazete'de Neşrettiği İslam Dininin İç Yüzü Unvanlı Makaleleriyle Kudret-i Aliyyesini Bir Kere Daha İspat Eden Fâzıl-ı Muhterem Abdullah Efendi Hazretleri (foto) 1 Süleyman Edhem Ciğer Veremi Kabil-i Şifa mıdır? 2-9 Şeref Kâzım Yeis 10 Hikmet Şevki Yağmur İmzasız Nasıl Gençleşiyorlar? 13 Piyer Volf nâkili: Süleyman Ârif Son Müşteri Mahmud Yesari Ölüm Yolunda Necdet Rüşdü Aynanın Aşkı İmzasız Marry Pikford (foto) 26 İmzasız Liyado Poti (foto) 27 İmzasız 9 Eylül Sergisi'nden Yeni Kitab'a Takdirname 28 Hikmet Şevki Çocuk Gibi Kemal Nejad Hisler ve İntibaalar 35 Yaşar Nabi Elektrik Asrında 36-38, 44 İmzasız Abonelere Duyuru İmzasız Fotoğraflar 40 Ulviye Nazan Çamlıca'dan Mektuplar Hüseyin Avni Bir Düğün Gecesi İlanlar ve Reklamlar 44 ve 48 nr: 12, Nisan 1928 Türk Edebiyatının Mühim Simalarından: Şair Yahya Kemal (foto) 1 İmzasız Kibar Çinli Kadının Bir Günlük Hayatı 2-9 Suad Derviş Sezâ Bana Anlatıyor Yaşar Nabi Ateş Menbaı 14 Hayri Receb Vefasıza 14 Sadri Edhem Dostluk İmzasız Melek Hanım İsminde Bir Kadın Kurbağaya Benzeyen Bir Çocuk Doğurdu (foto) 24 Hikmet Şevki Akıtılamayan Gözyaşları İmzasız İsmet Paşa Ankara'da Bir Sabah Gezisinde (foto) 27

326 338 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Seval ŞAHİN Müstensihi: Kerim Ankara Yollarında İçli Bir İstanbul Kızı E(lif). S(ad). Bir Gazete Klişesi Nasıl İmal Edilir? İmzasız Yeni Kitab İkinci Yaşına Basarken 43 İlanlar ve Reklamlar nr: 13, Mayıs 1928 Şirin İstanbul'un Güzel Sayfiyelerinden: Moda Koyunun Sahilden Görüntüsü (foto) 1 Mecdi Sadreddin Aka'yı Herkes Tanır, Fakat Hayatını Mahmud Yesari Aşk Yüzünden Katil Necdet Rüşdü Kısâs Yaşar Nabi Gönül Azabı 19 İmzasız İnsanlar Tayyarenin Keşfini Kuşlara Medyûndur Hikmet Şevki Çocukların Zevk Duyduğu Bir Köşe: Ana Kucağı Yaşar Nabi Saadet Sarayı İmzasız Darülbedayi Oyuncuları (foto) 35 İzzet Ziya Aşk İhtiyacı 36 Maupassant Küçük Fıçı İmzasız Balıkesir İdman Birliği'nin Gürbüz Oyuncuları (foto) 40 İlanlar ve Reklamlar nr: 14, Haziran 1928 Son Neslin En Yüksek ve Kıymetli Şairi: Ahmed Haşim Bey (foto) 1 M. Salahaddin Ahmed Haşim Bey Hayatını Anlatıyor 2-5 Seniha Sâmi İntizâr Hikmet Şevki Menekşeyi Çok Severim. Niçin mi? Me. (Sad) Kardeş Afgan'ın Aziz Hükümdarları Vatanımızda Müze Müdürü Halil Edhem Bey İstanbul'da Bir Âbide-i Tabiatın Ufûlü İmzasız Cambazhanelerin İç Yüzünü Öğrenelim Yaşar Nabi Bir İhanet Server Rifat Kadın mı Aşk mı? Muzaffer Reşid Ötekinin Hayali İlanlar ve Reklamlar nr: 15, Temmuz 1928 Nur Baba Müellifi Yakup Kadri Bey (foto) 1 M. Salahaddin Nur Baba Müellifinin Hayatını Dinleyiniz 2-4

327 339 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Yeni Kitab Dergisi Üzerine İmzasız Altın Arayıcıların Meraklı Sergüzeştleri 5-9 Mahmud Yesari Seniye Abla İmzasız Kadın Parmağında Yüzükler Y(e). R(e) Mazi İzleri Salih Zeki Kalbim 20 İmzasız Elmas Niçin Pahalıdır? 21 Yaşar Nabi Çingene Kızı Hikmet Şevki Işıklar Sönünce İlanlar ve Reklamlar nr: 16, Ağustos 1928 Şair Celâl Sâhir Bey Üç Çocuğunun Arasında (foto) 1 Mecdi Sadreddin Aşk ve Kadın Şairi Celâl Sâhir Bey 2-12 Avrupa Kadınlık Âleminde Moda Cereyanları İmzasız Salih Zeki Yabancı Güzel 15 Mahmud Yesari Bir Aşk Faciası İngiliz Şairi Shakespeare Hayalî Bir Şahsiyet İmzasız midir? Yaşar Nabi Anne İmzasız İskoçya Zindanlarında Bir Gece İmzasız Yeni Yazı ile Mektup Nümuneleri 26 İlanlar ve Reklamlar KAYNAKÇA DAYANÇ, Muharrem (2009), Yeni Kitap Dergisinde On Yazar-On Mülakat, Dergâh Yayınları, İstanbul. GÖKMEN, Muzaffer (1970), Sedat Simavi, APA Ofset, İstanbul. İmzasız (2003), Sedat Simavi, Tanzimat tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi II. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. KABACALI, Alpay (2000), Başlangıcından Günümüze Türkiye de Matbaa, Basın ve Yayın, Literatür Yayınları, İstanbul. ŞİMŞİR, Bilal N. (1992), Türk Yazı Devrimi, Ankara.

328 AYVALIK TÜRK OCAĞI VE ETKĐNLĐKLERĐ Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR ÖZ: Bu çalışmada yılları arasında Ayvalık Türk Ocağı nın kuruluşu ve faaliyetleri araştırılmıştır. Ayvalık Türk Ocağı, kuruluşundan itibaren taşrada etkin çalışan şubeler arasında yer almış, düzenlediği sosyal ve kültürel faaliyetlerle kuruluş amacına uygun hareket etmiştir. Konferanslar, müsamereler, sanat, spor, milli bilinci uyandırma, kütüphane, eğitim, kurslar, köycülük, sağlık, devrimlerin halka anlatılması ve kabulü Ayvalık Türk Ocağı nın faaliyetleri arasındadır. Türk Ocakları nın 10 Nisan 1931 tarihinde feshedilmesi ile birlikte Ayvalık Türk Ocağı da kapatılmış, menkul ve gayrimenkulleri CHP ye devredilmiştir. Anahtar Kelimeler: Ayvalık, Ayvalık Türk Ocağı, Türk Ocakları The Turkish Ocak of Ayvalık and Its Activities ABSTRACT: This study covers the foundation and the activities of Ayvalık Turkish Ocak between 1923 and Ayvalık Turkish Ocak, had performed many cultural activities at the rural areas for the purpose of raising National awareness. After the abolition of the the Turkish Ocak on April 10, 1931, Ayvalık Turkish Ocak had also been closed down and all its assets and liabilities and movables and immovable had been handed to the Republican People s Party. Giriş Key Words: Ayvalık, Ayvalık Turkish Ocak, Turkish Ocak. Osmanlı Devleti nin son yılları ile Millî Mücadele dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk fikir ve toplum hayatında önemli roller üstlenen Türk Ocakları, kurulduğu 1912 yılından kapandığı 1931 yılına kadar geçen sürede genel merkez ve yurt geneline dağılan şubelerinde yü- Đnönü Üni. Fen-Ed. Fak. Tarih Böl. stasdemir@inonu.edu.tr

329 342 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR rüttüğü sosyal ve kültürel faaliyetler, açtığı kütüphaneler, yaptığı yayınlarla geniş kitlelere seslenmiş, kendisinden önce kurulan Türk Derneği ve Türk Yurdu Cemiyeti gibi kuruluşlardan daha etkili bir konuma sahip olmuş (Üstel 1997: 51; Karaer 1990: 55), yakın dönem Türk tarihinde kilometre taşı şeklinde nitelenecek çalışmalara imzasını atmıştır (Tunaya 2007: 459). 12 Mart 1912 de Türklerin millî terbiye ve ilmî, içtimaî, iktisadî seviyelerinin terakki ve i tilası ile Türk ırk ve dilinin kemâline çalışmak amacıyla kurulan Türk Ocakları (Akyüz 1986: 221), işgal güçlerince kapatılmasının ardından millî uyanışı sağlamak için düzenlenen mitinglerde, protesto gösterilerinde ve cephede ön safhada savaşmış, Millî Mücadele boyunca Mustafa Kemal Paşa nın çevresinde toplanmış 1 (Karaer 1992: 14-15; Tevetoğlu 1987: 41); Cumhuriyetin ilânından sonraki dönemde yönetim ve halk arasında inkılâpların yerleşmesi, ülkede millî birlik ve beraberliğin sağlanması gibi konularda köprü vazifesi görmüştür (Sarınay 2004: 378; Bayraktutan 1996:209). Çalışmaları için yeni rejimden maddi ve manevi destek alan Türk Ocakları, kısa sürede ülke genelinde örgütlenmeye gitmiş, ulusal egemenliğin korunmasının yanı sıra, devrimlerin desteklenmesine güvence vermiş, genel merkez dışında Anadolu da özellikle Adana, Giresun, Trabzon, Đzmir gibi iller yanında Ayvalık ve Ödemiş gibi ilçelerde de başarılı etkinliklerde bulunmuştur 2. Taşrada toplum üzerinde etkin faaliyetlerde bulunmasına rağmen, üzerinde çalışma yapılmamış şubelerden birisi de Ayvalık Türk Ocağı dır. Bunda Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi ile Türk Ocakları Genel Merkezi nde o dönemki belgelere ulaşılamaması; yaygın basın ve anılarda da yeterli bilginin bulunmaması etkendir. Đlçede 1 Eylül 1924 yılında çıkarılmaya başlanan ve 14 Mayıs 1992 tarihine kadar aralıksız yayınla- 1 2 Hamdullah Suphi, o dönemde ocağı ve ocağın etkinliklerini: Anadolu da Kuvay-ı Milliye henüz teşekkül etmemişti. Meclis toplanmamış ve hükümet kurulmamıştı. O zamanki Türkiye de mevcut 28 Ocağın merkezi olan Đstanbul Türk Ocağı kendi reisini (Mustafa Kemal i) tanımakta müşkülat çekmedi. Yanı başındaki Babıali ye ve karşısındaki saraya değil, fakat Anadolu nun uzak bir köşesinde millî ümidin timsali olarak çıkan genç kahramana şikayetlerini yazdı. Böylece merciini tanıdı ve onun etrafında sımsıkı toplandı. sözleriyle dile getirmiştir. Karaer (1992: 15) Kuruldukları günden itibaren Türk tarihinde önemli rol oynayan Türk Ocakları şubelerinin etkinliklerine bilim dünyasının ilgisi sınırlı kalmış, şubelerle ilgili yüksek lisans (Arslan: 2008; Güneş:1990) düzeyinde çalışmalardan daha çok özellikle Türk Yurdu dergisinde makaleler yayınlanmıştır. Bu çalışmaların bazıları için bk. Artan (2000: 38-40), Atnur (2005: 12-14), Gökhan- Dinçarslan (2007: 91-94), Güneş (2003: 27-31), Tekin (1999: 1999: ), Toksoy (2008: 49-52), Uzun (2003: 45-56).

330 343 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri nan Ayvalık gazetesinin varlığı bu çalışmayı olanaklı kılmış, böylece Cumhuriyetin ilk yıllarında Ayvalık Türk Ocağı nın ilçenin sosyoekonomik ve kültürel yapısındaki önemi ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Doğusu Bergama ilçesi, güneyi Dikili ilçesi, kuzeyi Burhaniye ilçesi ve Edremit körfezi, batısı Ege denizi ile çevrili Ayvalık ilçesi, Milli Mücadele döneminde düşmanın ülkeye giriş kapılarından birisini oluşturması itibariyle önemlidir. Đzmir i işgal eden Yunanlılar, 29 Mayıs 1919 tarihinde Ayvalık a girmiş 3, burada bulunan 172. Piyade Alayı Komutanı Yarbay Ali Bey (Çetinkaya) Đstanbul hükümetinin emrini dinlememiş, Millî Mücadelenin ilk kurşunu (askerler tarafından) bu alay tarafından Ayvalık ta atılmış ve üçbuçuk yıl düşman işgalinde kalan Ayvalık, 15 Eylül 1922 de kurtarılmıştır (Bacık, ty: 1-11; Erim 1948: 100). Cumhuriyetin ilanı sonrasında türdeş bir toplum yaratmak amacıyla Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Mübadele anlaşması gereğince, Ayvalık taki Rumlar Yunanistan a gönderilmiş, Midilli, Girit ve Makedonya dan gelen Türkler Ayvalığa yerleştirilmiştir. 4 Ayvalığa yerleşen mübadillerin toplumsal yapıya uyum sağlamaları ve ulusal bilinç kazanmaları aşamasında Ayvalık Türk Ocağı etkili bir şekilde çalışmış, Ayvalık halkı yeni Türkiye nin yurttaşı kimliğiyle bir bütün olmuş, kendilerini Midillili, Giritli, Rumelili mübadil yerine Ayvalığın yerlisi kabul etmiş; ilçe yeni baştan onarılarak ekonomik 5 ve sosyal canlılığına kavuşmuştur (Balıkesir Đl Yıllığı 1967: 49-50). Ayvalık Türk Ocağı Kuruluşu Anadolu da kazanılan Büyük Zaferden sonra açılan Đzmir Türk Ocağı nın ardından, (Güneş 1998:116; Karaer 1992:17) 1923 yılı Ocak ayında Afyon, Aydın ve Sivas Türk Ocakları ile birlikte Ayvalık Türk Ocağı da açılmıştır (Tuncer vd. 1998: 89). 10 Ekim 1924 de toplanan Ocak Kongresi'nde yapılan seçimde başkanlığa Doktor Fazıl Doğan 6, ki Đşgal öncesi Yunanistan ın Ayvalık politikası için bk. Bayraktar (1992: ) Mübadelenin başlamasına az bir süre kala Anadolu ya yakın adalardaki Müslümanlar da kendi çabalarıyla ve resmen vapurlarla özellikle Ayvalık a çıkmaya başlamışlardır. Zeytincilikle uğraşan Girit, Midilli, Selanik ahalisi başta Ayvalık olmak üzere Edremit ve Mersin e iskân edilmişlerdir. Karacaer (2006: 34) O dönemki kayıtlarda ilçede 18 yağ fabrikası, 4 rafine fabrikası, 1 pirina fabrikası ile 15 sabun fabrikasının bulunduğu ifade edilmiştir. Erdem (1999: 14) Doktor Fazıl Doğan, 1892 yılında Midilli de Abdullah Efendi ve Gül Hanım ın ilk oğlu olarak dünyaya gelmiş, ilk ve ortaöğrenimini Midilli de tamamladıktan sonra Đstanbul a giderek Đstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ni bitirmiş, Birinci Dünya Savaşı nda Fırat vadisinde savaşmış, Mondros Müta-

331 344 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR tabete Hilmi Đsmail, muhasipliğe Namık Hulusi ve murahhaslığa Sadık Halid Beyler seçilmiştir (Tuncer vd. 1998: 121). Türk Ocağı şubeleri mart ayının ilk haftası kongre düzenlemekle yükümlüydü yılında bina tamiratı nedeniyle Ayvalık taki kongre gecikmeli olarak gerçekleştirilmiş; kadın ve erkek katılımcıların katılımıyla başlayan kongrede, yönetim kurulu düzenledikleri etkinlikleri ve bir önceki yılın hesabını vermiş, yapılan seçiminde gösterdikleri başarılı çalışmalardan dolayı eski yönetim tekrar seçilmiştir (Ayvalık, 16 Mart 1925: 1). Buna göre yönetim kurulu başkan Doktor Fazıl Doğan; Murahhas Sadık Halid; Katip Hilmi Đsmail; Muhasip veznedar Namık Hulusi; üyeler Dr. Seyfettin, Ziya ve Osman Nuri Beylerden oluşmuştur (Tuncer vd. 1998: 140) yılı kongresinde, Doktor Fazıl Doğan Bey in nutkundan sonra seçime geçilmiş, yeni yönetim kuruluna Doktor Fazıl Doğan, tüccardan Namık Hulusi, avukat Hilmi Đsmail, Öksüz Yurdu müdürü Osman, tüccardan Sadık Halid, Azim Şirketi Müdürü Cafer Tayyar, tüccardan Đhsan Ahmet Beyler; Murakabe Heyeti'ne ise Şevket Osman, Rüsumat Müdürü Süleyman Vasfi ve Ashab-ı Emlak'dan Basri Beyler seçilmiştir. Böylece dernek eski kadrosuna yalnız Cafer Bey i ekleyerek çalışmalarına devam kararı almıştır yılındaki Ocak Kongresi'nde ise yönetim kurulunda başkan: Doktor Fazıl Doğan, Katib: Baytar Enver, Murahhas: Namık Hulusi, Muhasib: Sadık Halid, Veznedar: Eczacı Niyazi, üye: Đhsan Hasan Beylerdi (Tuncer vd. 1998: 229). Ayvalık Türk Ocağı 1928 yılı yıllık toplantısı, yapılan değişiklikle şubat ayının ikinci haftasında gerçekleşmiş (Ayvalık, 2 Şubat 1928: 1); eski yönetim gösterdiği başarılı çalışmalardan dolayı tekrar yönetime seçilmiştir. Buna göre Doktor Fazıl Doğan, Baytar Onur, Eczacı Niyazi, Sadık Halid, Namık Hulusi, Alemdarzâde Hasan ve Ahmet Beyler yönetim kurulunu, Fabrikatör Zeki, Fehmi Mustafa ve Basri Beyler de denetleme kurulunu oluşturmuştur (Ayvalık 20 Şubat 1928: 1). rekesi nin imzalanması üzerine Đstanbul a dönmüş, Nisan 1919 da Dr. Reşit Galip ve Dr. Hasan Ferit Cansever Beyler Tavşanlı ya giderken, Dr. Fazıl Doğan ve Giritli Dr. Mustafa Alp de Emet e giderek Türk Ocaklarının halka doğru hareketinin uygulama aşamasını başlatmıştır. Emet Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ni kurarak Milli Mücadele de cephede savaşan Doktor Fazıl Doğan, savaşın bitimi üzerine Ailesiyle birlikte Ayvalığa yerleşmiştir. Bu tarihten itibaren ölümüne kadar Ayvalık Cumhuriyet Halk Fırkası mutemedi, CHF ilçe başkanı, belediye doktoru, Türk Ocağı başkanı, Halkevi başkanı gibi çeşitli sıfatlar altında ilçeye hizmet vermiş, kendi evini dispanser haline getirerek hastaları ücretsiz muayene etmiş, yılları arasında Ayvalık ilçesinin sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmasında çok özel bir yeri olmuştur.

332 345 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri Ayvalık Türk Ocağı'nın 1930 yılındaki Genel Kurulu 21 Mart'ta toplanmıştır. Fabrikatör Zeki, Basri ve Kenan Beylerden oluşan Murakabe Heyeti raporu üzerinde tartışılarak kabul edildikten sonra 1930 yılı bütçesi lira olarak belirlenmiş, Halk Fırkası'nca aday gösterilen Doktor Fazıl Doğan, Avukat Hilmi Đsmail, tüccardan Namık Hulusi, Sadık Halit, Alemdaroğlu Hasan, Đhsan Ahmet ve eczacı Niyazi Beylerin Đdare Heyeti'ne seçilmesiyle toplantı sona ermiştir (Ayvalık 27 Mart 1930: 2). Türk Ocakları nın ikinci dönemine (Ekim Nisan 1931) ait Birinci Kurultayı, 23 Nisan 1924 te Ankara da gerçekleşmiş, bu Kurultay'a Ayvalık Türk Ocağı adına Azmi Bey (Eski Ayvalık kaymakamı) katılmıştır (Tuncer vd. 1998: ) yılındaki Kurultayda Ayvalığı ocak yönetim kurulu başkanı Doktor Fazıl Doğan Bey, 1928 kurultayında ise Ragıp Nurettin Bey temsil etmiştir (Ayvalık 25 Teşrini Evvel 1926: 1; Ayvalık 10 Mayıs 1926: 1; Üstel 1997: 183). Başta öğretmenler olmak üzere doktor, eczacı, diğer memur ve subaylarla yerel eşraf hem düşünsel boyutta hem de bu düşüncelerin uygulamaya geçmesinde derneğe büyük destek vermiştir. Uzun yıllar Türk Ocağı yönetim kurulunda bulunan Doktor Fazıl Doğan ve Sadık Halit Bey aynı zamanda Ayvalık CHF yönetim kurulunda görev almaları, yönetimle Ocak arasındaki uyumda etkili olmuştur. Sadece bu iki kişi değil, genelde dernek yönetimde görevli kişiler aynı zamanda CHF de de üyeydiler. Ayvalık halkı, Türk Ocağı'ndaki her tür etkinlikte müsamereler, konferans, kurslar, bayram kutlamaları, piyango çekilişleri vb.- hazır bulunarak ocağa büyük destek vermiştir. Ayvalık Türk Ocağı Binası Ayvalık Türk Ocağı, çalışmalarına emvâl-i metrukeden (terk edilmiş mallardan) temin edilen binada başlamıştı. Binanın eski ve bakımsız olması nedeniyle ocaklılar binayı restore ettirdiler. Ayrıca binanın verilecek hizmetler için kendilerine yeterli gelmeyeceğini gördüler ve yandaki binayı da alarak 7 iki binayı birleştirdiler. Bu sayede daha büyük ve kullanışlı bir hizmet binasına sahip oldular (Ayvalık 9 Mart 1925: 2). Fiziki koşullarının uygun olması sonucu, Türk Ocağı nca düzenlenen konferans, müsamere vb. etkinlikler yanında (Ayvalık 26 Temmuz 1926: 1) ilçedeki nişan ve düğün törenleri gibi sosyal amaçlı etkinlikler de bu binada gerçekleştirilmiştir Ocak binası bin iki yüz küsur lira bedelle ve sekiz yılda ödenmek şartıyla satın alınmıştır, Türk Yurdu (1926: 249). Örnek verilecek olursa, Himaye-i Etfal Cemiyeti kurulma çalışmaları için 27

333 346 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR Ayvalık Türk Ocağı kısa sürede hizmet binası dışında Ayvalık ta 2500 lira değerinde bir adet binaya; 3000 lira değerinde 3 dükkân (binanın altında) ile bir spor salonuna ve Burhaniye ve Edremit te 7260 lira değerinde Zeytinliğe sahip oldu (Tuncer vd. 1998: 390). Ayvalık Türk Ocağı'nın Bütçesi Ayvalık Türk Ocağı yeni yönetimi 1924 yılında 85 lira borçla işe başlarken, 1925 yılında bütçeyi lira 30 kuruşa yükseltmiş, Öksüz Yurdu yapılmasına rağmen 1926 yılına 6150 lira devredilmiş; 1926 yılı için bütçe lira olarak belirlenmişti (Ayvalık 8 Mart 1926: 1). Ayvalık Türk Ocağı 1927 yılında liralık bir bütçeye sahipken (Tuncer vd. 1998: 286), 1928 yılında Ocak, lira bütçeye sahipti (Tuncer vd. 1998: 222). Türk Ocakları içinde en yüksek bütçesi olan şubeler arasında gösterilen Ayvalık Türk Ocağı nın başlıca gelir kaynakları 9, Genel Merkezden alınan ödenek, düzenlenen piyango ve müsamerelerden elde edilen gelir, verilen kimlik kartlarından, satılan rozetlerden alınan paralar ve üyelerden toplanan aidatlardan oluşuyordu. Gerçekleştirilecek etkinliklerde ilçede bulunan fabrikatörlerin ocağa yaptığı bağışlar da önemli bir yekûn tutuyordu (Ayvalık 7 Haziran 1925: 2). Ayvalık Türk Ocağı'nın Etkinlikleri Türk Ocakları, yeni dönemde yapacakları etkinliklerin başarılı olması için faaliyet alanı ve idarî yapısını düzenleyen yasa, mesai programı ve talimatname hazırlamış, 10 hem merkezde hem de taşradaki çalışmaların bu doğrultuda yapılmasını zorunlu kılınmıştı. Ayvalık Türk Ocağı da bu program ve talimatname çerçevesinde çalışmalarını yürütmüş; Cumhuriyetin sosyal ve ekonomik alandaki amaçlarına ulaşmasına, kültürel bütünlüğün pekiştirilmesine yardımcı olmak ve halkı cumhuriyetin kazanımları konusunda aydınlatabilmek için konferanslar, müsamereler düzenlemiş; dersler vermiş; kurslar açmış; 9 10 Mayıs 1927 Cuma günü yapılacak toplantı Türk Ocağı binasında yapılacaktır, Ayvalık (26 Mayıs 1927: 1). Örneğin Ayvalık Türk Ocağı'nın 1928 yılı bütçesi lira iken, Đzmir , Ankara , Adana , Đstanbul , Ödemiş , Bursa , Bandırma , Tarsus , of 300, Ahlat 500, Ürgüp 570, Elbistan 600, Ayaş 532, Boyabad 187, Darende 410, Bolvadin 206, Muş 1022, Çıldır 900 liralık bütçeye sahipti (Sarınay 2004: 279). Türk Ocakları Mesai Programı ve Talimatname için bk. Üstel (1997: , ).

334 347 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri müzik, spor etkinlikleri düzenlemiş; kütüphane kurmuş; sağlık hizmetleri sunmuş ve film gösterisinde bulunmuştur. Konferanslar Türk Ocaklarında, genel merkezin önderliğinde bütün şubelerde yılında başlayıp, Ocakların kapatılmalarına kadar geçen süreçte tarih, edebiyat, kültür, iktisat, eğitim, gençlik, sağlık, demokrasi ve devrimlerin halka anlatılması gibi konularda konferanslar verilmiştir (Sarınay 2004: 347). Ayvalık Türk Ocağı nda bunun yanında -belirli aralıklarla- yöre halkının ihtiyaçları da göz önüne alınarak konferanslar düzenlenmiştir. Örneğin başta zeytin ve tütün olmak üzere tümüyle köylüleri ilgilendiren konferanslar yanında 11 meslek dallarını ilgilendiren konularda da konferanslar düzenlemiştir (Tuncer vd. 1998: 293). Konferansları kadın erkek birlikte izlemiştir. Ocak, sadece kadınları veya erkekleri ilgilendiren özel konularda da bilinçlendirici etkinlikler düzenlemekten kaçınmamıştır 12. Yabancı tüccarların ülke ekonomisindeki etkinliklerini dikkate alan Ocak, bu etkinin azaltılmasına yönelik çalışmalar yapmış ve bu çalışmayı yaparken de fabrikatörlerden, tüccarlardan yararlanmıştır. 13 Örnek verilecek olursa: 1925 yılında Türk Ocağı Başkanı Doktor Fazıl Doğan Bey in başkanlığında Ayvalıklı tüccarlara dünya piyasalarındaki son ekonomik gelişmeler ve Ayvalık ta neler yapılabileceği konusunda Sadık Halit Bey tarafından konferanslar verilmiştir (Ayvalık 9 Şubat 1925: 2; Ayvalık 24 Ağustos 1925: 2) 14. Tüm bu çalışmalara ek olarak ilçe ekonomisinin geli Tuncer vd. (1998: ). Konferanslar yanında çevre köylere irşat ekipleri de göndermiştir. Ayvalık Türk Ocağından başka Adana, Bursa, Antalya, Kars, Nazilli, Elmalı, Ankara, Burdur, Trabzon, Çeşme, Karaman, Samsun, Bozöyük, Bayramiç, Balıkesir, Đzmit, Diyarbakır ve Adıyaman gibi şubelerde de köylere irşad ekipleri gönderilmiştir. Tuncer vd. (1998: 368). Ayvalık Türk Ocağı nda kadınlar için verilen Çocuk Sağlığı konferansı büyük ilgi görmüş, sadece kadınların katılacağı çocuk sağlığı konusu dışında örneğin halk devrimi gibi farklı konularda da konferanslar düzenlemiştir. Karaer (1992: 84, 87). 13 Yeni cumhuriyetin izleyeceği ekonomik siyasetin saptanması için Đktisat Vekâleti tarafından 17 Şubat 1923 de Đzmir de Đzmir Đktisat Kongresi düzenlemişti. Kongre den çıkan en temel sonuç Türkiye nin büyük bir hızla kalkınabilmesi için girişimci bir sınıfın yaratılması gerektiğidir yıllar arasında özel sektörün gelişimini amaçlayan liberal bir ekonomik politika izlenmesinin yanı sıra yabacı sermayenin ülkeye gelmesine de izin verilmişti. 14 Toplantılarda katılımcılar tarafından Ayvalık ta etkin bir ticaret odası ve borsasına duyulan ihtiyaç da dile getirilmiştir (Ayvalık 9 Şubat 1925: 2; Ayvalık 24 Ağustos 1925: 2).

335 348 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR şimi için prina yağı üretimi ve zeytinyağı tasfiye etmek amacıyla fabrika inşa etmek üzere anonim şirket kurmayı zorunluluk kabul eden Ayvalık Türk Ocağı, memleket tüccarlarını derneğe davet ederek çalışmaları başlatmıştır (Türk Yurdu, 1926: 250; Ayvalık Prina ve Yağ Tasfiyesi Fabrikaları Türk Anonim Şirketi Nizamname-i Esasiyesi, 1926) 15. Türk Ocakları, Đnkılâpların bekçiliği ve vatanın müdafaası konusunda aktif bir tavır sergilediği için devlet ile Türk Ocakları arasındaki ilişkiler daha da yoğunlaşmış ve Türk Ocakları bütçelerine yapılan yardımlar artmıştır (Sarınay 2004: 294). Devrimlere sahip çıkan Ayvalık Türk Ocağı, 1925 yılında meydana gelen Şeyh Said ayaklanmasına tepki göstermiş ve Vilâyet-i Şarkiye nin bazı aksamında başkaldıran irticaya karşı bir miting düzenlemiştir (Tuncer vd. 1998: 139). Ayrıca Cumhurbaşkanı ve Başbakana telgraf çekerek Cumhuriyet e karşı yapılan her tür hareketin karşısında olduklarını, kendilerine bir görev düşüyorsa yapacaklarını ve bu konuda emir beklediklerini dile getirmişlerdir. 16 Verilen konferanslar 1926 yılında yavaşlamakla birlikte, 1928 yılından itibaren tekrar canlanmıştır. Bunda Türk Ocağı tarafından açılan Karma Meslek Okulu yöneticilerinin Türk Ocağı konferans salonunda, her ayın ikinci pazartesi günü, okuldaki öğretmenlerce değişik konularda konferans verme talebinin etkisi vardır. Millî, sosyal, ekonomi ve eğitimle ilgili konularda her biri konusunun uzmanı konuşmacılarca verilecek konferanslarla halkın bilgi ve görgüsü artırılması amaçlanmıştır (Ayvalık 23 Şubat 1928: 1) 17. Müsamere ve etkinlikler Türk Ocakları'nda müsamereler kurulduğu tarihten itibaren önem taşımış, kadınlar müsamerelerde hem seyirci hem de oyuncu olarak bulunmuşlardır. Türk kadını ilk defa ocakta sahneye çıkmış, topluluk önünde şiir okumuş, konuşma yapmış, temsillerde oynamıştır. Ocağın düzenlediği müsamereler kadın erkek herkes tarafından ilgiyle karşılanmış, bu ilgi Cumhuriyet döneminde de artarak devam etmiş, kadın erkek müsamerelerde birlikte görev almışlardır (Karaer 1992: 92). Ayvalık Türk Ocağı etkinlikleri arasında önemli bir yer tutan müsamereler ücretli olmuş ve geliri Ayvalık taki sosyal kurumlara bağış Ayvalık Prina ve Yağ Tasfiyesi Fabrikaları Türk Anonim Şirketi Nizamname-i Esasiyesi adlı kitapçık Faruk Ergelen Koleksiyonunda bulunmaktadır. Belgeyi paylaşan sayın Faruk Ergelen e teşekkür ederim. Çekilen bu telgraflar ve gelen yanıtlarsa Ayvalık gazetesi aracılığı ile halkla paylaşılmıştır (Ayvalık, 16 Mart 1925: 2; Ayvalık, 16 Mart 1925: 2). Konferans konusu ve kimin tarafından verileceği on beş gün öncesinden ilan edilecekti. Ayvalık (23 Şubat 1928: 1).

336 349 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri lanmıştır yılında, biri musikî müsameresi (Tuncer vd. 1998: ) ve diğeri Đzciler Teşkilâtı yararına iki müsamere verilmiş (Tuncer vd. 1998: 171; Karaer 1992: 93); 1925 yılında düzenlenmeye devam edilen müsamerelerin gelirinden ocak konserleri için bir piyano ve mefruşat alınmış (Tuncer vd. 1998: 136); 1926 yılında Đttihat Spor ve Đşçiler Spor kulüpleri yararına yapılan müsamere ve tiyatro oyunundan elde edilen 120 liralık gelir iki spor kulübü arasında eşit şekilde paylaştırılmıştır (Ayvalık 8 Mart 1925: 1). Kurban bayramı nedeniyle de Ocak'ta her sene ücretsiz konserler, müsamereler ve deniz eğlenceleri, pehlivan güreşleri ve maçlar düzenlenerek gelir elde edilmiştir (Türk Yurdu 1926: ) 19. Müsamereler genelde kadın erkek izleyicilerin birlikte katılacağı şekilde hazırlanmış, bununla birlikte sadece Ocaklı hanımlar tarafından yalnız hanımlar için de müsamere düzenlenmiş ve büyük ilgi görmüştür (Tuncer vd. 1998: 176). Çevre il veya ilçelerin Ocaklıları Ayvalık Türk Ocağı nı ziyaret ederek hazırladıkları programları daha geniş kitlelerle paylaşma olanağı bulmuşlardır. Örneğin, Bergamalı gençler Ayvalık'a geldiğinde öncelikle hazırladıkları müsamereyi sunmuşlar, Ayvalık ve Bergamalı katılımcılar arasında boks, ağır yürüyüş, çuval yarışı, yumurta koşusu, küçük hanımlar kategorisi, 100, 300 ve 1500 metre koşuları, üç adım atlama, sırıkla atlama yarışmaları düzenlenmiş, iki takım arasında futbol maçı da oynanmıştır (Ayvalık 22 Haziran 1925: 2). Oynanan müsamerelerde Cumhuriyet yönetimine nasıl gelindiği, nelerin yaşandığı, işgal günleri, Osmanlının reddi ve olumsuzlama, Millî Mücadele ve sonrası dönemde ulus devletin kurulması, inkılâbı yayma ve modern hayatın özendirilmesi gibi konular işlenmiştir. Müsamereler eğitici konularda olduğu gibi eğlenceye yönelik de yapılmış, aralarda müziğe yer verilmiştir. Böylece halk eğitilirken eğlenmiş, eğlenirken de eğitilmeye çalışılmıştır. Örneğin, Ayvalık Türk Ocağı'na bağlı hanımların Öksüzler Yurdu yararına düzenledikleri müsamerede Bir Gece Faciası adlı oyunu 20 sahnelemişler, toplanan 203 lira geliri de okula bağışlamış Örneğin 1926 yılı müsamere ve eğlencelerinden 1500 lira gelir elde edildiği bildirilmiştir. Türk Yurdu (1926: 251). Türk Ocakları Şuunu, Türk Yurdu, XVII-3/ (Mart 1926), s (Bilgiler Ankara, Yenigün matbaasında yayınlanan yeni harfli Türkçe baskıdan alınmıştır). Bir Gece Faciası, François de Curel'in Terre Inhumaine adlı eserinden Reşat Nuri Güntekin tarafından adapte edilmiş, ilk defa da Ferah tiyatrosunda Darülbedayi (=Đstanbul Şehir Tiyatrosu) de oynanmış, daha sonra Kayseri ve Şebinkarahisar gibi Anadolu nun çeşitli yörelerinde de sahnelen-

337 350 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR lardır (Ayvalık 7 Kânûn-ı evvel 1925: 1). Yine Kız Numune Mektebi öğrencileri tarafından fakir öğrencilerin kıyafet ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla düzenledikleri gecede oynanan Kelebekler ve Arılar opereti, sultan eğleniyor halk inliyor tabloları eşliğinde sunulmuş (Ayvalık 4 Kânûn-ı sânî 1926: 2), müsamere geliri olarak sağlanan 328 lira gelirle kırk kadar fakir kız öğrencinin ihtiyaçları karşılanmıştır (Ayvalık 11 Kânûn-ı sânî 1926: 2). Đlçenin kurtuluş günü kutlamaları da Türk Ocağı tarafından hazırlanmış 21, bastırılan program halka ve esnafa önceden dağıtılarak kurtuluş gününün daha coşkulu geçmesi için çaba sarf edilmiştir. Ayrıca, 23 Nisan Çocuk Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, Lozan Bayramı vb. tüm millî bayramlar Türk Ocağı nın hazırladığı program doğrultusunda yapılmış; tören veya etkinlikler açık havada yapılamayacaksa Türk Ocağı binasında gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet Bayramı, yeni yıl vb. sebeplerle düzenlenen balolar da Türk Ocağı himayesinde hazırlanmıştır. Kutlama programı nedeniyle şehrin sokakları aydınlatılınca, ocak elektrik ücretini ödemiştir (Ayvalık 1 Teşrin-i sânî 1926: 1; Ayvalık 3 Teşrin-i sânî 1927: 1). Ocağın diğer bir etkinliği de Ayvalık taki derneklerin kongrelerine ve faaliyetlerine ev sahipliği yapmasıdır. Himaye-i Etfal, Tayyare Cemiyeti, Ayvalık Ticaret Odası gibi dernekler kongrelerini Türk Ocağı binasında düzenlemiştir. Dersler, Kurslar ve Okullar 21 Türdeş bir toplum yaratmayı hedefleyen Cumhuriyet rejimi, dil birliğini milleti birleştiren güç olarak algılamış, bu nedenle Türkçe konuşulması konusunda hassas davranmıştır. Ocak, mübadele gereğince Ayvalık a yerleştirilen halkın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak kurslar açmış ve etkinlikler düzenlemiştir. Kasım 1923 den itibaren, Ayvalık Türk Ocağı nda gece derslerine başlanmış, Numune mektebiyle Hayrettin Paşa daki erkek mektebinde açılan halk dershanelerinde sağlık, ziraat, timiştir. (Sanal, 2004: 120; ( ). Ayvalık gazetesi yaşananları: Bir Gece Faciası adlı piyes oynandı. Kuvvai Milliye ile düşmandan kaçan alçak Vahidettin in hilafet orduları Kuvvai Đnzibatiye maceralarını hatırlatan bu piyesin pek mükemmel temsil edildiğini temin ederim. Hanımlarımız vatansızlarla vatancıların cidalini temsil eden bu piyesi derin bir vecd ile temaşa ettiler ve alkışlandılar sözleriyle kamuoyu ile paylaşmıştır (Ayvalık 7 Kânun-ı evvel 1925: 2) yılı Kurtuluş Günü kutlamalarında Türk Ocağı, Öksüz Yurdu yararına rozetler bastırarak satışa sunmuş, satılan rozetlerden okul yararına 101 buçuk lira gelir elde edilmiştir. Ayvalık (21 Eylül 1925: 3).

338 351 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri caret, muhasebe, hukuk, sanayi, elektrik ve musiki dersleri verilmiştir (Tuncer vd. 1998: 104). Ayvalık Türk Ocağı, 1924 ve 1925 yılında gece derslerine devam etmiş, öğrenimlerini tamamlayamayan gençlerin sağlık, ekonomi, sosyal ve bedii (güzel sanatlarla ilgili) derslerle eğitimlerinin tamamlanması için Muallimler Birliği ile işbirliği yaparak Ayvalık ta ikişer dershaneli iki; Alibey nahiyesinde iki dershaneli olmak üzere üç halk dershanesi açmıştır. Ayrıca yeni usul muhasebe konusunda çıkan kanun sonrasında yaşanan sorunları en aza indirmek amacıyla şirketlerin tutması zorunlu hesap defterleriyle ilgili tüccar ve ticaretle uğraşanlara hem teori hem de uygulamalı dersler verilmiştir (Ayvalık 7 Haziran 1926: 1) 22. Dâhiliye Vekâleti nin her yerde Türkçe konuşulacak şeklindeki tamimi ile Türk Ocağı merkez heyetinin okuma yazma bilmeyenlere yeni harflerin öğretilmesinin gerekli olduğunu bildiren bir tamimi bütün Türk Ocağı şubelerine göndermesinin de etkisiyle Ayvalık Türk Ocağı ilçede Türkçe konuşan ve okuma yazma bilmeyenler için ocak binasında ücretsiz kurslar açmıştır (Ayvalık, 31 Ağustos 1925: 3). Ocak bir yandan Türkçe konuşma ve okuyup yazma konusunda haftada iki kez ders düzenlerken, (Ayvalık 7 Eylül 1925: 3) bir yandan da Ayvalık gazetesinde Türkçe konuşup yazmanın önemi hakkında halk bilinçlendirilmeye çalışılmıştır 23. Yaygın eğitimin yanında örgün eğitime de önem veren Ayvalık Türk Ocağı, okullar açarak bu okulların binalarını ve donanımını kendisi yapmış, öğretmenlerin ücretlerini karşılayarak öğrencilerin aynı biçimde giyinmelerine yardımcı olmuştur. Ocaklar tarafından düzenlenen müsamere ve konserlerden elde edilen gelirler okul inşaatı, fakir ve kimsesiz öğrencilerin eğitim giderleri için harcanmıştır 24. Ayvalık Türk Ocağı'nın eğitim konusundaki çalışmaları arasında Öksüz Yurdu Sanat Mektebi nin özel bir yeri vardır. Savaş sonrası yardıma muhtaç kalan çocuklar bu okulda hem barınabilmiş hem de meslek sahibi olarak yaşama daha güçlü atılma şansını yakalamışlardır. Ocağın 1925 yılında toplanan kongresinde Darü leytam-öksüzler Yurdu açıl Dersler, Türkiye ve Macaristan Ticareti Aliye mezunu Sadık Halid Bey tarafından verilmiştir (Ayvalık 7 Haziran 1926: 1). Kâzım Paşa, Ayvalık Türk Ocağı nı ziyaret ederek, memur, öğretmen, ocaklılar ve halkla buluşmuş, bu buluşmada yeni Türk harfleri ile ilgili açıklamalarda bulunduktan sonra bir çok kişiye cümleler yazdırarak Ayvalık ın yeni harfler hakkında aldığı tedbirlerin derecesini araştırmış; buluşma Kâzım Paşa nın, memnuniyet duyduğunu belirten konuşmasıyla son bulmuştur. Tuzkaya (2006: 113). Adana, Bursa ve Tarsus Ocakları da bu uygulamayı gerçekleştirmiştir. Tuncer vd. (1998: ).

339 352 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR ması kabul edilmiştir (Tuncer vd. 1998: 170). Öksüzler Yurdu ve Sanat Evi açılması için Maarif Vekâleti yle ilişkiye geçilerek 4000 lira tahsisat alınmıştır. 25 Buna ek olarak okulun açılması için Ayvalık Türk Ocağı deyim yerindeyse- tüm ilçeyi seferber etmiş, 1925 yılı kurban bayramında kesilecek kurban derilerinin de toplanarak gelirinin Öksüz Yurdu ve Sanat Evi yapımında kullanılması için büyük bir çabanın içine girmiş (Ayvalık 22 Haziran 1925: 3), geliri Öksüz Yurdu na harcanmak koşuluyla sadece hanımlara özel müsamereler düzenlenmiş (Ayvalık 24 Teşrin-i sânî 1925: 2), bazı düğünlerde çiftlere gelen paraların bir kısmının düğün sahiplerince Öksüzler Yurdu açılması için ocağa bağışlanmış (Ayvalık 7 Eylül 1925: 4), ilçede yaşayan fabrikatörler, her okka zeytinden alınacak paranın 3 parasını okul için bağışlamıştır 26. Ayrıca kimi fakir öğrencilerin ayakkabı ve giyecek masraflarının da fabrikatörlerce karşılanması sağlanmıştır (Ayvalık 22 Kânûn-ı sânî 1926: 2). 20 si yatılı 60 öğrencinin eğitim gördüğü (Ayvalık 9 Teşrini sânî 1925: 1) 27, Türk Ocağı Öksüz Yurdu Sanat Okulu 11 Ocak 1926 Cuma günü resmi açılmış (Ayvalık, 9 Teşrin-i sânî 1925: 1), okul müdürü olarak Osman Nuri Bey atanmıştır (Ayvalık 7 Eylül 1925: 3).Okulda dershaneler yanında, yemekhane, yatakhane ve çamaşırhane de bulunuyordu (Ayvalık 16 Teşrin-i sânî 1925: 2) ve bir müdür, bir öğretmen ve bir idare memuru görevlendirilmişti. Đlköğretim programı çerçevesinde eğitim yapılan bu okulda öğrencilerin zenaat sahibi olmaları amacı ile demircilik, oymacılık ve marangozluk bölümleri kurulmuştur. Türk Ocağı Öksüz Yurdu Sanat Okulu demirhane şubesi, Hükümet Caddesinde açılarak piyasadan iş kabul etmiş (Ayvalık 7 Kânûn-ı evvel 1925: 1), bazı öğrenciler terzi ve kunduracı gibi sanatkârlar yanında eğitilmiştir. Böylece öğrenciler hem meslek öğrenmiş, hem de kazançlarıyla okul harcamalarına katkıda bulunmuştur (Tuncer vd. 1998: 170, Ayvalık, 25 Mayıs 1925: 2). Denilebilir ki, günümüzde uygulamaya konulan mesleki eğitim, Ayvalık Türk Ocağı nda 1925 li yıllarda gerçekleştirilmiştir Ayvalık Türk Ocağı 1926 yılı raporunda Maarif Vekâleti münhasıran Ocağımıza karşı beslediği itimat yüzünden tesisi takarrür eden Öksüz Yurdumuz için talep ettiğimiz iki bin lira muaveneti dört bin liraya iblağ ile irsali lütfunda bulunmuştur. şeklinde bir açıklama yapmıştır. Türk Yurdu (1926:249). Bu anlamlı davranışlarından dolayı Türk Ocağı yönetim kurulu bağışta bulunan fabrikatörlere duydukları şükranın ifadesi olarak şilt vermiştir. Ayvalık (7 Kânûn-ı evvel 1925: 1). Nizamnameye göre öğrencilerin okula kabul edilebilmesi için ya tamamıyla anne-babasız veya yalnız annesi mevcut olup hamisiz kalan öksüzler seçilmiştir. Ancak 50 çocuk için açılan kontenjana iki yüz elliyi aşan başvuru olmuş, her geçen gün bu sayının arttığı belirtilmiştir. Türk Yurdu (1926:249).

340 353 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri Öksüzler Yurdu öğrencileri için yapılan çalışmalar ve yardımlar daha sonraki yıllarda da devam etmiştir yılında Ticaret Odası Başkanı Mustafa Asım Bey in de içinde bulunduğu Hacı Ramazan Vakfı, kırk üç dönüm zeytinliği hissedarların rızasıyla Öksüz Yurdu için kullanılmak kaydıyla Türk Ocağına devretmiştir (Ayvalık 15 Mart 1926: 1). Türk Ocağı başkanı Doktor Fazıl Doğan Bey kurban bayramında keseceği kurban yerine bedeli olan 15 lirayı Öksüz Yurdu na bağışlamış, bu davranışı örnek alan başka yurttaşlar da benzer şekilde okula yardımda bulunmuştur (Ayvalık 28 Haziran 1926: 2). Kısaca, fabrikatör, tüccar, zengin-fakir tüm Ayvalık halkı, okulun kuruluşundan itibaren gelişmesi ve yaşatılması için ellerinden ne geliyorsa yapmıştır. Türk Ocağı Öksüz Yurdu Sanat Okulu yaşanan bazı yasal sorunlar yüzünden kapatılmış 28 ve Türk Ocağı Yatı Mektebindeki öğrenciler Alibey nahiyesinde kurulan yatı mektebine gönderilerek eğitimlerine devam etmeleri sağlanmıştır (Ayvalık 4 Haziran 1931: 1). Türk Ocağı Öksüz Yurdu Sanat Okulu nun Maarif Vekâleti tarafından kapatılması üzerine Ayvalık Türk Ocağı kendi olanaklarından yararlanarak Muhtelit Đkmal Mektebi adıyla yeni bir okul açmaya karar vermiştir yılında açılan sanat okulu 29, kız ve erkek öğrenciler için karma eğitim uygulamış; temel olarak marangozhane ve demirhane şeklinde ikiye ayrılacak okulda marangozhane bölümünde marangozculuk ve mobilyacılık; demirhanede ise tesviye, torna ve dökümcülük kısımlarında eğitim yapılmış, sanat istemeyen öğrenciler için ticaret dersleri verilmiştir. Erkek öğrencilerin programı bu şekilde düzenlenirken, kız öğrencilere el işleri ve terzilik gibi dersler konulmuştur (Ayvalık 27 Haziran 1927: 1). Müzik Etkinlikleri Maarif Vekâleti nin ilkokul eğitimi sırasında sanat dersleri verilemeyeceğine dair gelen emri üzerine Türk Ocağı Yetim Sanat Mektebi 1 Haziran 1927 yılında tatil edilmiş; eğitim dönemi boyunca başarı gösteren öğrenciler seçilerek ödüllendirilmiştir. Ayvalık (6 Haziran 1927: 1). Ayvalık Türk Ocağı tarafından kurulan Muhtelit Orta Meslek Mektebinin resmi açılışı 30 Ekim 1927 Cumartesi günü yapılmış, o gün okul binası yaprak ve dallarla süslenmiş, saat tam üçte töreni izlemeye gelenler kapıda toplanmış, ilçede misafir olan müfettiş Nedim Nazmi Bey tarafından öğrencilere kısa bir konuşma yapılmış, devamında kapıdaki kurdela kesilerek öğrenciler içeri alınmıştır. Erkek öğrenciler misafirlere sigara, kız öğrenciler de şeker ikramında bulunmuşlar, bu esnada kapıda yerini alan cazband millî marşlar çalmıştı. Türk Ocağı başkanı Doktor Fazıl Doğan Bey in, okulu açma nedenlerine de yer verdiği uzun konuşmasının ardından misafirlere şurup ve limonata ikram edilmiş ve böylece tören sona ermiştir. Ayvalık (3 Teşrin-i sânî 1927: 1).

341 354 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR Türk Ocakları, halk ruhunun en canlı unsuru kabul ettiği müzik konusuna önem vermiş, Türk ve Batı müziği aracılığıyla halkın eğitimine, millî duygularının gelişmesine yardımcı olmaya çalışmıştır. Türk müziğinin genç kuşaklara öğretilmesi için çok sayıda müzik dersi açmış, ayrıca Ocakların düzenlendiği müsamereler, temsiller ve konferanslarda halkın katılımını sağlamak ve artırmak amacıyla müzikten yararlanılmıştır (Karaer 1992: 97). Müzik etkinliklerini yürütmek amacıyla, Ayvalık Türk Ocağı bünyesinde Musiki Yurdu adıyla bir bölüm oluşturulmuştur. Ayvalık'taki amatör müzisyenleri dernek çatısı altında toplayan Musiki Yurdu, Halk Partisi binasında kendilerine ayrılan bölümde çalışmaya başlamış, Türk Ocağı salonunda halka açık verilen konserlerde Türk ve Batı müziği seçkisi sunulmuştur (Ayvalık 19 Kânûn-ı evvel 1927: 1) 30. Ayvalık Türk Ocağı Musiki Heyeti, Türk Sanat Müziği ve Klasik Müzik grupları oluşturarak özel günlerde ve müsamere gibi etkinliklerde konser düzenlemiştir. Bu konserlerde genelde klasik Batı müziği ve sanat müziği harmanlanarak ikisi bir arada halkın beğenisine sunulmuştur 31. Ayrıca müzik konusunda evlerde veya Ocak'ta bayan ve erkekler için piyano dersleri almak isteyenlere ders verilmesine yardımcı olmuştur (Ayvalık 9 Şubat 1928: 1). Kütüphaneler Türk Ocakları kurulduğu tarihten itibaren kütüphanelerin toplumun gelişimindeki önemini kavramış, halkın aydınlatılmasında kütüphaneleri olmazsa olmaz kabul etmiştir. Bu nedenle de kütüphanelerden sadece erkeklerin değil kadınların da yararlanması için çalışmalar yapmış ve tartışmaları başlatmıştır (Karaer 1992: 141). Türk Ocağı kütüphaneleri ocak binaları içinde kurulmuştur. Ocağın yasalarında ve mesai programlarında kütüphanelerle ilgili ilkeler belirlenmişti. Buna göre kütüphane ve okuma Konserlere örnek verilecek olursa, Şükufe Namık Hanım ile eşi viyolensel, Hüsnüye Doğan Hanım piyano çalarken, Kemani Osman Bey, Tanburi Halim Niyazi, Kanuni Behzat, Udi Ramiz, Udi Kamil, Mustafa, Nedim Fuat ve Đsmail onlara sazlarıyla eşlik etmiş, kadın erkek seçkin bir topluluk karşısında saat sekiz buçukta başlayan konser gece on ikide sona ermiştir. Ayvalık (19 Kânûn-ı evvel 1927: 1). Ayvalık gazetesine yansıyan bir konser haberinde: Klasik müzikte alaturka piyanist Madam Vazel Sılava tarafından Chopin den Bach a, Mozart tan Beethoven e klasik Batı müziği konseri verilmiştir. Kısa bir aradan sonra Kanunî Behzat Bey in girizgâhıyla alaturka konsere geçilmiştir. Konser sonrasında halkın yoğun alkışları arasında sanatçılar ve Türk Ocağı Musiki Heyeti üyeleri kutlanmıştır. sözleriyle okuyucularıyla paylaşmıştır. Ayvalık (27 Şubat 1928: 1).

342 355 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri salonları halka açık olacak, kütüphanelerin geliştirilmesi için çeşitli alternatifler düşünülecek, koleksiyonlar sadece kitaplarla sınırlandırılmayıp görsel- işitsel materyallerle de desteklenecekti. (Karaer 1990: 56-57) Ayvalık Türk Ocağı, Ocak yasaları ve mesai programı çerçevesinde, etkin bir kütüphane kurma amacıyla 1924 yılında çalışmalara başlamıştır (Tuncer vd. 1998: 167). Kulaksızzâde Muhtar Halim Bey ile Dava Vekili Hilmi Đsmail Beylerin kütüphaneye kitap sağlanması konusunda önemli katkıları olmuş ve ocak yönetimi Ayvalık gazetesinde alenî olarak teşekkür etmiştir (Ayvalık 30 Mart 1925: 2). Kütüphane çalışmalarına katkı sağlamak için piyango çekilişi düzenlenmiş, elde edilen gelir kütüphane için harcanmıştır (Karaer 1992: 145). Bu çalışmalar daha sonraki yıllarda da devam etmiştir (Tuncer vd. 1998: 185). Sağlık Hizmetleri Halkla doğrudan ilişki kurmanın aracı şeklinde yorumlanan sağlık hizmetleri, Türk Ocakları'nda özellikle mesleği doktorluk olan üyeler tarafından dikkatle yürütülmüş 32, Ayvalık Türk Ocağı'nda da bu uygulama önem taşımış, her pazar, salı ve perşembe günleri öğleden sonra ocakta, ocağa mensup doktorlar ücretsiz hasta muayene etmiştir (Tuncer vd. 1998: ). Ocak, ilçe merkezi yanında nahiyelerde de dispanser açmıştır. Örneğin, Alibey nahiyesindeki dispanser 27 Mayıs 1925 günü resmi tören yapılarak açılmıştır (Ayvalık 25 Mayıs 1925: 2). Açılış törenine Ayvalık Kaymakamı Ragıp Bey, Türk Ocağı Đdare Heyeti, birçok ocaklı, tüccar ile Balıkesir eşrafından Keçecizâde Hafız Mehmet Emin Efendi katılmıştır. Dershane ve sağlık evinin açılışı için gelen konukları iskelede Nahiye 32 Türk Ocakları kuruluşundan itibaren halkı fikri temelde bilinçlendirmek için konferanslar düzenlerken, sosyal yaşamda ayakta kalmalarını sağlamak için yani bir meslek sahibi yapmak için okuma-yazma, yabancı dil, banka memurluğu, tüccar kâtipliği ve çeşitli zanaat dallarında kurs ve eğitim verdi. Ayrıca Ocak taşradan gelen öğrencilere barınacak yurt ve burs desteğinde bulunuyordu. Türk Ocağı nın I. Dünya Savaşı yılları boyunca yalnızca edebî salon hâline dönüşmesinden rahatsızlık duyan bir grup gencin savaş sonunda, Ocağın doğrudan doğruya halk içinde ve bilhassa amelî çalışan bir müessese hâline dönüşmesi amacıyla başlattıkları tartışma, köycülük hareketinin uygulanmaya konmasıyla sonuçlandı. Büyük çoğunluğunu bir grup genç doktorun oluşturduğu ekip çalışmalara başladı. Nisan 1919'da Dr. Fazıl Doğan, Dr. Reşit Galip, Dr. Hasan Ferit Cansever ve Giritli Dr. Mustafa'dan oluşan dört kişilik bir doktor grubu Kütahya Tavşanlı'ya giderek Köycülük-halkçılık hareketini fiilen başlattılar. Üyelerinin büyük kısmı Milli Mücadele'ye katıldığından dolayı çalışmalara zorunlu olarak ara verilmiş, ancak 1923 yılından sonra yeniden örgütlenmeye başlayan Türk Ocakları içinde köye yönelme hareketi tekrar gündeme gelmiştir (Üstel 1997: 115, 121, 289).

343 356 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR Müdürü Cemil Bey ve izcilik öğrencileri karşılamış, resmi açılış Hoca Efendi tarafından okunan duadan sonra Ocak başkanı Doktor Fazıl Doğan Bey in yaptığı konuşmayla gerçekleşmiştir. Alibey nahiyesindeki dispansere Ocak haftada iki gün doktor göndermiştir (Ayvalık 1 Haziran 1925: 1-2). Ocaklı doktorların hastaları muayene edip, ücretsiz ilaç dağıttıkları dispanserlerde 1927 yılında 336 erkek ve 380 kadın olmak üzere toplam 816 hasta muayene ve tedavi edilmiş ve ücretsiz ilaç dağıtılmıştır. Bu hizmetlerin daha verimli yürütülmesi amacıyla, Alibey nahiyesi belediyesi bir kilo ve Ayvalık Sıhhiye Dairesi üç buçuk kilo kinin ile otuz kalem tıbbî malzeme yardımında bulunmuştur (Ayvalık 9 Şubat 1928: 1). Spor Türk milletinin sadece düşün dünyasını değil aynı zamanda bedensel olarak da güçlenmesini ve yükselmesini hedefleyen ocaklar, spor konusuna da gereken önemi vermiştir. Türk Ocakları Mesai Programı nda Türk sporları yanında Batı kaynaklı sporlar da teşvik edilmiş, her ocakta beden eğitimi yapılabilmesi için bir salon, duş ve oyun sahasının bulunması gerektiği belirtilmiştir (Karaer 1992: 173). Ayvalık Türk Ocağı, sağlam nesil yetiştirmek amacıyla etkin bir spor teşkilâtı kurmuştur (Tuncer vd. 1998: 353). Đlçede futbol takımı olarak Türk Ocağı Đdman Yurdu ve Ayvalık Đşçiler Spor Kulübü vardı yılı şubat ayında da Đttihat Spor kurulmuş ve fahri başkanlığına Meclis başkanı ve Karesi Milletvekili Kâzım (Özalp) Paşa getirilmiştir (Ayvalık 8 Şubat 1926: 1). Đttihat Spor un resmi açılışında Ayvalık kaymakamı Ragıp, Burhaniye Kaymakamı Đsmail Hakkı, Edremit Kaymakamı Mehmet Ali, Halk Fırkası mutemedi Doktor Fazıl, Muallimler Birliği, Mahkeme-i Asliye Müdde-i Umumiyesi, Ticaret Odası Reis-i sanisi Namık Hulusi ve tüccardan Arif Çelebi Beylerle Türk Ocağı Đdman Yurdu kaptanı Sefer ve Đşçiler Spor Kulübü temsilcisi ile diğer birçok tüccarlarla gençler hazır bulunmuş, davetlilere sigara, çay, bisküvi ve şeker ikram edilmiştir. Kulüp başkanı Zeynel Abidin Bey yaptığı konuşmada saltanat rejiminin gençliği hem beden hem de fikir olarak ihmal ettiğini, Cumhuriyet rejimininse sağlam kafa sağlam vücutta bulunur düsturuyla gençlerin elinden tuttuğunu dile getirmiş, grup fotoğrafları çekilmesinin ardından resmi açılış sona ermiştir (Ayvalık 15 Şubat 1926: 1) yılında çarşıda yaşanan yangında mefruşatı ile birlikte bulunduğu binası da yanan Đttihat Spor, Balıkhane civarına taşınmıştır (Ayvalık 11 Temmuz 1927: 1). 33 Ayvalık Đşçiler Spor Kulübü'nün ismi, alınan kararla Altun Ordu Spor Kulübü şeklinde değiştirilmiştir (Ayvalık 26 Nisan 1926: 1).

344 357 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri Türk Tayyare Cemiyeti, Zafer ve Tayyare Bayramı nedeniyle Đttihat Spor ve Altun Ordu arasında kupa ödüllü yarışma düzenlenmiş (Ayvalık 1 Eylül 1927: 1), takımlar ilk maçta berabere kalınca maçın tekrar oynanmasına karar verilmiş, Çamlı sahasında geniş bir halk katılımıyla oynanan maçta Altun Ordu Spor Đttihat Sporu 3-1 yenerek kupanın sahibi olmuştur 34. Ayvalık Đdman Yurdu ve Altun Ordu takımları arasında oynanan diğer bir ödüllü maçta takımlar, ödül olarak verilecek Atatürk Büstünü kulüplerine götürmek için Đzmir ve Balıkesir den sporcu desteği almıştır 35. Ayvalık futbol takımları kendi aralarında maç yaptıkları gibi çevre il ve ilçelerdeki takımlarla da karşılaşmışlar ve böylece gençler bir yandan spor yaparken öte yandan spor aracılığıyla diğer bölgelerle kültürel paylaşımlarda da bulunmuşlardır. Đzmir Bayraklı Đttihad Spor 36, Đzmir Altun Ordu Spor, Đstanbul Đdman Yurdu (Ayvalık 13 Haziran 1927: 1), Đstanbul Dumlupınar izcileri ve futbolcuları 37, Bergama Türk Ocağı Đdman Yurdu (Ayvalık 31 Mayıs 1926: 2), 38 Burhaniye Türk Ocağı Đdman Yurdu 39, Edremit Spor (Ayvalık 5 Temmuz 1926: 2 ) 40, ve Altay (Ayva Đddialı geçen maçta Altun Ordu takımında Seyfi, Şahap, Aziz, Cemal, Onur, Fuad, Rıza, Nahid, Yahya, Cemal ve Kalede Nejad oynarken, Đttihad Sporda Rıfkı, Kabuli, Đbrahim, Đbrahim, Sadık, Emin, Nuri, Nazım, Mustafa, Mustafa ve Kalede Mehmet top koşturdu. Ayvalık (7 Teşrin-i sânî 1927: 1). Altun Ordu Kulübü Balıkesir den Lütfü, Münip, Hulki, Rıdvan ve Harbiyeli Zeki yi getirirken, Đdman Yurdu Đzmir den Lütfü, Hüseyin, Hakkı ve Şevki Beyleri oynatmıştır. Maçı Altun Ordu 1-0 galip bitirmiştir. Ancak dışarıdan gelen oyuncularla maç yapılması, Ayvalık taki spor yaşamı için başarısızlık şeklinde nitelenerek eleştirilmiştir (Ayvalık 29 Mayıs 1930: 2). Ayvalık Türk Ocağı Đdman Yurdunun daveti üzerine Ayvalığa gelen Bayraklı Đttihad Spor ile kurban bayramının dördüncü günü Çamlıdaki sahada yapılan karşılaşmayı Đzmir Bayraklı Đttihad Spor 3-0 kazandı. Ayvalık (6 Temmuz 1925: 2). Đstanbul Dumlupınar Đzcilerinden oluşan 25 kişilik bir ekip, Edremit- Burhaniye yoluyla Ayvalığa geldiler. Đzciler Perşembe akşamı ocak sahnesinde bir müsamere verdikten sonra Cuma günü de Çamlı sahasında Ayvalık takımıyla maç yaptılar. Ayvalık Spor un 4-0 mağlup olduğu maçta, hakemin rüzgarın Ayvalık Spor lehine olduğu birinci yarıyı 25 dakika, aleyhine olduğu ikinci yarıyı ise bir saat 5 dakika oynatmasının etkisinin olduğu belirtildi. Ayvalık (3 Ağustos 1925: 2). Maçta Ayvalık Altun Ordu futbol takımı Bergama Türk Ocağı Đdman Yurdu nu 3-1 yendi. Ayvalık (21 Haziran 1926: 2). Maçı Ayvalık Altun Ordu Spor 1-0 kazandı. (Ayvalık, 5 Temmuz 1926: 1). Maçı Burhaniye Đdman Yurdu 1-0 kazandı. Ayvalık (5 Temmuz 1926: 2). Maçta Edremit Spor, Altun Ordu Sporu 1-0 yendi.

345 358 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR lık, 1 Teşrin-i sani 1926:1) 41 Ayvalık taki spor kulüplerinin maç yaptığı takımlar arasındadır. Özellikle konuk takımlar geldiğinde maçlar kaymakam Ragıp Bey başta olmak üzere tüccarlar, memurlar ve kadın-erkek izleyiciler huzurunda izlenmiştir (Ayvalık 3 Mayıs 1925: 2).Futbol takımları Ayvalık a gelirken, Ayvalık Spor da bölgede davet edildiği il ve ilçelere gitmiş, özellikle Burhaniye Spor ile karşılıklı maçlar oynanmıştır (Ayvalık 8 Ağustos 1927: 1). Đdman Yurdu sporcuları sadece sahada değil, Türk Ocağı salonunda takım oyuncuları ve onları destekleyenlerle haftada iki akşam toplanarak sosyal etkinlikte de bulunmuşlar, bu gecelerde tombala çekilişi yapılmış, taklit ve dans edilmiş, Türk Ocağı Musiki Yurdu şubesi tarafından şarkılar seslendirilmiştir (Ayvalık 20 Şubat 1930:1). Ayvalık Đdman Yurdu sporcuları, Pallez Viyakos takımından gelen davet üzerine bu takımla maç yapmak üzere Midilli ye gitmiştir 42. Đdman Yurdu sporcularının Midilli'ye gitmesi Egeopelayitikos Atlitizmos (Adalar Denizi Sporculuğu) ve Eleftros Logos (Serbest Söz) gazetelerinde de haber yapılmıştır. Haberlerde, sporcular sayesinde iki millet arasında barış köprülerinin kurulacağı ve ondan sonra ilelebet iki dost ülke olarak yaşanacağı vurgulanmış, takımların 2-2 berabere kalması ise iki demokratik ve cumhuriyetçi ülke gençlerinin başarısı şeklinde yorumlanmıştır (Ayvalık 20 Đkinci Teşrin 1930: 1). Ayvalık ta sporun gelişimi için çaba gösteren Türk Ocağı, gençlerin daha iyi şartlarda spor yapmasını sağlamak amacıyla 2500 liraya hastane arkasındaki yeri düzenleyerek spor sahası yaptırmıştır (Ayvalık 10 Mayıs 1926: 1). Yeni saha yapılmasına rağmen maçların çoğu Çamlı daki futbol sahasında oynanmıştır yılına gelindiğinde Ayvalık ta iki adet futbol sahası bulunmasına rağmen futbolcuların haftalar hatta aylardır maç yapmadıklarından şikâyet edilmiş (Ayvalık 18 Haziran 1928: 1), bunun üzerine Türk Ocağı Ayvalık taki spor yaşamının daha düzenli ve etkili bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla Đdman Teşkilâtı oluş Đkinci takımlar müsabakasında Altun Ordu Spor- Altay arasındaki maç 0-0 berabere bitti. Bu maçın tarihine dikkat edilecek olursa Türk-Yunan ilişkilerinin düzeldiği bir döneme denk geldiği görülür. Venizelos 1928 yılında tekrar iktidara geldiğinde, Avrupa ve Balkanların siyasal konjonktüründe yaşanan değişmelerin de etkisiyle, Türkiye ye karşı dostane bir tavır sergilemeye başlamış, Đki ülke arasındaki nüfus mübadelesi ile ilgili tüm sorunların 10 Haziran 1930 da imzalanan Ankara Antlaşması ile çözüme kavuşturulmuş, Đlk Balkan Konferansı Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan yarı resmi temsilcilerinin katılmasıyla, 5 Ekim 1930 da Atina da toplanmıştır. Değerli (2006: ).

346 359 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri turmuştur. Yapılan toplantıya ilk olarak Đttihat Spor yönetici ve sporcularından 20 kişi katılmış, devam eden süreçte de yöneticiler tamamen teşkilâta kaydolarak Đttihat Spor Kulübünü feshetme kararı almıştır 43. Ayvalık Đdman Yurdu spor etkinlikleri içinde futbol yanında bisiklet ve yelken sporlarına da yer vermiştir. Ayvalık Đdman Yurdu Bisikletçileri 44 Bergama, Araplar, Osmaniye, Bağ Yüzü ve Kozak nahiyesi gibi yakın veyahut uzak yerlere giderek -yarışma yapmasalar da- bu sporun halk arasında yaygınlaştırılmasına katkı sağlamışlardır (Ayvalık 3 Temmuz 1930: 1) yılında gerçekleştirilen Mıntıka Đdman Kongresine katılan Ayvalık Đdman Yurdu (Ayvalık 31 Temmuz 1930: 1), aynı zamanda Balıkesir federasyonuna dâhil olmuştur (Ayvalık 14 Eylül 1925: 1). Sinema Türk Ocaklarınca halk eğitiminde etkin bir eğitim aracı olarak kabul edilen sinemadan Ayvalık Türk Ocağı yöneticilerince de yararlanılmıştır. Zirai ve sanayi hayatı tespit etmek ve elde edilen görüntüleri halkla ücretsiz paylaşmak amacıyla bir film ve projeksiyon makinesi getirtilmiş, bu makine ile ilk kez Türkiye de deve güreşlerini filme alınmıştır (Türk Yurdu 1926: 250) 45. Sonuç Türk Ocaklarının faaliyette bulunduğu yılları arası, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak Ayvalık (21 Haziran 1928: 1). Ayvalık Đdman Yurdu sporcuları yerel basında şu sözlerle tanıtıldı: Nejat: Kaleciler şahı imiş ona derler zamora, Feridun: Yelkenleri açınca dinlemez tayfun bora, Enver: Aman vermez şikarını kapınca atar yere, Đbrahim: Hiç ayakta göremezsin yuvarlanır bin kere, Kemal: O bir asri hocadır ders vermeyi çok sever, K. Halil: Bir hücuma geçti mi atlatır birer birer, Nihat: Futbol değil artık buna oynatmalı bilardo, Nureddin: Kaptırır mı o hiç topu hatta gelse kolordu, Seyfi: Kırık kemikleriyle ferman okutur baron, Osman: Onu candan alkışlıyor sahadaki hazirun, Üzeyir: Yıldırım mıdır nedir şimşek gibi çakıyor, T. Nuri: Onun uzun çekişleri milleti bağırtıyor, K. Fuat: Sol açığımız çok seridir güzel ortalar topu, M. Nuri: Her kaleci tutamaz onun çektiği şutu, Reşat: Ba demirdir sporu Ayvalıkta yaşatan, Yz. Münir: Sporcular hamisidir o sevimli kumandan. Ayvalık (31 Temmuz 1930: 1). Bisikletçiler arasında Şampiyon Cavit, öğretmen Cavit Bey, Semerci Mustafa, Küçük Mustafa, Küçük Lütfü, Şekerci Rıza, Şekerci Mehmet, Semerci Hasan Efendiler vardır. Ayvalık Türk Ocağı 1926 yılı ocak gelirleri listesinde sinema hâsılatı ndan 1000 lira gelir elde edildiği beyan edilmiştir. Türk Yurdu (1926: 251)

347 360 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR amacıyla bir dizi reformu yaşama geçirdiği yıllardır. Ulus-devletin kurulmasının ardından, sosyal ve kültürel faaliyetler aracılığıyla bilinçli yurttaşlar yaratmaya gelinen aşamada Türk Ocakları, ülke genelinde dağılan 276 şubesiyle Cumhuriyet yönetimine tam destek vermiş; halk tiyatroyla, sinemayla, çağdaş müzikle, modern sporlarla, konserlerle, konferanslarla, dil ve güzel sanatlar çalışmalarıyla Türk Ocağı nda buluşmuştur. Ayvalık Türk Ocağı gerçekleştirdiği sosyal ve kültürel etkinliklerle, Türklük bilincinin uyandırılması, ulus gerçeğinin kafalara ve kalplere yerleştirilmesi, yeni Türk devletinin yurttaşı ve Ayvalıklı olma bilincinin kazandırılması için çalışmış; açtığı örgün ve yaygın eğitim kurumlarında verilen eğitimle özellikle gençlerin yaşama daha güçlü ve dinamik bir şekilde atılmalarına katkı sağlamış, Cumhuriyet rejimini ve devrimleri verilen konferanslar, müsamereler vb. etkinliklerle sahip çıkarak desteklemiş; fakir hastalar ücretsiz bir şekilde muayene edilmiş ve ilaç sağlamış; fakir öğrencilere giyim, yemek ve maddi yardım yaparak eğitim almalarını sağlamıştır. Ayvalık halkı eğitimli olanlar-olmayanlar, zengin-fakir, kadınerkek gibi hiçbir ayrım gözetmeksizin ilgi alanlarına göre müsamerelerde, kütüphanede, Musiki heyetinde veya sporla ilgili kollarda bir araya gelerek Türk Ocağında ortak çalışmalarda bulunmuş, hazırlanan gösterileri çevre ilçeler başta olmak üzere başka yerlerde sunarak veya onları ilçeye davet ederek dayanışma ve birlik duygusunu pekiştirmiş; kütüphaneye alınan gazete, dergi ve kitaplarla okuma ihtiyacını gidermiştir. Đlçedeki pek çok önemli olaya ev sahipliği yapan Türk Ocağı, sosyal ve kültürel konular yanında ekonomik olarak da ilçenin gelişmesine katkı sağlayacak Pirina ve Tasfiye Fabrikası Anonim Şirketi için yapılacak ön görüşmelere ev sahipliği yapmış, yine ilçede Ticaret Odası nın daha etkin çalışması için çaba sarf etmiş, ekonomik konularda sertifikalı dersler ve kurslar vermiş; ilçe adına alınacak Güzel Ayvalık uçağı ile ilgili toplantı, etkinlik ve gösterilere kapılarını açmış, ilçedeki diğer derneklerin tüm faaliyetleri burada gerçekleştirilmiştir. KAYNAKÇA AKYÜZ, Kenan (1986), Türk Ocakları, Belleten, L/196 (Nisan 1986), s ARSLAN, Zehra (2008), Trabzon Türk Ocağı ( ), (Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Trabzon. ARTAN, Gündüz (2000), Mersin de Đlk Türk Ocağı. Türk Yurdu, S. 158 (Ekim 2000), s

348 361 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Ayvalık Türk Ocağı ve Etkinlikleri ATNUR, Đbrahim Ethem (2005), Bakü de Türk Ocağı, Türk Yurdu, S. 214 (Haziran 2005), s Ayvalık Prina ve Yağ Tasfiyesi Fabrikaları Türk Anonim Şirketi Nizamname-i Esasiyesi (1926), Ayvalık Matbaası, Ayvalık. BACIK, Şerif (tarihsiz), Đlk Kurşundan Bugüne Ayvalık, Ayvalık Belediye Başkanlığı Kültür Yayınları, Ayvalık. BALIKESĐR Đl Yıllığı (1967). BAYRAKTAR, Bayram (1992), Mütareke de Yunanistan ın Ayvalık Politikası, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, I/2 (1992), s BAYRAKTUTAN,Yusuf (2006), Türk Fikir Tarihinde Modernleşme, Milliyetçilik ve Türk Ocakları ( ), Kültür Bakanlığı, Ankara. DEĞERLĐ Sarıkoyuncu (2006), Esra, Atatürk Dönemi Türk-Yunan Siyasi Đlişkileri, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 15 (Ağustos 2006), s ERDEM, Đsmail Bülent (1999), Ayvalık Tarihi Kent Merkezinde Kentsel Yenileme Projesi, (Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Đzmir. ERĐM, Hıfzı (1948), Ayvalık Tarihi, Güney Matbaacılık, Ankara. GÖKHAN, Đlyas- Dinçarslan, A. Latif (2007), Kahramanmaraş Türk Ocağı II, Türk Yurdu, S. 244 (Aralık 2007), s GÜNEŞ, Günver (1990), Đzmir Türk Ocağı Faaliyetleri , (Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk Đlkeleri ve Đnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Đzmir. GÜNEŞ, Günver (1998), Türk Devrimi ve Đzmir Türk Ocağı, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, III/ 8 (1998 Özel Sayı), s GÜNEŞ, Günver (2003), Ödemiş Türk Ocağı ve Faaliyetleri ( ), Türk Yurdu, S. 192 (Ağustos 2003), s KARACAER, Gül (2006), Türkiye Kent Yaşamı ve Mübadiller ( ), (Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk Đlkeleri ve Đnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Đzmir. KARAER, Đbrahim (1990), Türk Ocağı Kütüphaneleri ( ), Türk Kütüphaneciliği, 4/2 (1990), s KARAER, Đbrahim, Türk Ocakları ( ), Türk Yurdu Yayınları, Ankara, ŞANAL, Mustafa (2004), Kayseri Gazetesine Göre Atatürk Döneminde Kayseri de Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 17 (2004/2), s SARINAY, Yusuf (2004), Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları, Ötüken Yayınları, Đstanbul.

349 362 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Serap TAŞDEMĐR TEKĐN, Mehmet (1999), Antakya da Türk Ocağı nın Kuruluşu ve Etkileri, Türk Yurdu, S Özel Sayı (Mart-Nisan-Mayıs 1999), s TEVETOĞLU, Fethi (1987), Atatürk ve Türk Ocağı, Türk Yurdu, S. 181 (Kasım 1987), s TOKSOY, Ahmet (2008), Erzincan Türk Ocağı, Türk Yurdu, S. 250 (Haziran 2008), s TUNAYA, Tarık Zafer (2007), Türkiye de Siyasal Partiler, 1. C., Đletişim Yayınları, Đstanbul. TUNCER, Hüseyin- Hacaloğlu, Yücel- Memişoğlu, Ragıp (1998), Türk Ocakları Tarihi: Açıklamalı Kronoloji , Ankara, Türk Yurdu Yayınları. Türk Ocakları Şuunu, Türk Yurdu, XVII-3/ (Mart 1926), s (Bilgiler Ankara, Yenigün Matbaası nda yayınlanan yeni harfli Türkçe baskıdan alınmıştır.) TUZKAYA, Selma (2006), Harf Đnkılâbı ve Balıkesir Basınına Yansımaları, (Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Balıkesir. ÜSTEL, Füsun (1997), Đmparatorluktan Ulus Devlete Türk Milliyetçiliği ( ), Đletişim Yayınları, Đstanbul. UZUN (Baboğlu), Mehmet (2003), Adana Türk Ocağı Kuruluşu ve Faaliyetleri, Türk Yurdu, 186. S. (Şubat 2003), s Gazete Ayvalık Gazetesi Yılları arası. Selden Emre koleksiyonundan yararlanılmıştır. E-Kaynaklar (son erişim ).

350 LEHĐSTANLILARIN ĐSTANBUL DA LOBĐ FAALĐYETLERĐ ve KAFKASYA YA LEJYON GÖNDERME GĐRĐŞĐMLERĐ * Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN ** ÖZ: Lehistan ın 1772 de paylaşımından sonra Lehistanlı aydınlar Fransa, Đngiltere ve Osmanlı ülkesinde örgütlenmişlerdir. Bu ülkelerde memleketlerini tekrar bağımsızlığına kavuşturmak için lobi çalışmalarında bulunmuşlardır. Avrupa da Fransa merkezli örgütlenen Hotel Lambert Grubu nun kamuoyu oluşturmada önemli çalışmaları olmuştur. Bu grup dış politika dergisi çıkarmanın yanında diplomatik faaliyet ve askerî girişimlerde de bulunmuştur. Biz bu çalışmada söz konusu grubun Đstanbul Ajansı nın Avrupa ile bağlantılı olarak Đstanbul da yürüttüğü faaliyetleri arşiv malzemesi ve hatırat gibi kaynaklardan faydalanarak ortaya koymaya çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Hotel Lambert, Cartoryski, Zamojski, Czajkowski, Lapinski, Sefer Bey, Kafkasya, Polish Lobby Activities in Istanbul and their Efforts to Send Legions to the Caucasus ABSTRACT: After the invasion and division of Poland in 1772, Polish intellectuals had had a network in France, Britain and Turkey. In these countries they had made lobby activities for the independence of their country. The Hotel Lambert Group which had been organized in France, had remarkable effort in developing public opinion in Europe. This group, in addition to publishing foreign policy journal, they had also carried out military and diplomatic missionary as well. In this study we shall try to put forward the Đstanbul agency s activities of Hotel Lambert Group in Đstanbul and their activities based on the sources of archive materials and memoirs. Key Words: Hotel Lambert, Cartoryski, Zamojski, Czajkowski, Lapinski, Sefer Bej, * Bu makale TÜBĐTAK ın desteklediği bir araştırmanın ürünüdür. ** Ege Üni. Türk Dünyası Araş. Ens. abdullah.temizkan@gmail.com

351 364 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN GĐRĐŞ Lehistan Prusya, Avusturya ve Rusya tarafından 25 Temmuz 1772 de paylaşılmıştır. Artık siyasi bir teşekkül olarak var olmayan Lehistan ın başına gelen bu oldubittiyi Osmanlı Devleti kabul etmemiştir. Bütün resmi merasimlerde Lehistan hala varmış gibi işlem yapmıştır. Avrupa ise bu oldubitti karşısında bir şaşkınlık yaşamış net kararlar almakta zorlanmıştır. Özellikle Đngiltere ve Fransa nın bu işgale karşı net tavır almayışı sonucun belirlenmesinde önemli rol oynamıştır. Lehistan da kurulan Rus idaresine karşı 1831 yılında silahlı bir ayaklanma patlak vermiştir. Bu ayaklanma Ruslar tarafından son derece kanlı bir şekilde bastırılmıştır (Bobrovnikov 2007: 7). Askerler ve halk silahtan arındırılarak Rus Đmparatorluğu nun en ücra köşelerine sürgüne gönderilmiştir. 1 Osmanlı Devletinin Lehistan ın parçalanmasına yaklaşımı Lehistanlı ihtilalcilerin ilgisini çekmiş, Osmanlı Devleti ne sempati ile bakmalarına yol açmıştır. Ayaklanmadan sonra Lehistanlı devrimcilerin önemli bir kısmı da yurt dışına kaçarak Prens adam Czartoryski ve Kont Zamojski nin önderliğinde Paris te ve Đstanbul da organize olarak mücadelelerini devam ettirmişlerdir.(widerszal 1934: 239) Czartoryski ve ekibi Hotel Lambert grubu adı altında Paris te organize olmuş ve Avrupa da kamuoyu oluşturmak için bir takım lobi faaliyetlerinde bulunmuşlardır Viyana kongresinde Doğu Sorunu olarak tesmiye edilen Osmanlı Devleti nin tasfiyesi olarak ta isimlendirebileceğimiz süreçte Avrupa nın büyük güçleri Osmanlı Devleti nin özellikle Balkanlardaki etkisinin azaltılması için bir takım diplomatik, politik ve ekonomik girişimlerde bulunmuşlardır. Balkanlarda Osmanlı etkisini azaltırken Osmanlı Devleti üzerindeki Rus baskısını da göreceli olarak azaltmayı kendi menfaatlerinin bir gereği olarak görmüşlerdir. Osmanlı Devleti ve Rusya girdikleri savaşların neredeyse tamamında hem Balkanlarda hem de Kafkasya da açılan cephelerde savaşmışlardır. Rusya nın sıcak denizlere ulaşmasının önündeki bir engel olan Osmanlı Devleti nin 1833 de imzaladığı Hünkâr Đskelesi Anlaşması ile stratejik Boğazların güvenliğini Ruslara bırakması Akdeniz de ve Hindistan da büyük çıkarları olan Đngiliz devlet adamlarının tüylerini diken diken etmiştir. Đngiltere ve Fransa Rusların Akdeniz e inmesi hususunda aynı endişeleri taşıyorlardı. Bu nedenle boğazlardaki Rus vesayetini kaldırmak için işbirliği yapmaları kaçınılmazdı. Ancak Đngilizleri Hindistan daki çıkarları nedeniyle Rusların hem Kafkaslardaki hem de Türkistan daki istila hareketleri de yakından ilgi- 1 Grigoriantz (1999: 91); Daha sonra 1863 yılı Ocak ayaklanmasından sonra bir dalga daha gönderilmiştir yılları arasında gönderilenlerin sayısı , 1878 ve 1879 senelerinde mahkeme kararıyla Kafkasya ya sadece 11 kişi gönderilmiştir, bk. (Piwnicki 2001: 58-61; Rejchman 1972: 181).

352 365 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... lendiriyordu. Đngilizler Rusları mümkünse durdurmanın değilse orada oyalamanın bir yolunu bulmak zorundaydılar. Aynı zamanda Karadeniz ve Kafkasya ile yapılacak ticari faaliyetlerden Đngiliz kapitalizminin alacağı pay da hesap dışı bırakılmıyordu. Đngilizler Kafkasya da Rusları durdurma işini doğrudan yapmak yerine, Osmanlı Devleti üzerindeki Rus baskısını azaltmak mukabilinde hem Osmanlı Devletinin Kafkasya daki nüfuzundan faydalanarak hem de bölgeye Đngiliz casuslarını göndererek orada Ruslara karşı bir direniş hareketi örgütlemeyi düşünmeye başladılar. Başka bir planları da Rusya nın Kafkasya Ordusu ndan kaçarak Çerkeslere sığınan Lehistanlıları Kafkasya da organize edip silahlandırarak Ruslara karşı kullanmaktı. Bu düşünceleri ortaya atan Đngiltere nin Đstanbul Sefareti nde başkâtip olarak çalışmakta olan doğu uzmanı David Urquhart idi. Lehistanlıların Đstanbul da Lobi faaliyetleri Đngiliz dış istihbarat ofisinin ajanı olan David Urquhart sonbaharında Samsun da tanıştığı Zanoğlu Sefer Bey in daveti üzerine Çerkesya ya gitmiştir(luxemburg 1998: s.93). Bir süre Kafkasyalı dağlılarla beraber yaşayan Urquhart onların hayat tarzlarından çok etkilenmiştir. Đngiltere ye dönüşünde basın yoluyla yoğun bir propaganda faaliyeti başlatan Urquhart, Çerkesya nın bağımsızlığının tanınması için de yoğun çaba sarf etmiştir. Çok kısa sürede kamuoyunda var olan Rus karşıtı çevrelerden destek bulmuştur. Özellikle Lehistanlı mültecilerin sürgünde kurduğu Hotel Lambert grubunun lideri Prens Adam Czartoryski ve onun yeğeni W. Zamojski ile birlikte çalışmıştır. Lehistan ve Kafkasya sorunlarına odaklı yayın yapan The Portfolio nun yayınlanmasında da bu kişilerle işbirliği yapmıştır (Widershal 1934: 239) de Đstanbul a gelen Urquhart, Kafkasya nın bağımsızlığı ve Kafkasya daki Đngiliz menfaatlerinin korunması amacıyla bir takım girişimlerde bulunmuştur. Đngiliz Hükümetini Rusya ya karşı Osmanlı Devleti nin ve Çerkeslerin da Osmanlı Devleti ne karşı Yunan milliyetçilerine destek veren ve bu uğurda savaşa iştirak eden Urquhart, Yunan sınırının belirlenmesinde de görev almıştır. Daha sonra Caning ile beraber Đstanbul a gelmiş ve 1832 ye kadar Đstanbul da kalmıştır. Bu süre zarfında ciddi gözlemlerde bulunmuş, Đngiliz hükümetinin sağladığı destek ile 18 ay boyunca Afganistan ve Đran dâhil olmak üzere bir doğu turuna çıkmıştır. Bu tur sırasında yaptığı gözlem ve tuttuğu notlar onun doğu uzmanı olarak tanınmasını sağlamıştır. Bir elçilik görevlisi olarak Đstanbul a gelen Urquhart burada gözlemlerine devam etmiş Osmanlı ülkesi hakkında raporlar hazırlayarak Đngiliz Hükümeti ne sunmaya başlamıştır. Raporlarında Osmanlı Devleti nin Ruslara karşı Đngiltere yi dengeleyici bir unsur olarak gördüğünü belirtmiş, Osmanlı Devleti nin Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa ya karşı desteklenmesini önermiştir, bk (Bolsover 1936: ).

353 366 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN yanında saf tutmaya mecbur etmek isteyen Urquhart provakatif bir eylem planlamıştır. 3 Rusların Kafkasya kıyılarında uygulamakta olduğu katı ambargo ve karantina önlemlerine rağmen Osmanlı limanlarından yüklenecek olan tuz, mühimmat ve silah yüklü bir gemiyi Sucukkale ye (Tsemez) göndermiştir. Vixen isimli gemi burada Ajax adlı Rus savaş gemisi tarafından yakalanmış, gemiye ve mallarına el konulmuş, Đngiliz bayrağı indirilmiş, mürettebatı tutuklanmıştır. Bu olay Đngiliz ve Avrupa basınında hemen yankısını bulmuştur (Khodarkovsky 2007: 710). Urquhart ve Ponsonby nin amacı Rusya ile karşı karşıya gelen Đngiltere nin, Çerkesya nın bağımsızlığını tanımasını sağlamaktı. Hem böylece Rusların Kafkasya kıyılarında uyguladığı ambargonun yasadışı olduğu da ifşa edilmiş olacaktı. Ancak bu olay Urquhart ve Ponsonby nin Đngiliz Hükümeti ile ters düşmesi sonucunu getirmiştir. Đngiliz Hükümeti Ruslarla çatışmaya girmeyi kendi menfaatleri açısından uygun bulmamış ve bu konu Đngiliz Parlementosu ve gazetelerinde günlerce tartışılmıştır. Bu eylemden umduğu sonucu alamayan Urquhart vazgeçmemiş tutkuyla bağlandığı Çerkesya için kendi serveti ve şahsi gayretleriyle mücadele etmeye devam etmiştir. 4 Đngiltere nin Đstanbul sefiri Ponsonby nin de desteğiyle J. Hudson, Stanislaw Bell ve John Longworth u Kafkasya ya göndermek için 1837 yılında Đstanbul a gelen Şapsığ kabilesinden Zanoğlu Sefer Bey ile irtibata geçmişlerdir 5. Sefer Bey Đstanbul ziyareti sırasında Rusların baskıları sonucu tutuklanarak Edirne de zorunlu ikamete tabi tutulmuştur. 6 Bu ajan Widerszal bu eylemin planlanmasında Lehistanlı aristokrat Kont Zamojski nin de parmağının olduğunu ileri sürmektedir (Widerszal 1934: ), Kont 1855 yılında kaleme aldığı notlarında bu hususu dile getirmiş ve kurmayı planladığı birliğin başına Bystrzonowski yi geçirmeyi düşündüğünü ifade etmiştir, bk. (Konarska, 1971: 157). Longworth eserinde uzun uzun Rusların uygulamasının uluslararsı hukuka uygun olup olmadığını tartışmıştır. Bu konuya ilişkin tartışmalar için bakınız: (Longworth 1996: ; Widerszal 1934: ; Çelik 1992: 192.; Bolsover 1936: ; Khodarkovsky 2007: ). Ponsonby Urquhart ile irtibatı kesmiş olmasına rağmen Urquhart ın adamlarının Karadenize çıkabilmeleri için pasaportlarını vermiştir bk. (Widerszal 1934: 70). Bir Şapsığ prensi olan Zanoğlu Sefer Bey, Osmanlı Devleti ne tabi olan ve Đslam ı kabul eden Zanoğlu Muhammed Giray ın oğludur. Soğucak ve Anapa nın Rusların eline geçmesinden sonra Rus okullarında eğitim görmüş ve Rus ordusunda görev almıştır. Babasının ölüm haberini alınca Rus ordusundan firar ederek Kafkasya ya dönmüştür. Ardından babası gibi Anapa daki Osmanlı kuvvetlerine Albay olarak katılmıştır Osmanlı- Rus harbi sırasında Ruslara esir düşmüş ve bir yıl sonra serbest bırakılmıştır.

354 367 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... ların görevi Kafkasya hakkında bilgi toplamak, Kafkasya da Ruslara karşı devam etmekte olan direnişi örgütlemekti. Bu bağlamda Rus ordusundan kaçmış Lehistanlı askerleri organize edip silahlandırarak Ruslara karşı modern silahlarla donatılmış daimi ordu vazifesi görecek bir silahlı kuvvet oluşturmaktı. Stanislaw James Bell, Leh askerlerinin silahlandırılarak Ruslara karşı kullanılması projesine inansa da Longworth bunun gerçekleştirilemeyeceği inancındaydı. 7. Bu arada Rus ordusunun içinde bulunduğu güç şartlara dayanamayan Ruslar da dahil olmak üzere özellikle Lehistanlı askerle firar ederek Kafkasyalılara sığınmaya başlamışlardır. Bu olaylar özellikle 1834 tarihinden itibaren artış göstermiştir. Rusların Kafkasya da maruz kaldıkları zorluklar, aldıkları yenilgiler Avrupa basının da abartılı bir şekilde yer almaya başlamış, Çerkeslere karşı Avrupa kamuoyunda bir sempati oluşmuştur (Luexembourg 1998: 115, 116). Kafkasya daki savaşı kendisi için dünya kamu oyu önünde tabi tutulduğu bir prestij sınavı olarak gören Rusya 1845 yılında işin üzerine daha bir ciddiyetle eğilmiştir. Ruslara göre Kafkasya da yürüttükleri savaşta bu kadar zorlanmalarının en önemli sebebi Đngiliz maceracıların Kafkasya daki faaliyetleri idi (Luexembourg 1998: 16). General Rayevski Raporu nda Đngilizlerin faaliyetlerinden uzun uzun bahsetmekte Abazaların bir klanı olan Jigetler arasındaki faaliyetlerinden ve genel olarak Kafkasya nın Karadeniz kıyılarındaki Çerkesleri organize etmeye çalıştıkları, Ruslara karşı kışkırttıkları hatta Rus Ordusundan kaçarak Çerkeslere sığınan ve Çerkesler tarafından köle gibi kullanılan Leh askerlerinin serbest bırakılmaları için telkinlerde bulunduklarını, onları düzene sokarak silahlandırdıklarını belirtmektedir. Đngiliz ajanlarından özellikle Longworth ve Bell in isimlerini vererek onların Leh askerlerini özellikle Ruslara karşı silahlandırdıklarından yakınmaktadır. Onları bu çalışmalarında başarılı bulan Rayevski, Rus Devleti- 7 Serbest kalınca Đstanbul a gelen Sefer Bey in Kafkasya ya gitmesine izin verilmemiştir, bk. (Khodarkovsky 2007: 715); 1834 yılında Kafkasya ya silah ve mühimmat gönderdiği orada ihtilal çıkarttığı gerekçesiyle Rusların yaptığı baskı sonucu Tatarpazarı nda ikamete tabi tutulmuştur de yine aynı gerekçelerle Rusların baskıları sonucu tutuklanarak Edirne de zorunlu ikamete tabi tutulmuştur de Kırım Harbi sırasında serbest bırakılarak Kafkasya ya gönderilmiştir, bk. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Hatt-ı Hümayun:1103/44573.; BOA HH: 1179/46586). Longworth bu düşüncesine dayanak olarak kültür farklılığını ve Çerkeslerin böyle bir birliğin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar varlıklı olmadıklarını ileri sürmektedir (Longworth 1996: ; Bell 1995: 85); Ayrıca Widerszal da Kafkasyalılar için Ruslarla, Lehistanlılar arasında bir fark gözetilmediğini, Çerkeslerin asker kaçaklarını ya köle olarak kullandıklarını ya da Ruslarla kendi esirlerini almak için takas yaptıklarını belirtmektedir, bk. (Widerszal 1934: 81).

355 368 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN nin Karadeniz sahillerinde sahil boyunca uzanan kaleler sistemiyle kurduğu Kordon Hattı nın ve uygulamış olduğu katı ablukanın işe yaradığını da vurgulamaktadır. Bu durumun Dağlılar arasındaki yansımasının köle fiyatlarının düşmesi olduğunu, fiyatların düşmesinin de Çerkeslerin ellerindeki Leh asker köleleri serbest bırakmalarına yol açtığını ifade etmektedir. Hatta General Rayevski, Dağlılarla yaptıkları çatışmalar esnasında dağlı savaşçıları arasından Lehçe haykırışlar işittiklerini de rapor etmektedir (AKTI C.IX: 454). Đngilizlerin yaptığı planların benzerini Lehistan dışına kaçmış ihtilalci Leh subayları da yapmaktaydı. Lehistanlı devrimciler hem Balkanlar da hem de Kafkasya da teşkil edilecek lejyonlar vasıtasıyla Rusya yı mağlup ederek Lehistan ı özgürleştirmeyi umuyorlardı (Widerszal 1934: 239). Sürgündeki ihtilalcilerin iki kolu vardı. Her iki kol da Osmanlı Devleti ile irtibatta olmak istiyordu. Birinci kol, merkezi Lonra da olan Lehistan Demokratik Yoldaşlık Hareketi idi. Bu grup Paris te de faaliyet gösteriyordu. Bu hareketin başında Ludwik Mieroslawski bulunuyordu. Lehistan Demokratik Yoldaşlık Hareketi, Türkiye ye Jozef Wysocki yi göndermiştir. Lehistan Demokratik Yoldaşlık Hareketi mensubu muhacirler, Türk-Rus savaşı çıktığında doğuda kurulacak olan Millî lejyonun Lehistan a bağımsızlık kazandırabileceğine inanıyorlardı. En önemlisi kurulacak lejyonun asker sayısı komutanlığı ve savaş taktiklerini Türkiye deki Lehistanlılar kontrol edip belirleyeceklerdi. Lehistan meselesinin ancak böyle çözülebileceğine inanıyorlardı. Ancak büyük umut bağladıkları bu proje kapsamında Đstanbul a gönderilen Wysocki nin girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Wysocki nin talepleri aşırı ve riskli bulunmuş olabilir. Ayrıca Czartoryski nin adamları kadar tanınmış olmadığı için de başarısız olmuş olabilir. Sürgündeki diğer devrimci grup olan Hotel Lambert grubunun lideri Prens Czartoryski yi ise Avrupa nın iki önemli gücü Đngiltere ve Fransa destekliyordu. Bu grubun dayandığı Muhacirlerin önemli bir kısmı Đstanbul da bulunuyordu. Prens Czartoryski, Hotel Lambert için Đstanbul da bir şube açmaya karar vermiştir senesinde Aleksander Vereszczinski Đstanbul a önden gelerek ilişkileri ve çalışma şartlarını düzenleyecekti. Mihal Czajkowski Haziran 1841 de Guizot un da bilgisi dâhilinde ve Reşit Paşa ile varılan mutabakat sonucunda ajansın başına geçmek üzere Đstanbul a gönderilmiştir. Bu ajans Lehistan nın çıkarına kullanılabilmesi muhtemel siyasî işleri gerçekleştirmenin yanı sıra Slavların etnografya ve tarihi üzerine de çalışmalar yapacaktı. Biz bu makalede özellikle bu grubun faaliyetleri üzerinde duracağız 8. 8 (Konarska 1971: 157; Piwnicki 2001: 174.; Kasumov 1995: 122), Michal Czajkowski sonradan din değiştirerek Müslüman olmuş ve Sadık ismini almıştır. Osmanlı ordusundaki görevine Sadık Paşa ismiyle devam etmiştir.

356 369 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... Avrupa diplomasisinin kendilerine ve Prens Czartoryski ye saygı duyduğunu, bundan faydalanarak bir şeyler yapılması gerektiğine inanan Czajkowski, kafa karışıklığından kurtularak güçleri birleştirmek ve Lehistan için harekete geçmek gerektiğini düşünmektedir (Adam Czartoryski Arşivi: 5492/397). Czajkowski gibi Lejyonlar kurarak Lehistan ın özgürleştirilmesi fikrine inanmış birkaç yüz Lehistanlı, lejyonların kurulmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Aynı zamanda lejyonlara Kozakları ve Çerkeslere esir düşen Lehistanlıları da dahil etmeyi düşünüyorlardı. 9 Bir taraftan lejyonları hazırlarken bir taraftan da Kafkasya da alt yapıyı hazırlaması için önden bazı ajanlar göndermeyi planlıyorlardı. Bunların başında Bystrzanowski ve Chrzanowski geliyordu. Lehistanlı ihtilalcilerden Chrzanowski, bu planın olabilirliğine o kadar inanmıştır ki 1837 senesinin başında Prens Czartoryski den bunu gerçekleştirmek için Türkiye de zemin hazırlamasını talep etmiştir. Başlangıç olarak 5 piyade birliği oluşturmayı planlanıyordu. Diğer taraftan Lehistanlı subaylardan Dembinski, Kafkasya ya giderek dağlı savaşçıların komutasını üstlenmek istemiştir. Bu fikir onların Kafkasya ve dağlılar konusunda ne kadar az şey bildiklerini ortaya koymaktadır yıllarında Kafkasya merakıyla Ponsonby, Prens Adam Czartoryski nin desteklediği General Chrzanowski ye Doğu görevi vererek Đstanbul a gönderdiler. Chrzanowski yi hem Palmerston hem de Ponsonby takdir etmektedir (Luxemburg 1998:112; Widerszal 1934: 70-71). Ponsonby nin Kafkasya nın stratejik ehemmiyetine çok vurgu yapan Chrzanowski ye bu nedenle itimat ettiği söylenebilir. Ancak tecrübeli bir politikacı olan Czartoryski, Vixen olayından sonra bu planların uygulanabilirliğinden şüphe etmeye başlamıştır. Bilhassa Urquhart ın maceraperest ve kavgacı üslubundan hoşlanmıyordu. Ancak onun bu tavrı Kafkasya planından tam olarak vazgeçtiği anlamına gelmemektedir (A.CZ.: 5475), Öte taraftan Osmanlı Devleti Lehistanlıla- 9 Kendisi kurulan I. Kozak Alayı nın kumandanlığını yapmıştır. Ayrıca Lehistanlı mülteciler için Đstanbul yakınlarında kurulan Polonezköy ün kurulması için en fazla çaba sarf edenlerden birisidir. Sadık Paşa, lejyonların teşkili ve Kafkasya ya ulaştırılması işlerinde de Osmanlı Devleti nezdindeki prestijini kullanmıştır (BOA Sadaret Amedî Kalemi Belgeleri Tasnifi: 79/ 82). Kasumov (1995: 124), Czajkowski Đstanbul da köle pazarını gezdiğinde sık sık Lehistanlılara rastlıyordu. Bunların çoğu Kafkasya dan getiriliyorlardı. Soruşturduğunda Rus ordusunda çok sayıda Lehistanlı olduğunu ve bunların kaçarak Çerkeslere sığındığını, Çerkeslerin de onları köleleştirerek sattıklarını öğrenmişti. Bu bilgiden hareketle Rus ordusundan kaçmak için can atan Lehistanlıları toplayarak Kafkasya da bir lejyon oluşturulması fikri kafasında gerçekleştirilmesi mümkün bir fikre dönüşmüştür (A.Cz.: 5486.; Widerszal 1934: 91).

357 370 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN rın istedikleri planı uygulayabilecekleri bir pozisyonda değildi. Sözgelimi 1838 yılında Đngiltere nin Đstanbul sefaretinin baş tercümanı Mösyö Bizati ye verilen bir talimatta, Reşit Paşa nın 5 tabur piyade nin Sohumkale ye nakli için Ruslardan Sivastopol tersanesinden, iki kapak ve dört fırkateyn talebinde bulunduğu belirtilmektedir. Rusların Kafkasya sahillerinde uyguladıkları ablukaya Osmanlı Devleti nin en azından ses çıkarmadığı anlaşılmaktadır. Đngiliz Sefiri tarafından Rusların Kafkasya sahillerindeki bütün faaliyetlerinin Reşit Paşa nın bilgisi dahilinde olduğu belirtilmektedir (BOA. Hatt-ı Hümayun:1173/46423-A). Bundan sonra (H.H.) yılları arasında Prens Adam Czartoryski nin en yakın adamı General Chrzanowski hem Kafkasya dan gelen haberler hem de Đngilizlerin yaklaşımları nedeniyle Lejyonlar projesinden soğumaya başlamıştır. Ona göre Rusya ile yapılacak savaşın mekânı hala Kafkasya idi ancak savaşmak için oraya Lehistanlıların gitmesini anlamsız bulmaktaydı. Onunla birlikte Dembinski, Zwierkowski ve Wereszczynski de konuya olumsuz bakıyorlardı. Zaten Zwierkowski Đngilizlerin Lehistanlılara kendi işlerini yaptırmak maksadıyla Lehistanlıları Kafkasya ya göndermek istediklerine inanıyordu. Chrzanowski sonraki yıllarda Çerkeslerin Ruslara karşı gösterdikleri direnişten haberdar olunca yeniden umutlanmış ve çalışmalarına devam etmek istemiştir. Đlk başlarda Chrzanowski, Wereszczanski ile çalışan Czajkowski daha sonra kendisi ile irtibata geçen Zwierkowski yi onun yerine yanına almıştır. Bu arada Wereszczanski ise Suriye ye yönelmiştir. Chrzanowski, artık Çerkeslerle değil, Gürcülerle irtibata geçilmesi gerektiğini düşünüyordu senesinden sonra Paris ten gelen emirler onun yine Çerkeslere yönelmesini dayatmıştır de Wereszczynski nin ısrarıyla Prens Adam onu Gürcistan a göndermiştir. Erzurum, Doğu Beyazıt, Taurus, Tahran üzerinden Gürcistan a ulaşmıştır. Đran dayken Gürcistan ın son kralının oğlu olan Velihanla irtibata geçmiştir. Lakin Wereszczynski hastalandığı için bütün bu planlar gerçekleşememiştir. Tauras a kadar gidebilen Wereszczinski orada ölmüştür (Widerszal 1934: ). Prens Adam Czartoryski ve etrafındakiler için Đngilizlerin desteği olmazsa olmaz şarttı. Onların planlarında lejyonların oluşturulması iki ayak üzerine oturacaktı. Birincisi Osmanlı ülkesinin sınırları dahilinde olan Balkanlar ve Sinop bölgesine taşınacak Lehistanlıların orada organize edilmesi ve eğitilmesi ile oluşturulması iken, ikincisi ise Rus Ordusundan firar eden Lehistanlılardan Kafkasya ya gönderilecek Lehistanlı ajan ve subayların organize edeceği lejyonlar olacaktı (Konarska 1971: 154). Daha sonra Sinop taki lejyonlar da gemilerle Kafkasya ya intikal edecekti (A.CZ.: 5485; Widerszal 1934:71). Lehistanlılar faaliyete geçmek için öncelikle Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bir savaş çıkmasını bekliyorlardı. Henüz böyle bir ihtimal

358 371 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... görünmemesine rağmen Kafkasya da oluşturulacak lejyonlar için çalışmalara başlamışlardır. Kafkasya da çıkacak bir savaşın Rusya da karışıklıklar çıkmasını sağlayacak bu sırada Dobruca Kozaklarının bir kısmı Podolya ya girecekti. Aynı anda Lehistan da çıkarılacak bir ayaklanma ile Ruslar kovulacak ve Lehistan tekrar bağımsızlığına kavuşacaktı. Kafkasya da kurulacak lejyonları Güney Rusya ve Ukrayna üzerinden Lehistan a geçirmeyi planlıyorlardı. Planlarında Rusya yı Kafkasya halkları ile Kozakların istila etmesi de yer alıyordu. Czartoryski nin Kafkasya operasyonu için düşündüğü General Chrzanowski sabırsızlanmaya başlamıştır. Ona göre 1840 yılı lejyonları oluşturmak için en uygun zamandı. 10 Hotel Lambert grubu henüz planların uygulanabilirliğini sorgulamadan harekete geçmişti bile yılında Lehistanlı devrimcilerin harekete geçtikleri, Kafkasya ya insan ve silah taşıyacakları haberi Rus istihbaratı tarafından haber alınmıştır. 3 Mayıs 1841 tarihinde Fransa ve Đngiltere de bulunan bazı Lehistanlıların Đstanbul daki Đngiltere Büyükelçiliği başkâtibi David Urquhart ile ittifak halinde bir miktar mühimmat ve silah tedarik ederek kiralayacakları bir vapurla birkaç yüz Lehistanlı ile birlikte Çerkesistan a götürecekleri haberi Rus büyükelçiliği tarafından Hariciye Nezareti ne bildirilmiştir. Rus elçiliğinin ihbarında Lehistanlıların kiraladıkları vapurla Bozcaada nın doğu tarafına uğrayacakları ve oradan birkaç kişi aldıktan sonra yine adanın doğu tarafındaki başka bir koydan daha önceden oraya yığdıkları Lehistanlıları alacakları, yol üzerinde uygun gördükleri bir yerden ihtiyaçlarını tedarik edecekleri gibi bilgiler verilmektedir. 10 Savaştan sonra Don kıyılarında bağımsız bir devlet kurulacak, daha sonra da Polonya bağımsızlığına kavuşacaktı. Müslüman Halklar Federasyonu, Gürcistan ve Ermenistan ın ayrı ayrı bağımsız birimler halinde yer alacağı bağımsız bir Kafkasya yaratılacaktı. Prens Adam Czartoryski ve çalışma arkadaşları tarafından yılları arasında geliştirilen Kafkasya politikasının ana hatları bu şekildeydi. (Konarska 1971: 157.; Widerszal 1934: ); Aynı şekilde 1844 yılı Temmuz ayında Bystrzowski Paris te, Kafkasya seferi anlatımı, amaçları ve beklenen sonuçları adıyla yazı yazmıştır. O yazıdakiler Czartoryskinin düşünceleriyle ve Lenoire 1844 senesinde verdiği tavsiyeleriyle örtüşmektedir. Bystrzowski de Don Kozaklarına büyük önem vermektedir Bystrzanowski Şamil in Kafkasya da kalmasını istiyordu (Widerszal 1934: 106); Planlarının oldukça hayalperest olduğu söylenebilir. Sadece kendi ülkelerini kurtarmakla kalmıyor, Kafkasya bölgesini adeta yeniden şekillendirmeyi planlıyorlardı. Elbette bölgeyi yeniden şekillendirmelerinde Đngilizlerin planlarının etkisi vardır. Belki de Đngiliz planlarına paralel şeyler söylemek Đngilizlerin desteğini alabilmek için gerekli idi. Bu bağlamda davranışlarını pragmatik olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.

359 372 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN Planın bütün aşamalarından başından beri haberdar olduğu anlaşılan Ruslar, vapurun Çanakkale ve Đstanbul boğazından geçerek Sinop ve Trabzon taraflarına uğrayıp oradan da Çerkesistan a ulaşmayı planlandığı bilgisini vermektedirler. Lehistanlıların asıl niyetlerinin Çerkesistan da fesat ve ayaklanama çıkartmak olduğu ileri sürülmektedir. Rus elçiliği verdiği bilgilere istinaden Osmanlı Hükümeti ne bu konuda dikkatli olma çağrısı yapmaktadır. Bu durumun Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan anlaşmalara ve sağlam dostluğa aykırı olmanın dışında dost bir devletin kendi mülkünde böyle eylemlere izin vermesinin devletlerarası teamüllere uygun olmadığı gibi mertçe bir tutum olarak da nitelendirilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca iki devlet arasındaki dostluk ilişkisi göz önünde bulundurularak yukarıda anlatılan vasıflardaki insanların Osmanlı Devleti egemenliğindeki limanlara gelmesi halinde, haklarında gerekli tahkikat yapıldıktan sonra hızlı bir şekilde Rus tarafına bildirilmesi istenmektedir. Padişahın da onayı ile Gelibolu daki memurlara, diğer taraftaki ilgili memurlara bu hususta dikkatli olmaları gizli ve kat i bir tarzda emredilmesi karalaştırılmıştır. Ayrıca o taraflarda bulunan Rus memurlarının da aldıkları bilgileri Osmanlı makamlarıyla paylaşmalarının bu konuda ortak hareket edilmesi için gerekli olduğu ifade edilmiştir. Yapılan tahkikatta Eflak, Boğdan ve Sırbistan taraflarında halkın arasına fesat sokan ve bir takım organizasyonlar yapan bazı şahıslar olduğu ve bunlara karşı gerekli tedbirlerin alınması için emirler verilmiştir (BOA, Đrade Hariciye:10/506. Bundan sonra Đ HR). Ancak gerek Kont Zamojski ile Czajkowski arasındaki gerekse Czajkowski nin Prens Czartoryski ye gönderdiği raporlarında 1841 yılı içerisinde Kafkasya ya ulaşmayı amaçlayan böyle bir organizasyonun gerçekleştirildiği hususunda bir bilgi bulunmamaktadır yılında Đstanbul daki ajansın başına geçen Czajkowski, bir taraftan Sırbistan da faaliyetlerde bulunurken diğer taraftan da Kafkasya ile ilgili organizasyonun alt yapısını hazırlamaya çalışmaktaydı. Belgrad da kurduğu ajansın başına en iyi adamlarından olan Lenoir Zwierkowski yi geçirmişti. Czajkowski aynı zamanda Zamojski nin Osmanlı başkentinde yapacağı bir takım görüşme ve manevraların alt yapısını da hazırlıyordu 12. Czajkowski sonradan Zwierkowski yi Kafkasya ya göndermek için yanına almıştır. Zwierkowski, Longworth un yardımıyla Edirne de ikamet etmekte olan Sefer Bey ile görüşmüştür. Bu görüşmeden sonra, 1844 senesinin Eylül ayında Zwierkowski, Ahmet Aga ve Bellin in getirdiği Şurasını belirtmek gerekir ki, daha sonra Lapinski nin gerçekleştirdiği seferin planı ve uygulanış itibariyle burada Rusların bahsettiği planla bire bir aynıdır. Czajkowski ve Zamojski arasındaki ilişki Polonezköy projesini gerçekleştirmeye çalışan Czajkowski nin Lazarist rahiplerden yardım almasıyla bozulmuştur (Konarska 1971: 158).

360 373 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... Çerkesce bilen Lehistanlı kaçak Osikowski eşliğinde Đstanbul dan Kafkasya ya gitmek üzere yola çıkmışlardır. Zwierkowski yola çıkmadan önce Czaykowski Çerkesya ya daha fazla ajan göndermeyi düşünüyordu. Faaliyet alanını daha da genişletmek için Bystrzonowski, Breanski ve Podczaski yi de göndermeyi planlıyordu. Bunun için Lenoir in ilk raporunun gelmesini bekliyordu. Lakin rapor bir türlü gelmek bilmiyordu. Zaman geçtikçe Zwierkowski nin öldüğüne inanarak onun yerine başka ajan aramaya başladılar (A.Cz.: 5412 ; WĐderszal 1934: 93). Halbuki Lenoir Zwierkowski Ocak 1845 senesinde Natuhay ve Şapsığlarla toplantı düzenlemekle meşguldü. Zwierkowski toplantıya 3 tane Rusça bilen tercüman eşliğinde gitmiştir. Bu nedenle Çerkesler onun bir Rus ajanı olduğunu düşündüler ve onun teklifleri toplantıda hiç konuşulmadı. Ocak ve Şubat boyunca Zwierkowski, ev sahibi olan Harih ile rahat bir şekilde Kafkasya da yakın çevreyi dolaşmak isteğiyle ilgili tartışmalar yapıyordu en sonunda kendi görevinin ne olduğunu bir kadıya anlatıp onu ikna etmiştir. Tam Đmam Şamil e gitmek istediği bir sırada Şamil in naibi Süleyman Natuhay bölgesine gelmiştir. Onunla görüşmeyi başaran Zwierkowski, Süleyman ın evindeki misafirliğinin üçüncü gecesinde bir suikasta maruz kalmıştır. Kaldığı evin bacasından karnına ateş edilmiştir 13. Ağır yaralı olarak iki ay orada kalmak zorunda kalmıştır. Đyileştikten sonra 3 Mart 1846 tarihinde önce Sinop a oradan da Đstanbul a geçmiştir. Süleyman la gerçekleştirdiği görüşme Zwierkowski ve Czajkowski üzerinde çok olumlu bir etki yapmıştır. Zaten Prens Czartoryski de Zwierkowski nin artık dönmesini istiyordu (Widerszal 1934: ; Konarska 1971: 161). Đmam Şamil e ulaşma ve ona faaliyetlerinde yardım etme işini Süleyman aracılığıyla gerçekleştirmeyi planlıyorlardı. Ancak bilmedikleri bir şey vardı, o da Süleyman ın Ruslarla anlaşarak onların tarafına geçmiş olması idi. Đstanbul daki ajans Kafkasya ya Zwierkowski nin yerine gönderecek birisini arıyordu. Onun yerine Kaptan Gordon u göndermeyi düşünüyorlardı. Gordon un Đstanbul a ulaştığı sıralarda Zwierkowski de Kafkas- 13 Karnına ateş edildiği bilgisini, başına benzer bir olay gelen Lapinski vermektedir. Ancak Lapinski onun bu saldırıda öldüğünü belirtmektedir (Lapinski 1995: 390). Ancak Widerszal, haklı olarak onun ölmeyip kurtulduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte Widerszal onun Natuhay bölgesinde Çerkesler tarafından Rus ajanı olduğu gerekçesiyle tutuklandığını ve daha sonra onu yaralı bir şekilde Đmam Şamil in naibi Süleyman ın kurtardığını, aylarca felçli olarak yattığını belirtmektedir. Bu suikastin Ruslar tarafından organize edildiğinin sanıldığını belirtmektedir. Aynı yazar, eserinin 96. sayfasında Zwierkowski nin Naib, Çerkeslerin elindeyken değil Süleyman ın evindeyken saldırıya uğradığını belirtmektedir. Bu iki bilgi bir biriyle çelişmektedir (Widerszal 1934: 96, 244).

361 374 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN ya dan Đstanbul a dönmüştür. Gordon Kafkasya ya ancak Reşid Paşa nın yardımıyla büyük keşif gerçekleştiği zaman gidebilecektir. Bu sırada Đbrahim Paşa, hacc dan dönerken Đstanbul a uğrayan Hafız Paşa nın kardeşi Hacı Geranduk u Czajkowski ye getirmiştir. Geranduk onu Kafkasya ya davet etmiş ancak Czajkowski bu teklifi kabul etmemiştir. O zaman kafasında Geranduk ile birlikte Gordon u Kafkasya ya gönderme fikri doğmuştur. Geranduk ise Czajkowski den genç birisinin gönderilmesini istemiş ve memlekete döner dönmez Ruslarla savaşmaya söz vermiştir. Czajkowski Gordon a gitmesini teklif etmiş o da kabul etmiştir. Geranduk, Gordon a kendi akrabası olup Rusların hizmetinde olan Sohumkale nin idarecisi Kamil Bey in yardım edeceğini bildirmiştir. Ancak Gordon un Çerkesce ve Rusça bilmediği için Sohumkale ye girmesinin uygun olmadığını Kamil Bey in iki adamının onu eşyalarıyla birlikte gemiyle Geranduk un evine götüreceklerini söylemiştir. Hafız Paşa da kardeşi Geranduk un verdiği sözü yerine getireceğine kefil olmuştur. Abhazya da yaşayan Albay Đbrahim in oğlu Hüseyin ile Geranduk un kızı da gerektiğinde Gordon a yardım edeceklerdi. Gordon un üzerinde büyük etkisi olan Reşid Paşa, bu seferin organizasyonu ile bizzat ilgilenmiştir. Hacı Geranduk, Rus ordusundan kaçan bütün Lehistanlılara dostça davranacağına ve Kaptan Gordon u evine alarak ona Lehistan ve Prens Adam ın temsilcisi gibi davranacağına dair söz vermiştir (A.Cz.: 5492). Bu arada Hotel Lambert, Gordon un gidişini onaylamıştır. Czartoryski, Gordon a eğer Hacı Geranduk, Đmam Şamil gibi bir pozisyona ulaşmak isterse onu desteklemesi ve yardım etmesi talimatını vermiştir. 8 Haziran 1846 tarihinde Gordon ve Hacı Geranduk Đstanbul dan Kafkasya ya gitmek üzere yola çıkmışlardır (A.Cz.: 5438). Bu süre zarfında ajansın Hacı Geranduk ile yapılan çalışmalardan dolayı Sefer Bey ile olan ilişkisi biraz gevşemiştir. Sefer Bey e göre Gordon un Kafkasya ya gitmesi ve Çerkesya daki çalışmaları Natuhay dan Ubıh bölgesine kaydırması gereksizdi. Czajkowski, Gordon u Kafkasya ya büyük umutlarla yollamıştı. Lakin hayal kırıklığına uğramaktan kurtulamamıştır. Çünkü Hacı Geranduk kendi halkı arasında Đmam Şamil gibi bir statü edinmek istemediği gibi Gordon un Đmam Şamil e gitmesine de izin vermemiştir (Widerszal 1934: 97-98). Gordon ise Lehistan ın ve Prens Czartoryski nin temsilcisi olduğu için dağlıların kendisine gerektiği gibi saygılı davranmalarını istemiştir. Diğer taraftan Gordon da Hacı Geranduk u hayal kırıklığına uğratmıştır. Ajans, Hacı Geranduk Đstanbul dayken O na silah yapmayı bilen, demir çıkartabilen, kaleleri ele geçirebilen birini göndereceğine dair söz vermişti ancak sözünde duramamıştır Temmuz unda Ubıhlar, Golovinskoe kalesine saldırmak için Gordon dan yardım istemişler, Gordon da bu yardım teklifini reddetmiştir. Gordon un dağlılarla ilişkisi Aralık ayında biraz düzelir gibi olmuştur. O vakit Hacı Geranduk Ruslara

362 375 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... açıkça karşı çıkarak Novaginski kalesine saldırmıştır. Ancak Gordon o saldırıya katılmamıştır. Bir kez de Golovinskoe kalesine yapılacak saldırıya katılmayı kabul etmesine rağmen katılmamıştır (A.Cz.: 5438). Bu da Çerkezlerin özellikle de Hacı Geranduk un ona şüpheyle bakmasına yol açmıştır. Đstanbul da ise Czajkowski, Kafkasya ya iki kişi daha göndermeyi planlıyordu. Bunlardan birisi Çerkesya haricinde bir yoldan Şamil e ulaşacaktı. Diğeri ise Gordon a eşlik etmek için Çerkesya ya gidecekti. Gordon a eşlik edecek kişi olan Mikorski, 1846 senesinde Đstanbul a gelerek Çerkesya ya ajan olarak gitmek istediğini Czajkowski ye bildirmiştir. Czajkowski, Mikorski ye yola çıkana kadar ortada gözükmemesini, işlerin yolunda gitmeme ihtimaline karşı gizlenmesini emretmiştir. Buna rağmen Mikorski, Reşid Paşa ya bir mektup yazmıştır. Mektuptaki ifadeleri patavatsızca bulan Czajkowski, Reşid Paşa nın şüphelenmesine yol açabileceği endişesini taşımaktadır. Tam da bu sırada Reşid Paşa nın isteği üzerine sefer iki hafta geciktirilmiştir. Sefere gönderilmesi düşünülen Shultz isimli bir ajanın getirtilmesi söz konusu idi fakat son karar Czajkowski ye bırakılmıştır. Kaptan-ı Derya Mehmed Ali Paşa, Ruslar öğrenmesin diye çok titiz çalışıyordu. Czajkowski, onun bu çekingenliğinin seferin bu kadar gecikmesinin en önemli sebebi olduğunu düşünmektedir. Kaptan Paşa yı her ne kadar iyi niyetli bulsa da onun iyi niyetinin işin riskini ortadan kaldırmaya yetmediği görüşündedir. Diğer taraftan Reşid Paşa nın görüşleri sık sık değiştiği için ona da güvenilemeyeceğini düşünmektedir. Czajkowski, Rusların bütün baskılarına rağmen Czartoryski nin başarılı diplomasisi nedeniyle Osmanlı Devleti nin bu seferden vazgeçmeyeceğini, yakında Türk-Rus savaşı çıkacağını ve bu durumun Lehistan için çok iyi bir gelişme olacağını ifade etmektedir. Bütün bu beklentilerine rağmen Âli Paşa nın Kafkasya seferine karşı olduğu için bu işi bozabileceği korkusunu da dile getirmekten geri durmamaktadır. Rıza Paşa nın ise Osmanlı Devleti nin gücüne çok güvendiğini ve onun Kafkasya seferinin gereksiz olduğunu, Osmanlı Devleti nin Rusya yı Kafkasya da oyalamaya ihtiyaç duymadan yenebileceğini düşündüğünü belirtmektedir (A.Cz.: 5492). Bu sırada Đstanbul da hiç kimse Gordon un ne durumda olduğunu bilmemektedir. Uzun zamandır kendisinden haber alınamadığı için yanına adam göndermek ihtiyacı hissetmişlerdir yılı sonu veya 1847 yılı başlarında öldürüldüğü tahmin edilen Gordon un haberi ancak Mikorski yola çıktıktan sonra Đstanbul a ulaşmıştır. Lapinski, Gordon un, Hacı Geranduk un kölesi ile birlikte ava gittiğini, birkaç gün sonra ise ormanda kafası kesik halde bir ceset bulunduğunu bildirmektedir. Kellesi ise bulunamamıştır. O nun bir Ermeni tarafından öldürüldüğünün iddia edildiğini belirten Lapinski: Tuapse de ilk kez işittim ayrıca Abaza da

363 376 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN ve Şabsığ da herkese sorarak teyit ettim ki, Hacı Geranduk, Sohumkale de Lehistanlı Gordon un başı için 400 gümüş ruble ödeyerek Rus komutandan satın almış, onu öldüren Ermeni nin cezalandırıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. bilgisini vermektedir 14. O sırada Đstanbul da ve Paris te Kafkasya ya yeni ajanları gönderme planları yapılıyordu. Öncelikle Zwierkowski nin tekrar gönderilmesi düşünülüyordu fakat Zwierkowski bir daha Kafkasya ya gitmek istememiştir. Czajkowski, Sefer Bey ile Hacı Geranduk meselesi yüzünden kopan ilişkileri yeniden düzeltmek istiyordu. Çünkü Hotel Lambert Kafkasya ya yeni ajanlar göndermek istiyordu. Hotel Lambert in Paris teki merkezi Czajkowski nin yaptıklarını çok takdir etmektedir. Bir süre sonra Czajkowski ye Kafkasya ya gitmek için Grotkowski ve Szemiot adında iki Lehistanlı başvurmuştur. Czajkowski ve Hotel Lambert Szemiot ile çalışmaya daha sıcak bakıyorlardı. Szemiot daha önceden Czajkowski ye mektup yazıp işbirliği teklif etmiştir. Szemiot mektubunda Kozakların kendilerine çok faydalı olacağını düşündüğü için bir Kozak birliğine geçtiğini yazmıştır. Czjkowski de onunla çalışmayı kabul ettiğine dair bir mektup göndermiştir. Mektup ta 1847 yılı baharında Prens Adam ın Kafkasya ya 10 kişi göndereceğini yazmıştır. O seferin komutanlığını ya Podczaski nin ya da Rozycki nin yapacağını belirtmiştir (Widerszal 1934: 101). Ruslar 1847 senesinde Çerkeslere yardım ettiği gerekçesiyle Osmanlı Hükümeti ne baskı yaparak gizli polis ve pasaport müdürü olan Necip Efendi yi görevden aldırmıştır. Czajkowski 1846 senesinde Bab-ı Âli den yazılı olarak yardım talebinde bulunmuştur. Onun çalışmalarıyla Bahriye Nazırı Mehmet Ali Paşa yakından ilgilenmiştir yılının Ocak ayında Czajkowski Bahriye Nazırlığı na çağrılmıştır. Mehmet Ali Paşa Lehistanlıların düzenleyecekleri Kafkasya seferini desteklemek istediğini söylemiş ve bahara kadar Çerkesya ya gidecek olan kişilerin hazır olmasını istemiştir. Ayrıca Czajkowski ye Mikorski nin gidişi için kuruş vermiştir. Mehmet Ali Paşa nın bu girişimini Reşit Paşa desteklerken Âli Paşa pek oralı değildi. Cazajkowski Kafkasya ya lejyoner gönderme çalışmalarında orada çalışmak için en uygun kişi olarak Sefer Beyi görüyordu. Czartoryski ise Đmam Şamil i işbirliği yapmak için daha uygun buluyordu (A.Cz. No:5492; Widerszal 1934: 103). Mikorski ye gitmeden önce orada feodal beylerin hevesini kırmamak için asla Şamil den söz etmemesi, fakat Şamil in yaptıklarını sevdirmek için örnekler vererek Rusların zalimliklerini anlatması tembihlenmiştir. Ayrıca Çerkesleri Rus- 14 Lapinski (1995: 284); Kafkasya ya tüccar kılığında giden Gordon un Ruslar tarafından öldürüldüğü yine Lehistanlı bir ajanın mektubundan anlaşılmaktadır (A.Cz.: 5492/398).

364 377 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... lara karşı ayaklandırmak için Đngiltere ve Fransa nın Ruslara karşı olduğundan ve eğer Ruslara karşı çıkarlarsa Osmanlı Devleti nin de onlara daha olumlu bakacağından söz etmesi istenmiştir. Abadzehleri Ruslara karşı kışkırtmak Osmanlı Devleti ni savaşa sokabileceği için onlar üzerinde durulması gerektiği ifade edilmiş, oradan göndereceği şifreli raporlarda ya Lehçe ya da yerli halkın dilinde yazması tembihlenmiştir. Orada paralı asker olarak kalmayı değil kendi imkânlarımızla nasıl ayakta kalınabileceğini kimden yardım alınabileceğini araştırması ve yerli halk üzerinde iyi etki bırakması emredilmiştir (A.Cz.: 2002/105). Rus ablukasını geçemeyen Mikorski nin geri dönmek zorunda kalması nedeniyle Đstanbul daki ajansta çalışanların moralleri bozulmuştur. Bu işin sandıkları kadar kolay olmayacağını anlamışlardır. 15 Rusların ablukayı bu kadar sıkılaştırmaları tesadüfî değildir. Lazarist rahiplerin Kafkasya daki Katoliklere mektuplar yazarak Şamil e yardım etmelerini istemeleri Rusların tepkisini çekmiş, daha bir dikkatli olmalarına yol açmıştır. Diğer taraftan Çerkeslerin içinden birileri Ruslara mektup göndererek Hafız Paşa nın kendilerini Ruslara karşı savaşmaları için tahrik ettiğini ihbar etmiştir. Bunu üzerine Ruslar da Hafız Paşa yı Osmanlı Hükümeti ne şikâyet etmiştir (A.Cz. No:5492/609). Her şeye rağmen Kaptan Paşa ve Reşit Paşa desteklerini geri çekmemiştir. Zamojski Kafkasya da yapacakları operasyonlara hem siyasal hem de iktisadi destek istemek için 24 Haziran 1847 tarihinde Đstanbul a gelmiştir. Prens Czartoryski büyük bir sefer yapılmasını istemektedir. Ancak seferin büyüklüğü hususunda Czajkowski ile prens arasında anlaşmazlık vardı. Czajkowski daha küçük bir keşif seferinin yapılmasını yeterli buluyordu. Üstelik bu seferin maliyeti de daha düşük olacaktı yılında Đstanbul a gelen Zamojski nin geliş sebeplerinden birisi de Prens Czartoryski ile General Czajkowski arasındaki bu anlaşmazlığı gidermekti. Ayrıca Eğer Osmanlı Hükümeti ile bir anlaşma imzalanamazsa Zamojski Đstanbul daki ajansı tamamen kapatacaktı 16. Diğer taraftan Kont 15 Ruslar bu tarihlerde Karadeniz de özellikle de Kafkasya sahillerindeki ablukayı iyice sıklaştırmışlardı. Osmanlı limanlarından Kafkasya ya silah ve mühimmat gönderilmemesi için sıkı tedbirler alıyor, en ufak şüphe duyduğu gemiler hakkında Osmanlı Devleti ni uyarmaktan geri kalmıyorlardı. Ruslar Kafkasya nın Karadeniz sahillerindeki birçok limanı yasak bölge ilan etmişti (BOA, Sadaret Mektubî Kalemi Belgeleri Tasnifi: 54/34; BOA, A.MKT.:16/21; A.Cz.:5492/630). 16 A.Cz.: 5492/620. Prensin aksine Zamojski Đstanbul daki şubenin kapatılmasının olumsuz etki yaratacağını düşünmektedir. O Polonyalıların doğuda yaptıkları çalışmaların en iyi nokta olduğunu düşünüyordu ve eğer herhangi bir zamanda Kafkasya seferi gerçekleşecek olursa o zaman bu seferin Đstanbul daki ajans olmadan imkansız olduğunu düşünüyordu. Kafkas çalışmaları

365 378 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN Zamojski nin Đstanbul a gelişi Ruslarla Osmanlı Devleti nin ilişkilerini bozmuştur. Ruslar Zamojski nin gelişini şiddetle protesto ettiler. Zamojski, Reşid Paşa ile görüşmeyi umuyordu ancak randevu Rusların baskıları yüzünden sürekli tehir ediliyordu (A.Cz.: 5492/18). Zamojski, Reşid Paşa ile görüşemese de 18 Temmuz da Kaptan-ı Derya Mehmed Ali Paşa dan davet almıştır. Zamojski, Mehmed Ali Paşa ile konuşmasında, onun Lehistanlıların çalışmalarına olumlu baktığını görmüştür. Zamojski, Mehmed Ali Paşa ya yaptıkları planların maddî imkânsızlıklardan dolayı gerçekleşemediğini söylemiştir. Hotel Lambert in harcamaları yıllık Frank civarındaydı ve bu parayı da Osmanlı Hükümeti nden talep ediyorlardı. Yapılan görüşmenin sonunda şifahi olarak varılan anlaşmaya göre yapılacak seferin finansmanını Osmanlı Devleti karşılayacaktı. Kaptan-ı Derya Mehmed Ali Paşa tam donanımlı bir gemi verecekti. Gemi Karadeniz'e açıldıktan sonra Tirebolu ya uğrayacak, adamlar ve tüm gerekli malzeme yüklenecekti. Kolaylık olsun diye silahlar Kaptan Paşa adına alınacaktı (A.Cz. No:5492/ ). Sefere iki de ajan katılacaktı. Mehmed Ali Paşa yapılan görüşmeden Sultanı haberdar edeceğini söylemiştir. Zamojski isteklerine olumlu cevap verileceğini umut ediyordu. Lakin Zamojski nin Mehmed Ali Paşa ile yaptığı görüşmeden 2 gün sonra tam Kafkasya seferinin gerçekleşmesine umutla bakılırken Mehmed Ali Paşa görevden alınmıştır. Bu durum Hotel Lambert in umutlarını azaltmıştır. Fakat Đstanbul ajansındakiler sefer için hâlâ ümitliydiler (A.Cz. No:5492/18). Zamojski ise hala Reşid Paşa ve Âli Paşa ile görüşmeyi beklemekteydi. Bu arada Fuad Paşa nın da Kafkasya seferi işine olumlu bakmadığını belirtmek gerekir. Czajkowski onun Âli ve Reşid Paşa dan etkilenmiş olduğundan şüphelenmektedir. Zamojski ile görüşmeye daha istekli olan Rıza Paşa nın verdiği randevuyu Reşid Paşa yı kışkırtmamak için ertelemeyi bile düşünmüşlerdir (A.Cz.: 5492/631). Zamojski, Mehmed Ali Paşa ile görüştükten sonra Reşit Paşa nın seferi iki ay erteleme kararını öğrenmiştir (A.Cz.: 5492/631). Ali Paşa ya göre bu karar seferden vazgeçildiği anlamına gelmemektedir. Sadece seferin daha iyi planlanabilmesi ile ilgiliydi. Silahlar Fransızlardan tedarik edilecekti. Asıl önemli olan Kafkasyalıların yabancı askerlerden oluşacak lejyonlara hazır hale getirilmesi idi. Zira orada nasıl bir tepki ile karşılaşılacağı tam olarak bilinmiyordu (Konarska 1971: 162). Đki hafta sonra Reşit Paşa ile görüşen Zamojski onun da olumlu baktığını ancak yeterince cesur olmadığını düşünmektedir. Almayı umdukları maddî destek ise taolumsuz yöne gittiği halde Zamojski, Czajkowski nin Đstanbul Hükümeti ni tek tek bazı adamları Çerkesya ya göndermeye ikna edeceğini umuyordu. Zaten Czajkowski Đstanbul da öyle sıkı bağlantılar kurmuştu ki, ajansın kapatılması mümkün değildi. (Konarska 1971: ).

366 379 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... mamen Padişaha bağlıydı. Çok büyük rakamlar bekleyen Lehistanlılar için Padişah sadece frank civarında destek vermiştir. 17 Zamojski nin Đstanbul daki kalışı uzayınca Ruslar Osmanlı Devleti ne nota vererek Zamojski nin Türkiye yi terk etmesini istemişlerdir. Hatta Fransız elçisi Berqueney Zamojski ile ilişki kurduğu için Rus büyükelçiliği tarafından protesto edilmiştir. Đşin ilginç tarafı Rus notasının Zamojski nin Đstanbul da bir kaç ay kalmasından sonra gelmiş olmasıdır. Ancak şunu da görmek gerekir ki, Zamojski nin Đstanbul da bu kadar uzun süre kalması Diplomasi dünyasının ilgisini çekmiştir. Borqueney, Czajkowski ye, Rus elçisi Ustinov un, Zamojski nin gelişinden ve onun Türkler tarafından iyi şekilde karşılanmasından çok korktuğunu resmen sesi kısıldığını ifade etmiştir. Neticede Kont Zamojski işlerin sonunu beklemeden onları takip etmeyi Czaykowski ye bırakıp Đstanbul dan ayrılmıştır. Zamojski Đstanbul dan ayrıldıktan sonra Rusya, Lehistanlıların ajansının kapatılması için Türkiye ye baskı yapmaya başlamıştır (Konarska 1971: 164). Czajkowski nin kulağı Kafkasya da olup oradaki gelişmeler hakkında sürekli bilgi topluyordu. Aldığı sitihbarat Bjeduğ ve Kabardey Çerkeslerinin Ruslar tarafından kendileri ile çalışması için ikna edildiklerini haber vermekteydi. Diğer taraftan Kuban daki Çerkeslerin Şabsığlar ve Abzehlere karşı çalıştıkları ve onları Ruslara ispiyonladıkları bildiriliyordu. Aldığı haberlerden birisi de Şamil in temsilcisi Muhammed Emin in Abzehlere gelmiş olduğu ve onları Ruslara karşı hazırladığı idi (A.Cz.: 5492/641). O sırada Paris ten sefer için 3 kişi gelmiştir senesinde hem Czaykowski hem de Prens Adam Czartoryski, Kaptan Paşa nın bütün ısrarına rağmen sefer için ümitlerini yitirmişlerdir. Czjkowski başarıya ulaşacağına inanmadığı halde Đmam Şamil e küçük de olsa keşif ekibi göndermeye kararlıydı. Diğer taraftan para yardımı için hâlâ görüşmeler yapmaktaydı. Czajkowski seferin gerçekleşme ihtimaline karşı ajansta iki kişi bulunduruyordu. Ahmed ismini kullanan Pulawski ve Terlecki her an göreve gitmeye hazır durumda bekliyorlardı. Zamojski ise Bystrzonowski veya Brzozowski nin gönderilmesini tavsiye etmiştir. Osmanlı Devleti bu ajanlara maaşlarının ödenmesi için kuruş ödeme yapmıştır. Haddi zatında sefer için hiç paraları yoktu. Czajkowski bir taraftan seferi düzenleyebilmek için para arayışını sürdü- 17 Bu durum Lehistanlılarda büyük hayal kırıklığına yol açmıştır. Zamojski para arama işinden vazgeçmemiş, Mehmed Ali Paşa nın tavsiyelerine uyarak Reşit Paşa ya 2 kez mektup yazarak para talebinde bulunmuştur. Zamojski, hâlâ çabalarının olumlu şekilde sonuçlanacağına inanıyordu. Osmanlı Hükümet yetkilileri ise mütemadiyen sabırlı olunmasını rica ediyorlardı (Konarska 1971: 164).

367 380 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN rürken diğer taraftan da Sefer Bey ile irtibatı koparmamaya çalışıyordu (A.Cz. No:5422; Widerszal 1934: ; Konarska 1971: 164). Zamojski nin kendisi de malzemelerini Osmanlı Devletinin temin edeceği bu sefere katılmayı umuyordu. Planında birine adamları ve malzemeleri yükleyip diğeriyle de kendisinin gideceği iki gemi kiralamak vardı (A.Cz.: 5492/613). Rusların bütün baskılarına rağmen Czajkowski nin kurduğu bağlantılar o kadar güçlüydü ki ajansının kapatılması söz konusu bile değildi. Bystrzonowski kendi gazetesinde Zamojski nin Türklerden para alma konusunda fazla ısrarcı olması nedeniyle bütün seferi zor duruma soktuğunu yazmıştır. Zamojski ise bunun kendisinin çok iyi niyetli olmasından kaynaklandığı iddiasındadır(konarska 1971: 165). Lehler daha bu olayın şokunu atlatamadan Rusya 1848 Macar isyanı sonrası Osmanlı topraklarına sığınan Macar ve Leh mültecileri kendisine teslim etmesi için Osmanlı Devleti üzerinde Avusturya ile birlikte baskı yapmaya başlamıştır. Bunların başında elbette Zamojski ve Czajkowski geliyordu (BOA, Đrade Mesail-i Mühimme: 27/75. Bundan sonra Đ.MSM). Osmanlı Devleti bu sıkıntıdan kurtulmak için mültecilere Müslüman olmalarını teklif etmiştir. Czajkowski gibi birçok mülteci Müslüman olarak Osmanlı Devleti hizmetine girmiştir (Piwnicki 2001: 175). Osmanlı Devleti nin gerek kendi iç siyasi gelişmeleri gerekse etrafındaki dış siyasi gelişmeler nedeniyle durumu kritikti. Bu nedenle o zaman mutabık kaldıkları meselelerde bile sonradan konjonktür gereği farklı tavırlar alabiliyordu. Bu durum özellikle Lehistanlı mültecileri, hassaten de Zamojski de hayal kırıklığına yol açmıştır yılına kadar gerek Hotel Lambert gerekse Đstanbul daki ajans Avrupa daki karmaşa ve politik gelişmelerin durulmasını beklemekle ve lobi faaliyetleri yapmakla geçiriyorlardı. En büyük beklentileri Avrupa nın büyük devletleri Đngiltere ve Fransa nın Rusya ya savaş ilan etmesi idi. Bazı Đngiliz politikacıları Đngiltere nin, Rusları eğer boğazlarda durdurmazsa Đndus nehrinde durdurmak zorunda kalacağını yüksek sesle söylemeye başlamışlardı. Bu Lehistanlıların beklediği havanın oluşmakta olduğunun işaretiydi. Diğer taraftan Kafkasyalılar da Ruslara karşı yürüttükleri direniş mücadelesinde Avrupa nın kendilerine destek olmasını umuyordu yılında Kuzeybatı Kafkasya ya gelen Şamil in Naibi Muhammed Emin, Yusuf Bey ismindeki adamını Đstanbul a göndermiştir. Orda Sadık Paşa (Czajkowski) ve Koscinski ile irtibata geçerek Muhammed Emin için birkaç subay, madenci ve birkaç zanaatkârdan müteşekkil 12 tane Lehistanlı istemiştir. Dağlılar altın ve gümüş madenlerini işletmek ve birliklerine kumanda etmeleri için onları ihtiyaç duyuyorlardı. Koscinski komutanlık için Jordan ı önerdi, maden için Mc Donald ve Guilling gideceklerdi. Bu misyon Czartoryski için çok önemliydi ama hâ-

368 381 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... lâ para sıkıntısı vardı. Osmanlı Hükümeti nden yardım bekliyordu. Oradan gelmezse Stuart aracılıyla Palmerston dan yardım almayı umuyorlardı (A.Cz. No:5596; Widerszal 1934: 114) yılında Kırım Harbi nin patlak vermesi Lehistanlılar için bekledikleri ortamın oluşmasını sağlamıştır 18. Bu savaş Osmanlı Devleti ni Rusya nın baskısından kurtarmaktan çok Batı Avrupa nın Rusya ya karşı çıkarlarını korumayı amaçlıyordu. Savaş sırasında Lehistanlı subaylardan faydalanmak isteyen Osmanlı Devleti, Sadık Paşa aracılığıyla Prens Czartoryski den subaylar göndermesini istemiştir. Bu girişim sonucunda Sadık Paşa nın kumandası altında kurulan I. Kozak Alayı nda çeşitli Leh subayları görev almıştır. Daha sonra Hotel Lambert in Osmanlı Devleti nezdindeki girişimleri sonucu Kont Zamojski nin kumandası altında II. Kozak Alayı ihdas edilmiş ve Kırım harbi esnasında Đngilizlerin emrine verilmiştir. 19 Bu alayın kurulması için Kont Zamojski, karargâhına giderek bizzat Ömer Paşa ile görüşmüştür (Lapinski 1995: ). Diğerleri ise Müslüman olarak Arslan ismini alan Ludwik Bystrzonowski ile Şahin ismini alan Feliks Breanski dir. Bu subaylar savaşlarda önemli roller oynamışlardır. Czajkowski, Ludwik Bystszanowski ve Jan Brenski yi 1853 yılında Lehistanlılardan lejyonlar oluşturması maksadıyla Şapsığ bölgesine Sefer Bey in yanına göndermiştir. Ayrıca onlarca Lehistanlı subay Asya da ve Sivastopol da askerlik yapmıştır. Zygmunt Jordan Batum da, Antoni Đlinski Sivastopol da önemli görevler almıştır. Kırım Savaşında müttefik ordularında görev yapan Lehistanlılardan 8 subay ve 3 ast subay hayatını kaybetmiştir. Şubat 1854 senesine kadar Alayın 6 bölüğü oluşturulmuştur. Genelde bu alayda görev alan subaylar Lehistanlılardan müteşekkildi. Đlk bölük Lehistanlılardan, diğer bölükler farklı farklı milletlerden oluşuyordu. Czajkowski, Silistre de olan Musa Paşa nın ordusu ve diğer Türk kuvvetleri arasındaki irtibatı sağlıyordu sene Aynı umutların Kafkasyalılarda da yeşerdiğini belirtmek gerekir. Osmanlı Devleti de orada açılacak bir cephede Đmam Şamil in kuvvetleriyle işbirliği yaparak önce Gürcistan ı ele geçirmeyi ardından da Rusları tamamen Kafkasya dan atmayı planlıyordu. Ancak Đmam Şamil den bekledikleri ilgiyi görememişlerdir. BOA, A. AMD.:79/82.; Sadık Paşa başından beri Rus ordusundan firar eden Lehistanlılardan Kafkasya da bir lejyon oluşturmayı planlıyordu. Bu planını gerçekleştirmek için bizzat Kafkasya ya giderek Ömer Paşa nın ordusuna katılmayı, bu arada Sefer Beyle birlikte kurulacak lejyonun hazırlıklarını yapmayı düşünüyordu. Avusturya nın Tuna bölgesinde Lehlerin birlikler oluşturmasına şiddetle muhalefet etmesi, onların bu lejyonları Kafkasya da oluşturma isteklerinde etkili olmuştur (Widerszal 1934: 250); II. Kozak Alayı na destek istemek için Bu doğrultuda Lapinski Ömer Paşa nın karargahına gönderilerek desteği istendi (Lapinski 1995: 261).

369 382 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN si baharında Czajkowski nin adamları Burgaz da toplanmış ve I. Kozak Alayının savaş yolculuğu burada sona ermiştir (Piwnicki 2001: 175). Czartoryski nin diğer bir temsilcisi olan Wladislaw Zamojski, tamamen Lehistanlılardan müteşekkil olan II. Kozak Alayını devam ettirmeye çalışıyordu (BOA, A. AMD: 61/1). Zamojski Kırım Harbi esnasında Kafkasyalılara yardım etmek için oraya gönderilecek birliklerin Lehistanlıların kurduğu bu Kozak Alayları olacağını düşünüyor ve bu lejyoner birlikleri vasıtasıyla orada Lehistan ın bağımsızlığı için faaliyetlerini sürdürmeyi planlıyordu. Bu sırada Đngilizler Kırım Harbi öncesinde Kafkasya daki kabilelerin bir birlik oluşturmalarını destekleyen ve engelleyen unsurları araştırması ve mümkünse birliği temin etmesi için Kafkasya konusunda tecrübeli olan Longworth ü tekrar Kafkasya ya göndermişlerdir. 20 Đngilizler ve Fransızlar başlangıçta Kafkasyalılardan faydalanma konusunda çok ümitliydiler ancak umduklarını bulamadılar. Đngilizler savaşın en kızgın zamanında Kafkasyalılardan bir yardım görmedikleri için onlara böyle bir yardım yapmayı kesinlikle reddediyorlardı (Luxemburg 1998: ). Diğer taraftan Kafkasya nın siyasî geleceği onları pek ilgilendirmiyordu. Đngilizlerin bu tavır değişikliği nedeniyle II. Kozak Alayı na desteklerini çekmeleri alayın durumunu da zora sokmuştur. Desteksiz kalan alayın birçok eksiği vardı (Piwnicki 2001: 175; Bobrovnikov 2007: 1). Zamojski hâlâ bu birliği Kafkasya da Ruslara karşı savaştırmanın yollarını arıyordu (Luxemburg 1998: 261). Alay piyadelerle beraber kişiden mürekkep olup Süvarilerin komutanı Albay Nikolay Kaminski idi. Piyadelerin başında ise Albay Winsenty Sulbicki bulunuyordu senesinin başında süvariler Varna da, piyadeler ise Skutari de yerleştiler. 30 Mart 1856 senesinde Rusya ile yapılan Paris Antlaşması onların savaşa katılma umutlarını tamamen bitirmiştir. Temmuz 1856 da resmî olarak I. Kozak Alayı tamamen dağıtılmıştır. Alayın dağıtılmasının ardından 1857 yılında General Zamojski Osmanlı ülkesini terk ederek Fransa ya gitmiştir (Piwnicki 1934: 176; BOA, A.AMD.: 79/84). Ancak 29 Temmuz 1858 tarihinde Rus Büyükelçiliği nin Osmanlı Hariciye Nezareti ne gönderdiği takrirde Dobruca bölgesinde Sadık Paşa nın girişimleriyle Kozak ve Lehlerden müteşekkil 12 adet alayın teşkil edildiği ihbar edilmiştir. Hariciye Nezareti bu durumun Rusya yla yapılan anlaşmaya ve iki ülke arasındaki dostane ilişkilere zarar verebileceğinden endişeleniştir. Her ülkenin kendi sınırları dâhilinde istediği yerde askeri birlik bulundurmaya hakkı olmakla birlikte açık bir şekilde başka bir devletin içerisinde karışıklık çıkarmaya niyetlerinin olduğunu ifade eden bir 20 Longworth un 1855 yılındaki bu görevi hakkında ayrıntılı bir araştırma ve analiz için bk. Şaşmaz (1999: ).

370 383 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... grubun Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde böyle bir organizasyon gerçekleştirilmesine göz yumulamayacağı sadaret makamına bildirilmiştir. Bu nedenle Sadık Paşa nın Đstanbul a çağırılmasının yerinde olacağı ifade edilmiştir(boa. Hariciye Nezareti Tercüme Odası Belgeleri Tasnifi: 484/51. Bundan sonra. HR:TO). Kozak Alaylarını dağıtıma kararı alındıktan sonra Osmanlı Devleti bu alayın mensuplarının Osmanlı ordusunda layıkıyla görev yaptıklarını bu nedenle birden bire orta yerde bırakılmalarının doğru olmayacağına, Avrupa ya gitmek isteyenlerin gidebileceğine, gidemeyenlerin ise kendilerine uygun bir iş imkânı buluncaya kadar maaşlarının ödenmesinin uygun olacağına karar vermiştir 21. Kırım Harbi sonrasında yapılan Paris Anlaşması nın 12. paragrafının Ek-1. maddesine göre Ruslar Karadeniz deki sahillerini kontrol etmek için sadece on gemi bulundurabileceklerdi (Luxemburg 1998: 262). Bu madde Rusların Kafkasya nın Karadeniz sahillerini kontrol etmesini zorlaştırmaktaydı. Diğer taraftan Çerkeslerle ticaret yapan Türk tüccarlarının ve tabii Çerkeslere yardım götürmeye niyetlenenlerin işlerini kolaylaştırmıştır. Ruslar bu açıklarını istihbarat toplama işine ağırlık vererek ve bu istihbaratı Osmanlı Devleti ile paylaşarak kapatmaya çalışmışlardır. Kafkasya ya silah ve mühimmat götürmesinden endişe ettikleri gemileri önceden Osmanlı Devleti ne bildirerek bu tür girişimlerin önüne geçmek istemişlerdir.(boa, Sadaret Mektubî Kalemi Umum Vilayet Yazışmalarına Ait Belgeler Tasnifi. Bundan sonra A.MKT.UM: 280/16) Osmanlı Devleti nin aldığı tedbirleri yetersiz buldukları zamanlarda Ruslar bu memnuniyetsizliklerini de resmî kanallardan ifade etmekten geri kalmamışlardır (BOA, A.AMD.: 75/93). Kırım Harbi ülkeleri Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından paylaşılmış olan Lehistanlı ihtilalcilerde yeni umutların yeşermesine neden olmuştur.(bobrovnikov 2007: 1) Kırım harbi sonrasında II. Kozak Alayındaki Lehistanlıları Kafkasya ya naklederek orda lejyonlar oluşturma fikri Hotel Lambert grubunun zihnini işgal etmeye devam etmiştir. Bu iş için uygun birisi aranırken Zamojski nin başında olduğu II. Kozak Alayı nda görev yapmış olan Teofil Lapinski(Tevfik Bey) uygun bulunmuştur. Daha önceden de Ruslara karşı savaşmak arzusuyla Kafkasya ya gitmeyi planlayan Teofil Lapinski 1854 yılında Prens Czartoryski nin emrine girerek bu hayalini gerçekleştirme fırsatı yakalamayı ummuştur (Lapinski 1995: 262). 21 BOA, A. AMD.: 79/82; Luxemburg bu birliğin doğrudan Kafkasya ya taşınmasının düşünüldüğünü ancak Đngiliz Hükümeti nin böyle bir girişimi feshedeceğini ifade etmektedir. Buna gerekçe olarak ta Đngilizlerin henüz Kafkasya daki menfaatlerinin neler olduğunu tam olarak tespit edememiş olmalarını göstermektedir (Luxemburg, 1998: 261).

371 384 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN Lapinski ve etrafındaki Leh vatanseverleri amaçlarına ulaşmak için her yolu deniyorlardı. Kafkasya ya gidebilmek için finansör ve destekçi arıyorlardı. Tam bu sırada Naib Muhammed Emin geniş bir Abzeh heyetiyle birlikte Đstanbul a gelmiştir. O yaklaşan Adige-Rus savaşı için Osmanlı hükümetinden destek almayı hesaplıyordu. Ancak kısa süre içerisinde bu taraftan almayı hesapladığı bütün yardım umutlarından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Kafkasya hakkında doğru bilgiler edinmek isteyen Lapinski, Naib Muhammed Emin ile temasa geçmiştir (BOA, A. AMD.: 79/2). Naible tercüman aracılığıyla görüşen Lapinski, bütün ihtiyaçları tedarik edilip teçhiz edilmiş bir Lehistan ordusunun memlekete gönderilmesi ve yardımcı bir unsur olarak orada bulunması halinde sevgiyle kucaklanacakları cevabını almıştır. Rus ordusundan kaçan Lehistanlı asker ve subaylardan da faydalanmak isteğini Naib hemen cevaplamamış ve birkaç gün sonra; düzenli orduyu destekleyen Çerkeslerin sınırlı sayıda olduklarını, üstelik insanların fakir ve teşkilatsız olduklarını ancak süvarinin at ve kumanyası gibi gerekli ihtiyaçlarını karşılayacağının garantisini vermiştir. Bundan kısa bir süre sonra Muhammed Emin Abzeh e geri döndü 22. Çerkes Đsmail Paşa nın Katkısı Lapinski nin niyetini öğrenen Osmanlı bürokratlarından Çerkes Đsmail Paşa 23, 27 Eylül 1856 tarihinde Lapinski yi ziyaret ederek ona fanatik Müslüman ve sofu olarak nitelediği Muhammed Emin ile değil Osmanlı Devleti ne sadık olan Zan Oğlu Sefer Bey ile irtibata geçip onunla birlikte hareket etmesinin daha yerinde olacağı tavsiyesinde bulunmuştur BOA, Sadaret Mektubî Kalemi Nezaret ve Devair Yazışmalarına Ait Belgeler Tasnifi.: 199/100; Lapinski 1995: ; Zira bir çoğu Çerkesler tarafından köle olarak kullanılıyor ya da Ruslara esir düşen Çerkesleri kurtarmak için takas ediliyorlardı. Bu asker kaçaklarının durumu hakkında geniş bilgi için bk. Temizkan (2009: 73-95). Çerkes asıllı olan Đsmail Paşa, Đzzet Mehmed Paşa nın kölesidir. Askerlik mesleğine girmiş ve miralaylığa kadar yükselmiştir. Daha sonra Ferik ve Rumeli ordusu reis-i erkânı olmuştur. Çatana ve diğer Tuna muharebelerinde yiğitlik gösterince Mart 1854 de vezirlik ihsan olunmuştur. Aynı yılın Eylül ayında Anadolu Ordusu Müşirliği verilmişse de yine Rumeli cihetinde kumandan kalmıştır yılındaki barışın ardından memuriyeti olan Erzincan a gitmiştir. Haziran 1857 de Arabistan Ordusu Müşiri olup Ocak 1860 Rumeli Ordusu Müşiri olmuştur. Karadağ isyanında gösterdiği gayret yüzünden hasta olunca Đstanbul a getirilmiş ve birkaç gün sonra 1861 Haziranında vefat etmiştir. Cesur, gayretli ve sadık olarak tanımlanmaktadır (M. Süreyya 1996: III/830).

372 385 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... Sefer Bey in Abhazya da büyük bir itibara sahip olduğundan bahsetmiştir 24. Ertesi gün Lapinski, Đsmail Paşa nın organize ettiği, Çerkes asıllı yüksek rütbeli Osmanlı bürokratlarının katıldığı bir toplantıya katılmıştır. Toplantıda Đsmail Paşa Mehmet Bey (Bangya) kumandasında bir sefer düzenleyeceğinden bahsetmiştir 25. Lapinski ye göre onu ikna etmek için bazı vaatlerde bulunmuştur. Elinde bulunan bir miktar topçu malzemesi, silah, barut, kurşun ve demiri Đstanbul da tek başına ülkesinin menfaati için topladığını ayrıca yaklaşık 100 kişilik bir Lehistan birliğinin kurulmasına yetecek olan kese altını da yine şahsî çabası ile tedarik ettiğini ifade etmiştir. Bundan başka her yıl bu birlik için aynı miktarda parayı Türkiye den gönderebileceğini, üstelik kendisinin de zengin olduğunu kese altını olduğunu belirttikten sonra ailesinin olmadığını, bütün malını mülkünü ve hayatını ülkesinin uğrunda feda edeceğini ifade etmiştir (Lapinski 1995: 266; Widerszal 1934: 178). Lapinski bütün kaynaklar bir araya toplandığında seferin temeli olarak Đsmail Paşa nın Gerçekten de Zan Oğlu Sefer Bey, Ferah Ali Paşa Soğucak muhafızlığına atandığında o görev yerine ulaşana kadar ona vekaleten Soğucak Muhafızlığını yürüten Zan Oğlu Muhammed Giray ın oğludur (Widerszal 1934: 178.; Lapinski 1995: ). Öteden beri Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlarının da desteği ile bölgede önemli bir konuma ve nüfuza sahipti. Rus askeri okulunda okumuş olan Sefer Bey daha sonradan Ruslarla arası bozulunca Osmanlı Devleti ne sığınmak zorunda kalmış uzun yıllar boyunca Osmanlı Devleti içerisinde ikamet etmiştir. Rusların bütün baskısına rağmen iâde edilmeyen Sefer Bey Edirne de mecburi kamete tabi tutulmuştur (Cevdet Paşa 1296: III/215.; Ahmed Vâsıf Efendi 1994: ; BOA, H.H.: 1179/46586.; BOA., H.H.: 1063/43640). Sefer Bey 1854 yılında Yakup Reis isimli gemiyle memleketine gönderilmiştir. Ulaşım ücreti de Trabzon sancağı emvalinden ödenmiştir (BOA, Đrade, Meclis-i Valâ Belgeleri Tasnifi: 320/13629). Lapinski, kendi hatıratında Bangya dan hiç bahsetmemektedir. Gerçek ismi Johann Nepomuch olan Bangya Macar asıllı olup iyi bir eğitim almıştır. Đstanbul a gelmeden önce Avusturya ve Fransız gizli servisleri için çalıştığı iddiaları bulunmaktadır. Müslüman olan Mehmed Bey binbaşı olarak Osmanlı Ordusunda göreve atanmıştır (Çelik 1992: 38); Bangya ise ifadesinde Lapinski yi bu iş için Ferhat Paşa ile kendisinin belirlediğini ve Đsmail Paşa ya davet ettirdiğini söylemektedir. Bu bilgileri Teğmen Ştoha nın Đstanbul a ulaştırdığı belirtilmektedir. Ştoha nın mektubu hakkındaki bilgileri Karl Marx ın Newyork Daily Tribune gazetesinde yayınladığı mektuptan almaktayız. tarihten.htm adresinde yayınlanan Karl Marx/Friedrich Engels, Toplu Eserler, (Karl) Dietz Yayınları, Cilt 12, Çev. Hatko Schamis, Berlin, Sayfa Yazı, ''New York Daily Tribune ün 16 Haziran, 1858 tarihli, sayısında Đngilizce olarak yayınlanmıştır.; Ayrıca Grigoriantz da konuya dolaylı olarak değinmektedir (Grigoriantz 1999: 92).

373 386 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN kişilik nişancı taburunun, 200 kişilik süvari birliğinin, 8 toptan müteşekkil 200 kişilik dağ topçu birliği personelinin, istihkam ve acil müdahale birliği de dahil olmak üzere toplam 1000 kişilik birliğin bütün donanım ve silahlarını karşılayabileceğini beyan etmiştir. Devlet ayrıca Lapinski Đstanbul dan ayrılmamdan hemen sonra bu müfrezenin altı aylık iaşesini ödeyecekti. Diğer taraftan toplantıya katılan Çerkes ileri gelenleri de hem Leh esirlerin Lapinski nin emrine verileceğini hem de 1000 kişilik bir birliğin bir yıllık ihtiyacını karşılayacaklarını ve 500 at vereceklerini vaat etmişlerdir. Bunlara karşılık Lapinski ve yanında götüreceği Lehistanlı subayların kendi birlikleri ile birlikte Çerkeslerin oluşturdukları birlikleri de yönetmeleri bekleniyordu 26. Lapinski nin verdiği rakamlar çok abartılıdır. Hatıratını kaleme alırken seferin sonucunun başarısız olmasının suçunu birilerine yüklemek gibi bir psikolojiye sahip olduğu söylenebilir. Bu bakımdan hatıratı çok önemli bir kaynak olmakla birlikte özellikle hassas konularda verdiği bilgi ve rakamlara dikkatle yaklaşmak gerekmektedir. Burada verilen rakamlar abartılı olsa bile Đsmail Paşa ve diğer Çerkeslerin kendisini ve Hotel Lambert i ikan edecek bir takım destekler için söz verdikleri sonucuna varabiliriz. Çünkü Çerkesler de Avrupalı güçlerin Lehistanlılar nedeniyle Kafkasya daki mücadeleye müdâhil olmasının Ruslar karşısında kendilerine bir faydası olacağına inanıyorlardı. Đsmail Paşa ile anlaşan Lapinski durumu derhal Kont Zamojski ye bildirmiştir. Sonradan bu planı öğrenen Sadık Paşa ise Zamojski nin kendisine karşı bir tezgâh kurmasından şüphe etmiş ve durumu Osmanlı Hükümeti ne ihbar etmiştir (Widerszal 1934: 178). Lapinski bir an evvel gerekli silah, mühimmat ve erzakı alarak Kafkasya ya gitmek istiyordu. Đsmail Paşa vaat ettiklerini tedarik etmede gecikiyordu. Ancak böylesine bir operasyonda en tehlikeli şey olan gecikme, operasyon hazırlıklarının istenmeyen mercilerin kulağına gitmesine neden olabilirdi. Özellikle Rusların duyma ihtimali Lapinski yi tedirgin etmiştir. Lapinski, Kırım Harbi sonrasında bazı askeri birliklerinin silah ve erzakını satışa çıkaran Đngilizlerden bu malzemeleri ucuza almayı teklif ettiğinde Đsmail Paşa Fransızlara sipariş verdiğini söylemiş ancak yine de Đngilizlerden kuruş ödeyerek onların mantolarının ve çoğu üniforma ve pantolonların 200 ünü satın almıştır (Lapinski 1995: 271). Çok geçmeden Rusya nın Đstanbul Büyükelçisi Butenyev de plandan haberdar olmuş ve derhal Osmanlı Hükümeti ne müracaat ederek bu girişimi önlemeye çalışmıştır. Osmanlı Hükümeti bu konuyu araştırmak üzere bir komisyon teşkil etmiştir. Đşin içerisinde Sefer Bey in ve Naib 26 Biz Lapinski nin bütün iddialarını mümkün mertebe arşiv vesikaları ile karşılaştırmaya gayret ettik. Ancak burada verilen rakamları teyit edecek bir bilgiye erişemedik (1995: 267).

374 387 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... Muhammed Emin in de bulunduğu şeklindeki Rus iddiaları biraz abartılıdır. Zira birbirlerinin can düşmanı olan Sefer Bey ile Muhammed Emin in bir araya gelmeleri mümkün değildir. Bu gecikmelerden dolayı korkulan başa gelmiş, 8 Şubat 1857 günü Lapinski ye gelen Đsmail Paşa, Rusların operasyondan haberdar olduğunu ve Osmanlı Hükümeti üzerinde baskı kurduğunu ve bu baskıdan bunaldığını ifade etmiştir 27. Bunun üzerine gemideki 5 tüfek, donanımlar için araba, demir dövmek için örs, 24 balta, 12 kürek, 12 çekiç, 12 bakır yaprağı, 15 kental kurşun, 100 kental demir, 30 kental barut, iki sandık bomba, bir sandık fişek, halat ve top arabası için kereste, tekerlek, 3000 top güllesi, 2000 bomba, 500 üzüm konservesi, birçok ufak tefek laboratuar malzemesi, yüküyle birlikte küçük bir Türk teknesine yüklenmiş ve Büyükdere deki iç limana çekilmiş ve Rusların Osmanlı memurlarıyla birlikte aramalarının bitmesi beklenmiştir. Limanları dikkatlice arayan görevliler bir şey bulamamışlardır. Bu bağlamda Lapinski, General Zamojski den lağvedilen II. Kozak Alayı ndan arta kalan 100 çift çizme, 100 çift potin ve 100 pantolon, 100 yün battaniye, 100 gömlek, 6 çadır, iki kutu keten tiftiği, 4 de toplu tabanca, kumanya ve daha birçok ufak tefek malzemeyi almıştır (Lapinski 1995: ). Yanlarına Kafkasya da para kullanılmadığı için orada takas değeri olan tuz ve barut gibi maddeler almayı tercih etmişlerdir. Bütün bu malzemeleri ve Lehistanlı askerleri Kafkasya sahillerine taşıması için bir Đngiliz gemisi ile anlaşılmıştır. Yolculuk tarihi 1 Mart olarak belirlenmiş 28 ancak birkaç gün sonra Đsmail Paşa bütün bu işleri daha ucuza yapacak Kanguru isimli bir Đngiliz vapuru bulmuştur 29. Gemi sahibi ile silah ve Hatta Rus büyükelçisi bu konuyu görüşmek üzere padişahtan randevu talebinde bulunmuştur. (BOA, A. AMD.: 77/21; AKTI, XII/ ; Widerszal 1934: 179). Đngilizce olarak hazırlanan sözleşme Đsmail Paşa nın mührü ve gemi kaptanının imzasıyla imzalandı. Şahitler adına ise bir Đngiliz yüzbaşı, bir dönek Macar subay (Bu muhtemelen Bangya namı diğer Mehmad Bey dir.), Romer isimli Viyanalı bir fişek ve bomba uzmanı, Đsmail Paşa nın davet ettiği Çerkesler ve Lehistanlı Teğmen Kaçanovski tarafından imzalandı. (Lapinski 1995: 273). Bu geminin ismi 4 Mart 1857 tarihinde Osmanlı Devleti kayıtlarına köle ticareti ile ilişkili olarak girmiştir. Bu dönemde Karadeniz yoluyla Kafkasya dan köle getirilmesi pek revaçta olduğundan bu geminin köle ticaretinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kafkasya nın Karadeniz limanlarını tanıması ve Rus ablukası hakkında tecrübeli olması bakımından bu vapurun tercih edilmiş olması muhtemeldir. BOA, Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi Belgeleri Tasnifi: 181/17; (Çelik 1992: 35). Yukarda anlatılanın tersine Marx Rus büyükelçisinin Kanguru dan haberi olmasına rağmen herhangi bir girişimde bulunmadığını, ancak gemi yola çıktıktan sonra Osmanlı Devleti nezdinde girişimlerde bulunduğunu iddia etmektedir.

375 388 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN cephanenin kendi gemisine bir halatla bağlanmış bir Türk gemisine yüklenmesi şartıyla 500 paund a anlaşılmıştır. Böylece eğer Ruslar yakalayacak olurlarsa gemisine el koyamayacaklardı. Đsmail Paşa 30, Lapinski ye asker yazmak ve diğer masraflar için kuruş vermiştir. Lapinski kendi birliğini iki kısma ayırmıştır. Kendi yanındaki kısım 4 subay ve 72 askerden müteşekkil iken geriye kalan 10 subay ve 120 askerden müteşekkil ikinci kısım ise bir kurmay subayın idaresinde silah ve cephanenin gelmesini bekleyecek sonra Đsmail Paşa ile birlikte hareket edecekti. 20 Şubat ta Lehistanlı bir papaz tarafından kutsanan Lehistan Birliği yola çıkmıştır 31. Önce Büyükdere de demirlemiş gemideki silah ve turkiye/dunyadan/003_tarihten.htm. Kasumov (1995: 217); Lapinski daha başından beri Đsmail Paşa hakkında olumsuz bir intiba edinmiştir. Bu olumsuz bakışını hemen her vesile ile dile getirmektedir. Özellikle verdiği sözlerde durmaması, fazla paragöz olması, yalan söylemesi ve dolandırıcılık yapması gibi ithamlarda bulunmaktadır. Burada da Paşa nın Kafkasya ya götürmek üzere temin edilen malzemelerin bir kısmını aşırdığı iddiasında bulunmaktadır; Đsmail Paşa 200 parçalık üniformanın sadece 70 tanesinin gemiye konulmasını geri kalanın yelkenliye yüklenmesini emretti. O silahlardan dört faklı kalibrede tüfek, 2o kılıç, bunların dışında çadır ve 100 adet fesi yanında getirmişti. Ben onun gelişine kadar kullanabileceğim 4000 piyade tüfeği, çok sayıda kılıç, eyer ve diğer eşyalar buldum. Yolculuk azığı hazırlanırken fark ettim ki, berbat kokmuş Türk peksimeti ve birkaç zeytin buldum. Bütün bu yalanlardan ve Đsmail in amacının açıklığından bana parlak vaatlerde bulunmasından, bana hiçbir şey vermemesinden sabrım tükendi. (Lapinski 1995: 275). Lapinski geminin hareket tarihini 20 Şubat olarak verirken Widerszal bu tarihi 17 Şubat olarak vermektedir. Bu karışıklık muhtemelen şartların ve havanın uygun olmaması nedeniyle birkaç gün oyalanmalarından kaynaklanmış olmalıdır (Widerszal 1934: 179).; Lapinski, daha başından beri Đsmail Paşa hakkında olumsuz bir intiba edinmiştir. Bu olumsuz bakışını hemen her vesile ile dile getirmektedir. Özellikle verdiği sözlerde durmaması, fazla paragöz olması, yalan söylemesi ve dolandırıcılık yapması gibi ithamlarda bulunmaktadır. Burada da Paşa nın Kafkasya ya götürmek üzere temin edilen malzemelerin bir kısmını aşırdığı iddiasında bulunmaktadır; Đsmail Paşa 200 parçalık üniformanın sadece 70 tanesinin gemiye konulmasını geri kalanın yelkenliye yüklenmesini emretti. O silahlardan dört faklı kalibrede tüfeği, 2o kılıcı, bunların dışında çadır ve 100 adet fesi yanında getirmişti. ben onun gelişine kadar kullanabileceğim 4000 piyade tüfeği, çok sayıda kılıç, eyer ve diğer eşyalar buldum. Yolculuk azığı hazırlanırken fark ettim ki, berbat kokmuş Türk peksimeti ve birkaç zeytin buldum. Bütün bu yalanlardan ve Đsmail in amacının açıklığından bana parlak vaatlerde bulunmasından, bana hiçbir şey vermemesinden sabrım tükendi. (Lapinski 1995: 275). Lapinski nin bütün ithamlarına karşın Đsmail Paşa bu olaylara karıştığı için Rusların baskısıyla Osmanlı Hükumeti tarafından daha sonra cezalandırılacaktır.

376 389 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... mühimmat alınacaktı. Ancak aniden bastıran bir fırtına yüzünden tekrar limana dönüp fırtınanın dinmesi beklenmiştir. Fırtınada Büyükdere deki gemi Haliç e sürüklenmiştir. Bu durumu çok önceden haber alan Rus elçiliği durumu Kafkasya Genel Valisi Kont Baryatinski ye bildirmiştir. Durumu ciddiye alan Ruslar 1857 yılı için hazırladıkları bütün planları değiştirmişlerdir. Natuhayların kolonizasyonundan vazgeçmiş, Adegum vadisini ele geçirerek Natuhaylarla Şapsığları birbirinden koparma planları yapmışlardır. Ruslar olayları daha yakından takip etmeye ve onları Karadeniz de yakalamak için tedbirler almaya başlamışlardır (AKTI: XII/ ; Widerszal 1934: 179). Bu ihtimali ortadan kaldırmak için vakit kaybetmeden yola çıkmaları gerektiği için mühimmat yüklü geminin arkadan gelmesi şeklinde planı değiştirerek derhal yola koyulmuşlardır. Zira artık Osmanlı devlet yetkilileri de Rus baskısından bunaldıkları için Lapinski ve adamlarını tutuklayabilirlerdi. Diğer yelkenli ile Sinop limanı açıklarında buluşmayı umuyorlardı ancak mühimmat yüklü yelkenliyi orada da bulamamışlardır. 25 Şubat a Sinop tan diğer başka ihtiyaçlarını da tedarik ederek yollarında devam etmişlerdir. Đsmail Paşa Lapinski ye Verdane de karaya çıkmalarını tembihlemesine rağmen o Şapsığ bölgesindeki Tuapse ye yönelerek 27 Şubat 1857 tarihinde limana demir atmıştır (Lapinski 1995: 276, 277, ) 32. SONUÇ 18. yüzyılın ikinci yarısında varlığına son verilen Lehistan ın vatansever münevverlerinin kendi ülkelerini işgalden kurtarma ve devletlerini yeniden ihya etme ülküsü onları çeşitli maceraların içerisine çekmiştir. Bu amaçlarına ulaşabilmek adına Batı Avrupa ülkelerinde ve Osmanlı ülkesinde himaye bulup teşkilatlanan bu münevverler içinde bulundukları zamanın devletlerarası güç dengelerini gözeterek Avrupa diplomasisine etki etme çabası içine girmişlerdir. Merkez olarak Fransa yı seçen ve başkanlığını Prens Adam Czartoryski nin yaptığı Hotel Lambert grubunun faaliyetleri bunların en fazla dikkat çekenidir. Onların bu faaliyetleri Đngiliz Đmparatorluğu nun Hindistan ve Akdeniz deki çıkarları hususunda endişelendikleri bir döneme denk gelmiştir. Rusya, Avusturya ve Prusya ya karşı dengeyi Đngiltere ve Fransa nın yanında gören Leh münevverleri Avrupa nın jandarması rolünü oynamaya hazırlanan Rusya ya karşı Osmanlı Devleti nden dahi istifade etmenin yollarını aramıştır. Kendi menfaatlerini özellikle Đngiltere nin ve Fransa nın menfaatleriyle uyuşturmaya gayret eden bu insanlar Đngiliz gizli servisinin elemanlarıyla ortak operasyonlara girişmişlerdir. Öyle görünüyor ki, Đngilizler Lehistanlıların içinde bulundukları durumu çok iyi tahlil etmiş ve onları ustalıkla 32 Lejyonun Kafkasya daki faaliyetleri çok uzun bir yer tutacağı için ayrı bir makalenin konusu olacaktır.

377 390 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmıştır. David Urquhart ın organizasyonu ile kendilerini Kafkasya ya kadar uzanan bir maceranın içinde bulmuşlardır. Rusya nın Đngiliz çıkarlarına bir tehdit olduğunu ve bir an önce durdurulması gerektiğini söyleyen Urquhart Rus ordusunda askerliğe mahkum edilmiş olup Kafkasya daki savaşlar esnasında Çerkeslere sığınan Lehlerden Kafkasya da lejyonlar oluşturulması fikrini ilk ortaya atan kişidir. Daha 1836 da Kafkasya ya gönderdiği ajanlarına bu konuda araştırmalar yaptırmış, alt yapıyı hazırlamaya çalışmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Urquhart, Hotel Lambet grubunun bu fikri sanki kendi fikirleriymiş gibi benimsemelerini sağlamıştır. Böylece Đngiltere Kafkasya ya doğrudan asker göndermeden Rusları Hindistan a giden yolun üzerindeki Kafkasya da meşgul etmiş olacaktı. Urquhart ın aynı şekilde Osmanlı Devleti nin Londra sefiri olan Reşit Paşa yı da etkilediği anlaşılmaktadır. Rusya ise Đngilizlerin bu faaliyetlerinin çok kısa sürede farkına varmış ve çok yakından takip etmeye başlamıştır. Polonya da 1831 de meydana gelen ihtilal hareketine katılanlardan yurt dışına çıkanları yakın takip altına almış onları Kırım Savaşı nın Müttefikleri olan devletlerin başkentlerinde adım adım izlemiştir. Rusların onların arasında kendi ajanlarını dahi sokmayı başardığı görülmektedir. KAYNAKÇA AHMED VÂSIF EFENDĐ (1994), Mehâsinü l-âsâr ve Hakâikü l-ahbar, (hzl. Mücteba Đlgürel), Đstanbul. AКТЫ (1866), Собранные Кавказскою Археографицескою Комиссиею, Tom: IX, XII, Тифлэсь.; (AKTI, Sabranie Kavkazskoyu Arkheografiçeskoyu Komissiyu, C. XII, Tiflis 1866.) BELL, Stanislaw James (1995), Çerkesya dan Savaş Mektupları, (çev. Sedat Özden), Đstanbul. BOLSOVER, G. H. (1936) David Urquhart and the Eastern Question, : A Study in Publicity and Diplomacy, The Journal of Modern History, Vol. 8, No. 4, pp CEVDET Paşa (1296), Tarih-i Cevdet, C. III, Đstanbul. ÇELĐK, Osman (1992), Đngiliz Belgelerinde Türkiye ve Kafkasya, Ankara. GRĐGORĐANTZ, Alexandre (yayın tarihi belirtilmemiş), Kafkasya Halkları Tarihi ve Etnografik Bir Sentez, (çev. Doğan Yurdakul), Bin Yıl Yayınları, Ankara. KASUMOV, Ali-KASUMOV, Hasan (1995), Çerkes Soykırımı, (çev.orhan U- ravelli), Ankara. KHODARKOVSKY, Michael (2007), The Great Game in the North Caucasus, Omelyan Pritsak Armağanı, (Ed. Mehmet Alpargu-Yücel Öztürk), Sakarya.

378 391 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... KONARSKA, Barbara (1971), w Kregu Hotelu Lambert, Wladyslaw Zamojski w Latach , Warszawa. LONGWORTH, John (1996), Kafkasya Halkını Özgürlük Savaşı, (çev. Sedat Özden), Kayseri. LUXEMBURG, N. (1998), Rusların Kafkasya yı Đşgalinde Đngiliz Politikası ve Đmam Şamil, (çev. Sedat Özden), Đstanbul. MARX, Karl/ Engels, Friedrich (16 Haziran, 1858), Toplu Eserler, (Karl) Dietz Yayınları, C. 12, (çev. Hatko Schamis), Berlin.; s Yazı, ''New York Daily Tribune ün tarihli, sayısında Đngilizce olarak yayınlanmıştır. Makale için bk MEB (1999) Tanzimat 2, (Komisyon), MEB Yayınları, Đstanbul. MEHMED Süreyya (1996), Sicil-i Osmanî, (hzl. Nuri Akbayar; Eski yazıdan Aktaran: Seyit Ali Kahraman), Đstanbul. PĐWNĐCKĐ, Grzegorz (2001), Polscy Wojskowi i Zeslancy w Carskiej Armii na Kaukazie w XIX i na Poczatku XX Wieku, Torun. REJCHMAN, Jan (1972), Podroznitsi Polscy nabliskim Wschodzie w XIX w., Warszawa. ŞAŞMAZ, Musa (1999) Longworth s Mission to Circassia in 1855, OTAM, S. 10, s TEMIZKAN, Abdullah (2009), 19. Yüzyılda Çarlık Rusyasının Kafkas Ordusu nda Lehistanlılar, Karadeniz Araştırmaları, Kış 2009 S. 20, s WIDERSZAL, Ludwik, (1934), Sprawy Kaukazkie w Polityce Europieskiej w Latach , Warszawa, БОБРОВНИКОВ, Владимир (2007), Крымская война на руccком Кавказе: идеология фронтира и диcкурc муcульманcкого cопротивления, (Bobrovnikov, Vladimir, Kırımskaya Voyna Na Russkom Kavkaze: Đdeologiya Frontira i Diskurs Musul manskogo Soprativlenia)The Crimean War , Confrontation between different civilizations,warsaw-obory, 3-4 X ЛАПИНСКИЙ, Теоил (1995), Горцы Кавказа и их Освободительная борьба Протиф Русских, (Перевод: В.К. Гарданова), Нальчик. (Lapinski, Teofil, (1995), Gortsı Kavkaza i ih Osvoboditel naya Bar ba Protif Russkih, (Perevod: V.K. Garadanova), Nalçik) ARŞĐV BELGELERĐ VE MUHTEVALARI Osmanlı Arşivi BOA, H.H., No:1103/ (Edirne Valisi nin Rus Elçiliğinin yazınsının tercümesi ile birlikte gönderdiği yazısı)

379 392 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEMĐZKAN BOA, H.H., No:1179/ (Edirne Valisi nin yazısı) BOA, H.H., No:1173/46423-A (Đngiltere Elçisi nin Baş Tercümanı Mösyö Bizati ye Talimatı) BOA, H.H., No: 1179/ (Edirne Valisi nin 26 Mart 1838 tarihli takriri) BOA., H.H., No:1063/ (Rusya Dışişleri Bakanı nın Đstanbul konsolosu eliyle Bab-ı Âli ye ulaşan mektubunu tercümesi) BOA, H.H., No:1103/44575-A (Edirne Valisi nin yazısı) BOA, Đ.HR, No:10/506 (Hariciye Nezareti nin 3 Mayıs 1841 ve 2 Haziran 1841 tarihli yazıları) BOA, Đ.MSM, No:27/751. (Rusya Sefaretinin Hariciye Nezaretine 10 Ağustos 1848 tarihli yazısı.) BOA, Đ. MVL, No:320/ (Sadaretin Trabzon Valisine 16 Aralık 1854 tarihli yazısı) BOA, A.MKT. No:54/34 (Tersane-i amire nazırının 9 Kasım 1846 tarihli derkenarı) BOA, A.MKT. No:16/21 (Sadaretten Trabzon ve Kastamonu valilerine gönderilen 13 Ocak 1847 tarihli kaime) BOA, A. MKT. NZD., No:199/100. (Sadaret Mektubî kaleminin 1857 tarihli yazısı) BOA, A.MKT. UM, No:280/16. (Sadaret makamının 22 Şubat 1857 tarihli soruşturma raporu.) BOA, A. AMD. No:79/82. (1856 tarihli tezkire-i sami) BOA, A. AMD, No:61/1. (Seraskerlik makamının Bab-ı âli ye ulaşan 1854 tarihli tahriratı.) BOA, A.AMD. No:79/84. (1856 tarihli tezkire-i senaverî) BOA, A.AMD. No:75/93 (Petersburg Maslahatgüzarı Server Bey in tahriratı) BOA, A. AMD. No:79/2 (Sadaret makamının Rus Elçiliğine hitaben kaleme alınmış 1857 tarihli gizli yazısı) BOA, A. AMD. No: 77/21 (Sadaret makamının 1857 tarihli telhisi) BOA. HR. TO, No:484/51 (Rus Büyükelçiliği nin Osmanlı Hariciye Nezareti ne gönderdiği 29 Temmuz 1858 tarihli takriri) BOA, HR. MKT. No:181/17. (Hariciye Nezaretinin yazısı.) Czartoryski Arşivi (Krakow/Polonya) A. Cz. No:5492. (1846 tarihli imzasız mektup, s.397) A. Cz. No:5492. (Czajkowski nin 6 Temmuz 1847 tarihli raporu, s ) A. Cz. No:5492..,(Đstanbul dan gönderilen 26 Nisan 1847 tarih ve 18 numaralı

380 393 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Lehistanlıların Đstanbul da Lobi Faaliyetleri... mektup) A. Cz. No:5492. (Czajkowski Nin 6 Temmuz 1847 tarihli raporu, s.630) A.Cz. No:5492.(Czajkowski nin 26 Haziran 1847 tarih ve 18 numaralı şifreli yazısı, s.609) A.Cz. No:5492. (26 Haziran 1847 tarihli yazı, s.620) A.Cz. No:5492.,(Czajkowski tarafından Đstanbul dan gönderilen 26 Nisan 1847 tarih ve 18 numaralı mektup) A.Cz. No:5492. (26 Haziran 1847 tarihli şifreli yazı, s.617. A.Cz. No:5492.,(Czajkowski tarafından Đstanbul dan gönderilen 26 Nisan 1847 tarih ve 18 numaralı mektup) A. Cz. No:5485.(Chrzanowski nin Prens Adam Czartoryski ye 2 Şubat 1837 tarihli mektubu.) A. Cz. No:5486. (Czajkowski nin Prens Adam Czartoryski ye 8 Eylül 1841 tarihli mektubu) A.CZ. No:5475. (Prens Adam Czartoryski nin Stuart a yazdığı 19 Ağustos 1836 tarihli mektup) A.Cz. No:5438. (Prens Adam Czartoryski nin 17 Mayıs 1846 tarihli talimatı) A.Cz. No:5438. (Gordon un 17 Temmuz 1846 tarihli raporu.) A.Cz. No: (Czajkowski nin 26 Eylül 1844 tarihli raporu.) A.Cz. No:2002. (Mikorski ye verilen talimatları içeren dosyada 12 Şubat 1847 tarihli talimat, s. 105.) A.Cz. No:5596. (Jordan ın 24 Eylül 1851 tarihli raporu.)

381 LEHÇELER ARASI ĐLĐŞKĐLER ve OĞUZ TÜRKÇESĐNDE BĐR NEVÂÎ ESERĐ Prof. Dr. Vahit TÜRK * ÖZ: Türkçenin ne zaman lehçelere ayrıldığı bilinmemektedir. Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi iki ana yazı dili olarak uzun süre devam etmiştir. Doğu Türkçesinin ve bütün olarak Türkçenin de en büyük şahsiyeti Ali Şir Nevâî dir. Edip, şair, yazar, hayırsever, devlet adamı gibi sıfatlara sahip olan Nevâî nin eserleri yüzyıllar boyunca bütün Türkler tarafından sevilerek okunmuş ve bu eserlerin Batı Türklerince de anlaşılabilmesi için sözlükler hazırlanmıştır. Bu yazının konusu olan Mecâlisü n-nefâyis ise bütünüyle Batı Türkçesine aktarılmıştır. Bu çalışmada aktarma metin ile Çağatay Türkçesi metin çeşitli yönleriyle karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma eserin son bölümü ile sınırlı tutulmuştur. Anahtar Kelimeler: Türkçe, Çağatay Türkçesi, Batı Türkçesi, Ali Şir Nevâî, Mecâlisü n-nefâ is, aktarma. Inter Dialectics Connections and a Nevâî Work in the Oguz Turkish ABSTRACT: When the polish is divided into Turkish unknown. Eastern and Western Turkic Turkic written languages as the two continued for a long time. In the eastern Turkish and all the greatest figures of Turkish Ali Şîr Nevâî. Whether, poet, author, philanthropist, statesman, who has such attributes Nevâî of works loved by the Turks for centuries, all of these works have been read and understood by the Western Turks, be prepared for the dictionary. Are the subject of this article Mecâlisü n-nefâyis before the entire western Turkey have been transferred. Chagatai Turkish transfer text and text in this study were compared in several aspects. Comparison with the last part of the work is limited. Key Words: Turkish, Chagatai Turkish, West Turkic, Ali Şir Nevâî, Mecâlisü n-nefâyis, transmission * Sakarya Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. vahitturk1@hotmail.com

382 396 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Prof. Dr. Vahit TÜRK Türk dilinin ne zamandan beri lehçelere ayrılarak dallandığı bugünkü bilgilerle belirlenemeyen bir durumdur. Ol- fiilinin Ural-Altay dillerinden Moğolcada bol-, Macarcada vol-, Fincede ve Oğuz lehçelerinde ol-, diğer lehçelerde bol- biçiminde kullanılması, Türk lehçelerinin oluşma zamanının derinliği konusunda belki bir fikir verebilir. Türkçenin ilk yazılı dönemlerinde farklı lehçelerin varlığı anlaşılmaktadır. Özellikle Kağanlık abidelerinin dili ile Uygur yazmalarının dili, farklı lehçelerin varlığını açıkça ortaya koymaktadır. Türk halklarının tarihin çeşitli dönemlerinde defalarca bir araya toplanıp tekrar ayrıldıkları bilinmektedir. Bu birleşip ayrılmalar da lehçelerin birbirlerinin tekrar tekrar etkilemelerine ve tabakalaşmalara yol açmıştır (Kaydarov-Orazov: 1992). Bu lehçe birleşip ayrılmaları sırasında yaşanan karışık dillilik yer yer yazı diline de yansımıştır. Türk yazı dili tarihinde bunun en bariz örneğini Harezm Türkçesi döneminde ortaya konulan eserler oluşturmaktadır. Meselâ Kutadgu Bilig ile Nehcü l- Ferâdis in söz dağarcığının karşılaştırılması, bu anlamda ilginç sonuçlar doğuracaktır. Bu duruma örnek olarak sağ ve ong sözlerini verebiliriz. Yön anlamıyla sağ kelimesi Oğuz Türkçesine, ong kelimesi de Kıpçak ve Karluk lehçelerine aittir. Her iki kelimeyi de değişik anlam ve türemişleriyle bütün Türk lehçeleri kullanır, ancak yön anlamıyla kullanılışı yukarıda belirtildiği gibidir (Türk: 2004). Doğu Türk yazı dilinin tipik örneği sayabileceğimiz Kutadgu Bilig, sağ kelimesini yön anlamıyla kullanmaz, ancak Nehcü l-ferâdis de yön anlamıyla ong kelimesini kullanmaz, sağ kelimesini tercih eder. Nehcü l-ferâdis in bu tercihinin sebebi, eserin yazıldığı bölgedeki yoğun Oğuz nüfus ve bu nüfusun yazı dilindeki etkisi olmalıdır. Dillerin birbirini etkilemesi gibi, lehçelerin birbirlerini etkilemeleri de her zaman mümkündür, bu, Türklerin yaşadığı hayattan dolayı çok sık görülen bir durumdur. Bugün bile bu durum, özellikle teknolojik imkânlar dolayısıyla, yaşanmaktadır. Eski Oğuz Türkçesinin Anadolu daki ilk örneklerinde görülen ve karışık dillilik olarak nitelendirilen durumun sebeplerinden biri, yazı yazmayı bilen Oğuzların Doğu Türk yazı dili geleneğine bağlılıkları ise, bir diğeri de değişik Türk boylarından insanların Oğuz Türkçesiyle eserler yazmaları olmalıdır. Oğuz Türkçesi yazı dilinde Doğu Türkçesi unsurları her zaman hissedilir derecede var olmuştur. Bu etkiyi Cumhuriyet in ilk yıllarındaki bazı türetmelerde ve doğrudan kelime alışlarında da görüyoruz. Aynı durumu Doğu Türkçesindeki Oğuz etkisi için de söyleyebiliriz. Lehçelerin etkileşmelerinde siyasi şartlar yanında büyük sanatçılar da rol oynarlar. Bir dilin edebi dil, sanat dili olabilmesi için onu ince

383 397 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Lehçeler Arası Đlişkiler ve Bir Nevâî Eseri... anlam ayrıntılarıyla işleyecek büyük sanatkârlara ihtiyaç vardır. Türkçe, tarihin değişik dönemlerinde ve değişik Türk coğrafyalarında büyük sanatkârlara sahip olmuş bir dildir. Bu büyük sanatkârların bir kısmı, sanatın zirvesi sayılacak eserler verirken bir taraftan da kuruculuk görevi üstlenmişlerdir. Yusuf Has Hacip, Ahmet Yesevi, Âşık Paşa gibi şahsiyetler bu tür sanatkârlardır. Bütün Türk edebiyatı tarihinde hiç şüphesiz ki başta gelen kurucu sanatçı Ali Şir Nevâî dir. Ali Şir Nevâî ( ), yalnız Doğu Türk edebiyatının değil bütün Türk edebiyatının en büyük şahsiyetidir. Sanatkâr, bu haklı sıfatı hem yazmış olduğu eserlerle, hem de kendisinden sonraki devirlere uzanan etkisiyle hak etmiştir. Nevâî, yazdığı eserlerle kuruculuk vasfını da layıkıyla hak etmiş bir kişidir. O, yalnızca edip ve şair değil, yetenekli bir devlet adamı, büyük bir hayırsever ve devri için çok önemli bir eğitimcidir. Bir insanın kısa sayılabilecek bir ömürde bu kadar çok vasfa sahip olabilmesi için özel yeteneklerle donatılmış olması gerekir ki, Nevâî tam da böyle bir kişilik yani, özel yeteneklerle donatılmış bir sanatçıdır. Eserlerine bakıldığında edipliği, şairliği ve kuruculuğu açıkça görülecektir. Ali Şir Nevâî; çocukluğu, gençliği, orta yaş ve yaşlılık dönemlerine ait şiirlerini topladığı dört divan ve beş mesneviden oluşan Hamse ile Farsça şiirlerini topladığı Divan a sahip olan bir şairdir. Türk edebiyatının ilk şuara tezkiresi olan Mecâlisü n-nefâyis ile Molla Cami nin Nefahatü l-üns adlı eserine Türk ve Hint velilerini de ekleyerek hazırladığı Nesâyimü l- Mahabbe-min Şemâyimü l-fütüvve adlı, kültür ve din tarihçilerinin ilgisini bekleyen muhteşem eserler ile Türk edebiyatı tarihinin ilk biyografıdır. Nesâyimü l-mahabbe de Nevâî, Dede Korkut hakkında şu bilgiyi verir: Korkut Ata ayleyhi r- rahmetü Türk ulusı arasında şöhreti andın artugrakdur ki şöhretka ihtiyacı bolgay. Meşhur mundakdur ki niçe yıl özidin burungını ve niçe yıl özidin songı kilürni dipdür. Köp mev ızaâmiz magzlık sözleri aradadur. (Eraslan: 1979). Aynı eserde Hoca Ahmet Yesevi den Hakîm Ata ya, Edip Ahmet Yüknekî den Timurçi Ata ya pek çok kişi ile ilgili kısa bilgiler verilmiştir. Türkçe-Farsça karşılaştırması yaptığı, muhtevasından öte yazılış amacı çok önemli olan ve Nevâî nin kuruculuk vasfını ortaya koyan Muhakemetü l-lûgateyn adlı, Türkiye de en çok tanınan eserinin mutlaka hatırlanması gerekir. Yukarıda belirtilenlere ek olarak edebiyat teorisiyle ilgili çalışmalarını, dinî-ahlâkî eserlerini, tarih ile ilgili eserlerini, biyografilerini, vakfiyesini, münşeatını ve münacatını da saymak gerekir. Ali Şir Nevâî, devlet adamı olarak da çeşitli görevlerde bulunmuş, Baykara yı hedef alan bir isyanın bastırılmasında önemli bir rol oynayarak, mektep arkadaşı ve yakın dostu olan hükümdarına sadakatle hizmet etmiştir. Baykara da bu sadakati karşılıksız bırakmamış, aynı

384 398 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Prof. Dr. Vahit TÜRK sevgi ve dostlukla mukabele etmiştir. Baykara nın bir vesileyle yayımladığı fermandaki şu cümleler, iki yakın dostun ilişkisini açıkça gösterir: Memleketin dâhilinde herkese emrediyorum ki ve herkes bilmelidir ki, onun bizim nezdimizdeki mahremiyet ve hususiyeti tasavvur ettiklerinden çok daha ziyadedir. Ve bilâ istisna herkes ona azamî hürmetle mükelleftir. (Levend: 1965). Bu ferman bize aydın ve şair bir hükümdar olan Baykara nın kendisinin Nevâî için şans değil de Nevâî nin kendisine ve zamanına şeref kazandırdığının farkında olduğunu göstermektedir. Zamanında yaşadığı hükümdarın adının, bütün insanlık tarihince kendi adıyla birlikte anılmasına sebep olan Nevâî nin yaşadığı şehir de, kendi devrinde Orta Türkistan ın kültür merkezi haline gelmiştir. Merkezlik vasfı daha önce Semerkant ta iken Nevâî den dolayı bu vasıf Herat a geçmiştir. Nevâî nin hayırseverliği konusunda da bütün kaynaklar ittifak halindedir. Hükümdarlardan sonra devletin en kudretli adamlarından olan Ali Şir Nevâî, Herat ve Horasan da 370 tane hayır eseri yaptırarak bunların idaresi için büyük bir servet vakfetmiştir. (Aka: 2002). Nevâî, kurduğu ve hocaları ile öğrencilerinin bütün masraflarını karşıladığı medreselerle de Türk eğitim tarihi için çok önemli bir isim olmuştur. Ali Şir Nevâî, henüz sağlığında bütün Türk illerinde tanınmış ve bilhassa Anadolu Türk şairleri tarafından kendisine nazireler yazılmış, eserleri istinsah edilip çoğaltılmıştır. Kurduğu medreselerde Anadolu dan giden öğrencilerin eğitim gördüğüne dair bilgiler kaynaklarda kayıtlıdır. Ayrıca Mecalisü n-nefâyis te Anadolu dan Türkistan a giden şairlerden söz edilmektedir ki bu gidiş gelişler doğal olarak kültür ilişkilerini de devam ettirmiş ve geliştirmiştir. Gâh eksilip gâh artarak 1920 lere kadar devam eden bu ilişkiler, komünizmin Türkistan a hakim olmasıyla kesilmiş ve bu kopuş 1990 lara kadar sürmüştür. Bugünün şartlarında bile Türkiye-Türkistan ilişkilerinin yüzyıllardaki seviyesine ulaştığını söylemek kolay değildir. Anadolu dan pek çok şair ve devlet adamının bilhassa Ali Şir Nevâî ve Molla Cami ile şahsi ilişkileri olmuştur (Kurnaz: 2002). Batı Türk şairlerinde Doğu Türkçesi ile şiir yazma geleneği, Nevâî den önce başlamış, ancak Nevâî nin Batı Türklerince tanınmasıyla bu gelenek yüzyıllar boyu devam etmiştir (Sertkaya:2004). Batı Türklerince yazılan bu nazirelerin dışında batı Türklerinin Nevâî yi okuyup anlayabilmeleri için Abuşka gibi madde başları Çağatay Türkçesi, açıklamaları eski Türkiye Türkçesi olan sözlükler hazırlanmıştır. Mecâlisü n-nefâyis, bütün Türk edebiyatı için alanında ilk olan önemli bir eserdir. Bu eseriyle Nevâî, Türk kültür tarihine ve edebiyatına

385 399 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Lehçeler Arası Đlişkiler ve Bir Nevâî Eseri... büyük hizmetlerinden birini yaparken münekkitliğini de göstermiştir (Eraslan: 2004). Türk tezkireciliğinin başlangıç eseri olan Mecâlisü n- Nefâyis 1491 yılında tamamlanmış, eserde dört yüz altmış bir kişinin kısaca hayatları anlatılmış ve eserlerinden örnekler verilmiştir. Eser Özbekistan da Süyüma Ganiyeva tarafından tenkitli metin şeklinde ve el yazma biçimiyle 1961 yılında yayımlanmıştır. Bu yayının başında Devr Edebî Közgüsi başlığıyla eserin yazıldığı devri ve eseri değerlendiren bir giriş bölümü yer almaktadır. Bu yayına göre eserdeki şair sayısı 459 dur. Ganiyeva ya göre Mecâlisü n-nefâyis, iki, kere yazılmıştır ve birinci yazılış ile ikinci yazılış arasında bazı farklar vardır (Ganiyeva: 1961). Ganiyeva, eserin tenkitli yayınını hazırlarken Viyana, Paris, Leningrat, Bakü, Taşkent (T1) ve Taşkent (T2) nüshalarını kullanmış, nüsha farklarını her sayfanın altında göstermiştir. Türkiye de de üzerinde çeşitli çalışmalar yapılan eser, 2001 yılında Kemal Eraslan tarafından TDK yayını olarak çıkarılmıştır. Bu yayında Topkapı Sarayı Revan Nüshası, Süleymaniye Genel Kitaplığı Fatih Nüshası, Paris Bibliothek National Nüshası, Leningrad Nüshası ve Taşkent baskısı dikkate alınmıştır. Đki cilt olarak yayımlanan eserin 1. cildi giriş ve metin, 2. cildi ise çeviri ve notlardan oluşmuştur (Eraslan: 2001). Mecâlisü n-nefâyis, Türkiye de yazma nüshası çok olan Nevâî eserlerindendir. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi ndeki yazma nüshalarından biri (Esad Efendi Bölümü 1675 numaralı yazma) Batı Türkçesine aktarılmış bir nüshadır. Lehçeler arası aktarmanın eski örneklerinden biri olan bu yazmanın, Çağatay Türkçesi nüshalarla karşılaştırılması; cümle kalıplarının, kelimelerin ve eklerin nasıl karşılandığını göstermek bakımından ilgi çekici sonuçlar doğuracaktır. Doğu ve Batı lehçelerinin özel gramerleri hazırlanmış, farklı dil özellikleri gösterilmiştir, ancak bugüne kadar aktarma bir eser bu yönüyle karşılaştırılmamıştır. Eserin bütün olarak karşılaştırılması bir makale hacmini aşacağından; karşılaştırma, eserin 8. meclisi yani Nevâî nin, Baykara nın beyitlerini tahlil ettiği bölüm üzerinden yapılmıştır. Yukarıda zikredilen Esad Efendi nüshasının ne zaman ve kim tarafından aktarıldığına dair bir bilgi yoktur. Ancak nüshanın içeriği, bu aktarmanın ya Đstanbul Üniversite Kütüphanesi nde bulunan yazmadan ya da bu yazmanın da kaynağı olan bir başka nüshadan aktarıldığını göstermektedir. Çünkü bilhassa karşılaştırmaya konu olan sekizinci mecliste hem Ganiyeva yayınında, hem de Eraslan yayınında incelenen beyitlerin seçilişi alfabetik yapılmış ve bu da eserde elif harfi, b harfi biçiminde belirtilmiştir. Üniversite Kütüphanesi ndeki nüshada ve aktarılan nüshada böyle bir yol izlenmemiştir. Ayrıca belirtilen hususun dışında da iki nüshanın yakınlığı açık olarak görülmektedir.

386 400 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Prof. Dr. Vahit TÜRK Bu çalışmada iki yazma nüsha karşılaştırılırken, yer yer Kemal Eraslan yayını da dikkate alınmıştır. Nüshaların karşılaştırılmasında yukarıda belirtildiği üzere eklerin kullanılışı yani biçim bilgisi, cümle kalıpları ve cümle yapıları dikkate alınmış, benzerlik ve farklılıklar gösterilmeye çalışılmıştır. Đnceleme yapılırken önce Çağatay Türkçesindeki biçim, sonra da Batı Türkçesindeki biçim gösterilecektir. +ning olarak kullanılan ilgi hâli eki, Batı Türkçesinde +Iñ ile karşılanmıştır. Pek çok örneği olan bu kullanımlar, Doğu Türkçesiyle Batı Türkçesinin farklarından biri olarak kabul edilir. Ol hazretning- ol hazretiñ. Ol deryādın her niçe gevher kitābetning kara ipegige tartılur/ ve ol deryādan bir niçe dürr-i yektāsı çekilür/ O denizden bir nice cevher kitâbetin kara yüzüne çekildi (Eraslan yay.). Bu cümlede ilgi hâli ekinin farklı yazılışı dışında dikkat çekici bir durum vardır. kara ipegige tartıl- ibaresi ilk Oğuz aktarmasında dikkate alınmamış, gevher kelimesi de dürr-i yektā olarak aktarılmıştır. Ayrıca tartıl- fiilinin çekil- olarak aktarılması da eserin aktarıldığı devirde Batı Türkçesinin tart-fiilinin çekanlamını artık bilmediğini gösterir. Kara ipegige tartıl- ibaresini Eraslan kara yüzüne çekil- olarak aktarmıştır ki bu aktarma da ibarenin tam karşılığı değildir. Bizce, kitābetning kara ipegige tartıl- her iki aktarıcı tarafından da tam anlaşılamayan bir deyim olmalı. Dönem eserlerinde aynı deyimin farklı bağlamlarda kullanılışının tespit edilmesi, anlaşılmayı muhakkak ki kolaylaştıracaktır. Batı Türkçesinde mutlaka kullanılan zamir n si Doğu Türkçesinde genellikle kullanılmaz. Lehçelerde ortak kullanılan kelimelerdeki durum şu şekildedir: zikride- zikrinde, şerhide- şerhinde, bustānıdabustānında Bilindiği üzere Türkçede ka ve ne olarak iki soru sözü bulunmaktadır. Bilhassa günümüzde Batı Türkçesi daha çok ne den türemiş soru sözlerini tercih ederken, Doğu Türkçesi ka dan türemiş soru sözlerini daha çok kullanmış ve kullanmaktadır. Dilin her zaman kural ve sınır dışına taşma eğilimi bu sözlerin kullanımında da görülmekte ve zaman zaman bu sözler soru anlamı dışında da kullanılmaktadır. Kaysı sözü Doğu Türkçesinde hangisi anlamında kullanılırken, her kaysı ibaresi her birisi biçiminde aktarılmıştır. Eraslan aktarmasında da aynı ibare her biri biçiminde yer almıştır. Bazı ibarelerde eksiltili aktarmalar görülür: revānlıg ve rengīnligdin- revān ve rengīnlikden. Bu ibarede ayrılma hâli ekinin Doğu ve Batı Türkçelerindeki farklı biçimleri görüldüğü gibi, Doğu Türkçesinin yine tipik özelliklerinden kabul edilen ince sıradan alıntı sözlere kalın sıradan Türkçe eklerin getirilmesi örneğiyle karşılaşmaktayız ve aynı yapının Batı Türkçesinde Türkçenin uyum

387 401 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Lehçeler Arası Đlişkiler ve Bir Nevâî Eseri... kurallarıyla yazıldığı görülmektedir. +lik ekinin Doğu Türkçesi örneğinde gayın ile, Batı Türkçesi örneğinde ise kef ile yazılması bir farklılık göstermektedir. Doğu Türkçesi bağlama edatı olarak birle yi, Batı Türkçesi ise ile yi kullanmıştır, ancak tarihî metinlerde nöbetleşmeler de görülmektedir. Çağatay metinlerinde ile edatının kullanılışı görüldüğü gibi Eski Oğuz Türkçesi metinlerinde de yaygın bir şekilde birle edatı kullanılmıştır. Eserin Çağataycasında geçen nükte birle ibaresi aynı şekilde aktarılırken hemen arkasında gelen dikkat birle ibaresi dikkat bile biçiminde aktarılmıştır; metnin devamında ise Çağatayca nüshada geçen matla bile ibaresi matla ile, beyt bile, ibaresi beyt ile biçiminde aktarılmıştır. Bu durum, Batı Türkçesinin hem birle, hem bile, hem de ile biçimlerini kullandığını gösterir ki bu durum başka eserlerde de görülür. Çağatay Türkçesi eserlerde de Oğuz unsuru olarak ile edatı yer yer kullanılmıştır. Kelime başı b->m- konusu her iki lehçe için tipiktir. Çağatayca nüsha m- li biçimleri, Batı Türkçesi b- li biçimleri istisnasız olarak kullanmaktadır: Yüz ming- yüz biñ gibi Belirtme hâli eki +ni ve +n biçimleriyle Çağatayca metinde kullanılırken Oğuz Türkçesi metinde Batı Türkçesindeki biçim kullanılmıştır: han u hakanı/ han u hakanı, tarihni/ tarihi, yüzni cennetka/ yüzini cennete Aşağıdaki cümlelerde hem kelime tercihlerinde, hem de eşitlik ekinin kullanılışındaki farklılık dikkat çekicidir: hamide ahlākıça sözni bu muhakkar evrākda sıgıştursa mu bolur / hamide ahlâkı kadar bu muhakkar evrâkda sıgışursa olur. Bu cümlelerde eşitlik ekinin kadar edatıyla karşılandığı görülüyor ki ekin bu kullanılışı değişik lehçelerde yaygın olarak görülür. Batı Türkçesinde unutulan bahşı kelimesinin şa ir kelimesiyle karşılandığı görülüyor: fesāhat şi ār bahşılar / fesâhat- şi âr şâ irler. Harezm Türkçesi metinlerinden itibaren Doğu Türkçesinde görülen fiil çekim eklerindeki çeşitlenme Çağatay metinlerinde daha yaygın ve yerleşik olarak kullanılmaktadır. Batı Türkçesinde ise bu konuda şimdiki zaman çekimindeki farklılaşma dışında Eski Türkçedeki yapılar korunmuştur. Anlatılan geçmiş zaman için Çağatay metinlerinde p turyapısı ekleşmiş olarak kullanılmakta, -mış ekinin seyrekleştiği görülmektedir: tarihi tertib biripdürler kim / tarihi tertibini vermişlerdür ki, dīvan hem müretteb boluptur. / dīvānı dahı müretteb olmışdur.. Son cümlede hem ve dahı edatlarının nöbetleştiği görülmektedir. Dahı edatı Çağatay metinlerinde dagı biçimiyle yaygın

388 402 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Prof. Dr. Vahit TÜRK olarak kullanılır, ancak hem edatı da hem da/ de bağlama sözü, hem de dahi edatına karşılık olarak kullanılmaktadır. Gramer incelemelerinde Doğu Türkçesinin gelecek zaman eki olarak gösterilen gay ekinin, bu metnin aktarılmasındaki karşılığı olarak geniş zaman ve istek eklerinin kullanıldığı görülmektedir: baksa bilgey kim / baksa bilür ki Eraslan aktarmasında da bu ibare bakan kimse bilir (anlar) biçimindedir. anglagay kim / añlar ki. zīb ü ziynet kılgay / zīb ü zīnet ola, kadr u kıymet birilgey / kadr u kıymet verile, Eraslan değer ve kıymet vermeyi gerektirir.. şu le-i fenā yakılgay, şu le-i fenā yakıla. Eraslan fenâ şu lesi yakıla.. berk-i belā çakılgay, berk-i belā çakıla. Eraslan belâ şimşeği çakıla.. gay eki bir cümlede -miş ile karşılanmıştır; Perī-veş yārı aşkıdın hālining perīşānlıgı kim, şerhdin lāl bolgay nihāyet hūblukka diptür kim / yâri aşkından hâli perīşânlıgı ki şerhinden lâl olmış nihâyet hüsnlü beyân eylemişdür. Bu ek bir başka cümlede ise AcAk ile karşılanmıştır; Mecnūn andın bir uçkun tilese başdın ayagı örtengey bu matlada bes sūz-nāk aytılıptur kim / Aşk ateşinin şiddet ve Mecnun andan bir kıgılcım istese başdan ayağına dek kaplayacağını bu matlada ziyade sūznāk söylemişdür.. Bu iki cümlede şu nöbetleşmeler de görülmektedir: ot/ ateş, andın/ andan, uçkun/ kıgılcım, tile-/ iste-, başdın ayagı/ başdan ayagına dek, örtengey/ kaplayacağını, bes/ ziyâde, aytılıpdur/ söylemişdür. Bu nöbetleşmeler içerisinde örtengey/ kaplayacağını ikilisi birbirinin karşılığı değildir. Aktarıcı, yanmak anlamındaki örten- fiilini anlayamamış ve fiili örtmek ile ilişkilendirmiştir. -gan sıfat-fiil eki Doğu Türkçesinde bu biçimiyle, Batı Türkçesinde ise ek başı g si düşmüş olarak bugün de yaygın olarak kullanılan eklerdendir, ancak ek, işlevleri açısından birtakım farklılıklara sahiptir. Batı Türkçesinde yalnızca geniş zaman sıfat-fiil eki diyebileceğimiz ek, Doğu Türkçesinde hem geniş zaman sıfat-fiil eki, hem de zaman eki olarak kullanılmış ve kullanılmaktadır: anıñ hem bilgenleridin ve hem kılganlarıdın / anıñ bilüp itdüklerinden, ötken mazmūnlarda / geçen mazmūnlarda, bar igenige / oldıgına, çīn salganıdın / çīn bırakıldığından, aytılgan şi rining / söylenilen şi riniñ. Batı Türkçesinin kullanmadığı Türkçe bir yapı olan nime, Doğu Türkçesinde yaygın kullanılır ve hiç nime / hiçbir şey şeklinde karşılanır. Ol cins sözlerdin sıgursa bolmas / ol cins sözlerden sıgmak olmaz. bu nükte sürse bolmas / nükte sürmek olmas.. Eraslan o tür sözlerden bir araya getirmek ve onların şerhinde nükte söylemek mümkün olmadığı için. Bu iki örnekte de sa ol- yapısının mak ol-

389 403 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Lehçeler Arası Đlişkiler ve Bir Nevâî Eseri... biçiminde aktarıldığı görülür ki bu yapı eserde çok kullanılan bir yapı değildir. Kıl- yardımcı fiili bazı örneklerde et-, bazı örneklerde ise ol- ile aktarılmıştır: mütala a kılsa / mütala a etse, ol kılur kim / ol olur ki, sebt kılılur / sebt olınur.. kıl- fiilinin bu şekilde karşılanması, fiilin Batı Türkçesinde artık kullanım alanının oldukça daraldığının göstergesidir. Pek çok örneği olan bir paralellik de kim/ ki paralelliğidir. Doğu Türkçesi kim biçimini tercih ederken, aktarmanın hemen tamamında ki kullanılmıştır: Pes imdi şürū -ı maksudka ve rücü -ı matlūbka kılalı kim / pes imdi şürū -ı maksūdd ve rücū -ı matlūb kılına ki, Eraslan şimdi maksada gelelim ve isteğe dönelim ki.. Bu cümlelerde istek ekinin kullanılışı görülmektedir. Hūb eş ārı / güzel eş ārı, begāyet köptür / begâyet çoktur, basīret ehli kaşıda / basîret ehli indinde, tefāvüt ni çaglıkdur / tefâvüt ne rütbedür, bāvücüd kim / öyle ki, merbūt imes / merbūt değil, ikelesi mısra / iki mısra, ve kāfiyega tagayyür birip hem uşbu redif bile yana iki gazel vāki boluptur / ve kāfiyeye tagayyür virüp hem işbu redif ile yine iki gazel vâki olmışdur.. Bu iki cümlede iki lehçenin önemli farklılıkları görülmektedir. Yukarıda bahsedilenler dışında yönelme ekinin farklılığı, b->v-, uşbu/ işbu tercihi, yana/ yine tercihi gibi iki lehçenin ayırıcı özellikleri ortaya çıkmıştır. begâyet yırakdur / begâyet ırakdur örneğinde de Anadolu ağızlarında bugün bile yırak olarak kullanılan kelimenin yazı dilindeki biçimi alınmış ve farklılık belirtilmiştir. Bu kelimedeki durum, ağızların Çağatay Türkçesi ile ortaklığını, yazı dilinin farklılığını göstermek bakımından da ilgi çekicidir. Hatt ta rifi okdur kim / hatt ta rifidür ki örneğinde görülen ok sözüne aktarmada bir karşılık verilmemiştir. Bunun sebebi, ok sözünün Batı Türkçesinde kullanılmaması olmalıdır. Hûb kelimesi aktarmada güzel ile karşılanmaktadır, hûbrâk ise güzelce sözüyle karşılanmıştır: hûb vâki bolupdur kim / ne güzel vâki olmışdur ki, birbirisidin hûbrâk tüşüptür / birbirisinden güzelce düşmüşdür. Bu örnek de Eski Oğuz Türkçesi metinlerinde kullanılan kıyaslama eki +rak ın eserin aktarıldığı dönemde artık kullanılmadığını gösterir. Aşk şiddetining aczidin közini a mâlıkka revâ körüp kazâāa hitâb köp derdmendâne tüşüptür kim / Aşk şiddetiniñ aczinden gözini a mâlıga teşbih idüp kazâya hitâb eyle çok derdmendâne düşmüşdür ki, Eraslan Aşk şiddeti karşısında aciz kalmaktan dolayı/ amalığı reva görüp kazaya dertli şekilde hitap etmesi. Cümlelerde görüleceği üzere asıl metin ile Eraslan aktarması daha yakınken diğer metin reva gör- yerine

390 404 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Prof. Dr. Vahit TÜRK teşbih et- tabirini yeğlemiştir. Bu cümle ile ilgili başka bir husus da köp sözünün karşılığı olarak çok ile yetinilmemiş ve eyle (öyle) zarfı da çok un önüne getirilmiştir, yani bir kuvvetlendirme ihtiyacı duyulmuştur. Öz hali şerhide kim / kendü hali şerhinde ki, birbirining üstide bolmış bolgay yahşı tüşüp turur kim / birbiriniñ üstünde olmuş ola, güzel düşmüşdür ki. Birinci kısımda öz/ kendi paralelliği görülürken, ikinci kısımda miş ekinin Çağatay Türkçesinde hâlâ kullanıldığı ve mış bolgay ibaresinin mış ola şeklinde aktarıldığı görülüyor, ayrıca yahşı/ güzel paralelliğini de görmekteyiz. berhemlıgı edası / berhemligi edasında. Bu ibarede yukarıda üzerinde durulan kalın ses ince ses tercihi dışında edası/edasında farklılığı görülüyor ki Doğu Türkçesinde bulunma halinin kullanılmasına gerek görülmezken aktarmada bu ekin kullanılması bir ihtiyacın göstergesidir. Batı Türkçesine yabancı bir ek de hiçbir yerde işitilmeydür ibaresindeki meydür ekidir. Aktarıcı bu eki miş ile aktarmıştır. Doğu Türkçesinde bugün de çok kullanılan bu ek, -me-y-e tur- yapısıdır ve zaman zaman madin zarf-fiil ekinin aşınmış biçimi olan -may ile karışır. Çağatay Türkçesi yeterlik için al- fiilini kullanmıştır, bugün de Oğuz lehçeleri dışındaki Türk lehçeleri aynı fiili kullanmaktadırlar. Eski Oğuz metinlerinden itibaren Anadolu sahası yeterlik yapısı için olumlu ve olumsuzu ayırdetmiştir. Bu örnekte bu ayrım görülür: ayta almaslıgıga mu terif boldılar. / söylenilemeyeceğini mu terif oldılar.. Manzurınıng la l-i tebessümi ve özining kanagan dagını gonca-i handan ve lâle-i nu mânga teşbîh kılıpdur ve ol ma nâ edâsıda bu matla esr ü hûb tüşüptür kim / Manzurınıñ la lî tebessümünde gözünüñ dâg-ı hûnînini gonca-i handân ve lâle-i nu mâna teşbih eylemişdür ve ol ma nâ edâsında bu matla güzel düşmüşdür. Đki cümlede çok farklılık olduğu görülüyor. La l-i tebessüm tamlaması la lî tebessüm, özining kanagan dagı ibaresi de gözünüñ dâg-ı hûnîni, esr ü hûb ise güzel söz ile aktarılmıştır. Bu aktarmaların ilk ikisi cümlenin tam anlaşılamadığına işaret sayılabilir. Özge uşşâkka iltifâtı bar igenige / gayr uşşâka iltifâtı oldıgına. Bu ibarelerde Doğu Türkçesindeki özge kelimesinin Arapça gayr kelimesiyle karşılanmış, ayrıca i- fiilinin ol- anlamıyla kullanılmasının örneği de görülmektedir. Manzûrınıng zülfin açıp kaşıga çîn salganıdın öz ahvâli / Manzûrı zülfin açup kaşına çîn bırakıldığından kendü hâli. Bu aktarmada da Çağatayca metnin iyi anlaşılamadığı ve aktarmanın doğru yapılamadığı görülüyor. Đlk kelimede ilgi ekinin aktarmada

391 405 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Lehçeler Arası Đlişkiler ve Bir Nevâî Eseri... kullanılmaması, metnin anlaşılamadığının ilk belirtisidir, ikinci belirti de kaş kelimesinin ön anlamında değil de Batı Türkçesindeki anlamında aktarılması, son olarak da salganıdın kelimesinde edilgen çatı olmadığı halde aktarmanın bırakıl- olarak edilgen aktarılmasıdır. Bir deyimin her iki lehçede de aynı şekilde kullanılmasının örneği şu ibarede görülür: yir birle yeksân bolur ma nâda matla hûb edâ tapıp durur kim / yer ile yeksân olur ma nâda bu beyti hoş edâ bulmuşdur. Bu ibaredeki bir başka husus da tap-/ bul- paralelliğidir. Đyi anlaşılmadığı görülen bir cümle de şudur: Bu matla ınıng kafiyesidin songra atıf vavın kelimesining aslî harfi ornıga tutulup garib ihtira kılıptur kim / Bu matla ın kâfiyesinden soñra atıf vavın kelimenin aslî harfi ortasına tutup garib ihtira eylemiştir. Yanlış aktarılan diğer örneklerde olduğu gibi bu cümlede de Doğu Türkçesinde kullanılan, ancak Batı Türkçesine yabancı olan bir Türkçe kelimenin aktarıcıya da yabancı gelmesi ve tahmini olarak aktarma yapmasıdır. Burada sorun çıkaran yer anlamındaki orun kelimesidir. Orun kelimesinin anlamını bilmeyen aktarıcı, orta ile ilgili olabileceğini düşünmüş ve öyle aktarmıştır. Aynı cümlede kıl- fiilinin eyle- ile aktarıldığı görülüyor. bir bir şiddetin aytıp hîç kişige bu haller bolmasun dip istid â körmek / bir bir şiddetin söyleyüp hîç kâşki bu haller olmasun diyü istid â göstermek Eraslan bir bir şiddetini söyleyip hiç kimsenin başına bu haller gelmesin diye du ada bulunmak. Aktarıcının bu cümlede de yanlışlık yaptığı veya dalgınlıkla yanlışa düştüğü görülüyor. Kişige sözü kâşki olarak aktarılmış ve yanlış ortaya çıkmıştır. Kemal Eraslan metninde körgüzmek olan kelime, diğer metinde körnek biçimindedir ki burada da belki bir müstensih yanlışı söz konusudur. Aşkdın türlüg beliyyet başıga kilgenning şerhin bu gazelning ahirigaça kılıptur. / Aşkdan enva beliyyet başına geldüginiñ şerhin bu gazelin ahirine dek beyan eylemişdir. Bu ibarelerde türlüg/ enva / kıl-/ eyle- paralellikleri yanında daha önce kadar edatıyla karşılanan +ça ekinin dek edatıyla karşılandığı görülüyor. Bir başka cümlede ölümni hayatka tercîh kılgan ma nâ bu beytde hûb vâki boluptur kim / mevti ol hayata tercih etmek ma nâda bu beyt güzel vakı olmışdur. Bu cümlede ölüm/ mevt paralelliği dışında aktarma cümlenin düşüklüğü dikkat çekmektedir. Tercih etmek manada ibaresi, öncesi ve sonrasıyla uyumlu değildir. Visâl iştiyakıdın köngülge kanatlar temennâ kılıp kirpikni kanatkarga teşbîh kılıp garîb ma nâda kılıp turur kim. / Visâl iştiyakından göñli iki kanat temennâ ve kirpigini kanatlara teşbîh edüp garîb manada eylemişdür. Bu iki cümlede de tutarsızlık vardır. Birinci cümledeki köngülge kelimesinin göñli iki okunmasıyla cümlenin

392 406 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Prof. Dr. Vahit TÜRK öznesi ve anlamı değişmiştir. Aynı cümlede garîb ma nâda kıl- Doğu Türkçesi için yadırganmayacak bir ifade iken, garîb manada eyle- Batı Türkçesi için garipsenecek bir ifadedir. Kelime kelime aktarma yapılırken dil zevki dikkatten kaçmıştır. ve hem ol kül bile mezârın / ve ol külden mezârını ibarelerde, bile edatı +den ayrılma hali eki ile karşılanmıştır. özge nev yakmaga küydürürin bu nev küydürürin bu nev aytıptur kim / sair nev yakmaga bu nev söylemişdür. Bu ibarede de özge ve küydürürin kelimelerinin aktarmasının sorunlu olduğu görülüyor. Özge kelimesi daha önce olduğu gibi gayr ile karşılansa sorun olmayacaktı. Küydürürin kelimesi de yakmasını ya da yaktığını biçiminde aktarılmalıydı. Buradaki sorun geniş zaman ekinin Batı Türkçesinde bu şekilde sıfat-fiil eki olarak kullanılmamasından kaynaklanmış olmalıdır, ayrıca kelimeye düzgün anlam verilemediği için de anlam bozukluğu olmuştur. hüsn ehliga ilni şeydâ / hüsn ehline halkı şeyda Bu ibarede il/ halk paralelliği görülmektedir. hûbrak irkenin bu matla da bes revân ve selîs nazım silkige tartıp turur kim / güzel idügini bu matla da çok revan ve selis silkine çekmidür. Đr-/i- cevher fiilinin, her iki lehçede de ol- sözlük anlamıyla kullanılmasının örneği bu cümlede görülmektedir. Aktarma cümlesinde nazım kelimesinin gözden kaçırılmış olması anlam bozukluğunun sebebi olmuştur. Körgeç kelimesi üzerindeki geç zarf-fiil eki düzgün olarak ünce biçiminde aktarılmıştır. çıkan ma na bu matla da ibaresi çıkmak ma nada bu matla da olarak yine bozuk ifadelidir. Aynı cümledeki, Doğu Türkçesinde önce anlamında kullanılan burun kelimesi doğru olarak aktarılmıştır. yokkarı öt- / bālāda geç-, ortukrak tüş- / ziyâdece düş-, bu matla dik / bu matla gibi, anıng zülfiga ohşatıp / anın zülfine beñzedüp bu ibarelerdeki bazı kelimeler bugün de Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesi arasındaki farklılığa yol açan kelimelerdir. Mahbub cemalidin köz rûşen bolup haste köngülge visal kuyı mesken bolgan şükranega bu matla dik az vakı bolup irkin kim / Mahbub cemalin görmiş gibi olup haste gönle visal kuyı mesken oldıgı şükranede bu matla gibi az vakı olmışdur. Burada da aktarıcı serbest bir aktarma yapmış, ancak bu serbestlik anlamda da sıkıntıya yol açmıştır. Çağatayca metindeki irkin kelimesinin buradaki kullanılışının Türkçenin gramerinde dikkat çekici bir yeri vardır. Bu kullanılış er- ve turfiillerinin cevher fiili olarak kullanıldıklarının yani nöbetleşebilecek fiiller olduklarının göstergesidir. Batı Türkçesinde rastlanmayan bu

393 407 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Lehçeler Arası Đlişkiler ve Bir Nevâî Eseri... kullanım Çağatay metinlerinde çok rastlanacak bir kullanımdır. Bu yapının aktarmasında ise Türkçenin varlık ifade eden üçüncü cevher fiili yani ol- kullanılmıştır. Andın ayru tüşkende ibaresinin andan ayru düşdükde biçiminde aktarılması, -kanda ekinin ya da Azerbaycan Türkçesindeki biçimiyle AndA ekinin eserin aktarıldığı dönemde Anadolu Türk yazı dilinde kullanılmadığına işaret olarak değerlendirilebilir. Çağatay Türkçesinde sık kullanılan, ancak Batı Türkçesinde kullanılmayan UrdA zarf-fiil ekinin dikda olarak aktarılması ayturda / söyledikde. gaç zarf-fiil eki de dikda ile aktarılmıştır: mâh-ı ruhsârın körgeç / mâh-ı ruhsârını gördükde. Yukarıda örte- fiilinin ört- ile ilişkilendirilip kaplakelimesiyle aktarıldığı belirtilmişti, bu örnekte aynı kelimenin yakfiiliyle aktarıldığı görülmektedir: aşk ehlin örtemegi beyanıda / aşk ehlini ah u feryadı yakması beyanında. Ol hümayun tab nıng bu nev dikkat- sâzlıg ve nükteperdâzlıgları sipihr ve biri yıllar tise temâm aytmas ve hasîr ve hurdedân hoş takrîri künler aytsa îtmâmga yitmes evveli ol kim ihtisâr bile temâm kılılgay ve du â bile ihtimâm birilgey / Ol hümâyün tab ıñ bu nev dikkat- sâz-lık ve nükte- perdâzlıkların sipihr ve biri yıllarca yazsa tamâm etmez ve hired hurdedân hoş takrîrini karnlarca söylese temâma yetmez. Evveli ol ki ihtisâr ile temâm éde ve du â ile ihtimâm verile.. Bu aktarma, Türk edebiyatının şüphesiz en büyük şahsiyeti olan Ali Şir Neva i nin değerinin vaktiyle Batı Türklerince de yeteri kadar anlaşıldığının delillerinden biri sayılabilir. Yapılacak araştırmalarla ortaya çıkacak lehçeler arası başka aktarmaların incelenmesi konuyu daha da aydınlatacak ve lehçeler arası ilişkiler daha etraflı olarak belirlenebilecektir. KAYNAKÇA AHANOV, Kaken (2008), Dil Bilimin Esasları, (çev. Murat Ceritoğlu), Türk Dil Kurumu Yay., Ankara. AKA, Đsmail (2002), Timurlular, Türkler Ansiklopedisi, C. 8, S. 517, Yeni Türkiye Yay., Ankara. ERASLAN, Kemal (2001), Alî- Şîr Nevâyî Mecâlisü n- Nefâyis I-II (Giriş ve Metin), Türk Dil Kurumu Yay., Ankara. ERASLAN, Kemal (1979), Alî- Şîr Nevâyî Nesâyimü l- Mahabbe Min Şemâyimi l- Fütüvve, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., Đstanbul.

394 408 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/ Prof. Dr. Vahit TÜRK ERASLAN, Kemal (2004), Nevâyî ve Tenkid, Alî- Şîr Nevâyî nin 560. Doğum, 500. Ölüm Yıl Dönümlerini Anma Toplantısı Bildirileri (24-25 Eylül 2001), S.15, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara. GANĐYEVA, Suyima (1961), Macolisu n-nafois, Đlmiy Tenkildi Tekst, Üzbekistan Fanlar Akademiyası Neşriyatı, Taşkent. KAYDAROV E.- ORAZOV M. (1992), Türkitanuvga Kirispe, Kazak Üniversiteti Yay., Almatı. KURNAZ, Cemal (2002), Tarih Boyunca Anadolu ve Orta Asya Kültür Çevreleri Arasındaki Đlişkiler, Türkler Ansiklopedisi, C. 8, S. 831, Yeni Türkiye Yay., Ankara. LEVEND, Agâh Sırrı (1965), Alî- Şîr Nevayî I. C. (Hayatı, Sanatı ve Kişiliği), Türk Dil Kurumu Yay., Ankara. SERTKAYA, Osman Fikri (2004), Osmanlı Şairlerinde Ali Şir Nevâyî Tarzı ve Nevâyî ye Anadolu da Yazılan Nazireler, 560. Doğum, 500. Ölüm Yıl Dönümlerini Anma Toplantısı Bildirileri (24-25 Eylül 2001), S.129, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara. TÜRK, Vahit (2004), Sağ, oñ, sol Sözleri ve Kavram Alanları, Türkbilig (Türkoloji Araştırmaları Dergisi), 2004 Bahar Sayısı, S , Ankara.

395 ANADOLU SELÇUKLU BANĐLERĐNĐN POLĐTĐK YAŞAMLARIYLA MĐMARĐ FAALĐYETLERĐ ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐLER Yrd. Doç. Dr. Alptekin YAVAŞ ÖZ: Dönemin bani karakterini tahlili, Anadolu Selçuklu Sanatının doğru anlaşılabilmesi için çok önemlidir. Anadolu Selçuklu Banisini, bina yaptırmaya iten dini, sosyal, politik gibi birçok neden vardır. Buna karşın bina yaptırma kaygısının çoğu zaman tek bir sebebe dayanmadığı görülür. Bunlar arasında, baninin politik kariyerinin çoğu kez diğer sebeplerin önüne geçer. Anadolu Selçuklu Banilerinin mimari eserleri politik bir argüman olarak kullanması dikkat çekicidir. Dönemin önemli yapılarına ait kitabe ve vakfiyelerde, banilerin politik mücadelelerini yansıtan ifadelere sıklıkla rastlanır. Bu çalışmada, bazı örneklerin ışığı altında dönemin banisinin politik kariyeriyle mimarlık faaliyetleri arasındaki paralelliklerden bahsedilecektir. Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu Sanatı, Bani, Alâeddin Keykubat, Pervane Muinüddin Süleyman, Adile Sultan, Mahperi Hatun The Relationships between Political Life and Architectural Activities of Anatolian Seljuk Patronages ABSTRACT: An analysis of patronage character is of vital importance for proper understanding of the Anatolian Seljuk art. There Are several reasons as of religious, social and political origin encouraged the Anatolian Seljuk patronage to raise buildings. In any case, the concern for building constructions were mostly incurred from a number of reasons rather that a single one. Among them, the political career of patronage had been the primary one. It is also remarkable that architectural artifacts of Anatolian Seljuki patronages had been used as political arguments. The testimonies reflecting political scrambles of Anatolian Seljuki patronages had been frequently blundered on epigraphs and Vakfiye of the period involved. In this study, paralellisms between political career and architectural activities of patronage of the Seljuk period are discussed in the light of some examples. Çanakkale Onsekiz Mart Üni. Fen-Ed. Fak. alptekinyavas@hotmail.com

396 410 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Alptekin YAVAŞ Key Words: Anatolian Seljuk Art, Patronage, Alaeddın Keykubat, Pervane Muinuddin Suleyman, Sultan Adıle, Mahperi Lady Selçuklu Veziri Nizâmülmülk, Bağdat ta Nizamiye Medreselerinin inşasını emrettiğinde, hiç kuşku yok ki, bir bani olarak yapının mimari strüktürünün nasıl olacağı sorunu, Sünni akidenin yaygınlaşması kaygısı yanında ünlü vezir için hiç de önemi yoktu. Her ne kadar bu mimari yapılar, sonraki dönemlere ait medrese şemasını hatta müfredat programını etkilemiş olsa da, öncelikle baninin siyasi-politik kaygılarına hizmet ettikleri açıktır. Türklerin Anadolu topraklarındaki ilk büyük devleti Anadolu Selçuklular, büyük fetihlerin yanı sıra Moğol ve Haçlı istilası veya devlet adamlarının ihaneti gibi karmaşık bir siyasi tarihe sahiptir. Bu dönem aynı zamanda, Moğol istilasının önüne katıp sürüklediği Orta Doğunun en yetenekli sanatçılarının eliyle şekillenen özgün bir sanat ve kültür ortamının teşkil edildiği zaman diliminin de adıdır. Saray ve çevresinin baniliğini üstlendiği sanat ürünleri, sadece strüktürel veya artistik özellikleriyle değil dönemin siyasi tarihine de ışık tutan tarihi arka planlarıyla da dikkat çekicidir. Sultan ve çevresinin bu mimarlık faaliyetlerinin siyasi yaşamları içinde ifade ettiği anlamın belirlenebilmesi, sadece bu mimari yapıtların tarihini değil, dönemin, çoğu zaman suskun tarihi kaynaklarının aydınlatamadığı siyasi olaylara da ışık tutabilecektir. Söz konusu mimarlık ürünlerine ait kitabe metinlerinde veya vakfiyelerdeki anlatımlarda karşımıza çıkan bilgiler, dönemin siyasi hayatına birinci elden kaynaklık eder. Bu kaynaklar, dönemin bani karakterinin anlaşılabilmesi için de önemli veriler sunar. Zira mimarlık faaliyetlerini politik yaşamının bir aracı veya parçası sayan Anadolu Selçuklu Banisini, bina yaptırmaya iten nedenleri de farklı açılardan değerlendirebilme şansına bu yolla sahip olabiliriz. Bu bakış açısına dayanan yüzeysel bir irdeleme bile banilerin (Crane 1993: 1-57; Brend 1975: ) politik kariyerleriyle mimarlık faaliyetleri arasında dikkat çekici bir ilişkiyi ortaya koyar. Anadolu Selçuklu Devletinin en kudretli sultanı ve en önemli sultan-banilerinden olan I.Alâeddin Keykubat ın mimarlık faaliyetleriyle siyasi kariyeri arasında ilginç paralellikler gözlenmektedir. Bu durumun en önemli örneği Konya Surları inşaatıdır. Keykubat ın tahta çıktıktan sonraki ilk icraatlarından biri başta Konya olmak üzere Sivas, Kayseri gibi önemli kentlerin tahkimatlarını yenilemek oldu (Đbni Bibi 1996: C. I, ). Asıl olarak yaklaşan Moğol tehlikesi sebebiyle gerçekleştirilen bu mimari faaliyetin politik bir sebebi daha vardı. Selefi I. Đzzeddin Keykavus döneminde politik ve ekonomik olarak son derece güçlenen

397 411 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Anadolu Selçuklu Banilerinin... Çaşnigir Seyfeddin ve Zeyneddin Başar gibi emirler, mevcut konumlarıyla yeni sultanın politik ve ekonomik gücünü tehdit ediyordu (Đbni Bibi 1996: C.I, 283). Bu durumu lehine değiştirmek isteyen Keykubat, Konya daki sur inşaatının tüm maddi külfetini söz konusu emirlere yükler. Đbnî Bîbî (1996: C. I, 273) ve Anonim Selçuknâme (1952: 29), sultanın söz konusu imar faaliyetini emirleri ekonomik olarak zayıflatmak için özellikle kullandığını belirtir. Bu geniş çaplı imar faaliyetinin Alanya, Kayseri ve Sivas ta da emirler eliyle gerçekleştirildiğini görmekteyiz. Son derece ağır bir maddi külfeti olduğu anlaşılan bu inşaatların emirlerin ekonomik gücünü çok zayıflattığını kaynaklar açıkça ifade etmektedir. Đnşaatların hemen ertesinde, maddi gücü zayıflayan emirlerin Keykubat tarafından Kayseri de bir kısmının öldürülerek bir kısmının da tutuklanarak bertaraf edilmesi (Đbni Bibi 1996: ), sultanın bir strateji dâhilinde hareket ettiğini Konya ve diğer şehirlerdeki imar faaliyetini de bu politik sürecin bir aracı olarak kullandığını ortaya koymaktadır. Kaynakların bu imar faaliyetlerini aktarırken verdikleri bilgiler (Đbni Bibi 1996: C.I, ), Keykubat ın inşaat sürecine direk müdahil olan, planları tashih eden, binaların yerlerini düzenleyen bir bani karakterine sahip olduğunu gösterir. Bu ise onun doğrudan, mimarlık mesleğine olan ilgisiyle alakalıdır. Anadolu Selçuklu Banilerinin bazen yapıtlarının kitabelerinde bazen vakfiyelerinde yer alan bilgiler, onların doğrudan siyasi kariyerlerine atıf yaparlar. Sahip Ata Fahreddin Ali, dönemin sadece en uzun soluklu siyasi kariyerine sahip politikacısı değil, aynı zamanda günümüze en fazla eseri ulaşmış banisidir. Ünlü vezir, henüz o dönemde dahi bu özelliği sebebiyle Ebu l-hayrat (Hayırlar Babası) unvanıyla anılır. Onun Konya da, bugün Đnce Minareli Medrese olarak anılan Darü l-hadis ve Mescit ten müteşekkil külliyesi mimari ve süsleme özellikleriyle Anadolu Selçuklu Sanatının zirve yapılarından biri olarak kabul edilir. Kitabesi bulunmayan, inşa tarihi de net olarak bilinemeyen yapının, vakfiyesi günümüze ulaşmıştır (Bayram-Karabacak 1981: 31-61). Vakfiyede dönemin ekonomik hayatından, başkent Konya nın şehir strüktürüne kadar Ortaçağ Anadolu sunun sosyal hayatına ışık tutacak çok önemli bilgiler yer almaktadır. Bu bilgiler içinde ünlü vezirin unvanları da bulunmaktadır. Bunlar arasında yer alan Doğu ve Batı Vezirlerin Hâkimi (Bayram-Karabacak 1981: 38) tabiri dönemin ve ünlü vezirin siyasi hayatında yer alan ünik bir olaya gönderme yapmaktadır. Sahip Ata, Anadolu Selçuklu tarihinde ilk ve son kez gerçekleşen iki sultanlı ve tabii ki iki vezirli yönetim sırasında, önce ülkenin batı yarısını yöneten II. Keykavus a hizmet vermiş; daha sonra kardeşini yenerek tek başına ülkede hâkimiyet tesis eden IV. Kılıçarslan ın vezirliğini üstlenmiştir. Dolayısıyla vakfiyedeki doğu ve batı veziri şeklindeki ifade, ülkenin ikiye bölünüp, sultan kardeşler tarafından yönetildiği ve

398 412 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Alptekin YAVAŞ daha sonra birinin tek başına ülkeye hâkim olduğu siyasi gelişmeye atıf yapmaktadır. Ünlü Vezirin siyasi hayatının zirvesine ulaştığı yılları arasındaki bu politik gelişme, hem kitabesi bulunmayan Đnce Minareli Medresenin inşa tarihi konusunda fikir vermekte hem de dönemin sanat eserlerinin politik gelişmelerin odağında yer aldığını ortaya koymaktadır. Sivas ta aynı yıl (1271) da tamamlanan üç bina gerek kentin sosyokültürel tarihi gerekse Ortaçağ mimarlık tarihi için ilginç örneklerdir. Bilindiği gibi bu binalardan Çifte Minareli Medrese ünlü Moğol Veziri Cüveynî nin, vergilerin tanzimi için Anadolu da kaldığı günlerde yaptırdığı bir eserdir. Buruciye Medresesi bir Moğol beyi olan Muzaffer Burucerdi nin bir eseridir. Söz konusu iki bina Đzzeddin Keykavus Şifahanesinin de bulunduğu Ortaçağ Sivas ının merkezini oluşturan alanda yer alır. Çifte Minareli Medrese Şifahanenin hemen karşısında yer alırken onu gölgede bırakan ölçüleriyle dikkati çeker. E. S.Wolper (1995: 43), Çifte Minareli Medresenin özellikle bu dar alanda inşa edildiğini, Şifahaneyi ölçüleriyle geride bırakan binanın aynı zamanda Selçukludan Đlhanlılara geçen kontrol düşüncesini de yansıttığını belirtmektedir. Wolper, Çifte Minareli nin kitabesinde Selçuklu Sultanının isminin geçmemesinin de bu durumla ilişkili olduğunu ifade etmektedir. Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali nin yaptırdığı Gök Medrese ismiyle bugüne ulaşan bina ise bu iki binadan farklı olarak, şehrin güney kapısının karşısında yer alır. Ortaçağ Sivas ında şehre güney yönden (Kayseri) gelen kervanların ilk göreceği bina bu medrese olacaktır (Wolper 1995: 45). M. Cezar (1983: 49-51), Ortaçağ Sivas ının ticaret hayatının Ulu Cami ve çevresinden güneye Gök Medrese ve çevresine yayıldığını belirtir. Bu alanın, XV. yüzyıl belgelerinde Medrese-i Sahip mahallesi ismiyle anılıyor olması, medresenin bu alandaki yeni bir yerleşimin teşekkülüne sebebiyet verdiğini göstermektedir. Wolper, (1995: 43) Sahip Ata Medresesinin yerinin farklı oluşunu, Sahip Ata nın şehirde yeni bir merkez oluşturma gayreti olarak yorumlar. Sivas Gök Medrese Vakfiyesinde (Bayram-Karabacak 1982: 53) de ulema yokluğu, evliya eksikliği ve ilim müesseselerinin harap olmaya yüz tutması ısrarla vurgulanmıştır. Ayrıca medresede istihdam edilecek ulema kadrosunun niteliği, harcamaları ve ihtiyaçlarının temini hususunda ayrıntılı bilgiler(bayram-karabacak 1982: 53, 55 56) de mevcuttur. Vakfiyede, Şafii müderris tayini veya alevi dervişlerin ihtiyaçlarının karşılanması yolundaki bilgiler (Bayram-Karabacak 1982: 53), baninin, Sivas ın farklı Müslüman inanışlarına (Demir 1996: ) saygı gösteren ve tamamını aynı çatı altında görmek isteyen bir tercihi olarak yorumlamak gerekir. Sahip Ata nın Selçuklu merkezi otoritesinin zayıflamasıyla çok etkili olmaya başlayan Moğol hâkimiyeti karşı Sivas özelinde hâlâ Selçuklu otoritesini temsil etmeye çalışması; bunu da, aynı

399 413 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Anadolu Selçuklu Banilerinin... yıl tamamlanan ve diğer ikisi iki Moğol Beyi tarafından yaptırılan binalarla rekabet edecek düzeyde bir mimarlık faaliyetiyle yapmaya çalışması, Selçuklu Banisinin mimarlık faaliyetleriyle politik yaşamanın ne kadar içice olduğunu ortaya koyması açısından çok ilgi çekici bir örneği teşkil eder. Anadolu Selçuklu Devletinin Kösedağ daki Moğol yenilgisi sonrası oluşan ve sonucunda devletin yıkılmasıyla sonuçlanacak karmaşık siyasi yıllarının en önemli politik kişiliği ise Pervane unvanıyla bilinen Emir Mu inü d-dîn Süleyman dır. Pervane nin siyasi kariyeri ile gerçekleştirdiği imar faaliyetleri arasında dikkati çekici bir ilişki gözlenir. Bilinen ilk binası Sinop taki medresenin ( ) kitabesinde, şehrin Ali oğlu Süleyman ın gayretiyle (Ülkütaşır 1976: ) yeniden fethedildiği uzun ve manzum bir ifadeyle anlatılır. Kitabede, geleneğe aykırı olarak devrin sultanı IV.Kılıçarslan ın unvan ve lakaplarına yer verilmemiştir yıllarında Mu inü d-dîn Süleyman tarafından yaptırılan caminin kitabesinde de sultanın unvanlarının geçmemesi (Ülkütaşır 1976: ) rastlantının ötesine geçen politik bir duruma işaret etmektedir. Mu inü d-dîn Süleyman ın, Sinop un fethinden 1 yıl önce yaptırdığı, Merzifon daki Caminin ( ) (Halil Edhem 1333/1912: 43; Bayram, 1990: 70-71) kitabesinde, sultanın isminin yer almasına karşın, Sinop taki medrese ve caminin kitabelerinde zikredilmemesi, Mu inü d-dîn Süleyman ın hem kendini fethin yegane mümessili göstermek isteği, hem de buranın temliği konusunda anlaşmazlık yaşadığı IV.Kılıçarslan ı sultan olarak tanımadığının açık bir ifadesidir. Bu durum aynı zamanda, siyasi gücünü direk Moğol hanına dayandıran Pervane nin, kendi isteklerine boyun eğmeyen Selçuklu Sultanına karşı bir meydan okumasıdır. Sinop taki yapıların kitabelerindeki ifadelere yansıyan bu politik sürtüşme, sultanın, Mu inü d-dîn Süleyman ın organizasyonuyla gerçekleşen ölümüyle noktalanacaktır (Kaymaz 1970, ). Mu inü d-dîn Süleyman ın Merzifon daki Camisinin kitabesinde (Halil Edhem 1333/1912: 43) sultana ait unvanlar arasında soylu asil iftihar noyan şeklinde bir ifade görülür ki bu Selçuklu Sultanları için kullanılan bir lakap değildir. Acaba burada Pervane esasen bağlı olduğu Moğol Hanı ve onun Anadolu nazırı Alıcak (Alıncak) Noyanı mı kastetmek istemişti? Alıncak Noyan, 1259 yılından IV.Kılıçarslan ın öldürülmesine kadar Pervaneyle birlikte devletin idaresini Hülagu Han adına ele alan Moğol Emiridir (Đbni Bibi 1996: C.II, 152, , 158, 160, ). Hüseyin Hüsameddin (1986: C.II ) Alıncak Noyan ile Pervane arasında kız alıp vermeden dolayı bir akrabalık da olduğunu söyler. Taşan (1979: 25) ise bugün Merzifon a 12 km. uzaklıktaki Alıncık yerleşiminin, Alıncak Noyan ın yönetim merkezi ve

400 414 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Alptekin YAVAŞ karargâhı olduğunu söyleyerek köyün isminin de buradan geldiğini belirtir. Caminin inşa edildiği tarihler ( ) de Pervane ve Alıncak Noyan ın yoğun bir işbirliği içinde olduğu yıllardır. Söz konusu veriler, Merzifon daki caminin kitabesinde Selçuklu sultanına ait övgüler arasında geçen bu ifadenin, aslında ülkenin fiili hâkimi olan Moğol Emirine atıf yaptığını düşündürürken, Pervanenin takip ettiği reelpolitiğin de ipuçlarını bizlere sunmaktadır. Pervane nin, Sinop un Durağan ilçesinde yaptırdığı kervansarayı, Zilhecce 664/M. Eylül-Ekim 1266 tarihinde tamamlandığında, IV.Kılıçarslan ın katli üzerinden henüz 2 ay geçmişti (Kaymaz 1970: 122) ve tahtta bebek yaşlardaki oğlu III.Keyhüsrev bulunuyordu. Hanın kitabesinde bebek yaştaki III.Keyhüsrev e ithafen komutanların ve vezirlerin krallarının kralı ve Mu inü d-dîn Süleyman a ait..en büyük pervane (Gökoğlu 1952: 358) şeklindeki ifadeler, henüz birkaç ay önce gerçekleşen siyasi olayın neticesindeki politik durumu anlatır mahiyettedir. Hanın yer aldığı Durağan da oğullarına ait mimari yatırımların (Oral 1958: ) bulunması, buranın sonraki dönemde de Pervane ailesi için önemini koruduğunu gösterir. I. Alâeddin Keykubat ın ilk eşi olan Mahperi Hatun, sultanın fethedip kendi ismiyle anılmasını istediği Alanya nın son Bizans Beyi Kir Fard ın kızıdır. Keykubat ın şüpheli ölümü sonrası ortaya çıkan saltanat mücadelesinde, Sadedin Köpek ile girdiği ittifak; bu vesileyle sultanın diğer hanımı Adiliye Sultan ve ondan doğan diğer veliahd Đzzeddin Kılıçarslan ın ortadan kaldırılması, Mahperi Hatun u Selçuklu Tarihinin en önemli kadın politik kişiliklerinden biri yapar. Mahperi Hatun un bani kişiliği, Keykubat ın ölümü olan 1237 yılıyla birlikte başlar. Sultan olan oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev in Đstanbul daki Latin Đmparatoru Baudouin e yazdığı mektupta (Turan 1998: 403) annesinin, babasının ölümüne kadar Hıristiyan kaldığını belirtmesi dikkat çekicidir. Kocasının ölümünü müteakip, oğluna tahta geçirmek için girdiği politik mücadele, onun artık Hıristiyan kalmasına engel teşkil etmiş olmalı. Bunun dışında, oğlunun tahta çıktığında henüz 16 yaşında olması (Turan, 1998: 403) sebebiyle onun vasiliğini de üstlenmiş olması onun artık Müslüman olmasını zorunlu kılmıştır. Mahperi Hatunun hayatındaki bu yeni siyasi gelişme onun imar faaliyetlerinin de başlangıcını oluşturur. Onun ilk mimari faaliyeti Kayseri deki kale dışındaki külliyesidir. Cami, türbe, medreseden müteşekkil tarihli külliye, (Akok 1967: 5-44; Karamağaralı 1976: ) 1226 lara ait olduğu anlaşılan (Yurdakul 1970: ) çifte hamamın hemen bitişiğine yapılmıştır. Onun ikinci yaptırdığı eser, Tokat-Zile karayolunda Pazar Bucağı yakınındaki tarihli Hatun Hanı dır (Sunay 2007: ). Bu yapıyı, 1239 yılına ait Yozgat-Akdağmadeni ilçesine bağlı Karamağara bucağı yakınındaki

401 415 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Anadolu Selçuklu Banilerinin... Çinçinli Han takip eder (Erdmann 1961: C.I, ). Ünlü Kadın Baninin başka kitabeli binası olmamasına karşın yıllarına tarihlenen dört han, Erdmann tarafından ona mâl edilir. Bunlar, Kayseri- Amasya yolu üzerindeki Çekereksu Hanı (Erdmann 1961,C.I: 56-57), Sivas-Tokat arasında Tokat Artova ilçesinin 3 km. kuzeyindeki Tahtoba Hanı (Erdmann 1961,C.I: 57-58), Sivas-Amasya arasında Yıldızeli ilçesinin yaklaşık 35 km kuzeyindeki Çiftlik Hanı (Erdmann 1961, C.I: ) ve Pazar-Tokat arasında Sungurköy ün 4 km güneyindeki Đbibse Hanı (Erdmann 1961,C.I: )dır. Şurası açık ki Mahperi Hatunun bani kişiliği, siyasi hayatıyla doğrudan ilişkilidir. Sultan eşi olarak yaptırdığı hiçbir yapısının olmaması ve baniliği yaptığı binaların da, valide sultan unvanıyla politik olarak en güçlü olduğu yıllara ait olması bu duruma en büyük karineyi teşkil eder. Kayseri deki Çifte Kümbetler olarak bilinen yapı, Mahperi Hatunun iktidar mücadelesinde mağlup olan Adile Hatun adına, kızları tarafından yaptırılmıştır (Eldem 1982: ; Özbek 2002: ). H. 645/M yılına ait yapıda yatan Adili Hatun, I.Alâeddin Keykubat ın ikinci eşi olup Eyyubi Meliki Eyyüb bin Adil in kızıdır. Keykubat ın ölümü neticesinde 1237 yılında yaşanan siyasi mücadele sırasında Sadedin Köpek tarafından Ankara ya götürülüp orada öldürülmüştür (Đbni Bibi 1996, C. II: 26-28). Melike Adile 1237 yılında öldürülmesine karşın onun türbesinin yaklaşık 8 yıl sonra yaptırılmış olması manidardır. Zira melikenin türbesinin ancak 8 yıl sonra yapılması II. Gıyaseddin Keyhüsrev in ölümü ve vasîsi Mahperi Hatunun iktidarının sonlanmasıyla mümkün olabilmiştir. Nitekim 1246 yılı başlarında II.Gıyaseddin Keyhüsrev in ölümünü müteakip, kızları, annelerinin Ankara daki mezarını Kayseri de yaptırdıkları 1247 tarihli türbesine getirebilmişlerdir. Türbenin kitabesinde yer alan şehide (Türkmen 1998: 443; Akşit 2002: ) tabiri doğrudan, 1237 yılında gerçekleşen politik olaya atıf yapmaktadır. Ayrıca geleneğe aykırı olarak dönemin sultanı II. Đzzeddin Keykavus (II. Gıyaseddin Keyhüsrev in oğlu) un isminin kitabede zikredilmeyişi on yıl önce gerçekleşen olayın protestosuna yönelik olmalıdır. Bunun dışında türbenin 1970 li yıllara kadar bile şehrin dışında, Kayseri Ortaçağının kent dokusunu teşkil eden büyük programlı yapıların uzağında inşa edilmesi (Akşit 2002: 243) bu hüzünlü olayın neticesinde inşa edilen yapı hakkında dikkat çekici bir başka ayrıntıdır. Ortaçağ Banisini, bir bina yaptırmaya iten sebepler nelerdir? Binaların mimari ve süsleme özelliklerinin şekillenmesinde baniler hangi noktalarda müdahil olabiliyorlardı? Mimari faaliyetler, onların kaotik siyasi yaşamlarının hangi evrelerine denk düşüyordu? Tüm bu soruların, elimizdeki maddi verilerin azlığı sebebiyle net bir cevabını verebilmek

402 416 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Alptekin YAVAŞ mümkün görünmemektedir. Ancak şurası açık ki, hayır binası yaptırma konusundaki düşüncesini, Đslâm dininin teşvik ettiği, ayrıca Siyasetnâmeler gibi geleneksel kuralların şekillendirdiği Ortaçağ Banisinin sadece bu sosyal ve dini kaygılarla gerçekleştirmediği anlaşılmaktadır. Ortaçağ banisinin hayırsever/sanatsever kişiliğinin, ekonomik ve siyasi kariyerinin gelişim çizgisine bağlı olarak ortaya çıkıp, kaybolduğu gözlenmektedir. Nitekim buraya konu ettiğimiz banilerin yaptırdıkları binaların tarihlerinin, onların siyasi yaşamlarının en parlak dönemlere ait olması bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. KAYNAKÇA AKŞĐT, A. (2002), Melike-i Adiliye Kümbetinde Selçuklu Devri Saltanat Mücadelesine Dair Đzler, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 11, Konya, s AKOK, M. (1967), Kayseri de Hunad Mimari Külliyesinin Rölövesi, Türk Arkeoloji Dergisi, C. XVI, S.1, s ANONĐM SELÇUKNÂME. (1952), Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III, (Yay: Feridun Nâfiz Uzluk), Ankara. BAYRAM S. - KARABACAK A.H. (1981), Sahib Ata Fahrü d-din Ali nin Konya Đmaret ve Sivas Gök Medrese Vakfiyeleri, Vakıflar Dergisi, S. XVII, Ankara, s BAYRAM, S. (1990), Merzifon Ulu Camisinin Yeri: Merzifon'da Türk Đslâm Eserleri, Kültür ve Sanat, C. 2, S. 5, s BREND B. (1975), The Patronage Of Fahraddin Ali Ibn Al-Husain and the Work of Kaluk Abd Allah ın the Development of the Decoration on Portal sın Thırteenth Century Anatolia, Kunst des Orient, C. X, S. 1-2, Berlin, s CEZAR, M. (1983), The Typical Commercial Buildings of the Ottoman Classical Period and the Ottoman Construction System, Đstanbul 1983, s CRANE, H. (1993), Notes on Saldjuq Architectural Patronage in Thirteenth Century Anatolia, Journal of the Economic and Social History of the Orient, C. 36, DEMIR, M. (1996), Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri, (Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Đzmir, s ELDEM, H.E. (1982), Kayseri Şehri, (hzl. K. Göde), Ankara. ERDMANN, K. (1961), Das Anatolische Karavansaray, des 13.Jahrhunderts, I, Berlin. GÖKOĞLU, A. (1952), Paphlagonia, (Kastamonu, Sinop, Çankırı, Safranbolu, Bartın, Bolu, Gerede, Mudurnu, Đskilip, Bafra, Alaçam ve Civarı

403 417 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Anadolu Selçuklu Banilerinin... Gayrimenkul Eski Eserleri Arkeolojisi), Kastamonu. HALĐL EDHEM (1333/1912), Merzifon da Pervâne Muînüddin Süleyman Namına Bir Kitabe, TOEM, C. 4, S.VIII/43, s HÜSEYĐN HÜSAMEDDĐN Abdi-Zâde (1986), Amasya Tarihi, C. II, Amasya. ĐBNĐ BĐBĐ. (1996), El Evamirü l-ala iye Fi l-umuri l-ala iye (Selçuk Name), (hzl. M. Öztürk) C.I-II, Ankara. KARAMAĞARALI, H., (1976), Kayseri de Hunad Camiinin Restitüsyonu ve Hunad Manzumesinin Kronolojisi Hakkında Bazı Mülahazalar, Đlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. XXI, s KAYMAZ, N. (1970), Pervâne Mu inü d-dîn Süleyman, Ankara. ORAL, M Z. (1958), Durağan ve Bafra da Đki Türbe Belleten, C. XX, S.79, s ÖZBEK, Y. (2002), Womwn s Tombs in Kayseri/Kayseri Kadın Türbeleri, Kadın/Woman 2000, C. 3/1, s SUNAY, S. (2007), Tokat-Pazar Mahperi Hatun Kervansarayı, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (Ed: H. Acun), Ankara, s TAŞAN, A.A. (1979), Dün den Bugüne Merzifon, Đstanbul. TURAN, O. (1998), Selçuklular Zamanında Türkiye, 5. Basım, Đstanbul. TÜRKMEN, K. (1998), Selçuklu Döneminde Kayseri nin Đmar Faaliyetlerine Katkıda Bulunan Hanımlar, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (16-17 Nisan 1998), Kayseri, s ÜLKÜTAŞIR, M.Ş. (1976), Sinop ta Selçuklular Zamanına Ait Đki Tarihi Eser, Türk Etnografya Dergisi, C. XV, s WOLPER, E.S. (1995), The Politics of Patronage: Political Change and the Construction of Dervish Logdes in Sivas, Muqarnas, 12, s YURDAKUL, E. (1970), Son Buluntulara Göre Kayseri deki Hunat Hamamı, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, C. II, s

404 Yayın Tanıtım/Book Review Yrd. Doç. Dr. Zeki CAN Renad MUHAMMEDİ, Sırat Köprüsü Sultan Galiyev, (çev. Mustafa ÖNER), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1993, 445 s. Renad MUHAMMEDİ, Tataristan Yazarlar Birliği nin Başkanı ve Rusya Federasyonu ndaki Tataristan ın temsilcisi ve milletvekilidir. Aynı zamanda Rusya Federasyonu Parlamentosunda Kültür Komisyonu Başkanlığı yapmaktadır. Türk birliği ve dirliğinin sıkı takipçilerinden olup Sırat Köprüsü Sultan Galiyev adlı eseri bu ruhla Tatar Türkçesiyle kaleme almıştır. Sultan Galiyev, Türkiye de çok az bilinen, devrinin en büyük Türkçülerinden biridir. Hayatı, Türk birliği için mücadele ile geçmiş, çok büyük bir siyaset, ilim ve devlet adamıdır. Roman tarzında yazılmış bu eserde Sultan Galiyev in büyük mücadelesini belgeler ile görmek mümkündür. Kitap 24 kısımdan oluşmakta ve Sultan Galiyev in çocukluğundan itibaren yaşadığı olaylar ve yaptığı mücadeleler sırayla sürükleyici bir biçimde anlatılmaktadır. Kitabın ilk bölümlerinde; okumaya, öğrenmeye ve araştırmaya olan merakı çocuk yaşta başlayan Sultan Galiyev in, Tatar Öğretmen Mektebi ne gidene kadar ruh dünyası roman üslubuyla anlatılmıştır. Daha o zamanlar Çar ı devirme ve işçi ayaklanmaları üzerine dinlediği konuşmalar Galiyev i hayli etkilemiştir. Okul yıllarında çalışkanlığıyla ve zeki oluşuyla öne çıkan Sultan Galiyev, ülkedeki katı ve baskıcı idareye karşı düzenlenen gizli toplantılara katılmıştır. Sosyalist fikirlere karşı sempati Niğde Üni. Fen-Edebiyat Fak. Tarih Böl. zcan@nigde.edu.tr

405 420 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Zeki CAN ve yaklaşımı böylece şekillenmeye başlarken bir yandan da çeşitli brifingler vermeye başlamıştır. Sultan Galiyev, Çarlık Rusyası esareti altında sömürülen Türk halklarıyla beraber ezilen diğer tüm halkların kurtuluşuna çareler aramaktadır. Bu heyecanlar içerisinde düzenlenen Türk Halkları Kurultaylarına çoğu zaman katılma imkânı bulmuştur. Baskı rejimine anlam veremeyişini şu ifadeler gayet güzel açıklamaktadır: Kâinat nasıl da büyük Tabiat ne kadar mükemmel. Şu kâinatın, şu tabiatın kucağında yaşayan insanlar niçin bu kadar mükemmel değil ki? Hâlbuki hayat, birine ikinci defa gelmiyor. Ve ebedi de değil. Düşünürsen o kadar kısa bu insan ömrü! Büyüyorsun, yetişiyorsun, çabuk geçiyor. Büyüyüp gelişmeye kalmıyorsun henüz, o arada ömür yumağın yere doğru yuvarlanmaya başlıyor. Bu sayılı yıllardan meydana gelen ömrüm kıymeti bilinmiyor ki insan tarafından. Daha doğarken ağlayarak doğuyor. Ve ömrü boyunca hiç doymuyor, hiçbir şey yetmiyor ona. İstediği her şeye sahip olan da kendisine düşman veya huzursuzluk buluyor. Kardeşiyle bir şeyi paylaşamıyor ve komşusuyla Ya bir de kendi arzularıyla birbirlerini seçip almış karı koca hakkında ne demeli? Ömürleri boyunca neyi paylaşıyorlar, birbirlerine neyi ispata çalışıyorlar Niye böyle neden böyle oluyor? Dünyanın güzelliğinden huzur bularak yaşamak için yaratılmış değil mi ki bu insanoğlu? Nefes alacağım dese hava nasıl, içeyim dese şırıldayarak pınarları akıp duruyor. Kara toprağa ne eksen, o meyve veriyor. Çalış ürün al, yaşa, daha ne? (s.35). Bu satırların okuyana ne kadar manidar mesajlar verdiğini görüyoruz ve kitabın isminin neden Sırat Köprüsü Sultan Galiyev olarak konulduğunu daha iyi anlıyoruz. Bu düşüncelerini hayata geçirmek için aşması gereken, o kıldan ince kılıçtan keskin, köprünün üzerinde yaşadıklarına şahit oluyoruz. İşte Sultan Galiyev bu ideallere ulaşmak, tüm dünyada ezilen halkları istiklale kavuşturmak için sosyalist hareketin bir neferi olmuştur. Eserin ilerleyen bölümlerinde, 1917 Ekim Devrimi sırasında Sultan Galiyev in sosyalizm uğruna, devrim uğruna gösterdiği çabalar anlatılmaktadır. Müslüman-Türk halkların, devrim yöneticilerine ve ihtilal hareketine destek vermelerini sağlama konusunda Sultan Galiyev in bitip tükenmek bilmeyen çabalarına şahit oluyoruz. Gerek ihtilal sırasında gerekse ihtilalden sonra Lenin ve Stalin ile birçok defa görüşme imkânı bulan Sultan Galiyev in, ihtilalin gerekleri ve geleceği hakkında fikirleri-

406 421 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yayın Tanıtım... ni beyan etme fırsatı olmuştur. Yazarın bu yaşananları roman üslubuyla anlatması okuyucuda ayrı bir zevk uyandırmaktadır. İlerleyen süreçte ihtilal liderlerinin amacından saptığını, Stalin in amacının milletleri hukuk bakımından ayrı derecelere ayırmak ve sosyal eşitliğe dayanan sosyalizmin bir imparatorluk hüviyetine büründürmeye çalışmasından anlıyoruz. Öte yandan, ünü coğrafyaları aşan Mirseyit Sultan Galiyev in, zamanında ihtilale karşı çıkarak milliyetçi fikir ve söylemleri ile öne çıkan ve bu yönde faaliyetler gösterdikten sonra Türkiye ye sığınan Zeki Velidi ile mektuplaşmaları çeşitli dedikodulara sebep olmuştur. Ayrıca Zeki Velidi den başka büyük Türk düşünürleri Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp ile yazışmaları bu dedikoduları hazırlayan diğer sebeplerdir. İdare, millî meselelerde gayet donanımlı olan ve dış ülkelerdeki istiklal hareketlerinin liderleri önünde büyük hürmet kazanan bu devlet adamını etkisizleştirmek kararı almıştır. Bahsi geçen mektuplaşmalar ve görüşmeler nedeniyle milliyetçi yaftası yiyen Sultan Galiyev düşman ilan edilmiştir. Partiye ve Sovyetlere karşı olan bu sözde halk düşmanı kontrol altına alınmak istenmiştir ve bunun için çeşitli faaliyetlere girişilmiş, hatta Sultan Galiyev i izlemesi için hususi bir izleme ekibi kurulmuştur. Tüm bunlardan habersiz olan Sultan Galiyev, Türk halklarının otonomi haklarını sonuna kadar savunmak için elinden geleni yapmıştır. Onun devrime olan sadakati, Türk halklarını ihtilale yakın tutmak için verdiği uğraşlar ve elde ettiği başarılar göz ardı edilmiş, Türk halklarının otonomi hakkını sonuna kadar savunduğu için şüpheli gözlere esir olmuştur. Hakkında toplanan delillerin hiçbiri Sultan Galiyev i tutuklamaya yetecek deliller değildir. Ancak bunlar gerçekmiş gibi dayatılıp, Sovyetlere ve partiye karşı bölücülük yaptığı iddia edilmiş ve tutuklanmıştır. Her şeye rağmen Sovyetlere ve partiye olan sadakatini bildirmiş, halkının ve ülkenin geleceğinden kendisini mesul tutmuştur. Çünkü Sultan Galiyev in ihtilale ömrünü verişi sadece Türk halklarının değil, bütün dünya halklarının istiklaline kavuşması amacını taşıyordu. İnsanları milliyetlerine göre ayırt etmediğini görüyoruz. Onun için Rus da, Yahudi de, Tatar da, Başkurt da birdi. Ancak onun savunduğu bu düşünceler, partinin ileri gelenleri tarafından hep farklı şekilde anlaşılmıştır. Netice itibariyle Sultan Galiyev bir ara tutukluluktan kurtulmuş olsa da bu aşamadan sonra esaret hayatının pençesinden kurtulamayacaktır. Bu süre içerisinde insanlık dışı türlü eziyetlere maruz kaldığını üzülerek görüyoruz. Fakat Sultan Galiyev bu süre içerisinde davasına bağlılığından bir an bile ödün vermemiş ve onurlu bir duruş sergilemiştir. Sürgüne gönderildiği, gidenin dönmesinin bir mucize olduğu Solovki adalarında yaşadıklarını okurken insanın içini yakan bir serüvenle karşılaşmaktayız.

407 422 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Zeki CAN Buradan da uzun bir esaret hayatının ardından Stalin in emriyle bu adadan kurtulmuştur. Ancak yeni sürgün hayatı Sovnarkom da devam etmiş ve burada da çok sıkıntılar çekmiş, yakasını bırakmayan şanssızlığı burada da devam etmiştir. Sonuç itibariyle bir oldubittiyle Sultan Galiyev i idama mahkûm etmişler ve bu büyük Tatar-Türk milliyetçisi, 1940 yılında idam edilmiştir. Kitabın son kısmında yazar, Sultan Galiyev ve ailesinin fotoğraflarına yer vermiştir. Bundan başka tutuklu bulunduğu süre içerisinde Stalin e yazdığı dilekçe mektuplardan birkaç nüsha eklenmiştir. Renad Muhammedi yi resmî kaynaklardan araştırdığı ve KGB dosyalarını bizzat inceleyerek oluşturduğu, olayları gayet güzel bir şekilde sıralayarak akıcı bir anlatımla verdiği bu eserinden dolayı kutlamak gerekir. Ayrıca eseri Türkiye Türkçesine büyük bir başarı ile aktaran Mustafa Öner e de teşekkür borçluyuz.

408 Yayın Tanıtım/Book Review Öğr. Gör. Ramis KARABULUT Dr. Şerafettin Mağmumi, Anadolu ve Suriye de Seyahat Hatıraları, (hzl. Nâzım Hikmet POLAT), Cedit Neşriyat, Ankara 2010, 293 s. Edebî türleri kesin hatlarla birbirinden ayırmak, inceleme ve öğretme kolaylığından başka bir amaca hizmet etmez; oysa bazı türleri birbirinden kesin hatlarla ayırmak bazen güçleştiği gibi, bu tavır kanaatimizce türü sınırlayacağı için zararlıdır bile diyebiliriz. Bunun için zaman zaman arada bir açık kapı bırakmakta fayda vardır. Özellikle de edebî türler zaman içinde gelişip bugünkü şeklini aldığına göre, geçmişte bazı türlerin birbiri içinde yer aldığını da göz önünde bulundurmakta fayda vardır. Böylece bazı görünmeyen nitelikler de ortaya çıkarılmış olacaktır. Örneğin edebî türlerden hatıra (anı) türünün kesin sınırlarını çizmek oldukça zordur. Hatta seyahat yazılarını, günlük, otobiyografi, mektup ve anı biçiminde kaleme alınmış hikâye ve romanları da hatıra ile ilişkilendirmek doğru bir yaklaşım olur. Yukarıda künyesini vererek tanıtmayı amaçladığımız Şerafettin Mağmumi (İstanbul 1869-Kahire 1927) nin eserini Seyahat Hatıraları şeklinde isimlendirmesi iddialarımızı destekler niteliktedir. Demek ki eserin yayımlandığı (1909) II. Meşrutiyet Döneminde seyahat yazıları hatıra nın bir nevi kabul edilmektedir. Yenileşme Devri Türk Edebiyatı tarihi konusunda en son yayımlanan eserlerden Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat tan Cumhuriyet e ( ) adlı kapsamlı çalışmada bu tür eserlerin tamamının Hatıra-Mektup başlığı altında ele alındığını ve bu türlerin edebiyatımızdaki gelişimi konusunda oldukça özlü ve ayrıntılı bilgilere yer verildiğini görüyoruz (Enginün Niğde Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. rkarabulut611@hotmail.com

409 424 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. Ramis KARABULUT 2006: ). Bizim maksadımız elbette seyahat eserlerinin edebiyatımızdaki gelişimini anlatmak değil. Günümüzde insanlar bu adlandırmayı farklı algılayabilir endişesiyle, böyle bir açıklamayı gerekli görüyoruz. Asıl maksadımız daha çok adı geçen eserin nitelikleri ve dönemi içinde yazılan diğer benzeri eserler arasındaki yerine dikkat çekmektir. Dr. Şerafettin Mağmumi ismi, 2002 yılına kadar, ilgi alanı yakın dönem tarihi olanlar dışında pek bilinmemekte idi yılında Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat, ayrıntılı ve derli toplu bir monografi yayımlayıncaya kadar (POLAT 2002) bu şahsiyet ve eserleri üzerinde bir sis perdesi vardı. Bu sayededir ki Şerafettin Mağmumi nin Jöntürk hareketinin ileri gelenlerinden ve İttihat ve Terakki Cemiyeti nin kurucularından olduğunu, gerek siyaset gerek meslek hayatında önemli çalışmalarda bulunduğunu, tıp ve siyasete dair yayımlanmış onlarca esere sahip olduğunu öğreniyoruz. II. Meşrutiyet gibi önemli bir tarihi dönüm noktasında siyasal faaliyetleri ile önemli roller oynamış bir kişiliğin siyasal yaşamı ve eserlerinin böyle bir akademik çalışmayla ortaya konulup tanıtılması takdire şayandır. Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat, Mağmumi hakkında sadece bir monografik çalışmayla kalmamış, onun üç cilt hâlinde eski harflerde yayımlanmış seyahat anılarını da orijinaline dokunmadan yeni harflere aktarıp yayınlayarak, yakın dönem Türk tarihi ile ilgilenen tüm sosyal bilimcilerin yararlanacağı kıymetli çalışmalar ortaya koymuştur. Bunlardan gezi yazılarının 2 ve 3. ciltlerini Harid Fedai ile birlikte Bir Osmanlı Doktorunun Seyahat Anıları Avrupa Seyahat Hatıraları, Dr. Şerafettin Mağmumi adıyla 2008 yılında yayımladı (Polat Fedai 2008). Son olarak da yazarın gezi yazılarının birinci cildi olan Anadolu ve Suriye de Seyahat Hatıraları nı yayımlamış olup (Polat 2010), Türk okuyucusunun ve araştırmacıların istifadesine sunmuştur. Mağmumi nin Seyahat hatıralarının bu cildi 2001 yılında Bir Osmanlı Doktorunun Anıları adıyla sadeleştirilerek günümüz Türkçesine aktarılıp yayımlanmıştı (Kayra 2001). Polat, bu sebeple kitabın Önsöz ünde, Elinizdeki basım aynı cildin orijinal diliyle yeniden neşridir. Böylece Dr. Şerafettin Mağmumi nin Seyahat Hatıraları nın her 3 cildi, orijinal diliyle günümüz okuyucusuna sunulmuş bulunmaktadır. (s )

410 425 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yayın tanıtım sözleriyle, bu türden hem kaynak niteliği taşıyan hem de kültürel değeri haiz eserlerin araştırmacıların istifadesi için orijinalitesine dokunmadan, yeni harflere aktarılması lüzumuna vurgu yapmaktadır. Ayrıca Polat, esere yazdığı Giriş te Kayra nın yukarıda belirtilen sadeleştirilmiş metin yayımının da geniş kitlenin okuma ihtiyacı için gerekli olduğunu belirtmeyi ihmal etmeyerek, farklı amaçlı metin neşrinin önemini de vurgulamaktadır (s ). Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat, eserin girişine yazar ve eseri hakkında okuyucu için çok elzem olan bir giriş eklemeyi ihmal etmemiştir (s ). Mağmumi nin ailesi, tahsil hayatı gibi bilgilerden başka 1894 yılında tıbbiyeden mezun olduktan sonra kolera salgını dolayısıyla ardı ardına 5-6 ay kadar Bursa, 2 ay kadar Adana ve Suriye civarlarında geçici görevlendirildiğini, elimizdeki hatıraların bu görevler vesilesiyle ortaya çıktığı gibi bilgileri Giriş te verilen malumattan öğreniyoruz. Ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti nin kurucu beş üyesinden biri olduğunu, bundan sonraki siyasî hayatının ayrıntılarını, Paris e kaçışını, Cemiyet in muhalif kanadında yer almasından dolayı II. Meşrutiyet in ilanından sonra hak ettiği ilgiyi göremeyişini, bu arada Paris ten Kahire ye dönmeden evvel dâhiliye ve göz üzerine ihtisas yaptığını, 11 adet basılmış eseri bulunduğu gibi birçok bilgi sunulmaktadır. Onun eserlerinden seyahat hatıralarının künyesini buraya alabiliriz: Seyahat Hâtıraları Anadolu ve Suriye de-, adet 1, Matbaatü l- Fütûh, Mısrü l-kahire, 1327/1909, 312 s. Seyahat Hâtıraları Bürüksel ve Londra da-, adet 2, Matbaatü l- Fütûh, 1326/1908, 239+1s. Seyahat Hâtıraları Fransa ve İtalya ve İsviçre de-, adet 3, Matbaatü l-mikdad, 1332/1914, 303 s. (s. 20) Polat, yazarın hayatı ve eserleri hakkında bilgi verdikten sonra, Mağmumi nin Gezi edebiyatına katkısı nedir? ve Mağmumi nin gezi eserlerindeki özellikler başlıkları altında bu eserlerin nitelikleri hakkında okuyucu için aydınlatıcı bilgiler sunmaktadır (s ). Araştırmacı burada eserin muhtevasından hareketle on altı madde halinde tespit ettiği özellikleri saymakta ve sonuçta bu eserin Ahmet Haşim in Frankfurt Seyahatnamesi kadar edebî bir üslupla kaleme alınmasa da, kültürümüz için önemli bir hazine değerinde olduğunu vurgulayıp bitirmektedir (s. 24). Bu eser vasıtasıyla Yenileşme Devri Edebiyatımızda gezi eserlerinin gelişimine bir göz atma fırsatımız oldu. Gördük ki Tanzimat tan 20. Yüzyıl ın ortalarına kadar bu tür eser sahipleri, eserlerini genellikle resmî görevler vesilesiyle ortaya koymuşlardır. Diplomatlar, paşalar, siyasetçi-

411 426 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Öğr. Gör. Ramis KARABULUT ler, doktorlar ve öğretmenleri bu vadide eser vermiş olarak görmekteyiz. Bunlardan doktorluk mesleği ve gezi türü söz konusu olunca ilk akla gelen isimlerin başında elbette Cenap Şahabettin olacaktır. Cenap Şahabettin ve Mağmumi nin her ikisi de doktordur ve hayat maceraları da biraz örtüşmektedir. Cenap da Paris te tıp ihtisası yapar, arası uzun süre Hicaz bölgesinde doktor olarak görev yapar ve bu görevin meyvesi olarak Hac Yolunda (Servet-i Fünûn 1896/1909) adlı eserini kaleme alır. Afak-ı Irak (1916), Suriye Mektupları (1918), Avrupa Mektupları (1919) gibi eserleri de yine böyle ortaya çıkmıştır. Dikkat edilirse, bu doktor yazarlardan Mağmumi nin eserinin ortaya çıkış tarihi ( ) ile Cenap ın eserinin ortaya çıkış tarihi (1896) hemen hemen aynı yıllara denk gelmektedir. Fakat Cenap son derece şairane bir üslûpla yazmaktadır, sanatkârane bir nesri vardır. Mağmumi ise daha malumat verici, daha teknik meselelere dikkat çekmekte, daha çok mesleğiyle ilgili dikkatinin meyvesini sunmaktadır. Mağmumi, bir plan dâhilinde gidip gördüğü yerleri düzenli bir şekilde okuyucunun dikkatine sunmaktadır. Örneğin Bursa şehrini anlatırken kullandığı şu başlıklar, onun gezi yazılarının mahiyeti hakkında sanırız kanaat uyandıracak cinstendir: Bursa Şehri: Yeşil Cami ve Türbe, Yeşil Türbe ye Gelince, Yıldırım Cami-i Şerifi ve Türbesi, Türbesine Gelince, Tophane Seddi, Muradiye, Tiyatrolar, Uzunçarşı, Oteller, Fabrikalar, Matbaalar, Bursa Gazetesi, Kaplıca ve Ilıcalar, Seyrangâhlar, Ziraat mektebi, Dârü l-harîr Yani Koza Mektebi, Bursa nın Pazarları, Bursa nın Topoğrafya-yı Tıbbiyesi, Ahvâl-i havaiyeye Gelince, Ahvâl-i Maiyesine Gelince (s ). Görüldüğü gibi son derece planlı ve düzenli bir seyahat eseri özelliğini başlıklarından anlamak mümkündür. Eserin Adana şehriyle ilgili bölümünden bir kısmı, yazarın o günlerde hükümete karşı siyasî tavrını ve yaklaşımını yansıtması açısından dikkat çekici olduğu için aşağıya alıyoruz: Tarsus koleradan temizlenince Adana ya avdetle on gün kadar kaldım. Hastalık burayı da fena halde sarsmıştı. Aynı şevk-i bakirle hayatımızı tehlikeye koyup çalıştıksa da maatteessüf semeredâr olmuyordu. Çünkü Tarsus taki hükûmetin, o muhterem Ziya Bey in zekâveti, gayreti ve faâliyetleri yerine burada Faik Paşa namındaki bunamış bir valinin cehâleti, betâeti teşebbüslerimizi akim bırakıyordu.. (s. 199).

412 427 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yayın tanıtım Polat, eserin orijinalinde olmayan gezilerin yapıldığı yerlerin o günlerdeki fotoğraflarını da ilave ederek esere ayrı bir değer katmış ve eserin eski harfli ilk baskısındaki sayfa numaralarını da iki eğik çizgi arasında (/25/ gibi) vererek araştırmacıların istifadesi için daha elverişli hâle getirmiştir. Ayrıca eserin sonuna eklediği özel adlar Dizin inin de bilimsel çalışmalar için ne kadar elzem olduğunu araştırmacılar takdir edeceklerdir. Üzeri unutulmuşluk sisiyle kaplı bu gibi eserlerimizden daha nicelerinin gün yüzüne çıkarılmasını dilerken, eseri yayına hazırlayan Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat ı içtenlikle kutluyor, yeni çıkacak eserlerini sabırsızlıkla beklediğimizi belirtmek istiyoruz. KAYNAKÇA Dr. Şerafettin Mağmumi (2008), Avrupa Seyahat Hatıraları (Bir Osmanlı Doktorunun Seyahat Anıları), (hzl. Nâzım Hikmet POLAT Harid FEDAİ), Boyut Kitapları, İstanbul. Dr. Şerafettin Mağmumi (2010), Anadolu ve Suriye de Seyahat Hatıraları, (hzl. Nâzım Hikmet POLAT), Cedit Neşriyat, Ankara. ENGİNÜN, İnci (2006), Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat tan Cumhuriyet e ( ), Dergâh Yay., İstanbul. KAYRA, Cahit (2001), Bir Osmanlı Doktorunun Anıları Yüz Yıl Önce Anadolu ve Suriye, Büke Yay., İstanbul. POLAT, Nâzım Hikmet (2002), Dr. Şerafettin Mağmumi Bir Jöntürk ün Serüveni (Hayatı ve Eserleri), Büke Yay., İstanbul.

413 Yayın Tanıtım/Book Review Yrd. Doç. Dr. Salim KÜÇÜK Günay Karaağaç, Türkçenin Söz Dizimi, Kesit Yayınları, Đstanbul, 2009, 209 s., ISBN Dilbilimi, yöntem açısından geleneksel dilbilgisinden farklı olmakla birlikte yine de kaynağı dilbilgisidir diyebiliriz. Çok eski bir bilim dalı olan dilbilgisi, eğitime yönelik amaçlar taşır. Eskiden dine ve edebiyata ait metinleri doğru okuyabilmek kadar, topluluk içerisinde etkili konuşmak da önemli görülmüştür. Dilbilgisi nin oluşumunu şu sebeplere bağlamak mümkündür: Eski metinleri açıklamak, bir yabancı dili öğre(t)nmek, kendi anadilini doğru konuşma ve yazma sanatını öğre(t)nmek (Kıran 2002: 40-41). Bilinen en eski dilbilgisi kitabı Techne Grammatiké Dilbilgisi Sanatı, Đ.Ö. I. yüzyılda yaşamış olan ve dilbilgisinin babası olarak nitelendirilen Trakyalı Dionyisos Thrax tarafından yazılmıştır. Tümce tanımı Aristo ile aynı olan Dionyisos sözcükleri ad, eylem, ortaç (Partizip), tanımlık (Artıkel, harf-i tarif), adıl, ilgeç, belirteç ve bağlaç olmak üzere sekiz türe ayırmış ve bunları tanımlamıştır. Eski Roma da dilbilgisi üzerine çalışanlar bu sekiz sözcük türüne sonradan sıfatı da eklemişlerdir (Başkan 2003: 28; Toklu 2003: 55, 56; Aydın 2007: 20). Her dilde sekiz sözcük türü (ad, eylem, sıfat, zarf, adıl, ilgeç, bağlaç, ünlem), özne ve yüklem, çeşitli yollarla sözcük yapımı vardır. Tüm bunlar, her dilde birbiriyle aynı olmamakla birlikte, her dilde mevcuttur. (Bayraktar 2006: 14). Ordu Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl.

414 430 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salim KÜÇÜK Dünyada bugün yaşayan ve konuşulmakta olan dillerden örnek verilecek olursa Macarcanın ilk grameri 1539 yılında J. Erdösi, Habeşceninki 1540 yılında M. Victorius, Türkçeninki 1612 yılında H. Megiser, Ermeniceninki 1624 yılında F. Rivola, Finceninki 1649 yılında A. Petraeus, Bengalceninki 1743 yılında M. Assumpçam, Eskimocanınki 1760 yılında P. Egede, Kürtçeninki 1787 yılında M. Garzoni tarafından yazılmıştır (Başkan 2003: 43). Türkiye Türkçesinde söz dizimi üzerine birçok yayının yapıldığını görüyoruz. Bunların önemlilerini yayınlandıkları tarihe göre şöyle sıralayabiliriz: Ahmet Cevat Emre, Türkçede Cümle, I. Ünlemden Cümleye, TDAY, Belleten (1954); Ahmet Cevat Emre, Türkçede Cümle: II. Đsim Cümlesi, TDAY, Belleten (1955); Vecihe Hatipoğlu, Türkçenin Söz Dizimi (1972); Hikmet Dizdaroğlu, Tümce Bilgisi (1976); Haydar Ediskun, Türkçe Dilbilgisi-Ses Bilgisi, Biçimbilgisi, Cümlebilgisi (1985); Leyla Karahan, Türkçede Söz Dizimi (1991); Đbrahim Delice, Türkçe Söz Dizimi (2003); Rasih Erkul, Cümle ve Metin Bilgisi (2004); Neşe Atabay, Sevgi Özel, Ayfer Çam, Türkiye Türkçesinin Söz Dizimi (2004); Sıddık Akbayır, Cümle ve Metin Bilgisi (2007); Mustafa Özkan, Türkiye Türkçesi Söz Dizimi (2008); Bilal Aktan Türkiye Türkçesinin Söz Dizimi (2009). Bunlara 2009 yılının Eylül ayında Günay Karaağaç ın Türkçenin Söz Dizimi adlı eseri de eklendi. Pek çok esere imzasını atan, Aydın Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Günay Karaağaç, böylece şimdiye kadar yayınlanmış eserlerine yalnızca Türkiye Türkçesinin değil, genel manada Türkçenin söz dizimini de eklemiş oldu. Đçindekiler kısmına bakıldığında kitabın özgün bir şekilde yapılandırıldığı ve konuların özenli bir biçimde ele alındığı görülmektedir. Eser iki ana bölümden oluşmaktadır: Dilbilgisi + Dilbilim şeklinde yapılandırılmış birinci bölüm Sözlük ve Söz Dizimi Ögeleri (s ), ikinci bölüm Söz Dizimi (s ) başlığını taşımaktadır. Sözlük Ögeleri, Söz Dizimi Ögeleri, Sözlü ve Yazılı Dil Kullanımı ve Dil Bilgisinin Anlam Kümeleri gibi alt başlıklardan oluşmuş birinci bölüm, Türkiye Türkçesi için yazılmış, alışageldiğimiz söz dizimi türündeki eserlerden farklı olarak dilbilimsel ve karşılaştırmalı bir yöntemle Türkçenin dilbilgisini ortaya koymaktadır. Türkçenin dilbilgisi demek daha doğru bir ifade, çünkü yazar konuyu yalnızca Türkiye Türkçesi ile sınırlandırmamıştır. Önce tarihî lehçelere açılım yapmış ardından da Türkiye Türkçesinden hareketle çağdaş Türk lehçelerindeki uygulamalara yer vermiştir. Örneğin Çokluk Eki ni anlatırken önce Eski Türk Yazı Dilleri nde yer alan Eski Türkçe, Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlıca, Çağatayca ve Kıpçakçadaki şekillerinin ardından Çağdaş Türk Yazı Dilleri ndeki duruma ilişkin örnekleri sıralamıştır. Birinci bölüm bu manada yeni bir uy-

415 431 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yayın Tanıtım gulama ve farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Örneğin Karaağaç, isim çekimini ekli ve edatlı olarak ele almış; yalın, ilgi, yapma, yaklaşma, bulunma, uzaklaşma, vasıta, eşitlik ve yön çekimlerine; sebep, benzerlik ve sınırlama hâllerini de dâhil ederek sayılarını 13 e yükseltmiştir. Günay Karaağaç bu bölümde, mevcut dilbilgisi kitaplarından farklı olarak her dilde karşımıza çıkan ad, sıfat, zarf, zamir, eylem, edat gibi 8 sözcük türünden bağlaç ve edatlara yer vermeyerek isimler başlığı altında yer alması gereken Özel Ad ı da ayrı bir sözcük türü olarak göstermiştir. Üstelik Karaağaç, Ekli ve Edatlı Hâl Çekimi nde Türkçeye diğer dilbilgisi ve söz dizimi kitaplarından farklı olarak için edatıyla yapılan Sebep Hâli; denli, kadar, gibi vb. edatlarla yapılan Karşılaştırma Hâli; teg, gibi vb. edatlarla yapılan Benzerlik Hâli gibi yeni terimler de kazandırmıştır. Vurgu, titremleme, beden dili, yazım kuralları ve noktalama gibi alt konu başlıkları da bu bölümü bu sahada yazılmış diğer kitaplardan farklı kılmaktadır. Yazar, eserin bütününde dilbilimsel bir dil kullanmış; açık, anlaşılır ve sade bir dili tercih etmiştir. Macarca, Đngilizce ve Moğolca bilen yazar, Türkçesi varken yabancı kelimeleri kullanmamıştır. Özenli bir şekilde seçilen kelimeler yazarın hem üsluba, hem konuya, hem de anlatıma hâkim olmasını sağlamıştır. Şüphesiz bu, yazarın konulara dilbilimci kimliğiyle yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Dil, Tarih ve Đnsan adlı eserinde de bu üslubu belirgin olarak görmek mümkündür. Türkçenin Söz Dizimi ni farklı kılan özelliklerden birincisi kullanılan dil, ikincisi ele alınan konulara dilbilimci gözüyle yaklaşım ve üçüncüsü özgün bir planla yapılandırma diyebiliriz. Bunda Karaağaç ın Türkçenin dışında batı dillerine ve Arapça, Farsça gibi doğu dillerine hâkim olmasının da önemli bir payı bulunmaktadır. Bunun yanında konuların işlenişi sırasında somutlaştırma yapmak için verilen örneklerin son derece özgün olduğu görülmektedir. Söz Dizimi adını taşıyan ikinci bölümde önce Söz Öbekleri ne ardından Cümle ye yer verilmiş, söz öbeklerinin özellikleri üzerinde durularak çeşitlerine değinilmiştir. Karaağaç, hâl eklerinde olduğu gibi kelime gruplarına Benzerlik, Karşılaştırma, Sebep ve Sınırlandırma Hâli öbeklerini dâhil etmiş, Ünlem Öbeği ni de farklı olarak Kısaltma Öbekleri içerisinde göstermiştir. Zincirleme Đsim Tamlaması na da yer verilen bu kısım yapısalcı ve modern bir tarzla oluşturulmuştur. Cümle bahsinde ise cümlenin özellikleri, öğeleri ve türleri üzerinde durulmuş; Türkçe, Macarca, Moğolca ve Fince cümle örneklerine yer verilerek, Ural-Altay dil ailesine mensup bu dillerle ilgili olarak cümle yönünden okuyucuya karşılaştırma yapma ve bütünsel düşünme fırsatı sağlanmıştır. Esasen bu görüş eserin bütünü için geçerlidir.

416 432 TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/Yrd. Doç. Dr. Salim KÜÇÜK Leyla Karahan gibi Karaağaç da cümlenin unsurları arasında edat tümlecine yer vermemiştir. Eser plan yönünden bu alanda yazılmış diğer kitaplardan farklı bir yapı sergilemektedir. Örneğin Leyla Karahan ın Türkçede Söz Dizimi adlı eserinden farklı olarak Cümlenin Unsurları ve Türleri ikinci bölümde yer almıştır. Cümlenin Ögeleri nde terimler yönünden Leyla Karahan ile paralelliği sağlayan Karaağaç Cümle Türleri nde Leyla Karahan dan farklı olarak Sıralı Cümle ye yer vermemiş ve Bağlı Cümle nin bir alt başlığı olarak Eksiltili Cümle veya Söz Cümle ye yer vermiştir. Buna bağlı olarak soru cümlesi; Seçmeli Soru, Ünlemlik Soru, Karşı Çıkma Sorusu, Cümleyi Değil Cümle Öğelerinden Birini Sorma Sorusu, Đkili Soru, Düşünme Sorusu, Dolaylı Soru, Zamir Sorusu, Dolaysız Soru, Ret-Kabul Sorusu, Ayırıcı Soru, Retorik Soru, Uzlaşı Sorusu, Onay Sorusu şeklinde çeşitlendirilmiştir. Eser işlevsel, faydacı ve sistematik bir tarzda hazırlanmıştır. Öyle ki, Türkiye Türkçesinde dilbilgisini ve dilbilimi başarıyla birleştiren ilk eser olarak nitelendirilebilir. Đçerik, terim ve tanımlarla dikkati çeken, kaynakçası olmayan eseri özgün kılan özelliklerden biri de konuları somutlaştırmak için kullanılan art ve eş zamanlı metotla hazırlanmış, okuyucunun Türk Dünyasına ve Türkçeye hâkim olmasını sağlamaya yönelik açıklayıcı tablolardır. Kitapta bütünlükçü bir anlayışla hazırlanmış, toplam 64 tabloya yer verilmiştir. Bu aynı zamanda yazarın bilgilendirmede görselliğe de önem verdiğinin bir göstergesidir. Karaağaç ın eseri bilinenleri tekrarlamak yerine söz dizimine ve Türkçenin öğretimine hem farklı bir anlayış kazandırmakta hem de dilbilgisine dilbilimsel bir yenilik getirmektedir. Eser, Türkçenin söz dizimine bütünsel bir anlayışla yaklaştığı için aynı zamanda bir ilktir ve bu yönüyle değerlidir. Dileğimiz eserin hak ettiği övgü ve değeri görmesidir. KAYNAKÇA AYDIN, Mehmet (2007), Dilbilim El Kitabı, 3F Yayınevi, Đstanbul. BAŞKAN, Özcan (2003), Dilbilim, Lengüistik Metodu, Multilingual Yayınları, Đstanbul. BAŞKAN, Özcan (2003), Dilbilim, Lengüistik Metodu, Multilingual Yayınları, Đstanbul. BAYRAKTAR, Nesrin (2006), Dil Bilimi, Nobel Yayınları, Ankara. KIRAN, Zeynel (2002), Dilbilime Giriş, (hzl Ayşe (Eziler) Kıran), Seçkin Yayınları, Ankara. TOKLU, Osman (2003), Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara.

417 Yayın Tanıtım/Book Review Arş. Gör. Seda ÖZBEK Filiz KILIÇ, Klâsik Türk Edebiyatının Peşinden, Grafiker Yayınları, Ankara 2010, 318 s. Yayımlanan her makale akademisyenin farklı cephesini gösterir. Bununla birlikte üzerinde çalışılan bir konu, farklı bakış açıları sayesinde kendinden sonra gelecek çalışma-ların nüvesini teşkil eder. Çalışma prensipleri, yol haritaları, araştırma usulleri ne olursa olsun, alanında yapılmış her ciddi çalışma edebiyatımız için bir kazançtır. Prof. Dr. Filiz Kılıç, Eski Türk Edebiyatı alanında yaptığı seyahat esnasında gördüklerini, hissettiklerini, izlenimlerini, farklı yıllarda, farklı yayınlarda edebiyat âlemiyle paylaşmıştır. Elimizdeki eser, bu seyahatten küçük bir kesittir. Bu eserin seyyahının haberi olmadan ortaya çıkarıldığını belirtelim. Şöyle ki Prof. Dr. Filiz Kılıç ın eşi Mehmet Kılıç ın gayret ve teşvikleri, Dr. Ayşe Yıldız ın yayıma hazırlamasıyla seçilmiş makalelerden oluşan bu eser, Prof. Dr. Muhsin Macit in sunuş yazısı ile yayımlanmıştır. Prof. Dr. Filiz Kılıç ın makalelerinden seçilerek oluşturulan bu kitap şair tezkirelerinden, tezkire önsözlerine; divan edebiyatındaki mum mazmunundan, klasik şiirimizdeki nevruza; Âşık Çelebi den, Şefkat e; Şehzâde Bayezid (Şahî) dan, Mesud Mirza (Şahî) ya; Filibeli, Kastamonulu, Giritli divan şairlerinden, Özbek, Tatar, Uygur şairlerine, hâsılı sa- Niğde Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl.

LEHÇE OLUŞMA ŞARTLARI VE EVRELERĐ BAKIMINDAN ESKĐ TÜRKĐYE TÜRKÇESĐ

LEHÇE OLUŞMA ŞARTLARI VE EVRELERĐ BAKIMINDAN ESKĐ TÜRKĐYE TÜRKÇESĐ LEHÇE OLUŞMA ŞARTLARI VE EVRELERĐ BAKIMINDAN ESKĐ TÜRKĐYE TÜRKÇESĐ Doç. Dr. Ali AKAR * ÖZ: Bir konuşma dilinin yazı diline hâline gelebilmesi için çeşitli tarihî, coğrafi, dilbilimsel ve demografik şartların

Detaylı

TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI

TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI ISSN: 1300-7874 TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI JOURNAL OF TURKOLOGY RESEARCH uluslararası hakemli dergi international peer reviewed journal Yılda iki sayı yayımlanır. Biannual 15. Yıl/Year 28. Sayı/Volume

Detaylı

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Hanlığı ve Kazakistan konulu bu toplantıda Kısaca Kazak

Detaylı

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2 İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 ÖNSÖZ DİL NEDİR? / İsmet EMRE 1.Dil Nedir?... 1 2.Dilin Özellikleri.... 4 3.Günlük Dil ile Edebî Dil Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar... 5 3.1. Benzerlikler... 5 3.2. Farklılıklar...

Detaylı

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI GÜZ DÖNEMİ DERSLERİ Kodu Dersin Adı Statüsü T P K AKTS TAE 600 Özel Konular Z 4 0 0 30 TAE 601 Türkiyat Araştırmalarına Giriş I Z

Detaylı

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI GÜZ DÖNEMİ DERSLERİ Kodu Dersin Adı Statüsü T P K AKTS TAE 700 Özel Konular Z 5 0 0 30 TAE 701 Kültür Kuramları ve Türkiyat Araştırmaları

Detaylı

(TÜRKÇE) I. (Ana sayfada görünecektir.)

(TÜRKÇE) I. (Ana sayfada görünecektir.) (TÜRKÇE) I. (Ana sayfada görünecektir.) Adı Soyadı (Unvanı) Akartürk Karahan (Yrd.Doç.Dr.) Doktora: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009 E-posta: (kurum/özel) akartrk@yahoo.com Web sayfası

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ...

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ... İÇİNDEKİLER Birinci Bölüm... 7 ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ... 8 Türk Dillerinin Sınıflandırılması... 14 Türk Dillerinin Ses Denklikleri Bakımından Sınıflandırılması... 16 Altay Dilleri Teorisini Kabul

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders Dr. İsmail BAYTAK Orta Asya Tarihine Giriş Türk Adının Anlamı: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı Türk adından ilk olarak Çin Yıllıklarında bahsedilmektedir. Çin kaynaklarında

Detaylı

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri 1. Yıl - Güz 1. Yarıyıl Ders Planı SOSYAL BİLİMLERDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ TDE729 1 3 + 0 6 Sosyal bilimlerle ilişkili

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 2 EDEBİ BİLGİLER (ŞİİR BİLGİSİ) 1. İncelediği şiirden hareketle metnin oluşmasına imkân sağlayan zihniyeti 2. Şiirin yapısını çözümler. 3. Şiirin

Detaylı

TDE 101 Türkiye Türkçesi I Turkey Turkish I TDE 102 Türkiye Türkçesi II Turkey Turkish II

TDE 101 Türkiye Türkçesi I Turkey Turkish I TDE 102 Türkiye Türkçesi II Turkey Turkish II 01.Yarıyıl Dersleri 02.Yarıyıl Dersleri Ders Adı İngilizce Ders Adı TE PR KR AKTS Ders Adı İngilizce Ders Adı TE PR KR AKTS TDE 101 Türkiye Türkçesi I Turkey Turkish I 3 0 3 5 TDE 102 Türkiye Türkçesi

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 10. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 10. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR 1. Edebiyat tarihinin incelediği konuları açıklar. 2. Edebî eserlerin yazıldığı dönemi temsil eden belge olma niteliğini sorgular 3. Uygarlık tarihiyle edebiyat

Detaylı

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA Sayı : 10476336-100-E.531 29/01/2019 Konu : Ders İçerikleri-Çağdaş Türk Lehçerleri ve Edebiyatları Bölümü İLGİLİ MAKAMA Bu belge 5070 Elektronik İmza Kanununa uygun olarak imzalanmış olup, Fakültemiz Çağdaş

Detaylı

A Y I NUMBER Y I L 10

A Y I NUMBER Y I L 10 S 18 A Y I NUMBER Y I L 10 Y E A R Divan Edebiyatı Vakfı (DEV) yayınıdır. Yayın Türü Dizgi-Mizanpaj Baskı-Cilt Kapak Tasarım İlmî ve Edebî Divan Edebiyatı Vakfı Dizgi Servisi Bayrak Yayımcılık Matbaa San.

Detaylı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı III. ÜNİTE TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI VE İLK TÜRK DEVLETLERİ ( BAŞLANGIÇTAN X. YÜZYILA KADAR ) A- TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI I-Türk Adının Anlamı

Detaylı

Turkish Studies Türkoloji Dergisi

Turkish Studies Türkoloji Dergisi Turkish Studies Türkoloji Dergisi Eski Anadolu Türkçesinin Kuruluşunda Yazi Dili - Ağız İlişkisi Prof. Dr. Leylâ Karahan Manzum Sözlüklerimizden Sübha-i Şibyán Şerhi Hediyyetü l-ihván Doç. Dr. Atabey Kılıç

Detaylı

JOURNAL OF ATATÜRK RESEARCH CENTER

JOURNAL OF ATATÜRK RESEARCH CENTER JOURNAL OF ATATÜRK RESEARCH CENTER VOLUME: XXVII NOVEMBER 2011 NUMBER: 81 Mart, Temmuz ve Kasım Aylarında Yayımlanan Hakemli Dergi Peer Reviewed Journal Published in March, July and November ATATÜRK KÜLTÜR,

Detaylı

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ EKİM AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 EDEBİYAT TARİHİ / TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERE AYRILMASINDAKİ ÖLÇÜTLER 1.Edebiyat tarihinin uygarlık tarihi içindeki yerini.edebiyat tarihinin

Detaylı

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER TÜRK DİLİ ÜZERİNE BİRKAÇ NOT Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Doç. Dr. S. EKER 1 Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir Dilin millî ve zengin olması millî

Detaylı

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ İNSANİ BİLİMLER VE EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ VE EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ DÖRT YILLIK-SEKİZ YARIYILLIK DERS PROGRAMI

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ İNSANİ BİLİMLER VE EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ VE EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ DÖRT YILLIK-SEKİZ YARIYILLIK DERS PROGRAMI ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ İNSANİ BİLİMLER VE EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ VE EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ DÖRT YILLIK-SEKİZ YARIYILLIK DERS PROGRAMI ZORUNLU DERSLER BİRİNCİ YIL BİRİNCİ YARIYIL 1 YDİ 101

Detaylı

PROF. DR. HÜLYA SAVRAN. hsavran@balikesir.edu.tr. 4. ÖĞRENİM DURUMU Derece Alan Üniversite Yıl Lisans

PROF. DR. HÜLYA SAVRAN. hsavran@balikesir.edu.tr. 4. ÖĞRENİM DURUMU Derece Alan Üniversite Yıl Lisans PROF. DR. HÜLYA SAVRAN ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı Hülya SAVRAN İletişim Bilgileri Adres Telefon Mail Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Bölümü 10145 Çağış Yerleşkesi / BALIKESİR 0 266 612 10 00

Detaylı

DERSLER VE AKTS KREDİLERİ

DERSLER VE AKTS KREDİLERİ DERSLER VE AKTS KREDİLERİ 1. Yarıyıl Ders Listesi TDP-101 TOPLUMSAL DUYARLILIK PROJESİ I Zorunlu 1+0 1 1 YDBI-101 İNGİLİZCE Zorunlu 2+0 2 2 TDE-155 KLASİK TÜRK EDEBİYATI TEMEL BİLGİLER-I Zorunlu 2+0 2

Detaylı

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI 1. SINIF

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI 1. SINIF HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 2016-2017 GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI 1. SINIF Zorunlu Dersler Listesi (TDE Kod: 349) Dersin Sorumlusu Gün Saat Derslik T P K

Detaylı

Karahanlı Eserlerindeki Söz Varlığı Hakkında

Karahanlı Eserlerindeki Söz Varlığı Hakkında Akademik İncelemeler Cilt:3 Sayı:1 Yıl:2008 Karahanlı Eserlerindeki Söz Varlığı Hakkında Emek Üşenmez 1 fahemek@gmail.com ÖZET Karahanlı Türkçesi Türk dilinin önemli devrelerinden birisini oluşturmaktadır.

Detaylı

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ VİZE PROGRAMI

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ VİZE PROGRAMI HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 20182019 GÜZ DÖNEMİ VİZE PROGRAMI 1. SINIF Zorunlu Dersler Listesi (TDE Kod: 349) Dersin Sorumlusu Gün Saat Derslik Gözetmen TDE

Detaylı

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ FİNAL PROGRAMI

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ FİNAL PROGRAMI HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 20182019 GÜZ DÖNEMİ FİNAL PROGRAMI 1. SINIF Zorunlu Dersler Listesi (TDE Kod: 349) Dersin Sorumlusu Gün Saat Derslik Gözetmen TDE

Detaylı

Danışman: Prof. Dr. H.Ömer KARPUZ

Danışman: Prof. Dr. H.Ömer KARPUZ ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı: Ahmet AKÇATAŞ Doğum Tarihi: 22 Şubat 1970 Öğrenim Durumu: Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edeb. Öğr. Selçuk Üniversitesi 1992 Y.

Detaylı

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım İLETİŞİM, DİL VE KÜLTÜR 1. İletişim 2. İnsan, İletişim ve Dil 3. Dil Kültür İlişkisi DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI VE TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ 1. Dillerin Sınıflandırılması

Detaylı

DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ "X" 1.YARIYIL 1.YARIYIL 2.YARIYIL 2.YARIYIL. Kodu Adı Z/S T+U AKTS Birleşti

DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ X 1.YARIYIL 1.YARIYIL 2.YARIYIL 2.YARIYIL. Kodu Adı Z/S T+U AKTS Birleşti 2011-2012 DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ "X" YENİ DERS PLANI** 1.YARIYIL 1.YARIYIL Birleşti ATA 101 ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ I Z 2+0 2 X X X X ATA 101 ile ATA 102

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. : Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. : :

ÖZGEÇMİŞ. : Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. : : ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Feridun TEKİN Adres Telefon E-posta : Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü : 310 54 84 : feridun.tekin@giresun.edu.tr 2. Doğum Tarihi : 30.05. 1964 3. Unvanı :

Detaylı

Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Selçuk Üniversitesi 1979-1984. Y. Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Cumhuriyet Üniversitesi 1992-1993

Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Selçuk Üniversitesi 1979-1984. Y. Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Cumhuriyet Üniversitesi 1992-1993 1. Adı Soyadı: H. İbrahim DELİCE 2. Doğum Tarihi: 01 Nisan 1964 3. Unvanı: Prof. Dr. 4. Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Selçuk Üniversitesi 1979-1984 Y. Lisans

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ DİN PSİKOLOJİSİ ÖZEL SAYISI Prof. Dr. Kerim Yavuz Armağanı Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 12 Sayı 2 Temmuz-Aralık 2012 ÇUKUROVA

Detaylı

TÜRKLÜK ARAŞTIRMALARININ BUGÜNKÜ DURUMU VE SORUNLARI 16-17 KASIM 2009 GAZİ ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, ANKARA

TÜRKLÜK ARAŞTIRMALARININ BUGÜNKÜ DURUMU VE SORUNLARI 16-17 KASIM 2009 GAZİ ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, ANKARA TÜRKLÜK ARAŞTIRMALARININ BUGÜNKÜ DURUMU VE SORUNLARI 16-17 KASIM 2009 GAZİ ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, ANKARA 16-17 Kasım 2009 tarihinde Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde Türklük Araştırmalarının

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF Orta Asya Tarihi adlı eser Anadolu Üniversitesinin ders kitabıdır ve Ahmet Taşağıl gibi birçok değerli isim tarafından kaleme alınmıştır. PDF formatını bu adresten indirebilirsiniz.

Detaylı

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE BÖLÜMÜ 2017-2018 BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI TÜRK DİLİ VE BÖLÜMÜ DIŞINDAKİ ÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! TÜRK DİLİ VE BÖLÜMÜNÜN DİĞER BÖLÜMLER İÇİN

Detaylı

Dr. Mikail CENGİZ. Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Ahmet Yesevi Üniversitesi Türkoloji Fakültesi

Dr. Mikail CENGİZ. Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Ahmet Yesevi Üniversitesi Türkoloji Fakültesi Ö Z G E Ç M İ Ş Dr. Mikail CENGİZ Adı Soyadı: Mikail CENGİZ Unvanı: Dr. Öğr. Üyesi Yabancı Diller: İngilizce, Rusça E-posta: mikail@hacettepe.edu.tr Telefon: +90 312 780 71 49 ÖĞRENİM DURUMU: Derece Alan

Detaylı

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 2017-2018 GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ DIŞINDAKİ ÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

Detaylı

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 2015-2016 BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI 1. Sınıf Zorunlu Dersler Dersin Sorumlusu Gün Saat Derslik T P K AKTS TDE 112-01 TÜRKİYE

Detaylı

ORTA DOĞU VE KAFKASYA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

ORTA DOĞU VE KAFKASYA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ Merkez Müdürünün Mesajı Orta Doğu ve Kafkasya Uygulama ve Araştırma Merkezi bağlı bulunduğu İstanbul Aydın Üniversitesi ve içinde bulunduğu ülke olan Türkiye Cumhuriyeti ile Orta Doğu ve Kafkasya ülkeleri

Detaylı

ARZU ATİK, Yard. Doç. Dr.

ARZU ATİK, Yard. Doç. Dr. ARZU ATİK, Yard. Doç. Dr. arzuuatik@gmail.com EĞİTİM Doktora 2003-2009: Marmara Üniversitesi, Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Tez konusu:

Detaylı

Dr. Mikail CENGİZ. Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Ahmet Yesevi Üniversitesi Türkoloji Fakültesi

Dr. Mikail CENGİZ. Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Ahmet Yesevi Üniversitesi Türkoloji Fakültesi Ö Z G E Ç M İ Ş Dr. Mikail CENGİZ Adı Soyadı: Mikail CENGİZ Unvanı: Araştırma Görevlisi Dr. Yabancı Diller: İngilizce, Rusça E-posta: mikail@hacettepe.edu.tr Telefon: +90 312 780 71 49 ÖĞRENİM DURUMU:

Detaylı

YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD. Sahibi / Owner

YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD. Sahibi / Owner T. C. DİCLE ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERGİSİ DICLE UNIVERSITY JOURNAL OF FACULTY OF ECONOMICS AND ADMINISTRATIVE SCIENCES CİLT/VOLUME: 8, SAYI/ISSUE: 16 KASIM-GÜZ / NOVEMBER-AUTUMN

Detaylı

TARİH BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAHAR DÖNEMİ DERS KATALOĞU

TARİH BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAHAR DÖNEMİ DERS KATALOĞU 201-2015 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAHAR DÖNEMİ DERS KATALOĞU ANADAL EĞİTİM PROGRAMI ZORUNLU DERSLERİ 1.YIL 2. YY. 1 YDİ2 YDA2 YDF2 Temel Yabancı Dil (İngilizce) Temel Yabancı Dil (Almanca) Temel Yabancı Dil

Detaylı

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 2018-2019 BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ DIŞINDAKİ ÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

Detaylı

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS FİNAL PROGRAMI SINIF

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS FİNAL PROGRAMI SINIF HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 2016-2017 BAHAR DÖNEMİ LİSANS FİNAL PROGRAMI 1. 1. SINIF Zorunlu Dersler Listesi Dersin Sorumlusu Gün Saat Derslik Gözetmen TDE 112-01-

Detaylı

S A I15 NUMBER Y I L08

S A I15 NUMBER Y I L08 S A I15 Y NUMBER Y I L08 Y E A R Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Divan Edebiyatı Vakfı (DEV) yayınıdır. Yayın Türü Dizgi-Mizanpaj Baskı-Cilt Kapak Tasarım İlmî ve Edebî Divan Edebiyatı Vakfı Dizgi

Detaylı

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ENSTİTÜSÜ ÇAĞDAŞ TÜRKİYE TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Cilt: XII Sayı: 24 Yıl: 2012/Bahar Yayın No: ISSN NO: 1. Baskı Derginin Sahibi:

Detaylı

DR. NURŞAT BİÇER İN TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ TARĠHĠ ADLI ESERĠ ÜZERİNE

DR. NURŞAT BİÇER İN TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ TARĠHĠ ADLI ESERĠ ÜZERİNE POLATCAN, F. (2017). Dr. Nurşat Biçer in Türkçe Öğretimi Tarihi Adlı Eseri Üzerine. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 6(4), 2890-2894. DR. NURŞAT BİÇER İN TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ TARĠHĠ ADLI

Detaylı

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER SOSYAL BİLGİLER KONU:ORTA ASYA TÜRK DEVLETLERİ (Büyük)Asya Hun Devleti (Köktürk) Göktürk Devleti 2.Göktürk (Kutluk) Devleti Uygur Devleti Hunlar önceleri

Detaylı

1. Adı Soyadı: Selim EMİROĞLU. 2. Doğum Tarihi: 16.03.1979. 3. Unvanı: Yrd. Doç. Dr.

1. Adı Soyadı: Selim EMİROĞLU. 2. Doğum Tarihi: 16.03.1979. 3. Unvanı: Yrd. Doç. Dr. ÖZ GEÇMİŞ-CV 1. Adı Soyadı: Selim EMİROĞLU 2. Doğum Tarihi: 16.03.1979 3. Unvanı: Yrd. Doç. Dr. 16.03.1979 tarihinde Malatya da doğdu. İlk, orta, lise öğrenimini ve ayrıca üniversite lisans ve yüksek lisans

Detaylı

1. Yarıyıl. Türk Dili ve Edebiyatı Programı Ders Listesi KODU DERSİN ADI Z/S T P K AKTS İNG127 TEMEL İNGİLİZCE I Z

1. Yarıyıl. Türk Dili ve Edebiyatı Programı Ders Listesi KODU DERSİN ADI Z/S T P K AKTS İNG127 TEMEL İNGİLİZCE I Z 1. Yarıyıl Türk Dili ve Edebiyatı Programı Ders Listesi KODU DERSİN ADI Z/S T P K AKTS İNG127 TEMEL İNGİLİZCE I Z 2 2 3 3 TDE111 TÜRKİYE TÜRKÇESİ I Z 3 0 3 4 TDE113 TÜRKÇE KOMPOZİSYON I Z 2 0 2 3 TDE115

Detaylı

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ FİNAL PROGRAMI

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ FİNAL PROGRAMI HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 20172018 BAHAR DÖNEMİ FİNAL PROGRAMI 1. SINIF Zorunlu Dersler Listesi (TDE Kod: 349) Dersin Sorumlusu Gün Saat Derslik Gözetmen TDE

Detaylı

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ T.C. FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZİ FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ JOURNAL OF HARPUT STUDIES Cilt/Volume: I Sayı/Number: 2 Eylül/September 2014 Harput Araştırmaları

Detaylı

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI GÜZ DÖNEMİ PROGRAMI

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI GÜZ DÖNEMİ PROGRAMI I. SINIF / I. YARIYIL YDİ101 YDF101 Temel Yabancı Dil (İngilizce) Temel Yabancı Dil (Fransızca YDA101 Temel Yabancı Dil (Almanca) 4 0 4 4 1 ATA101 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi 2 0 2 2 1 TDİ101 Türk

Detaylı

Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Tarih geçmiş hakkında eleştirel olarak fikir üreten bir alandır. Tarih; geçmişteki insanların yaşamlarını, duygularını, savaşlarını, yönetim

Detaylı

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 2018-2019 GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ DIŞINDAKİ ÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE! TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

Detaylı

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ T.C. FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZİ FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ JOURNAL OF HARPUT STUDIES Cilt/Volume: III Sayı/Number: 2 Eylül/September 2016 Harput Araştırmaları

Detaylı

International Journal of Language Education and Teaching (IJLET) is an online international refereed journal that is published quarterly.

International Journal of Language Education and Teaching (IJLET) is an online international refereed journal that is published quarterly. International Journal of Language Education and Teaching (IJLET) is an online international refereed journal that is published quarterly. Volume 1 December ISSN: 2198-4999 2013 International Journal of

Detaylı

Ana Dili Eğitimi Dergisi Journal of Mother Tongue Education ADED JOMTE ISSN:

Ana Dili Eğitimi Dergisi Journal of Mother Tongue Education ADED JOMTE  ISSN: 2016 Yaz, Cilt: 4 Sayı:3 2016 Summer, Volume: 4 Issue: 3 Genel Yayın Yönetmeni Editor in Chief Doç. Dr. Mehmet KURUDAYIOĞLU Yayın Yönetmenleri Editors Doç. Dr. Bayram BAŞ Doç. Dr. Bilginer ONAN Doç. Dr.

Detaylı

ANA DİL Mİ, ANA DİLİ Mİ? IS IT PARENT LANGUAGE OR OR MOTHER TONGUE?

ANA DİL Mİ, ANA DİLİ Mİ? IS IT PARENT LANGUAGE OR OR MOTHER TONGUE? ANA DİL Mİ, ANA DİLİ Mİ? Prof. Dr. Mukim SAĞIR ÖZET Bu makalede ana dil ve ana dili terimlerinin kullanımları üzerinde durulacaktır. Aralarında nüans olan bu iki terimin Türkçe ve Türk Dili öğretiminde

Detaylı

I.YIL HAFTALIK DERS AKTS

I.YIL HAFTALIK DERS AKTS I.YIL SOS 101 Z Sosyal Bilgilerin Temelleri Basics of Social Sciences 2-0-2 4 I SOS 103 Z Sosyal Psikoloji Social Psychology 2-0-2 4 SOS 105 Z Arkeoloji Archeology SOS 107 Z Sosyoloji Sociology SOS 109

Detaylı

AMAÇ VE KAPSAM About KALEMİŞİ

AMAÇ VE KAPSAM About KALEMİŞİ KALEMİŞİ DERGİSİ Kalemişi Dergisine gönderilecek yazıların özgün olması ve evrensel bilime katkı sağlaması beklenmektedir. Bununla birlikte, bilim insanı ve sanatçıları tanıtan, yeni etkinlikleri veya

Detaylı

TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRETİM YILI DERS PROGRAMI

TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRETİM YILI DERS PROGRAMI TARİH BÖLÜMÜ 2014-2015 ÖĞRETİM YILI DERS PROGRAMI I. YARIYIL ECTS II. YARIYIL ECTS BİL 150 Temel Bilgi Teknolojisi 4+0 5,0 TAR 107 İlkçağ Tarihi I 3+0 5,0 TAR 108 İlkçağ Tarihi II 3+0 5,0 TAR 115 Osmanlıca

Detaylı

Doç.Dr. ENGİN ÇETİN ÖZGEÇMİŞ DOSYASI

Doç.Dr. ENGİN ÇETİN ÖZGEÇMİŞ DOSYASI Doç.Dr. ENGİN ÇETİN ÖZGEÇMİŞ DOSYASI KİŞİSEL BİLGİLER Doğum Yılı : Doğum Yeri : Sabit Telefon : Faks : E-Posta Adresi : Web Adresi : Posta Adresi : 1977 DÖRTYOL T: 32233860842443 3223387528 F: ecetin@cu.edu.tr

Detaylı

6. 1. Hazırlanan Lisans Tezi Ayverdi Lugatı ndaki Tasavvuf Terimlerinin Tespiti ve Diğer Lugatlarle Mukayesesi

6. 1. Hazırlanan Lisans Tezi Ayverdi Lugatı ndaki Tasavvuf Terimlerinin Tespiti ve Diğer Lugatlarle Mukayesesi 1. Adı Soyadı: FAHRÜNNİSA BİLECİK 2. Doğum Tarihi: 19.03.1967 3. Unvanı: Yrd. Doç. Dr. 4. Öğrenim Durumu: Doktora Derece Alan Üniversite Yıl Tez Adı Lisans Türk Dili ve Mimar Sinan 1989 Edirneli Şâhidî

Detaylı

ĐLÂHĐYAT FAKÜLTESĐ DERGĐSĐ

ĐLÂHĐYAT FAKÜLTESĐ DERGĐSĐ ÇUKUROVA ÜNĐVERSĐTESĐ ĐLÂHĐYAT FAKÜLTESĐ DERGĐSĐ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 11 Sayı 2 Temmuz-Aralık 2011 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ISSN: 1303-3670 Sahibi

Detaylı

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü *BEL5BEH3M* Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanlığı Sayı :70677404/105.04/E.80966 13/09/2017 Konu :2017-2018 Güz Dönemi

Detaylı

TARİH BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI GÜZ DÖNEMİ BÜTÜNLEME SINAV PROGRAMI. 1. Sınıf / Normal Öğretim

TARİH BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI GÜZ DÖNEMİ BÜTÜNLEME SINAV PROGRAMI. 1. Sınıf / Normal Öğretim 1. Sınıf / Normal Öğretim 10:00-12:00 361 12:00-14:00 373 10.00-12.00 359 10:00-11:30 11:00-12:00 TAR 105 Osmanlı Türkçesi-I TAR 101 Eski Doğu Tarihi TAR 107 Tarih Metodolojisi-I TAR 103 İslam Öncesi Türk

Detaylı

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Güvenevler Mahallesi Cinnah Caddesi No:16/A 06690 Çankaya-ANKARA

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Güvenevler Mahallesi Cinnah Caddesi No:16/A 06690 Çankaya-ANKARA ÖZGEÇMİŞ (TÜRKÇE) I. (Ana sayfada görünecektir.) Adı Soyadı (Unvanı) Hülya Gökçe (Yrd. Doç. Dr) Doktora Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008 E-posta:(kurum/özel) hgokce@ybu.edu.tr; hulyagokce06@gmail.com

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : TÜRK DİLİ TARİHİ II Ders No : 0020110014 Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 3 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim

Detaylı

3. Yarıyıl. 4. Yarıyıl. Eski Türk Edebiyatı Programı Ders Listesi KODU DERSİN ADI Z/S T P K AKTS TDE ÖZEL KONULAR Z

3. Yarıyıl. 4. Yarıyıl. Eski Türk Edebiyatı Programı Ders Listesi KODU DERSİN ADI Z/S T P K AKTS TDE ÖZEL KONULAR Z 3. Yarıyıl Eski Türk Edebiyatı Programı Ders Listesi TDE600-01 ÖZEL KONULAR Z 4 0 0 30 Zorunlu Olarak Alınması Gereken AKTS Toplamı 4 0 0 30 Seçmeli Olarak Alınması Gereken AKTS Toplamı 0 3. Yarıyılda

Detaylı

ETKİNLİKLER/KONFERSANS

ETKİNLİKLER/KONFERSANS ETKİNLİKLER/KONFERSANS Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü Züriye Oruç 1 Prof. Dr. Salim Koca'nın konuk olduğu Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü konulu Şehir Konferansı gerçekleştirildi.

Detaylı

AKAR, Ali (2018). Oğuzların Dili Eski Anadolu Türkçesine Giriş, İstanbul: Ötüken Yayınları, ISBN , 335 Sayfa Mustafa KARATAŞ

AKAR, Ali (2018). Oğuzların Dili Eski Anadolu Türkçesine Giriş, İstanbul: Ötüken Yayınları, ISBN , 335 Sayfa Mustafa KARATAŞ Karadeniz Araştırmaları XV/59 - Güz 2018 - s.312-319 Makale gönderim tarihi: 11.09.2018 Yayına kabul tarihi: 11.09.2018 AKAR, Ali (2018). Oğuzların Dili Eski Anadolu Türkçesine Giriş, İstanbul: Ötüken

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Afyonkarahisar Kocatepe

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Afyonkarahisar Kocatepe ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ Adı Soyadı: Cüneyt AKIN Doğum Tarihi: 10.03.1982 Öğrenim Durumu: Doktor Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Afyonkarahisar Kocatepe 1998-2002 Üniversitesi

Detaylı

03 Temmuz 2013 tarih ve 51 sayılı Üniversite Senato toplantısının 1 nolu karar ekidir.

03 Temmuz 2013 tarih ve 51 sayılı Üniversite Senato toplantısının 1 nolu karar ekidir. 03 Temmuz 2013 tarih ve 51 sayılı Üniversite Senato toplantısının 1 nolu karar ekidir. 1. SINIF GÜZ YARII I.YARI KIRKLARELİ ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ İKİLİ ÖĞRETİM

Detaylı

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015 155 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015 KARADENIZ TECHNICAL UNIVERSITY INSTITUTE of SOCIAL SCIENCES JOURNAL of SOCIAL SCIENCES Year:

Detaylı

OSMANİYE AĞZINDA KULLANILAN FİİLDEN AD TÜRETEN gel EKİ ÜZERİNE Yrd. Doç. Dr. Mustafa TANÇ

OSMANİYE AĞZINDA KULLANILAN FİİLDEN AD TÜRETEN gel EKİ ÜZERİNE Yrd. Doç. Dr. Mustafa TANÇ OSMANİYE AĞZINDA KULLANILAN FİİLDEN AD TÜRETEN gel EKİ ÜZERİNE Yrd. Doç. Dr. Mustafa TANÇ Özet Ağızlar bir dilin ölçünlü dilden ayrılan konuşma biçimleridir. Ölçünlü dilden farklı olarak ses bilgisi, şekil

Detaylı

KADIN ESERLERİ KÜTÜPHANESİ VE BİLGİ MERKEZİ VAKFI

KADIN ESERLERİ KÜTÜPHANESİ VE BİLGİ MERKEZİ VAKFI Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı Yayınları : 40 Kadınların Belleği Dizisi No : 8 Yayına Hazırlayan A. Oğuz İcimsoy PROJE DESTEĞİ FİNLANDİYA BÜYÜKELÇİLİĞİ Baskı ve Cilt: Hanlar Matbaası

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Ders No : 0310460203 Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 4 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : ORTA ASYA TÜRK TARİHİ Ders No : 0020100004 : Pratik : 0 Kredi : ECTS : 5 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim Tipi

Detaylı

Tablo 2: Doktora Programı Ortak Zorunlu-Seçmeli Dersler TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI DOKTORA PROGRAMI GÜZ YARIYILI

Tablo 2: Doktora Programı Ortak Zorunlu-Seçmeli Dersler TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI DOKTORA PROGRAMI GÜZ YARIYILI Tablo 2: Doktora Programı Ortak Zorunlu-Seçmeli Dersler TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI DOKTORA PROGRAMI GÜZ YARIYILI Ortak Zorunlu-Seçmeli Dersler Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı TDE 601 Divan Şiiri

Detaylı

RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAHAR PROGRAMI

RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAHAR PROGRAMI ANADAL EĞİTİM PROGRAMI ZORUNLU DERSLERİ 1. YIL 2.YARIYIL 3 1 2 TDİ102 ATA102 YDİ102 YDA102 YDF102 Türk Dili II (Turkish Language II) Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi (History of the Republic of Turkey)

Detaylı

II. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR KONGRESİ ÖZEL BÖLÜMÜ

II. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR KONGRESİ ÖZEL BÖLÜMÜ II. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR KONGRESİ ÖZEL BÖLÜMÜ II. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR KONGRESİ NİN ARDINDAN Pınar FEDAKÂR* Dünyadaki siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerin çok hızla

Detaylı

Doktora Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008

Doktora Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008 ÖZGEÇMİŞ I. (Ana sayfada görünecektir.) Adı Soyadı (Unvanı) Miyase Koyuncu Kaya (Yrd. Doç.Dr.) Doktora: Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008 E-posta: (kurum/özel) mkkaya@ybu.edu.tr Web sayfası

Detaylı

G D S MART. Sınıf Ders Ünite Kazanım BETİMLEYİCİ (TASVİR ETDİCİ) ANLATIM. 4. Betimleyici metinler yazar. 10. sınıf Dil ve Anlatım

G D S MART. Sınıf Ders Ünite Kazanım BETİMLEYİCİ (TASVİR ETDİCİ) ANLATIM. 4. Betimleyici metinler yazar. 10. sınıf Dil ve Anlatım G D S 4 2013 MART Sınıf Ders Ünite Kazanım BETİMLEYİCİ (TASVİR ETDİCİ) 4. Betimleyici metinler yazar. SIFAT 3. Metinden hareketle sıfatları türlerine göre gruplandırır. SIFAT 4. Farklı sıfat türlerini

Detaylı

Prof. Dr. Okan YEŞİLOT Müdür, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türkiye

Prof. Dr. Okan YEŞİLOT Müdür, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türkiye İMÇTAS 2018 - Program Yer: Sultanbeyli Belediyesi Prof. Dr. Necmettin Erbakan Kültür Merkezi 10:00-11:00 Açılış Konuşmaları Prof. Dr. Okan YEŞİLOT Müdür, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü,

Detaylı

Dünyada Ana D l Öğret m

Dünyada Ana D l Öğret m Dünyada Ana D l Öğret m -Program İncelemeler - Editör Yazarlar Yrd. Doç. Dr. Bekir İNCE Elif AYDIN Nuran BAŞOĞLU Tuğba DEMİRTAŞ Üzeyir SÜĞÜMLÜ Zekeriyya KANTAŞ Zeynep AYDEMİR Editör: DÜNYADA ANA DİLİ ÖĞRETİMİ

Detaylı

ÖZ GEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl

ÖZ GEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl ÖZ GEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : BİLAL AKTAN 2. Doğum Tarihi : 19.03.1956 3. Unvanı : PROF. DR. 4. Öğrenim Durumu : DOKTORA 5. Çalıştığı Kurum : DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Türk

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ : 05306010760. : cuneyt.akin@hotmail.com

ÖZGEÇMİŞ : 05306010760. : cuneyt.akin@hotmail.com ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Cüneyt Akın İletişim Bilgileri Adres : DUMLUPINAR M. MURAT ÇELEBİ C. AYDINALP APT. BİNA NO: 32 K: 4 DAİRE NO: 11 Telefon Mail : 05306010760 : cuneyt.akin@hotmail.com 2. Doğum Tarihi

Detaylı

JOURNAL OF ATATÜRK RESEARCH CENTER

JOURNAL OF ATATÜRK RESEARCH CENTER JOURNAL OF ATATÜRK RESEARCH CENTER VOLUME: XXVII JULY 2011 NUMBER: 80 Mart, Temmuz ve Kasım Aylarında Yayımlanan Hakemli Dergi Peer Reviewed Journal Published in March, July and November ATATÜRK KÜLTÜR,

Detaylı

I J O S E S. IJOSES de yayınlanan yazılarda belirtilen düşünce ve görüşlerden yazar(lar)ı sorumludur.

I J O S E S. IJOSES de yayınlanan yazılarda belirtilen düşünce ve görüşlerden yazar(lar)ı sorumludur. I J O S E S International Journal of Social and Educational Sciences (IJOSES) / Uluslararası Sosyal ve Eğitim Bilimleri Dergisi (USEBD) 2013 yılında yayın hayatına başlamış Sosyal ve Eğitim alanında özgün

Detaylı

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ FİNAL PROGRAM VE GÖZETMENLİKLERİ 26.12.2015 CUMARTESİ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ FİNAL PROGRAM VE GÖZETMENLİKLERİ 26.12.2015 CUMARTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ FİNAL PROGRAM VE GÖZETMENLİKLERİ 26.12.2015 CUMARTESİ Sınıf Saat Dersin Kodu ve Adı: L U Öğretim Üyesi/Elemanı 1 09:00-10:00 YDL185 - Yabancı Dil (İngilizce) (N.Ö.) 58 - Okt.

Detaylı

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki 14.11.2013 tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki Tablo 1 Sosyal BilimlerEnstitüsü İletişim Bilimleri Doktora Programı * 1. YARIYIL 2. YARIYIL İLT 771 SİNEMA ARAŞTIRMALARI SEMİNERİ 2 2 3 10 1

Detaylı

Türk Dili I El Kitabı

Türk Dili I El Kitabı Türk Dili I El Kitabı Editörler Osman Gündüz Osman Mert Yazarlar Sıddık Bakır Yasin Mahmut Yakar Osman Mert Kürşad Çağrı Bozkırlı Erhan Durukan Nurşat Biçer Oğuzhan Yılmaz M. Abdullah Arslan Osman Gündüz

Detaylı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Sayı: 27 Eylül 2012 ISSN 1300 4921 KONYA SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan ulusal hakemli

Detaylı

DİCLE ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ cilt XIII, sayı 2, 2011/2

DİCLE ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ cilt XIII, sayı 2, 2011/2 DİCLE ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ cilt XIII, sayı 2, 2011/2 ULUSAL HAKEMLİ DERGİ CİLT: XIII, SAYI: 2 2011/2 DİYARBAKIR / 2011 DİCLE ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ D Ü İ F D ISSN:

Detaylı

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ T.C. FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZİ FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ JOURNAL OF HARPUT STUDIES Cilt/Volume: II Sayı/Number: 2 Eylül/September 2015 Harput Araştırmaları

Detaylı

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler OLAY ÇEVRESINDE GELIŞEN EDEBI METINLER Oğuz Türkçesinin Anadolu daki ilk ürünleri Anadolu Selçuklu Devleti

Detaylı