DHKC TOKAT'TA KARAKOL BASTI

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "DHKC TOKAT'TA KARAKOL BASTI"

Transkript

1

2 15 Haziran 1996 Gazetemizin sayfalarını çevirmeye başladığınızda gündemimizi kaplayan en önemli konuyla karşılaşacaksınız. Cezaevleri ve buralarda devam eden devrimci tutsakların onurlu direnişleri... Onurlu mücadelelerinde hücre hücre ölüme koşan, özgür tutsaklığı yaratanları göreceksiniz sayfalarımızda. Evet hemen tüm cezaevlerinde Açlık grevi direnişleri devam ederken, tutsaklar yalnız değiller. Anaları, aileleri, kardeşleri, yoldaşları, duyarlı aydınlar, demokratlar, ilericilerde yaptıkları çeşitli eylemlerle, tepkilerle tutsakları desteklemekteler. Direnişin alevi tüm vatan topraklarını sarmakta.. Biz de umudun, geleceğin temsilcileri, insanlığın en güzel evlatlarının bu onurlu, kararlı direnişinin yanındayız. Yanlarındayız, çünkü haklılar, yanlarındayız çünkü ezilenlerin, halkın tarafindalar, yanlarındayız çünkü insan onurunun, gelecek gü müjdecisi onlar, yanlarındayız sömürüye, son verecek, kan emici yarasaların saltanatına ancak onlar son verecekler. Tutsakların yanındayız, faşizmin egemenlerin de karşısındayız. Karşı olduğumuz içinde bize tahammül edemiyorlar. Her hafta, her gün saldırılara maruz kalıyoruz. Öyleki okurlarımız katlediliyor, bürolarımız basılıyor, muhabirlerimiz kaçırılıyor. Sayısız cezalara çarptırılıyoruz. Saldırılar daha haftanın ilk günü başladı. Dağıtımcımız İrfan Ağdaş'ın katledilmesinden sonra Alibeykay'ün yoksul emekçi halkınca her hafta İrfan'ın vurulduğu yere karanfil bırakıhyor. 10 Haziran günü de bu olayı haber yapmak için bölgeye giden merkez büro çalışanımız Arzu Uzun, aynı mahallede oturan annesi ile birlikte gözaltına alındı. bir gün sonra serbest bırakıldı. Anadoludaki bürolarımıza yönelik saldırılarda devam etti. 10 Haziran günü Gaziantep büromuzu basan polis, toplatıldığı gerekçesiyle gazetelerimize el koyarken, temsilcimiz Zeynep Korkmaz'ı da tehdit ettiler. 11 Haziran günü Antakya büromıızdu bu kez hedef. Burada da büroyu basan polisler gazetelerimize el koydular...bir gün sonra bu defa da Adana büromuz basıldı.. Buradan bir okurumuz gözaltına alındı. Gazetemizin daha matbaadan gelinmesinin üzerinden bir saat geçmeden toplatıldığı tebliğ edildi. Ama nafile. Tüm bu saldırılar bizi susturamayacak. Aksine daha da güçlü sesimiz çıkacak, gazetemiz daha fazla yere ulaşacak. Saldırılara karşı verdiğimiz cevabı tekrarlıyoruz; SUSMAYACAĞIZ... Haftaya buluşmak üzere... DHKC TOKAT'TA KARAKOL BASTI Tokat'ın Almus İlçesi Gümenönü (Çerkez Tomara) Köyü Jandarma Karakolu, 6 Mayıs akşamı DHKC Karadeniz Recai Dinçel Kır Silahlı Propaganda Birliğine bağlı savaşçılar tarafından basıldı. DHKC savaşçılarının karakola çok yakın mesafeden ateş açması üzerine şaşkına dönen düşman güçleri uzun süre hareketsiz kalarak karakoldan çıkamadı. Daha sonra panik halinde aydınlatma mermileri ve projektörlerle gerillayı arayan düşman, aradığını bulamadı. Uzun süre DHKC savaşçılarının ateşi altında kalan karakolun uğradığı zayiat; ölü veya yaralı sayısı hakkında bilgi edinilemezken, DHKC savaşçılarının kayıp vermeden planlandığı şekilde geri çekildikleri öğrenildi. Baskından sonra, bölgeyi kontrolü altına almaya çalışan ve acizlik içerisinde çevre köylerdeki halka baskı uygulayan jandarma ve özel tim, hedefini vurup çekilmiş olan DHKC savaşçılarının izine rastlayamadı. Gümenönü Köyü Jandarma Karakolu, 16 Eylül 1990 tarihinde TKP-ML DABK Komutanı Baba Erdoğan'ın komutasındaki gerilla birliği tarafından basılmış, çıkan çatışmada yaralanan Baba Erdoğan, yoğun kan kaybı sonucu şehit düşmüştü.* Ölüm Orucu Her Gün Büyüyen Bir Işıktır 34 Ölüm Orucu Manifestosu 5 Kamu Emekçileri/ Taksim Zaferi 6-9 Cezaevleri Tarihi SibelYalçın Halk İçin Eğitim İnsan Hakları 18 Al Gözüm Seyreyle 19 Kurdistan 20 Röportaj/ Şükran Ağdaş 21 Eylem Öğretiyor Muhalefet Meclisi/ Yorumlar Düşünceler Muhalefet Meclisleri/ Röportaj Gençlik Kurultayı Değerlendirme Gençlik Cephesi/ Röportaj Cezaevleri Kamu Emekçileri. 42 İşçi/Memur Dünyadan 45 Yurtdışı 46 Mizah...47

3 15 Haziran ölüm orucu ÖLÜM ORUCU HER GÜN BÜYÜYEN BİR IŞIKTIR Bir hastane koğuşundalar şimdi... Başlarında kızıl bantlar. Hemen tüm kapılarında askerlerin nöbet tuttuğu bir hastane burası... Kuşatılmış bir hastahane... Kuşatılan kızıl bantlar... Kızıl bantlar bir haykırışı anlatıyor çünkü. Kızıl bantlar isyanı, zulme boyun eğmeyişi anlatıyor. Kızıl, devrimin rengi oldu hep. Kızıl bantlılar şimdi devrimcilerin en ön mevziide savaşanlarıydılar. Yıllardır savaşıyorlardı, onlar devrim ve sosyalizm için. Yıllardır savaşıyorlardı halklarının kurtuluşu, vatanlarının bağımsızlığı için. Ama şimdiki savaşları, şimdiki çatışmalar o güne dek girdikleri çatışmaların en zorlusuydu belki. Düşmanla operasyon operasyon çatışıyorlardı. Ama düşman yalnız coplu, süngülü, haki renkli düşman değildi. Ölüm düşmandı, acılar düşmandı, açlık düşmandı. Açlığı, acılan ve ölümü yenmenin savaşını veriyorlardı işte şimdi. Bu zorlu çatışmaya 13 Nisan'da başlamışlardı yılının 13 Nisan'ı... Cuntanın Türkiye halklarına karşı açtığı savaş belki de en şiddetli, en vahşi, en pervasız biçimiyle cezaevlerinde sürdürülüyordu. Cunta, daha baştan cezaevlerindeki devrimcilere teslimiyeti dayatmış ve 4 yıldır onları teslim almak için sayısız operasyon, sayısız taktik, sayısız demagoji, sayısız rehabilitasyon planı sokmuştu devreye. Düşmanın teslimiyeti dayatıp sonuç aldığı yerler de vardır; Mamak gibi. Ve düşman tüm cezaevlerini bir Mamak haline dönüştürmeye çalışıyordu. Mamak'laştırma saldırıları 1983'e kadar aralıksız sürdü. Operasyonlar operasyonları, direnişler direnişleri izledi. CUNTANIN DEMOKRASİCİLİK OYUNU BAŞLIYOR... DEMOKRASİCİLİK PERDESİNİN ARDINDA ZULÜM DORUĞA YÜKSELİYOR 1983 sonunda cunta sivilleşme hazırlıkları yaparken hayatın her alanında yasak, zulüm çemberi daraltıldı. Çünkü ne de olsa demokrasiye geçilecekti. Demokrasinin nimetlerini kötüye kullanabilecek herkes, her kesim demokrasiye geçilmeden zapturapt altına alınmış olmalıydı. Cezaevlerindeki baskılar birden tırmandı. Devrimciler en genelde direniyorlardı. Ama direnmenin ötesinde kitleselliğiyle, kararlılığıyla, talepleriyle artık saldırılar karşısında daha güçlü barikatlar örmenin zamanıydı. Türkiye Solu'nun büyük çoğunluğu itibarıyla statükocu, icazetçi yanı işte bu tarihsel anda kendini gösterdi. Cuntanın teslim alma amacı kafalarda tam olarak anlaşılmadığı gibi, cuntanın görünüşte gitmesine neden olan programını tamamlamış olması da kavranamamıştı. Oysa ki cunta gidiyordu ama gerçekte programını büyük oranda tamamlamış açık faşizmi kurumsallaştırmıştı. Yani bu ülkede artık hep yasalarıyla ve yasaklarıyla, yönetim mantığıyla sürekli bir cunta olacaktı. İşte kavranmayan buydu. Bu kavranmadığı için de genel olarak direnilmekle birlikte 1983 Kasım'ındaki seçimlere kadar da "idare etme" politikası cezaevindeki taktiklere yön veren asıl politika oldu. SİVİL HÜKÜMET İŞBAŞINDA... ANCAK ZULÜM DORUKTAN İNMİYOR 1983, 6 Kasım'ında yapılan seçimlerden sonra beklenen demokrasi rüzgarları esmedi ülkede. Tabii cezaevlerinde de... Tersine sivil Özal hükümeti ekonomik, siyasal tüm politikaları ve uygulamaları cuntanın bıraktığı yerden devam ettiriyor ve cuntanın tamamlayamadığı teslim alma operasyonlarını sürdürüyordu başında cezaevlerinin karşı karşıya olduğu saldırılar hakkında bir fikri verebilmesi için örneğin yalnızca Metris'e ve yalnızca Ocak ayına bakmak yeterli olabiliri Ocak; Elbise operasyonuyla pantolon, ceket, gömlek, mont, palto yasaklandı. Mevcut tüm giyisiler bir operasyonla toplandı. 28 Ocak; Eşofman operasyonuyla tüm eşofmanlar toplandı. Yemeklerin miktarı yarı yarıya düşürüldü. Cezaevi idaresi bir açıklamayla bundan böyle üçüncü kap yemeğin verilmeyeceğini duyurdu. Şeker yasaklandı. Cezaevine TV. radyo girmesi yasaklandı. Sivil yönetim işte böyle geldi cezaevlerine. SALDIRILARIN ÖNÜNE BARiKAT ÖRMEK, FAŞİZMİN DEMOKRASİCİLİK OYUNUNU BOZMAK KAÇINILMAZ GÖREVDİ... AMA NASIL? Ülkeyi gerçekte hala yönetmeye devam eden generaller, seçimlerin onlara sağladığı manevra imkanlarıyla birlikte devrimci tutsaklara daha ağır bir darbe indirip artık sonuca gitmek istiyorlardı. Saldırıları daha "yasal" görünümünde sürdürebilmek için yeni İnfaz ve Pişmanlık Yasası tam da bu süreçte çıkarıldı. Özellikle bu çatışmanın odağı durumuna gelen Metris'te ise Sol'un önemli bir kısmı demokrasi beklerken bu kapsamlı saldırılarla karşılaşınca iyice yalpalamaya başladı ve statükoculuğun, geri adımların teorisi yapılmaya başlandı. Saldın, direniş saflarından insanlar koparacak boyutlara ulaşıyor, devrimci tutsaklar hem bulundukları mekan, hem de ülke geneli açısından tarihsel bir misyonla karşı karşıya geliyorlardı. Yine işte bu süreçte, 1984 Ocak'ında Diyarbakır'da Kürt yurtseverlerin Ölüm Orucu gündeme geldi. Bir süre sonra da Mamak'ta Açlık Grevi başladı. Direnişi ülke geneline yaymak, 12 Eylül'ün sivil uzantısı ANAP iktidarının cuntacı, baskıcı yüzünü teşhir ederek onu geriletmek, bulunan alanda da düşmanın karşısına daha güçlü bir direniş programıyla çıkmayı dayatıyordu. Devrimci Sol tutsaklarının daha kapsamlı program önerisi haftalar boyunca tartışıldı İstanbul cezaevlerinde. Grupların büyük bir bölümü tartışmanın her yeni aşamasında daha da sağcılaşan, statükoculuğu koyulaştıran, geri adımlan meşrulaştıran tezlerle geliyorlardı. Artık daha fazla beklenemezdi. Artık bir kopuş kaçınılmazdı. Oportünizmi beklemek Metris'te, diğer cezaevlerinde eksiklikleriyle de olsa oluşturulan Direniş Çizgisi geleneği ortadan kaldırmak demekti. Beklemek, faşizmin demokrasicilik oyununa teslim olmak demekti. Beklemek, cezaevlerinde de her gün bir adım daha gerilemek demekti. Ve gerilemenin sonu yoktu. Sonu teslimiyetti. KARAR: ÖLÜMÜNE DİRENİLECEK HALKA DEVRİME KARŞI GÖREV ÖLÜMÜNE YERİNE GETİRİLECEKTİR İşte bu koşullarda Devrimci Sol tutsakları, - Oligarşinin Tek Tip Elbise odağında başlattığı saldırıyı püskürtmek, - Direniş odaklarını güçlendirmek ve ge- İLK ANALAR DUYDU DİRENCİN SESİNİ O yıllar sonraları hep "dışarıda yaprağın bile kımıldamadığı yıllar" olarak anıldı. İşte onlar cunta koşullarında kıpırdayan ilk yapraklardı. Rüzgarları oğullarının. kızlarının direnişiydi. O rüzgar önce cezaevleri kapılarında tuttu hep onları. Sonra savcılıklara, Sıkıyönetim Komutanlıklarına, Meclislere taşıdı. Ölüm orucu oğullarının, kızlarının estirdiği direniş rüzgarlarının fırtınaya dönüşülmesiydi. Artık hiç duramazlardı yerlerinde. Artık onların sesine ses, açlıklarına açlık katmaları zamanıydı. ölüm orucu boyunca, resmi ya da sivil, çalmadık hemen hiçbir kapı bırakmadılar. Günler, haftalar boyu direnişi taşıdılar her yere. Ayaklı gazete oldular, hiç susmayan bir radyo oldular. Ve nihayet direnişin kendisi oldular. Bakanlara, Genelkurmay'a, Meclis'e dilekçe verdiler. Ankara Güven Park'ta Açlık Grevi başlatmak için çadır kurmaya çalıştılar. Oğullarına, kızlarına, yoldaşlarına yaptıkları gibi aynı pervasızlıkla onlara da saldırdılar. Yerlerde sürüklendiler. Tehdit edilip gözaltına alındılar. Yılmadılar. Taksim ve istanbul ve Türkiye, yıllar sonra ilk açık kitle eylemine onların cesaretleriyle tanık oldu. Taksim anıtına yürüyerek "Cezaevleri Düzeltilsin! Ölüm Orucuna Son!" yazılı siyah bir çelenk baraktılar o nice direnişlere tanıklık etmiş anıtın önüne. Şimdi direniş bayrağı onların elindeydi işte. Direnişin 60'lı günleri... Cumhurbaşkanlığı'na, Meclise dilekçeler verdiler yeniden. Köşk önünde gösteriler yaptılar. ilk başta sahiplenişleri yalnızca duygusal temeldeydi belki. Ama gerçeği gördüler cezaevleri kapılarında, devleti tanıdılar, yıllardır tanımadıklarını anladılar. *

4 15 Haziran 1996 ölüm orucu ne/e yaymak, - Zayıflayan Metris kalesini yeniden tahkim etmek, - Ekonomik, demokratik, siyasi haklan elde etmek, - Siyasal muhalefet odağı olarak üzerine düşeni yerine getirmek, Ve direniş bayrağını daha yükseklere kaldırmak için Açlık Grevi ve Ölüm Orucu kararı aldılar. Yeniden son kez önerileri sunuldu herkese, çağrı yinelendi. Sonuçta açığa çıktı ki, bir tek grupla, TİKB'yle siper yoldaşlığı yapılacaktı bu çatışmada. Statükoculuk, kendi tükenişini hazırlıyordu. 12 Nisan'da Metris'te, 13 Nisan'da ise Sağmalcılar'da havalandırmalar onlarca Devrimci Sol ve TİKB tutsağının anonslarıyla çınladı.direniş başlamıştı. Direniş, onur ve siyasi kimlik mücadelesinde devrimci tutsaklara coşku, moral ve güven taşıyacak, direnişin dalga dalga Anadolu cezaevlerine yayılmasını sağlayacak ve nihayetinde bedeli ölüm de olsa devrimci tutsaklar siyasi kimlik ve onurlarından taviz vermeyeceklerini gösterecekti. DÜŞMAN DİRENİŞ KARŞISINDA ŞAŞKIN VE SALDIRGAN... SALDIRI SAFLAŞMAYI Direnişin başlamasından bir gün sonra Cezaevi idaresi direnişi daha başında boğmak için saldırıya geçti. Açlık grevindekilerin koğuşlarını değiştirme operasyonunu başlattı. Zorla saç kesilerek, ahlak dışı aramalar dayatılarak direnişçiler cezaevinin Sibirya denilen bölümüne toplandılar. Daha önce bu koğuşlarda kalıp da şimdi direnişe katılmayanların koğuş değişiklikleri ise gayet "nazikane" yapılıyordu; saç kesme, onur kinci arama yoktu onlar için. Egemen sınıfların yüzyıllar boyunca yüzlerce savaşta başvurduğu taktikti bu. Direnişçilere gözdağı verilirken, direniş saflarında karamsarlık, moral çöküntü hedeflenirken diğerlerine geçici bir ödül veriliyor ve onların çaresizliğinin üzerine gidiliyordu. Metris'te Direnişin 10. günü de zorla revire çıkarma, zorla serum verme uygulaması başlatıldı. Tutsakların kararlı direnişi saldırıyı püskürttü. Sağmalcılarda ise saflaşma başka türlü yaşanıyordu. Direnen ve direnmeyen yaşam bir aradaydı burada. Ve düşman ısrarla ayırmıyordu onu. Bu birlikte yaşam direnişi içten içe kemirsin istiyordu. Direnişe açıkça işkencelerle saldırmadı Sağmalcılar'da, ama yok saydı; çünkü, diğer direnmeyen yaşam onu rahatlatıyordu, ona soluk borusu oluyordu. Aylardır yasak olan 3. kap yemek, tatlı verilmeye başlanılmıştı şimdi. Oportünizm direnişin yanında direnişe katılmamanın ödülüyle besleniyordu şimdi ve bunu, evet yalnızca bunu olsun reddedemiyordu. DİRENİŞE "İÇERİDEN" VURULAN HANÇER... DEVLET VE STATÜKOCULAR AYNI ŞEYİ BEKLİYOR: ÇÖZÜLME Statükocular direnişin kazanılabileceğine inanmıyordu Direnişin yenilgisini umuyorlardı adeta. Ama ummakla da kalmıyorlardı; yenilmek için ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Direniş başladıktan yalnızca bir kaç gün sonra TTE'lerin giyilmesini tartışmaya açtılar. Biliyorlardı ki, bu konuda yazdıkları, konuştukları herşey idareye de gidiyordu. Biliyorlardı ki, böyle bir tavır elbette düşmanı cesaretlendirdi yalnızca. Direnişteki her çözülmeyi, özellikle Metris'te vahşi saldırılar karşısında normalin ötesinde bir dökülme olmasını neredeyse ellerini ovuşturarak izledi. "Biz dememiş miydik" diyeceklerdi o zaman. "Politikaları" kanıtlanmış olacaktı. Direniş herkesin umduklarını boşa çıkara çıkara büyüdü. Programını gün gün, saat saat uyguladı. Ölüme yatmış bedenlerin kararlılığı düşmanın üzerine yürümeye devam etti. Çözülmedi, kenetlendi... Çözülmedi, direniş içinde küçük zaferlerle büyüttü direnişini. DİRENİŞ ANADOLU'YA YAYILIYOR... VE 45. GÜN; ÇATIŞMA SON VE BELİRLEYİCİ AŞAMASINA GEÇİYOR... Eylem yenilgi bekleyen, çözülme bekleyen herkesin beklentilerini boşa çıkara çıkara ilerleyip ilk menzil olan 45. günlere ulaştı. Bu arada direniş Anadolu cezaevlerinde de yankısını bulmuş, Bartın, Çanakkale ve Elazığ'da açlık grevi ve ölüm orucu, çeşitli cezaevlerinde de destek eylemleri başlamıştı. 45. gün Metris'in, Sağmalcılar'ın havalandırmalarında her günkü sloganları bir başka açıklama izlemişti: "Arkadaşlar!.. DEVRİMCİ SOL ve TİKB olarak, 11 Nisan'da başlattığımız süresiz açlık grevimiz bugünden itibaren ölüm orucuna dönüşmüştür. Eylemimiz sürecektir. ölüm orucuna başlayanlar.... " "Şimdilik güneşin göğe yükseldiği yerde 16 Ölüm Oruçcusu gemilerini yakmış, alınlarına kızıl bantlar takmış ölüme koşuyor..." Zulmü yenmekte kararlı onlar. Zindanda ışık olmakta kararlı. Biliyorlarki dünyanın en kalın sansür duvarlarını da çekseler bu direniş dalga dalga yayılacak tüm ülkeye. Statükoculuk direnişe "destek" için aldığı 10 günlük açlık grevi kararını Ölüm Orucu üzerine eline yüzüne bulaştırdı; direnişçilere keşke hiç desteğe başlamasaydılar dedirttiler. İstemeye istemeye aldıkları destek kararını süratle kısalttılar ve bir kez daha zulümle direnişçileri çatışma alanının ortasında bırakıp kenara çekildiler. Zulmün Ölüm Orucu'na cevabı psikolojik saldınlarını yoğunlaştırmak, açlığın 45 gününü yaşayan bedenlere hastanede, koğuşlarında operasyon yapmak oldu. Ama artık o da biliyordu ki bu direniş yenilmezleşmişti. Bu direniş son ana kadardı ve ne yapsa kar etmeyecekti. ÖLÜM YENİLİYOR... DİRENİŞ APOYLA, HAYDARLA, FATİHLE, HASANLA BAYRAKLAŞIYOR Düşman ne yapsa kar etmedi. Ölümüne direnen bedenleri Hastane, Metris, Sağmalcılar ararasında dolaştırıp, ezip yok etmek istedi. Onları birbirinden tecrit edip, önder yoldaşları tecrit edip bitirmek istedi. Ama hiç bir şey onların ölüme giden kararlılığına gölge düşüremedi, engel Direniş çoktan aşmış sansür duvarlarını. Aileler harekete geçmiş çoktan. Oligarşi kamuoyuna demagojilerle dolu da olsa açıklamalar yapmak zorunda kalıyor. Ölüm, adım adım yaklaşıyordu direnişçilere. Acılarına acı katarak geliyordu. Ölüm Oruçcularının hemen tümü hastanede şimdi. Zulme inat, acılara inat, ipi en önde göğüslemek kavgası yeriyorlar bir yandan da 63. Gün Haziran... Saat Ölüm Oruçcusu Abdulah MERAL ipi ilk göğüsleyen Gün... Saat Haydar BAŞBAĞ direnişin ikinci şehidi Ölüm Orucu Şehitlerinin Son Mektuplarından; Abdullah Meral "Bizler ölmeyeceğiz, yine sizlerle beraberiz. Alınterimizin aktığı her yerde, tarlalarda, bahar günlerinin yeni filizlerinde, yeni doğan çocukların isimlerinde beni ve bizleri bulacaksınız. Bundan iyi yaşamak olur mu?" Haydar Başbağ "Geride kalan yoldaşlarımın M-L bayrağını şerefle taşıyacaklarına, mücadeleyi bırakacağımız yerden zafere kadar sürdürmede kahramanca davranacaklarına inancım sonsuzdur." M. Fatih Öktülmüş "Devrim, sosyalizm ve sınıfsız toplum yo/unda üstümüze düşen görevi yerine getirmekten mutluluk duyuyorum." Hasan Telci "Ben, Türkiye halkları ve Devrimci Sol adına 12 yoldaşımla Ölüm Orucu içerisinde onurumla yer aldım ve bu uğurda ölümü coşkuyla kucaklıyorum. Bizler bu kavgada ne ilk, ne de son olacağız (...) Ben bu kararı alırken insanlığa karşı sorumluluğumun ve insanlık onurunun yüceliğinin bilinci içerisinde hareket ediyorum."* oluyor. Zulmün kalesi şehitlerin bedenleriyle dövülüyor adeta. Aynı gün... Saat M. Fatih ÖKTÜLMÜŞ direnişin üçüncü şehidi... Ölüm Oruçcuları tüm şehitlerini törenle uğurluyorlar... Radyolar, gazeteler gizlemiyor artık ölümü. Düşman köşeye sıkışmış bir köpek gibi saldırgan. Ölüm Orucu'nun 69. günündeki bedenlere saldırıyorlar bu kez. Bir Ölüm Orucu direnişçisi Dursun Karataş, tecrit edilmek için alınmaya çalışılıyor. Ayakta zor duran bedenler, bu bedenlerle barikat oluyorlar. "Hastane mi, işkencehane mi?" sloganı yükseliyor cılız bedenlerinden. Dursun Karataş asker saldırısında alınıyor. Direnişçiler iki satırlık bir dilekçe yazıyorlar Sıkıyönetime: "Ölümün üzerine imzamızı atıyoruz. Yoldaşımız getirilene kadar su içmeyi bırakıyoruz." Ölümün eşiğindeki insanların yoldaşlarını, önderlerini sahiplenişi... Ölümün eşiğinden de öteye geçmiş insanların hala düşmana darbeler vuracak eylem biçimlerini bulup çıkarmaları... Destan içinde, destanlar yazılıyor Gün dört direnişçinin dışında diğer direnişçileri yeniden cezaevine götürüyor zulüm. Direnişi kırmak için son kozlarını kullanıyor. Direniş sürüyor. 73. Gün... Hasan TELCi direnişin 4. şehidi... ZULMÜN ÖMRÜ AZ OLUR... AMA DİRENİNCE! Birbiri peşi sıra gelen ölümler direnişle elde edilmesi hedeflenen siyasal sonuçlan, kazanımları birbir ortaya çıkardı. Tüm kamuoyunun gözleri İstanbul cezaevlerine ve direnişe çevrildi. Ülke içinde örgütlü, örgütsüz çeşitli kesimler, Avrupa'daki kuruluşlar ve kamuoyu direnişe ses verdiler. Avrupa ilerici kamuoyunun baskısıyla ülkeye heyetler gönderilmeye başlandı. "Sivil" yönetimin sivilliği geniş kesimler nezdinde sorgulanmaya başlandı. Demokrasi maskesi artında baskı ve zulüm uygulayanların maskesi sökülüp atıldı. 12 Eylül rejiminin sivil Özal hükümeti aracılığıyla hemen hemen muhalefetsiz bir dönemini yaşadığı sırada direniş, demokratik devrimci muhalefet adına, yılgınlığa, karamsarlığa, suskunluğa karşı güçlü bir atılım oldu. Oligarşinin cezaevlerindeki teslim alma politikası, artık bir daha tamir edemeyecekleri kadar büyük ölçüde bozuldu. Siyasi tutsaklık hakları çok somut bir biçimde kamuoyunun gündemine girdi, tutsakların haklılığı gösterildi. Kuşkusuz en önemli sonuçlarından biri olarak "devrimci siyasi tutsakların siyasi haklarını istemekten ve almaktan, siyasi tutsaklığı resmen kabul ettirmekten hiç bir zaman vazgeçmeyecekleri, onurlarını, siyasi kişilik ve kimliklerini, bedeli canlan da olsa koruyacakları" asla teslim olamayacakları çok açık, net olarak herkese gösterildi. Oligarşi sonunda direnişi muhatap almak zorunda kaldı. Direnişin 72. günü resmi görüşmeler ve pazarlıklar başladı. Direniş baştan önüne koyduğu siyasal hedeflerin çoğuna ulaşmış siyasal bir basan elde etmişti. Devlet ayrıca, işkence, baskı ve kötü muameleye son vermeyi, savunma hakkına saygı göstermeyi, bu konuda ki kısıtlamaları, kaldırmayı ve çeşitli düzenlemeleri kabul ediyordu. Görüşmeler TTE konusunda yoğunlaştı Türkiye'deki tüm cezaevlerinde. Bir çok cezaevinde TTE giyildi. İstanbul cezaevlerindeki oportünist, statükocu solun da TTE giymek için direnişin bitmesini beklediğini biliyordu oligarşi. TTE konusu o an için çözülemeyecekti. Direniş asıl olarak siyasi başarısıyla, kazanımlarıyla ve TTE giyilmeyeceği bir kez daha belirtilerek sona erdirildi. Siyasal olarak zafer kazanan bir direnişin sonraki süreçte ekonomik, sosyal hakları getireceği de biliniyordu. Ve nitekim süreçte bu yönde gelişti. Pek çok sol grubun TTE giyme pahasına sahip olduğu haklara, bir süre sonra direnişçiler TTE'yi giymeden sahip oldular. Oligarşiye bu konuda kesin geri bir adım attırıldı. Ve Türkiye cezaevlerini devrimin okulu yapan, güvencesi ve istikran olmasa da pek çok hakkın kullanıldığı durumuna getiren süreç işte bu direnişle açıldı. ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİNİN IŞIĞI TÜM TÜRKİYE VE KÜRDİSTAN'DA... Evet, yalnızca cezaevi duvarları içinde başlayıp biten bir direniş değildi ölüm Orucu. Duvarların arasında başlamış ama tüm halkın yüreğine ulaşmış bir mesaj, zindanın içi kadar dışını da aydınlatmış bir ışık olmuştu. Cuntaya, zulme direnilebileceği, direnilerek hakların alınabileceği, düşmanın geriletebileceği, cunta sürecinde işte bu eylemle bir kez daha kazındı beyinlere. Emekçi halk, gençliğiyle, işçisiyle, memuruyla, gecekondulusuyla bu direnişten güç aldı, bu direnişten moral buldu. Ülkede toplumsal muhalefetin yeniden yükselişe geçtiği sıralarda artık halkın elinde bu silah vardı. Bu etki öylesine dolaysız ve belirleyicidir ki, açlık grevi o günlerde, o süreçte en çok kullanılan eylem biçimi oldu. Direnenler asla yenilmezdi. Onlar da yenilmediler. Öldüler, yenilmediler. Statükoculuk, oportünizm TTE'lerin utancıyla yaşarken onlar mücadelede bayrak oldular. Emekçi halk, statükocuların geri çekilme teorilerine değil, direnişçilerin Ölüm Orucu Manifestosu'na kulak verdi. Devrimci hareket bu mirasla büyüdü. *

5 15 Haziran 1996 ölüm orucu DEVRİMCİ TUTSAKLAR TUTSAK YAKINLARI, TÜM EMEKÇİ HALK, '84 Ölüm Orucu'nun nedenlerini ve 96Türkiye'sinde sonuçlarını, nasıl karar alındığını ve nasıl uygulandığını, kimin ne yaptığını ve yapmadığını bilmek ve kavramak daha özel bir önem kazanmıştır. Çünkü cezaevleri Türkiye halklarıyla egemenler arasındaki, devrimle karşı-devrim arasındaki çatışmanın bir kez daha adeta merkezi, en sıcak cephelerinden biri haline dönüşmüştür. Evet, o günlerde de, 84'te de öyleydi. Operasyonsuz gün, işkencesiz gün, yeni bir yasağa, yeni bir gasba tanık olunmadığı gün yoktu. Ve ancak, zulmün olduğu her yerde de hiç susmayan slogan vardı, barikatlar vardı, açlık vardı. Direnişsiz bir saat, bir dakika bile yoktu. Hiçbir destek yokken, sloganlarını bile çoğu kez kendilerinden başkası duymazken nasıl direnmişlerdi? Tutsakların büyük çoğunluğu bile onları yalnız bırakmışken nasıl yatabilmişlerdi ölümün koynuna? Bu cesaret, bu kararlılık, bu irade, bu bağlılık nereden alıyordu gücünü? Bedenler nasıl barikat olmuştu zulmün önüne, ölüm nasıl bayraklaşmıştı? Şimdi genç, yaşlı, işçi, memur, kondulu, herkes sormalıdır bu soruları kendine ve başkalarına. Çünkü bu soruların cevabı halkımızın mücadele mirasının en değerli parçalarından birini oluşturuyor. Çünkü bu soruların cevapları, bugün neyin nasıl yapılması gerektiğinin en açık cevaplarını ortaya koyuyor. Zulüm saldırıyorsa, teslim almak istiyorsa seni, senin en doğal haklarını, emeğini gasbetmek istiyorsa, onurunu ezmek istiyorsa, orada "durumu idare etmek" mümkün değildir. Orada beklemek cinayettir, kendini, kendi kişiliğini, onurunu katletmektir. Orada tek bir görev vardır önünde: DİRENMEK... Ölüm Oruçcuları hayatın bu yalın gerçeğini kavramış ve bunun gereğini yerine getirmiştir. DİRENMEK, bazen sonuna kadar diyebilmeyi bilmektir. Bu "son"da ödenecek bedel canımız bile olsa. Sonuna kadar diyemiyenler, zulüm boyutlandıkça geriye çarketmek zorundadırlar. Ölüm Oruçları bunu dediler. Onlara bunu rahatlıkla, ölümün üzerine gülerek, kucaklayarak gidip söyleten, onurlarına, siyasi kimliklerine sahip çıkmalarıydı, halklarına olan güvenleriydi, hareketlerine, yoldaşlarına duydukları güvendi. Devrimci olmak, halkın kurtuluşu için sa- ZULMÜ DURDURMANIN, GERİLETMENİN KAZANMANIN MANİFESTOSUDUR ŞİMDİ ZİNDANLARDA VE HER YERDE ÖLÜM ORUCU BAYRAĞINI DALGALANDIRMANIN ZAMANIDIR vaşmak demektir. Halkın kurtuluşunun yolu o anda, orada, zindanda zulme bedenleriyle ölümleriyle meydan okumaktan geçiyorduysa, onlar bu göreve sırt çeviremezlerdi. Çevirmediler. Onur için, özgürlük için, kurtuluş için, karanlığa boğulan halkın yüreğinde, beyninde yarın ateş toplarına çevrileceğinden emin oldukları bir kıvılcım olabilmek için kucakladılar ölümü. Halkımız yanıltmadı onları, yoldaşları utandırmadı. Onlar öldükleri yerde kalmadılar, bir ateş topu olup dolaştılar bu ülkeyi. Işıklarını yaydılar en ücra köşelere. İşte bu ateş toplarının ışığında bakmalıyız bugün yaşadıklarımıza. Zulüm köreltmemeli gözümüzü ve yüreğimizi. Halka savaş açanlar aynen cunta generalleri gibi düşünmekte ve bunu açıkça ifade etmektedirler: "Terörü -yani halkın mücadelesini, devrimci mücadeleyi- bastırmak için cezaevlerini 'ıslah' etmeliyiz" Mehmet Ağar'ların, cuntanın generallerinden fazlası vardır eksiği yoktur. Cunta generallerinden Yusuf Haznedaroğlu'nun devrimcilere, "biz sizi beton çukurlarına gömmesini bilirdik ama ah şu dengeler olmasa..." deyişi belli şeyleri gözeterek davrandıklarını, hesapsız davranmadıklarını belirtirken, bugün sivil cuntacılar açık açık "can yakacağız" diyerek işkence ve katliamlarını adeta ilan etme pervasızlığı göstermektedirler. Düşman zindanlarda pervasız bir saldırganlık içindedir. Daha çok kısa süre önce Buca'da üç, Ümraniye'da dört devrimci tutsak cunta yıllarında bile eşi görülmeyen vahşetteki bir açık saldırıyla katledilmişlerdi. Cunta yıllarında bile eşi görülmemiştir; çünkü bugün artık savaş çok daha boyutlu, çok daha çıplak bir haldedir. Düşman, krizinin o günden bu yana derinleşmesine paralel olarak daha saldırgandır. Devrimciler, bilinçlerinin ve örgütlenmelerinin gelişmesine paralel olarak savaşlarını daha fazla iktidar hedefine yöneltmişlerdir. Savaş bundan dolayı daha çıplak, daha acımasızdır. işkenceci, katil kadrolar katliamların politikasını oluşturmakta, bunun hazırlıklarını yapmaktadırlar. Aynen cuntanın gelişinde, 84'lerde olduğu gibi... Zindanlardaki devrimci tutsaklar da direnişe hazırdırlar. Direnmekte pervasız ve fütursuzdurlar. Belki yine kan dökülecektir cezaevlerinde, can verilecektir. Aynen '- 84'lerde olduğu gibi. Zulmedenlerle halk arasındaki savaşın artık pek çok kez göstermiş olduğu gibi; Halk güçlerinin bağımsızlığa özgürlüğe, kurtuluşa giden yolu bazen, düşmanın halkın önünü kesmek için topyekün saldırdığı '84 ya da '96 Türkiye'sindeki gibi, ancak kan dökülerek, can verilerek açılabilir. '84 Ölüm Orucu'nda devrimciler halkın mücadelesinin önüne örülmeye çalışılan barikatların üzerine işte bu bilinç ve kararlılıkla yürümüşlerdir. Bugün cezaevlerinde Ölüm Oruçcularının mirasçıları olan devrimciler de aynı tereddütsüzlükle kontrgerillanın halkımıza karşı daha da büyütmeye çalıştığı saldırının karşısına dikilmektedirler. Düne nazaran bugün cezaevi cephesindeki savaş daha boyutlu, daha sürekli ve daha sıcaktır. Hak gaspları, baskı ve işkenceler katmerlenmiş, kontrgerilla şefleri yıllardır kimsenin bütünüyle başaramadığı, tutsakları tek tek ya da gruplar halinde hücrelere doldurup birbirinden yalıtmayı denemektedir. Düşman cephesi askeri, jandarması, polisi, itirafçısı, bürokratı ve medyasıyla dünkü cephedir. Yine baskı ve terörü tek politika olarak uygulamakta ve cezaevlerindeki devrimci tutsakları teslim almak için kan dökmekte, can almaktadır. Halk Cephesi ise dünkü halk cephesi değildir. O dünden bugüne onbinler katılmıştır bu cepheye. Cephe genişlemiş, yetkinleşmiş ve verdiği mücadeleyle büyük tecrübeler edinmiştir. Cuntanın ilk yıllarından itibaren direnişin filizlendiği ve toplumsal muhalefetin ateşlendiği yer olan cezaevlerinin mücadelesi bütün toplumu sarmış ve güç kazanmıştır. Artık cezaevlerine girmek için oligarşinin önü boş değildir. Ya da sadece analar yoktur artık barikatlarda, işçisi, memuru, genci, gecekondusuyla bütün bir halk cezaevlerine yönelen terörün önünde dimdik dikilmektedir. Ölüm Orucu, bedenleri ölüme yatırıp hücre hücre direnebilmenin, devrime ve halka bağlılığın en üst boyutta ifadelerinden biridir. Bugün de devrimciler ve yurtseverler bedenlerini açlığa yatırmışlardır. Ve dünden bir adım ileride olarak, dünden bugüne edindiği tecrübeler ve savaşın büyümesiyle barikat kurup bekleyen ve savunma çizgisinde kalan bir devrimci tutsak tipi de yoktur artık. Halk Kurtuluş Savaşçılarının direnme, çatışma, savaş geleneği cezaevlerindeki mücadeleye de taşınmıştır. Bugünün tutsağı direnirken barikatları açan, direkt düşmana yönelen bir mücadele hattının ilk örneklerini de yaratmış tutsaktır. Buca ve Ümraniye direnişçilerinin '95'i kapatırken ve '96'nın başlarında takındığı bu tavır yeni sürecin, yeni tutsak tipinin örneklerinden birini oluşturmaktadır. Artık düşman tüm pervasızlığıyla saldırırken, bedel ödemeye hazır olarak girmek zorunda kalmaktadır devrim mevzilerine. Bu bedeli tüm halk, düşmana dışarıda da fazlasıyla ödetmelidir. 1984'te ortada tek bir açık muhalefetin olmadığı koşullarda Taksim'de gösteri yapan, Ankara Güven Parkı eylem parkı haline çeviren tutsak yakınlarının özverisi, cesareti bugün tüm halk kesimlerine yol göstericidir. O gün örgütlülük yoktur, bugün sayısız örgütlülükler vardır. O gün kendilerinden başkası yoktur. Bugün işçi, memur, gençlik, gecekondulu, bütün bir halk vardır. Bu halk, cezaevlerindeki tutsaklarıyla, dışarıda Gazi'deki barikatlarıyla, 1 Mayıs'lardaki kortejleriyle, sayısız örgütlülüğüyle kuşku yok ki, dünden daha güçlüdür. Bu güç tereddütsüz, cesaretle ortaya konulmalıdır. Bu güç her yerde, her alanda, okulda, fabrikada, mahallede, işyerinde, cezaevleri önünde, alanlarda düşmanı sıkıştırmalı, kuşatmalı, hesap sormalıdır. Hangi eylem biçimiyle, neyle diye sormasın kimse? Silahlı, silahsız, kitlesel kadrosal ve hatta bireysel, her biçimde, her şeyle katılmalıyız bu kavgaya. Ölüm Oruçcuları'nın açlıklannın 70. gününde düşmanın saldırısına su almayı bile keserek cevap vermedeki cesareti, o koşullarda, o anda bile yeni eylemler geliştirmedeki yaratıcılıkları neyle, nasıl sorunlarınıza cevaptır. Devrimci, yurtsever tutsağın savaşı tüm halkın savaşıdır. İşte bu yüzden orada çakılan bir kıvılcım dışarıda bir yangına dönüşmelidir. Ölüm Oruçcuları'nın tereddütsüzlüğü, cesareti manifestomuz olmalıdır. Onların fedakarlığı manifestomuz olmalıdır. Ölüm Orucu şehitlerimiz Apo, Haydar, Fatih, Hasan yaşıyor, direniyor, savaşıyorlar, yol gösteriyorlar. Onları izleyelim.*

6 15 Haziran 1996 Direniş ve Zafer Kayıp Tutsak Şehit Analarının ve Kamu Emekçilerinin Önce Cumartesi Analarına Saldırdı Bir yıldır her Cumartesi saat 12:00'de Galatasaray Lisesi önünde biraraya gelerek yakınlarını arayan kayıp yakınları bu hafta polisin saldırısına uğradılar. 8 Haziran Cumartesi günü sabahtan itibaren Beyoğlu istiklal Caddesi'ni işgal eden ve çevre illerden takviye kuvvet alarak özellikle İstiklal Caddesi'ne çıkan tüm caddeleri ve sokakları tutan polis, yine sabahtan itibaren başlattığı gözaltı operasyonuna saat 12:00'de kayıp, tutsak ve şehit analarına, yakınlarına saldırarak hız verdi. Daha önceden sendikal hak ve talepleri için aynı yerde oturma eylemi yapacaklarını açıklayan kamu emekçileri de analardan yaklaşık 1 saat sonra aynı terörün hedefi oldular. Devletin korkusu öylesine büyüktü ki, karşısında sadece demokratik bir protesto eylemi ve çeşitli hak talepleri için "biraraya gelmiş emekçiler olması dahi onu çıldırtmaya ve azgınca saldırtmaya yetiyordu. Bu durum düzenin içinde bulunduğu açmazın ifadesiydi ve o yüzden de günler öncesinden hazırlıklara girişmişti. 8 Haziran günü ise; İstanbul'un 20 binin üzerindeki polisi yetmezmişçesine çevre illerden takviye getirmiş, şehrin bütün giriş çıkışlarını tutmuş, onlarca panzeri harekete geçirerek şehrin merkezine taşımış, askeri birlikleri değişik noktalarda konumlandırarak inönü Stadyumu'nu gerektiği noktada Şili'nin faşist cuntasından aldığı örnekle dev bir işkencehane haline getirmeye karar vermiş ve işgal tablosunu da böylece tamamlamıştı. Ellerinde ingilizce yazılan "HABİ- TAT Burada Kayıplar Nerede" dövizleriyle gelen 70'lik analara, çocuklara ve gençlere yöneltilen saldırıyı İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu, yardımcıları Kemal Bayrak, Erşan Bahçekapılı, Terörle Mücadele'den sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Reşat Altay yönetiyor, telsizlerden biribiri ardına yağdırdıkları "Saldırın", "Alın" emirleri duyuluyordu. Saat 12:00'yi biraz geçerken İstiklal Caddesi'ndeki ilk saldırı bir çevik kuvvet amirinin analara yönelttiği "dağıtın" sözleriyle başladı. 1 yıldır kar, yağmur, çamur demeden bedeller ödeyerek kazandıkları mevzilerini korumakta kararlı davranan, direnen kayıp, tutsak ve şehit yakınları için "saldır ve gözaltına al" emri verilmekte gecikmedi. Bir anda yüzü aşkın çevik kuvvet ve sivil polisin saldırısına maruz kalan Galatasaray Lisesi önü savaş alanına döndü. HABİTAT dolayısıyla işi fazla tepki çekmeden halletmek için başta cop kullanmama emri alan işkenceciler bu eksikliği kolları büküp-kırarak, yaşlı anaların boğazlarını sıkıp yerlerde sürükleyerek gidermeye çalıştılar. Nitekim kayıp yakınlarının direnişiyle bu planları iyice bozulan işkenceciler 70'lik Müşşerref Ana'nın yüzlerce insanın gözleri önünde başını yarmakta da gecikmediler. Vahşete maruz kalan Analar çocuklar gençler, memurlar ve NGO temsilcileri polisin dizginsizce estirdiği terörün hedefi oldu. Cumartesi Analan yerlerde sürüklendi coplandı. İstiklal Caddesi polis tarafından işgal edildi. Onlarca insan yaralandı, binin üzerinde insan gözaltına alındı. Kazanan emekçi halk, kaybeden devlet ve paralı katilleri oldu. yüze yakın insan çevrede daha önceden hazırlanan otobüslere dolduruldular. Çığlıkların inlettiği İstiklal Caddesi'ndeki bu vahşeti izlemeye çalışan basın emekçileriyle polis arasındaki ilk gerginlikde burada gerçekleşti. Gerginliğin nedeni polisin işkenceci-faşist yüzünün halkça görülmesini engelleme çabası karşısında basın emekçilerinin boyun eğmemesiydi. Galatasaray'daki eylemlilikler başlamadan önce, sabahtan 3 muhabiri gözaltına alarak gazetecilere de gözdağı vermeye çalışan polis, eylem anında engelleme ve yeni gözaltına alma çabalarına basın emekçilerinin birlikte cevap vermesiyle sadece kendilerine olan öfkeyi büyüttüklerini farkettiler. Otobüslere doldurulan Cumartesi Anaları ve diğer kayıp yakınları direnmiş, bu alandan ve eylemlerinden vazgeçmeyeceklerini göstererek gözaltına alındılar. Kazandıklarını bindirildikleri otobüsten zafer işaretleri yaparak ilan ettiler. İlk gözaltına alınanlar otobüslere doldurulup Vatan Caddesi'ndeki işkencehaneye götürülürken bu arada kayıp ailelerinin eylemine katılmak üzere Taksim yönünden gelen ikinci bir grubun "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek" sloganlarını atarak kararlılıkla oturma eyleminin yapıldığı noktaya doğru ilerlediği görüldü. Galatasaray Lisesi'nin hemen önünde yaklaşık 50 kişilik bu grup da polis saldırısının hedefi olup, yaka paça gözaltına alındı. Sabah saatlerinde başlayan gözaltı operasyonunun bu ilk bölümünde çeşitli parti yöneticileri, sendikacılar, yurtdışından gelen sivil toplum örgütleri temsilcisi NGO'lar yabancı ve yerli gazeteciler dahil 150'yi aşkın insan gözaltına alındı. Saldırı korkunun ve acizliğin ifade-

7 15 Haziran 1996 Direniş ve Zafer siydi. Kendi korkularını her zaman yaptıkları gibi emekçileri teröre boğarak yenmeye çalışıyorlardı. Ancak saldırılarıyla daha da çok teşhir olan, mevzi kaybeden yine devlet oldu. HABİTAT adlı aldatmacada modern bir görünüm sergilemek adına kaldırım taşlarıyla uğraşan, bu işe milyarlar akıtan devletin tüm göz boyama operasyonları da Cumartesi gününün eylemlilikleriyle tamamen boşa çıktı. Ancak bunda en önemli pay öğleden sonra kararlılıkla direnen kamu emekçilerindeydi. Estirilen terörün devamı için polis, öğleden sonra İstiklal Caddesi'ni doldurarak kamu emekçilerini beklemek üzere atan yerleştirildi. Kamu Emekçilerinin Taksim Zaferi Kamu emekçileri, ANAYOL hükümetinin zam ve terör paketleri karşısında belirledikleri eylemlerinden sonuncusu için 8 Haziran Cumartesi gününü seçmişlerdi. KESK'in kararına göre, Galatasaray Lisesi'nin önünde Cumartesi günü saat 13:00'- den Saat 15:00'e kadar Anadolu'nun ve Trakya'nın çeşitli illerinden gelecek olan kamu emekçilerinin de katılımıyla bir oturma eylemi yapılacaktı. Amaç, sendikal hak taleplerini haykırmak, hükümetlerin kamu emekçilerinin taleplerine duyarsızlığını protesto etmek, gerçekleştirdikleri hak arama eylemleri karşısında verilen sürgün, idari ceza vb. uygulamalara karşı seslerini yükseltmekti. Kamu emekçilerini kölece bir yaşama mahkum etmek isteyen devlet, günler öncesinden sopasını göstererek eylemi yasakladığını açıkladı. "Hakkını arayan herkese olduğu gibi hakkını arayan kamu emekçisine de saldıracağız; tahammülümüz yok" diyorlardı. Basına yapılan açıklamalarda kamu emekçilerine tehditler yağdırılıyordu. İstanbul'un tüm giriş çıkışları tutuldu. Ankara'dan 3 otobüsle gelen 150'yi aşkın kamu emekçisi öğleye doğru Çamlıca Turnikeleri'nde polis tarafından durduruldu. Şehre girip haklarını istemekte kararlı davranan ve polis engellemesini protesto için O-2 karayolunu trafiğe keserek oturma eylemi yapan kamu emekçileri yüzlerce polisin saldırısına uğradı. 150 kişi burada gözaltına alındı. Gözaltılar İstanbul'un dört bir yanında sürüyordu. Yine Kadıköy'de Eğitim- Sen binasından çıkıp eyleme katılmak için hareket etmek isteyen 100'- e yakın memur da burada gözaltına alındı. Aynı saatlerde Avcılar'da kurulan arama noktalarında Trakya yönünden gelen kamu emekçilerinin gözaltına alındığı haberleri geldi. Akşam saatlerinde ise yine Gebze çevresinde, Kocaeli yönünden gelen birçok memurun gözaltına alındığı haberleri ulaştı. Kamu emekçilerinin ana gövdesinin bulunduğu istanbul'da ise hiçbir kıpırdanmaya imkan tanımamak için başta KESK Genel Merkezi ve diğer kamu emekçileri sendikaları olmak üzere birçok demokratik kurum, kuruluş açıkça abluka altına alındı, Sabah saatlerinde İstiklal Caddesi'ne ve Taksim çevresine yapılan polis yığınağı devam ederken 50'yi aşkın askeri aracın, asker ve polis panzerlerinin sokaklarda ve meydanlardaki işgali de sürdü. Yaşanan; halka ve emekçilere karşı savaş açan iktidarın, kolluk kuv- Kamu emekçileri seslerini tüm ülke ve dünya kamuoyuna duyurma hedeflerine kararlılıkla sürdürdükleri direnişleri sayesinde ulaştılar. Elde edilen zafer; kırılan kol, yanlan baş, ezilen vücut bedeli kazanıldı. Polis, her saldırısı sonrasında yeniden toparlanan, direnişe geçen kamu emekçilerine boyun eğdiremedi. vetlerini, bu savaşın gereğince konumlandırmasıydı. Herkes yerinde dursun, zulme, sömürüye işkenceye ve her türlü onursuzluğa boyun eğsin istiyorlardı. Herkes yerinde dursun, kimse sesini çıkarmasın... Bu isteğin 8 Haziran Cumartesi günü somutlanışı ise analar, kamu emekçileri yerinde dursun, sokağa, alana çıkamasınlar, gazeteciler yerlerinde dursun, halk hiçbir şeyden haberdar olmasın, görmesin-duymasın idi. KESK Genel Merkezi yönündeki tüm girişleri kesen polis, gazeteciler dahil kimseyi bu yöne sokmazken, kamu emekçilerinin eylemini baştan engellemeye çalıştı. Tüm engellemelere rağmen polis barikatlarını aşan ve Terkos Çıkmazı Sokağı'ndaki KESK Genel Merkezi Binası önüne gelen basın emekçileri polisin giriş çıkışı tamamen kestiğini gördüler. Saat 13:00' te başta KESK yöneticileri olmak üzere kamu emekçileri, KESK Genel Merkez binasından çıkıp sokak çıkışını kesen polise doğru yürümeye başladılar. Fazla beklemeden saldırıya geçen polis kamu emekçilerinin "Yılgınlık Yok Direniş Var" sloganlarıyla birlikte sürdürdüğü direniş- le karşılaştı. Buradada yeni vahşet tabloları yaratmaktan çekinmeyen polis, bir çok memuru yaralamaktan da kaçınmadı. Ancak gözaltına alınan ve çevrede kalan kamu emekçileri, polisin bu vahşetine, tüneldeki otobüslere götürülene kadar sloganlarına hiç ara vermeden İstiklal Caddesi'ni sloganlarla inleterek cevap verdiler. Tam "bitti bunları da gözaltına aldık" derken yeni kamu emekçileri ortaya çıktı. Polis bu gruba da saldırdı. Aynı direnişçi tablo, işkence merkezine götürülmek üzere bindirildikleri otobüslerde de sürdü. Kamu emekçileri için Taksim'de zaferle bitecek olan direniş "Baskılar Bizi Yıldıramaz", "Yılgınlık Yok Direniş Var" sloganlarıyla başladı, kırılan kollar, ezilen-bükülen bilekler pahasına devam etti. Bu arada eylem anında olayları izlemeye çalışan gazeteci Musa Ağacık ameliyatlı ayağından, polisin saldırısına uğraması üzerine yaralandı. Olay anında çevredeki diğer gazeteciler ve kamu emekçileri tarafından yarasına pansuman yapılan Ağacık: "Bu olayı protesto ediyorum, Yani bu bir polis devleti... Buna herkesin karşı çıkması gerekir, Bütün yurttaşların karşı çıkması gerekir" dedi. Faşizm kendinden olmayan herkese düşmanken, faşizmin kolluk güçlerinin de farklı bir mantıkla hareket etmesi düşünülemezdi. İşkenceciler sürüsü tam kayıp, tutsak ve şehit analarından sonra memurların da hesabını gördük derken herkes istiklal Caddesi'ni inleten, kortej oluşturup Galatasaray'daki polis barikatının üzerine kararlılık ve öfkeyle ilerleyen kamu emekçilerinin sesiyle irkildi. "Memuruz Haklıyız Kazanacağız", "Yılgınlık Yok Direniş Var" sloganlarını daha güçlü atan ve saldırı öncesine göre daha bir öfkeyle hareket eden kamu emekçileri, Galatasaray Lisesi'nin önünde kurulan barikatı yarmak üzere polisle göğüs göğüse bir çatışmaya girdiler. Polis şeflerinin memurların kararlılığı karşısında paniğe kapılıp "cop çek" emri- ni verdikleri bu dördüncü çatışma sırasında artık ortalık iyice kan revan içinde kaldı, onlarca insan yaralandı ve kamu emekçileri, coplarla dövülerek işkence merkezlerine taşındı. Ve Beşinci Saldırı: Kimse Kalmadı Görünüyor, Bu Kez Hedef Basın Emekçileri Gözaltına alınan kamu emekçileri otobüslerle işkence merkezlerine taşınırken çevrede toplu halde hareket eden sadece basın emekçileri kalmıştı. Başından beri basın emekçilerini gözaltına alarak, tartaklayarak taciz eden polis, saat 15:00 sıralarında bu kez basına saldırının bahanelerini yaratmaya çalışıyordu. Polisin basın emekçilerini ikiye bölmek istemesi

8 Direniş ve Zafer tepkiyle karşılandı. Kurulan polis barikatını zorlayan muhabirlerimiz ve diğer basın emekçilerine polis saldırmakta gecikmedi. Gözaltı girişimlerine ve gerçekleşen saldırıya kararlılıkla direnen basın emekçileri polisi yuhlayarak yine ortak tavır gösterip mayı kararlaştırdılar. Yeni eylem randevusu Saat 15:30'du. Bu arada çeşitli demokratik kurumların çevresindeki polis işgali daha da arttı. İHD'de saldırıyı protesto için yapılmak istenen basın açıklamasını da engellemek isteyen polis sın açıklaması niteliğinde bir konuşma yaparak polis saldırısını protesto etti. Yapılan açıklama demokratik bir hak arama eylemine karşı polisin vahşice saldırdığını, sadece 8 Haziran günü bini aşkın memurun gözaltına alındığını, kendi taleplerinden ve mücadelelerinden daha önce taviz vermediklerini, geri adım atmadıklarını, bundan sonra da atmayacaklarını, polisin bu derece saldırgan olmasının nedeninin ülke gerçeklerini tüm dünyadan gizleme isteğinin olduğunu, kamu emekçilerinin o gün Galatasaray'da yapılmak istenen oturma eyleminde hem kendi sorunlarını, hem de ülkede yaşanan tüm sorunları duyurmak, dünya kamuoyuna yansıtmak amacında olduklarını, gözaltına alınan insanların bir an önce serbest bırakılmasını istediklerini, aksi takdirde 9 Haziran günü Aksaray Vatan Caddesi'ndeki Emniyet Müdürlüğü önüne arkadaşlarını almak için gideceklerini söyledi. Yine aynı saatlerde Unkapanı Köprüsü civarında bir otobüs daha durdurularak, yaklaşık 40 kişi gözaltına alındı. Nihayetinde bina girişini tuttu. Değişen bu durum karşısında kamu emekçilerinin de kararları değişti ve basın açıklaması eylemi orada koyulan inisiyatifle binayı terketmeme eylemine dönüştürüldü. Bina içinde sürekli marşlar türküler söyleyerek coşkularını ifade eden kamu emekçileri bir süre sonra bir yandan balkona çıkarak "Emekçiyiz Haklıyız Kazanacağız", "Baskılar Bizi Yıldıramaz", "Zafer Direnen Emekçinin Olacak", "Yılgınlık Yok Direniş Var" sloganlarını atarken temsilcilerini de aşağı gönderip burada polis şefleriyle görüşerek bina çevresindeki ablukanın kaldırılmasını istediler. Bina çevresindeki dar çemberin kaldırılmasının ardından kamu emekçileri ertesi günkü eyleme hazırlanmak üzere binayı akşam saat 21:00'de bir kriz masası oluşturma kararı alarak terkettiler. 9 Haziran 1996 Pazar: Vatan Caddesi'ndeki İşkencehanenin Önü Cumartesi günü Taksim'den gözaltına alınan yüzlerce kamu emekçisinin serbest bırakılması için Aksa- Vatan Caddesi'ndeki Terörle Müi önünde toplanan kamu emekçileri yeniden polis saldırısına uğradılar. Saldın sonucu 10 kişi gözaltına alındı. Bu arada bir yandan 8 Haziran günü gözaltına alınantah ama büyüten o sesler giderek güçleniyor, yorlardı. Bırakılanlar, " toplu halde durursanız tekrar gözaltına alırız" denilerek polis tarafından tehdit edildiler. Buna rağmen direnen ve serbest bırakıldıktan hemen sonra yakınlarının yanına gidip bekleyen insanlarla bir süre sonra yeniden saldırıldı. Serbest bırakılan emekçiler; gözaltında bulundukları süre içinde daracık nezarethanelere doldurulduklarını, doktor muayenesinden sonra po- oturma eylemi yapmaya başladılar. "Metin"in kanına doymadınız mı katiller", "Duvardan mı düşüreceksiniz" haykırışlarıyla karşılaşan' polis Şaşkınlığını üzerinden atmadan alkışlı protesto yapılmaya başlandı. Bu arada görüşmek üzere bir polis yetkilisini çağıran basın emekçileri ve Çağdaş Gazeteciler Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Murat İnceoğlu Reşat Altay'la görüştüler. Gerçekleşen toplu görüşme sırasında az önce bir çok basın emekçisini gözaltına alma emrini bizzat vermesine rağmen R. Altay, basın emekçilerinin birlikte ve kararlı tavrını görüp ikiyüzlüce bir daha olmayacağı, yanlışlık olduğu konusunda sözler vermeye başladı. Aynı anda gazetecileri çeken bir polis kameramanına basın emekçilerinin gerekli yanıtı vermeleri karşısında ise gerçek yüzünü yeniden gösterip gözaltı ve saldırıyla tehdit etmeye çalıştı. Son saldırılarla birlikte sadece İstiklal Caddesi'nden gözaltına alınanların sayısı 400'e ulaştı. Gözaltına alınmaktan kurtulabilen kamu emekçileri, yeniden güç toplayıp, toparlanmak üzere eylemlerini bu kez Aksaray'daki Metro istasyonu önüne taşı- burada iki kuşatmasını kuvvetlendirdi. 40'ın üzerindeki insan İHD girişinde gözaltına alındı. Yine aynı rum akşam saatlerinde basıldı ve içeride bulunan demek çatışanları ve yöneticileri de gözaltına alındı. Aynı saatlerde Mezopotamya Kültür Merkezi de basıldı. Ayrıca neredeyse tüm kamu sendikalarının çevresi de kuşatıldı. Saat 15:30 Aksaray Metro Önü Saat 15:30 olduğunda gözaltına alınmaktan kurtulan ve işyerlerinden çıkarak eyleme burada destek vermeye çalışan kamu emekçileri ve olayı izlemeye çalışan başınla birlikte polis de Metro önüne gelmişti. Alana gelen 5 memuru daha gözaltına alan polis kamu emekçilerinin burada toplanmasını engelledi. Bu durum karşısında basın açıklamasının adresini değiştiren memurlar açıklamayı Saat 16:30' da tüm Maliye-Sen Genel Merkezi'nde yapmayı kararlaştırdılar. Saat 16:30'da Tüm Maliye-Sen Genel Merkez binasında biraraya gelen kamu emekçileri adına Haber- Sen Genel Başkanı İsmail Çınar bagözaltı Öylesine artmıştı ki alınan insanlar artık Vatan Caddesi'ndeki işkencehaneye sığmadı ve Gayrettepe'deki Asayiş Şubesi'ne taşındı. lisin belirlediği kişileri döverek işkence yaptığını, Ayrıca TEM'e götürülmeden önce de saat otobüslerde bekletildiklerini anlatarak bu tür baskıların kendilerini yıldıramayacakararlı bir şekilde devam edeceklerini, kat be kat arttığını vurguladılar.*

9 15 Haziran 1996 Direniş ve Zafer Saldırıya uğrayıp gözaltına alınan kamu emekçisi Fikriye Gül anlatıyor; "Bu Eylem Bizim İçin Bir Deneyimdi" Bizim oturma eylemimiz 13:30'da başlayacaktı ama biz bir grup sağlıkçı arkadaşla, anaların oturma eylemine katılmak için daha erken gittik. Daha Karaköy'den itibaren polis heryere yığınak yapmıştı. Bu yığınak Taksim'e doğru daha da artıyordu. Şişhane'de otobüsten indiğimizde her taraf polis kaynıyordu. Bu kadar polisi görünce saldın olacağını tahmin ettik. Hatta kendi aramızda "daha kalın giyinseydik" diye espri yapıyorduk. Yani gözaltına alınacağımız belli olmuştu. Zaten içişleri Bakanlığı'nın tehdit genelgesinden de haberimiz vardı. Ara sokaklardan istiklal Caddesi'ne çıktık. Cadde her zamankinden daha hareketliydi. Galatasaray'a yaklaştığımızda polisin Cumartesi analarını yaka paça otobüslere dolduruduğunu gördük, camlardan zafer işaretlen yapıyorlardı. Anaların alınmasından sonra sabırsızlıkla 13:30'daki eylemi beklemeye başladık. Galatasaray Lisesi'ninin önü her iki taraftan kesilmişti. KESK'in bulunduğu sokak yine polis tarafından işgal edilmişti. Saat 13:30'a yaklaştığında herkes KESK yöneticilerinin ve tertip komitesinin nerede olduğunu soruyordu birbirine. KESK'e telefon edip ne yapılacağını sorduk. 13:30'da çıkacaklarını söylediler. Dışarda büyük bir dağınıklık vardı. Daha doğrusu nerede toplanılacak, kim başlatacak, alternatif bir yer var mı, yok mu? Herkes bunları soruyordu. Ama kimse de bir cevap veremiyordu. Halbuki KESK yöneticileri bu arada dışarı çıkarken gözaltına alınmışlar. Bu esnada bir grup, inisiyatif koyup slogan ve alkışlarla eylemi başlatınca bizlerde alkışlarla bu gruba katıldık ve düzenli bir kortej oluşturduk. Aynı anda polis de saldırıya geçti. Ve biz de kendimizi yerde bulduk. Bir Habitat Vadisinde Polis Saldırısı Kınandı HABİTAT nedeniyle Türkiye'ye gelen sivil toplum örgütleri (NGO) temsilcileri de 8 Haziran günü polis terörüne maruz kalmışlar ve gözaltına alınmışlardı. Sürmekte olan STK forumuna katılan çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi, yaşanan polis terörünü protesto için 9 Haziran Pazar günü İstiklal Caddesi'nde bir oturma eylemi yaptılar. İfade özgürlüğünün kısıtlanmasını protesto için sembolik olarak ağızlarına siyah bant takan eylemciler, gözaltına alınanların bir an önce serbest bırakılmasını istediler. Kayıp ailelerinin eylemine katılıp Galatasaray Lisesi önünde gözaltına alınan Norveçli Nita Kapoor'un yaşadıklarım anlattığı eylemde ABD'li Ekonomik Sosyal Haklar Örgütü Temsilcisi Clare Overflaender ise "bu saldırganlığı görüp de tepkisiz kalmak olanaksız" dedi. Gözaltına alınan Norveçli Nita Kapoor'un ise gözaltında iken anlamadığı türkçe bir metin imzalamaya zorlanmasını ve diğer yaşadıklarını anlattığı eylemde, gözaltındakilerin serbest bırakılması için açılan imza metnini yaklaşık 600 kişi imzalarken, "Polise Hayır, özgür Konuşma Hakkı" sloganları atıldı. * anlık şaşkınlıktan sonra karşılık vermeye başladık. Ben de, polis yanımdaki arkadaşı yaka paça götürmeye kalkınca müdahale ettim. Bunun üzerine birkaç polis üzerime çullanarak beni de sürüklemeye başladılar. O esnada söylediğim şey; "çekin o pis ellerinizi üzerimden" oldu. Çünkü tiksinmiştim. Otobüse bindirdiler. Otobüsteki polisler sürekli bağırıyor, küfrediyor, sataşıyor, tehdit ediyorlardı, "şubede gününüzü göstereceğiz", vb... İlk anda sessiz olan insanlar bir kaç arkadaşın polise karşı anında tavır göstermesiyle suskunluğunu dağıttı. Vatan'a geldiğimizde daha önceden getirilen arkadaşlar alkışlarla bizi karşılıyorlar ve biz de onlara alkışlarla cevap veriyorduk. Bu arada eylemle ilgisi olmayan insanlar da gözaltına alınmıştı. HABITAT 2 Konferansı sebebiyle ülkemize gelen sivil toptum örgütleri üyelerinden iki kişiyle konuştuk Silıvia adlı bayan Türkiye "demokrasi"si hakkında ne düşünüyorsunuz yönündeki sorumuza; "Maalesef yok" yanıtını verirken, Wiktor KLENENBER adlı Meksikalı sorularımıza şu yanıtlan verdi. HABİTAT nedir? Wiktor KLENENBER: Dünyanın yönetimini elinde bulunduranların göstermelik olarak dünya üzerindeki yerleşim birimini planlayan ve dünyanın çeşitli yerlerinden katılan topluluktur. Normalde savaş olan ülkelerde HABİTAT yapılamaz. Ve şu an Türkiye'de de bir savaş var. Ve HABİTAT yapılıyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'ye ben Pazartesi günü geldim ve hiçbir şey anlamış değilim. Bir şeyler oluyor. Ve bunu anlamak gerçekten zor. Polisin bir arkadaşı taciz etme amacıyla "Sen Gazi'limisin" diye sormasına arkadaşın, "Evet ben Gazi'liyim, Ümraniye'liyim, Nurtepe'liyim"cevabını vermesi aynı polisi çileden çıkardı. Otobüsten indirilen bir arkadaşın "öldürecek misiniz yine buradayız" demesi üzerine tekme, tokat ve coplarla arkadaşa saldırdılar. Durumu gören diğer otobüsteki arkadaşlar slogan atarak, camları yumruklamaya başlayarak tepkilerini ifade ettiler. Daha sonra gruplar halinde hücrelere konulduk. Bizlere büyük sorumluluklar düşüyordu. Onun için hemen neler yapabileceğimiz konusunda konuştuk. Ve ifade vermeme ile açlık grevi tavrı geliştirme konusunda genel bir birliktelik yarattık. Açlık grevine başladığımızı duyurduk. Sloganlarımızla, marşlarımızla, halaylarımızla ortamı coşkulandırdık. Buna tahammül edemeyen iki polis arkadaşlarımıza saldırdı. Ama bu saldırıya da karşılık verildi. Bu esnada bir arkadaşın kaşı yarıldı. Bizler de tepkimizi mazgallara tüm gücümüzle vurarak, "insanlık Onuru İşkenceyi Yenecek", "Katil Polis" sloganlarını atarak ifade ettik ve saldırıyı püskürttük. Ertesi gün ifade için grup grup götürüldük. Büyük bir çoğunluk ifade vermedi ve serbest bırakıldık. Bu bizim için bir deneyimdi. Herşeyden önce kendime ve kitleye güvenim artmıştı. Bu arada eylem tertip komitesinin ve KÖŞK yönetiminin zaafları da beni düşündürdü. Bana göre KESK binasında toplanmaları büyük bir yanlışlıktı. Üstelik polisin saldıracağı kesinken yapılması gereken bir çok şey yapılmamış, kamu emekçileri bir anlamda örgütsüz bırakılmış oldu. Bu eylemin öğrettiği en önemli şey, tüm tehditlere rağmen büyük bir kararlılıkla kamu emekçilerinin biraraya gelerek ve "kitle hazır değil vb..." laflarını kendi eylemsizliklerinin mazereti olarak sunanları pratikte mahkum etmiş olmasıdır. * 'Burada gördüğümüz tek şey var; polis, polis, polis..." Şu an herşey çok karışık. HABİTAT, yetkililerince bu bina ile sınırlı tutuluyoruz ve bizi boş kafalı zannediyorlar. Biz istanbul'un öbür yüzünü görmek istiyoruz. Biliyorsunuz şu an cezaevlerinde yaklaşık bini aşkın tutsak açlık grevi yapıyor. Cumartesi günü tutsak yakınları protesto ettiler. Ve polisin şiddeti ile karşılaştılar. Bunun nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'de gördüğüm herşey beni dehşete düşürdü. Bu ülkede demokrasinin olduğu asla söylenemez. Ve açık faşizm var. Sizden bazı insanların bu olayı protestosu söz konusu oldu. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz. Daha mı radikal olmalıydı, yoksa daha mı yumuşak? Protesto için yeterli denilemez tabii ki. Protesto daha radikal olmalıydı. Buradaki tüm insanlar protestoya katılmalıydı. Burada gördüğümüz tek şey var o da polis, polis, polis...*

10 cezaevleri tarihi ÖZGÜR TUTSAKLIK HALKIMIZIN ONURUDUR Bir zulüm odağı olarak açıldı Metris; ama yalnız halkımız nezdinde sonraki yıllar boyunca bir direniş odağı olarak anıldı hep. Cezaevleri dizimizin bu ikinci bölümünü ağırlıklı olarak Metris'e ayırıyoruz. Metris, işkencenin dur durak bilmediği, onlarca cezaevinden yalnızca biriydi elbette. Ama yine de yalnızca Metris'i incelemek cezaevleri üzerine genel bir değerlendirme için gereken verileri fazlasıyla sunar. Çünkü Metris, düşman açısından da, sol açısından da politikaların genellikle sonuna kadar uygulandığı, V yaşandığı bir cezaevi olmuştur. Cuntanın şefleri tarafından bir toplama kampı olarak düşünülmüştü Metris. Seçme işkenceci subaylar getirildi yönetimine. "Bağımsızlaştırma" politikası en yoğun olarak burada uygulandı. Kısacası cuntacılar için halkı teslim almanın ve işkencenin bir laboratuarıydı adeta Metris. Devrimci tutsaklar, direnişçiler için de bir laboratuar oldu. Düşmanın gücünü ve güçsüzlüğünü gördüler orada. Halk adına, devrimcilik adına, direniş adına ileri sürülen politikalar, Metris'in sınavından geçti. İşte bu sınavdan geçen devrimci politikalarla, direnişlerle, halkın mücadelesini ve umudunu boğmak için yapılan bu zindan, direniş ışığının yayıldığı, umudun yenilmezliğinin kanıtlandık direniş odağı ol "... Mayıs ayının ilk günlerinden biriydi. Sayıma gelen subay isim listesini okumaya başladığı anda Metris'e sevk edileceğimizi anladım. Zaten bir süreden beri hepimiz aynı beklenti içindeydik... Sevk listesinde adımın okunduğunu duyunca hiç şaşırmadım. Ama hiç heyecanlanmadım diyemem. Az da olsa bir heyecan kapladı içimi. Ne de olsa yeni bir cezaevine gidecektik. Nelerle karşılaşacağımızı bilemediğimiz bir yere..." İstanbul'da değişik askeri cezaevlerinde kalan tutsaklar çok geçmeden öğreneceklerdi bunu da... "... Nihayet Metris denilen zindana vardık. Arabadaki küçük deliklerden dışarıyı süzmeye başladım... İki katlı, kirli beyaz sıvalı, hemen hemen penceresiz bir binaydı karşımızda duran. Çevresindeki tel örgüleri, dev bir canavarın bacakları gibi korkunç gözüken dört nöbetçi kulübesiyle ve kirli beyaz renkli, içice geçmiş bloklarının labirenti andıran görünüşüyle Metris, filmlerde gördüğümüz toplama kamplarından farksızdı. Bu toplama kampı mimarisi siyasi tutsakları öğütmek için özel olarak yapılmıştı. Kapı önündeki bekleyişimiz saatlerce sürdü. Ayakta duracak halimiz kalmamıştı artık. Ringin kapısı açıldı birden. İki iki, dört dört içeri almaya başladılar. İnenler gözden kayboluyordu birden. Sanki bir dehliz yutuyordu onları... Sonunda sıra bana geldi. Her yanına kan oturmuş ellerimi hareket ettiremez hale gelmiştim. Kendimi ringten adeta dışarı attım. Kapı eşiğinden adımımı daha yeni atmıştım ki, bir anda neye uğradığımı şaşırdım. Sağlı-sollu tekmeler, coplar yağıyordu üstüme. Yıkılmamak için çaba gösterdim. Ama boşuna oldu bu çaba... İki yana tek sıra halinde dizilmiş askerlerin oluşturduğu 'koridor' içinden yürütülüyorduk, tekmeler, tokatlar, elektrikli coplar arasında..." İşte 1981'in Nisan'ında böyle açıldı Metris Cezaevi; artık cezaevleri deyince, işkence, zulüm ve direniş deyince akla gelecek isimlerin en başta geleni olacaktı o. Devrimciler Zulmün Saldırısına Hazır Devrimci tutsaklar Metris'in açılmasının ne anlama geldiğini ve geleceğini biliyorlardı. Bu yüzden hazırlıksız yakalanmadılar. Henüz Metris'in açılacağı duyulduğunda DEVRİMCİ SOL tutsaklarının önerisiyle DK, P ve EB tutsakları tarafından Sultanahmet gibi diğer bazı cezaevlerinde, Metris'e sevkedildikleri taktirde "hiçbir yaptırıma uyulmayacağı, gidenlerin baskı, işkence ve yaptırımlar karşısında hemen açlık grevine başlayacağı, sonradan gidenlerin de bu açlık grevine katılacağı" karan alınmıştı. Bazı irtibatsızlıklar olsa da bu karar uygulandı Metris'te. Metris zindanlarındaki bu ilk direnişte, ilk açlık grevinde 50 kişi vardı ilk gün. Sayı yeni şevklerle birlikte sürekli arttı ve sonunda 200'ün üzerine çıktı. Cuntanın işkencecileri hemen başlangıçtaki saldırılarıyla devrimci tutsaklarda moral bozukluğu, yılgınlık, örgütsel dağınıklık yaratmayı hedeflemişlerdi. Ama saldırıya tereddütsüz direnişle verilen karşılık cuntanın Metris hesaplarını bozdu. Direnişin 10. gününde Sıkıyönetim Komutanlığı işkence ve baskı yapılmayacağını resmi olarak açıklamak zorunda kaldı. Direnişin temel talebi de bu olduğu için açlık grevine son verildi. Metris zindanındaki ilk raund devrimci tutsaklarındı. İkinci Büyük Açlık Grevi ve İlk Büyük Eylem Kırıcılığı Haziran ortalarından itibaren saç sorunu öne çıkarılarak işkence yeniden günlük hayatın bir parçası haline dönüştürüldü. Sürekli baskı, tehdit, 10 Temmuz'da bayanlar bölümünde patlamaya dönüştü. İşkenceci Binbaşı Adnan, sayım sırasında bayan tutuklulara sataştı, hakaret etti, ama cevabını da aldı. Devrimci bayan tutsaklar onurlarına yönelik bu saldırıyı karşılıksız bırakmadılar ve binbaşıyı tokatlayarak, hırpalayarak cevap verdiler. Temmuzun sonunda saç vb. Bahanelerle operasyonlar yoğunlaştı. 24 Temmuz'da o dönem "yasal" bir cunta uygulaması olan şubeye (emniyete) alınma nedeniyle tutsakların E-11 ve C-11 koğuşlarındaki direnişine gaz bombalarıyla saldırıldı. Cuntanın 1. yıldönümünü saldırıyla kutladı Metris İdaresi. TKP/ML tutukluları mahkemeye gidiş-dönüşte vahşice, dövüldüler, saçları zorla kesildi. 14 Eylül'de ise tüm tutsaklara adeta yeni bir 12 Eylül ültimatomu verdi idare. Kurallara uyulması, en başta da saç kestirilmesi için 21 Eylül'e kadar süre tanınıyordu. Metris idaresi tutsakları teslim almak için yeni bir hamle yapıyordu. DEVRİMCİ SOL tutsakları bu oyunu bozmak için aç-

11 cezaevleri tarihi lık grevi önerdiler. Ve tartışmalar başladı. Ancak aldıkları cevaplar hiç de duruma uygun değildi. "Gelişmeleri abartıyorsunuz" diyordu kimi. "Bir süre sonra vazgeçmek zorunda kalırlar" gibi öngörülerde bulunanlar da vardı. 21 Eylül'e kadar sonuçlanmadı tartışma. Ve ne yazık ki, düşman tartışmaların bitmesini beklemiyordu zindanda. İdare, ilan ettiği gibi 21 Eylül günü operasyonlarını başlattı. Özel oluşturulmuş işkenceci sürüleri koğuşları basıyor, saç kesme bahanesiyle işkence gırla gidiyordu. Siyasi grupların çoğu hala açlık grevi yanlısı görünmüyorlardı. DEVRİMCİ SOL, KSD, Halkın Yolu ve Partizan Yolu davalarından tutsaklar Metris'in ikinci büyük açlık grevini 22 Eylül günü başlattılar. İdare, eylemi kırmak, katılanlarla katılmayanları birbirine düşürmek için pek çok manevra çevirdi bu arada. Ve manevraları ters tepti. 27 Eylül akşamı tüm tutsaklar katıldı direnişe. Direnişe yeni katılanların önerisiyle eylem ilkeleri belirlendi ve tüm gruplar tarafından imzalandı: "Eylem boyunca şekerli su alınmayacak; tedavi kabul edilmeyecek; eylem ancak toplu olarak bırakılacak; tek temsilci çağrıldığında diğerleri de istetilecek ve anlaşma tüm temsilciler biraradayken yapılacak" Direnişin 15. Günü 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı imzalı resmi bir bildiri anons edildi. Sıkıyönetim Metris'te Açlık Grevleri 23 Nisan-12 Mayıs '81; 19 günlük açlık grevi 22 Eylül-8 Ekim '81; 17 günlük açlık grevi 18 Mayıs-14 Haziran '82; 28 günlük açlık grevi 8 Temmuz-3 Ağustos '83 27 günlük açlık grevi 11 Nisan-27 Haziran '84; 75 günlük açlık grevi ve Ölüm Orucu generallerine göre "artık kimse hiç bir biçimde dövülmeyecekti; avukat görüşü hiç bir nedenle yasaklanmayacaktı..." Direnişin talepleri açısından bunlar ancak hak kırıntısı niteliğindeydi; dahası bu "asker sözü"nün ne anlama geldiğini daha önce görmüşlerdi. Hem kazanım genişletilmeli, hem de kazanılanlar daha sağlam güvencelere kavuşturulmalıydı. Ama eyleme biraz zoraki katılanlar, hemen bu duruma sarıldılar. "Bundan daha fazlası olamaz"dı; ve üstelik "kitle dökülüyordu. DEVRİMCİ SOL tutsaklarının o halde her gruptan belli insanlarla sürdürülsün önerisi de kabul lar, yalnız bırakılmadı!. Önce DK ardından HK ve P davaları tutsakları da eylemi bitirdi. Ve eylem 8 Ekim'de istemeye istemeye bitirildi. Aileler Metris'i Daha Yakından(!) Tanıyor Metris'teki ikinci büyük açlık grevinin sürdüğü günlerdir. 60 kadar tutsak yakını direniştekilerin taleplerinin kabul edilmesi için Selimiye Kışlası'ndaki Adli Müşavirliğe giderler. Adli Müşavir, kendileriyle görüşmez bile. Bunun üzerine bu kez dağılmazlar ve orada bir protesto gös- görmedi. Önce EB ve DY tutukluları eylemin ilkelerini hiçe sayarak bıraktılar eylemi. Eylem onlara rağmen sürebilirdi. Ama bırakanterisi yaparlar. Sıkıyönetim Komutanlığı bu "tehlikeli" gelişmeyi daha baştan durdurmak için askerlerini ailelere saldırtır ve 10 aile gözaltına alınıp, sonra da tutuklanır. Artık oğullarına daha yakındırlar; onlar da Metris'e getirilirler. Tarih 15 Aralık 81'dir. Görüş günü. 10 gün önce ismet TAŞ adlı tutsak tahliyesine bir-iki gün kala rahatsızlanır ve hastaneye zamanında kaldırılmadığı için ölür. Metris'in ilk şehididir. İdare suçunu yeni bir saldırı dalgasıyla örtmeye çalışır. Saldırı için, görüş gidiş-gelişleri seçilmiştir. Ama o gün gidiş-gelişte de değil, bizzat kabinlerdedir saldırır. Askerler saldırır ve doğallıkla görüş kabinlerinin iki yanı birden karışır. Aileler tepki gösterirler bu saldırıya. Ve saldırı kabinlerin ötesine de sıçrar; analar, babalar, çocuklar kıyasıya dövülür. Metris gerçeğini, cezaevleri gerçeğini böyle böyle daha yakından tanır aileler... Tanırlar ve tanıdıkça zulme kinleri artar; tanıdıkça kavganın saflarına yakınlaşırlar. Metrisin "Reformcu" Dönemi 28 günlük bu açlık grevinin kamuoyunda yarattığı etkiler, istanbul Cezaevlerinde açıktan saldırıyı bir süre de olsa engelleyecek bir sonuç yarattı. Ve böylece Metris'in "reformcu" dönemi başladı. Ama elbette bu süre uzayıp gidemezdi Kasım '82'de Davutpaşa Askeri Cezaevi boşaltıldı. Aynı günlerde Hasdal da kapatılarak, oradaki tutsaklar da Metris'e getirildiler. 2 Mayıs '83'te kapatılma sırası Alemdağ'daydı. Gelen tutsaklar boş koğuşlara verilmeyip zaten dolu olan koğuşlara veriliyor, bununla yeni bir baskı uygulanmış oluyordu. Ranzalarda iki kişi yatmak durumundaydı tutsaklar. '83 Ocağında Askeri Cezaevleri doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'nda kurulan Cezaevleri Koordinasyon Kurulu'na bağlandı. Amaç, 12 Eylül Cuntası sivilleşmeden önce tüm cezaevlerini teslim almaktı. '83 başında Anadolu'daki Askeri Cezaevlerinde TTE (Tek Tip Elbise) dayatıldı. 9 Mart'ta değişik bir arama vardı Metris'te. Doğrudan 1. Ordu Komutanı Haydar Saltık imzalı bir genelgeyle pelür kağıtlara, kalemler ve defterlere el konuldu. Permatikler toplatıldı. Yalnız kurşun kalem ve keçeli kalem "serbest"ti. Cezaevi yönetimi savunmalarda "suç unsuru" görürse el koyabilecekti. Bu, esas olarak savunma hakkının gaspına yönelik bir baskıydı. Emir yukarıdandı. 14 Mart'ta tutsaklar, bu yasaklar kaldırılıncaya kadar dilekçe, mektup vb. yazmama ve sakal kesmemeye karar verdiler. DS tutsakları da mahkemelerde yazılı-sözlü sorgu vermeme kararı aldılar. Peşpeşe ziyaret yasakları... 3 Mayıs'ta ise yeni bir operasyonla karşı karşıyaydı Metris tutsakları, kitap operasyonu... Tutsakların zaten kontrol edilerek içeri alınmış ve üzerlerinde "görülmüştür" damgası bulunan kitapları vermemeleri üzerine yeniden saldırı başladı. Operasyon için mavi bereli komandolar getirilmişti. Saatler ilerledikçe maltadaki, koridorlardaki yırtılmış kitap yığınları büyümeye başladı. "Faşizmin bilim ve kültüre, insani değerlere, güzel olan her şeye düşmanlığının canlı örneği"ydi bu tablo... Metris'in bu "ara dönemi" bitmişti bu operasyonla. Koridorlar yine cop ve slogan sesleriyle çınlıyordu. Asıl Metris buydu. Büyük Direniş, Eylem Kırıcılar Ve Yenilgi Temmuz şevklerle başladı Metris'te Temmuz günleri boyun-

12 cezaevleri tarihi ca Sağmalcılar'a onlarca devrimci sevkedildi. Aceleyle açılan ilk cezaeviydi Sağmalcılar ve hücre tipiydi. Sevkedilenler çoğunlukla İstanbul cezaevlerindeki direnişlerin yönlendiricisi olan insanlardı. Düşman, tutsakların gücünü bölmek, politik-örgütsel yapısını güçten düşürmek peşindeydi ve teslim alma politikasına daha elverişli bir ortam yaratmaya çalışıyordu. Sultanahmet'te bulunan tutsaklar Sağmalcılar'ın açılacağını öğrenmeleri üzerine bağlayıcı bir karar alarak yeni açılacak cezaevinde Tek Tip Elbise'nin dayatılması durumunda hemen açlık grevine başlanması kararı almışlardı. Bu karar doğrultusunda da Sağmalcılar'dan gelen haberler üzerine, 8 Temmuz'da Metris'te açlık grevine başlandı. Üç gün sonra Sultanahmet ve bir kaç gün sonra da Kabakoz'dakiler açlık grevine gittiler. Eylem, istanbul'daki askeri cezaevlerinin tümünü kapsayan, o güne kadarki en kitlesel açlık greviydi. Bu açlık grevinde Metris idaresi fiziki saldırıdan çok psikolojik saldırılara ağırlık verdi... Psikolojik saldırının ilk ayağında 24 saat boyunca hoparlörden yüksek sesli müzik yayını vardı. Tutsaklar bunu protesto etmek için çeşitli eylemler de yaptılar ama yayın kesilmedi... Açlık grevinin 6. günü boyanacak gerekçesiyle koğuşlardaki masa ve sandalyeler toplandı... Bir kaç gün sonra yenilenecek gerekçesiyle koğuşlardaki yatak ve yastıklar da toplanmak istenince vermeme kararı alındı. 15 Temmuz günü TİP davası sanıkları açlık grevini bıraktılar. Direnişte zaten pek bir yerleri yoktu, eyleme de hasbelkader katılmışlardı. Bu anlamda pek etkisi olmadı. 20 Temmuz'da Metris doktorları saat başı anonslarla açlık grevinin zararlarını anlatmaya başladılar gün hainlerin anonsu başladı gün Haydar Saltık'ın tutuklulara hiç bir taviz verilmeyeceğini belirten bildirisi anons edilmeye başlandı. Kısaca program şöyleydi; önce marşlar, ardından doktorların açıklamaları, ardından hainin konuşması, ardından Haydar Saltık'ın bildirisi... Bitince yeni baştan saat ve mümkün olan en yüksek sesle bu yayın sürdürülüyordu. Psikolojik saldırıların tümden etkisiz olduğu da söylenemezdi tabii. TİP'lilerden sonra TKP davası sanıkları da bırakıyorlardı açlık grevini. Haydar Saltık'ın bildirisi eylemin uzun süreceğini gösteriyordu. Ve siyasetlerin bir kısmı böyle bir şeye hiç de hazır değillerdi. Ayrıca 6 Kasım seçimlerinden sonra da demokrasiye dönüleceğine ciddi ciddi inandıkları için bir kaç ay daha sabrederlerse ondan sonra bu baskıların zaten olmayacağı hayalini kuruyorlardı. 20. günlere doğru EB davası tutuklularının "Sağmalcıları gözden çıkaralım, biz kendi sorunlarımızın çözümünü esas alalım" yaklaşımı oportünist gruplarda kabul görmekte zorlanmadı. Ve bırakma tartışmaları gündeme geldi. 19. gün, daha önceki kararın tersine DS ve bazı dava tutsaklarının muhalefetine rağmen idareyle görüşme isteğinde bulunulması kararlaştırıldı. Görüşüp, "alabildiğimizi alıp" eylemi bitirelim diyorlardı. Bu, açıkça zayıflık işareti olacaktı idareye. Nitekim oldu da. inisiyatif düşmandaydı artık. İdare bu bilgileri, havayı alıyordu elbette, önder konumundaki tutsakların şevkine hız verdi. 1 Ağustos'ta üç temsilci görüşme için dilekçe verdi. Metris yönetimi bu başvuruyu kaale almadı. Oportünistler, şaşırmıştı buna ve kararsızlıkları artmıştı. Eylem, dünya ve ülke kamuoyuna yansımıştı, etkisi gün geçtikçe artıyordu ama bir kısım grupların gözü bitirmekten başka bir şey görmez olmuştu. Bu kez eylemin görüşmesiz bitirilmesi ortaya atıldı. DS davası tutsakları böyle bir bırakma düşüncesini engellemeye çalıştılar. Ama yararsızdı, resmen çözülme başlamıştı siyasetlerde. DS tutsakları Konsey'den en azından 5 Ağustos'a kadar sürdürme kararı alınmasını isteyerek, eylemi en azından olumlu bir sonuca ulaştırmanın gereğini ortaya koydu. Ama oportünizm bunu bile kabul etmedi. Bir kaç gün daha uzatmaya bile tahammülleri kalmamıştı. Çarşamba günü sıralarında DY, DK, P davası tutsaklarının başı çekmesiyle -DS davası tutsaklarına haber bile vermeden- kırıldı eylem. Eylemin en önemli ilkesi "Sağmalcılar eylemi bitirmeden Metris bitirmeyecek" kararı çiğnenmişti. Ama çiğnenen bir tek o da değildi. Burada da doğru dürüst bir bitiriş yoktu ki. DS, DHB, KSD, PY, TİKB davası tutsakları bırakma kararına karşı çıktılar. Ama direnişin açıkça kırıldığı noktada kendi başlarına sürdürmenin o eylem açısından bir anlamı da olmayacaktı. Dördüncü büyük açlık grevi yenilgiyle bitmişti. Yenilginin ilk sonuçları aynı gün akşam görülmeye başlandı. Her süresiz açlık grevi sonrası şöyle-böyle bir diyet yemeği çıkartan idare, bu kez pişmemiş, pis ve acılı bir mercimek çorbası dağıtıyordu adeta alay edercesine. Ve kantinden de süt vb. satışı yapılmıyordu. Metris subayları artık yenik bir ordu karşısında zafer kazanmış komutan gibiydiler. Yenilgi Sonrası Sistemli saldırı, eylemin bitirilişinden altı gün sonraki genel aramayla başladı. Tam bir talandı. Herkes havalandırmalara çıkartılmıştı. Tüm eşyalar, yiyecekler, sabun, deterjan vb. birbirine karıştırıldı, bir daha kullanılamayacak hale getirildi. Ama dahası, varolan kitaplar, ders kitapları, televizyonlar, radyolar, ilaçlar, cam bardaklar, çiçekler, mahkeme dosyaları, mektuplar toplandı. Kağıt, kalem, kitap, TV, radyo yoktu artık ve uzun yıllar da olmayacaktı. Gece 21'e kadar bekletildikleri havalandırmalardan içeri alınırken, bu kez uzun bir dönem sürecek olan bir uygulama dayatılıyordu, tümüyle soyunmaları istendi. Direndiler ve karşılığında işkence gördüler. Açlık grevini bırakanların bir türlü görmek istemediklerini Metris idaresi çok geçmeden göstermişti işte. 15 Ağustos'ta havalandırma ve hemen tüm gazeteler yasaklandı. Hafta Sonu, Erkekçe gibi yoz kültürün taşıyıcısı dergiler serbestti sadece! Bir Devrimci Sol Tutsağının Açlık Grevi Günlüğünden Mayıs '82... Sabah sayımdan önce anons yaptık. İşkencelerin ve keyfi uygulamaların durdurulması için haklarımızı alıncaya dek sürecek açlık grevine başladık. Az önce yiyebileceğimiz ne varsa yemiştik. Biraz kaldı, idareye vereceğiz, yemek yiyorlar diye spekülasyon yapmamaları için... Saat Kaypakkaya'yı anıyoruz. Hoparlörden bangır bangır ırkçı şoven marşlar çalınıyor. Koğuş ışıklarını kapatıyorlar. Anma metni okunmasın diye. 19 Mayıs... Açlık grevinin İlk günü, sabah akşam dayaklar sürdü. 20 Mayıs... Bir kişi daha bağımsızlar bölümüne gitti. Sallantıda olduğu belliydi, ama yeterince yardımcı olamadık. 21 Mayıs... Değişen bir şey yok. Yalnızca bugünkü falakada kaba etimi patlatmayı başardılar. İlaç sürdüğüm arkadaşların vücutları mosmor. 22 Mayıs... Dayaksız başladı ve bitti günümüz. Zaten ayakta kimse kalmamıştı. 29 Mayıs... Bir kaç gündür sabah akşam olmak üzere günde iki kez birer çay bardağı şekerli su alıyoruz. Bizleri etkileme düşüncesiyle orta kat koridorlarında köfte arabası dolaştırıldı. Tüm koridor mazgallarını açtılar. 30 Mayıs... Şekerli su yalnızca yarım saat için ağzımın pasını siliyor, ardından o berbat açlık tadı... Kulaklarım uğultulu. Köfte arabası yine geziyor... Saat 18.00, bir arkadaşımız rahatsızlandı... Doktor illa revire kaldırılmasını istiyor... Saat 22.00, zorla ranzaya bağlayıp serum vermişler revirde, ama uzun süre tutamadan çıkartmak zorunda kalmışlar... BBC eylemimize yer vermiş haberlerinde. Bu iyi, eylemimiz yurtiçi ve dışında destekleniyor. 31 Mayıs... Grev boyunca, sorunları anlatmak için mahkemeyi boykot tavrımızı sürdürmeyeceğiz. Bir arkadaş normal olarak mahkemeye çıktı... Saat 8.15'te sayım ekibi geldi, yatanlara sataştılar. Bir arkadaşı dövdüler, slogan attık... Havalandırmadaki bir çok koğuştan şekeri almışlar... 1 Haziran... Koğuşlarda kalan şekerleri her koğuşa eşit olarak bölüştürdük... Hasta arkadaşlara iki çay bardağı şekerli su veriyoruz. Saat 16.00, bir arkadaş kan kustu. Doktor mide kanaması dedi. Grevi bırakmasını istiyoruz, kabul etmiyor. 2 Haziran... İdare annemden bir kağıt getirdi, durumumu soruyor. Arkasından üç arkadaşa daha geldi aynı kağıttan. Anladığımız şu ki, yöneticiler zor durumda. Ailelerimizin iki gün önce Ankara'ya gittiğini böylece ögrendik. 3 Haziran... Askerler ilk kez sayıma 'Her Şey Vatan İçin' sloganı atarak geldiler. Gelibolu marşıyla gittiler. Saat Cezaevi dışından çığlıklar, gürültüler hatta sloganlar duyuyoruz. Ailelerimizle ilgili olsa gerek, ama ne oluyor? 4 Haziran... Beş aydan sonra Metris idaresi ilk kez çarşafları yıkayacak. Mazgaldan söylediler... Dün ailelerimizi basınçlı su ve copla dağıtmışlar... Revire çıkanlar çoğaldı... Artık ağır ağır konuşuyoruz. Ötesine güç yetmiyor. 5 Haziran... Müthiş halsizim. Ayağa kalktığımda bir süre başım dönüyor, gözlerim kararıyor, biraz bekliyor, ondan sonra yürüyorum. Acele edenler yere düşüyor... idarede değişiklik yok. Ölümcül sessizlik var her yerde, hava çok güzel... 6 Haziran... Suratlarımız bembeyaz, birbirimize bakıp gülüyoruz... Revirde ve hastanede toplam yüz dolayında arkadaşın olduğunu öğrendik. Ailelerimizden de 20 kişi gözaltına alınmış, 8 Haziran... Doktorlar sayımlarda 'boşuna direniyorsunuz, 20. günden sonra geriye dönüş yok, eylemi bırakın' nakaratını söylüyorlar. 10 Haziran... Köfte arabası her günkü olağan turunu yaptı koridorlarda... Sanırım etkileneceğimizi umduklarından hoparlörden sürekli bıraktırma denemesi yapıyorlar bugün Haziran... Tecritten 7 arkadaşın başka cezaevine sevk olduğu söyleniyor. Haber kesin. İdare açlık grevi taleplerinden birini ortadan kaldırıyor... Akşam Davutpaşa'ya sevk olanların açlık grevini bıraktıklarını, bizim de bırakmamızı anons ettiler. Bir daha 'YAŞASIN SÜRESİZ AÇLIK GREVİMİZ' sloganlarıyla yanıtladık anonsu... Gece sık sık 'doktor isteriz' sloganları atıldı... Saat Tüm arkadaşlar geleceğe dönük güzel yorumlar yapıyorlar yataklarında. Kazanacağımıza inanıyoruz. 13 Haziran... Saat 07.00, hoparlörün sesi deli lodos gibi uğulduyor. Çıldırtan bir gürültü. Kulağımı pamukla tıkadım. Bu gürültü makinesi grev boyu gece-gündüz demeden bağırdı. Saat 9.45, askerler yatakhaneye koşarak girdiler. 'Ayağa kalk' gibi komutlarla bağırıyorlar. Bu tavırlarıyla bizleri güldürmeyi başarıyorlar. Direniş başlayalı 27 gün oldu. Herşeye rağmen moralimiz çok iyi. 14 Haziran... Sabah yine açıldı hoparlörler, ancak sayıma sessizce geldiler. Tedirgindiler... Temsilcilerin çağrıldığını duyduk, yine yorumlar... Saat 18.30, karşı koğuştan belli belirsiz sesler geliyor. Haklarımızı aldığımızı, açlık grevinin bittiğini duyar gibiyim Arkadaşlar net haber gelene kadar açlık grevini sürdürüyoruz mesajını verdiler. Saat 19.30, biz de açlık grevini bitiriyoruz. Saat Cezaevi idaresi süt ve reçel sattı... Kazandık. 17 Haziran... Bir er 'zorla güzellik olmaz bitiydik ama ne yapalım tertip' dedi, zavallıya acıdım. Eylem kararlı çizgisinden aldığı güçle işkenceci yöneticilerin elindeki insiyatifi alınca, 12 Eylül'cüler, hem de en tepedekinin talimatıyla ödün vermek zorunda kaldı..."*

13 cezaevleri tarihi Revire, ziyarete, hastaneye, avukata çıkışlarda soyarak arama dayatıldı. Kabul edilmedi. Sonuçta tutsakların dışarıyla hemen tüm ilişkileri kesilmişti. DS tutsakları yenilginin derinleşmesini önlemek için on maddelik bir program önerdi, hemen her konuda yaptırımların fiili olarak reddedilmesini içeren bu öneriler kabul edildi. Kıç-baldır falakası yeniden başladı. Bu işkence öylesine arttı, öylesine yaygınlaştı ki, yeni bir açlık grevi tartışmaları gündeme geldi. Muhbirler aracılığıyla bu tartışmaları öğrenen cezaevi idaresi dayağın dozunu azalttı. Metris Cezaevi Konseyi Yaşamı disipline edecek, direnişin organizasyonunu sağlayacak örgütlülükler olmaksızın mücadeleyi sürdürmek kuşkusuz mümkün değildi. Daha cunta yıllarının başından itibaren hemen tüm cezaevlerinde biçimleri birbirinden farklılıklar taşısa da ortak örgütlülükler oluşturulmuştu. Metris'te de 1981 yaz aylarında Metris Cezaevi Konseyi kuruldu. Konsey, cezaevi yönetimine karşı mücadeleye katılan ve siyasi tutukluluk kimliğini savunan tüm devrimci gruplardan oluşuyordu ve hem bir karar, hem yürütme organıydı. Karar almayı çabuklaştırmak, tutuklular adına inisiyatif kullanmak için de dört siyasetten oluşan -Devrimci Sol, DK, P, HK davası temsilcilerinden oluşan, daha sonra DY temsilcisinin de katıldığı- bir Cezaevi Konseyi Üst Yürütmesi oluşturuldu Temmuz-Ağustos açlık grevi öncesi Konsey'de bulunan siyasi gruplar şunlardı: DS, DK, HK, P, DY, GKK, TİKB, KSD, PY, DHB, Acilciler, HDÖ, Kawa, Emeğin Birliği, Otonom, IS, CY, CS, THKP-C Savaşçıları, (Bu grup kendi içinde üç parçaydı ve her biri ayrı temsil ediliyordu) Rızgari, Dev- Savaş, HY, PK, EB... DİRENİŞİN BİÇİMİ YOK; HER ŞEY DİRENİŞ... '83'te yenilgiyle biten, daha doğrusu eylem kırıcılığı nedeniyle yenilen açlık grevi sonrasında DS tutsakları eylemi kıran DK, P ve DY ile hiç bir şey olmamış gibi aynı konsey içinde yaralamayacağını açıkladı. Pratikte iki başlı bir Konsey örgütlenmesi doğdu. Bir taraf statükocu çizgiyi egemen kılmaya çalışırken, diğer taraf direniş çizgisini savunuyor, sürekli yeni taktikler, politikalar üretiyordu açlık grevinden sonra Troçkistler, TDY, TKEH, PKK da Konseye eklendi. 4 Şubat 1984'te Tek Tip Elbise giydikleri için EB, Rızgari ve Troçkistler Konsey'den atıldılar. 84 Nisan'ı ile Haziran'ında, yani ölüm Orucu sırasında statükocular aradıkları fırsatı bulmuş olacaklar ki, bu kez Devrimci Sol ve TİKB'nin 'ayrılıkçı' tavır aldıkları gerekçesiyle Konsey'le ilişkileri donduruldu! Sivilleşme Öncesi Son Saldırılar 12 Eylül cuntası, seçimler öncesi tüm cezaevlerinde baskı ve terörünü alabildiğine azgınlaştırdı. İlk olarak Eylül'de, Diyarbakır'da açlık grevi başladı. Metris tutsakları destek açlık grevi yaptılar. Ekim ayı ortalarında Metris'te de 'yeni yaptırımlar gündeme getirildi. Ama direnişi asıl yaralayan kendi içindeki gelişmelerdi. Direnişin on maddelik programla ördüğü barikatta gedikler açılmaya başlandı. Önce kantinden kağıt, keçeli kalem vb. almama kararı tartışma olanağı bulunmadan alelacele kaldırıldı. Ardından mektup yazmama ve telgraf çekmeme kararı, DK tutsaklarının önerisi doğrultusunda az bir oy çoğunluğuyla kaldırıldı. Bu savaş elbette aynı zamanda bir psikolojik savaştı. Aynı zamanda bir taktik savaşıydı. Ve bu kararlar her iki açıdan da düşmana yarıyordu. Saldırdıkça direniş mevzisinden geri adım atıldığını gören düşman, daha cesaretli saldırıyordu. TTE Giydirim Provası 28 Kasım'da 14 Ağustos'tan beri yapılmayan türde bir genel arama yapıldı Metris'te. Arama değil, Tek Tip provasıydı aslında. Operasyonu Metris'teki işkencecilerin başı Bin- Çöp protestosu; 83 Ağustos'unda Metris'te idare cezaevinin demirbaşlarını bile tutsaklara aldırma politikasının bir uzantısı olarak çöp torbalarını da tutsaklara aldırmak istedi. Kabul etmeyince de çöpleri toplamadı. Bir süre sonra tutsaklar çöpleri koğuş girişine yayarak silahı tersine çevirdiler. Direniş, idarenin çöpleri almaya başlamasıyla sona erdi. Normal zamanda ayakta verilen sayımlan çeşitli baskı ve yasaklara tavır olarak sandalyede ya da yatakta oturarak vermek; cezaevi idarelerinin hazmedemediği ve genellikle fiili saldırıyla kırmaya çalıştığı bir direniş biçimi oldu. V Saç kestirmeme; cunta cezaevlerinin siyasi tutsakları "asker" kalıbına sokma politikasının en belirgin yanlarından biriydi saç kesme. Zorlu direnişler oldu bu konuda. Bir yandan saçların kesilmesine engel olunmaya çalışılırken bir yandan da slogan atılıyordu. Faşist idareciler de karşı önlemler geliştirdiler. Traş için tutsak zorla sandalyeye oturtulup elleri arkasına kıvrılarak kelepçeleniyordu örneğin. Metris'te uzun süre "kıç falakası" denilen bir işkenceye başvurdu idare bunun için. Sakal protestosu; Metris idaresi bir dönem permatiklerin traş olduktan sonra geri verilmesini dayattı. Tutsaklar kabul etmediler ve uygulamayı sakal bırakarak protesto ettiler. Sakat bırakma bunun dışında çeşitli keyfi baskı ve yasakları protesto etmek için de başvurulan bir eylem biçimi oldu. Yemek almama, kantin boykotu, çay boykotu. Kaloriferlerin yakılmamasma karşı sayımlara kitlesel olarak başa bere takarak çıkma. Talep olarak elde etmek için mücadele edilen kimi şeyler gün gelip bir baskıyı, yasağı, uygulamayı protesto etmenin biçimleri oldular; mahkemeye, avukata, ziyarete çıkmama gibi... Kolkola girerek direnme, etten barikat örme. Acıt hastalar için, diğer koğuşlara operasyon yapıldığı durumlarda kapı ve mazgallara vurarak protesto.* Direniş Sloganlarından - İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek! - İşkence Yapmak Şerefsizliktir! - Tutukevi mi, Nazi Kampı mı! - Baskı, Tehdit, işkence Sökmedi, Sökmeyecek! - Tek Tip Elbise Giymedik, Giymeyeceğiz! - Asker Değil, Siyasi Tutukluyuz! - Siyasi Tutuklulara Tek Tip Elbise Giydirilemez! - Bayan Tutukluları Askerler Arayamaz! - Tutuklular Ölüme Terkedilemez! - Onur Kinci Aramaya Son! - Faşist Hesap Vereceksin! başı Muzaffer Akkaya doğrudan yönetti. Koridorlara çıkarılan tutsaklar burada don dahil üzerlerindeki tüm giysileri zorla çıkarılarak elleri arkadan kelepçelenip saatlerce bekletildiler. Tek tip Elbise giydirilmeye çalışıldı. Tepki büyüktü. İlk kez bu direnişte "İşkenceci Binbaşı Muzaffer'den Hesap Soracağız" sloganı atıldı. İdare beklemediği bu direniş karşısında TTE'den şimdilik vazgeçmek zorunda kaldı. Ama şimdilik! Çünkü Metris stratejik bir hedefti, düşman burayı teslim alma hedefinden asla vazgeçmiş değildi, direnişin de teslimiyetin de tüm Türkiye cezaevleri açısından belirleyici bir önem taşıyacağını herkes biliyordu. Saldırıyı biraz daha zamana yaymalıydı. Yoğun olarak hücre cezaları uygulanmaya başlandı. İki Öneri İki Çizgi Düşman Tek Tip'e kararlıydı. Devrimciler de kararlı ve hazırlıklı olmalıydılar. Metris'te Tek Tip Elbiseye karşı tarihine yaraşır bir direniş örgütlenmeliydi. DS davası tutsakları bu amaçla, 28 Kasım saldırısı sonrasında TTE'ye karşı bir direniş mevzisi oluşturmayı hedefleyen bir öneri paketi sundular. TTE'yi Kesin biçimde reddeden bu öneriye ilişkin bir kaç değişiklikle çoğunluk sağlandı. Bunun genel karar olarak ilanı gündemdeyken, DK davası tutsakları başka bir öneri paketiyle bu önerileri devre dışı bırakmaya çalıştı. Ve amaçladıkları gibi de ortalığı bulandırmayı başardılar. Statükocular gerçek niyetlerini bu öneri aracılığıyla ortaya koyma fırsatı buldular. DK davası tutsakları, Devrimci Sol'un önerilerinin tersine, operasyonlar sürse de idare ile pazarlık yapılabileceğini, en önemlisi işkence sürse bile açlık grevine gidilmeyeceğini - ama bunun tartışılacağını!- söylüyorlardı. HK, P, DY davası tutsakları hemen buna angaje oldular. Saflar belirginleşmişti ama Tek Tip Elbiseye karşı alınacak tavır da cezaevi geneli açısından, statükocuların manevraları sonucu çıkmaza girmişti. Tartışmalardan, iki öneri paketinden idare de haberdardı. Mevcut durumu değerlendiren Metris işkencecileri tutsakları bölmeye hız verdi. Bu arada özellikle DS davası tutsaklarının ileri kadrolarını Sağmalcılar'a sevketme politikasını da hızlandırdı. Öncelikle bertaraf edilmesi gerekenler onlardı çünkü. İki genel karar vardı artık; bir yanda HK, DY, P, DK bloğu. Diğer yanda DS davası tutsaklarıyla birlikte hareket eden KSD ile TİKB tutsakları. Diğer siyasetler ya aradaki farkları her iki programa da evet diyecek kadar önemsiz görüyor ya da belirsizlik, ikili davranmak işlerine geliyordu. Bir çıkmaz vardı ortada ve bu çıkmaz ancak ÖLÜM ORUCU'yla aşılacaktı...* Sürecek

14 H Haziran 1996 Komutan Sibel ülen gözleriyle yoldaşlarının, tüm devrimcilerin, halkının gözlerinin içine bakıyor hala Sibel. Komutan Sibel olarak yaşamaya, savaşmaya, öğretmeye devam ediyor. Geçen yıl bugünlerde herkes onu, "Sibel olayı"nı konuşuyordu. Peki neydi "Sibel olayı"? Nasıl yaşamış, nasıl savaşmış, ne öğretmişti Sibel? Yalnızca bir cezalandırma eylemi miydi? Ya da kuşatılmış bir üste bir direniş mi yalnız? Görkemli bir cenaze töreni?.. Bunların hepsiydi belki, ama bunlardan ibaret değildi. Tekil bir olay değildi herşeyden önce Sibel olayı. Kaç on yılda bir görülen bir kahramanlık örneği de değildi. Sibel bir DHKC savaşçısıydı. DHKC'nin geleneklerini oluşturan halkaların birbirine eklenmesiyle ortaya çıkmış bir zincirdi Sibel olayı da. Bu zincirde, Kayıpların hesabını soran bir adalet savaşçısı vardı; Kuşatma koşullarında önce yoldaşlarının güvenliğini düşünen ve yoldaşları için ölümün önüne atılan bir bağlılık, yoldaşlık vardı; Girdiği evde önce evdekilerin güvenliğini gözeten bir halk savaşçısı vardı; Bu zincirde onun cesedini düşmana bırakmayan halk güçlerinin şehitlerini her koşulda sahiplenen vefa ve kararlılığı, onun cesedini düşmana bırakmamak için kendi bedenlerini savaşa süren barikat savaşçıları vardı. SİBEL. HESAP SORAN Sibel olayı'nın başlangıcı DHKC'nin "Kaybedilen 300 İnsanımız Nerede?" şiarıyla yürüttüğü kampanyanın bir parçası olarak, kayıpların baş sorumlularından biri olan DYP'nin İstanbul İl Merkezi önündeki koruma polislerinin cezalandırılması eylemiydi. Düzen partileri ve düzenin "güvenlik" güçleri kayıpların sorumlularıydılar ve eylem de onları vuracaktı. O gün, 9 Haziran'ın sabahında sokağa adımını bir başka atmıştı Sibel. Yoldaşı Ayşenur Şimşek'in ve kaybedilen yüzlerce insanımızın hesabını soracak olmanın coşkusu, öfkesi ve kararlılığı vardı adımlarında. Yoldaşlarıyla silahlarını kuşanıp hedefe yöneldiler. Günlerdir ülkenin dört bir yanında bu soru, "Kaybedilen 300 İnsanımız Nerede?" sorusu yükseliyordu. Kayıp anaları, tutsak yakınları, Devrimci Halk Güçleri gösterilerde, yürüyüşlerde bu soruyu soruyorlardı. DHKC savaşçıları kaybeden, katleden katillerden hesap soruyordu. Şimdi sıra onlardaydı. SİBEL, 18'İNDE KOMUTAN Sibel 18'indeydi ve silahlı bir devrimci birliğin komutanıydı. DYP önündeki polisleri cezalandıracak olan İbrahim Yalçın Silahlı Propaganda Birliği'nin komutanı oydu. O yaşta birinin savaşçı olmasını, dahası komutan olmasını aklı, havsalası almıyordu kimilerinin belki de. Ama henüz 17'sine bile gelmeden direnişlerde ağabeyleriyle, ablalarıyla kolkola girmiş, işkencecilerle yüzyüze gelmişti o. İşkenceciler onu teslim almaya çalışmış, bir daha bu işlerle uğraşmaması için askılara almışlardı. O yaşta darbecilik ihanetiyle karşılaşmıştı. İhanet onun genç beynini, yüreğini de kirletmek istemişti. İşkenceyi ve ihaneti yenerek büyümüştü o. Sibel, savaşın halklaşmaya başladığı bir sürecin komutanıdır. Teorinin allamei cihanı değildir belki o. Bir politika kurdu, ya da bir "eski" değildir. Ama halklarımızın kurtuluş savaşında bir savaşçı, ya da komutan olabilmek için bütün bunlardan çok daha farklı şeyler gereklidir. Kendini halkın kurtuluşu için feda edebilme cesaret ve inancına sahip olmak gereklidir bunun için. Kurtuluşa, kurtuluşun öncüsüne bağlılık gereklidir. Ve bunlar onda vardır. "Sibel olayı" onun bu niteliklerinin de bir kanıtıdır. O her tavrıyla bir komutan olduğunu göstermiş, her tavrıyla devrimci savaşın öğretmeni olmuştur. Marksizm-Leninizmi hatmetmiş, 10 yıl, 15 yıl mücadelenin bir yerlerinde bulunmuş ama şimdi savaş'ın sözünden bile uzak duranların çokça olduğu bir ülkede O, geçmişin ve geleceğin taşıyıcısıdır. Bu savaş halklaşmıştır artık, ne süper insanların, ne bir elifin savaşı değildir, halkın savaşıdır. Komutanları da halkın içinden çıkan yaşlı, genç, ama kurtuluşa inanmış bu insanlardır. SİBEL, SAHİPLENEN Sibel ve Birliği cezalandırmayı gerçekleştirip çekilirlerken düşman kuşatmasına girdiler. Henüz azdı düşman, ama kısa sürede çoğalacaklardı. Eğer düşmanı üzerine çekebilirse diğer yoldaşlarını kurtarabilirdi. Tereddütsüz bu karan aldı ve birliğin diğer üyelerine "siz çekilin" talimatını vererek Okmeydam'nın sokaklarına yöneldi. Halil Ateşlerin, Vehbi Melek'lerin yoldaşıydı o. Perihan'ların, Murat Gül'lerin öğrencisi ve yoldaşıydı. Hepsi yoldaşlarını koruyarak şehit düşmemiş miydi? Çatışa çatışa çekiliyordu. Çatıştığı sokakları, o sokaklardaki insanları iyi tanıyordu. Okmeydanı'nın emekçileri oturuyordu işte bu kondularda. Evlerden birine girmeye karar verdi. Yoldaşları uğruna kendini feda edecek denli koruyucu, kollayıcı olan Sibel, bu kez koruyucu kanatlarını girdiği evdeki emekçi insanlara geriyordu. Önce onları evden çıkardı ve çatışmaya devam etti. Mahir'lerden devralınan bayraktı taşıdığı. SİBEL, TESLİM OLMAYAN Kuşatılmıştır artık. Kuşatan düşman "teslim ol" diye bağırır ona. Cevabı Çiftehavuzlar'da, Bahçelievler'de, Bağcılar'da yükselen cevabın aynısıdır. "Siz bizim teslim olduğumuzu nerede gördünüz" diye haykırır. Ve Kurtuluş Cephesi'nin yürüttüğü savaşın meşruluğuna inancıyla haykırır düşmanlarına; "Asıl Siz teslim olun!" Sabo'lardan, Hüseyin'lerden, İbo'lardan öğrenmiştir o. Bu hareketin savaşçıları yıllardır kuşatıldıkları üslerde aynı kararlılıkla direnmektedirler düşmana, önder, kadro, savaşçı hangi düzeyde olurlarsa olsunlar, genç, yaşlı hangi yaşta olurlarsa olsunlar aynı sloganları haykırmaktadırlar ölüme koşarken. Sibel'e bu yaşta bu gücü veren, ona bu inancı taşıyan nedir peki? Ve neden hep DEVRİMCİ SOL, DHKP-C kadroları, savaşçıları düşmanla yüzyüze geldiğinde yaşanmaktadır bu tablo. En cesur insanlar hep DEV- RİMCİ SOL, DHKP-C saflarında mı toplanmıştır? Tabii ki hayır! Devrimci Hareketin kadrolarına, savaşçılarına, hatta sempatizanlarına taşıdığı bir anlayış, kuşaktan kuşağa, yıldan yıla, birlikten birliğe taşıdığı bir gelenektir bunu yaratan. Sibel bu geleneğin taşıyıcısı olarak kahramanlaşmıştır, bu geleneğin izleyicisi olarak sırtlamıştır o cesareti. Son mermisine kadar çatıştı, sloganları hiç susmadı. Silah elde, sloganı dilindeydi şehit düştüğünde. SİBEL, SAHİPLENİLEN Düşman bu kez cesedini vermiyordu onun. Çatışmanın yarattığı sempatiyi, etkiyi boğmak, halk kurtuluş savaşçılarını sahipsiz göstermek istiyordu. Oysa Çağlayan'dan yükselen devrimci adaletin hesap soran öfkesi, Okmeydanı'ndan yükselen savaş çağrısı çoktan her yeri tutmuştu bile. Yoldaşları ve halkı sahipsiz bırakmayacaktı onu. Geleneklerimize göre çatışmış ve şehit düşmüştü. O, mutlaka geleneklerimize göre toprağa verilmeliydi. Şehitlerine sahip çıkmak bu halkın, bu hareketin geleneklerinden biriydi. Yıllardır bu hareket yüzlerce cenaze kaldırmıştı bu kentte ve tüm terör ve vahşete rağmen, solun adeta seyirci konumunda olmasına rağmen sahiplenil - mişti şehitler. Sibel'in oturduğu evde, Adli Tıp'ın önünde başladı direniş. Ve Sibel'in çocuk ayaklarıyla dolaştığı sokakta barikat olup yükseldi. Gazi'nin ruhu vardı o barikatlarda. Okmeydam'nın ruhu vardı. Devrimci dayanışma ete kemiğe büründü bu barikatlarda. Halk güçleriyle düşman arasındaki bu savaş günlerce sürdü. Sonuçta kazanan halk güçleriydi. Barikatlardaki kararlılık cenazeyi düşmanın elinden aldı. Ve binler cenaze töreninde yanındaydı Sibel'in. "Kitlelerin savaşa, şiddete karşı olduğu" vaazlarına inat, daha bir hafta önce polisleri cezalandırmış olan bu halk savaşçısı halkı tarafından sahipleniliyor ve savaşçısı, olduğu Kurtuluş Cephesi'nin yıldızlı bayrağıyla veriliyordu toprağa. Ve Gazi'nin Yenibosna'nın, Nurtepe'nin, Okmeydanı'nın, Ümraniye'nin çocukları, "Hepimiz Birer Sibel'iz" diye yürüyordu onun ardından. SİBEL, HALA SAVAŞIYOR Evet hepsi birer Sibel oluyordu gerçekten de. l Mayıs'ta yürüyen, çatışan, düşmana öfkesini haykıran gecekonduların Sibelleriydi işte. Onlarca, yüzlerce Sibel yaratarak devam ediyor savaşımız. Savaşın halklaştığı bir ülkede Sibel'ler hep olacaktır, oluyor. Acılı, öfkeli halkımızın çocukları büyüyorlar, büyüyor ve savaşıyorlar. Burjuvazi, küçük-burjuvalar, düzen yolcuları, legalistler alanları dolduran Sibel'lerin öfkesini, kişiliklerini anlamakta güçlük çekiyorlar. Çünkü Sibel'in dünyasına uzaklar onlar. Çünkü Sibel'in acılarına ve özlemlerine uzaklar. 18 yaşında Çağlayan'da polis cezalandıran, kaybedilen, katledilen insanlarımız için silaha sarılan, Okmeydanı'nda önder bir devrimcinin sorumluluğu, cesareti, kararlılığı ve ilkeleriyle çatışıp şehit düşen Sibel'i anlamaya çalışmadılar hiç. Hala da çalıştıkları söylenemez. Herşey bir "cezalandırma" ve devletin bir "infaz"ından ibaretti onlar için. Ufukları ötesini ne gördü, ne araştırdı. Bu yüzden Gazi'den Okmeydanı'na, Okmeydanı'ndan Yenibosna'ya, Yenibosna'dan Kadıköy'e uzanan gelişmeler hep onların dışındaydı. Her seferinde "yeniden" şaşırıyorlardı ve her seferinde sözde tahlil adına halkın öfkesini nasıl yatıştırırız sorusuna cevap arıyorlardı. Hayır, bu soruya "olumlu" cevap bulamayacaklar; çünkü gecekondularda hep Sibel'ler var şimdi. "Hepimiz Birer Sibel'iz", "Hepimiz Birer Sabo'yuz", "Hepimiz Birer Sinan'ız" diye yürüyenler, kimilerinin sandığı gibi "gösteriş" için değil, bir "görsellik" olsun diye değil, gerçeği temsil ederek yürüyorlar; o onbinlerin içinden yarının Sibel'leri, savaşçıları, komutanları yetişiyor. Gülen gözleriyle gözlerimizin içine bakmaya devam ediyor Sibel. Onun savaşını, onun cesaret ve inancını, onun kendini feda edişini kuşaktan kuşağa, yıldan yıla, günden güne, savaşçıdan savaşçıya aktarmak borcumuzdur. Bu borç halkımıza, yeni Sibel'leredir. *

15 Komutan Sibel Yoldaşları ve halk dört panzer ve bine yakın polise karşı çatıştı... Komutan Sibel Şehit Düştüğü Yerde Anıldı Şehitlerimizin açtığı yolda ilerliyoruz ve onları her koşulda sahiplenmekten onur duyarız. Şehitlerimize verdiğimiz sözü tutup, zafer halaylarına durduğumuz günde ise omuz başlarımızda gururla gülümseyecekler. Şehitlerimize karşı yükümlülüklerimiz var ve bu yükümlülüklerden birisi de onların anmalarını yapmaktır. Okmeydanı'n da 9 Haziran günü Devrimci Halk Güçlen Komutan Sibel'i şehit düştüğü yerde andı. Anma saat 11.00'de başlayacaktı ve saat 11.00'e gelirken Devrimci Halk Güçleri gruplar halinde Komutan Sibel'in katledildiği Spor Sokağı köşesine gelmeye başladılar. Bu sırada insanların gruplar halinde Spor Sokağa geldiğini gören polis çevreyi ablukaya aldı. Devrimci Halk Güçleri her koşulda anmayı yapmaya kararlıydılar ve anmayı "Sibel Komutan Ölümsüzdür" sloganı ile başlattılar. Sloganlar atılırken "Çeyrek Asırlık Tarihimizi Birkaç Dakikaya Sığdıran Komutan Sibel'e Bin Selam" ve "Komutan Sibel Ölümsüzdür" DHKC-DHG imzalı pankartlar açıldı. Orada bulunan demirci dükkanının önünde duran hurdalarla barikat kurarak yürüyüşe geçildi. Düzenli bir kortej halinde yürünürken polis korkudan müdahale edemedi ve sürekli yeni takviyelerle çevreyi sardı. Devrimci Halk Güçleri kararlı bir şekilde sloganlarla Pir Sultan Canlar Demeği'ne doğru yürüyüşünü sürdürdü. Pir Sultan Canlar Okmeydanı'nda geçtiğimiz yıl katledilen Komutan Sibel DHKC savaşçılarının gerçekleştirdiği eylemliliklerle anılıyor. Komutan Sibel' in yarattığı direniş destanı bugün DHKC savaşçılarına yol gösteriyor. Komutan Sibel'i kendilerine Örnek alan Halk Kurtuluş Savaşçıları onun açtığı yolda yürüyor. 9 Haziran günü Yenibosna Kuleli ve Çakmak Durağı'nda Komutan Sibel'i anmak amacıyla DHKC savaşçılarınca üzerinde "Sibel Yalçın Yaşıyor, DHKC Savaşıyor" sloganı bulunan iki adet bomba süsü verilmiş pankart asıldı. 9 Haziran gecesi Komutan Sibel'i anmak için Okmeydanı Fuat Soylu ilkokulu önündeki E-5 karayolu yakılarak trafiğe kapatıldı. Komutan SİBEL'LER YAŞIYOR Sibel'in yaktığı direniş ateşi Okmeydanı'nı aydınlatıyordu. Diğer yandan 10 Haziran günü "Komutan Sibel Yaşıyor, DHKC Savaşıyor", "DHKP Öğretiyor, DHKC Vuruyor," Zama, Zulme, Sömürüye Karşı DHKC Saflarında Birleş"," 12 Temmuz'un Hesabı Sorulacak" şeklinde Tozkoparan'da yazılamalar yapıldı. 9 Haziran sabahı saat 6.00 sıralarında Yenibosna'da Sinema durağının karşısında bulunan beyaz eşya satan bir mağazaya bomba süsü Demeği'ne gelmeden onlarca ekip arabası ve yüzlerce polisten oluşan bir barikat kuruldu. Kitle sloganlarla hiç duraksamadan polislerin üzerine yürüdü. Korumalar en öne fırlayıp, ellerinde demir borular ve taşlar Komutan Sibel'in cesareti yüreklerinde, düşmanın üstüne üstüne hırsla slogan atarak yürüdüler. Devrimci Halk Güçleri'nin hiç duraksamadan üzerlerine geldiğini gören polisler ekip arabalarının arkasına saklandılar. Kortej, polislerin önünden geçerek sola döndü ve Örnektepe yönüne doğru ilerledi. Bu sırada Polisin sayısı bine ulaştı ve 4-5 panzerde Okmeydanı'na geldi. Devrimci Halk Güçleri ise büyük bir cüretle yürüyüşüne devam etti. Yürünülen mesafe yaklaşık 4 kilometreyi bulmuşken tüm sokak çıkışları tutuldu. Örnektepe'ye gelinmişti ki tam bu sırada korkudan o zamana kadar müdahale edemeyen polis, Devrimci Halk Güçleri'nin dağılmaya başladığını görünce saldırdı. Saldırıya taşlı ve sopalı karşılık verildi. Çatışma sürerken bir sokakta bulunan polisler dağıtılarak o bölgeden uzaklaşıldı. Bu çatışmalar sırasında iki polis yaralandı ve mahalleden rastgele insanlar gözaltına alınmaya başlandı. O kadar rastgele saldırdılar ki gösteriyi izlemek için gelen Sabah Gazetesi'nin iki muhabiri de polis tarafından gözaltına alındı, makineleri ve filmleri gasp edildi.* verilmiş bir pankart asıldı. "Sibel Yoldaş Yaşıyor, DHKC Savaşıyor" sloganının yer aldığı pankart asma eylemini Devrimci Halk Güçleri üstlendi, 12 Haziran günü Eskişehir büromuzu DHKC- Devrimci Halk Güçleri adına arayan bir kişi, Üniversite Evleri, Gültepe, Kırmızı Toprak ve Vişnelik mahallelerinde yazılamalar yaptıklarını söyleyerek eylemi üstlendi. Sibel Yalçın'ın katledilmesini anmak ve tutsakları desteklemek amacıyla yapılan yazılamalarda" Zindanlar Boşalsın, Tutsaklara Özgürlük", "16'sında Direnişçi, 18'inde Kahraman", "Sibel Yalçın Yaşıyor DHKC Savaşıyor" sloganları yer alıyordu. * İRFAN'IN ELLERİNDE BÜYÜYEN 'KURTULUŞ' UMUDU ALİBEYKÖY'DE Alibeyköy'de gazetemiz Kurtuluş'u dağıtırken işkenceci katiller tarafından katledilen İrfan Ağdaş için yapılan eylemlilikler sürüyor. Onyedi yaşındaki lise öğrencisinin gazete dağıtmasından dahi korkan halk düşmanları gencecik bir insanı katletmekten çekinmedi. İrfanları katlederek tüketeceğini sanan kiralık katiller umudun adını, halkın özlemini yokedemezler. İrfan'a halk sahip çıkıyor. Yoldaşları sahip çıkıyor. 7 Haziran günü sabah saat 5 sıralarında Alibeyköy Saya Yokuşu Binevler'de İrfan'ın katledilmesini protesto için DHKC tarafından bomba süsü verilmiş pankart asıldı. Asılan pankartta "İrfan Ağdaş Yaşıyor, Parti- Cephe Savaşıyor. DHKC" imzası yer alıyordu. TUTSAKLARIN DİRENİŞ ATEŞİ GECEKONDULARDA Tutsakların cezaevlerinde yaktığı isyan ateşi her tarafı sarıp sarmalamaya başladı. Tutsakların direnişi kentlerde, gecekondularda ve yüreklerde büyüyen isyana dönüşüyor. Cezaevlerinde bulunan tutsakların katledilmesine izin vermeme bilinciyle hesap soranlar, öfkesini alanlara, gecekondulara, sokaklara taşıyorlar. Halkın adaletini düşmanlarından esirgemeyecek kadar titiz bir geleneğe sahip olan Halk Kurtuluş Savaşçıları dün olduğu gibi bugün de aynı kararlılıkla savaşıyor. Tutsakların bedenindeki hücrelerle yaktığı ateş şimdi Okmeydanı'nda yoldaşlarının elinde. Sabahın ilk ışıkları Okmeydanı'nı aydınlatırken zındanlardaki ateş sokaklara düştü.8 Haziran'da üç ayrı yerde tutsakların yalnız olmadığını gösteren eylemlilikler gerçekleştirildi. 7 Haziran günü Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa mahallesinde ana cadde bir anda alevler içinde kaldı. Yakılarak trafiğe kapatılan yola" Eskişehir Tabutluğu Kapatılsın" yazılı bomba süsü verilmiş pankart asıldı. Yol yaklaşık iki saat trafiğe kapalı kaldı. Yine aynı gün Fetihtepe Mahallesi Fatih Sultan Mehmet Caddesi de yakılarak trafiğe kapatıldı. Bomba süsü verilerek asılan pankartta, "Eskişehir Tabutluğu Kapatılsın" sloganı bulunuyordu. Aynı saatlerde Okmeydanı Piyalepaşa Bulvarı yolu da yakılarak, trafiğe kapatılıyordu. Tutsakların bedenleriyle tutuşturdukları ateş sokaklardaydı. DHKC Savaşçıları tutsakların üzerindeki hiç bir baskının karşılıksız kalmayacağını sokaklarda haykırıyorlardı. Üzerinde" Eskişehir Tabutluğu Kapatılsın" sloganının yer aldığı bomba süsü verilmiş pankart yaklaşık bir saat asılı kaldı. DHKC tarafından üstlenilen eylemlerde tutsaklara yönelik hiç bir saldırının cevapsız kalmayacağı vurgulanıyordu. 8 Haziran günü, tutsakları desteklemek amacıyla Devrimci Halk Güçleri, İskenderun' da yazılamalar yaptı." 1500 Tutsak Açlık Grevinde Omuz Ver Sahip Çık", "Devrimci Tutsaklar Teslim Alınamaz", "Zindanlar Boşalsın Tutsaklara Özgürlük" yazılamaları yapıldı.*

16 Haziran 1996 Halklaşma Eğitimi Halklaştırmalıyız -5- NASIL EĞİTMELİYİZ? ğitim sorununu tartışmaya devam ediyoruz. Nasıl bir eğitim sorusuna pratikte verilen cevapların yetersizliği ortada. Çünkü hemen bir çok birim ve alanda bilinen klasik yöntemlerde ısrar ediliyor. Halkı örgütlemenin ve savaştırmanın en. önemli aracı olarak eğitimin nasıl yapılacağı konusunda üretken değiliz hala. Programsızlık, alanı tanımama ve benzer olgular da bu olguyla birleşince eğitim sıradanlaşıyor, soyutlaşıyor, geriliyor. Geçtiğimiz yıllarda piyasaya çıkan MOSSAD adlı bir kitap vardır. Bu kitapta İsrail'li eski bir ajan, ajanların nasıl eğitildiği konusunda bilgiler vermektedir. Kitapta, binlerce yılın eğitim tecrübelerini bilimsel tarzda yorumlayan düşmanın, buradan çıkarttığı derslerle kadro yetiştirme konusunu nasıl programladığı ve eğitimini ne şekilde sürdürdüğü konusunda önemli dersler vardır. Örneğin, kitapta binlerce kişinin aynı anda 3 yıllık bir eğitime sokulduğu ve bu üç yıl sonunda sadece 30 kişinin mezun edildiği belirtilmektedir. Geri kalanların ise hepsi okuldan atılmaktadır. Öyle ki geriye kaç kişi kalacağının bile önemi yoktur düşman için. Bir kişi bile kalabilir ama o, üç bin kişinin birincisidir. Burada verilen eğitimin nasıl ciddiye alındığı ve atılanların hangi gerekçelerle atıldığını bir örnek vererek geçelim; örneğin bir öğrenciye sürekli değişik kod isimler veriliyor. Herhangi bir gün öğrenciye artık sen şu değil busun deniyor. Aynı gece o öğrenci uykusundan apar topar uyandırılıyor ve eski ismiyle çağrılıyor. Eski ismine bırakalım bir şey demesini tepki vermesi durumunda bile öğrencinin okulla ilişkisi kesiliyor. Sık sık eğitimin pratikte olması gerektiğini, asıl verimin pratiğin zorluğu içinde alınacağını vurgularız. Düşman da bunu biliyor ve uyguluyor. Yine kitaptan örnek verecek olursak, mesela, sokak takibi, sokakta düşman gözlerden erime ve bir yeri izleme konusunda teorik eğitim tamamlanır tamamlanmaz öğrenciler sokakta bir yere bırakılıyor ve hiç görmediği bir eve iki gün boyunca kimin hangi saate girip çıktığından üzerlerindeki giysiye kadar herşeyi rapor etmesi isteniyor. Gerisi öğrenciye bırakılıyor. Hiç bir olanak da verilmiyor öğrenciye. Ve işte öğrencilerin bir çoğu daha bu pratik eğitimin ilk saatlerinde olaydan bilgisi olmayan polislerin dikkatini çekiyor ve gözaltına alınıyorlar. Başka bir örnek, me- Vazgeçilmez dediğimiz ana halkalar asla akıldan çıkarılmamalıdır. Sınav yöntemi, ceza ve ödül yöntemi, sosyalistçe bir yarış yöntemi, tekrar yöntemi, anlatımda sadelik ve gerçek hayattan örneklemeler, dil, üslup, itici olmayan bir yaklaşım, rencide etmeme, eğitim yapılan yerin koşulları, eğitim saatleri, öğrencinin o anki ruh hali, bir şeyin kolayca hatırlanabilmesi için benzetmeler, gerçek öğrenmenin pratiğin içinde olduğu, insanın esas olarak öğrenmesinin zor durumda kaldığında yani hayatın çıplak gerçekliği karşısında olduğu ve benzer temel doğrular asla unutulmamalı, eğitim bu yöntemler ışığında geliştirilmelidir. sela öğrenci bir arabaya konulup herhangi bir sokak başına götürülüyor. Karşıdaki bir apartmanın herhangi bir katındaki balkon gösterilip, beş dakika sonra seni elinde bir su bardağıyla o balkonda göreceğiz deniyor. Evde kimin oturduğu, balkona nasıl çıkacağı, suyu nasıl temin edeceğine dair tek bir şans bile tanınmıyor. Gerisi öğrencinin uyduracağı senaryoya bağlı kuşkusuz. Başaran eğitime devam ediyor, başaramayan eleniyor ve valizini alıp gidiyor okuldan. Bu örnekler çoğaltılabilir. Hepsi de eğitimin hangi aşamalardan geçmesi gerektiği ve nasıl olması gerektiği konusunda bize tatmin edici bilgiler sağlıyor. Kuşkusuz bizim eğitimimiz düşmanın insana değer vermeyen, mekanik ve zorlama disiplini dışında bir eğitim olacaktır ama savaşın acımasızlığı, düşmanın kadro eğitimine verdiği önem hep hatırlarda tutulmalıdır. Ve biz eğer iktidarı alacaksak, eğitim sorununa, Savaşan kadrolarının yetiştirilmesine aynı yöntemleri izlemesek de konuya en az düşmanımız kadar ciddiyetle yaklaşmak zorundayız. Askere gidenlerimiz vardır. Askerde bir çok konunun mantıksız olduğu söylenir. Doğal ki, zoraki ve insana yakışmayan bir dolu şeyi vardır faşizmin ordusunda. Ama esas olarak hiç biri amaçsız değildir. Örneğin en basitinden askerde emir tekrarı denilen bir olay vardır. Komutan bir görev verdiğinde emir tekrarı yapılır ve komutan emir verdiği kişinin emri anlayıp anlamadığını kontrol eder. İşte o an ya da sonradan hiç de hoşa gitmeyen bu tavır aslında resmen eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. Asla hafifsenecek bir şey değildir. Hafifsenmemelidir çünkü, bu yöntemi kendi özgün koşullarında uygulamadığımızdan pek çok kez "Aaa... siz onu da mı söylemiştiniz" ya da "Aaa... ben onu öyle anlamamıştım" gibi durumlarla karşılaşabilmekteyiz. Pek çok işin değerlendirmesi, eleştirisi yapılırken görev verdiğimiz kişilerin bu tip tutumları aslında bizim eğitim olayı ile ilgili eksikliğimizden kaynaklanmaktadır. Birkaç soru soralım örneğin, yöneticilerimiz, birlik komutanlarımız eyleme gönderdikleri kadrolarının eylem planını kavrayıp kavramadıklarını kontrol etmekte bir takım yöntemler geliştirmiş midir, ya da verdikleri görevlerin anlaşılıp anlaşılmadığı konusunda bir askerlik kadar olmasa da bir emir tekrarı yaptırma ve kontrol yöntemi geliştirmişler midir? Yoksa kendilerine verilen eğitimin eksik yanlarını bizzat bilmelerine rağmen aynı klasik eğitimi aynı yöntemlerle yeni kuşaklara uygulamaya devam mı etmektedirler? Yaratıcılıklarını kullanarak yeni sürecin ihtiyaçlarına uygun, geçmişi aşan eğitim yöntem ye araçları geliştirilmekte midir? Bir ilkokul öğretmeni sabrı ve inadıyla gerektiğinde bir kara tahta üzerinde insanlarımıza her şey tüm ayrıntılarıyla ye tek tek anlatılmakta mıdır? Yine mesela sınav dediğimiz şeyler (sözlü-yazılı) hiç denenmiş midir? Yoksa kafa sallandığında her şeyin anlaşıldığı kabul edilip konu geçilmekte midir? Ceza ve ödül sistemi hiç akla gelmekte midir? Eğitimde rekabetin önemi ve açmazları üzerine kafa yorulmuş mudur hiç? Yarışma yöntemleri denenmiş midir? Pratiğin ve zor durumda kalmanın, eğitimin en üst boyutta verim sağlandığı zeminler olduğu bilinerek, örneğin buna uygun zeminleri bu yönde kullanma, ya da yapay bir takım zeminler yaratıp öğrencileri pratiğin sınavına sokma denenmiş midir? Mesela, kentte bir kadro adayının sokak eğitimi teorik olarak tamamlandıktan sonra, o kişi çıkılması zor alanlarda kendi başına bırakılarak sınanmakta mıdır? İzleme, denetim vb. yöntemler kullanılarak eğitimin sağlıklı bir şekilde devamı için çeşitli yöntemler geliştirilmiş midir? "Sınavın olmadığı yerde öğrenmenin ne kadar olduğu meçhuldür". Bu sokakta da olabilir, 10 kişinin oturup teorik çalışma yaptığı bir ortamda herkesin gözü önünde de. Sorun eğitimse, bunun yeri ve zamanı yoktur. "Nasıl Eğiteceğim" Sorusunun Cevabı "Nasıl Eğitildim" Ya da "Niye Eğitilmedim" Sorularının Cevaplan İçindedir Herkesin eğitilebileceğini ve herkesin kadrolaştırılabileceğini bilen bir eğitmenin öncelikle aklından çıkartmaması gereken şeylerden biri, kendi tecrübeleridir. Kendi nasıl öğrendiyse, kitleler de genel olarak bire bir aynı olmasa da benzer bir yol izleyecektir. Bir bombanın nasıl imal edildiğini, bir pankartın nasıl asıldığını, bir bildirinin nasıl kaleme alındığını biz nasıl öğrendiysek kitleler de aynı şekilde öğrenecektir. Ve aynı zamanda niye öğrenmediysek, insanlarımız da o yüzden öğrenmeyeceklerdir. Biz eğitmenlerimizde nasıl eksiklikler gördüysek, insanlar aynı eksiklikleri bizde görmemelidir. Biz örneğin bir PASS'ı (Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi) öğrenmekte zorlandıysak, bu bize karşı izlenen yöntemlerdeki hatalar yüzündendir. Aynı hataları tekrarlamamak esas alınmalıdır. Örneğin, birileri anlatmış, o an aklımıza da yatmıştır ama sonra unutmuşuzdur. Çünkü somut örneklerle, olgularla o teoriyi canlandıramamıştır beynimizde. Bizi imtihana tabi tutmamıştır, tekrar yöntemleriyle hafızamızı zorlamamıza neden olmamıştır, renksiz ve hayattan kopuk ifadeler yüzünden dinliyor gibi yapmış ama anlamamışızdır. Bunlar uzatılabilir. Nasıl eğiteceğimizin cevabı önemli ölçüde bu geçmiş pratiğimizin içinde vardır. Kuşkusuz bu yetmez, eğitim yeni tecrübeler ve bilgiyle geliştirilmeli ve zenginleştirilmelidir. Ancak vazgeçilmez dediğimiz ana halkalar asla akıldan çıkarılmamalıdır. Sınav yöntemi, ceza ve ödül yöntemi, sosyalistçe bir yarış yöntemi, tekrar yöntemi, anlatımda sadelik ve gerçek hayattan örneklemeler, dil, üslup, itici olmayan bir yaklaşım, rencide etmeme, eğitim yapılan yerin koşulları, eğitim saatleri, öğrencinin o anki ruh hali, bir şeyin kolayca hatırlanabilmesi için benzetmeler, gerçek öğrenmenin pratiğin içinde olduğu, insanın esas olarak öğrenmesinin zor durumda kaldığında yani hayatın çıplak gerçekliği karşısında olduğu ve benzer temel doğrular asla unutulmamalı, eğitim bu yöntemler ışığında geliştirilmelidir. Halk savaşı dediğimiz olay geliştirilecekse eğer ve kitleler savaştırılacaksa, bu konuda alabildiğine duyarlı olmalı, hayatın içinde bir eğitim kurmak zorundayız. Ve bu savaş, ciddi bir savaştır. Düşman, sadece eğitim hatalarımız yüzünden bir çoğumuzu tutsak etmekte, bizlere onulmaz acılar yaşatmaktadır. Sırf bunun için bile eğitimi ciddiye almak zorundayız. Düşünün ki bir eğitmen, mahallesinde bir

17 15 Haziran 1996 Habitat öğrencisine sprey boya ile duvara nasıl yazı yazılacağını, işin inceliklerini pratiğin içinde ve bizzat tekrarlatarak yapmıyor. Üstünkörü de olsa gösteriyor ve daha sonra bu vatandaşı göreve gönderiyor. Öğrenci gidip duvara yazıyor ama ne yazı. Ertesi gün yoldan geçenler bu çarpık çurpuk, ne dediği anlaşılmayan yazıyı okumak için epey çaba sarfediyorlar. Ya da bu yazının nasıl bir korku ve acele içinde yazıldığım o yoldan geçen herkes anlıyor. Sonuç, oraya bir imza atılıyor ama bu çabamız bizim ciddiyetimizi zedeleyen bir işaret olmaktan bir adım öteye geçemiyor. Ya da diyelim ki, eğitici sprey boyanın yazılırken tırnak aralarına kaçtığını ve polisin böyle bir olay ertesinde yoldan topladığı insanların özellikle tırnak aralarına baktığını anlatmıyor. Yakalanma, işkence ve tutukluluklar... Yine bir fünyenin kibrit kutusunda taşınması gerektiği söylenmiyor ve sakatlanmalar... Herhangi bir konuya bakışımız iyi anlatılmıyor, kavratılmıyor, öğrenci gidip bunu başka yerde layıkıyla savunamıyor... Eğitmen öğrencisini hiç bir zaman prova niteliğinde bir kitlenin karşısına geçirip ajitasyon, propaganda çektirmiyor, ilk eylemde yüzü kıpkırmızı, ne dediğini şaşıran bir ajitörle karşılaşıyoruz... Kuşkusuz olayın dışa yansıyışı üzerinde durduk biraz. Ancak asıl mesele bu yansıma değil, bizim bu yansımalardan çıkarttığımız dersler ve eğitimi nasıl ve hangi yöntemlerle yapmamız gerektiğidir. Bir eğitmen her şeyden önce kendini eğitilenin yerine koymak zorundadır. Eğitilenin ruh hali, eğitim seviyesi, kültürel durumu, sıkıntıları, özlemleri, eğitim yerinin özellikleri, verilen konunun cazip ve itici yanları, egitim saatleri ve benzer bir çok konuda eğitim sürecini tanımak ve böyle bir ortamda nasıl verim alınacağını kestirmek zorundadır eğitmen. Bir sokakta yapılacak eylem öğretiliyorsa, bizzat kendisini öğrencinin yerine koymalı, kendisinin o an hangi bilgilere, tecrübelere, araçlara ihtiyaç duyacağını düşünüp kendini o riskin içine koyup, bizzat o pratiğin içinde göstermeli ve öğretmelidir. Sınava tabii tutmalı, gerekirse takip etmeli ama mutlaka sonuç almalıdır. Krokiler çizdirmek, gözlemlerini kontrol ettirmek, yeri geldiğinde yanıltmaca sorularla öğrenmeyi sınamak önemlidir. Eğitmen, bir eyleme gönderdiği insanların hangi ruh ve fizik donanımında olduklarını bilmeli, eğitimi bu pratiğin içinde ve bizzat kendisine yaşatarak göstermelidir öğrencilerine. Bu öğrenci her zaman bir genç olmayabilir. Halkın eğitimi dediğimizde bütün yaşlardan ve sınıflardan insanların eğitimini kastediyoruz. Ve durum böyle olunca da eğitim olayı büyük, bir zenginlik ve ustalık istiyor bizden. Ustalık da bu her kesime uygun bilgi ve esneme paylarına sahip olmamızı gerekli kılıyor. Örneğin bir kadını örgütlemeye çalışıyoruz. 3u kadının bir evi, eşi ve çocukları varsa eğer, ona göre de sorumlulukları ve değerleri var demektir. Eşi ne zaman gelir, gider, yemeğini ne zaman yapar, ne zaman uygundur hesaplanacak, ince düşünülecektir. Bir yaşlının eğitimi sırasında bacak bacak üstüne atmak bile çoğu yerde eğitimin bitiş zili demektir. Bir çocuğun ruhunu okşayacak, ona ağabey ya da abla sıcaklığını tattıracak bir eğitimin de bir o kadar verimli olması muhtemeldir. O an için çekilmez gelen bir derdini anlatışını dinlemek ona değer verildiğini göstermesi açısından çok önemlidir mesela... Halka toplu eğitim veriyorsak, onun da kendine özgü yöntemleri bulunup çıkarılmalı ve en verimli olan yöntemler seçilmelidir. Ama halk karşısında eğitim vereceklerin öncelikle bilmesi gereken bir şey halkın başlangıçta asıl olarak eğitime değil, insana baktığıdır. Gözlemcidir halkımız ve eğitimin sonuç vermesi için eğitmen özellikle bu konuyu hiç aklından çıkartmamalıdır. Giyim, kuşam, oturuş kalkış, ahlak, terbiye, kadın-erkek diyalogu, yemek yapma becerisi, temizlik her şey ama herşey eğitimin sonucunu önemli oranda etkiler. Bu konularda sırıtan zaaflar eğitimin can düşmanıdır. Halk, sözlerinin karşılığını pratikte görmediğinin peşinden gelmez, söylediğine inanmaz. Halkın eğitiminde önemli olan halkla belli bir bağ yakalamak ve güven vermektir. Doğruluğumuza inanan ve eğitimciyi gerçek dostları olarak kavrayan bir halk için, ondan sonrası hiç Zorlanmadan gelir. Çünkü onlar bu noktadan sonra en umulmadık anlarda en can alıcı yöntem ve silahları verirler ellerimize. Halkı eğitmek ve halkı savaştırmak aynı zamanda eğitmenin de eğitildiği, deneyimlerinin giderek arttığı ve devrim için gerekli olanların neler olduğunu pratik olarak gördüğü bir olaydır. Özellikle eğitimin ön şartlan sayılan konularda kazanılacak tecrübeler açısından önemlidir bu. 'Bizim yöneticimiz, bir memur, bir müdür değildir. Bizim yönetici tipimiz, eğiten ve öğreten yönetici tipidir. Bürokrasi yoktur bu eğitimde. Bu yanıyla "ben söyledim olmadı, öğretmiştim ama..." gibi gerekçeler yoktur bizim yönetici anlayışımızda. Bir devrimci yönetici, özellikle kendini sorgulayan ve hiç bir açık kapı bırakmamak için bütün koşulları mükemmele en yakın hale getirme çabasında olan, öğrencilerine tüm deneyimlerini öğreten yöneticidir. Bu yanıyla öğrencilerin karşısında onlara sorulacak soru "anladınız mı" değil "anlatabildim mi"dir. Bizim, yöneticimiz ve eğitmenimiz, bizzat pratiğin içinde eğiten, sınayan, yanlış ve doğruları pratiğin belirleyiciliğinde gösteren, örneklerle öğrencisini nakış gibi işleyen yöneticidir. Ve devrimci bir yönetici bu anlamıyla "ben öğrettim" dediğinde vicdani bir rahatlık içinde olmalıdır. Bunun için de neyi eksik bıraktığım sürekli kendi kendine soran yöneticiler olmalıyız.* evletin büyük gürültüler kopararak başlattığı ama daha işin başında herşeyi yüzüne gözüne bulaştırdığı, bir fiyaskonun yaşandığı istanbul'daki Habitat II Konferansı'nın sonuna gelindi. Gazetemizin baskıya hazır hale geldiği saatlerde Habitat'ın da son anları yaşanıyordu Haziran tarihleri arasında bütün iki yüzlülüğüyle süren "Habitat II Kent Konferansı" İstanbul'da ülke gerçekleriyle bağdaşmayan, göz boyamak için trilyonların harcandığı kentler, insan haklan ve daha birçok konuda yapılan bu toplantılarda sahte vaadlerin bolca verildiği bir "arena" oldu. Türkiye devleti böylesine elverişli bir ortamda Habitat'ın bir makyaj görevini görmesi ve dünya kamuoyundaki imajını düzeltmesi hayallerini kurduysa da bunu başaramadı, iki yüzlü, işkenceci tavrı kısa sürede ortaya çıktı. Gerek Türkiye'de direnen dinamiklerin hareketliliği, gerekse devletin aptal yerine koyup Maçka'daki Habitat Vadisine doldurup kaldıkları oteller ve vadi arasında mekik dokutmak istedikleri Habitat bünyesindeki NGO'lar, emperyalist politikanın kendilerine tanıdığı demokrasi ve insan hakları boyutuyla aptal olmadıklarını, en azından bu boyutlarıyla birer insan haklan savunucusu olduklarını hatırladılar ve Türkiye devletinin bu konudaki beklentilerinin dışına çıktılar. Habitatçılar sunulan bu Habitat "nimetin"in dışına çıkarak İstanbul'un iki ayrı dünyadan oluştuğu gerçeğini gördüler. Oysa ilk birkaç gün "Belirtilen güzergahların dışına çıkmayın, size yönelik terör eylemi olacak" yalanıyla ne de güzel otel ve toplantı salonları arasında mekik dokumalarını sağlamışlardı. Emperyalizmin tanıdığı orandaki bir muhalefete dahi tahammülü olmayan devlet bundan oldukça rahatsız oldu. İşte bunun içindir ülke gerçeklerini saklamak isteyişleri, "izinsiz kuş bile" uçurmamaları... Ama devrimcilerin, kayıp yakınlarının, kamu emekçilerinin Taksim'deki eylemlerine büyük bir pervasızlıkla saldırmaları, yetmişlik yaşlı insanların kafalarını yarmalan, yerlerde sürükleyerek gözaltına alıp işkencehanelere götürmeleri, bununla da yetinmeyerek basın mensuplarına da saldırmaları yüzlerini ortaya koydu. En meşru protestolara dahi tahammülleri kalmamıştı bu kontracıların. Tüm Türkiye ve dünya halkları bu insanlık dışı vahşeti tv ekranlarında, yazılı basında takip etti. Ama bu vahşeti 500 metre ötede bulunan Birleşmiş Milletleri, (BM)'in temsilcileri, resmi Habitatçılar ne gördü, ne duydu. Çünkü işlerine gelmiyordu, onlar dünya halklarının gözünü demokrasi, insan haklan demagojileriyle boyamak için çaba sarfediyorlardı. Habitat'ı organize eden BM temsilcileri o denli sahtekarca davranıyorlardı ki kağıt üzerinde "Konferansa katılan tüm delegelerin hareket özgürlüğü BM tarafından garanti altına alınmıştır" dendiği halde kayıplar için Galatasaray'da yapılan oturma eyleminde kayıp yakınlarıyla birlikte sürüklenerek gözaltına alınan ve saatlerce gözaltında kalan iki Habitat delegesinin durumunu görmezden geldiler. Bu durumu bütün dünya duyarken birkaç yüz metre ötedeki BM Habitat HABİTAT II Fiyaskosunun Sonuna Gelinirken sözcüsü Ayman EI-Amir nedense duymadı. Tıpkı Türkiyedeki insanlık dışı politikayı, uygulamaları görmemesi, duymaması gibi. Basın mensuplarının sıkıştırması üzerine bünyelerindeki delegelerin gözaltılarından bilgilerinin bulunmadığını sorumsuzca açıklayabilmiştir. Çünkü EI-Amirler'in görevi, emperyalizmin kendi saldırgan politikasını gizlemek, demokrasi havarisi olduğunu göstermek için organize ettikleri bu tür zirveleri, en iyi şekilde idare etmektir. Devlet ve hükümetler adına konferansa gelenler emperyalizmin sadık hizmetkarları olduklarını büyük bir sahtekarlık örneğiyle ortaya koydular. Burjuva basının dahi Taksim'deki saldırı ve iki bine yakın gözaltı için "Habitat'ta rezil olduk." ifadeleri kullanılırken Habitatçılar'ın gözü, kulağı kör ve sağırdı. Onlar yaşanan gerçekleri görmediler. Ama aynı riyakarlardan Habitat Genel Sekreteri Wally N'Dow Türkiye ve TO- Kİ yönetimine organizasyonun çok "mükkemmel" olduğunu belirtip teşekkür ediyordu. Yine aynı Wally N'Dow Türkiye'nin hazırladığı gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmayan, tamamen dünya kamuoyunu yanıltmak için hazırlanan "Ulusal Rapor" için "Türkiye en geniş kapsamlı raporu hazırladı" açıklaması yaparak övgüler yağdırdı. Kürdistanda neredeyse boşaltılmadık köyün kalmadığı, şehirlerde insanların başlarını koyacakları bir evi bulunmazken, konferansta "insan yerleşimleri araştırılıp insanların nasıl ev sahibi yapılacağı, 'herkese ev insani haktır' demagojileri yapıldı. İşkenceler, cezaevlerindeki açlık grevleri, sokaklarda insanların beyninde patlayan coplar, açlık grevleri gibi gelişmeleri insan hakları ihlalleri olarak görmemiş olacaklar ki ilgilenme gereği bile duymadılar. NGO yada Habitat II'nin Vitrini Hükümet dışı örgütler yani Sivil Toplum Kuruluşları (NGO-STK) Habitat II Konferansı'nda bir vitrin görevi yapıyorlar. İlk günlerde genelde en küçük bir kıpırdanışları yoktu. Hele Türk polisinin Habitatçıları kontrol altına alıp sağa sola bulaştırmamalarını sağlamak için toplu gezmemeleri gerektiğinin belirtilmesiyle bir süre Habitatçılar kaldıkları otel ile konferans vadisi arasında mekik dokudular. Ancak kamuoyu baskısı, devletin saldırgan yüzünü açıkça ortaya koyması, kendilerinden de iki kişinin gözaltına alınması vb.den dolayı protesto basın açıklamaları, ağıza bant yapıştırma, resmi toplantıların yapıldığı Lütfi Kırdar' da protesto eylemlilikleri oldu. Ama bunların hiçbiri onları Konferansın vitrin görevini görmelerini engelleyemiyor. Kendilerine sivil toplum kuruluşları temsilcisi sıfatını takan NGO'lar Konferanstan çıkacak halkları kandırmaya yönelik kararların ortaklan olacaklarıdır. Böylesi bir suça ortak olmaktansa Kongreyi terk etmeyi tercih etmezler, çünkü onların demokratlığı, onların insan haklan savunuculuğu emperyalizmin tanıdığı sınırlar içindedir. Onlarda bu sınırlar dahilinde protestolarını sürdürdüler. *

18 15 Haziran 1996 İnsan hakları Manisa'da 10 Manisa Emniyet Müdüriüğü'ünde işkence gören lise öğrencilerinin davası sürerken, Cumhuriyet Savcılığı tarafından işkence yapan polisler hakkında dava açıldı. 14 lise öğrencisinin Manisa'da Aralık 95 tarihinde gördükleri ağır işkenceler basında ve kamuoyunda geniş yer almıştı. Cezaevi yönetimi ve işkencecilerin yoğun engelleme çabalarına rağmen 16 gencin anlatımları, doktor raporları, tanıklar sayesinde uzun süre gündemde kalmıştı. Manisa'da uygulanan bu işkenceleri yaptığı girişimlerle kamuoyuna duyuran CHP Milletvekili Sabri Ergül'ün de çabalarıyla 5 ay sonra işkencecilere dava açıldı. Manisa Ağır Ceza Mahkemesi'nde azeteler 25 Mayıs günü neredeyse ortak kullanılan "Örgüt İçi Hesaplaşma" başlığı ile verdikleri haberlerde Bayrampaşa Kartaltepe Caddesi Mevlana Sokakta bulunan bir inşaatta katledilmiş olarak bulunan Emin Diker'in DHKP-C tarafından cezalandırıldığını yazdılar. Kontrgerilla tarafından dikte ettirilen bu haber, katledilen bir devrimcinin katillerini gizleme ve halkın devrimcilere ve halkın adeletine karşı olan Emin Diker güvenini sarsmaya yöneliktir. Emin Diker Esenler'de Kurtuluş Okuru ve devrimci, demokrat bir insan olarak tanınıyordu. Katledilmeden çok kısa bir süre önce polis tarafından takip edildiğini ailesine ve yakın çevresine bildirmiş. Hatta düşmanın kendisine birşey yapabileceğini de düşünerek ağabeyine " Benim başıma bir şey gelirse çocuğuma siz bakarsınız" diyor. Emin'i en, son ağabeyi görmüş, ağabeyinin yanına uğrayıp, yine takip edildiğini söylemiş ve bir miktarda para almış. Katledildiği günün gecesi ise hem kendi evi, hem ağabeyinin, hem de annesinin evleri polis tarafından basıldı. Polis Emin'i örgüt arıyor, örgüt bulmadan bizim bulmamız gerekir diyerek, tehdit ediyordu. Ailesi Emin'i ne yapacaksınız diye sorunca da yarin görürsünüz diyor. Ailesi ertesi gün Emin'in katledildiğini gazetelerden öğreniyor. Gittikleri Adli Morgta Emin'in vücudu kırıklar ve işkence izleriyle dolu; başına, boğazına, kalbine ve kamına dört kurşun sıkılmış cesediyle karşılaşıyor. Polis ve gazeteler, DHKP-C tarafından cezalandınldığı, örgüt açılan davada işkenceci polislerden Başkomiser Halil Demir, Komiser Atilla Gürbüz, Levent Özveç, Turgut Demiral, Engin Erdoğan, Fevzi Aydoğ, Musa Gezer, Mehmet Tan, Turgut- Özcan, Ramazan Kolak hakkında TCK'nın 243. maddesi'ndeki "işkence yapmak" suçundan 70'er yıl ağır hapis cezası istemiyle dava açıldı. 243 ve 245. maddelerde 5'er yıl hapis cezası ile yargılanacak olan sanıklar aynı suçu 14 kez işlediklerinden, ceza 14 kat artırılarak uygulanacak. İşkencecilerin soruşturması tamamlanarak dava açılması kesinleştikten sonra tutuklu aileleri Sabri Ergül'le birlikte bir basın toplantısı düzenlediler. Toplantıda konuşan Sabri Ergül Manisa davasındaki gelişmeleri aktardı. "Çoğunluğunu yaşındaki 16 gence Manisa Emniyet Müdürlüğü'nde işkence yapıldı. İdarenin baskısına, gizleme çabalarına rağmen, işkence yapanlar saptandı. 10 işkenceciye 70'er yıl ağır hapis istemiyle dava açılması işkencenin de soruşturulabiliceğine örnektir." dedi. Manisa Emniyet Müdürü Kemal iskender hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyleyen Ergül, Kemal iskender'in işkenceye emir veren olduğu halde görevine devam etmesinin içişleri Bakanı Ülkü Güney ve Başbakan Mesut Yılmaz'ın acizliği olduğunu söyledi. Tutuklu gençlerin mahkemesi 4 Temmuz'a ertelenirken, yargılanacak olan işkencecilerin davası da 24 Haziran tarihinde başlayacak. * EMİN DİKER'İ KONTRGERİLLA içi hesaplaşma olduğunu söylemelerine rağmen, ne ailesini, ne Esenler halkım inandıramamış. Bu güne kadar gerçekleştirdiği tüm eylemlilikleri ve cezalandırmaları üstlenen ve gerekçelerini de kamuoyuna açıklayan DHKP-C'nin bu konuda şu ana kadar böylesi bir açıklama yapmaması ve polisin katliam öncesi ve sonrası tutumu, Emin'in takip altına alınması, aile çevresinin evlerinin basıldığında polislerin söylemleri ve de en önemlisi Emin Diker'in kişiliği bu katliamı kimin tarafından gerçekleştirildiğini açıkça ortaya koyuyor. Emin Diker kontrgerilla tarafından katledilmiştir. Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi THKP-C'den bugüne kadar ki tarihi boyunca uyguladığı eylem ve adalet anlayışıyla Türkiye halklarının güvenini kazanmıştır. Ve artık TV'lerde, gazetelerde gerçekleştirilen bir eylemin niteliğine bakarak bile "Bu Parti- Cephe tarafından yapılmıştır" dedirtecek kadar net bir eylem çizgisi bulunan DHKP-C'nin halkta oluşturduğu bu güven ve adalet olgusunu zedelemeye yöneliktir. Tarihi boyunca hain dahi olsa sorgulamalarında hiç kimseye işkence yapılmamıştır. İşkence bir insanlık suçudur. İşkence ve işkenceciler devrimciler tarafından da her zaman lanetlenmiş ve cezalandırmıştır. Bu, dostlarımız ve düşmanlarımız tarafından da bilinen somut bir gerçektir. Devrimci olan Emin Diker'i kontrgerilla katletmiş ve suçunu da DHKP-C'ye yıkmaya kalkmıştır. Bu tür kontra çalışmalar ve katliamlarla Türkiye halklarının DHKP-C'ye olan güvenini zedeleyebileceklerini veya savaşını engelleyebileceklerini sanacak kadar acizdirler. * İrfan Ağdaş'ın Anmasına Polis Engeli Gazetemizin dağıtımcısı İrfan Ağdaş için her hafta pazartesi günleri şehit düştüğü sokakta gerçekleştirilen karanfil bırakma eyleminin 5.si, mahalleye getirilen panzerler ve çevik kuvvetleriyle polis işgaline uğraması ve estirilen polis terörü ile engellendi. Bu hafta da saat 21.00'de Gülistan Sokak'- ta, İrfan'ın şehit düştüğü noktada karanfil bırakmak, İrfan'ı anmak isteyen mahalle halkı ve liseli gençlerden 20 kişi gözaltına alındı. Yine aynı haberi izlemek üzere Alibeyköy'e giden muhabirimiz Arzu Uzun ve aynı mahallede oturan annesi İpek Yıldırım da akşam saat civarında Alibeyköyde gözaltına alındılar. Gözaltına alınan muhabirimiz, annesi ve yanlarında bulunan Firuzan ve Ali Demir, Şehit Atıf ödül adlı Polis Karakolu'na götürüldüler. Muhabirimiz, annesi İpek Yıldırım ve AIi Demir ertesi gün götürüldükleri Eyüp Emniyet Müdürlüğü'nden parmak izleri alınıp serbest bırakılırken, Firuzan Demir ise arandığı gerekçesiyle halen gözaltında tutuluyor. Kültür Merkezine Silahlı Baskın İzmir Hatay'da bulunan Alternatif Kültür Merkezi 3 Haziran'da sivil polisler tarafından basıldı. Kültür Merkezine gelen 20'ye yakın sivil polis otomatik silahlarını büroda bulunanların şakaklarına dayayarak arama bahanesiyle büroyu talan ettiler. 8 Haziran'da bir açıklama yapan Hatay Alternatif Kültür Merkezi çalışanları yaptıkları açıklamada 18 Mayıs'tan bu yana açık olan kültür merkezleri üzerinde polisin sürekli terör estirdiğini söylediler. Malatya'da Devrim Şehitleri Anma Pikniği Malatya Kurtuluş Temsilciliği devrim şehitlerini anmak için 9 Haziran günü bir piknik düzenledi. Pikniğe devrim şehitleri için yapılan saygı duruşu ile başlandı. Ölüm Orucu Şehitleri, Sibel Yalçın'ın direnişi ve 27 Haziran'da Kenan Gürz'ün komutanlığını yaptığı çatışmada şehit düşen beş gerillamız anıldı. Yapılan konuşmalarda şehitlerimizin yaşamı, mücadeleleri anlatıldı. "Ölüm Orucu Şehitleri Ölümsüzdür" yazılı pankartın asıldığı piknikte halaylar çekildi, türküler söylendi. Konuşmalarda Parti-Cephe'nin tarihinin yanısıra Ölüm Orucu Direnişi de bir mizansenle anlatıldı. Geziye katılan şehit ve tutsak aileleri piknikten sonra açlık grevinde olan aileleri ziyaret ettiler. Muhtarlara Polis Yetkisi Halkın tüm kesimlerini kendi kontrolü altında tutmak isteyen devlet, bununla ilgili her türlü yetkiyi de polise sunuyor. Polise terörle mücadeleyi gerekçe göstererek kimlik denetim yetkisinin sınırları genişletiliyor. Kimlik denetim yetkisi mahalle muhtarlarını da kapsayacak. Bununla ilgili Olağanüstü Hali kaldırmaya yönelik son hükümetin yen? düzenlemelerinden biri olan kimlik bildirme yasasındaki değişiklik tasarısının Meclise gönderildiği açıklandı. Düzenlenen yasa tasarısında : insanların kimlik ve ikamet bilgileri emniyete bildirilecek. Bu bilgileri aileden biri, işyeri sahibi, apartman yöneticisi muhtara bildirerek onaylatacak. Bu bilgileri emniyete bildirmeyen, yanlış bilgilendirme yapan veya kimliksiz ikamet edenlere ceza oranları da artırılacak. Bulundukları yerden ikamet değişikliği yapan ev sahibi, kiracı, bekçi, kaloriferci, ahçı ve 30 günden fazla misafir olanların kimlik bilgilerini 3 gün içinde emniyete bildirme zorunluluğu getirilmesi tasarıyla uygulamaya geçirilmek isteniyor. Böylece halkın gözaltında tutulması biraz daha yasal kılıfa uydurulmuş olunacak.'*

19 İç politika Yeni Hükümetler de Çare Değil BİR KELİME BİR İŞLEM 53. hükümet de istifa etti. Burjuva politika sahnesi yine silbaştan. Hükümet krizine yeni çözümler, denenmemiş formülller aranıyor. Harfler, rakamlar kombinezasyonlar... ANAP + DYP + DSP + CHP...? DYP + RP + DSP + BBP...? ANAP+CHP-İ-BBP+MGK...? ANNCHP+DRP+SA...? CZT+MF+XTP...? Bir saayı bir işlem. Her defaasında çıkaan sonuç KRZ Sıfıra sıfır elde var sıfır. RAKAMLAR DERECELER Hangi Hükümet Ne Kadar Dayandı? Oligarşinin hükümetlerinin ömrü kısa mesafe koşuda rekor denemelerini geçti. Yalnız kulvar bitmeden nefesler bitiyor, oyuncular dökülüyor. İşte rakamlar ve rekorlar 1. Erim Hükümeti 7 ay 2.Erim Hükümeti...3 ay Ferit Melen Hükümeti...17 ay Nairn Talu Hükümeti... 3 ay Ecevit Hükümeti...7 ay Sadi Irmak Hükümetii...3 aay 1.MC Hükümeti...22 ay Ecevit Hükümeti...1 ay 2. MC Hükümeti...5 ay Ecevit Hükümeti...22 ay Demirel Hükümeti ay Bülent Ulusu Hükümeti... 3 yıl, 1 ay Özal Hükümeti... 4 yıl 2. Özal Hükümeti 2 yıl Akbulut Hükümeti... 1 yıl, 2 ay Mesut Yılmaz Hükümeti... 8 ay Demirel Hükümeti... 2 yıl Çiller Hükümeti... 1 yıl, 4 ay Çiller Hükümeti... 8 ay Mesut Yılmaz Hükümeti...3 ay Al gözüm seyreyle OYLARDA DOYMA VAR DA SENİN NEFSİN ALTINLARA HİÇ DOYMUYOR. "Allaha şükür RP büyüdükçe büyüyor. RP'nin oylarında doyma diye bir şey yok. Bu ülkenin evladı olup da Refahçı olmamak mümkün değildir. Bu hava ve su gibi doğaldır. Bu halkın her ferdi eninde sonunda Refahçı olacak." Necmettin Erbakan SÎZLERDE HIRSIZLIK NASIL DOĞAL HALE GELMİŞSE... "Karnı aç olan birine yemek yer misin diye sorduğumuzda nasıl bir şaşkınlıkla yüzünüze bakarsa, ifadesini aldığımız polisler de neden hukuk dışı davrandınız dediğimizde suratımıza öyle bakıyorlar. Hukuk dişilik doğal hale gelmiş" Yaşar Okuyan ANAP Genel Başkan Yrd. Ve M.Göktepe Cinayetini Araştırma Komisyonu Üyesi MECLiSiN HAYSİYETİ NE KADARSA SENİNKİ DE O KADAR İŞTE! "Kişisel beyanda bulunmuyorum. Meclis'in maneviyatı ve milletvekillerinin haysiyetine yönelik ifadeler karşısında Meclis'i temsil eden bir kişi olarak cevap veriyorum." Kamer Genç Meclis Başkanvekili, Meclis konuşmalarından... TERSTEN ESEN RÜZGAR... "Müvekkillerimiz yangın çıkartmamışlardır. Madımak Oteli'nde yanan insanlar dar sokakta tersten esen rüzgar nedeniyle doğal afet yüzünden ölmüşlerdir." Sivas Davası Sanık Avukatlarının Duruşmada Söylediği Sözlerden... Turkish Daily News Gazetesi soruyor KYB lideri Talabani cevaplıyor "Kara para ve uyuşturucu cenneti" FATF kısaltmasıyla anılan bir kuruluş. Tam açılımı, Kara Paranın Aklanmasına Karşı Mali Girişim Görev Gücü. OECD bünyesindeki bu kuruluşa 28 ülke üye durumunda. Türkiye de bunlardan biri. Bu kuruluşun başkanı geçenlerde Türkiye Cumhuriyeti hükümetine "son ve nihai" bir uyarıda bulunuyor. Ve bu ifadeden de anlaşılacağı gibi daha önce bir kaç kez uyarılmış Türkiye. Uyarının konusu Kara paranın aklanması konusunda daha önce alınan ortak kararla ilgili Türkiye Hükümeti'nin hiç bir yasal düzenleme yapmamış olması. FATF Başkanı uyarı mektubunda eğer Türkiye'nin, Haziran tarihlerinde yapılacak olan son toplantıya kadar bu konuda yasal bir düzenleme yapmaz ve kanun çıkartmazsa tüm dünyaya "Kara Para ve Uyuşturucu Cenneti" olarak ilan edileceği belirtiliyor. Aslında daha önce bu kuruma üye olduktan sonra alınan "her ülke konuyla ilgili yasalarını çıkartacaklardır", "her ülke kara paranın aklanmasının önüne geçilmesi için yasal düzenlemeler yapacaktır ve konunun üzerine ciddiyetle gidecektir" kararıyla ilgili Türkiye'de içişleri, Maliye Bakanlığı ile Hazine Müsteşarlığı ortak bir tasarı hazırlamışlar ama ne hikmetse bu tasarı yıllardır yasalaşma prosedürü içine bile sokulmamış ve şu anda nerede olduğu da belli değilmiş. Ve bu mektubun gelmesi ertesinde yıllardır kılını kıpırdatmayanlar bir anda telaşa kapılıp apar topar özel izinle TBMM Adalet Komisyonu'nu topladı ve göstermelik bir yasa t çıkarttılar. Ve yine apar topar Bakanlar Kurulu gündemine getirilip yasalaşmasına uğraşıyorlar. Çıkartılması gereken yasaların özetle, Sırdaş Hesapların Kaldırılması, Döviz ve Kambiyo işlemlerine Yeni Düzenlemeler Getirilmesi, Para Transferlerinde Kimlik Tespiti Zorunluluğu, Para Transferlerinde Kaynağın ispatı ve benzeri bir dizi düzenlemeyi kapsaması gerekiyor. Kirlenmişliğin, hukuksuzluğun, ahlaksızlığın, bu devletin nasıl ve hangi zeminler üzerinde ayakta durduğunun en canlı ve yaşayan somut örneklerinden biri işte. Düşünün ki, kara para aklanmasının önlenmesi gibi gayet doğal bir olay konusunda 27 ülkeyle birlikte ortak metin imzalayan Türkiye Devleti ne hikmetse tek bir adım atmıyor. Ve burası öyle bir ülke ki, istediğin yere istediğin miktarda para transfer edebiliyorsun ve bırakalım kaynak sormayı sana kimlik bile sormuyorlar. İstediğin gizli hesabı açtırabiliyorsun ve kimse çıkıp da "kardeşim bu niye gizli" diyemiyor. Diyemiyor çünkü, balık baştan kokmuş bile. Geçenlerde bir yazarın dediği gibi, "balık kokarsa tuz, peki tuz kokarsa?.."* - Bir Türk yetkilisi olsaydınız Kürt sorununu çözmek için ne yapardınız? - Önce size bir Türkiye Kürt'ü olsaydım ne yapardım, onu söyleyeyim. Her şeyden önce Türkiye'nin demokratikleşmesi için çalışırdım. Bütün kuvvetlerimi bu iş için seferber ederdim. Demokrasi sağlandıktan sonra çok basit haklar isterdim. Kürtçe okul, televizyon, radyo gibi. Sonra Özal'ın önerdiği gibi etnik temele değil, coğrafi temele dayanan federasyon isterdim. Adem-i Merkeziyetçilik Türkiye için iyi bir çözüm, çünkü Kürtler Güneydoğu Anadolu'nun dışında Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerde de yaşıyorlar. Ademi-i Merkeziyetçilik bir çeşit federasyon demektir. Türk yetkilisi olsaydım, demokratikleşme için çalışır, insan haklarının sağlanması içirt uğraşır, düşünce özgürlüğünü sağladıktan sonra Kürt meselesini tartışmak için ulusal bir konferans toplardım. İT DALAŞI BÜYÜDÜKÇE ÖRTÜ KALKIYOR Yer Ankara'da bir lokanta. Gazeteci ve siyasetçiler masanın etrafındalar. Masada DYP içindeki muhalifler de var, Çiller yandaşları da. Söz dönüp dolaşıp parti içi çekişmelere geliyor ve Çiller'in yandaşı Yalım Erez yağıp gürlemeye başlıyor. Demirel'den yola çıkıp Çiller'e muhalif bir çok kişiye ilişkin kısa kısa değinmeler yapıyor. İşte Demirel'e ilişkin söyledikleri; "Ama önce en büyüğümüzden başlayalım. Cumhurbaşkanı da servetinin hesabını versin, kaynağını açıklasın. Ayrıca İLKSAN yolsuzluğu iyice bir araştırılsın bakalım. 'Verdimse ben verdim' diyenler ne verdiklerinin hesabını versinler.' Mehmet Batallı'ya ilişkin, "Sen Eximbank'i hortumladın, Eximbank kredilerini kim nasıl almış bunlar bir araştırılsın, hayali ihracat iddiaları var, herkesin hakkında iddilar var, madem araştırılır, bunlar da araştırılsın" diyor Erez. Ardından Cefi Kamhi'ye, "Sen ve baban silah kaçakçılığından komisyon alıyorsunuz" diyor. Bahattin Yücel'e, ise "Sen batmıştın, DYP'ye geçmen karşılığı para verip seni iflastan kurtardık" diye yükleniyor. Sırada Mehmet Köstepen var. Erez, onun için de "Bak Mehmet artık sen de safını belli et, kimlerle oturup kalktığına dikkat et, her tarafın oynamasın" diyor. Rıfat Serdaroğlu'na Sağlık Bakanlığı sırasında yaptıkları ile ilgili ellerinde dosya olduğunu söyleyen Erez, Tevfık Diker için de, "Seçim sırasında icat ettiğin Mesudin hapları için partinin kaç milyarını götürdün" diyor. Erez, muhaliflerin etkili isimlerinden Cavit Çağlar için de ilginç şeyler söylüyor: "O, zurnanın son deliğidir. Cavit Bey'e banka izni verilirse iyi, verilmezse kötü. Kim usulsüz imar izinleri atmış, nereden yapılmış o servetler, kaynağı ne bu servetlerin bunlar bir bir açıklansın. Bakanlık için benim kapımda bekleyenler kimlerdi acaba? Bakan olmak için yalvaranlar, Yalova'ya benim evime gelip yalvaranlar kimlerdi acaba?"*

20 15 Haziran 1996 Kurdistan Son günlerde gazetelerde korucuların PKK'ye karşı yürütülen operasyonlara katılmadığı, silahlarını bıraktığı, köy bastığı, askerlerle korucular arasında büyük bir gerginliğin yaşandığı haberlerine sık sık rastlıyoruz. Özellikle Mardin'in Derik ve Mazıdağı ilçe merkezi köylerinde yaşayan Metina Aşireti korucuları ile askerler arasındaki gerginlik giderek büyüyor. Metina Aşireti korucularıdoğal bir kitle tabanı yaratacak bir örgütlenme arayışına girmiş ve çözüm olarak koruculuğu getirmiş, bunu da baskısı ve terörüyle Kürt halkına dayatmıştır. Koruculuk sistemi "Kürdü Kürde kırdırma" politikasının geldiği en büyük aşamadır. Bugün Kürdistan'da 62 bin korucu bulunmaktadır ve devlet bunları denetimi altına almakta oldukça zorlanmaktadır. Özel Hareket Birimleri "Kürdü Kürde kırdarma" politikasının ürünü olan koruculuk iflasın eşiğine gelmiştir. nın operasyonlara katılmadıkları gerekçesiyle köyleri basılıyor ve silahlarına el konuluyor. Ayrıca köyleri son bir aydır askerler tarafından baskı altında tutuluyor. Askerlerle korucular arasındaki gerginliği tırmandıran bir başka olay ise korucuların habersiz köy baskınları. Derik'in Yukarı Mezra Köyü ile Mazıdağı'nın Golagole köylerine baskın düzenleyen aşirete mensup Bankır ve Giresor Köyü korucularının silahlarına Derik Jandarma Tabur Komutanlığı tarafından el konulunca, köylerdeki diğer korucular da bu olayı protesto etmek için silahlarını bırakıyor. Batman'ın Sason ilçesinde yaşayan Şigor aşiretine mensup 200'e yakın korucu da silahlarını bırakmış durumda. Yani şu anda Kürdistan'da askerlerle korucular arasında büyük bir gerginlik yaşanıyor. Tüm bu yaşananlardan sonra devletin yıllardır üzerinde özenle durduğu bu birim dağılıyor mu? Sorusu geliyor insanın aklına. Özellikle ona yeni bir işlerlik kazandırmaya çalıştığı bir süreçte. Devlet "Özel Hareket Birimleri" adı altında koruculuk sistemini yasallaştırarak, tam teçhizatlı bir askeri birim haline getirmeyi düşünüyor. Oligarşi Kürdistan'da gerillaya karşı düzenli bir ordunun açmazlarını, tıkanıklıklarını görmüş ve bu tıkanıkları aşmasını sağlayacak, Kürdistan'da ile bu denetimi sağlayarak bu önemli gücü kaybetmemeye çalışıyor. Peki Kürdistan'da koruculuk sisteminde yaşanan bu gerginliğin sebebi nedir? Aslında sonumuz ne olacak endişesini taşıyor korucular. Özellikle OHAL'ın kaldırılacak olması bu endişelerini daha da artırmış durumda. Bunun yanında yükselen bir silahlı mücadele ve düzenin yaşadığı ekonomik, sosyal krizle birlikte her şeyin saniye farkıyla değiştiği bir ülke var karşılarında. Tüm bunlar endişelerini daha da artırıyor. OHAL'ın kaldırılmasından sonra oluşturulacak özel hareket birimleriyle bir askeri teşkilat niteliği kazanacak olan korucular, bu konuda hala belirsizlikler olduğu endişesini taşıyor. Şu anda da devlete bir güç olduklarını kanıtlama çabasındalar. Ve yükselen silahlı mücadele onları korkutuyor, mücadele yükseldikçe kendi sonlarının daha da yaklaştığının farkına varmış durumdalar. Tüm bunlar aslında haksız savaşın yarattığı sonuçlardır. Düzenin yaşadığı istikrarsızlığının, çözümsüzlüğünün sonuçları. Savaş ilerledikçe koruculukta yeni misyonlar yüklenerek devam edecektir. Ama halkın yükselen mücadelesi daha birçok korucunun da silahlarını bırakmasına sebep olacaktır. * TELEVİZYON NE KADAR "KURTULUŞ"? Diyarbakır'da Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında açıklanan üç aşamalı plan doğrultusunda Kürtçe yayın yapacak olan bir televizyonun ön hazırlıklarının başladığı ve belli bir mesafe alındığı açıklandı. Televizyon, önemli bir aygıt.. Medyanın kalbi denebilir. Belçika'ya giden Mesut Yılmaz orada da açıklama yaparak siyasi çözümle, askeri çözümü içice devam ettireceklerini söyledi. Şu anda her şey epey bir yalınlık kazandı. Oligarşi, ez ve çöz taktiğinden santim geri durmadan göz boyamaya yönelik bir takım adımlarla ve yine göz boyamaya yönelik sözde "Kürt" kişiliklerle belirli bir zemin yaratmaya, bu zemin üzerinden de ulusal mücadeleyi nefessiz bırakmaya çalışacak. İşte televizyon da geliyor. Onca para sayılmış (toplam 1 trilyon), TGRT, Samanyolu, HBB gibi televizyonlardan yetişmiş kadrolar bölgeye gönderilmiş, kadro istihdamı sağlanmış, değişik illerde merkezlerin yerleri satın alınmış, donanım için ekipmanlar götürülmüş vb. vb. Evet, bir televizyon ama RTÜK denetiminde bir televizyon. Yani kontra televizyon. Şimdi ne olacak? İşte Kürt diliyle bir televizyon açılma aşamasında. Peki sorun televizyon muydu? Ya da soruyu başka türlü soralım; RTÜK denetimindeki bir Kürtçe televizyon neyi, Kürt halkının hangi sorunlarını çözmüş olacak? Şimdi bakalım neyin yayını yapılacak bu televizyonda: Resmi ideoloji Kürtçe seslen- "dirilecek. Peki böyle bir televizyon, kurtuluşa giden yolda nasıl bir adım, neye cevap verme üzerine bir adım. Kürt halkının ekmek, özgürlük, baskısız ve sömürüşüz bir dünya özlemine cevap vermek bir yana bu talebi boğmaya ve karartmaya, tepkisini eritmeye yönelik bir televizyon. Bir nevi kontra TV. Televizyon tek başına bir simge aslında Sorun düzen devrim sorunu. Devrimden vazgeçilip, düzene yöneliş bugün televizyon isteğinde somutlar kendini, yarın dil seviyesinde. Ama işte, dışı Kürtçe içi kontra bir TV, dili Kürtçe içinde düzeni konuşan bir dil. içinde TC eğitimi, duvarında Kürtçe tabelası olan bir okul... " İleri bir adım mı? İnkarın belirli boyutlarda sona ermesi anlamında ileri bir adım tabi ki. Peki kurtuluş mu? Oraya kadar bir şey istiyorsan kurtuluş da denebilir. Peki Kürt halkının sorunlarına son verecek, acılarını sona erdirecek, sömürü ve zulmün sona ermesini sağlayacak bir kurtuluş mu bu? Hayır. O halde bu istenilenler sömürü ve zulmün sona ermesini istemekle pekiştirilmediği sürece halk için bir kurtuluşu ifade etmesi mümkün değil. Türkiye oligarşisi, sırtından geçindiği ve hayat bulduğu sömürü ve zulüm düzenini kuzu kuzu teslim eder mi? Ya da şöyle diyelim intihar eder mi? Etmez. Bu böyle olduğu için de böyle köklü değişiklikler yapmaz, yapamaz. O halde öncelikli iş, televizyondu, dildi vb. bunları taktik olarak savunmak ama devrim hedefinden, devrim stratejisinden gözleri bir an bile ayırmamaktır. Devrim, iktidarı alaşağı edecek bir organizasyon ve mücadele demektir. Devrim, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel her alanda gerçek özgürlükten, bağımsızlıktan başka hiç bir şeyi "çözüm" kabul etmemektir. Ama bu gözlerden ırak tutulduğu noktada, televizyon kurtuluş olur ki, değişen hiç bir şey olmaz Kürt halkı için. Dün Türk ismiyle çağrılan, ismi değiştirilen, dili yasaklanan Kürt insanı, bu kez Kürt ismiyle ezilmeye, Kürt ismiyle işkence tezgahlarına yatırılmaya devam eder. Oturur televizyonun başına Kürtçe oyun havalarını, Kürtçe haberleri dinler, filmleri Kürtçe izler. Ama o haberler TRT'nin resmi haberleridir, filmler Rambo'nun Kürtçe dublajıdır. İçi dolu ve RTÜK şemsiyesi olmayan bir TV'nin, anlamlı bir dil ve eğitimin, insanca bir yaşamın tek yolu devrimdir. Eskiden daha mı iyi, daha mı kötü? Bunu tahmin etmek çok zor değil. Düzen içi kazanım olmalı ve kimse de buna hayır diyemez. Ama o kazanım özgür bir mevzi olacaksa anlamlı. Ve bu düzen hiç bir özgürlük tanımıyor, görüntüde verirken içini boşaltıp, koflaştırıyor ve hizmet yapamaz hale getiriyor. Halka ne deniyor, televizyon istediniz yerdik. Doğru verdiler. Dil dediniz, alın işte Kürtçe.; Ama televizyon bir kutu ve bir kaç elektronik edevattan müteşekkil değil ki. Dil dediğin sadece bir et parçası mı? Özgürlüğün olmadığı yerde, iradenin tanınmadığı yerde dilini de konuşsan, televizyonunu kendi dilinde de izlesen farkeden ne oluyor ki? Doğru bir önderlikle gerçek hedef olan tam bağımsızlık ve özgürlük için mücadele yerine, zorlu ve acılı bir savaşın ardından senin, düzen içi düzenlemelere umut bağlatma çabaların, faşizmin yıllardır teröre boğduğu bir halkın saf ve temiz özlemleriyle birleştiği yerde, oligarşi bu tip manevralarını çok kolay yapar ve maya tutturması da çok zor olmaz. - Sonradan çıkıp da bunların birer kandırmaca olduğunu halka anlatmak, dün söylediğini inkar anlamına gelir ki, bu da milliyetçiliğin yeni bir açmazıdır. İşte bu açmaz oligarşinin düzen içi yeni düzenlemelerine alkış tutulduğu ya da en azından sessiz kalındığı bir tablo ortaya çıkarır ve halkın yeniden düzen içi beklentilerini ve resmi ideolojiyle bağlarını güçlendirmeye başlar. Dahası zamanında geri dönülmediği için derinleşen açmaz, halkı ve mutlaka halka önderlik iddiasındakileri de düzenle uzlaşmaya ve ona yanaşmaya götürür. *

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Polis Taksim Meydanı'na girdi

Polis Taksim Meydanı'na girdi On5yirmi5.com Polis Taksim Meydanı'na girdi Gezi Parkı eylemlerinin 15. gününde polis, Taksim Meydanı na girdi. AKM ve Cumhuriyet Anıtı ndaki afişler söküldü, barikatlar da kaldırıldı. Yayın Tarihi : 11

Detaylı

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 1 Av.Dr. M. SEZGİN TANRIKULU İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ 2015 yılı Ağustos ayından itibaren tekrar başlayan çatışmalar Türkiye tarihinde eşi az görülmüş bir yıkıma, sayısız

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi Erdoğan, "OHAL uygulaması kesinlikle demokrasiye, hukuka ve özgürlüklere karşı değildir" dedi. 21.07.2016 / 09:56 Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com Günlük Haber Bülteni 13.03.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com Tarih:12.03.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.sabah.com.tr Tarih:12.03.2015 İNTERNET HABERLERİ

Detaylı

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR BALIKESİR - 30.09.2014 HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR Balıkesir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Gündoğdu, Ankara ve Hatay Tabip odaları üyelerinin Gezi Parkı olayları sürecinde hukuka aykırı

Detaylı

19 GİRİŞ 19 Dört Duvar Arasında 'Sürek Avı'

19 GİRİŞ 19 Dört Duvar Arasında 'Sürek Avı' İÇİNDEKİLER 4. BASKIYA NOT 13 19 GİRİŞ 19 Dört Duvar Arasında 'Sürek Avı' BÖLÜM 1 29 1) İSTANBUL CEZAEVLERİ 29 Eylül Erken Geldi 34 Bir Garip Firar Girişimi 35 Tutuklulara Yaylım Ateş 37 Uykulu Günler

Detaylı

Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler.

Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler. İSTANBUL TAYAD lı Aileler Bayram Kahvaltısında Bir Araya Geldiler Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler. Kahvaltıdan önce yapılan

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

ABD'nin iki seçeneği kaldı: Ya gücünü artır ya da Taliban'a göz yum

ABD'nin iki seçeneği kaldı: Ya gücünü artır ya da Taliban'a göz yum ABD'nin iki seçeneği kaldı: Ya gücünü artır ya da Taliban'a göz yum Kunduz'da yaşanan savaş ABD için iki seçeneği ortaya çıkardı; ya işgal güçlerini artıracak yada Taliban'ın ilerleyişine göz yummak zorunda

Detaylı

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? Toplu İş Sözleşmesi (TİS), çok genel anlamı ile emekçilerin temsilcisi sendika ile işveren temsilcilerinin, ekonomik, özlük ve çalışma koşullarını birlikte belirlemeleridir.

Detaylı

Ýstanbul hastanelerinde GREV!

Ýstanbul hastanelerinde GREV! Ýstanbul hastanelerinde GREV! Onaylayan Administrator Wednesday, 20 April 2011 Orijinali için týklayýn Doktorlar, hemþireler, eczacýlar, diþ hekimleri, hastabakýcýlar, týp fakültesi öðrencileri ve taþeron

Detaylı

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık Sendikamız Yapı-Yol Sen 12 Nisan 2012 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğü önünde ve eşzamanlı olarak tüm şube binaları önünde, Otoyol ve Köprülerin özelleştirilmesi, görevde yükselme ve unvan değişikliği

Detaylı

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor. Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor. İşçi Cephesi: Direnişiniz nasıl başladı? Kazova dan bir işçi: Bizim direnişimiz ilk önce 4 aylık maaşımızı, kıdem ve tazminat

Detaylı

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 9TOPLUMSAL ETKİNLİKLER 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 11111 260 01 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 11111 262 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR

Detaylı

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'de 1990'lı yıllardaki duvar yazıları, İslamcılığın yükseldiği döneme yönelik yakın bir tanıklık niteliğinde. 10.07.2017 / 18:00 Doksanlı

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 26.01.

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 26.01. Günlük Haber Bülteni 27.01.2015 İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 26.01.2015 İnternet Haber Sitesi : www.sanlıurfa.com Tarih: 26.01.2015 İnternet Haber Sitesi : www.haberler.com Tarih: 26.01.2015

Detaylı

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 19 EKİM 2016 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İHLALLERİ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi

Detaylı

2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 23 OCAK 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İHLALLERİ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi Öldürme,

Detaylı

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA 2016-2017 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ün 1928 yılında Ankara

Detaylı

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU 1. DIŞ. CADDE - GECE 1 FADE IN: Saat 22:30. 30 yaşında bir gazeteci olan Eren caddede araba sürmektedir. Bir süre sonra kırmızı ışıkta durur. Yan koltukta bulunan fotoğraf

Detaylı

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Havacılık sektörüne grev yasağı getiren yasa tasarısı mecliste onaylandı. Hava-İş Sendikası, yasa mecliste görüşülmeye başlanmadan

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Nisan 14, 2017-7:12:00 AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, Ankara Sincan ilçesi Lale Meydanı'nda mitinge katılarak vatandaşlara hitap

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ / AKP de bir kişi konuşur, diğerleri asker gibi bekler! Tarih : 06.01.2012 CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem AKP deki tek adamlığı hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın üslubunu ve liderliğini

Detaylı

Günlük Kent Gazetesi

Günlük Kent Gazetesi 18 HAZİRAN 2013 0 212 260 23 60-0 212 260 52 29 %50 ye varan indirimler Duran eylem Taksim'deki "Duran Adam"ın ardından bir kişi de Beşiktaş taki Kartal Heykeli önünde hareketsiz şekilde beklemeye başladı.

Detaylı

www.besiktas.com.tr Günlük Kent Gazetesi

www.besiktas.com.tr Günlük Kent Gazetesi 4 HAZİRAN 2013 0 212 260 23 60-0 212 260 52 29 %50 ye varan indirimler Gece boyu sürdü DOLMABAHÇE tarafından gelen 100 kişilik bir gruptan yüzleri maskeli bazı kişiler, Beşiktaş'ta Başbakanlık Çalışma

Detaylı

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI Bodrum İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Özcan ın kurum değişikliği ile Ankara Gölbaşı belediye başkan yardıcılığı görevine

Detaylı

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dizeleriyle başladı.

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dizeleriyle başladı. Kahramanmaraş Platformu ndan Şenliği Kadın Cumhuriyet On bir kadın derneğinden oluşan Kahramanmaraş Kadın Platformu, Müftülük Meydanı nda düzenledikleri Cumhuriyet Şenliği ile Cumhuriyet in önemine dikkat

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi:

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: Günlük Haber Bülteni 09.03.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com Tarih:08.03.2015 (1) (2) İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com Tarih:08.03.2015 İNTERNET

Detaylı

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA Chp Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kahramanmaraş ın Elbistan İlçesi nde siyaseti sadece insan için yaptıklarını, iktidara gelmeleri halinde terörü sonlandırıp ülkeye huzuru getireceklerini

Detaylı

Saðlýk çalýþanlarý GöREV'de

Saðlýk çalýþanlarý GöREV'de Saðlýk çalýþanlarý GöREV'de Onaylayan Administrator Wednesday, 20 April 2011 Orijinali için týklayýn Saðlýk emekçilerinin 2 gün süren grevleri baþladý. Ülke genelindeki hastanelerin nereyse tamamýnda hastanede

Detaylı

-DERS PLANI- Görsel Sanatlar Dersi. Müze Bilinci (Atatürk Anıtları) 2 Ders Saati (40+40dk)

-DERS PLANI- Görsel Sanatlar Dersi. Müze Bilinci (Atatürk Anıtları) 2 Ders Saati (40+40dk) DERS SINIF KONU SÜRE AMAÇLAR HEDEF VE DAVRANIŞLAR DERS İÇERİĞİ VE SÜREÇ Görsel Sanatlar Dersi 10. Sınıf -DERS PLANI- Müze Bilinci (Atatürk Anıtları) 2 Ders Saati (40+40dk) 1. Anıt ve Heykel Bilincine Kavuşması.

Detaylı

Strasbourg da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için günlerdir eylemde olan kadınlar, Haber alıncaya kadar buradan ayrılmayacağız diyor.

Strasbourg da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için günlerdir eylemde olan kadınlar, Haber alıncaya kadar buradan ayrılmayacağız diyor. Downloaded from: justpaste.it/1cueq CPT görevini yapsın Strasbourg da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için günlerdir eylemde olan kadınlar, Haber alıncaya kadar buradan ayrılmayacağız diyor. 27 Ekim 2017

Detaylı

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR 4.19.4 TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR 1) Dosya No : 2013/551 E. : Ankara 17. Asliye Ceza si : 1- TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı 2- TMMOB Genel Sekreteri N. Hakan Genç :2911 sayılı Toplantı ve Gösteri

Detaylı

Haziran Direnişi'ni okullara taşıyalım 23 Ekim Son Güncelleme 07 Ocak 2014

Haziran Direnişi'ni okullara taşıyalım 23 Ekim Son Güncelleme 07 Ocak 2014 Bu yıl, okullar daha açılmadan egemenleri büyük bir korku sardı. Çünkü okullar, Haziran direnişinin coşkusuyla kapanmış, mezuniyet törenleri protesto ve gösterilerle geçmişti. Böyle bir kapanışın, çok

Detaylı

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İ RAPORU -BİLANÇO- 21 TEMMUZ 2016 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi Öldürme,

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye nin dört köşesindeki emekçiler iş bıraktı! Tarih : 17.06.2013 DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB, Gezi Parkı yla başlayan protestolara yönelik polisin sert müdahalesi nedeniyle

Detaylı

Destek Personeli Eğitimleri

Destek Personeli Eğitimleri 2.Dönem eczane çalışanlarının Destek Personeli Eğitimleri 28 Aralık 2009 tarihinde başladı 9 Valimiz Sayın Zübeyir KEMELEK 15 Aralık 2009 tarihinde Yönetim Kurulumuzu ziyaret etti.. İstanbul Ecza Koop'la

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

Neden TMMOB? Kıyı Kanunu, Mera Kanunu, 2B Kanunu gibi yasal düzenlemelere, Kentlerin yağmalanmasını amaç edinen kentsel dönüşüm politikalarına,

Neden TMMOB? Kıyı Kanunu, Mera Kanunu, 2B Kanunu gibi yasal düzenlemelere, Kentlerin yağmalanmasını amaç edinen kentsel dönüşüm politikalarına, Neden TMMOB? Çünkü TMMOB; Gezi Parkı direnişinin destekleyicisi, Taksim Dayanışması'nın katılımcısı olan TMMOB'nin bir gece yarısı operasyonuyla yetkilerinin alınması AKP'nin TMMOB'den intikam alma girişimidir.

Detaylı

BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE

BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE Bodrum da sağlık çalışanları iş bıraktı. Bodrum Devlet Hastanesi önünde buluşan sağlık meslek örgütü temsilcileri, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, emeklilik hakları

Detaylı

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

Koç Üniversitesi nde neler oluyor? Koç Üniversitesi nde neler oluyor? 27 Mart 2015 tarihinde, Koç Üniversitesi temizlik işçileri, öğrencileri, öğretim görevlileri, asistanları ve büro emekçileri bir araya geldiler ve bir forum gerçekleştirdiler.

Detaylı

MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ!

MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ! MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ! İşçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs; tüm yurtta olduğu gibi İstanbul da da coşkuyla kutlandı.1978 1 Mayıs ın ardından ilk kez izin verilen

Detaylı

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu Hayallere inanmam, insan çok çalışırsa başarır Pelin Tüzün, Bebek te üç ay önce hizmete giren Şef makbul Ev Yemekleri nin

Detaylı

7. dönem çalışma raporu SOSYAL ETKİNLİKLER. EMO Kocaeli Şubesi

7. dönem çalışma raporu SOSYAL ETKİNLİKLER. EMO Kocaeli Şubesi SOSYAL ETKİNLİKLER 134 Geneksel Bahar Pikniği 27 Mayıs 2012 Şubemizin Geleneksel Pikniği 27 Mayıs Pazar Günü Sapanca`da gerçekleştirildi. Beraber yapılan kahvaltı ile başlayan pikniğe üyelerimiz aileleriyle

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 21 TEMMUZ 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015 Türkiye Cezasızlık Araştırması Mart 2015 İçerik Araştırma Planı Amaç Yöntem Görüşmecilerin Dağılımı Araştırma Sonuçları Basın ve ifade özgürlüğünü koruyan yasalar Türkiye medyasında sansür / oto-sansür

Detaylı

ALİ ÇAVUŞ: KİMİN IRKÇI OLDUĞUNU HEPBİRLİKTE GÖRDÜK Salı, 13 Aralık :23

ALİ ÇAVUŞ: KİMİN IRKÇI OLDUĞUNU HEPBİRLİKTE GÖRDÜK Salı, 13 Aralık :23 DEB Partisi Genel Başkanı Mustafa Ali Çavuş, Bizler ırkçı bir parti değiliz. Yapılan bu saldırıyla birlikte bizlere Irkçı Parti diyenlerin ve hangi partinin ırkçı bir parti olduğunu hepimiz birlikte görmüş

Detaylı

Yaz l Bas n n Gelece i

Yaz l Bas n n Gelece i Emre Aköz Yeni Okur-Yazarlar ve Gazetelerin Geleceği ABD li serbest gazeteci Christopher Allbritton õn yaşadõklarõ bize yazõlõ medyanõn (ki bu tabirle esas olarak gazeteleri kastediyorum) geleceği hakkõnda

Detaylı

TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu

TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu TSK Müşterek Özel Görev Kuvveti ve koalisyon hava kuvvetleri tarafından Suriye'nin Cerablus bölgesinin IŞİD'ten geri alınması için operasyon başlatıldı 24.08.2016 /

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 01 KASIM 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

Albert PERSONS isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi:

Albert PERSONS isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi: 1 Mayıs ın Tarihçesi 1880 li yıllar, ağırlıklı olarak kol emeğinin kullanıldığı ve çalışma şartlarının çok kötü olduğu yıllardı. Küçük çocukların karın tokluğuna çalıştırılması ve 14-15 saate kadar varan

Detaylı

Bombalama konusunda araştırma sürüyor

Bombalama konusunda araştırma sürüyor Bombalama konusunda araştırma sürüyor Mart 01, 2012-8:48:28 Bakan Şahin, Van'ın Erciş ilçesindeki depremzedelerin kaldığı afet evlerini ziyaret ederek, vatandaşların sorunlarını dinledi. Afet evlerinin

Detaylı

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY CHP Bodrum İlçe Başkanı Recai Seymen, 29 Kasım Pazar günü yapılacak olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İlçe Kongresinde ilçe başkanlığına tekrar aday olduğunu

Detaylı

BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI 16 ŞUBAT 2011 CVK OTEL- İSTANBUL Tarihi günler yaşıyoruz. 10 Şubat-15 Şubat tarihleri arasında

Detaylı

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos 2009 04:42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos 2009 19:20

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos 2009 04:42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos 2009 19:20 Düğünlerde Takılan Sahte Paralar Yüksek eğitimini tamamlamış, babası ticaretle uğraşan, annesi ise bir bankada görevli bulunan bir ailenin tek kızıydı. Okul arkadaşı ile evlenmeye karar vermişlerdi. Damat

Detaylı

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB 2010-2012 ISBN 978-605-01-0372-4 Baskı Mattek Basın Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti Adakale Sokak 32/27 Kızılay/ANKARA Tel: (312)

Detaylı

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi 24. Toplu İş Sözleşmesi sürecinde işverenle sendika arasında anlaşma sağlanamaması üzerine Şişecam işçileri 10 fabrikada 5800 işçiyle greve gitme kararı almıştı.

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.aktifhaber.com Tarih: 22.01.

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.aktifhaber.com Tarih: 22.01. Günlük Haber Bülteni 23.01.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.aktifhaber.com Tarih: 22.01.2015 1 2 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.haberler.com Tarih: 22.01.2015 İNTERNET

Detaylı

CAN ATAKLI SAAT SAAT AÇIKLADI...

CAN ATAKLI SAAT SAAT AÇIKLADI... CAN ATAKLI SAAT SAAT AÇIKLADI... Gazeteci Can Ataklı darbe gecesini aydınlatmaya kararlı. Ataklı yine flaş değerlendirmelerde bulundu. Habertürk TV'de Didem Arslan Yılmaz'ın sunduğu 'Türkiye'nin Nabzı'

Detaylı

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012 İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 01 31 ARALIK 2012 M. SEZGİN TANRIKULU CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ: Bugün 10 Aralık İnsan Hakları

Detaylı

Ne kadar söz varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım

Ne kadar söz varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım Teknolojinin nimetlerinden gün geçtikçe daha fazla yararlanırken farkında mıyız, her anımız bir şeyleri izlemekle geçiyor. Her gün, her saat, her dakika, her saniye. Bilgisayarlardan, evlerdeki kara kutulardan,

Detaylı

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda. TÜRKÇE 12-13: OKUMA - ANLAMA - YAZMA OKUMA - ANLAMA 1: Rezervasyon Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda. Duşlu olması şart. Otel görevlisi: Tek kişilik odamız kalmadı

Detaylı

7. dönem çalışma raporu TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI. EMO Kocaeli Şubesi 146

7. dönem çalışma raporu TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI. EMO Kocaeli Şubesi 146 TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI EMO Kocaeli Şubesi 146 İKK Sekreterliği Makina Mühendisleri Odası tarafından yürütülmektedir. Şubemiz, üniversite, resmi kurum, sendika, oda ve derneklerle sürdürülebilir

Detaylı

: İstanbul Barosu Başkanlığı

: İstanbul Barosu Başkanlığı 31.05.2013 815 İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA İHBARDA BULUNAN : İstanbul Barosu Başkanlığı İHBAR EDİLENLER : Şiddet ve zor kullanan kolluk görevlileri, onlara bu yönde emir ve talimat verenler, bu

Detaylı

Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu

Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu GÜNÜN MANŞETLERİ 23 Temmuz 2016 Cumartesi 11:52 Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu FETÖ darbe girişimi olaylarında darbecilerin hedefinde UIC Yönetim

Detaylı

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü. Alişan HAYIRLI Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü. Şimdi Müslümanlar ikiye bölünecek... 1-Bu baskını tasvip edenler,

Detaylı

Cüneyt Özdemir de halkın, işçilerin, öğrencilerin sorunlarını programına taşıyor ve ayrıcalığını gösteriyor. Teşekkürler Cüneyt Özdemir.

Cüneyt Özdemir de halkın, işçilerin, öğrencilerin sorunlarını programına taşıyor ve ayrıcalığını gösteriyor. Teşekkürler Cüneyt Özdemir. DİRENİŞİN 109. GÜNÜ 26 Ekim 2010 Bugünlerde çok sık misafirim var. Gün uzadıkça gelenler artıyor. İlk defa bir arkeolog ziyaretçim vardı. O da işsizdi. Uzun zamandır gelmek istiyormuş. Nasıl giderim diye

Detaylı

KANLI PAZAR'DAN MECLİS BAŞKANLIĞI'NA

KANLI PAZAR'DAN MECLİS BAŞKANLIĞI'NA TBMM 27. Dönem Başkanı İsmail Kahraman'ın "Laiklik anayasada olmamalıdır" sözleri, Kahraman'ın ülkedeki en büyük gerici ayaklanmalardan biri olan ve tarihe Kanlı Pazar olarak geçen saldırının faillerinden

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: www.balıklıgol.com

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: www.balıklıgol.com İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.balıklıgol.com Tarih:09.04.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.urfastar.com Tarih:09.04.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com

Detaylı

İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER; ÇANAKKALE SAVAŞ ALANLARI PROJESİ (TR-12-539-2007-R5)

İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER; ÇANAKKALE SAVAŞ ALANLARI PROJESİ (TR-12-539-2007-R5) Eylem 1.2 Gençlik Girişimleri Projesi İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER; ÇANAKKALE SAVAŞ ALANLARI PROJESİ (TR-12-539-2007-R5) DALGALAN SEN DE ŞAFAKLAR GİBİ EY ŞANLI HİLÂL OLSUN ARTIK DÖKÜLEN KANLARIMIN HEPSİ

Detaylı

HDP li 11 Vekil Gözaltında

HDP li 11 Vekil Gözaltında HDP li 11 Vekil Gözaltında Demokratik Toplum Kongresi (DTK), KCK ve 6-8 Ekim olaylarına yönelik soruşturmalar kapsamında ifade vermeye gitmedikleri için aralarında HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş,

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu Şubat 03, 2017-5:56:00 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi'nin ve yapımı tamamlanan

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.sanlıurfa.com Tarih: 31.01.

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.sanlıurfa.com Tarih: 31.01. Günlük Haber Bülteni 01.02.2015 İnternet Haber Sitesi : www.sanlıurfa.com Tarih: 31.01.2015 İnternet Haber Sitesi : www.sanlıurfa.com Tarih: 31.01.2015 İnternet Haber Sitesi : www.sanlıurfa.com Tarih:

Detaylı

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI! İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI! Türkiye nin gündemine damgasına vuran önemli toplumsal ve politik konularının tartışıldığı

Detaylı

Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır. Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural ın durumuna tercüme edelim:

Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır. Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural ın durumuna tercüme edelim: Hemen başlangıçta belirteyim: Bu yazı Mihrac Ural ile ilgilidir. Suni denge ile Mihrac Ural ın ne ilgisi var? diye düşünüyorsanız, okuyunca görürsünüz. Suni dengenin tanımını biliyorsunuz: Halkta potansiyel

Detaylı

İlerici Kadınlar Kimdir?

İlerici Kadınlar Kimdir? İlerici Kadınlar Kimdir? Türkiye de AKP iktidarı ile ivme kazanan piyasacılık ve gericilik kadınlar üzerindeki baskıyı daha da artırmıştır. Özellikle son on yılda toplumsal yaşamın dincileştirilmesi kadın

Detaylı

www.besiktas.com.tr Günlük Kent Gazetesi

www.besiktas.com.tr Günlük Kent Gazetesi 20 MAYIS 2013 0 212 260 23 60-0 212 260 52 29 %50 ye varan indirimler Federasyona katıldılar TÜRKİYE Spor Yazarları Derneği nde İstanbul Muhtarlar Federasyonu Yönetim Kurulu ve Beşiktaş Muhtarlar Derneği

Detaylı

5. SINIF TÜRKÇE KELİME TÜRLERİ TESTİ. A) Ben ise yağmur yağmasını bekliyordum. Cümlesindeki isimlerin hepsi tekildir.

5. SINIF TÜRKÇE KELİME TÜRLERİ TESTİ. A) Ben ise yağmur yağmasını bekliyordum. Cümlesindeki isimlerin hepsi tekildir. 1- Aşağıdaki cümlelerin hangisinde bilgi yanlışlığı vardır? A) Ben ise yağmur yağmasını bekliyordum. Cümlesindeki isimlerin hepsi tekildir. B) İyi bir aşçıydı. Cümlesinde özel isim kullanılmıştır. C) Tavuklar

Detaylı

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz Mescidi Aksa hatibi Şeyh İkrime Sabri, Filistinlilerin Mescidi Aksa daki haklarına bağlı olduklarını, bunun bir karışından bile taviz vermeyeceklerini

Detaylı

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi MTM Medya Takip Merkezi, 2010 yılında medyanın gündemini belirleyen konu ve olayları derledi. İki bini aşkın gazete, dergi, TV kanalı ve haber sitesinde periyodik olarak yapılan takip sonuçları, yıl boyunca

Detaylı

Kadınlar kimsenin namusu değildir

Kadınlar kimsenin namusu değildir Kadınlar kimsenin namusu değildir Son dönemlerde medyada namus cinayetlerine sıkça rastlanmaya başlandı. Kadınlarımız vahşice öldürüldü. Bu tür insan hakları ihlallerinin yapıldığı olaylar karşısında sessiz

Detaylı

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 37. Dönem Çalışma Raporu. BASIN ÇALIġMALARI

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 37. Dönem Çalışma Raporu. BASIN ÇALIġMALARI BASIN ÇALIġMALARI BASIN AÇIKLAMALARIMIZ 5 Mayıs 2010 Özelleştirme Karşıtı Platform İstanbul Bileşenleri nin Taksim BEDAŞ önünde gerçekleştiği basın açıklaması yoğun bir katılımla yapıldı. Şubemiz üye ve

Detaylı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı Çalışma hayatında barış egemen olmalı Ocak 19, 2012-3:31:16 olduğunu belirtti. olduğunu belirterek, ''Bu bakış açısı çerçevesinde diyalog merkezli çalışmalarımızı özellikle son 7 aydır yoğun bir şekilde

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 01.02.

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 01.02. Günlük Haber Bülteni 02.02.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 01.02.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 01.02.2015 İNTERNET HABERLERİ

Detaylı

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş gazileri ziyaret etti

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş gazileri ziyaret etti Diyanet İşleri Başkanı Erbaş gazileri ziyaret etti Erbaş, "Bizim bu mücadele ruhumuz böyle sürdüğü müddetçe hiçbir güç bu milleti mağlup edemeyecektir. Her zaman biz galip olacağız. Yeter ki bu inanç,

Detaylı

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktin soğuk geciktim kış geciktiniz kış mevsiminde uç, sınır, son, limit bulunuyor/bulunur

Detaylı

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Güzel Bir Bahar ve İstanbul Güzel Bir Bahar ve İstanbul Bundan iki yıl önce 2013 Mayıs ayında yolculuğum böyle başladı. Dostlarım, sınıf arkadaşlarım ve birkaç öğretmenim ile bildiğimiz İstanbul, bizim İstanbul a doğru yol aldık.

Detaylı

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA!

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA! 1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA! İşçilerin burjuvaziye ve egemen sınıfa karşı mücadelesi sürdükçe, bütün talepleri karşılanana dek 1 Mayıs, bu taleplerin her yıl dile getirildiği gün olacaktır.

Detaylı

T.C. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SENATO KARARI KARAR TARİHİ TOPLANTI SAYISI KARAR SAYISI /

T.C. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SENATO KARARI KARAR TARİHİ TOPLANTI SAYISI KARAR SAYISI / Üniversite Senatosu Rektör Prof. Dr. Sait BİLGİÇ başkanlığında saat 15:00 da toplandı. Yeterli çoğunluğun olduğu anlaşıldı. Gündem onaylanarak kabul edildi. Konuların görüşülmesine geçilerek aşağıda yazılı

Detaylı

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek Aralık 08, 2011-4:57:28 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Büyük Anadolu Otel'de düzenlenen Türk-İş 21. Olağan Genel Kurulu'nda konuştu. Çalışma

Detaylı

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47 Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığında, Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneğinin girişimleriyle Yunanistan'dan gelen Batı Trakyalı öğrencilerle

Detaylı

Bölüm 18. Demokrasi Mücadelesinde Odamız

Bölüm 18. Demokrasi Mücadelesinde Odamız Bölüm 18 Demokrasi Mücadelesinde Odamız 268 M M O 40. Dönem Çalışma Raporu M M O 40. Dönem Çalışma Raporu 269 TMMOB Makina Mühendisleri Odası bugüne dek olduğu gibi bu dönemde de kendi meslek alanları

Detaylı

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI 16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI Değerli Arkadaşlar, Türkiye zor günlerden geçiyor. Ajan filmlerini aratmayan olaylar gün geçmiyor ki gündeme

Detaylı

Gezi Parkı Araştırması. GEZİ PARKI ARAŞTIRMASI Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar?

Gezi Parkı Araştırması. GEZİ PARKI ARAŞTIRMASI Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar? GEZİ PARKI ARAŞTIRMASI Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar? ARAŞTIRMA Araştırmayı nasıl yaptık? 6 7 Haziran Perşembe ve Cuma günleri Her 2 saatlik zaman diliminde 400 kişiyle görüşerek Gezi Parkı alanına

Detaylı

Harcamaları kısıtladı

Harcamaları kısıtladı Beşiktaş Gazetesi Günlük web Gazetesi 08.09.2012 Harcamaları kısıtladı Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman bugüne değin yapmış olduğu harcamalarla geçmiş dönemle ıyaslandığında adeta taş çıkardı. Geçmiş

Detaylı

NEWSLETTER 24 TEMMUZ 2016 DARBE BİTTİ Mİ? SIRADA NE VAR?

NEWSLETTER 24 TEMMUZ 2016 DARBE BİTTİ Mİ? SIRADA NE VAR? NEWSLETTER 24 TEMMUZ 2016 DARBE BİTTİ Mİ? SIRADA NE VAR? Maalesef korktuğumuz başa geldi ve içimizden şehitler alan kahrolası bir darbe ülkenin üzerine karabasan gibi çöktü. Söylemiştik, uyarmıştık demenin

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com Tarih:11.04.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.haberler.com Tarih:11.04.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.haberler.com

Detaylı