ANKARA'DA MEMUR EYLEMLİLİĞİ VE OPORTÜNİZMİN TAVRI

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ANKARA'DA MEMUR EYLEMLİLİĞİ VE OPORTÜNİZMİN TAVRI"

Transkript

1

2 BÜROLARIMIZ: Adana Bürosu: Cemal Gürsel Cad. A.Hikmet İşham No:4/5 Ankara Bürosu: Marmara Sk. Kirmir Ap. No:12/17 Sıhhiye Bursa Bürosu: Hacılar Konakardı Sk. Ashm İşham No:9/408 Kat:4 Denizli Bürosu: Saraylar Mah Subaşıoğlu İşham No:10/37 Elazığ Bürosu: 1. Harput Cad. Korkmaz İşham Kat:2 P: 24 Eskişehir Bürosu: Esnaf Sarayı Kat: l B-59 İzmir Bürosu: 436 Sk. No:18 Konak Kars Bürosu: Kazım Karabekir İşham Kat:2 No:233 Kocaeli Bürosu: İstiklal Cad. Hafız Şerif Sk. Demirsoy İşham Kat:5 Kocaeli Gebze Bürosu: Hacı Halil Mah Yasemin Sk. Yunus Emre İşham Kat:3 No:3 Malatya Bürosu: Pak Kazanç İşham Ka':4 No: Samsun Bürosu: 19 Mayıs Mah. Talimhane Sok. Bozluolcak İşham No: 5/6 Amsterdam Bürosu: Overtoom 274 Amsterdam Hollanda Basel Bürosu: Deniz Kitabevi ve Film Kaseti Feldbergstr Basel İsviçre Franfurt Bürosu: Ttecter U.Folklore e.v. Mainzerland Str Frankfurt a.m. 1 Almanya Londra Bürosu: Nesimi Erbay 79 Dunsmure Rd. London N.16 İngiltere Paris Bürosu: Libraire Özgül Kitabevi 19 rue de 1'Echiqier Paris Fransa ABONE KOŞULLARI: Yurtiçi Abone: 6 Aylık TL, 1 Yıllık TL. Yurtdışı Abone: 6 Aylık 40 DM, 1 Yıllık 80 DM. Hesap No: Gülten ŞEŞEN Türkiye İş Bankası Aksaray Şubesi Hesap No: Sahibi: Haziran Yayıncılık ve Tic. Ltd.-Şti Adına Güllen ŞEŞEN Yz.İş.Md.: Erdoğan Yaşar Kopan Baskı: Serler Matbaacılık Yönetim ve Yazışma Adresi: Binbirdirek Mah. Terzihane Sok. Kaleağası İşhanı No:ll Kat:l Tel: SULTANAHMET/İST. 2 MÜCADELE ANKARA'DA MEMUR EYLEMLİLİĞİ VE OPORTÜNİZMİN TAVRI 20 Haziran 1990 tarihinde, memulların "Sadaka Değil İnsanca Yaşam İstiyoruz" sloganıyla başlayan örgütlü eylemi "Emeğimizin Karşılığını Almak İçin Örgütlenelim" şiarıyla grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak mücadelesinde odaklaştı. Ankara'da bugüne kadar örgütsüz ve kendiliğinden gelişen, dolayısıyla cılız kalan memur eylemliliklerini örgütlü bir potaya akıtıp sesini yükseltmek amacıyla İstanbul'dan gelen BEM-DER temsilcileri, Ankara'da belediyelerde örgütlü olduğunu iddia eden fakat şimdiye kadar örgütlü olduğunu gösteren hiçbir eylemliliklerine rastlanmayan Belediye Çalışanları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (BELDAY-DER) yöneticileriyle görüşerek ilkeli güç ve eylem birliği önerisi yapmış, süreci birlikte aşmanın gerekliliği üzerinde durmuştur. Bu konuda sunulan somut program ana hatlarıyla şunları kapsıyordu: -BEM-DER ve BELDAY-DER'in ortak imzalı bir bildiriyle ajitasyon ve propaganda çalışmalarını yürütmesi -Pasif direniş çağrısında bulunarak, bunun hayata geçirilmesi -Ankara'da vizite eylemlerinin gerçekleştirilmesi ve bunlardan alınan ürünle daha ileri eylemlilik düzeyini hayata geçirerek İstanbul'daki sürecin yakalanması BELDAY-DER'in tüm bu önerilere verdiği cevap ise ilginçti: "Önerinizi şartlı kabul ediyoruz. Şartımız şudur: Biz vizite eylemini burada yaparken, siz de İstanbul'a gidin ve orada aynı eylemi yapın." Dünyanın hiçbir yerinde güç ve eylem birliği bu kadar basite indirgenemezdi... İstanbul'da memur eylemlilikleri vizite eyleminin çok üstüne sıçrarken, bu arkadaşlar, İstanbul'a, eylemlerinizi geriletin çağrısında bulunuyorardı!.. Oysa önerilen programda Ankara' daki eylemleri daha ileri ve örgütlü bir noktaya sıçratmanın gerekliiğiyle ilkeli güç ve eylem birliği çağrısı yapılıyordu. Daha önerilerden biri olan vizite eylemi BELDAY-DER tarafından kabul edilmezken, eylemlilik konusundaki kararlı tavır, bildiri dağıtımı ve basın toplantılarından sonra ortaya çıkınca, BELDAY-DER alelacele vizite eylemi kararı çıkarmıştır. Bu eylem kararı ne şekilde çıkarsa çıksın, Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanlarının da desteklediği ve içinde yer aldıkları bir eylemdi. Eylem sonrasında gözaltına alınanlara da aynı destek ve dayanışma Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanları, TAYAD Ankara Şubesi, DEMKAD ve Devrimci Mücadelede Avukatlar ta rafından gösterilmiştir. Bunun üzerine, Ankara'da Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanları ve BEM-DER'liler olarak ajitasyon ve propaganda çalışmaları hayata geçirilmeye başlanıyordu. Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanlığ Yemekhanesine girilerek basın açıklaması ve bildiri dağıtımı gerçekleşen etkinlikler arasındaydı. Gerçekleştirilen her eylemin örgütlü bir kitlesel katılım sağlaması sonucunda BEL-DAY DER yönetimi 'tepkisini" "Bizi çiğnediniz, yaptığınız doğru değildir." diye dile getirdi!.. Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanları ve BEM-DER'lilerin geliştirdiği eylemlilik sürecinden rahatsız olmuşlardı. İlkeli güç ve eylem birliği önerimiz daha önce reddettiklerini bile unutmuşlardı. Tüm bu gelişmeler yaşam ken, onlar red cevaplarını 20 Temmuz'daki üye toplantılarında yeniden ve birlikte tartışmak istediklerini soylu yorlardı... İlkeli güç ve eylem birliklerinden yana olma ve bunu sonuna kada zorlama anlayışıyla toplantıya katılın di. Ancak BELDAY"-DER'lilerin düzenlediği toplantıda hazımsızlık, benmerkezcilik ve tekkecilik anlayışı hakimdi. "Bize abilik yapmaya mı geldiniz? Siz eylem uzmanı mısınız? Yoksa federasyon kurup başına mı geçeceksiniz? Sizin hangi fraksiyona bağlı olduğunuzu biliyoruz." gibi düzeysiz, seviyesiz bir üslup ve mantıkla karşılaşıldı. Buna karşın, toplantıya katılış amacı, ilkeli güç ve eylem birliklerinden ne anlaşıldığı, önerilere karşı çıkılmış dahi olsa tartışmanın böylesi bir düzeysizlikle sürdürülmemesi tekrar tekrar vurgulandı. Bir kısım memurların da bu tavra destek vermesi tartışmanın sevindirici bir yanıydı. Tartışmadan hiçbir sonuç çıkmayacağı anlaşılınca, her şeye rağmen güç ve eylem birliğinde ısrar edildiği ve bu seviyesiz tartışmanın içinde daha fazla yer alınamayacağı belirtilerek toplantıdan ayrıtındı. Onlar laf üretmeye ve gelişen süreçten kaçmanın teorilerini yapmaya çalışıyorlar. BEM-DER'li Memurlar imzalı bildiriler Ankara Anakent Belediye Başkanlığı binaianndaki memurlara ve memurların yoğun olarak yaşadığı semtlerde dağıtılırken, KAM-SEN'e çağrı başlıklı bildiriler ise Adliye binasında, Hacettepe Beytepe Kampusu'nde dağıtılmış, yemekhanelerde konuşmalar yapılmıştı. Ayrıca 31 Temmuz günü, yine Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nde Grup Ekin'in de katıldığı KAM-SEN'i destek amaçlı bir şenlik düzenleniyordu. *

3 MÜCADELEDE BİZ DE VARIZ MÜCADELE KAMU EMEKÇİLERİ GREVLİ VE TOPLU SÖZLEŞMELİ SENDİKAL HAK İÇİN MÜCADELEYE ATILDILAR 'Sadaka Değil Hakkımızı İstiyoruz" diyerek işe başlayan memurlar artık "Sendika Hakkımız Söke Söke Alırız", "İşçi Memur El Ele Genel Greve" sloganlarını atıyorlar. "Haklıyız Kazanacağız" diyebiliyorlar. Hak arayışı eylemleri toplumun çeşitli kesimlerine yayıldıkça, oligarşinin krizi derinleşiyor. Çözümsüzlük artıyor. Memurlar da on yıldır süren suskunuklarını yırttılar, hak arama mücadelesinde "biz de varız" dediler. Bürokrasi çarkarının paslandırdığı, 12 Eylül'ün sindirerek iyice kabuğuna soktuğu ve robotlaşırdığı memurlar 657 zincirini kırıp soka-ja çıktılar. Memurlar neydiler ve bu nok-aya nereden gelmişlerdi? Devlet mekanizmasının çarklarını memurlar çevirirler. Üst kademede devletin emsilcisi olanlar dışında, memurlar küçük burjuvadır. Bürokratik işleyişin oluşturduğu rüşvet liyerarşisinde daha iyi bir yere gelmek, daha fazla pay almak ve sınıf atlama özemleri onları burjuva gibi düşünmeye zorlar. Ama işin gerçeği, ekonomik krizin derinleşmesi ve enflasyon karşısında süekli gerileyen maaşlarıyla giderek yoksullaşır ve işçi sınıfına yakınlaşırlar. On yıldır yaşanan bu süreç, devletin güçlülüğü, örgütsüzleştirilmiş memurun güçsüzlüğü, boyun eğmesi, devletin çürüme ve kokuşmasına ortak olma süreci olarak biçimlendi. Rüşvet özel teşvik görse de, iş bitiriciik, köşe dönmecilik özendirilse de, bu süreç memurların burjuvalaşma özlemlerinin tükendiği, yoksullaşmalarının önüne geçemediği bir süreç olarak gelişti. Memur çoğunluğu rüşvet hiyerarşisinin en altında, geçinmek bir yana, önceki konumunu bile koruyamaz hale geldi. Rüşvet ve yoksullaşma, onursuzlaşma ve aşağıya yuvarlanma at başı gitti. Memurlar açısından süreci değiştiren, örgütsüzlüğü örgütlülüğe, suskunluğu mücadeleye, yoksullaşmayı hak aramaya ve sendika bilincine, apolitikleşmeyi poliikleşmeye, onursuzlaşmayı onurluluğa dönüştüren, nesnel zemini, yoksullaşmanın yarattığı tepkiyi yakalayan örgütlü mücadele ve buna yön veren devrimci politika oldu. Artık hak arama eylemlerinin, sınıf mücadelesinin gündeminde memurlar da var. 'Memurlar İsyanda", "Memurlar Yürüdü" başlıkları 1 aydır gazete manşetlerinden düşmedi. Bu, memurların yeni bir kimlik kazanma mücadelesinin ilk adımıdır. Artık memurlar alanlarda "Bir rüşvetçi değil, onurlu memurlar olmak istiyoruz." diyorlar. Devlet ve ANAP iktidarı şaşkın. Memurun yürüyebileceğini, "hakkını arayabileceğini" havsalası almıyor. Klasik, bilinen memurlar böyle şeyler yapmazlar, yapamazlar. "Memur yürürse bu ülkede ihtilal olur." diyorlar. Akbulut'un kafası hiç almıyor. O mevzuatı ezberlemiş, mevzuata göre "Memur yürümez. Yürüyenler işçilerdir." diyor. Ekonomik çıkışlı ve Temmuz zamlarına yönelik gelişen memur eylemliliği giderek ücret zammı istemini aştı. Greviitoplu sözleşmeli sendika talebine oturdu, demokratik bir içerik kazanmasıyla giderek siyasileşmeye başladı. Eylemlilik memuru eğitti. Artık memurlar "Zam yüzde yüz olsa da bir şey değişmeyecek, enflasyon zamları alıp götürüyor, biz sendika istiyoruz, sendikayı alana kadar mücadeleyi sürdüreceğiz." diyorlar. "Sadaka Değil, Hakkımızı İstiyoruz" diyerek işe başlayan memurlar artık "Sendika Hakkımız Söke Söke Alırız", "İşçi Memur El Ele Genel Greve" sloganlarını atıyorlar. "Haklıyız Kazanacağız" diyebiliyorlar. Basın toplantıları, protesto telgrafları, yemek boykotlarıyla başlayanlar yürüyüşe geçtiler. Polis barikatlarını kol kola aştılar. İş yavaşlattılar, iş durdurdular. İşgal eylemlerinden söz eder hale geldiler. Attıkları adımlarla düzenin yaşadık sınırlarını zorladılar, aştılar. Memurlar ülke tarihinde ilk kez Temmuz eylemlilikleriyle seslerini bu ölçüde yükselttiler. Temmuz direnişleri memur eylemlilikleri için bir dönüm noktasıdır. Temmuz memur eylemliliğinin çıkışının nesnel zeminini, memurların 12 Eylül sürecinde kaybettiklerini fazlasıyla geri alma isteği oluşturuyor. Rayına oturtulmasında 12 Eylül'ün gerekli olduğu IMF programını ifade eden 24 Ocak kararları sendikal hakkı olmayan memurları iyice okkanın altına itmişti. 24 Ocak kararlarının uygulamaya konulmasıyla, sosyal devlet görünümü iyice ortadan kalkan ve ticarileşen devlet, sendikası olmayan ve 12 Eylül'ün iyice sindirdiği memura en az ücret verme politikası benimsemişti. Süreçte en çok ezilen, en çok sömürülen emekçi kesim içinde memurlar öne fırlamıştı. Hiç olmazsa 12 Eylül'den, 24 Ocak kararlarından önce, sendikasız da olsa, memur maaşı sendikalı işçinin ücretinden aşağı düşmüyor, belli bir denge korunuyordu. Bununla birlikte, belediyelerde, son Belediye-İş'in mücadeleyle kazanması ve ücretlerde işçilerle memurlar arasında üç katlık bir "farkın oluşması, memurlardaki patlamanın altyapısı oldu. Memur direnişlerinin öncelikle belediyelerde başlaması bir yanıyla bununla ilgilidir. Burjuva basınının bilinçli bir şekilde çarpıtmasına, "masum memur eylemleri" olarak göstermek için, "eylemde siyaset yok" dedirtmek için özel bir çaba göstermesine rağmen, memur eylemliliğinin, işçilerin geçen yılki Nisan direnişlerinden temelden bir farkı vardı. İşçi eylemlerine esas olarak kendiliğindencilik damgasını basıyordu. Burjuva muhalefet, özellikle DYP, 28 Mart mahalli seçimlerinden sonra bu eylemliliği % 21' lik ANAP hükümetini düşürmek için kalkış noktası yapmıştı. Bu direnişlere yön veren devrimci politika, devrimci bir örgütlülük olmadığı için, kısa sürede saman alevi gibi söndü. Bu direnişler kalıcı örgütlülüklere dönüştürülemedi. İşçileri siyasileştirmede önemli başarılar elde edilemedi.. Ama Temmuz memur eylemliliğinin ardında devrimci bir politika, devrimci bir anlayış var. Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanları var. Devrimci güçlerin momenti yakalayarak sürece iradi müdahalesi var. Memur eylemliliğini bugünkü ileri noktaya getiren, nesnelliğin yanında bu anlayış ve politikadır. Eylemliliğin ağırlıkla belediyelerde ve hastanelerde yürütülmesi Bem-Der'li Kamu Çalışanlarının, THD'li Sağlık Emekçilerinin doğrudan önderliğiyle ilgilidir. Diğer kamu birimlerinde tepkinin genel ve örgütlü olmaktan öte, kendiliğinden ve sınırlı olması, bu birimlerdeki örgütlülüklerin sağ reformist bir politika izlemelerinden kaynaklanıyor. Kitle içinde olmayanların, kitlenin nabzını tutamayanların, kitleyi harekete geçirecek ve gelişen eylemliliği ekonomizmin dar sınırlarından çıkartacak politikalar saptayıp uygulamaları mümkün değildir. Politik insiyatif ve cesarete, örgütlülüğe sahip olmayanların kendi durumlarını kurtarmak için her zaman tutunmaya çalıştıkları dal kendiliğindenciliğe tapınmak olmuştur. Bu süreçte, oportünist solun tavrı kendiliğindenciliği, kitle kuyrukçuluğunu aşamadı, mücadeleyi frenlemekten öte gitmedi. Yine olayların peşinden sürüklendi. Yer yer eylem kırıcı tavırlar sergiledi. Açıkçası, nesnelliğe teslim olanlar, memur eylemliliğinin gerisinden de öte, uzağında kalanlar, bu durumlarını teorileştirerek, memur eylemliliğine kendiliğindencilik damgasını yapıştırdılar. İster oportünizmden etkilenen İstanbul Kamu Çalışanları Platformu olsun, isterse reformizmden etkilenen Sendika Yürütme Komisyonu olsun, memur eylemliliğinin gerisinde kalmalarının telaşıyla, memur eylemliliğindeki politik önderlik ve insiyatifi ağızlarına almamak için her yolu denediler. Bunların alelacele, yangından mal kaçırırcasına rekabetçi ve sonuçta eylem kırıcı tavra denk düşen Sultanahmet gösterisi, toplanan 500 civarında memur kitlesini hayal kırıklığına uğrattı. Tam bir iradesizlik ve boşluk içinde ne yapacağını bilmeyen kitleyi polisin dağıtması ve memurları gözaltına alması genelde yaratılan eylemlilik için olumsuzluktu. Devlet bunu, memur eylemliliğini pasifize etmek için kullandı. Katılanların deyimiyle tam bir fiyaskoyla sonuçlanan Sultanahmet gösterisinin yanında, aynı gün Bem-Der'li Kamu Emekçilerinin, THD'li Hemşirelerin, Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanlarının yön verdiği ve her kesimden memurların, öğretmenlerin, maliyecilerin, PTT çalışanlarının vd. katıldığı, Anakent Belediyesi önünden başlayıp İSKİ'ye kadar süren gösteri ve yürüyüşe 7-8 bin civarında memur katıldı. Memur eylemliliğinin en disiplinli, kararlı ve militancası olan bu eylem, üç kez kurulan polis barikatlarının, tüm saldırı tehditlerine rağmen, polisle göğüs göğüse gelinerek asılmasıyla gerçekleşti. 12 Eylül sonrasının en geniş katılımlı protesto gösterisi olan bu eylem, memurların devrimci bir politika ve anlayışla neler başarabileceğinin somut bir örneğiydi. Bu eylemden aldığı coşku ve moralle, 3

4 MÜCADELE MÜCADELEDE BİZ DE VARIZ memurlar, tarihinde yine ilk kez, işçilerle birlikte iş bırakma eylemlerini başarıyla gerçekleştirdiler. Burada bir parantez açıp, oportünist ve reformist grupların mevzilendiği, sendikaya dönük örgütlenmelerden söz etmek istiyoruz. Bunlardan İstanbul Kamu Çalışanları Platformu ilkesiz ve sendika konusunda net ve açık politikası olmayan, sadece sendikanın adı üzerinde birleşen dernek ve odaların matematiksel toplamından başka bir şey ifade etmiyor. Birlik adı bu platformda dağınıklığın, kafa karışıklığının, politikasızlığın, pratik mücadeleden kopukluğun adıdır. Oportünizmin her türünü ve reformizmi içinde barındıran bu platformda sendika konusunda çok çeşit-li görüşler çatışıyordu. Bu yapıda yer alan reformistlerin, özellikle belediyelerde oluşturduğu Sendikal Haklar Yürütme Komisyonu, sendikayı düzen partilerinden bekleyen, tabela sendikacılığının, gazete ilanlarıyla sendika kurmanın temsilcisiydi. Adı sendika olan bir şey olsun da ne olursa olsun mantığıyla hareket edenlerin mantığı sarı Türk-İş'di. Aynı yapıda yer alan çeşitli oportünist gruplar ise "Grevli-toplu sözleşmeli sendika olmadan olmaz." diyorlardı ama bunun nasıl olacağı ve kazanılacağı konusunda, mücadele konusunda bir şey söylemiyorlardı. Plat- form işte böyle bir 'büyük' birliğin adıydı. Sultanahmet gösterisi bu platformun pratikte ne yapıp yapamayacağını göstermesi bakımından önemlidir. Bu gösteri sonrası oportünizm ve reformizm başarısızlığı birbirlerinin üzerine yıkmaya çalıştı. Sultanahmet gösterisi ve memur eylemliliğinin gerisinde kalma, bu platformu çatlama noktasına getirdi. Memur eylemliliği bu platformun bir işe yaramadığını, içinde yer alanlara da göstermiş oldu. Demokrat! ve Özgürlük Dünyası gibi dergiler bu platforma, 'malı kaçırmanın" telaşıyla, tüm objektifliği bir yana bırakıp, olmadık misyonlar yüklüyorlar. Sonuçta, bu eylemliliklere katılan kendi taraftarlarına bile bu kadar da olmaz ki dedirtiyorlar. Demokrat! ve Özgürlük Dünyası gibi dergiler memur eylemliliğinde yer alan hiçbir memura bu yazdıklarını inandıramazlar. Demokrat! ve Özgürlük Dünyası'na sormak gerekiyor: Bir yıla yakındır faaliyet sürdüren, şu öncülük misyonu yüklemeye çalıştığınız Kamu Çalışanları Platformu ve Sendikal Haklar Yürütme Komisyonu sendika konusunda pratik olarak hangi adımı attı? Son memur eylemliliği süresince, 25 Haziran telgraf çekme protestosu ve eline yüzüne bulaştırdığı Sultanahmet gösterisinden başka nerede, ne yaptı? Bırakın kendi dünyanızda yaşamayı, yüzünüzü biraz gerçeklere çevirin. Orada "sekter", "dar grupçu" diye göstermeye çalıştığınız BEM-DER'li Kamu Emekçilerinin, THD'li Hemşirelerin, Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanlarının neler başardığını ve öncülüğünü göreceksiniz. Burjuva basını kadar olsun objektif olabilseydiniz bunları görebilirdiniz. BEM-DER ve THD'nin ayrılması, bu platformun sadece ilkesizliği, politikasızlığı ve mevtana dergahı olmasıyla ilgili değildir. Bunun yanında, belediye işkolunun örgütlü gücü BEM-DER varken, örgütlenme olarak memurun kafasında somut bir şey ifade etmeyen, olsa olsa bir derneğin yan komisyonu olacak Sendikal Haklar Yürütme Komisyonu'nun bu platformda BEM-DER'e rağmen ısrarla tutunmaya çalışması, haklı olarak BEM- DER ie THD'nin ayrılmasını getirmiştir. Dün devrimci politika ve sendika konusunda açık ve net politika sahibi THD ve BEM- DER'in karşısında birbirlerine söylediklerini unutup bütünleşenler, bugün aynı politikayı benimseyen KAM-SEN'e de birlikte tavır alıyorlar. Birbirlerine karşı-devrimci diyecek kadar ileri gidenleri bugün birleştiren, KAM-SEN'in gelişimini önlemeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Oportünizm ve revizyonizm DEVRİMCİ MÜCADELEDE KAMU ÇALIŞANLARININ devrimci politikasını ve örgütlülüğünü yadsımaya çalışıyor. 4 Geçen yılki işçi direnişlerinden dili yanan burjuva muhalefet, kendi kontrolleri dışında devrimci bir politikaya ve örgütlü- Jüğe tabi olarak gelişen memur eylemliliklerine uzak duruyorlar. Verdikleri bir iki kuru demeçten ileri gitmiyor. Aslında ANAP'ın yerinde onlar da olsa farklı bir tavır almayacaklardı. IMF politikasına boyun eğenlerin, emperyalizme bağımlılık karşısında diyecekleri olmayanların farklı bir tutum alması beklenemez. Ne SHP, ne DYP iktidarı memurlara sendika hakkı vermeyecektir, veremez. Bağlı oldukları ve programlarına yön veren sınıflar ve izlemek zorunda oldukları ekonomi politikası grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkını vermelerine ters düşüyor. IMF'nin istemediği bir şeyi, IMFnin programına bağlılık yemini ederek iktidara aday olduğunu açıklayanların istemesi aldatmacadan, oy avcılığından başka bir şey değildir. Ecevitli CHP daha radikal söylem içindeydi, ne değişti? Bırakalım memurlara sendikal hak vermeyi, işçilerin bile sendikal haklarını kullanmalarını ve mücadelelerini engellemek için toplumsal anlaşmayı dayattı. Bugün memura grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak verecek düzen partisi yoktur. Memurun sendika hakkını kazanması kendi ellerindedir ve vereceği uzun soluklu örgütlü bir mücadeleye bağlıdır. Me- murlar eylemlilik içinde giderek benimsedikleri ve devletin sözcülerinin eylemlilik sürecinde yalan ve demagojilerle bölmeye, karşı karşıya getirmeye ve işçi düşmanlığı yaratmaya çalışmalarına rağmen sıkı sıkı sarıldıkları "İşçi Memur El Ele Genel Greve" sloganını hayata geçirerek bir dayanışma örneği gösterdiler. Bu eylemliliğin, iş bırakmalarda, işçilerle memurlar arasında yaratılmaya çalışılan suni ayrımları büyük ölçüde ortadan kaldırdığını söylemek gerekiyor. Eylemlilik ve haklı talepler işçi ve memur birliğinin, dayanışmasının mayası oldu. İşçi-memur dayanışması lafla, masa başında değil, mücadele içinde sağlandı. Buradan çıkan en önemli ders, bu birliği daha da pekiştirmek için bundan sonra işçilerin gelişen her haklı direnişine memurların çeşitli biçimlerde destek vermesi olacaktır. Belirtmek gerekir ki, memurlar ilk kez ülke çapında bir genel grevi örgütleme çalışmalarına eylemlilikleriyle katkıda bulunmuş oldular. Memurlar bir statüyü daha yıktılar. Yaz, sıcak, tatil süreci, siyasi tansiyon, eylemlilikler düşer, sınıf mücadelesi yükselmez anlayışını değiştirdiler. Temmuz sıcağında memurlar, binlerle yürüyerek, iş yavaşlatıp bırakarak, siyasi tansiyonun yaz aylarında, tatil sürecinde de yükselebileceğini gösterdiler. Burada, sorunun odak noktasının politik öngörü, kitlelerin nabzını elde tutma,' politik cesaret ve atılganlık olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Tarihsel bir moment, memuru harekete geçirmede, tepkileri açığa çıkarmada ve kitleseileşmede devrimci örgütlülük, Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanlap tarafından iyi değerlendirilmiştir. Halkın umudu olmak ellerimizdedir. Umut devrimcilerdedir. Bunlar memur eylemliliğinden sonra somut hale geldi ve çok şey ifade ediyor. Devrimci örgütlülük ve politika, devrimciler memurlar için de umut olma sürecini yakaladılar. 'Memur bir şey yapamaz" imajının toplum içinde kırılmış olmasının siyasal sonuçları önümüzdeki aylarda daha somut görülecektir. 'Memur yürürse bu ülkede ihtilal olur.' sözü aslında çok özlü mesajlar sunuyor. Kabuk bir kez çatladı. Artık memuru eski kabuğuna sokmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Çünkü memurlar kendi özdeneyimleriyle örgütlü mücadelenin kendilerini nasıl değiştirdiğini, yeni bir kalıba dökmeye başladığını yaşadılar, yaşıyorlar. Memurlar içerisinde örgüt ve politika fobisi büyük oranda kırıldı. 12 Eylül'ün ölü toprağı kaldırılmaya başladı. Bu çok önemli bir sonuç. Memurlar bunu devrimci politika ve örgütlülük altında adım adım yükselttikleri eylemliliklere, eylem kararlarında kendilerinin de payı olmasına borçlular. Bundan sonra önümüzde, devrimci politikamızla müdahaleyle açığa çıkardığımız memur kitleselliğini örgütleme, siyasileştirme görevi duruyor. Ve önümüzdeki süreçte bunu gerçekleştiremez, yerli yerine oturtamaz, kalıcı, ileriye dönük örgütlülükler yaralamazsak yaratılmış bu potansiyel eriyip gidecektir. Ekonomizmin kısırdöngüsü içerisine sıkışıp kalacaktır. Memurların sınıf yapılarının küçük burjuva olduğu hesaba katıldığında, bunun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bugünden başlayarak, memurların örgütlülüğünün kitleselliğini kucaklayacak biçimde, yaymak ve güçlendirmek, Ocak ayı ücret zamlarına, daha iradi ve yaygın eylemlere hazırlamak önemli bir görev olarak önümüzde duruyor. Gelinen noktada, yapılacak ilk iş, kitlelerde yaratılan sendika bilincini örgütlü bir potaya akıtmaktır. Bunun için tüm memur kesimini birleştirecek bir kamu sendikası, Kam- Sen bu işin örgütlülüğü ve gelecekte mücadeleyle kazanılacak olan grevli-toplu sözleşmeli sendikanın ilk adımı olacaktır. Şimdiye kadar yüzlerce insanın örgütlendirilmesi, bilinçlendirilmesi, siyasileştirilmesi görevi vardı. Şimdi binlerce, on binlerce memur için bunu yapmak zorundayız. Reformizmin baltalamalarına, kitleyi bölme çabalarına, karalamalarına, spekülasyonlarına karşı da dikkatli olmak ve kitleyi uyanık tutmak gerekiyor. Reformizm bu süreçte de, siyasi misyonu gereği, memur kitlesini mücadeleden uzaklaştırma ve sendika adına düzen partilerinden yana çekme politikasını daha da artırarak sürdürecektir."zaten Kam-Sen'in kuruluş duyurusunun yapılmasından sonra gazeteye ilan verip sendika kurma girişimlerini başlatan reformizm, bölücü, engelleyici ve kafa karıştırıcı tavrını sergilemekte gecikmemiştir. Soldan önümüze çıkarılan bu engeli de kendimize, politikamıza, anlayışımıza güvenerek aşmasını bilmeliyiz. Kitleler bize masa başlarında değil, eylemlilikte, mücadelenin içinde güven duydu. Kitleler bizi politikamızdan, mücadeleciliğimizden, kararlılığımızdan, atılganlığımızdan ve en ön saflarda olmamızdan tanıyor. Bu avantajı en iyi şekilde kullanmalıyız. Eylemliliği, örgütlülüğü ve devrimci politikayı belediye ve hastaneler dışında tüm kamu çalışanlarına yaymanın koşullarını hızla yaratmalıyız. Yeni bir eylemlilik sürecinde bunlar dışarıda kalmamalı ve buralarda kendiliğindenciliğe düşülmemelidir. Kam-Sen en başta bu işlevi yüklenecektir. Bir eylemlilik sürecinin ve kitleselleşmenin doruk noktasının, sendika kazanma bilincinin en canlı olduğu bir aşamasının ürünü olan Kam-Sen, öncelikle tüm kamu çalışanlarını çatısı altında birleştirecek bir perspektifle hareket etmelidir. Kam-sen'de örgütlenmek, örgütlenlidir. Kam-Sen'de grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak mücadelesini belli bir program çerçevesinde yükseltmek önümüzdeki sürecin bizlere yüklediği görevler arasındadır. Eğer memur eylemliliği işyeri işgallerine vb. eylemlere dönüştürülüp zenginleştirilememişse, daha yüksetilememiş ve militanlaştırılamamışsa, iradi olarak bir eylem programı ortaya konularak başladığı gibi iradi olarak başarıyla bitirilmişse, bu doğrudan, örgütlülüğümüzün niteliğini gösterir. Bunu Kam-Sen'le önümüzdeki süreçte aşmak zorundayız. Bu eylemlilik bize daha iyi ve çok örgütlenmemiz dersini sundu. İş büyüdü, yayıldı. Şimdi kamu emekçileri Kam-Sen'den geçmişe göre daha çok şey isteyecekler ve haklı olarak bekleyeceklerdir. Onların umut ve güvenlerini boşa çıkarmaya hakkımız yok. Kam-Sen ileriye dönük yeni bir mücadele "sürecinin, daha geniş, olaya ülke penceresinden bakan, Türkiye çapında memur kitlesini harekete geçirmeyi hedefleyen örgütlü sıçrama tahtası olacaktır, olmalıdır. Bunu gerçekleştirdiğimiz oranda, gelecekteki eylemliliğimizin çapı ve niteliği daha da büyüyecek, yaratacağı siyasal sonuçlar mücadeleye daha geniş yollar açacaktır. Kam-Sen'i gerçek bir kitle ve mücadele örgütüne dönüştürmek bizim ellerimizdedir. Özgücümüze güvenmeliyiz. Kam-Sen'de kamu çalışanlarının örgütlendirilmesi ve siyasileştirilmesi birlikte yürüyecektir. Unutmayalım, Kam-Sen devrimci kitle ve sınıf sendikacılığının, Devrimci Sol Güçlerin yaşamın her alanında yükselttiği mücadele çizgisinin kamu emekçilerinin eylemliliğindeki bugünden atılmış adımlarıdır.*

5 MÜCADELEDE BİZ DE VARIZ MÜCADELE KAM-SEN ONURUMUZDUR MEMUR KİTLESİNDE HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ BİLİNCİ HAKİMDİ MÜCADELE: 1990 Temmuz'unun gündemini ağırlıkla, kamu emekçilerinin (Bu deyimi "Artık memur değil, kamu emekçisiyiz." sözünüze atfen kullanıyoruz.) grevli, toplu sözleşmeli sendikal hak mücadelesi doldurdu. Önümüzde gazete kupürleri, fotoğraflar, verilen demeçler var. Genellikle BEM-DER'lilerin açıklamaları ve eylemlilikleri var. Türkiye'de kamu emekçileri ilk kez böylesine kitlesel biçimde, Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanlarının iradi müdahalesiyle sokağa döküldüler, sloganları ve pankartlarıyla polis barikatlarını aşa aşa yürüdüler. Neydi binlerce insanı sokağa döken, klasikleşmiş "memur" tipinin yerine hakkını arayan, mücadele eden kamu emekçilerini geçiren, onları motive eden güç? A.ORAL: Ülkemizin tüm halk kesimle-, yeni-sömürge ülkenin tek tip insanları konumuna getirilmek için yoğun baskıya tabi tutuldu. Memur kitlesi de, müttefiki olan işçi sınıfı gibi, öğrenci kardeşleri gibi, küçük esnaf gibi, köylülük gibi, bu baskılardan ve depolitizasyondan nasibini aldı. Gerek ekonomik çöküntü, gerek ahlaki çöküntü, gerekse demokratik hak ve özgürlüklerdeki gerileme, yurtseverdemokrat insanlarda mücadele ruhunun da gelişmesine neden oluyordu. Memur kitlesinin küçük burjuva aydını olmaktan kaynaklanan niteliği, olayın farkına varışını hızlandırıyordu. Her yılın Ocak ve Temmuz aylarında, acaba ne ihsan edecekler, yüzde kaç sadaka verecekler diye beklemenin çare olmadığı, bu ülkede kimsenin kimseye bir şey bağışlamayacağı düşüncesi, memurun mücadele ruhunun gelişmesine yol açıyordu. İşte bu noktada, belediye memurlarının biricik onurlu örgütü BEM-- DER "Sadaka Değil Zam İstiyoruz", "Sendika Hakkımız Söke Söke Alırız" şiarlarıyla ortaya çıktı ve başta THD'Iİ Hemşireler olmak üzere,, mücadeleyi, demokrat diğer memur kesimleriyle de eylem birliği yaparak, memur hareketini basın toplantıları, yemek boykotları, toplu telgraf eylemleri, iş yavaşlatmalar, yürüyüşler ve mitinglerle kitieseliiğe dönüştürdü. Memur kitlesinde HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ bilincinin doruğa ulaşmasını sağladı. Hak alma mücadelesinde biz de yerimizi aldık düşüncesinin verdiği onur ve kitlelere yapılan doğru önderlik, mücadelenin hızla yükselmesini ve ülkede gündemi memurların belirlemesini sağladı. Özetle söylersek, mücadeleyi motive eden güç doğru önderlikti. MÜCADELE: Eylemlerin kitlesel gövdesini oluşturan ağırlıkla belediye çalışanları ve sağlık emekçileriydi. Burada BEM-DER'li Memurların ve THD'Iİ Hemşirelerin eylemlerin hepsinde olduğunu gördük. BEM-DER örgütlülüğünün böylesi kitlesel bir güce ulaşmasını, yaşanan süreç ve hayata geçirilen politikalar açısından değerlendirir misiniz? A.ORAL: Sanıyorum bu sorunun cevabını ilk sorunuzu yanıtlarken verdim. Doğru önderlik, icazetli davranmamak, tabela sendikacılığına tavırlı olmak, kendiliğindenciliği aşmak, revizyonizmi iyi teşhis ve teşhir etmek, beraberinde geri adım atmamayı ve mücadeleyi getirir. Mücadele birliği zaferi getirir. THD'Iİ Hemşireler, BEM-DER'li Memurlar bunu iyi teşhis ettiler. İşte bundan dolayıdır ki, öncü konumundalar. MÜCADELE: Eylemlerin yarattığı kitlesellik ve mücadelenizin bilince çıkardığı sendikal bilincin, tüm kamu emekçilerini kucaklayan KAM-SEN örgütlülüğüne taşındığını görüyoruz. Kitlesel eylemlilik sürecinin üzerinde somutlanan KAM-- SEN'in ortaya çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz? A.ORAL: 1987 yılından sonra kurulmaya çalışılan mesleki örgütlerde hep grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak mücadelesine erişilmesinin tartışmaları yapıldı durdu. Soruna hukuksal açıdan bakan reformist düşünce ve mücadele lafları eden meslek örgütleri lafazanlıktan ve icazet beklemekten başka bir şey geliştiremediler. Bizler ise, içinde bulunduğumuz mesleki platformlarda, sendikal hak mücadelesinin içi doldurulması gereken bir mücadele olduğunu hep savunduk, bunu bilince çıkardık ve pratiğimizle bunu kanıtladık. Son aylık mücadelemiz ise anlayışımızın, doğru çizgimizin pratik yoğunluğunu oluşturdu. Mücadele programımız sürecinde, kitleler perspektifi kendiliğinden yakaladı ve sendikal hak sloganı bilinçli bir çabanın sonucu yer etti. Yurdun dört bir yanından 657'li kamu emekçilerinin BEM-DER'i kutlama, cesaret alma, destek isteme mesajları merkezi bir örgütlenmeyi zorunlu kıldı. Bu örgütlülük dernek değil, sendika ol- malıydı. İşte KAM-SEN memurların merkezi örgütlülüğünün, sendikal hak kazanımının biçimlenişi oldu. KAM-SEN tüm 657'li kamu emekçileri için bir çatıdır. KAM-SEN yoğunlaşmış bir mücadelenin vazgeçilmez ve uğrunda ölünesi bir ürünüdür. KAM-SEN, uğrunda dövüştüğümüz, tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye'nin denek taşıdır. KAM-SEN onurumuzdur. Burjuvazinin koyduğu kurallara bağlı kalıp mücadelemizi kapana kıstırmadık. Kuralları aştık, egemen güçlerin ve onun ayrılmaz parçası ve yedek lastiği revizyonizmin ve oportünizmin oyununu bozduk. 657'lik kamu emekçilerinin sendika kurma, grev ve sözleşme hakkı yok. Öyleyse 657'yi parçalamalıydık ve zincirleri kırmalıydık. Öyle yaptık, yapmaya devam ediyoruz, öyle de yapacağız. MÜCADELE: KAM-SEN'in önümüzdeki süreçte, üzerine düşeni yerine getirmede yapması gerekenler nelerdir sizce? A.ORAL: Biz 657 kölesi kamu emekçilerinin hepimizin işvereni devlettir. Bu anlamda, güç birliği yaparak gelişen mücadeleyi diğer alanlara sıçratmalıyız. Çünkü tüm kamu emekçilerinin grevli-toplu sözleşmeli bir sendika hakkına ihtiyaçları vardır. Bu uzun erimli çetin bir mücadeledir. Sadece belediye çalışanı, sağlık çalışanının mücadeleyi yükseltmesi olayı olarak bakmamalıyız. Bizim bakış açımız, tüm kamu emekçilerini içerisine alan merkezi bir memur örgütlenmesi olmalı. Bu örgütlülük bugün KAM-SEN'le yaratılmıştır. Kamu emekçilerinin sendikalaşması işkolu olmalı mantığı ile bakarsak, yanlış bakarız. Bugün bunu tartışmamalıyız. Bu bizim işimiz değil çünkü alınmış bir sendika hakkımız yok, alma yolunda mücadelemiz var. 657'li kamu emekçilerinin sendikal mücadelesini nasıl yükseltmeliyiz, nasıl örgütlemeliyiz, mücadeleyi nasıl yığınsallaştırmalıyız? Biz bunları tartışmalıyız. Evet, tüm bunlar için birlikte olmak, birlikte mücadele etmek zorundayız. Bizim sendikal anlayışımız sınıf ve kitle sendikacılığıdır. MÜCADELEMİZLE KAZANACAĞIZ Şaban ÖZİL (Maliye Memuru) 12 Eylül'ün getirdiği baskı ortamı memurların hak arayışları karşısında da kırılmaya devam ediyor. 12 Eylül'de memurlar üzerinde özellikle yoğunlaşan baskılar, memuru oldukça edilgen ve yoz bir konuma sokmuştu. Memur kitlesinin bu edilgenliği kırması, hakkını arama ve özgürlüğünü kapanma uğrunda mücadele etmesi gerekiyordu. Son % 25 Temmuz zam(!)mı enflasyonun çok altında bulunan maaşlarımız için oldukça komik bir rakamdı. Bu eylemler içinde yer yer bulunan bir insan olarak, beni etkileyen, duygulandıran sahnelere tanık oldum. Arkadaşlarımıza uzun laflarla anlatamadığımız, kavratamadığımız şeyleri pratik bir anda kavrattı. Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanlarının önderliğinde yürütülen eylemlere katı- KAM-SEN, üyelerinin ekonomik-demokratik kazanımlar: için aktif mücadele temelidir. Ancak sırf ekonomik temelde verilecek mücadele, sonunda kazanımları elden çıkarır. O nedenle, gerçek sömürünün kaynağını gösteren nihai hedefi işaret eden politik eğitim ve mücadele de KAM-SEN'in görevidir. MÜCADELE: Demokrat! Dergisi'nde bir röportajınız(l) yayınlandı. Şu anda yaptığımız röportaj öncesi konuşmamızda, Demokrat!'in röportaj önerisini geri çevirdiğinizi ama bazı sorularına cevap verdiğinizi söylediniz. Buna karşın, sizden izin alınmadan, söyledikleriniz çarpıtılarak ve istenildiği gibi "sansürlenerek yayınlandı. Bırakalım sosyalist basının ahlaki sorumluluğunu, burjuva basın ilkelerine bile sığmayacak bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz? A.ORAL: KAM-SEN'in kuruluşunu açıkladığımız kitlesel basın toplantısı sırasında, Demokrat! Dergisi'nin bazı sorularını cevapladım ancak yayınlandığı sırada gördüm ki, revizyonizmi ve oportünizmi, sendika ağalığını mahkum ettiğim, Sultanahmet'de memur kolu kırdırmanın, alanları terk edip kaçmanın ve mücadeleyi bölmenin politikasını yapanları özeleştiriye davet ettiğim sözlerim röportajda yer almamış. Kamu emekçilerinin eylemlerinin resimleri basılıp, sarı sendikacılığın icazet çizgisi eylemlerimizin başına oturtulmuş. Ben bunu, "Eylemleri işçiler yapıyor, memurlar değil." açıklamasına benzettim. Ben, görevim gereği, basınla çok röportaj yaptım. Magazin dergilerinde, burjuva basınında her zaman söyleşilerim çıktı. Fakat sansürün ve makaslamanın bu ölçüde yapıldığını ilk kez gördüm. Sarp, engebeli ve dolambaçlı yolda mücadele eden devrimci bir kamu emekçisi olarak üzüldüm. Güneş balçıkla sıvanamaz. Doğru önderlik göz ardı edilemez. MÜCADELE: Son olarak söyleyecekleriniz... A.ORAL: YAŞASIN BEM-DEW YAŞASIN KAM - SEN! YAŞASIN MÜCADELEMİZ! * REFORMİZM İCAZETİ SEÇTİ lan arkadaşlarımız, derneğimiz MA- DER'in gelişmelerin ne denli gerisinde kaldığını gördüler. Ayrıca, daha önce bizim düşünce ve davranışlarımızı pek doğru bulmayan, bize yanaşmayan insanlar, bizimle birlikte kitlesel eylemlere katılınca, bize daha saygılı, daha güvenli bakmaya başladılar. Doğrusu, biz de bu insanların bizimle birlikte hak arama mücadelesine katılacağını tahmin bile etmiyorduk. Arkadaşların eylemler karşısında bize daha güvenli yaklaşmaları, bizi doğru bulmaları kendime güvenimi de artırdı. Bir de mücadelemiz üstüne KAM- SEN'İ şekillendirmemiz sanırım 'Sadaka Değil Hak İstiyoruz' diyen bizlerin, bunu lafta bırakmayıp pratiğe geçirmemizin doğru bir ifadesi oldu. Bu anlamda 'Yaşasın Grevli Toplu Sözleşmeli Sendika Mücadelemiz' diyorum. * 5

6 MÜCADELE MÜCADELEDE B İ Z DE VARIZ MÜCADELE: Bugün geleneksel sol memur eylemliliklerine "kendiliğindene!" damgası vuruyor. Siz bu süreçte doğrudan yer aldınız... Bu konuya ilişkin söyleyecekleriniz var mı? M.MERAL: Memurları'n karşılaştığı sorunlarla ilgili, biz THD İstanbul Şubesi olarak bir program hazırladık. (Eylem programımız gazetelerde çıktı.) Basitten karmaşığa bir 'dizi etkinliği saptayıp hayata geçirdik. Bunları sağlık alanında var olan örgütlere, İTO ve TSD'ye sunduk. Amacımız işyerlerinde ortak bir tavır sergilemek ve adı geçen mesleki örgütlerle birtakım konularda anlaşmazlığımız olduğu halde, bu ayrılıkların ancak pratikte belirli ilkeler etrafında bir araya gelinerek giderilmesi yönünde çaba harcanabileceğini göstermekti. Ne var ki İTO, kendilerinin böyle bir programı olmadığını söyleyerek önerimizi kabul etmedi. Temmuz zamlarına yönelik tek programları odada sabaha kadar oturup bakanları beklemekti. TSD ilk başta programımızı kabul etti ancak iş pratiğe dökülünce, ortak hareket etme tavrı onlar tarafından ortadan kaldırıldı. Yaşanan süreç ve eylemlilikler bazı çevrelerin bilinçli olarak yansıtmak iste- MÜCADELE: Son memur eylemliliğinde sizin yeriniz ne oldu? M.VURAL: Eylemler Temmuz zanlının gündeme gelmesiyle her ne kadar ekonomik bir çıkış olduysa da, giderek Devrimci Mücadelede Kamu Çalışanlarının doğru perspektifleriyle grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak mücadelesine dönüştürülmüştür. BEM-DER ve THD İstanbul Şubesi Temmuz zamları gündeme gelmeden, belediyelerde ve hastanelerde zamların memuru tatmin etmeyeceğini, yüzde yüz zam alınsa bile enflasyon canavarının onu yutacağını anlatarak, grevli-toplu sözleşmeli sendika bilincini insanlara kavratmaya çalıştılar. Bunu da yüzde 25'lik zam öncesi yemek boykotlarıyla, basın açıklamalarıyla, bildirilerle gösterdiler. Burada şunu sormak gerekiyor: Yalnız belediyelerde ve hastanelerde mi memur var? Tabii ki hayır. Bizler Devrimci Mücadelede PTT Çalışanları olarak, gelişen süreçte gücümüz oranında bir şeyler yaptık. PTT içinde bir şeyler yapılması için PTT ÇAYAD'la konuştuğumuzda, PTT'pin özgün bir konumu olduğunu, ayrıca İl Sendikalaşma Koordinasyonu'nca bir şeyler yapıldığını (yasak savmacı reformist bir mantıkla) söylediler. Bu durumda, bizler belediyelere ve sağlık emekçilerine destek verdik. Bütün eylemliliklerde aktif olarak yer aldık. Bizler çok iyi biliyoruz ki, PTT ÇA- YAD'da doğru bir perspektif izlenseydi, PTT memurları da sokaklara taşardı. PTT ÇAYAD "Aman işten atılmayalım, aman polis baskısı olmasın." diyerek, gelişen sürece müdahalede bulunmadı. PTT ÇA- YAD altı ay önce, PTT'de yemek zammını protesto için bizim zorlamamızla yapmış olduğu yemek boykotu sonucunda, sürgünleri ve işten atılmaları yaşamıştı. İşten atılanlar ben ve dernek başkanıydık. 6 "GELENEKSEL 'SOL' İÇİNDE YOKSA O EYLEMLİLİK KENDİLİĞİNDENCİDİR!" dikleri gibi kendiliğinden bir patlama değil, örgütlü, iradi bir çalışmanın ürünüydü. Evet, eylemliliklerin ilk başta sadece Temmuz zamlarına karşı yani ekonomik temelli olması kitleselliği ve katılımı artırdı. Fakaf biz süreç boyunca kitleyi bunun ilerisine getirmeye çalıştık. Sendika hakkımızın söke söke alınacağı kitlede bilince çıkarıldı. Bunları yapan bizdik. Yemek boykotlarını, yürüyüşleri, basın toplantılarını, iş bırakmaları THD öncülüğünde kitleye benimsettik. 5-6 büyük hastanede yoğun katılımlı yemek boykotları yaptık. Ardından, hastane bahçelerinde yapılan basın toplantılarını yürüyüşlere dönüştürdük. Sonraları, fiili grev diyebileceğimiz iş bırakmalar gündeme geldi. Kısacası, biz gücümüz oranında hastanelerde örgütlü bir şekilde programımızı başından sonuna kadar iradi bir şekilde hayata geçirmeye çalıştık. MÜCADELE: Demokrat! Dergisi eylemlerin ağırlıkla Sendikal Haklar Yürütme Komisyonu etkinliğinde sürdüğünü, yaptığı bir söyleşide de, hastanelerde iş bırakmanın yapılamadığını söylüyor. Ayrıca, THD'nin Sağlık Eşgüdüm Komitesinde yer alıp, sonra da ayrı eylem önerile- "KİTLELERİ HAREKETE GEÇİREN DEVRİMCİ POLİTİKAMIZDI" Bu durumda bile sessiz kalan PTT ÇA- YAD nasıl sokaklara çıkardı? Bugün birkaçımız ödeyeceğiz yarın birkaçımız daha ödeyecek. MÜCADELE: Sonuçta bu eylemlilikten KAM-SEN doğdu. Bunun için ne diyorsunuz? M.VURAL: Evet, KAM-SEN'İ kurduk. Şu bir gerçektir ki, KAM-SEN ne yangından mal kaçırmıştır, ne de 7 kişiyle kurulmuş tabela sendikasıdır. KAM-SEN Temmuz zamları öncesinde başlayıp yaklaşık 1.5 aylık bir süreci kapsayan mücadelenin ürünüdür. Yangından mal kaçırdığımızı söyleyen reformistler yaklaşık bir yıldır sürdürdükleri İl Sendikalaşma Koordinasyonu'nda kaç adım attılar? "Memurlar ekonomik olarak kendiliğinden sokaklara döküldü." diyenlere de, 'Belediye ve hastanelerin dışında memur yok mu?' diye sormak gerekir. "Belediyelerde sosyal demokrat yöneticiler var, o yüzden korkuları yok." diyorlar. Hastanelerde de mi sosyal demokrat başhekimler var? İstanbul dışındaki belediyelerde, Ankara'da, İzr'de hiç sosyal demokrat yöneticiler yok mu? Neden oralarda aynı süreç yaşanmadı? Çünkü oralarda BEM-DER yoktu. Çünkü oralarda BEM-DER'in kitlelerin.harekete geçirilmesini sağlayan devrimci politikası yoktu. MÜCADELE: KAM-SEN sizin açınızdan ne ifade ediyor? M.VURAL: Oligarşi, karşısında güç görmedikçe taviz vermez. Biz o gücü KAM-SEN'de göstereceğiz. Grevli-toplu sözleşmeli sendikamızı örgütlü gücümüzle alacağız. Biz Devrimci Mücadelede PTT Çalışanları olarak da, PTT memurlarını KAM-SEN çatısı altında birleştireceğiz. * riyle kitle katılımını azalttığını, coşkunun düşmesine neden olduğunu söylüyor. Aynı şeyleri Özgürlük Dünyası da söylüyor. Hatta THD'nin İstanbul yönetiminin yaklaşımı sonucu demekte bir daralma ve sektörleşme yaşandığını söylüyor. THD'nin Sağlık Eşgüdüm Komitesinde yer aldığı halde kararlara uymadığını, TSD ile birlikte eylem yapmadığını, iki farklı tavrın sağlık emekçilerini eylemden soğuttuğunu söylüyor. Bu konuda söyleyecekleriniz... M.MERAL: Alanımızda Sendikal Haklar Platformu'na katılan Sağlık Eşgüdüm Komitesi var. Bu komite, kurulduğundan bu yana, iş yerine bol bol laf üretti. Şekilsizlik, ilkesizlik bunların karakteri oldu. Temmuz eylemliliklerinde de aynı tutumu gördük. Eylemliliklerin geliştirilmesi yerine iş bırakmanın yapılamayacağını tartışan Sağlık Eşgüdüm Komitesi'nin laflarıyla oyalanamazdık. Her şeye karşın da, iş bırakmanın yapılabileceğini gösterdik. Bakırköy Akıl Hastanesi, Çapa ve Cerrahpaşa gibi üç büyük hastanede üç gün boyunca iş bırakıldı. Önce ikişer saat, sonra Memurlara ilişkin kampanyamız belli bir programa, iradi-örgütlü müdahaleye tabiydi. Yani kendiliğindencilik reddedilmişti ve gürü muz oranında gelişen eylemliliğe müdahale ettik. Bir öğretmen olarak, tüm bu eylernliliklerde yer aldım. Ve gördüm ki, bu eylemlilikler memura bir güven getirdi. Eylemliliğin dozajı giderek artırılarak sokaklara taşıldı. Bu arada, Anakent Belediyesi önünde yapılan geniş katılımlı basın toplantısı mitinge dönüştü. Daha sonra, 8000 kişinin katıldığı ve çeşitli pankartların taşındığı, "Sendika Hakkımız Söke Söke Alırız" sloganlarıyla yola çıkılıp, yer yer polis barikatlarının aşılarak Aksaray Mal Müdürlüğüne kadar yapılan yürüyüşle eylemlilik doruğa ulaştı. Bir yandan da, iki saatlik iş bırakma eylemleri örgütlendi, belediyelerde ve hastanelerde hayata geçirildi. Memur mücadelesi yeniydi. Önümüze konulan süreçte bu yeni eylemlilik sonuç getirmeliydi. Saman alevi gibi parlayıp sönmemeliydi. Sadece ekonomik-demokratik haklarla yetinmemek, siyasi sonuçlara gitmek gerekiyordu. Ve KAM-SEN kuruldu. KAM-SEN, bizlere verilmesi hiçbir zaman düşünülmeyen sendika hakkımız, yani örgütlü gücümüzdür. Haftalarca, her şeyi göze alarak sürdürdüğümüz mücadelemizin ürünüdür. Bizler KAM-SEN'in yaratılması doğrultusunda mücadelemizi sürdürürken, kendi özörgütüm EĞİT-DER'in de içinde bulunduğu, onun üzerinde demokratik yapılanmanın oluşturduğu "platform" birçok zorlanmayla, biz de bir şeyler yapmış olalım dercesine, bir basın açıklaması yaptı. Hürriyet Gazetesi önünde yaptığı basın toplantısı sonrası, kaldırımdan sessizce Büyük Postane'ye kadar yürüdü. Yine aynı platform, Anakent'den İSKİ'ye yaptığımız büyük yürüyüş günü, akşam Sultanahmet'de bir basın toplantısı daha yapmayı düşündü. Polis örgütsüz ve dağınık bu grubu dağıtmakta hiç de zorlanmadı. Zira belli bir karşı koyma, direnme, organizasyon yoktu. Yaptıkları her eylemlilikte yer aldım ama görevli değildim. Dolayısıyla, bir eylemlilik sürecinden geçirilmeyen memur, polisle karşı ise yarım gün davullarla, zurnalarla, kitlenin coşkulu katılımıyla iş bırakıldı. Şimdi Demokrat! Dergisi'ne soruyoruz: İş bırakmanın yapılamadığını neye dayanarak söylüyorsunuz? Kitleden kopuk olduğunuz ortada ama günlük basını bile takip etseydiniz, iş bırakmanın yapıldığını, hem de üç gün boyunca yapıldığını görürdünüz. İş bırakma boyunca coşku ve kararlılık doruktaydı. TSD ve Sağlık Eşgüdüm Komitesi eylem kıncılıklarıyla coşkuyu azaltmaya çalıştılar ama başaramadılar. Bugünkü haliyle eşgüdüm toplantıları, isteyen herkesin katılıp, kimin ne söyleyip neyi uyguladığı bilinmeyen bir karmaşaya dönüşmüştür. Bu ortamda hiçbir kararın alınamayacağını söyledik. Ne karar aldıklarını açıklasınlar. Bu nedenle, olmayan kararlan uygulamadığımız nasıl söylenebilir? İl koordinasyonundaki durum da bundan farksız. Oradaki üretimsizlik ve programsızlık kendini Temmuz direnişlerinde göstermiştir. Sorun, örgütlülük içinde, mücadele içinde yer almaktır, laf üretiminde değil. * "VE KAM-SEN'İ KURDUK" karşı gelince ve bir de başsız kalınca, polise moral verilmiş oldu. Bu arada, sosyalist basından bazı dergilerin eylemlere yaklaşımıyla ilgili birkaç şey de söylemek istiyorum. Bugün Sultanahmet gösterisinde sendika içinde slogan atmayı yasaklayanlar, alkışla yetinenler, biz attığımızda bizleri susturmaya kalkanlar gösterideki örgütsüzlüğü, başı bozukluğu ve polis karşısındaki şaşkınlığı ve dağılışı gizleyip "Özgürlük Dünyası" Dergisi'nin yazdığı gibi, "İşkencecilerden Hesap Soracağız", "Polis Defol" sloganlarının atıldığını söylüyorlar. Sultanahmet fiyaskosunu ve katılan kitleyi demoralize etmelerini ne yapsalar gizleyemezler. "Demokrat!" Dergisi de olayı çarpıtmada "Özgürlük Dünyası"ndan geri kalmıyor. Ve polisin bizim gözümüzün önünde hiç zorlanmadan dağıttığı gösteriyi, bir saate yakın süren gösteri olarak aktarıyor. İnanıyorum, bunlara cevabı bu eylemlere katılan kendi okurları vereceklerdir. Yalan ve çarpıtmayla devrimci siyaset yapılamayacağı açıktır. Gerçekten üzüntü verici; burjuva basım kadar bile olamadılar. Aynı gün polis barikatlarını yara yara yürüyen bizleri (Anakent'den İSKİ'ye yürüyüşü kastediyorum.) "Polis Saflara sloganları attınız, siz icazetli yürüdünüz." diyerek karalıyor ve kitle karşısında düştükleri durumdan kurtulmak için böyle yalan ve demagojilere başvuruyorlar. Sultanahmet eyleminden kaçarken nereye diye sorduğumuz yönetici konumundaki bazüan "Ne yapalım, can derdi!" dediklerini ne çabuk unutuyorlar! Diğer taraftan, " Sendika Yürütme Komisyonu" diye, icazeti savunan ve EĞİT-- DER içinde Eğitim-İş olarak ortaya çıkan bir grup da, kampanyamız süresince zaman zaman basın toplantılarımıza katılıp el altından mücadeleye sahip çıkarcasına, basına bildiriler vererek kafa bulandırmaya çalıştı. Mücadeleden kaçanlar parsa toplamakta en önde yer aldılar. KAM-SEN hakların bir lütufla değil, söke söke alınacağına inanan kamu emekçilerinin sendikal örgütüdür. * Devrimci Mücadelede Öğretmenler Adına Şükran ÖGEYİK

7 S E N D İ K A L H A K MÜCADELE Dünyada, memurlarına sendikalaşma hakkı tanımayan ülke sayısının parmakla gösterilecek kadar az olduğu günümüzde, sömürge tipi faşizmin kurumlaştığı ülkemiz açısından, bu hakkın tarihsel ve hukuksal boyutlarını tartışmak gerekliliği doğmaktadır. Ülkemizde 1960 darbesinden sonra, 1961 Anayasası ile çalışanlara sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme hakkı tanınmıştır. Fakat 1965 yılında 624 sayılı Devlet Personeli Sendikalar Yasası olarak çıkarılan düzenleyici yasa, anayasadaki temel hakların koruyucusu olmaktan çok, sınırlayıcı olmuştur. Çünkü bu yasa ile çalışanların toplu sözleşme, grev yapma ve protesto eylemliliklerinde bulunmaları yasaklanmış, kamu çalışanları sendikalarının yöneticileri güvencesiz bırakılmışlardır. Bu yasa 6 yıl yürürlükte kalmıştır yılında yapılan bir araştırmaya göre, düzenleyici kanunun çıkmasından sonraki 3 yıl içinde 460 tane kamu çalışanları sendikası kurulmuştur. Bunlardan 439'u sendika, 18'i federasyon, 3'ü ise konfederasyondur. 12 Mart ile birlikte, 1961 Anayasasının kamu çalışanlarına ilişkin maddesi değiştirilmiş ve kamu çalışanlarının sendikalaşması yasaklanmıştır. 12 Eyiül'le birlikte, hakların genel tanımını verip istisnai olması gereken yasak ve sınırlamaları belirtmesi gerekirken, '82 Anayasası, tüm hak ve özgürlükler gibi sendikalaşma hakkı konusunda da, verilmeyen her hakkın yasaklanmış sayıldığı mantığıyla bu hakkı düzenlemiştir. Sonuç olarak, bugünkü hukuksal mevzuatta memurların sendika kurabileceklerini açıkça söyleyen bir düzenleme mevcut değildir. Ancak bunu, 12 Eylül'cülerin mantığıyla, memurların sendika haklarının yasaklandığı biçiminde yorumlamak ise hukukun genel prensiplerine aykırıdır. '82 Anayasasının 51. maddesinde, sendika kurabilecekler olarak işçiler ve işverenler sayılmıştır. Yani '82 Anayasasında memurlara bu hak açıkça tanınmamakla beraber yasaklanmamıştır da. Yasalar açısından duruma baktığımızda, 657 sayılı Devlet Memurları Yasasına göre, memurların toplu şikayet, grev, toplu işten çekilme, işi yavaşlatma gibi eylemlilikleri yasaktır. Ama bu yasada HAKLAR İÇİN MÜCADELE İNSANIN DOĞASIDIR da sendikalaşmayı yasaklayan bir hüküm mevcut değildir. Her ne kadar sendikal hak grev hakkını içerse de, grev hakkının yasaklanmasının sendikal hakkın yasaklanması anlamına gelmeyeceği açıktır. Geçmiş dönemin uygulamalarında da bu görülmektedir anayasa değişikliğine kadar, anayasada kamu çalışanlarının sendikalaşma haklan vardı ama grev yapmaları yasaktı sayılı Sendikalar Yasasında ise, hakkın özüne aykırı sınırlamalar taşısa da, işçilere sendika kurma hakkı tanınmıştır. Bu yasa açısından önemli olan nokta, kimlerin sendikaya üye olamayacaklarını düzenleyen 21. maddedir. 21. maddede 3 kategoriye sokulan şahısların sendika üyeliği yasaklanmıştır. Bunlar, askeri şahıslar, yüksek yöneticiler, müfettişler, müdürler ve Özel Öğretim Kurumları Yasasına tabi okullarda öğretmenlik yapanlardır. Dikkat edilecek olursa, sendikalara üye olamayacaklar olarak sayılan bu şahıslar memurdurlar ve yasanın böyle bir sınırlama getirmiş olması, sayılan bu şahıslar dışındaki memurların sendika üyesi olabilecekleri sonucunu doğurmaktadır. Böyle bir yorum hukukun genel ilkelerine de uygun bir yorumdur. Çünkü "yasalarda açıkça yasaklanmamış her şeyin hak olduğu* ilkesi hukukun genel ilkelerindendir. Memurların sendikalaşmasını bir de uluslararası planda değerlendirmek gerekir. Çünkü Türkiye'nin imzaladığı bir kısım uluslararası anlaşmalarda da kamu çalışanlarına bu hak tanınmıştır. Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, Avrupa Konvansiyonunda "Herkesin sendika kurma, sendikalara girme hakkı vardır." denilmektedir. Herkes kavramı içerisine yalnız işçiler değil, memurlar da girmektedir. Türkiye'nin taraf olduğu bir diğer uluslararası anlaşma da 98 sayılı ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) Sözleşmesidir. Bu sözleşmede işçilerden söz edilmekle beraber, 5. maddesinde, "Bu sözleşmede derpiş edilen, öngörülen teminatın, güvencelerin ne gibi hallerde, silahlı kuvvet ve zabıta kuvvetlerine hangi ölçüde uygulanacağı milli mevzuatla tayin edilir.' denilmekle, bu sözleşmenin memurlara ve hatta milli mevzuat elverdiği ölçüde, asker ve polis memurlarına da uygulanacağı kabul edilmiştir Anayasası'nda ise, "Usûlüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş olan uluslararası anlaşmalar kanun hükmün-. dedir." denildiğine göre, artık bu konuda bir düzenleme eksikliği vs. olduğu dahi ileri sürülemez. Bugüne kadar ülkemizde memurların sendika kurmamış olmalarının nedenini, 12 Eylül'ün bir sonucu olan "Yasalarda hak tanınmış mı?" mantığıyla hareket etmiş olmalarında aramak gerekir. Oysa doğru olan, hukuka uygun olan "Yasaklama var mı, sınırlama var mı?" mantığıyla yasaları açıklamaktır. Burjuva demokratik devrimini yapmış pek çok ülkede, zamanında bu haklar yasalarda mevcut değildi. Hiçbir ülkede yasalar ilk greve izin vermemiştir, verilen mücadeleler sonucu fiilen kabul edilmiştir. Yani fiili uygulama yasaların önüne geçmiştir. Daha sonraları, bu fiili uygulamalar mahkeme kararlarıyla tescil edilmişler, daha daha sonraları ise yasalara, anayasalara geçmişlerdir. Çünkü SENDİKAL HARE- KET BİR ÖZGÜRLÜKTÜR, BİR SER- BESTİDİR, İNSANIN DOĞASIDIR, Basın Kanunu ve basın özgürlüğü ilişkisinde olduğu gibi... Avrupa'da ilk basın yasala- rı 1900'lerin başlarında çıkmasına rağmen, basın ondan yaklaşık 300 yıl önce vardı. Kimse basın kanunu çıksın da öyle gazete çıkaralım, kitap basalım diye beklememiştir. Doğal olan da buydu. Sendikal özgürlükler için de durumu böyle kabul etmek gerekir. Siyasi iktidarların kendi menfaatleri gereği, bu hakkı yasaklamaları veya sınırlandırmaları bu gerçeği değiştiremez. Yasaklanan böyle bir hak, sadece var olan hakkın kullanılamayacağı anlamına gelir. Eğer bir hak açıkça yasaklanmamışsa, doğal olarak, var olan böyle bir hak istenildiği zaman kullanılabilecektir. Ülkemizde memurların sendika kurup kuramayacakları sorusuna yanıt da böylece verilmiş olmaktadır. Bugün memurların hukuksal olarak yapacakları şey, ne olursa olsun sendikalarını kurmalarıdır. Sendikalar Yasasına göre, sendikalar, bu amaçla hazırlanan dilekçenin valilik makamına verildiği anda tüzel kişilik kazanır. Sendika bir kez tüzel kişilik kazandıktan sonra, ancak mahkeme kararıyla kapatılabilecektir. Bu nedenledir ki valilik, hakkın kullanılmasını engelleme amacıyla başvuruyu almak istememektedir. Siyasi iktidara, kendi anayasasının 90. maddesi gereği, iç hukuk kuralı niteliğindeki uluslararası sözleşmeleri de hatırlatmak gerekir. Ayrıca, Avrupa Konvansiyonuna bireysel başvuruda bulunmak da mümkündür. Kısaca, yasal tüm olanakları sonuna kadar zorlamak, gayri meşru ve hukuk dışı davrananın siyasi iktidarın kendisi olduğunu teşhir etmek gerekir. Bütün bu söylediklerimiz, sadece siyasi iktidarın elindeki hukuksal dayanakları, yine kendi cinsinden dayanaklarla ortadan kaldırmanın yolu ve yöntemleridir. Yoksa sorunun temel çözümünü bugünkü yasal düzenlemeler içerisinde aramak ya da haklarımızın güvencesini yasalarla sınırlamak elbette ki mümkün değildir. En temel hakların dahi düzenin bekası uğruna ayaklar altına alındığı, rafa kaldırıldığı açık faşizm dönemlerini yaşayan bu ülkenin insanları olarak, meşruluğumuzu haklılığımızdan aldığımızın bilinciy- le, hakları örgütlü mücadele ile kazanıp koruyabileceğimizi unutmamalıyız. * DEVRİMCİ MÜCADELEDE AVUKATLAR Geçtiğimiz günlerde, memur eylemliliğine bağlı olarak, hastanelerde de yoğun eylemlilikler gündeme geldi. Bakırköy, Cerrahpaşa, Çapa, Şişli Etfal, Taksim hastaneleri yemek boykotları, yürüyüşler, iş yavaşlatma ve iş bırakma eylemlerine sahne oldu. Genellikle THD'li Hemşirelerin önderliği ile bu haklı ve meşru temelde gelişen, hemen tüm hastane sağlık emekçilerini, hatta bir kesim doktor, diş hekimi ve eczacıları da içine alan bu eylemliliklerle birlikte, sürgünler, işten el çektirmeler gündeme geldi. Sürgünler ve işten el çektirmelerde, muhbirlik yoluyla başrolde olan başhekimlerdi. En yoğun sürgün ve işten el çektirmeler Şişli, Bakırköy ve Taksim hastanelerinde yaşanmıştı. Bunun üzerine, sürgünlere ve işten el çektirmelere karşı bir kampanya başlatildı. THD'li Hemşirelerin Şişli Etfal'de yaptığı basın toplantısından sonra, KAM-SEN'li Memurlar İl Sağlık Müdürlüğü'nün önünde, bir gösteri düzenleyip sürgünleri protesto ettiler. Aynı gün, Bakırköy ve Taksim, hastanelerinin başhekimlerinin muayenehaneleri Devrimci Sol tarafından basılıyor, başhekimler dövülüyor, duvarlara "Sürgünlerin Hesabını Sorduk, Soracağız" sloganı yazılıyordu. Bu olaydan sonra, o ana kadar sürgünlerle ve işten el çektirmelerle ilgili lütfen bir-iki açıklama ve istifasını istedikleri bakandan rica minnet sürgünlerin ve işten el çektirmelerin geri alınmasını isteme dışında pratikte bir şeye elini sürmeyen "demokrat" tabib odası yönetimleri birden "demokratlıklarını'' hatırlayıverdiler. Sürgünlerin yoğunlaştığı hastanelerdeki başhekimlerin meslektaşlarını gammazlamaları karşısında ses çıkarmayan, bir kınama olsun yapmayan İstanbul Tabip Odası ve Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi yönetimleri, bu başhekimlere yapılanları şiddetle kınıyorlardı. Haklı ve meşru bir zeminde haklarını arayan meslektaşlarına ve sağlık emekçilerine sahip çıkma cesareti gösteremeyenler, "demokratlıklarını sürgünler karşısında ortaya koyamayanlar, sürgünlerin başsorumluları muhbir başhekimlere sahip çıkmada aslan kesiliyor, ne kadar "demokrat" olduklarını gösteriyorlardı. Bu kafayla onlar, siyasi tutukluları kobay olarak kullanmaya kalkan ve uluslararası ilaç tekellerine hizmet veren CIA' nın beslediği HZİ Vakfına yapılanı da kınamadıkları için kamuoyu önünde özeleştiri yapmalıydılar. Onlar bu kafayla, doktor kimliği ardına gizlenen 12 Eylül'ün Mengele'lerinin de cezalandırılmasını kınayabilirler. Onlara sahip çıkabilirler. Onlar bu kafayla olsa olsa, her şeye doktor kimliği açısından baktıklarından, doktor kimliği ardına gizlenen meslektaşlarını gammazlayanların, iskencecilerin iyi birer savunucusu olurlar ama as-la demokrat olamazlar. 7

8 MÜCADELE SUSMA HAKKI SUSMAK DİRENMEKTİR İŞKENCEYE KARŞI MÜCADELENİN ÖNEMLİ BİR PARÇASI OLAN SUSMA HAKKIMIZI KULLANALIM 12 Eylül'le birlikte yarı-açık cezaevine dönüştürülen ülkemizde, on yıldan bu yana yedi yüz binden fazla insan gözaltına alındı, işkencelerden geçirildi. Yüzlerce insan geride hiçbir iz bırakmadan kaybedildi, işkencede katledilen yakınlarının cenazesini bulabilmek bile Türkiye halkı için bir şans oldu... Binlerce insan işkenceyle alınmış emniyet ifadelerine dayanılarak tutuklandı, cezaevlerine dolduruldu. İşkenceye dayalı bu ffadeler 12 Eylül dönemi ve sonrasında yargılamaların temelini oluşturdu. Günümüzde de, tüm baskı ve işkencelere rağmen polis senaryolarını imzalamayan, kendisine veya başkalarına yükle-en suçlamaları kabul etmeyen, ifade vermeyen insanlar ise işkenceyle delil yaratamayan polis tarafından, "ifade vermeme" tavrından dolayı, "örgüt üyesi" o/arak lanse edilmek isteniyor. Yasadışı bir şekilde insanları ifade vermeye zorlayan polis, düzenlediği fezlekelerde kendisini savcı yerine koyarak iddianame hazırlarcasına, sevk maddesi göstermekle yetinmiyor, gözaltına alınan kişilerin "ifade vermeme" tavrını "örgüt üyeliğinin kesin delili" olarak sunarak ceza yargılama sistemimize yeni bir "delil" kazandırıyor.(l) Şubede açlık grevi yapan, ifade vermeyen insanların bu tavırlarının örgüt üyeliğinin delili olduğunu öğeniyoruz polis feziekelerinden.(!) İFADE VERMEME YASAL BİR HAKTIR Özellikle son dönemde yoğunlaşan gözaltılarda ifade vermeme tavrının kitleselleşmesiyle birlikte, hemen her fezlekede, açlık grevi yapan ve polise ifade vermeyen insanların şube tavrını örgüt üyeliğinin delili olarak göstermek isteyen polisin bu iddialarının ciddiye alınır yanı yoktur. Anayasanın 38/5 maddesine göre, "Hiç kimse kendisini veya kanunda gösterilen yakınlarını suçlayıcı beyanlarda bulunmaya zorlanamaz." Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK)'nun 135/1 maddesi ise, "... Sorgunun iptidasında kendisine isnat edilen suçun niteliği sanığa bildirilir. Bu hususta cevap vermek isteyip istemediği sorulur." gerekliliğini vurgulamaktadır. Görüldüğü gibi, yasa "Cevap vermek isteyip istemediği sorulur." demekle, aynı zamanda sanığa susma hakkının hatırlatılması gerektiğini belirtmektedir. Yine 1966 tarihli Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 14'. maddesinin 3/g bendine göre, kişi kendi aleyhine tanıklık etmeye ya da suçluluğunu kabul etmeye zorlanamaz. Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmelerle güvenceye alınmış bulunan susma hakkının kullandırılmak istenmemesi tamamen polisin keyfiliğinden kaynaklanmaktadır. Yasaları bilmeyen ya da bilmek istemeyen polis, delil elde edebilmenin bir aracı olarak insanları ifade vermeye zorlamakta, bunu başaramadığında ise susma hakkının kullanılmasını örgüt üyeliğinin delili imiş gibi göstermek isteyerek, yargıyı da etkilemeye, yönlendirmeye çalışmaktadır. Oysa polisin gözaltındaki kişiyi sorguya çekme yetkisi dahi yoktur. Yasalara göre, sorgu sadece yargıçların yapabileceği bir işlemdir. Savcı ve sınırlı olarak da polise tanınan yetki ise ilgili kişi ya da zanlının ifadesine başvurmaktan ibarettir. Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu 15. maddesi uyarınca, "Polis, yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat lazım gelen kimseleri çağırır ve kendisinden lüzumlu olan şeyleri sorar." Görüldüğü gibi, yasada bir "çağrı'dan söz edilmektedir. Yoksa uygulamada görüldüğü gibi, geceyarısı kapıyı tekmeyle, baltayla kırarak girip, silah zoruyla yaka paça götürmekten değil. Polisin gözaltına alınan kişiye yaptığı tahkikata ilişkin şeyleri sorma yetkisi ise susma hakkını ortadan kaldırmaz. Polis sormaya yetkilidir fakat gözaltındaki kişi cevap vermek zorunda değildir. Günlük yaşamda en sık rastlanılan korsan gösteri, miting vb. olaylardan gözaltına alınma gibi suçüstü hallerinde uygulanması gereken 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakemesi Hakkında Kanuna göre ise, polisin ifade alma yetkisi kesinlikle yoktur. Sözkonusu yasanın 4. maddesine göre, ağır cezalı olmayan bu tür suçlarda, polis yakalanan kişiyi düzenlediği tutanakla birlikte aynı gün C.Savcılığına teslim etmek zorundadır. Bu tür suçlarda C.Savcısı soruşturmayı bizzat yapmakla yükümlüdür, yetkilerini polise devredemez., Meşhut Suçların Muhakemesi Yönetmeliğinin 16. maddesi konuya daha da açıklık getirmektedir. Sözkonusu maddeye göre, polis yakalanan şahsı sorguya çekmek gibi zaman kaybını gerektirir işlemlerden hiçbirini yapamaz. Tüm bu yasal düzenlemelere rağmen, gözaltındaki kişiyi ifade vermeye zorlayan anlayışın kaynağı nedir? Kaynağın ortaçağın engizisyon mahkemelerinde uygulanan tahkik" sisteminden alan bu anlayışa göre, olayı aydınlatabilecek delilin her türlü yol ve yöntem kullanılarak elde edilmesi mümkündür. Susma hakkını reddeden, kişinin ko-nuşmasını sağlamak için her türlü iş kenceye başvuran, sanığın otoriteye boyun eğmesi gerektiğini savunan ve çağımızda faşist düşünce yapısının ürünü olan bu anlayış sahiplerini tarihin çöplüğüne göndermenin yolu yarının toplumunu kurma iddiasında olan ve devrimci değerlere sahip çıkanların direniş geleneklerini kitleselleştirmelerin den geçiyor. Herhangi bir insan için kendisi ve yakınlarını suçlayıcı beyanlarda bulunmaya zorlanamama anlamını taşıyan susma hakkı, devrimciliği bir yaşam biçimi olarak benimseyenler açısından davaya bağlılık ve devrimci değerlere sahip çıkma sorumluluğuyla özdeşleşiyor. Onlar için susmak bir hak değil, onurlu bir direniş tir. "12 Eylül Hukuku'nun ve tüm anti-demokratik yasaların egemenliğinin sürdü ğü günümüzde, sınırlı da olsa var olan yasal demokratik hak ve özgürlüklere sa hip çıkmak demokrat sorumluluğun bi gereği oluyor. Sahip çıkmak bilinçle olur Bilinç ise mücadele içinde kazanılır. Dev rimci mücadele, yaptıkları yasaları keyiflerince uygulayanlara, yasalarını da direniş lerde, hak mücadelesinde öğretmek, ya satmaktan geçer. Susma hakkımızı kullanarak keyfi uy gulamaiara, baskı ve işkencelere karş çıkmak hem onurlu bir davranış, hem de yasal bir haktır. Keyfi gözaltılara hayır demek için, Gözaltında işkence ve baskılara son demek için, Yarının insanı ve toplumunun değerlerini bugünden yarınlara taşımak ye yaygınlaştırmak için SUSMA HAKKIMIZI KULLANALIM!* 2 YURTSEVERİ KATLEDEN İSTANBUL POLİSİ ACİZLİĞİNİ GİZLEMEK İSTİYOR "Polisimiz aciz mi?' 'Polis son aylarda terör karşısında ne yapıyor?" "İstanbul polisi terörü niye önleyemiyor?" İşin gerçeği, son aylarda devrimci mücadelede belirgin bir gelişme vardı. Devrimci Sol Güçlerin sesi daha gür çıkmaya başlamıştı. İstanbul polisi bu gelişme karşısında fazla bir şey yapamıyordu. Basın polise yükleniyordu ve polis demoralize durumdaydı. Polis 12 Eylül dönemini arıyordu. Ne güzel(l) sokakları, evleri basıyor, devrimcileri, yurtseverleri sorgusuz sualsiz katlediyordu. Örgütler yaratıyor, çökertiyor,"çete artıkları","kökünü kazıdık, bi- 8 tirdik", "ezdik, yok ettik" açıklamaları yapıyordu. Ama işte 12 Eylül'den bu yana çok sular akmıştı. Çok şey değişmişti. Devrimciler, yurtseverler, Devrimci Sol Güçler 12 Eylül yenilgisinin derslerini "Yenilgi bir ordu için en büyük okuldur." diyerek yüklenmişti. Polis gerçekten acizdi... Olaylar karşısında kamuoyunu tatmin edecek, basının üzerine gelmesini engelleyecek bir şeyler yapamıyordu. Ardalı'nın, olayların üzerine, hiçbir şey yokmuşçasına Hac'ca gitmesi, işi iyice alevlendirdi. Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Polis, son aylarda devrimci mücadelenin gelişmesi karşısında düştüğü "başarı- sız polis" imajını silmek için bir şeyler yapmalıydı. Kendini ispatlamalıydı. Polisin morale ihtiyacı vardı. Bunun için her şey hazırlanmıştı. Gazetelerde bir polis yetkilisinin açıklamaları yer alıyordu. Polis son aylardaki eylemlerle ilgili olarak DKP (Devrimci Komünist Partisi) ve ^Devrimci Sol üzerinde duruyordu. Devrimci Sol'a operasyon yapılmak isteniyordu. Ama bilgi yoktu. DKP'ye operasyon için hazırlanılıyordu. Aslında olay çok açıktı. Polis, DKP'ye yönelik operasyon öncesi, burjuva basını kullanarak polis terörünü meşrulaştırmaya çalışıyordu. Bir gece, Cihangir'de panzerlerle ve yüzlerce polisle, özel timle, MİT'le bir ev yarılmıştı. İçeride DKP'liler vardı. Polis moral şovunu yapmak, kamuoyundaki başarısız polis imajını silmek için hazırdı. Sonuçta, polis çok "başarılı" bir operasyonla iki DKP'Iİ yurtseveri ölü, ikisini sağ ele geçirmişti. Polis gücünü kanıtlamıştı. İlk polis açıklamasında, çatışanlar son ayların olaylarının failleriydi. Evde 3 tabanca, birçok bomba ele geçmişti. 1. Ordu Komutanı'ndan birçok polis şefine kadar çeşitli suikast planları bulunmuştu. Bu, polisin ne büyük iş bitirdiğini gösterme çabasıydı. DKP'nin iki savaşçısı polisti teslim ol çağrılarına çatışarak cevap vermişlerdi. Sonuçta polisin yapacağı bir şey yoktu.(l) Ama sonra basına da yansıdığı gibi, polis günlerce önceden takibe aldığı DKP'lileri yakalamaya değil, infaza gelmişti. Son ayların devrimci eylemleriyle ilgilerinin olmaması önemli değildi. Polis DKP'lileri güç gösterisi ve gözdağı için, kamuoyunda yaratılan aciz polis imajını silmek için kurban seçmişti. Amacına ulaşmak için her yol mubahtı. İki yurtseveri katlederek kendince amacına ulaşmıştı. Ama ne olursa olsun, iki yurtseverin canına mal olan bu operasyon polisin acizliğini ortadan kaldırmamış, sadece daha fazla acizliğe gömüldüğünü göstermiştir. Terör sonrasında operasyonları büyüttüğünü iddia ederken, en sıradan insanları gözaltına alarak, yaptığı yanlışlığı ortadan kaldırma çabasına girdi. Aslında katledilen insanlar çok suçluydular, eylem planları çok yönlüydü ama her nedense 3 kişinin dışında kimse tutuklanamadı. Her ne olursa olsun, tüm çabaları yaptıkları terörün gizlenmesini sağlayamadı. *

9 ÖRGÜTLÜMÜCADELE MÜCADELE Halk artık eski halk değil. Halkta önemli değişmeler var. 12 Eylül faşizminin sindirdiği, hakkını arayamaz hale getirdiği halkın, yapılan haksızlıklara ve adaletsizliklere, baskı ve sömürüye tahammülü kalmadı. Çelişkiler her kesimde had seviyede. Halkın 12 Eylül'den bu yana biriken tepkileri bir yerlerden patlayıp açığa çıkıyor 12 Eylül'ün oligarşi için sağladığı "huzur" ve "istikrar* ortamı hızla tersine dönüyor. Toplumun hemen her kesiminde bir kıpırdanma, huzursuzluk, bir arayış var. Hemenher gün toplumun bir kesiminde yeni yeni tepkiler, protestolar, hak arama eylemleri, hareketlilikler ortaya çıkıyor ve yayılmakta gecikmiyor. Oligarşi saldırgan ve çaresiz. Giderek kendiliğinden patlayan kitle eylemliliklerin eklenen yeni unsurlar var. Devrimci mücadele ve eylemlilikler halkın biriken tepkilerini açığa çıkarmada doğrudan etki ediyor. Onlara örnek oluyor, yol açıyor. Bu tepkiler, devrimci eylemliliklerden etkilendiği oranda radikalleşiyor ve daha direngen, oligarşiyi zorlayan eylemliliklere dönüşüyor. Öyle ki, yol kesmeler, lastik yakmalar, sopalarla yürümeler, polis ve jandarmayla taşlı çatışmalar hep bu etkilenmelerin ürünü olarak öne çıkıyor. Süreçte yeni olarak ortaya çıkan, halkın tepkilerinin, protestolarının radikalleşmesidir. Dikkatlerimizi bunun üzerinde toplamalıyız. Bu eylemliliklerin gerisinde kalmak istemiyorsak, bu eylemliliklerdeki değişimi iyi gözleyip müdahalemizi ona göre yapmalıyız. Halkın bugün, haklılığının bilincine vardığı noktada devlet güçleriyle çatışma içine girebildiği bir gerçektir. Bu nedenle, klasik, kitabi kalıplar içinde düşünerek yaşamı teoriye uydurma gibi geriliğe düşü/memelidir. Mücadele pratiği zengin derslerle dolu. Sürecin gelişim seyrini doğru tahlil edebilmeli ve eylemliliklerimizin radikalliğinin düzeyini sürece göre hesaplayabilmeliyiz. Dün ısrarla memur yürüyemez, polis barikatlarını aşamaz diyenler, kitleyi ne ölçüde tanıdıklarını ve kafaca kitleden ne ölçüde geri olduklarını bir kez daha gösterdiler. Geri olan kitleler ve eylemlilikleri değil, 12 Eylül'ün havasından henüz kurtulamamış olan kendileridir. Bir noktanın altını çizmeliyiz. Halkın tepkilerini ve protestolarını bulunduğu yerden daha ileriye taşımak, mevcut radikalliğine bir HAKLAR ÖRGÜTLÜ MÜCADELEYLE KAZANILIR VE KORUNUR şeyler katmak ve sürekliliğini sağlamak, daha kalıcı ve etkili sonuçlar elde etmek istiyorsak, tereddüt etmeksizin bu eylemlerin önüne atılmalı, politik kararlılığımızı, insiyatifimizi ortaya koymalı, kitlelerle pratikte somut, canlı bağlar kurmalıyız. Bu sağlandığı ölçüde, halkla pratikte, eylemler içinde kurulan güven köprüsü çok daha yaratıcı kitlesel radikal eylemliliklere altyapı olacaktır. Kısacası, halkın tepkilerini örgütlemek, politikleştirmek, daha kitleselleştirmek ve radikalleştirmek bizim, halkla eylemlilikte kurduğumuz bağların sağlamlılığıyla orantılı gelişecektir. Son günlerde birbiri ardına patlayan su protesto eylemleri bunun bir SU SORUNUMUZA SAHİP ÇIKALIM SU İÇİN BİRLİKTE MÜCADELE EDELİM Plansız, programsız büyüyen İstanbul'da sorunlar gittikçe çoğalıyor, çeşitlilik kazanıyor. Ama bunlardan biri, özellikle yaz mevsiminde hayati bir önem taşımakta, çekilmez bir hal almaktadır. Bu, hemen hemen hepimizn yaşadığı, çözülmeyişi nedeniyle beraberinde yeni sorunlar üreten su sorunudur. Hükemet yerel idareler bu konuda tam bir duyarsızlık ve aymazlı içndedir. Yaşadıklarımız, çektiğimiz eziyetleri birbirlerine karşı propaganda malzemesi olarak kullanmaktan öte, ciddi hiçbir şey yapmıyorlar. Çağ atlıyor, önce insan denen ülkemizde, şehirimizde su sorunu gerçekten çözülmez, üstesinden gelinemez bir sorun mudur? Elbette ki hayır. Yaşadıklarımız bize çok açıkbirbiçimdeşunu öğretiyor: SORUNLARIMIZA SAHİP ÇIKACAĞIZ. örneği. Belediyeyi, İSKİ'yi, su isteyecekleri her kapıyı çalan, sorununa çözüm bulamayan, "halkçı" belediyeler tarafından oyalanan, sabırlı olmaya davet edilen halk en sonunda patladı. Halk, Devrimci Sol Güçlerin bir süredir sürdürdüğü faaliyetin etkisiyle harekete geçti. Biraz örgütsüz ve dağınık gelişen bu ilk eylemlilikteki kısmi dağınıklık Devrimci Sol Güçlerin sürece müdahalesiyle örgütlü bir direnişe dönüştü. Gelişen eylemliliğin ve örgütlülüğün içinde yer alan Devrimci Sol Güçler eylemlilik sürecinin radikalleştirilmesi ve kamuoyu gündemine sokulması yönünde çaba harcadılar. Halkın su sorununa sahip çıkan Devrimci Sol Güçler iradi politikalarını ve mücadelelerini taşıdılar eylemlilikler zincirine. Devrimci Sol Güçler su sorununa ilişkin eylemlilik sürecinin başlamasıyla birlikte hızla harekete geçerek, su sorununun yoğun olarak yaşandığı Sultançiftliği, Okmeydanı, Piyalepaşa, Örnektepe ve Halkalı bölgelerinde halkın tepkilerine öncülük etmeyi bildiler. Çünkü suların akmaması, özellikle gecekondu halkının yaşamını olumsuz yönde etkileyen somut bir sorundu. Halkı sorunlarının çözümü için harekete geçirmede önemli bir manivelaydı. Yaşananlar bir kez daha, devrimcilerin halkı iyi tanıması, çelişkilerini, doğru değerlendirmesi ve potansiyel tepkilerini açığa vurabileceği noktaları yerinde ve zamanında yakalanması gerekliliğini ortaya koydu. Devrimci Sol Güçler halkın günlük, somut sorunlarına kayıtsız, duyarsız kalmama tavrını su sorununda da gösterdiler. Halkın hak arayışı eylemlerine örgütlülük ve mücadele bilincini taşıdılar. Halkın giderek yeni bir kalıba dökülmeye başlamasını, direnme, hak arama dinamiklerinin güçlenmesini iyi kavramak zorundayız. Halkın tepkilerini devrimci mücadeleden ve yarattığımız radikal kitle eylemlerimizden etkilenerek, örnek alarak çoğu kez örgütlü ya da ' örgütsüz de olsa açığa vurması, hak arama eylemlerine girişmesi, direnmesi önemli olaylardır. Perspektifimiz örgütlülüklerimizi, mücadele biçim ve araçlarımızı geliştirici, zenginleştirici olmalıdır. Gelişen kitle mücadelesi zengin derslerle dolu. Mücadele en iyi öğretmendir. Mücadele içinde öğrenmeye ve öğretmeye tüm gücümüzle devam edelim. * 9

10 MÜCADELE ÖRGÜTLÜ MÜCADELE Halkımızın Suyunu Kesenler Halkımızın Öfkesi Karşısında Yenik Düşecekler Büyükkentlertoplumumuzdaki tüm çarpıklıkların aynası haline gelmiştir. Farklı kültür çatışmalarının ve dejeneras yonun uç örneğini oluşturmaktadırlar. Plansız, programsız gelişen büyük kentler altyapı başta olmak üzere bir yığın sorunun batağındadır. Gecekondular, ulaşımı, akmayan suyu başta olmak üzere yeni sorunlar üretmeye devam etmektedir. Tüm bu olumsuzlukların üzerine yerel idarelerin beceriksizliği, olanakların belirli kesimlere peşkeş çekilmesi, yönetmedeki ilkellik eklenince sorunun vehameti gözler önüne serilmektedir. Demokratik kitle örgütleri olarak kitlelerin sorunlarını tespit etmeli, bir program saptamalı ve birlikte çözüm yolu bulmalıydık. Bu amaçla, kitle ile birlikte toplantılar düzenlendi ve sorunlar saptandı. Bunlardan en acili, için bir program dahilinde harekete geçme karan alıdı. Su sorunuyla ilgili bir çalışma yürütmek gerekiyordu. Halkımızın haklı istemi devrimci bilinçle ele alınmalı, örgütlü bir protestoya dönüştürülmeliydi. Yıllardır devam eden su sıkıntısı yaz aylarında çekilmez, dayanılmaz bir hal alıyordu. Yerel idarelerin ise kesin çözümü konusunda ciddi bir çalışması yoktu. Bu ciddiyetsizlik, duyarsızlık kamuoyuna teşhir edilmeliydi. Diğer taraftan, suyun hiç kesilmediği semtler vardı. Suyun dağıtımındaki bu adaletsizlik şaşırtıcı ama gerçekti. Suların akmaması yüzünden şu sonuçlara katlanıyorduk: Sular akmadığından temizlik vs. yapılamıyor. Zaten sınırlı olan gi yeceklerimiz kir ve pislik içinde kalı yordu. Mutfakta kaynatılan bir tencere çorba için bile artık su bulunamıyor du. Her türlü salgın hastalık ve ha şerenin oluşmasına zemin" hazırlan mıştı. Salgın hastalıklar yakamızı bı rakmıyordu. Akmayan sular için ödeme fatu raları geliyor, "Önce ödeyin sonra iti raz edersiniz." yaklaşımıyla adeta ha raç toplanıyordu. Tankerle gelen sular pis ve ça murlu idi. Temiz raporu bile alınma- dan veriliyordu. Bu yüzden yeni hastalıkların oluşumuna neden oluyordu. Üstelik bazen para alınıyor, bazen alınmıyordu. Demek ki keyfi davranılıyordu. Halkımızın, holdinglerin para ile sattığı suyu alacak gücü de yoktu. Za ten temiz su kaynaklarının özel şirketle re verilmesi ayrı bir adaletsizlik ve ayrı calıktı. Su tankeri semtlere geldiğinde mutlaka kavga çıkıyor, halk birbirine düşman ediliyordu. Hatta su tankeri altında ölenler, sakat kalanlar olmuş tu. Bu sorunlar çözülemez değildi. Halkımız bu sorunlara katlanmak zo- runda mıydı? Elbette hayır. İşte bu yüzden, suyun akmadığı semtlerde halkla diyalog kuruldu. İmza toplandı. Sorunun boyutları ve semtteki özgün şekli tespit edildi. Baskı oluşturacağımız kuruluş ve kurumlar saptanarak kesin çözüm talebi için protesto gösterileri örgütlendi. Tüm görüşmelerde bu gerçek hep dile getirildi: "Bizi oyalamak, geçiştirmek isteyeceksiniz, size inanmayacağız. Olumsuzluk olduğunda yine geleceğiz ve sorunlarımızın kesin çözümü için mücadele edeceğiz." Kitle rüşvet, hayali ihracat talep etmedi. Su istiyordu. Kokmamak, bitlenmemek, salgın hastalıklara yakalanmamak, çorbasını kaynatmak için su istiyordu. Bütün insanlara koşulsuz sağlanması gereken talepleri şunlardan oluşuyordu. -Altyapısı, su tesisatı bulunmayan semtlere hızla su tesisatı yapılmalıdır. Bu tamamlanana kadar yeterli miktarda temiz su verilmeli ve bundan ücret talep edilmemelidir. -Su dağıtımındaki ayrıcalık engel- lenmeli, her semte eşit su verilmelidir. -Su sorununun kesin çözümü için ne yapıldığı/yapılacağı açıklanmalıdır. -Temiz su kaynakları halkımıza parasız ve açık olmalıdır. Bunun dağıtımı örgütlenmelidir. Gereksiz harcamalar daha akılcı ve halkın Kullanımı için düşünülmelidir. Sorunun bu boyutu ve haklı istemlerimiz, yapılan çalışmalarla birlikte, istemlerimizin eylemli ifadesini gerekli kıldı. Sırayla gelişen gösteriler kitleye moral verdi, gücünü gösterdi. Kitle ile devrimciler yakınlaştı ve sıcak ilişkiler geliştirildi. Suyuz akmayan, ulaşımı düzensiz olan, evi yıkılan bizler değil miyiz? Bu yüzden sıkıntılara katlanan bizler değilmiyiz? Sorunlarımızı dile getirdiğimizde "oyalananlar" bizler değilmiyiz? Tepkilerimiz bütünleşmezse, kısa ömürlü bulanlarla, vaatlerle oyalanırız, başarıyı sürekli kılmak, kesin sonuç almak için daha fazla zaman kaybetmeyelim. Bizi alaya alanları, feryadımızı duymayanları tedirgin edelim, rahatlarım bozalım. Unutmayalım ki, biz milyonlarız. ESENLER: Aylardır suyun akmadığı bu bölgede, kadınlar tıpkı susuz Anadolu köylüleri gibi, çok uzak semtlerden su taşıyorlardı. Su tankerlerinin her gelişinde ise kavga çıkıyordu. Kitle ile görüşüldüğünde, radikal eylem önermeleri ve hemen gerçekleştirmek istemeleri sorunun ulaştığı boyutu da açıklıyordu. Bu yüzden beklemediler. Devrimcilerden neler yapılacağını duymuşlardı ya bu onlara yeterdi. İlk öfkelerini Atışalanı'nda sokağa taşıdılar. Yürüdüler, yolu kestiler ve su istediler. "Su verilecek." sözü ve örgütsüzlük yüzünden dağıldılar. Esenler'e bu ilk tepki yetmedi. Bu kez hemen bütün semtler boş bidonları, çocukları, kadınları, yaşlıları ile meydanlara yürüyordu. ( ) Hem de kişi ile değil, 6000 kişi su için yolları kesiyor, slogan atıyor, yürüyüş düzenliyordu. Üstelik sabahtan akşama kadar devam ediyordu. Ama bu kez Devrimci Sol Güçler eylemin içindeydi. Hak alma, sorununu sahiplenme bilincinin en güzel örneğini sunmuştu halk. Deretepe'de Devrimci Sol Güçler insiyatif koyarak yollarda barikat oluşturdu. Halkın öfkesini ateşe verdiler. Araba lastiklerini yola yığarak yaktılar. Kitleyi dağıtmak isteyen polise "Polis Değil Su İstiyoruz", "Haklıyız Kazanacağız" diye haykırdılar. Binlerin ağzından yankılandı. Kitle ile birlikte polis ve jandarmanın üzerine gidildi. Kazımkarabekir'deki Devrimci Sol Güçler ise yollara barikatlar kurdu. Kitle ile birlikte polis ve jandarmayı semtten kovdular. Onlar biliyordu ki, 12 Eylül öncesi, bu semt halkı polis karakolunu basmıştı. Haksızlıkların üzerine yürümüştü. Şimdi boş durulur muydu? Bu bayrak yere düşer miydi? Hayır, düşmedi, düşmeyecek! O gün devam eden gösteriler sonrası hemen hemen Esenler'in tüm semtlerine su verilmeye başlandı kişinin öfkesi hesaba katılmalıydı. Öyle yabana atılacak bir güç değildi çünkü. Ve Esenler'de bir direniş destanı yaşandı... SULTAN ÇİFTLİĞİ: Burada Devrimci Sol Güçler halkla geniş katılımlı toplantı düzenlediler. Su sorununda anlaşıp çalışmalara başlandı. İmza toplandı, kahve ve ev konuşmaları yapıldı. İşin ilginç yanı ise gericilerin çalışmaları baltalamaları ve bunu sahtekar yöntemlerle yapmalarıydı. Faaliyetin motoru Esentepe halkı idi. Bir gün önceden toplanılacak yer kitleye bildirildi. Ancak jandarma boş durmadı. Özellikle halkı tedirgin etmeye yönelik tavırlar içinde oldu. Buna rağmen, Çarşamba günü ( ) Sultan Çiftliği'nde yapılan yürüyüşten sonra Anakent Belediyesi'ne gidildi. Kitlenin taşıdığı pankart 'Vaat Değil Su İstiyoruz'du. Ayrıca çok sayıda döviz hazırlanmıştı. Anakent Belediyesi'ne gidildiğinde, giriş kapılarının önü kesilerek sloganlarla birlikte görüşme talebi iletildi. Önce hafife almak, savsaklamak istediler. Ama kararlılık ve kitlenin öfkesi buna izin vermedi. Çünkü su taşımak yüzünden sakatlananlar, düşük yapanlar oradaydı. Önceden saptanan görüşme heyeti istemleri 10

11 ÖRGÜTLÜ MÜCADELE MÜCADELE dile getirdi vekesin çözüm istedi.oyalanma vs. durumundaise daha sert tepkilerle karşılarınaçıkacaklarınıanımsattılar."namusuve şerefi" üzerinesöz verene, olası gelişmelersonrası,bu sözü anımsatılacak. Su tesisatının en kısa zamandabitirileceği, bu süre içindemahalleye tankerlerle suverileceğisözünden sonra kitleyürüyüşegeçip sloganlarlaotobüslere kadar yürüyor, dahacoşkulu ve moral kazanmışolarak geri dönüyor. Eyleminhemen ardından mahalle yedaha sık su tankeri gelmeye başladı.anakent Belediyesiönünde kitleye polis hiçbir müdahalede bulunmadı. HALKALI: Bu bölgedeki susuzluk kitleyi kendi içinde arayışa itmişti. Bölge halkının sorunlarıyla ilgili yapılacak toplantıyı duyduklarında hemen katılıyorlar. Ve Devrimci Sol Güçlerden var olan çalışmalarında kendilerine yardımcı olunmasını istiyorlardı. Biz de programımız kapsamında sorunu ele aldık ve çalışmalara başladık. Özellikle bu bölgede bir kişi su tankerinin altında kalarak ölmüştü. Öte yandan, biri de felç olmuştu. İşte insanın en doğal ihtiyacını karşılaması ve sonucu! İşte büyük insanlık! Bölge halkının bu duyarlılığı ve öfkesi yöneleceği hedefi biliyordu. Burada da bazı kişilerin çalışmaları sabote etmek istemesi ve gerici propagandalan ile karşılaşıldı. Bizim için bu engeller aşılmaz değildi. Nitekim aşıldı da. Çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu 600 kişilik kitle Halkalı'daki belediye şubesi önüne yürüdüler. "Su Dağıtımında Ayrıcalık İste.- miyoruz" diyorlardı pankartlarında. Yolu trafiğe kapatarak protestolarını devam ettirdiler. Belediye başkanı ile görüşme talep ettiler. Ancak jandarmanın saldırısı ile karşılaştılar. Üç kişi gözaltına alındı. Kitle ise omuzdaşlarını teslim etmedi. Jandarmanın üzerine yüründü ve üç kişi geri alındı. Bu arada, daha önceden oluşturulan görüşme heyeti istemlerini dile getirdi ve oyalama değil, kesin çözüm diye diretti. Verilen sözün ne kadar sürüp sürmeyeceğini zamanın göstereceğini, olumsuzluk olduğunda ise daha etkili yöntemlerle haklarını arayacaklarını belirterek Halkalı Meydanı'na doğru yürüyüşe geçtiler. Bu arada takviye jandarma kuvvetlerinin gelmesi dikkat çekici'oldu. Su için bile istemde bulunmak meğer ne büyük suçmuş! 5 saat süren bu eylem etkili ve örgütlü bir biçim- de sona erdi. Özellikle kadınların radikal tavırları dikkate değer gelişmelerdendi. GAZİ MAHALLESİ: Suların akmadığı bir gecekondu mahallesi de Gazi Mahallesi'ydi. Sanki cezalandırılmıştı. Öyle bir kenarda bırakılmıştı. Sorunla ilgili çalışmalara başladığımızda, halkın daha önce aralarından seçtikleri kişilerden oluşanbirheyetle görüşmedebulunmalarına rağmen, hiçbir değişiklik olmadığını gözlemlediler. Bu yüzden, imza kampanyası, ev ev konuşmalarda bize yardımcı bile oldular. Tüm hazırlıklar yapılarak Cuma günü ( ) gitme kararı alındı. Ancak bazı tereddüt ve o gün gelişen eksiklikler sonucu, gösteri Pazartesi gününe ( ) erteleniyordu. Burada gelişen bir olumsuzluk ise, 3-5 oportünistin kitlenin kafasını karıştırması ve "Biz İSKİ'ye gideceğiz." diye kendilerinin toparladığı kişilerle, bizim çalışmalarımız sonucu bir araya gelen bir miktar insanı alarak gösteri düzenlemeleri olmuştur. Kitleye de şu şekilde propaganda yapıyorlar: "Bunlar sizi kullanıyor. Sizi götürecekler, pankart asacaklar, sloganlar atacaklar. Size de aynısırtı yaptıracaklar ve polis sizi alacak vb." Bunlara kısaca şu örneği veriyoruz: Anakent Belediyesi önünde polis halkımıza, Devrimci Sol Güçleri kastederek, "Bunlar sizi kullanıyor, tahrik ediyor, vazgeçin." diyor. Olay bizim için gayet açık ve net. Şimdi bu insanlar düşünsün, hangi taraftalar? Cumartesi ve Pazar yapılan çalışmalar sonucu, kitle Pazartesi günü bir araya getirildi ve Anakent Belediyesi'ne hareket edildi. Bu arada Gazi Mahallesi'nden giden grup Gazi Karakolu'nun önünde çevriliyor. Ama gidenler arasında bir polisin hanımı var. Bizzat bu kadın polisin üzerine yürüyor. "Suyumuzun akmadığı doğru değil mi? Neden bizi engelli- Mücadele etmeden sorunlar çözülmez. Kalıcı bir çalışma ve kesin bir sonuç elde etmek için birleşelim Sorunun çözümünü takip edecek bir komite oluşturalım. Hiçbir şeyi kendiliğindenciliğe bırakmayalım. Hiçbir sorunu tek tek çözemeyeceğimizi bilelim. Örgütlü gücümüz ve mücadelemiz sorunlarımızı çözebilmemiz için elimizdeki tek silahtır. Bu gücümüzle yerel idarelerin ve hükümetin sorunlarımıza kesin çözüm bulmasını sağlayalım. yorsunuz?" diyor. Kitle Fatih İtfaiyesi'nin önünde otobüslerden inerek, Anakent Belediyesi'ne doğru, üzerinde "Hanedanlar Havuz Sefasında, Halkımız Su Kuyruklarında" yazılı pankartla yürüyüşe geçiyor. Bir polis ekibi müdahale etmek istiyor. Ama faydasız. Vazgeçiyor. Anakent Belediyesi önünde karayollarından gelenlerle birleşiyorlar. Toplam kişilik kitle, belediyenin önünde gösterilerine 1 saat devam ediyor. Susuzluktan yıkanamayan çocuklar, belediyenin havuzunda halkımızın yaratıcı düşüncesi ile yıkanıyor ve sorunu çözemeyenlere ibret-i alem olarak gösteriliyor. Daha önceden oluşturulan görüşme heyeti belediye başkanına istemleri iletiyor. Kesin çözüm istiyor. Dışarıda çevik kuvvet kitleyi dağıtmaya, gözdağı vermeye başlıyor. Ama nafile. Halkımız "Sizin suyunuz akıyor mu?" diye soruyor. Utangaç ve ezik polisler "Akmıyor ama sizi anarşistler kullanıyor." diyor. Kadınlarımız ise "Onlar bizim çocuklarımız, anarşist siz- lersiniz."diyor. Bu kadarın beklemeyen polis kitle üzeri ne hamle yapıyor.sonuç yine başarısız.kitle "Polis Değil Su İstiyoruz.' diye slogan atıyor. Görüşme tamamlanıyor Hemen 10 tanker su gönderi leceğive suların daha düzenli akacağı sözü veriliyor. Yine kitle sorunun takipçisi olacaklarını, sözün yerine getirilmediğindedaha etkili eylemlere yöneleceklerini ifade ederek tekrar yürüyüşe geçiyor ve otobüslerebinerek mahalleye geridönüyor, daha coşkulu ve dana radikal olarak. Bir gün sonraki Türkiye Gazetesi'nde bir sahtekarlık ör- neği sergileniyor. Gazi Mahallesi'nden giden bir ananın oğlunun elindeki oyuncak tabancanın fotoğrafını çeken işgüzar muhabir başlığı patlatıyor. Tahrik: Bu silahın burada iş ne?", Sahi orada işi ne, ihbarcı, emniyetin 5. kolu Türkiye gazetesi? Habercilik bu mu? Ayrıca gösteriye katılan iki kadıngaziosmanpaşa Karakolu'na çağrılarak 4 saat gözaltında tutuluyor ve "Sizi kim yönlendirdi? Söylemezseniz işkence yaparız. 1. Şube'ye göndeririz." diye tehdit ediliyor. Kadınlar ise kendileri bilerek ve isteyerek su için gittiklerini, kimsenin yönlendirmediğini bildiriyorlar. "Cağ atladık." diyenler kendileri için atlamış olabilir. "Önce insan" diyenlerin öncelik verdiği kişiler olabilir. Ama hiçbiri halkımıza dayanmamıştır. Bu yüzden, ömürleri uzun olmayacak. Küçümsedikleri, alaya aldıkları bu güç onları ezip geçecek. Halkın bu sorunu ve çözümü doğrultusundaki çaba ve eylemleri küçümsenecek şeyler değildir. Böyle düşünmek küçük burjuva dar kafalılığı olacaktır. Kitlenin durumunu çok iyi tahlil etmenin ve sağlıklı adım atabilmenin anahtarı buradadır. Bir yüzden, birlikte mücadele anlayışı çok iyi ele alınmalı ve kitle hızla örgütlenmelidir. Mahalli örgütlenmeler sağlamlaştırılmalı, kitle ile sürekli iletişim içinde olunmalıdır. Önümüzdeki günler çok şeyin değiştiği, geliştiği günler olacaktır. Buna ulaşmak ise faaliyetin her kesimindekilerin kendilerini hızla yenilemesi, küçük burjuva pisliklerinden arınmasıyla olacaktır. Haklıyız Kazanacağız.* SOYGUN, RÜŞVET, HAYALİ İHRACAT DEĞİL, SU İSTİYORUZ! HANEDANLAR HAVUZ SEFASINDA HALKIMIZ SU KUYRUKLARINDA) DEVRİMCİ MÜCADELEDE ESENLER, SULTAN ÇİFTLİĞİ, HALKALI, GAZİ MAHALLESİ HALKI 11 11

12 MÜCADELE "HANGİ YOL?" 'DEMOKRAT! MUHALEFET' Haziran 1990'dan itibaren 'Demokrat! Muhale-fet" adında aylık bir siyasi dergi yayın hayatına girdi. Tanıtım diyebileceğimiz yazısında, derginin 'değişen dünya dengelerine ve değişmek zorunda olan Türkiye'nin gereklerine cevap verecek yeni açılımların tartışma ortamı" olacağı ve "toplumsal muhalefet hareketinin dağınıklıktan kurtulması ve onun ey-em birliğini temsil edecek bir sözcülüğe kavuşturulması" ihtiyacına yönelik olarak çıkarılacağı ileri sürülüyor. Aynı yazıda, mücadele edecek tüm demokratlara, sosyalistlere ve sol hareket içindeki çevrelere "demokratik muhalefet hareketini yaratmak için" çıkarılan dergide yer almaları çağrısı yapılmaktan da geri durulmuyor. Hiçbir zaman iktidar bilincine sahip olmamış ye muhalif olmayı ezeli politika olarak benimsemiş olanlar, bugüne kadar kendi örgütlülüklerini bile sağlayamamışken, demokratik muhalefeti örgütleyip sözcülüğünü yapmaktan, solun kendi birliğini sağlamaktan söz ediyorlar, özünde ise, içinde bulundukları açmazı ve bunun üstesinden gelebilecek ruh ve dinamizmden yoksunluklarını, "sol" ve aydın potansiyele dayanarak aşmayı amaçlıyorlar. Yazıda ve derginin genelinde, ülkemizdeki sınıf mücadelesinin geleceğine ilişkin çizilen karamsarlık tablosu içinde kaybolan sözkonusu "iddia" ve "çağrı'yı bir kenara bırakırsak, şekilsizlik, subjektivizm, kendine güvensizlik ve karamsarlığın sınırlarını çizdiği oldukça traji-komik bir görünüm çıkıyor ortaya. Gerçekte yıllardır demokrat ve kendiliğindene! bir siyasi çizgiyi aşamayıp demokrat olmayı benimseyen, derjinin daha ilk sayısında, üç sayfa boyunca "Bugün Demokrat Olmak Zor* diyerek bunun teorisini yapan ve herkesin kendisini "Ben gerçekten demokrat mıyım, değii miyim?" diye sorgulamasını isteyen M.Pekdemir ve savunduğu anlayışın başını çektiği "Demokrat!", tam anlamıyla, sözünü eniğimiz kesimin ve genelde statükocu-reformist küçük burjuva aydınların ruh halini yansıtıyor. NİÇİN "DEMOKRATI"? M.Pekdemire göre, "sosyalistlerin önce ve mutlaka Demokrat!" olmaları gerekiyor. Zaten bunun için de demokratlık bayrağı havaya kaldırılıyor. Peki ama neden? Sosyalist kavramı yara bere aldı diye "demokrat'lığa mı soyunmak gerekiyor? Bugün "demokrat" adı, "sosyalist" adından daha mı saygın, daha mı az eskimiş? Evet, bugün "komünistlerin sosyal demokrat olduğu bir dünyada, demokratların şovenleştiği bir Türkiye'de" yaşıyoruz. Ama bu, sosyalizm bayrağı yerine "demokrat' bayrağını yukarıya kaldırmanın nedeni olabilir mi? Aksine, böyle bir dünyada ve Türkiye'de sosyalist kimliği öne çıkarmak, sosyalizm bayrağını yukarı kaldırmak önem taşıyor. Dünya ölçeğinde kapitalizmin güç kazandığı, sosyalizmin gerilediği bir süreçte, her şeye rağmen kendi kimliğinde diretmek, mevcut dalgaya karşı koyarak sosyalist değerlere ve geleneklere sahip çıkmak, sosyalizmi bütün yanlış imallara rağmen savunabilmek ve. onun gerçekte ne olduğunun anlaşılabilmesi için çaba göstermek anlamlıdır. Ve tarih bugün devrimcilerin önüne bu zor görevi koymuştur. M.Pekdemir her ne kadar "Sosyalizmin çöktüğünün iian edildiği bir dünyada, asıl olarak sosyalizmi savunabilmek gerekir." diyorsa da, benimsedikleri kimlik hiç de sosyalizm savunuculuğuna uygun düşmüyor. Demokratlık üzerine üç sayfa eveleyip gevelemesi de bu sıkıntının varlığını ortaya koyuyor. Açıkça ifade edilemeyen ama demokrat muhalefet başyazarının satır aralarında dile 12 DEVRİMCİ BİR YOL MU? DEMOKRAT BİR YOL MU? Devrimci bir yolun güçlükleri, gerekleri ve bedelleri vardır. Bunların başarılamadığı noktada demokrat bir yol savı ortaya atma ve sağcılığa kayış dur durak tanımamıştır. getirdiği görüşlerden az çok anlaşılabilecek bir sıkıntıdır bu. Devrimci bir siyasal mücadele ve örgütlenme çizgisi yerine, meşruiyet temelinde küçük burjuva aydınlarının benimseyeceği bir siyasal çizginin savunulması, ister istemez bu çizgiye uygun bir kimlik yaratmayı gerekli kılıyor. Bu anlamda, "Demokrat!" adı durup dururken seçilmiyor, bir ideolojik tercih sorunu olarak gündeme geliyor. Eğer bugün dünyada ve Türkiye'de, sosyalizm adına yaşanan gerilemeye uyum göstermekse amaç, bunu açıkça ortaya koymak gerekir; yok buna karşı direnilecekse, o zaman niçin demokratlık tartışması yapılıyor? Elbet bugün kendine demokrat diyenlerin aslında demokrat olmanın gereğini yerine getirmedikleri üstünde durulabilir. Bu bir gerçek. Ama bu durum sosyalistlerin "demokrat" kimliğini öne çıkarmalarının gerekçesi olabilir mi? Yeni keşfetmişçesine, gerçek demokratların sosyalistler olduğunu öne sürmek ve bundan hareketle demokratlık kimliğine vurgu yapmak hiç de ikna edici değil. Nitekim, demokratlık üzerine edilen onca sözden sonra "Demokrat! Muhalefefin başyazarı iki sayfa boyunca eveleyip. gevelediğinin farkına varmış olacak ki, "Kavramlar üzerinde biraz fazla mı durduk?" deme ihtiyacı duyuyor. Ve "demokrat" kimliğinin niçin seçildiğinin gerçek nedenini açıklıyor: "... Yeni politik tutumların kendini dayattığı bir süreçte, politik kimliklerin netleştirilmesine olan bu ihtiyaçtan söz ettiğimizi, demokrat ve sosyalist kimliklerinin örtüşmekte olduğu bir dünyada-ülkede yaşamaya başladığımızı vurgulamak istiyoruz; hepsi bu kadar." Evet, hepsi bu kadar... "Demokrat" adının, "yeni politik tutumların kendini dayatması" sonucu benimsendiği itiraf ediliyor. Peki, nedir bu yeni politik tutumlar? Bunları "Demokrat! Muhalefet" başyazarına ait yazıların satır aralarında bulmak olanaklı. Kendi kafa karışıklığının yarattığı belirsizlikleri taşısa da, bu yazılar, küçük burjuva aydın bakışının silahlı mücadeleyi reddeden ve "meşru* zeminde kalarak muhalefet etmeyi savunan kendiliğindene! mücadele anlayışını yansıtıyor. Zaten "demokrat!" bu anlayışa uygun düşen en iyi kimlik oluyor ya da kimliksiz olmaya bir "kimlik" bulmak için icat ediliyor. DEMOKRAT! MUHALEFETİN ÇİZGİSİ: BELİRSİZLİK Demokrat! Muhalefet'i okuyanlar ilk anda şu soruyu soruyor: Bu dergi niye çıkıyor, neyi amaçlıyor ve neyi savunuyor? Buna net bir yanıt vermek hayli güç çünkü ne söylendiği, neyin savunulduğu belirgin değildjr. Demokrat! Muhalefet sosyalist bir yayın organından çok, küçük burjuva demokratlarının çıkardığı bir yayın organına benzemekte, içinde yer alan yazılar küçük burjuva aydın yaklaşımının hemen tüm belirgin özelliklerini yansıtmaktadır. Aslında Demokrat! Muhalefet, DY çevresinin yaşadığı ideolojik bunalımın boyutunu ortaya koymakta, içinde bulundukları çıkmazı göstermektedir. Başyazılar, kafası karışık bir küçük burjuva aydınının ruh halini yansıtan, görünüşte çok şey söyleniyormuş havası taşısa da, özünde hiçbir şey söylenmeyen yazılar niteliğindedir. Bu haliyle Demokrat! Muhalefet, DY çevresinin içinde bulunduğu tıkanıklıktan çıkabilmesi için gerekli ve zorunlu olan bir planın öğesi olabilmekten uzaktır. Ve ihtiyaçlara yanıt verebilmesi bir yana, neyi amaçladığı da belirsizdir. Örneğin, sol içi polemiklerin dergiye taşınmasına karşı olunduğu söyleniyor. Peki ama bu polemikler başka nerede yapılacaktır? Yoksa polemik yapmaktan tamamen vaz mı geçilecektir? Devrimciler kendi görüşlerini savunurken, doğal olarak yanlış buldukları görüşler eleştirecekler, gerektiğinde polemik de yapacaklardır Sosyalist bir yayın organı böyle bir işleve sahip olmak zorundadır. Ama Demokrat! Muhalefet bunu yanlış buluyor. Bu anlayış 'birlik* adına şekilsizliği, uzlaşmacılığı kendi doğrularına inançsızlığı ifade etmiyor mu? Sosyalist bir yayın organı kendini sadece burjuva ideolojisiyle mücadele etmekle sınırlayabilir mi? DY çevresinin bugün içinde bulunduğu durum dikkate alındığında, bu çok daha önem kazanıyor. Öncelikle kendi çizgisini geçmişi ve bugünü ile netleştirmek* ihtiyacı içinde bulunan bu çevrenin, daha iç ideolojik birliği bile sağlayamamışken, ideolojik mücadeleyi burjuva ideolojisine karşı çıkmak düzeyinde ele alması ve bununla sınırlaması, ister istemez başka şeyleri de düşündürtüyor. Acaba başka şeylere hazırlık mı yapılıyor? Demokrat! Muhalefet bu hazırlığın bir adımı mı, yoksa başka bir şey yapamama çaresizliğinin ürünü olarak ortaya çıkan bir "çare" mi? GEÇ DE OLSA "İŞÇİ SINIFI" YENİDEN KEŞFEDİLDİ! 71 sonrası cezaevine girip çıkan "Kurtuluş'çuları hatırlatırcasına, '80'li yıllar boyunca hiçbir şey yapmayıp, sonuçta cezaevinde işçi sınıfını "keşfeden" M.Pekdemir ve savunduğu anlayış, bu konudaki ilk yazılı "öngörü'lerinden birisini, İşçilerin Sesi Dergisi için yaptığı röportajda, "İşçi hareketi, kuşku yok ki, toplumsal muhalefetin ekseni olacaktır." diyerek bildirmiş ve bu arada "devrimci hareketin, her on kadrosundan altısını işçi sınıfı içerisinde çalıştırması gerektiği" fetvasını vermişti. Kendiliğindenciliğe tapan, iradi olarak siyasi bir pratik ve faşizme karşı kararlı, militan bir mücadele Çizgisi geliştiremeyenlerin, işçi sınıfının kendiliğinden nitelikli mücadelesine bel bağlaması ve bunun teorisini yapması, dünya ve ülkemiz solunda on yıllardır yaşanan ve kökleri küçük burjuva sınıf özelliklerinde yatan bir handikaptır. Bu anlamda, M.Pekdemir ve savunduğu anlayış sahipleri oldukça geç kalmış sayılmalıdır. Ancak yine de, yazıda yılların revizyonist-reformistlerini aratmayan bir üslupla, "Artık, bu ülkenin solcularının da 'merhaba proletarya' diyerek", "sınıfın çağrısına uyması gerekliği yüksek sesle ifade ediliyor. Ve hala, bu köhnemiş düzenden kurtuluşun ancak işçi hareketinin toplumsal muhalefetin ekseni durumuna gelmesiyle gerçekleşeceğini göremeyen ve "kör olmayı istemekten başka bir kaçış yolları kalmayan" "sorumsuz solcular"a kızıyor M.Pekdemir: "Bugün için potansiyel olarak işçi muhalefeti güç kazanabilir bir yönelim taşımakta ise de, çeşitli yönlerden çekiştirilerek takatten düşürülüyor ve patronuyla, bir kısım sorumsuz solcusuyla, güçsüzleştirilmesi için pek çok şey yapılıyor..." Bu satırları yazanların işçi sınıfı içindeki varlıklarını ve çalışmalarını doğrusu merak ediyoruz. "Sorumsuz solcular'la kimleri kastettiklerini bilmiyoruz ama işçi sınıfı içinde hiçbir ciddi devrimci faaliyet yürütmeden, sınıf adına konuşup yüksek perdeden ahkam kesenlerin sadece kendileri olmadığı kesin. Bugün DY çevresinin, kendilerinden çok önce işçi sınıfını keşfetmiş "kaşiflere" katılması hiç de şaşırtıcı değil. Aslında, dün de benzer görüşler açıkça ifade edilmese de savunuluyordu ama içinden geldikleri geleneğin tabandaki güçiü etkisi, bu düşünceleri ortaya koymalarını engelliyordu, içine düştükleri dağınıklık ve ideolojik belirsizlik ortamı, dün söylenemeyenlerin bugün açık olarak dile getirilmesine neden oluyor. Sözde de olsa savunulduğu söylenen "halk savaşı"nın bir anda unutulması ve "işçi sınıfı" edebiyatının yapılmaya başlanması bu yüzdendir ve artık her şey yerli yerine oturmaktadır. DY ÇEVRESİNİN BİRLİĞİ "DEMOKRAT! MUHALEFETLE Mİ SAĞLANACAK? Yazıda, DY çevresinin mücadele içinde kayda değer bir şey yapamaması, üretememesi ve siyasi planda bir gelişim gösterememesinin etkisi her yönüyle kendini gösteriyor. "Türkiye Nereye?" tribünlerden yazılmış bir yazı. Ülkemizde, siyasal plandaki muhtemel gelişmeler üzerinde durulup kendi deyimleriyle "ihtimal hesapları" yapılırken, mücadele ve devrimci savaşım adına ya hiçbir şey denilmiyor ya da ciddi ve faşizme karşı güçlü, militan bir mücadele ve direniş çizgisini temel alan öner-

13 'ÜNLEMLİ DEMOKRAT' MÜCADELE melerden uzak, oportünist ve reformist kulvarlarda olmayacak örgütlenme hayalleri kuruluyor. Ancak yine de haksızlık etmeyelim. "Sosyalistlerin birliği' üzerine değinmekten geri kalmıyorlar. Ne tevazu! Ertuğrul Kürkçü'nün aynı dergideki "Birlik Modelleri ve Birlik İmkanları" başlıklı yazısını ve de "1986'dan başlayarak 'sosyalistlerin birliği' talebinin karşılanmasına yönelik üç girişim* olarak, önce M.AIİ Aybar'ların çabasıyla başlayıp farklı bir gelişim göstererek SP(!)'nin kurulduğu girişimi, ardından TBKP'yi ve son olarak da Kuruçeşme Toplantıları'nı gerçekleştirenleri kastederek, şöyle diyor M.Pekdemir: "...Dergimizin bu sayısında yer alan sosyalistlerin birliğine ilişkin yazıda değerlendirilen üç 'spectacular' ('kayda değer' anlamında -bn-) girişimin yanı sıra, sessiz ve derinden gelişen bir dördüncü girişimi de dikkate almak gerekiyor. Basında lanse edilmediği için pek farkına varılamayan bu sessiz girişimciler, nitelik-niceiik olarak belki bu üç girişimi de aşan bir düzlemde gençlik-işçi-öğretmen vb. muhalefet hareketinde yer alıyorlar, aydınlarımız gibi ve belki onlardan biraz daha etkin bir şekilde, kitleler ile muhalif eylemler de yapıyorlar. (...) Sosyalistlerin birliğini, bugün öncelikle muhalefetin birleşik gücünün yaratılmasında görüyor." (abç) İfadeler yorum gerektirmeyecek kadar açık... Evet, herkes kendi yerini kendi belirliyor. Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde... Ama soralım: Ne zamandan beri sosyalistlerin birliği, başlattıkları girişimle SP gibi ihbarcı-aydınlıkçıların parti kurmalarından başka bir sonuç vermeyen M.Ali Aybar'ların girişimine, TBKP gibi yasallaşmak için her şekle girmeye hazır reformistlere ya da yıllardır herhangi bir ilişkisi kalmamış "aydın'lara kaldı? Yazar kendi "sessiz ve derinden giden girişimini" nasıl oluyor da bu üç "spectacular" girişimin yanında sayabiliyor? Dahası, nasıl oluyor da kendileriyle, niyetlerinden bağımsız bir girişim izlese de, Aydınlıkçı karşıdevrimcilerin SP gibi bir parti kurmasıyla sonuçlanan bir girişimi, "solun birliğini sağlama"(!) adına birlikte anıyor? Hani, nerede sözü edilen "gençlik-işçi-öğretmen hareketinde yer alanlar", devrimci mücadele adına ne yapıyorlar? Yoksa, önce "Demokrat!'ta farklı muhalif görüşleri toparlayıp, "muhalefetin birleşik gücü* yaratıldıktan sonra mı birliğinizi sağlayacaksınız? Yazıdan doğrudan böyle bir anlam çıkıyor. Sizler, sorumluluğu üzerinizden atıp her şeyi gelişecek toplumsal muhalefete havale ederken, olsa olsa oportünistlerin, yılgınların, ilkesizlerin birliğini sağlayabilirsiniz. Devrimcilerin ve mücadeleden yana olanların değil! Ve bu birlik hep yıkılmaya mahkum olacaktır. Yazdıklarınızda ve söylediklerinizde özgüven, ilkeler ve mücadeleye yer yok çünkü. DEMOKRAT! MUHALEFET * SİLAHLI MÜCADELEYE KARŞI MI? "Türkiye Nereye?" başlıklı yazıda tam bir terör edebiyatı yapılıyor. Silahlı devrimci mücadeleyi faşist terörle birlikte aynı kefeye koymaya kalkışan bir kafa yapısı hakim. Ve sanki her şeyi egemen sınıflar yönlendiriyorlar! "Devlet" ve ezen-ezilen sınıflar ilişkisi, adeta egemenleri ve devleti bir uzlaşma aygıtı olarak gören sınıf işbirlikçilerinin sivil toplumcu bakış açısıyla tersyüz ediliyor. Terörün, halkı sınıflar mücadelesinden caydırmak, sindirmek ve de devrimci mücadeleye çok yönlü saldırmak amacıyla değil de, halkı "otorite arayışına itmek" için uygulandığını, toplumun bunun için terörize edildiğini ileri süren bir anlayış konuluyor ortaya. Ve sadece bununla da kalınmıyor. "... Hiç olmazsa küçük adımlarda buluşmak, bu da olmazsa devletin politikalarını kolaylaştırıcı zeminleri yaratmaktan uzak durmak için çaba sarf etmek tercih nedeni olmalıdır. Bugün sol güçlerin bir kısmı izledikleri akıldışı politikalarla nesnel olarak toplumun terörize edilmesinde neredeyse rol alır bir duruma düşebiliyor..." (abç) diyerek, "Böyle bir olumsuz tablo karşısında politik cesareti korumak elbette çok zor bir iştir." diye aklınca uyarıda bulunuyor M.Pekdemir.* Evet, tüm bu yazılanlar karşısında söylenecek fazla bir şey kalmıyor: Devletle savaşıma girme cesaretinden, yoksunluk!.. Sakın ola, olmayan "politik cesaretinizi" kaybetmeyin! Sonra, oligarşinin baskı-yasak politikaları ve katliamları karşısında sizin gibi "yeni açılımların tartışma ortamı" peşinde koşmak yerine, canlarını feda edip silaha başvuran, bugün her şeye rağmen mücadeleyi yükseltmekte ve kitleleri faşizme karşı militan bir mücadele hattında harekete geçirmekte kararlı olan ve davranan devrimcilere ve eylemlerine daha çok küfredersiniz. Evet, soruyoruz: "İzledikleri akıldışı politikalarla 'nesnel olarak toplumun terörize edilmesinde rol alan'lar kimlerdir? "Aksoy, Emeç ve benzeri eylemler" derken, "ve benzeri eylemlerle hangi eylemleri kastediyorsunuz? Silahlı devrimci muhalefete karşı tavrınız nedir? Açıklamanızı bekliyoruz. Sizlerin 12 Eylül mahkemelerinde silahlı devrimci eylemleri (örneğin, bir Nihat Erim'in cezalandırılması eylemini) faşist katliamlarla bir arada lanetleyerek saydığınızı bilmeyenler, bütün olanları "toplumun cinnet nöbetleri" şeklinde değerlendirip "Devletin meşru güçleri müdahale etmeliydi." feryadınızı duymayanlar belki bugün söylediklerinizde bir detece "saflık" arayabilirler. Ancak sizi yakından tanıyanlar için buna gerek yok. Sınıflar mücadelesini egemen sınıfların oyunu- Emperyalizme ve Faşizme Karşı Devrimci Gençlik Dergisi'nin Haziran '90 sayısında "Örgütlenmede Merkezileşmeye Doğru" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yalan ve demagoji üzerine kurulu yazıda, İYÖ-DER 1980 sonrası gençlik mücadelesinin "ilk tekkesi" olarak nitelendirilmektedir. Biz, Demokrat! (ünlemi de var!) Arkadaşların sıkıntısını çok iyi anlıyoruz. Anti-DEV-GENÇ, Anti-Devrimci Sol Güçler temelinde "dışa karşı" bir arada gözüken ama kapı kapanınca içeride birbirine düşen, morali bozuk, dejenere ailelere benzeyen "Ünlemli Demokrat 1 Arkadaşlar kendi tekkelerini bir türlü kuramamanın hezeyarıyla, yalan, demagoji ve spekülasyona gereksinim duyuyorlar. İYÖ-DER'i 1980 sonrasının ilk tekkesi olarak nitele- yenler, tekke kurmanın bile birçok özellikler gerektirdiğini, tekke kurabilmek için bile her şeyden önce ortak bir inanç, inanmış bir insan topluluğu ve bu topluluğu altında toplayacak bir çatı gerektiğini unutuyorlar! Demokrat! Arkadaşlarımıza soruyoruz: Sizi bir araya getiren ortak bir inanç, bir ideoloji var mı? Tek bir ideoloji etrafında birleşmiş, anlaşmış bir topluluk musunuz, yoksa yılgınlığı, pasifizmi, mücadele kaçkınlığını ortak payda edinmiş bir "güruh" mu? Size şekil veren düşünceler ve değerler nereden geliyor? Siz ideolojik gıdanızı nereden aldınız? Sizi biçimlendiren, silaha başvurmayı, "delilik", 12 Eylül öncesi sınıflar mücadelesini "toplumun cinnet nöbetine tutulması"* ve "kaosa sürüklenme" olarak niteleyen anlayıştır. Bu anlayış kendisini 1961 Anayasasını korumakla yükümlü gördüğünü üstüne basa basa vurgulamış ve "Olayların önlenebilmesi için faşist saldırıların durdurulması yeterliydi." diyerek** devrimci mücadeleyi "önlenmesi gereken olaylar" kategorisinde değerlendirmiştir. Bununla da kalınmamış, dilekçelerde Nihat Erim eylemiyle DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in katledilmesi aynı kefeye konarak değerlendirilmiş ve "Mesele devleti savunmaksa, devlet meşru güçleriyle kendini savunamaz mıydı?" denebilmiştir. Devletin ordusunu, polisini, MiT'ini vb. "meşru güçler" olarak niteleyenler, bu "gerçekleri" TBKP liderlerinden önce keşfetme şerefine nail olurlarken, belki de bu keşiflerinin cunta mahkemelerinin tutanaklarında tozlanıp kalacağını düşünüyorlardı. 12 Eylül'ün hemen ardından örgütsüzlüğe, dağınıklığa, yılgınlığa, pasifizme mahkum olanlar, hala devam eden dağınıklıkları nedeniyle tekke dahi kuramamalarından dolayı, başkalarını "tekkecilik" ile suçlama şansını elde ettiklerini sanmaktadırlar. na gelme olarak yorumlayanların, devleti her şeye kadir olarak görenlerin, yukarıda yazdıklarından farklı şeyler yazıp söylemeleri beklenemezdi. Ama yine de önerimiz siz devrimci eylemlere küfretmeyi, onları karalamayı bırakın. O misyonu devlet zaten üstleniyor. M.Pekdemir yazısını "Bugün en kötü iş susmaktır." diyerek bitiriyor. Doğrudur, oligarşinin işlediği cinayetler ve terör politikası karşısında susanlar, niyetleri ne olursa olsun, yapılanları kabullenmiş demektir. Ancak daha kötüsü de var: Oligarşinin tüm kurumlarıyla sürdürdüğü terörizm edebiyatına "sol'dan çanak tutmak... Böyle olursa "Demokrat!"lığınıza baştan gölge düşecek! "Devrim ci" bir Yol'dan "Demokrat!" bir Yol'a ince bir geçiş yapılirken, bunlara dikkat etmeniz gerektiğini sanıyoruz. Yoksa gerçek demokratlar alınabilir. (*) Aynı sayfalarda, "Çok Bildik Kabus; Terör" başlıklı yazıda, A.Bostancıoğlu, M.Pekdemir'in terörle ilgili söylediklerini tamamlıyor. Bu paraleldeki benzeri yazılarla dergi kendi içinde uyumlu bir bütünlük oluşturuyor. TEKKE BİLE OLAMAYANLARIN TEKKECİLİK ELEŞTİRİSİ Devrimci Gençlik'! tekkecilikle suçlayan "Ünlemli Demokratlar"ımız, kitleleri etkileyebilmek için, olgun ve ders verir havalarda şöyle yazıyorlar: "Kimi arkadaşların pek sevdiği reklamcılık işlerine rağbet etmeyişimiz ise kimliğimizi saklamaktan değil, farklı bir kimliğe sahip olmamızdan gelmektedir." (agy.) Demokrat! Arkadaşlara soruyoruz: Siz hangi kimlikten söz ediyorsunuz? Biz yazılarımızda kimliğinizi saklamanızdan söz ederken, sizi onore etmiştik. Ama siz bunu anlamadınız. Arkadaşlar, sizin kimliğiniz yok ki, saklayasınız! Siz kimliğinizi daha cunta öncesinde terk etmeye başlamıştınız ve bu süreci cunta sonrasında işkencehanelerde, cezaevlerinde, cunta mahkemelerinde ve diğer alanlarda tamamladınız, yani kimliğinizden tümüyle soyundunuz. Kimliğinizi saklamaktan söz ederek yaptığımız yanlışı düzeltiyoruz! "Önlemli Demokrat Arkadaşlara, yalanla, demagojiyle, spekülasyonla siyaset yapılamayacağını anımsatmak istiyoruz. Gençliğin geçmişi bilmediğini sanarak, İYÖ- DER'i tekkecilikle suçlamaya kalkışırken, oynadığınız yavuz hırsız" rolünüz sırıtıyor. Çünkü daha dün Yıldız- Der seçimlerinde, Kocaeli'den yirmi arkadaşın üye kayıtlarını silen ve seçimi kaybetme korkusuyla 'yeni üye kaydı yapmayan sizdiniz. Şimdi kalkıp da İYÖ-DER'i tekke olmakla suçlamak ve demokrasi dersi vermeye kalkışmak, başını kuma gömerek her tarafını gizlediğini sanan devekuşunun düştüğü durumdan daha komiktir. Taraftar"ı olduğunuz çizginin ayıplarını örtmeye kum çölleri bile yetmezken, başkalarına çamur atmaya kalkmanıza ne demeli! İki yıl geriden de gelseniz, bugün merkezi derneğin gerekliliğini kabul etmek zorunda kalmanız sevindiricidir. Ancak öğrenci gençliğin merkezileşmesinin önüne geçemeyeceğinizi anlayınca, süreci tıkamaya çalıştığınızı ve federasyon vb. önerileriyle zaman kaybına neden olduğunuzu unutturamazsınız. Her zaman örgütlenmeye, merkezileşmeye karşı oldunuz ve bu tür çabası o/an bizlerin önüne hep barikatlar kurdunuz. "Ekmek yapamazken pasta yapılmaz." deyişinizde kendi tekkelerinizi kuracak gücünüzün yokluğunu, "halipür melalinizi" tüm öğrenci gençliğe mal etmek istiyordunuz. Değil merkezileşme çalışmalarına katılmak, gençlik dergileri/çevreleri platformuna, merkezi dernek paneline dahi katılmadınız. Merkezileşmenin adını dahi duymak istemiyordunuz. Ama süreç sizi öyle bir noktaya sürükledi ki, hem merkezileşmeden yana gözükmeli, hem de o/anca gücünüzle merkezi derneğin kuruluşunun önüne geçmeliydiniz. 13

14 MÜCADELE DEMOKRAT NEREDE? "Bugün DEV-GENÇ örgütsel bir yapı olmaktan ziyade, geride kalan 20 yıl boyunca Kendinizi DEV-GENÇ geleneğinden sayıyorsanız, 20 yılın son 10 yılında varlık gösteremediğinizi, bu nedenle ortada bir matematik yanlışı olduğunu anımsatalım, -bn-) gençlik hareketine damgasını vuran bir mücadele geleneği olarak kavranmalıdır." (Demokrat Arkadaş, sayı 1, Çıkarken) Evet, bu sözler sizi çok iyi ifade ediyor. Örgüt değilsiniz, örgütlü değilsiniz ama DEV-GENÇ'in kesintisiz 20 yıldır süren mücadele geleneğine ve adına sahip çıkıyor görünerek varolmaya çalışıyorsunuz. Ve bu uğurda hiçbir ahlak kuralı tanımıyorsunuz da. Ahlaka verdiğiniz değerden dolayı, İYÖ- DER'in kuruluş sürecindeki gerçekleri çarpıtmakta sakınca görmemişsiniz. Bu nedenle, biz, Devrimci Gençlik'in 6. sayısında yayınlanan "İstanbul Öğrenci Demekleri Platformu (İÖDP) Merkezi Örgütlenme Kurultayı Çalışma Komisyonu"nun deklarasyonuna atıfta bulunarak, "Önlemli Demokratlarımız'ın yalan ve demagojilerine kısaca değinelim: - 2 Nisan'da İÖDP'de "Ön Komisyon" kurulması karan oybirliğiyle alındığı halde, 4 Nisan'a kadar, belirlenmiş komisyon toplantılarının (4 toplantı) hiçbirine niçin katılmadınız? Yazıda bu durum, "bu kararın alınmasından sonra iki gün içerisinde Ön Komisyonun toplanamaması denerek geçiştiriliyor. Peki, ün Komisyon" niçin toplanamadı? Defalarca çağrı yapıldığı halde neden gelmediniz? - 5 Nisan'daki toplantıya sadece 15 demeğin temsilci sinin katıldığının yanıt niçin yine yalanla veriliyor? "Bir çok demeğe haber verilememesi, haber verilenlere de gündemin yanlış bildirilmesi" derken, gerçeklerin bu den li hayasızca çarpıtılmasından ne yarar umuluyor? (Günde min yanlış bildirilmesi tamamen yalan olup, o günlerde İÖDP'nin tek bir gündemi vardır: Merkezi demek.) Kaldı ki, gündem yanlış bildirilse bile, bu, toplantılara katılma ma gerekçesi olamaz. - Merkezi demek çalışmalarını fiilen engellemek için "Ön Komisyon" toplantılarına katılmayan Demokrat Arka daşlar şunları yazmakta hiçbir sakınca görmüyorlar: "Tümüyle Çözümcü temsilcilerden oluşan 5 kişilik bir Çalışma Komisyonu kuruldu." Peki, biz ne yapmalıydık? Bütün ısrarlarımıza karşın, Çalışma Komisyonu'na katılmayan siz değil miydiniz? Merkezi dernek kurma çalışmalarına katılmamakta ısrar edenleri ve fiili engel oluşturanları Çalışma Komisyonu toplantılarına zorla mı getirseydik acaba ya da merkezi demeğe karşı olanları gıyaplarında temsilci mi seçseydik? Keza, bunu da önerdik. Ama yine kabul etmeyen sizlerdiniz. Komisyona girmemeye adeta yemin etmiştiniz. Tabii nedeni sonradan anlaşıldı. Size, çok saçma da olsa, çalışmaları engellemek, öğrenci hareketini bölmek için bir gerekçe lazımdı. Ve bu gerekçeyi bulmakta öylesine acizdiniz ki, komisyona katılmayarak kendi kendinizin gerekçesini çok kaba biçimde yaratmak zorunda kaldınız... - Bizi tekkecilikle suçlayanlar, Çalışma Komisyonu nun 10 kişiye çıkarılması önerisini (o güne kadar toplantı lara katılmayanların da komisyona temsilci olarak girebil melerini sağlamak için) kabul ettiğimiz halde komisyona girmemekte direnenlere başka ne teklif etseydik? Merke zi demeği kendi örgütlülüklerini oluşturabilecekleri "fi" ta rihine kadar ertelemek isteyenlere daha ne yapsaydık? "Önlemli Demokratlar" yazılarında "İÖDP'den ayrılan derneklerin üyeleri arasında görülen birim demeği eğilimleri" diyerek bir kez daha yalana ve spekülasyona başvurma gereği duyuyorlar. DEV-GENÇ'liler birim derneklerden çekinmedikleri gibi (Bunu canı gönülden isteyenlerin olduğunu biliyoruz.), Öğrenci gençlik hareketini bölenlerin birim demeklerini işlevsizleştirmelerine karşı da mücadeleye devam edecektir. Evet tekrarlıyoruz: Tekke" olmak için öf/e inanmış bir insan topluluğu, ortak bir inanç ve çatı olmalıdır. Sizin sıkıntınız da bunun yokluğudur. Bu sıkıntıyla saldırganlaşıyorsunuz. Geçmişte hemen herkesle çatışan DY Dergisi çevresinin, onlarca devrimcinin kanını tekke" çıkarlarını korumak için döktüğü henüz unutulmadı. Biz öğrenci gençliğin mücadelesine sıçrama yaptırmak için uğraşırken, birileri de bizimle uğraşıyor. Şunu söyleyelim ki, kendi örgütsüzlüğünü, dağınıklığını öğrenci gençliğe mal etmek isteyenler bunu başaramayacaklar! Bir kimlik sahibi olmak, öğrenci gençlik içinde saygın bir yer edinmek isteyenler oklarının yönünü DEV- GENÇ'e değil, emperyalizme, oligarşiye ve faşizme çevirmek zorundadırlar. 14 (*) Nasuh Mitap-ın Sıkıyönetim Mahkemesi'ne verdiği 22 Aralık 1986 tarihli dilekçesinden. (**) Devrimci Yol Savunması, "Türkiye Gerçeği', Derleyen: Oğuzhan Müftüoğlu, syf.267. DEVRİMCİLER SOKAKTA MUHALEFETİN ÖNÜNDE DEMOKRAT! NEREDE? Demokrat!'ın Ağustos '90 sayısında "Muhalefet Kim? Muhalefet Sokakta! Devrimciler-Sosya-listler Nerede?" başlıklı bir yazı yayınlandı. Ya-_ zarın siyasi misyonu bilinmese, temsil edilenin özellikle son on yılı bilinmese, yazı okuyana, ilk andaki çok çarpıcı, coşkulu ve aldatıcı söylemiyle radikal gelebilir. Ama bu söylemi kazıdığımızda, altındaki gerçeklerle karşı karşıya geliyoruz. Yazarın, Demokratl'ın ilk sayısındaki "Demokrat Olunmalı" çağrısından, bugün "devrimci olunmalı", "isyankar olunmalı" çağrısına geçişini ya da söylemde de olsa terfi edişinin altında yatan gerçek nedir? Yazı baştan aşağı küçük burjuva solculuğunun ruh halini yansıtıyor. Neden mi? Onlar, 12 Eylül öncesi burunlarından kıl aldırmayıp, "Cunta gelirse inine sokarız." diyenlerdi. 12 Eylül'le birlikte tam bir örgütsel ve ruhsal çöküntü yaşayarak, kendilerini Türkiye devriminin "merkezi", en "güçlü", en "büyük" görmekten, teslimiyet içine düşüp "örgüt" olmadıklarını ispat için her yola başvurdular. Devleti yıkmak diye bir sorunlarının olmadığını açıkladılar. Onlar sadece bir "dergi'ydiler. 10 yıl boyunca örgütsüzlüğün propagandasını yaptılar. Oligarşinin 12 Eylül sürecinde bir ölçüde başarılı olduğu örgüt fobisi yaratma, örgütsüzleştirme, bireyleştirme çabasına "sol'dan destek oldular. Kendileri açısından bile ne olduğu belli olmayan, kim neresinden tutarsa o yöne çekilen, şekilsiz, muğlak, birçok otonomiden oluşan bir Devrimci Yol'culuk bıraktılar ortada. Sokakta, dağlarda, işkence tezgahlarında, darağaçlarında katledilen, cezaevlerinde yıllarını geçiren, geçirmeye devam eden binlerce insanın sorumluluğu üzerlerindeyken, "Zaten örgüt değildik, değiliz.* diyerek günahlarından tam bir riyakarlıkla, pişmanlıkla sıyrıldılar. Hesap vereceklerine, geçmişlerinden kaçarak, örgüt olan devrimcilere, örgütlü güçleriyle yaşamın her alanında direnenlere, savaşanlara yalanlarla, spekülasyonlarla saldırdılar. İşte şimdi bunlar örgüt olmaya davetiye çıkarıyorlar. Nasıl bir örgüt ve hangi yüzle?.. Evet, daha dün demokratlıktan dem vuran yazarımıza bugün devrimci olalım, isyan edelim dedirten nedir? Bu bizim için sır değil. Küçük burjuvazi hep böyledir. Devrimci muhalefet yükselip, yığın eylemleri ortalığı kapladıkça bir anda heyecanlanır, kabına sığamaz olur. Söylemi radikaileşir, her şeyi yine kendi odağında düşünmeye başlar. Ama bir bakarsınız, oligarşinin sert bir saldırısı karşısında hemen zıddına dönüşüverir, karamsarlaşır, teslim bayrağını gemisinin bordrosuna çekiverir. Yazarda da aynı ruh halini görüyoruz. Diyor ki: "Geçmişte devrimciler işçilere, emekçilere 'öğretir'lerdi, onları 'bilinçlendiriherdi... Şimdi işçiler öğretiyor! Yetmedi mi? Memurlar öğretiyor! Yetmedi mi? Armutlu'daki gecekonducular, Atışalanı'ndaki emekçiler öğretiyor!" Evet, yetmedi Bay Pekdemir! Unuttuğunuz, görmediğiniz ya da görmek istemediğiniz, daha doğrusu, görmeye tahammül edemediğiniz çok şey var. Biz yine de iyi niyetli bir yaklaşımla, görmediniz, göremediniz varsayıp diyoruz ki, önce yaşama kalem salladığınız odanız- dan değil, mücadelenin içinden bakın. Bakın, çok şeyler göreceksiniz. 12 Eylül karanlığını her koşulda direnerek, mücadele ederek paramparça etme yolunda her geçen gün daha hızlı koşanları göreceksiniz. O zaman "Muhalefet Kim?" diye soramayacak, muhalefetin kim olduğunu göreceksiniz. 'Muhalefet Sokakta!' demeniz yetmeyecek, muhalefetin önünde güçleri yettiğince yürüyen devrimcileri göreceksiniz. "Devrimciler-Sosyalistler Nerede?" diye soramayacak, devrimcilerin başından sonuna kadar memur eylemlerinin en önünde, olduğunu, Küçükarmutlu gecekondu halkının onurlu ve örgütlü direnişinde devrimcilerin onlarla omuz omuza olduğunu, su için yollara dökülen halkın polisle, jandarmayla çatışma kararlılığının altında yatanın ne olduğunu göreceksiniz. Evet, o odanın içinden çıkıp mücadeleye uzaktan olsa bile baksanız, orada halkın mücadelesini 'kendiliğinden mücadele" diyerek küçümsemeyen, halkın hak arayışlarına müdahale eden, yaratıcı örgüt biçimleriyle süreci yönlendirmeye çalışan, yönlendiren Marksist-Leninistlerin devrimci politikasını göreceksiniz. Devrimci Sol Güçlerin yaratıcı insiyatifini göreceksiniz. Sorun sizler için tam da burada içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Hızlanan süreçle paniğe kapılıyor, elimizi çabuk tutalım diyorsunuz. Sınıf mücadelesi toprağı ayaklarınızın altından kayıyor, artık daha fazla kendinizi gizleyemeyeceğinizi anlıyorsunuz. Çok geç kalmadınız mı? İnsanları yıllarca örgütsüzlük içinde avutup örgütlü mücadeleyi sürdürenleri karalamadınız mı? Bugünün mücadelesi dünün dişe diş direnişleriyle işkencehanelerde, cezaevlerinde, giderek sokaklarda, 1 Mayıs günlerinde alanlarda mayalanırken, Marksist-Leninistler ideolojik saflıklarını, örgütlerini gözbebekleri gibi koruyup savunurlarken, eksikliklerinin, hatalarının, zaaflarının üzerine acımasızlıkla gidip halka hesabını vererek yeni bir ahlak ve adalet anlayışını, direnerek kendilerini yeniden yaratmanın, sağlamlaşan geleneklerini geleceğe taşımanın kavgasını verirken, siz insanlan oyalamaya devam ettiniz. Örgütsüzlüğü savunup, örgüt düşmanlığı yaptınız. Şimdi 'Örgüt olmalıyız." demenin anlamı yok. Geçmişin hesabını vermeden hiçbir şey olamazsınız. Onun için, garip bir şekilde kitlelere "muhalefet komiteleri", hatta "muhalefet meclisleri" oluşturun" diyerek, iflas etmiş "Direniş Komitelerine hala sarılmaya devam etmeniz ise gerçekten ilginç bir ruh halini gösteriyor. Ve körün değneğini bellemesi gibi, 'Direniş Komiteleri'ni günümüz koşullarında yeni isimlerle sahneye koymaya çalışma gibi bir hayalin peşinden birilerini yaldızlı sözlerle sürüklemeye çalışıyorsunuz. Öncelikle, 12 Eylül öncesi iflas eden pratiğinizin nedenlerini açıklayın. Tüm bunlar yaşanmamışçasına "önermelerde" bulunmak sorumsuzluktur, örgüt gerçeğini reddetmenin teorik ifadesidir. Kendiliğindenciliğe tapınmaktan başka bir şey değildir. 'Devrimciler-Sosyalistler Nerede?" diye sormaktan vazgeçin. Pratik yaşanandır. Yaşayanlar soruyorlar: Devrimciler, Devrimci Sol Güçler yükselen halk muhalefetinin içinde, önünde. Peki, ya Demokrat! nerede?.. Bundan sonra nerede olacak? *

15 GERİ C İ L İĞİN KÖKLERİ MÜCADELE Cezayir'de 28 yıldan sonra ilk kez, çok partili mahalli seçimler yapıldı. Seçimleri gerici güçler, FİS (İslamcı Selamet Cephesi) kazandı. Cezayir'de 1962'den beri sosyalizmden etkilenmiş küçük burjuvaların, UKC (Ulusal Kurtuluş Cephesi)'nin "sosyalizmi" hüküm sürüyordu. Aslında Cezayir'de sosyalizm adı altında adım adım kapitalist ilişkiler örgütleniyordu Ekim ayaklanması, halkın kapitalizmin sonuçlarına tepkisinden başka bir şey değildi. İran'dan ve son yıllarda Arap dünyasından esen gericilik rüzgarlarından sonra, ülkemizde de gerici güçlerin palazlandığı bir gerçektir. Bu işin bir yanıdır. Sosyalist dünyanın sarsılması ve kayıplar Arap dünyasını da etkiledi. Sosyalizmin saygınlığına gölge düştü. İdeolojik boşluk ve arayış gerici İslami hareketi öne çıkardı. Bu noktada da, Sovyetlerin Ortadoğu ve Arap dünyasındaki etkisinin üzerinde durmak gerekiyor. Ortadoğu'daki sosyalist, komünist örgüt ve partiler, küçük burjuva, ilerici, anti-emperyalist yönetimler üzerinde özellikle Sovyetler Birliği'nin ağırlıklı bir etkisi vardı. Bu ilerici, devrimci güçler SBKP'nin Ortadoğu politikasına ayak uydurdukları ölçüde, statükocu, dengeleri devrimden yana değiştiren değil koruyan güçler olarak kaldılar. SBKP'nin statükocu çizgisi, Gorbaçov'la birlikte giderek daha da sağcılaşarak emperyalizmle uzlaşma ve işbirliği politikasına, Ortadoğu'daki sıcaklığı soğutma, Filistin dahil özgürlük savaşlarını durdurma, nükleer savaş "çıkartabilecek" kıvılcımların söndürülmesi politikasına dönüştü. Bu noktada, Sovyetler Birliği'nin emperyalizm karşısında gerileme ve mevzileri terk etme politikası, Ortadoğu'da her gelişmeye SBKP penceresinden bakan tüm sosyalist ve komünist parti ve örgütlerin çizgilerini halklar nezdinde iflas ettirdi. İşte şeriat ve dine bağlı gericilik, feodal üstyapının büyük ölçüde Arap yönetimlerce de korunması ve yer yer politik manevralarda halkın duygularına yönelik kullanılmasıyla birlikte, sosyalist ve komünist partilerin iflasının yarattığı ideolojik, politik, örgütsel boşluğu doldurarak yükselişe geçti. Bu nedenle, Ortadoğu'da, Arap dünyasında halkın istem ve tepkilerini hemen her yerde kendi özgünlüğü içinde gerici güçler örgütleyip, iktidara adaylıklarını koyuyorlar. Dün bu İran için de böyleydi. Bugün Cezayir için de böyledir! Diğerleri için de böyle olması hiç de sürpriz karşılanmamalıdır. Fedainlerin çoğunluk kanadı ve TUDEH için, SBKP'nin politikasının İran'daki uzantıları olmalarının politik sonuçlan çok acı olmuştur. Kendi özgüçlerine güvenerek kendi politikalarını kendileri çizecekleri yerde, mollaların yönetimine destek politikası izleyen SBKP'- nin peşinden gitmeleri, ezilmeleri ve hatta yok olmalarıyla sonuçlanmıştır. Cezayir'de de komünistler sosyalizmin SBKP'nin öngördüğü kapitalist olmayan yoldan UKC ile birlikte kurulacağını beklerken UKC'yi kayıtsız şartsız destekliyorlardı. Cezayir Komünist Partisi Sekreteri Beşir Hacı Ali'nin, ulusal kurtuluş savaşı sürecinde izledikleri dogmatik, taklitçi çizginin sonuçları üzerine verdiği özeleştiriden ders almayan komünist parti aynı yanlışı UKC'yi SBKP ile birlikte desteklemekle yapmıştı. Sonuç statükocu, kitlelerden kopmuş, bürokratlaşmış partinin küçük burjuva yönetimle birlikte iflas etmesidir. Şimdi ülkemize geri dönelim. Ülkemizde gericiliğin geçici de olsa gelişmesinin diğer yanını 12 Eylül faşizmi oluşturuyor. 12 Eylül faşizminin gericiliğe bindirmesi ikiyüzlü tavrının bir ifadesidir. Bir yandan devletin denetiminden çıkmış, dizginsiz ve daha çok İran'dan etkilenen radikal gericilik budanırken, diğer yandan Suudilerin uzantısı olmaktan öteye gitmeyen gericiliğe yol verilmiştir. Gericilik politik gücünü ABD emperyalizminin Ortadoğu politikasında dini kullanmasından, devletten, 12 Eylül Anayasası'ndan, ANAP iktidarından alıyor. İdeolojik ve ekonomik gücünü Suudi şeriatçılığından ve oluk oluk, El Baraka'sıyla, Faisal Finans'ıyla akıtılan petrodolarından alıyor. Gericilik elindeki bu güç ve olanaklarla 24 Ocak kararlarının sonuçlarını, işsizliği, yoksulluğu, sefaleti örgütlenmede kendisine basamak yapıyor. Çürümeye, yozlaşmaya tepki duyan, düzen partilerinden umudunu kesen, yeni arayışlara yönelen halkı örgütlemeye çalışıyor. Halkın arayışının düzen dışına çıkmadan, kendi kanalından yeniden farklı biçimlerde düzene akmasını sağlamak bu süreçte gericiliğe düşüyor. Gericilik halkın duygularını, düzene tepkilerini yatıştırmak için, alabildiğine sömürüp ideolojik arayışına yön vermek için çalışıyor. Kısacası, ülkemizdeki gericilik icazetli bir gericilik olarak gelişmiştir ve Arap dünyasında bazı ülkeler, İran'da olduğu gibi, esas olarak anti-emperyalist bir karakter taşımamaktadır. Esas olarak, dinci gericilik gelişimini devrimci güçlerin 12 Eylül'le aldıkları darbelere ve halkı yanına çekmede meydanı boş bulmasına borçludur. Aslında 12 Eylül bu anlamda gericiliğin önünü düzlemiştir. Ama bugün çok açık görüldüğü gibi, devrimcilerin örgütlü olarak sürece müdahale ettiği ve kitlelerle bağlarının güçlenmeye başladığı her yerde ve alanda gericilik geriliyor, gelişme şansı bulamıyor. Bunun en somut örneğini ulusal hareket veriyor. Sürdürülen silahlı mücadele kitleleri harekete geçirdiği ölçüde feodal gelenekler, ideolojik biçimlenmeler, yaşam tarzı parçalanıyor. Halkta yeni bir bilinç şekillenmesi, yeni bir değerler sistemi oluşuyor. Gericilik sökülüp atılıyor. 12 Eylül'den önce, hatta '83 seçimlerinde gericiliğin oy potansiyelinin ağırlık merkezi buralardı. MSP ve uzantısı RP buralarda feodal geleneklerden, dinin toplumsal etkisin- den yararlanarak, ağalığa, şeyhliğe dayanarak, politikalarında dini temel motif yaparak oy alabiliyorlardı. Ama şimdi ulusal hareketin mücadelesi halkı kucakladığı ölçüde gericilik eriyor. Aşiret yapıları, ataerkil ilişkiler darbe aldıkça, halk gericilikten ulusal harekete yöneliyor. Bu bir gerçek ki, halkın dini inançlarında köklü bir, değişim olmasa da, halk ulusal hareketi daha fazla destekliyor. Bu noktada Müslüman halk mücadelenin önüne bir engel olarak çıkmıyor, tersine, ona katkıda bulunacak yollar açıyor. En son gelişen kitle hareketlerinde, halkın camilerden çıkarak bunu yarattığı unutulmamalıdır. Bir yerde camiler devrimci-yurtsever güçlerin mücadelelerinin geliştiği her yerde, gericiliğin örgütlenme merkezleri olmaktan çıkmaya başlamıştır. Vietnam'da kurtuluş savaşını yürüten Vietkong'a en büyük desteklerden birini rahipler, din adamları veriyordu. Ulusal kurtuluş ve halkın dini ayrımlarla birbirine kırdırılmasını önlemek için kendilerini halkın önünde yakan rahipler önemli bir silahtı. Latin Amerika'da katolik kilisesi hiyerarşisinin oligarşilerle işbirliği içerisinde olan ve çıkarlarını korumayı seçen en üst kademelerinin dışında kalan din adamları kurtuluş mücadelesinin aktif destekçileridir. Salvador ve Nikaragua bunun bilinen en yakın örnekleridir. Bu anlamda dinin, oligarşilerin elinde gericilikle birlikte halkın tepkilerinin sindirilmesinde kullanılmasının panzehiri devrimci mücadelenin yükseltilmesi ve halkı harekete geçirmesinden başka bir şey değildir. Ama burada dinin etkisini kırma ve halkın dini inançlarını da mücadelede kullanma adına pragmatizme düşülmemelidir. Bu noktada M-L ilkelerden taviz vererek halkın dini inançlarından yararlanmaya kalkmak sonuçta geri tepecektir. Tabii bunun tersi de diğer bir yanlışı oluşturuyor. Gericilik olarak mücadelemizin önüne çıkmadıktan sonra, halkın inançlarına saygı göstermek gerekiyor. Bizim önümüzdeki engel bağnaz ve örgütlü gericiliktir. Halkın temiz, saf inanış ve duyguları değildir. Ülkemizde oligarşi tarafından ehlileştirilmiş, devrimci mücadeleye ulusal harekete karşı kullanılan örgütlü bir gericilik, var. Bir önemli konu da, oligarşinin, devrimci eylemlerin halk üzerinde yarattığı etkiyi bulandırmak için gericiliği kullanış biçimidir. Oligarşi M.Aksoy/Ç.Emeç olaylarında olduğu gibi, hayali birtakım gerici örgütler yaratmakta, kendini bu işlerden soyutlayıp, sol terör sağ terörü doğuruyor, sağ sol çatışması hortladı demagojisini halkın mücadelesine karşı kullanıyor. Bunun etkilerini yok edici propaganda ve ajitasyon yine bizlere düşüyor. Gericiliğin güçlendiği ve harekete geçtiği gibi bir havaya kapılmaması için, halka işin gerçeği ve terörün ardında devlet içinde yuvalanmış faşist güç odaklarının olduğu iyi kavratılmalıdır. Şu açıktır ki, İran başka, Cezayir başka, ülkemiz daha başkadır. Gericiliğin güçlenmesini abartarak korku yaymaya çalışanlar, öncelikle ülkemizin nesnel zemininin buna elverişli olmadığını görmelidir. Ülkemiz çarpık kapitalist yapıya sahiptir ve çok farklı bir ekono-miktoplumsal süreç yaşıyor. Emperyalizmin kozmopolit kültür ve alışkanlıkları çarpık bir kültüref şekillenme yaratmış olsa da, bunları silip atmak ve şeriata dönmek, feodal ideolojiyi egemen kılmak olmayacak duaya amin demek olur. Bu bir yana, biz kendi özgücümüzle kendi politikamızı kendimiz çizerek, mücadeleyi halkı örgütleyerek, halka inerek yükseltiyoruz. Devrimci mücadelemizle gericiliği geriletip, köklerini söküyoruz. Biz gericiliğin halkımızın inançlarını sömürmesine ve bizim mücadelemizin karşısına çıkarmasına asla izin vermeyeceğiz. Biz ülkemizin bir İran, bir Cezayir olmasına asla izin vermeyeceğiz. * 15

16 MÜCADELE DOĞU AVRUPA'DA DEVRİM, SOSYALİZM Sosyalist ülkelerde ve özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde son 1 yıl içinde yaşanan baş döndürücü gelişmeler, doğal olarak, tüm dünyanın başgündem maddesini oluşturmuştur. Sovyetler Birtiği'nde Gorbaçov'un "perestroyka'sıyla birlikte başlayan ve emperyalizmin tam desteğiyle ilerleyen süreç, tarih açısından bir dönemi işaret etmektedir: Sosyalizmden kapitalizme geriye dönüş ya da sosyalizmin kapitalist restorasyonu. Bu gelişme tüm dünya proletaryası ve ezilen halklar açısından son derece önem taşımaktadır. Bugün sosyalist ülkelerin içinde bulunduğu durum ve gelinen aşama, artık sosyalist sistem diye bir olgudan söz etmenin güçleştiği bir noktaya ulaştı. Uluslararası komünist ve sol harekette var olan dağınıklık, parçalanmışlık, revizyonist ve oportünist sapmaların vardığı boyut, bu tarihsel önemdeki gelişmelerin M-L açıdan değerlendirilmesini ve doğru bir tavır alışı zorunlu kılmaktadır. Öyle ki, tek tek sosyalist ülkelerin çarpık tavırları ve solun içine sürüklendiği ideolojik kaos ortamında, emperyalizm güçlü propaganda ve ideolojik aygıtlarıyla süreci tümüyle yönlendirebilmektedir. Bu gelişmelerin şimdilik dışında gibi görünen sosyalist ülkeler ise hiç de iyi sınav vermediler. Yaşananların tarihsel önemini kavrayan ve bu bilinçle yükseltilen tek ciddi ve onurlu ses Küba'dan, Fidel Castro'dan "Doğu Avrupa'da yaşanan kapitalist restorasyondur. Sosyalizmin değerlerinden asla taviz vermeyeceğiz, asla teslim olmayacağız." diyerek yükseldi. Vietnam gibi ülkeler sessiz kaldılar ve Sovyetler Birliği'nin dümen suyuna girdiler. Arnavutluk ise, kendisini dünyanın tek sosyalist ülkesi görme dogmatizminden gelen bir aymazlıkla, olayların kendisini ilgilendirmediğini ilan etti. Ama en pragmatik tavrı, devrilmeden önce Çavuşesku'yla iyi ilişkileri olan Kim İl Sung'un Kuzey Kore'si, Romanya'daki karşı-devrimci yönetimi ilk tanıma yarışına girerek sergiledi. 16 davranıştan uzaktır. Gerçekler kuşkusuz şöyle ya da böyle kendini kabul ettirecektir. Oldukça bölünmüş ve sayısız çeşitlilikteki ülke ve dünya solu içinde, kimileri, yıkılanın sosyalizm değil, "Stalinizm, bürokratik sosyalizm" vb. olduğunu söylerken, kimileri de, bugün artık iyice iflas etmiş teorileriyle "Zaten bu ülkeler sosyalist değildi. Kapitalist, sosyal faşistti. Şimdi tekelci devlet kapitalizminden liberal kapitalizme geçiliyor." vb. dediler. Bir uçtan bir uca savrulan ve yıkılanın sosyalizm olmadığını söyleyen bütün bu akımların ortak tutumları ise, yıkılışın olumlanması oldu. Sosyalist ülkelerdeki kapitalist restorasyona karşı ülke ve dünya solunda görülen bu aymaz tutum, aslında, dünyadan esen rüzgarlara, emperyalist propagandaya karşı koyamayan küçük burjuvazinin kendine güvensiz, inançsız sınıf tavrıdır. Emperyalist medyaların propagandaları ile gözleri boyanan ülkemizin pek çok sol grubu, Romanya'daki -bugün artık iyice anlaşılmış bulunan - ordu darbesini emperyalizmin gösterdiği biçimde "halk hareketi", "halk devrimi", "demokratik devrim" vb. olarak niteleyebildiler. Ama proletarya, küçük burjuvazinin sınıf tavrını gösteremez. M-L'ler, komünistler, emperyalizmin sevinç çığlıkları altında kapitalist restorasyonun yaşandığı bu tarihsel dönemde, milyonlarca komünistin, emekçinin canı-kanıyla kurulmuş sosyalizmi ve onun yarattığı değerleri, kazanımları kararsızlık ve sorumsuzlukla, emperyalizmin salvo atışlarıyla baş başa bırakamazlar. M-L'ler, milyonlarca emekçinin kanla yazdığı devrim ve sosyalizm tarihine sahip çıkarlar. Bu tarih, insanlık tarihinin en onurlu sayfalarını oluşturmaktadır. Elbetle ki bu tarih, hiçbir eksikliğin, olumsuzluğun yaşanmadığı, her şeyin mükemmel işlediği bir tarih değildir. Zaten böyle bir tarih de olamaz. Bu tarih, her şeyden önce emperyalizme ve kapitalizme karşı, proletaryanın ve emekçi yığınların sert sınıf mücadeleleri tarihidir. Yenilgileri, olumsuzlukları, yanlışları ve eksikleriyle yaşanmak zorunda olan bir tarihtir. İşte M-L'ler her türlü dogmatizmden uzak bir biçimde, bu tarihi kendi gerçekliği, diyalektiği içinde kavradılar. Bu tarihi, geleceğin sınıf mücadeleleri ve sosyalizm kuruculuğu için derslerle yüklü, zengin bir deneyim olarak ele aldılar. Her sosyalist ülkeyi, bu onurlu tarihin ve zengin deneyimin bir parçası olarak düşündüler. Ne olumsuzluklara bakarak sosyalizm gerçeğini reddetme yanlışına, ne de Sosyalist ülkelerin, dogmatizmden, pragmatizmden kaynağını alan oportünist tutumu, aynı zamanda siyasi bir gafletti de. Emperyalizm karşısında ekonomik, siyasi ve askeri anlamda dev bir caydırıcı güç durumunda olan Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanacak kapitalist restorasyon yalnızca bu ülkelerle sınırlı olarak kalmayacak, aynı zamanda dünya dengelerini de emperyalizm lehine altüst ederek, tüm sosyalist ülkelerin varlığını tehdit eden bir tehlike olumsuzlukları eleştirmekten sakınma oluşturacaktır. oportünizmine düştüler. Ama dün M-L'lerin sosyalist ülkelere yönelik her eleştirisi- Elbette ki bu tehlikenin görülmemesi mümkün değildi. Nitekim, Romanya'daki ni "emperyalizme hizmet'le suçlayıp darbeyi "Çavuşesku rejiminin yıkılmasına olumsuzlukları örtbas eden, sosyalist ülkelerdeki her şeyi tozpembe gösterenler, karşı değiliz." diyerek onaylayan Arnavutluk; çok geçmeden benzer senaryonun bugün bu ülkelere karşı, emperyalizmle kendisine de oynanmak istendiğini görecekti. Ve şimdi AET ile, ABD ve Sovyetliklerin; yitirip alçaldılar. küfür etme yarışına girebilecek kadar kişiler Birliği ile ilişkiler kurmaya hazır olduğunu açıklayıp, alttan alta kimi değişiklik- değerlendirilmesi, 1945'den bu yana bu Doğu Avrupa'da yaşananların doğru ler yaparak, dünyanın, hiç de kendi dogmatik teorilerindeki gibi olmadığını anla- tahlili ile mümkündür. Devrim, sosyalizm ülkelerde yaşanan tarihsel sürecin M-L mış görünüyor. Ne var ki, yine yanlış bir ve kapitalizmin restorasyonunu içeren yönde... tüm bu tarihsel sürecin, her türlü dogmatizm ve pragmatizmden uzak M-L tahlili, Evet, diğer sosyalist ülkeler de aslında tehlikeyi gördüler. Çin'in eleştirileri ve yalnızca bugün yaşanan gelişmeler karşısında doğru bir politik tutum takınmak kaygıları ve hatta K.Kore'nin pragmatizminin bile altında yatan, tehlikenin görülmesidir. Ama yapılanlar M-L düşünce ve belki daha önemlisi, halkların açısından değil ama aynı zamanda ve geleceğini inşa etme sorunu açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu tarih, proletarya ve emekçi yığınlar için zengin derslerle doludur. DEVRİM VE İNŞA SÜRECİ ( ) Doğu Avrupa'daki tüm ülkeler II. paylaşım savaşı sırasında Nazi Almanyası'nın işgali altındaydılar. Bu ülkelerdeki komünist partiler, içinde yaşanılan faşist işgal koşullarına uygun olarak, anti-faşist bir devrim programına ve cephe siyasetine sahiplerdi. Komünist partiler bu ülkelerdeki prestij ve güçlerini esas olarak işgal sırasında yürüttükleri direniş ve partizan savaşıyla kazanmışlardır. Nazi Almanyası, tüm Avrupa çapında yürütülen partizan savaşı ve asıl olarak da Sovyet Kızıl Ordu'sunun savaşıyla yenilgiye uğratıldı. Alman faşizmi Stalingrad'daki tarihi direnişle durdurulup, savaşın yönü Naziler aleyhine dönmeye başladığında, Kızıl Ordu'nun direniş ve zaferleri, Avrupa'nın işgal altındaki ülkelerinde de direniş hareketlerini canlandırmıştı yıllarına gelindiğinde, işgal altındaki Doğu Avrupa ülkeleri Kızıl Ordu'nun belirleyiciliğinde birer birer faşist işgalden kurtarıldılar. Tüm bu ülkelerde, komünist partilerin içinde yer aldığı şu ya da bu oranda bir direniş gücü vardı. Ancak yalnızca Bulgaristan, Arnavutluk ve Yugoslav komünist partileri gerçekten iktidarı alabilecek bir güce erişmişlerdi. Polonya'da Polonya İşçi Partisi (PİP) işgal sırasında, 1942'de kurulmuştu. PİP sürgündeki burjuva hükümetinden sonra ülkedeki direnişin ikinci büyük siyasal gücünü oluşturuyordu ancak bu yetersiz bir güçtü. 1945'de işyeri temsilcilikleri için yapılap seçimlerde aldığı % 21'lik oy oranı, bu yetersizliği açıkça gösteriyordu. İşçi sınıfı içinde ağırlıklı gücü ise sosyal demokratlar oluşturuyorlardı. Macaristan'da komünist parti köklü bir geçmişe sahip olmasına karşın, 1918 Macar Devrimi'nin yenilgisinden sonra yaşanan ve Nazi işgaliyle devam eden açık baskı ve terör döneminde yeniden toparlanamamıştı. Macaristan'ın Nazi işgalinden kurtuluşu bütünüyle Kızıl Ordu'nun eseriydi. '45'de yapılan seçimlerde ise komünist parti oyların ancak % 17'sini alabilmişti. Doğu Almanya'da ise komünist parti, Kızıl Ordu'nun girmesinden sonra kuruldu. Komünist partinin güçlenmesi ve etkinliği, yönetimi elinde bulunduran Kızıl Ordu'nun desteğiyle gerçekleşmişti. Romanya'da da durum diğerlerinden çok farklı değildi. Çekoslovakya'da ise nispeten daha farklıydı. Burada Kızıl Ordu'nun rolünün önemi tartışılmaz olsa da, Çekoslovakya Komünist Partisi parlamentoda en çok sandalyeyi kazanan, ülkenin en güçlü siyasi partisi durumundaydı. İşgalden sonra, bütün bu ülkelerde, komünist partilerin de içinde yer aldığı, köylü, küçük burjuva ve bazı liberal burjuva partilerini kapsayan ulusal cephe hükümetleri kuruldu. Komünist partiler en zayıf oldukları ülkelerde bile, bu hükümet- DOĞU AVRUPA DA DEVRİM, SOSYALİZM lerde kilit bakanlıkları ellerine geçirmişlerdi. Bunların tümü, başlangıçta demokratik bir programa sahip Nazi karşıtı güçlerin ulusal uzlaşma hükümetleri görünümündeydi süreci, bu ülkelerde esasta Nazi işbirlikçilerinin mülklerini kapsayan kısmi kamulaştırma, toprak reformu vb. demokratik adımların atıldığı, komünist partilerin hükümet ve ülke içindeki güçlerini artırdıkları ancak iktidarı diğer partilerle paylaştıkları bir süreç oldu. Kızıl Ordu'nun varlığı ve prestiji komü nist partilerin güçlenmelerini ve hükümet te kilit noktaları ellerinde bulundurmaları nı sağlayan bir faktördü yıllarına gelindiğinde uluslararası koşullar değişmiş, emperyalizmin, başta Sovyetler Birliği olmak üzere devrimini yapmış ülkelere ve kurtuluş hareketlerine karşı saldırganlığının arttığı soğuk savaş yıllarına girilmişti. ABD emperyalizminin elinde atom silahı vardı ve savaşın sonunda yalnızca Sovyetler Birliği'ne karşı güç gösterisi için, teslim olmak üzere

17 VE KAPİTALİST RESTORASYON MÜCADELE olan Japonya'ya karşı kullanılmıştı. Sovyetler Birliği'ne ve halk demokrasisi ülkelerine karşı geliştirilecek bir emperyalist saldırı olanak dahilindeydi. İşte bu olasılık halk demokrasilerinin kurulduğu Doğu Avrupa ülkelerini, komünist parti iktidarlarını sağlamlaştırma ve hızla sosyalizmin kuruluş çalışmalarına girme göreviyle karşı karşıya bıraktı Eylül'ündeki ilk Kominform toplantısında, uluslararası bu yeni durum ve görevler saptandı, "sosyalist kuruluşun hızlandırılması* kararı alındı. Bu doğrultuda, 1948 yılında siyasal planda, burjuva partileri kapatıldı; küçük burjuva ve köylü partileri yürütülen kampanya ile gerici unsurlardan temizlendi, komünist partilerin müttefikleri haline getirildiler; komünist partiler ve sosyal demokrat partiler birleştiler; komünist partiler içinde geniş temizlikler yapıldı. Böylelikle, komünist partilerin iktidarları sağlamlaştırıldı. Ordu yapıları ideolojik ve askeri yönden güçlendirildi. Bu gelişmeye paralel olarak, sanayide kamulaştırma ve tarımda kolektifleştirme kararları alındı. Ağır sanayie ağırlık veren 5 yıllık planlar yapıldı. Doğu Avrupa ülkelerinde bir kampanya biçiminde gerçekleştirilen sosyalizmin bu kuruluş süreci sonunda, sanayi devletleştirildi, tarımın kolektifleştirilmesinde büyük adımlar atıldı. Sanayi üretimiyle, ülkelerin ulusal gelirinde büyük artışlar sağlandı. II. emperyalist savaş sonrası süreci belirleyen ana olgu, uluslararası koşullar ve bu koşullara çok sıkı biçimde bağlı olan inşa süreciydi. Sovyetler Birliği için bu, sosyalizmin yeniden inşası anlamına gelirken, halk demokrasileri için sosyalizme geçişin siyasal-ekonomik koşullarının sağlanmasıydı. İşgal ve savaştan geçmiş bu ülkelerin tümünde ekonomik yıkım sözkonusuydu. Her şeyden önce, tüm ülkeler böyle bir dezavantaja sahip olarak işe başlamak durumundaydılar. Ama bundan başka her ülkenin çok farklı gelişmişlik düzeyi, farklı siyasal, sosyal, kültürel koşulları vardı. Komünist partilerin gücü, kitleler üzerindeki etkileri, karşı-devrimin durumu her ülkede değişikti. Öncelikle, Yugoslavya Komünist Partisi ve Bulgaristan Komünist Partisi hariç, Doğu Avrupa ülkelerinde tüm komünist partilerin güç sorunları vardı. Kızıl Ordu' nun devrimdeki rolü nedeniyle, onlar kendi gücüyle devrimi örgütlemiş, yönetmiş bir partinin kitleler üzerinde sahip olduğu yeterli otorite ve saygınlıktan yoksundular. Özellikle Macaristan, Doğu Almanya, Polonya komünist partileri çok zayıftılar. Buna karşın, bu ülkelerin bir kısmında karşı-devrimin güçlü zeminleri vardı. Özellikle Polonya'da güçlü bir kilise ve kiliseyle bütünlük içinde köklü geleneğe sahip milliyetçilik ve Rus düşmanlığı vardı. Keza Macaristan'da karşı-devrimin dayanağı, ülkenin en büyük siyasal partisi durumunda olan Küçük Çiftçi Partisi idi. Çekoslovakya'da ise sosyal demokrasi etkin bir siyasal akımdı. Gelişmişlik düzeyleri de oldukça değişiklikler arz ediyordu. Çekoslovakya nis- VE KAPİTALİST RESTORASYON Arif SOYLU peten gelişmiş sanayi yapısına sahip bir ülke iken, Polonya bir tarım ülkesiydi. Romanya ise daha geriydi. Doğu Almanya ağır sanayi işletmelerine sahip olsa da, bölünmüş bir Almanya'nın ürünü olduğundan, dengesiz bir ekonomiye sahipti. Kısaca, her ülkenin ayrı koşulları vardı ve bu nedenle de, sosyalizme geçiş her ülkede farklı özellikler taşımak zorundaydı. Ama ne vardı ki, 1948 sonrası gündeme gelen soğuk savaş, Doğu Avrupa ülkelerini hızla sosyalizmin kuruluşuna yöneltti. Sosyalizme geçiş ise öncelikle mevcut koalisyon hükümetlerinin yerine komünist partilerin iktidara tam hakim olmasını gerektiriyordu. Bu, Sovyetler Birliği ve Kızıl Ordu'nun desteğiyle başarıldı ve sosyalizme geçiş için kararlar alındı, ekonomik kuruluş için planlar yapıldı. Doğu Avrupa'da sosyalizmin kuruluşunda izlenen model, aslında, yıllarında Sovyetler Birliği'nde yaşanmış olan sanayileşme ve kolektifleştirme deneyiminden esinleniyordu. Emperyalist savaş öncesi yıllarda, Sovyetler Birliği, dünyanın tek sosyalist ülkesi olarak varlığını koruyabilmek ve olası bir emperyalist savaştan muzaffer çıkabilmek için, çok kısa sürede en gelişmiş emperyalist ülkelerin düzeyine ulaşmak zorundaydı. Ve Sovyetler Birliği bu mucizevi hedefe yıl gibi kısa bir sürede ulaşmıştı. II. emperyalist savaştan sonra gündeme gelen soğuk savaş, daha farklı koşullarda da olsa, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerini benzer bir zorunlulukla karşı karşıya bırakmıştı. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri çok kısa bir sürede, emperyalist sisteme karşı güçlü bir sosyalist blok olarak örgütlenmeliydi. Bu, kuşkusuz, o günkü koşullarda ivedi bir görevdi. Ancak Sovyetler Birliği'nde 'başarılmış olan politikanın, benzer biçim ve yöntemlerle, pek çok açıdan farklı özelliklere sahip Doğu Avrupa ülkelerinde uygulanması, çeşitli olumsuzlukları da beraberinde getirdi. Öncelikle, bu kuruluş çalışması büyük ölçüde yukarıdan kararlarla ve zorlamalarla yürütülmek durumunda kalındı. Eksiklikler, hatalar komünist partilerin ülke gerçeklerini hesaba katmada gösterdikleri yetersizlikle de birleşince, bunalımlara neden oldu. Kolektifleştirme ve emek verimliliğinin sağlanmasında birçok ülkede sekter tutumlar yaşandı, gönüllülük ilkesi çiğnendi. Üretim artışı için açılan kampanyalar, örneğin Bulgaristan gibi, komünist partilerin kitleler nezdinde etkili ve saygınlığının yüksek olduğu ülkelerde, belli bir bilinç ve sosyalist yarışma ilkelerine bağlı yürütüldü ama birçoğunda, ağırlıkla maddi yaptırımlara dayandı. Bu durum, kitlelerle komünist parti arasında ilişkileri zedeleyen sonuçlar yarattı. Doğu* Almanya, Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan'da olduğu gibi, grevlere, bazılarında ise ayaklanmalara dönüşen kitlesel tepkilere yol açtı. Diğer yandan, komünist parti-sosyal demokrat parti birleşmeleri, kısa vadede işçi sınıfının iradi ve örgütsel birliğini sağlamış ve merkezi bir politikanın ülke çapında yürütülebilmesinin elverişli koşullarını yaratmış olsa da, M-L partinin saflığı açısından, orta ve uzun vadede çeşitli olumsuzlukları da beraberinde getiriyordu. Sıkı merkeziyetçiliği ve yukarıdan kararlarla işlerin yürütülmesini gerektiren sürecin özelliği, kitlelerin siyasal katılım mekanizmalarının geliştirilmesinin önünde engel oldu. 1950'li-yılların ortalarına doğru gelindiğinde, bir kampanya biçiminde geçilmiş bu sürecin sonunda, aşağı yukarı tüm Doğu Avrupa ülkelerinde çok önemli sanayi atılımları, kolektifleştirmeler gerçekleştirilmişti. Komünist partilerin egemenliği sağlanmış, burjuva, küçük burjuva partilerin siyasal güçleri dağıtılmış ya da etkisiz hale getirilmiş, karşı-devrim hareketleri bastırılmıştı. Bu gelişmeler azımsanmayacak başarılardı ve siyasal, ekonomik anlamda sosyalizmin pekiştirilip, güçlendirilmesi için muazzam olanaklar sağlıyordu. Şimdi sorun, bu süreçte ortaya çıkan olumsuzlukları doğru politikalarla tespit edip gidermek ve ileriye doğru yeni atılımlar yaparak, kısa dönem için sağlanmış başarıları kalıcı hale getirmekti. Öncelikle, komünist partilerin ideolojik-siyasi yapılarının M-L temelde sağlamlaştırılması gerekiyordu. Komünist partisosyal demokrat parti birleşmeleri kısa vadede yararlı olmakla birlikte, sağlıksız yanlar da taşıdıkları açıktı. Bu birleşmeler, ister istemez komünist partilere sosyal demokrat, reformist eğilimleri de bulaştırıyordu. Komünist partilerdeki birleşmelerden kaynaklanan tüm zaaftı kalıntılar temizlenmeli, M-L saflık sağlanmalıydı. Kapatılan ya da etkisiz hale getirilen burjuva, küçük burjuva partilerin dağıtılmış olan siyasal güçlerinin, kitleler üzerinde süren etkilerinin de ideolojik ve eğitsel atılımlarla kırılması, başarının kalıcı hale getirilmesi gerekliydi. Sosyalist demokrasi geliştirilmeli, halk kitlelerinin siyasal iktidara ve tüm toplumsal yaşama aktif katılım ve denetimini sağlayacak mekanizmalar yaratılmalıydı. Sosyalizmin ekonomik kuruluşu doğrultusunda atılmış olan sanayileşme ve kolektifleştirme adımlan ülke gerçeklerine uygun olarak sürdürülmeliydi. 1950'li yıllarda Doğu Avrupa ülkelerinin önünde bekleyen görevlerin belli başlıları bunlardı. Bu görevlerin başarılması M-L'nin özümlenmesi, ülke ve dünya gerçeklerinin M-L kavranışı ile mümkündü. Oysa Doğu Avrupa komünist partileri bu niteliklerden yoksun oldukları gibi, büyük ölçüte SBKP'ye bağlıydılar ve SBKP'deki olumlu-olumsuz her önemli gelişmeden mutlaka etkileniyorlardı. SBKP 20. KONGRESİ, KRUŞÇEV REVİZYONİZMİ VE SOSYALİST ÜLKELERDE YENİ DÖNEM 1953'de Stalin'in ölümünden sonra ve özellikle 20. Kongre'yle birlikte SBKP'de meydana gelen değişiklik, Doğu Avrupa ülkelerine de doğrudan yansıdı. Kruşçev'in Stalin'e karşı başlattığı saldırı kampanyası, bu ülkelerde reformist, gerici bir kaynaşmaya neden oldu. Stalin'e küfür kampanyası, bu ülkelerde, daha önce sindirilmiş, tasfiye edilmiş sosyal demokrat, reformist unsurların yeniden palazlanmasına, parti ve devlet kuruluşlarına doluşmalarına, hatta kimilerinin parti yönetimlerine gelmesine yol açtı. Karşı-devrimin gelişmesi için elverişli zeminler doğdu. Bu reformist dalga doğal olarak politikalara da yansıdı. Ekonominin sosyalist örgütlenmesinden tavizler verildi. Elbette bütün bunlar, henüz işin başında olan ve sorunlarla yüklü Doğu Avrupa ülkelerinde ağır sonuçlara yol açacaktır. Nitekim Macaristan'da karşı-devrimci ayaklanma böylesi elverişli bir zemin üzerinde yükselmişti. Polonya ve Macaristan sürekli gerileyen sürece bu dönemde girmişlerdir. Ama SBKP'de Kruşçev'le birlikte meydana gelen değişiklik yalnızca bununla sınırlı kalmadı. Hem Sovyetler Birliği, hem de Doğu Avrupa ülkeleri açısından, onun kalıcı olan etkisi revizyonizmdi, sosyalizmin revizyonist kavranışıydı. Bugün sosyalist ülkelerdeki tüm sorunların ve kapitalist restorasyona yol açan koşulların temelinde, pragmatizm ve kitlelere güvensizlikle karakterize olan sosyalizmin ekonomist-dogmatik kavranışı ve uygulanması yatmaktadır. Ve bu anlayış, SBKP'de egemen olan Kruşçev revizyohizmiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Kruşçev revizyonizmi, M-L'nin, devlet, devrim, proletarya diktatörlüğü, savaş ve barış vb. gibi temel sorunlardaki tezlerini revizyona tabi tutarken, sosyalizmi de 17

18 MÜCADELE DOĞU AVRUPA'DA DEVRİM, SOSYALİZM ekonomist bir yorumla, üretici güçlerin gelişmesine indirgemiştir. Kruşçev revizyonizminde "kişi tapmana", "keyfi yönetime", "sosyalist demokrasiye" vb. ilişkin sarf edilmiş sözler, eksikliklere parmak basan, umut verici şeyler gibi görünür. Oysa tersine, bütün bunlar biçimsel olmaktan, gerçek niyetlerin kılıfı olmaktan öteye gitmezler. Ve bunlar, gerçekte ekonomist bir kavrayışı içinde saklayarak, Kruşçev revizyonizminde planlamanın sınırlanması, işletmelere özerklik, maddi teşviklerin artırılması, pazar ekonomisi, azla tüketim malt vb.den başka bir anlama gelmezler. Siyasal boyut ise yalnızca geçmişe dizginsiz küfür etmek, eskiden mahkum edilenleri aklamak, M-L'yi revizyona tabi tutmaktan ibarettir. Kruşçev SBKP'de çok fazla kalamadı ve 1964'de görevden alındı. Ama Kruşçev döneminin damgasını taşıyan 20. Kongre tezleri, diğer tüm SBKP yönetimlerinin de tezleri olarak geçerliliğini korudu ve sosyalizmin ekonomist kavranışı kurumlaştı. SBKP'de hakim olan revizyonizm, geçmiş teori ve pratiğin dogmatik ve ekonomist bir mantıkla revize edilerek, geleceğe, yeni koşullara aktarılmasıdır. Bugün "Stalinizm" diye yerden yere vurulan emperyalizmle uzlaşma, Sosyalizmin sorunlarının çözümünün sosyalizmde olduğu şiarını şimdi her zamankinden daha şey, aslında, geçmişin bu revize emperyalizmle "kalıcı barış" yaratma, yüksek haykırmalı ve bu perkspektifi yaygınlaştırmalıyız. edilmiş teori ve pratiğinden başka bir devrimlerden vazgeçme vb. Olarak şey değildir. Sosyalizmin bu revizyonist Ama SBKP revizyonizmini, '53 öncesi yaşatılması ve ekonomik temelinin hazırlanması sağ bir yorumla ele almıştır. "teori ve pratiği" bütünüyle Kruşçev ve sonraki SBKP yönetimlerinin ve diğer komünist partilerin ürünüdür. Sosyalizmin vs sonrası tarihsel koşullardaki derin farklılığı göremeyenler, yalnızca teori ve pratiğin iki dönemdeki biçimsel devamlılığına sorunu vardır. Oysa 1953 sonra- sı, yaşayan ve kendini kabul ettirmiş, 36 yıllık deneyimi olan, gelişmiş bir ekonomik Keza aynı şekilde, sosyalizmi örgütleme konusunda da sağ bir mantık egemendir. Örneğin, ekonominin merkezi bugünkü kavranışından, uygulanışından takılanlar, sorunun kaynağını Stalin döneminde, temele sahip sosyalizmin böyle bir planlaması, sanayinin kamu mülkiyeti, tarımın ve bunun sonuçlarından, yalnız ve yalnız hatta Lenin'de ve daha ötesi, sorunu yoktur. O artık hayati öneme sa- kolektif karakteri sosyalizmin eko- bu revizyonist komünist partileri Marks'da arayacaklardır ve aramaktadırlar da. ileri kuruluşunu gerçekleştirmesi gereken hip pek çok sorununu aşmış, şimdi daha nomik temeli olarak varlığını korur. Buna sorumludur. Bu komünist partilerin, kendi karşın, geçmişte de uygulanan prensip yaptıklarının sorumlusu olarak "Staliniz-mi" Görünüşte, iki dönem arasındaki uygulamalarda değişen bir şey yoktur. Parti İşte SBKP revizyonizmi sorunu böyle bir sosyalizmdir. olarak, geçici olmak kaydıyla reddedilmeyen, üretimi artırmada kullanılan maddi göstermeleri, Stalin'i bir "günah keçisi" haline getirmeleri, iğrenç bir ikiyüzlülükle, önceki dönemde de toplumsal yaşamın kavramamış ve geçmişe ait olan olguları, teşvikler, cezalandırmalar vb. gibi yöntemler, genel ekonomi içinde kısmi-sınırlı sorumluluktan kurtulma çabasıdır. belirleyici gücüdür, sonraki dönemde olduğu gibi yeni döneme taşımıştır. Revizyonist Sovyetler Birliği ve sosyalizmin dönemi ile sonraki dönemi arasındaki kaba bir karşılaştırma bile, bu iki de... Merkeziyetçi bir sistem daha önce de vardı, sonra da vb. vb. Ki bu doğrudur. Gerçekten de tek tek uygulamalara komünist partilerin "gelişmiş sosyalizmin kuruluşu", "komünizme ilerleyiş" vb. gibi, sık sık dile getirdikleri hedefler özel mülkiyet, meta-para ilişkileri gibi kapitalist yöntemler revizyonizm için ekonomik durgunluk, bunalım vb. karşısında aldatıcı olmamalıdır. Bunlar tümüyle ilk akla gelen, başvurulan başlıca dönem arasındaki çok açık farklılığı gözler önüne serer. bakıldığında, değişen pek fazla bir şey yoktur. Sorun da zaten bir yönüyle buradan kaynaklanmaktadır. artışı, daha çok teknoloji, sanayi ve tarı- ekonomist bir mantıkla, daha çok üretim yöntemlerdir. Siyasal planda ise, örneğin Birincisinde, ekonomide olsun, siyasette olsun, her alanda dev başarılar göste- dine, gericiliğe vb. verilen tavizlerdir ya Revizyonizm, dogmatik olarak, deği- mın daha iyi örgütlenmesi vb.den başka da ipin ucu kaçtığında zor yöntemleridirren, zaferden zafere koşan ve dünya halklarının kalbini fethetmiş bir sosyalizm Bu sağ mantık, sosyalizmi ekonomistçe kavramıştır. Sosyalizm üretici güçlerin Sosyalizmin bu revizyonist "teori ve pratiği" bütünüyle Kruşçev ve sonraki varken, ikincisinde, gerileyen, bunalıma sürüklenen ve hatta yıkılan, sürekli prestij SBKP yönetimlerinin ve diğer komünist partilerin ürünüdür. Sosyalizmin gelişimine indirgenmiştir. Daha fazla üretim artışı, daha fazla teknolojik gelişim, kaybeden bir sosyalizm vardır. bugünkü kavranışından, uygulanışından ve bunun sonuçlarından, yalnız bu Her iki dönem de eğer "Stalinizm" ise, peki neden "Stalinizm", Stalin döneminde revizyonist komünist partileri sorumludur. Bu komünist partilerin, kendi yaptıklarının sorumlusu olarak daha fazla ve daha kaliteli tüketim malı sosyalizmin gelişimi olarak görülür. Sos- mucizevi başarılar, dev gelişmeler ve yalizm yalnızca maddi gereksinmelerin "Stalinizmi" göstermeleri, Stalin'i bir "günah keçisi" parlak zaferler sağlarken, Stalin'e küfreden "Stalinistler" döneminde başarısızlık- haline getirmeleri, iğrenç bir ikiyüzlülükle sorumluluktan demektir. karşılanması, maddi refahın sağlanması lar, gerilemeler, yenilgiler doğurmuştur? kurtulma çabasıdır. Revizyonizmin haletiruhiyesi ise kendine Neden kendi halkları bu "Stalinistler'e, Sovyet ve dünya halklarının Stalin'e gösterdiği saygı, güven ve bağlılığın kırıntısını ve kitlelere güvensizliktir. Bu güvensiz- lik, polisiye tedbirleri, baskıyı, yasakları, kaba ve ilkel bir propagandayı, içe katatörü", göstermemiştir? "Tarihin en büyük dik- şen tarihsel koşulları hesaba katmadan, anlam taşımazlar. Bu eski hedeflerin gerpanmayı, kitlelerden en basit gerçekleri "korkunç despot", "katil" Stalin'in 1917 sonrası emperyalist kuşatma altındaki geri bir tarım ülkesi olan Rusya'da dır. çeği ne kadar yansıttığı ise bugün ortada- bile gizlemeyi, sansürü vb. sürekli olarak arkasından, nasıl olur da milyonlarca üretir. Sovyet insanı yasa boğulur, gözyaşı dökerken, sosyalizmin kuruluşunun teori ve pratiğini, 1953 sonrasında, sosyalizmin artık tek İşte SBKP'nin öncülüğünü yaptığı, hiç de o denli "diktatör" olmayan sosyalizmin kuruluşunun büyük oranda bir ülkede kuşatılmışlığı ve bunun ortaya sosyalizmin bu revizyonist kavranışı, Doğu Avrupa ülkelerine de olduğu gibi akta- gerçekleştiği ve en önemlisi, sosyalizmin çıkardığı zorunluluklar, hızlı sanayileşme, bu komünist parti, liderlerinin arkasından dünyanın 1/3'ünde zafer kazandığı hızlı kolektifleştirme, sıkı bir merkeziyetçilik yalnızca lanet okunuyor? Evet, herhalde rılmıştır. Doğu Avrupa ülkelerinin her biri, koşullarda, revize edilmiş tarzıyla uygulamaya koymuştur. anavatanın korunması acil sorunu da ve daha fazla zor vb. aşılmıştır. Sosyalist onlar da buna çok şaşırıp (ki bu durumu değişik biçimde, bu revizyonist sosyalizm anlayışının uygulama alanı olmuş- açıklamak için saçma sapan yığınla teori(!) yapılıyor) "Ah o lanet olasıca adam, lardır.* Elbetteki bu, geçmiş teori ve pratiğin yoktur artık. Şimdi, sosyalizmin, kitlelerin tümden terk edilmesi gerektiği anlamına toplumsal yaşamın her alanına katılımının sağlanması için, sosyalist insanın, ne kötü bir despot, ne kötü bir diktatördü... Ama nasıl da başardı halkın sevgisigelmez. Burada, örneğin üretim araçları- (Sürecek) 18 ni kazanmayı, nasıl da kendisine bağladı milyonlarca insanı? Evet evet, bu adam büyücü olmalı, kesinlikle büyücü!.." diye düşünüyor olmalılar! Aslında subjektivizmden arınmış, bilime ve gerçeklere sadık her kimse için, 1953 öncesi ve sonrası dönemin, hem tarihsel koşulları, hem de teori ve pratiği arasındaki farklılık çok açıktır. nın kamu mülkiyeti, ekonominin merkezi planlaması, proletarya partisinin öncü rolü vb. gibi evrensel yanlar vardır. Bunlar olmazsa olmaz koşullardır ve bunlardan vazgeçilemez. Sözkonusu olan, tarihsel, özel yanlardır. Bunlar mutlaka değişmek zorundadır. Emperyalist kuşatma altında olan tek bir ülkede, sosyalizmin her şeyden önce sosyalist kültürün yaratımı için dev atılımlar yapmak zamanıdır. Şimdi, güçlü bir sosyalist blok vardır, dolayısıyla dünya devrimi için çabalamanın koşulları oluşmuştur. Emperyalizme karşı her cephede savaşımı yükseltmek ve gelişen devrim hareketlerine aktif destek gündeme gelmelidir. Oysa revizyonizm, geçmişte formüle edilen "barış içinde bir arada yaşa ma", "sosyalist anavatanın korunması" politikalarını revize edilmiş bir biçimde devam ettirmiştir. Bu kez, lider ve en büyük sosyalist ülke Sovyetler Birliği'nin çıkarları merkeze konularak, emperyalizmle kalıcı barış kurma peşinde koşulmuştur. Gelişen ulusal ve sosyal kurtuluş savaşlarını, yaşanan koşullar içinde, dünya devrimi perspektifiyle değil de, Sovyetler Birliği" nin çıkarları, "emperyalizmle barış içinde bir arada yaşama", "detant" politikaları çerçevesinde desteklemiştir. SBKP revizyonizmi geçmişe ait teori ve pratiği, tarihsel koşulları hesaba katmadan, dogmatik biçimde ele alırken, bunu sağ bir yorumla yapmıştır. Yukarıda da değinildiği gibi, dış politika alanında, örneğin "barış içinde bir arada yaşama" siyasetini,

19 ROMANYA'DAKİ ÇIKMAZ SOKAK MÜCADELE ROMANYA SEÇİMLERİ VE SAF BEKLENTİLER Geçtiğimiz günlerde Romanya'da yapılan seçimler, bazı çevrelerce, bir türlü görüş üretemedikle-ri bu ülkedeki gelişmelar konusuna dayanak yapılmaya çalışılıyor. Şimdi Türkiye solunda adeta bir yarış var. Düne kadar farklı şeyler söyleyenler bunları bir çırpıda unutarak, bugün seçim sonuçlarına bakıp "Biz söylememiş miydik?" demeye getiriyorlar. Aslında Romanya'da yaşanan süreç üzerine kimin ne dediği -bazılarının ise hiçbir şey söylemediği- çok iyi biliniyor. Romanya'da yaşanan karşı-devrim sürecini zamanında tespit eden Marksist-Leninistlere daha dün demediklerini bırakmayanlar, bugün, yazılanların unutuldu- ğunu sanıyorlar. Bazılarının, burjuva reformist bir çizgide gün gün ilerleyen Romen karşı-devrimine ilişkin DEVRİMCİ SOL GÜÇLER'in aldığı net tutumu "unutmuş" olmaları anlaşılabilir ama herkesin unuttuğunu sanmaları ancak kendilerini kandırabilir. Romanya'da kapitalist restorasyon ve karşı-devrim süreci başlatıldığında, DEV- RİMCİ SOL GÜÇLER, yerli ve uluslararası gerici güçlerin yanı sıra tüm şaşkın solu da karşısına almak pahasına, bunu yüksek sesle dile getirdiler. Bugün de gelişen süreç üzerine yeri geldikçe görüşlerini açıklamaktadırlar. Seçimlerle birlikte, bugün bazılarının ortaya çıkıp, tüm bunları bilmezden gelerek, DEVRİMCİ SOL GÜÇLER'in tavrını hem "gürültü çıkarmak" olarak niteleyip, hem de bugünkü aşamada "seslerinin çıkmadığı"nı söylemesi hangi küçük hesapların ürünüdür, anlamak güç değildir. "Emperyalizme ve Faşizme Karşı Devrimci Gençlik" Dergisi'nin 4. sayısındaki "Romanya'da Seçim" yazısı bu basitliğin bir örneğini oluşturuyor. "Demokrat! Arkadaşların çizgisinde bir araya gelen bir kısım eski DY Dergisi taraftarının, Romanya konusundaki Marksist-Leninist tutumu, Mehmet Keçeciler'in ağzıyla "gürültü çıkarmak" biçiminde nitelemelerini bir kenara bırakırsak, Roman- ya'daki altüst oluş sürecinde suskunluğa gömüldüklerini ve ancak seçimlerle dillerinin çözülebildiğini görürüz. Üstelik, eski alışkanlıkları olan "iik ben söylüyorum" böbürlenmesini elden bırakmadan... Bu çevre, acaba iletişim tekellerinin haberlerine hiç itibar etmediği için mi, Romen karşı-devrimiyle birlikte "gürültü çıkarmadı"? İletişim tekellerine ille de inanmak ya da inanmamak pozisyonunda siyaset yapanlar, sonuçta, tavırlarını sözkonusu haber tekellerine göre ayarlayanlardır. Romanya olayları sırasında dünyaya haber geçen bu tekellerin yalanlarının ortaya çıkmasıyla birlikte dilleri çözülenlerin tavrı, bağımsız bir tavır değil, iletişim tekellerine dayanarak uyumak tavrıdır. Poli- DEVRİMCİ SOL GÜÇLER EMPERYALİZMİN DEMAGOJİLERİNE, SOLUN "ŞAŞKINLIĞINA" KARŞIN ROMANYA'DAKİ KARŞI-DEVRİM SÜRECİNE AÇIK TAVIR ALDILAR. tikasızlığın, suskunluğun adı "acele etmemek" olamaz. lliescu ve Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) iktidara yerleşmeden önce karşıdevrimciliğini ilan etmiş ve "burjuva demokratik cumhuriyet" olacaklarını duyurmuştur. Seçimlerden sonra da sözünde durarak bu doğrultuda adımlar attılar. UKC'nin iktidar olmadan önce söyledikleriyle bugün söyledikleri ve uyguladıkları arasında bir çelişki yoktur. Onaylamadığımız yanlış politikalarına rağmen -ki bunları defalarca yazdık- sosyalist bir iktidar, halka dayanmayan zor yoluyla devrilirken, yeni iktidarın tüm burjuva yöntemlerine başvurarak yalanlarını gizlediği açığa çıkmışken, bağıra bağıra serbest pazar ekonomisine geçileceği ilan edilmişken, komünizme karşı oldukları, tüm burjuva partilerine örgütlenme hakkı tanıyacakları ve ülkeye "demokrasi" getirecekleri açık açık söylenirken, sosyalizmin bayrağı delinir, devrimci marşlardan vazgeçilir, Marksizm-Leninizmin öncü ve simgelerine saldırılara sessiz kalınır, hana ilk önce gericiliğin baskıları sonucu komünist partisi yasaklanırken, "Demokrat!" gençliği "acele" etmiyor, "gürültü çıkarmıyor* ama apaçık bir burjuva geleneği olan seçim sistemi ve sonuçlarıyla gözleri açılıveriyor! Tüm bunlara karşın, yine de mütevazi olunamıyor. Bu arkadaşlar hala siyasetin kendileriyle başlayıp bittiğini sanıyorlar. Çünkü burjuva demokratik seçimlerin bile gözlerini açmadığını görüyoruz. Ama önemli değil, bu tür konularda arkadaşların eski alışkanlığıdır, yarın gerçekler yadsınamayacak denli kendini kabul ettirdiğinde, "Biz şunu demek istemiştik, siz öyle değil, böyle anlayın." derler, ölür biter. Romanya üzerine bu arkadaşların söyledikleri, eğer eski DY Dergisi görüşlerinden bugün alıştıra alıştıra çark etmenin bir vesilesi yapılmak istenmiyorsa, 12 Eylül'ün kafalarında yarattığı bulanıklığın sürdüğünü gösteriyor. Bu çevre, 20 Mayıs'da yapılan Romanya seçimlerinin Romanya'yı farklı bir rotaya soktuğunu söylüyor. Romanya'nın farklı bir rotaya sokulduğu doğru ama bu seçimlerle değil, reformistlerin karşı-devrimiyle başlamıştır. Türkiye siyasi arenasında on yıldır uykuda olanların, Romanya'da olduğu gibi epey gürültü de çıkarsa, yapılan iktidar değişikliğini anlamalarını ve çözümlemelerini beklemek anlamsızdır. Ama yine de "Sağolasın lliescu!" demekten kendimizi alamıyoruz, lliescu, ya birkaç yıl daha seçim yok deseydi!.. Arkadaşların dili o zamana kadar kilitli kalacaktı... Meğer ne keramet varmış "burjuva demokratik rejimlere' giden yolda bir adım olan seçimlerde ve UKC'de... Evet, Romanya'da emperyalist-reformist destekli bir komplo yapılmıştır diyoruz. UKC aracılığıyla iktidara oturan reformistlerin, iktidara geldikten sonra emperyalizmin açık destek verdiği faşist-geri- Cİ güçlerle işi bitmiş, bugün onları da karşısına almış ve eylemlerini bastırma yolunu seçmiştir. Her kesimin örgütlenme ve özgürlüğünün verildiği 'demokratik' bir ortamda, sosyalizmin alt ve üstyapıda hızla tasfiyesini isteyen gerici, ânti-komünist güçlerle, bu işi çatışmasız, gürültüsüz ve adım adım ("istikrarlı") biçimde gerçekleştirmek isteyen reformistler arasında, bu nedenle çelişkiler su yüzüne çıkmıştır. Emperyalistler de UKC + gerici güçler ittifakını, iktidar olmadan önce desteklerken bugün, gerici güçlere verdiği desteği sürdürmektedir. Bu nedenle, gericileri, faşistleri ve diğer anti-komünist güçleri yardımları kesmekle tehdit etmektedir. Karşı-devrimci gelişmelerin veya kapitalist restorasyon sürecinin mimarı olmak için, bir Doğu Almanya'da olduğu gibi Hıristiyan Demokrat ya da Macaristan'daki gibi bir burjuva liberal parti olmak gerekmiyor. Romanya'da UKC, Polonya'da Dayanışma ve diğer ülkelerdeki 'Forum" hareketleri de kapitalist restorasyonun mimarı ya da adaylarıdır. Önlerindeki programın daha yavaş veya daha hızlı uygulanmasını gerektiren özgül nedenler dışında, aralarında nitelik farkı yoktur (sosyalist sistem içi olup olmama anlamında). Kaldı ki, UKC sosyal demokrat olduğunu ilan ederek, sosyalist sistem dışı bir örgüt olduğunu açıkça vurgulamaktadır; nerede kaldı "yeni tip'te bir komünist partisine dönüşmüşlüğü? "Romanya Komünist Partisi'nin (RKP) iktidardan ve siyaset sahnesinden çekilmediği, olayın komünist partisi içerisinde bir iktidar kavgası olarak devam ettiği artık hemen herkesin örtük de olsa kabul ettiği bir gerçek.' diyor, A.Can Doğruer ve devam ediyor Revizyonizm bu kez yeni bir parti, yeni bir toplumsal dayanakla iktidardadır.' 'Ayaklanma, Romanya Komünist Partisi'ni UKC'ye dönüştürürken, ayaklanma nın temel organı rolünü ordu birlikleri üstlenmiştir. Yukarıdaki alıntılara, UKC'nin sosyal demokrasi, Çavuşesku döneminin de bürokratik diktatörlük' olarak tanımlan - masını daekleyin; eski DY çevresinin ka fa karışıklığını ya da Romanya aracılığı ile, kendilerine özgü alıştıra alıştıra inka yöntemiyle, Romanya dahil, eski sosya list ülkelere bakışından çark edişinkendi ni ele verdiğini göreceksiniz.brejnev, Jiv kov, Çavuşesku, Honecker, Kadar vd. li derlerin iktidar olduğu ve kapitalist restorasyon tehlikesinin bugünkü denli tehlikeli olmadığı dönemde 'nüfuz alanları', "revizyonist diktatörlük" tespitleri ile, Aydınlıktın iştahını kabartıp kendilerine çağcıla yapılmasına neden olan arkadaşlar, bugün, kapitalist restorasyonun hızla devreye sokulduğu bir aşamada, Romanya'da hala sosyalist bir iktidar var ve komünis partisi iktidardadır imajını güçlendirecek sözler etmeleri arasındaki çelişkiye ne diyeceklerdir? Kapitalist restorasyonun mimarı UKC ve lliescu, ne zamandır RKP nin bir kanadını oluşturuyor, parti içi bi eğilimi temsil ediyor? Ve eski DY Dergis çevresince, "sosyal demokrasiyi resmi ideoloji olarak benimsemiş* akımlar ne zamandır komünist partilerinin bir iç kanadı sayılıyordu da, biz bilmiyorduk? Arkadaşların söylediklerine bakılırsa revizyonizm eşittir sosyal demokrasi. Ha Çavuşesku Komünist Partisi, ha lliescu Sosyalist Partisi demek arkadaşlarca doğru bulunabilir. Ama bu sözlere dikkat etmek gerektiğine inanıyoruz. Birileri de yarın kalkıp, ha DY çevresi, ha SHP diyebilir. Sosyal demokrasiyi, Menşevizmi, Lenin'in Dönek Kautsky nezdinde burjuva bir akım olarak mahkum etmesinin üzerinden neredeyse yüz yıl geçti. Marksizm-Leninizm dönekleri "yeni tipte" komünistler olarak yutturulamaz. Eğer UKC 'sosyal demokrasiyi resmi bir ideoloji olarak benimsemiş'se, -ki öyledir- "revizyonizm bir kez daha yeni bir parti, yeni bir toplumsal dayanakla iktidarda' değildir, olamaz. Marksist-Leninist literatürdeki kimlik belirleyici sıfatların içinin boşaltıldığından yakınarak kendilerine "Demokrat!' ismini uygun gören Melih Pekdemir'ler ve genç arkadaşı A.Can Doğruer, bu konuda gerçek bir demokrat gibi davranıp, Marksist-Leninist literatürdeki kavramlarla oynamaya azami özeni göstermeleri gerekir diyoruz. Bir komünist partisi içerisinde birçok eğilimin objektif olarak yer alıyor olması ayrı bir şeydir, bu nesnelliği komünistlerin bir çizgi haline getirip savunmaları ya da reddetmeleri ayrı bir şeydir. Siz hangi taraftasınız? Bugün kendinizi 'demokrat' ilan ediyorsunuz; bu da bir misyondur ve bir diyeceğimiz olamaz. Ama Romanya konusunda her şeyi birbirine karıştırarak, kapitalist restorasyon sürecinin mimarı reformistleri komünist diye tanıtmaya hakkınız olmadığına inanıyoruz. lliescu'nun geçmişte RKP içerisinde - MK'da- ve yine bazı eski RKP kadrolarının bugün UKC'de yer almış olması neyi değiştirir? (Ve tabii lliescu'nun yıllar önce partiden atılması ve UKC'yi selamla- 19

20 MÜCADELE DÜNYADA NELER OLUYOR Emperyalizmin lütuflarını elde etmek için ilkelerimizin bir tekiyle bile asla oynamadık." diyen Fidel Castro bu tutumunu, bir süre önce beş-on karşı-devrimcinin yabana büyükelçiliklere sığınarak iltica talebinde bulunmaları karşısında da sürdürdü. Bugün SBKP'den esen kapitalist reform rüzgarlarıyla "sosyalist" ülkelerin çoğu kapitalist restorasyon sürecini yaşıyorlar. Gorbaçovcu SBKP'nin emperyalizm ile işbirliği, uzlaşma politikası tüm bu ülkeleri sarmış durumda. Sosyalizmin tüm ilke, değer ve kazanımlarını yok etmeye çalışanlar, sosyal demokratlaşanlar, kendi ülkelerinin sosyalizmlerine ihanet ettikleri yetmimuz Havana konuşmasında "İsteyen istediği lizme bağlılıklarını gösterdikleri 26 Temyormuş gibi, şimdi de emperyalizmle işbirliği içinde sosyalizmi, Marksist-Leninist ilnanlar suç işlemişlerdir. Gelip teslim olur- yere gidebilir. Ama büyükelçiliklere sığıke ve değerleri savunan Küba gibi sosyalist ülkelere karşı komplolara girişiyorlar. Sonra da istedikleri yere gidebilirler. ABD lar, yargılanır ve cezalan neyse çekerler. Üç-beş soysuz karşı-devrimcinin, burjuva çok istiyorsa istediği kadar gemi göndersin, gitmek isteyenleri alsın" diyerek, ka- artıklarının iltica için gidip Çekoslovakya Büyükelçiliği'ne sığınmaları ilginçtir. Emperyalizm, direnen Küba'ya bin bir çeşit Halkına, devrime güvenen Castro bu rarlı ve açık politikasını ortaya koydu. komplo peşindeyken, Çekoslovakya gibilerinin aşağılıkça bir tutum içine girmele- ile işbirliği yapanların komplo girişimleri- tavrıyla emperyalistlerin ve emperyalizm ri, Sovyetler Birliği'nden yedili emperyalist zirve sonrası Castro'nun kellesinin "Herkes bilmeli ki, devrim bir, milim bini, planlarını bozmuş oldu. istenmesi sürecine denk düşmesi açısından düşündürücüdür. Evet, sosyalizmin ilke ve değerlerini kole gerilemeyecektir." diyor Fidel Castro. Fakat Castro bu komplo karşısında bocalamadı. Kararlılıkla "Büyükelçiliklere sı- öne çıktığı bu süreçte, Küba'da devrim emrumanın ve savunmanın her şeyden fazla ğınanlar ilelebet orada kalacaklardır." dedi. Ardından ise, yüz binlerce Kübalının daha fazla dayanarak bir milim dahi gerileperyalizmin komploları karşısında halka coşkun sevgi gösterileriyle devrime, sosya- mediği ölçüde kazanacaktır.* yan eski kadroların da Büyükelçi Oprea örneği döneklikleri de ayrı bir gerçektir.) Komünizm için bir daha teşebbüste bulunmayacaklarına dair durmadan emperyalist odaklara rahatlatıcı açıklamalarda bulunan bu kadrolar ("yeni") bir komünist partisini oluşturamaz. Ve bir komünist partisinin meşru (hizipçilik yapmayan ama farklı görüşleri olan) eğilimleri bile olamaz. Daha düne kadar Çavuşesku'yu alkışlayanların, yeni bir reformizm ve gericilik dalgasıyla ona kurşun sıkması türünden bir ahlaksızlıkla donanmış, kişiliksizliği ile karakterize olan bu "komünist* kadroların yarın ne yapacakları da hiç belli olmaz çünkü... Hiçbir şey, UKC'nin Romanya'da sosyalizmi yıkan karşı-devrime önderlik ettiği gerçeğini unutturamaz. Bugün herkes bir kez daha gözlerini Romanya'ya çevirmelidir. Kimileri hala, Romanya Sosyalist Anayasası yerine Fransız Anayasası'nın geçirilmeye çalışıldığını, burjuva hak ve özgürlüğünün genişletildiğini, piyasa ekonomisinin çoktan pratik bir sorun haline geldiğini görmek istemeyebilir. Ama bu değişimler, bırakın bir komünist partisinin programını, burjuva reform programının CASTRO EMPERYALİZMİN OYUNLARINI BOZMAYA DEVAM EDİYOR ötesinde bir yozlaşmanın adımlarıdır. Bu açık bir gerçek. Tabii kafası karışık olanları ya da eski görüşlerinden -özeleştiri yapmadan - çark edenleri, bu kadar açık gerçekleri görmek istememelerinden dolayı kınayacak değiliz! Can Doğruer gibiler ne derse desin, Romanya'daki gelişmeler Marksist-Leninistleri bir kez daha doğrulamaktadır. Bizce bu arkadaşların sorunu, Doğu Avrupa'da yaşanan olaylara, eski görüşlerinden farklı olarak, giderek netleşen sivil toplumcu bir perspektifle yaklaşma, bunu kendi çevrelerine alıştırma sorunudur. Arkadaşlar ciddiye alınmak istiyorlarsa, açık konuşmalılar. Görüşlerini net olarak ortaya koymalıdırlar. Eski görüşler savunulmuyorsa, onu da açıkça belirtme cesaretine sahip olmalıdırlar. Romanya vd. eski sosyalist ülkelerdeki olayların karmaşık gelişimi devam ediyor. Fakat devrimcilerin bunları anlaması, yorumlaması karmakarışık olamaz. Sınıf mücadelesinde karmaşık olaylara net karşılık veremeyenler, gerçekte mücadele karşısında kararsız olan, ondan bundan etkilenerek ikide bir kafası karışan ve hemen görüş değiştirenlerdir.* İSRAİLLİ ALBAYIN İTİRAFI: "FİLİSTİNLİLERE DAYAK EMRİNİ BAKANDAN ALDIK" Siyonist israil devletinin terörist yüzü 3 yıla yakın zamandır süren intifada ile bir kez daha açığa çıkıyordu. Siyonizm, işgal altındaki topraklarında bağımsız Filistin için ayaklanan halka vahşice saldırırken, yeni bir yöntem devreye soktu: Kemik kırma... Tüm dünya bu sahneleri basından, TVlerden izledi. Vahşetin boyutu açıkça görülüyordu. Dünya kamuoyunun gözleri önünde sergilenen bu sahnelerin ardından, gerek dışta, gerekse de içte büyük bir tepki oluştu. Ve ülkemizde de sıkça görüldüğü gibi, suçlu 'fevri' davranan askerler, polisler, devletin çeşitli militarist güçleri oldu. Yönetimlerini terör temelinde oluşturan devletlerin klasik taktiğidir bu; şkence ve terör uygulamaları devletin bilgisi dışındadır! Sıkıştıkları noktada, birkaç kişi suçlu olarak kurban edilebilir. İsrail de öyle yaptı ve 12 Filistinli gencin kemiklerini kırdıkları için, biri albay, bazı İsrailli askerler hakkında soruşturma açıldı. Gerekçe, bedene kaşıdı zarar vermek! Mahkemede yargılanan Albay Meirse savunmasını 'Savunma Bakanı İzak Rabin, üst düzey ordu komutanlarını toplayarak 'Dövmeye başlayın, kemiklerini kırmaya başlayın.' diyordu. Benim de kaıldığım bu toplantılarda, Rabin, Filistin ayaklanmasını bastırmak için bu metotları teklif ederken, gazetecileri ve hekimleri kendisinin. halledeceğine söz vermişti.şeklinde yapınca, ortalık karıştı. Yine ŞAH RIZA DÜN KENDİNİ SATTI BUGÜN EVİNİ SATIYOR Albay, Rabin'in "Arkadaşlar işinizi.yapın. Ben basının icabına bakarım." dediğini söylüyordu. Gerçekler ortadadır. Siyonizm, yerinden yurdundan ettiği Filistin halkının intifadasına olanca vahşetiyle saldırmaktadır. İsrail'in terör, katliam ve işkence politikası yeni 'değildir. Sadece, intifada bu olguyu daha fazla açığa çıkarmıştır. Çünkü İsrail devletinin mayasında terör vardır. Begin, Şaron, Rabin gibileri, daha siyonist İsrail devletini kurma faaliyetleri sırasında, binlerce Filistinlinin katliamından sorumludurlar. Otellere, otobüs duraklarına, insanların toplu bulunduğu yerlere yüzlerce kiloluk bombalı kamyonlarla saldırı düzenleyen, Filistinlileri yakalayıp elektrik direklerine astıktan sonra el bombasıyla havaya uçuran İrgun, Haganah, Stern adlı Siyonist terör örgütlerinin yöneticileridir bunlar, şimdi ise İsrail devletinin. İşte bu tanrılar kurban istediler ama bu kez kurbanlar tanrılarını suçladılar. Biz tanrıların emrini yerine getirdik dediler. Tıpkı ülkemizde de bazı kurbanların, 12 Eylül'ün etkisi geçince yaptıkları gibi. Onlar da kullanılıp dışlanmanın tepkisini dışa vuruyorlardı. Fakat ne Siyonist İsrail'in terörist yöneticileri, ne de ülkemizde terör, katliam politikasının sorumluları tarihin yargısından kurtulabilecekler.* Ezilen halkların, ulusların kurtuluş savaşları emperyalizme ve işbirlikçilerine rağmen, mutlaka zafere ulaşacaktır.* ÜIkesini emperyalizme peşkeş çeken Şah Rıza yaşattığı sömürü düzeniyle ülkesinde dünyanın en zengin saraylanndan birinde yaşarken, Amerika'ya sığındıktan sonra parasızlıktan kendini satacak bir hale geldi tarihli Sabah Gazetesi bu konuyla ilgili olarak şunları yazıyor: "Dünyanın en zengin saraylarından birinde dünyaya gelen ve yakın zamana kadar büyük bir servetin sahibi olan İran Şahı Pehlevi'nin oğlu Şah Rıza'nın, parasız kaldığı için Washington'daki evini 3 milyon sterline satışa çıkardığı bildirildi." Belli ki artık Şah Rıza işe yaramıyor. Onun için kendi yağıyla kavrulmalı. Bir zamanlar İran yönetimindeyken, efendisi ABD emperyalizmi tarafından sırtı sıvazlanırken, artık yüz üstü bırakılmış durumda. Ama efendisi onu iliklerine kadar sömürmeyi ihmal etmiyor. Kendisine CIA tarafından korunacağı söyleniliyor fakat Şah Rıza'nın her yıl CIA'ya ödediği miktar sterlin yani 2.3 milyar lira. Görünüşe göre, Şah Rıza'nın bütün parası bitinceye kadar CIA onu korumaya devam edecek. Ama daha sonra, o da tıpkı diğerleri gibi, emperyalizm tarafından buruşturulup çöp tenekesine atılacak. Örneğin, Şah Rıza'nın babası Şah Rıza Pehlevi. Humeyni yönetimi iktidarı ele geçirdikten sonra Amerika'ya sığınmak isteyen Şah Rıza Pehlevi ABD tarafından kabul edilmiyor ama el altından CIA ile ilişkilerini sürdürüyordu. Emperyalizmin amacı ikili oynayarak her iki taraftan da çıkarını sağlamak ve sağlamlaştırmak. Örneğin, Filipinler yönetimindeki Ferdinand Marcos, örneğin, devrimden önce Nikaragua Devlet Başkanı Somoza, örneğin, devrimden ön-ce Küba'da halka her türlü zorbalığı yapan, emperyalizme yaranmak için halka her türlü işkenceyi reva gören, sömürü düzeninden kendine düşen payın daha fazla olması için elinden geleni ardına bırakmayan Batista. Sırtını halka dayamayan, gücünü halktan almayan bütün diktatörlükler tek tek yıkılıyor. Yıkılmaya da mahkum. Emperyalist sistem içerisinde Şah Rıza ve Şah Rıza gibileri ne ilk, ne de son örnektirler. * 20

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

TÜM YEREL-SEN TÜM YEREL YÖNETİM ÇALIŞANLARI SENDİKASI İZMİR 1 NOLU ŞUBE BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ

TÜM YEREL-SEN TÜM YEREL YÖNETİM ÇALIŞANLARI SENDİKASI İZMİR 1 NOLU ŞUBE BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ TÜM YEREL-SEN TÜM YEREL YÖNETİM ÇALIŞANLARI SENDİKASI İZMİR 1 NOLU ŞUBE BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ 05.03.2014 TOPLU İŞ SÖZLEŞMELERİ EMEKÇİLERİN HAKKIDIR Şu iyi bilinmelidir ki; Toplu

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? Toplu İş Sözleşmesi (TİS), çok genel anlamı ile emekçilerin temsilcisi sendika ile işveren temsilcilerinin, ekonomik, özlük ve çalışma koşullarını birlikte belirlemeleridir.

Detaylı

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

Koç Üniversitesi nde neler oluyor? Koç Üniversitesi nde neler oluyor? 27 Mart 2015 tarihinde, Koç Üniversitesi temizlik işçileri, öğrencileri, öğretim görevlileri, asistanları ve büro emekçileri bir araya geldiler ve bir forum gerçekleştirdiler.

Detaylı

Ýstanbul hastanelerinde GREV!

Ýstanbul hastanelerinde GREV! Ýstanbul hastanelerinde GREV! Onaylayan Administrator Wednesday, 20 April 2011 Orijinali için týklayýn Doktorlar, hemþireler, eczacýlar, diþ hekimleri, hastabakýcýlar, týp fakültesi öðrencileri ve taþeron

Detaylı

MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ!

MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ! MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ! İşçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs; tüm yurtta olduğu gibi İstanbul da da coşkuyla kutlandı.1978 1 Mayıs ın ardından ilk kez izin verilen

Detaylı

BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE

BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE Bodrum da sağlık çalışanları iş bıraktı. Bodrum Devlet Hastanesi önünde buluşan sağlık meslek örgütü temsilcileri, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, emeklilik hakları

Detaylı

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Havacılık sektörüne grev yasağı getiren yasa tasarısı mecliste onaylandı. Hava-İş Sendikası, yasa mecliste görüşülmeye başlanmadan

Detaylı

https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ

https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ Soru: İşçi sendikasına üye olmanın şartları nelerdir? Cevap: a.15 yaşını doldurmuş olmak b. 4857 sayılı İş Kanunu çerçevesinde; bir iş sözleşmesine

Detaylı

MART 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

MART 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili MART 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. CHP Mersin Büyükşehir ve ilçe belediye başkan adaylarının

Detaylı

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) İçinde Bulunduğumuz Evre Ve Gençliğin Durumu Türkiye gibi yarı sömürge ve az gelişmiş

Detaylı

7. dönem çalışma raporu TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI. EMO Kocaeli Şubesi 146

7. dönem çalışma raporu TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI. EMO Kocaeli Şubesi 146 TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI EMO Kocaeli Şubesi 146 İKK Sekreterliği Makina Mühendisleri Odası tarafından yürütülmektedir. Şubemiz, üniversite, resmi kurum, sendika, oda ve derneklerle sürdürülebilir

Detaylı

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz İstanbul YDK: 1 Mayıs itibariyle başlamış olan Eme(K)adın kampanyamız kapsamında güvencesiz, görünmeyen ve yok sayılan kadın emeği üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyoruz. Bu kez bu konuda sendikal

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık Sendikamız Yapı-Yol Sen 12 Nisan 2012 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğü önünde ve eşzamanlı olarak tüm şube binaları önünde, Otoyol ve Köprülerin özelleştirilmesi, görevde yükselme ve unvan değişikliği

Detaylı

SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU**

SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU** SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU** Uygulanan ekonomik politikalar sonucunda, devletin küçültülmesi, kamusal alanın daraltılması koşullarında, kamu işveren sendikalarına olan ihtiyaç gittikçe azalıyor.

Detaylı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı Çalışma hayatında barış egemen olmalı Ocak 19, 2012-3:31:16 olduğunu belirtti. olduğunu belirterek, ''Bu bakış açısı çerçevesinde diyalog merkezli çalışmalarımızı özellikle son 7 aydır yoğun bir şekilde

Detaylı

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB Danýþma Kurulu 38. Dönem 2. Toplantýsý 16 Nisan 2005'te Ankara'da TMMOB çalýþmalarý üzerine bilgilendirme ve TMMOB çalýþmalarýnýn deðerlendirilmesi gündemi

Detaylı

151 NOLU SÖZLEŞME KAMU HİZMETİNDE ÖRGÜTLENME HAKKININ KORUNMASI VE İSTİHDAM KOŞULLARININ BELİRLENMESİ YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN SÖZLEŞME

151 NOLU SÖZLEŞME KAMU HİZMETİNDE ÖRGÜTLENME HAKKININ KORUNMASI VE İSTİHDAM KOŞULLARININ BELİRLENMESİ YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN SÖZLEŞME 151 NOLU SÖZLEŞME KAMU HİZMETİNDE ÖRGÜTLENME HAKKININ KORUNMASI VE İSTİHDAM KOŞULLARININ BELİRLENMESİ YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN SÖZLEŞME ILO Kabul Tarihi: 7 Haziran 1978 Kanun Tarih ve Sayısı: 25 Kasım 1992

Detaylı

Mevsimlik İşçiliğe Hayır Dedik

Mevsimlik İşçiliğe Hayır Dedik 12006 Mevsimlik İşçiliğe Hayır Dedik 2006 yılından beri Bütün öğretmenler kadrolu olmalıdır diyerek mücadelemizi, sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi yönünde yoğunlaştırdık. 2 22008 Bakan Hüseyin

Detaylı

Türkiye nin Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Karnesi

Türkiye nin Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Karnesi Türkiye nin Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Karnesi Özet Türkiye nin ILO Karnesi Zayıf! 31 Mayıs 2016, İstanbul Türkiye ILO lerini En Çok İhlal Eden Ülkelerden Uluslararası Çalışma Örgütü nün (ILO) 105.

Detaylı

İÇİNDEKİLER. ÖN SÖZ... iii GİRİŞ...1 ÖRGÜTLERDE İNSAN KAYNAKLARI VE YÖNETİMİ...9

İÇİNDEKİLER. ÖN SÖZ... iii GİRİŞ...1 ÖRGÜTLERDE İNSAN KAYNAKLARI VE YÖNETİMİ...9 İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ... iii GİRİŞ...1 1. BÖLÜM ÖRGÜTLERDE İNSAN KAYNAKLARI VE YÖNETİMİ...9 İNSAN KAYNAKLARI KAVRAMI, ÖNEMİ VE ÖZELLİKLERİ...10 İnsan Kaynakları Kavramı...10 İnsan Kaynaklarının Önemi...12

Detaylı

Albert PERSONS isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi:

Albert PERSONS isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi: 1 Mayıs ın Tarihçesi 1880 li yıllar, ağırlıklı olarak kol emeğinin kullanıldığı ve çalışma şartlarının çok kötü olduğu yıllardı. Küçük çocukların karın tokluğuna çalıştırılması ve 14-15 saate kadar varan

Detaylı

SUNUŞ. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Yönetim Kurulu

SUNUŞ. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Yönetim Kurulu SUNUŞ İşyeri sendika temsilcileri, işyerinde çalışan işçilerin mevzuattan, toplu iş sözleşmelerinden doğan her türlü hak ve çıkarlarını korumakla görevli olan, sendikasının örgütlenmesi ve güçlenmesi için

Detaylı

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. 28 Nisan 2014 Basın Toplantısı Metni ; (Konuşmaya esas metin) Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. -- Silahlı Kuvvetlerimizde 3-4 yıldan bu yana Hava Kuvvetleri

Detaylı

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili Kasım 2013 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Mezitli İlçesi CHP Belediye Başkanı aday adaylarının

Detaylı

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi 24. Toplu İş Sözleşmesi sürecinde işverenle sendika arasında anlaşma sağlanamaması üzerine Şişecam işçileri 10 fabrikada 5800 işçiyle greve gitme kararı almıştı.

Detaylı

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00 Türkiye de siyaset yalnızca oy kaygısı ile yapılıyor Siyasete popülizm hakimdir. Bunun adı ucuz politika dır ve toplumun geleceğine maliyet yüklemektedir. Siyaset Demokrasilerde yapılır. Totaliter rejimler

Detaylı

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR?

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR? GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR? ESNEK ÇALIŞMADIR Yapacağın işin, çalışacağın saatlerin, alacağın ücretin esnek olduğu bir çalışma sistemidir. 2 PERFORMANS SİSTEMİDİR Emekçiler arasında dayanışmanın, birlik ruhunun

Detaylı

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu v TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ÖNSÖZ Yirmi birinci yüzyılı bilgi teknolojisi çağı olarak adlandırmak ne kadar yerindeyse insan hakları çağı olarak adlandırmak da o kadar doğru olacaktır. İnsan

Detaylı

MESLEK ÖRGÜTÜNÜN GöREV ÇAĞRISINA KATILMAK SUÇ MUDUR? BU NEDENLE HUKUKİ BİR YAPTIRIM UYGULANABİLİR Mİ?

MESLEK ÖRGÜTÜNÜN GöREV ÇAĞRISINA KATILMAK SUÇ MUDUR? BU NEDENLE HUKUKİ BİR YAPTIRIM UYGULANABİLİR Mİ? MESLEK ÖRGÜTÜNÜN GöREV ÇAĞRISINA KATILMAK SUÇ MUDUR? BU NEDENLE HUKUKİ BİR YAPTIRIM UYGULANABİLİR Mİ? Bilindiği gibi Dr. Ersin Aslan ın, bir hasta yakını tarafından öldürülmesinin birinci yılı yaklaşıyor.

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Nisan 14, 2017-7:12:00 AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, Ankara Sincan ilçesi Lale Meydanı'nda mitinge katılarak vatandaşlara hitap

Detaylı

(Resmî Gazete ile yayımı: 11.12.1992 Sayı : 21432 Mükerrer)

(Resmî Gazete ile yayımı: 11.12.1992 Sayı : 21432 Mükerrer) 25 Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunmasına ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin 151 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun (Resmî Gazete ile yayımı:

Detaylı

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 37. Dönem Çalışma Raporu. BASIN ÇALIġMALARI

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 37. Dönem Çalışma Raporu. BASIN ÇALIġMALARI BASIN ÇALIġMALARI BASIN AÇIKLAMALARIMIZ 5 Mayıs 2010 Özelleştirme Karşıtı Platform İstanbul Bileşenleri nin Taksim BEDAŞ önünde gerçekleştiği basın açıklaması yoğun bir katılımla yapıldı. Şubemiz üye ve

Detaylı

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY CHP Bodrum İlçe Başkanı Recai Seymen, 29 Kasım Pazar günü yapılacak olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İlçe Kongresinde ilçe başkanlığına tekrar aday olduğunu

Detaylı

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR BALIKESİR - 30.09.2014 HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR Balıkesir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Gündoğdu, Ankara ve Hatay Tabip odaları üyelerinin Gezi Parkı olayları sürecinde hukuka aykırı

Detaylı

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi MTM Medya Takip Merkezi, 2010 yılında medyanın gündemini belirleyen konu ve olayları derledi. İki bini aşkın gazete, dergi, TV kanalı ve haber sitesinde periyodik olarak yapılan takip sonuçları, yıl boyunca

Detaylı

BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI 16 ŞUBAT 2011 CVK OTEL- İSTANBUL Tarihi günler yaşıyoruz. 10 Şubat-15 Şubat tarihleri arasında

Detaylı

İşyeri Temsilcileri Rehberi

İşyeri Temsilcileri Rehberi İşyeri Temsilcileri Rehberi Bir sendika için en önemli kadrolardan birisi işyeri temsilcisidir. İşyeri düzeyinde ise işyeri temsilcisi sendika örgütlenmenin olmazsa olmazıdır. Bir işyerinde işyeri temsilcisinin

Detaylı

ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili 1 CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Mezitli CHP İlçe Örgütü ve Belediye Başkan

Detaylı

İşyerini işgal eden ERT işçileriyle röportaj

İşyerini işgal eden ERT işçileriyle röportaj İşyerini işgal eden ERT işçileriyle röportaj Yunanistan da yeni bir kemer sıkma politikası çerçevesinde devlet kanalı ERT nin kapatılması kararı alındı. Buna karşı, 12 Haziran günü 2500 çalışanıyla ERT

Detaylı

MART 2016 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

MART 2016 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili MART 2016 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Akdeniz/Karaduvar Mahallesinde saha çalışması

Detaylı

Nöbet Görevi Öğretmenliğin Parçasıdır Fakat... Fakat...!

Nöbet Görevi Öğretmenliğin Parçasıdır Fakat... Fakat...! Nöbet Görevi Öğretmenliğin Parçasıdır Fakat... Fakat...! Eğitim Sen Yayınları Eylül 2015 EĞİTİM SEN (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası) Adına Sahibi: Kamuran Karaca Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Hanım

Detaylı

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et! ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme Mücadele Et! Boyun Eğme Mücadele Et! Patronlar meslek lisesi öğrencilerini sömürülecek işçi olarak görüyorlar!

Detaylı

MECLİS KARAR ÖZET TUTANAĞI Ü Y E L E R T.C. KARAPINAR BELEDİYE BAŞKANLIĞI KARAR TARİHİ : 09/05/2014 KARAR NUMARASI : 13

MECLİS KARAR ÖZET TUTANAĞI Ü Y E L E R T.C. KARAPINAR BELEDİYE BAŞKANLIĞI KARAR TARİHİ : 09/05/2014 KARAR NUMARASI : 13 KARAR NUMARASI : 13 AYDOĞDU, Belediye Meclisi 5393 Sayılı Belediye Kanunun 20. maddesi uyarınca 2014 yılı Mayıs ayı toplantısı için Belediye Hizmet binası, Başkanlık odasında toplandı. Toplantı başında

Detaylı

Destek Personeli Eğitimleri

Destek Personeli Eğitimleri 2.Dönem eczane çalışanlarının Destek Personeli Eğitimleri 28 Aralık 2009 tarihinde başladı 9 Valimiz Sayın Zübeyir KEMELEK 15 Aralık 2009 tarihinde Yönetim Kurulumuzu ziyaret etti.. İstanbul Ecza Koop'la

Detaylı

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem NEDEN Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem YERLi VE MiLLi BiR SiSTEM Türkiye, artık daha büyük. Dünyada söz söyleyen ülkeler arasında. Milletinin refahını artırmaya başladı. Dünyanın en büyük altyapı

Detaylı

MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI

MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI Tosun: Yaptıklarımız Yapacaklarımızın Teminatıdır Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Yarımada nın ikinci büyük beldesi olan Turgutreis te seçim iletişim merkezini

Detaylı

YOL, YAPI, ALTYAPI, BAYINDIRLIK VE TAPU KADASTRO KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKASI

YOL, YAPI, ALTYAPI, BAYINDIRLIK VE TAPU KADASTRO KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKASI YAPI-YOL SEN YOL, YAPI, ALTYAPI, BAYINDIRLIK VE TAPU KADASTRO KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKASI ZİYA GÖKALP CADDESİ NO:36/20 06420 YENİŞEHİR/ANKARA. TEL - FAX : 433 46 06-434 39 84-431 73 05 web sayfası: http:/www.yapiyolsen.org

Detaylı

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi Ertuğrul Bilir Makina Mühendisi İş Güvenliği Uzmanı (C) İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği - Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi ÖDENEN BEDELLER İş kazası

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! TEMMUZ 2016 İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! Taşeron işçilere kayıtsız şartsız kadro! Kıdem tazminatıma dokunma! Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ne hayır! TAŞERON İŞÇİLERE KAYITSIZ ŞARTSIZ KADRO! AKP hükümeti

Detaylı

Yeni anayasa neyi hedefliyor?

Yeni anayasa neyi hedefliyor? Yeni anayasa neyi hedefliyor? Siyasal iktidar Yeni Anayasanın yazımına kapalı kapılar ardında devam ederken, yeni anayasanın yazılma sürecine dair öğrenebildiğimiz yegâne şey, mecliste oluşturulan uzlaşma

Detaylı

İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ YASASI SONRASI DÖNEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ

İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ YASASI SONRASI DÖNEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ 15.Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Kongresi (9-12 Şubat 2014, Ankara) İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ YASASI SONRASI DÖNEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ Prof.Dr.A.Gürhan Fişek Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Detaylı

Polis Taksim Meydanı'na girdi

Polis Taksim Meydanı'na girdi On5yirmi5.com Polis Taksim Meydanı'na girdi Gezi Parkı eylemlerinin 15. gününde polis, Taksim Meydanı na girdi. AKM ve Cumhuriyet Anıtı ndaki afişler söküldü, barikatlar da kaldırıldı. Yayın Tarihi : 11

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 CHP İzmir de gövde gösterisi yaptı, Kılıçdaroğlu Gündoğdu Meydanı ndan gençlere, 140 karakterden korkan bir başbakan yarattınız, size şükran borçluyum diye seslendi. Tarih : 22.03.2014 - Baharda sandığa

Detaylı

İŞYERİ TEMSİLCİLERİNİN GÖREV VE SORUMLULUKLARI

İŞYERİ TEMSİLCİLERİNİN GÖREV VE SORUMLULUKLARI İŞYERİ TEMSİLCİLERİNİN GÖREV VE SORUMLULUKLARI İŞYERİ TEMSİLCİLİĞİ İşyeri Temsilcisi; Sendikayı işyerinde temsil eden kişidir. Sendikayı işverene, Sendikayı üyelere, Üyeleri sendikaya yönelik olarak temsil

Detaylı

6331 sayılı Kanun Çerçevesinde İş Sağlığı ve Güvenliği Kültürünün Geliştirilmesi Açısından Koordinasyon

6331 sayılı Kanun Çerçevesinde İş Sağlığı ve Güvenliği Kültürünün Geliştirilmesi Açısından Koordinasyon 6331 sayılı Kanun Çerçevesinde İş Sağlığı ve Güvenliği Kültürünün Geliştirilmesi Açısından Koordinasyon Yrd.Doç.Dr.Zeynep Şişli İzmir Ekonomi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Çalışmanın Sorusu; Türk hukukunda

Detaylı

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI Bodrum İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Özcan ın kurum değişikliği ile Ankara Gölbaşı belediye başkan yardıcılığı görevine

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Kılıçdaroğlu: İş adamı konuşuyor tehdit, gazeteci konuşuyor tehdit, belediye başkanı konuşuyor tehdit, ne olacak tehditlerin sonu? Tarih : 04.06.2011 -BATMAN MİTİNGİ- Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu,

Detaylı

GENÇLİK KOLLARI YÖNETMELİĞİ

GENÇLİK KOLLARI YÖNETMELİĞİ GENÇLİK KOLLARI YÖNETMELİĞİ 195 BÖLÜM I GENEL HÜKÜMLER KURULUŞ Madde 1 - Cumhuriyet Halk Partisi Tüzüğü nde ifadesini bulan amac a yönelik olarak, Genel Merkez, il, ilçe ve gerek görülen beldelerde örgüt

Detaylı

KASIM 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

KASIM 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili KASIM 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Akdeniz Karaduvar Mahallesinde muhtarları

Detaylı

Mesleki Deneyim. Eğitim Bilgileri. Prof. Dr. Nurşen CANİKLİOĞLU. Profesör Marmara Üniversitesi Doçent Marmara Üniversitesi

Mesleki Deneyim. Eğitim Bilgileri. Prof. Dr. Nurşen CANİKLİOĞLU. Profesör Marmara Üniversitesi Doçent Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Nurşen CANİKLİOĞLU Mesleki Deneyim Profesör Marmara Üniversitesi - 2011 Doçent Marmara Üniversitesi - 2003 Eğitim Bilgileri Doktora Marmara Üniversitesi SBE - 1997 Yüksek Lisans Marmara Üniversitesi

Detaylı

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR! SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR! Şehir ve Medeniyet İÇGÜDÜSEL DEĞİL, BİLİNÇLİ TERCİH: ŞEHİR Şehir dediğimiz vakıayı, olguyu dışarıdan bir bakışla müşahede edelim Şehir denildiğinde herkes kendine göre bir

Detaylı

EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI

EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI TOPLUSÖZLEŞMEDE KİM KAZANDI? KİM KAYBETTİ? EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI TOPLUSÖZLEŞMEDE KİM KAZANDI, KİM KAYBETTİ? 2014-2015 yıllarını kapsayan toplusözleşme süreci, hükümet ve Memur Sen arasında

Detaylı

İsviçreli siyasetçi ve örgütler: Diktatörlüğe karşı Kürtlerle dayanışma büyütmeli

İsviçreli siyasetçi ve örgütler: Diktatörlüğe karşı Kürtlerle dayanışma büyütmeli İsviçreli siyasetçi ve örgütler: Diktatörlüğe karşı Kürtlerle dayanışma büyütmeli İsviçreli örgütler ve siyasetçiler, Erdoğan diktatörlüğüne karşı yürüyerek, Kürt halkıyla uluslararası dayanışmanın büyütülmesi

Detaylı

TÜZÜK VE YÖNETMELİKLER BASIN YAYIN KOMİSYONLARI YÖNETMELİĞİ

TÜZÜK VE YÖNETMELİKLER BASIN YAYIN KOMİSYONLARI YÖNETMELİĞİ TÜZÜK VE YÖNETMELİKLER A.6.2 BASIN YAYIN KOMİSYONLARI YÖNETMELİĞİ 2 BASIN YAYIN KOMİSYONLARI YÖNETMELİĞİ Madde 1. Amaç: Bu yönetmelik, Birleşik Metal İşçileri Sendikası nın merkez ve şubelerinde faaliyet

Detaylı

MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE ZAM

MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE ZAM MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE 10-16 ZAM Milas Belediyesi ile DİSK arasında devam eden toplu iş sözleşmesi sonuçlandı. Buna göre işçilere yüzde 10 ila 16 arasında zam verildi. Milas Belediyesi ile

Detaylı

Eylül 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Eylül 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili Eylül 2013 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Yenişehir İlçesi CHP Belediye Başkanı aday

Detaylı

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi Erdoğan, "OHAL uygulaması kesinlikle demokrasiye, hukuka ve özgürlüklere karşı değildir" dedi. 21.07.2016 / 09:56 Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından

Detaylı

MUĞLA DA ÇEVRE TALANINA TEPKİ

MUĞLA DA ÇEVRE TALANINA TEPKİ MUĞLA DA ÇEVRE TALANINA TEPKİ Muğla Çevre Platformu nun (MUÇEP) Milas buluşmasına damgayı; arka arkaya gelen çevre, imar, tarım alanları konularında çıkarılan kararlar ve Okluk Koyu nda yıkılan Cumhurbaşkanlığı

Detaylı

Hiç kimse imtiyaza sahip değil

Hiç kimse imtiyaza sahip değil Hiç kimse imtiyaza sahip değil Aralık 22, 2014-8:03:00 Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Hiç kimse hukuk devleti içinde imtiyaza sahip değildir" dedi. Davutoğlu, Makedonya'ya hareketi öncesi Esenboğa Havalimanı'nda

Detaylı

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ İÇİNDEKİLER I.GENEL HÜKÜMLER A- Amaç... 2 B- Kapsam 2 C- Dayanak. 2 D- Tanımlar 2 II. EMEK BÜROLARININ AMACI, OLUŞUMU, İŞLEYİŞİ, ORGANLARI

Detaylı

KOMİSYON VE BÜRO YÖNETMELİKLERİ

KOMİSYON VE BÜRO YÖNETMELİKLERİ BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI KOMİSYON VE BÜRO YÖNETMELİKLERİ ÖRGÜTLENME KOMİSYONLARI YÖNETMELİĞİ 3 BASIN YAYIN KOMİSYONLARI YÖNETMELİĞİ 9 GENÇ İŞÇİLER BÜROLARI YÖNETMELİĞİ 15 SOSYAL ETKİNLİKLER BÜROLARI

Detaylı

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR Site İsmi : Zaman 53 Tarih: 10.05.2012 Site Adresi : www.zaman53.com Haber Linki : http://www.zaman53.com/haber/14544/camilerin-ayaga-kalkmasi-lazim.html ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Detaylı

Tüm IlnKI-'En ~ TÜM BANKA VE SiGORTA ÇALıŞANLARı SENDiKASı KES K. TOM BANKA VE SIGORTA ÇALıŞANLARı. AYlıK HABER BÜLTENi ÖZEL SAYı HAZiRAN 1997

Tüm IlnKI-'En ~ TÜM BANKA VE SiGORTA ÇALıŞANLARı SENDiKASı KES K. TOM BANKA VE SIGORTA ÇALıŞANLARı. AYlıK HABER BÜLTENi ÖZEL SAYı HAZiRAN 1997 Tüm IlnKI-'En ~ TÜM BANKA VE SiGORTA ÇALıŞANLARı SENDiKASı KES K -izm-jr C-a-d-. y,-ap-r-ak-a-pt-. 2-4-/1-2 -li-ef&-f-a-x;-o(-3-12-) 4-1-7-2S-4-0-K-ız-ı'-ay--A-N-K-AR-A ~, TOM BANKA VE SIGORTA ÇALıŞANLARı

Detaylı

TÜZÜK VE YÖNETMELİKLER SOSYAL ETKİNLİKLER BÜROLARI YÖNETMELİĞİ

TÜZÜK VE YÖNETMELİKLER SOSYAL ETKİNLİKLER BÜROLARI YÖNETMELİĞİ TÜZÜK VE YÖNETMELİKLER A.6.4 SOSYAL ETKİNLİKLER BÜROLARI YÖNETMELİĞİ SOSYAL EKİNLİKLER BÜROLARI YÖNETMELİĞİ Madde 1. Amaç: Bu yönetmelik, Birleşik Metal İşçileri Sendikası nın merkez ve şubelerinde faaliyet

Detaylı

KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ YÖNETMELİĞİ

KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ YÖNETMELİĞİ KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ YÖNETMELİĞİ 2014 zc KRM-Y-04/19.06.2014/Rev.00 Madde 1/Amaç ve Kapsam Kurumsal Yönetim Komitesi, Şirket te kurumsal yönetim ilkelerinin uygulanıp uygulanmadığını, uygulanmıyor

Detaylı

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek Aralık 08, 2011-4:57:28 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Büyük Anadolu Otel'de düzenlenen Türk-İş 21. Olağan Genel Kurulu'nda konuştu. Çalışma

Detaylı

kimdir? Nazif Kerem GÖZENER ÖZGEÇMİŞ

kimdir? Nazif Kerem GÖZENER ÖZGEÇMİŞ ÖZGEÇMİŞ kimdir? 21 Nisan 1971 de Malatya nın Arapgir ilçesinde dünyaya geldim. Maliyeci bir baba ve öğretmen bir annenin ilk çocuklarıyım. Memur bir ailenin çocuğu olduğum için, eğitim hayatıma, Malatya

Detaylı

Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2

Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2 Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2 Evde, Okulda, Sokakta, Kışlada, Gözaltında Şiddete Son 18-19 Mart 2006, Diyarbakır ŞİDDETE KARŞI KADIN BULUŞMASI 2 EVDE, OKULDA, SOKAKTA, KIŞLADA, GÖZALTINDA ŞİDDETE SON

Detaylı

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 9TOPLUMSAL ETKİNLİKLER 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 11111 260 01 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 11111 262 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR

Detaylı

Assan Alüminyum, Türkiye deki İşçi Hakları Endişeleri ile ilgili Şikayetler Hakkında PAYDAŞ DEĞERLENDİRMESİ

Assan Alüminyum, Türkiye deki İşçi Hakları Endişeleri ile ilgili Şikayetler Hakkında PAYDAŞ DEĞERLENDİRMESİ Assan Alüminyum, Türkiye deki İşçi Hakları Endişeleri ile ilgili Şikayetler Hakkında PAYDAŞ DEĞERLENDİRMESİ 22 Temmuz Uyum Danışmanlığı / Ombudsmanlığı Uluslararası Finans Kurumu / Çok Taraflı Yatırım

Detaylı

HAZİRAN 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

HAZİRAN 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili HAZİRAN 2012 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin CHP İl Kongresine katılarak bir konuşma

Detaylı

DOĞAN BURDA DERGİ YAYINCILIK VE PAZARLAMA A.Ş. KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ GÖREV VE ÇALIŞMA ESASLARI

DOĞAN BURDA DERGİ YAYINCILIK VE PAZARLAMA A.Ş. KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ GÖREV VE ÇALIŞMA ESASLARI DOĞAN BURDA DERGİ YAYINCILIK VE PAZARLAMA A.Ş. KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ GÖREV VE ÇALIŞMA ESASLARI 1. AMAÇ Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş. ( Şirket veya Doğan Burda ) Kurumsal Yönetim Komitesi

Detaylı

Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu Ağustos 2016

Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu Ağustos 2016 Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu Ağustos 2016 2 Ağustos 2016 Sendikalı işçilerin üçte biri toplu sözleşme kapsamı dışında Sendikalaşmada son 4 yıldır yaşanan artışın büyük bölümü yapay Toplu

Detaylı

HÜRRİYET GAZETECİLİK VE MATBAACILIK A.Ş. KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ GÖREV VE ÇALIŞMA ESASLARI

HÜRRİYET GAZETECİLİK VE MATBAACILIK A.Ş. KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ GÖREV VE ÇALIŞMA ESASLARI HÜRRİYET GAZETECİLİK VE MATBAACILIK A.Ş. KURUMSAL YÖNETİM KOMİTESİ GÖREV VE ÇALIŞMA ESASLARI 1. AMAÇ Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. (Şirket) Kurumsal Yönetim Komitesi (Komite), Şirketin kurumsal

Detaylı

Devrim Öncesinde Yemen

Devrim Öncesinde Yemen Yemen Devrimi Devrim Öncesinde Yemen Kuzey de Zeydiliğe mensup Husiler hiçbir zaman Yemen içinde entegre olamaması Yemen bütünlüğü için ciddi bir sorun olmuştur. Buna ilaveten 2009 yılında El-Kaide örgütünün

Detaylı

işçiokulu FASİKÜL 8: Türkiye deki sendikaları tanıyalım

işçiokulu FASİKÜL 8: Türkiye deki sendikaları tanıyalım işçiokulu FASİKÜL 8: Türkiye de sendikalar nasıl doğdu ve gelişti? Türkiye nin geç kapitalistleşmesine koşut olarak sendikalar da Avrupa ülkelerine göre daha sonra kuruldular. İlk işçi örgütleri 19. yüzyılın

Detaylı

DEVLET BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ BABACAN: TÜRKİYE, İŞ YAPMAK, HİZMET ÜRETMEK, ÜRÜN ÜRETMEK, PARA KAZ

DEVLET BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ BABACAN: TÜRKİYE, İŞ YAPMAK, HİZMET ÜRETMEK, ÜRÜN ÜRETMEK, PARA KAZ DEVLET BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ BABACAN: TÜRKİYE, İŞ YAPMAK, HİZMET ÜRETMEK, ÜRÜN ÜRETMEK, PARA KAZ Şubat 17, 2007-12:00:00 DEVLET BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ BABACAN: ''TÜRKİYE, İŞ YAPMAK, HİZMET ÜRETMEK,

Detaylı

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI 1 Nasıl bir anayasa yapım süreci? Maddeleri değil ilkeleri temel alan Ayırıcı değil birleştirici Uzlaşmaya zorlamayan Uzlaşmazlık alanlarını ihmal etmeyen Mutabakatı değil ortak

Detaylı

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI EMRE KÖROĞLU CHP BODRUM İLÇE BAŞKANLIĞINA YENİLİKÇİ VE BAŞARI ODAKLI BİR SİYASET İÇİN ADAY OLDUĞUNU AÇIKLADI Emre Köroğlu 29 Kasım 2015 Pazar günü yapılacak

Detaylı

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon, bakım ve rehabilitasyon çalışmaları tamamlanarak dünya standartlarında bir tesis haline getirilen Bodrum Belediyesi

Detaylı

TÜSİAD Kayıtdışı Ekonomiyle Mücadele Çalışma Grubu Sunumu

TÜSİAD Kayıtdışı Ekonomiyle Mücadele Çalışma Grubu Sunumu TÜSİAD Kayıtdışı Ekonomiyle Mücadele Çalışma Grubu Sunumu Ekonomi Koordinasyon Kurulu Toplantısı, İstanbul 12 Eylül 2008 Çalışma Grubu Amacı Kayıtdışı Ekonomiyle Mücadele M Çalışma Grubu nun amacı; Türkiye

Detaylı

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB 2010-2012 ISBN 978-605-01-0372-4 Baskı Mattek Basın Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti Adakale Sokak 32/27 Kızılay/ANKARA Tel: (312)

Detaylı

SENDİKALAŞMA EYLEMİ İÇİN İLERİ

SENDİKALAŞMA EYLEMİ İÇİN İLERİ grevli,toplu sözleşmeli SENDİKALAŞMA EYLEMİ İÇİN İLERİ [TfH TüR K iy E [-C JTEK N İK ELEMAN i ^ M k u r u lta y i 22-23 Mayısı Maltepe Alemdar Sineması 'saat X) > T ü rk iy e 3. t e k n ik elem a n k u

Detaylı

2008 yılında gönüllü çabalarla kurulan Uluslararası Şeffaflık Derneği ülkenin demokratik, sosyal ve ekonomik yönden gelişimi için toplumun tüm

2008 yılında gönüllü çabalarla kurulan Uluslararası Şeffaflık Derneği ülkenin demokratik, sosyal ve ekonomik yönden gelişimi için toplumun tüm 2008 yılında gönüllü çabalarla kurulan Uluslararası Şeffaflık Derneği ülkenin demokratik, sosyal ve ekonomik yönden gelişimi için toplumun tüm kesimlerinde şeffaflık, dürüstlük ve hesap verebilirlik ilkelerini

Detaylı

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA Chp Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kahramanmaraş ın Elbistan İlçesi nde siyaseti sadece insan için yaptıklarını, iktidara gelmeleri halinde terörü sonlandırıp ülkeye huzuru getireceklerini

Detaylı

ANAYASA MAHKEMESÝ KARARLARINDA SENDÝKA ÖZGÜRLÜÐÜ Dr.Mesut AYDIN*

ANAYASA MAHKEMESÝ KARARLARINDA SENDÝKA ÖZGÜRLÜÐÜ Dr.Mesut AYDIN* 1.Giriþ ANAYASA MAHKEMESÝ KARARLARINDA SENDÝKA ÖZGÜRLÜÐÜ Dr.Mesut AYDIN* Toplu olarak kullanýlmasýndan dolayý kolektif sosyal haklar arasýnda yer alan sendika hakký 1 ; bir devlete sosyal niteliðini veren

Detaylı