da araştırmalar yaparken 2 saat gözaltına alındılar. Gazetemiz ve demokratik kamuoyunun cellatların elindeki devrimcilerin

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "da araştırmalar yaparken 2 saat gözaltına alındılar. Gazetemiz ve demokratik kamuoyunun cellatların elindeki devrimcilerin"

Transkript

1

2 MÜCADELE 2 21 Kasım 1992 Üzerimizdeki baskılar devam ediyor. Geçen sayımız baskıya girerken, Samsun temsilcimiz Pervin Tuğan, SHP il merkezinden çıkarken bir okurumuzla birlikte gözaltına alındı. Pervin Tuğan yedi okurumuzla birlikte işkenceden geçirildikten sonra, mahkemede tutuklandı. Yine 14 Kasım günü Zonguldak maden işçilerinin Genel Maden-İş Sendikası yönetimine öfkesini haykırdığı genel kurulda, muhabirimiz Metin Sekücü ile Mücadeleci İşçi gazetesi sahibi Meral Bakan polisler tarafından gözaltına alındı. Genel kurulu izlemekte ısrarlı olan muhabirimiz Lütfü Çengelci ve Mücadeleci İşçi gazetesi muhabiri Şengül Karakaya sendika kapısında dövüldüler. Sivas büromuzun kapısına evrakları eksik diye belediye tarafından mühür vuruldu. Mücadele'yi baskılar, tehditlerle yıldıramazlar, susturamazlar. Şimdiye kadar izlediğimiz devrimci yayın politikasıyla bunu dosta düşmana gösterdik. Demirel'e kayıp aileleriyle görüşmesinde "Bu gazeteyi okumaya devam edin" dedirten de budur. Tuğrul Özbek olayını araştıran Yazı İşleri Müdürümüz Namık Kemal Cıbaroğlu ve avukatlardan oluşan komisyon, 15 Kasım günü Sultan Cenik'in apartmanın- da araştırmalar yaparken 2 saat gözaltına alındılar. Gazetemiz ve demokratik kamuoyunun cellatların elindeki devrimcilerin can güvenliğini korumada bir duyarlılık oluşturduğuna inanıyoruz. Yakalanan bu duyarlılık sayesindedir ki, devrimciler üzerinde estirilen kayıp politikasında iktidara geri adım attırılmıştır. Bu duyarlılık diri tutulmalı ve büyütülmelidir. İktidar başparmağı ile bu kez ülke içindeki devrimci-yurtsever güçleri gösteriyor. Önümüzdeki günlerde infaz ve kayıplara, halka karşı saldırılara hazırlıklı olmalıyız. "İç harekat" psikolojik savaşın düşen Fidel Castro ve arkadaşları Küba ve halka saldırının sloganıdır. Yine gözaltılar, halka, devrimcilere, yurtseverlere Gazetemizin halka inmede bir araç halkını zafere taşıyamazdı. saldırılar, gözaltında kayıplar, kontrgerilla olduğunun bilinciyle hareket ediyoruz. cinayetleri... Bu ülkede değişmeyen tek Gazetemiz sokaklarda, caddelerde satılarak, her geçen gün daha çok halka ula- şey devlet terörüdür. Yoksa bu çürümüş, dağılmaya yüz tutmuş bu düzeni bir tek şıyor. Daha çok ulaştırmanın yollarını gün ayakta tutamazlar. bulmalıyız Orta sayfalarımızda sosyalizme olan Gazetemiz baskıya girerken, Gerçek inancımızın, kararlılığımızın sloganı "Kazanacağız" diyoruz. Çünkü en zor koşul- Tarancı'nın kontrgerilla tarafından katle- dergisinin Diyarbakır temsilcisi Namık larda dahi haklı olanın kazanma gücüne dildiği haberi elimize ulaştı. Yasak, baskı sahip olduğunun bilincindeyiz. Yoksa ve katliamlarla sosyalist ve yurtsever basını susturamadılar, susturamayacaklar. Moskova kapılarına kadar dayanan Alman faşizmi karşısında Sovyet halkı kazanamazdı. Yoksa Moncada kışlası basruz. Gerçek çalışanlarına baş sağlığı diliyokınında ağır bir yenilgiye uğrayan, tutsak Hoşçakalın... HALKTIR ONUN ADI Fırtınalı zamanlarımızın düşmana aman tanımaz dalgalarıdır. Sevinçli günlerimizin coşkusu, ağız dolu kahkahalarımızın kaynağı, devrimci yaşantımızın soluk borusudur. Uğruna ölümlere gidip geldiğimiz inancımızın, sevgide, dostlukta sınırsızlığın, kavgamızda yaratıcılığın adıdır halk!.. Sevgiyle anılır onun adı, öfkeyle, sevinçle, özveriyle anılır!.. Dostuna dost, düşmanına zaptedilmez bir öfkedir. Ne kadar durgun olursa olsun, patlamaya hazırdır her zaman. Yeter ki, ateşlemesini bilelim. Bir kere inanmayagörsün, bir kere harekete geçsin, önünde ne ordular kalır, ne de teknikler. Neyi var neyi yoksa kavganın ortasına atar. Ucu bucağı bulunmaz engin bir denizdir halk!.. Faşizmin "demokrasisi" 3 İç harekat iç savaşı derinleştirmektir 4-7 Devlet "iç harekat" derken, savaşı tırmandıracağını açıklıyor. Koltuklarında rahat ettirmeyeceğiz onları" 8-9 Kayıpları araştıramazsınız, bulacağınız kendi suçunuzdur Faşistlere karşı tereddütlü olmayacağız 10 Devrimci gençlik sivil faşistlere karşı mücadeleyi yükseltiyor Küçükarmutlu'da polis panzeri altı yaşındaki öğrenciyi ezerek öldürdü 11 "Bizi sizin döktüğünüz kan ayaklandırıyor!" Başarıya koşullanma devrimci görevlerimizi yerine getirmemiz için zorunlu ön koşuldur Başarıya koşullanma, yeni adımlar, yeni atılımlar için olmazsa olmaz bir koşuldur. Dolar TL'yi arkadan dep, alnının çatından vurdu 14 Tüm demagojilere rağmen, TL döviz karşısında vasıfsız eleman niteliğinde Madenci, sendika ağalarının kapısına dayandı 15 Meden işçileri, kendilerini yüzüstü bırakanlardan hesap soruyor "Sosyal demokrat" belediyeler işçiye para ödemiyor 16 İşçileri, zorlu mücadele günleri bekliyor... Haber/Yorum 17 Sömürücüler için "ölümü göze almaya" değmez 18 Bugün uyguladığınız yasalar, yarın size uygulanacaktır. Cepheleşme sürecinde kitleselleşme ve görevlerimiz İdeolojiye ve devrime inanmak, kitlelere samimiyetle inanmak demektir Bir MGK yazarı: Emin Çölaşan 21 Kültür/Sanat 22 Kaldırın başınızı kadehlerden İngiltere'de maden işçileri direniyor 23 Madencilerin mücadelelerinden çıkarılacak çok ders var...

3 21 Kasım 1992 POLİTİKA /MÜCADELE 3 Faşizmin "demokrasisi" Yaşanan çatışmada bugün halk açık bir şekilde devrimcilerin yanında büyük kitleler halinde yer almıyorsa, bu devletin zorundan dolayıdır, onun devleti desteklediğinden dolayı değil. Ancak devlet buna tahammül göstermeyip halka saldırarak onu politize ettikçe, halkın hareketlenişi hızlanacaktır. Bundan 40 yıl kadar önce, Amerika'dan dolarları ve deniz kuvvetleri vasıtasıyla dünyanın geri bıraktırılmış ülkelerine yollanan postallı demokrasi, bugün kart bir ihtiyar olarak halklara karşı vahşetini sürdürüyor. Amerikan dolarlarının bu ucube demokrasileri, CIA hamiliğinde dünyanın her yerinde benzer örnekler sergiliyorlar. Demokrasinin dışında hepsinin ortak bir dili var ve birbirlerini çok iyi anliygrlar. Birbirlerinin deneylerinden yararlanıyorlar. Geçtiğimiz hafta içinde Pakistan'da burjuva muhalefet lideri Benazir Butto, seçimlerin yinelenmesi talebiyle, Ravalpindi'den başkent islamabad'a yürüyeceğini açıkladı ve halkın kendisini desteklemesini istedi. Pakistan demokrasisinin paşaları, kendisi de bir Amerikan demokrasisi savunucusu olan Butto'nun seçim ve bunun için yürüyüş çağrısına kendi anladıkları dilden cevap verdiler. Butto, halkı isyana teşvik nedeniyle tutuklandı, 5 gün içinde tam 17 bin kişi gözaltına alındı. Ravalpindi ve islamabad şehirleri ve bu iki şehir arasındaki 15 kilometrelik yol ve çevresi askeri işgal altına alındı. Seçim isteyene zindan kapısının gösterildiği bu yerde, Pakistan yöneticileri, karışıklık çıkarmak isteyen 1285 teröristin tutuklandığını açıklıyorlardı. Nasıl bir fikre sahip olursan ol, eğer iktidarın hoşuna gitmemişsen, "terörist" olmanda bir beis yoktur. Önüne geleni terörist ilan edince, onlara istediğin gibi davranma hakkına sahip oluyorsun. Postallı demokrasinin paşaları böyle düşünmekteler. Bu nedenle, kavramları yeniden şekillendirmekte hiç de çekingen değiller. Faşist rejimlerine demokrasi adı koyanlar, kavramları tersyüz edip içini boşaltmada usta olmuşlardır artık. Öyle yapıyorlar; madem ki dünya ülkedeki insan haklarıyla çok ilgileniyor, o zaman kurarsın bir insan hakları bakanlığı ve dünyaya "Bak biz insan haklarına ne kadar önem veriyoruz, insan haklan bakanlığımız bile var." dersin ve kurtulursun.. İnsan hakları bakanının görevi anti-demokratik uygulamalara karşı çıkmak olması gerekirken, o gider devletin güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği bir infaz operasyonunda hem seyirci, hem de operasyonu gerçekleşti- renleri aklayıcı olur. İnsan hakları ihlalcisinin insan hakları bakanı olduğu yerde, yüzlerce kişinin katledilmesinden sorumlu bir faşist de, Meclis'in insan hakları komisyonunun başına geçer. Halkın gözünde iyi ve olumlu olarak görülen değerler, böylece ilericilerin, devrimcilerin elinden alınmış olur. Kavramların bu şekilde yozlaştırılmasıyla, kendilerini vuran silahları etkisizleştirmeyi düşünmüşlerdir. Son günlerde Türkiye'de çok sözü edilen bir yargı reformu var. Diğer bir deyişle, ceza yasasında yapılacak değişiklikleri ifade etmektedir. Reform olarak övülüyor. İktidara gelirken demokratikleşme sözleri verenler, faşist uygulamalarına ne ad verirlerse versinler, cinayet cinayet olarak, alçaklık alçaklık olarak kalacaktır. Yargı reformu dedikleri yeni faşist düzenleme, ceza muhakemeleri usulünde Türkiye'yi daha da geriye götürmektedir. TC kontrgerillası, siz adına ne derseniz deyin, ama sonçta benim dediğimi çıkarın yeter, diyor. Her şey göz önünde olup bitmektedir. Bir kere CMUK (Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu) sorunu, yargılamadaki usulsüzlükler nedeniyle devrimciler tarafından gündeme getirilmiş olmasına karşın, kamuoyundaki vicdani rahatsızlığı gidermeye yönelik bu yeni düzenlemeleri halkla alay etmekten başka anlama gelmiyor. Yasada çok cüzi düzeyde yapılan, iyileştirme olarak nitelenebilecek düzenlemelerde devrimciler dışarda tutuldu. DGM ve sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda, tutukluluk, salıverme, sanığa haklarını okuma, avukat seçme ve avukatla serbest görüşme ile ilgili maddeleri uygulanmayacak denilerek, sorunu gündeme getiren devrimcileri, siyasal suçlar kapsamında olumluluk denilebilecek kırıntılardan dahi yararlandırılmayacaklar. Terörle Mücadele Yasası'nın sanıkların gözaltı sürelerinin 15 güne kadar uzatılabilmesi maddesinde değişiklik yaparak bu süre düşürülecekti, fakat her zaman olduğu gibi, Demirel iktidarı tam tersini yaptı. Bu gözaltı süresi 3 aya uzatıldı. Gözaltı ve gözaltına alma kavramlarının yerine, bu kez "gözlem" ve "gözlem altına alma" türü saçmalıklarla gerçekleştirilen gözaltı süresinin sadece 3 aya uzatıl- ması, üçer haftalık süreler halinde izin alınarak yapılabilecek. Demirel, her boyutta 12 Eylül'ü geride bırakmak azminde. Şeffaf karakollar birer işkence ve cinayet merkezleri haline gelirken, okullar da karakollara dönüştürülmüş, eğitim yerine ilkokul öğrencilerinin gözleri önünde işkencelerin yapıldığı merkezler haline getirilmiştir. Okulunu işkence merkezi haline getirdikleri ilkokul öğrencilerini panzer tekerlekleri altında ezmek de, onların yeni marifetleridir. Eğer biri çocuk ezmişse tutuklanır, ezen kişi ailesine baş sağlığı diler, üzüntülerini bildirir, cenaze masraflarını karşılamak ister vb. Ama bunların hiçbiri olmadı. Armutlu'da çocuğunu ezdikleri aileyi gözaltına aldılar, küçük çocuğun cenazesini kaçırdılar, zorla memleketine gönderdiler, orada gömdürdüler. Suçlular, suçlarını gizlemenin bir yolu olarak bütün bunları yapmaktan çekinmediler. Armutlu'da ezdikleri çocuğun cenazesini zorla memleketine kaçıranlar, aynı gün cezalandırılan polislerin cenaze törenleri için kampanya başlattılar. Valilerinin ağzından bütün istanbul'a cenazeye katılma ve bayrak getirme çağrısı yaptılar. Töreni devletin devrimcilere ve halka karşı bir gövde gösterisine dönüştürmeye çalıştılar. Diyarbakır'da silahlarıyla sağa sola ateş edenler, İstanbul'da saldırganlaştılar. Gazete bayilerinden sol yayınları toplayıp, hallerinden hoşlanmadıkları insanları gözaltına aldılar, elleri cebinde dolaşıyor diye insanları dövdüler. Devlet tam bir faşist parti gibi hareket etmektedir. Halkı saflaştırıyor. Bu saflaşmadan kendisinin kârlı çıkacağını hesaplıyor, ancak kendi kazdığı kuyuya kendisi düşecek. Son cenaze töreninde bütün istanbul'u "Cenaze törenine gelmeyen Türk değildir" diyerek tehdit etmelerine karşın, toplayabildikleri insan sayısı onların halk desteğinin de, nereye doğru gittiklerinin de göstergesidir. Bütün polisleri, polis ailelerini dahi cenaze törenine getirmek isteyen kontrgerilla şefleri, sivil faşistlerin bütün güçlerini cenazeye yığmalarına rağmen, 20 bine yakın polisin, bir o kadar da işbirlikçisinin bulunduğu 10 milyonluk istanbul şehrinde, insanları zorla cenazeye kattıkları halde topladıkları insan sayısı onlar için hayal kırıklığıdır. Türkiye'nin her yerinde olduğu gibi, halkı provoke etmeye çalışıyorlar. Devrimcilere yönelik olarak kışkırtmak istedikleri halka, bu amaçlarına ulaşmak için zor uyguladıkça, kaybeden onlar olacaktır. Yaşanan çatışmada bugün halk açık bir şekilde devrimcilerin yanında büyük kitleler halinde yer almıyorsa, bu devletin zorundan dolayıdır, onun devleti desteklediğinden dolayı değil. Ancak devlet buna tahammül göstermeyip halka saldırarak onu politize ettikçe, halkın hareketlenişi hızlanacaktır. "Bayrağa" sarılmak sizi kurtaramayacak Tuncer BAĞDATLIOĞLU Oligarşi halka karşı açtığı savaşın çapını büyütmekten başka çıkar yol bulamıyor. "Topyekün savaş"ın anlamı kafalarda her geçen gün daha da netleşiyor. 29 Ekim'de her eve bayrak kampanyası başlatarak "asmayan bizden değildir" mesajını veren İstanbul Valiliği, polis cenazelerinde milliyetçiliği-şovenizmi daha da körükleyerek halkı başlattıkları "topyekün savaş"a göre saflaştırmaktan medet umuyor. Bu kez "bayrağını kapıp cenaze törenine katılmayanı" kendilerinden saymadığım ilan edecek kadar acizleşiyor. Milliyetçi duygulan sömürerek, şovenizme sarılarak halkı "bizden", "bizden değil" diyerek saflaştırmak kontrgerillanın bugün öne çıkan taktiğidir. Bu işe Kürt-Türk düşmanlığıyla başlayan kontrgerilla, şimdi halkı doğrudan saflaştırmak istiyor. "Bizdensiniz" ya da "Düşmanımızsınız!" Bu "halk desteği" demagojilerinin de iflası anlamına geliyor. Oligarşi çözümsüzdür. 12 Eylül öncesi kendisini büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakan, düzenini ve iktidarını sarsan taktiklere sarılmak zorunda kalışı bunun ifadesidir. Bu oligarşinin iç savaşa müdahalede, devrimci ve ulusal mücadele karşısına güç çıkarmada başka alternatifinin kalmamasının sonucudur. "Topyekun savaş", "sıra içerde" tehditlerinin İstanbul'daki yansıması budur. Halkı arkalarına alma umudu kalmayanların, sonuçta başvuracağı tek çözüm yolu budur. Dini ya da milliyetçi duygu ve düşünceleri körüklemek, halkın arasına bu demagoji ve yalanlarla düşmanlık tohumlan ekmektir. Tabii ki, bu savaşta giderek daha fazla sivil faşist çetelere ihtiyaç duyar hale geliyorlar. "Türk olan bayrağı kapıp gelsin" mesajının ardından, cenazeye katılanların "Polis Ülkücü El Ele" sloganlarını sık sık atmaları bunu gösteriyor. Kürtlere saldırıları sivil faşist çeteler giderek daha fazla kontrgerillanın yaratmaya çalıştığı şovenizm dalgasının vurucu güçleri haline geliyorlar. Oligarşinin bugün elindeki en önemli koz, şoven-milliyetçi düşünce ve duygulardır. Bugün ve gelecekte oligarşinin ideolojik gönderinde dalgalanacak bayrak şovenizmdir, milliyetçiliktir. İster dini, isterse milliyetçi duygu ve düşünceleri sümürüp körükleyerek olsun, halkı saflaştırmak oligarşi için iki ucu keskin bıçaktır. Bu devrimci ve ulusal mücadeleyi bitirmek üzere olduklarının değil, onlarla baş edemediklerinin, halkla bağlarının sıkılaşmasını önleyemediklerinin kabulüdür. Yoksa kendilerini vuracak silaha dönüşme tehlikesi taşıyan ve 12 Eylül öncesi kendilerine kabuslar gördüren halkı bölme ve birbirine düşürme taktiklerine denize düşenin yılana sanldığı gibi sarılmazlardı. Oligarşiyi tüm güçlerini seferber etmek pahasına halklara ve devrimcilere karşı saldırıya zorlayan neden, gelinen aşamada yaşadığı çözümsüzlük ve acizliktir. Bu öyle bir çaresizlik, çözümsüzlüktür ki, oligarşiyi seferber ettiği tüm güçlerin başarısızlığı halinde yıpranmamış, taze bir güçten yoksun kalmayı da göze aldığı bir saldırıya zorlamaktadır. Devrimciler için her şey açık ve nettir. Çözüm yolları da bellidir. Oligarşi şovenizme sarılarak bir yerde devrimcilerin işini kolaylaştırıyor. 12 Eylül öncesi olduğu gibi, oligarşinin şovenizm ve milliyetçilikle saflaştırma taktiği kendisini vuran silaha dönüştürülebilir. Bu devrimcilerin elindedir. Faşizmin "topyekun savaş"ına, kirli savaşına karşı halkı saflaştırmak ve cepheleştirmekten iç savaşı olgunlaştırmaktan başka yol yoktur. Çünkü devrimci iç savaş, oligarşinin "çözümlerinin panzehiridir.

4 MÜCADELE 4 KÜRDİSTAN 21 Kasım 1992 İç harekat iç savaşı derinleştirmektir MGK karar verdikten sonra iş bitiyor. İtirazlar, tartışmalar, eleştiriler sadece görüntü oluyor. MGK'nın kararı Meclis'e geldi mi evelense gevelense de onay alıp yürürlüğe giriyor. Bir yerde MGK'nın meclisi, karar onay mercii demek pek fazla bir şey değiştirmiyor. Yine günlerce önceden olağanüstü hale tepkiler, eleştiriler başladı, ama MGK evet dedikten sonra Meclis'te parmaklar yine MGK'nın istediği gibi kalktı. "Devlet tarafından ortaya konan ve uygulanmakta olan stratejiye uygun olarak..." 'Olağanüstü Hal'e devam denilince Meclis'te onaylanarak 4 ay daha uzatıldı. Olağanüstü Hal devletin Kürdistan politikasının olağan hali noktasına geldi. İktidara gelmeden önce "Olağanüstü hal olağan hale geldi. İktidara gelirsek kaldıracağız" diyenler, olağanüstü hale çabuk alıştılar. Bu kez olağanüstü hali olağan hale getirmek için onlar ellerinden geleni yapıp kamuoyunu ikna etmeye, olayları kendi istedikleri gibi yorumlamaya çalışıyorlar. Muhalefet de iktidarı dün kendi söyledikleriyle vurarak politika yapıyor. Sonuçta iktidarda olsunlar muhalefette olsunlar söyledikleri önem taşımıyor. Çünkü ülkenin Kürdistan politikasını da partiler ve parlamento değil, MGK oluşturuyor. 18. sayımızda, MGK kararının ardından, "Geriye bu kararın hükümete giderek bakanlar kurulunda kabul edilmesi ve milletvekilleri tarafından onaylanması kalmıştı. Bu da işten sayılmayacağına göre MGK olağanüstü hali dört ay daha uzatmış oldu." demiş olmamız bir öngörü değildir. Artık ülkenin gerçekliği böyle gerektiriyor. Oligarşi Kürdistan'ı ne kadar tünelin ucu gözüktü, işi bitiriyoruz dese de olağanüstü halsiz yönetemiyor. Zaten ülke bütününde iç savaşa göre organize olma programının içinde olağanüstü hal de var, sıkıyönetim de. Topyekün savaş boşuna telaffuz edilmiyor. Devlet açık savaş hali içindedir. Kürdistan'daki gelişmelerin cepheden gelen haberler gibi verilmesi bile bu durumu yansıtıyor. Halka savaş açmış bir hükümetin olağanüstü hali sürdürmesinden, hatta 'gerekirse sıkıyönetime de başvururuz' demesinden doğal bir şey olamaz. Doğal olmayan MGK'nın bir dediğini iki etmeyen bir hükümetten demokratikleşme ve reform beklentisidir. Partiler de, Meclis de "topyekün savaşan ayrıntı bir unsuru, demokratik vitrini olduğunu gösterdiler. Tabii ki bir şeyler söyleme ihtiyacı duydular, "Halledin de nasıl hallederseniz öyle halledin", "Ne istiyorsanız vermeye hazırız." Kendilerini kontrgerillanın emir ve komutasına teslim etmiş olanlar için yapacak fazla şey yoktur. Olağanüstü halin uzatılması topyekün savaşın bir parçasıdır. "İç Harekat" Tehdidi Devlet bugün, gerek başbakanlarının, içişleri bakanlarının, gerekse de genelkurmay başkanlarının ağzından sürekli olarak "iç harekat" tehdidini savurup duruyor. Psikolojik savaşı olanca hızıyla sürdürüyor. Güney Kürdistan'daki harekatı "zafer", "dışarda işi bitirdik" diye gösterenler, savaşın psikolojik yanına ağırlık verenler, şimdi de aynı işi içe dönük yürütüyorlar. Dıştan beslenen gerillanın kaynağını kestiklerini, şimdi içerde kurutacaklarını açıklayarak psikolojik-moral üstünlüğü elde tutmak istiyorlar. Savaşı önce kafalarda kazanmak için, dışarda kolay "zafer" kazandıklarını şimdi de içerde aynı kolaylıkla "zafer" kazanacaklarını sürekli tekrarlıyorlar, "iç harekat" diye sürekli korku yaydıkları şey içerde de psikolojik moral durumlarını güçlendirmeyi hedefliyor. "İç harekat'la bugüne kadar uygulayageldikleri politikaya ekledikleri yeni olan şey, psikolojik savaşın kendisine dönük etkisidir. Ellerinden geleni zaten eksiksiz yaparlarken "iç harekat" deyip fazladan ne yapabileceklerdir? Hedefleri gerillayı halktan yalıtmaktır. Onun için gerilladan önce psikolojik savaşla halkı etkisiz kılmak istiyor. Okun ucu Kürt halkına çevrilmiştir. "Denizi kurutmak" gerillayı kitle desteğinden mahrum etme politikası bütün hızıyla sürmektedir. Hangi iç harekat? Şimdiye kadar yapılanlar iç harekat değil miydi? Yapacakları daha ne kaldı? Şırnak, Çukurca, Kulp ve Cizre zaten sürmekte olan iç harekatın parçasından başka bir şey değildir. Daha yeni Cizre'nin Hilber ve Şah Köyleri, Cudi Mahallesi, Varto'nun şehir merkezi, Diyarbakır'ın Kaledibi, Boğazköy'ü, Batman'ın Karşıyaka, Şırnak'ın Hilal Nahiyesi, Mardin'in Ahmetli Köyü, daha pek çokları devletin silahlı güçleri tarafından taranıp, bombalanıp, boşaltılmıştır. İç harekat dedikleri iç savaş Kürdistan'da yıllardır sürüyor. Güney Kürdistan'daki havanın verdiği etkiyle iç savaşa müdahaleleri biraz daha boyutlanacak, daha çok kasaba topa tutulup boşaltılacak, daha çok köy bombalanıp insansızlaştırılacak, kontrgerilla cinayetlerini daha da yoğunlaştıracaktır. Kürdistan'da sürmekte olan iç savaşın karakterinde değişen bir şey olmayacaktır. Devlet "iç harekat" derken sadece bu saldırıların süreceğini, topyekün savaşı tırmandıracağını açıklıyor. Devrimciler buna hazır olmalıdır. Doğrudan Kürt halkını hedefleyecek bu saldırı sürecinde Kürt halkını yalnız bırakmamalıdır. Devrimci savaş Kürdistan'da ve Türkiye'de büyütülmeli, devletin güçleri bölünmelidir. TC açısından Musul-Kerkük petrolleri kışkırtıcı fakat uluslararası dengeler yönünden uzak bir hedefti. Emperyalizmin kendi yiyeceği bir şeyi işbirlikçilerine yedirmeye hiç de niyeti yoktur. Ama Irak içlerine seferlerde hep petrole sahip olma özlemleri taşınır. Bu kez de öyle oldu ama TC'nin yine eli boşta bırakıldı. Ama bu seferle TC oligarşisi en azından kendi sınırları çevresinde "güvenlik kuşağı" olarak adlandırdığı bir fiili tampon bölge oluşturma girişimlerini yapmış, adımlarını atmış oldu. Bunun için önündeki en büyük engel Suriye ve iran'dı. Bu iki ülkeyi ikna etmek için diplomasi trafiğini hızlandırdı, ancak onlardan onay alamasa da tarafsızlaştırma ve seslerini yükseltmeme noktasında ne de olsa bir şeyler elde etti. Ama bunun yanında Kürt Federe Devleti'nin yöneticilerinin kendi egemenlikleri sorununu gündeme getirmeleri bir başka problem yaratırken, Güney Kürdistan'da yürüttüğü harekata destek ve onay veren ya da en azından sessiz kalan kimi Avrupa devletleri de "Ne zaman çıkacaksınız Irak'tan?" sorularını sormaya başlamalarıyla giderek Irak'ta daha fazla kalma engelleri çoğaldı. Demokrasicilik oyununun ustası olarak faşist terörü tırmandırırken, demokratikleşme sözlerini kendisine maske yapmayı ihmal etmeyen Türkiye oligarşisi için bu duruma yeni formül üretmek çok zor olmadı. Güney sınırlarının korunması görünürde peşmergelere devrediliyor. Yeni formül "esnek sınır" politikası olarak ifade ediliyor. Bir konuda İsrail'den taktik devşiriliyor. Güney Lübnan statüsüne benzer statüler Güney Kürdistan'a uydurulmaya çalışılıyor. Koruma işinin, TC oligarşisinin kesin denetimi altında peşmergelere devredilmesinin formülü üzerinde duruluyor. Buna göre, Güney Kürdistan'ın TC sınır boyları ortak bir güvenlik politikası doğrultusunda korunacak, Sınır boyları peşmergelere teslim edilecek ancak TC ordusu istediği zaman girip çıkabilecek, karakollar işbirliği ile tahkim edilecek, bu doğrultuda ortak olarak yeni karakol kurulacak, silah ve diğer ihtiyaçları açısından, TC peşmergelere her türlü yardımı yapacak. Peşmergeler herhangi bir gelişmeden TC ordusunu haberdar edecek, ordu gerekiyorsa Irak'a girip operasyonda peşmergelere yardım edecek. Böylece TC ordusu asker ve araçgereç miktarı belli olmamakla birlikte, sürekli ve fiili olarak Güney Kürdistan'da varlığını sürdürecek. Fiili tampon bölge formülü oturtulmuş ve görüntü de kurtarılmış olacak. Irak Kürdistanı peşmergelere bırakılmış, uluslararası hukuka "saygıda" kusur edilmemiş olunacak ama, TC istediğinde bildiğini okumakta, Irak'a sefer düzenlemekte serbest olacak. Kısacası karakollara peşmergeler, bunların çevresine de, Talabani ve Barzani etkisi altındaki ve Türkiye'deki Güney Kürdistan'dan göç etmiş Kürtler yerleştirilerek buraları denetim altında tutulmak istenmektedir. Türkiye Güney sınırları boyunca bombaları, yakıp-yıkmaları, cinayetleriyle insansızlaştırma ve buraları korucu şehirleri, ilçeleri, köyleri ile kuşatma politikası sürdürürken, benzer bir politikayı Güney Kürdistan'da hayata geçirmektedir. Yetmezmiş gibi şimdi de, Güney Kürdistan Kürtlerine "koruculuk" görevi veriliyor. Kürdü Kürde kırdırmanın ustası olmuş, Osmanlı geleneklerine sadık TC oligarşisi, türlü çeşitli dengelerin arasında ayakta durmaya çalışan KDP ve KYB'nin bu pozisyonlarını kullanarak onları birer korucu rolünde ödüllendirmekte ve dolaylı da olsa federe devletlerine göz kırpmış olmaktadır. Gerici-faşist bölge devletlerinin kendilerine her dayattığına boyun eğerek ayakta durmayı politika haline getirmiş işbirlikçi Kürt liderleri, TC oligarşisi tarafından engellenmemek ve tanınmak uğruna bu rolü reddedemiyorlar. İşbirlikçilikle ayakta kalma "taktiği" bunu gerektiriyor. İşbirlikçiliği meslek edinmiş Kürt liderleri ile Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis 12 Kasım'da Silopi'de bu işbirlikçiliği tescil etmek üzere bir araya geldiler. Cumhurbaşkanından, Başbakanına kadar pek çok devlet yetkilisi ile görüşen bu işbirlikçiler, yeni konumlarına uygun olarak diplomatik görüşmelerini Jandarma Genel Komutanı ile gerçekleştirmekten hiç de rahatsız olmadılar. Türkiye Kürdistanı'ndaki korucu aşiretlerle de sonuçtâ Eşref Bitlis muhatap olup ne yapmaları gerektiğine karar veriyordu. Irak'takiler de aynı işi yapacaklarına göre muhataplarının Eşref Bitlis olmasında yadırganacak bir taraf kalmıyor. Görüşmelerden memnun ayrılan Eşref Bitlis, bu tür görüşmelerin sürdürüleceğini belirterek, PKK'lı gerillaların TC sınırına en uzak bir yere, örneğin Erbil'e yerleştirileceğini de açıklarken Irak seferinin sonuçlarını da bir yanıyla ifade ediyordu. Bu yeni formülün hayata geçip geçmeyeceğini zaman gösterecektir. Ortadoğu, ABD'nin bile her isteğini yapamadığı,, yeni dünya düzenini bir türlü yerleştiremediği bir bölge özelliğini koruyor. Ortadoğu gibi bir yerde TC de burnunun dibi bile olsa, her istediğini yapamayacaktır. Zaten buna da ABD izin vermez. Ayrıca Irak yönetiminde Saddam'ın hala varlığını sürdürmesi bir yana, Suriye ve iran'ın, TC'nin Güney Kürdistan'daki faaliyetlerinden, henüz seslerini çıkarmasalar da, rahatsız olmaları TC için bir handikap oluyor. Tabii, TC'nin bugün için ortaya koyduğu politikalarının hayata geçmesini, bu dengelerin arasında esas olarak ABD emperyalizminin tutumu belirleyecek. Hepsi aralarında anlaşsalar da ABD'nin ne diyeceğine bakıyorlar. Ama ortada kesin bir sonuç var ki, bölgenin kaderini belirleyecek olan emperyalizm değil halklardır. Halkların milliyetçi politikalardan sıyrılarak, birlikte emperyalizme ve işbirlikçilere karşı savaşıdır.

5 21 Kasım 1992 KÜRDİSTAN MÜCADELE 5 Ortadoğu'da Kürt halkına karşı zirve Türkiye'nin girişimiyle önceden kararlaştırıldığı gibi İran, Suriye ve Türkiye dışişleri bakanları 14 Kasım'da Ankara'da bir araya geldiler. Toplantının iki ana konusu vardı: Birincisi, Türkiye'nin Güney Kürdistan'da gerçekleştirdiği harekat, ikincisi, Kürt Federe Devleti'nin ilan edilmiş olması. Demirel, fırsat kaçırmadı. Özal'ın sık sık başvurduğu gibi zirveyi aynı zamanda iç politikada Ortadoğu'da itibarlı olduklarını göstermek için kullanmaya kalktı. Toplantı basında, büyük devletlerin Ortadoğu'yu kendi bahçeleri gibi görmelerine karşılık', Türkiye'nin öncülüğünde bölge ülkelerinin Batı'ya "Buruda biz söz sahibiyiz" mesajını ilettikleri, bunun ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkeleri telaşlandırdığı, hatta İngiltere'nin bölgeyle ilgili olarak ABD, Fransa, İngiltere ve Türkiye'nin katılacağı bir zirve önerdiği ama Türkiye'nin buna soğuk baktığı şeklindeki yorumlarla birlikte verildi. Oysa Türkiye, toplantının hemen sonrasında dışişleri müsteşarları yoluyla ABD yetkililerine koşarak gereken bilgileri, toplantının seyri ve sonuçları hakkında gelişmeleri neredeyse tutanaklarına kadar iletti. ABD'nin bölgeledeki ileri jandarma karakolu rolü oynayan Türkiye'nin ABD'nin her dediğini yapmadığı, kendi bölge politikalarına göre adım attığı şeklindeki gürültülü laflar Demirel'e yitirdiği prestiji yeniden kazandırma çabalarından başka bir şey değildi. Ve toplantıdan sonra koşarak ABDVe bilgilerin aktarılmasıyla, görüntüyü kurtarmak için yaptıkları manevralarda bile ne kadar beceriksiz oldukları ortaya çıkmış oldu. Kürt milliyetçi hareketlerinin bölgedeki devletlerce ve emperyalistlerce, diğer ülkelere karşı istikrar bozucu bir unsur olarak kullanılması öteden beri bölgede yerleşmiş bir gelenektir. Bunu kendi yaptıklarından da çok iyi bilen TC oligarşisi, Güney Kürdistan'da yurtsever hareketi "temizleme" harekatını sürdürürken, Suriye ve İran'ın ulusal harekete kucak açarak onları desteklemesinden ve böylece daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalmaktan duyduğu korkuyla ABD'nin icazetini alarak böyle bir işe el atmak zorunda kaldı. Bu nedenle, Güney Kürdistan'da gerçekleştirdiği harekatın sınırlı ve geçici olduğu konusunda her iki ülkeyi ikna çabalarına özel bir önem vererek işi böyle bir zirveye kadar vardırdı, iran ve Suriye'yi de bu konuda istediği gibi ikna edebildiği söylenemez. Her iki ülke de Türkiye'nin tutumuna kuşku ile yaklaşmaya devam ettiklerini yaptıkları açıklamalarda belirttiler. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti bu rahatlığını daha açıkça dile getirmekten çekinmedi. Türkiye'den ayrılmadan önce, Güney Kürdistan harekatını "bir tür egemenlik ihlali" olarak tanımladı. Ama yine de oligarşi Güney Kürdistan'a saldırısını iran ve Suriye'ye ABD'yi de arkasına alarak kabul ettirmiş ve ulusal harekete destek olmamaları konusunda ciddi bir uyarı, daha doğru deyişle tehdit savurmuş oluyor. Bu konuda ABD'yi arkasına aldığı için rahat. ABD hükümetten Çekiç Güç'ün süresinin uzatılmasını isterken, harekatı desteklediği jestini de göndermeyi unutmuyor. Bir yerde TC zirvede ABD'nin desteğiyle İran ve Suriye'ye güç gösterisi yapmış oldu. Toplantıya katılmak isteyen Kürt Federe Devleti liderlerinin bu talebi ise reddedildi. "Büyükler" küçüklerin işlerine karışmasını istemediler. Kendi kaderleri üzerinde dönen dolaplardan telaşa kapılan KDP ve KYB, sesleri cılız çıksa da itirazlarını yapma gereği duydular. Talabani, "Bu toplantıya ihtiyaç yoktur. Hiç kimsenin içişlerimize müdahale etmeye hakkı yoktur. Egemenliğimizin tehlikede olduğu konusunda kaygılarımız var." diyerek kendi varlıklarını dayatmaya çalışırken IKDP'den de benzer itirazlar gelmekte gecikmedi. Zirvede bütün tarafların ittifak halinde oldukları tek konu vardı. Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması, bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkılması. Hiçbiri ne şekilde olursa olsun bir Kürt devleti istemiyordu. Hemen hepsi Kürdistan'ın diğer ülkelerdeki parçalarında mücadele eden Kürt milliyetçi hareketlerine yardım ediyorlardı. Fakat kendi ülkelerine gelince iş değişiyor "Kürt devleti olamaz" diyorlardı. Ve nerede olursa olsun bir çekim alanı ve alternatif olabilecek kendi durumlarını sarsacak ve zarar verecek Kürt ulusal hareketi ortaya çıkmışsa onu boğmak için elbirliğinden de çekinmiyorlardı. Bu nedenle, Güney Kürdistan'daki Kürt Federe Devleti'ne itiraz ettiler, tanımadıklarını, daha ileriye gitmesine, fiili durumu yasallaştırmasına izin vermeyeceklerini belirttiler. Eğer tehlike büyüyorsa, bu düşman kardeşler birleşerek bu tehlikeyi boğmakta tereddüt etmiyorlardı. Ve bu tavırlarını TC'nin Güney Kürdistan harekatına karşı bir kez daha gösterdiler. Bütün bu yaşananlar Ortadoğu'da ülkelerin kendi aralarındaki ince dengelere oynayarak kendine yer açmaya çalışan, bu ülkelerin kendi aralarındaki çelişkileri hareket noktası yapan milliyetçi yaklaşımlara bir kere daha ders olmalıdır. Milliyetçi-faydacı politikaların halkları kurtuluşa götürmeyeceği bölgedeki devletlerden bir ya da ikisine yaslanarak, ya da emperyalizmin çizdiği plana göre hareket ederek ancak kukla olunacağı bir kez daha görülmektedir. Emperyalizme ve bölgedeki gerici-faşist güçlere karşı tavır almadan, savaşmadan, milliyetçi politikalarını terk edip halkları birleştirerek ve ortak bir zeminde savaşa çekecek bir hat izlenmeden halkların kurtuluşu sağlanamaz. Mesut Demirel Güney Kürdistan ve milliyetçi pragmatizm Kürdistani Cephe'nin Güney Kürdistan'da kurdukları devlete icazet almak için başlattığı saldırıyla gündeme gelen Peşmerge-PKK çatışması ve bunun ardından TC ordularının Güney Kürdistan'a girmeleri ile boyutlanan gelişmeler, ulusal hareketin YNK ve IKDP güçleriyle anlaşma imzalamalarının ardından yeni bir aşamaya geldi. TC-Peşmerge ittifakı ile yurtseverler arasındaki çatışma şimdilik durulma görünümünde. Gelişmeler ulusal kurtuluş mücadelesi verdiğim iddia eden bir hareket için milliyetçi-pragmatik politikaların hangi boyutta tehlikeler taşıdığım göstermiştir. PKK liderliğini üç gün önce "Yakaladığımız fırsat önemlidir. Dolayısıyla uluslararası kapsamı büyüktür. Dar mahalli bir çatışma alam olarak bakmıyoruz. Yine, 'Kürdün Kürde karşı savaşı 1 olarak bakmıyoruz." (27 Ekim 1992, Gündem Gazetesi) diye açıklama yaptıktan iki gün sonra, "Özelikle Türk devletinin oyunlarını bozmak istiyoruz. Kürdü Kürde kırdırtma oyunları var." şeklinde konuşturan bu milliyetçi-pragmatist yaklaşımlarıdır. Bütün bunların gerisinde yatan olgu, Ortadoğu'da bütün bir düşman kampı içerisindeki dengelerden, çatlaklardan yararlanarak ayakta durma çabasının bölgedeki çeşitli ulusal hareketlerin politik çizgilerinin hala belirgin bir unsurunu oluşturmasıdır. Daha Körfez savaşı sırasında, ulusal hareketin önderliği Türkiye ile emperyalistler arasında bir tercih söz konusu olduğunda Kürtlerin "daha demokratik bir koca" olarak emperyalistleri tercih etmesi gerektiğini söylerken, ABD'nin bölgedeki manevralarından pek de rahatsız görünmüyordu. Oysa emperyalizme tavır bir ulusal kurtuluş hareketi için turnusol kağıdıdır. Emperyalistlerle çelişkileri keskinleştirmeye-lim tavrı içerisinde, politikalarını bölgedeki gerici-faşist iktidarlar arası çıkar çatışmalarına dayamak büyük hatadır. Bu tür çelişkiler geçici bir süre yarar sağlasa da ilkesizliğin kendini vuran bir silah olduğu unutulmamalıdır. Türkiye, İran ve Suriye'nin Kürt ulusal hareketine karşı gerçekleştirdikleri toplantı bunun en son ve dersler çıkarılması gereken örneklerindendir. Bölgedeki devletler, eğer Kürt ulusal hareketi onlar için yeterince tehlikeli hale gelmişse, senin benim toprağım diye bakmıyorlar, ezmek için güçlerini birleştirmekte tereddüt göstermiyorlar. Yurtseverlerin taktik esneklik olarak ifade ettiği pragmatik politikaları, Güney Kürdistan'daki işbirlikçi liderlere karşı tutumda bir kez daha izlendi. "Kürdün Kürde kırdırılması" politikasının bu derece adımlar atabilmesinde, emperyalizmin bölgedeki manevralarına tavır alınmayarak işbirlikçilere hareket alanı bırakılmasının rolü vardır. Öte yandan işbirlikçilerin kimliği ve hareketlerine tam teşhis konulmamış, Özal ile işbirliği görüşmeleri büe yanlış değerlendirilmiştir. A. Öcalan'ın Sabah gazetesindeki röportajında söyledikleri bu açıdan örnektir: "Talabani aslında o kadar işbirlikçi değildir. Kesinlikle onun bütün yaşamı taktiklerden ibarettir. Fakat belli bir ilkesi yoktur pratikte... Buna mecburdur da. Bazıları Talabani'yi çok eleştirir. Hiçbiri onun kadar dengeleri eşit tutamaz(...) Herkes bir sisteme dayanırken o sistemlere sonuna kadar açıktır. İşte bu özelliği ve ilginçliği vardır. Buna mecburdur. Yaşadığı gerçeklik onu mutlak günlük taktik değiştirmeye iter." PKK liderliği şimdilerde Talabani'yi hainlikle nitelendirirken, ona yönelik bu övgülerini de düşünmesi gerekirdi. Talabani ve Barzani TC yöneticileri ile görüşmelerini sürdürürken, işbirliği yolunda açık açık ilerlerken, Abdullah Öcalan bu görüşmeler için, "Talabani'nin bu gezisi (Ankara gezisi-bn) işbirlikçilikten, normal diplomatik ilişkiye geçişin bir nevi ara biçimi oluyor. Yine de çok önemli. Kürtlerin Türkiye ile ilişkilerini resmileştirmeleri açısından çok önemlidir." diyordu. Bu dönem ulusal hareket, Talabani vasıtasıyla, "Özal-Demirel çelişkisinden de yararlanarak, TC yi "siyasal çözüm"e zorlayabileceğini, TC ile resmi görüşmelerin yolunu açabileceğini düşünüyordu. Oysa son peşmerge saldırısının ana hatları bu görüşmelerden sonra ortaya çıkmıştır. Talabani'nin Ankara görüşmelerini işbirlikçilikten diplomatik ilişkiye geçiş olarak değerlendirip, ardından saldırı başlayınca hain ilan etmek tutarlı bir davranış değildir. Bu tutarsızlık, çevresindeki güçlerin anlık konumlarına göre yatırım yapan pragmatist politikalarda yatmaktadır. Bunun, hızla sağa sola savrulmaların sık yaşandığı Ortadoğu gibi bir bölgede bir hareketi dost düşman ayrımında içinden çıkılmaz karışıklıklara sokacağı açıktır. Nitekim, çatışma esnasında Talabani ve Barzani'yi ayırt etmeden hainlik ve işbirlikçilikde suçlayan ulusal hareket, uzlaşma zemininin Talabani ile yakalanması üzerine, bu kez hemen Talabani'ye dönük suçlamalarım yumuşatmış, hedefe Barzani'yi koymuştur. Peşmerge saldırısının papaz ve cellatları arasında yapılan bu ayrımın tutarlı bir tarafı olmadığı, yarın farklı tutumları gerektireceği açıktır. Yaşanan bu örnekler milliyetçiliğin ve pragmatizmin nerelere kadar varacağını göstermesi bakımından da somut bir örnektir. Bugün Türkiye'de kendi kaderi hakkında söz sahibi olan Kürdistan'ın geleceği, emperyalizmi ve oligarşiyi yıkacak bir devrimle olanaklıdır. Bu ise, silahlı mücadeleye milliyetçiliğin ve pragmatizmin yön vermesiyle değil, sınıfsal bakış açısının silahlı mücadeleye hükmetmesiyle olanaklıdır. Bugünkü devlet mekanizmasını ancak böyle parçalayıp yıkabilir ve sosyalizmi kurabiliriz.

6 MÜCADELE 6 HABER/RÖPORTAJ 21 Kasım 1992 PKK tarafından esir alınan Şebabettin Bektaş isimli erin ailesiyle yapılan röportaj Devlet Trabzon'da şovenizmi, Kürt düşmanlığını yaygınlaştırmak için öteden beri yoğun çaba harcıyor. Karadeniz ve Trabzon, halklar mozayiği özelliği taşımasıyla devlet için buna elverişli bir toprak olarak görülüyor. Önceleri "Bulgar mezalimi altında Türkler" kampanyası vardı. Sonra dağılan Sovyetler Birliği'nin ardından Kafkasya ve Ortaasya'da meydana gelen çatışmalar kullanılmak istendi. Özellikle Karabağ sorunu nedeniyle bir yandan Ermeni düşmanlığı körüklenirken diğer yandan Mücadele: Şehabettin ne zaman askere gitmişti? A.Bektaş: Şehabettin 26 Şubat'ta askere gitti. Önce Zonguldak'ın Karabük ilçesine gitmişti. Oradan önce Erzurum'a sonra da Erzincan'a gitti. Oradan da bir köy karakoluna vermişler. Mücadele: Nasıl esir alındı biliyor musunuz? A.Bektaş: Hastaneye gidiyor, oradan dönerken PKK'lılar yolu kesiyorlar, resmi araçları yakıp, kimlik kontrolü yapıyorlar. Şehabettin'i alıp götürürken oradaki insanlar soruyor, "bunu ne yapacaksınız, bırakın" diyorlar. Onlar da "ifadesini alıp yargılayacağız" diyorlar. Gidiş o gidiş. Mücadele: Bu olaydan sonra devletten size bir açıklama geldi mi? A.Bektaş: Yok, kesinlikle bir açıklama gelmedi. Sizin oğlunuz-kardeşiniz askerde, PKK kaçırdı filan diye bir haber bile gelmedi. Kesinlikle ilgisiz kaldı devlet bu konuda. Onlar için önemi yok çünkü. Mücadele: Askere gitmek istiyor muydu? Kürdistan'a gönderilme endişesi var mıydı? A.Bektaş: Yani mecburen askere gidiyor. Gitmek istemese bile elinden gelen, elimizden gelen bir şey yok ki. Ama önce Zonguldak Karabük'e gönderildiği için rahatça gitmişti. Lise mezunu olduğu için yazıcı filan olur, rahat eder diyorduk. Kendisi de böyle bir şey beklemiyordu. Sonra Erzurum'a giderken de kesinlikle böyle bir şey aklına gelmiyordu. Mücadele: Şehabettin'in Kürt halkına karşı özel bir düşmanlığı filan var mıydı, yaratılmak istenen Türk-Kürt düşmanlığı hakkında düşünceleri nelerdi? A.Bektaş: Kesinlikle öyle bir şey yok. Kardeşim öyle bir insan değildi. Bu düşmanlık hakkında da tarafsızdı. Mücadele: Kürdistan'da açık bir savaş var. Hatta son zamanlarda sınır ötesine taşan bir savaş. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? A.Bektaş: Orada insanlar özgürlüklerini, haklarını istiyorlar. Ama devlet bunları adam yerine koymuyor. Şu anda onlara resmen üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yapılıyor. Adamlar da ayaklanıyor tabii ki. Kendi devletlerini istiyorlar. Ama onların hesabı bizlerle değil, onlara karşı zulüm yapanlarla. Zaten devlet insan hayatına değer vermiyor. İnsan hayatı, bir askerin akıbeti önemli değil devlet için. Mücadele: Bu aşamada devletten bir beklentiniz var mı? A.Bektaş: Devletten hiçbir beklentimiz yok. Bu devlet bugüne kadar bir şey yapmadı, yapmasını da istemiyorum. Ben bu devleti yok farz ediyorum. Zaten insan hayatına değer vermiyorlar ki bir şey bekleyelim. Mücadele: Bundan sonra kardeşinizi bulmak için veya haber almak için neler yapmayı düşünüyorsunuz, ne yapmak istiyorsunuz? A.Bektaş: Maddi imkanımız yok. Fakir olduğumuz için hiçbir şey yapamıyoruz, imkanım olsaydı ben şimdiye doğuya gitmiştim. Parası, mülkü olmayana devlet öl diyor, biz ne yapalım? "Halklar kardeştir" Trabzon halkı: Azerilerin desteklenmesi bahanesiyle şovenist duyguları harekete geçirmeye çalıştılar. Devletin doğrudan kendi çabaları yetersiz kalınca sivil faşistleri devreye soktular. Trabzon ve genel olarak Karadeniz Bölgesi geçmişte devrimcilerin, solun etkin olduğu yerlerden biriydi. Bölgenin coğrafi konumlanışının gerilla savaşına elverişli, Karadeniz halkının da böyle bir mücadeleye yatkın olması oligarşinin buralara özel bir önem vermesine yol açtı. Karadeniz insanının atılgan, mücadeleci ve dayanışmanın gerekliliğini bilen bir özelliğe sahip olması, uzun süre egemenlere korkulu düşler yaşattı. 12 Eylül cuntası geldiğinde pek çok insan kendiliğinden silahlanarak dağlara çıkmayı tercih etti. Buna karşın o dönem buralarda faaliyet yürüten ve belirli bir etkinlik oluşturmayı başarmış örgütlenmeler halkın bu durumunu cuntaya karşı bir muhalefet hareketine dönüştüremediler. Yaşanan pratik halkta umut kırıklığı yarattı. Bunda faşist terörün yoğunluğu ve giderek artan ideolojik bombardımanın etkisi de var. Devrimci mücadeleyi tanımış Karadeniz halkı, oynanan bu kirli oyunun kimlere hizmet edeceğini biliyor. Ancak genç kuşak için bunun böyle olduğu tam söylenemez. 12 Eylül sonrası gelişimini tamamlayan genç kuşakta 12 Eylül'ün izleri var. Faşizmin yoğun terör ve depolitizasyonunun ortasında büyümüş gençler, bilinçsiz, boş şeylerle zaman öldüren insanlar olarak yetiştiler. Bu nedenle kabartılmak istenen şovenist dalga, belli ölçülerde onların üzerinde etkisini gösteriyor. Karadeniz Bölgesi'nin ekonomik ve coğrafi koşulları nedeniyle işsizlik had safhadayken, bu boş insanlar arasında fanatik futbol taraftarlığı geliştirildi. Fanatik futbol taraftarlığı aynı zamanda şovenist etkilere açık hale getirilerek devlet ve sivil faşistler tarafından kullanıldı. Gerek sivil faşistler aracılığıyla, gerekse resmi provokatörleriyle futbol karşılaşmalarında değişik tezahürat biçimleri yaratıldı. Karşılaşmalarda "PKK'ya ölüm" sloganları boy gösterdi. Fanatik taraftar kitlesi böylece galeyana getirildikten sonra, gerektiği zaman kullanılmak üzere yedek güç olarak bekletildi. Çok geçmedi, halkları birbirine düşürmek isteyen oligarşi, "Azerbaycan'da Türkler soykırıma uğruyor" diyerek ülke çapında koparttığı fırtınayı Trabzon'a da taşıdı. "Ermeni'ye lanet, Azeri'ye destek" mitinginde kitlenin arasına karışmış sicilli faşistler ve onların etkilediği Devlet, alternatif olarak gelişmiş olan silahlı mücadele karşısında kendi gücünden daha büyük bir gücün olmayacağım kanıtlamaya çalışmaktadır. Devlet tüm bu faşizan baskılarının yanı sıra, milliyetçiliği (Türk milliyetçiliği) körükleyerek, sivil faşist yapılanmaları da yaratmaktadır. Mevcut sivil faşist yapılanmaları destekleyerek, daha da geliştirilecek halk desteği demagojisinin figüranlığına soyundurmaktadır. Özellikle Kürt halkının çokça bulunmadığı yörelerde bu sivil faşist yapılanmalar devlet tarafından, bilinen bir şekilde yaratılmakta ve kullanılmaktadır. Yani bu düşmanlık politikaları devletin resmi ve sivil güçleri tarafından yaratılmaktadır. Devlet ve sivil faşistler Trabzon'da halkın Kürt halkına karşı düşman edilmesi için elinden geleni yapmıştır. Basında bazı kalemlerden çıkmış düşmanlık yaratır nitelikte yazılara rastlıyoruz. Aslında Türk-Kürt ayrımı bile çok çirkin. Temelde her iki halk da kardeş halktır. Aynı özverilerde bulunulmuş (Kurtuluş Savaşı) ve sonuca birlikte ulaşılmış. Şimdi ise bu düşmanlığı yaratmak isteyenler belli. Çıkar grubu yani egemen sınıflar. Artık bunların ne istediği açıkça ortada. Kürt gerçeğini biliyoruz diyen yetkililer var. Umutlanıyoruz bazen. Ancak ne yazık ki olmadı. Kendi çıkarları yüzünden düşmanlığı sürdürmek isteyenler bunu engelliyor sanıyorum. Kürt gerçeğini Trabzon'da tam anlamıyla kavrayan kesim yok. Pek çok insan başka türlü dolduruluyor. Askerde çocuğu olanlar olaya tepkisel yaklaşıyorlar. Hırs, nefret yaratılmaya çalışılıyor. Bu gözle bakmamak lazım. Kültür sorunudur bu olaylar. Gereken bilince erişemeyen kişiler körüklüyor bu tarz kötü olayları. bir kısım fanatik futbol taraftarı Trabzonluları zorla yürüyüşe sokmaya çalıştılar. Mitingde özellikle provoke edilen insanlar Rus pazarına doğru sürüldü ve burada yakaladıkları Ermeni satıcı linç edilircesine dövüldü. Tüm bunlar olurken polisler hiç müdahale etmedikleri gibi, insanların arasına karışıp vahşet çığlıkları attırmaktan geri kalmadılar. Aynı kitle tekrar 25 Nisan'da Grup Yorum'un konserinde ortaya çıktı. Taşlısopalı bu güruh, bizzat polisler tarafından, "İçerde PKK'lılar var, Türk bayrağını yaktılar. PKK bayrağı astılar" denilerek toplandı. Ve yine bu provokatörler tarafından kullanıldı. Konser süresince ellerinde Türk bayrağı olmak üzere spor salonunun çevresinde istiklal marşı söv-, leyen kişi, konser bitiminde salondan çıkmak İsteyen kitleyi taşa tuttular. Kitlenin dışarı çıkmayıp beklemesi üzerine polis bu güruha "Ara sokaklara saklanın, çıkınca döversiniz" diyerek akıl vermeyi ihmal etmedi. Trabzon yerel gerici-faşist basını olayı bir Malazgirt zaferi gibi yansıttı ve halkın tepkisi olarak göstermeye çalıştı. Oysa Trabzon halkı, bu bir avuç sivil ve resmi faşistin saldırısı karşısında konser izleyicilerini evlerine almış, saklamıştı. Devlet özel olarak geliştirdiği politika gereği, Kürdistan'daki savaşa Trabzonluları yoğun olarak göndermektedir. Burada öldürülen askerlerin cenaze törenlerini ise, bir yandan Trabzonluları Kürt halkına karşı düşmanlaştırmak için, bir yandan da Trabzon'daki şovenist duyguları kabartarak devrimci mücadelenin önüne geçmek için kullanmaktadır. Şemdinli'de çıkan çatışmada ölen Coşkun Davulcu'nun cenaze töreni yine bir miting havasında yapıldı. Tören sırasında atılan "PKK'ya Af Ölümdür", "Coşkun Mezara Biz Cudi'ye" sloganları asıl amacı açıkça ortaya koyuyordu. Kontrgerilla öncülüğünde polisler, sivil faşistler ve bazı fanatik futbol taraftarları halkı kışkırtmak için ellerinden geleni yaptılar. Yürüyüşün ardından devrimcidemokratların gittiği bir çay bahçesi taşa tutuldu. Ama cenaze töreninde atılan "Karadeniz Türkiye'nin Fedaisi mi?" sloganı onların bir anlamda açmazını ve bir yandan da Trabzonluların tepkisini yansıtıyordu. Trabzon halkı olanları tepkiyle ve şimdilik sessizce izliyor. Egemen güçler tarafından halklar arasına ekilmeye çalışılan düşmanlık tohumları Trabzon başta olmak üzere Karadeniz'de boy atmayacaktır. Halk buna izin vermeyecek kadar sağduyuludur. Ve devrimcileri yakından tanımaktadır. Oligarşinin bu oyunu boşa çıkartılacaktır. "Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap.. Tüm Türkiye halkları kardeştir, kurtuluşları ortak ve birdir" şiarı çok geçmeyecek Karadeniz'de de daha gür sesle haykırılacaktır.

7 21 Kasım 1992 KÜRDİSTAN/HABER MÜCADELE 7 Sol gazete ve dergilere saldırı Diyarbakır (Mücadele)- Burjuva basına alternatif sol basına yönelik baskılar, tek tek gazetecilerin vurulması ile tırmandırıldı. Ancak bu kurşunlar da sosyalist-yurtsever basını susturamadı. Bunlar da yetmeyince, kontrgerilla yeni yöntemlere başvuruyor. Birleşik Dağıtım'a ait ve gazete dağıtımı ile görevli bir kamyon Diyarbakır girişinde kontrgerilla tarafından durdurularak yakıldı. Batman'da devrimci-yurtsever basına yönelik sivil-faşistler ve kontrgerilla tarafından sürdürülen baskı, tehdit ve saldırılar sonucunda şu anda devrimci-yurtsever basının satışı engellenmiş durumdadır. Batman'da gerçekleştirilen engellemeyi şimdi de Diyarbakır'a kaydırma hesapları yapıyorlar. Birçok gazete bayii, sol basını satmaması için dolaylı veya dolaysız olarak uyarılıyor, tehdit ediliyor. Diyarbakır'ın Ofis semtinde gazete Diyarbakır (Mücadele)- Hani, 9 Kasım akşamı basıldı. Üç saat süren saldırı sonucunda çeşitli devlet kurumlarının binaları tahrip edildi. 10 Kasım gününden itibaren devlet güçleri Hani'de gözdağı operasyonuna başladılar. Resmi olarak sokağa çıkma yasağı olmamasına rağmen halk evinden dışarı çıkmamayı tercih etti. Fiili olarak sokağa çıkma yasağı uygulandı. Sokakta gezenler ise tim ve polis tarafından gözaltına alındı. Özellikle pek çok esnafın gözaltına alındığı, gözaltı sayısının 100 civarında olduğu ve bu insanlara işkence yapıldığı belirtiliyor. Olaylar sırasında Hani'de bulunan bir memur, olay sonrasıyla ilgili olarak gazetemize şu açıklamaları yaptı: "Hafta başında başlayan olaylar yüzünden, ben de dahil olmak üzere devlet memurları göreve gitmedi. Esnaf, kepenklerini açmadı ve insanlar sokağa çıkmamayı tercih etti. Çünkü sokakta, caddede dolaşan insanlar gözaltına alınarak sorguya götürülüyordu. Olaydan sonra devletin büyük çaplı bir tarama operasyonu başlatmamasına sevinen ilçe halkı, diğer yönü ile ikinci bir ihtimale de yer vermek istemiyor. 'Bir daha böyle bir şey olursa, devlet burayı yerle bir eder, Şırnak'a, Kulp'a çevirir' düşüncesi egemen. Bundan dolayı, mal varlığı olan pek çok esnaf ve halktan insan toparlanıp başka illere gitmeye başladı. Benim tanıdığım ve duyduğum bazı aileler İzmir veya bayiliği yapan ve devrimci-yurtsever basına ait gazete ve dergileri de satan Bulvar Büfe'nin sahibi Eşref Yaşa, devletin, yaptıklarını gizleme ve sindirme çabalarının hışmına uğradı. Sahibi olduğu Bulvar Büfe, 14 Kasım gecesi saat sıralarında kundaklandı ve yakıldı. Devrimciyurtsever gazete ve dergileri satan bayileri bu şekilde alçakça maddi olarak da yıpratarak sol basının satışını engellemeyi amaçlıyorlar. Diyarbakır'daki bazı gazete bayileri bu olaydan sonra polis tarafından "Sıra size de gelebilir, ayağınızı denk alın" şeklinde tehdit edildiklerini belirtiyorlar. Bulvar Büfe'nin ardından 18 Kasım'da Koşuyolu semtindeki Dilan Büfe kontrgerilla tarafından yakılmak istendi. Kepengi kırıp, içeriye benzin döken saldırganlar halkın müdahalesi ile işlerini yarım bırakıp kaçtılar. Mersin'e gitmişler bile..." Hani'de halk huzursuz Hani-Dicle, Hani-Lice girişi hafta boyunca tutuldu, giriş-çıkış yasaklandı. Ayrıca Hani-Diyarbakır yolu ilk olarak cuma günü açıldı ve denetimli geçişlere izin verildi. İlçede görev yapan devlet memurları hala olayların tedirginliğini yaşıyor ve devletin yaptıklarından dolayı can güvenliklerinin olmadığını belirtiyorlar. Görüştüğümüz devlet memuru, ilçedeki memurların durumu ile ilgili olarak bize şunları anlattı: "Pek çok memur, ilçeyi terk etmenin telaşına düşmüş durumda. Özellikle daha önce tayini çıkmış memurlar, olaylardan hemen sonra ilişkilerini kesip gitmeye başladılar. Pek çok memur, hemen rapor alıp ilçeden ayrıldı. Kimse ne bu ilçede, ne de başka ilçelerde görev yapmak istemiyor artık." Kırsal kesimlerdeki yerleşim bölgeleri bombardıman ve katliamlarla tamamen boşaltılırken, ilçeler ve kasaba gibi yerleşim yerleri de daha önceki olaylarla karşı karşıya kalmamak için "önlem" diyerek, yerleşim yerlerini önceden terk ediyorlar. Köylerin devlet güçleri tarafından bombardımanı aralıksız olarak sürdürülüyor. Devletin en yetkili ağızlarının açıkladığı "İç harekata başlayacağız." sözlerinin Kürdistan'da yaşananlar dikkate alındığında, fazla bir anlamı yok. Zaten uzun süredir devlet halka karşı tam anlamıyla bir iç harekat yürütüyor. Dicle'de köyler boşalıyor Diyarbakır (Mücadele)- Diyarbakır'ın Dicle ilçesine bağlı köyler yakılıyor, köylüler göçe zorlanıyor. 2 Kasım günü Dicle'ye bağlı Gozel (Boğazköy) Köyü'ndeki tüm evler yakılmış, köylüler mecburi bir göç olayını yaşamıştı. Gozel (Boğazköy)'deki bu olaydan sonra sırayla diğer köyler de tek tek baskı ve zorla başaltıimaya başlandı. Bu süre içinde Zirve (Değirmenli), Aru-sek (Gelincik), Şırhakan (Özbey) ve en son olarak da 10 Kasım akşamı Kelkom (Kelekçi) köyü boşaltıldı. Kelkom Köyü Muhtarı Hüseyin Akduvar göçe zorlanışlarını şöyle anlatıyor: "O akşam asker ve özel tim kalabalık bir şekilde köye geldiler. Ali Aktaş, Abdurrahman Aktaş, Ali Akduvar, Ahmet Akduvar, Abdurrahman Akduvar, Zülfü Karaçiçek, Muhittin Çiçek, Bedri Özal'ın evleri yakıldı. Biz de göç etmek zorunda kaldık." Hüseyin Akduvar ve diğer köylüler Diyarbakır'daki akrabalarının yanına yerleşmiş durumdalar. Boşalan köyler dışındaki köyler de bu olaylardan sonra göç etmeye başladılar. Bazı çevrelerde, olayın protesto niteliği taşıdığı anlatılıyor. Ama göçler protestodan öte çaresizliğin sonucu gelişiyor. Kendi topraklarını çözümsüzlükten terk eden insanların bu arayışı protesto olarak görülemez. Devam eden göç, protestodan çok çevresinde her gün yakılıp yıkılan yerleri gören insanların, aynı durumla karşılaşmamak için başvurdukları bir kaçış yolu olmaktadır. Ergani'nin korucu olmayan köylerine baskı Diyarbakır (Mücadele)- Ergani'nin korucu olmayan Sincik, Gisgis, Zıraki, Hıdrani, Salhi, Hendek, Aşağı Şeyhler köylerine yönelik olarak devlet, geleneksel politikasını uygulamaya devam ediyor. Bir yıldan beridir sürekli baskı ve operasyonlarla karşı karşıya kalan köylerden biri olan Sincik Köyü'nde en son 11 Kasım'da Poxsor Köyü'nün korucuları tarafından üç çoban tarandı. Biri olay yerinde hayatını kaybederken, ikisi yaralandı. Köylüler, bu olaydan önce de Sincik Köyü'ne yönelik olarak operasyonlar düzenlendiğini belirtiyorlar. "Ermeni" olmak ve "Ermenileri desteklemek" şeklinde bir suçlama ile karşı karşıya bulunduklarını belirten köylülerden birisi, "Bundan yaklaşık bir ay önce köyümüz iki kez panzerler ve korucular tarafından tarandı. Karakola gidenlere 'biz taradık, var mı bir diyeceğiniz' şeklinde cevap vermişlerdi. Bir kez köy yoluna mayın yerleştirmişlerdi. Köy minibüsü geçerken mayın patladı. Yaralanan vardı. Birkaç kez askerler hayvanlarımız için kuruttuğumuz kışlık (Diza Çulo) kuru yaprakları ateşe verdiler. 90 hanelik köyün hepsinin otlarını yaktılar." dedi. Poxsor Köyü'ndeki korucularla toplantı yapan Kaymakam ve Jandarma Komando Yüzbaşısının "Gisgis, Sincik, Aşağı Şeyhler Köylerinden kimi öldürürseniz öldürün. Sİ7e bir şey olmayacak" dediklerini ve korucuların "Sizden en az on kişiyi öldüreceğiz" şeklinde konuştuklarını belirtiyorlar. 11 Kasım'da gece saat 10 00'da gerçekleştirilen olayın bizzat korucular tarafından (Poxsor Köyü korucuları) yapıldığım belirten köylüler, korucuların Haydar Aslanpençe, Celal Aslanpençe olduğunu söylediler. Hedeflenen çobanlardan Ali Erdal ölürken, İbrahim Öz ve Ramazan Aladağ yaralandı. Yaralı olan çobanlar, ateş edenleri bizzat gördüklerini ve tanıdıklarını belirtiyorlar. Olayla ilgili araştırma yapan Ergani Cumhuriyet Savcısına ifadelerini verirken de failleri açıkladıklarını belirten çobanlar, "Savcı tevkif kararı verdi. Ama korucular tutuklanmadı. Onları Çermik Kaymakamı ve Jandarma Komando Yüzbaşısı koruyor. Onlara 'yapın' talimatını veren de yine bu ikisidir." dediler. Aşağı Şeyhler Köyü'nde en az 30 evin boşaldığını belirten Sincik köylüleri, kendilerinin de sürekli "yakacağız, yıkacağız" tehdidi altında olduklarını, hayvanlarını meraya götüremediklerini, tarlalarını ekemediklerini söylüyorlar. Özellikle köyün gençlerinin köylerinde durmadıklarını belirterek "Bizim köylerimizi de Dicle'nin köyleri gibi yapacaklar" şeklindeki tedirginliklerini dile getiriyorlar. Dünyaya gelmemiş bebeği katlettiler Diyarbakır (Mücadele)- Bismil'e bağlı Kazancı (Kurtarıcı) Köyü'ne 16 Kasım'da operasyon yapıldı. Operasyon sırasında doğmak üzere olan bir bebek, doğmadan öldü... Yaklaşık bir aydır sürekli baskın yapılan Kazancı Köyü'nde operasyonlarda pek çok insan gözaltına alındı ve on bir kişi tutuklandı. Ama halk yurtsever olduğu için gözaltı ve tutuklamalarla birlikte operasyonlar devam ediyor. 16 Kasım günü köy baskını sırasında doğum yapmakta olan bir Kürt kadınının doğmak üzere olan bebeği öldü. Köydeki erkekleri kahvede toplayan askerler, köy içinde şüpheli evlerde arama yaptılar. Bu sırada bir evde doğum sancıları yaşayan bir köylü kadınının korkudan sancısının kesilmesi nedeni ile çocuk yarım vücut (baş hariç) içerde kaldı ve sıkışmadan dolayı nefes alamayınca öldü. Doğumu yaptırmaya çalışan ebeler olayı şöyle anlatıyorlar: "Gittiğimiz zaman bebeği muayene ettik. Çocuğun ve annenin durumu normaldi. Doğum bir saat sonra başladı. Tam o esnada köy halkından bir kadın operasyonu haber verince, doğum yapan hastanın telaş ve korkudan sancısı kesildi. Bu sırada çocuğun sadece başı dışarda idi. Bu durumda hastaneye yetiştirmek gerekiyordu. Fakat askerler izin vermediler. Ebelerden birisi dışarı çıkarak askerlere durumu anlatmaya çalıştı ama ona da inanmayıp, doğumun olduğu odaya gelerek, kadını o halde utanmazca bir süre seyrettiler. Askerler engel olmasaydı ve hastaneye yetiştirseydik, kesinlikle yaşayacaktı. Bebek öldü, anne de ölebilirdi. Bu olaydan operasyonu yapanlar sorumludur."

8 MÜCADELE 8 PEŞİNDEYİZ 21 Kasım 1992 "Koltuklarında rahat ettirmeyeceğiz onları" 12 kayıp ailesi, Ankara'da iktidarın infaz politikasını altüst etti, katliamcı yüzlerini açığa çıkardı. Artık her şey katliamcıların yakalarına yapışmaya devam diyenlerin bu yakalara daha sıkı sarılmalarına bağlıdır. 12 aile katliamcıları ayaklarına kadar getirterek hesap sordu. Ailelerin ağızlarında şimdi tek bir sözcük var: "SUSMAYACA- ĞIZ". İrep ÖZBEK: Aslında biliyoruz çocuklarımızın nerede olduğunu. Ama koltuklarında rahat oturamayacaklarını, biz analar, babalar oldukça yakalarına yapışacak bir çift elin mutlaka olacağını göstermeye gittik. Oya GÖKMEN: Biz orada Demirel'e kayıplarımız nerede diye sormadık. Hesap vermesini istedik, katil devlet hesap versin dedik. Kudi GÖLELİ: Bunlarda adalet yok. Vicdan yok. Bir tek kızı evde öldürüyorlar. Bunlarda vicdan olur mu hiç. İrep ÖZBEK: Demirel açıkça savaş açtı. Utanmazın dediğine bak. Bizim oylarımızla oturdu oraya, gençlerimize savaş açtı. Açtıkları savaşta adalet yok. Meclis duvarlarına yazdıkları "adalet mülkün temelidir", "kayıtsız şartsız milletindir" yazılarından utanmaları lazım. Anaların böylesi bir hesaplaşmaya hazır olduklarını beklemiyorlardı. Afalladılar. nu söylüyor. Birbirlerine söz veriyorlar, "Devrime kadar ölmeyeceğiz.". "İKİ GÜN YATARIM, ÜÇÜNCÜYE YİNE GELİRİM" İrep ÖZBEK: Çocuklarımızı öldürtmeyeceğiz. Anaların, babaların sesi burada kalmayacak. O Gayrettepe'ye her gün bir şişe kan atmak lazım. Onlara analar iki gün bağırdı, bıraktı dedirtmeyeceğiz. Bundan sonra her mücadelenin içinde olacağım. Fatma ALCAN: Çocuklarımızı seviyorsak bu mücadeleye kayıpları, infazları beklemeden katılalım. Ali Rıza EROĞLU: Kudi anayla söz verdik. Devrim olmadan biz ölmeyeceğiz. Bütün babaları duyarlı olmaya, ölü toprağını üzerlerinden atmaya, evlatlarının yatımda olmaya çağırıyorum. Kudi GÖLELİ: Bana hastayım diye açlık grevini bitir dediler. Niye bitireceğim. Ne için gittim oraya. Bırakmam. Bu çile kaç seneden beri çekiliyor. Oğullar kalksın bu mücadelenin içine girsin, yoksa halkın bu çilesi bitmez. Ölümse bu yoldan gelsin. İçerim unutmaz onların yaptıklarını, iki gün yatarım, üçüncüye yine gelirim.. Oya GÖKMEN: Ankara'da 12 ailenin Kayıpları araştıramazsımz Bulacağınız kendi suçunuzdur Kayıp aileleri Ankara'daydılar. Demirel verecek yanıt bulamadı onların karşısında. İşkenceciler suçlarının dosyalarıyla geldiler onların karşısına. Bakanlar onlarla yüz yüze gelmemek için bahaneler uydurdular. İktidar anaların öfkesini yumuşatmak için "araştıracağız" sözleri verdi. TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na bağlı bir "Kayıpları Araştırma Komisyonu" kuruldu. Bu komisyonun kimlerden oluştuğuna bakmak, komisyonun ne işe yarayıp yaramayacağını ortaya koyuyor. Eski MHP'nin katillerinden, Maraş katliamının sorumlularından Ökkeş Şendiller; belediye başkanlığı dönemindeki uygulamalarıyla insan haklarıyla arasındaki uzaklığı kanıtlanan şeriatçı H.İbrahim Çelik; iktidarları döneminde birçok katliamı onaylayan ANAP'ın milletvekili Mehmet Özkan ve hükümette yer aldıkları ilk günden bu yana tüm anti-demokratik uygulamalara imza atan SHP'nin milletvekili İbrahim Tutu... İşte kayıpları bulacak(!) komisyon bunlardan oluşuyor. İlk üç isim, daha önce de Hüseyin Toraman'ın kaybedilmesi olayında, pek çok tanık olmasına rağmen, "Toraman öldürülmedi, yurtdışında" diye rapor veren komisyonun üyesiydiler. Kanıtladılar ki, kayıpların nerede olduğunu bulmak diye bir sorunları yoktu. Tersine kaybedenleri aklama diye bir dertleri vardı. Kayıp aileleri daha ilk günden bu komisyonu kabul etmediklerini, bunun ancak işkencecileri aklamak için kurulmuş olabileceğini açıkladılar. Onların bunu anlaması için tarih bilmeleri gerekmedi, siyasi tahlillere de ihtiyaçları olmadı. Onların yüzlerine bakamayanların gözlerini görmeleri yeterliydi. Eğer siyasi iktidar, gerçekleri halka açıklamaya, bırakalım bunu, yalnızca araştırmaya cesaret edebiliyorsa, kayıp ailelerinden, kayıpların avukatlarından, insan haklan kuruluşlarından, kamuoyunun saygı ve güven duyduğu aydın, hukukçu ve uluslararası temsilcilerden oluşacak bir komisyonu tanımalıdır. Çünkü sorunun asıl muhatabı en başta kayıp aileleridir. Kayıp aileleri bunu istiyor. Haklı olan, hukuki olan budur çünkü. Bu komisyonun soracağı sorulara cevap verecek cesareti olmayanlar böyle bir komisyonun oluşmasını da istemeyeceklerdir. Onlar kayıpları araştırmaya cesaret edemezler. Çünkü bulacakları kendi suçlarıdır. Kamuoyunun baskısı iktidara açıklattırıyor Bir önceki sayımızda kayıp olduklarını açıkladığımız Semih Genç, Mustafa Atalay, Fatma Kuraner'in gözaltında oldukları polis tarafından kabul edildi. Yeni kayıplara izin vermemek için sürekli olarak yakınlarını soran ailelere, avukatlara doğru dürüst bir açıklama yapmadan "Bizde yok" yanıtını verenler, daha sonra kamuoyu baskısı karşısında fikirlerini değiştirdiler. 9 Kasım tarihinde gözaltına alınan Semih Genç için 12 ve 13 Kasım tarihleri için ayrı ayrı iki gözaltı kaydı verildiğinin 14 Kasım'da açıklanması bu insanların da kaybedilme durumuyla karşılaştıklarını gösteriyor. 17 Kasımda da Bur-sa'da Mustafa Atalay, Zütfikar Taraf, Raşrt Kan, Aydın Kabakçı ve Fatma Kuraner'in gözaltında oldukları kabul edildi.

9 21 Kasım 1992 PEŞİNDEYİZ MÜCADELE 9 "Bütün ailelerin bir arada olması gerektiğini düşündük" Ekim ayında 2 devrimcinin kaybı üzerine bir daha durup düşünmek gerekiyordu. Nerede olduklarını sormayalım diye tartıştık ailelerle. Ölü ya da diri bizlere teslim edilmesini isteyelim dediler. O günlerdeki yeni gözaltılar sırasında gözaltına alınan kişilerin kaybedilme tehlikeleri devam ediyordu. Ancak özellikle ailelerin yarattığı kamuoyu baskısı iktidara açıklama yaptırdı. Fedai Şahin 8 gün sonra, Semih Genç 4 gün sonra, Mustafa Atalay da 8 gün sonra açıklandılar. Aslında bu süreler kaybetme süresiydi. Ama cesaretleri kırıldı. Uluslararası kamuoyunda belirli bir etki yarattık. İlk başvurumuzda Uluslararası Af Örgütü acil eylem kararı aldı. Ankara'daki açlık grevi sırasında birçok yabancı kurum ve heyetler aileleri ziyaret ettiler. İşkenceye, sokak infazlarına, Kürdistan'daki katliamlara, kayıplara karşı bir ya da birkaç kurumun değil, birçok kurumun bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyoruz. Bu bir görevdir. Her türlü araçla, her biçimde takip etmek gerekiyor yeni kayıpları engellemek için. "Devletin hukuki meşruluğu kalmamıştır" Sendikaları, DKÖ'leri, halkın diri güç- Tepkiler büyüyor lerini harekete geçirmek gerekir. Gözaltında kayıplara karşı, işkenceye karşı. Bu noktada örneğin sendikalar sessiz. Ben inanıyorum ki, başka bir ülkede böyle bir olay yaşansa daha farklı olur. işkenceyi, yargısız infazları, gözaltında kaybetmeyi bir çalışma yöntemi haline getiren devletin hukuki meşruluğu kalmamıştır. Artık sorun yaşama hakkını bizzat devletin tüm güçleriyle tehlikeye soktuğu bir boyuta gelmiş. Toplumsal gündem açısından demokratik kuruluşlar arasında bir güç birliği oluşması gerekir. Ve bu tür bir yaklaşıma da olumlu bakıyoruz. Ama burada bir fikri de gözardı etmemek gerekir. Örneğin işkence konusunda, yaşama hakkı konusunda, adil yargılama hakkı konusunda insan hakları mücadeleciliği iddiasını taşıyan tüm kesimleri, tüm kuruluşları kapsayacak bir genişlik düşünmek gerekir. "Güven duyulan kurumlardan oluşan bir komisyon kurulmalıdır" Kayıp insanlarla ilgili bugüne kadar ÖZGÜR-DER dışında hiçbir kurum ve kuruluş ciddi olarak ilgilenmedi. Ancak biz de eksik davrandık. Bugün HEP milletvekillerinin Meclis'te başlattıkları açlık grevinin amacı Türkiye halklarına ilişkin ihlallerde siyasi iktidarı, devlet mekanizmasını teşhir etmektir. İnsan haklarının ihlallerini takip eden bir heyet olmalı. Kamuoyunda bu konuda yer edinmiş, güven duyulan kurumlardan oluşmalı. ÖZGÜR-DER, İHD, aydınlardan oluşacak bir komisyon kayıp gençleri arayabilir. Ancak bu sadece kayıplar için bir komisyon olmamalı, gözaltında ölümleri, Kürdistan'daki katliamları da bu komisyon araştırır. "Kayıplar bulunsun" Paris'te bulunan ACAI, ACIIT, ADTT, FTIF, HEV- RA-KOM, MCFT adlı demokratik kuruluşlar 17 Kasım'da bir basın açıklaması yaparak Türkiye hükümetinin gözaltında kaybetme politikasını eleştirerek "Yeni katliamlara, sokak ve ev infazlarına ve gözaltında kayıplara yenilerinin eklenmesini istemiyorsak sesimizi yükseltelim." dediler. Sanatçılardan Protesto "Bu ülkenin yazarlarının kalemlerini, müzisyenlerinin notalarını, ressamlarının fırçalarını zulme karşı kaldırmaları zorunludur." 13 Kasım'da bir Dasın açıklaması yapan Grup Ekin, Ankara Halk Sahnesi, Ankara FO- SEM ve Kültür ve Sanatta Tavır dergisi evlatlarını, yakınlarını arayan kayıp ailelerinin yanında olduklarını açıkladılar. Bursa Adliyesi'nde Ailelere Saldırı 16 Kasım'da kayıp aileleri, ÖZGÜR-DER'li aileler ve avukatlar adliye binasında toplanarak kayıp çocuklarının resimlerini ve "Soruyoruz, Evlatlarımız Nerede?", "Yeni Kayıplara İzin Vermeyeceğiz" dövizleriyle tepkilerini halkın arasına taşıdılar. Orada "görevli" bir yüzbaşı ailelere ve gazetecilere saldırırken, siyasi şube polisleri de kardeşi gözaltında olan Zülfikar Tarafı arayan Bursa ÖZGÜR-DER kurucularından Mehmet Ali Tarafı gözaltına aldı. Mehmet Ali Taraf ertesi gün tutuklandı. TÖDEF'ten Kayıpları Protesto Açlık Grevi Türkiye Öğrenci Gençlik Dernekleri Federasyonu TÖDEF'in çağrısı üzerine 18 Kasım günü üniversitelerde "Kayıpları protesto etmek ve kayıp ailelerine destek vermek amacıyla" bir günlük açlık grevi yapıldı. Okullarda yapılan forumlar ve açlık grevleri sırasında polis, pek çok yerde eylemleri baskı ve tehditle engellemeye çalışırken, İstanbul Üniversitesi Merkez Kampusü'nde öğrencilere saldırdı. Direnişle karşılaştı. Av. Ulutan GÜN Kendi yasasına uymayanların yasasına uyulmaz Ülkemizde "insan haklan ihlali" yaşanmayan tek bir gün geçmiyor. Kürt izin vermeyen, bir cenazeye katılmanın lığın çevresini kuşatıp içeri girilmesine halkına yönelik köy, kasaba ve şehirlerin bedelini cop, kurşun, gözaltı, işkence, cezaevi ile ödetenler; öldürülen devletin po- yakılıp-yıkılmasına varan katliamlardan, tek göz kondusu başına yıkılmak istenen lisi olunca en işlek caddeleri trafiğe kapatıp kendisine yollar açıyor, güzergahı üze- gecekondu halkına; sendika isteyen memurun başına inen coptan, okulları polis rindeki gazete bayilerine saldırıp, satılmak üzere sergilenen sosyalist dergi ve karakollarına çevrilmiş öğrencisine; "devletin güvenlik mahkemelerinde yargılanma hakkı" (!) dahi "lüks" görülüp, dırıp dövüyor, gözaltına alıyor ve haykırı- gazeteleri topluyor, sokaktaki insana sal- dağda, kırda, şehirde katledilen devrimcisinden; şüphe üzerine kurşunlanan so- Sormak gereği duyuyor insan; gelmezyor: "Türküm diyen gelsin". kaktaki vatandaşa kadar, toplumun tüm se ne olacak? Devrimcilere "çıkmaz sokak" suçlaması getirenler, zor yoluyla emekçi kesimlerine yönelik saldırıları ifade etmekte "insan hakları ihlali" kavramı kendilerine yürüyecek cadde açarken, asıl yetersiz kalıyor. kendilerinin nasıl bir çıkmazda olduğunu Karşımızda "insan haklarını ihlal etmekle", "hukuk devletinin sınırlarını aş- savunucuları ve uygulayıcıları bir tarafta, ilan ediyorlar. Kontrgerilla hukukunun makla" yetinen (!) bir devlet değil; kendi tüm Türkiye halkları diğer tarafta. halkına karşı topyekun savaş açmış ve bu İşkence, infaz ve katliamlar bugün topyekun savaş politikasının odak noktasını savaşta hiçbir kural, hiçbir töre tanımayan bir devlet var. Kendi "hukukuna" oluşturuyor. Artık tek tek insan hakları kendisi dahi uymayan -bunun kendi iktidarını tehlikeye atacağına inanmış- bir ihlallerine tepki göstermenin çok ötesindedir sorun. İktidarın işkence, infaz, katliam politikasına karşı tüm halk güçleri- devletin; bu "hukuka" başkalarının uymasını sağlamak gibi bir yaptırım gücü nin örgütlü muhalefeti ile cevap vermek, kuralsız savaşan tarafa geri adım attırmanın ilk koşuludur. Bu konuda aydınlara, kalmamış demektir. Gerilla eylemlerine misilleme olarak demokratlara, yurtseverlere, insan halka kurşun sıkılıyor, katledilen devrimcilerin cenazelerine dahi saldırılıyor, hakları savunucularına, hukukçulara da önemli görevler düşüyor. Bulunduğumuz infaz timlerine ödül törenleri her mevzii bu topyekün savaşa karşı bir düzenleniyor, onlarca tanığın gözü cepheye dönüştürmek, toplumun bütün önünde alman insanlar gözaltında kesimlerinin işkence, infaz ve katliamlara "kaybediliyor", basına çıkarıldığında karşı tepki ve tavrım ifade edebileceği eylem zenginliğini yakalamak, özel savaşın önüne konan "suç delilleri" masasını tekmeleyip, slogan atan devrimci dili bir parçası olarak gündeme getirilen her kesildikten sonra işkenceyle öldürülüyorsa; kendi deyimleriyle bu iktidarı anında tavır almak, politika geliştirmek düzenleme ya da fiili uygulamaya karşı "kan tutmuş" demektir. gerekiyor. Öldürülen polislerin cenaze töreni ile Savaş öğretiyor. Bir avuç ama yürekli ilgili İstanbul Valisi açıklama yapıyor: ailenin kayıplara karşı onurlu çıkışı dahi "Türküm diyen gelsin". Katlettikleri devrimcilerin cenaze törenlerine katılmak is- bunu göstermeye yetiyor. teyen halka tüm hışmıyla saldıran, mezar- Devrimci Sol Güçler: "Kayıplar ülkesi Türkiye'de analar çocuklarını arıyor" Geçtiğimiz günlerde, gözaltındaki devrimcileri kaybeden iktidarın saldırısına karşı Devrimci Sol Güçler bir bildiri yayınladı. "Kayıplar Ülkesi Türkiye'de Analar Çocuklarını Arıyor" başlıklı bildiride şunlar belirtildi: "Şimdi ülkemiz; dün Nazi Almanyası'nda, Arjantin'de, Şili'de yaşanmış olan vahşeti yaşıyor. Oligarşi kayıplar politikasıyla sonuç alacağını, halkımızı korkutacağını sanıyor. Oysa yanılıyorlar. 60 milyonu korkutup teslim alamazlar." Herkesin iktidarın kayıplar politikasına tepki göstermesi gerektiği söylenen bildiride, devrimcileri katledenlerden hesap sorulacağı vurgulandı. 60'a yakın öğrenci gözaltına alındı. Bursa'da UL-DER'li öğrenciler Görükle Kampusü'ndeki postanede toplanarak Başbakan Süleyman Demirel'e protesto mektupları gönderdiler. Afyon'da 6 Kasım boykotuna katıldıkları için haklarında dava açılan 22 TÖDEF'li öğrenci, gözaltında kayıpları, infazları, Kürdistan'daki baskıları kınamak için süresiz açlık grevine başladı.

10 MÜCADELE 10 GENÇLİK 21 Kasım 1992 Afyon'da komedi: Karikatürlerden bile korkuyorlar Afyon İktisadi İdari Bilimler Fakültesi'nde AFÖD'lü öğrenciler 6 Kasım günü Türkiye çapında gerçekleştirilen boykota katılarak okul kantinine YÖK'le ilgili şiir, karikatür ve makaleler astılar. Fakülte Sekreteri Günay Şanlı ve Dekan Yardımcısı Mehmet Erkan panoyu indirmek için geldikleri kantinde öğrencilerin alkışlı protestosuyla karşılaştılar. Ertesi gün idarenin itibarıyla karikatürlerde ismi bulunan dernek üyesi Nuray Özçelik ve Rıza Özdemir "karikatür çizme suçundan" gözaltına alınarak iki gün sonra tutuklandı. Yapılan itiraz sonucu bir gün cezaevinde kalan bu öğrenciler serbest bırakılırken, 6 Kasım'da izinsiz gösteri yaptıkları gerekçesiyle okul idaresi tarafından 22 kişiye soruşturma açıldı. İzmir DLMK Karataş Lisesi müdürünü uyardı Karataş Lisesi'nde toplanan paraların okul dışı harcamalarda kullanıldığını belirten izmir DLMK, okul müdürü M.Turfan Baysal'ı durumu açıklamaya ve hesap vermeye çağırdı. DLMK'lılar yayınladıkları bildiride "Öğrencilerden onca para alınırken okulun hiçbir sosyal tesisi yoktur... Toplanan paraların ihtiyaç duyulan yerlerde harcanmaması biz öğrenciler üzerinde çeşitli şüpheler oluşturmaktadır." diyerek bu yıl daha kararlı olacaklarını ve liseli gençliğe yönelik hiçbir saldırıya kayıtsız kalmayacaklarını vurguladılar. Antakya polisi prestij sorununu çözdü 6 Kasım boykotuna saldırmaya cesaret edemeyen Antakya polisi, kendileri için prestij haline gelen bu sorunu 9 Kasım'da Hatay Eğitim Yüksek Okulu ve Meslek Yüksek Okulu öğrencilerinden 8 kişiyi gözaltına alarak çözdü. Gözaltıların ardından İHD'de bir basın açıklaması yapan Antakya Halkevi, Eğit-Sen, İHD, Can Sanatevi üyeleri ve öğrenciler "Ülkemizde anti-demokratik uygulamalar gün geçtikçe hızını artırmaktadır. Durum bu iken kimi yöneticilerin demokrasiye geçişte büyük mesafeler kat ettiklerine ilişkin açıklamaları artık güldürü niteliği taşımaktadır." dediler. Aysel Bölücek: "Okulumuzda sivil faşistleri barındırmayacağız" 6 Kasım boykot çalışmaları sırasında Kırıkkale Meslek Yüksek Okulu öğrencisi TÖ- DEF'Iİ Aysel Bölücek, sivil faşistler tarafından tehdit edildi. Sivil faşistler özellikle eylem öncesi devrimci-demokrat öğrencilere sataşarak kavga çıkarmaya çalışıyorlar. Öğrencilere "size bu okulda çalışma yaptırtmayacağız" şeklinde gözdağı veren sivil faşistlerin "reis" lakaplı liderleri Aysel Bölücek'e "Seni emniyet paklamadı, cezaevi paklamadı. Biz seni dağa kaldıracağız." dedi. Evi basılmakla da tehdit edilen Bölücek, geçen yıl aynı davranışlarından dolayı dövülerek cezalandırılan sivil faşistlerin hınçlarını yurttaki arkadaşlarından çıkartarak "Komünistler okulda cirit atıyor, siz burada saat 11.00'lere kadar uyuyorsunuz" diyerek dövdüklerini hatırlatarak "Onlar asla okulumuzda barınamayacaklar." dedi. Faşistlere karşı tereddütlü olmayacağız 11 Kasım günü "Müslüman Gençlik" adı arkasına gizlenen sivil faşistlerin Bosna-Hersek'le ilgili dövizler asıp, video gösterimi yapmaları Buca Eğitim Fakültesi Fatma Süzen Kantini'nde bir çatışmaya neden oldu. EYÖ-DER'Iİ, İİBFÖD'lü, HÜFÖD'lü ve bir grup Devrimci Proleter Gençlik taraftarı öğrenciler, sivil faşistleri kantini boşaltmaları için uyarmaya gittiklerinde saldırıyla karşılandılar. Saldırıya sivil polisler de katılarak 15 kişiyi gözaltına aldılar. Gözaltıları izleyen faşistler "kahraman polis" diye slogan atarak katliamlardaki amigoluklarını buraya taşıdılar. 13 Kasım'da devrimci-demokrat öğrencilerin sivil faşistleri teşhir eden bildirileri, faşistler tarafından duvardan indirilmek istendi. Basın-Yayın Yüksek Okulu ve Edebiyat Fakültesi kantinine de asılan bildirileri savunan EYÖ- DER'li ve DPG taraftarı öğrenciler sivil faşistler tarafından "Gerekirse silah ve bıçak kullanırız" şeklinde tehdit edildiler. Çatışmanın ertesi günü geniş katılımlı bir forum gerçekleştirilirken 16 Kasım'da da bir toplantı düzenlendi. 17 Kasım günü saat 12.00'de okul kafeteryasında toplanan kitle "Demokratik Üniversite İçin Güçlerimizi Birleştirelim- Öğrenci Dernekleri" yazılı bir pankart astılar. Pankartı indirmek isteyen Dekan, öğrencilerin "Polis İdare İş- birliğine Son" sloganlarıyla engellendi. Foruma, polisin engellemesi sonucu diğer okullardan gelen birçok öğrenci katılamadı. Sivil faşistlerin 11 Kasım'da başlayan ve daha sonraki günlerde de devam eden saldırılarında solun tereddütlü ve kaçamak tavırlarının rolü büyüktü. Özgürlük Dünyası okurlarının "kitleye soralım" diyerek faşizme karşı mücadeleyi tartışma zeminine çekme çabaları, yurtsever devrimci gençlik taraftarlarının faşistlerin ve polislerin saldırılarına izleyici olmaları, yine eski DY dergisi taraftarlarının ne anlama geldiği belli olmayan "laiklik" tartışmasını gündeme sokmaya çalışarak, anti-faşist mücadeleyi geriye çekme çabaları bu tereddütlü ve kaçamak tavırlara örnektir. Devrimcilerin anti-faşist mücadelede tavrı açık ve nettir. 1 Aralık ve Bursa direnişi bunun en somut göstergesidir. Kendine güvensizlik ve tereddüt faşizmin saldırılarını süreğenleştirmesini sağlar ki, izmir'de yaşanan da budur. Açıktır ki, İzmir'de sivil faşist hareketin yaygınlaşması, mahallelerde Kürt halkına, üniversitelerde devrimci-demokrat öğrencilere yönelik saldırıların boyutlanması bir yanıyla yıllardır, solun statükolara teslim o/ması, ileri adım atanları geri çekmek için gayretle ça- Küçükköy Endüstri Meslek Lisesi'nde Kantin sömürüsüne karşı süresiz boykot Küçükköy Endüstri Meslek Lisesi'nde dayak, disiplin cezası, hakaret, küfür gibi idare baskıları yanında Siyasi Şubede öğrenciler üzerinde terör estiriliyor. İdare okulun birçok sorununu polise çözdürüyor. En son 13 Kasım günü iki öğrenci ceketi lacivert olmadığı gerekçesiyle polise teslim edildi. Yine okulun en büyük sorunlarından birisi de kantin sömürüsü. Kantin yemekleri oldukça pahalı ve sağlıksız. Buna rağmen yemek teneffüsünde dış kapılar kilitlenerek öğrencilerin dışarıya çıkması yasaklanıyor. İhale sistemiyle okullara yerleşip ticarethane gibi işletilen kantinler, idarenin desteğiyle yiyecekleri ucuza mal ettikleri halde oldukça pahalı fiyatlarla satarak öğrencileri sömürüyor. Tüm bu sorunlara karşı Küçükköy Endüstri Meslek Lisesi DLMK'lı öğrenciler 16 Kasım'da sınıf konuşmaları yaparak öğrencileri kantini boykota çağırdılar. Öğretmenlerin ve idarenin engelleme çabalarına rağmen sınıf konuşmaları öğrencilerin alkışlarıyla karşılandı. Saat 12.50'de hemen herkesin katıldığı boykot başladı. Kantinde toplanan öğrenciler kantin fiyat listesini yırttılar. "Kantin Sömürüsüne Son", "Yaşasın Demokratik Lise Mücadelemiz" sloganları atıldıktan sonra basın açıklaması okunurken kantin polislerce basıldı. Basın açıklaması okuyan öğrenciyle birlikte iki kişiyi polis gözaltına almaya çalıştı. Öğrenciler arkadaşlarına sarılıp kenetlenerek polisin almasına izin vermediler. Boykotun ilk günü "Polis Defol" sloganlarıyla bitirildi. Küçükköy Endüstri Meslek Lisesi'nde boykot süresiz olarak devam ediyor. Öte yandan İstanbul Etiler Lisesi'nde 6 öğrencinin gerekçesiz olarak okuldan atılmak istenmesi üzerine, aynı gün Öğrenci Birlikten ve DLMK'lı öğrenciler lise- balaması ve sivil faşist harekete prim vermesinden kaynaklanıyor. Fatma Süzen Kantini adını emperyalizme ve faşizme karşı mücadelede şehit düşen bir devrimciden alıyor. Onun adı kantinlerde faşistlere yer vermemeyi ifade ediyor. Eğer kantinlere devrimcilerin adları veriliyorsa ona layık olmak, devrimcilerin faşizme karşı mücadelesini sahiplenmek gerekiyor. İzmir üniversitelerinde devrimci mücadele statükoları parçalayıp, radikal mücadele hattının yakalanmasıyla daha da gelişecektir. Gençlik bizimdir sahip çıkmalıyız Üniversiteler, liseler her gün biraz daha artan sorun yumağı içinde yaşıyor. Sorunlar ve gençliğin karşılaştığı baskılar kendiliğinden çıkışlara neden oluyor. Liseliler bunaltacak düzeye varan sorunlarına karşı tepki duyuyor, birilerinin kendilerine önderlik etmesini de beklemiyor. Örneğin.Süleyman Nazif Lisesi'nde 70 öğrenci okuldan atıldı, kimi zaman "sıradan" denilerek küçümsenen öğrenciler buna açlık grevleriyle tepki gösterip, polis tehdidine rağmen direnişlerini sürdürdüler. Geçtiğimiz günlerde İnşa ve Vefa gibi bazı liselerde buna benzer örnekler yaşandı. Ve bu örnekler giderek de çoğalıyor. Devrimci gençlik bu gelişmeleri dışarıdan izleyemez. Görevimiz gençliğe sahip çıkmaktır. Gençliğin örgütsüz olduğu yerlerde bile durumunu kabulleniş yerine, kendiliğinden çıkışlarla öfkesini dışa vurduğu bir süreçte DLMK'ların, devrimci gençliğin toparlayıcı olması, kendiliğinden çıkışları sağa sola savrulmadan örgütlü mücadeleye kanalize etmesi her zamankinden daha çok önem taşıyor. Bu noktada oligarşinin baskılarının kanıksatılmasına izin veremeyiz. Halka ve gençliğe düşman olanların saldırıları karşısında daha kitlesel ve güçlü çıkışların zorunlu olduğu günümüz koşullarında, gençliğin sorunlarına karşı tepki duyan dinamizmine sahip çıkmak, gençlik örgütlenmelerimizi çabucak aktif olmaya hazır, mücadeleci genç insanlarla doldurmak bizim görevimizdir. Saflarımızı böyle yeni güçlerle büyütmek bizim enerjimize, bizim duyarlılığımıza bağlıdır. Halkın katledilmesine dışardan seyirci olmak, okullarımızda, yanıbaşımızda gençliğin coplanmasına, okuldan atılmasına izleyici kalmak, derslerimizde faşizmin propagandasını yapanlar karşısında susmak bizim tavrımız değildir. Çünkü biz gençliğiz. Mücadelenin coşkusunun, örgütlü olmanın kazanımlarının kitlelere taşıyıcısı olmalıyız. Unutmamalıyız, gençlik bizimdir. Onları gerici kışla ve medrese kafalıların ellerine, işkencecilerin zorbalığına teslim edemeyiz. Onlara politika götürecek, perspektif ve örgütlenmeler sunacak olan bizleriz.

11 21 Kasım 1992 POLİS CİNAYETİ MÜCADELE 11 K.Armutluda polis panzeri altı yaşındaki öğrenciyi ezerek öldürdü Yoksullara kan ve ölümden, gözyaşından başka bir şey vermiyorlar. Küçükarmutlu'yu işgal ettiklerinde "Huzuru sağlamak" için geldiklerini söylüyorlardı. Önce "yıkım yok" dediler. Sonra hizmet yasakları, yıkım kararları çıkardılar. Gece yarısı baskınlarıyla, gözaltı operasyonlarıyla ilan edilmemiş bir sıkıyönetim uyguladılar. Ayak direyeni, önlerinde eğilmeyeni "terörist" ilan ettiler. Çocukların payına düşen, okullarının karakol haline getirilmesi oldu. Ve sonunda 6 yaşında küçücük bir kız çocuğunun kanını akıttılar, ona kendi okulunu mezar ettiler. Daha 5 harf bile öğrenemeyen Sevcan'a 'ölüm'ü öğrettiler. Aylardır annelerin, babaların, öğretmenlerin, insan hakları savunucularının "okulu boşaltın" sözlerini duymazdan gelip onları işleri karıştırmakla, teröristlikle suçluyorlardı. Kozakçıoğlu daha birkaç gün önce yabancı insan hakları heyetlerini "istismar"la, "yıkıcılık"la suçluyor, "Bu adam buraya niye geliyor. Gerçekleri Küçükarmuttutulara ve vatandaşlara anlatmak lazım" diyordu. Şimdi anlatın bay Kozakçıoğlu! Eğer cesaretiniz varsa, gidip Küçükarmutlu halkına, Sevcan'ın annesine, arkadaşlarına anlatın. "Yıkıcılar, teröristler kışkırtıyor" deyin! "Bizi sizin döktüğünüz kan ayaklandırıyor" sözlerini duyacaksınız, çünkü halk bunları söylüyor. Gerçek mi, halk gerçeği kendi yaşıyor. Çocuklar yaşıyorlar. Harflerden, sözcüklerden, kitaplardan önce yaşayarak öğreniyorlar. Sürüden ayrılmış bir polis gördüklerinde bu yüzden taşa tutuyorlar. Katiller sevimli görünmek için ne yaparlarsa yapsınlar, çocukları bu yüzden aldatamıyorlar. Öyle güçsüzler ki, zulümlerini gizlemek için daha büyük zulümlere ihtiyaç duyuyorlar. Halk düşmanlarına "milli törenler düzenleyenler, Sevcan'ın minik cesedinden korkuyorlar. Şimdi Armutlu çocuklarının gözlerinde, Kürdistan'da boyu silahın boyunu geçer geçmez dağa çıkan çocukların gözlerinde gördükleri şeyi, kendi sonlarını görüyorlar. 17 Kasım günü Küçükarmutlu'da 6 yaşındaki Sevcan Yavuz polis panzeri altında ezilerek can verdi. Hacı Mehmet Şalgamcıoğlu İlköğretim Okulu birinci sınıf öğrencisi Sevcan, okul bahçesinde oyun oynarken manevra yapan bir polis panzeri tarafından ezildi. Ortaokul ikinci sınıf öğrencisi Tolga İğici olayı şöyle anlatıyor: "Arkada çocuk var dedik ama bizi dinlemedi, kafasını çıkarıp 'hayal mi görüyorsunuz 1 dedi. Panzer önce geri geri giderken çocuğu ezdi. Çığlığı duyunca durdu ve tekrar öne doğru giderken bir daha üstünden geçti." Sevcan'ın öğretmeni Halil Sütçü: "Ben öğretmen odasındaydım. Birden bir bağırtı koptu. Dışarı çıktık ki çocuk ezilmiş. Ailesine bile haber verilmedi olay çıkmasın diye. Bunlar 6, 7 yaşında çocuk. Derste bile beş dakika sonra dikkatleri dağılıyor. Hele oyun oynarken panzere, polis otosuna nasıl dikkat etsinler. Polis burayı zaten eğitim sahası gibi kullanıyor, bilen de bilmeyen de panzere biniyor, dönüp duruyorlar. Böyle olacağını defalarca söylemiştik." Küçükarmutlu'daki okullar polis tarafından aylardır karakol olarak kullanılıyor. Polis olaydan sonra Hacı Mehmet Şalgamcıoğlu İlköğretim Okulu'nu gece yarısı apar topar terketti. Dumlupınar İIkokulu ise hala karakol. Öyle güçsüzler ki, zulümlerini gizlemek için daha büyük zulümlere ihtiyaç duyuyorlar. Halk düşmanlarına "milli tören"ler düzenleyenler, Sevcan' in minik cesedinden korkuyorlar. Şimdi Armutlu çocuklarının gözlerinde, Kürdistan'da boyu silahın boyunu geçer geçmez dağa çıkan çocukların gözlerinde gördükleri şeyi, kendi sonlarını görüyorlar. Olaydan sonra saat 12.00'ye kadar okula hapsedilen çocuklar dışarı çıkınca Sevcan'ın ezildiği yeri çiçeklerle bezeyerek saatlerce buradan ayrılmadılar. Olayı öğrenip gelen anneleriyle birlikte okul bahçesinde cinayeti protesto eden sloganlar attılar: "Katil Polis Okuldan Defol" Çocuklar polisin okullarından çıkması için imza toplayarak şunu söylüyorlardı: "Polis okulu terk edene kadar okula gitmeyeceğiz." Sevcan'ın babası Dursun Yavuz: "Olay resmen bir katliamdır. Polis çocuğumu öldürdükten sonra 'kaza'dır diyor. Polisin, panzerin okulun içinde ne işi var? Dünyanın neresinde görülmüş bu! Şerefsizler, hem öldürüyorlar hem de bize haber bile vermiyorlar. Çocukları okula hapsediyorlar. Çocuklar öğleyin okuldan gelince bize haber verdiler. Madem öldürdünüz, niye haber vermiyorsunuz? Olay çıkmasın diyorlar. Nasıl çıkmasın, çocuğuma okulu mezar ettiler." Sevcan'ın katledilmesi Küçükarmutlu'da halkın yoğun tepkisine neden oldu. Bu cinayetten sonra okulda toplanan halk, sloganlarla polisi ve okul yönetimini protesto etti. 17 Kasım günü öğleden sonra okula gelen işkenceci şefinin talimatıyla polis halka ve çocuklara saldırdı. Oya Gökmen, "Sen bunlara liderlik mi yapıyorsun" denilerek tartaklandı ve gözaltına alındı. Aynı akşam mahallede toplanan veliler: "Biz polis çekilene kadar çocuklarımızı okula göndermeyeceğiz." diyorlardı. 18 Kasım günü "olayı unutun, dersinizi yapın" diyen okul müdürü de halkın hışmına uğradı. Bir anne Kamil Pulat'ın yakasına yapışarak "En büyük katil sensin. Burası okul, sen polisi burada hasıl barındırırsın. Unutun ne demek. Biz çocuklarımızı okula mı mezara mı gönderiyoruz?" diyordu. 18 Kasım günü uzun süre kaymakamın gelmesi beklendi. Kaymakam gelmeyince, aileler çocukları ile birlikte okulu boykot ederek dağıldılar. Sevcan'ın ailesini tehdit eden polis, evlerini abluka altına alarak cenazenin Küçükarmutlu'da toprağa verilmesini engelledi. "Burada gömerseniz başınız belaya girer, olacaklardan biz sorumlu olmayız." sözleriyle Yavuz ailesini tehdit eden; polis Sevcan'ın cenazesini alıp Zonguldak'a götürmek isteyince, ailesi "Biz kendimiz götürürüz" diyerek gece yarısı Zonguldak yoluna düştü. Bu arada İstanbul ÖZGÜR-DER açıklama yaparak "Dün Ankara'daki yargısız infazları gerçekleştiren polislerini ödüllendiren siyasi iktidar, bugün Küçükarmutlu'da panzeri kullanan polise ne ödül verecek?" sözleriyle Sevcan'ın öldürülmesini protesto etti. Aynı şekilde TÖDEF, İYÖ- DER, Devrimci Mücadelede Sanatçılar, Devrimci Gençlik dergisi ve gazetemiz de Sevcan Yavuz'un katledilmesini protesto ederek polisin Küçükarmutlu'dan çekilmesini istediler.

12 MÜCADELE 12 BAŞARIYA KOŞULLANMA 21 Kasım 1992 Başarıya koşullanma devrimci görevlerimizi yerine getirmemiz için zorunlu ön koşuldur Sovyet ordularının Nazi işgalcilerine karşı direnişinde göğüs göğüse çarpışmalar sürerken, bir yüzbaşı komutasındaki Kızılor-du birliğine düşmana yönelik çok yönlü bir saldırı planının gereği olarak bir ırmağın diğer kenarındaki Nazi birliklerini iki gün içinde devre dışı bırakma görevi verilir. Görev hayati bir önem taşır. Irmağın üzerinden sal ve kayıklarla geçmek mümkün değildir. Bu tüm birliğin imhası anlamına gelmektedir. Diğer taraftan iki kıyı arası yüz metreye yakındır, su derindir ve kış aylarının dondurucu soğuğu yaşanmaktadır. Irmak yer yer buz tutmuştur. Ama tek bir alternatif vardır, ne pahasına olursa olsun ırmak aşılıp Nazi birlikleri bertaraf edilecektir. Sovyet yüzbaşısı uzun süre çözüm yolu için düşünür ve bu konuda komutasındaki birliğin de düşüncesini almaya karar verir. Acele olarak bir toplantı yapar ve kendilerine verilen görevi anlatır, böylesine haklı bir savaşla bütünleşmiş askerlerini yaratıcılığa zorlar. Askerler arasından ırmağın karşı kıyısına geçmek için bazıları iki gün içinde gerçekleştirilmesi mümkün olmayan, bazılarında ise pek çok teknik araç gerektiren öneriler çıkar. Bazıları da bu koşullarda verilen görevin yerine getirilmesini "imkansız" bulurlar. Bir asker iki kıyı arasında tünel kazılabileceği ve düşmana görünmeden diğer tarafa geçilip Nazi birliğinin devre dışı bırakılabileceği üzerinde durur. Öneriye pek çok itiraz olur, ama başka yol da yoktur. Yüzbaşı bütün birliğine bu görevin yerine getirilmesi için tünelin kazılması yönünde moral güç aşılar, onları motive eder. Hiç zaman geçirmeden uygulamaya geçilir ve planın hayata geçirilmesinde bizzat fiilen çalışır. En önde çalışan askerin beline emniyet ve irtibat için kalın bir halat bağlanır, nöbet değişimi ve hiç durmadan korkunç bir tempoyla tünel kazılmaya başlanır. Askerler canla başla çalışırlar, ilerledikçe başaracaklarına olan inançları artar. Ama henüz karşı kıyıya geçilmeden ırmağın derinliği artar ve tünel aşağılara doğru kazılsa da tünele su girmesi önlenemez. Ancak karşı kıyıya yaklaşılmıştır ve beline halat bağlı olan asker ne pahasına olursa olsun bu halatla karşı kıyıya geçmeyi başarır. Ve tüm birliğin de bu halat yardımıyla karşı kıyıya geçmesi sağlanır. Çıkarma yapılır ve Nazi birlikleri plana uygun olarak bertaraf edilir. ikinci emperyalist savaş döneminde Kızılordu'nun Nazilere karşı zaferini anlatan bir Sovyet doktorunun anılarından aktardığımız bu olay, Sovyetler Birliği'nin dünyanın başına bela olan Nazi ordularını nasıl dize getirdiği konusunda da bir fikir veriyor. Sovyetler Birliği yukarıda örneğini verdiğimiz yüzlerce, binlerce tek tek başarının birleşmesi ve yirmi milyon şehit pahasına faşist işgali kırıp Alman faşizmini dize getirmiştir. Yine savaşın yarattığı büyük tahribat aynı bilinçle beş yıl gibi kısa bir sürede teknik açıdan telafi edilebilmiştir. Fidel Castro ve arkadaşları 1953'te Moncada çıkarmasını yaptıklarında, hemen bütün savaşçılarını ya şehit ya tut- Soğukkanlılığımızı, direncimizi yitirmek düşmanı cesaretlendireceği gibi, telaş ve paniğe yol açar, kayıplarımızı artırır. Savaşı sinirleri güçlü olan taraf kazanacaktır. Tarihsel ve siyasal haklılık, doğru bir siyasal çizgi ve taktiklerin yanısıra psikolojik savaşta güçlü olmamızı gerektirmektedir. Başarmak için dirençli olmak şarttır. sak vererek kaybettiler Aralık'ında yaptıkları yeni bir atılımda ise seksen iki savaşçıdan sadece on ikisi sağ kalmıştı. Devrim bundan sadece 25 ay sonra gerçekleşti (Ocak 1959) Bütün bu sürece devrime inanç, kararlılık ve başarma azmi damgasını vurdu. Che, gerilla savaşını şöyle anlatır: "Sierra Maestra'da yalnız yaşayan, aralarına kimse katılmayan bir grup şehir adamıydık. Kulübeden kulübeye dolaşıyorduk. (...) Varlığına katlanılan ama birleşilmeyen bir gruptuk, bu uzun süre devam etti." (Askeri Yazılar, Yar Yayınları sf. 170) Belli bir kesitte sayıca az ya da çok olmak değil, düşüncede ve eylemde güçlü olmak, başarıyla yanıp tutuşmak asıl olandır. Yerine göre "güç" de gelip geçicidir ama inanç, mücadele ve yeniden yaratmak, sabırlı olmak bizleri nihai hedefimize ulaştıracaktır. Yine 12 Eylül sürecinden çıkarken faşizmin cezaevlerinde art arda kazılan tüneller, ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilen firarlar, devrimci hareketin\ eylemleri ve '90-91 atılımı aynı başarma azmiyle gerçekleşmiştir. Özgürlüklerine kavuşmak için tünel çalışması yapan yoldaşlarımızın, soğuk sulara, çamura, havasızlığa rağmen saatlerce çalıştıkları koşullarda bile hastalanmamaları, iyi beslenmedikleri halde yüzlerce metre tüneli kısa sürede açmalarında başarıya koşullanmanın verdiği direnç vardır. Yıllardır işkence altında ve düşmanın fiziken çürütme politikaları sürerken Ölüm Orucuna başlayan yoldaşlarımızın 75 gün aç kalmalarına karşın doktorların "artık geriye dönüş olmaz" dedikleri koşullarda onları hayretler içinde bırakarak yaşama dönmelerinin sırrı da başarma bilincinin verdiği direnme gücüdür. Bugün de faşizmin tüm saldırılarını, kayıplarımızı geleceğe olan özlem ve başarıya olan inancımızla karşılıyoruz. Devrimci insan, yaşamın akışı içinde statüleri yadsıyan, sömürü, baskı ve haksızlıklara karşı savaşan, hiçbir zaman hedefi gözden kaçırmayan, değiştirendönüştüren, devrime ve sosyalizme koşandır. O halkının, insanlığın geleceğe yönelik umutlarının taşıyıcısı, yerine göre savaşçı, yerine göre düşünce adamı ya Devrimci insan, yaşamın akışı içinde statüleri yadsıyan, sömürü, baskı ve haksızlıklara karşı savaşan, hiçbir zaman hedefi gözden kaçırmayan, değiştirendönüştüren, devrime ve sosyalizme koşandır. O halkının, insanlığın geleceğe yönelik umutlarının taşıyıcısı, yerine göre savaşçı, yerine göre düşünce adamı ya da her ikisidir da her ikisidir. Nihai hedef gözden kaçtığı oranda ise devrimci heyecan ve idealler zayıflar, düzene yakınlaşır, onunla çelişkiler azalır, bir yerde düzen insanı olur. Hedefe ulaşmak önümüze koyduğumuz her adımı başarmakla olur. Elbette devrim salt günlük yaşamı örgütlemekle ulaşılacak bir hedef değildir. Ama günlük isleri örgütlemekte yeterli ciddiyeti gösterip alınan tek tek görevleri başarıyla yerine getiremeyenler devrimi de gerçekleştiremezler, tersine objektif olarak devrimci gelişimin önünü tıkarlar. Egemen sınıflar ellerinde büyük bir baskı aygıtına sahip olmalarına, ordu, polis, bürokrasi gibi milyonlardan oluşan bir gücü silah olarak karşımıza çıkarmalarına karşın güçsüzdürler. Çünkü bu aygıtın her bir unsuru sisteme kişisel çıkar noktasında bağlıdır. Kişisel çıkar dürtüsü ile insanlar ölüme gitmez ve çıkar elde etme riskli hale geldiğinde işten kaçma gündeme gelir. "Vatan-millet" haykırmalarının Kürdistan'da yatırım yapma noktasında "milyarları çöpe atamayız"a dönüşmesi bunun en yakın örnekleridir. Devrimcileri savaştıran güç ise hedeflerine içten bağlılıklarıdır. Devrimci kahramanlığın özü budur. Devrimciye defalarca yenilse bile tekrar ayağa kalkma ve zafere koşma gücü veren, başaracağına, başarmak zorunda olduğuna olan kesin Devrim uzun bir yoldur ve başarıya koşullanmak için davamıza inanç, özgüven ve devrimci mücadeleye atıldığımız ilk günkü kadar heyecan gereklidir. Başarıya koşullanma, başarmak istenen davanın büyüklüğü ile yakından bağlantılıdır, ilgilidir. Herhangi bir ideali olmayan insanın işi değildir. Ortada öyle büyük bir dava olmalıdır ki, her şeyi feda etmeye değsin. Büyük idealleri olmayanlar günlük yaşamın küçük meseleleri içinde boğulup giderler. Oysa devrimci, bütün bir toplumu değiştirme iddiasındadır. Ezilen, sömürülen ve aşağılanan bir halkı bu cendereden kurtarma düşüncesi "devrimci heyecan"ın temelidir. Eğitim, sağlık, iş ve konut sorunu çözülmüş bir toplumda, sokakta insanların mutluluk içinde rahat bir nefes aldığını bugünden görebilmek gerekir. Yarın kuracağımız yeni toplumda yaratacağımız "mutluluğun resmini çizebilecek" bir ressam olabilmeliyiz. Nasıl ki bir ressam eserini tamamladığında yaratmanın heyecanını duyar, yeni ve daha güzelini yapmaya motive olursa, biz devrimciler de, ülkemizin yarınını ilmek ilmek örerken daha büyük bir heyecan duyabilmeliyiz. işten

13 21 Kasım 1992 BAŞARIYA KOŞULLANMA MÜCADELE 13 atılmalar, işsizlik vb. nedeniyle insan onurunun satılmadığı, bütün herkesin sosyal güvenceye kavuşarak yaşlılıkta aç, açıkta ve yalnız kalma korkusunu duymadığı, çocukların doğarken ölümlerinin önlendiği ve süte, okula kavuştuğu, çocuk bahçesinden, spor alanlarından yanakları elma gibi al al olmuş çocukların, genç kızların ve erkeklerin cıvıl cıvıl neşeli seslerini bugünden duyabilmeliyiz. Devrimci belki de hiç göremeyeceği bir zaman için ve hiç görmediği insanlar için kendini feda edebilendir. Kapitalist toplum insanlara kendileri ve yakın akrabaları için çalışmayı öğretirken devrimciler-komünistler sosyalist toplumdaki "uzak akrabalarımız" için, yani bütün insanlık için-çalışmayı öğretir. Irk, dil, din, mezhep, renk, cinsiyet vb. hiçbir ayrımı kabul etmeden, bütün insanlık için kendini feda edebilme, ideallerine bağlı "dava adamı"nın işidir. Kendisini yeterince mücadeleye vermeyen, aldığı görevin başarılmasıyla örgütlülüğe sağlayacağı katkıyı görmeyen bir insanın başarıya ulaşması düşünülemez. Böyleleri genellikle yaptıkları işleri severek, gönüllü olarak yapmazlar, çoğu zaman gayri-memnundurlar ve her zaman hazır bahaneleri bulunur, özgüven duyguları yoktur. İşlere sarılmak, sıkıya gelmek, başarı karşısında duyulan heyecan onlara göre değildir. Bu durumlarda "biz" olgusu giderek muğlaklaşır, "ben kimim" sorusuna net cevap verilemez. Oysa bizim insanımız inançla, özgüvenle ve başarıda duyulan heyecanla sürdürür mücadelesini. Sorumluluk duygusu, yapılmayan, aksatılan her görevin bir başka işin yerine getirilmesini engelleyeceği gerçeği onu görev konusunda hassaslaştırır. Görev adamı olmadan örgüt adamı olunmaz, istikrarlı bir başarı çizgisi tutturulamaz. Görev adamı, aldığı görevi büyük bir ciddiyet ve titizlikle, sabır-emek ve kararlılıkla yerine getirendir. Görev adamı eylem adamıdır aynı zamanda. Bir eylemliliği en ince ayrıntısına kadar planlamak, azmetmek ve yerine getirilmesi için tüm zorlukları aşmak başarı için zorunludur. "Delice" bir cesaret, sorunların üzerine gitme, adım atma ve kazanmanın ön koşuludur. Bir görev aldığımızda onu bitirmeden gözümüze uyku girmez. Aldığımız işin sorumluluğunu duyar, sabır, emek ve yaratıcılıkla bir an önce yerine getirmeye çalışırız. Eğer gerçekten kendimizi işe tam vermişsek heyecanını duyar, hastaysak hastalığımızı, zorluklan varsa onları unutur, düzenli, disiplinli bir çalışmayla, taviz vermeden, yerine göre pratik davranarak aldığımız görevi mutlaka başarıyla tamamlarız. Bütün bunları başarıya koşullanma diye de ifade edebiliriz. Bir eylemin planlanıp yerine getirilmesinden, bilgi toplamaya, zamana karşı yarışarak haber ulaştırmaya, ilişki kurup, kurumlaşma sağlamaktan, bir çalışmanın hazırlanmasına kadar görev adamı bütün bunların üstesinden gelecek cesaret, sabır-emek ve kararlılığa sahiptir. Ve bunların her biri örgütlenme ve mücadele için bir adım, bir kazanımdır. Yerine göre bir halk düşmanının cezalandırılması, adaletin sağlanması, kitlelere güven verilmesi, ya da bir operasyonun engellenmesi, bir yaşam kurtarılması, halktan yana savaşanların güvenliğinin sağlanması veya ajitasyon-propagandayı daha etkili, daha canlı hale getirmeye kadar başarılarımız örgütsel yapıyı ve savaşı doğrudan ve dolaylı olarak etkileyecek, önemli gelişmeler sonucu dahi belirleyebilecektir. Başarı ve verimli bir çalışma için devrimci bir dinamizmin yanı sıra ciddiyet ve programlı bir çalışma da gerekir. Aksi takdirde hantallık, gevşeklik, hatalar, eksiklikler ve zaman kaybı bir kene gibi bizim verimimizi alıp götürür. Ciddiyet, disiplin ve programlılık olmadan eksikliklerden, son anda çıkan tersliklerden bir türlü yakamızı kurtaramayız. Sistemli bilgi toplayıp bunu değerlendirmeyen, zamanı bonkör kullanan, altyapı çalışması yapmayan bir kafa yapısı iş başa düştüğünde sayısız dezavantaj ve "bilinemezlik"le karşı karşıyadır. Ya bir eylemlilik yerine getirilemez, ya bir çalışma zamanında bitirilemez, ya da gereken kurumlaşma henüz yaratılmamıştır. Bu sefer telaş ve panik başlar. Aynı şekilde kural ve prensiplere uyma, gizlilik esasına göre hareket etme ihlal edilir, geriye düş- manın sızacağı onlarca açık kapı kalır. Bunların her biri devrimci örgütlenme ve mücadeleye sekte vurur, iş ve görev ciddiyeti, programlı, disiplinli çalışma olmadan kalıcı başarılar elde edemeyiz. ilkeli olmak, titiz olmak bir görevi, bir ilişkiyi ve sonuçta başarıyı da sahiplenmenin gereğidir. Ve "kılı kırk yarmak" anlamına gelmemelidir. Aksi takdirde gerekçeler, bahaneler bitmez, ilkeli ve titiz olmak ciddiyetle ilgilidir, başarmak içindir. Bir işe, bir göreve kendimizi vermez, programlı çalışmazsak, kısaca aklımızda yerine getirilmesi gereken görevler yerine başka şeyler varsa, üretkenlik konusunda kendimize güvenmiyorsak ve programlı çalışmayıp sürekli zaman kaybediyorsak başarı için zorunlu ön koşullardan biri olan yaratıcılık da sağlanamaz. Yaratıcılık ve pratiklik tanrı vergisi olmadığına göre, düşünce yoğunluğu ve konsantrasyonuyla ilgilidir. Bir görev üzerinde yoğunlaşmayı sağlayan insan pek çok yol-yöntem bulur, örgütlülüğe yeni öneriler sunar, sorunlara çözüm yolu bulur. Hatta teknik bakımdan yeni buluşlara, ilişkilerde yeni adımlara götürür örgütlülüğümüzü. Bir işi başarmak için yaratıcı ve yerine göre pratik olmalıyız. Yaratıcı insan en zor koşullarda bile, soğukkanlılığı elden bırakmadıkça görevini tamamlar. Pratik olmak, "tekrarcılık" ve dar pratikçilik değildir elbette. Sorun başarıya koşullanmak, alınan görevi en kısa zamanda, en iyi şekilde yerine getirmektir. Öyle ki, bu iş için ikinci bir zaman kaybı, ikinci bir güç ve enerjiye gerek kalmasın. Devrimci hareketin faşizmin zindanlarında yürüttüğü firar çalışmaları inanç, kararlılık ve sabırlı olmanın yanı sıra, yaratıcılığın da bir ürünüdür. Yine pek çok eylemlilikte insanlarımızın yaratıcı yanları ön plana çıkar. Zorlukları aşmak çoğu zaman düşmanın dahi düşünmediği ya da düşünmeye fırsat bulamadığı yol ve yöntemleri kullanmayı gerektirir. Yaratıcı olmayan, kendini zorlamayan insanlar, her şeyi yukarıdan beklemeye başlarlar. Hazır bekleme aynı zamanda memur anlayışıyla da karakterize edilebilir. Ne yapıp edip gerektiğinde "yok"tan var ederek atılan adımlar ise görevlerimizi yerine getirmeyi mümkün kıldığı gibi, bizleri geliştirir. Yeni yol ve yöntemler bulmamıza, deney-tecrübe birikimi edinmemize olanak sağlar. Başarmak ve bu konuda kararlı olmak politik olmayı da gerekli kılar. Yerine göre tavizsizlik, yerine göre kurallı bir esneklik hem sonucu elde etmek için, hem de aniden önümüze çıkan yeni engelleri aşmak için gereklidir. Ve bir görev adamının esnekliği hiçbir zaman liberalizm olarak algılanamaz. Biz başarıyı genel ilkelerimizden, mücadelemizin bütününden ayrı düşünmüyoruz, düşünemeyiz. Genel çıkarlarımıza zarar verecek bir esneklikle elde edilen bir "başarı" gerçek bir kazanım değildir. Bu nedenle görevlerimizi yerine getirirken genel çıkarlarımıza, ilkelerimize bağlı kalmaya özen göstermeliyiz. Hiç kimsenin "ben iş yapıyorum" diye devrimci mücadeleye ve örgütsel yapıya zarar vermeye hakkı yoktur. Bu, aynı zamanda objektif olarak hareketi kandırmaya çalışmak anlamına gelir ki, ahlaki bir yanı davardır. Devrimci savaş ve elde edilmesi gereken başarılar tüm bunların yanında moral olarak güçlü, dirençli, sinirleri sağlam insanlar olmamızı gerektiriyor. Kayıplar veriyoruz, çok sevdiğimiz yoldaşlarımız şehit düşüyor ya da aylarca, yıllarca verdiğimiz emekler bir anda düşmanın yağmasına uğruyor. Elbette kurallı yaşamak, örgütsel önlemler almak bunları engellemeye yöneliktir. Ancak diğer taraftan mücadele ettikçe, savaştıkça kayıplar kaçınılmazdır da. Bu nedenle moral olarak faşizmin her türlü saldırısına, muhtemel kayıplara, darbelere, acılara katlanmaya hazır olmalıyız. Bu, diğer yanıyla bizi çelikleştirecektir de. Aslolan baskı, sömürü ve haksızlıklarla uzlaşmamak ve yolun sonunda elde edeceklerimiz, bugünden bilincimizde yaşatabilmektir. Yoksa korku, endişe, hatalı kararlar tepkisellikler mücadelemize zarar ve- Soğukkanlılığımızı, direncimizi yitirmek düşmanı cesaretlendireceği gibi, telaş ve paniğe yol açar, kayıplarımızı artırır. Savaşı sinirleri güçlü olan taraf kazanacaktır. Tarihsel ve siyasal haklılık, doğru bir siyasal çizgi ve taktiklerin yanısıra psikolojik savaşta güçlü olmamızı gerektirmektedir. Başarmak için dirençli olmak şarttır. Yoksa bir-iki engele, olay anında çıkan tersliklere teslim oluruz. Üç günde bitmesi gereken bir iş üç ayda biter, hiçbir işte dikiş tutturulamaz. Öylesine başarıya koşullanmalıyız ki, has- Bir işi başarmak için yaratıcı ve yerine göre pratik olmalıyız. Yaratıcı insan en zor koşullarda bile, soğukkanlılığı elden bırakmadıkça görevini tamamlar. Pratik olmak, "tekrarcılık" ve dar pratikçilik değildir elbette. Sorun başarıya koşullanmak, alınan görevi en kısa zamanda, en iyi şekilde yerine getirmektir. Öyle ki, bu iş için ikinci bir zaman kaybı, ikinci bir güç ve enerjiye gerek kalmasın. taysak hastalığımızı unutmalıyız. Bu durumlarda hastalık moral güçlülükle ya atlatılır, ya da tüm görevler yerine getirildikten sonra çıkar. Ya da başarısız sonuçlarda olduğu gibi her bir olumsuzluk bir diğerine yol açar. Başarısızlığın sonucu savaşta ve örgütsel planda gereken adımların atılamaması, sürecin adım adım elimizden gitmesine seyirci olmaktır. Başarısızlıkları kanıksamak, hoşgörmek sorumluluk duygusunun körelmesi ve duyarsızlığı geliştirir. Sürekli olduğunda moral bozukluğu kaçınılmazdır. Bu ise çevremize, yeni ve bilinçsiz unsurlara, genelde devrimci saflara zarar verir. Karamsarlığı körükler. Zamanla cesaret, inanç ve heyecan yitimi gündeme gelir. En sıradan görevler, pekala yerine getirilmesi gereken işler gözde büyütülmeye, "imkansız" gibi görülmeye başlanır. Günlük örgütsel yaşamdan, tek tek başarılardan kopmak zamanla bizleri genel hedeflerimizden de uzaklaştırır, ideallerimiz "soyutlaşır" ve devrime duyulan heyecan zayıflar. Bu yozlaşmadır aynı zamanda. Yine başarısızlıklar çoğalmaya başladıkça, buna dur denilmeyip sorun aşılamazsa objektif bir değerlendirme ve örgütsel önlemler yerine önyargılar, tepkisellikler gelişir, "suçlu" aranmaya başlanır ve bulunur da. Tüm bunların aşılması ise düşüncelerimize ve kendimize olan güvenimizle, sorumluluk duygusuyla, cesaret, kararlılık, sabır ve emekle olur. Başarıya koşullanma yeni adımlar, atılımlar için olmazsa olmaz bir koşuldur. Devrimci hareket daha cuntanın ilk günlerinde faşizmin zindanlarında düşmana verdiği "BAŞARAMAYACAKSINIZ" mesajıyla mücadeleyi başarıya ulaştıracağını ilan etmiştir. Direnişler, Ölüm Orucu bu inancın simgesidir. Nitekim firarlar, '90 atılımımız ve bugün yeni bir atılımın arifesinde olmak halklarımıza olan görevlerimizi layıkıyla yerine getirmek için başarıya koşullanmamızın, tüm çabamızı, tüm enerjimizi devrimci savaşa hasretmemizin ürünüdür. Unutulmamalıdır ki, başarılar kolay elde edilmiyor ve bir şeyler başarmak da yetmiyor. Başarıları süreklileştirmek başarıların kazanımlarını korumak da gerekiyor. Hiçbir şey mücadeleyle kazanılan bir mevziin, başarıyla tamamlanan bir görevin, başarma azminin verdiği haz kadar güzel olamaz.

14 MÜCADELE 14 EKONOMİ 21 Kasım 1992 Dolar, Demirel'in yıl sonu için söylediği 8 bin tavanını deldi Dolar TL'yi arkadan değil, alnının çatından vurdu Dolar, dış değerindeki artışın etkisiyle, iktidarın kendisine biçtiği değeri "takmadığını" gösterdi. Demirel'in "yıl sonunda 8 bin olur" dediği dolar, geçtiğimiz günlerde bu değeri yakaladı ve serbest piyasada bugünlerde TL'den satılmaya başlandı yılı için ortalama dolar kurunun lira olarak alınmasına ve Demirel'in yıl sonunda doların 8 bin lirada kalacağını söylemesine, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller'in sık sık "Döviz yatırım yapanın elini yakacak" demesine karşılık, ABD para birimi başını almış gidiyor. DYP-SHP iktidarının başa geçmesinden bu yana geçen yaklaşık 11 aylık sürede, dolardaki artış % 60.3'e ulaştı. Hem de bu dönem içinde doların dış değerinde % 3.175'e varan bir kayıp söz konusuyken. Dolar, TC'nin resmi parası gibi oldu Artık kimse Çiller'in "yatırım yapanın elleri yanar" sözüne aldırmıyor. Özellikle büyük şehirlerin en ücra köşelerindeki evlerin kiraları bile dövizle belirlenir, harçlıklarını dövize yatıran öğrenciler ekonomi dergilerinin değişmez konusu haline gelirken, dövize yatırım yapanlar da ihya oluyor. Koalisyon hükümetinin işbaşına geldiği 20 Kasım 1991 "de serbest piyasada liradan işlem gören dolar, son yaptığı atakla, yaklaşık on bir aylık bir sürede bir yıllık enflasyon oranını geride bıraktı. 12 Eylül generalleri, kandan, kirden, pastan yakalarını kurtaramıyor. Uçak ambarlarını tavuk çiftliği yapanlar, alacakları avanta için "ihale" kovalayanlar, ülkenin bütün zenginliklerini ceplerine sığdırmaya çalışıp ipliklerini pazardan eksik etmiyorlar. Bu generallerin bugünlerde yeni bir marifetleri daha keşfedildi. Açtıkları "sırdaş hesapların" foyası meydana çıktı. Geçtiğimiz günlerde gazetelerde çıkan bir habere göre, ordudaki gizli dolar hesabı yolsuzluğunun başındaki ismin Kenan Evren olduğu açıklandı yıllarında Evren'in başkanlığındaki MGK döneminde başlatılan bu uygulamanın on yıldır devam ettiği saptandı. Sayıştay denetçilerinin belirlemelerine göre, generaller, yurtdışındaki askeri ataşelere askeri malzeme almak için gönderilen dövizleri özel hesaplarında tutarak bu paranın 51 milyon dolar tutan faizlerini cebe indirdiler. Yapılan her işin bir bedeli vardır. "Anarşi ve terörü önlemenin", "milli birlik ve beraberliği sağlamanın" fiyatı da bu demek ki ülkemizde. Devletin kafasındaki para kesesinde yer demir, gök bakır olunca, iktidara yalana başvurmaktan başka bir yol kalmıyor. Böyle olunea da, birinin söylediği diğerini tutmuyor. Herkes bir şeyler söylüyor, ama söylenen yalanlar, devletin çaresiz olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çiller daha bakanlık koltuğuna oturur oturmaz, ayağının tozuyla "Faizle döviz düşecek, enflasyon önlenecek" demişti. Aradan epeyce zaman geçti, ama ne söylediklerini yaptılar, ne de söylediklerinin biri gerçekleşti. Onlar "ne vaat ettilerse yapmadılar, ne yaptılarsa başarılı olamadılar". Doğrusu Çiller, döviz kurlarının yükselmesini önlemek için her şeyi yaptı... Bir dua etmediği kaldı. Ancak ne yapmak istediği de pek anlaşılamadı. Önce, Merkez Bankası'nın serbest döviz piyasasına müdahalelerini eleştirdi, sonra da dövizi kontrol altına alabilmek için Merkez Bankası'nın piyasaya müdahale ederek, altı ayda 1.7 milyar dolar satmasını sağladı. Sonuçta yaptığı her iş, attığı her adım "ipe dolar sermenin" ötesine geçemedi. Nitekim bugün iktidarın "Dövizimiz bol, korkulacak bir şey yok" demesine kimse kulak aşmazken, yılbaşında bir doların lira olacağı hesapları yapılıyor. O da TL'nin dolar karşısında şansı yaver giderse... Bugün iktidarın tüm demagojilerine rağmen, TL döviz karşısında esamesi okunmayan vasıfsız bir eleman niteliğinden öteye geçemiyor. İktidar, döviz politikası konusundaki bütün böbürlenmesine rağmen, dolar lafı ederken gece karanlığında mezarlıktan geçmeye çalışanlar gibi ıslık çalıyor. Böyle bir ortamda bugün dövize yatırım yapmayın diyenler, yarın öbür gün dolar ülkemizin resmi parası oldu derlerse şaşmamak gerek. Dış denge ve döviz kuru Bugünkü dünyada ithalat, ihracat yada başka amaçlarla yabancı ülkelere ödemeler yapabilmek için, bu ülkelerin paralarına sahip olmak gereklidir, işte bu yabancı paralara da döviz ya da kambiyo denir. Bu çeşitli dövizler arasında kağıt para esasında olmalarından ötürü, hepsinin arasında temelde benzerlik oimakla birlikte, uygulamada farklılıklar vardır. Bu farklılıklar ise, esas olarak çeşitli ülkelerin ekonomik güçlerinin farklı olmasından kaynaklanır. Ekonomik olarak daha güçlü olan ülkelerin para birimlerinin bütün dünyada genel kabul görmesi, hatta yatırım aracı olarak kullanılması da bundan kaynaklanıyor. Bir ülkenin bir yıl içinde diğer ülkelerle karşılıklı olarak gerçekleştirmiş olduğu alışverişlerin toplamı demek olan dış ödemeler dengesi, işte bu döviz kuru politikasıyla doğrudan orantılıdır. Dış ödemeler dengesi açık verdiğinde, döviz kuru politikası da bundan hemen etkilenir. Bu iki kavramın arasındaki ilişkiyi "biri hapşırsa diğeri nezle olur" biçiminde açıklayabiliriz. Açıktır ki, ödemeler bilançosunun açık vermesi kadar fazla vermesi de bir denge bozukluğudur. Zaten bazı ülkelerin açık vermesi de, diğer ülkelerin fazla vermesinden ileri gelir. Bu denge bozukluğundan esas olarak emperyalistkapitalist sistem sorumludur. Bu durum ise, emperyalist ülkelerle yeni-sömürge ülkeler arasında sömüren ve sömürülen ilişkisinden başka bir şey değildir. O yüzden de, günümüzde bu ilişkide açık veren hep yeni-sömürge ülkeler olur. Çünkü emperyalist ülkeler bu açıkları yenisömürge ülkelere aktarma olanaklarına sahiptir. Devalüasyon ise, bu açığın sonucu ortaya çıkan bir kavramdır. Bir başka deyişle devalüasyon, bir ülke parasının değerinin yabancı paralar cinsinden düşürülmesi demektir. Böylece yabancı paraların ulusal para cinsinde ifade edilmiş olan değerleri de yükseltilmiş olur. Devalüasyon ödemeler dengesindeki açığın kapanmasını, bir yandan ihracatı ve diğer döviz kazançlarını teşvik ederek, diğer yandan da ithalat ve diğer döviz kayıplarını kısarak sağlar. Böylece de iç fiyatlar yabancılar için ucuzlamış olur. Bu ucuzluk ise, emperyalizmin işine yarar. Ye-ni-sömürge ülkelerin her geçen gün biraz daha fazla eriyen parası, emperyalizm için bulunmaz nimettir. De-valüsyon olduğunda, yani ülkedeki paranın değeri yabancı paralar karşısında düştüğünde, olan emekçi halka olur. Çünkü emekçi halkın satın alacağı her şeyin fiyatı da pahalılaşır. Devalüsyonun neden olduğu bir diğer sonuç da, iç fiyatların dünya fiyatlarından daha hızlı artmasıdır. Başka bir deyişle, devalüasyonun nedeni, çok defa enflasyondur. Hal böyle olunca, devalüasyon da enflasyonun bu tavrına tolerans göstermez, o da enflasyonu kışkırtır, şiddetlendirir. Bizde yıllardır devalüasyonun ihracatı ve döviz kazançlarını artıran, bütçe açıklarını kapatan bir unsur olduğu masalı anlatılır. Ancak hiçbir zaman bu söylenen gerçekleşmez.

15 21 Kasım 1992 İŞÇİLER MÜCADELE 15 Madenci, sendika ağalarının kapısına dayandı Devletin barikatlarını aşan 40 bin maden işçisini eşleri ve çocuklarıyla Ankara yolundan geri çevirip sonra yüzüstü bırakan kaypak sendikacılardan, Kozlu'daki 263 madencinin ölüm çığlığına kulaklarını tıkayıp, altlarında Mercedes'le sendika paralarını futbol kulüplerinde yiyen Şemsi Denizer ve yardımcı ağalarından Zonguldak işçisi hesap soruyor. Türk-İş ve ona bağlı sarı sendikalar göstermelik kongrelerini artık rahat yapamıyorlar. İşçiyi kongre salonuna sokmamaları da çözüm değil. İşçinin öfkesi onları her köşede sıkıştırıyor. Siyasi iktidarların ve sarı sendikacıların verdikleri sözler işçilerin belleklerinden silinmiyor. Özellikle direnişlerin deneyimini yaşayan işçiler sahte işçi liderlerinin hiçbir sözünü inandırıcı bulmuyor, hesap sormak için sendika ve kongre kapılarına kendileri gidiyor. İşte 1990 yılındaki grev ve yürüyüş sırasında "Bekle Ankara Geliyoruz" diye Türkiye'yi ayağa kaldıran on binlerce maden işçisi bugün bunların hesabıyla birlikte sendika kapılarına dayanıyor. Yolsuzlukların hesabını vermeyenler maaşlarını artırıyor 1991 Ankara yürüyüşündeki eylem kırıcılığının, işçilere gelen yardımların, yolsuzlukların hesabını şimdiye kadar veremeyen Genel Maden-iş yöneticileri GMİS'in 4. Olağan Genel Kuruluna işçinin alın terinden maaşlarını artırma hesabıyla girdiler. Üyelik aidatının % 1,5'tan % 3'e çıkarılması hazırlığına girişilmesi, zaten kızgın olan işçilerin öfkesini harekete geçirdi. Geniş bir imza kampanyası açan madenciler Kozlu, Üzümlü, Karadon, TTK ocaklarında toplanan binlerce imza ile 11 Kasım'da GMİS'in Üzümlü Şubesi'nin kapısına dayandılar. Dün "siz söyleyin biz yapalım" diyenler bugün işçiden kaçıyorlar İşçinin gazabından korkan Üzümlü Şube Başkanı Yılmaz Tezer'in "kanunsuz toplanmayın, dağılın, aranıza yabancılar giriyor" sözleri tepkiyi şiddetlendirmekten başka bir işe yaramadı. Hesap verilene dek oradan ayrılmayacaklarını belirten 200 işçi, GMİS'e yönelen Y.Tezer'in peşini orada da bırakmadı. "Başkan Ortaya Çıksın", "Hesap Sormaya Geldik" diye bağıran işçileri hiçbir sendika ağası sakinleştıremezdi. O gün işçilerin hareketlendiğini duyan birçok sendikacı kaçmıştı. Ama "Yarın yine geleceğiz." diyen işçiler sendika binalarını hiç boş bırakmadılar. İşçiden kaçırılan kongrelerden biri de GMİS Kongresi işçinin sendikacılarla yüz yüze gelmesinden rahatsız olanlar, ertesi gün sendika çevresine polis ağı ördüler. Dün Çankaya'yı korumak için Ankara yoluna örülen polis barikatı bugün işçilerin karşısına sarı sendikacıları ko- rumak için kuruluyordu. Ne var ki işçiler 12 Kasım'da da sendika merkez ve şubelerine akın etmeyi sürdürdüler. "Burası bizim! istediğimiz zaman geliriz" diyorlardı. Gece gündüz yerin yedi kat altında işçiler ölümle pençeleşirken, gazinolarda sabahlayan sendika ağaları ise işçinin karşısına çıkacak ne yüze ne de onura sahiplerdi. GMİS yöneticileri her şeyi işçiden ve kamuoyundan gizlediler. Kozlu'daki faciada ölen madenciler için gelen yardımları bile.. Sendikaya" Maden işçileri, dün direnişi Ankara yollarından geri çeviren sahte işçi liderlerinden hesap soruyor. Dün Çankaya'yı korumak için Ankara yoluna barikat ören polis, bugün işçilerin karşısına sendika ağalarını korumak için barikat örüyor. Direnişi kırıp, işçileri yüzüstü bırakan, işçilerden kongre kaçırıp, onların sırtından maaşlarını 37 milyona çıkarmak isteyenlerden "Hesap Sormaya Geldik" diyen maden işçilerini hiçbir sendika ağası yatıştıramayacaktır. ait bir otel, bir matbaa satılıyor. İşçiye konut için kurulan madenci kooparetifinde hangi dolapların döndüğünü kimse sesleniyorlardı. İsmail Gürsu adlı işçi bu barikatın arkasındaki sendikacılara bilmiyordu. "Gelen yardımların hesabını versinler. GMİS Kongresi 13 Kasım'da işte Barikatlar kaldırılsın, direniş sırasında bu hava içinde başladı. Kongrenin yapıldığı salonu, içeri girmek isteyen işçi- olarak değerlendiren sendika ağaları karşılaştığımız barikatı anti-demokratik lerden yoğun bir polis kordonu ayırıyordu. İşçiler yine kongre yapılan saloyor." diyordu. Hasan adlı başka bir işçi şimdi kendi işçisine karşı barikat kurunun çevresindeydiler. "Burası adliye salonu mu? Barikat kaldırılsın, çaldıkları parayı oylayacaklar. Kongrenin ikinci gününün ilk gündem maddesi mali raporun görüşülmesiydi. Şimdiye kadar gerçekleri gizleyen mücadeleye devam edeceğiz" diyerek Hesap soracağız, tabanın sesi olarak sendikacılar, rapor görüşülürken basını tepkisini açıklıyordu. içeri sokmadılar. Rapor, giderlerin Dışarda bunlar olurken, içerde gösterildiği, hariçten gelirlerin Şemsi Denizer sendika aidatlarını % gösterilmediği bir rapordu. Basın içeri 1.5'tan % 2'ye çıkardı. Aidat artışını sokulmadığı gibi işçinin içeri sızması protesto ederek dışarı çıkan bir delege olasılığına karşı yoğun önlemler alındı. şunu söylüyordu: "Divan Başkam ıs Mücadele ve Mücadeleci işçi gazetesi dakikada 237 oy saydı. Odacılara bile muhabirleri ise saat 11.00'den sonra el kaldırttılar. Savcılığa suç duyurusunda bulunacağız." basın içeri alındığı halde kongre salonuna sokulmadılar. Ve gözaltına alındılar. Onların arkasından içeri girmek oylamada yeniden saltanatını korudu, Şemsi Denizer üçüncü gün yapılan isteyen başka bir muhabirimiz ise tartaklanıp içeri girmesine engel olundu. altında zor anlar yaşadı. Sarı sendika- ama hesap soran işçilerin kuşatması işçiler, kongrenin 2. gününde "Hesap Soracağız, İşçiyiz Haklıyız Kaza- sözleşme mücadelesinin öyle istedikcılar maden işçisinden bu yılki toplu nacağız" sloganları ile yine oradaydılar. Polis barikatının önündeki leri gibi sonuçlandıramayacaklarının işçiler, ve peşlerinin bırakılmayacağı mesajını aldılar. BEM-SEN ve SAĞLIK-SEN'li memurlar: "Bundan sonra da bedel ödemeye hazırız Ankara (Mücadele)-Kamu emekçilerinin talepleri île ilgili başlattıkları imza kampanyasının sonuçlarını BEM-SEN Ankara Şubesi ve SAĞLIK-SEN'li memurlar Çalışma Bakanlığı'- na sundular. 13 Kasım'da Çalışma Bakanlığı'na giden memurlar müsteşar aracılığıyla istemlerini bildirdiler. Kamu emekçileri müsteşarla görüşme sırasında Çalışma Bakanı'nın ILO'nun 87 ve 151 nolu sözleşmeleri yürürlüğe konulsa bile grev hakkının iç hukuk düzenlemesine bağlı olduğuna ilişkin görüşlerine tepki gösterdiler. Sendika yasa tasarısının hazırlanmasında asıl muhatabın kamu emekçileri olduğunu, tasarının hazırlan masında memurların da bulunması gerektiğini belirterek, haklarını kazanma konusunda kararlılıklarını "Bundan sonra da bedel ödememiz gerekiyorsa, öderiz" diye ifade ettiler. Hakkını isteyene sürgün Adana (Mücadele)- İki ay kadar önce Adana garında gündeme gelen sürgünler direniş karşısında geri çekildikten sonra işveren tarafından yeniden gündeme getirilmeye çalışılıyor. Kamu emekçilerinin sürgünlerin geri alınması ve çalışma koşullarının düzeltilmesi istemi ile başlattıkları açlık grevi ve vizite eylemleri karşısında işveren geri adım atarak anlaşma masasına oturmuştu. Yapılan anlaşmada sürgünler geri alınırken çalışma koşullarında bir değişiklik olmayınca Tüm Ray-Sen Adana Şubesi yönetim kurulu ve bazı üyeler bir dilekçeyle günde 8 saatten fazla çalışmayacaklarını ve haftalık tatillerini kullanacaklarını bildirdiler. Kamu emekçilerinin haklı taleplerini gasp etmek isteyen işveren, dilekçe üzerine yeniden sürgünleri gündeme getirdi. Sendika yönetici ve üyelerini hedef alan işveren, yönetim kurulu üyesi Mehmet Tuncel'i Konya'ya, İstasyon Baştemsilcisi İrfan Karabıyık'ı Erzurum'a, Hareket Memuru İhsan Avcı'yı ise Nusaybin'e sürgün etti. Sürgünleri durdurmak için tüm haklarını kullanacaklarını vurgulayan Mehmet Tuncel "Hakkımızı aradığımız için sürgün ediliyoruz. Ama bu tür uygulamalar karşısında yılmayacağız. Nereye gidersek gidelim mücadelemize devam edeceğiz." dedi. Kamu emekçilerinin mücadelesi sürgünlere rağmen devam ediyor. Bir milyona yakın kamu emekçisini yıllardan beri kapıkulu olarak görmek isteyen devlet, şimdi talepleriyle baş edemeyince onları sürecek kapı arıyor. Belediyeler emekçilerin sağlığıyla oynuyor Adana (Mücadele)- Halka götürdükleri hizmet yerine, yaptıkları yolsuzluklarla her gün adını duyuran belediyeler şimdi de emekçilerin sağlığıyla oynuyor. Adana Büyükşehir Belediyesi'nin ve Yüreğir Belediyesi'nin Çukurova Üniversitesi Hastanesi'ne olan borçlarını ödememesi nedeniyle viziteye çıkan işçiler hastane kapısından geri çevriliyor. Balcalı Hastanesi'ne giden işçiler "İçeride para olmadığı için sizi muayene edemeyiz. İsterseniz normal vatandaş gibi paranızla gelin muayene edelim." denilerek tedavi edilmiyor. Belediyeler hastaneye borcunu ödemezken, hastane de su paralarını ödemiyor. Hastane ve belediyelerin bu danışıklı dövüşü sırasında her iki taraf da emekçilerin sağlığı üzerine oyun oynama yolunu seçtiler. Önce insan deyip insan sağlığıyla oynayan belediyelerin, yeşil kart aldatmacasıyla emekçileri hastane kapılarından çeviren iktidarın suçlarına cevap vermek emekçilerin hakkıdır. Bu noktada "gerekirse topyekün üretimden gelen gücümüzü kullanacağız" diyen kamu sendikaları da üzerlerine düşeni yapmalıdırlar.

16 MÜCADELE 16 İŞÇİLER 21 Kasım 1992 " Verin biz yönetelim " Bugün, zarar ediyor gerekçesiyle işçilerin iş güvenliğine, kazanılmış haklarına göz diken düzenin yöneticilerine cevabımız şudur: Madem yönetemiyorsunuz, verin işçiler yönetsin... Siyasi iktidarın ekonomi üzerinde borç kamburu olarak gösterip sermayeye haraç-mezat peşkeş çekmeye çalıştığı KiT'lerin satış planları hazırlanadursun, liman işçileri limanların özelleştirilmesi yönündeki hükümet girişimim şimdilik geri püskürttüler. KiT'leri bakanların, milletvekillerinin arpalığı haline getiren iktidarların "KiT'ler zarar ediyor" şeklindeki gerekçesine artık kimse inanmıyor. Gerçekte nerede zarar eden bir KİT varsa orada yöneticilerinin yolsuzluk ve rüşvetle boğazlarına kadar gömüldüğü görülüyor. Kârlı KiT'leri satıp, zarar eden özel sermaye şirketlerim kurtarmanın, tekelci patronları kolay yoldan palazlandırmada bizim gibi ülkelere mahsus bir yöntem olduğunu artık sağır sultan bile biliyor. Özelleştirme adı altında işçilere karşı işsizleştirme ve sendikasızlaştırma anlamına gelen bu operasyon özellikle uluslararası sermaye tarafından da teşvik ediliyor. TDİ ve TCDD'ye bağlı limanların özelliştirilmesini gündeme alan hükümet, geçtiğimiz ay Mersin Limanı'nda bunun ilk adımlarım atmaya başladı. Ne var ki, Liman-İş Sendikası'na üye işçiler özel römorklara mal yüklememe kararı alınca bu özelleştirilme girişiminden şimdilik vazgeçildi. Liman işçilerinin direnişi, hakları saldırıya uğrayan işçilerin kararlılıkla karşı koyuşlarına bir örnekti, ama asıl örnek Alpagut'tan 24 yıl sonra işçilerin zarar ediyor gerekçesiyle işlerini ellerinden alan patronlarına verdikleri cevaptı. Liman işçileri "Madem yönetemiyorsunuz, limanları işçilere devredin" dediler. Bu aslında 300 milyar kâr ettiği halde limanları zarar ediyor gösteren iktidarın yalanlarına bir karşıhk olduğu kadar, emekçilerin kendi emek ürünleri ve üretim araçlarını patronlardan daha iyi yönetebileceklerini ortaya koyan bir meydan okumaydı. Bugün işçiler olarak, zarar ediyor diyerek iş güvenliğine ve kazanılmış haklara göz diken düzenin yöneticilerine vermemiz gereken cevap budur. Halkın zenginliklerinin, emeğin, üretim araçlarının üzerinden ellerinizi çekin. Nasıl yönetileceğini gösterelim. Emeğin kolektif yönetimi işletemediklerinizi kısa sürede işler hale getirecektir. Ancak sadece bir işyeri değil ülkemizin zenginliklerinin tümüne, limanlar, madenler, bankalar, sigorta şirketleri, ithalat ve ihracat ilişkileri Ue tüm ekonomiye hakim olan tekeller halkın sırtında sömürü ve haksızlık üreten dev bir mekanizmadır. Emeğin yönetimi için burjuvaziden onları da istiyoruz!... Emeğimizin hakkı üretim araçlarına ve yönetimine sahip olmaktır. "Sosyal demokrat" belediyeler işçiye para ödemiyor Her türlü yasak, baskı ve bürokratik sürüncemeye rağmen grev yapıp toplu sözleşme haklarını elde eden işçiler, bundan sonraki süreçte daha zorlu bir mücadele ile yüz yüze geliyorlar yılına ait toplu sözleşme farklarının hiçbirini alamayan belediye şoförleri ve diğer hizmetlerde görevli işçiler sessizliklerini bozmaya başladılar. İETT Şoförleri Sendikanın Uzlaşmacı Tutumuna Rağmen Eylem Yaptılar 13 Kasım'da İkitelli Garajı'nda basına bir açıklama yapan Devrimci Mücadelede İETT işçileri, "Haklarımıza el konulmuştur, işverenin 'paramız yok' sözlerine arka çıkan sendika yönetimi bizleri oyalamaya çalışıyor. Bu oyalama taktiklerine dur diyelim. Holdinglere trilyonlarca para dağıtanlar bize gelince paramız yok demesinler" diyerek, 17 Kasım'da iş bırakacaklarını açıkladılar. Belediye işçilerinin bu eylem kararı 16 Kasım gecesi Beledi-ye-iş Taşıtlar Şubesi yönetiminin işverenle yaptığı anlaşmayla engellenmeye çalışıldı. Normal zamanlarda yerinde bulunmayan sendikacılar, eylemi engellemek için 16 Kasım gecesi saat 24'e kadar çalıştılar. Sendikanın eylem yapmama kararına rağmen şoförlerin çoğunluğu sabah saatinde iş bıraktılar. İşçiler Haklarını Almak İçin Eylemlerini Yoğunlaştırıyorlar Belediyenin yol bakım, temizlik, araç Müdürlüğü'nde çalışan işçiler 18 Kasım'da bir araya geldiler işçi ile bakım ve diğer birimlerinde çalışan işçikortej oluşturan belediye işçileri 3 km. "Üretim ilişkileri ve üretim araçları üzerinde de söz sahibi olmak istiyoruz" İşçilerin yönetime talip olması ile ilgili olarak görüştüğümüz Liman-İş Genel Başkanı Hasan Biber, limanlan özelleştirmek isteyen iktidara karşı işçilerin görüşlerini şu şekilde açıklıyor: Madem ki hükümet limanların zarar ettiğini iddia ediyor ve bu yükten kurtulmak için özelleştirmeyi zorunlu görüyor; biz de onları bu yükten kurtaralım diyoruz. Eğer hükümet söyledikleri ve yaptıkları girişimlerde ciddi ise, bu talebimizi kabul etmek zorundadır. Eğer kabul etmezse, hükümetin özelleştirme konusunda bugüne kadar söylediklerinin yalan olduğu ve gerçek amacının limanları yerli ve yabancı tekellere sunmak olduğu, tartışma bırakmayacak şekilde kanıtlanmış olacaktır. Limanların çalışanlar tarafından yönetilmesi ve işletilmesinin verimlilik ve toplumsal barışa katkıları olacaktır. Çünkü Umanlarda çalışanlar, aynı zamanda yönetim-işletme sorumluluğunu da üstleneceklerdir. Ve liman işçileri yıllardır oralarda çalışanlar olarak bu kapasiteye sahiptirler. Yani işçiler olarak biz, üretimde olduğu kadar, üretim ilişkileri ve üretim araçları üzerinde de söz sahibi olmak istiyoruz. Bu talebimiz üzerinde ciddiyetle durulmasını isteriz. Aksi takdirde bunun sonuçlarına işveren kesimi katlanmak zorunda kalacak; liman işçileri emeklerinin ellerinden alınmasına, ucuz işgücü yaratmak için, sendikaların devreden çıkarılıp işçilerin köleleştirilme girişimlerine izin vermeyecektir. ler geçtiğimiz Ocak ayından bu yana yürüyerek başkanlığa ulaştılar. Burada sözleşme farklarını alamadılar. Belediye- "Eylemlerimiz Halka Karşı Değil, Hakkımızı İş bunun için bir dizi eylem kararı aldı. 18 Vermeyenlere", "Grevimizi Kıranlar Hakkımızı Kasım'da Gaziosmanpaşa, Küçükçekmece ve Zeytinburnu belediye işçileri yü- yardımcısı ile görüştüler. Görüşmeden somut Vermiyorlar" yazılı pankartlar açarak, başkan rüyüş ve vezne önünde bekleme eylemi bir sonuç alamayan işçiler eylemlerini yaptılar. İşçiler haklarının ödenmesi için sürdüreceklerini açıkladılar. sendikacılarla birlikte başkanlık ve başkanlık yetkilileriyle görüştüler. bekliyor. Evet, ekmek öyle bir işçileri daha zorlu ve inatçı mücadeleler sıçrayışta Gaziosmanpaşa Belediyesi Fen işleri alınacak kadar kolay değil. Aslanın ağzından ekmeği almak için zorlu mücadelelere hazır olmak gerekiyor. Üç çadır... Üç direniş... Tuzla Organize Deri Sanayi Bölgesi şu an direnişlerin soluğuyla birlikte yaşıyor. Üç işyerinde direniş sürüyor. Servet Deri'de direniş 97. gününde. Toplam 30 işçinin çalıştığı Servet Deri'de 25 işçi sendikaya üye oldukları için işten atılmıştı. Yükseller Deri'nin terlik kısmında bir dönem önce yaşanan direniş sonrası işveren "Fabrikama deri gelsin, işçileri tekrar işe alacağım" sözü vermişti. Mal geldiğinde de atılan işçilerden 26 kişinin işe alınması, 12 kişiye ise iş vermemesi sonucunda direniş tekrar başladı. Şu anda üç haftadır direniş sürüyor. Ersen Deri'de ise 2 haftadır direniş sürüyor. Bu fabrikada çalışan 25 işçiden 17'si sendikaya üye oldukları için işten atıldılar. Şu anda Tuzla Organize Deri Sanayi Bölgesi'nde üç direniş çadırı var. Fabrika önünde patronlara karşı yürüyen direniş, sendikada da direnişe sahip çıkmayan yöneticilere karşı tavır olarak gelişiyor. 14 Kasım günü Aydınlı Köyü'nde Deri-lş irtibat Bürosu'nda yapılan toplantıda işçiler genel merkez yöneticilerini yargıladılar. Daha önce alınan karar sonucu Kazlıçeşme şubesi yöneticilerinin Tuzla İrtibat Bürosu'nda örgütlenme ile görevlendirilmesine karşın Deri-lş yönetiminin Kazlıçeşme Şubesi, Tuzla İrtibat Bürosu yöneticilerine karşı tasfiyeci tutumunu işçiler protesto ettiler. İşçiler, kendileriyle birlikte Kazlıçeşme'den gelen ve direnişçilere destek veren yöneticilerine sahip çıktılar. Tartışmalar zaman zaman sloganlarla kesildi. "Yaşasın İşçilerin Birliği", "Baskılar Bizleri Yıldıramaz" sloganları atan işçilerin tepkisi genel merkez yöneticilerine geri adım attırdı. Şimdi Organize Deri Sanayi Bölgesi işçileri "hata yaptık" diyen genel merkezin işçinin iradesini yerine getirmesini takip ediyor.

17 21 Kasım 1992 HABER/YORUM MÜCADELE 17 İşkence suçtur... işkenceyi aklamak da... Agit Salman 28 Nisan 1992'de Adana'da gözaltına alındı. 29 Nisan'da Adana Emniyet Müdürlüğü'nden cesedi çıkarıldı. Açıklamalara göre "kalp krizinden" ölmüştü. Adli Tıp raporları, çekilen fotoğraflar işkenceyle katledildiğini kanıtladı. Avukatları ve ailesi Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli 10 polis hakkında "kasten adam öldürmek" suçundan dava açtılar. Soruşturmayı Savcı Ethem Ekin yürüttü. İŞKENCEYE TAKİPSİZLİK. İMZA: SAVCI ETHEM EKİN Savcı Ethem Ekin yürütülen soruşturma sonucunda "takipsizlik" kararı verdi. Gerekçe, Agit Salman'ın "Devlet hastanesi acil servisinde kalp rahatsızlığı nedeniyle öldüğü, mevcut darp izlerinin ölüme sebebiyet vermeyeceği" şeklinde yazıldı. Acil serviste o gece nöbetçi olan Doktor Ali...'nın Agit Salman'ın servise getirildiğinde ölü olduğuna dair tuttuğu raporun önemi yok Savcı Ethem Ekin için. Savcı dosyadaki işkenceyi açıkça gösteren fotoğrafları da yok saymakta sakınca görmedi. Yazdığı kararda onlara hiç değinmedi. BAŞKA İMZALARI DAVAR 30 Nisan'da üç DEVRİMCİ SOL savaşçısının katledilmesi sırasında operasyonu izleyenlerden biriydi Ethem Ekin. HEP milletvekilleri açlık grevinde "Bölgemizde artık yaşama güvencesi kalmadı. 350 kişilik faili meçhul cinayet var. Milletvekili olarak parlamentoda bir şey yapamadık." Bu sözler HEP Genel Başkanı Ahmet Türk'e ait. Ahmet Türk, 12 Kasım'da parlamentoda bir basın toplantısı düzenleyerek "Türk ve dünya kamuoyunu duyarlı kılmak için açlık grevine başladıklarını" açıkladı. HEP'li 18 milletvekilinin katıldığı süresiz açlık grevi Ankara'daki HEP Genel Merkezi'nde sürdürülüyor. Açlık greviyle ilgili olarak Genel Başkan Ahmet Türk ve milletvekili Mahmut Kıhnç'la görüştük. Ahmet Türk muhabirimizin "Bu konularla ilgili HEP parlamentoda bir şeyler yapamaz mıydı?" sorusunu şöyle yanıtladı. "TC parlamentosu vatandaşın zannettiği kadar bir işleve sahip değil, yani olması gereken bir işleve sahip değil." Açlık grevlerinin somut bir talebi olmadığını belirten milletvekilleri, eylemin böyle biçimlendirilmesinin nedenini "Biz TBMM üyeleriyiz. Somut taleplerle ortaya çıkmamız mümkün değü, çünkü hadise çok büyük, bu olguyu olayın içinde münferit, küçücük bir hadise ile ilgili olarak açlık grevi yapmamız, meselenin geri kalan bölümünü gözardı etmemiz, dikkatleri dağıtmamız sonucunu getirirdi" diyerek açıklarken, kayıplar sorununa özel bir vurgu yaptıklarını da eklediler. AG SHP'nin değişik il ve ilçe teşkilatlannda, demokratik kuruluşların destek ve dayanışmasıyla sürdü ve sekizinci gün bitirildi. Yetkili savcı orada yalnızca seyirciydi. 13 Eylül'de TKP/ML Hareketi üyesi iki devrimcinin sağ yakalandıktan sonra katledilmesinde de savcı Ethem Ekin yine yalnızca sessiz ve seyircidir. TİKB üyesi Remzi Basalak'ın işkencede katledilmesinde görevi işkenceyi gizlemektir. Agit Salman olayında olduğu gibi Remzi Basalak'ın katledilmesinde de "beyin kanaması" açıklaması yapıldı. Açılacak soruşturma sonucu şimdiden belli: Takipsizlik, imzası yine Ethem Ekin olacak. Tatile, piknik yapmaya giden insanların gözaltına alınması, onlara rahat işkence yapılabilmesi için gün gözetim izni verilmesi kararlarının yazıcısı ve imzacısı da o'dur. HİÇBİR GEREKÇEYE SIĞINANI AZSINIZ. İMZALAR SİZİN "Terörle Mücadele Yasası soruşturma açmamı engelliyor." Bu sözler Ethem Ekin'in 30 Nisan katliamından sonraki savunmasıdır. Agit Salman'ı işkencede katledenler için takipsizlik kararı vermesinde de "devletin bana verdiği yetkiyi kullanmama izin verilmiyor" diye yakınıyor savcı. Yakınmanız gerçekse, onurlu bir insansanız çoktan istifa edersiniz. Ama değil. Sözleriniz yalnızca suçlarınızı hafifletmeye yönelik. "Belki..." diyorsunuz... Hayır, bu yakınmalar sizi kurtarmaz. İmzalar sizin. Dağlar devrimcilerle özgür Anadolu ÖZGÜR-DER kapatıldı Malatya'nın köyleri yakılıp yıkıldığında, inşaat işçileri işsizliğe terk edildiğinde, gerillalar kaçırılıp gömülmek istendiğinde, Malatya halkına yönelmiş her baskı ve tehditte, orada ÖZGÜR-DER'liler vardı. Ufukları Malatya'nın ötesindeydi. İstanbul'un Gayrettepe'sinde biri kaybedildiğinde yine onların sesi de vardı yükselen protestoların arasında. Giderek kurumlaşan, giderek Malatya'nın aydınlarından yoksullarına tüm halkıyla sıcak bağlar kuran Anadolu ÖZGÜR-DER'in bu gelişimi, iktidarın oradaki temsilcilerini, işkencecilerini tedirgin etti. Polis, tüm yasaları, bürokrasiyi atlayarak Valil : k-ten çıkarttırdığı bir kararla ÖZGÜR-DER'in kapatılmasını sağladı. Kapatmaya Yanıt: "Bu Alanı Boş Bırakacağımızı Sanmayın" Onlara en iyi cevabı yine ÖZGÜR-DER'liler verdi. Dernek Başkanı Aysel Sözeri yaptığı açıklamada "Bu karar insan hakları için çalışan bizim gibi kuruluşların faaliyetlerini aksatamayacağı gibi haklara ve özgürlüklere bir baskı niteliği taşıdığı için çalışma hızımızın yükselmesini sağlayacaktır" diyerek ÖZGÜR-DER faaliyetlerinin dört duvar arasında olmadığını belirtti Saffet Arıkan Bedük'ün kararının gerekçesi "infaz ve kayıplarla ilgili yapılan açlık grevi" olarak gösterildi. Gerekçe onlaın açmazını işaret ediyor. Kayıplar, infazlar oldukça ÖZGÜR-DER'ler hep olacak. Kapatıldıkça yenileri açılacak. Anadolu ÖZGÜR-DER'liler aynı doğrultuda bir derneğin kuruluş çalışmalarına başladıklarını açıkladılar. Elazığ Cezaevi: İktidarın insan hakları, aynası Elazığ Cezaevi'nde tutsakların 2 Ekim'de başlattıkları açlık grevi dönüşümlü olarak devam ediyor. Başta Adalet Bakanı Seyfi Oktay olmak üzere iktidar yetkilileri ve cezaevi idaresi tutsakların talepleri karşısındaki duyarsız ve demagojik yaklaşımlarını sürdürüyorlar. Daha da ötesi, cezaevi savcısı "Bana ne, geberirlerse gebersinler" diyebiliyor. Elazığ Cezaevi, iktidarın baskı ve terör politikasının göstergelerinden biri durumunda bugün. Tutsaklar 10 Kasım'da açlık grevinin 40. gününde yaptıkları açıklamada açlık grevinden dolayı siyasi koğuşların birbirinden tecrit edildiğini açıklayarak devrimci, demokrat kamuoyunu haklı mücadelelerine destek vermeye çağırdılar. Tutsaklar direnişi yükselteceklerini ve bundan sonra olacaklardan cezaevi idaresi ve savcılığının sorumlu olacağını belirtiyorlar. Kamuoyu Tutsakların Yanında Gaziantep, Malatya, Diyarbakır cezaevlerinden sonra Çanakkale Cezaevi'ndeki devrimci tutsaklar da Elazığ Cezaevi'ndeki açlık grevini desteklemek için açlık grevine başladılar. Trabzon'da ÖZGÜR-DER'liler, TYÖ-DER'liler ve sosyalist basın yaptıkları açıklamalarla iktidarı hesap vermeye ve Elazığ Cezaevi'ndeki tutsakların taleplerini karşılamaya çağırdılar. TÖDEF'in esas olarak kayıpları protesto etmek için ülke çapında gerçekleştirdiği açlık grevinin taleplerinden biri olarak Elazığ Cezaevi'ndeki yaşam koşullarının düzeltilmesi talebi gündeme sokuldu. Evet, iktidar yetkilileri kör-sağır rolüne; sorumluluğu birbirlerine atmaya devam edebilirler. Ancak direniş ve mücadele bunları da ezip geçmeyi bilir. ÖZGÜR DER'e ödül TMMOB Şehir Planlamacıları bölümü ve Karikatürcüler Derneği'nin ortaklaşa düzenlediği "Çevre Kirliliği ve İstanbul" konulu yarışmada, ikincilik ödülü alan Mehmet Aslan, ödülü ÖZGÜR-DER'li ailelere armağan etti. M.Aslan ödülü armağan ederken yaptığı konuşmasında şunları söyledi: "Yarışmanın konusu çevre kirliliği, ancak bugün daha ciddi bir tehlike var, insan kirliliği. Ve bu insan kirliliğine karşı mücadele veren yiğit insanlar gözaltında, işkencelerde, sokak infazlannda kaybediliyor. Bütün bu kirlilik içinde, bu yiğit insanların, şehit düşen insanların analarının, babalarının kurdukları bir aile demeği var. Haklar ve Özgürlükler Derneği... Ben, bana verilen ödülü bu yiğit insanları yaratan analara, babalara takdim etmek istiyorum." Mehmet Aslan'ın armağanı ise, bu anlamlı konuşmasıyla aldığı uzun alkışlar oldu.

18 MÜCADELE 18 KORKULARI DAĞLARI AŞTI 21 Kasım 1992 Sömürücüler için "ölümü göze almaya" değmez Bir süredir televizyon kanallarını, radyo istasyonlarını, tüm burjuva basınını saran "topyekün savaş" histerisi Demirel ve Sezgin'in yanına yeni aktörleri katarak devam ediyor. Bunlardan "İstanbul cephesine kumanda eden Hayri Kozakçıoğlu ve Necdet Menzir medyanın merkezinde olmanın yarattığı fırsatları hiç kaçırmıyor, gerektiğinde fırsatları bizzat kendileri yaratıyorlar. "Ölümü göze aldık" gibi manşetlerle renklendirilen, "kararlılık gösterileriyle" yalanın, demagojilerle halktan destek isteklerinin harmanladığı bu "röportaj"ların, "sohbetlerin ardı arkası kesilmiyor. Kozakçıoğlu ya da Menzir fark etmiyor. Hep aynı şeyleri söyledikleri halde bu "sohbeflerin, "röportaj"ların azalmak bir yana giderek arttığı gözleniyor. Hepsi de sınıf mücadelesini, toplumsal olayları engelleyebileceklerini sanan Okrahana çavuşları gibi konuşuyor. Örneğin Küçükarmutlu için gelen Avrupalı insan hakları heyetlerinin "kışkırtıcılıkları" Kozakçıoğlu'nun gözünden hiç kaçmıyor. Onların ne kadar istismarcı ve çifte standartçı olduklarını hemen iki cümleyle gösterip mat ediyor. "Güneydoğu'da görev yaptığım.sırada gelen birçok heyet insan haklarından bahsediyordu. Almanya'da yaşayan insanlarımızın % 50'si Kürt kökenlidir... 'Madem ki Kürt kökenlileri bu kadar seviyorsunuz, bunların haklarını bu kadar arıyorsunuz, Kürt kökenliler için bu vizeyi kaldırın dedim" diye konuşuyor. Kozakçıoğlu'nun Kürdistan'da "görev" yaptığı yıllar boyunca binlerce, on binlerce Kürt köylüsünün evi yıkılıp yakılıyor, köyler, mezralar boşaltılıyordu. Kürt köylerini bombalayan operasyon emirlerinin, binlerce insanı göç yollarına düşüren sürgün kararlarının altında çoğu zaman iki imza vardı. Biri ismail Selen. Diğerini Kozakçıoğlu unutmuş olamaz. Yakılan köylerin, işkencelerde katledilen gençlerin, bombalarla parçalanmış kadınların, çocukların resimlerini gösteren insan hakları heyetlerine ne dediğini hatırlayan Kozakçıoğlu, on binlerce Kürt köylüsünü bu şekilde sürüp atan, Botan'ı insansızlaştırma kampanyalarının altındaki kendi "Saat sıralarında Başak Caddesi üzerinde Siyasi Şube ekiplerince zorla arabaya bindirilerek Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüm. Gözaltına alınma gerekçem 'şüpheli şahıs' olmamdı. Beni defalarca aynı şekilde bürodan, sokaktan alıp şubeye götürdükleri, her gittiğim haberde basın kartımı sordukları halde gerekçe buydu. 'Şüpheli şahıs'. Oysa onlar beni, ben onları tanıyordum. " Bu sözler 8 Kasım günü gözaltına alınan Bursa temsilcimiz Gülcan Butakın'a ait. Gülcan Butakın şubede tutulduğu 36 saat boyunca temsilciliği bırakması ve Bursa'yı terk etmesi için tehdit edildi. "Seni her gördüğümüzde alacağız" diyen işkenceciler onu 9 Kasım gecesi sularında serbest bıraktılar. Konya temsilcimiz Rabbena Hanedar 11 Kasım günü 7 okuyucumuzla birlikte tutuklandı. Daha önce bir komplo marifetiyle 6 ay cezaevinde tutulan ve 2 aydır görevinin başında olan Rabbena Hanedar bu kez komploya bile ihtiyaç duyulmadan, "polise mukavemet etmek"ten tutuklandı. 8 Kasım günü büromuzu basan polis arama izni olmadığı halde arama yapmak istemiş, temsilcimiz onlara kendi yasalarını hatırlatmıştı. 13 Kasım günü Samsun temsilcimiz Pervin Tuğan, sokakta yanındaki bir okurumuzla birlikte gözaltına alın- Faşizmin yasası bütün pis işlerinde kullandığı "adamlarını" işe yaramadıklarında kaldırıp çöpe atmaktır. Bugün bu yasayı siz uyguluyorsunuz, yarın size uygulanacak. imzasını da hatırlaması gerekir. Ama önemi yok. Burası insanları yerinden yurdundan sürüp, sonra niye vize vermiyorlar diye başkalarını suçlayacak kadar pişkin valilerin yetiştiği bir ülkedir. Ya Bay Menzir, o da amiri kadar uzak görüşlü mü acaba? "3-5 terörist" edebiyatını terk edip " kişi"den söz etmesi biraz "vizyon" kaptığını gösteriyor, ama "ölümü göze aldık" derken de öyle mi? Çok sevdikleri deyimle ağababalarından "sabır" istekleri hiç bitmiyor. Ama onlar hiç sabırlı değil. Kafalarını' kurcalayan sadece "emekçilerin sırtından kaç trilyon daha kaparız" hesabı değil artık. "Önlem önlem" diye bağırdıkları bir mücadelenin soluğunu enselerinde hissederek yaşıyorlar. "Paraysa para, teknikse teknik, yeter ki halledin". Halkın öfkesinden bu öfkenin kılıcından ödleri patlıyor. Düğün sofralarının kapılarında beklettikleri adamlarına, düzenlerini de iyi korumaları için tembih ediyorlar. CIA ve Pentagon'dan düzenli eğitimler-eğitimciler sağlıyor. Amerika'larda kurslar veriyor, kontrgerilla taktikleri öğretiyorlar. Terör filolarına sürekli "araç-gereç takviyesi" yapıyorlar. Koç'lar, Sabancılar, Eczacıbaşı'lar kampanyalarla Mazda'lar, Tempra'lar, Mercedes'ler veriyorlar altlarına. Habire sırtlarını sıvazlayıp madalya üstüne madalya takıyorlar. Seçin, kim ağababası kim maşa? Bunlara ısmarlama sütun ayıran gazete sayfalarının öbür yüzlerini çevirin ve söyleyin; "lüks içinde yaşayan" kim? Şatafatlı yaşamlarının görüntülerinin yanında si- lahlı adamlarının cansız bedenlerini göreceksiniz. Menzir'in adamlarına "ölümü göze aldırdığı" şey bu mudur? Ağababaları için de artık "lüksün eski tadı yok"tur, olmayacaktır! Şölenlerde patlayan şampanyaların sesinden ürküyor, "çılgın" partiler düzenledikleri Svvissotel, Şamdan-Sa ya da Clup 29'da eskisi kadar rahat tepinemiyorlar. Tepindikleri pistlerin altı eskisi kadar tekin gelmiyor onlara. Onlar bağırdıkça, çeteleri daha çok kan döküyor. Elleri öyle çok kana bulaştı ki, sık sık ölümden, morgdan bahseder hale geldiler Kinlerini gizleyemeyip Gayrettepe hücrelerinde, karanlık dehlizlerde kaybettikleri insanları arayan analara çatmaya kalkıyorlar. 'Dursun Karataş'a gidin sorun çocuklarınızı" diyorlar. Bu sözleri bir de anaların karşısında söyleyin Bay Menzir. Ayaklarına gönderdiğiniz "meslektaşlarınıza" "namussuz, katiller" diye haykırıp yüzlerine tükürdüklerini de mi hatırlamadınız? "Dev-Sol kendi adamlarının elini kolunu bağlayıp öldürüyor" gibi üçüncü sınıf kirli propaganda yöntemleri artık çok geçmişte kaldı. Dosyalarınızı bir karıştırın; ölü bulunan ajan müsveddelerinizin kimlikleriyle, maaş giderle- Gerçeği söyleme gücüne ve cesaretine sahibiz dı. Büromuzu basmak isteyen polis bu kez kapıya örülen barikatla durduruldu. Faşizmin saldırıları üzerimizden hiç ekşitmedi, eksilmiyor. Bugüne kadar özellikle Anadolu'daki temsilci ve muhabirlerimiz olmak üzere, hemen bütün Mücadele çalışanları gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, tutuklandı. Bürolarımız basıldı, talan edildi. Gazetemiz toplatılıyor, davalar açılıyor. Bugüne kadar hiç susmadık, söylenecek ne varsa bir bir söyledik. İşte yine söylüyoruz. Kimse gerçekleri karanlığa gömemeyecek. Ne pahasına olursa olsun, ezilen halkların sesi soluğu olmaya devam edeceğiz, uçaklardaki maden işçisinin bilinci, Kürdistan'da top ateşi altında kavrulan çocukların inadı, evlatlarını arayan anaların öfkesi olmak için yine elimizden geleni yapacağız. Çiftehavuzlar'da dalgalandırılan bayrak, Adana'da, Ankara'da son nefeslerde duvara kazınan devrim inancı yön veriyor yazdıklarımıza. Biz halka ve tarihsel haklılığımıza dayanıyoruz. Halklara karşı yürütülen bu kirli savaşın karşısında halkın safında olmaktan gurur duyuyoruz. Değerlerini, geleneklerini, birikimlerini halktan, halkın mücadelesinden alan, aldıklarını yoğurup emeğini katarak yine halka ve mücadeleye sunan bir riyle karşılaşacaksınız. Onlar sizin adamlarınızdır. Onlara sahip çıkmanız gerekirdi. Faşizmin yasası bütün pis işlerinde kullandığı "adamlarını" işe yaramadıklarında kaldırıp çöpe atmaktır. Bugün bu yasayı siz uyguluyorsunuz, yarın size uygulanacak. Bunu düşünün Bay Menzir. Bu şehir çok adam öğüttü. Velinimetiniz Demirel'in bile ayağının altındaki toprak kaymaya başlamışken, öyle yüksek perdeden konuşmamayı öğrenmeniz gerek. "Korumaları kim koruyacak?" sorusuna yanıt arayan basınınız size sayfalar ayırdı diye öyle büyük laflar ediyorsunuz ki, kendi adamlarınızı ürkütüyorsunuz. Siz bir alay koruma ile dolaşıp "ölümü göze aldık" diyebilirsiniz ama korkudan su dağıtıcılarını, çocukları tarayan, kendi kendilerini vuran adamlarınız hiç de öyle düşünmüyorlar. Para karşılığında onlardan canlarını ortaya koymalarını bekliyorsunuz ama onlar sokaklarda küçük çocukların canını alıyorlar, kendileri de psikiyatri servislerinin kapılarında kuyruk oluşturuyorlar. Birbirlerini numaralarıyla çağıran bu adamlara "Ben gidersem arkamda Yavuz'um var" demeyi öğretmişsiniz ama onların ölümü göze almaya hiç niyetleri yok!. Bugüne kadar hiç susmadık, söylenecek ne varsa bir bir söyledik. işte yine söylüyoruz. Kimse gerçekleri karanlığa gömemeyecek. Ne pahasına olursa olsun, ezilen halkların sesi soluğu olmaya devam edeceğiz. Ocaklardaki maden işçisinin bilinci, Kürdistan da top ateşi altında kavrulan çocukların inadı, evlatlarını arayan anaların öfkesi olmak için yine elimizden geleni yapacağız. gazeteciliği yaratmaya çalışıyoruz. Birçok olanaksızlığa rağmen büro temsilcilerimiz ve muhabirlerimiz özveriyle mücadeleyi omuzluyorlar. Tarafsız gerçek yoktur. Bizim kalemlerimiz halkın gerçeğini yazıyor. Fotoğraflarımız ezilen emekçi kitlelerin acılarını, sevinçlerini, umutlarını belgeliyor. Biz de savaşın içindeyiz. Beynimizle, yüreğimizle ve ellerimizle barikat kurmamız mı gerekiyor? Samsun bürosundaki arkadaşlarımızın yaptığı gibi onu da kuruyoruz. Gözaltı mı, cezaevi mi, işkence mi? Göze alıyoruz. Bir damla özgürlüğün bile bedelsiz kazanılamayacağını biliyoruz. Gerçeği söyleme gücüne, cesaretine sahibiz. Bütün dünyanın özgürlüğü için söylemeye devam edeceğiz.

19 21 Kesim 1992 KİTLESELLEŞME MÜCADELE 19 Cepheleşme sürecinde kitleselleşme ve görevlerimiz Aşağıdaki yazı, DEVRİMCİ SOL dergisinin 6. sayısından alınmıştır. Faşizm devrimci savaşa karşı "topyekün savaş" politikasıyla saldırırken, gelişen devrimci mücadele daha hızlı kitleselleşme ve cepheleşmeyi dayatmıştır. İç savaş gelişip şiddetlendikçe halkın kurtuluş cephesi daha elzem hale gelmektedir. Bu günden bunun örgütsel adımlarını hesaplamak, kitleselleşmeye hız vermek gerekiyor. Uzun bir dönemden beri iç içe olduğumuz, yön vermeye çalıştığımız kitle hareketlerindeki alçalıp-yükselmeyi kendi içinde üç ana unsur belirliyor. Ülkenin ve emekçi sınıfların yaşadığı koşullara bağlı olarak kitle hareketinin ortaya çıktığı moment, bizim emek ve hazırlığımız ile gelinen noktada gösterilecek siyasi atılganlık ve doğru taktikler... Bunlar bir araya geldiğinde kitle hareketini olumlu yönde etkileyip geliştiriyor. Ve elbette ki bu gelişme ülkedeki iç savaş ortamına, silahlı mücadeleye ve onun yarattığı psikolojik sonuçlara bağlı olarak sağlanıyor. Devrimci savaş geliştikçe her zamankinden daha çok kitleselleşmeye ihtiyaç duyuyoruz. Savaşın kayıplarını gidermek, gelişmek ve her aşamada ihtiyaca cevap vermek bu şekilde mümkündür. Kitleselleşme yeni kadrolar, yeni savaşçılar için olduğu kadar, başta da söylediğimiz gibi cepheleşmek için de kendisini dayatıyor. Bu nedenle sürekli olarak gündemimizde bulunan bir sorun durumundadır. İşçi, memur ve öğrenci gençlik içinde, gecekondu çalışmasında bugüne değin kayda değer bir kitlesellik yaratmış olmamız yeterli görülmemelidir. Art arda yükselen emekçi kitle eylemlerinin sürekliliğini sağlamak, en azından bir istikrar tutturmak, örneğin bir Zonguldak, Akhisar gibi süreçlerde hazırlıksız yakalanmamak, sonucu belirleyebilecek siyasal bir güç olmak, kitle hareketinin önündeki gelişme perspektifi olmalıdır. Krizin sürekli olduğu bir ülkede kitle hareketleri şu veya bu şekilde hep olacaktır. Gelişen kitle hareketine müdahale etmek, kabarışın olabileceği kesimlerde bunu örgütlemek bizlerin görevidir. Bir taraftan halkın faşizme karşı birleşik eylemliliğine öncülük edebileceğimiz düzeyde bir kitleseliiğin yaratılması, aynı zamanda bunun şehirlerde ve kırdaki silahlı savaşıma bağlı kılınması, ona hizmet etmesi, gerillayı beslemesi ve milisleri yaygınlaştırması silahlı kitle çizgimizin bugünün koşullarındaki açılımı olacaktır. Bunların sağlanması genel devrimci savaşın geliştirilmesiyle mümkün olacağı gibi, soruna kendi içinde de yaklaşımlar sunmalıyız. Yoksa, bir yerde, "biz yaparız kitle gelir" karikatürize anlayışı ortaya çıkar. Kitleler karmaşık, zengin, çok yönlü bir mücadele içinde kazanılabilir. Ancak bu sürecin nasıl gelişeceği önceden kestirilemez, esas olarak buna ülkedeki kriz damgasını vurur. Ancak kitle hareketinin gelişiminde nesnel koşullar kadar bizim öznel çabalarımız, politikalarımız da etkili olurlar. Özellikle devrimci mücadele gelişip kitlesel katılımın arttığı safhalarda stratejik, planda izlenen politikaların tayin edici önemi vardır. Buna, başlangıçta radikal çizgisi ve yoğun kitlesel katılımıyla belli bir seviyeye ulaşan Filistin İntifadasının milliyetçireformist önderliğinin izlediği çizgi nedeniyle silaha sarılmamasını bedelini, bugün büyük bir kitle kaybıyla ödemesi örnek gösterilebilir. Yine El Salvador'da olduğu gibi FMLN güçlerinin, neredeyse ülkenin yarısının kontrolünü ellerinde bulundurmasına rağmen, işbirlikçi iktidara ve emperyalizme karşı savaşmak ve devrimi gerçekleştirmek yerine, reformlar için masa başına oturması, ABD'nin gözetiminde anlaşmalara imza atması, bugüne kadar 50 bini aşkın şehit vermiş bir halkı mücadeleden giderek uzaklaştırıyor, kitleler devrim saflarında yer almak yerine kararsızlık geçiriyor. FMLN'ye katılım hızla düşerken, karşı-devrim kitle tabanını güçlendiriyor. Bugün Kürdistan'da da ulusal hareketin yaptığı tek yanlı görüşme çağrıları ile Nevvroz ve 15 Ağustos öncesinde "ayaklanma" deyip bunu hayata geçirememesi gibi stratejik ve taktik hatalar kitle hareketini olumsuz yönde etkilemekte, Serhıldanlar başlangıçtaki kitleselliğini yitirmektedir. Devletin katliam boyutundaki saldıları ile Kürt halkı göçe zorlanmakta, milliyetçi hareket de bu göçü övme yanlışına düşmektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, ülkenin yaşadığı koşullarla birlikte önderlerin, devrimcilerin izlediği stratejik çizgi ve taktik politikalar son derece önemlidir. Örgütümüz açısından, 3 Ocak Genel Grevi, YÖK Boykotu ve emperyalist savaş döneminde izlediğimiz politikalar bu konuda doğru bakış açısının ipuçlarını vermektedir. Kitle çalışmamız da bugünden böylesi momentlere hazır olmalı, sürece yön verebilecek örgütlülükler yaratmalıyız. Örgütlenme olarak on binlerce, yüz binlerce kitle ile doğrudan ilişkide olmak, onları devrimci savaşımıza bağlayacak bağlan kurmak gerekiyor. Aksi takdirde "cepheleşme" sağlanamaz. Silahlı bir halk hareketinde kadro ve istihdam politikası nasıl ki hareketin iskeletini oluşturuyorsa, kitlelere yaklaşım ve onları devrimci savaşıma katma, değerlendirme ve yeni bir biçim verme de vücuda can veriyor, savaşın sürekliliğini sağlıyor. Kitle denilince, nasıl bir kitle anlayışına sahip olduğumuz biliniyor. Hantal, geri taleplere bağlanmış, sürecin önünde engel olarak duran değil, sürekli gelişen, içinden savaşçı çıkaran, momente ve psikolojik ortama göre iktidarın karşısına çıkmaktan çekinmeyen, radikal bir kitleyi kastediyor, böyle bir gelişimi temel alıyoruz. Şunu da eklemek gerekir: Bugün ülkemizde emekçi halkla oligarşi arasındaki çelişkiler o denli derin ki, kitleler fe.şiz- Biz DEVRİMCİ SOL olarak oligarşiyle daha çetin çarpışmalara, devrimci iç savaşın derinleştirilmesine hazırlanmalıyız. Aslolan budur. Bugün şehir merkezlerini kuşatmak olarak önümüze koyduğumuz hedef, şehirlerde ve kırsal bölgelerde halkın iradesinin güçlü olduğu, oligarşinin kolluk güçlerinin ürküntü duyduğu stratejik bölgelerin yaratılmasını dayatmıştır. Böyle bölgeler yaratmak ve savaşı geliştirmek kitle çalışmasına daha sıkı sarılarak, yeni savaşçılar yetiştirilmesini gerektiriyor. me karşı savaşı yükselten bir güç görmek istiyor, güven sağlandıkça mücadelede yerlerini alıyorlar. Düzenle çelişkisi olan, olumlu özelliklere sahip tüm halk kesimleri potansiyelimizdir. Önemli olan bunu görmek ve şekil vermektir. Halk saflarında emeğin dönüştüremeyeceği şey yoktur. Düzenle halk arasındaki uçurum günden güne büyümekte, derinleşmektedir. "Sosyal demokrasi" tükenmiştir. Yedi defa hükümeti yakalayan, oligarşinin "kırk yıllık Kurt politikacısı Demirel bile tükenişi yaşamaktadır. Ancak emekçi kitleler dolaylı ve doğrudan bağlarla devrim hareketine bağlanmadıkça burjuvazinin umudu tükenmeyecek, sosyal-demokrasi tekrardan "umut" olarak halkın karşısına çıkarılacaktır. işçisi, memuru, yoksul köylüsünün sömürüldüğü, bir evin ancak üç-dört insanının aynı anda çalışmasıyla geçinebildiği, memura sendikanın yasaklandığı, küçük üreticilerin her yıl hayal kırıklığına uğradığı ve bir önceki yıla göre yoksullaştığı, bir aileye bir göz gecekondunun çok görüldüğü bir ülkede toplumsal istikrar olamaz. Öğrencinin polis zoruyla gerici-faşist kalıba sokulmak istendiği, şüpheli görülenin kurşunlandığı, infazsız gün yaşanmadığı, Kürt halkının esaret zincirleriyle tutularak köy, kasaba ve şehirleriyle katliamlara, sürgünlere maruz kaldığı, düzen sahiplerinin ise onur, namus ve haysiyetten yoksun bir yaşamı sürdürebilmek, milyarlarla düğün yapıp, sefahat içerisinde yaşamak için her yola başvurduğu bir toplumda halkın böylesi bir düzenle uyuşması imkansızdır. Ancak çaresiz kaldığı noktada suskunluğa boyun eğmesi kaçınılmaz olmaktadır. Halkımız pek çok olumlu özelliğe, geçmişten gelen güzel değerlere sahiptir. Verileni alır. Devrimciler öncülük yapıp, güven verdiğinde harekete geçer ve asla vefasız değildir. Önemli olan bu potansiyeli harekete geçirmektir. Bir devrimci için halk sevgisinin anlamı budur. Ulusal, toplumsal, tarihsel değer yargıları devrimci çalışmayla harmanlanıp gerçekçi bir şekilde işlendikçe bu potansiyelin açığa çıkmaması düşünülemez. Halkımız; Anadolu'da ilk ortakçılığı ortaya atan Bedrettin'lerden Osmanlı'ya ve bölgesel beyliklere karşı direnen halk kahramanlarına, Pir Sultan'a, Köroğlu'na, ince Memet'e, "iyi dost kara günde belli olur" sözlerinde ifadesini bulan yardımlaşma duygusuna, imecelere, merhamet ve vefa duygusundan, devrimcilerin ölümüne sevinmeyecek kadar adalet duygusuna sahiptir. İsyan geleneği güçlü olmayabilir ama güven verildiği zaman bunca olumlu özelliklere sahip bir halkın harekete geçmemesi mümkün değildir. Nitekim 12 Eylül sürecinden çıkışta yaşanan kitle eylemieri, Kürt halkının direnişi, 1 Mayıslar, Zonguldaklar, emperyalist savaşa karşı gösteri ve boykotlar, işçi-memur ve gençlik eylemleri, gecekondu direnişleri, Akhisar'lar, kendi kimliğine, geleceğine sahip çıkması gerçeğinin ifadesidir. Kitlelerle kaynaşabilmek için, onların çelişkilerini yakalayabilmek, bunu dile getirmek kitle çalışmasının abe'sidir. Kitleler haklı olduklarına inanmak, yapacakları şeylerde çıkarlarının olduğunu görmek isterler. Dahası başarılı olmak isterler. Kitlenin ekonomik sosyal durumu, siyasal eğilimleri, devrime açık ve engel yanları, oligarşinin politikalarının onlar üzerindeki etkileri, onlara ulaşmada önümüzdeki engeller... tüm bunlar çok iyi bilinmelidir. Hitap ettiğimiz kesimlere nasıl yaklaşacağımız, propagandamızın temelinin ne olacağı, hangi taleplerin öne çıkartılıp, nelere ağırlık vereceğimiz ve mücadele içinde nasıl istihdam edeceğimiz kafamızda açık olmalıdır. Gerçek bir kitle önderi tüm bu konularda açık, net görüşlere sahip olmalı, adımlarını buna göre atmalıdır. Yoksa bırakalım sağlıklı bir gelişmenin öncülüğünü yapmayı, önemli-uygun fırsatları bile kaçırabilir, hiçbir zaman kitlenin nabzını elimizde tutamayız. Ve bu sefer de kadrolarda kitleye karşı küsme, bıkkınlık, hayal kırıklıkları kaçınılmaz olur. Sabır ve emek olmadan hiçbir şey elde edilemez. Bir insanın otuz-kırk yılda öğrendiğini, bir kere anlatmayla, bir bildiri ya da dergiyle değiştirmeyi bekleyemeyiz. Bu küçük-burjuva kolaycılığı, sabırsızlık ve tahammülsüzlüktür. Geçmişten gelen köklü önyargı ve alışkanlıklar, yüzyıllardır başkaları tarafından yönetilme, sınıf kökeni, düzenin ve medyaların gücü kitlelerin devrimci mücadeleye aktif olarak katılımına sürekli olarak sınırlandırıcı bir etkide bulunur. Biz ise ancak bunları altettiğimiz oranda başarı kazanabiliriz. Eğer kitle çizgimiz doğruysa, şiarımız doğru ve anlaşılıyorsa, kitlenin taleplerine cevap veriyorsa, kitlenin bizimle hareket etmesinin zeminini sağlamışız demektir. Gerisi sabır, fedakarlık ve yaratıcılık istemektedir. Bugün yapılacak faaliyetlerde kendi ön çalışmalarımızın eksikliklerini, yetersizliklerini görmek yerine, "kitlelerin hazır olmadığı"nı söylemek gerçekçi değildir. Kitlelerin, devrimcilerle birlikte hareket etmesinin zemini yeterince güçlüdür, burada önemli olan bizlerin hazır olması ve gerekli ön çalışmaların ivedilikle yapılmasıdır. İdeolojiye ve devrime inanmak, kitlelere büyük bir samimiyetle inanmak demektir. Bugünkü genel gelişimle kıyaslandığında az sayıda ilişkiye ya da bulundukları alanlarda kitlenin atıl durumuna dair açıklama yapanlar, harekete kendi uyuşukluklarını dayatmak isteyenlerdir. Bu-

20 MÜCADELE 20 KİTLESELLEŞME 21 Kasım 1992 nun tembellikten, kendi kabuğunda yaşamaktan, gelişmek için adım atmamaktan başka bir anlamı yoktur. 500 kişilik bir fabrikada, hastanede, ya da bir memur çevresinde gidecek 5 aile bulamamanın, bir mahalli bölgede, kırda kurumlaşma sağlayamamanın, onlarca ev, esnaf vb. ilişkisi çıkaramamanın bir açıklaması olamaz. Elbette önemli momentlerde silahlı savaşın gücü ve devrimci havanın etkisiyle kitlelerde ani dönüşümler de olacaktır. Ancak bu öyle kolay sağlanamayacaktır. Henüz kitlelere yeterince güç, inanç ve kendine güven kazandırmadan köklü atılımlar beklemek, göremeyince de "bir şey çıkmıyor" mantığıyla önyargılara yenilmek olsa olsa küçük-burjuvalıktır. Devrimci çalışmanın odağında insana verilen değer vardır. Halktan beklediğimiz vefayı biz de göstermeliyiz. "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" diyen bir halk vefakardır. Bunu mücadelede bağlılığa dönüştürmek, sabır ve emeğin yanı sıra vefa duygumuzun gelişkinliğiyle olanaklıdır. Halkın düğününde, hastalığında, cenazesinde yanında olmak, arayıp, sormak hem siyasi, hem insani bir görevdir. Elbette bazen bunun zorlukları olabilir ancak biz tekil olaylardan değil, bir anlayıştan söz ediyoruz. Özellikle şehit ailelerini hiçbir zaman yalnız bırakmamalıyız. Düzenin her gün, her saat "kullanma-kullanılma" mantığını yaymaya çalıştığı koşullarda gerçek bir bütünleşme, değerlerimizi korumak ve yaygınlaştırmakla sağlanabilir. Biçimselliğe düşmeden kullandığımız dil ve üsluptan, giyim-kuşamımıza kadar emekçi halkla uyum içinde olmalıyız. Sadeliği, içtenliği, açıklığı temel almalı, mütevazı davranmalıyız. Kitlelerin duygularına hitap etmeli, onları yönlendirmeli, bunun için bir halk önderinin özelliklerine sahip olmalıyız. Burada gerekli olan siyasal öngörü ve güvendir. Yaptığımız kitle çalışmasının silahlı savaş yürüten devrimci bir yeraltı örgütünün kitle çalışması olduğunu unutmamalıyız. Kitle ilişkilerimizde uzun vadeli, kalıcı ilişkilere önem vermeli, ilişkileri, eğitimi ve istihdamı buna göre biçimlendirmeliyiz. Bununla birlikte devrimci bir halk hareketinin her düzeyde kitle ilişkisine sahip olması gelişme ve başarı için zorunludur. Kitle çalışması içinde olmak asla legalist düşünce tarzı ve ilişkilere zemin olmamalıdır. İlişkide bulunduğumuz insanların motive edilmesi ve değerlendirilmesinden, evlere, ilişkilere giriş-çıkışlara, polis takibine kadar azami ciddiyet gösterilmelidir. Herhangi bir yerde kitle çalışması başlatılması kararlaştırıldığında, hemen bir legal dernek kurmayı talep etmenin dargörüşlülük, kitle çalışmasının demek kurmaya indirgenmesi ve legalizm olduğunu artık anlamış olmamız gerekiyor. Kitle çalışmasının sadece bir dernek açıp bu dernek etrafında bir grup insanın kümelenmesini sağlamak, bildiri dağıtmak, korsan gösteri düzenlemek vb. gibi bazı etkinlikleri hayata geçirmek olmadığı iyice kavranmış olmalıdır. Çünkü böyle bir anlayış kolaycılığı ve elimizdeki mevziler yitirilince de kitle çalışmasından vazgeçmeyi beraberinde getirmektedir. Kolaycılık ve kısa vadeli çalışma tercih edildiğinde, bir süre sonra tıkanma kaçınılmaz olmaktadır. Oysa biz zor olanı başarmalı; nitelikli, uzun vadeli, geniş katılımlı bir kitle örgütlenmesi yaratmalıyız. Önümüzde yaşanmış pek çok deney var. Kurulan derneklerden, polis baskısına, korkunun yayılıp derneklerin işlememesine, kitle ilişkilerinin hoyratça kullanılıp deşifre edilmesine kadar bu dersler iyi kavranılmalı, legal olanaklardan vazgeçmemek ve geliştirilmekle birlikte daha nitelikli bir kitle örgütlenmesine kafa yorulmalıdır. Diğer bir kolaycılık ise silahlı mücadelenin her şeyi çözeceği şeklindeki "sol" anlayıştır. Bu, özünde kendiliğindencilik-tir ve varacağı yer sağ sapmadır. Bu yaklaşım kitlelere gitme konusunda edilgenliği besleyerek onlara ulaşmamızı engellemektedir. Bu, öncü-kitle ilişkisini; öncünün eylemi ile kitle mücadelesi arasındaki ilişkiyi anlayamamaktır. Oysa kitle çalışması ve örgütlenmemizin olmadığı yerde eylemlerimizin etkileri de gelip geçici olacaktır. Kitle çalışmasında yeni ilişkiler, yeni katılımlar yaratmaktan, bunlara nitelik kazandırmaya, silahlı devrimci bir örgütün kitle ilişkilerini düzenlemekten, çevresinde saygınlığı, sözü dinlenirliği olan halk önderleri çıkarmaya kadar zengin bir bakış açısıyla yaklaşmalıyız. Hatta bu da yetmez; bugün dışımızdaki solun kitlesine de açılmalıyız. Bu konuda özgüvene ve yeterli bir siyasal esnekliğe sahip olmalıyız. Dışımızdaki solun tabanı ile ilişkilerde, arkadaşlarımızda kolaycılığa kaçma eğilimi oldukça fazladır. Bizim dışımızda da bir sol tabanın var olduğu, devrimci mücadelenin bu kesimdeki iyi niyetli, dürüst ve savaşma isteğiyle dolu insanları etkilediği bir gerçektir. Silahlı propagandanın öncelikle sol tabanı toparlayacağı tespiti bunu anlatır. Böyle bir tespitimizin varlığını görmezden gelip dışımızdaki sol tabanı yok saymak ve bu kesime gitmemek tembelliğin ve kolaycılığın kılıfı olmaktadır. Dışımızdaki herkesi pasifist, korkak, oportünist vs. kabul edip onlardan uzaklaşmak, bu çevrelere yönelik ideolojikpolitik tartışma ortamları yaratarak üstlerine gitmemek yanlıştır. Dışımızdaki sol genel olarak mücadeleden kaçmaktadır, ancak tabanının da hep aynı unsurlardan oluştuğunu düşünmek büyük bir yanılgıdır. Oportünist sol savaşmak, faşist düzene karşı bir şeyler yapmak niyetiyle devrimciliğe adım atan tabanın savaşma isteğini yok edip kitlelerin bilincini yanlış şekillendirmektedir. Eğer sol tabanın savaşma isteği yok edilmişse bunun suçlusu kitle değil, oportünist yöneticilerdir. Hatta, oportünist "yöneticiler", sol kitlenin savaşma isteğini kırmak ve tabanın zorlayıcılığından kurtulmak için çoğu kez bu kitleyi DEVRİM- Cİ SOL'a karşı koşullamakta, kışkırtmakta ve araya suni duvarlar örmeye çalışmaktadırlar. Oportünistlerin bu tutumunu normal karşılamak gerekir, çünkü varlık koşullan buradadır. Onlar kitlenin iyi niyetli, dürüst, militan yanlarını yok etmeden varlıklarını sürdüremezler. Oportünist solun yaklaşımlarını sığınak olarak görüp sol kitleden kaçmak bize haklılık sağlamaz. Atılganlığımızdan, savaşma cesaretimizden, doğru siyasalideolojik hattımızdan, kendimize olan güvenimizden dışımızdaki sol kitle de etkilenmektedir. Bu kitlenin bize yaklaşımları ne kadar yanlış olursa olsun, savaşan bir siyasal güce karşı önyargılar, yanlış yaklaşımlar sonuna kadar süremez. Nitekim birçok kesimlerde "bu işi yapamazsak DEVRİMCİ SOL'a katılırız" gibi bir anlayış gelişmektedir. Bugün savaşma yanlısı sol tabanda DEVRİMCİ SOL'a yönelik bir sempati ve yaklaşım vardır. Ancak kimi yerde bu yaklaşım arkadaşlarımızın kendi misyonumuzu anlamayan tutumları ve sıcak ilişki kurma konusundaki beceriksizlikleri yüzünden daha nitelikli hale gelememekte, dışımızdaki sol kitle bize yaklaşmakta tereddüt geçirmektedir. Biz ilkelerden taviz vermeden bu noktaya gelmiş bir hareketiz. Elbette ki, bugün de sol kitleye giderken pragmatik, ilkesiz yaklaşımlardan uzak duracağız. Ancak, savaşın devrimci halk kurtuluş cephesini dayatttığı bugünkü koşullarda sol tabanı kazanmak daha bir önemli hale gelmiştir. Cephenin, DEVRİMCİ SOL GÜÇLER yapılanmasının geniş kitlesellik kazanması ve etki gücünün büyümesi ile paralel olarak gerçekleşeceği gerçeğinden hareketle, en geniş kitlelere ulaşmanın yanı sıra, dışımızdaki solun iyi niyetli, mücadeleci, devrimciliğe inanmış unsurlarına gitmek de önem vermemiz gereken görevlerimiz arasındadır. Devrimci halk kurtuluş cephesi böyle çabaların sonucunda oluşacaktır. Mücadelemiz eylemlerimiz, çatışma geleneğimiz halkta büyük bir etki ve saygınlık yaratmaktadır. Ortaya çıkan bu geniş potansiyeli harekete geçirecek olan biziz. Biz bütün bu kesimlere ulaşmadıkça, özellikle düzenle çelişkisi olan halka, sıradan insanlara gitmedikçe bu potansiyel atıl kalmakta, faşizmin baskısı ve değişik etmenlerle düşmekte, devrimci savaşa akmamaktadır. Bizler kendimizden emin, enerjik ve silahlı bir halk hareketi olduğumuz bilinciyle çalışarak kitlesel eksikliği görmeli, bunu mutlaka gidermeliyiz. Diğer çalışmalarda olduğu gibi kitle çalışmasında da insanlarımız kendilerini yukarıdan söylenenlerle sınırlamamalı, atılacak adımlar üzerine kafa yormalı, yaratıcı ve üretken olmalıdır. Yaptığı çalışmaya kendisinden bir şeyler katmayan, üretici yanı kısır, memur zihniyetli, edilgen kişi ve anlayışlar kitle mücadelesini geliştiremezler. Bununla birlikte kitleyle ilgili tüm bilgileri, tüm olan biteni, gelişmeleri anında örgüte aktarmak, kendiliğindenciliğe izin vermemek gerekir. Genel politika ve taktiklerimizde herkesin kendisinden bir şeyler bulması, gelişmeleri, düşüncelerimizi, önerilerimizi düzenli olarak aktarmakla mümkündür. Öneriler dikkate alınıp değerlendirilecek, böylece "örgüt politikası kitlelerin içinde oluşur" ifadesi anlamını bulacaktır. Kitle ilişkilerine büyük bir titizlikle yaklaşmalıyız. Mücadele içinde halkın çıkarlarına zarar vermeme ilkemizi korumalı, halk ilişkilerine hoyrat davranmamalı, verdiğimiz sözleri mutlaka yerine getirmeliyiz. Güven vermek; güç olmak ve dediğini yerine getirmekten geçer. Varlığımız, konuşmalarımız güven vermeli, pratik sorunlara çözüm getirmelidir. Genel geçer soyut ajitasyon, hamasi bir üslup, biçimsel, popülist görüntüler değil, yaşamın içinden çözümler bulmalı, bunları insanlara benimsetebilmeliyiz. Kitle çalışmaları ve örgütlenmemizde kolektivizme önem vermeliyiz. Bu başarıldığında, kolektivizmin mücadeleyle bütünleşmeyi ve yaratıcı özelliği geliştirdiğini görürüz. Örgütlenme olarak, milislerden grev ve toplu sözleşme komitelerine; emperyalist savaşa hayır komitelerinden, grizu facialarını ve katliamlarını protesto eden komitelere kadar pek çok zenginlik yara- tılabilmiştir. Eylem biçimlerinde ise grev, boykot, işyeri işgallerinden kepenk, kontak kapatmaya, ışık söndürme eylemlerinden su direnişlerine, cenaze, anma ve protesto gösterilerine, ana caddeleri kesip ateş yakmaya kadar; propagandif olarak ise dergi dağıtımından, ev, işyeri ve kahve toplantılarından, kitlelerin genel ve özel taleplerini ifade eden onlarca-yüzlerce pankarta, dövize vb. kadar yaratıcı bir geleneğe sahibiz. Ve elbette yenilerini de geliştirmeliyiz. Bunların her biri yeri ve zamanına göre düşmana karşı güçlü bir silahtır. Önemli olan silahı en etkin şekilde kullanabilmektir. Kitle içinde erimek, legal ite ve illegaliteyi birleştirmek, ancak kitleselleşmeyle sağlanabilir. Her yerde insanların, kitlenin içinde olmalı, yeni ilişkiler yaratmalıyız. Savaşçılarımızı faşist saldırılara karşı koruyacak olan ilişkiler ve kurumlaşma, yeni başarılar için istihbarat ağı bizzat buradan sağlanacaktır. Şehir ve kır gerillamız savaşı yaygınlaştırmak için ivedi olarak bu ilişkilere ihtiyaç duymaktadır. Silahlı savaş geliştikçe cephenin asli gücü bugün kazandığımız kitle olacaktır. Yaşadığımız gerçekliğe, ülkemizin koşullarına baktığımızda, cepheyi oluşturacak kitlenin başka bir yerden gelmeyeceği görülür. DEVRİMCİ SOL GÜÇLER, halk kurtuluş partisinin önderliğindeki cephenin temel gücüdür. Emperyalizme, faşizme karşı devrim saflarında mücadele etmek isteyen yurtsever, onurlu, dürüst tüm insanları bu cephede yer almaya çağırmalıyız. Savaş ve kitlelerin katılımı geliştikçe bu süreç partinin önderliğinde, ancak ayrı bir örgütsel kurmaylık altında devrimci halk kurtuluş cephesine dönüşecektir. Evet, savaş artık dayatıyor; "zaman" kavramına daha fazla değer vermeli, tüm işleri zamanında yapmalıyız. Yapılmayan, geciktirilen her iş, her faaliyet, her eylem gelişmemizi engelliyor. Faşizmin kitlelere yönelik gözdağı politikalarının önüne geçmek, kitlelere güven vermek, bu doğrultuda politikalar üretmek gerekiyor. Biz DEVRİMCİ SOL olarak oligarşiyle daha çetin çarpışmalara, devrimci iç savaşın derinleştirilmesine hazırlanmalıyız. Aslolan budur. Bugün şehir merkezlerini kuşatmak olarak önümüze koyduğumuz hedef, şehirlerde ve kırsal bölgelerde halkın iradesinin güçlü olduğu, oligarşinin kolluk güçlerinin ürküntü duyduğu stratejik bölgelerin yaratılmasını dayatmıştır. Böyle bölgeler yaratmak ve savaşı geliştirmek kitle çalışmasına daha sıkı sarılarak, yeni savaşçılar yetiştirilmesini gerektiriyor. Şehirlerde, kırlarda stratejik üsler kurma ve cepheleşme hedefimiz bu hazırlıklara hız vermemizi dayatmış durumda. Milisler örgütlüyoruz ve milislerimiz eylemler gerçekleştiriyor. Silahlı savaşımın gelişimi için daha sayısız milise ihtiyacımız var. Çocuğundan gencine, ihtiyarına, kadınından erkeğine eli silah tutan tüm insanların katılımını sağlamak, başta korku duvarı olmak üzere emekçi halkın mücadeleye katılımı önündeki tüm engelleri yıkmak perspektifiyle kitle çalışmasına hız vermeliyiz. Klasik kitle faaliyetiyle silahlı mücadeleyi halkın somut talepleri etrafında bütünlüklü, organik bir güç haline dönüştürmek ancak bu şekilde sağlanabilir. Silahlı kitle çizgisi denilince yaşadığımız süreçte anlaşılması gereken budur.

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi Erdoğan, "OHAL uygulaması kesinlikle demokrasiye, hukuka ve özgürlüklere karşı değildir" dedi. 21.07.2016 / 09:56 Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından

Detaylı

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ / AKP de bir kişi konuşur, diğerleri asker gibi bekler! Tarih : 06.01.2012 CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem AKP deki tek adamlığı hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın üslubunu ve liderliğini

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu

TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu TSK Müşterek Özel Görev Kuvveti ve koalisyon hava kuvvetleri tarafından Suriye'nin Cerablus bölgesinin IŞİD'ten geri alınması için operasyon başlatıldı 24.08.2016 /

Detaylı

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Geçtiğimiz ay Suriye de Irak Şam İslam Devleti ve diğer muhalif güçler arasında yaşanan çatışmaya ilişkin, Suriye Devrimci Sol

Detaylı

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. 28 Nisan 2014 Basın Toplantısı Metni ; (Konuşmaya esas metin) Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. -- Silahlı Kuvvetlerimizde 3-4 yıldan bu yana Hava Kuvvetleri

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

Referandum ve tezkere

Referandum ve tezkere Referandum ve tezkere Hani bir laf vardır İnsanoğlu kuş misali, dün neredeydik bugün nerede diye; aynen öyle. Türkiye, hemen hepsiyle açıkörtülü bir düşmanlık, anlaşmazlık, geçimsizlik, çıkar çatışması

Detaylı

Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı?

Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı? Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la Amerika Başkanı Donald Trump ilk kez Beyaz Saray'da biraraya geldi. 22.05.2017 / 10:49 Washington Türk-Amerikan

Detaylı

Öcalan ın Cezaevinden Talimat Yağdırdıkça Örgüt Saldırıyı Artırdı

Öcalan ın Cezaevinden Talimat Yağdırdıkça Örgüt Saldırıyı Artırdı Öcalan ın Cezaevinden Talimat Yağdırdıkça Örgüt Saldırıyı Artırdı KCK nın üst yapılanmasını oluşturan Önderlik Komitesine, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla gerçekleştirilen

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu Şubat 03, 2017-5:56:00 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi'nin ve yapımı tamamlanan

Detaylı

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ BASINA VE KAMUOYUNA Erkek egemen kapitalist sistemde kadınların en önemli sorunu 2011 yılında da kadına yönelik şiddet olarak yerini korudu. Toplumsal cinsiyetçi rolleri yeniden üreten kapitalist erkek

Detaylı

ABD'nin iki seçeneği kaldı: Ya gücünü artır ya da Taliban'a göz yum

ABD'nin iki seçeneği kaldı: Ya gücünü artır ya da Taliban'a göz yum ABD'nin iki seçeneği kaldı: Ya gücünü artır ya da Taliban'a göz yum Kunduz'da yaşanan savaş ABD için iki seçeneği ortaya çıkardı; ya işgal güçlerini artıracak yada Taliban'ın ilerleyişine göz yummak zorunda

Detaylı

Resmi Gazete Tarihi: 08.10.2006 Resmi Gazete Sayısı: 26313

Resmi Gazete Tarihi: 08.10.2006 Resmi Gazete Sayısı: 26313 Resmi Gazete Tarihi: 08.10.2006 Resmi Gazete Sayısı: 26313 Amaç MADDE 1 KENT KONSEYİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar (1) Bu Yönetmeliğin amacı; kent yaşamında, kent vizyonunun

Detaylı

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012 İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 01 31 ARALIK 2012 M. SEZGİN TANRIKULU CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ: Bugün 10 Aralık İnsan Hakları

Detaylı

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi 2 de Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi AK Parti İstanbul İl Kadın Kolları nda AK Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya gelmenin mutluluğunu yaşadı. 8 de YIL: 2012 SAYI

Detaylı

Fırat Kalkanı harekatı Başladı

Fırat Kalkanı harekatı Başladı Fırat Kalkanı harekatı Başladı Suriye nin kuzeyine yönelik Fırat Kalkanı harekatı kapsamında tank birlikleri, Suriye sınırından içeri girdi. Cerablus a doğru hareket eden tanklar, IŞİD hedeflerini vuruyor.

Detaylı

Prof. Dr. Şener Üşümezsoy daşı Türk entelijansiyasının ana söylemidir. Bu gruplar birkaç yıl evvel ABD'nin Irak'ı işgali öncesinde savaş söylemlerinin en ateşli taraftarı idiler. II. Körfez Savaşı öncesi

Detaylı

AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni:

AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni: AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni: Temmuz 03, 2008-12:00:00 AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat'ın düzenlediği basın toplantısının tam

Detaylı

Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır. Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural ın durumuna tercüme edelim:

Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır. Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural ın durumuna tercüme edelim: Hemen başlangıçta belirteyim: Bu yazı Mihrac Ural ile ilgilidir. Suni denge ile Mihrac Ural ın ne ilgisi var? diye düşünüyorsanız, okuyunca görürsünüz. Suni dengenin tanımını biliyorsunuz: Halkta potansiyel

Detaylı

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler Dünya üzerindeki birçok İslami kurum, kuruluş ve şahsiyetler Türkiye'de yaşanan darbe girişimi hakkında mesajlar yayımladı. 16.07.2016 / 22:09 15 Temmuz gecesi

Detaylı

Devrim Öncesinde Yemen

Devrim Öncesinde Yemen Yemen Devrimi Devrim Öncesinde Yemen Kuzey de Zeydiliğe mensup Husiler hiçbir zaman Yemen içinde entegre olamaması Yemen bütünlüğü için ciddi bir sorun olmuştur. Buna ilaveten 2009 yılında El-Kaide örgütünün

Detaylı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı Orta Doğu Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı Ali SEMİN BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı 56 Stratejist - Temmuz 2017/2 Orta Doğu da genel olarak yaşanan bölgesel kriz ve

Detaylı

Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu / 11:14

Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu / 11:14 Dünya Basınında OHAL Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu. 21.07.2016 / 11:14 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı 3 ay süreli OHAL kararı dünya

Detaylı

28.12.2012. Yine tehtid ettiler

28.12.2012. Yine tehtid ettiler Yine tehtid ettiler Muhalefeti ve yönetimiyle Türkiye'nin içişlerine müdahale ettiğini söyleyen Irak'tan bir tepki daha geldi. Irak'ta Mukteda Sadr'ın Mehdi Ordusu'ndan kopan Asaib Ehl el Hak grubu, Türk

Detaylı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı Çalışma hayatında barış egemen olmalı Ocak 19, 2012-3:31:16 olduğunu belirtti. olduğunu belirterek, ''Bu bakış açısı çerçevesinde diyalog merkezli çalışmalarımızı özellikle son 7 aydır yoğun bir şekilde

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Nisan 14, 2017-7:12:00 AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, Ankara Sincan ilçesi Lale Meydanı'nda mitinge katılarak vatandaşlara hitap

Detaylı

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri Eflref Ar kan Bildiğiniz gibi Almanya aile birleşiminin gerçekleşmesi konusunda göç yasasında bazı değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikleri eleştirenler ve olumlu görenler bulunmaktadır. Ben göç yasasının

Detaylı

10SORUDA AİLE SİGORTASI

10SORUDA AİLE SİGORTASI 10 SORUDA AİLE SİGORTASI T.C. ANAYASASI MADDE 60: Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar. 1. AİLE SİGORTASI Nedir? Aile Sigortası,

Detaylı

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz. Aşağıda Emek vererek Yazmış olduğumuz yazı ve bilgileri 5 dakika ayırıp okur inceler ve bizden ücretsiz bir örnek kayıt dosyası talep ederseniz. Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim

Detaylı

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 1 Av.Dr. M. SEZGİN TANRIKULU İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ 2015 yılı Ağustos ayından itibaren tekrar başlayan çatışmalar Türkiye tarihinde eşi az görülmüş bir yıkıma, sayısız

Detaylı

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Havacılık sektörüne grev yasağı getiren yasa tasarısı mecliste onaylandı. Hava-İş Sendikası, yasa mecliste görüşülmeye başlanmadan

Detaylı

"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu - Aman ormancı, yaman ormancı Bıraktın bizde derin bir acı - Dua ile bisiklet gider mi?... - Özbek Paşa'dan AKP falı... Ve - Bush'tan "beni kimse sevmiyor" sendromu RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender

Detaylı

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü. Alişan HAYIRLI Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü. Şimdi Müslümanlar ikiye bölünecek... 1-Bu baskını tasvip edenler,

Detaylı

Özet Rapor. Kürt Öz Yönetim Güçleri Tarafından Gerçekleştirilen Tutuklama Sayıları ve Zorla Kaybolma Vakalarındaki Artış. Pazartesi, Şubat 18, 2019

Özet Rapor. Kürt Öz Yönetim Güçleri Tarafından Gerçekleştirilen Tutuklama Sayıları ve Zorla Kaybolma Vakalarındaki Artış. Pazartesi, Şubat 18, 2019 Özet Rapor Kürt Öz Yönetim Güçleri Tarafından Gerçekleştirilen Tutuklama Sayıları ve Zorla Kaybolma Vakalarındaki Artış Pazartesi, Şubat 18, 2019 1 Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) Haziran 2011 de kurulmuş

Detaylı

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz Mescidi Aksa hatibi Şeyh İkrime Sabri, Filistinlilerin Mescidi Aksa daki haklarına bağlı olduklarını, bunun bir karışından bile taviz vermeyeceklerini

Detaylı

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10 Gül, ABD ile hizmet sözleşmesi yapmıştır İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, dün Ankara da bir basın toplantısı düzenledi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ü ABD ile yaptığı gizli anlaşmayı

Detaylı

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Bashar al-assad ın Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ve Bayan Hayrünnisa Gül onuruna verilen Akşam Yemeği nde yapacakları konuşma 15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye

Detaylı

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015 Türkiye Cezasızlık Araştırması Mart 2015 İçerik Araştırma Planı Amaç Yöntem Görüşmecilerin Dağılımı Araştırma Sonuçları Basın ve ifade özgürlüğünü koruyan yasalar Türkiye medyasında sansür / oto-sansür

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Kılıçdaroğlu: İş adamı konuşuyor tehdit, gazeteci konuşuyor tehdit, belediye başkanı konuşuyor tehdit, ne olacak tehditlerin sonu? Tarih : 04.06.2011 -BATMAN MİTİNGİ- Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu,

Detaylı

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI Bodrum İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Özcan ın kurum değişikliği ile Ankara Gölbaşı belediye başkan yardıcılığı görevine

Detaylı

TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK

TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK TürkİYE KADIN DERNEKLERİ FEDERASYONU Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu 1976 Yılında kurulmuş ülke genelinde 50.500 üyesi

Detaylı

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye Nükleer Enerji Santralleri ve Türkiye nin Enerji Politikası Ortak Paydalar Ortadoğu ve Kuzey Afrika da ki rejimlerin

Detaylı

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti Leyla Tavflano lu Çok sıklıkla Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan a gittiğim için olsa gerek beni bu oturuma konuşmacı koydular. Oraların koşullarını

Detaylı

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi 1990 yılında Latin Amerika'nın ada ülkesinde bir grup Müslüman ülkedeki yönetimi ele geçirmek için silahlı darbe girişiminde bulunmuştu.

Detaylı

MADDELER T.C. İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ GENÇLİK MECLİSİ YÖNETMELİĞİ

MADDELER T.C. İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ GENÇLİK MECLİSİ YÖNETMELİĞİ MADDELER T.C. İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ GENÇLİK MECLİSİ YÖNETMELİĞİ AMAÇ Madde 1 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gençlik Meclisi Yönetmeliği nin amacı; gençlerimizin demokratik katılımını sağlayarak

Detaylı

Kerkük, Telafer, Kerkük...

Kerkük, Telafer, Kerkük... Kerkük, Telafer, Kerkük... P R O F. D R. Ü M İ T Ö Z D A Ğ A L A E D D İ N PA R M A K S I Z BAĞIMSIZ TÜRKMENELİ CUMHURİYETİ Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası gerekçelerden vazgeçerek konuyu

Detaylı

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU Sayfası :8. Syf Sayfası :4. Syf Sayfası :6. Syf Sayfası :5. Syf Sayfası :4. Syf Sayfası :6. Syf Sayfası :14. Syf Sayfası :9. Syf Sayfası :9. Syf Sayfası :İnternet Sitesi Karabağlar'da söz yine halkın!

Detaylı

Afganistan'da Afyon Üretimi Dosyası (İnfografik)

Afganistan'da Afyon Üretimi Dosyası (İnfografik) Afganistan'da Afyon Üretimi Dosyası (İnfografik) Uzun yıllar süren iç savaşlar ve dış müdahaleler sonucu istikrarsızlaşan Afganistan, dünya afyon üretiminin yaklaşık olarak yüzde 90'ını karşılıyor. 28.04.2016

Detaylı

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014 Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye ile Kürdistan arasındaki ekonomik ilişkiler son yılların en önemli rakamlarına ulaşmış bulunuyor. Bugünlerde petrol anlaşmaları ön plana

Detaylı

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler Bir cinayetin altı elemanı vardır: Öldürülen kimdir, öldüren kimdir, cinayetin yeri, cinayet günü, nasıl öldürüldü, neden öldürüldü?

Detaylı

Musul Sorunu'na Lozan'da bir çözüm bulunamadı. Bu nedenle Irak sınırının belirlenmesi ileri bir tarihe bırakıldı.

Musul Sorunu'na Lozan'da bir çözüm bulunamadı. Bu nedenle Irak sınırının belirlenmesi ileri bir tarihe bırakıldı. MUSUL SORUNU VE ANKARA ANTLAŞMASI Musul, Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmadan önce Osmanlı Devleti'nin elinde idi. Ancak ateşkesin imzalanmasından dört gün sonra Musul İngilizler tarafından işgal edildi.

Detaylı

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir. SİYASAL PARTİLER Siyasi Parti Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir. Siyasi partileri öteki toplumsal örgütlerden ayıran

Detaylı

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti Ekim 23, 2016-8:39:00 Başbakan Binali Yıldırım, "Peşmerge güçleri Başika kasabasını DEAŞ'tan temizlemek için

Detaylı

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018 Ahval 13/8/2018 Türkiye deki durumdan söz edeceğim, ama konu her ülke için de geçerli. Siyasi kutuplaşma, çok farklı görüşlerin ortaya çıkması olmasa gerek, bu farklı görüşlerin taraflarca tartışılamaz

Detaylı

IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu

IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu Bilgay Duman, ORSAM Ortadoğu Uzmanı Irak ta 7 Mart 2010 seçimlerinin ardından hükümet kurma konusunda siyasi çekişmenin etkileri halen devam

Detaylı

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI!

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI! İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI! Türkiye nin önemli toplumsal ve politik konularının tartışıldığı İstanbul Aydın Üniversitesi

Detaylı

PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele

PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele On5yirmi5.com PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele Prof. Abbas Vali, PKK yönetiminin, aktif olarak barış sürecinde yer almak isteyeceğini söyledi. Yayın Tarihi : 4 Şubat 2013 Pazartesi (oluşturma

Detaylı

Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda

Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda Zeynep Fazlılar Açılım sürecinin, ayrılıkçı Kürtlerin siyasi taleplerinin karşılanamaz olduğunu gösterdiğini belirten Tuğgeneral (E) Nejat Eslen; şiddet riskini

Detaylı

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ KENTSEL DÖNÜŞÜM Öğrencinin adı- soyadı: ERDEM EGE MARAŞLI Proje Danışmanı: MÜGE SİREK Bahçeşehir - İSTANBUL Kentsel Dönüşüm Son günlerde haberlerde gazetelerde çok fazla rastladığımız

Detaylı

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız? Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız? Bu ülkenin de insanı olmanız, gelmiş olduğunuz ülkeyle bağınızın kesilmesi, ona yabancılaşmanız anlamına gelmez. Ama eğer 20-25

Detaylı

Akçakale Sınırından Türkiye ye Sığınmacı Geçişi Gözlem Raporu. (16 Haziran 2015)

Akçakale Sınırından Türkiye ye Sığınmacı Geçişi Gözlem Raporu. (16 Haziran 2015) 17.06.2015 Akçakale Sınırından Türkiye ye Sığınmacı Geçişi Gözlem Raporu (16 Haziran 2015) Necatibey Caddesi No:82 Kat:6 Daire:11/12 Demirtepe/Ankara Tel:+90 (312) 230 35 67-68-69 Fax:+90 (312) 230 17

Detaylı

Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu

Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu GÜNÜN MANŞETLERİ 23 Temmuz 2016 Cumartesi 11:52 Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu FETÖ darbe girişimi olaylarında darbecilerin hedefinde UIC Yönetim

Detaylı

Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir.

Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir. Sayın Yargıç, Ben bir yazarım. Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir. Siyasilerin, savcıların, yargıçların günün koşullarına göre değişip duran arzularına uyarak düşüncelerimi,

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Yakın Doğu Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi ne aittir. Bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan

Detaylı

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ Hazırlayanlar: Habib Hürmüzlü, ORSAM Danışmanı / Bilgay Duman, ORSAM Ortadoğu Uzmanı -HAZİRAN 2011- Sayı: 2 1 Haziran: Irak Türkmen Cephesi nin Kerkük İl Başkanlığı

Detaylı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı Cumhuriyet Halk Partisi Bodrum İlçe Örgütü Yalıkavak Mahalle Temsilciliği tarafından geniş katılımlı birlik ve dayanışma

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Cumhuriyet Halk Partisi AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy Türkiye de temaslarına CHP Lideri Kılıçdaroğlu ile görüşerek başladı. Görüşmeye katılan Loğoğlu açıklamalarda bulundu ve soruları yanıtladı.

Detaylı

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU Sayfası :4. Syf Sayfası :4. Syf Sayfası :4. Syf Sayfası :8. Syf Sayfası :10. Syf Sayfası :1-8. Syf Sayfası :4. Syf Sayfası :İnternet Sitesi Karabağlar Meclisi Sivas şehitlerin unutmadı Karabağlar Belediye

Detaylı

Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!..

Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!.. Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!.. Bu bir yerel seçim değil, bir kader seçimi! AKP iktidara geldiğinden bu yana son 11 yılda biri Irak ta, diğeri Suriye de olmak üzere iki Kürdistan kuruldu. Bu yerel

Detaylı

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR BALIKESİR - 30.09.2014 HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR Balıkesir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Gündoğdu, Ankara ve Hatay Tabip odaları üyelerinin Gezi Parkı olayları sürecinde hukuka aykırı

Detaylı

"Obama'nın Suriye politikası utanç verici"

Obama'nın Suriye politikası utanç verici "Obama'nın Suriye politikası utanç verici" John Nixon, CIA da geçirdiği yıllar boyunca Irak ın devrik lideri Saddam Hüseyin üzerine çalıştı. 11.01.2017 / 10:29 Irak ın işgalinin ardından Saddam 2003 te

Detaylı

2011 KADIN İSTATİSTİKLERİ

2011 KADIN İSTATİSTİKLERİ 2011 İSTATİSTİKLERİ PARLAMENTO SEÇİM YILI PARLAMENTODAKİ MİLLETVEKİLİ MİLLETVEKİLİ İÇİNDEKİ PAY ( ) 1935 395 18 4.6 1943 435 16 3.7 1950 487 3 0.6 1957 610 8 1.3 1965 450 8 1.8 1973 450 6 1.3 1991 450

Detaylı

TÜRKİYE NİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ

TÜRKİYE NİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ TÜRKİYE NİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ Türk-İş Dergisi, Ekim-Kasım 2000 Genel Başkan Danışmanı Avrupa Birliği nin kasım ayı içinde yayınlanan iki belgesi, Avrupa Birliği nin Türkiye yi üyeliğe almak

Detaylı

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB Danýþma Kurulu 38. Dönem 2. Toplantýsý 16 Nisan 2005'te Ankara'da TMMOB çalýþmalarý üzerine bilgilendirme ve TMMOB çalýþmalarýnýn deðerlendirilmesi gündemi

Detaylı

YAŞ ta bedelliye olumlu bakıldı

YAŞ ta bedelliye olumlu bakıldı YAŞ ta bedelliye olumlu bakıldı Aralık 05, 2014-3:06:00 Başbakan Davutoğlu, bedelli askerlik konusunun Yüksek Askeri Şura'da (YAŞ) görüşüldüğünü ve olumlu kanaatlerin ifade edildiğini söyledi. Başbakan

Detaylı

Kuzey Irak'a harekat

Kuzey Irak'a harekat Kuzey Irak'a harekat Asker terörü engellemek için yeniden Irak'a girdi. Irak'ın kuzeyinde istihbarat uçuçu yapan insansız uçaklar bugün hareketli PKK gruplarını tespit etti. Türk Silahlı Kuvvetleri Zap

Detaylı

SEDAŞ lı çalışanlardan Afrin deki askerlere destek mesajı

SEDAŞ lı çalışanlardan Afrin deki askerlere destek mesajı SEDAŞ lı çalışanlardan Afrin deki askerlere destek mesajı Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü'ne bağlı gençlik merkezlerinde gönüllü gençlerin Zeytin Dalı Harekatı'na katılan Mehmetçiğe moral vermek

Detaylı

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI

MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI Tosun: Yaptıklarımız Yapacaklarımızın Teminatıdır Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Yarımada nın ikinci büyük beldesi olan Turgutreis te seçim iletişim merkezini

Detaylı

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi. ANKET SONUÇLARI Anket -1 Lise Öğrencileri anketi. Bu anket, çoğunluğu Ankara Kemal Yurtbilir İşitme Engelliler Meslek Lisesi öğrencisi olmak üzere toplam 130 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya

Detaylı

SARACAĞIZ YARALARIMIZI

SARACAĞIZ YARALARIMIZI BİRBİRİMİZLE KONUŞARAK, DİNLEYEREK, SARACAĞIZ YARALARIMIZI 1 Tek adam rejimi kurulacak, tek adam herşey olacak, devletin tümüne hükmedecek. Bir kişi Başkan seçilecek ve o kişi hem hükümet, hem Meclis,

Detaylı

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı İş ve aş için, Demokrasi ve özgürlük için, barış sürecinin ilerlemesi için, 7 Haziran seçimlerinde HDP yi desteklemek için, Haydin

Detaylı

Mehmet Teber m.teber@yahoo.com

Mehmet Teber m.teber@yahoo.com Tutarlı olmak için hepimiz bilinçli ya da bilinçsiz bir çaba gösteriyoruz. Bir davranışımızın diğer davranışımızla, bir sözümüzün diğer bir sözümüzle çelişmemesi için dikkat ediyoruz. Tutarlı olmak, biz

Detaylı

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60 ÖZET: Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı nın (BAKA) yeni Genel Sekreteri Mehmet Sırrı Özen, görevine geçen ay başladı. Özen; ilk olarak ekip arkadaşlarım diye hitap ettiği BAKA nın personeliyle toplantı yaptı,

Detaylı

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ Cumhuriyet Halk Partisi 25.Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Adayı Efsane Başkan Kamil Dalkara memleketi Pazarcık ta Gövde gösteri yaptı. CHP Kahramanmaraş Milletvekili

Detaylı

'Bende dağa çıkmadım'

'Bende dağa çıkmadım' 'Bende dağa çıkmadım' Milletvekili Pervin Buldan'ın yaşadıklarından yola çıkarak açıklamarda bulunan ve 'bende olsa dağa çıkardım' diyen Başbakan Yarsımcısı Bülent Arıç Başbakan recep Tayyip Erdoğan'ın

Detaylı

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane Dünyada yaşanan ekonomik kriz liderlik stillerinde de değişikliğe yol açtı. Hay Group'un liderlik stilleri üzerine yaptığı araştırmaya göre, özellikle

Detaylı

ACR Group. NEDEN? neden?

ACR Group. NEDEN? neden? ACR Group NEDEN? neden? CİNSİYET YÜZDE % Kadın Erkek 46,8 53,2 YAŞ - - - - - - 18-25 26-35 20,1 27,6 36-45 46-60 29,4 15,2 60+ 7,7 I. AMAÇ Bu çalışmanın amacı, aylık periyotlar halinde düzenlediğimiz,

Detaylı

İsrailli casus Eli Cohen'in saati, Suriye'de idam edilmesinden yarım asır sonra ülkesine nasıl geri döndü?

İsrailli casus Eli Cohen'in saati, Suriye'de idam edilmesinden yarım asır sonra ülkesine nasıl geri döndü? İsrailli casus Eli Cohen'in saati, Suriye'de idam edilmesinden yarım asır sonra ülkesine nasıl geri döndü? İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, 1965'te Suriye'de idam edilen ünlü casus Eli Cohen'in kol

Detaylı

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA 2016-2017 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ün 1928 yılında Ankara

Detaylı

İktidarıyla, muhalefetiyle bütün Belediye Meclis Üyesi arkadaşlarımın da aynı bilinçle görev yaptığına inanıyorum.

İktidarıyla, muhalefetiyle bütün Belediye Meclis Üyesi arkadaşlarımın da aynı bilinçle görev yaptığına inanıyorum. Belediye Meclisimizin Değerli Üyeleri Bandırmalıların güveni ve desteği ile göreve gelen bu yüce meclis, halkımıza ve bu güzel kente hizmet yolunda bir yılı geride bıraktı. Geçen bir yıllık sürede, kentimizin

Detaylı

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları, Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları, Ankara Forumunun beşinci toplantısını yaptığımız için çok mutluyum. Toplantıya ev sahipliği

Detaylı

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ Kendinizden biraz bahseder misiniz? -1969 yılında Elazığ'da dünyaya geldim. İlk orta ve liseyi orada okudum. Daha sonra üniversiteyi Van 100.yıl Üniversitesi'nde okudum. Liseyi

Detaylı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu Ağustos 21, 2017-1:53:00 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi'nde

Detaylı

Mağdur olmayın!...

Mağdur olmayın!... Mavi Çarşı kararı Mavi Çarşı davasında karar... Mahkeme çarşı sahibini mahkemeye veren kişiye, Zararın ilgilinin kişisel kusurundan kaynaklanması durumunda idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemeyeceğini

Detaylı