Aydınlık. Zaman: Evrenin toz bezi. Seyyidhan Kömürcü nün şiirleri: Dünya Lekesi. Ufuk Söylemez den Vicdanlı Kapitalizm Yoktur. Üç Maymun ve Söyleşiler

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Aydınlık. Zaman: Evrenin toz bezi. Seyyidhan Kömürcü nün şiirleri: Dünya Lekesi. Ufuk Söylemez den Vicdanlı Kapitalizm Yoktur. Üç Maymun ve Söyleşiler"

Transkript

1 Aydınlık. KITA PAydınlık BU SAYIDA 33 KİTAP TANITILIYOR Toplam: Nisan 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 9 Gazetesi nin ücretsiz ekidir Zaman: Evrenin toz bezi Seyyidhan Kömürcü nün şiirleri: Dünya Lekesi Ufuk Söylemez den Vicdanlı Kapitalizm Yoktur Üç Maymun ve Söyleşiler Rüzgârı Dizginleyen Çocuk

2

3 İÇİNDEKİLER Aydınlık KİTAP 27 N SAN 2012 CUMA 3 SUNU Haftanın Portresi: Ignazio Silone s. 4 İşler ve Günler ile Tanrıların Doğuşu s. 4 Seyyidhan Kömürcü nün şiirleri: Dünya Lekesi s. 6 Giriş, giriş ve giriş Zaman: Evrenin toz bezi s. 7 s. 5 Zizek, Badiou ve çarpıltılmış gerçekliğe Yamuk Bakmak s. 8 Babil Balığı s. 9 Ufuk Söylemez den Vicdanlı Kapitalizm Yoktur s. 10 Nazım Hikmet ile Aşık Veysel i buluşturan köprü s. 11 KAPAK: Hikmet Temel Akarsu dan yeni ve farklı bir roman: Konstantinopolis Kapılarında s Seyyit Nezir: Arakablo s. 17 İşçi sınıfı partisine çağrının kitabı s. 16 Üç Maymun ve Söyleşiler s. 17 Karanlığın Yüreği nden Kıyamet e s. 17 Yeni Çıkanlar s Çocuklar için s. 20 Sahaf ve Anadolu dan Kitabevi s. 21 Alıntı test ve Bulmaca s. 22 Yeterli bir hayat dersi! 23 Nisan n 92. y ldönümünü, ehir Tiyatrolar na, tiyatroya, sanata indirilen yeni bir darbeyle kutlad m z söylenebilir. Sanata tükürülen, heykellerin bizzat ba bakan n a z ndan ucube ilan edildi i, yaz lmam kitaplar n yasakland, cezaevindeki yazar ve gazeteci say s n n rekor k rd bir hükümet döneminde, tiyatroya yönelik bu darbe, pek a rt c de il asl nda. Bir süredir sinema sanat na dair ehlile tirme ça r lar n n yüksek sesle dile getirildi i, muhafazakâr sanat anlay n n hakim k l nmak istendi i dü ünülürse, ku atman n tiyatroyu da kapsamas kaç n lmazd. skender Pala n n seyretmemi oldu u Günlük Müstehcen S rlar adl oyunu edepsiz ve müstehcen ilan etmesi ve yeterli hayat dersi vermiyor demesinin, üstüne bir de Muhafazakâr n Sanat Manifestosu nu aç klamas n n ard ndan Türkiye Yazarlar Birli i de ayn do rultuda bir bildiri yay mlay nca, ehir Tiyatrolar n n belediye bürokratlar n n iki duda aras na b rak lan kaderi de çizilmi oldu. Sald r n n, kitaplara, yay nevlerine, yazarlara do ru artarak sürece ini söylemek, ne kehanet olacakt r, ne de karamsarl k... Yaln zca, yeterli bir hayat dersi veriliyor dersek, gerçe i dile getirmi oluruz! *** air-yazar Güngör Gençay yitirdi imizi, dergimiz bas ma haz rlan rken haber ald k. ki ayd r Taksim lkyard m Hastanesi nde tedavi gören 78 ya ndaki Gençay, 23 Nisan da Türkiye Yazarlar Sendikas nda yap lan törenin ard ndan Feriköy Mezarl nda topra a verildi. Emek Partisi kurucular ndan olan stanbul do umlu Gençay, Matbaac l k Okulu nu bitirdikten sonra, aras nda bir bankada müdür yard mc l görevlerinde bulunmu, emeklili inden sonra da Gerçek Sanat Yay nlar n kurup yönetmi ti. Sabah R ht m (1965), Bal klar Ovas (1967), O ul (1967), Dövülü Yürek (1968), Vurgunsuz Sabahlara Uyanmak (1988), Barut Yüklü Y ld zlar (1988), Annem Beni Yeti tirdi (1989), K saca-lar (1990), A malar (1995), Denize Akan Yang n (1995), Ya am Umuda Uyarl (2000) adl iir kitaplar ; Dü üncenin Muslu undan (1997), Ku at lm Günler (1998) adl deneme yap tlar ve Askercilik ba l kl bir an -öykü kitab bulunan Gençay, çe itli antolojilere de imza atm t. Yak nlar na ve okurlar na ba sa l diliyoruz... Özdemir İnce 1) ÖneriYorum Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Büyük Devletler ve Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. (Kitap için söylenecek her şey adında özetleniyor). 2) 3) Domenico Losurdo, Köktendincilik Nedir?, Yordam Kitap (Okumak için adı yeterli.) Henri Pena-Ruiz, Laiklik Nedir?, Gendaş Kültür. (Kitabı kitapçılarda, sahaflarda arayın. Bulamazsanız, kimde varsa ödünç alın ve mutlaka okuyun.) Fransızca bilenler için kitabın adını yazıyorum: Qu est-ce que la laïcité?, Folio/Gallimard 4) 5) Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları. (Anayasa tartışmalarında kül yutmamak için) Prof. Dr. Oktay Uygun, Federal Devlet, XII Levha Yayınları. (Özerklik, Federal Devlet, Bölünme konularında kül yutmamak için). Aydınlık. KITA P Aydınlık Gazetesi nin ücretsiz ekidir Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu Sayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmeni: Serhan Bolluk Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: / / Faks: kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat Bağcılar / İstanbul Tel:

4 4 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP HAFTANIN PORTRES Ignazio Silone ( ) 14 yaşındayken tüm ailesini bir deprem sonucu kaybeden Silone, Cizvitler tarafından eğitildikten sonra 1921 de İtalya Komünist Partisi nin kurucuları arasında yer aldı Asıl adı Scondo Tranquilli olan sosyalist-gerçekçi İtalyan yazar Ignazio Silone (1 Mayıs Ağustos 1978) Mussolini dönemi İtalyası nda özellikle güneyli yoksul köylülerin yaşamını anlatan romanlarıyla ülkemizde de iyi tanınır. 14 yaşındayken tüm ailesini bir deprem sonucu kaybeden Silone, Cizvitler tarafından eğitildikten sonra 1921 de İtalya Komünist Partisi nin kurucuları arasında yer aldı. Faşizme karşı aktif mücadelesi sonucu ülkesinden ayrılmak zorunda kalan Silone, Moskova ya gitti ve 1930 da partiden çıkarılana kadar SSCB de kaldı. Daha sonra İsviçre ye yerleşen yazar, 1945 te İtalya ya döndü ve sosyalist Avanti dergisinin yöneticiliğini üstlendi, Sosyal Demokrat Parti den milletvekili seçildi. Abruzzo bölgesinin kurak coğrafyası, köylülerin batıl inançları ve faşist polisin baskıları, Silone nin sıkça kullandığı temalardır. Ekmek ve Şarap ile Fontamara adlı yapıtları dilimize çevrilmiş olan yazarın 1930 da yazdığı Fontamara, Sabahattin Ali tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. Can Yücel, Fontamara yla ilgili olarak şöyle demişti: 1920 sonlarından başlayarak Nâzım başta olmak üzere Türk sosyalistleri irili, ufaklı dergilerde, yaprakçalarda ve en kahramancası Tan gazetesinde Faşizm denen mereti kalemleriyle neşterlemişlerdir. Ama bunların içinde bir tanesi 1943 gençliğini temelden sarsmıştır. O da Sabahattin Ali çevirisiyle Akba Kitapevinden çıkan Fontamara romanı. Bizim de o zaman yoksul bir köylü ülkesi olduğumuz için midir nedir, Faşizmi Apeninlerin yoksulun yoksulu köylüleri gözüyle görmek gözlerimizi büsbütün açmıştır... Ignazio Silone, Sabahattin Bey in de belirttiği gibi içinden yetiştiği yöre halkının çilesini baştacı etmiş, o uğurda sürgünlere katlanmış bir yazardır. Bundan sonraki işleri nedense sulanmağa başlamış ve sonunda André Gide, Spender, Koestler gibi yazarlarla Komünist aleyhtarları kafilesine katılmıştır. Faşizmi bizlere sergilemek için Sabahattin Bey in cıvıl cıvıl gözleriyle, sekmez sezgisiyle seçtiği bu kitap, zaten mütegallibe sultası altında inleyen bir köylülüğün Faşizmden de nasibini alınca nasıl direnç bilincini devşirdiğini anlatır... Ignazio Silone yi 112. doğum gününde saygıyla anıyoruz. LER VE GÜNLER LE TANRILARIN DO U U Ölümlülere yararlı kavga budur! NURİYE BİLİCİ Homeros tan sonra Hellen şiirinin ikinci büyük şairi sayılan Hesiodos, Askra (bugünkü Yunanistan) da doğmuş, MÖ 700 lü yıllarda yaşamıştır. Yaşamı hakkında çok fazla bilgi yoktur ancak, eserlerinin bazı bölümlerinden kendisi hakkında bazı bilgiler edinilebilmektedir. Hellen literatüründe yer alan ilk belirgin kişilik olarak kabul edilmektedir. Hesiodos un iki büyük eseri olan Tanrıların Doğuşu ile İşler ve Günler aynı kitapta toplanarak, Furkan Akderin in eski Yunancadan yaptığı çeviriyle Say Yayınları tarafından yayınlandı. İşler ve Günler de (Erga kai Hemeria) yer alan çiftçilik, denizcilik, ticaret ya da ev işleri gibi konular sayesinde Arkaik çağdaki yaşam hakkında bilgiler edinebiliyoruz. Örneğin; Birisi çift sürüp, ekin biçer Diğeri evini toplayıp zenginleşirken, Boşu boşuna beklenir mi? Sen de komşuna benzemek istersin, işte ölümlülere yararlı kavga budur. Çanakçı çanakçıyı, ağaççı ağaççıyı kıskanır. KAYETNAME Hesiodos eser boyunca kardeşi Perses e öğütler verirken oldukça karamsar bir tablo çizmektedir. Yazdıkları öğütten çok zamanın olaylarından ya da insanlarından, yaptıklarından ya da yapmadıklarından şikâyetname gibidir. Ona göre utanma ve adalet barınacak yer bulamamış, Olimpos a kalkmıştır. Eskiden her şey daha iyiyken giderek bozulmuştur. Bu eserde Hesiodos ayrıca ölümlüleri beş soya ayırmaktadır. Birinci soy olan altın soy tıpkı tanrılar gibi yaşam sürmüşlerdir; Kronos göklerin hakimiyken ölümlüler altından yaratıldı. İnsanların hiçbir sıkıntıları yoktu, aynı tanrılar gibi. Acıları, dertleri yoktu, uğursuz yaşlılık da gelmiyordu. İkinci soy olan gümüş soy insanları birinciye göre daha akılsız ve zayıftır. Aralarında anlaşmazlıklar, sürtüşmeler olmakta, ölünce ruhları da kendileriyle birlikte kaybolmaktadır. Tunç soyu kavgacı ve problemlidir. Dördüncü sıradaki Tanrısal kahramanlar soyu, Homeros un şiirlerine de konu olan insanlardan oluşmaktadır. Beşinci soy ise Hesiodos un kendisini de dahil ettiği demir soyu dur. Bu soy, soyların en kötüsüdür. Keşke daha önce doğsaydım ya da bu soydan gelmeseydim der; Beşinci soy demir soyudur. Gündüzleri çalışır, geceleri üzülürler. Tanrıların verdikleri sıkıntılarla karışık bir şekilde Birkaç ufak tefek zevk tadabilirler. Tanrıların Doğuşu nda (Theogonia) Homeros tan bildiğimiz son derece kalabalık olan tanrılar dünyasını düzenlemeye çabalamaktadır. Hesiodos un bu çabasında özgür düşünceli bir düşünür olduğunu söylemek zordur; Zeus un kızları hangi krala önem verirse, doğum Sırasında hangi krala bakarlarsa İşte kralın diline sabah yağan çiğler dökülür. Söylediği şey büyük değer kazanır. Tüm insanların bakışları onun üzerinde olur, Doğru ve adil kararlar alırsa Doğru sözleriyle büyük mücadeleleri sonlandırır. Bir kralın akıllı olduğunu buradan anlarız. İnsanlar haksızlığa uğradılarsa onları sakinleştirir. Bunun için güzel sözler söyler. NSANLAR VE EYLEMLER Tanrı nın kutsamasını çalışkanlık ve üretkenliğe bağlamış, bu inançla yaşamıştır. Ahlakçıdır. Zeus un iradesi altında insan ve hayvanların farklı kanunlara tabi olduğunu, insanlara adaletin, hayvanlara gücün hükmettiğini söyler. İnsanlara hakikati söyleme ve onları ahlaki bakımdan geliştirme çabalarına rağmen, geleneksel fikirlerin etkisinden kurtulduğu söylenemez. Eserde, ne topluma muhalefet ne de onun sınırlarından kurtulma çabasına rastlanmaz. Hem İşler ve Günler de hem de Tanrıların Doğuşu nda din sayılamayacak, ancak dünya görüşü olabilecek fikirlerini; Homeros un eserlerinden büyük farklılıklar taşıyan bu kitaplarında kahramalık, yiğitlik, savaşçı olma gibi unsurlar geri planda kaldığını, işlerin zamanında ve tanrıların iradesi altında doğru olarak yapılması gibi düşüncelerin öne çıktığını görmekteyiz. Kısacası insanlar ve eylemler ön planda yer almaktadır. Yakından tanıdığımız Homeros tan başka, hem de önemli bir Hellen şairini tanımak, yazdığı şiirleri iyi bir çeviriden ve güzel bir Türkçeden okumak, antik dönem yaşayışını gözlemlemek için iyi bir fırsat İşler ve Günler/Tanrıların Doğuşu. (İşler ve Günler-Tanrıların Doğuşu, Hesiodos, Say Yay., Çev. Furkan Akderin, 126 s.)

5 Aydınlık KİTAP Zaman: Evrenin toz bezi MURAT HATUNOĞLU Geçenlerde internette gezinirken The Scale of the Universe 2 adlı bir programa rastladım. Türkçesi evrenin ölçeği anlamına gelen bu program, bilgisayar faresi yardımıyla kullanılıyor, farenin kaydıracı aracılığıyla, evrende yer alan bazı varlıkların büyüklüklerini kıyaslamaya olanak tanıyordu. Kaydıraç ileri doğru itildikçe cisimler küçülüyor, geriye çekildikçe ise büyüyordu. Ben önce küçüklerin dünyasına girmeyi seçtim ve başladım onları izlemeye. İnsan, dodo kuşu, deniz topu, bıldırcın yumurtası, saç kılı derken, birden çıplak gözle görülemeyecek varlıkları görmeye başladım; bakteriler, virüsler, atomlar... Git git bitmeyen bu küçüklük, sonunda Kuantum Köpüğü nü ve meşhur Sicim Teorisi nin sicimini görene kadar devam etti. Tahayyül edebileceğimin çok ötesindeki küçüklükleri görüp zihnimin verdiği imkân dahilinde- kıyaslamalar yapmanın tattırdığı merakın lezzeti, beni büyük cisimleri görmeye, elimi kaydıraçta geri vitese takmaya itti. İnsan, fil, dinozor, Boeing 747, peyk, Merkür, Dünya, Güneş, yıldızlar, gök adalar derken uzunca bir yolculuktan sonra tahmin edilen en büyük alana ulaştım ve düşünmeye başladım. Bilincimizden ne kadar bağımsız bir büyüklükte olduğumuzu, kâinatta neredeyse hiç kadar bir zamanda var olacak olan, hiç büyüklüğünde birer âlem olduğumuzu fark ettim. Kıyasın kafamda şişirdiği kocaman düşünce bulutu biraz aralanınca internette gezinmeye -belki de bir anlamda aranmaya- devam ettim ve merakımı tozutacak bir kitaba rastladım: Tozun Gizli Hayatı - Evrenden Mutfak Tezgâhına Küçük Şeylerin Büyük Sonuçları. TÜBİTAK ın popüler bilim kitaplığının yeni üyesi olan bu kitap, hâlihazırda karmaşık olan düşünce bulutumu tozdan dumandan ferman okunmaz hâle getirdi. Neden mi? Çünkü bana en büyüğü bir kıl kalınlığının üçte ikisi kadar olan toz tanelerinin neredeyse her yerde ve tahmin edemediğimiz ölçülerde -sadece benim değil hiçbir bilim insanının da tahmin edemediği ölçülerde- olduğunu, bu minik devletin iklimleri ve yaşamı yönettiğini gösterdi. Mesela, her sene bitkilerin rüzgârda savurduğu organik toz yaklaşık bir milyar ton kadarmış. Bir milyar ton! Hepsini vagonlara doldursak, ekvatorun çevresini altı kez dolanacak uzunlukta bir tren eder. Bu tozlar, cansız tozlar, hatta değersiz sanılan çöl tozları olmasa ne şimdiki iklimler var olabilir, ne de kuşlar ötebilirmiş; zira canlılar yaşamlarını sürdüremezmiş. Ve toz can verdiği gibi can almasını da bilirmiş meğer. Yetmiş beş milyon yıl evvel dinozorları öldüren tozlar, bugün de yüz binlerce cana mal oluyormuş teker teker. Mesela Amerika Birleşik Devletleri nde her yıl altmış bin kişinin çeşitli tozlar yüzünden can verdiği biliniyormuş. Bir de katili bilinmeyen, eceliyle öldüğü, hastalık kurbanı olduğu ya da uyduruk ölüm sebeplerinden yok olduğu sanılanlar var. Katil demişken, en önemli katillerden birinin sanayi tozları olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Hele ki az önce andığımız ülkeden dünyaya yayılan sanayi tozları ve onların akranları hem doğrudan öldürüyor insanları hem de dolaylı. Öldürmese de süründürüyor, hem gerçekten hem mecazen. Ölümden söz açmışken, kitaba göre, hem bizim ölümümüzün hem de Güneş in ölümünün bizi toz olmaktan kurtaramayacağını da unutmayalım. Yaşarken de sürekli vücudundan ve giyeceklerinden toz döktüğü için bir tür toz halesiyle gezen bizler, ölünce ufalanmaya devam edeceğiz, mumyalanmış olsak bile. İşin garibi, Güneş söndüğünde Dünya yı da kendine katıp o da toz olacak ve siyah bir havai fişek gibi evrene yayılacak. Söz konusu olan toz olunca, konu çok dağılıyor, zira tozlar neredeyse her yere dağılıyor. Konu daha fazla dağılmadan, seher yeli bizleri dağıtmadan, toparlanmalı kafalar. Ve teşekkür etmeli, düşünürken Sabahattin Ali yi: Döndüm daldan kopan kuru yaprağa Seher yeli dağıt beni, kır beni Götür tozlarımı buradan uzağa Yârin çıplak ayağına sür beni. (Tozun Gizli Hayatı Hannah Holmes Tübitak Yay. Çev. Ebru Kılıç 337 s.)

6 6 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP SEYY DHAN KÖMÜRCÜ NÜN RLER : DÜNYA LEKES Şair, yel değirmenlerine karşı 80 sonrası olarak nitelendirilen son otuz yıllık şiir serüveninde, şairler şiirlerini çoklukla kelimeye dayandırmaktadırlar. Alışıldık kelimeler ve o kelimelerin yarattığı imgelerle, çağa ayak uyduramayacağını düşünen şair, neredeyse kelime kazıcısına dönüşmüş; içten içe anlaşılmaz şiir iyi şiirdir yargısını zihnine nakşetmiştir DAĞHAN SÖNMEZ Yalnızca çekingen insanların susmaktan korktukları ve nasıl yanıtlayacaklarını bilemedikleri sorularla karşılaştıklarında, kendilerini gülünç duruma düşüren karmaşık cümlelere sarıldıkları bilinir. Milan Kundera, Yavaşlık adlı romanında, eylemsizlik olarak kabul gören susma halinin, kimi zaman konuşmaktan daha gürültülü bir eylem olduğunu bu cümlelerle anlatır. Ahmet Hamdi Tanpınar ise Edebiyat Dersleri kitabında, şiir susmaktır! diyecektir. Geniş caddelerin kocaman sesleri olur. Kelimeler kalabalıktır, dağınıktır. Yürürken devrik bir cümle geçer yanınızdan, bir küfür ısırır kulağınızı. İnsanlar kelimelerdir aslında, geniş caddelerde. Şairlerse, uzun susuşların sahibi Tıpkı Kundera nın kulağımıza fısıldadığı gibi, söylemle ilintisi olan susuşların Bir şairin mürekkebinden damlayan şu dize, sanırım bu sırrı ele veriyor: Suskunluğumda yürüyor, kelimelerimin orduları DO MADAN YARALANAN A RLER Şairi ayrıksı kılan, şiirin susmaya yakın; olanca az kelimeyle, birden çok anlam katmanına sızan muhtevasının yanı sıra, şairin münzevi ruh halidir. Her şair, yarasıyla doğar. Hatta doğmadan yaralanan şairler vardır! Kalabalıkların kıyısı, bundan dolayı yazgıdır belki de. Gel gelelim şairin yalnızlığı, çağın bireyci ve hedonist tutumundan çok uzaktadır. Onunki bir tercihtir. Bir nevi Don Kişotluk! Postmodernizmin, anı yaşa kültüyle evlerin odalarına girdiği yaşam iklimimizde; modernitenin beşeriyete sunduğu aklın yerini arzular almış, her türlü tüketim; hayati döngünün bir parçası olmuştur. Görselliğin doruklara ulaştığı, internet ve muadili teknoloji ürünlerinin deyim yerindeyse insanı tutsaklaştırdığı çağda, insanlığın varoluşu kadar eski bir gelenek olan şiir ve onun şairi, reddetmeye ve tüketmeye dayalı bu yaşam biçiminin karşısına arkaik yazıtlar gibi dikilmektedir. Duyguları, anlamı, estetiği dolayısıyla medeniyetin tüm birikimlerini önceleyen şiir; size de Don Kişot un tahta mızrağını çağrıştırmıyor mu? Dünya Lekesi, Kömürcü nün 2004 y l nda Varl k Yay nlar taraf ndan yay mlanan Hasar Ayini nden sonraki ikinci kitab. Kitab n giri indeki cümle dikkat çekici: bu kitap okuyan n HUZUR KAÇIRAN R Seyyidhan Kömürcü, Dünya Lekesi isimli şiir kitabının bir dizesinde, dünya dünya / yalvarırım artık bir gün beni uyandırma diyerek, sanki bu güruha dahil olmak istemediğini ilan ediyor. Dünya Lekesi adı da oldukça manidar. Bir algılayış biçimini özetliyor, zaten dünyaya masalını düşmeye gelirmiş insan diyen bir şairin algısını Kent karmaşasından uzak, dingin bir sesi var ozanın. Şu dize de ozana ait: huzurunu kaç rs n diyedir. iki kişiysek neden üç ağız tadımız var. Dünya Lekesi, Kömürcü nün 2004 yılında Varlık Yayınları tarafından yayımlanan Hasar Ayini nden sonraki ikinci kitabı. Kitabın girişindeki cümle dikkat çekici: bu kitap okuyanın huzurunu kaçırsın diyedir. Melih Cevdet in Rahatı Kaçan Ağaç şiirini çağrıştırsa da, çok daha farklı bir ruhun mahsulü bu cümle. Naif, kırılgan buna karşın uyarıcı / dönüştüren bir altyapısı var şiirlerin. Kömürcü, düşünsel derinliği olan; irdelenmesi gereken bir metnin yazarı Başka hayal girmeyince aşkın girmediği evlere / kapının sesine inanmak feci, Esna adlı şiirinden belleğimize düşen iki mısra KEL ME KAZICISI 80 sonrası olarak nitelendirilen son otuz yıllık şiir serüveninde, şairler şiirlerini çoklukla kelimeye dayandırmaktadırlar. Alışıldık kelimeler ve o kelimelerin yarattığı imgelerle, çağa ayak uyduramayacağını düşünen şair, neredeyse kelime kazıcısına dönüşmüş; içten içe anlaşılmaz şiir iyi şiirdir yargısını zihnine nakşetmiştir. Attila İlhan, Hangi Edebiyat ta şunları söyler: Çoğumuz şiiri bir kelime işi Dünya Lekesi Naif, k r lgan buna kar n uyar c / dönü türen bir altyap s var iirlerin. Kömürcü, dü ünsel derinli i olan; irdelenmesi gereken bir metnin yazar sonra madem insan kal adında bir beladır insan dalgın bir belgedir kendisiyle hayat arasında neden eve dönmekten ibarettir hayat neden bazen simsiyah bir doğruyla denilir devletin ve Allah ın en iyi fikridir kış bütün evlerin en mükemmel hatasıdır baba sanır. En uygun kelimeleri seçmesini, en elverişli mısraları kurmasını bileceksin! Mısra bir kelime katarı olduğuna göre, temel birim olan kelimeyi usturuplu seçtin mi, mesele yok, önce mısraların, giderek şiirin kurtuldu demektir. Kelimeye ağırlık veren şiir anlayışı, kökeninde biçimseldir ya, bu elbette biçimsel olmayan şiir anlayışı kelimeyi önemsemeyecek demek değildir. Galiba bütün iş kelimeyi ele alıp değerlendirişimizde düğümleniyor. Biçimci tutumda kelime bağımsız bir bütündür, kendi başına var olur, şiirsel değeri yarı yarıya ses yapısında, yarı yarıya anlam yapısındadır, çağrışım yükü önemini pekiştirir. Şairin biri tutar tek kelimeyi, ya da tek tek bağımsız kelimeleri, yan yana getirir, bundan bir mısra örgüsü çıkardığını sanır, ortaya belki mozaiğe benzer bir süs de çıkarır. Bu süs, adından da belli, gerçekte şiirsel olmaktan çok, dekoratiftir. ( sayfa, 366 ) A R N DERD Şiirin kelimeye dayandırılması konusunda, referans genelde Cemal Süreya ve onun maruf şiir geldi kelimeye dayandı sözü olmuştur. Ancak Özdemir İnce, Tabula Rasa da konuyu şöyle aydınlatacaktır: Cemal Süreya, şiir geldi kelimeye dayandı dedi, ama şiirin dil örtüsünü hiçbir zaman sözcüğe indirgemedi. Cemal düzyazılarında çoğu zaman aforizma formunda söylediği tanımlamaları açıklamak gereği duymazdı, çünkü düzyazılarında da şairdi. Söylediği cümlenin anlamını (şiir geldi kelimeye dayandı) genç şairler onun gibi düşünmedikleri için, genç ağızlarda sakızlaşan bu tanımlama şiirimizin başına çok işler açtı. (sayfa, 167) Seyyidhan Kömürcü, iyi duygularla iyi şiir yazılmaz; şairin derdi olmalıdır diyen; belki de Aragon un Mutlu Aşk Yoktur şiirine atıfta bulunarak, mutlu edebiyat yoktur diye de ekleyen bir ozan. Kömürcü nün, yukarıda değindiğimiz şiirin kelime / imge, anlam / biçim dengesinde ne ölçüde konumlanacağını şimdiden kestirmek zor olacaktır. Ancak Dünya Lekesi, bilhassa dedim belki de bir yere üzgün üzgün bakmaktır dünya bölümündeki şiirleriyle, anlamı önceleyen, mısrayı duyumsanması güç kutsal metinlerden ziyade; okuyucuda çağrışımlar uyandıran bir dizgeye dönüştüren kitabın adı. Okuyabilen gözlere! (Dünya Lekesi, Seyyidhan Kömürcü, Everest Yayınları, 69 s.)

7 Aydınlık KİTAP Giriş, giriş ve giriş* MELİS YALÇIN Stanislaw Lem ismi telaffuz edilince çoğumuzun aklına Solaris geliverir hemen. Yazarın uluslararası alanda başarı sağlaması da 1961 yılında yayımlanan bu başyapıtla olmuştur zaten. Belki de hatırlamanın insanın en büyük trajedisi ve yine en büyük yeteneği olmasıyla ilgili yazılmış en iyi kitaptır Solaris ; konu bilinçaltı değil, bellektir, onu durduramamaktır. Kitabı okumayanlar bile 1971 de ünlü Rus yönetmen Andrei Tarkovski tarafından sinemaya uyarlanan Solaris e aşinadır. Tarkovski nin serbest bir uyarlaması olan film, ne yazık ki, kitabı okuyanların beklentilerini karşılayamamıştır; buna rağmen kitaptan bağımsız olarak düşünüldüğünde, usta yönetmenin elinin değmesi bile fimi izlenebilir kılmıştır fikrimce yılında Steven Soderbergh tarafından yeniden çekildiğinde ise Solaris in, George Clooney e rağmen, Hollywoodvari bir aşk filminden öteye gidemediği aşikardır. Soderbergh in film hakkında söylediği, Aşkı biraz daha ön plana çıkardık lafı üzerine Stanislaw Lem in, O öykü aşk öyküsü olsaydı, ismini Love in Outer Space koyardım, Solaris değil dediği rivayet olunur de Polonya da doğan Stanislaw Lem, Doğu Bloku bilimkurgu yazarlarından olsa gerek, ülkemizde ve dünyada ana akım bilimkurgu yazarları kadar tanınmamıştır. Lem in dünyaya açılmasına önayak olan kişilerden biri, kuşkusuz, kitaplarını Lehçe den İngilizce ye çeviren Amerikalı bilimkurgu yazarı ve çevirmen Michael Kandel dir. Kandel iyi ki çevirmiştir; çünkü, Türkiye de hiç S. Lem Lehçe çevirmen yokmuş gibi, Lem in kitapları aslından değil de hâlâ İngilizce den çevrilmektedir ülkemizde. Polonyalı yazar, doktor, filozof ve bilimkurgu analisti Stanislaw Lem din konusundaki fikirlerini şöyle dile getirmiştir; Etik nedenlerden dolayı bir ateistim. Etik nedenlerden dolayı bir yaratıcıyı, yaratısından tanıyacağınız görüşünü savunanlardanım ve dünya bana öyle acı verici bir şekilde birleştirilmiş gibi geliyor ki, onun birisi tarafından kasıtlı bir şekilde yaratıldığını düşünmektense, herhangi biri tarafından yaratılmadığını düşünmeyi yeğlerim. Son dönemlerini Varşova da elektriği bile olmayan bir evde, kendisiyle röportaj için gelen İran lı bir gazeteciye -kendisi hakkında atılıp tutulan iddialardan olsa gerek- bilimkurgudan soğuduğunu belirten cümleler kurmuş ve daha önceki bir konuşmasında da Ölümsüz olmanın ilk adımı ölmektir, diyerek 27 Mart 2006 da aramızdan ayrılmıştır. Stanislaw Lem in Pinhan Yayınları ndan çıkan kitabı Hayali Büyüklük, Berna Kılınçer tarafından dilimize kazandırılmış. Kusursuz Boşluk ta hiç yazılmamış kitapları eleştiren Lem, okurlarını bir kez daha şaşırtacak gibi görünüyor. Bu sefer de bizi, arkasından hiç bir şeyin gelmediği, hiç bir sonuca bağlayamayacağımız karanlık, zekice ve her zamanki Stanislaw Lem alaycılığında girişler bekliyor. Erotik X-ışını fotoğrafçılığı, insanlar ve bakteriler arasındaki sözlü iletişim ve insan olmayanlara ait bir edebiyat; kısacası okuru rğlenceli bir yolculuk bekliyor. *Bu kitapta giriş, gelişme ve sonucun yerini giriş, giriş ve giriş almıştır. (Hayali Büyüklük, Stanislaw Lem Pinhan Yay., Çev: Berna Kılınçer, 232 s.) KİTAPTAN Yazma sanatı nicedir hak ettiği takdiri görmeyi bekliyordu. Bu edebiyat biçiminin kırk yüzyıllık suskunluğuna son vermek ve varlığını borçlu olduğu yapıtlarla arasındaki zincirleri kırmak uzun süredir kendini ivedi bir ihtiyaç olarak hissettiriyordu. Bu soylu, ancak değeri bilinmemiş edebiyat türüne geç kalmış bağımsızlığını kazandırmak için ekümenilizm ya da deyim yerindeyse her şeye kadir mantığın çağından daha uygun bir zaman olamazdı. Aslında bu zorunu görevi bir başkasinin yerine getireceğine kesin gözüyle bakıyordum, çünkü bu hem estetik açıdan sanatın evrimsel rotasıyla uyumlu hem de ahlaki açıdan zorunlu bir görevdi. Ne yazık ki hesaplarımda yanıldım: İzleyişim ve bekleyişim sonuçsuz kaldı. Her nasılsa giriş sanatını kurtaracak hiç kimse çıkmadı. Bu durumda seçme şansım kalmıyor: İçte gelen bir dürtüden çok, bir görev duygusuyla Giriş yazılarının imdadına koşarak onları bağımsızlığına kavuşturan ve doğumlarında başrolü üstlenen kişi olacağım.

8 8 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP Z ZEK, BADIOU VE ÇARPITILMI GERÇEKL E YAMUK BAKMAK Görünen ile gerçek bir olsaydı... İnsan haklarıcılığın ve liberal demokrasi savunuculuğunun sistemin yeni bir aracı olduğu konusunda Zizek ve Badiou mutabıktır. Stalin savunusu tam da burada önem kazanmaktadır. Ayrıntıları bu yazıyı aşacağı için Encore Yayınları tarafından basılan bir kitabın adını anmakla yetineceğiz: Stalinizm ya da Stalin İnsanın İnsanlığını Nasıl Kurtardı? CENK ÖZDAĞ Slavoj Zizek geçen aylarda Türkiye ye geldi. Seveni sevmeyeni, okuyanı okumayanı, anlayanı anlamayanı hepsi cümbür cemaat Zizek in gizlenen yüzünü açıklamaya çalıştı. Sistemin aydınları, gazetecileri bu gizemi Zizek in verdiği örnekleri sündürerek; sistem karşıtı aydınlar ise sistemle aynı düzlemde buluşup örnekler üzerinden Zizek i eleştirdiler. İki taraf da wikipedia dan aldıkları malumatlarla bulundukları pencereden Zizek in silüetlerine sarıldılar. Wikipedia dan alınan malumatlarda Zizek in Liberal Demokrasi Partisi nden adaylığını görürken bu malumatın hemen üstündeki Komünist Parti üyeliğini ve çıkardığı komünist gençlik dergisini görmezden geldiler. Marks ın özlü sözünü hatırlamamızın tam da zamanı: Görünenle gerçek bir olsaydı bilime gerek olmazdı! Zizek konusundaki hükümlerin ardındaki giz toplumsal pratiği ve bu pratiğin üzerinde yükselen teoriyi doğru anlamakla ortadan kalkacaktır. AYNI ALINTILARDAN FARKLI SONUÇLAR ÇIKARMAK Zizek in Kürtlere yönelik otonomi düşüncesini ve Türk Ordusu nun operasyonlarını savunmasını ayrı ayrı ele alıp birincisini parlatan liberal aydınlarla buluşan Ulusalcılar, Zizek i emperyalizmin işbirlikçisi olarak görürken, liberal soldan kimileri ikincisini görüp Zizek i kaba antiemperyalist ilan etti. Zizek i eleştiride buluşan Sungur Savran, Gün Zileli, Nuray Mert, Ekrem Kahraman ve Seyyit Nezir hemen hemen aynı alıntılardan farklı sonuçlar çıkardılar. Bu yazarların aynı kişiye karşı buluşmalarında bir terslik olduğu açıktı! Bu yazıda devrimci bir perspektifle, Zizek in tutumunun özüne ilişkin saptamalarda bulunmaya çabalayacağız. Birçok Marksist in Fukuyama nın Tarihin Sonu na gönderme yaparak ideolojiler ve politika sonrası döneme işaret ettikleri ve bu yaklaşımı eleştirdikleri şu dönemde, liberalizm ile devrimcilik arasındaki cephelerdeki tutumlar kritik sınırlar olarak belirleniyor: a) Örgütsüzlüğe, b) Şiddetsizliğe, insan haklarıcılığına ve demokrasiye, c) Robespierre den Stalin, Mao ve Castro ya dek devrim tarihine, d) Lider kültüne ve e) Emperyalizme karşı tutum. Occupy Wall Street hareketine ve Arap Baharı na yaklaşırken Zizek, Badiou ( Tarihin Uyanışı adlı kitabında) ile hemfikirdir. Örgütsüzlüğün eninde sonunda sistemin ideolojik araçları tarafından kuşatılmayı, programsızlaşmayı, Turuncu Devrimleri, Batı yanlısı laik ya da İslamcı görünümlü iktidarları getireceğini belirtmektedir. Bu dönemde devrimci bir disipline ve fedakarlık ruhuna yeniden sarılmamız gerektiğini ve bunlarsız mağlubiyetin kaçınılmaz olacağını vurgulamaktadır. Zizek ve Badiou oluşturulacak yeni disiplinin nasıl olacağını net olarak yanıtlayamamaktadırlar. Ancak tarihe baktıklarında Stalin i, Lenin i ve diğer devrimci liderlerin getirdiği mirası sahiplenmektedirler. Bugünün kendine özgülüğünde nasıl bir disiplin yaratılması gerektiği konusunda yapılacak teorik çalışmaların pratik olmadan sonuç vermeyeceğini ve bu açıdan eksik bile olsa tüm devrimci çabaların desteklenmesini savunmaktadırlar. Dahası Zizek Komünist Ufuk adlı eserinde Brecht e gönderme yaparak parti üyesinin partinin ortak bilinciyle çatışması durumunda parti içi mücadeleyi desteklemekte ve partinin bu mücadele sonucunda komünist mücadeleye daha da sıkı sarılacağını söylemektedir. Zizek Partinin mutlak bilgi sinin ne tür bir bilgi olduğu konusunda kafası nettir. Parti ortak görüşten farklı bakan iki gözle birlikte binlerce göze sahiptir. Liberalizmle mücadelenin kişinin özdisipliniyle, parti içindeki mücadeleyle ve esas olarak sisteme karşı örgütlü bir mücadeleyle birleştirilmesi (dahası bunlardan ayrı bir şey olmadığını da) gerektiğini vurgulamaktadır. İnsanın örgütsüzken de sistemin ideolojik aygıtları ve kişinin yaşamsal uğraşısı (işi, Badiou Zizek Komünist Ufuk adl eserinde Brecht e gönderme yaparak parti üyesinin partinin ortak bilinciyle çat mas durumunda parti içi mücadeleyi desteklemekte ve partinin bu mücadele sonucunda komünist mücadeleye daha da s k sar laca n söylemektedir sınıfı, ailedeki yeri vb.) nedeniyle ideolojik bir varlık olduğunu söylerken doğal bakış denenin tam da bu ideolojik bakış olduğunu söylemektedir. Bu anlamda ideolojinin Leninist anlamına sahip çıkmaktadır. Bu kullanımı Marks ın çarpıtılmış gerçeklik olarak andığı kullanımla birleştirmekte ve bu çarpıtılmış gerçekliğe yamuk bakarak (Zizek in Yamuk Bakmak adlı kitabında ayrıntılarıyla açıkladığı gibi), yani sistemi yıkmaya çalışan bir ideolojik çerçevede bakarak hakikatin belireceğini savunmaktadır. S STEM N DDET NE KAR I Bu anlamda şiddeti soyut olarak ele almaktansa devrimci ve gerici şiddet olarak ikiye ayırarak devrimci terörü savunmaya girişmektedir. Bunu yaparken de gerilla mücadelesinden öte bir şiddet anlayışını imlemektedir. Örgütlü bütün, gerçeği yeniden kavrarken ve nesnel gerçekliğe müdahale ederken sistemin şiddetine karşı savaşmak zorundadır. Dolayısıyla barış için savaşılmalı, şiddeti ortadan kaldırmak için örgütlü halk parti tarafından seferber edilmeli, sisteme karşı devrimci şiddet uygulanmalıdır. Stalin savunusu tam da burada önem kazanmaktadır. Ayrıntıları bu yazıyı aşacağı için Encore Yayınları tarafından basılan bir kitabın adını anmakla yetineceğiz: Stalinizm ya da Stalin İnsanın İnsanlığını Nasıl Kurtardı? İnsan haklarıcılığın ve liberal demokrasi savunuculuğunun sistemin yeni bir aracı olduğu konusunda Zizek ve Badiou mutabıktır. Burada sorulması gereken 1980 lerin sonundaki Zizek in mi yoksa NATO, İnsan Hakları örgütleri gibi araçlara düşman olduğunu söyleyen 2000 lerin Zizek inin mi felsefesi açısından daha gerçek olduğu sorusudur. Bu iki zıddın birisine liberal medyanın alıntıları üzerinden sarılan, yanlış bir değerlendirme yapmış olacaktır. Robespierre in devrimci terörü Batı da hemen herkes tarafından kınanırken, Stalin düşmanlığı tavan yapmışken, Mao ya burun kıvırmak entelektüel bir erdem haline gelmişken ve İslam karşıtlığı sağduyu gereği görülürken Batılı bir filozofun tüm bunlara aksine Arap Baharı, Wall Street işgali gibi olaylara devrimci bir gözle bakması alkışlanacak bir durumdur. Zizek te bugünün çelişmeleri çerçevesinde görülmesi gereken esas yan bunlardır. DEVR MC PRAT K VE TEOR Saddam ı, Esad ı ve dahası Chavez i bile eleştirirken, Türkiye yi NATO mütteffiki olarak gördüğü halde Türk Ordusu nun operasyonlarını savunması ve buna sempati duyması, ABD nin Ortadoğu planlarına karşı eleştirdiği liderlerin cephesinde durması, soyut bir barış yerine aktif politikayı savunması emperyalizm karşısında doğru bir tutum aldığını gösterir. Her şeyi bir yana bırakalım TV programlarında ve Batı Dünyası nda sergilenen karşıtlığa bakalım. Zizek ve Badiou gibi devrimci aydınları konuk eden FOX çalışanları, BBC muhabirleri sordukları sorularla Stalin, Chavez ve Ahmedinecad düşmanlıklarını bu aydınlara yöneltmektedirler. Bu saldırılara karşı yanıt vererek Batı da Batı nın yalan dünyasına Yamuk Bakan bu aydınlar önemli bir görevi yerine getirmektedirler. Son olarak Zizek ve Badiou nun geleceğe ve bugün ne yaptıklarına ilişkin sorulara verdikleri samimi yanıtı hatırlatmakta yarar var: Halkların devrimci pratiği olmadan yeni bir teori ortaya atılamaz. Batı nın düşünsel krizinin nedeni işte bu devrimci pratiğin yokluğudur. Bu aydınlar (özellikle de Alain Badiou) Garbın Afakından Doğu Halklarına seslenmektedir: Pratiğiniz devrimci teoriyi yaratacak!

9 BABİL BALIĞI Aydınlık KİTAP 27 N SAN 2012 CUMA 9 DRAKULA DAN DANSE MACABRE YE KORKUNUN KURGUSU Korku edebiyatı, yalnızken okunur! M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com İnsanlığın en eski ve en güçlü duygusu korkudur ve en eski, en güçlü korkusu ise bilinmeyenin korkusudur H. P. Lovecraft Bu köşede şu ana kadar bilim-kurgu edebiyatına yer ayırabilmiş, incelemeye söz verdiğim diğer türlere (fantastik kurgu, korku edebiyatı, süper kahraman harici çizgi romanlar) ise yer bulamamıştım. Bu yazıyla birlikte korku edebiyatına da kısaca girmiş olacağız. Korku edebiyatının kökenleri oldukça eski tarihlere uzansa da eski tarihli eser ve mitlerin, korku öğesini, tanımlama ve formülasyon dışında tutarak kullanması yüzünden türün, 18. yüzyılda Horace Walpole un Otranto Şatosu nun yayımlanmasıyla beraber yeniden formüle edilişini başlangıç kabul ederek incelemek durumundayız. Korku edebiyatı, biçim, form ve kurgu bakımından, gerilim, gizem, tuhaf, canavar, karanlık fantezi, cinayet, suç, spekülatif, gore gibi alt kurgu türlerine bölünse de temel olarak iki gruba ayrılır: doğa üstü korku ve doğa üstü olmayan korku. Yazıldıkları dönemlerin korkularıyla paralel olarak, 18. yüzyılda korku edebiyatı, yalnızlık, insani özden uzaklaşma, delilik, sanrılar, mitolojik öğeler ve kâbuslar çevresinde şekillenirken, 21. yüzyılda şehirleşme, yalnızlıktan (somut anlamda elbette) uzaklaşma, korkuların mitolojilerden insan kaynaklı faktörlere evrimi, söylence ve ateş başı öykücülüğündeki azalma, teknolojinin günlük hayata şiddetli saldırısı gibi sebeplerle doğa üstü kurgudan gitgide uzaklaşmaya başladığını gözlemleyebiliriz. 18. yüzyılda elbette gotik korku edebiyatının da etkisiyle yazılan roman ve öykülerdeki epik, derin, drama faktörünü barındıran, karakterleri özenle yaratılmış, insani duyulara ve imgelere nokta atışı yapan Machen anlatımların yerini de çağımızda ne yazık ki daha basit, yüzeysel, çocukları dahi güldürecek, yapay anlatımlar, gün geçtikçe daha fazla almaktadır. Bir başka deyişle günümüzün korku edebiyatı kendi mitolojisini ve anlatısını bulmaktan çoğunlukla acizdir ve devamlı olarak eski eserlerin kurgularını sömürmektedir. GERÇEKL N KESK N KORKUSU Bu nedenledir ki Bram Stoker ın Dracula sından sonra yazılmış daha iyi kurgulu ve anlatımlı tek bir vampir öyküsü bulunmamaktadır. Çünkü Bram Stoker ın klasik eserinde de görüleceği üzere kurguda önemli olan tek faktör ne Dracula nın kendisi ne de korkudur. Üstelik kurguyu tamamladıktan sonra, anlatımı tamamen boş verip kurgunun çekiciliğine de sığınmaz. Kurgusuna anlatım formu yaratır. Eski korku edebiyatı ustaları ile günümüz korku edebiyatı yazarlarının en büyük ayrımı da bu noktada ortaya çıkar. Edgar A. Poe nun şu sözü durumu özetlemek için yeterlidir: Gerçekliğin keskin korkusu olmadan, kelimelerin aklı etkileyici bir gücü yoktur. Bunda elbette, sinemanın sadece görsel anlatım vasıtasıyla heba ettiği yüzlerce korku kurgusunun ve bu kuşatma altında kalan izleyicinin, korku edebiyatı ancak çocuklar içindir hatalı varsayımlarının da rolü büyüktür. Üstelik kişisel gözlemim, kurgunun içine girebilmek için okuma esnasında mutlaka yalnız ve sessiz bir ortamda bulunmak mecburiyetinde olduğunuz tek tür, korku edebiyatıdır. Şehir yaşantısı içinde pek de sağlayamayacağımız bu okuma durumu da dış etkenler tarafından saldırıya uğramakta ve okuyucunun kurguyla kaynaşmasını engeller hal almaktadır. Daha fazla örneklerle inceleme için; korkunun kökenleri ve korku kurgularının günümüzün sinema, edebiyat ve televizyon dünyasında kullanımı hakkında okuduğum en çarpıcı inceleme olan Stephen King in yarı otobiyografik kitabı Danse Macabre ile birlikte Gina Wisker ın Horror Fiction, Noel Carroll un The Philosophy Of Horror, S. T. Joshi nin The Evolution Of Weird Tale ve The Modern Weird Tale kitaplarını tavsiye ederim. Doğa üstü korku edebiyatı üstüne bir başka güzel inceleme de Howard P. Lovecraft in Supernatural Horror in Literature makalesidir. Makale exts/essays/shil.asp hil.asp adresinden ücretsiz okunabilir. YETERL TERCÜME YOK Daha önceki yazılarda tercüme bilim kurgu edebiyatı için dile getirdiğim veryansın, ne yazık ki korku edebiyatı için de geçerlidir. Elbette E. A. Poe, H. P. Lovecraft, Bram Stoker, Robert-Louis Stevenson, Mary Shelley gibi klasik yazarların yanı sıra modern korku kurgucularının da en azından çok-satan olanlarının tercümesine ulaşma şansına sahibiz. Fakat bilim-kurguda olduğu gibi korku edebiyatında da daha pek çok önemli ismin tercümesine ulaşamıyoruz. Bu nedenle, türün klasik isimlerinden sayılan ve daha önce Türkçeye sadece Karanlıkta 33 Yazar öykü derlemesi (İthaki Yayınları) ve Jorge Luis Borges in Babil Kitaplığı (Dost Kitabevi Yayınları) kapsamında (22. kitap) tercüme edilen Arthur Machen i, hem de alanında kült kabul edilen Büyük Tanrı Pan ı ile dilimize kazandırdığı için izninizle MonoKL yayınevi önünde şapka çıkarıyor ve yazarın diğer kitaplarını da (özellikle, başyapıtı olarak gördüğüm The Hill of Dreams ) dilimize kazandırmasını umuyorum. Stephen King, Büyük Tanrı Pan ı belki de İngiliz dilinde yazılmış en iyi korku öyküsü olarak tanımlar. H. P. Lovecraft ise kitap için, Supernatural Horror in Literature makalesinde, hiç kimsenin, kitabın sahip olduğu, her paragrafı saran, giderek artan merak ve korku sunu anlatamayacağını belirtir. Kitap için eleştirisi ise neredeyse absürt sayılabilecek kadar fazla tesadüfü içermesidir. Machen, Borges in de büyük yazar olarak kabul ettiği yazarlardandır. Işıl Yüce tarafından tercüme edilen Büyük Tanrı Pan kitap olarak yayınlandığı 1894 tarihindeki gibi En Derindeki Işık öyküsünü de içererek basılmış. Y K TAPLARIN SIRLARI Machen in Pan ı ne Tom Robbins in Pan ı gibi (bkz. Parfümün Dansı, Ayrıntı Yayınları) eğlenceli bir karakterdir, ne de Lord Dunsany nin Pan ına (bkz. The Blessing of Pan ) benzer. Kitabın, H. P. Lovecraft ın Dunwich Horror öyküsünde derin izleri görüldüğü gibi, Peter Straub un Hayalet Hikayesi ne (İthaki Yayınları) de ilham olmuştur. Machen in pek çok kitabı korku öğelerinin yanı sıra bilim-kurgu öğelerinin izlerini de taşır. Psiko-coğrafyanın öncülerinden biridir. Özellikle günümüzde, korku edebiyatıyla meşgul olan pek çok yazarın da eserlerinin türler arasında mekik dokuduğunu, fantastik kurgu ve bilim-kurguyla zaman zaman iç içe girdiklerini, korku öğelerini farklı kaynaklardan sağladıklarını söylemek mümkündür. Büyük Tanrı Pan ın tematik dokunuşları ilk okuyuşta tam olarak algılanamayabilir ve dahası ilham kaynağı olduğu diğer yazarların ve kitapların da okunmasıyla yerli yerine oturur. Stephen King in de dediği gibi, iyi kitaplar, bütün sırlarını bir kere de ortaya dökmezler. Bilim-kurgunun aksine, korku edebiyatına yönelik önyargı ve yanlış bilgilerin, kısa bir yazıyla yıkılamayacağını bildiğimden ve tür için yanlış yönlendirmelerin yıllardan beri süregeldiği gerçeğinin omzuma bıraktığı büyük yük sebebiyle korku edebiyatı nın neden okunması ve üzerine titrenmesi gereken bir tür olduğuna değinmeyeceğim. Onun yerine, korku edebiyatına gönül veren herkesin de kabul edip, onaylayacağı ve önyargılara karşı oldukça kısa ve güzel bir cevap teşkil eden, Stephen King den şu alıntı ile vedalaşalım: Canavarlar gerçektir, hayaletler de öyle. İçimizde yaşarlar ve bazen kazanırlar. Kısa-cevap: Gelen e-postalar için teşekkür ederim. Sıklıkla sorulduğu için, bu satırlardan yanıtlamam daha doğru olur. Okurlarımız, Türk bilim-kurgu edebiyatının var olup olmadığı tartışmaları bir yana, Türk edebiyatında bilimkurgunun yeri için kapsamlı bir araştırmanın mevcut olup olmadığını sıkça soruyorlar. Türk edebiyatında bilim-kurgunun varlığı, geniş bir tartışma konusu olduğundan, bu konuya şimdilik değinmiyorum ancak kaynak kitap olarak, sadece edebiyata yönelik yayımlanmış, tek araştırmanın Mazlum Akın ın oldukça özenli ve açıklayıcı Türk Çocuk Edebiyatında Bilimkurgu kitabı olduğunu belirtmeliyim. Eğer gözümden kaçan başka bir araştırma kitabı varsa da bilmiyorum. (Büyük Tanrı Pan, Arthur Machen, MonoKL Yay., Çev: Işıl Yüce, 165 s.)

10 10 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP UFUK SÖYLEMEZ DEN V CDANLI KAP TAL ZM YOKTUR Kumarhane kapitalizmi ve kirli para Borsa yükselsin de, isterse K br s satal m; borsa yükselsin de yan ba m zdaki Barzanici teröre ve kukla devlete göz yumal m; borsa yükselsin de Sorosçular n, yobazlar n, bölücülerin at ko turdu u bu ay pl sözde demokrasi oyunu aynen sürsün MUSTAFA SOLMAZ Üretimle uğraşan sanayici ve tüccarın sistemin kenarlarına sürüldüğü, sıcak para komisyonculuğu ve faiz gelirinin (büyük şirket gelirlerinin yüzde 80 ine yakınını oluşturuyor), mafya ve tarikat rantının egemen olduğu bir ekonomiye sahibiz. Emperyalizmin emrinde mafya-tarikat diktatörlüğünü yaşıyoruz. Acımasız, altta kalanın canının çıktığı, kuralsız, sınırsız, ölçüsüz ve miyop bir aç gözlülük söz konusu. Ufuk Söylemez de zaten kitabının adını Vicdanlı Kapitalizm Yoktur diye koymuş. Kumarhane Kapitalizmi olarak da adlandırabilecek bu sistemin baş aktörleri de sıcak para komisyoncuları, borsa vurguncuları, hortumcular ve tarikat rantçıları... Saltanatın sürmesi içinse içte medya ve hükümet eliyle yurtsever güçler ve TSK itibarsızlaştırılmış, içeri atılmış, emperyalizme direnecek olanlar telefon dinlemeleri, sehven kayıtlar, tutuklamalarla korkutulmuştur. Bir yandan da kamu kaynakları sadaka zihniyetiyle gıda, giysi, yakacak yardımlarıyla dağıtılarak, yoksul halk AKP ye bağımlı kılınmıştır. Türkiye nin bu duruma 2001 de IMF ve onun işbirlikçileri eliyle sürüklendiğini vurgulayan Söylemez, IMF nin cari açığının milli gelire oranının en yüksek (yüzde 10) olduğu ülkemizi övmesini ise şaşırtıcı bulmuyor. B R GECEL K EKONOM Türkiye sıcak paranın egemenliği altında yaşıyor. Kısa vadeli sermaye hareketleri olarak da bilinen sıcak paranın gelmesi için dünyanın en yüksek faizini ödüyor ve en yüksek faiz dışı fazlaya da (yüzde 6,5) neden oluyor. Sıcak para sıfırdan yatırım, istihdam yerine mevcut karlı ve piyasa payı olan işletme ve kuruluşları devir ve satın alma yoluyla geliyor. Üretmeyen, gecelik-haftalık-aylık kısa vadeli fon girişiyle ekonomi, emperyalizmin dümenine giriyor. Sıcak paracılar, ABD de yüzde 0,25, AB de yüzde 1 olmayan faiz oranları karşısında, ülkemizdeki yüzde 8-9 dan gayet memnunlar. Türkiye ekonomisi uluslararası bankacılık dilinde bir gecelik işlemlerin gecelik faizleri için kullanılan overnight ekonomiye dönüştürülmüş durumda. Yazar, sıcak paranın denetlenmesi açısından ülkede kalış süreci ve miktarıyla olarak kademeli vergi öneriyor. Aksi halde sıcak parayla ve dış borçla, hemen her şeyi ithal eden, içeri de de insanları gelirleriyle orantılı olmayan şekilde borçlandırarak tüketimi pompalayan ekonomi, açmazla karşılaşacak. Cumhuriyet tarihinin en ağır cari ve dış ticaret açığı veriliyor. Üretimin yerini ise ithalat aldı. Özellikle ara malların ithalinde dışa bağımlılık arttı. Her 100 arabanın 70 i ithal. Ara malı ucuz dövizle ithal eden Türkiye, imalatı ve Küçük ve Orta Boy İşletmeleri (KOBİ) çökerterek işsizliği artırmıştır. Tüketim toplumuna dönüştürüldüğümüzün en somut kanıtı, 2 milyon insanın kredi kartı ve tüketici kredisi borçlarından dolayı icralık olması. BORSA ÜZER NDEN ANTAJ Pamuk ipliğine bağlı ekonomi borsa ile tehdit edilerek yönetiliyor. Ekonomi ve borsa şantaj aracı olarak ordu ve millet üzerine baskı uygulanıyor. Yazar, TSK nın Cumhuriyet değerleri, milli birlik yönündeki uyarılarının borsayı düşürdüğü bir ekonomiden halka bir hayır beklemiyor. Vatandaşın yüzde 1 nin bile hisse sahibi olmadığı İMKB, borsa vurguncularının oyun alanına dönüşmüş durumda. Söylemez, borsanın millet egemenliğine karşı hareketlerini de yazar ironik bir şekilde dile getiriyor: Borsa yükselsin de, isterse Kıbrıs ı satalım; borsa yükselsin de yanı başımızdaki Barzanici teröre ve kukla devlete göz yumalım; borsa yükselsin de Sorosçuların, yobazların, bölücülerin at koşturduğu bu ayıplı sözde demokrasi oyunu aynen sürsün; borsa yükselsin de sözde Atatürkçü, özde Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı yobaz düşmanı zihniyet Cumhurbaşkanlığı makamını isterse işgal etsin, diye düşünen bir anlayış mı ülkemizde egemen kılınmak isteniyor? Sıcak paracıların aldıkları yüksek faizlerin sürdürülmesi açısından piyasalar ürkmesin söylemi halkı kandırmada önemli bir işleve sahip. Konut kredisi kullanan, kedi kartı borcu olan, tüketici kredisi kullanan halk istikrar bozulmasın, piyasaların gazabı üzerimize olmasın diyerek AKP ye mecbur oluyor. Yabanc banka aç s ndan önemli olan üretim ve istihdam de il, en yüksek faizi sa lamak olunca sektördeki yabanc la ma da (AB de yüzde 16 iken bizde yüzde 42) önemli bir tehdit kayna oluyor SERMAYEN N M LL YET YOKTUR SÖYLEM Sermayenin milliyeti yoktur söyleminin özelleştirmelerin meşruiyetinin gerekçesi olduğunu ortaya koyan yazar, emperyalizmin bu konuda nasıl ikiyüzlü olduğunu da sergiliyor. Yabancıya mal satışı globalleşmenin gereği olarak sunulurken ulusal çıkar o da ne ola ki denilerek küçümseniyor. Özellikle bankacılık gibi kritik bir sektörde yabancılaşmanın ayrı bir önemi var. Yabancı bankalar, üretimin, istihdamın, yatırımın esas aktörleri KOBİ ve yerel üreticileri değil, büyük sermayeyi desteklemektedir. Yabancı banka açısından önemli olan üretim ve istihdam değil, en yüksek faizi sağlamak olunca sektördeki yabancılaşma da (AB de yüzde 16 iken bizde yüzde 42) önemli bir tehdit kaynağı oluyor de IMF programının çökmesiyle krize giren Türkiye, emperyalistlerin isteğine uyarak piyasaya ve bankalara mali destek sağlamamış, çok sayıda bankanın batmasına seyirci kalmıştı. AB, ABD ve Japonya da ise yabancı bankaların devlet desteğiyle ayakta kalabildiklerini gördük. Emperyalistlerin bu tutumu rekabetçi piyasa nın gelişmemiş ülkeleri kandırmaktan başka bir anlamı olmadığını gösteriyor. AB ve ABD de devletin ekonomideki payının bizden yüksek olması da bir başka kanıt. AB LE MASKEL BALO B T YOR Türkiye nin AB üyeliğine karşı itirazlar da daha yüksek perdeden dile getiliriyor. AB nin motor gücü sayılan Fransa ve Almanya, Türkiye nin bütün koşulları yerine getirse de üye yapılmayacağını dile getirdiler. Halkımıza medeniyet projesi, zenginleşme fırsatı olarak sunulan AB, hem Türkiye karşıtı faaliyetleri nedeniyle Türk insanın gözünden düşmüş hem de AB, Türkiye yi istemediğini belirtmiştir. AB ye alınmayacak Türkiye uyuşturucu ticareti, kaçakçılık, yolsuzluk, vb yasa dışı yollarla elde edilen kirli paranın rahatlıkla aklandığı bir açık pazar haline getirilen bir ülke olması isteniyor. Kumarhane kapitalizminin karşısında kapalı bir devletçi kollektivist bir modeli (sosyalist ekonomi) de önermeyen Söylemez, üçüncü bir yolu olanaklı görüyor. Ülkenin dinamiklerini, varlıklarını, insan kaynaklarını, jeostratejik konumunu, üretim gücünü odağa koyan bir yol öneriyor. İnsafın, vicdanın olmadığı bu düzenin kapitalizm olmadığını söyleyen yazar, 3. Yol un kapitalizm dışında bir seçenek olmadığını ve insaflı olacağını da öngörmüş oluyor. Aslında kapitalist gelişmesi emperyalizm tarafından engellenen bir ülkenin ekonomisinin varacağını nokta da kumarhane kapitalizminden başka bir şey olamazdı. Emperyalizmin güdümünde, kuralın, insafın olmadığı bir vahşi kapitalizm... Ülkemiz için bundan sonra kapitalist bir yoldan gelişme olanağı emperyalizmin eşitsiz gelişme yasası gereği olanaklı görünmüyor. Çünkü emperyalizm, sermayesini yayarak, ülkemizde görüldüğü gibi sıcak para, dolar vurgunculuğu, borsa oyunlarıyla önemli bir kaynağı kendisine aktarıyor. Ayrıca kapitalizmi savunup da AB, ABD ye direnerek üretimi artıracak, kapitalizmi daha insaflı, eşitlikçi uygulayarak üretici güçleri geliştirecek etkili bir siyasal aktör de yok. Bu bakımdan kapitalizmin insaflısını aramak boş bir çabanın ötesine geçemez. Kapalı bir ekonomi olmamakla beraber yazarın da vurguladığı gibi ülke kaynaklarını harekete geçiren, üretim esaslı, kamucu ekonomiyi bir an önce oluşturmamız gerekiyor. (Ekonomi ve Siyasette Üçüncü Yol Mümkün / Vicdanlı Kapitalizm Yoktur, Ufuk Söylemez, Destek Yay., s. 416)

11 Aydınlık KİTAP 27 N SAN 2012 CUMA 11 Nazım Hikmet ile Aşık Veysel i buluşturan köprü Nazım ın, hırçın sesini on yıllık bir gecikmeyle de olsa duyması ve üzerine alınması gereken şairin ise Veysel den başkasının olmaması gerek. Sivas ın uzak köylerinde Nazım ın sesini duymamış, saz şiiri geleneğine vurduğu kılıç darbelerini âmâ ozanımızın hiç görmemiş olması ise işin sevindirici tarafıdır CAFER YILDIRIM Nazım Hikmet Orkestra adlı şiirinde, sazın, sazla oluşturulan müzikalitenin ve tabii ki saz eşliğinde söylenen şiirin artık ömrünü doldurduğunu, yeni hayatı anlatamayacağını savunur. Saz sanatını icra edenlere, saz sanatını şiirle buluşturanlara ciddi bir hırçınlıkla ve kafiyeli olarak şöyle seslenir: Bana bak! Hey! Avanak! Nazım, ünlemli üç cümlenin ardından üç telli sazı bir zırıltı olarak niteler. Nazım ın gerekçesi, sosyal ve siyasal yaşamımızda sıkça rastladığımız o bildik gerekçedir: Değişim. Artık hayat değişmiştir. Milyonlarca insan ortak çıkarları ve ortak değerleri etrafında bütünleşmiştir. Bu insanlar yeni bir dünyanın temelini atmak için çırpınmaktadır. Üç telinde üç sıska bülbül öten üç telli saz dağlarla dalgalarla kütleleri ileri atlatamaz! Üç telli saz Yatağını değiştirmek isteyen köylerden, şehirlerden aldığı hızla milyonlarla ağzı bir tek ağızla güldüremez! Ağlatamaz! Nazım ın, milyonlarca insanın ortak çıkarları etrafında buluşmasından, yeni bir dünyayı hedeflemesinden kastı, sosyalizm alanındaki gelişmelerdir. Bu yeni bir durumdur. Yeni durumların yeni enstrümanlara, yeni anlayışlara ihtiyacı vardır. Nazım Orkestra şiirini 1921 de Kara Haber den Kimisi altı aylık, kimisi sakalı ak, kimi on üç on dört yaşında; kimi yola gidecek kimi mektup bekler yan yana sırt üstü yatan ölüler Yayıkta yağ vardı, dövülemedi, ak peynir torbaya koyulamadı, hasret gitti ölüler dünyaya doyulamadı ki de erli sanat insan m z aras ndaki ayr l k noktalar daha da ço alt labilir. Türk iirinin iki uzak bölgesinden topraklar m za ses dü ürmü olan bu iki airin Erzincan la ilgili yazd klar iirleriyle birbirlerine ne kadar çok yakla t klar n yazmıştır. Üç telli saza saldırırken hedefinde belli ozanlar mı vardır yoksa geleneksel bir tutuma mı karşı çıkmaktadır, bilemiyorum. Fakat 1931 yılında Ahmet Kutsi Tecer öncülüğünde Halk Şairlerini Koruma Derneği nin kurulduğunu biliyoruz. Ve bu dernek tarafından aynı yıl Halk Şairleri Bayramı düzenleniyor. Bu faaliyetlerle birlikte Âşık Veysel, âşık tarzı şiir geleneğinin temsilcisi olarak sivriliyor. Bu süreçte saz geleneği, millî kültürün ayağa kaldırılması adına Veysel üzerinden Veysel aracılığıyla devlet eliyle topluma sunulup yüceltiliyor. Ve Veysel yerel bir isim olmaktan çıkıp ulusal bir değere dönüşüyor. Nazım ın, zaten zayıf düşmüş bir sanat tarzı ve anlayışıyla cebelleşmeye kalkmasının ardındaki gerçek sebep büyük bir ihtimalle devletin bu alandaki çalışmaları ve milli kültür adına saz şiirini yüceltme çabalarıdır. Nazım ın, hırçın sesini on yıllık bir gecikmeyle de olsa duyması ve üzerine alınması gereken şairin ise Veysel den başkasının olmaması gerek. Sivas ın uzak köylerinde Nazım ın sesini duymamış, saz şiiri geleneğine vurduğu kılıç darbelerini âmâ ozanımızın hiç görmemiş olması ise işin sevindirici tarafıdır. ise a k nl kla fark ettim SOSYAL ZM VE CUMHUR YET Nazım ile Veysel apayrı yaşam alanlarından gelmişti. Nazım kentli, Veysel köylüydü. Nazım Türk şiir birikiminin toplamına vakıfken Veysel sadece halk şiir birikimiyle beslenmişti. Nazım ın yabancı dili vardı ve dünya şiirini de iyi tanıyordu. Nazım bütün ömrünü sosyalizm mücadelesine vakfetmiş; coşkun, birikimli ve inatçı bir dava adamıydı. Veysel ise minnet içinde Cumhuriyet e gönül düşürmüştü. İstenirse bu iki değerli sanat insanımız arasındaki ayrılık noktaları daha da çoğaltılabilir. Türk şiirinin iki uzak bölgesinden topraklarımıza ses düşürmüş olan bu iki şairin Erzincan la ilgili yazdıkları şiirleriyle birbirlerine ne kadar çok yaklaştıklarını ise şaşkınlıkla fark ettim. Erzincan depremiyle ilgili şiirinde Veysel tabii ki hep durduğu yerdedir. Söyleyiş tekniği, kullandığı imgeler bir yenilik, bir farklılık göstermez. Fakat somut bir olayın ve olayla ilgili durumların, duyguların yansıtılmış olması, halk şiiri formu içinde belirginlik gösteren genel anlatım çerçevesine bir sahicilik kazandırmıştır. Bu somutluk ve sahicilik özellikleriyle Veysel in Sam Değmiş şiiri, Nazım şiiri yanında bir aykırılık göstermemektedir. Nazım, Kara Haber in söyleyişinde halk şiirinin söyleyiş tekniğinden çokça yararlanmıştır. Halk yaşantısına ait motiflerin yoğunluklu olarak kullanılması, anlatımda sözsel şiire daha yakın durulması, denebilir ki Nazım ı Veysel e hayli yaklaştırmıştır. TANIKLI I SAH C KILMAK Bir şehri apansız kuşatan felaketin ölümün eliyle bıraktığı acı, her iki şairin ortak temasıdır. Fakat onları birbirine yaklaştıran özellik sadece temasal ortaklıkları değildir. Bu temayı işleyişlerinde gösterdikleri hüner ve hislerindeki samimiyettir. Büyük acıların, büyük hissedişlerin kaynağında tükenmez bir insan sevgisinin bulunduğunu ise biliyoruz. Tanıklığı sahici kılmak, kurduğu anlatım evrenine okuru çekebilmek, okuru yansıttığı duyarlıklarla buluşturabilmek şairlik yeteneğiyle ilgili olduğu kadar şairin gerçekliği samimiyetle kucaklamasıyla da ilgili değil midir? Tanıklık da böylesi bir ön koşuldan sonra anlam kazanır. Kurduğu duygu evrenine okuru çekemeyen, okuru estetik etki alanına sokamayan tanıklığın kime ne yararı olur. Deprem felaketi gibi evrensel bir temanın işlenişinde dahi farklı şairlerin gösterdikleri benzerlik, kurulan yüksek şiirsel yapıların temelindeki sırların açık edilmesi bakımından iyi bir örnek oluşturmaktadır. Görüyoruz ki yüksek şiir yapılarının anahtar kavramları insan sevgisi, samimiyet, doğallık, sahicilik ve bütün bunları kucaklayan toplumsal duyarlıktır. Aynı gerçekliği tersinden de dillendirebiliriz: Toplumsal duyarlık, ama harcı samimiyet, insan sevgisi, doğallık, sahicilik ve gerçeklik gözlemiyle yoğrulmuş olan toplumsal duyarlık. Sam Değmiş ten Kimi ana vermiş kimi baba Nice yavru vermiş gelmez hesaba Felek kor insanı ne kaptan kaba Tarihli felaket nişan Erzincan Bahar gelir güller açmaz bağında Kainat uykuda hep yatağında Bir seher vaktinde uyku çağında Feryadı dağlardan aşan Erzincan

12 12 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP KAPAK H KMET TEMEL AKARSU'DAN YEN VE FARKLI B R ROMAN: "KONSTANT NOPOL S KAPILARINDA" Türklerin özgürlük, kardeşlik ve paylaşım tutkusunu anlattım Hikmet Temel Akarsu: Biz kendi tarihimizden kaynaklanan özgün, naif, kendimize özgü dünyam z n anlat ld romanlar arad m zda çok fazla bulam yoruz. FOTO RAFLAR: HAYDAR KILIÇ Kendimize baktığımız zaman görüyoruz ki çok köklü bir tarihimiz var. Fakat bu tarihimizi tıpkı ortaçağdaki şövalye romanları gibi betimleyen çok fazla yapıt yok. Bunların bir kısmı hamasi söylemlerden öteye gitmiyor. Bir kısmı siyasi amaçla yazılmış. Ama tamamen edebiyatın yüce değerlerine adanmış, bizi anlatan, bizi betimleyen yapıtlar çok fazla yok. Ben böyle bir şey yapmak istedim. Bize ait bir şey yapmak istedim. PINAR AKKOÇ-DAMLA YAZICI Tarihte yaşananları ve çeşitli şahsiyetleri kurgulaştırarak anlatan yapıtlara, gerek ekranlarda gerekse kitap raflarında eskiye göre daha sık rastlıyoruz. Veriler, okurun ve izleyicinin bu tür yapıtlara ilgisinin yoğunlaştığını gösteriyor. Bu yapıtlarda tarihsel olayların yansıtılış şekli tartışıladursun, bunlara yenileri eklenmeye devam ediyor. Hikmet Temel Akarsu'nun yeni romanı "Konstantinopolis Kapılarında" tarihsel bir serüven kitabı. Malazgirt Savaşı'ndan kısa süre sonrasına odaklanan roman, Anadolu'da ilk Türk devletinin kuruluşunu ve Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'in kapılarına dayanmış Türkmen boylarının hikayesini sunuyor... Hikmet Temel Akarsu'yla daha önce yazdığı "İstanbul Dörtlüsü", "Kayıp Kuşak" başlıklı seri romanlarından çok farklı bir yapı ve anlatıma sahip yeni kitabını konuştuk. 2008'de çıkan "Özgürlerin Kaderi", önceki romanlarınız ve yazarlık çizginiz düşünüldüğünde oldukça farklı bir içerikteydi. Malazgirt Savaşı'nı anlattınız bu romanda. Sizi Türk tarihinin bu dönemini romanlaştırmaya iten neydi? "Özgürlerin Kaderi" ilk tarihi roman denememdi. "Konstantinopolis Kapılarında" ikinci tarihi roman denemem oluyor. Dört cilt olarak tasarladığım ve "Türk Ortaçağı" adını koyduğum serinin bir romanı "Konstantinopolis Kapılarında". Tarihi romanlar konusuna neden girdiğimi soracak olursanız; bazı yazarlar tamamen edebiyatın tek bir alana münhasır olmak üzere sürekli eser verip durabilirler. Ama özellikle yüksek edebiyatla uğraşanlar daima değişik deneysel arayışlar içinde olmak isterler. Benim tarihi roman konusuna girişim, yazın dünyamdaki ilk değişiklik değil. Daha önce de mesela antikiteye dair alegorik romanlar yazdım. Bunlar "Ölümsüz Antikite" başlığı altında üç cilt olarak tasarlanmıştı. Ondan önce "Rock'n Roman" isimli rock dünyasını, 90'lı yılların depresyon dönemini anlattığım dört ciltlik çalışmalarım oldu. Ondan önce yine "Kayıp Kuşak" vardı. Bunların hepsi de farklı alanlardır. Normal olarak da bir yazarın kendine sürekli edebiyatın farklı alanlarında, ayak basılmamış alanlarında yeni dünyalar araması, söyleyecek yeni sözler bulması bence edebiyatın bir gerekliliğidir. İşte bu bağlamda son serüven tarihi romanlar ve özellikle Türk Ortaçağı. Neden Türk Ortaçağı da başka bir dönem değil diye sorgulayacak olursak... Son dönemde Osmanlı dönemine dair fazlasıyla yazılıp çiziliyor. Aslında derin düşündüğümüz zaman bu yapıtlar popülerliğini büyük oranda harem hadım halayık üçlüsünden alıyorlar. Bir kısmı bir emperyal özlem, emperyal nostalji ile beraber gelişiyor. Oysa biz kendi tarihimizden kaynaklanan özgün, naif, kendimize özgü dünyamızın anlatıldığı romanları aradığımızda çok fazla bulamıyoruz. Mesela Kemal Tahir'in Devlet Ana'sı gibi bir roman çok fazla yok. "Devlet Ana" kurucu metindir. O kadar güzel anlatmıştır,o kadar naif, soy bir şekilde yazmıştır ki Kemal Tahir, daha sonraki eserler boyunca hep bir ülker yıldızı gibi devamlı yol göstermiştir bize. Tarihimizde toplumları toplum yapan şeyler bu tip kurucu metinler. Mesela bir Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri olmadan İngiliz tarihi olur muydu? Jeanne D'arc efsanesi olmadan bir Fransa olabilir mi? Kendimize baktığımız zaman görüyoruz ki çok köklü bir tarihimiz var. Fakat bu tarihimizi tıpkı ortaçağdaki şövalye romanları gibi betimleyen çok fazla yapıt yok. Bunların bir kısmı hamasi söylemlerden öteye gitmiyor. Bir kısmı siyasi

13 KAPAK Aydınlık KİTAP 27 N SAN 2012 CUMA 13 amaçla yazılmış. Ama tamamen edebiyatın yüce değerlerine adanmış, bizi anlatan, bizi betimleyen yapıtlar çok fazla yok. Ben böyle bir şey yapmak istedim. Bize ait bir şey yapmak istedim. Aslında tabii erişmem çok zor ama nasıl ki Kemal Tahir "Devlet Ana" gibi bir kurucu metin yazmış, gönlümüz işte bu tip kendimize ait şeyleri ölümsüzleştirecek edebi yapıtlar ortaya koymaktan yanadır. Kemal Tahir'in "Devlet Ana"sında muhteşem bir üslupçuluk ve aynı zamanda muhteşem bir mikrososyoloji vardır. Kemal Tahir'den de iki yüzyıl geriye gidip de Anadolu'daki ilk Türk devletinin kuruluş hikayesini anlatmak, dönemi mikrososyolojik açıdan ele almak daha da zor. Ben zaten tam olarak o tarz bir şey yapmak istemedim. Ben Ortaçağdaki insanların coşkuyla, tutkuyla okuduğu şövalye romanlarındaki gibi bir yapıt ortaya koymak istedim. Yani insanların otobüsten indiğinde elinden bırakmadığı, aralıksız okumak isteyeceği, nefes nefese takip edeceği, tutkulu, coşkulu, naif ve şövalye romanlarındaki gibi heyecan dolu, macera dolu ama bir yanıyla da bize ait değerleri ortaya koyan bir roman yazmak istedim. "Konstantinopolis Kapılarında"nın hikayesi bu. BAHADIRLARIMIZ, HALKIN EMR NDED R! 292 sayfalık "Konstantinopolis Kapılarında"da da Türkmenlerden sık sık "özgürler" diye söz ediyorsunuz. Daha önce pek sık karşılaşılan bir tanımlama değil sanki bu. Biraz anlatır mısınız bu "özgürlük-özgürler" meselesini. Bir anlamda Batılıların Türklere yönelik "barbar" tanımlamasının karşısına mı koyuyorsunuz Türkler ve özgürlük ilişkisini? Sorunuz bu romanın ana kaygılarına, ana ereklerine, amaçlarına denk gelen çok güzel bir soru. Gerçekten de bizim tarihimiz son derece fanatik, kimi zaman ırkçı birtakım sahiplerce ele alınmış. Kimi zaman sağ fanatizmin oyuncağı haline getirilmiş. Kılıç kalkan, vurdu kırdı konusu yapılmış, bu tür hikayelere malzeme olmuş. Oysa bizim tarihimize baktığınız zaman, özellikle köklerine indiğiniz zaman son derece sade yaşayan, ülkesini, toplumunu, milletini seven ve özgür olmak ve paylaşmaktan başka çok fazla şeyle ilgilenmeyen bir toplum yapısı olduğunu görüyoruz. Gerek "Özgürlerin Savaşı" gerek "Konstantinopolis Kapılarında" romanlarında kendime arka plan yaptığım felsefi bir temel var. O da şudur; Jean Paul Roux diye bir Fransız türkolog var. Bu türkoloğun "Türklerin Tarihi", "Orta Asya Tarihi", "Moğol Tarihi" ve daha birçok farklı başlıkla yayımladığı 8 10 ciltlik çok önemli çalışmaları var. Bu kitapları okuduğumuz zaman şunu görüyoruz. Temel mesele şu; Jean Paul Roux, Türklerin tarihteki en eski özgürlükçü paylaşımcı topluluk olduğunu iddia ediyor ve bütün temel meselesi buna dayanıyor. Özgürlük ve paylaşım... Yani adaletli paylaşım. İnsanların birbirini sevdiği, savunduğu, varsıllıkları eşit olarak paylaştığı ve özgür yaşadıkları, hiç kimsenin kimseye boyun eğmediği, kimsenin kimseye hükmetmediği bir toplum düzeninden bahsediliyor. Dünyanın özlediği düzen. Jean Paul Roux'nun bu tezinden hareketle kendi tarihimizin hümanist değerlerle, ilerici değerlerle, insancıl değerle ne kadar bütünleşik olduğunu ortaya koymaya çalıştım. Roman boyunca da hep "bizimkilerin" özgürlük ve kardeşlik tutkusu, hep taşıdıkları imparatorlara karşı boyun eğmeme kaygısı ve özellikle paylaşım arzusunu yansıtmaya çalıştım. Mesela bizde soyluluk değerleri yok, yani kontlar yok, ruhban sınıfı yok, şövalyelik yok. Dikkat ederseniz benim romanım, şövalye romanları formatında yazılmıştır. Ama bir fark vardır; şövalyeler kimin emrindedir? Kralın, soyluların, ruhban sınıfının... Kısaca devletin emrindedirler. Oysa bahadırlarımız halkın emrindedir. Özgürlüğün, paylaşmanın, dayanışmanın tarafındadırlar. Dolayısıyla burada şövalyelik kavramına da bir antitez getirmiş oluyoruz. Şövalye romanlarının karşısına bahadırlık romanlarını koyuyoruz. Bunun sonucunda iyilik, aile sevgisi, ülke sevgisi, paylaşım, özgürlük gibi kavramların ön planda olduğu; soyluluk, Kemal Tahir'in "Devlet Ana's gibi bir roman çok fazla yok. "Devlet Ana" kurucu metindir. O kadar güzel anlatm t r,o kadar naif, soy bir ekilde yazm t r ki Kemal Tahir, daha sonraki eserler boyunca hep bir ülker y ld z gibi devaml yol göstermi tir bize. Tarihimizde toplumlar toplum yapan eyler bu tip kurucu metinler. Mesela bir Kral Arthur ve Yuvarlak Masa övalyeleri olmadan ngiliz tarihi olur muydu? Jeanne D'arc efsanesi asalet, ruhban sınıfının hizmetinde olma, kralın emrinde olma gibi değerlerin ikinci planda olduğu bir durum çıkıyor ortaya. Bu noktada şunu da eklemek gerek; bu değerler daimi değil. Zaman içerisinde bir imparatorluğun ele geçirilmesi ve büyüyen bir emperyal güç haline gelinmesiyle beraber toplumsal yapı bambaşka bir yöne devşiriliyor. Zaten şu anda popüler tarih anlatıcılarının yapıtlarında yaygın olarak Osmanlı dönemi, emperyal dönem anlatılıyor. Bu romanda ise çok daha sade, soy, temiz, yüce değerlerin geçerli olduğu, paylaşımın, özgürlüğün ön planda olduğu masalsı bir dünyadan yola çıkılıyor. olmadan bir Fransa olabilir mi? Buradaki arka plan da dediğimiz gibi Jean Paul Roux'nun Türkiye'nin tarihteki rolünün ortaya koyan yapıtlarıdır. HÜMAN ST DE ERLER Örnek vermek gerekirse şöyle bir ortamdan bahsedebiliriz; eskiden tabii savaşa gidiliyor sık sık. Dövüşüyorlar, çarpışıyorlar. Türk savaşçılar arasında gözlemlenen bir şey var; bir Türk savaşçı yaralısını asla bırakmıyor. Alıyor, gerekirse sırtında taşıyor, onun yarasını sarıyor, gerektiğinde yemiyor, içmiyor... Ama onu yaşatıyor. Böyle bir dayanışma duygusu söz konusu, böylesine bir kardeşlik duygusu... İşte bunlar bugünkü dünyada özlenen şeyler.. Zaman içinde tabii iktidar nasıl konumlanırsa toplumlar da öyle şekilleniyor. İktidar kirletir derler ya. Emperyal bir çizgiye girdiği zaman o naiflik kendini gitgide patrimonyal devletin, imparatorların sultası altında kaybolup gidiyor. Yani köklerimizde daha hoş, güzel, zarif, naif değerler olduğunu iddia ediyoruz ve roman boyunca da hep o naifliği, sadeliği aktarmaya çalışıyoruz. Aidiyetimizi hümanist değerlerle barıştırma kaygısıyla yapıyoruz bunu. Eskiden böyle bakılmazdı. Irkçı, şoven bir yaklaşımla ele alınırdı tarihimizdeki kimi olaylar. Halbuki şunu söylüyoruz; hümanist değerler bizde vardı. O kadar büyük bir zarafet içinde yaşanıldı ki yıllarca. Tabii ki, neticede bunlar ortaçağda yaşayan insanlar. Baktığınız zaman savaşan, kaba saba, hoyrat, dövüşen, ter kokan insanlar bunlar. Fakat Batı edebiyatçıları tarafından öyle bir stilize edilmiştir ki, şövalye dendiği zaman bambaşka bir şey tahayyül ediliyor. O anlatımdaki şövalyelere hayran olursunuz. İşte bu bir stilizasyondur. Şövalye stilizasyonu... Bizim tarihimiz ve edebiyatımızda bu stilizasyon eksiktir. Ben yapıtlarımda bahadırlarımızın konseptine bir stilizasyon yaptım. Bir zarafet, bir estetik kaygısıyla anlattım onları. Aynı şövalyelerin dünyasında olduğu kadar zarif, şık ve albenili bir tarih algısından yola çıktım. Hangi duygularla başlarsanız öyle görürsünüz bir şeyi. Burada şövayelerin karşısına koyacağımız stilize bahadırlardan bahsediyoruz. O yüzden de bazı anlatılarda coşkunluk, naiflik süblimasyonla yani yüceltiyle beraber gider. Temelde hep hümanist değerler ve gerçekçilik vardır ama bazen iyi kalplilik, iyi yüreklilik, temel iyilik kavramı süblime bir şekilde yansıtılır. Süblimasyon, edebiyatta çok kullanılan bir şeydir. Şövalye romanlarında olduğu gibi. Mesela Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Hikayeleri'ndeki gibi gerçekten masa etrafında şövalyeler var mıdır, sanıyorsunuz. Oturuyorlardı da, kılıçlar vardı da, Kral Arthur kılıcını saplıyordu taşlara da... Böyle şeyler var mıydı? Yazı güçlü, edebiyat güçlü, edebiyat güçlü olduğu için de efsane 1500 yıl devam edebiliyor. İşte bizim de yapmamız gereken bu tip güçlü metinlerle tarihimizi anlatmak. Bunu metafiziğe kaçmadan, inandırıcılığı elden bırakmadan yapmak Desen: Devrim Kunter gerekiyor. Mesela bu hikayede bahadırlar yeri geliyor, kaybediyorlar. Mistik öğelerle, dini öğelerle süslemeye kalktığınız zaman başka bir felsefi arka plan giriyor işin içine. Burada naiflik ve duygulardan hareket ederek yazmaktan yanayım. OVEN ZM VE EMPERYAL GÜDÜ Türk tarihini, seferleri, savaşları, kahramanlıkları vb. kurgulaştırarak ve macera-serüven yapısı içinde anlatmak bugüne dek daha çok sağcı yazarların tekelinde gibi görüldü, öyleydi de. Siz bildiğimiz kadarıyla sol değerlere inanan bir yazarsınız. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz, "Özgürlerin Kaderi" ve son romanınızı sağ gelenekten çıkan romanlar içinde nereye koyuyorsunuz? Hümanist değerleri esas almak önemli. Eğer bu roman bu toplumda sevilip değer bulursa o zaman meseleyi doğru bir bakış açısıyla ele almışız demektir. Roman boyunca hep vurgulamaya çalıştığım bir şey var. Bizim toplumumuz hiçbir zaman ırkçı değerler taşımadı. Yerliyle bütünleşti, kardeş oldu. Beraber yürüdü. Yeter ki iyilikten, paylaşımdan, dayanışmadan yana ol. Gerisi zaten gelir. Hümanist bir şiar doğrultusunda yaşadı bizim insanlarımız. Gerek şövalye hikayelerinde gerekse bizim ülkemizde yazılan kahramanlık hikayelerinde bu hümanist değer yargıları bir kenara bırakılarak şoven bir şekilde yazılır, emperyal güdü içinde gerçekleşir. Oysa bu romandaki kahramanlar emperyal güdü içinde olmak bir yana dursun; dünyada nerede bir boyun eğdirme çabası varsa onun karşısında hissediyorlar kendilerini. Zaten ben kendi toplumumuzu da öyle görüyorum. Komşusu aç yatarken yemek yiyemeyen insanların başka türlü davranması mümkün olamaz diye düşünüyorum. Bu insanlar kardeşlik ve paylaşım üzerine kurulu bir yaşam sürdürmektedirler. Dolayısıyla bu romanın fanatik ve şöven, aşırı sağ romanlardan çok ayrı, hümanist, çağdaş bir yerde olduğunu düşünüyorum. "FET H: 1453"ÜN HAMASET Son yıllarda Osmanlı tarihine yönelik tv dizilerinin, kitapların vb. sayısında önemli bir artış var. "Fetih 1453" filmi de seyirci rekoru kırdı. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz? Konunun çokça işlenmesi iyi bir şekilde yapıldığı zaman iyi bir şey olabilir. Kendi toplumumuzun değerlerini bilmek, kendi öz kültürümüze, bilincimize bağlı olmak, sahip çıkmak, onunla barışık olmak, kendimizi sevmek, özgüven kazanmak açısından iyi olabilir. Fakat bu bir eşiği aşıp fanatizm, ırkçılık boyutuna varırsa tam tersi bir etkisi olabilir. "En üstün bizdik" gibi birtakım faşizan söylemlere bürünürse bu, kötü bir şey olmaya başlar. Bu romanı bu tür hassasiyetleri gözeterek yazmaya çalıştım. Bu yüzden tüm o tür eğilimler taşıyan tarihi yapıtların ötesinde, apayrı bir yere koyuyorum. Çünkü benim temel hareket noktam, kendi toplumumu da ait gördüğüm yer, hümanist değerler, kardeşlik ve sevgi değerleridir. Bizim toplumumuzda bir kaynaşma ortamı vardır, kardeşçe yaşamak vardır. Oysa bazı eserlerde buna "Fetih 1453" filmini de dahil

14 14 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP KAPAK edebiliriz oldukça gerekçesiz bir hamaset var. Kontrolden çıktığı zaman sorun yaratabilecek bir şey bu. Filmde tabii başarılı kabul edilebilecek çalışmalar olmuş. Kostüm gibi başarılı sanatsal çalışmalar yapılmış fakat bu hamasi yönü daima felsefi erdemlerle kontrol altında tutmak gerekir. Ben romanımda bunu yapmaya çalıştım. DÖRT C LT GEREK YORSA, DÖRT C LT Sizi genellikle "roman dörtlemeleri"yle tanıyoruz, neden "dizi" romanları tercih ediyorsunuz? Okur açısından yorucu olma riski yok mu bunun? "İstanbul Dörtlüsü"nü yazdım. Edebiyatımızda dörtleme tarzla yazılmış yapıtlar vardır. En önemlilerinden biri "İnce Memed"dir. Yaşar Kemal'in birçok eseri birkaç cilt şeklinde kurgulanmıştır. Fakat yaygın bir uygulama olduğunu söyleyemem. Bizim toplumumuz sanırım olaylara biraz şöyle bakıyor; bir seriden bir kitap okuduğu zaman onun ne olduğunu anladığını kabul edip gerisini okumaya gerek görmeyebiliyor. Dolayısıyla seri takip eden bu tip romanların markette başarısız olma ihtimali çok yüksek. Bu da tabii yayıncıları etkiliyor. Fakat ben bu gerçeği görmüş olmama rağmen bir seriyi tamamlamak adına, edebiyatın hakkını vermek adına, bir konuya girdiysem onu farklı perspektiflerden, çeşitli yönleriyle görüp insanlığa tanık olacak bir yapıt ortaya koymayı her zaman tercih etmişimdir. Bunun bedelini markette başarısız olmak, yayıncılar nezdinde puan kaybetmek olarak ödesem bile bundan vazgeçmedim. Dört cilt gerekiyorsa dört cilt yazıyorum, altı gerekiyorsa altı cilt yazıyorum. Mesela şu sıralar "Ölümsüz Antikite"nin dördüncü cildini yazıyorum. Bu defa "İlyada" gibi nazımsal yazıyorum. Bakalım ne olacak... Fakat böyle bir çalışmanın riskli olduğunu, kimi zaman yayıncıların hoş karşılamadığını söyleyebilirim. Kimi zaman piyasada da değer bulmadığını görebliyoruz. Fakat sizin de bildiğiniz gibi bir toplumun bir romanın gerçekten değerli olduğunu anlaması epeyce vakit alır. Dolayısıyla yüksek edebiyat alanında ürün veren yazarların sonradan üzülmemek adına acı çekmeyi göze alıp bir hikayenin hakkını vermeleri gerekiyor. 1990'ların Kadıköy kültürü, "Kaybedenlerin Hikayesi" romanınız ve Tolga Örnek'in aynı adlı filmi hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz? YERALTI EDEB YATI BA KA B R EY! Yazarlık deneyimim açısından 90'lar önemli yıllar. "İstanbul Dörtlüsü" 90'lı yıllardaki kapitalizmin büyük buhranı olan 1994 krizi ve 98 kriziyle de Türkiye'de acı bir şekilde yaşadığımız dönemde Grunge akımını, Grunge Rock dönemini anlatır. Rock, biliyorsunuz muhalif bir müziktir. 90'lı yıllardaki ilk antikapitalist çıkışlar, ilk itirazlar Seattle'dan patlak vermişti. Daha sonra Seattle kökenli Nirvana, Pearl Jam gibi bazı rock gruplarının ve oradaki yadsıyıcı gençlik gruplarının yaşamış olduğu duyguyu, antikapitalist, neoliberal politikalara karşı üretilen bir tür "neoexistentialism" ile başlayan duyguları bütün dünyada yankı buldu, yayıldı. Bunların en çok yayıldığı alan da de kentli, duyarlı, gençlerin ortamı oldu. Duyarlı, donanımlı aynı zamanda en duygusal kesim, kötülüklere karşı en tahammülsüz olan kesim daima gençlerdir. Dolayısıyla o dönemde benim Kadıköy'de gördüğüm gençlik yadsıyıcı duyguyu ve depresyonu en yoğun yaşayan kesimdi. Ben bunun hikayesine ilk olarak "Kaybedenler Kulübü" adlı radyo programını yazarak başladım. Fakat aslında bu konuya burada tekrar girmek istemem. Çünkü daha sonra bunun filmi yapıldı ve popüler oldu. Benim yazdığım ve duygusal Jean Paul Roux, Türklerin tarihteki en eski özgürlükçü payla mc topluluk oldu unu iddia ediyor ve bütün temel meselesi buna dayan yor. Özgürlük ve payla m... Yani adaletli payla m. nsanlar n birbirini sevdi i, savundu u, vars ll klar e it olarak payla t ve özgür ya ad klar, hiç kimsenin kimseye boyun e medi i, kimsenin kimseye hükmetmedi i bir toplum düzeninden bahsediliyor. Dünyan n özledi i düzen dünyama hükmeden yapıdan çıktı, bambaşka bir ticari öğe haline geldi. Dolayısıyla bu konuda konuşmuyorum artık. Bu konuda hak iddia etmiyorum. Ben bu konunun dışındayım. Ben kendi romanlarımdan mesulüm. Benim romanlarımda gerçekten o dönemdeki depresyonun, Grunge Rock duygusunun, o hüzün ve melankolinin ülkemizdeki yansımaları vardı. Sürekli kaybedenin yitirdiği, kazananın yukarı çıktığı ve sürekli toplumun birbirini kıra kıra ilerlediği bu toplumsal düzenden büyük yaralar almış gençlerin yadsıyıcı duyguları vardı. Rock müziğinin temeli zaten muhalif ve yadsıyıcıdır. O dönemki neoliberal eğilimlere karşı buhranları yansıtır. Buradan hareketle o dönemki melankoliyi yansıttım. Bu romanlar uzun süre gençliği dalgalandırdı. Şu anda da hâlâ yeraltı edebiyatının temel taşları olarak görülüyorlar. Fakat ben bunları yeraltı edebiyatı olarak görmüyorum. Çünkü ben bir bar hikayesi, bir rock hikayesi, bir uyuşturucu hikayesi yazan birinin çıkıp bunu "underground" edebiyatı olarak adlandırmasına karşıyım. Gerçek "underground" edebiyatı, gerçek yeraltı edebiyatı dediğiniz şeyi yayınlayamazsınız zaten. Farklı bir şey o. Abartmaya, bunun üzerinden hava atmaya gerek yok. Benim okurum da böyledir. Yapıtım önemlidir onlar için. Ben üç gün sonra yokum. Edebiyatın büyüklüğü de buradadır. BEDEL ÖDEYEREK YAYIMLAMAK Yeraltı edebiyatı nedir peki o zaman? "Yeraltı edebiyatı" kavramı Türkiye'de de Amerika'da da ticari unsur olarak alınıyor, pompalanıyor, şişiriliyor, kullanılıyor. "Yeraltı edebiyatı" diye adlandırılan yapıtlar bütün her yerde ulaşılabilir durumda. Hatta en çok satanların başında geliyorlar. Bunların yazarları yemiş, içmiş, hayatını yaşamış insanlar. Yeraltı bu değil. "Yeraltı edebiyatı" dediğimiz şey nedir biliyor musunuz? Mesela 1930'lardaki Nazım'ın yapıtlarıdır. Çünkü yayımlama imkanın yok. Yayımlarsan ağır bedel ödersin. Mesela Luka, "İncil"in yazarları. Yeraltı edebiyatıdır. O dönemde sadece yazanı değil okuyanı bile ipe geriyorlardı. Böyle bir ortam vardı. Öyle birtakım sosyetikler gelir, motorsiklete binerler, kız arkadaşlarına hava atarken saçlarını savururlar... Böyle yeraltı edebiyatı olmaz. Dolayısıyla yeraltı edebiyatı göreli bir şeydir. Bir dönem başlar. Bir dönem yeraltı edebiyatı olan şey bugün Fransa'da ders kitabıdır. Dolayısıyla döneme göre belirlenir yeraltı edebiyatının ne olduğu. Yeraltı edebiyatı, edebiyatın en yaratıcı en yenilikçi alanıdır aynı zamanda. Hal böyle olunca "yeraltı edebiyatı yapıyorum" demek işte bu sebeplerden biraz yürek ister. O yüzden ben yeraltı edebiyatçısı olmadığımı düşünüyorum. EGOSANTR K YAZAR PS KOLOJ S Beğenerek takip ettiğiniz yazarlar var mı? Yeni nesil konusunda biraz aykırı görüşlerim olduğunu söyleyebilirim. Postmodern diye adlandırılan dönemin sanatı yok etmeye yönelik bir yanının olduğunu düşünenlerdenim. Yıkım faaliyeti olarak değerlendiriyorum. Anlaşılmaz metinler, alıcıya uzak kavramlar, göndermeler vs. derken bir bakıyoruz, edebiyat o kadar yabancılaşmış, o kadar aykırı, absürd bir şeye dönüşmüş. Geniş halk kitleleri bugün yüksek sanat olarak adlandırılan şeyi sevmiyor. Çok da haklılar. Yapıntı bir edebiyat gerçek edebiyat gibi insanlara sunulmaya, kabul ettirilmeye çalışılıyor. Oysa 19. yüzyılda nasıldı? İnsanlar ailece sabaha kadar gözlerini dört açmış bir vaziyette roman okurlardı. Edebiyat konuşulurdu, tartışılırdı. Hikayeler coştururdu insanları. Ben bir anlamda "Konstantinopolis Kapılarında" kitabımda bunu yapmaya çalıştım. Egosantrik ve kendini büyük gören yazar psikolojisi hakim şu sıralar. "Ben öyle şey yazarım ki siz anlayamazsınız." İnsan okurken hikayenin ne olduğunu bile unutuyor kimi zaman. Bunun çağımıza özgü bir şey olduğunu düşünüyordum. Sonraları bunun neoliberalizmin sanat anlayışı olduğunu anladım. Geniş kitlelerin edebiyatın aydınlatıcı ve bilinçlendirici dünyasından çok fazla faydalanmaları istenen bir şey değil. Bunu çağdaş sanatta da yapıyorlar. Bugün bir Rembrandt yetişiyor mu? Neden yetişmiyor? Çağdaş sanat adına öyle bir şey yapılıyor ki, kitleler o sanatı reddediyor. Sanatın yaratıcı, yenilikçi, devrimci özellikleri kaybolmuş ve kitlelerle bütünleşmesi engellenmiş oluyor. Böyle düşününce Avrupa'da da çok önemli yazarların çıkmaması bir tesadüf değil. Bir süredir yayın koordinatörlüğünü yaptığınız "Roman Kahramanları" dergisiyle ilgili bilgi verir misiniz? O da alışıldık formatta bir dergi sayılmaz, nasıl gidiyor "Roman Kahramanları"? Belli bir alışkanlık yarattı görüldüğü kadarıyla... Orada yayın koordinatörlüğünü yürütüyorum. Az önce anlattığım gibi bu sunulmaya çalışılan sanat anlayışının yerine klasik edebiyat imgelerini içselleştirmiş, edebiyatın temel meselelerine doğrudan giren, insanlara metinler önermeye çalışan, edebiyatın gerçekten nitelikli eserlerini ön plana çıkaran bir dergicilik yapmaya çalışıyoruz. Dergimizin fikir annesi Irmak Zileli'dir. Uzun bir süre yayın koordinatörlüğünü yürüttü. Kendisi farklı alanlarda yoğun çalışmaları sebebiyle devam etmedi. Sonraları ben yürütmeye başladım. İnsanların ilgisi bana şunu gösterdi ki edebiyatın ulvi değerleriyle buluşma arzusu hâlâ var ve bu bizi çok mutlu ediyor. Son sayımızda Arap Edebiyatı'nı işledik. Çok bilinmeyen bir konu ama bir o kadar da önemli.

15 ARAKABLO Aydınlık KİTAP 27 N SAN 2012 CUMA 15 SEYY T NEZ R Pazarkaya, Yazar, göçmen değil, yörüktür diyor Doğan Hızlan ın da dikkat çektiği ondaki ödev duygusunu Behçet Necatigil özellikle vurgular: Pazarkaya, zor bir işin üstesinden tek başına gelirken, kendini millî bir ödeve adadı; yoksa başaramazdı. Demirta Ceyhun seyyitnezir@aydinlikgazete.com Yüksel Pazarkaya, daha Koca Sapmalarda Biz Vardık (İzlem Y., 1968) kitabıyla, Almanya da yaşayan bir şair olarak ilgimi çekmişti. Şiirlerinde yurtdışındaki köy ve kent kökenli işçilerimizin yanı sıra, Onat Kutlar, Vasıf Öngören gibi sanatçı ve aydınların iç çelişkilerine, yurt toprağından uzaklığın acılarına, kendi toplumsal çelişkilerini yaban ellerinde katmerli yaşamanın getirdiği yarılmaya ilgi duymuş, o koşulların karmaşık duyarlığını anlatmaya yönelmişti: susamış güneş toprağın iter seni beni almanya ya alman bira ve bulut özdeş susamak güzelleşir birayla sen içmezsin içmezsi TÜYAP İzmir Kitap Fuarı nda, karşılıklı söyleştiğimiz, okurların da soru ve katkılarıyla daha bir verimlilik kazanan Demirtaş Ceyhun da Edebiyatın Tarihe İzdüşümü konulu panelde, bizi Ceyhun un yapıtlarına ilişkin önemli saptamalarla bilgilendirir ve sarsarken, kimi anılarını da aktararak söyleşiyi renklendiriyordu. Onu dinlerken belleğimde Pazarkaya nın geçmişine dair benim de kimi anılarım canlandı ler sonrasında çıkardığım dergilere ne zaman bir yazı ya da şiirle katkıda bulunmasını, Almanya daki arkadaşlar arasında derginin duyurulmasını, oradaki yazarların katkılarını sağlamasını istediysem çabasını esirgemedi te Aydınlık ın 2. Günlük Gazete Dönemi için başlatılan dayanışma seferberliğinin Avrupa daki bölümünde M. Bedri Gültekin in önerisiyle ben de görev almış ve kendisiyle birlikte Almanya nın birçok kentinde düzenlenen etkinliklere katılmıştım. Köln deki çalışmalarımız sırasında, 68 Kuşağı nın örgütçülük yönünden efsane isimlerinden Ömer Özerturgut un kitabevinde Pazarkaya yla bu kez yüz yüze tanıştım. Bir kültür ataşeliği gibi işleyen bu Kitabevi nde, Pazarkaya da, yalnızca bireysel düzeyde sanatsal dostlukları var edip yaşatmakla kalmıyor, onları kalıcılaştırmaya yönelik kurumsal bir işlev üstleniyor, gerçek bir kültür ataşesi gibi iş görüyordu. Doğan Hızlan, Enver Ercan ın hazırlayıp TÜYAP ın yayımladığı (2010) Yüksel Pazarkaya: Sözcüklerin Doğasında Gezmek kitabında onun kültür elçisi yönünü 1959 a götürürken, Almancada yayımladığı Modern Türk Şiiri (Moderne Türkische Lyrik, 1971) antolojisini değerlendirirken Behçet Necatigil, ülkesine karşı ondaki ödev duygusunu özellikle vurgular: Pazarkaya, bu zor işin üstesinden tek başına gelirken... kendini millî bir ödeve adadı; yoksa başaramazdı. Deniz Kavukçuoğlu, 1964 yılında Pazarkaya nın kapısını çalarken düşündükleriyle, onun bu yönünü politik bağlamda ve çok daha önce yakaladığını duyumsatır: Stuttgart o yıllarda solcu öğrencilerin çok etkin oldukları bir kentti. Stuttgart Türk Öğrenci Birliği, ilk sayısı 1959 da çıkmış, Yaprak adında, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Doğan Avcıoğlu, Mihri Belli, Oktay Akbal, Ceyhun Atuf Yüksel Pazarkaya Kansu ve daha birçok ünlü aydının yazılarına yer veren yıllık bir dergi yayımlıyordu. Stuttgart taki sol çevrede Pazarkaya, Tanju Üner, Avni Aksu, Kenan Tezdiker, Mehmet Meriç, Erdoğan Uskunay ve Ergun Göknel öne çıkan adlardı. O yıllarda, Alman edebiyat eleştirisinde şunlar söyleniyordu Pazarkaya için: Yüksel Pazarkaya da metafor ve simgeler kullanıyor. Ama bunlar eskimiş ya da eski ustalardan aktarılmış değildir kesinlikle. Son şiirlerinde, Türk halk şiiri öğeleriyle Orta Avrupa üslup özelliklerini kaynaştıran Pazarkaya, yoğun bir şiirsellikle toplumsal eleştiriyi birleştiriyor. Onun gücü şimdilik bu şiirselliktedir. (Klaus Eder, 1965) Pazarkaya nın şiirinde, Önasya nın imge dolu Barok dil geleneği ağır basıyor. (Thomas Löhner, 1968) Pazarkaya bizi çağımız insanıyla dayanışmaya çağırıyor. (Ralf Sziegoleit, 1968) Genç şair Yüksel Pazarkaya (d. 1940), hümanizmi bütün ideolojik ölçütlerin üstünde tutan en umut verici yeteneklerden biridir. (Magdalene Stüwe, 1973) Sonraki yıllarda Alman edebiyat çevrelerinde ona gösterilen ilgi artarak, derinleşerek sürdü. Pazarkaya, yıllar içinde kişisel saygınlığını pekiştirirken, ülkesiyle Türkçe edebiyatın Avrupa da hakkettiği yeri kazanmasında sürekli çaba harcadı. Bir yandan da gurbet ortamında ülkesine özlemini anlattığı kendi şiir ve öykülerini ördü. Anımsıyorum da, Sen Dolayları kitabında, Hiçbir çehre çocukluk arkadaşlarımı anımsatmıyor bana burda dizesini okuduğumda çarpılmış, dönüp uzun uzun çocukluğuma bakmıştım. Benim burada çocukluk arkadaşlarım yok ki Ne asker oldum burda, ne gerdeğe girdim. Çayı rakıyı getirdim, kuru fasulyayı döneri Getiremedim kendimi bir türlü buraya. Demir Özlü, kitabın içerik ve biçim örgüsünü şöyle anlatır: Sen Dolayları, bütünselliği olan küçük bir divandır. Hem halk tasavvuf şiirinin, hem divan biçimlerinin peteklerinden süzülerek gelmiş, çağdaş şiirle birleşmiş, onun yatağına kavuşmuştur. Hem şiirde, hem de bitmek tükenmek bilmez olan o kişilik olgunlaşmasındaki büyük bir aşamanın işaretidir. Özle dolarken, biçimce incelmiştir. Pazarkaya, Mutluluk Şiirleri nde yaşama sevincini sapsade bir anlatımla içimizde kıpırdatır: Çay demleniyor dünya buyur diyor camdan Sevdiğim uyanacak birazdan Gün ışığı yağmur bulut kuş Çöp kamyonu yapı işçileri postacı Çaydanlığın fokurtusu gazetenin sayfaları Radyonun müziği dünya bu sabah da buyur diyor. Mutluluğun tüm dünyada yıkımla tehdit edilişinin onda uyandırdığı tepkiyi ise Günay Güner şöyle açımlar: Pazarkaya şiiri, küreselleşmenin politik uzantısı olan yeni dünya düzeninin günümüz insanının içine düşürdüğü yabancılaşama felaketini, özüne düşman durumuna gelişini, özgür bilincin önündeki engelleri, yalnızlığı hareket unsurları içine katar. Genellikle gündelik dilden, her gün, her an süren yaşantıdan yararlanılır. Belirlenen anlayış canlı, etkin, devimsel bir şiiri yaratır. Edebiyatımızda ilk kez Turgut Uyar ın tam elli yıl önce vurguladığı insanın çıkmazda oluşu gerçeği, Pazarkaya nın şiirinde, onca savaşımlardan sonra düş kırıklığı olarak belirir. Bu duygu, 2007 Yunus Nadi Ödülü kazanan Yol Dolayları nda bize şöyle yansır: bizim halimiz hiç sorma umutlar birer pusuymuş. Pazarkaya, kendi şiirini örmekle ve ülke şiirinin elçiliğini yapmakla da yetinmez, Alman şiirinin ustalarını ve en genç sözcülerini dilimize kazandırır. Rilke, Brecht ve W. Helmut Fritz den çevirdiği şiirler bunun güçlü örnekleridir. Onun bu yöndeki çalışmaları ayrı bir yazı konusu... Sözü, Waltraud Messmann ın Yüksel Pazarkaya ile Neue Osnabrücker Zeitung gazetesinde gerçekleştirdiği çok önemli söyleşide, günümüze ilişkin saptamasıyla bağlayalım: Bu Kemalistlerle İslamcılar arasındaki çekişme, aslında 50 yılı aşkın bir süredir için için sürüyor. 1950, 60, 70 ve 80 li yıllarda bunun zeminini hazırlayan politikacılar, bugün gelinan duruma şaşıyorlar. Bugünkü durumlardan yalnız İslamcılar değil çeşitli partilerden birçok politikacı sorumlular... Edebiyatın Tarihe İzdüşümü panelinde Demirtaş Ceyhun un göçebeliğimiz üstüne söylediklerini tartışırken aynı konuda Pazarkaya nın bulgusunu anımsamamak olmaz: Bir yazar sanırım hiç hedefe varmaz. Bir yazar, göçmen değil, bir yörüktür (Nomade [göçebe])! O, hiçbir yerdedir, ama her yerde evindedir. Birçok kişi de diyor zaten, benim yurdum dilim! diye. Pazarkaya gurbetliği yaşasa da sürgünlük duyumsamıyor... Göçebelik olarak aydına ilişkin bir durumu niteliyorsa da, toplum olarak dışında olmadığımız bir konumu vurguluyor, şiirlerine yansıtıyor. Göçebe adlı büyük şiirin yazarı Cemal Süreya, aynı zamanda, 12 Eylül sonrasında aydının kendi yurdunda sürgün yaşadığını yazmıştı. Erdal Atabek daha sonra bu temayı toplumsal psikoloji düzeyinde işleyerek, yazılarını Kendi Yurdunda Sürgünsün kitabında topladı. Demirtaş Ceyhun, Cadı Fırtınası romanından başlayarak, göçebeliğin toplumsal yapı ve alışkanlıklarımızdaki süreğenliğini vurguladı. Toplumumuzun göçebe alışkanlıklardan kurtulup yerleşik uygarlığa bir türlü tam olarak uyum sağlayamadığı konusu geçtiğimiz aylarda (Ocak 2012) Doğan Kuban ve ardından Bozkurt Güvenç tarafından yeniden tartışmaya açıldı CBT de (Cumhuriyet Bilim Teknik eki). Şurası bir gerçek: Göçebe alışkanlıkları toplumsal genlerimizde var, tarih boyu sürüp geliyor. Dahası biz onlarla yerleşik uygarlığa girdiğimiz yerlerde açtığımız sökükleri dikip yırtıkları yamamışız; ne ki tarih, yazar ve düşünürlerimizin de altını çizdiği gibi, bizim attığımız dikişleri ikide bir patlatıyor.

16 16 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP CEYHUN İLSEVER Türkiye tarihi bir dönemeçten geçiyorken Yıldırım Koç un yeni kitabı AKP ve Emekçiler okurlarıyla buluştu. ABD süper güç, AKP yıkılmaz, bu halktan adam olmaz, işçiler cahildir (başbakanın tabiriyle ayaklar baş olmaz ) gibi yargıların gündelik hayatın rutin birer parçası olduğu günümüzde, Yıldırım Koç son kitabıyla önyargıların kırılması adına önemli tespitlerde bulunuyor. Tespitin de ötesinde sınıf mücadelesini örgütlemenin koşullarının oluştuğunu belirtiyor. Koç, kitapta yaptığı tespitlere ve ulaştığı yargılara, duygusal arzularla değil, TÜİK raporları başta olmak üzere birçok veriye, sosyoloji, tarih, ekonomi, istatistik gibi bilim dallarının merceğiyle bakarak varıyor yılları arasındaki on yılın emekçiler cephesinden masaya yatırıldığı eserde, AKP iktidarının emekçiler aleyhine çıkarttığı kanunlar, uygulamalar ve sonuçları üzerinde ayrıntısıyla duruyor. Aynı ayrıntılı tespitler bu on yıllık süreçte sendikaların sorumsuzluğu, yetersizliği, sistemle kurduğu bağlar açısından da yapılıyor. S STEM KEND S N DÖNDÜREM YOR Yanındayım mı diyordun, Elimde kartlar, boğazımda lokma, Bence yoktun. Kalmadı borçtan gayri, ilaç, lokma, Tut elimi, Pusulamı arıyorum. Kitap, AKP nin iktidar olduğu yıllarını masaya yatırıyor. Aslında kitapta bu on yıla dair iki fotoğraf görüyoruz. İlk dokuz yıl ve 2012 ile birlikte başlayan yeni süreç. Yıldırım Koç a göre; -Geçen dokuz yıl içinde tüketici kredileri ve kredi kartları ile işçiler, memurlar ve emekliler gelirlerinin çok üstünde harcamalar yaptılar. Bu dönemde araba ve konut satışlarında patlama oldu. Fakat 2012 yılıyla birlikte kredi ödemelerinde zorluklar başladı, bankaların kredi vermesinde ve kredi kartı dağıtımında önemli kısıtlamalar oldu. -AKP ilk dokuz yıl sağlık alanında izlediği politikalar ile sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırdı. Fakat bunun maliyeti hükümet için kaldırılamaz hale geldi ve 2012 den itibaren sağlık hizmetlerine erişim zorlaşmaya başladı. Örneğin yeşil kart uygulaması kalktı. -Türkiye nin her yerine üniversite açıldı. Aileler, üniversiteyi okuyunca çocukları iş sahibi olacak diye sevindi. Fakat gelinen durumda birçok üniversite mezunu işsiz... İşçi sınıfının harekete geçmesinin ön koşulu olarak mutlak yoksullaşmayı koyan Koç, AKP nin iktidar olduğu dönemde mutlak yoksullaşma yaşanmadığını, hatta bazı toplum kesimlerinde (asgari ücretliler, emekliler) küçük rahatlamalar olduğunu ifade ediyor YILDIRIM KOÇ TAN AKP VE EMEKÇ LER İşçi sınıfı partisine çağrı Kitapta devlet verilerine dayanılarak 24 yıl içinde Türkiye İşçi Sınıfı sayısının 17,2 milyon, oranı ise yüzde 22,6 artmış olduğu belirtiliyor. Buna rağmen, sıcak para ekonomisine dayalı sistem işsizliğe çözüm bulamıyor. Yıldırım Koç, işçi sınıfının hakim sınıflar cephesinde gedik görmeden harekete geçmeyeceğini, gedik olmadan yaşanacak mutlak yoksullaşmanın çürümeye yol açacağını belirtiyor yılından itibaren mutlak yoksullaşma yönünde bir gelişim başladığını, bu gidişat ile 2012 ve 2013 yıllarında önemli sınıf hareketlerinin gelişeceğini vurguluyor. Sendikalara ve siyasi partilere gelişmelere uygun mücadele yürütülmesi çağrısını yapıyor. Verilecek mücadelede çelişkilerin doğru tespit edilmesi gerektiğini vurgulayan Koç, karşı cepheyi şu şekilde tanımlıyor: emperyalistler ve ülkemizdeki büyük servet sahibi tekelci kapitalistlerdir. Onların yanı sıra aşiret reisleri, cemaat/tarikat şeyhleri ve toprak ağaları vardır Ç ARTIYOR, S ZL K A ILAMIYOR Kitapta devlet verilerine dayanılarak 24 yıl içinde Türkiye İşçi Sınıfı sayısının 17,2 milyon, oranın ise yüzde 22,6 artmış olduğu belirtiliyor. Buna rağmen, sıcak para ekonomisine dayalı sistem işsizliğe çözüm bulamıyor. Yıldırım Koç işsizliğin sebepleri olarak; özelleştirmeleri, hipermarket kuşatması ile esnafın kepenk kapatmasını, 24 Ocak Kararları ile iç pazarın dış rekabete açılmasını, AB Gümrük Birliği ne girilerek rekabet edememe sürecinin gelişmesini, düşük kur yüzünden ihracatın zayıflayarak ithalatın artmasını, yüksek faiz nedeniyle borç vermenin üretmekten karlı olmasını, doğudan batıya göçü belirtiyor. İşsizliğin sonuçları olarak da; yoksulluk, cemaat-tarikatların dinsel bilincinin yaygınlaşması ve toplumsal çürümeyi gösteriyor. Türkiye de kapitalizmin yedek işgücü olarak tuttuğu bilinçli işsizliğin ötesinde bir işsizlik bulunuyor. Öte yandan işçi sayısı artıyor. Bu ters orantılı gerçeğe dair kitapta değerlendirme yapılmıyor. Kanımızca bu işsizlik, tarihsel olarak sistemin mezar kazıcı öğelerinden birisi olsa da AKP iktidarının on yıllık sürecinde ideolojik hakimiyet için kullanıldı. Gelen sıcak paraların bir kısmı AKP örgütleri, belediyeler veya tarikatlar yoluyla işsizlere dağıtıldı. Böylece kontrol altında tutulan kesimlerde sınıf bilincinin yerine dinsel bilinç egemen kılındı, AKP de seçmenini elinde tuttu. Emperyalistler sıcak para kesilebilir şantajı yaptığında Tayyip Erdoğan ın neden yalvarmaya başladığını açıklayan bir göstergedir bu. TARTI ILACAK GÖRÜ LER Kitapta tartışılması gerek bazı fikirler bulunuyor. Yıldırım Koç, işçi sınıfının hakim sınıflar cephesinde gedik görmeden harekete geçmeyeceğini, gedik olmadan yaşanacak mutlak yoksullaşmanın çürümeye yol açacağını belirtiyor. Burada işçinin kendiliğinden bilincini merkeze alan bir bakış açısı bulunuyor. İşçi sınıfının harekete geçme koşullarının nesnel olarak oluşması, zaten sistemde gedikler oluşması anlamına geliyor. Tek tek işçiler ben bunları yıkarım, bunlar zayıf, harekete geçeyim diye düşünmektense, o zayıflığın yarattığı yeni koşullara dayanamama halinde eylemselliğe geçer. İşçilerin başarıya inançları elbette çok önemlidir fakat bu işçinin kendiliğinden bilinci değil, öncünün dışarıdan müdahalesi ile olur. Koç, sıradan bir emekçi için Kitaptan i çi s n f önderleri ve i çi s n f partisinin u ça r y ç kartmas gerekti ini dü ünüyoruz: Sistem yolun sonuna geliyor. Örgütlenin. Her zamanki gibi de il, ba armak için, kazanmak için örgütlenin! bağımsızlık, özgürlük, eşitlik gibi kavramların önemi olmadığını, ancak geliri azalırsa bunların önem kazanacağını belirtiyor. Mutlak yoksullaşmanın tek belirleyici olduğu görüşü kitabın birçok yerinde görülüyor. Ekonomik koşulların belirleyici önemine katılıyoruz fakat burada toplumsal birikimin tüm unsurlarından soyutlanmış olarak, salt ekonomiye indirgenmiş bir bakış açısı görüyoruz. Bugün AKP Suriye ye müdahale etmekte zorlanıyor. Sebebi halkın fakir olması mı? Binlerce yılda toplumumuzda bağımsız yaşamak, mücadele etmek, devrimler yapmak, mazlumun yanında olmak gibi bir kültür oluşmuş. Bunların hiç mi değeri yok? Bu birikim devrimci öncüsünü de oluşturuyor. Bu devrimci öncü de sosyal-kültürel-tarihsel altyapıya dayanarak dışarıdan bilinç ile (siyasal bilinç) toplumu harekete geçiriyor. Yine dışarıdan bilinç vurgusunu yapıyoruz. Katılmadığımız görüşlerin özünde öncü parti teorisinin algılanmasındaki belirsizlik yatıyor. Bu belirsizlik eserin sonuç bölümünde şu şekilde kendisini ifade ediyor: İşçi sınıfımız bu süreci yeterince kavrayabilmiş değildir; ancak onlara gerçekleri hayatın kendisi öğretecektir. Oysa işçi sınıfına hayatın kendisi ancak isyan etmesi gerektiğini öğretir. Düşmanın gerçekte kim olduğunu ve ne yapılması gerektiğini işçi sınıfının öncü partisi gösterecektir. Koç, birçok yerde paragraflara işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesinde diyerek başlıyor. Aslında çerçeveyi bununla sınırlı tutunca kendiliğindenci çizgi fazla sırıtmıyor. Paragraflar işçi sınıfının ve tüm emekçi sınıfların iktidarı ele geçirme mücadelesi diyerek başlanırsa dışarıdan bilincin, öncü örgütlenmesinin belirleyici önemi su yüzüne çıkacak. Özellikle günümüz Türkiye sinde paragraflara ikinci şekilde başlamak gerekiyor. Gerek Yıldırım Koç un belirttiği ekonomik göstergeler, gerekse kitapta yer almayan çok önemli siyasi gelişmeler bugünkü sihirli sözcüğün mücadele değil, iktidar olduğunu ortaya koyuyor. En doğrusu da iktidar için mücadele. MONTAIGNE HAKLIYMI Yazıyı sonlandırırken Yıldırım Koç un kişiliği hakkında da bir şeyler söylemeliyiz. Yıldırım Koç un kişiliğini bilgiye duyulan aşk ve bilime bağlılık, alçakgönüllülük şeklinde özetleyebiliriz. Dünyanın gerçek sahipleri olan üreticilere adanmış bir ömür, yazılmış onlarca kitap, binlerce makale, mütevazı bir hayat, mülke değil emekçiye bağlılık, kendisi ile yüz yüze sohbet etmiş birisi olarak tespit ettiğimiz üzere iyi bir dinleyici, iyi bir öğretici Montaigne şu tespitinde haklı çıkmış: İnsanlar başaklara benzer, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler. Ve ekşi sözlükte öğrencisinin Yıldırım Koç için yaptığı yorum: Çocuğu olup olmadığını çok merak ettiğim, varsa çok şanslı olduğunu, olduklarını düşündüğüm yoksa da size baba diyebilir miyim demek istediğim, insanı dehşete düşüren bilgi birikimi olan ve bunun yanında insanlığına da gönül rahatlığıyla 10 üzerinden 100 vereceğim değerli insan. SONUÇ Yanındayım dedim, Elinde kartlar, boğazında lokma, Sarhoştun, görmedin. Kalmadı borçtan gayri, ne ilaç, ne lokma, Bu el yine uzanıyor sana, Zaten bu el senin, pusulan senin Büyük işçi-emekçi eylemlerinin Türkiye yi beklediği tespitine bakarak AKP ve Emekçiler adlı eserin bir umut kitabı olduğunu söylemek eksik ve yanlış olacaktır. Kitaptan işçi sınıfı önderleri ve işçi sınıfı partisinin şu çağrıyı çıkartması gerektiğini düşünüyoruz: Sistem yolun sonuna geliyor. Örgütlenin. Her zamanki gibi değil, başarmak için, kazanmak için örgütlenin!. Elimizde tutuğumuz kitabın umut kitabı değil, örgütlenme kitabı olarak incelenmesini Türkiyeli her devrimciye salık veriyoruz. (AKP ve Emekçiler, Yıldırım Koç, Epos Yay., 356 s.)

17 Aydınlık KİTAP 27 N SAN 2012 CUMA 17 ÜÇ MAYMUN VE SÖYLE LER Nuri Bilge Ceylan a dair iki kitap Karanlığın Yüreği nden Kıyamet e Onun ilk filminden son filmine kadar geçen bunca yıl boyunca aslında hiç değişmediği, baştan beri belli bir melankoliyle cebelleşen kendi ruhuna karşı her zaman ne kadar sadık kaldığı kolayca görülebilsin istedim Cannes Film Festivali nde ardı ardına kazandığı başarılarla sinemamızın son 10 yıldaki en önemli uluslararası değeri haline gelen Nuri Bilge Ceylan, az konuşmasıyla, televizyon ve gazetelere fazla röportaj ve demeç vermemesiyle tanınır. Kendisinin değil, filmlerinin ön planda olmasını, yapıtlarının tartışılmasını tercih eder. Ceylan ı, sinemamızın diğer yönetmenlerinden ayıran özelliklerinden biri de ilk uzun metrajlı filmi Kasaba dan başlayarak tüm filmlerinin kitabını da sinemasever okurlara sunmuş olmasıdır. Bir anlamda, bu kitaplar aracılığıyla konuşmaktadır usta yönetmen. Geçtiğimiz günlerde çıkan iki kitap, Ceylan ın bu özelliğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Üç Maymun alıştığımız anlamda bir film kitabı. Ancak bu kez öncekilerden çok daha hacimli; büyük boy, 473 sayfa, bol fotoğraflı... Ceylan a 2008 Cannes Film Festivali nde en iyi yönetmen ödülü kazandıran, Bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum dedirten Üç Maymun filminin sinopsisini, senaryosunu; Cannes sırasında ve sonrasında iç ve dış basında çıkan yorumları; kurgu, yapım ve oyuncu güncelerini içeren kitap, bir filmin yaratım sürecine farklı pencerelerden bakabilmeyi sağlıyor. Bunun yanında kitabın en büyük özelliğinin, özellikle senaryoya düşülen notlar ve kurgu güncesi sayesinde Nuri Bilge Ceylan ın iç dünyasına nüfuz etme olanağı vermesi olduğu söylenebilir. Ceylan ın yakın arkadaşı, İklimler filminin oyuncularından biri olan Mehmet Eryılmaz ın derlediği Söyleşiler kitabı da ilk filminden bu yana yönetmenle yapılan değişik tarihlerde yapılan söyleşileri içeriyor. Dört söyleşi hariç tümü, yerli basında yayımlanmış söyleşiler bunlar. Eryılmaz, bir bakıma ona olan borcumu ödemek istedim dediği Nuri Bilge Ceylan la söyleşiler kitabı hakkında şu notu düşmüş: Onun ilk filminden son filmine kadar geçen bunca yıl boyunca aslında hiç değişmediği, baştan beri belli bir melankoliyle cebelleşen kendi ruhuna karşı her zaman ne kadar sadık kaldığı kolayca görülebilsin istedim. Sanatıyla bir siyam ikizi gibi zorunlu hale gelip gitmiş birlikteliğinin, filmleri ile hayatı ve görüşleri arasındaki kavganın sahiciliğinin, hakikat denen şeyin her zaman aranıp bulunan değil, sanatçının kendisi tarafından yaratılan da bir şey olduğu anlaşılabilsin istedim. (Üç Maymun, Doğan Kitap, 473 s.) (Söyleşiler, derleyen: Mehmet Eryılmaz, Norgunk Yayınları, 212 s.) TUNCA ARSLAN Dante nin cehennemde yaptığına benzer bir yolculuğu anlatır Joseph Conrad ın 1902 de yayımlanan Karanlığın Yüreği adlı romanı. Malcolm Bradbury ye göre modern edebiyatın en büyük örneklerinden biridir; kısaca sömürgecilik ve ahlak üzerine sarsıcı bir öykü anlattığı söylenebilir. Emperyalizm, emperyalin gözünden teşhir edilir. Conrad Karanlığın Yüreğini yazmadan 10 yıl kadar önce Kongo da bir buharlı geminin kaptanlığını yapmış ve yolculuğu sırasında karşılaştığı zulüm sahnelerine dayanamayarak bu işi bırakmıştı. Roman, Conrad ın bu dönemde tutuğu aldığı notlara ve günlüklerine dayanıyor. Batılı sömürgecilerin Afrika yı cehenneme çevirmelerini, medeniyet ışığından yoksun kalmış karanlık bölgelere ışık götürme idalinin gerçekte maddi zenginlik elde etmekten öteye geçmediğini gösteren roman, insanın yüreğindeki karanlığın, karanlığın yüreğine gittikçe ortaya çıktığını vurguluyor. Romanın baş kişisi Kurtz üzerinden beyaz ırkın siyah ırka bakışının şiddet ve acımasızlık dolu analizini yapan Joseph Conrad, tanıklıklarını siyahların da insan olabilme ihtimali ni sorgulayan bir iç-ses aracılığıyla aktarır. Dünya başka bir dünya gibiydi. Uysallaştırılmış, zincire vurulmuş bir canavara bakmaya çalışmıştık, oysa orada gördüğümüz, canavarca ama özgür bir şeydi. Dünya dışında bir şeydi. Dünya dışında bir şeydi, insanlar da - hayır, insanlık dışı değildiler. En kötüsü de buydu anlıyor musunuz?- İnsanlık dışı olmadıkları kuşkusu. Ağır ağır çöküyordu bu duygu insanın üstüne. Çığlıklar atıyorlar, sıçrıyor, oldukları yerde dönüyor, yüzlerini korkunçlaştırıyorlardı; ama insanı heyecanlandıran, insanlıklarını- sizinki gibi olan insanlıklarınıve bu çılgın, coşkun kalabalıkla olan uzak akrabalığını düşünmekti. Çirkindi. Evet oldukça çirkindi; ama yüreğin varsa, o gürültünün korkunç sıcaklığının, içinde ufacık da olsa bir tepki yarattığını kabullenir; senin- ilk çağların gecesini böylesine uzak olan senin-kavrayabileceğin bir anlamı olduğundan uzakta uzağa kuşkulanabilirdin. Kolonyal dönemdeki Avrupalı bakış açısını mükemmel biçimde yansıtan Karanlığın Yüreği, 1979 da Francis Ford Coppola nın eliyle bir Vietnam Savaşı öyküsü olarak Kıyamet (Apocalypse Now) adıyla sinemaya aktarılmış, Cannes daki ilk gösteriminde sinemadan çok bir deneyim olduğu söylenmişti. Film, Marlon Brando tarafından canlandırılan, bir tür yarı tanrı haline gelmiş asi asker, deli ve tehlikeli Albay Kurtz u öldürme görevi almış genç Yüzbaşı nın Vietnam ormanlarının, Kamboçya sınırındaki bataklıklarının içinde yaptığı dehşet yolculuğunu öyküler. Eleştirmen Barry Norman ın deyimiyle, Joseph Conrad ın romanının modern bir paraleli olarak başlayan film, psikoloji ve mitos alanlarına da yayılarak savaşın dehşet ve deliliği içinde bir kabus yolculuğu, insanın ruhunda kök salmış kötülüğe dair bir inceleme halini alır. Vietnam Savaşı üzerine gelmiş geçmiş en iyi film kabul edilen Kıyamet te Yüzbaşı yı canlandıran Martin Sheen çekimler sırasında kalp krizi geçirmiş, çalışmalara uzun süre ara verilmiş ve basın filmden Geciken Kıyamet olarak söz etmeye başlamıştı.

18 18 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR Gözyaşı Entelektüel Bir Şeydir Goethe nin İnfazı Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti Kimin Avrupası Jerome Neu, Kabalc Yay nevi, Çev. Celal Cengiz Ceviz, Melike Çakan, 548 s. California Santa Cruz Üniversitesi nde felsefe, psikoloji ve psikanaliz alanlarında çalışmalarını sürdüren Jerome Neu bu eserinde farklı konularda derlediği yazılarıyla duyguların farklı anlamlarına ve yorumlarına keyifli bir yolculuk yapıyor. Bu yolculuğun her durağında Neu nun akademik bilgi birikimine karışan içten heyecanını duyumsayabiliyorsunuz. Neu bu heyecanla, Eskiçağ dan Ortaçağ ve Rönesans a, oradan da günümüze dek, insani duyguları anlamaya çalışmış olan büyük filozofların, düşünürlerin, edebiyatçıların ve akademisyenlerin görüşlerini olabildiğince önyargısız bir şekilde ve sade bir dille anlatırken kendisine düşünmek bilinen şeyi değiştirebilir düsturunu temel alıyor. Viktor Glass, Everest Yay nlar, Çev. Regaip Minareci, 200 s. Dük ün gizli danışmanı von Goethe, Weimar a geleli yedi sene olmuştur. Önceleri sadece Dük ün en yakın dostuyken şimdi prensliğin maliyesinden sorumludur, soyluluk mertebesine de yükseltilmiştir. Genç Werther in Acıları elden ele gezmekte, okuyanları intihara sürükleyecek kadar etkilemektedir. Faust ise Dük ün okumayı en sevdiği eserlerden olmuştur. Fakat artık dehaya özgü bir imtiyaz ile yaşadığı gençlik hayatı geride kalmış, sıra prensliği ortaçağ karanlığından çıkarmak için Dük e yardım etmeye gelmiştir. Verilecek en önemli, fakat en zor kararlardan biriyse çocuğunu öldürdüğü iddia edilen Johanna ya verilecek idam cezasıdır. Goethe nin İnfazı, Goethe nin çok bilinmeyen bir kararını ortaya çıkarmanın yanı sıra idam cezasının akla gelebilecek en acımasız yöntemlerle uygulandığı zamanlarda, bizi genç Johanna nın acılarına ortak ediyor. Abdurrahman Münif, Yap Kredi Yay., 312 s. Hayat... bildiğin hayat dostum, bir kahramanlıktır. Evet, hayat bir kahramanlıktır ama gürültüsüz bir kahramanlık. İnsanın dürüst ve onurlu kalmak için her gün yaptığı davranışlardan oluşan küçük bir kahramanlık. Abdüsselam ın yıllarca ve yıllarca düşlerini kurduğu ve gerçekleşmesini dilediği düşünceler, işte gerçek olmuştu ama başka türlü. Şimdi gördüğü sonuçlar onu çılgınlık derecesinde bir hüzne sürüklüyordu, çünkü o vatan adını verdiği bu topraklarda olabileceğini tasavvur etmediği şeyler görmüştü... Abdüsselam şimdi bir lokma ekmeğin peşinde koşarken aç, yabancılaşmış ve yorgundu. Evet, serabı andıran bir şeye dönüşen bir lokma ekmeğin peşinde. Oysa onun darağacına asılacağını kuranlar, hâlâ yerlerinde duruyorlar, tembel tembel uzanarak mehtabı seyrediyorlar, esrar ve viskiyle dolmuş, gözleri yarı kapalı kadınların duygularıyla eğleniyorlar! Attac, Metis Yay nlar, çev. Deniz Bano lu, 296 s. Avrupa, Avrupa duy sesimizi!, artık Avrupa Birliği ne kabul edilmeyen küskün ülkelerin kalbi kırık vatandaşlarının edebileceği bir laf olmaktan çıktı. Günümüzde bu laf, sağır Avrupa nın tam ortasında, Avrupa nın kendi vatandaşlarından işitiliyor. Atacağı her adımı ekonomik kâr zarar terazisinde tartan, çokuluslu büyük şirketlerin lobileriyle sarmaş dolaş olan, toplu taşıma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi kamusal hakları umursamak bir yana, bunları birliğin parlak geleceği için engel olarak gören bir ortak Avrupa fikri pek çok insanı kaygıya sürüklüyor. Attac gibi muhalif hareketler Avrupa nın demokratik zaaflarını, cinsiyetçi alışkanlıklarını, çevreye olan duyarsızlığını yakın takibe alıyor. Bitmeyen Gece - Roger Ackroyd un Katli İyi Uykular Sayın Seyirciler Düşlemenin Poetikası Özgürlük Kampı Agatha Christie, NTV YAYINLARI, Çev.Sevin Okyay, Toros Öztürk, 108 s. Cinayetin kraliçesinden soluk kesen iki hikâye daha Agatha Christie alışık olduğumuz tarzın dışında bir cinayet hikâyesi anlatıyor Bitmeyen Gece de. Yayımlandığı zaman, son dönem eserleri arasında en çok beğenilenlerden biri: Birbirini seven iki genç, Michael ve Ellen Uğursuz bir arsa, Çingenelerin Arazisi ve kaçınılmaz bir ölüm. Emeklilik hayalleri ile geldiği kasabada bela, gizem ve cinayet HerculePoirot nun yakasını yine bırakmıyor. Bu seferkinin gerçekten bir son olacağını söyleyen Poirot, gri hücrelerinin de yardımıyla kimsenin aklına gelmeyeni gözler önüne seriyor. U ur Dündar, Bilgi Yay., 216 s. Gerek Star Tv den ayrılışım gerekse Nedim in tutukluluk sürecinde uğradığımız iftiralar, İşte Hayatım ın devamı niteliğinde olmasa da onu tamamlayan bir kitabın yazımını zorunlu kıldı. Çünkü çeşitli televizyonlara gazetelere ve internet sitelerine konuk olup yaşadığım serüveni ve maruz kaldığım saldırıların nedenlerini anlatmaya çalıştıysam da daha ayrıntılı bir açıklamanın görev haline geldiğine inandım. O halde okuyanların Vay canına Demek ki Uğur Dündar bunları da yaşamış diyecekleri çarpıcı gelişmeleri iğrenç tezgahları ve bazı ilginç olayları da yeni kitaba katmalıydım. İşte elinizdeki kitap bu düşüncelerin ışığında doğdu. Anlattıklarımla hafızanızı tazeleyip bilgi dağarcığınıza küçücük bir katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana. Gaston Bachelard, thaki Yay., Çev. Alp Tümertekin, 240 s. Gaston Bachelard dan hayal-gücünü bilgi teorisinin baskısından kurtarmaya, özgürleştirmeye dönük kapsamlı bir analiz Düşlemenin Poetikası edebi-felsefi bir şölen! Şiir, hem düş-kuranı hem de düş-kuranın dünyasını inşa eder. Gece düşü bir ruhun düzenini bozabilirken, geceleyin denenen çılgınlıkları gündüze taşıyabilirken, güzel bir düşleme ruhun kendi durmasından gerçekten zevk almasına, kolay bir birlikten zevk almasına yardım eder. Psikologlar, kapıldıkları o gerçekçilik sarhoşluğu içinde, düş-kurmadaki kaçış özelliğinde fazla ısrar ediyorlar. Düşlemenin, düş-kuranın çevresinde yumuşak bağlar dokuduğunu, bağlayıcı olduğunu, kısacası düşlemenin düş-kuranı tam anlamıyla poetikleştirdiği ni her zaman kabul etmiyorlar. Ferhan ayl man, Bencekitap, 332 s. Roman, bir televizyon kanalında yayınlanan ve o sırada izlenirlik bakımından en yaygın programları bile sollayan hırçın ve gerilimli bir siyasal tartışma programını konu alıyor. Daha doğrusu böyle diye yola çıkılmış ama sonuçta yazar, programda tartışmacı olarak seçilmiş oldukça ilginç tiplerden daha çok, böyle bir TV programını kurgulayıp kotaran televizyoncuların kişiliklerini ve ilişki biçimlerini masaya yatırmış. Böylece aslında Şaylıman, medya dünyasını romanlaştırmaya soyunmuş. Bu dünyanın bir insanı olarak, içten bir özeleştiri çabasını da işin içine katarak.

19 YENİ ÇIKANLAR Aydınlık KİTAP 27 N SAN 2012 CUMA 19 İçiyorum Öyleyse Varım: Filozofun Şarap Rehberi Hücre Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti Arap Baharı ve Suriye Roger Scruton, Aylak Kitap, Çev. Ak n Terzi, 272 s. Descartes ın modern felsefenin temelini atmış şu meşhur sözünü duymamış olanımız yoktur herhalde: Düşünüyorum öyleyse varım. Felsefeci Roger Scruton ise bambaşka bir şey söylüyor: İçiyorum öyleyse varım. Şarabını yudumlayarak son derece akıcı ve nükteli bir üslupla hemen her büyük medeniyetin baştacı ettiği bu görkemli içkiyi anlatıyor bize. Platon dan Nietzsche ye, İbn Sina dan Sartre a, Schopenhauer den Kant a pek çok filozofla muhabbete giriyor, herbiriyle farklı bir şarabın tadına bakıyor. Elinden şarabı hiç düşürmeksizin antik çağlardan günümüze şarabın hikâyesini anlatıyor bizlere. Ama daha önce duyduklarımıza hiç benzemiyor bu hikâye. Hubert Selby Jr., Ayr nt Yay., Çev. Ça da Acar, 256 s. Bazen kendimi kimsesiz bir çocuk gibi hissediyorum Evden çok uzaklarda. İkiye dört bir oda. Küçük bir pencere. Köşede bir tuvalet ve ayna. Işık, daima ışık, gözü yakan, gündüzü geceye katan. Bir hücrede tek başına bir adam; ama zihni kalabalık. Öyle kalabalık ve karışık ki ceza olsun diye kapatıldığı bu hücre, onun insanlardan, acımasız dünyadan kaçabildiği tek yer. Zaten onun tek arzusu da yalnız kalabilmek Brooklyn e Son Çıkış ve Bir Düş İçin Ağıt gibi kült romanların yazarı Hubert Selby Jr., bu defa sevgi ve şefkat duygularından yoksun, acımasız bir dünyanın ateşine düşmüş bir adamın zihninden geçen sadistçe, nefret fantezilerine ortak ediyor bizi. Adamın kafasının içini kemiren bu dehşet görüntüleri o kadar şiddet dolu, mide bulandırıcı ve rahatsız edici ki her sayfada en yakın pencereye koşup derin bir soluk alma hissi uyandırıyor. Honore de Balzac, Can Yay., Çev. Aysel Bora, 688 s. Balçıkta debelenen küçük bir fare ydi, hamurunda yosmalık vardı gelecek vaat eden. Henüz eğitimle bozulmamıştı, okuma yazması yoktu. Çok güzeldi. Gübrenin içinde açan bir zambaktı... Çiçek tanrıçası Flora kadar güzel... Rüzgâr tanrısı Zephyros gibi yakışıklı Lucien e âşık oldu. Böyle aşklara hak tanınmaz. Üstelik böyle âşıklar kendilerine de hak tanımaz. Hele Lucien in arkasında, onu soylu ve zengin bir kızla evlendirerek sınıf atlatmak isteyen bir babası varsa... Lucien i sevgilisinden ayırmak istediğini söylerse ikisini birbirine daha çok bağlayacağını bilen, gizlice Esther i ayakaltından çekerek bir manastıra gitmeye ikna eden yalancı rahip bir baba: Herrera. Manastır, bir sokak yosmasından melek yaratmaz, sonuçta kibar bir fahişe çıkar kapıdan. Tarihi değiştiren meslektaşları gibi... Bar l Ad belli, IQ Kültür Sanat Yay. 320 s. Suriye nin tarihsel ve jeopolitik koşullarına değinilen kitapta, Arap Baharı ndan hareketle Suriye nin hem bölge hem de Türkiye, ABD, Çin ve Rusya yla olan ilişkileri ve Arap Baharı nın bir Amerikan Gazabı na dönüşüp dönüşmeyeceği irdeleniyor ve şu tespit yapılıyor: Türkiye, sahnelenen büyük oyunun son perdesi olan Arap Baharı bölümünde meydana gelen gelişmelerin ortasında kalmıştır. Esad rejiminin ortadan kalkması durumunda ise muhalifler Suriye ye istikrar getiremeyecektir. Çünkü demografik yapı dikkate alındığında istikrar ortamı sağlayacak kadar güçlü bir muhalif yoktur. Dolayısı ile bu şu anlama gelmektedir: Suriye de her grubun kendisine göre bir hedefi vardır ve bu hedefler Suriye ye istikrar getirmekten çok uzaktır. İstikrarsız bir Suriye de bu coğrafyada en fazla Türkiye ye zarar getirecektir. Suskunun Gölgesinde Köktendincilik Nedir? Abi: Kabadayılar Mafya ve Derin Devlet Sisli Suzan Samanc, Sel Yay nc l k, 128 s. Suzan Samancı öykülerinde atmosfer yaratmada, çevre ve mekân kullanımında o kadar başarılıdır ki, yazdıkları kurgu olmasına rağmen okurda bir gerçeklik duygusu yaratır. Ve bu duygu o kadar güçlüdür ki, yakılan evler, boşaltılan köyler, sokak ortasında infazlar karşısında adeta taraf olmanızı da zorunlu kılar. Samancı, korku, şiddet, kuşku, işkence gibi insanlık dışı eylemler ile savaş, gerilla, terör, itirafçı, Newroz gibi kavramları haber bültenlerinin griliğinden sıyırıp edebiyatın yeşiline sararak bir nevi o olağanüstü hal lerin vicdanı oluyor. Küçük dünyaların, sıradan insanların hikâyeleri bunlar, büyük bir yoksunluk ve acıyla yoğrulmuş, hep uzakta kalmış Domenico Losurd, Yordam Kitap, Çev. Selin Dingilo lu, 96 s. Uluslararası Marx-Hegel Diyalektik Düşünce Topluluğu nun başkanı Prof. Domenico Losurdo, bu kitapta sadece İslami değil, aynı zamanda Yahudi ve Hristiyan köktendinciliğinin tarihsel, sosyolojik ve siyasal kaynaklarını tartışıyor. Böylece indirgemeci ve tek taraflı yorumları ters yüz ediyor: Bir yandan güncel siyasal tartışmalarda birbirinin karşı kutbunda yer aldığı varsayılan farklı köktendincilikleri eleştirel bir gözle ele alarak, sadece farklılıklarına değil, aynı zamanda ortak noktalarına da işaret ediyor. Köktendinciliği İslam ve Doğu toplumlarına zimmetleyen aydınlanmış Batı uygarlığı iddiasını tarihsel ve güncel örneklerle eleştiriyor. Do an Yurdakul, K rm z Kedi Yay., 504 s. Rahmetli Sabahattin Eyüboğlu ile ilgili bir anım var. Birlikte yatıyoruz. 12 Mart dönemi. Şimdi Sabahattin Bey Amca bana soruyor çok zeki adamdı: Evladım Dündar, bizi buraya neden getirdiler? Ben de diyorum ki: Aaa! Hocam. Ben diyeyim altı ay, sen de on altı ay sonra seni çağırıp soracaklar: Kimsin? Sen diyeceksin ki Ben Profesör Sabahattin Eyüboğluyum. Hay Allah, bir yanlışlık olmuş. Biz pezevenk Sabahattini arıyorduk. Kusura bakma, deyip seni salıverecekler. İşte seni o zannediyorlar, onun için tutuyorlar Hocam... Bir kuşağın son temsilcisidir Dündar Kılıç. İlhan Selçukun ifadesiyle Külhanbeyi değil kabadayı, mafya babası değil kabadayıdır. Necati Tosuner, Bankas Kültür Yay., 116 s. Necati Tosuner in öykü kitaplarının dördüncüsü. Bu kitapta yazarın İstanbul, 12 Mart ve Almanya öyküleri üç bölümde toplanıyor. Birbirinden farklı yer ve durumları anlatsa bile yazarın ince duyarlılığı sürekli hissediliyor. İsteyiş-kaçınış, bekleyiş-vazgeçiş ve hayatın her çarpıcı zıtlığı, Necati Tosuner in harikulade dil ustalığıyla sergileniyor. Bir sayfada şenlik içinde coşan, yüreği sevinçten duracakmış gibi anlatılan insan, başka bir sayfayı saran ürpertiyle donup kalıyor. Alttan alta bir ölüm düşüncesi metin boyunca sisler içinde ilerliyor...

20 20 27 N SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN Rüzgârı Dizginleyen Çocuk: William Kamkwamba İREM HALIÇ Yaymaya Değer Fikirleri yaymak amacı ile kurulmuş küresel konferans olan TED e 2007 yılında, kendi icadı olan yel değirmenini anlatmak üzere 15 yaşında Afrikalı bir çocuk katılıyor, fakat anlatmak istediği çok şey olmasına rağmen heyecandan pek bir şey söyleyemiyor. Bir sonraki davetinde (2009) geliştirdiği İngilizcesi ve özgüveniyle şu konuşmayı yapıyor: Bu hayatımı değiştiren basit bir makineydi. Daha öncesinde Malawi deki evimden hiç ayrılmamıştım. Hiç bilgisayar kullanmamıştım. Hiç internet görmemiştim. O gün sahnedeyken çok heyecanlanmıştım. İngilizceyi unuttum. Etrafımda hiç bu kadar beyaz insan olmamıştı. O gün size bir hikayeyi anlatamamıştım, şimdi anlatmak istiyorum. Ailemizde yedi çocuk vardı. Benim dışımda hepsi kız. Bilimin harikalarını keşfetmeden önce yoksul çiftçiler ülkesinde bir çiftçiydim de felaket bir kıtlık yaşadık. Beş ay içinde bütün Malawililer açlıktan ölmeye başladılar. Ailem günde bir öğün yemek yiyordu, o da gece. Her birimiz için sadece üç lokma mısır ekmeği. Açlık yüzünden okulu bırakmam gerekecekti. Babama ve o kuru tarlalara baktım. Böyle bir geleceği kabul edemezdim. Öğrenmek için her şeyi yapmaya karar verdim. Kütüphaneye gittim fizik ve İngilizce kitapları okudum. Bir kitap bana rüzgar türbininin su pompalayabileceğini ve elektrik üretebileceğini söylüyordu. Su pompalamak kıtlığa çözüm demekti. Gerekli malzemeleri bulup bir rüzgar türbini yapmaya karar verdim. Çoğu insan bana deli dedi. Bu küçük icadımdan sonra gazeteciler beni buldu. Sonra TED diye bir şeyden beni aradılar. Daha önce hiç uçak görmemiştim, hiç otelde kalmamıştım. İşte o gün Arusha da, sahnede, İngilizcem kayboldu ve ancak şöyle bir şey söyleyebildim: Denedim ve başardım. Şimdi Afrika da benim gibi mücadele eden yoksullar, Tanrı yanınızda olsun. Günün birinde belki bunu internetten izleyeceksiniz. Diyorum ki; kendinize güvenin ve inanın. William 1988 doğumlu. Hayattan tek kazançları hayatta kalabilmek olan insanların yaşadığı Afrika da yaşıyor de öyle bir kıtlık görüyor ki etrafındaki insanlar gibi kendi de ölüme ilk kez bu kadar yaklaşıyor. Sadece Noel de et yiyebilen William o Noel deri bulup kaynatabildiği için seviniyor. Çok sevdiği köpeğini ölüme terk etmek zorunda kalıyor. Seçimlerde herkese ayakkabı vaat edip sonra herkesin ayakkabı numarasını nerden bileyim diyebilen komik politikacıların yönettiği Malawi nin ve tüm Afrika nın yiyecek stokları, o sene IMF ve Dünya Bankası tarafından dış borçları kapatmak amacıyla alınıyor ve elde kalanlara da devlet bağlantısı olan seçkin tüccarlar tarafından el konuluyor. Çiftçileri gübre ve darı dağıtımı yapılamıyor ve sefalet diz boyu. Hepimiz kilo veriyorduk. Göğsümüzdeki kemikler sayılıyordu ve kemer olarak kullandığım ip bir işe yaramıyordu. Artık ipi belime iki kez doluyor sonra turnike yapar gibi bir sopayla bağlıyordum. Ağzım hep kupkuruydu. Kollarım okaliptüs dalları gibi incelmişti ve sürekli ağrıyordu. Çok geçmeden yumruğumu sıkmakta da zorlanmaya başladım Bir gün Coğrafya dersinde Bay Tembo bir dünya haritası açtı ve Afrika kıtasını gösterdi. Parmaklarımızı ülkemizin üzerinde gezdirdik ve dünyanın geri kalanıyla kıyaslandığında ne kadar küçük olduğunu görünce şaşırdım. Bütün hayatımın bu küçük toprak şeridinde geçtiğini düşünmek inanılmazdı. Haritaya bakarken orada on bir milyon insan yaşadığını ve tam şu anda çoğunun yavaşça açlıktan öldüğünü hayal edemezdiniz William ın tek istediği öğrenmek. Kıtlıkla nasıl baş edileceğini, hastalıktan ve açlıktan nasıl kurtulabileceklerini. Harcını ödeyemediği için okuldan ayrılınca öğrenimine ara vermemek için kütüphaneye gidiyor ve orda bilimle tanışıyor. Babasının anlattığı büyülü hikayelerle büyüyen William büyüden ölümüne korkarken, kütüphanede okuduğu kitaplarda, gerçeğin büyüden başka şeyler olduğunu öğreniyor ve on dört yaşına geldiğinde kendi yel değirmenini yaratıyor, adına da Elektrik Rüzgarı diyor. William Kamkwamba, Afrika Liderlik Akademisi nde lise öğrenimini tamamlamış, şimdi de ABD de Dartmouth College de eğitim görüyor de TED Küresel Üye ödülü aldıktan sonra Wall Street Journal a konuk olmuş ve icatları Chicago Bilim ve Endüstri Müzesi nde sergilenmiş yılında yaşamını anlattığı Rüzgarı Dizginleyen Çocuk kitabı gerçek bir kahramanlık klasiği olma iddiasında. Küçük kafasında taşıdığı büyük aklıyla William ın neler başardığını kendi ağzından bu kitapta öğrenebilirsiniz. İyi okumalar diliyoruz. (Rüzgarı Dizginleyen Çocuk William Kamkwamba Martı Yayınları, Çev: Selim Yeniçeri, s. 380) Tembel Fare Tini Dizisi- Kütüphane Yolunda Günlerden bir gün, Tini sevgili arkadaşı Şini ye birlikte Büyük Kütüphane ye gitme sözü verir. Söz ağzından çıktığı için tutacaktır mecburen. Ama taa kütüphaneye kadar da yürümeyi gözü almaz bir türlü. Şini nin zorlamalarıyla kütüphaneye geldiklerinde Tini nin dili tutulur adeta. Herhalde dünyanın bütün kitapları buraya toplanmış olmalı, diye düşünür. Binlerce kitap arasından hangisini ödünç alacağına bir türlü karar veremez. Kitaplar gözüne güzel görünür ama okuma fikri biraz yabancıdır onun için. Şini nin girişimleriyle resmi bol bir dinozor kitabı seçip ayrılırlar kütüphaneden. Tini için yepyeni bir başlangıçtır o an. Yoksa Tini okumaya merak mı salacak dersiniz? Tabii bunun için öncelikle yolda kaybettiği kitabını bulması gerekiyor Ayla Ç naro lu, Uçanbal k Yay., 32 s. Hazırladığı edebiyat seçkileriyle tanınan akademisyen, yazar İshak Reyna, bu kez Türk ve dünya edebiyatından deneme yazılarını gençler için özenle seçti. Birbirinden etkileyici 30 deneme yazısından oluşan seçkinin amacı, gençleri edebiyatın bu yenilikçi türüyle yakınlaştırmak. Daha önce hazırladığı Dikkat! Kırılacak Eşya ve Ay ı Boyamak adlı öykü derlemeleriyle dikkati çeken Günışığı Kitaplığı, bu kez Türk edebiyatından 15, dünya edebiyatından 15 usta yazarın kaleme aldığı deneme yazılarıyla, genç okuru unutulmaz bir düşünce dünyasında dolaştırıyor. Gençlikteki zorluklardan aşka, futboldan sanata, mizahtan siyasete uzanan denemeler, okurun düşüncelerini de hayal gücünü de harekete geçiriyor. Kitapta yer alan yazarlar İç Hatlar: Bilge Karasu, Çetin Altan, Fatih Özgüven, Ferit Edgü, Haldun Taner, Melih Cevdet Anday, Memet Fuat, Murathan Mungan, Nermi Uygur, Nurullah Ataç, Onat Kutlar, Oruç Aruoba, Perihan Mağden, Sabahattin Eyüboğlu, Selim İleri. Dış Hatlar: Albert Camus, Eduardo Galeano, Francis Bacon, Friedrich Nietzsche, Hermann Hesse, John Berger, Sevim Ak Can Çocuk 120 s. Yetişkinler Ejderhalardan Neden Korkar? shak Reyna, Gün Kitapl, 200 s. GÖKTE BİRİ VAR Peki ama kimdi bu teldeki adam? Teldeki adam bakış açımı değiştirmişti. Konuşulanlardan çok konuşulmayanlar, görünenden çok görünmeyenler çekmeye başlamıştı ilgimi. Teldeki adam gözlüklüydü. Gözlüklerinin benimkinden ve babamın arkadaşlarınınkilerden farklı olduğunu anlamıştım. Kimsenin göremediği ayrıntıları büyüteç gibi büyütüyordu onunki. Yıkılma tehlikesine karşı boşaltılmış ahşap evin tahta oymalı kapı kolunu, çatı aralarındaki kuş yuvalarını, çocuk parkının köşesindeki, çevresini otlar büyümüş başı kopuk heykeli, fare deliklerini, eski binaların birindeki kirden pastan kararmış armayı o göstermese hangimiz görebilecektik? Jonathan Swift, Juan Goytisolo, Michel de Montaigne, Nick Hornby, Rainer Maria Rilke, Rolan Barthes, Umberto Eco, Ursula K. LeGuin, Virginia Woolf. İshak Reyna nın Merhaba başlıklı giriş yazısından: Kuşkusuz, ne yaşadığımız coğrafyadaki, hele ne de dünya üzerindeki deneme yolculukları, tadları buradakiler kadar. Elindeki kitap, bir tür açılış partisi. Dolayısıyla, bu partinin şeref konuğu olarak, burada tanıştıklarınla ilgili izlenimlerine de, okur ya da yazar, denemede bundan sonrasında çıkacağın yeni yolculuklara da elbette sen karar vereceksin Yolun açık ve çeşitli olsun

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3 KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3 Issue #: [Date] MAVİSEL YENER İLE RÖPOTAJ 1. Diş hekimliği fakültesinden mezunsunuz. Bu iş alanından sonra çocuk edebiyatına yönelmeye nasıl karar verdiniz?

Detaylı

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi tarafından tam algılanmadığı, diğer bir deyişle aynı duyarlılıkla değerlendirilmediği zaman mücadele etmek güçleşecek ve mücadeleye toplum desteği sağlanamayacaktır.

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ / AKP de bir kişi konuşur, diğerleri asker gibi bekler! Tarih : 06.01.2012 CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem AKP deki tek adamlığı hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın üslubunu ve liderliğini

Detaylı

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız? Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız? Bu ülkenin de insanı olmanız, gelmiş olduğunuz ülkeyle bağınızın kesilmesi, ona yabancılaşmanız anlamına gelmez. Ama eğer 20-25

Detaylı

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI EMRE KÖROĞLU CHP BODRUM İLÇE BAŞKANLIĞINA YENİLİKÇİ VE BAŞARI ODAKLI BİR SİYASET İÇİN ADAY OLDUĞUNU AÇIKLADI Emre Köroğlu 29 Kasım 2015 Pazar günü yapılacak

Detaylı

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son 10-11 senesinde bizim de katkılarımızın olması bizi her zaman çok mutlu ediyor çünkü Avrupa da yaşayan

Detaylı

Endi eli yimserlik Kamuoyu Beklentilerinde Pozitif Trend Devam Ediyor Genel Seçim Sürecine AKP Önde Giriyor, CHP Takipte de Bahar Havasý Türkiye nin LoveMarklarý Arçelik-Adidas-Nokia-LCWaikiki-Beko Türkiye

Detaylı

KÜRESEL GELİŞMELER IŞIĞI ALTINDA TÜRKİYE VE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ EKONOMİSİ VE SERMAYE PİYASALARI PANELİ

KÜRESEL GELİŞMELER IŞIĞI ALTINDA TÜRKİYE VE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ EKONOMİSİ VE SERMAYE PİYASALARI PANELİ KÜRESEL GELİŞMELER IŞIĞI ALTINDA TÜRKİYE VE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ EKONOMİSİ VE SERMAYE PİYASALARI PANELİ 12 NİSAN 2013-KKTC DR. VAHDETTIN ERTAŞ SERMAYE PIYASASI KURULU BAŞKANI KONUŞMA METNİ Sayın

Detaylı

KADIKÖY ANADOLU LİSESİ

KADIKÖY ANADOLU LİSESİ KADIKÖY ANADOLU LİSESİ KÜTÜPHANECİLİK KULÜBÜ OKUMA ANKETİ 1 İÇİNDEKİLER Kapsam 3 Sınırlamalar 3 Giriş 4 Anket 5 Bulgular 7 Analiz/Değerlendirme 9 Öneriler 10 2 KAPSAM Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencilerinin

Detaylı

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları. HASTA İŞİ İnsanların içlerinde barındırdıkları ve çoğunlukla kaçmaya çalıştıkları bir benlikleri vardır. O benliklerin içinde yaşadıkları olaylar ve onlardan arta kalan üzüntüler barınır, zaten bu yüzdendir

Detaylı

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin Bir bahar günü. Doğa en canlı renklerine büründü bürünecek. Coşku görülmeye değer. Baharda okul bahçesi daha bir görülmeye değer. Kıpır kıpır hareketlilik sanki çocukların ruhundan dağılıyor çevreye. Biz

Detaylı

Milli Gelir Büyümesinin Perde Arkası

Milli Gelir Büyümesinin Perde Arkası 2007 NİSAN EKONOMİ Milli Gelir Büyümesinin Perde Arkası Türkiye ekonomisi dünyadaki konjonktürel büyüme eğilimine paralel gelişme evresini 20 çeyrektir aralıksız devam ettiriyor. Ekonominin 2006 da yüzde

Detaylı

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA ŞİİR ÖDÜLÜ SORUŞTURMASI 8-15 Ağustos 2016 Aydınlık Gazetesi Kültür-Sanat Sayfaları 2015 yılında Beşiktaş Belediyesi tarafından Belediye Başkanı Murat Hazinedar ın himayesinde (!) ilki

Detaylı

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU 25 Ders 3 İnsan Bir gün ağaçtan küçük bir çocuk oyan, ünlü bir ağaç oymacısı hakkında ünlü bir öykü vardır. Çok güzel olmuştu ve adam onun adını Pinokyo koydu. Eserinden büyük gurur duyuyordu ama oyma

Detaylı

AKP ye Soruyoruz CHP EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI

AKP ye Soruyoruz CHP EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI AKP ye Soruyoruz CHP EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI AKP, Kendinden Önceki 42 Hükümetin, 56 Yılda Kullandığı Paranın 2 Katından Fazla Parayı 10,5 Yılda Kullandı Türkiye de, çok partili

Detaylı

Ece Ayhan. Kardeşim Akif. Akif Kurtuluş'a Mektuplar. Hazırlayan Eren Barış. "dipnot

Ece Ayhan. Kardeşim Akif. Akif Kurtuluş'a Mektuplar. Hazırlayan Eren Barış. dipnot Ece Ayhan Kardeşim Akif Akif Kurtuluş'a Mektuplar Hazırlayan Eren Barış sı "dipnot Akif Kurtuluş: 1959, Ankara. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1981 yılında bitirdi. İlk şiiri, 1980 yılında Türkiye

Detaylı

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI Hazırlayan: Rabia ARIKAN JORGE LUIS BORGES (1899-1986) ARJANTİNLİ ŞAİR, DENEME VE KISA ÖYKÜ YAZARIDIR. 20. YÜZYILIN EN ETKİLİ

Detaylı

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Temmuz 2013, No: 65

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Temmuz 2013, No: 65 EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Temmuz 2013, No: 65 i Bu sayıda; Mayıs ayı Sanayi Üretim Verisi, TCMB nin Dövize Müdahaleleri değerlendirilmiştir. i 1 Sanayi Üretimi Umut Vermiyor Mayıs

Detaylı

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının karşılanmasında bağımsızlığın önemini gündeme getirmiş, halkımızın

Detaylı

"ben sana mecburum, sen yoksun."

ben sana mecburum, sen yoksun. Ad-Soyadı: Kübra Nur Akkoç Numara: 21302138 Ders - Şube: Türkçe 101-19 Öğretmen: Başak Berna Cordan Tarih: 17.11.2014 "ben sana mecburum, sen yoksun." Kavuşulamayandı. Erişilemeyen hedefti, sonu mutlu

Detaylı

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Maruf Vakfı Genel Merkezinin Açılışına Katıldı. Maruf Vakfı Genel Merkez açılışı, Vakfımızın Zeytinburnu ndaki merkezinde

Detaylı

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın Irmak Tank Tank 1 Vedat Yazıcı TURK 101-40 21302283 AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA Yalnız, huzurlu bir akşamda; şiire susadığınızda huzurunuzu zorlayacak bir derleme Üstü Kalsın. Mutsuz etmeye

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz. Bozuk Paralar KISA FİLM Yaşar AKSU İLETİŞİM: (+90) 0533 499 0480 (+90) 0536 359 0793 (+90) 0212 244 3423 SAHNE 1. OKUL GENEL DIŞ/GÜN Okulun genel görüntüsünü görürüz. Belki dışarı çıkan birkaç öğrenci

Detaylı

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum. Sevgili hırsız dostum! Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum. Bildiğim, kesin ve kat i bir şey var ki, oda senin insan

Detaylı

Metin Edebi Metin nedir?

Metin Edebi Metin nedir? Metin Nedir? Metin, belirli bir iletişim bağlamında, bir ya da birden çok kişi tarafından sözlü ya da yazılı olarak üretilen anlamlı bir yapıdır. Metin çok farklı düzeylerde dille iletişimde bulunmak amacıyla

Detaylı

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR.YAPTIĞIN İŞİ ADAM GİBİ YAPMAYI VE GELİŞİMİN ÖNEMİNİ ONUN HAYATINDA ÖĞRENDİM SORU-Bize kısaca kendinizi

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Kılıçdaroğlu: İş adamı konuşuyor tehdit, gazeteci konuşuyor tehdit, belediye başkanı konuşuyor tehdit, ne olacak tehditlerin sonu? Tarih : 04.06.2011 -BATMAN MİTİNGİ- Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu,

Detaylı

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir.

Detaylı

TÜRKÇE DERSİ GÖRSEL OKUMA TESTİ Kubilay ORAL

TÜRKÇE DERSİ GÖRSEL OKUMA TESTİ Kubilay ORAL TÜRKÇE DERSİ GÖRSEL OKUMA TESTİ Kubilay ORAL. SORU 1 SORU 2 Aşağıdakilerden hangisi insanın çevreye verdiği zararları anlatmamaktadır? Yukarıdaki karikatür hangi deyimi anlatıyor olabilir? Göze girmek

Detaylı

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN BU ÖDEVİN HAZIRLANMASINDA MUSTAFA NAZIM ÖZGEN BURCU OLGUN GÜLŞAH GELİŞ VE FATMA GEZER TARAFINDAN ORTAK HAZIRLANMIŞTIR. BİLGİSAYAR 1 DERSİ PROJE ÖDEVİ NURAY GEDİK

Detaylı

İMF siz Yapamayacak mıyız?...47 Yakın İzleme Programı Üzerine...48 Daha Dikkatli Olma Zamanı...49 Siyasette İstikrarsızlığa Yılında Ekonomi

İMF siz Yapamayacak mıyız?...47 Yakın İzleme Programı Üzerine...48 Daha Dikkatli Olma Zamanı...49 Siyasette İstikrarsızlığa Yılında Ekonomi I İÇİNDEKİLER GİRİŞ... 1 I. PLANLAMANIN İLK ON YILI (1963 1973 Dönemi)... 7 II. EKONOMİNİN TIKANDIĞI YILLAR (1973 1983 Dönemi)...11 24 Ocak Kararları...12 III. EKONOMİDE AÇILIM YILLARI (1983 1993 Dönemi)...15

Detaylı

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler Hani, Rabbin meleklere, Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti. Onlar, Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd

Detaylı

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik KISKANÇLIK KRİZİ > > ADAM - Kiminle konuşuyordun? > > KADIN - Tanımazsın. > > ADAM - Tanısam sormam zaten. > > KADIN - Tanımadığın birini neden soruyorsun? > > ADAM - Tanımak için. > > KADIN - Peki...

Detaylı

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR Mit, Mitoloji, Ritüel DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Kelime olarak Mit Yunanca myth, epos, logos Osmanlı Türkçesi esâtir, ustûre Türkiye Türkçesi: söylence DR. SÜHEYLA SARITAŞ

Detaylı

Mitoloji ve Animizm, Fetişizm. Dr. Süheyla SARITAŞ 1

Mitoloji ve Animizm, Fetişizm. Dr. Süheyla SARITAŞ 1 Mitoloji ve Animizm, Fetişizm Dr. Süheyla SARITAŞ 1 Animizm Canlıcılık olarak da bilinin animizmin mitolojinin gelişmesinde önemli rolü vardır. İlkel devirde, eski insanlar her bir doğa olayının, eşyanın,

Detaylı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Cihan Demirci. Şiir ŞİİR KÜÇÜĞÜN. 2. basım. Resimleyen: Cihan Demirci

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Cihan Demirci. Şiir ŞİİR KÜÇÜĞÜN. 2. basım. Resimleyen: Cihan Demirci Cihan Demirci ŞİİR KÜÇÜĞÜN ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Şiir Resimleyen: Cihan Demirci 2. basım Cihan Demirci ŞİİR KÜÇÜĞÜN Resimleyen: Cihan Demirci Can Sanat Yayınları Yapım, Dağıtım, Ticaret ve Sanayi Ltd.

Detaylı

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri 1 Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri Bugün kızla tanışma anında değil de, flört süreci içinde olduğumuz bir kızla nasıl konuşmamız gerektiğini dilim döndüğünce anlatmaya

Detaylı

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem NEDEN Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem YERLi VE MiLLi BiR SiSTEM Türkiye, artık daha büyük. Dünyada söz söyleyen ülkeler arasında. Milletinin refahını artırmaya başladı. Dünyanın en büyük altyapı

Detaylı

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Dünyayı Değiştiren İnsanlar Dünyayı Değiştiren İnsanlar Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim,

Detaylı

KOLEJ - FEN LİSESİ - ÇAMLICA ORTAOKULU XXVI. EDEBİYAT ve KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİĞİ Okuyan insan, yaşayan insan

KOLEJ - FEN LİSESİ - ÇAMLICA ORTAOKULU XXVI. EDEBİYAT ve KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİĞİ Okuyan insan, yaşayan insan KOLEJ - FEN LİSESİ - ÇAMLICA ORTAOKULU XXVI. EDEBİYAT ve KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİĞİ Okuyan insan, yaşayan insan USTALARA SAYGI-ANMA SOKAK AÇILIŞI F.DOSTOYEVSKİ SÖYLEŞİ / DİNLETİ - İMZA ATAOL BEHRAMOĞLU

Detaylı

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur. 33 Ders 4 Günah Bir dostunuzun size, içi güzel şeylerle dolu ve bütün bu güzelliklerin tadını çıkarmanız için bir saray verdiğini düşünelim. Buradaki her şey sizindir. Dostunuzun sizden istediği tek şey,

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 2 EDEBİ BİLGİLER (ŞİİR BİLGİSİ) 1. İncelediği şiirden hareketle metnin oluşmasına imkân sağlayan zihniyeti 2. Şiirin yapısını çözümler. 3. Şiirin

Detaylı

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74 EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74 i Bu sayıda; Ağustos Ayı Dış Ticaret Verileri, 2013 2. Çeyrek dış borç verileri değerlendirilmiştir. i 1 İhracatta Olağanüstü Yavaşlama

Detaylı

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi, DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi, 1 / 9 Gönül tamircisi!, Tıpkı, Yunusun dediği gibi: Ben gelmedim kavga için!/benim

Detaylı

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ...

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ... İçindekiler ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ... 5 I.1. Arnavutluk Adının Anlamı... 5 I.2. Arnavutluk Adının Kökeni... 7 I.3.

Detaylı

Şöyle ki ; Etnik köken olsaydı Bir şiir yüzünden yere düşen yiğidi %85 oy ve Üç Millet Vekili ile Parlamentoya gönderilmezdi,

Şöyle ki ; Etnik köken olsaydı Bir şiir yüzünden yere düşen yiğidi %85 oy ve Üç Millet Vekili ile Parlamentoya gönderilmezdi, BELEDİYEDE II.SELİM DÖNEMİ Merhabalar ;Bildiğiniz gibi genelde mali konularda yazılar yazarak sizleri bilgilendirmekteyim Ancak;Bu günkü konumu siyasi içerikli olarak yerel seçim sonuçlarına ayırdım, Öncelikle

Detaylı

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Şubat 2014, No: 85

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Şubat 2014, No: 85 EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Şubat 2014, No: 85 i Bu sayıda; 2013 Cari Açık Verileri; 2013 Aralık Sanayi Üretimi; 2014 Ocak İşsizlik Ödemesi; S&P Görünüm Değişikliği kararı değerlendirilmiştir.

Detaylı

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar. Boyun eğmeyenler bu yana BU DÜZENİ SIFIRLA AKP eliyle sürdürülen gerici diktatörlük Türkiye'nin kaderi değildir. Bu diktatörlük bir kaza veya arızanın sonucu ortaya çıkmış da değildir. Sömürü düzeni kendini

Detaylı

Sayı: 2009/18 Tarih: 09.08.2009 Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

Sayı: 2009/18 Tarih: 09.08.2009 Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı Sayı: 2009/18 Tarih: 09.08.2009 Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı - Ekonomik krizin şiddeti devam ederken, krize borçlu yakalanan aileler, bu dönemde artan işsizliğin de etkisi ile

Detaylı

Bu cümledeki boşluğa aşağıdakilerden hangisinin getirilmesi uygun olur?

Bu cümledeki boşluğa aşağıdakilerden hangisinin getirilmesi uygun olur? 7. Sınıf Türkçe Deneme Sınavı 1 1. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde zaman zarfı yoktur? A) Adana ya gidip üç beş gün kalacağım. B) Toplantı saatini dün Pınar dan öğrendim. C) Eşyalarımızı toplayıp hemen

Detaylı

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR -1- 109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR Yabancıların, 8 Haziran itibariyle Türkiye de 53 milyar 130 milyon dolarlık hisse senedi, 38 milyar 398 milyon dolar devlet iç borçlanma senedi (DİBS) ve 407

Detaylı

Nâzım Hikmet - Yosif Abramson mektuplaşmasını sunuş

Nâzım Hikmet - Yosif Abramson mektuplaşmasını sunuş Nâzım Hikmet - Yosif Abramson mektuplaşmasını sunuş Devrimci Marksizm Yayın Kurulu Nâzım Hikmet dosyamızı tarihi önemde bir belge ile açıyoruz. Şair Rusya da sürgündeyken Rus komünisti Yosif Abramson kendisine

Detaylı

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer, Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer, DEŞŞET ORMANI, YARATIKKÖY Anneciğim ve Babacığım, Mektubunuzda sevgili bebeğinizin nasıl olduğunu sormuşsunuz, hımm? Ben gayet iyiyim, sormadığınız için

Detaylı

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI Göknil Genç BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI 1 Çeviren: Saadet Özen ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Öykü 5. basım Resimleyen: Mustafa Delioğlu Göknil Genç BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI 1 Resimleyen: Mustafa

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım... İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...5 GİRİŞ...9 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...38 3 2. BÖLÜM ÖNCÜLER Necip Fazıl Kısakürek ve

Detaylı

Sevgili dostum, Can dostum,

Sevgili dostum, Can dostum, Sevgili dostum, Her insanı hayatta tek ve yegâne yapan bir öz benliği, insanın kendine has bir kişiliği vardır. Buna edebiyatımızda, günlük yaşantımızda ve dini inançlarımızda çeşitli adlar vermişlerdir.

Detaylı

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018 Ahval 13/8/2018 Türkiye deki durumdan söz edeceğim, ama konu her ülke için de geçerli. Siyasi kutuplaşma, çok farklı görüşlerin ortaya çıkması olmasa gerek, bu farklı görüşlerin taraflarca tartışılamaz

Detaylı

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Sözlü Dönem Yazılı Dönem İslamî Dönem Türk Edebiyatı Geçiş Dönemi Divan Edebiyatı Halk Edebiyatı Batı etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Tanzimat

Detaylı

GÖSTERGELER YABANCI HAREKETİ:

GÖSTERGELER YABANCI HAREKETİ: Alaattin AKTAŞ ala.aktas@gmail.com PROJEKSİYON YABANCI HAREKETİ: Piyasa oyuncuları gelişmeleri yorumlarken üç göstergeye bakıyor; döviz, faiz ve borsa. Döviz geriler, faiz düşer ve borsa çıkarsa, genellikle

Detaylı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz Refik Durbaş BEZ BEBEKLE KUKLASI ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Şiir Resimleyen: Burcu Yılmaz 2. basım Refik Durbaş BEZ BEBEKLE KUKLASI Resimleyen: Burcu Yılmaz Yayın Koordinatörü: İpek Şoran Editör: Ebru Akkaş

Detaylı

DESTANLAR VE MASALLAR. Muhsine Helimoğlu Yavuz HILE İLE DILE. Masal. KÜRT MASALLARI Resimleyen: Claude Leon

DESTANLAR VE MASALLAR. Muhsine Helimoğlu Yavuz HILE İLE DILE. Masal. KÜRT MASALLARI Resimleyen: Claude Leon Muhsine Helimoğlu Yavuz HILE İLE DILE KÜRT MASALLARI Resimleyen: Claude Leon DESTANLAR VE MASALLAR Masal Muhsine Helimoğlu Yavuz HILE İLE DILE KÜRT MASALLARI Resimleyen: Claude Leon Yayın Yönetmeni: Samiye

Detaylı

ÖZEL KIRAÇ ORTAOKULU 2014-2015 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLER EĞİTİMİ RAPORU (NİSAN 2015) KARŞILIKSIZ İYİLİK YAPMAK

ÖZEL KIRAÇ ORTAOKULU 2014-2015 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLER EĞİTİMİ RAPORU (NİSAN 2015) KARŞILIKSIZ İYİLİK YAPMAK ÖZEL KIRAÇ ORTAOKULU 2014-2015 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLER EĞİTİMİ RAPORU (NİSAN 2015) KARŞILIKSIZ İYİLİK YAPMAK 5.sınıf öğrencileriyle Karşılıksız İyilik Yapmak ne demektir? sorusu üzerine sınıfta beyin

Detaylı

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ Bursa Milletvekili Aday Adayı Türk Milleti karar arifesindedir. Ya İkinci Endülüs, ya da yeniden

Detaylı

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler Açılış Tarihi Kapanış Tarihi Sona Eriş Nedeni 1 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17.11.1924 05.06.1925

Detaylı

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri. C i h a n D e m i r c i Damdaki Mizahçý 90 Yaþýnda Eskimeyen Bir Usta: Haldun Taner Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri. 1986'da yitirdiðimiz Haldun Taner

Detaylı

GERÇEK YAŞAM* Gençliği Yoldan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı

GERÇEK YAŞAM* Gençliği Yoldan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı GERÇEK YAŞAM* Gençliği Yoldan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı ALAIN BADIOU, 1937 doğumlu felsefeci, romancı ve oyun yazarı. Paris teki Uluslararası Felsefe Okulu nda ve École Normale Supérieure de dersler

Detaylı

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

EYÜBOĞLU EĞİTİM KURUMLARI BURÇAK EYÜBOĞLU ORTAOKULU 28. EDEBİYAT VE KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİKLERİ 8-9 0CAK 2019

EYÜBOĞLU EĞİTİM KURUMLARI BURÇAK EYÜBOĞLU ORTAOKULU 28. EDEBİYAT VE KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİKLERİ 8-9 0CAK 2019 EYÜBOĞLU EĞİTİM KURUMLARI BURÇAK EYÜBOĞLU ORTAOKULU 28. EDEBİYAT VE KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİKLERİ 8-9 0CAK 2019 FANTASTİK EDEBİYAT, DİSTOPYA VE FELSEFE 8 OCAK 2019, SALI 14.30 /BURÇAK EYÜBOĞLU ODİTORYUMU

Detaylı

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir? 3 YAŞ AYIN TEMASI Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar? İskelet sistemi nedir? Ne işe yarar? Aile ve aileyi

Detaylı

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Erken Dönem Halkbilimi Kuram ve Yöntemleri DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2 KONULAR Mitolojik Teori Mitlerin Meteorolojik Gelişimi Teorisi Güneş Mitolojist Okul ve Güneş

Detaylı

Genezinli Eliçin Ailesi

Genezinli Eliçin Ailesi Genezinli Eliçin Ailesi Yazar Dr. Mehmet Kılıç Yazar ile İletişim mhtkilic20@gmail.com ISBN: 978-605-9247-98-6 Kapak Resmi Nuh Hoca ve Oğulları Emin Türk ile Bekir 1. Baskı Eylül 2018 /Ankara Yayınları

Detaylı

Geçen ay meslektaşım, eğitmen arkadaşım Gülgün Koç ne güzel hatırlattı Peter Drucker ın meşhur tespitini : Ölçemediğiniz hiçbir şeyi yönetemezsiniz

Geçen ay meslektaşım, eğitmen arkadaşım Gülgün Koç ne güzel hatırlattı Peter Drucker ın meşhur tespitini : Ölçemediğiniz hiçbir şeyi yönetemezsiniz Peter Drucker çok doğru bir ifade seçmiş! Geçen ay meslektaşım, eğitmen arkadaşım Gülgün Koç ne güzel hatırlattı Peter Drucker ın meşhur tespitini : Ölçemediğiniz hiçbir şeyi yönetemezsiniz Ölçmek, yönetmek

Detaylı

Bu resmi ne yönden yada nasıl gördüğünüz,nasıl yorumladığınız çok önemli! Çünkü medya artık hayatımızın her alanında ve her an yanı başımızda!

Bu resmi ne yönden yada nasıl gördüğünüz,nasıl yorumladığınız çok önemli! Çünkü medya artık hayatımızın her alanında ve her an yanı başımızda! SUNUMUMUZA HOŞGELDİNİZ Bu resmi ne yönden yada nasıl gördüğünüz,nasıl yorumladığınız çok önemli! Çünkü medya artık hayatımızın her alanında ve her an yanı başımızda! Haber ve bilgi verme amacı başta olmak

Detaylı

7.2 Uluslararası bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabında (Proceedings) basılan bildiriler

7.2 Uluslararası bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabında (Proceedings) basılan bildiriler 1. Adı Soyadı : HALE TORUN 2. Doğum Tarihi : 07.07.1972 3. Ünvanı : Öğretim Görevlisi 4. Öğrenim Durumu : Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Tarih Marmara Üniversitesi 1994 Y.Lisans Radyo Televizyon ve

Detaylı

... SINIF TEMA ESASINA DAYALI YILLIK PLAN TASLAĞI

... SINIF TEMA ESASINA DAYALI YILLIK PLAN TASLAĞI ... İLKÖĞRETİM OKULU TÜRKÇE İ... SINIF TEMA ESASINA DALI YILLIK PLAN TASLAĞI 1. TEMA: DOĞA VE EVREN TEMEL DİL BECERİLERİ VE 1. Okuma kurallarını uygulama: 1.5 2. Okuduğu metni anlama ve çözümleme: 2.1,

Detaylı

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler Bir cinayetin altı elemanı vardır: Öldürülen kimdir, öldüren kimdir, cinayetin yeri, cinayet günü, nasıl öldürüldü, neden öldürüldü?

Detaylı

Yaşamımızdaki Referans,

Yaşamımızdaki Referans, istiklâl Aylık siyaset, ekonomi, toplum dergisi Mayıs 2011, Sayı: 20 www.istiklaldergisi.com Yaşamımızdaki Referans, SIFIR NOKTASI İstiklal Dergisi ne ücretisiz abone olun, her sayı e-posta adresinize

Detaylı

TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR

TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR LYS YE HAZIRLIK TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR Ş. İBRAHİM YILDIRIM Beta Yayın No : 3350 2. Baskı Ocak 2016 - İSTANBUL ISBN 978-605 - 333-508 - 5 Cop yright Bu ki ta bın bu ba sı sı nın Tür

Detaylı

3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? OCAK

3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? OCAK 3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? 04 22 OCAK TÜRKÇE ÖĞRENME ALANI: DİNLEME 1. Dinleme Kurallarını Uygulama 1. Dinlemeye hazırlık yapar. 2. Dinleme amacını belirler. 3. Dinleme amacına uygun yöntem belirler.

Detaylı

AKOFiS ÖDEME VE MENKUL KIYMET MUTABAKAT SİSTEMLERİ, ÖDEME HİZMETLERİ VE ELEKTRONİK PARA KURULUŞLARI HAKKINDA KANUN. Halkla İlişkiler Başkanlığı

AKOFiS ÖDEME VE MENKUL KIYMET MUTABAKAT SİSTEMLERİ, ÖDEME HİZMETLERİ VE ELEKTRONİK PARA KURULUŞLARI HAKKINDA KANUN. Halkla İlişkiler Başkanlığı ÖDEME VE MENKUL KIYMET MUTABAKAT SİSTEMLERİ, ÖDEME HİZMETLERİ VE ELEKTRONİK PARA KURULUŞLARI HAKKINDA KANUN Halkla İlişkiler Başkanlığı TA K D İ M Değerli; Ana Kademe, Kadın Kolları, Gençlik Kolları MKYK

Detaylı

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi Devrimci Marksizm Yayın Kurulu Uzun vadede bu felâket konusunda suçun nasýl daðýtýlacaðý çok þeyi belirleyecektir. Ýþte bu, önemli bir entelektüel

Detaylı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Çetin Öner. Roman GÜLİBİK. Çeviren: Aslı Özer. 26. basım. Resimleyen: Orhan Peker

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Çetin Öner. Roman GÜLİBİK. Çeviren: Aslı Özer. 26. basım. Resimleyen: Orhan Peker Çetin Öner GÜLİBİK ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Roman Çeviren: Aslı Özer Resimleyen: Orhan Peker 26. basım Çetin Öner GÜLİBİK Resimleyen: Orhan Peker cancocuk.com cancocuk@cancocuk.com Yayın Koordinatörü: İpek

Detaylı

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir. Sayın Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir. Başkanımız Rifat Hisarcıklıoğlu TUSAF yönetimi başta olmak üzere, kongremizin

Detaylı

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. SOKAK - DIŞ - GÜN ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. Batu 20'li yaşlarında genç biridir. Boynunda asılı bir fotoğraf makinesi vardır. Uzun lensli profesyonel görünşlü bir digital makinedir. İlginç

Detaylı

DEMOKRASİ ve SİVİL TOPLUM (SBK256) 3. Hafta Ders Notları - 19/02/2018 Yrd. Doç. Dr. Görkem Altınörs

DEMOKRASİ ve SİVİL TOPLUM (SBK256) 3. Hafta Ders Notları - 19/02/2018 Yrd. Doç. Dr. Görkem Altınörs T.C. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü DEMOKRASİ ve SİVİL TOPLUM (SBK256) 3. Hafta Ders Notları - 19/02/2018 Yrd. Doç. Dr. Görkem

Detaylı

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ 02.04.17 Sayın Başbakanım, Sayın Bakanlarım, Sayın Valim, Milletvekillerim, Büyükşehir Belediyesi Başkanım, İş ve Siyaset Dünyasının,

Detaylı

Biz yeni anayasa diyoruz

Biz yeni anayasa diyoruz Biz yeni anayasa diyoruz Ocak 05, 2015-9:32:00 AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop, "Biz 'anayasa değişikliği' demiyoruz, 'yeni anayasa' diyoruz. Türkiye'nin anayasayla ilgili sorunu ancak

Detaylı

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı Russell ın dil felsefesi Frege nin anlam kuramına eleştirileri ile başlamaktadır. Frege nin kuramında bilindiği üzere adların hem göndergelerinden hem de duyumlarından

Detaylı

Aşk Her Yerde mi? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Aşk Her Yerde mi? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim Aşk, üç harften oluşan, ancak herkes için ayrı bir anlam taşıyan dev bir sözcük. Yüzyıllarca şairlerin, filozofların, bilim adamlarının tanımlamaya çalıştığı, herkesin kendince yaşadığı, yaşamak istediği

Detaylı

Zeka Soruları 4 - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ZEKA SORULARI

Zeka Soruları 4 - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ZEKA SORULARI ZEKA SORULARI 1) İçi su dolu üç bardağı yanyana diziyorsunuz, aynı hizaya içleri boş üç bardak koyuyorsunuz, yani bardakların sırası şöyle oluyor: Dolu, dolu, dolu, boş, boş, boş. Yalnız bir bardağı yerinden

Detaylı

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım. Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım. Cenaze namazıyla yapılan cenaze törenine bir kere daha canım sıkıldı da diyemeyeceğim Devrimcilerin bu türlü davranışlarına alıştık

Detaylı

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe? Ekşi, 1 Buse Ekşi 21502152 TURK 101-74 Ali Turan Görgü Final Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe? Yaşadıkları çevrenin sorunları ile ne kadar ilgili hiç düşündünüz

Detaylı

Türkiye nin Döviz Rezervleri

Türkiye nin Döviz Rezervleri Türkiye nin Döviz Rezervleri Delikli Para Hikayesi Anayasamıza göre tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı, 14 Mart ve 16 Mart 2017 tarihlerinde, sırasıyla Ankara ve Sakarya da yaptığı konuşmalarda; -Adalet

Detaylı