( â t U 2005* 3(1-2)

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "( â t U 2005* 3(1-2)"

Transkript

1 -i: (â tu (Q 2005* 3(1-2)

2

3 Editörden Nuran Yıldız iletişim : araştırmaları dergisinin beş ve altına sayılarının birlikte basımını içeren yeni sayısını uzun bir aradan sonra sizlere sunuyoruz. Sonraki sayılarımızı bu kadar uzun aralar vermeden yayınlamak için gayret sarf ediyoruz. Bildiğiniz gibi bilimsel bir derginin zamanında çıkabilmesinin en önemli önkoşulu yayınlanmaya uygun değerdeki makalelerin Editörler Kurulu'na ulaşması, iletişim : araştırmaları dergisini zamanında çıkarabilmek için de hakemli bir dergide yayınlanmasını uygun göreceğiniz tüm makalelerinizin ilk adresi olmayı istiyoruz. Fark edeceğiniz gibi yeni sayımızda birkaç değişiklik yapıldı. Öncelikle Editörler Kurulu üyeleri değişti. Yeni kurul Editör Yrd. Doç. Dr. Nuran Yıldız, editör yardımcıları ise araşürma görevlileri Dr. Pınar Özdemir ve Tuğba Aydoğan'dan oluştu. Hem Pınar hem de Tuğba iki sayıyı birlikte çıkarabilmek için çok çaba harcadılar ve yoruldular. Kendilerine teşekkürlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Bu vesileyle önceki sayılanınızın Editörler Kurulu'nu oluşturan Prof. Dr. Asker Kartarı, Doç. Dr. Nilüfer Timisi ve Arş. Gör. Dr. Engin Sarıya da emekleri için teşekkür ederim, iletişim : araştırmaları nın kapak tasanmı yenilendi. Derginin iç sayfaları da kolay okunurluğu sağlamak için Mehmet Sobaa tarafından yeniden tasarlandı. iletişim : araştırmaları nda yayınlanmak üzere gönderilen çok sayıda makale arasından, hakemlerimiz tarafından yayınlanmaya değer bulunan altı özgün makaleye sayfalarımızda yer verdik/ Aynca bu sayıda iki etkinlik değerlendirmesi ve bir kitap eleştirisi de yer alıyor. iletişim : araştırmaları (1-2): 5-8

4 6 iletişim : araştırmaları Makalelerin ilki Prof. Dr. Metin Kazancının "Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar" başlıklı makalesi. Prof. Dr. Kazancı nın ilgiyle okuyacağınıza inandığım makalesinde, Türklerde yönetim-yönetilen ilişkileri üç ana bölüm ve döneme ayrılarak inceleniyor. Bu üç dönem Orta Asya Türk devletleri dönemi, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi olarak değerlendiriliyor. Yönetilenlerin bu üç dönemde sırasıyla kulluk, teba ve yurttaşlık statüsü üzerinden tanımlanması üzerinde duran çalışmada, konu edilen dönemlerde halkla ilişkiler adıyla amlmasa bile onun yerine geçebilecek uygulamaların ortaya çıktığı da belirtiliyor. îkinci makale Doç. Dr. Haşan Akbulut ve Yrd. Doç. Dr. Emel Baştürk Akca'ya ait. "Kadın Programlarına Bir Bakış: 'Kadının Sesi' ve 'Sizin Sesiniz'de Tür, Anlatı ve Format" başlıklı çalışmalarında yazarlar kadınlara pratik bilgiler verme amacıyla başlayan kadın programlarının sonraları kadınların yaşadıkları mağduriyetleri konu edinen kadın programlarına dönüşmesi üzerinde duruyorlar. Bu çerçevede çalışma, 2005 yılında Kanal D'de yayımlanan Kadının Sesi ve 2007'de Flash TV de yayımlanan Sizin Sesiniz programlarını, yeni tv formadan /türleri ve bu format içinde kadının temsili açısından incelemeyi amaçlıyor. Bu tür programlar aracılığıyla kurulan anlatmm, sorunlarını "paylaşan" kadınlara, hâkim ideolojik kabulleri dönüştürmeyi hedefleyen "çözümler" önermediği gibi, kadının kamusal alanda temsilini de yalnızca bir mağduriyet ya da acı çekme koşuluna bağladığı için, medyada hâkim olan "erkek" söylemin bir parçası olarak karşımıza çıkması üzerinde duruyor. Üçüncü makale Yrd. Doç. Dr. Abdülrezak Altun'a ait. "Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü" başlıklı makalesinde Altun, çalıştıkları kitle iletişim araçları aracılığıyla topluma dünyayı algılamak için temel verileri sağlayan medya profesyonellerinin eğidmi ve yaptıkları işin niteliği üzerinde duruyor. Çalışmada medya profesyonellerinin eğitiminin özellikle son 50 yılda bütün dünyada önemli konu haline geldiği ve özellikle yükseköğretim alanı içinde kendisine önemli bir yer bulduğu belirtiliyor ve bütün bu gelişmelere rağmen yerel medyanın çok çeşitli açılardan olduğu gibi çalışanlarının eğitim düzeyi açısından da yeterli gelişmeyi gösteremediği tezi savunuluyor ve Türkiye'deki durum tartışılıyor.

5 Yıldız Editör'den 7 Dördüncü makale "Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği" başlıklı çalışması ile Senem Gençtürk Hizala ait. Yazar, reklam endüstrisinin üretim dinamiklerini konu ettiği çalışmasında ekonomi politik bir yöntemle mülkiyet, yoğunlaşma ve denetim gibi kavramlan reklam endüstrisi üzerinden ele almış. Makalede reklam kavramının giderek genişleyerek halkla ilişkilerden sağlık iletişimine, marka yönetiminden medya satın almaya kadar bütünleştirilmiş mesajlann üretildiği pazarlama iletişimi kavramına ve yapılanmalarına doğru bir içerik kazanması üzerinde duruluyor. Beşinci makale ise Ali Karadoğan ın "Postmodern Sinema mı Film mi?" başlıklı çalışması. Etrafında yoğun tartışmalann yaşandığı "postmodernizm" kavramım sinema açısından değerlendiren, ilginç çalışmada Karadoğan, postmodernizmle ilgili tartışmalarının hepsinde olduğu gibi sinema söz konusu olduğunda da postmodern sinemanm ne olduğu, hangi tarihsel dönemde hangi tarihsel ve sanatsal koşullann ürünü olduğu, postmodernizmin karakterine uygun olarak halâ belirsizliğini koruduğu üzerinde duruyor. Yazar, amacımn "postmodern sinemamn temel karakteristiklerinin neler olduğu üzerinde durarak postmodern bir 'sinema'dan mı yoksa 'filmler' kümesinden mi söz etmemiz gerektiği sorusunun yanıtım aramak" olduğunu belirtiyor ve bunun için postmodern olarak nitelenen bazı filmleri, karakterleri, anlatıları, mekan ve zaman kullanımları açısından incelediğini ve ortaklıkların neler olduğunu saptamaya çalıştığım ifade ediyor. Son makale ise Zafer Kıyan'ın "Bilgi Tabanlı Ekonomi ve Yeni Bir e-iş Modeli Olarak B2B: Firmadan Firmaya e-ticaret" başlıklı çalışması. Kıyan çalışmasında 1980 lerden soma bilgi ve iletişim teknolojilerinin (BİT) hızlı bir şekilde gelişme göstermesi ve "bilgi tabanlı ekonomi" ve "B2B" (business to business) kavramlanmn bu gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıkışı üzerinde duruyor. Yazar, günümüzde birçok gelişmiş ülkenin, ekonomilerini bilgi ekonomisi olarak tanımladığını ve B2B'yi küresel ekonomide yeni bir e-iş modeli olarak kullandığım belirterek, gelişmiş ekonomilerin, bilginin üretimi, dağıtımı ve kullanımında günden güne uzmanlaştığını belirtiyor. Çalışma özellikle alt yapı konusundaki engellere rağmen, bilgi ekonomisinde rol almak istemesi açısından Türkiye'yi de içeriyor. iletişim : araştırmaları'nınbu sayısında iki etkinlik değerlendirmesi de yer alıyor. Bu değerlendirmelerden ilki Doç. Dr. Mine Gencel Bek ve Dr. Es

6 8 iletişim: araştırmaları ra Arsan'ın "ECREA 2007 Sempozyumu: Fırsat Eşitliği ve İletişim Haklan" etkinliği üzerine. Yazarlar Ekim tarihlerinde Brüksel'de yapılan sempozyumun ECREA'nm (European Communication Research and Education Assocaition) ikinci geniş katılımlı uluslararası etkinliği olduğunu belirtiyorlar. İkinci değerlendirme ise benim katıldığım ve İzmir'de Kasım 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen "Uluslararası Medya ve Siyaset Sempozyumu"na ait. Kitap değerlendirmeleri bölümünde ise Doç. Dr. Nurcan Törenli tarafından değerlendirilen Robert W. McChesney, Ellen Meiksins Wood ve John Bellamy Foster editörlüğünde yazılan ve Türkiye'de 2003 yılında basılan Kapitalizm ve Enformasyon Çağı: Küresel İletişim Devriminin Politik Ekonomisi yer alıyor. Törenli kitapta yer alan 14 makalenin ayrıntılı analizine yer veriyor. Dergimizin oluşmasında emeği geçen tüm yazarlarımıza ve yoğun çalışmalarından zaman ayırarak hakemlik yapan tüm hocalarımıza katkılarının devamı dileğiyle saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum. Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle...

7 Türklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar Metin Kazancı özet Türklerde yönetim-yönetilen ilişkileri üç ana bölüm ve döneme ayrılarak incelenebilir. Bu üç dönemde de devletin hem konumu hem de yönetilene karşı tutumu, eylem ve işlemleri farklıdır. Halkı; boy. tebaa ve yurttaş (vatandaş) diye üç farklı statüye ayırabileceğimiz bu üç dönemde hem halk devleti farklı algılamakta hem de devlet kendine farklı bir yer seçmektedir. Orta Asya Türk devletlerinde boylar, obalar kaanla ve öteki yöneticilerle iç içe yaşamaktadır. Kaan henüz içinde yaşadığı kümeden sıyrılıp ayrılmamıştır. Kandaş bir örgütlenme vardır. Yönetilenle yöneten arasında iletişimi, yardımlaşmayı ya da korumayı önleyen herhangi bir engel yoktur. Bir geçiş dönemini ifade eden Selçuklu'dan sonra gelen OsmanlI'da ise durum çok daha farklıdır. Tebaa (uyruk) sisteme katkısından dolayı (vergi verdiğinden, asker olduğundan) önemlidir. Ama tebaanın, insan ya da tebaa olmaktan kaynaklanan bir önemi yoktur. Cumhuriyet dönemi ile ülke insanı yurttaşlık statüsü kazanmıştır. Bu statüdeki yönetilen kimi temel haklar açısından korunmuş, kimi hizmetleri devletten ister olmuş kimi konulara da katılma hakkını elde etmiştir. Bu üç dönemde de halkla ilişkiler adıyla anılmasa bile onun yerine geçebilecek uygulamalar ortaya çıkmıştır. Her dönem birbirinden farklıdır ancak yine de bu dönemlerde halkı hoşnut etmeye, halkın sorunlarını anlamaya ve çözmeye yönelik devlet çabaları devletin en önemli işlevleri arasındadır. Administration-Subordinate Relations in Turks Abstract Administration-subordinate relations in Turkish political culture can be e*amined in three main sections and periods. İn those three periods, both state's position and its approach tovvards "the subordinates" differs in terms of state s actions and how it operates. We can dassify people in three separate categories respectively: as members of a tribe, as subjects and as citizens. İt is also possible to argue that people's perception of the State and state's positioning itself (in social life) also differs in those three distinct periods. Although far from the contemporary understanding, some early practices of "public relations" had appeared in those periods. Every period differs from each other, hovvever among the most important functions of the State System had came the efforts to please "people". to understand and solve their daily problems. iletişim : araştırmaları (1-2): 5-40

8 10 iletişim : araştırmaları Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar Bu yazıda, farklı başlangıç noktalarından hareket ederek Türk insanının devletiyle ilişkilerinin genel izdüşümü ele alınacak ve bazı değerlendirmeler yapılacaktır. Türklerin devletleriyle ilişkilerinde geçirdikleri aşamalan ve her dönemde ortaya çıkan egemen ilişki biçimini açıklayıp yorumlamak, bu makalenin temel amacıdır. Kuşkusuz hemen hemen her çalışmamızda olduğu gibi irdelenen konuyu halkla ilişkiler boyutu ile de değerlendirip belirli sonuçlar çıkarmak yine vazgeçilmez amaçlanmız arasındadır. Bir başka deyişle bu çalışma, Türklerin genel olarak kendi devletlerini nasıl algıladığını ve onunla ilişkilerini nasıl yürüttüğünü; hem geçmişten hem de günümüzden örnekler vererek, önemli olaylan örnek olay niteliğinde olmak üzere masaya yatırarak inceleyecektir. Türklerin devletle ilişkisine egemen olan etkenler nelerdir? Hangi etmenler bu ilişkinin derecesini ve biçimini belirlemektedir? gibi sorular bu yazı içinde yanıtlanmaya çalışılacaktır. Ancak doğru ve geçerli bir değerlendirme yapabilmek için kuşkusuz Türk insanının yaşadığı coğrafyadan kaynaklanan başat tutumunu hem geçmişi göz önünde bulundurarak hem de bugünkü durum ve konumuyla iyi saptamamız gerekmektedir. Bunun için de burada değerlendirmeye tabi tutulan zaman diliminin de kuşkusuz çok geniş bir zaman aralığını kapsaması yerinde olacaktır. Kısacası bu yazıda eski dönem Türk yaşayışı da göz önünde bulundurularak Türklerin devletleriyle olan ilişkileri üzerinde durulacak ve buradan günümüz için de geçerli olacak sonuçlar çıkarılmaya çalışılacaktır. Bu yapılırken de hiç kuşkusuz tarihte kanıtı bulunan uygulamalar ele alınacak ve bu uygulamalar üzerinde yükselen değerlere itibar edilecektir. Hemen eklemek gerekir ki çalışmaya konu olan Türk devletlerinin nitelikleri ve devletin temel unsurları olan güçlerle bağlantıları da göz ardı edilmemiştir. Orta Asya Türk topluluk-

9 Kazancı TDrklerde Devletle ilişkiler Özerine Bazı Notlar 11 lanndaki halk (boy, oba)- kaan ilişkilerini belirli bir dönemle sınırlamadık. İncelenecek konuda yöneten-yönetilen ilişkisinin bulunması bizim için yeterli koşul oldu. Halkın devlete gösterdiği tepki ya da duyduğu yakınlık yekpare olarak ele alınamaz. Bir başka deyişle devletin çok beğenilip desteklendiği dönemler olduğu gibi devletle savaşa kadar varan anlaşmazlıklar ve didişmelerin olduğu dönemler de söz konusudur. Dolayısıyla yukarıda kabataslak çizdiğimiz çerçeveyi tarihsel dönemler içinde ele almakta yarar, hatta zorunluluk vardır. Ama şimdiden söyleyeyim ki "Türk halkı her zaman ve her yerde devletini çok sever, korur, kollar, ona baş eğer, onun istediğini yapar" önermesi tarihsel örneklerden yoksundur. Bu konuda tarihimiz ilginç örnek ve dönemlerle doludur. Örneğin Osmanlı'da Celali Ayaklanmalan Anadolu'da dört asır sürmüştür. Kimi dönemlerde devlete sıkı sıkıya itaat edilmiş, koyduğu kurallara uyulmuş kimi dönemlerde bu kurallar ve uygulamalar bir yana itilmiştir. Devlet-halk ilişkilerini etkileyen kimi değişiklikler ve kamusal uygulamalar Türklerin Anadolu'ya gelmelerinden önce Tonyukuk, sonra da İstanbul'un almışıyla birlikte Fatih Sultan Mehmet zamamnda yapılmıştır. Devletin işleyişi ile ilgili kimi kurallar bu dönemlerde konulmuş, yıllarca da uygulamada kalmıştır. Bu kurallar halkın devletle ilişkisi kadar devletin halka bakışını da etkileyip değiştirmiştir. Bu nedenle bu iki devlet adamının bu konuda yaptıklarını özel olarak mercek altına almak gerekir. Şimdi bu konuları ve Türklerin kendi devletleriyle ilişkilerini dönemlere yayarak ve kronolojik olarak halkla ilişkiler merceği ile görelim.

10 12 iletişim : araştırmaları Tonyukuk'tan Gelen Öneriler Büyük bölümü çöl ve dağdan oluşan Orta Asya'da yaşayan Türk halkının bu coğrafyadan etkilenmesi sonucu ortaya çıkan özellikleri bir çalışmada şöyle sıralanmaktadır: Bu çöllerdeki çetin hayat Türkleri gövdece küçük fakat çok sağlam ve dayanıklı; güçlüğe, açlığa, susuzluğa, sıcağa, soğuğa yüksünmeden dayanır bir hale getirmiştir. Çöl kadar geniş yürekli, kıskançlıktan uzak, sakin, hoşgörülü ve coğrafi görüşü yaşadığı bölge kadar engin fakat aynı zamanda kum çölleri ve dağlar kadar sert ve zamanı geldiğinde acımasız yapmıştır (Togan,1942: 20). Böyle bir coğrafik ortamm oluşturduğu insan modelinin özellikleri, kuşkusuz çağlar sonra Anadolu ya gelip yerleşen ve zaman içinde de kentlileşen torunlarının özelliklerinden farklı olacaktır. Bu özellikler birbirleriyle ilişkileri kadar devletle olan ilişkilerini de etkilemiş ve değiştirmiştir. Burada belirtilim ki, Türklere anayurtlarım terk etmek zorunda bırakan ve yüzyıllar boyu süren bu toplumsal hareketliliğin yani büyük göçün ana nedeni beslenmedir. Türkler Batı ya, Anadolu'ya devlet kurmak için değil, daha iyi beslenmek umuduyla göçmüşlerdir. Göçün tetikleyicisi ise Orta Asya'daki toprak veriminin düşmesine yol açan kuraklık, kıtlık, öteki doğal yıkımlar ve biraz da siyasal çekişmelerdir. Orta Asya da hüküm sürmüş Türk devletleri için, başvezir Tonyukuk'un (Çin doğumlu. Ölümü 724) halka yaptığı çağrı, o dönemlerde Türklerin devletten neler beklediğinin ve nelerle karşılaştığının kanıtı gibidir. Son derece akıllı olan bu yönetici; kendi halkı için önemli tehlikeleri önceden görmüş, bu tehlikelere yönelik önlem almış, aldırtmış ve sağlığında dikilen Koşo Sam- day' Kitabeleri'nde, halkım kendi gelenek ve göreneklerine uymayan dinlere, telkinlere itibar etmemeye çağırmıştır. Göktürk ülkesinden deri, yün ve yapağı satın alarak Çin'e götüren tüccarlara kolaylık gösterilmesini istemiş, bunun için bir düzenleme bile yapmıştır. Yani Tonyukuk dış satımın önemim kavrayan ilk devlet adamlarından biridir. Çin ile ticarete evet demesine karşm Çin ile kültürel etkileşimlerin tümüne karşı çıkmıştır. Tonyukuk, yöneticinin sık sık danışmasından yanadır. Bu nedenle "Danışmanların bilgili olması gereı Erişim tarihi:

11 Kazancı»Türklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 13 kir" der ve Bilge Kaan a danışmanlık yaptığını yine aym yazıtta belirtir. "Halkı tammak yönetmeyi çok kolaylaştıracaktır" demektedir. Yine Tonyukuk a göre o sıralarda Türkleri etkilemeye başlamış olan Budizm, Türkler için çok tehlikelidir. O anda yaşanan en büyük ulusal tehlike budur. Çünkü göçebeliğin ve hayvan besiciliğinin esas olduğu bir toplumsal oluşumda hayvan kesimini dolayısıyla hayvancılığı yasaklayan bir dinin tutunması hem bu toplumsal gerçek ve zorunluluklara aykırı düşmektedir hem de fiziki durumun yarattığı ideolojik oluşumla çelişmektedir. Türklerde temel uğraş hayvancılıktır. Bunun yasaklanması ya da sınırlandırılması onlann yok olması anlamına gelecektir. Bazı yörelerde Budizm'e çok sert biçimde karşı çıkan boyların bu davranışı Tonyukuk a göre son derece yerindedir. Ayrıca Budizm'e itibar eden Bilge Kaan, Budizm için bir tapmak yaptırmak istediğinde Tonyukuk "Savaşı ve hayvan kesmeyi yasaklayan ve miskinlik telkin eden bir dinin kabulü, topraklarım savaşarak korumak zorunda olan ve hayvancılıkla geçinen Türkler için felaket olacaktır "der (Yetkin, 2003: 74). Belirtmek gerekir ki Orta Asya'da Türklerin çok küçük bir kesimi Budizm'i yine de benimsemiştir. Altaylar ise Şamandır. 762 yılında Kaan Buğu Han tarafmdan benimsenen Mani dini Uygurlar'ın dini olur. Bundan böyle tüm ulus, et yerine pirinç yiyecektir. Bu arada bazı kavimler, özellikle Hazarlar kendi rızalarıyla Yahudi olurlar.2 Aynca dokuzuncu yüzyılda Balkanlarda yaşayan Gagavuzlar gibi bazı Türk boylan da Hıristiyanlaşmışlardır. Belgeler, bu bölgedeki Hıristiyanlaşmanın çok sayıda insanı ilgilendirdiğini ve din değişikliğinin kuvvet kullanımı yanında gönül rızası ile de gerçekleştiğini göstermektedir (Aydın, 2006:182). Hayvancılığı toplumun her aşamasında önemli bir uğraş olarak kabul eden bu dönem Türkleri için doğal olarak halkın sorunları da hayvan besleme, süt işleme, hayvan alıp satma, otlak ve yaylak bulma gibi sorunlar etrafında yoğunlaşmıştır. Hayvancılık için gerekli meranın, otlatma alanlarının kendisine açık tutulması, hayvan otlatmasıyla ilgili tüm engellerin ortadan kaldırılması, sürü güvenliği, eşkıyalığın önlenmesi, halkın en önemli beklentisidir. Kuşkusuz kimi boylar yerleşik düzene geçtikçe durum değişmiş, çok sınırlı da olsa kentleşme ile birlikte yalnızca otlağı değil, kenti ve evleri koru- Günümüzde Litvanva, Polonva ve Ukrayna'da yaşayan ve sayıları çok azalmış olan Musevi Karay Türkleri bu geleneği sürdürmekteler.

12 14 iletişim : araştırmaları ma, yakınmaları dinleme önemli bir devlet misyonu haline gelmiştir. Halkın kaandan ya da yöneticilerden bazı isteklerini şöyle sıralayabiliriz: Komşu bölgeden sürülerimizi çalıyorlar. Önleyin. Bakır kazana ihtiyaç var. Kazan getirt. Kumaş kıtlığı var. Çin'den güzel kumaş (ipek?) getirt. Budist rahipler yük oluyor. Bunları başkaları beslesin. Biz Budist değiliz. Hayvan hastalığı yaygınlaştı. İlaç olarak kükürt (?) bul. Vergi memurları haksız yere on üç hayvanımı aldı. Memurlar çadırımda beş gün yiyip içip yattılar. Üç günden fazlasına rızam yoktur. Yönetimden yanıt: Üç günden fazla kalmamalarını tembihledik. Burada ilginç bir benzerlik: Osmanlı'da da sipahinin, köylünün evinde üç günden fazla kalmasma izin verilmemesidir (Sevinç, 2005: 82). Tonyukuk un öne sürdüğü ve Budizm'in Türk yaşam biçimine uygun olmadığı biçimindeki görüşün ve tartışmanın yanında bir konu daha önemlidir: Bölünme. Türk devletleri için yaşanan en büyük tehlike kurulan devletlerin sık sık bölünerek yıkılması, yeniden kurulan devletlerin de yine bu akıbetten kurtulamamasıdır. Çünkü bölünme Türk topluluklarında kurallara bağlanmış, kaçınılmaz ve belki de herkesin normal sonuç olarak gördüğü bir uygulamadır. Hakanın ölümüne yakın günlerde ya da ölümünden sonra kurultay toplanarak yeni kaanı belirlemektedir. Bu yolla hükmetme yetkisi ya bir kişiye bırakılmakta ya da kardeşler, hanedan ülkeyi "üleşmektedir" (Özgüdenli, 2002: 251). Kaanlar bölünmeden korkarlar ama bölünmeyi doğrudan doğruya göremedikleri için bu olaya belirli ölçüde kayıtsız kalabilmişler, bunun da ötesinde bu konuda birkaç öneri dışında, soruna etkili bir çözüm getirememişlerdir. Kaanlann çoğunlukla yaptığı, bölünmeyi tahrik etmiş olmaları ya da bölünmeyi sadece seyretmiş olmalarından ötürü halkı zaman zaman suçlamalarıdır (Klyashtorny ve Sultanov, 2004: 168). Türk tarihinde bölünme, etkileri açısından çok önemli ve olumsuz bir faktördür. Çünkü Türk tarihi, önce istila sonra devletleşme sonra da bölünme tarihidir. Bu döngü çağlarca süregelmiştir. Yine bu nedenledir ki Orta Asya Türk kaanlannın en önemli vasiyetleri "boya sadakattir". Orhon Yazıtlan nda yer alan "Kendi ülkesi olan bir halktım.. Şimdi ülkem nerede? Kendi kaanı olan bir halktım.. Şimdi kağanım nerede?" ibaresi aslında hem boya hem töreye (konulmuş kurallara) uymamanın kötü sonucunu halkına hatırlatmaktadır (Roux, 1999: 70). Bu kötü talihle hemen hemen tüm kaanlar karşılaşmıştır. Türk devletlerinin parçalanmasının en önemli nedeni, Türkler arasmda bir saltanat veraset kanununun, kuralının bulunmaması ve egemenliğin sadece kutsal güç ya da

13 Kazancı Törklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 15 tanrı tarafından verilmiş olduğuna inanılmasıdır (Rasonyi, 1971: 60). Hakanın oğullarından hangisinin tahta geçeceğini düzenleyen bir kanun ve kural tanrının iradesine karşı çıkmak anlamına geldiğinden bir veraset ve veliahtlık kanunu yapılmamıştır. Bu inanç hakanın unvanında "tengride kut bulmuş" formülüyle ifade edilmiştir. Burada kut; talih, kader, tanrının lütfü anlamlarını taşır. Yönetme yetkisinin Tanrı tarafından tek bir kişiye verilmesidir. Hakamn çocuklarından biri hâzineyi ele geçirir, orduya hükmeder, kurultayın desteğini alırsa, ulus onu meşru hükümdar sayardı (İnalcık, 2005: 328). Ancak bu uygulama bölünmeyi önleyememiştir. Çünkü sistem içinde değişik zorunluluklardan kaynaklanan "ülüş" uygulaması vardır. Yani devlet coğrafik olarak kardeşler ya da paydaşlar arasında bölüştürülmektedir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki kaanın böyle bir yöntemle belirlenmesi, babadan en büyük oğula herhangi bir denetim ve kural olmaksızın geçen saltanat uygulamalarından çok daha sorunsuz ve ussaldır. Hakan olacak kişi kurultaym desteğini almak, orduya hükmetmek ve belirli sınavları başarı ile geçmek zorundadır. Kurultay burada halkın ya da belirli bir halk kesiminin katıldığı değil, hanedan ailesinin, büyük komutan ve devlet memurlarının ve de ülke egemenliğine girmiş prenslerin katıldığı bir meclistir (İnalcık, 1959: 81). Ama yine de bu yöntemle gerçekleştirilen seçimde bir süzme, bir eleme vardır. Tonyukuk döneminde geleneğin getirdiği bu kurallara son derece titiz biçimde uyulmuş olduğunu bilmekteyiz. Oysa otomatik geçişli sistemlerde örneğin Osmanlı'da veliahdın bu tür özelliklerine kesinlikle bakılmaz. Veliahdın nitelikli olduğunu ya da onun niteliklerini test edecek herhangi bir kurum ya da uygulama sistem içinde yoktur. Sözgelimi II. Ahmet ( ) hiçbir şeyden anlamayan, doğru dürüst konuşamayan, divan toplantılarında saçma sapan cümleler kuran bir kişidir. Ondan çok daha yetenekli şehzadeler olmasına karşın padişah o olmuştur. Aym sıfatlar hiçbir ayırt edici özelliği olmayan, sarayda müziği yasaklayan ve halkın arasında helva, yemiş, kebap yiyerek dolaşan III. Osman ( ) için de geçerlidir (Uzunçarşılı, 1995: 340). Bilge, Kültekin ve Başvezir Tonyukuk kurulma, büyüme ve bölünüp yıkılma süreciyle ilgili olarak kimi önerilerde bulunmuşlardır. Bu önerilerde öne çıkan en önemli konu birlik içinde olmak, kaan etrafında toplanmak olmuştur. Ancak ne var ki kaandan sonra oğulların iktidar savaşı, bölünerek yıkılma gibi acıklı bir sonu hazırlayan önemli bir etken olmuştur. Dolayısıyla Türklerin en bunalımlı dönemleri kaanın öldüğü tarihleri izleyen, kardeş sa-

14 16 iletişim: araştırmaları vaşlarmın yoğunlaştığı dönemlerdir. Bu dönemlerde düzen ve kurallar alt üst olmaktadır. Dolayısıyla en büyük zorluğu ya da sıkmüyı da halk çekmektedir. Orta Asya Türk örneklerinin bazılarında gördüğümüz gibi göçebelik nedeniyle sürekli açlık çeken ve bu yüzden komşu devletlere saldıran, savaşan, didişen bir halkı disiplin içinde tutmak çok zor, hatta olanaksızdı (Avcıoğlu, 1979: 88). Bu amaçla kaan çok sert önlemler almak, cezalar uygulamak zorunda kalırdı. Zaman zaman ise boyuyla birlikte yağmaya gittiği olurdu. Ancak bir süre sonra bu durumda az da olsa değişiklikler yaşanmaya başladı. Kısmen yerleşik düzene geçiş, komşu uygarlıkların etkisi ve döneme göre önemli olan teknolojik gelişmeler (hayvan besleme, sulama, otlak kullanma yöntemlerindeki değişiklikler gibi) bazı koşulları değiştirmiş dr. Özellikle Maveraünnehir de (Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında kalan ünlü Türk bölgesi) halk, var olan kurallara uyan ve olana rıza gösteren bir uyumluluk göstermeye başlamıştır. Yani halk, kaamn ve devletin buyruklarına "evet" demektedir. Ama karşılığında da başı dara girdiğinde devletinden yardım beklemektedir. Bunun için de devlete başvurma yollarının açık tutulmasını istemektedir. 751'de Çinlilere karşı kazamlan Talaş Savaşı'ndan sonra ve Müslümanlığın bölgede yaygınlaşmasıyla birlikte bu kurallar çoğunlukla uygulanmaya başlanmış ve kanallar özenle açık tutulmuştur. 10. yüzyılda Orta Asya'da uzun süre kalmış Arap gezgin ve bilgini İbn-i Fadlan Türklerdeki yönetim biçiminin karşılıklı danışmaya dayalı olduğunu belirtip bu konuda örnekler vermektedir (İbn-i Fadlan, 2005:18). Bugünün halkla ilişkiler anlayış ve terimleriyle, bu yolla hem halk bilgilenmekte hem de kaan halkın isteğini öğrenmektedir. Göktürklerde konuyla ilgili belge ve bilgi az olmakla birlikte halk için yakınma yolunun hep açık tutulduğu bilinmektedir. Orta Asya Türk devletlerinde halkın devlete başvurması herhangi bir kurala tabi olmadığı gibi son derece kolaydır. Uygurlar'da bu usul zaman zaman kullanılmıştır. İçinde Türkleri de banndıran ve Mecusi (ateşe tapan) olan İran Sasani Devleti'nde herhangi bir kişinin divana gelip derdini anlatma, şikayette bulunma hakkı vardır. Bu hak yaygın biçimde kullanılmıştır (İnalcık, 2005: 70; Ortaylı, 1979: 11). Bu usul daha sonra bütün feodal Avrupa'da ve Osmanlı'da sıkça kullanılan bir halkla ilişkiler yöntemi olmuştur. Hele "İpek Yolu"nun geçtiği bölge ve yollann ülke için çok önemli olması nedeniyle, "İpek Yolu" kervan ve tüccarlarının yakınmalarına, güvenlikle ilgili başvurularına, ilgili ülkelerde özel

15 Kazancı»Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar 17 bir önemle eğilinir ve sorun çözülmeye çalışılırdı. Geçtiği ülkenin zenginliğine katkıda bulunan bu ünlü yolun tüccarları özel olarak korunur ve gözetilirdi. Çok ilginçtir, Cenevizliler kendi tüccarlarının tanınması, kolay ve sorunsuz geçiş yapabilmeleri için 1276 yılında Sivas ta bir konsolosluk açmışlardı. Bu konsolosluk "İpek Yolu"nu kullanan kendi tüccarlarına ve kervanlarına vize vermekteydi (Aka,1991: 128). Her devlet bunlara kolaylık sağlar, güvenliklerine büyük özen gösterirdi. Sık sık soygun olmakla birlikte ülkede en ağır cezalar ticaret yolu üzerinde tüccar ve kervan soyan eşkıyaya verilirdi. Aynca tüccar ve kervanlar yalnızca ticareti sağlamakla kalmaz aynı zamanda bir iletişim aracı görevi de görürlerdi. Birer bilgi edinme kaynağı idiler. Geçtikleri yörelerde halk Doğu ya da Batı ile ilgili siyasal ve ekonomik haberleri bu tüccarlardan öğrenirdi. Yine bu dönemdeki uygulamada herhangi bir kişi yakınmasını, derdini doğrudan hükümdara bildirebilmekteydi. Orta Asya'daki bu uygulamaya, Osmanlı'mn kuruluş yıllarında Osman, Orhan ve Murat zamanında da rastlamaktayız. Daha doğrusu bu padişahların döneminde halkın devlete başvurmasını engelleyen ya da yasaklayan ne bir kural ne bir gelenek ne de bir düzenleme vardır. Bir sıkıntısı olan kişi, yolda yürürken rastladığı beye, hakana sorununu aktarabilmektedir. Bunun tersi de çok kolaydır. Bey aldığı bir kararı hemen oracıkta obaya ya da boya sözlü olarak iletmektedir. Dolayısıyla bu tür ortam ve dönemlerde yani bürokrasinin henüz oluşmadığı dönemde bey-halk ilişkisi sözlü iletişime dayalı, kolayca ve pürüzsüz ama son derece basit işleyen bir iletişim modelidir. Yönetenle halk arasına ne bürokrasi girmiştir ne de kağıt yani formalite. Halkla ilişkiler açısından önemli sorunlar yoktur. Yönetimin duyurulan biraz geç olsa da halka ulaşmaktadır. Yönetilen de istek ve yakınmasını kolayca yönetime hatta en üst yönetici olan hakana iletebilmektedir. Nizamülmülk, Siyasetname'de bu uygulamanın yani hakana, sultana dilekleri doğrudan iletme yönteminin gerçek amacım açıklar. Ona göre "Sultanlar haftada iki gün mutlaka doğrudan doğruya halkın derdini dinler ve haklı olana hakkını verirlerse ülkenin her yerinde zalimler, şikayet edilirim korkusuyla kötülük yapmaktan çekinirler" (Nizamülmülk, 2006:117; İnalcık, 2005: 70). Burada önemle belirtmek gerekir ki Türk devletlerinde devlet duyurularının önemli bölümü tellallar aracılığıyla halka iletilmeye çalışılırdı. Yani tellal Arabistan, İran ve Hindistan'da olduğu gibi Orta Asya'da, Selçukluda ve Osmanlı'da da önemli bir halkla ilişkiler ajanıdır. Önemli kamusal bilgiler

16 18 iletişim : araştırmaları tellal aracılığıyla halka duyurulduğu gibi, çeşitli tören, düğün veya cenazeye çağrı yine tellal aracılığıyla yapılırdı. "İpek Yolu" üzerinde herhangi bir yerden geçecek kervanlarla ilgili bilgiler halka tellallar aracılığıyla bildirilir, ahali belirlenen yere gelerek kervanla ticaret yapardı. Kaanın duyurulan kadar sultanın duyurulan da tellallar aracılığıyla ülke ya da yöre halkına ulaştırılırdı. Tellallık eski bir halkla ilişkiler uygulamasıdır. Selçuklu ve OsmanlI'da da sık sık kullanılmıştır. Çağdaş halkla ilişkiler pratiğinde yer almamasına karşın ülkemizde hala uygulanmaktadır. İç Ege, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'nun kimi yörelerinde tellal uygulaması hala yaşamaktadır. Fatih'in Getirdiği Düzen OsmanlI nın ilk dönemlerinde yani ilk üç sultan döneminde adı halkla ilişkiler olmasa da insanlarla iletişim, sistemin doğal işleyişinin içindedir. Kendiliğinden bir özelliğe sahiptir. Çünkü sistemin kendi kendine yürüyüşü boyda ya da obada yaşayanlarla ilişkiyi de beraberinde getirmektedir. Obada, boyda kararlar birlikte almmaktadır. Özellikle ihtiyarlar heyetine sık sık danışılır. Bu heyetin çok önemli yetkileri bulunmaktadır. Hatta zaman zaman hakanm aldığı kararları bile değiştirebilmektedir. İhtiyarlar heyeti ya da ihtiyarlar meclisi uygulaması günümüze kadar uzanmıştır. Bu örneğin adı aynı kalmak koşuluyla sınırlı bir biçimi, Cumhuriyet döneminde Köy Yasası'nda yer almıştır. Üzerinde durulması gereken bir başka nokta, OsmanlI'nın ilk dönemlerinde halkın iktidarı elinde tutanlardan farklılaşmamış olmasıdır. Örneğin Sultan Osman ve Orhan öldüklerinde bıraktıkları miras bir kaç koyun, birkaç tane kap kacaktır (Mustafa Nuri Paşa, 1992: 20). Halk kendi içinde de farklılaşmamıştır. Osmanlı'nın ilk dönemlerinde derdi olan kişi beye durumunu anında anlatabilmekteydi. Çünkü onunla yaylada, çadırda, namaz sırasında ya da bir törende sık sık karşılaşabilmekteydi. Ancak devlet örgütlenmesi geliştikçe hakanla bire bir ilişki, yüz yüze dert anlatma olanakları giderek azalmış, sonraları da son bulmuştur. Böyle bir uygulama ancak bazı özel günlere ve toplantılara özgü hale gelmiştir. Sultan Osman ve Orhan hatta Murat'a sokakta rastlayıp dert anlatmak, yardım istemek olanaklıyken sonralan bu ola

17 Kazancı Tiirklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 19 nak ortadan kalkmışta. İstanbul'un alınışından sonra Fatih Sultan Mehmet ( ) yaptığı düzenlemelerle, aldığı kararlarla devlet-halk ilişkisine kimi sınırlılıklar getirmiş, bazı uygulamaları yasaklamıştan Çünkü devlet ve gidişat artık bir imparatorluğun kurallarına gereksinme göstermektedir. O güne değin herkese açık olan, özellikle halka açık olması nedeniyle de ilginç bir halkla ilişkiler örneği oluşturan divan toplantılarıyla (bugünkü bakanlar kurulu toplantısı) ilgili bazı sınırlamalar, bazı yasaklar getirilmiştir. Söz gelimi bir Türkmen toplantı sırasında divan odasma kadar girip elinde bir dilekçe ile "Devletli hünkar hanginizdir?" diye sorar. Fatih, kendisinin o sırada divanda bulunan yöneticilerle karıştırılmış olmasmdan son derece rahatsız olmuştur. Bu sözlerden çok hiddetlenmiş ve aym zamanda üzülmüştür. Sonuçta divanda vezirlerle toplanmayı ve bu toplantıları halka açmayı, toplantılara halkı davet etmeyi yasaklar. Bundan böyle divan padişahsız toplanacak ancak halk gerektiğinde yine divana başvurabilecektir ve toplantılara sadrazam başkanlık edecektir. Fatih Sultan Mehmet bundan sonra bu toplantıları bir süre kafes arkasından izlemiş daha sonra da boş vermeye başlamıştır (Mustafa Nuri Paşa, 1992: 65). Ünlü bir tarihçinin yorumuna göre "Bundan sonra halkla temas azalmış hatta yok olmuştur. Halk ile, ahali ile devlet arasındaki perde giderek kalınlaşmıştır" (Uzunçarşılı, 2003: 499). Devlet halk ilişkilerinde ortaya çıkan aksaklıklar ve sorunlar, kuşkusuz böylesine yalın ve tek bir olaya bağlı bırakılarak basitleştirilecek türden değildir. Hemen belirtmek gerekir ki Fatih Sultan Mehmet'in başka işlerinin öne çıktığı, devlet işlerinin yoğunlaştığı, bürokrasinin yavaş yavaş oluşup devlet içinde yerini almaya başladığı dönemle birlikte, tebaa ile padişahın doğrudan ilişki kurması da zorlaşmış, zaman kullanımı öne çıkmış daha sonra da Orta Asya'dan gelen kimi gelenek ve uygulamalar son bulmuştur. Gerçi çok sonra değişik padişahlar döneminde Divan-ı Hümayun'a tebaanın kabulü uygulaması yeniden ihdas edilmeye çalışılmışsa da işin özü yitirilmiştir (Kazancı, 2007: 196). Kısacası bürokrasinin yerettiği ve devletin imparatorluk haline gelmeye başladığı bir dönemde padişahla bire bir ilişki artık çok zordur. Bunun için istisnai durum ve ortamlar gerekir. Sözgelimi padişahın namaza yani cuma selamlığına gitmesi, tebdil gezmesi, cenaze törenine katılması gibi durumlarda halk ile padişah karşılaşmaktadır. Osmanlı'da 15. yüzyılın ortalarından itibaren padişah ile halk arasında kaim bir duvar örülmüştür. Bunu aşmak çok zor ve rastlantılara kalmışta. Daha açıkçası pa

18 20 iletişim: araştırmaları dişah ile halk arasına bürokrasi girmiştir. Halkın isteklerini bürokrasi karşılamakta ve istek ve yakınmalara o yanıt vermeye çalışmaktadır. Bu kendine özgü -suigeneris- küme, çok sonraları devletin ve halkın başına önemli sorunlar çıkaran bir dev mekanizmaya dönüşmüştür. Zaten devlet-halk ilişkilerinde sorunun kaynağı bürokrasi ve onun koyduğu kurallardır. Ancak yine de belirtmek gerekir ki tebaanın devlete dilekçe verme yollan hep açık tutulmuştur. Bu dilekçeler önemine ve yerine göre en üst düzeylere ulaştmlıp incelemeye alınmıştır. Burada hatırlatalım ki halk padişaha dilekçesini rikapdar aracılığıyla verir, padişahın atının üzengisini tutan rikapdar saraya dönüşte bu dilekçeleri tasnif edip ilgili yerlere gönderir, kuruluşlann yanıtları da dilekçe sahiplerine bildirilirdi. Bir süre sonra vezir-i azam salı ve cuma günleri dışında her gün ikindi vakti, "ikindi divanı" kurup halkın şikayetlerini dinlemeye başlamıştır (Ortaylı, 1979: 157). Ayrıca günümüzde önemli bir halkla ilişkiler yöntemi olan ve oldukça yaygın olduğunu bildiğimiz "Eş, dost, akraba ya da yönetici çevre ile birlikte yemek yeme" usulü de Fatih Sultan Mehmet tarafından yasaklanmıştan Oysa birçok ülkede birlikte yemek yeme sırasında devlet sorunları konuşulup tartışıldığı gibi halkın sorunlarına da değinilip, bu sorunların nasıl çözüleceği de konuşuluyordu. Kısacası bu yemekler, halkın değişik türdeki sorunlarının hatırlanması, görüşülmesi ve onlara çözüm bulunabilmesi için iyi birer fırsattı. Fatih Kanunnamesi'nin bir maddesinde "İrade-i mahsusam zatı şahanemle birlikte hiç kimsenin taam etmemesidir. Eski usulü kaldırıyorum" hükmü bulunmaktadır. Bu emirle Fatih bundan böyle kendisiyle birlikte yemek yenmesini yasaklamıştır (Yücel-Sevim, 1990:193). Bu yasak OsmanlI'nın son dönemlerine kadar sürmüş, padişahlar yemeklerini tek başlanna yemişlerdir. Kaynağı ve yaratıcısı kim olursa olsun bu uygulama, bir açıdan padişahın yalnızlığa itilmesinin ilk işareti, ilk belirtisidir. Ama bu karara karşın padişahı etkileme devam etmiştir. İmparatorluğun yıkılışına kadar padişah başta haremdeki kadınlar olmak üzere devlet protokolünde yer alan kişilerin etkisinden bir türlü kurtulamamıştır. Kuşkusuz bu duruma yabancı misyon şeflerinin kendi amaçlan doğrultusunda Osmanlı yı etkileyen, zorlayan girişimlerini de eklemek gerekir. Burada belirtmek gerekir ki, taht kavgalarının sonucunu gören ve devletin devamlılığı için padişahın daha sağlığında bazı önlemleri alması zorunluluğunu çok iyi anlayan Fatih Sultan Mehmet bu konuda son derece etkili önlemler almıştır. Fatih, devleti yıkıma götüren bu uy

19 Kazancı * TOrklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 21 gulamaya çağlar sonra radikal ama pek insancıl olmayan bir çözüm getirmiş, başa geçen oğlun kardeşlerini katletmesini uygun ve gerekli bulmuştur. Bu konuda bir de kanunname yayınlanmıştır. Bu önlemlerin de etkisiyle OsmanlI, varlığım öteki Türk devletlerine oranla daha uzun sürdürebilmiştir. OsmanlI bu konuda en büyük tehlikeyi Fatih ten önce olmakla birlikte Fetret Devrinde yani Ankara Savaşı'ndan sonra yaşamıştır. Osmanlı Devleti I.Mehmet yani Fatih in dedesi Çelebi Mehmet sayesinde yıkımın eşiğinden dönmüştür. Fatih'in bu önlemine karşın yine de OsmanlI'da taht savaşları ve didişme hem devleti hem sarayı hem de halkı yıllarca meşgul etmiştir. Fatih in oğlu Cem Sultan'm ağabeyi II. Beyazıt ile iktidar mücadelesi yıllarca sürmüş başta Papalık olmak üzere Hıristiyan devletler bu sorunla ilgili olarak tavır almışlar, taraf tutmuşlardır. IH. Selim ile IV. Mustafa'mn çekişmesi de bu konuda ilginç bir başka örnektir. Yine Osmanlı tarihinde EL Beyazıt ile oğlu Yavuz Sultan Selim arasında olduğu gibi iktidar mücadelesi bazen baba ile oğul arasında olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman'ın oğullan San Selim ile Beyazıt arasında mücadele ise dillere destandır. Bu arada yine tahtta gözü olduğu iddiasıyla Kanuninin, oğlu Mustafa'yı boğdurtması ve perdenin arkasından, dilsiz cellatlara çabuk boğun diye el kol işareti yapması acımasızlığın, devlet yönetimi söz konusu olduğunda, ne boyutlara yükseldiğinin çok açık kanıtıdır (Historia, 2005: 361). Tekrar belirtmek de yarar gördüğümüz önemli nokta, saltanatla ilgili çekişmelerin tüm yönetim mekanizması kadar halkı da etkilemekte olduğudur. Bir tarafı tutan ile öteki taraf ya da taraflar arasında büyük bir didişme yaşanıyor hatta zaman zaman savaş bile çıkıyordu. Halkla ilişkiler açısından hiç de iyi olmayan bu kriz ortamı OsmanlIda sık sık tekrar etmiş, sık sık yaşanmıştır. Türklerin İstanbul'dan Kovulması Üst düzeydeki bu olaylar kuşkusuz halkın günlük yaşamından, tahta bakışma kadar birçok konu ve kurumu etkilemiştir. Ama bunun yanmda halkın özellikle Anadolu halkının tahta ve padişahlığa bakışı ve tepkili tavn asırlarca sürmüştür. Şimdi bu noktayı biraz açalım ve halk ile devlet arasmda asırlarca süren bu kavga ya da didişmeyi nedenleriyle birlikte inceleyelim.

20 22 iletişim : araştırmaları İstanbul'un fethinde Anadolu Türkleri yani Türkmenler3 *çok önemli rol oynamış ve fethe çok sevinmişlerdir. Çünkü bu insanlar İstanbul'un fethi ile birlikte talihlerinin değişeceğini, yeni ufuklara yürüyeceklerini sanmışlardır. Ama ne var ki evdeki hesap çarşıya uymaz. İstanbul'un alınışından sonra kendilerine gerçekten iş sahası açılacağını ve saygınlık göreceklerini sanan Türkmenler Anadolu'dan iş, güç sahibi olmak hevesiyle akın akın, büyük bir heyecan içinde İstanbul a gelirler. Gelirler ama, ne yazık ki hevesleri kursaklarında kalır. Çünkü Fatih Sultan Mehmet, önceleri İstanbul'a yerleşmeleri için davet ettiği bu insanları, bırakın devletin üst düzey görevlerini, orta düzey görevlerde bile kullanmayı düşünmez ve gelen istekleri, toplu önerileri geri çevirmeye başlar. Çünkü bu insanların büyük çoğunluğu mesleksizdir. Yine bu insanların çoğunluğu okuma yazma bilmez, usul erkan anlamaz, kentsel yaşamdan habersizdir. Ne yemek yapmayı ne de yemek yemeyi bilirlerdi. Belirtelim ki Türkler, mutfağı ve batı türü yemek yapmayı Anadolu'ya geldiklerinde Bizans'tan aldıkları Rum gelinler sayesinde öğrenebilmişlerdir. Ayrıca Hunlar ve Göktürkler yemek pişirmezlerdi (Avcıoğlu, 1979: 338). Fatih, Orta Asya dan beri var olduğunu bildiği köklerine, yani Kayı'ya bundan böyle ilgi duymaz, onlarla her türlü bağıntıyı yavaş yavaş kesmeye başlar. Önemle belirtmek gerekir ki, İstanbul fatihi, Anadolu insanına yani Türklere sırt çevirmiştir, artık Batıya dönüktür (Avcıoğlu, 1982: 2268; Lamartine, 2005: 353). Yönünü Balkanlara doğru, İtalya'ya doğru çevirmiştir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldıktan sonra başta Kapadokya, Pontus bölgesi olmak üzere Sırbistan, Mora ve Karaman'dan İstanbul'a ahali göçürür. İstanbul'a göçürülen bu insanlardan yalnızca Karamanlılar Türktür, onun da bir kısmı. Çoğunluk KaramanlTdır ancak bunlar aslen Rum ve Ermenidir. Karaman'dan gelen Türklerin önemli bir bölümü umduklarını bulamadıklarından bir süre sonra, onlar da geri döner. Aynca İstanbul, Selanik'le birlikte bir süre sonra yoğun bir Yahudi göçü almaya başlar (Hammer, 1991: 134; Ortaylı, 2006:13). Devletin en basit ve kolay görevleri bile devşirmelere ve gayrimüslimlere emanet edilir. Sistemin işçi gereksinmesi de Türkler dışından karşılanmaktadır. Fîatta Fatih'in vezir-i azami olan Rum Mehmet Paşa, İstanbul'a 3 Orta Asya'da Müslümanlığı kabul etmiş göçebe Türk ve Oğuzlara Türkmen denilir. Bilindiği gibi bunlar Orta Asya'dan Anadolu'ya göç etmişlerdir. Türk ulusunun kurucusu ve kaynağı bu Türkmenlerdir.

21 Kazancı»Türklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 23 gelen Türklerden ağır vergiler alarak İstanbul'un Türkleşmesini önler (Sevinç, 2005: 297). Bu politika, yine Rum asıllı iki vezir-i azam İshak Paşa ve Mahmut Paşa zamanmda da devam eder. Fatih bu durumu adeta seyreder. Bütün bu gelişmelerden Fatih'in haberdar olmadığını söylemek pek olası değildir. Bu ve benzeri olaylar Anadolu'dan gelen Türkleri çok üzer ve küstürür. Anlaşıldığı kadanyla Fatih İstanbul'u Türkleştirmek için bu kenti sanki önce Türklerden temizlemeye, kurtarmaya yönelmiştir. Bir yazarın çok yerinde belirttiği gibi, fetihle birlikte Bizanslüar mağlup olmuş fakat mağdur olmamışlardır (Ongunsu, 1952: 9). Yazılanlardan anlaşıldığı kadanyla Anadolu Türkü nün kötü talihi bu dönemlerde başlamıştır. Anadolu insanının devletiyle didişmesinin, halkla ilişkiler açısından son derece kötü diyebileceğimiz gelişmelerin başlangıç tarihi bu dönemlerdir yılında Anadolu'dan İstanbul'a gelen bir grup Türkmen ile ilgili olarak o tarihte yazılan bir kitapta yapılan değerlendirme, her şeyi açıkça gözler önüne sermektedir: "İpşir Paşa ile İstanbul'a gelen bir alay çarıklı Türk fazla yüz buldular" (Halife, 1976:48). Yıllar ilerledikçe kişi adlan bile değişmeye başlar. Türkmen ve Orta Asya kökenli olup Kayı Boyu'nun sürekli kullandığı örneğin Aktimur, Esibey, Sarubatı, Kutalmış, Balabancık, Karaçebeş, Ertuğrul, Yörgüç, Samsa, Akçakoca, Konuralp, Turgutalp, Alpaslan gibi Türkçe adların yerini, Abdülhamit, Abdülmecit, Abdülaziz, Abdullah daha sonralan da Vahdettin gibi isimler almaya başlar. OsmanlIlar çocuklarına, şehzadelerine; Türkmen atalannı Orta Türkistan'da İslamlaştırmak amacıyla öldüren Arap komutanlann adlarım vermekten çekinmemişlerdir.5 Türk tarihinin hiç bilinmeyen bir yanı olan Türklerin Müslümanlaşması M.S 700'lerden başlayarak birçok savaştan son- 4 Ankara Savaşı'nda Yıldırım Beyazıt'ın yenilmesinin en önemli nedeni ordusunda bulunan Türkmenlerin Timur tarafına geçmiş olmalarıdır. Nitekim savaşta Germiyan, Saruhan, Aydın, Menteş beylerini Timur un yanında gören Türkmenler ve Karatatarlar savaşmazlar ve Timur'un tarafına geçerler. Yıldırım ın ordusunun özünü yeniçeriler ve Sırp askerleri oluşturmaktadır. Bu dönemde Türkmenler OsmanlI'nın Anadolu'ya yayılmasını istememektedir (Avcıoğlu, 1999:168). 5 Bu senaryoyu Türkler birkaç kez tekrarlamışlardır. Orta Asya'da eğleştikleri dönemde Çin etkisinde olan Türklerin kimi isimleri Çince'den alınmadır. Görenekleri, giyim ve kuşamları Çin özentilidir. Talaş Savaşı'ndan sonra bu durum yerini İslamiyetin de etkisiyle Arap egemenliğine bırakır. Türkler uzunca bir süre vaşam biçimi açısından Arap bağımlısı ve Araba özenen bir tutum sergilemişlerdir. Şimdilerde de Türkler için Amerikan yaşam biçimi önemlidir ve taklit edilen ülke Amerika dır. Kanımca Türkler hiçbir dönemde kendine ait bir uygarlık oluşturamamış ve kendine özgü bir yaşam biçimi içinde olamamışlardır.

22 24 iletişim : araştırmaları ra çok uzun bir zaman zarfında gerçekleşmiştir. Bu olaylarda yüz binlerce Türk öldürülmüştür. Türklerin devletle ilişkilerinde dolayısıyla halkla ilişkiler uygulamasında önemli bir nirengi noktası olan Müslümanlık, birçok Türk geleneğini etkileyip değiştirdiği gibi, halk ile yönetimi kalın çizgilerle birbirinden ayırmıştır.6 Devlete saygı ve itaat, tanrı korkusu üzerine oturtulmuş, ona endekslenmiştir. İslam, cami kurumu ile önemli bir halkla ilişkiler alanı yaratmıştır. Yine cami ile birlikte siyasal iktidarın eline önemli bir ideolojik araç geçmiştir. Kimi devletlerin bunu çok iyi kullandığını bilmekteyiz. Cami ibadet yanında önemli bir duyuru merkezi, dertleşme ve bilgi değiş tokuş mekanıdır. Birçok örnek bize kanıtlamaktadır ki cami avlusu etkili bir halkla ilişkiler ortamıdır. Çünkü cemaatin beş vakit uğradığı bir yer olması nedeniyle önemli bir haberleşme kavşağı oluşturmaktadır. Bir nevi forumdur. Amaçlandığı takdirde saray ile ahali arasında iletişimin değiş tokuş edildiği yer rolü oynayabilmektedir. Kent yaşamına ilişkin kararlar buradan halka duyurulabildiği gibi halkın istek ve önerileri de yine buradan öğrenilmektedir. Ahalinin tepkisi buradan isabetli biçimde ölçülebilmektedir. Fatih döneminden itibaren Türk toplumunun gazilik, cihad, Müslümanlık ve beylik ruhunun yerine, her çeşit din ve milliyeti bir araya getiren imparatorluk ruhu geçince Anadolu'dan türeyen çiftbozanları (işsiz insan) iş alanlarına doğru götüren kanallar tıkanmaya başlar. OsmanlI nın var olan iş yerlerine Rum, Bulgar, Arnavut, KafkasyalI, Romen hatta Macar gibi değişik uluslardan insanlar çalışmak amacıyla akın eder (Akdağ, 1975: 97). Anadolu inşam işsiz ve güçsüz kalır. İstemedikleri ve beklemedikleri bu gelişmelerden sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Türkmenler gerisingeri Anadolu'ya dönerler. Gerçi bir kısmı, yeni fethedilen yerlere yerleştirilseler de, söz gelimi başta Karaman ve Konya olmak üzere birçok bölgeden İstanbul'a fakat özellikle Balkanlara ve Ege adalanna ahali kaydırılmış olmasına karşın Anadolu'da çoğunluğu saran küskünlük, bir süre sonra kızgınlığa dönüşür. Anadolu insanının İstanbul'a sokulmayıp geri gönderilmesi, Hıristiyanların Fatih 6 Türklerin Müslüman olmalarıyla ilgili olarak açıklamalar ve görüşler için bakınız: Avaoğlu, Doğan (1982). Türklerin Tarihi V. İstanbul: Tekin Yayınevi.; Aydın, Erdoğan (2006). Nasıl Müslüman Olduk?. İstanbul: Cumhuriyet Kitaplığı.; Barthold, V. V. (1990). Türkistan. Çev., Hakkı Dursun Yıldız. Ankara: TTK.; İnan, Abdülİcadir (1976). Eski Türk Dini Tarihi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.; Taberi, Ebu Cafer (1867). Chronique de Taberi Abu Ali Mohammad Balami. Çev., Zotenberg. Paris: Denoel.; Cahun, L on (1896). Introduction a L'Histoire de l'asie : Turcs et Morıgols des Origines â Paris: Armand Colin.

23 Kazancı»Türklerde Devletle İlişkiler Özerine Bazı Notlar 2 5 tarafından korunup, adeta şımartılmaları birçok Osmanlı düşünür ve din adamını rahatsız etmiştir. Bu soruna İslamiyet açısından bakan bu insanlar birer birer, kimisi tepki koyarak kimisi sessiz sedasız İstanbul'dan ayrılırlar. Bir başka deyişle dini konular da dahil olmak üzere çeşitli konularda yapılan değişiklikleri, sergilenen tavrı onaylamayan Türkmen asıllı ulema ve eğiticiler İstanbul'u terk ederler. Özellikle devşirmelerin öne çıkarılması, yönetici kadrolara devşirilen Balkanlıların atanması tepki çeker. Sözgelimi Fatih'e Molla Gürani'den sonra en çok emeği geçen, yetişmesinde rol oynayan Molla Hüsrev başta olmak üzere Akşemsettin, Molla Hayrettin, Molla Ayaş, Molla Zeyrek, daha birçok dönem bilgini, aydmı olup bitene üzülerek İstanbul'u terkeder7 (İnalcık, 2005: 160). İnalcık'a göre, İstanbul un alınmasından sonra Fatih, fethin dinsel simgesi Akşemsettin'in daha fazla öne çıkmasına izin vermemiş, Akşemsettin de bunun üzerine İstanbul'u terk edip Göynük'te inzivaya çekilmiş ve orada ölmüştür. Molla Gürani bile bir ara Mısır a gider ama geri döndürülür (Hammer, 1991:199). Fatih döneminin sonlanna doğru İstanbul da yerleşik halkın üçte ikisi gayrimüslim halktan oluşmaktadır. İstanbul popülasyon itibariyle tam bir kosmopolit görünüme sahiptir (Yetkin, 2003: 183). Ancak hemen belirtelim ki burada en önemli noktalardan biri Fatih Sultan Mehmet'in universdis projelerinin alt yapısını oluşturacak entellektüel dokunun bir türlü oluşturulamamasıdır. Bir çalışmada, Fatih'i en çok üzen olaylardan birinin "Kendi ülkesinde, öteki ülkelerle karşılaştırılabilecek bilgin ve bilim adamının olmamasıdır" denilmektedir (İnalcık, 2003:175). Yönetim-Yönetilen İlişkilerini Belirleyici Etmenler OsmanlI'da halkın yönetimle ilişkilerinde etkileşimi kolaylaştıracak birçok yöntem ortaya konmuştur. Halkın dileklerini dinleyip çözüm arayan divan toplantılarından, vali paşaların halkın sorunlannı öğrenmek için halk arasına ayakçı çıkarma adetlerine, padişahın kılık değiştirerek halkın içine kanşmasmdan, fakir fukaranın derdini dinlemesine, kadının her türlü soru 7 Akşemsettin daha fetihten önce Hıristiyanlara görev verilmesine kendine göre bahaneler uydurarak şiddetle karşı çıkmıştır. Kuşatma sırasında sürekli Fatih in yanında olan Akşemsettin, fethin tarihi ile ilgili olarak gaipten verdiği haber gerçekleşmeyince, çoğu Hıristiyanlıktan dönme olan askerin imandan nasiplerini almamış olmasını bahane olarak ileri sürmüş ve askerin başına sert, acımasız bir Müslüman komutan atanmasını önermişti (İnalcık, 2003:105).

24 2 6 iletişim: araştırmaları nu dinleyip tebaanın hakkını vermesine, muhtesibin çalışmalarına kadar birçok yöntem devlet halk ilişkilerinde olumlu etkisi olan yöntemlerdir. Siyasal platformda halkın önerilerinin düzenli biçimde dinlenmesi gibi bir uygulama Osmanlı da yoktur. Ayrıca böyle bir uygulamamn olması da olanaksızdır. Ancak günlük işleyişte, yönetsel sorunların çözümünde halkın dinlendiği çok olmuştur. Her şeye karşm Osmanlı, reayaya yani köylüye karşı dikkatli olan bir anlayışı yansıtmaktadır. Bu dikkatin, bu özenin temelinde adil olmak, dinin emrettiği biçimde herkese hak ettiğini vermek ve halkı buna razı etmek amacı yatmaktadır. Kuşkusuz bu uygulama kaynağım ve müeyyidesini dini kurallardan almaktadır. Bu görüş açısmdan bakıldığında Osmanlı da halka yönelik devlet tavrında iki önemli özellik göze çarpmaktadır: Halka karşı adil olmak ve dini inanç ve tercihlere karışmamak. Elliye yakın ulus ve bir o kadar din ve mezhepten oluşan tebaanın inanana karışmak kuşkusuz akıldışı bir tutum olurdu ki Osmanlı bu yanlışa düşmemiştir. Şeriata dayalı hukukun yanında Osmanlıda geçerli olan ve devlet eliyle yaratılan "örfi hukuk" ta bu konuda birçok hüküm bulunmaktaydı. Padişahın çıkardığı hükümlerden oluşan örfi hukukta kayıt ve uygulama ile ilgili sorunlarla nişancı uğraşırdı. Şeri hukukta yani dini hukukta müftü ne ise örfi hukukta da nişancı o idi (İnalcık, 2005: 85). Örfi hukuk incelendiğinde Osmanlı sisteminin, tebaanın hem kendi aralarında hakkının korunmasına hem de devlet karşısında haklı olduğu durumlarda hakkının teslim edilmesine çok özen gösterdiği anlaşılmaktadır. Ancak bu ilişkiler günümüzün deyişiyle asimetriktir. Halkın örgütlü, devleti zorlayan bir gücü olmadığı gibi devleti etkileyecek oluk (kanal) ve oluşumları da yoktur. Devletin kurguladığı ve uygulamaya koyduğu yönetim-yönetilen senaryosu tek tarafın iradesiyle sahneye konulmuştur. Yalnız bu arada önemle belirtmek gerekir ki Osmanlı'mn altı asırlık yönetimi boyunca değişik yörelerde halkın devletle uyumlu, itaatkar bir tavır sergilediğini söylemek de doğru değildir. Başta İstanbul'a alınmayan, çeşitli adaletsiz uygulamalara muhatap olan Anadolu halkı sık sık ayaklanmıştır. Celali İsyanları kimi yazarlara göre üçyüz yıl, kimi yazarlara göre dörtyüz yıl sürmüştür ve Anadolu halkının Osmanlıya başkaldırısını temsil eder. Ancak belirtmek gerekir ki özellikle İç ve Kuzey Anadolu'daki Celali İsyanlan hedef aldığı devlet sisteminden ziyade yerli halka büyük zarar vermiştir. Dirlik düzenin bozulması ticareti olumsuz etkilemiş Anadolu insanı zaman içinde fakirleşmiştir. Bu durumu beğenmeyen kimi kanaat liderleri ve halktan bir kesim sürekli olarak padişahtan sefere çıkmasını ve isyancıları da beraberinde

25 Kazancı Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar 2 7 götürmesini, yani isyancıların askere alınmasını istemişler ve bu dilekleri genellikle kabul görmüştür. Bu dileğe en çok uyan padişah Kanuni Sultan Süleyman'dır (Akdağ, 1975: 113). Hemen eklemek gerekir ki OsmanlI'nın halkla ilişkilerinde devletten yönetilene buyruk ve karar aktaracak aracı mekanizmalar kurulmuş olmasma karşın halktan devlete doğru istek ve yakınma aktaracak bir sistem yoktu. Bu uygulama sistemin doğasımn bir gereği idi. Çünkü Osmanlı rejimi halktan öneri bekleyen ve toplayan değil ona hükmeden bir rejimdir. Çevreden, kamusal işlerde öneri beklemez, sadece itaat beklerdi. Çünkü Osmanlı'da halk bugünkü deyimlerle tam anlamıyla yönetilendir. Kuldur. Osmanlı'da kul, köle değil itiraz etmeden uyan kişi anlamma gelmektedir (Wheatcroft, 2004:42). Dolayısıyla da ele geçirilen tüm yerlerde, yukarıda belirttiğimiz devletten halka doğru inen bir iletişim sisteminin kurulması gerekirdi. Nitekim öyle oldu. Hem Balkanlarda hem Anadolu'da hem de Arap eyaletlerinde bu kurallara uygun bir sistem kuruldu. Sözgelimi Balkan ülkelerindeki bir uygulama bu konuda ilginç bir örnektir. Balkanlarda ilçeler ve köyler düzeyinde sultandan izinli ve sertifikalı atanmış kişiler vardı. Bunlar yerli halkla yönetim arasında aracılık ediyor, vergilerin düzenlenip ödenmesine gözetmenlik yapıyorlardı. Ayrıca kamu düzenini de bunlar sağlıyor, devletin kararlarım halka bunlar bildiriyordu (Mantran, 2007: 348). Devlet hiyerarşisi içinde çok daha aşağılarda, yetkisi daha dar olmakla birlikte aynı tür uygulama ve örneğe Anadolu'da ve Arabistan'da da rastlanmaktadır. Bu görevli muhtesibtir ve muhtesibin bir görevi de halkla ilişkidir. Ancak muhtesib devletten halka emir götüren ve kimi kez de bu emirleri uygulayan bir görevlidir. Tıpkı Balkanlardaki meslektaşları gibi. Ancak burada tekrar edelim ki Balkanlar başta olmak üzere Osmanlı'da fethedilen yerlerde halkla ilişkiler olabildiğince en alt düzeyde tutulmuştur ve tek yönlüdür. Çünkü fethedilen yerlerde bırakılan garnizon yalnızca güvenlikle uğraşıyor ve halkla ilişkisi olmadığı ya da en alt düzeyde olduğu için de bu konuda sorun yaşamıyordu (Karpat, 2003: 61). Osmanlı'da başta Anadolu ayaklanmaları olmak üzere çeşitli bölgelerde ortaya çıkan ayaklanmaları ikiye ayırarak ele almak olanaklıdır. Bunlardan biri saray tarafından isteği reddedilen, görevden alman, kendisine ceza verilen bir yöneticinin ayaklanması ve yamna halktan belirli kişileri toplamasıdır. Buna örnek olarak 1524 yılında Vezir Hain Ahmet Paşa'nın etrafına yüz bin kişi toplayarak ayaklanması gösterilebilir. Patrona Halil Ayaklanması da ay

26 28 iletişim : araştırmaları nı karakterdedir. Bunun yanında bir başka yol, devletin vergi ve zabıta önlemlerinden bunalan halkın, ayaklanıp olaya bölgesel bir boyut kazandırarak sonunda da bir kişiyi başına isyancı-yönetid olarak seçmesidir. Celali İsyanları'nm çoğunun bu tür özelliği bulunmaktadır. Üzerinde durulması gereken diğer bir ayaklanma türü ise dini ayaklanmalardır. Sözgelimi Şeyh Bedrettin, Şahkulu, Baba İshak örneklerinde olduğu gibi yüzyılda devlet tebaa ilişkilerinde eşitlik olmasa bile belirli bir düzenlemeyi amaçlayan kurallar ve kurumlar yaratılmışta Daha önceleri yalnızca devletten tebaaya inen mesajların, artık tebaadan da devlete doğru çıkabilmesi için önce Tanzimat sonra da Birinci ve İkinci Meşrutiyet kumullarının önemli rol oynadıklarını belirtmek gerekir. Çeşitli din ve ırka mensup insanların meclislere girmesi, tebaa arası eşitlik bu konuda örnek olarak verilebilir. IH. Selim zamanında kurulup II. Mahmut döneminde yapısı geliştirilen Meşveret (danışma) Meclislerinde halktan iki temsilci bulunmaya başladı. Bu örnek, bugün halkla ilişkiler terminolojisindeki danışma modeline uygun gelen bir örnektir. Yine 19. yüzyılda önem kazanan kitle iletişim araçları ve özellikle gazetelerin çıkmaya başlaması, devlet-tebaa ilişkilerini asimetrik olmaktan çıkarıp belirli ölçüde simetrik olmaya itmiştir. Bu dönemde hem iç gelişmeler hem de dış baskıların sonucunda her ırk ve dinden tebaaya bu haklar istisnasız tanınmıştır. Kayıtlardan anlaşıldığına göre yine bu dönemlerde halkın en büyük beklentisi güvenliğin sağlanması ve vergide adalettir. Bu yüzden kargaşa ve devlet güçleriyle yer yer didişme hatta çatışmalar çıkmaktadır. Üç Önemli Siyasal Olay ve Etkileri Devlet yurttaş ya da devlet-halk ilişkilerine olduğu kadar siyasal sisteme uluslararası düzeyde değişiklik ya da yenilik getiren üç tarihsel olay bu çalışma çerçevesinde üzerinde durmaya değerdir. Bu çok önemli olaylar be 8 Burada önemle belirtelim ki Şeyh Bedrettin'in görüşleri komünizmin ilk örnekleri gibidir. Şeyh Bedrettin "Her şey her an yaratılmakta ve yok olmaktadır. Burası ya da buranın ötesi diye bir şey yoktur. Her şey tek bir anın içindedir. Geçmiş yoktur, bundan sonrası yoktur, her şey olma süreci içindedir" diye yazmıştır. Bu görüş kendisinden asırlarca sonra ve kendisini tanımayan Marks, Engels ve Althusser tarafından da kağıda dökülmüştür. OsmanlI'nın bu tür düşünce ve açıklamalara tahammülü yoktur. Okumuş, yazmış, bir düşünür olan Şeyh Bedrettin 1416'da asılmıştır.

27 Kazancı * Türklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 2 9 lirli bir süre sonra kendi ülkelerinin sınırlarını aşarak öteki ülkeleri ve bu arada ülkelerdeki siyasal ortam ve ilişkileri kuşkusuz bu arada yönetim-yönetilen ilişkilerini de etkileyip değiştirmiştir. Devlet-halk ilişkilerine yeni bir boyut ve içerik kazandırmaları nedeniyle bu üç siyasal olayı çok kısa da olsa hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Bunlardan ilki Fransız Devrimi'dir. Bu devrim bir süre sonra Avrupa ülkeleri gibi Osmanlı'yı da, özellikle Balkan bölgesindeki siyasi kıpırdanma ve bağımsızlık hareketlerini, etkilemeye başlamıştır. Bilindiği gibi bu hareketler bir süre sonra siyasal-tarihsel bir temele de dayandırılarak Türkler, Balkanlardan çıkartılmaya çalışılmış ve Avrupa bu konuda büyük ölçüde başarılı da olmuştur. Kısacası Fransız Devrimi Osmanlı'yı çok etkilemiş, Balkanlardaki ulusçuluk akımlarım tetiklemiş sonunda da buradaki halklar birer birer OsmanlI'dan kopup kendi devletlerini kurmuşlardır (Ortaylı, 2007: 254). Ortaylı, Balkanlarda milliyetçilik akımlarının tarihinin çok eskilere gittiğini belirtmektedir. Kuşkusuz Balkanların OsmanlI dan kopmasında Fransız Devrimi tek başına belirleyici olamaz. Ancak devrimin yaydığı özgürlükçü görüşlerin, ulus olma bilincinin gündemin birinci sırasına yerleşmiş olmasının etkisi yadsınamaz. Bulgaristan'da isyana grupların Fransız İhtilal Bildirgesi'ni iki de bir basıp yaymalan, köylere kadar dağıtıp, devrimi anlatmaları nedensiz değildir. Ayrıca Balkanlarda yayınlanan Fransızca gazetelerde Fransız Devrimi'ne övgü ve imrenmeler de sık sık dile getirilmiştir. 1789'dan sonra özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri öne çıkarken Amerikan Devrimi nde mülkiyet, liberalizm, özgürlük ilkeleri ilk sırayı almıştır. İkinci önemli olay olarak gördüğümüz Amerikan Devrimi'nde insan birimi bireydir. Fransa'nın ki ise yurttaştır. Amerika da bu ilkeler hayata geçirilmiş ama temelde önemli bir değişiklik olmamış yalnızca İngiliz efendilerin yerini Amerikalı zenginler almıştır. Bu değişikliğin bize etkisi çok sınırlı ve de dolaylıdır. Üçüncü etkileyen olay ise 1917 Sovyet Devrimi'dir. Bu devrimle birlikte halkın her yönetici kadroyu seçmesi ve getirilen denetim modeliyle önemli bir güce eriştiği görülmektedir. Ancak bürokrasinin tarihte görülen en disiplinli işbirliği ve dayanışması sonucu, halkın istek ve önerileri geriye itilmiş sonunda da bu hantal mekanizma sistemin başına dert olup yıkılmasının önemli bir nedeni haline gelmiştir. Sovyet Devrimi Türkiye ile ilişkileri başta Kurtuluş Savaşı aşamasında olmak üzere etkilemiştir. Sovyetler, Türkiye'ye kimi kez gizli kimi kez

28 30 iletişim : araştırmaları açık yardımda bulunmuştur. Daha sonra ilişkilerde bir soğuma ortaya çıkmış ve Türkiye iç siyasal gelişmelerde komünizmin bırakın kendisinden, isminden bile korkar hale gelmiştir. Stalin in anlaşılmaz bir nedenle Türkiye'den bazı topraklan istemesi, Boğazlar'da hak iddiası ilişkileri onarılması mümkün olmayacak bir aşamaya getirmiştir. Sovyetler, Türkiye'nin en büyük ve en önemli düşmanı oluvermiştir. Ülkemizde uzun süre polis gücünün hüküm sürmesi bu yüzdendir. Birçok yazar ve düşünürümüz sırf komünist düşüncelere itibar etmeleri nedeniyle hapsedilmiş, eziyet görmüş, ülkeden koyulmuştur. Bu arada önemli bir fırsatçı kesim de sırf komünist düşmanı olmaları nedeniyle ve başka hiçbir özellikleri bulunmamasına karşın bürokrasi ve siyasal sistem içinde önemli yerlere gelmişlerdir. Ancak yine de Türkiye'nin hiç beğenmediği bu siyasal sistem, ülkede yönetilen bilincine özellikle de işçilerin devletle ilişkilerine çok etki etmiştir. Aynca komünistlik suçlamaları yıllarca hem yurttaşlar arasında hem de devlet-yurttaş ilişkilerinde önemli bir şikayet, didişme ve çatışma nedeni olmuştur. Dolayısıyla bu sorun bir bakıma önemli bir halkla ilişkiler sorunudur. Bu üç olayı izleyen yıllarda ve değişik tarihlerde olmak üzere, önce yurttaş kimliğinde ve yönetilenin kendini değerlendirme biçiminde değişiklik olmuştur. Yönetilen tebaa statüsünden yurttaş statüsüne geçmiştir. Bu olay halkla ilişkiler açısından çok önemlidir. Çünkü devlete karşı bazı sorulan sorma cesareti buradan gelmektedir. Yurttaşlık bilinci devletten hem hesap sormayı sağlamış hem de devletin gidişatını, eylem ve işlemlerini etkilemiştir. Bu dönem devletin, halktan başka bir siyasal sisteme itibar edebilir, mevcut sistemi yıkar diye korkmaya başladığı bir dönemdir. Bu durum kimi ülkelerde çok belirgindir. Hatta bir kısım düşünür halkla ilişkilerin ortaya çıkış ve yaygınlaşma nedenini yönetimin halktan korkmaya başlamasma bağlamaktadır. Bu savda gerçek payı olduğu yadsınamaz. Halktan korkma yirminci yüzyıldan itibaren çok daha artmış ve yaygınlaşmıştır. İdeolojinin ve ideolojik araçların yoğun biçimde kullanılmalarının gerekçelerini bu noktalarda aramak yanlış değildir. Yönetileni ideolojik olarak denetim altında tutmak devletin önemli görevlerinden biri olmuştur. Bu görevin bir adı da devletin halkla ilişkileridir. Genç Türkiye Cumhuriyeti yeni döneme çok zor koşullarda fakat yurttaşına tüm gücüyle hizmet etmek isteyen bir anlayışla ve heyecanla girmiş ve Türk demokrasisi birçok zorluğa karşın yavaş yavaş da olsa yerleşmeye baş

29 Kazancı Türklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 31 lamış, sistemin vazgeçilmezi olmuştur. Bu olumlu gelişme zamanla Türkiye'de halkla ilişkilerin yayılması, genişlemesi ve önem kazanmasının temel nedenidir. Cumhuriyet Dönemi Cumhuriyet yönetimi genç Türk devletine yeni bir sistem ve yeni bir yaşam biçimi olarak gelmiş ve kuşkusuz çok şeyi de değiştirmiştir. Türklerin büyük bölümü yeni rejimle birlikte Osmanlılıktan kurtulmuş yeni bir hayata başlamıştır. Bu arada belirtmek gerekir ki Türkiye'de devlet-halk ilişkilerini etkileyip değiştiren en önemli olay da kuşkusuz Cumhuriyetin ilanı ve izleyen gelişmelerdir. Ancak yeni sisteme uyarlanma çabuk ve kolay olmamıştır. Cumhuriyet yönetiminin, Osmarrfi'dan aldığı tek yönlü ve devlet ağırlıklı halkla ilişkiler iletişim ve uygulamasını uzunca bir süre devam ettirdiği görülmektedir. Osmanlı'da olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllannda da halkın devletle ilişkisi çok azdır ve bu ilişki gerektiğinde devlet tarafından ve onun izni ile kurulabilmektedir. Bu ilişki günümüz deyimiyle asimetriktir ve devlet ağırlıklıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında tek parti yönetimin atadığı valiler, kaymakamlar aslmda devletten halka istek aktaran, emir yağdıran birer aktarma organıdır. Bu dönemde etliye sütlüye kanşmayan, köyüne ya da evine kapanmış bir halk vardır. Bu halk devletten gelen her buyruk ve isteğe, istisnalan olmakla birlikte, evet demekte, kamusal kararlan onaylamakta ya da onaylar gözükmektedir. İstisnalar varsa da asıl olan, devletin adma karar veren vali ve kaymakamın isteklerine boyun eğmek onlann sözünden çıkmamaktır. Tüm dünyayı saran 1929 Büyük Bunalımı'ndan sonra biraz da bu özellik nedeniyle çok zarar görülmediği, tüketimin denetim altına alındığı, olana rıza gösterildiği bilinmektedir. Türk halkı devlete istek yöneltme konusunda programlanmış değildir. Bu durum uzunca bir süre devam etmiştir. Çünkü Cumhuriyeti izleyen yıllarda kendini iyice belli eden ve ellili hatta altmışlı yıllara kadar ağırlığını sürdüren küçük aile işletmeciliğinin etkisi ülkeyi, "ocak sistemi"nin uzun yıllar geçerli olduğu Diyarbakır ve büyük toprak mülkiyetinin çok ağır bastığı Aydın ve Söke yöresi dışmda, tümüyle kaplamıştır. Tanzimat Dönemi'nden bu yana, mülkiyet sisteminde miras hakkı uygulaması nedeniyle tanm alanları küçük küçük toprak parçalarına bölünmüştür. Anadolu toprağında üretim üniteleri, ancak ailenin gereksinmesini

30 32 iletişim : araştırmaları karşılayacak büyüklüktedir. Pazar için üretim yoktur. Çünkü hem üretim azdır hem de ürünü pazara aktaracak yol ve araç yoktur. Yine bu toplumsal oluşum içinde eğitim köy ya da mahalle düzeyinde verilmekte, sağlık hizmeti kocakan ilaçlarından oluşan geleneksel yöntemlerle sağlanmaktadır. Devlet ne köy ne de öteki küçük yaşam ünitelerine girmiş değildir. Bu durum 1950'lere kadar yani Demokrat Parti dönemine kadar süregelmiştir. Bu dönemden sonra modern tarım girdileri yavaş yavaş Anadolu köylüsünün hizmetine girmeye başlamıştır. Gübre ve traktör ile üretim artmış arkasından Amerikan kaynaklı Marshall Planı ile yol yapımı hızlanmışür. Daha sonra yapılan bu yollar ithal otomobil ve kamyonlarla dolmaya ve kullanılmaya başlamıştır. Demiryolu ihmal edilerek varılan bu durum sonucunda kırsal alan ile kent arasında ilişkiler kolaylaşmıştır. Bir süre sonra kırsal alanda açığa çıkan nüfus artığı ile gecekondulaşma başlamış ancak Türkiye "Asya Tipi Üretim" tarzının etkisinden de süratle kurtulmuştur. Kentle köy arasındaki ilişki yoğunlaşmış, üretim artmış, sosyal hareketlilik yaranda dış dünya ile ilişki ve bağıntılar artmış ve seksenli yıllarda çok farklı bir Türkiye ortaya çıkmıştır. Parası olan herkes istediği her şeyi bulmaya başlamıştır. Ancak geçmişte olduğu gibi bugün de asıl sorun, herkesin parasının olmaması ve olamayacağıdır. Bundan elli yıl kadar önce Türk insanının devletten beklentileri ile ilgili olarak yapılan araştırmalar sürekli olarak alt yapı eksikliğine dikkat çekmekte ve alt yapı ile ilgili hizmetlerin yurttaşın en önemli beklentisi olduğunu göstermektedir. Örneğin ellili yıllarda köylülerin çoğu, yol, su, elektrik, sulama suyu, ucuz gübre daha sonraları da telefon istemeye başlamıştır. Köylülerce okul isteği çok sonralan dile getirilmeye başlanmıştır. Bu ihtiyaç sıralaması aşağı yukarı bir otuz yıl geçerliliğini korumuştur. Seksen ve doksanlı yıllarda ise halkın ana beklentisi güvenlik odaklı olmaya başlamışta Güneydoğudaki üzücü gelişmelerin de etkisiyle Türkiye bir güvenlik bunalımına girmiş, bu arada çok sayıda memleket insanı yaşamını yitirmiştir. Bu nedenle bu dönemden başlayarak halkın devletten en önemli beklentileri araşma terör olaylannı önleme, terör sorununu çözme, ülkede dirlik düzeni sağlama isteği girmiştir. Bu istek bugün de geçerliliğini sürdürmektedir. Kısacası ellili ve altmışlı yıllarda halkın ana beklentisi altyapı eksikliklerinin bir an önce giderilmesi köylere, ilçelere hatta illere su, elektrik, telefon hizmeti verilmesi, kanalizasyon eksikliğinin bir an önce tamamlanmasıdır.

31 Kazancı Türklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 33 Ancak yetmiş ve seksenli yıllarda otomasyonu bir türlü beceremeyen Türk kamu yönetimi ve özel kesim kuruluşları halkla ilişkilerde önemli sorunlar yaşamaya başlamıştır. Bu dönemde elektrik, su, telefon ücreti ödeme çok önemli sorundur. Bu konularda itiraz etmek çok zordur. İtiraz prosedürünü yerine getirmek de külfetli ve zaman alıadır. Gişeler önündeki büyük kuyruklar insanları bıktırmıştır. Bu sorunun büyüklüğünü ve yarattığı sıkıntıları görmek için o dönemde çıkan gazetelere şöyle bir göz atmak yeterlidir. Yine bu dönemde yurttaşın basit isteklerine karşı yönetim duyarlı değildir. Yurttaş devletten bilgi almayı, işini bir an önce bitirmeyi araya ancak binlerini koyarak başarabilmektedir. Araya giren kurumlar arasında basm baş yeri tutmaktadır. Bu nedenle o dönemlerde basında okuyucu köşeleri çok revaçtadır. Bu konuya ayrılmış sütunlar, çok okunan sütunlar arasmdadır. Yetmiş ve seksenli yıllann gazeteleri devlete karşı halkın tepki ve eleştirileri ile doludur. Bu yıllar devletin yeni gelişmelere ve teknolojik ilerlemelere yeterince uyamamasmın sonucu olarak yurttaşını çok üzdüğü, boşuna beklettiği, işleri aksattığı bir dönemdir. Devleti küçültmeye yönelik politikaların ve bu politikalann araçlanndan biri olarak işleyen özelleştirme girişimlerinin Türkiye'ye gelişi sadece dış gelişmelere bağlanmamak ve dış gelişmelerle açıklanmamalıdır. Halk hantal devlet ve onun çalışma biçiminden, bürokrasiden bıkmış, usanmıştır. Devleti küçültmeyi birçok kişi bir kurtuluş olarak görmüştür. Bu yolla halkın rahatlayacağı sanılmıştır. Ancak bunun böyle olmadığı ve hemen hemen hiçbir şeyin değişmediği kısa sürede anlaşılmıştır. Bir başka anlatımla devletin küçültülmesi pekçoklanna bir çare olarak görünmüşse de bir şeylerin değişmesinin pek de kolay olmadığı kısa sürede ortaya çıkmıştır. Yeni durum ve gelişmeler yönetim-halk ilişkilerini başka bir alana taşımış ve başka sorunlar ortaya çıkmıştır. Bunca özelleştirmeye karşın hem devletin, hem özel kesimin borcu giderek artmış ve ülkenin toplam borcu 430 milyar dolara ulaşmıştır (29 Eylül ve 3 Ekim 2007 Hürriyet Gazetesi). Devlet-Halk İlişkisindeki Değişim Devlet halk ilişkisindeki değişiklikler niteliksel değildir. Yöneten-yönetilen aynmı sürmektedir. Yani katılmaya yönelik bir takım mekanizmalar geliştiriliyor olsa da yöneten-yönetilen ayrımı bütün keskinliği ile varlığım ko

32 34 iletişim : araştırmaları rumaktadır. Bu konuda temelden gelen değişiklikler olduğu söylenemez. Ancak yurttaş-devlet ilişkilerinin bazı yönleri, bazı oluşum koşulları değişmiştir. Bunların başmda yönetilenin merakında ve ilgi alanındaki değişiklikler gelmektedir. Yönetilen eski edilgen konumundan çıkıp daha fazla şeyle ilgilenir hale gelmiştir. Günümüz yurttaşı devletten çok daha fazla bilgi talep etmekte ve bir sonraki aşamada da devletten ilgili olaylar ve gelişmelere ilişkin olarak hesap sormaktadır. Kısacası yurttaş devletten hesap sorma gücüne ulaşmıştır. Gereksiz ve bürokrasinin kurduğu tuzak sonucu oluşan gizliliğin önü alınmıştır. Gizlilik yavaş yavaş gündemden kalkmaktadır. Bu durum çağdaş demokratik sistemin yurttaş profilidir. Bu modelde yurttaş etkilidir, susmaz ve çok önemlisi devlet kadar güçlüdür. Özellikle Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan bu tablo kuşkusuz Türkiye için tüm hatları ile geçerli değildir. Ancak ne var ki Türkiye'de de yönetilende bu konuda bir hareketlilik, bir değişiklik göze çarpmaktadır. Türk halkı artık Osmanlı Dönemi'nin tebaası değildir. Bu aşamayı geçmiştir. Yurttaş olma yolunda çok önemli adımlar atmıştır. Bu arada kimi yenilikler, yeni uygulamalar insanımızın bu gidişatını kolaylaştırmıştır. Demokrat Parti ile başlayan ve içinde başta köylü olmak üzere yurttaşın önemli bir kesiminin katıldığı toplumsal güç, devletin her eylem ve işlemini sorgulamaya başlamıştır. Dış gelişmelerin de etkisiyle genişleyen yurttaş gücü, gönüllü kuruluşların kamusal yaşama girmesiyle daha da genişlemiş, çok daha fazla alanı kapsar hale gelmiştir. Burada önemle belirtmek gerekir ki son yirmi yıl içindeki değişiklik ve gelişmeler son bir asırdır meydana gelen değişikliklerden daha önemli ve etkilidir. Şimdi son yıllarda ortaya çıkmış olup halkla ilişkileri etkileyen ve yurttaş yararma sonuçlar veren bu gelişmeleri görelim: 1. Yönetimin yeni teknolojileri benimsemesi, iletişim teknolojisindeki gelişmeler, özellikle bilgisayar sistem ve ağının gelişmesi, internetin yönetim-yönetilen ilişkilerini sıklaştırması ama halkla ilişkilerde hep sorun yumağı olan yüz yüze ilişkileri azaltarak önemli bir sorun eksenini ortadan kaldırmıştır. Gişe düzeyinde kamu görevlisiyle yurttaş tartışmalarının en aza indiği görülmektedir. Halk, devlet dairelerine eskiye oranla daha az uğramaktadır. Para yatırma, borç ödeme sorunları ise (senet tahsilatı, para yatırma, havale, elektrik, su, doğal gaz ödemeleri ve benzeri) bankaların

33 Kazancı Tiirklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar 35 elektronik desteğiyle ve internet araçlığıyla kolayca çözülmektedir. Bu durumun birinci nokta olarak not edilmesi gerekir. Kısacası büro düzeyinde görülen devlet-yurttaş sürtüşmesi büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Son araştırmalar bu gelişmenin, orta gelir kesimindeki kişileri de etkilediğini göstermektedir9(kazana, 2007: 253). Yine son yıllarda kamu yönetiminin yurttaşla ilişkilerini iyileştirme konusunda önemli girişimleri olduğu bilinmektedir. Bir kere yurttaşın gerek gişe düzeyinde gerekse yönetimin orta kademelerindeki yöneticilerle ilişkilerinde yükü hafiflemiştir. Bu ilişkiler seyrekleşmiştir. Açıkçası devlet yurttaş ilişkisi, bilgisayar aracılığıyla yürütülür olmuştur. Devletle bu yeni ilişki kalıplan yönetilene sosyal refah artışı sağlamış ve hayatı az da olsa kolaylaştırmıştır. Yönetimin bilgisayarlaşması devlet yurttaş ilişkilerini daha az sorunlu, daha az temas olan bir ortama çekmiştir. Bankalar bu alanda başı çekmektedir. Sosyal güvenlik kuruluşlarında da bu alanda ciddi iyileşmeler olduğu anlaşılmaktadır. Ama ne yazık ki aynı sıfatlar hastaneler ve kolluk hizmetleri için kullanılamamaktadır. Devletin ya da özel kuruluşlann hizmete sunduğu, halkın da giderek yoğun biçimde kullanmaya başladığı yeni teknoloji sayesindedir ki devlet-yurttaş ilişkilerinde bir iyileşme bir sadeleşme sezilmektedir. Yıllardır söylediğimiz gibi bu konuların devletin yayınladığı genelgelerle, halka iyi davranm komutlarıyla değişmesi ve iyileştirilmesi mümkün değildi. Nitekim mümkün olmamıştır. Hatta böyle öneriler önce 1937 de ve daha sonra seksenli yıllarda bütçelere direktif olarak girmiştir. Yurttaşa karşı kamu görevlilerinin kibar ve anlayışlı davranmaları için 1999 ile 2007 yılları arasında çeşitli bakanlık ve kuruluşlarca 40 dolayında genelge yayınlanmıştır. Yine bu konuda en çok genelge yayınlayan bakanlık İçişleri Bakanlığı olup, bu genelgelerde polisin yurttaşla olan ilişkisini düzeltmesi, halka iyi davranması istenmektedir. Bunların sonuç olarak yurttaş-devlet ilişkilerine hiçbir ağırlık ve etkisi olmamıştır. Tam tersine başta bilgisayar ve iletişim alanındaki yeni teknolojik olanaklar bu yönde sınırlı da olsa bir iyileşme başlatmıştır. 9 Bu konularda ayrıntılı bilgi için bakınız: Kazana, Metin (2007). Kamuda ve özel Kesimde Halkla İlişkiler. 7. Baskı Ankara: Turhan Kitabevi. s.253.

34 3 6 iletişim : araştırmaları Kamunun bu alanda yaptığı en önemli yenilik, yeni bir yasayı yürürlüğe sokmasıdır tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ile Türkiye'de devlet yurttaş ilişkilerinde yeni bir kapı aralanmış olmaktadır (Kazancı, 2007: 93). Bu yasaya dayanarak yurttaş devletten belirli konularda (bu konular çok sınırlıdır) bilgi almaktadır. Bilgi eksikliğinden ileri gelen aksaklıkları gidermesi açısından bu yasa önemlidir. Öte yandan Bilgi Edinme Hakkı Yasası'nm çıkmasıyla ilgili kişi, kendi hak ve sorumlulukları yanmda başvurusu ile ilgili olarak bilgi alabilmekte ve kimi soruları yönetime sorabilmekte ve yanıt almaktadır. Bu yasa, yönetim-yönetilen eşitliğine giden yolda yeterli olmamakla birlikte önemli bir adımdır. Bunun yanmda 2007 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne hükümetçe sunulmuş bulunan Devlet Sırlarına İlişkin Yasa Tasarısı nm da yasalaşmasıyla yönetilenin, devletten bilgi isteme ve bilgi edinme alan ve yelpazesi oldukça genişlemiş olacaktır. 2. Avrupa Birliği ile ilgili gelişmeler insanımıza sanki yeni bir umut kapısı açmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türk insanını kendi devleti ile didişmesinde ve sorunlarının üzerine gitmesi konusunda cesaretlendirmiştir. Bu mahkemece alman kararlar gereğince artık devlet sık sık yenilmekte, haksız bulunmakta, tazminat ödemek zorunda kalmaktadır. Bu olay ve gelişmeler devlet aleyhine asimetrik bir durum yaratmıştır. Genellikle dış dünyanın ve özellikle Avrupa Birliği nin etkisi ile yapılan bu değişiklikler hak arama konusunda bir serbestlik ve rahatlama getirmiştir. Bu durum kuşkusuz Türk kamu yönetimi ile birlikte yargıyı da daha dikkatli ve tutarlı olmaya itmektedir. Türk kamuoyu ülke dışında daha titiz çalışan ve duyarlı olan bir kurumun bulunduğunu öğrenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları oldukça sık biçimde Avrupa İnsan Haklan Mahkemesine başvurmaya başlamıştır. Avrupa Birliği bu açıdan birçok yurttaşımız için yeni bir umut kapısıdır. Özellikle siyasal konularda Avrupa Birliği büyük bir boşluk doldurmakta, adaletsizliğe müdahale etmektedir. Öte yandan yine Avrupa'nın zorlaması ile yakında kabul edilecek olan ombudsman kurumu (Kamu Denetçisi Yasası) ile devlet-halk ilişkilerinde sınırlı da olsa bir iyileşme olacaktır. 3. Sonuncu nokta yönetim-yönetilen ilişkilerinde ortaya çıkan olumsuz bir noktadır. Şimdiye dek katılma, bütünleşme, işbirliği konusunda son

35 Kazancı Türklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar* 37 derece cimri davranan kamu yönetimi, yurttaşlara kimi konularda katılma hakkı tanımıştır (Kazana, 2007:181). Ama yapılan araştırmalar göstermektedir ki yurttaş katılma ile elde ettiği hakkı sadece yakınma amaçlı kullanmaktadır. İnsanımız, "katılma"dan sanki yalnızca yakınmayı anlamaktadır. Halk, sürekli yakınmakta (şikayet etmekte), ama yönetsel hiçbir yük ve sorumluluk kabul etmemektedir. Yülardır ülke yönetimini katılıma açmak için verilen siyasal ve özellikle akademik uğraşların bu durumda sonuçsuz kalacağını söylemek yanlış olmasa gerek. Bu konuda en güzel ve ilginç örneklerden biri belediye meclisleriyle ilgilidir. Türk inşam, hakkı ve yetkisi olmasına karşın beldesini ilgilendiren işlerin görüşülüp tartışıldığı ve doğal olarak hemşerilerine açık olan belediye meclis toplantılarına hiçbir ilgi duymamışür ve duymamaktadır. Bunun tek istisnası arada sırada bu toplantüara vakit geçirmek için giden emeklilerdir. İl genel meclislerinde, kentlerdeki kalkınma ajanslannda da durum aşağı yukarı aymdır. Bu durumda ülkemizde kamu yönetimi alanında birlikte yönetim, katılarak yönetim anlamına gelen yeni proje ve önerilere de çok temkinli bakmak gerekmektedir. Türk insanının devlet işlerine olan ilgisizliği çok açıktır. İnsanımız devletin önemli kararlarıyla değil kendisini ilgilendiren küçük eylemleriyle, icraatıyla ilgilenmeyi adet haline getirmiştir. Bu nedenle devletin önemli bir kesimi vatandaşın görüşü ve dolayısıyla gözetimi dışındadır. Kimi önemli projelerde halk katılımına pek fazla bel bağlamamak gerekiyor. Kolaylıkla diyebiliriz ki ekonomik ve yönetsel projelerdeki başarısızlığımızın ya da içine düştüğümüz durumun tek nedeni devlet değildir. Halkın da bu konularda çok hem de çok sorumluluğu ve payı olduğunu hiç akıldan çıkarmamalıyız. Sonuç Halkla ilişkilerin farklı dönemlerde, farklı içerik ve adlarla anılması doğaldır. Ancak OsmanlI'nın halkla ilişkileri, bugün adlandırdığımız halkla ilişkilerle amaç ve içerik açısından farklıdır. Söz gelimi padişahın tebdil gezmesi bir halkla ilişkiler faaliyetidir. Halkın derdini dinler, sorunu yerinde görür ve çözüm bulur. Ama Osmanlı'nın bu eyleme verdiği ad başkadır. Kısacası halka önem verme, sorununu anlama ve soruna çözüm bulma amaç

36 38 iletişim : araştırmaları lı bir devlet faaliyeti bir dönem başka bir dönem başka ad alabilir. Bugün bu çalışmalara biz halkla ilişkiler demekteyiz. Osmanlı'da halkla ilişkiler terimi yoktur. Ama her devlette olduğu gibi Osmanlı da da tebaa ile iyi geçinmek, onu mutlu etmek amacı vardır. Buna yönelik de çalışmalar vardır. Cumhuriyet dönemi farklı bir halkla ilişkiler anlayışına itibar etmesine karşın günümüz halkla ilişkileri devlette ayrı, özel kesimde ayrı tekniklerle fakat amaçta birleşmek üzere uygulanmaktadır. Celali İsyanları'nm çok yoğunlaştığı dönemlerde devletin isyancılara karşı güç ve baskı kullanması 19. yüzyılda başka tekniklerin kullanımına dönüşmüştür. Sözgelimi yavaş yavaş kitle iletişim araçlarının, özellikle gazetelerin kullanımı gündeme gelmiş, dini pratiklerin sağladığı olanaklardan (vaaz, cuma hutbesi, kiliselerde pazar ayinleri gibi) büyük ölçüde yararlanılmıştır. Zaman içinde yönetileni denetlemek için baskıcı devlet işlevlerinden ideolojik işlevlere doğru bir geçiş, bir kayma olmuştur. Sözgelimi II. Abdülhamit Dönemi'nde yapılmaya başlanan Hicaz Demiryolu na, geçimlerini deve taşımacılığıyla sağlayan Arap Bedeviler, tren yolu yapılırsa deve taşımacılığının çok zarar göreceği gerekçesiyle karşı çıkıp çalışmaları sabote etmişlerdir. Ayrıca tren yolu yapımında çalışan işçilere ve Türk askerlere saldırarak kayıplar verdirmişlerdir. İstanbul Hükümetinin bu soruna bulduğu çözüm, tren hattı boyunca askeri garnizonları sıklaştırmak ve en önemlisi cuma hutbeleriyle ve namaz öncesi verilen vaazlarla imamlarm halkı ikna etmesi olmuştur. Türkler, yolda rastladığı hakanına iki koyununun çalındığını sözlü olarak bildirme aşamasından devleti elektronik posta ile mahkemeye vermek aşamasına geldi. Yüzyıllar içinde hem niceliksel hem de niteliksel olarak çok şey değişti. Ancak devlet-halk ilişkilerindeki ikilik, ayrılık ve hükmetmekorkma bağıntısı hiç değişmedi. III. Mustafa'ya ( ) halkın arasında gezdiği sırada, yasak olmasına karşın dilekçe vermeye kalkışan Çorumlu Alaybeyi'nin hemen orada hayatından olmasıyla, kanunsuz gösteri yapıyor diye polis tarafmdan acımasızca tekmelenen bir kız öğrencinin durumu arasmda hiçbir fark yoktur. İnisiyatif hep yönetimde, güç yönetimde, itirazları dinleyip dinlememe yetkisi yönetimdedir. Bazı şeyler hiç değişmiyor. İstediği gibi hükmeden, haksızlık eden, rüşvet yiyen hep oluyor. Halkı doğru tercih yapıyor, sağduyuyu yansıtıyor, kahraman, dürüst diye yüceltmek ise sorunun özünü göremeyenlerin yanılgısı.

37 Kazancı Türklerde Devletle ilişkiler Üzerine Bazı Notlar 3 9 Ve bu söylem hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü halkın da akılsızı, ikiyüzlüsü, tavırsızı ve işbirlikçisi hiç eksik olmuyor. Hatta bunlar sayıca çok da fazla oluyor. Özetle halkla ilişkilerin bu yönü asırlardır hiç mi hiç değişmiyor. Böyle bir ortamda halkla ilişkiler yapılıyor ya da yapılmaya çalışılıyor. Kısacası yönetim-yönetilen ilişkilerinde en doğruya, en güzele, en yararlıya uzanan yolda Türkiye'nin daha yapacak çok işi bulunuyor. K ayn akça Aka, İsmail (1991). Timur ve Devleti. Ankara: TTK. Akdağ, Mustafa (1975). Türk İnsanının Dirlik ve Düzen Kavgası. Ankara: Bilgi Yayınevi. Avaoğlu, Doğan (1982). Tiirklerin Tarihi V. İstanbul: Tekin Yayınevi. Avaoğlu, Doğan (1979). Tiirklerin Tarihi I. İstanbul: Tekin Yayınevi. Aydın, Erdoğan (2006). Nasıl Müslüman Olduk?. İstanbul: Cumhuriyet Kitaplığı. Barthold, V. V. (1990). Türkistan. Çev., Hakkı Dursun Yıldız. Ankara: TTK. Cahun, L on (1896). Introduction â L'Histoire del'asie : Turcs et Mongols des Origines â Paris: Armand Colin. Hammer (1991). Büyük Osmanlt Tarihi 2. Çev., Mehmet Ata. İstanbul: Hikmet Neşriyat. Historia Üniversitesi (2005). Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. Çev., Şiar Yalçın. İstanbul: Kar Yayınlan. İbn-i Fadlan (2005). Bin Yıl Önce Türkler ve Ötekiler. İstanbul: İstiklal Kitapevi. İnalcık, Halil (1959). "OsmanlIlarda Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi." SBF Dergisi (XIV): İnalcık, Halil (2005). Otman Baba ve Fatih Sultan Mehmet. İstanbul: Doğu Batı. İnalcık, Halil (2003). Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ Çev., Ruşen Sezer. İstanbul: YKY. İnan, Abdülkadir (1976). Eski Türk Dini Tarihi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Karpat, Kemal (2003). Osmanlı ve Dünya. İstanbul: Ufuk Kitaplan. Kazana, Metin (2007). Kamuda ve Özel Kesimde Halkla İlişkiler. 7.Bası Ankara: Turhan Kitabevi. Klyashtomy, S. G. ve T. İ Sultanov (2004). Kazakistan: Türkün Üçbin Yılı. Çev., Ahsen Batur. İstanbul: Selenge Yayınlan. Lamartine, Alphonse de (2005). Aşiretten Devlete Osmanlı Tarihi l. Çev., Reşat Üzmen. İstanbul: Bilgi. Malet, Albert (1909). L' poque Contemporaine. Paris: Hachette. Mantran, Robert (2007). Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I. Çev., Server Tanilli. İstanbul: Alkım Yayınevi. Mehmet, Halife (1976). Tarih-i Gılmani. İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınlan. Mustafa Nuri Paşa (1992). Netayic-iil Vukuat l-ll. Ankara: TTK. Nizamülmülk (2006). Siyasetname. İstanbul: Tımaş Yayınları. Ongunsu, A. Hamit (1952). "Beşyüzüncü Fetih Yılı Münasebetiyle Bazı Düşünceler." İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (IV): 7.

38 4 0 iletişim: araştırmaları Ortaylı, İlber (2007). Avrupa ve Biz. Ankara: Turhan Kitabevi. Ortaylı, İlber (2006). Osmanlı yı Yeniden Keşfetmek. İstanbul: Timaş. Ortaylı, İlber (1979). Türkiye İdare Tarihi. Ankara: TODAİE. Özgüdenli, Osman (2002). "Ülüş Sisteminden Merkezî Devlete: Selçuklu Devlet Telâkkisinin Teşekkülü ( )." Türkler. Haşan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (der.) içinde. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları Rasonyi, Laszio (1971). Tarihte Türklük. Ankara: TKAE. Roux, Jean Paul (1991). Tiirklerin Tarihi. Çev., Galip Üstün. İstanbul: Milliyet Yayınları. Sevinç, Necdet (2005). O sm anli'nın Yükselişi ve Çöküşü. İstanbul: Bir Harf Yayınları. Taberi, Ebu Cafer (1867). Chronique de Taberi Abu Ali Mohammad Balami. Çev., Zotenberg. Paris: Denoel. Togan, Zeki Velidi (1942). Türkistan Tarihi. İstanbul: Güven Basımevi. Uzunçarşılı, İsmail, Hakkı (2003). Osmanlı Tarihi I. Ankara: TTK. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1995). Osmanlı Tarihi IV. Ankara: TTK. Wheatcroft, Andrevv (2004). Korkunç Türk. Çev., Gülçin Aldemir Somuncu. İstanbul: Aykın Yayınları. Yetkin, Çetin (2003). Türk Direniş ve Devrimleri I. İstanbul: Otopsi Yayınları. Yücel, Yaşar ve Ali Sevim (1990). Türkiye Tarihi 2. Ankara: TTK.

39 Kadın Programlarına Bir Bakış: "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format Emel Baştürk Akça Haşan Akbulut Özet 1990'lı yıllardan itibaren medyanın dönüşüm geçirmesiyle birlikte yeni televizyon tür ve formatları ortaya çıkmıştır. Başlangıçta kadınlara pratik bilgiler vermeyi amaçlayan, sonralarıysa çeşitli nedenlerle kadınların yaşadıkları mağduriyetleri konu edinen kadın programları da bu çerçevede yeni bir format olarak karşımıza çıkar. Bu yazı, 2005 yılında K anal t/de yayımlanan. K adın ın Sesi ve Z007'de Flash T V de yayımlanan Sizin S esin iz isimli programları, yeni televizyon formatları/türleri ve bu format içinde kadının temsili açısından incelemeyi amaçlamaktadır. K adının S e s in e Sizin Ses/nrzformatı itibariyle yeni bir tür ig e n re ) olsa da, programın ve sunucunun kurduğu anlatı açısından, oldukça geleneksel bir içeriğe sahiptir. Programlar, "kadınların seslerini duyurmayı" ve sorunlarına çözüm bulmayı amaçlasa da programların bütününde, sorunlara net bir çözüm önerilmekten çok, bu sorunların dillendirilmesinin önemli olduğu vurgulanmaktadır. Kurulan anlatı, sorunlarını "paylaşan" kadınlara, hâkim ideolojik kabulleri dönüştürmeyi hedefleyen "çözümler" önermediği gibi, kadının kamusal alanda temsilini de yalnızca bir mağduriyet ya da acı çekme koşuluna bağlar. Tıvo Women Progratnmes "Kadının Sesi" (The Voice Of Womarı) and "Sizin Sesiniz" (Your Oıvn Voice): An Evaluation Of The Genre, Narration and New Format OfTelevision Programmes A bstract By the t990's new television genres and formats have been appeared on occasion of media convergency. At the beginning, vvomen programmes were the ones giving some practical information about managing a house, being a skilfull housewife,etc.on!y. Hovvever, novradays, these programmes have brought about the situations revealing the grievances of vvomankind experienced by themselves. This study aims to show the reprensation ot woman in this new genres of television programmes. vvithin their narration and formats. One of these vvomen programmes is K adının Sesi ( The Woice o f Woman) broadcasted in C hann el D in 2005, and the other is S izin S esin iz {Y o u r O m Voice), broadcasted in Flash TP in in Asa conclusion. this study has proved out that neither of these programmes provides any solution to the cases indicated as "vvomen grievance". Additionally these vvomen programmes give place to vvomen in public sphare. unless they are treated unjustly. iletişim : araştırmaları (1-2): 41-73

40 4 2 iletişim : araştırmaları Kadın Programlarına Bir Bakış: "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 1990'lı yıllardan itibaren medyanın dönüşüm geçirmesiyle birlikte yeni televizyon tür ve formatlarının ortaya çıktığı ve bunların yaşamımızda önemli bir yer tuttuğu bilinen bir gerçektir. Türkiye'de 2000 li yıllarda tecimsel televizyon kanallarında ortaya çıkan televizyon formatlanndan biri de "kadın programlaradır. Televizyon formatlanndaki değişimin kadın programlarına yansımasının en popüler ve tartışmalı örneklerinden biri ise, Yasemin Bozkurt'un sunduğu Kadının Sesi programıdır. Kadınların sorunlarını ekranda paylaşarak çözüm önerileri sunma/üretme iddiası taşıyan program -Kanal D'nin kendi web sayfasında verdiği izlenme oranlarına göre- gündüz kuşağında yer almasına rağmen, en çok izlenen on program arasmda yer alır. Bu yüksek izlenme oranlan, diğer televizyon kanallannda da Kadının Sesi'ne benzer formatlarda başka "kadın programlan"nın yayma girmesine neden olur. Yasemin Bozkurt'un Kadının Sesi programı, 2005 yılı Nisan ayında programa katılan bir ailenin içinde bulunduğu otomobile İzmir'de ateş açılması ve aileden bir kişinin hayatını yitirmesi, Mayıs ayında da, programa katılan bir kadının, memleketi Elazığ a dönüşünde 14 yaşındaki oğlu tarafından vurulmasının ardından yayından kaldırılır. Programın yayından kaldırılmasının ardından bu yeni formata ilişkin tartışmalar da görünür hale gelir. Ancak bu tartışmalar, medyaya yönelik en kaba yaklaşımlardan biri olan etki çerçevesinde kalır. Farklı kanallarda aym türün örneklerini sunan diğer programcılarla yapılan röportajlarda da programın kendine ya da formata ilişkin bir eleştiri değil, doğrudan sunucuya yönelik eleştiriler dikkat çeker. Sunucu Bozkurt, "sorumlu" bir yayıncılık yapmamakla ve "riskli" konuları ekrana taşımakla suçlanır. Söz konusu program, önce bir süre yayından kaldırılır, kısa süre sonra bir başka kanalda, Flash TV de, tekrar yayın ha

41 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 4 3 yatına döner. Bu tür programların nasıl bir söylem ürettiği sorunsalı ise tartışma dışı kalır. Flash TV, 2007 yılında, yine aym formatm örneklerinden biri olan İnci Ertuğrul un Sizin Sesiniz programmı TGRTden transfer eder. Bu çalışmanın genel amacı ise, 2005 yılında Kanal D de yaymlanan, Yasemin Bozkurt'un sunduğu Kadının Sesi ve 2007 yılında Flash TV de yayınlanan İnci Ertuğrul'un sunduğu Sizin Sesiniz isimli programlan, yeni TV formadan /türleri ve bu format içinde kadımn temsili açısından incelemektir. Bu genel amaç doğrultusunda şu sorulara yanıt aranmıştır: 1. Türkiye'de son dönemde karşımıza çıkan kadın programlanmn türsel/formatsal özellikleri nelerdir? 2. Kadın programlanndaki yeni tür ve format, nasıl bir anlatı ve söylemin kurulmasına aracılık etmektedir? Çalışmada format aracılığıyla kurulan söylem, eleştirel söylem analizinin bize sunduğu kavramlar ışığında açıklanmaya çalışılmıştır. İnceleme için Kadının Sesi'nin seçilme nedeni, programın bu formatm ilk örneği olarak ortaya çıkması, sunucusu Yasemin Bozkurt'la taranması ve yaygınlaşması, izlenme oranının yüksek olması, bu programın çeşitli kereler kamuoyunda tartışılması ve formatıyla diğer kadm programlarını da etkilemesi olarak sıralanabilir. Sizin Sesiniz'in seçilme gerekçesi ise, bu programın Kadının Sesi'nin olaylı biçimde yaymdan kaldırılmasından sonra yayına başlaması nedeniyle ilk formatla aralarındaki benzerlikleri ve farklılıkları vurgulamak ve varsa değişimi saptamaktır. Programla ilgili bazı genellemeler yapmaya imkân tanımak amacıyla 1 Mart 2005 tarihinden itibaren Kadının Sesi takip edilmeye başlanmış ve anneler gününden önceki son program olan 6 Mayıs 2005 tarih

42 4 4 iletişim : araştırmaları li programın analizi yapılmıştır. Anneler günü rastlantısının, söz konusu bölümü incelemeyi daha anlamlı hale getirdiği düşünülmüştür. Flash TV de yayımlanan Sizin Sesiniz programı ise TGRTden Flash TV ekranlarına transfer olduğu 2 Nisan 2007 pazartesi gününden itibaren takip edilmeye başlanmış ve 3 Temmuz 2007 tarihli programın analizi yapılmıştır. Söz konusu programlar, farklı dönemlerde yayında olduğu için incelenen tarihlerin birbirleriyle örtüşmesi mümkün olmamıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi Yasemin Bozkurt'un programı, 2005 yılı Mayıs ayında yaşanan cinayetin ardından Kanal D' de yayından kaldırılmıştır. Aynı tarihlerde ATVde yer alan Yalnız Değilsiniz programı da yayından kaldırılır. Medya Takip Merkezi'nin (MTM) yaptığı araşürmaya göre bu tarihlerde RTÜK'e kadm programlan ile ilgili olarak yapılan şikâyet sayısı, önceki yıla (2004) oranla yüzde yüz artış göstermiştir. Bu gelişmeler, programlann sorgulanmasına ve bazı değişikliklere gidilmesine neden olmuştur. Bozkurt'un programı kısa süre sonra Flash TVde yeniden yayına girmiş, Yasemin Bozkurt'un ardından aynı kanal bu kez İnci Ertuğrul'la kadın programlarındaki bu yeni formata devam etmiştir. Yukanda belirtilen sorulara yamt arayabilmek için, çalışmada öncelikli olarak sosyo-ekonomik, tarihsel ve politik değişimler ışığında Türkiye'de medyanın değişimi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yeni türler/formatlann açımlanması yoluna gidilmiştir. Ardından kadın programlarının türsel özellikleri ve formatlan belirtilmiş ve son olarak da Kadının Sesi ve Sizin Sesiniz programlan hem türsel özellikler, hem de programda kurulan söylem açısından analiz edilmiştir. Yeni Türler, Yeni Formatlar 1980'li yıllar, gerek dünya, gerekse Türkiye açısmdan siyasal ve ekonomik dengelerin yeniden düzenlendiği, serbest piyasa ekonomisinin yayıldığı yıllardır. Bu dönem, televizyon yayıncılığında da dönüşümlere sahne olmuştur. Devletin/hükümetlerin kontrolündeki kamu tekellerinin yıkılarak, terimsel televizyonculuk anlayışının yerleşmeye başladığı yıllar, Türkiye'de olduğu gibi dünyada da bu ekonomik/siyasal dönüşümden ayn düşünülemez.1 "Kamu hizmeti kuramlarının mali sıkıntılar2 yaşamaları", ama daha önemli olarak "teknolojik gelişmelerin kullanıma sokulması", kamu hizmeti

43 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 4 5 yayıncılığını krize sokan nedenler olarak gösterilmektedir (Kejanlıoğlu, 2003: 23). Kejanlıoğlu'na göre (25) "doksanlı yıllara taşman tartışma konularından biri de, seksenli yıllarda bütün dünyaya yayılmaya başlayan deregülasvoıv ve özelleştirme politikaları ve doksanlı yılların ilk yansında bu politikalann gitgide belirginleşen sonuçlan olmuştur". Söz konusu süreç, Türkiye'de de Türkiye'nin kendi ekonomik, siyasi ve askeri dinamikleri üzerinden dene- yimlenmiş ve pek çok yasal düzenlemeden uzak biçimde günümüzdeki yayıncılık anlayışına gelinmiştir. Tecimsel televizyon kanallarının açılması ise, biri bu çalışmada incelenen yeni televizyon türlerini/formatlanm ortaya çıka rmıştır. Mutlu (1999a: 219) Türkiye'de televizyonun yayına başlaması yönünde kamuoyu oluşturan planlan şekillendiren etmenin, büyük ölçüde kalkınmacı fikirler olduğunu söyler. Türkiye de planlı kalkınma dönemine geçildiği 19601ı yıllarda bu kalkınmacı fikirler, medyanın eğitim işlevini öne çıkarıyordu. Bu çerçevede bir "devlet kurumu" olarak TRT'den beklenen de, sosyal ve ekonomik sahada yürütülen kalkınma hamlesini, daha geniş kitlelere yaymaktı. Çünkü televizyon, görüntü unsurunun taşıdığı etkililikle, "büyük bir bölümü zaten okumaz yazmaz olan bir nüfusun, dolayısıyla açıkça beyan edilmese bile bu zihniyetin gerisinde yatan bir değerlendirmeyle 'kara cahil' bir kitlenin öğrenme, eğitilme ve aydınlanma sürecindeki problemlerinin bir kısmını daha giderme" (220) potansiyeli taşımaktadır. Devletin kamüsal yayın orgam olarak konumlandırılan TRT ye düşen görev, bu çerçevede halkı eğitmek, aydınlatmaktır. Bu nedenle 1940'lı yıllarda radyonun üstlendiği halkı eğitme görevi, televizyon yayınlarının başlaması ve yaygınlaşmasıyla birlikte televizyonun da desteğini alarak ilerler. Radyonun, nüfusunun büyük çoğunluğu kırsal kesimde, tarımla uğraşarak geçimini sağlamaya çalışan bir topluma yönelik ilk eğitici programlanndan olan Ziraat Takvimi Saati, bu kez GAP TV gibi kırsal kesimi hedef alan kanal ve programlara evrilir. ı Söz konusu dönemle ilgili daha geniş ve sistematik bilgi için Kejanlıoğlu'nun Türkiye'de Medyanın Dönüşümü (2003) adlı kitabına bakılabilir. 2 Vurgu özgündür. 3 Deregülasvon "pazarların daha serbest işleyebilmelerine izin vermek üzere bir dizi iktisadi etkinlikle ilgili önceki düzenlemelerin gevşetilmesi ya da kaldınlması"nı (Cemey'den aktaran Kejanlıoğlu, 2003: 82) öngören bir liberal ekonomi politikası. Kejanlıoğlu, "eski kuralların kaldırılması, ama yeni pazaryönelimli kuralların getirilmesi" olarak düşünülebileceğini belirtir (82).

44 4 6 iletişim : araştırmaları Diğer yandan tıpkı ilk ortaya çıktığında yazılı basının gördüğü işlev gibi, radyo ve televizyonlara da "ulusu kültürel olarak birleştirme" işlevi yüklenmiş olduğu gözden kaçırılmamalıdır (Vivian'dan aktaran Eryılmaz, 2003: 88). TRT'nin, finansmanı büyük ölçüde devlet tarafından karşılanan "özerk" bir kurum olması, bu kültürel birleştiricilik rolünü istekle oynamasım sağlar. Özetle söylemek gerekirse, TRT tarafından yapılan radyo ve televizyon yayınlan, hem resmi ideolojinin "ideal vatandaşlık" özelliklerini halka tanıtmak/ öğretmek, hem de daha dar anlamda halkı bazı konularda pratik bilgilerle donatmak yoluyla çift yönlü bir eğitim işlevi görmüştür. TRT'nin şahsında kitle iletişim araçlarına halkın eğitilmesi konusunda atfedilen rol, 1990'lı yılarda özel radyo ve televizyonların yaym hayatına girmesi sonucu yayıncılık alanında yaşanan değişimin etkisiyle, farklı bir biçim alır. Türkiye'de 1990 larda fiili olarak başlayan ve daha sonra yasallaşan özel radyo ve televizyon yayıncılığı, 1980'li yıllardan itibaren başlayan ekonomik ve siyasi değişimin ürünüdür darbesinin ardından uygulamaya konan 24 Ocak Kararları ile ithal ikameci, devletçi ekonomik yapı sona ermiş, özelleştirmeler aracılığıyla, özel sektör ve yabancı yatırımcıların başrolü oynadığı yeni bir ekonomik yapıya doğru gidilmiştir. Bu ekonomi politikaları Türkiye deki sosyal yaşamı da derinden etkiler. Başmdan beri adaletsiz olan gelir dağılımı, gittikçe daha da bozularak zengin bir azınlığa karşılık, yoksullaşmış, yaşam standartları oldukça düşük bir çoğunluk ortaya çıkarır.11970'li yıllardan 1980'lere geçiş ve sonrasında yaşanan önemli sosyal, siyasal ve kültürel değişimler sonucu yeni popüler kültür ürünleri ortaya çıkmış (Tannöver, 2003: 54) ancak bu ürünler devlet denetimindeki radyo ve televizyon yaymlannda kendilerine yer bulamamıştır. TRT, popüler kültür ürünlerini dışlayarak, halkı "yüksek kültür" ürünleriyle buluşturmak amacıyla da "eğitici" bir işlevi benimsemiştir. Değişen ekonomik ve sosyal yapının bir uzantısı olarak ortaya çıkan özel televizyon yayıncılığı, medya ürünlerinde de bir değişmeyi beraberinde getirmiştir. Kamu yayıncılığının dışarıda bıraktığı halihazırdaki popüler kültür ürünleri, özel radyo televizyonlarda kendine yer sonrası Türkiye'de yaşanan ekonomik değişim ve 24 Ocak Kararlan ile ilgili olarak bakınız Şiriner, İsmail ve Yılmaz Doğru (2006). Türkiye'de Büyümenin Ekonomi Politiği 1980 Sonrası Türkiye Ekonomisi Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: Dipnot Yayınları ve Feroz, Ahmad (2006). Bir Kimlik Peşinde Türkiye. Çev., Sedat Cem Karadeli. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

45 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format «4 7 bulmuş ve dahası, bunlara yeni ürünler eklenmiştir. Bu süreçte yaşanan önemli değişimlerden biri de 1990'lardan itibaren yeni televizyon türleri ve televizyon formatlannm ortaya çıkmasıdır. 1990'lı yıllardan itibaren ortaya çıkan yeni türlerin /formatlann en temel özelliği, -bu televizyonların terimsel özelliğinin etkisiyle- eğitmekten çok eğlenceye ağırlık vermeleridir. Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı olan Star 1, "TRT'ye karşı alternatif bir yayıncılık anlayışıyla" ortaya çıkar ve haber bültenlerinden eğlence programlarına kadar tüm formatlarda değişiklik yaratır. Star Tle birlikte "çeşitli popüler alanlardan 'isimlerin neredeyse dönüşümlü olarak hazırladığı ve katıldığı programlar", 19901ı yıllara damgasım vuran eğlence programı formatını oluşturur (Çaplı ve Dündar, 1996:1377). Eğlence programlanmn diğer özel kanallarda da yaygınlaşmasıyla, popüler "isim'terin yanı sıra sıradan halkın da medya aracılığıyla popülerleşmesine tamk olunur. Bu eğlence formatıyla birlikte "şöhretler" ve "şöhretimsiler" televizyon programlan için vazgeçilmez unsurlar haline gelir. Kâr amaçlı özel yayıncılık, starlar, büyük stüdyolar ve pahalı dekorlar gerektirmeyen, ancak izleyicinin merak ve acıma duygulanna hitap eden, bu nedenle daha çok rating yapabilen yeni formatlar geliştirir. Adaklı-Aksop un vurguladığı gibi bu yeni formatlar arasında "gizli kamera şakalan, talkshowlar, forum tipi tartışma programları, haber magazinler gibi geleneksel kurmaca programlan kategorisinde değerlendirilemeyen ancak, anlatı yapısı itibanyla kurmacayı andıran biçimlerin yer aldığı reality programlan'nın özel bir yeri vardır" (239). Daha çok kar mantığına dayanan bu tür programlar, şu üç temel nedenden dolayı tercih edilirler: "1) Çoğunlukla metin yazan gerektirmezler, 2) Masrafsızdırlar, 3) Çok çeşitli konulan gündeme getirebilir ve/veya çok yüzeysel biçimde ele alabilirler" (Gitlin'den aktaran Adaklı-Aksop, 1999: 240). Türkiye'de ana akım yaym yapan ticari televizyon kanallarından biri olan -ve Kadının Sesi programının yayınlandığı- Kanal D'nin müdürü Murat Saygı'nm, Milliyet gazetesine yaptığı şu açıklamaya dayanarak, "reality" türü programlann yukanda belirtilen nedenlere ek olarak, yapımcıları "star kaprisi" türünden bir sorunla baş etmekten kurtardıklan için tercih edildikleri de söylenebilir. Bu formatın temel özelliği, "gerçek" yaşam öyküleri ya da kesitlerini ekrana taşırken halkın içinden "geçici" starlar yaratılmasıdır. Yalnızca

46 4 8 iletişim : araştırmaları medyada görünebilmek adma bu tür programlarda yer almak, özel yaşamlarım ekranlara taşımak isteyen gönüllüler bulmak da hiç zor olmamıştır. Saygın, reality shovvlarm televizyon kanalları ve yapımcılar için nasıl bir kolaylık sağladığım şöyle anlatır;...leonard Mogel'in Amerika'da çıkan Tlıis Business of Broadcasting kitabım okudum. Kitap, reality shotvların televizyonların hayatını kurtardığını anlatıyor. İnsanlar, oyuncu kaprisleriyle uğraşmaktan kurtulmuşlar. Çok daha düşük maliyetle uzun uzun programlar yapmış. Reality slunvlann bir maliyeti var, ama oyuncuları gerçek halk olduğu için, üç gün sonra gelip "Ben daha çok para istiyorum" demiyor. Bu şovlarda şöhret olanlar da sabun köpüğü gibi gidiyorlar5 (Milliyet Pazar, 16 Ocak 2005: 8). Reality programların bu özelliği, hem kar beklentisi içinde olan özel televizyon kanallarına çeşitli kolaylıklar sağlamış, hem de izleyicilerde şöhret için duyulan arzuyu kamçılamışta Ancak vurgulanması gereken nokta, Ro- jek'in de belirttiği gibi şöhretin, "modern bir olgu olarak, geniş kitlelere ulaşan bir gazete, televizyon, radyo ve film olgusu olarak anlaşılması" gereğidir (19). Bu durumda şöhret, başkalarınca atfedilmiş olur ve çoğu kez medyamn manipüle ettiği sansasyondan kaynaklamr (21). Reality gibi yeni televizyon türleri aracılığıyla yaratılan "şöhretimsi"ler, bir süre sonra unutulmuşlardır.6 Unutulmamanm koşulu ise daima "görünür" olmaktır. Yeni televizyon türleri, Rojek'in belirttiği anlamda bir şöhret sağlamanın yanı sıra, sıradan insanların sorunlarını, yaşam biçimlerini kamusal bir alan olarak ekrana taşımalarına imkân vermiştir. Kellner a (2006) göre "bu gerçeklik televizyonu dizileri ve onların web siteleri, etkileşimli seyirlik toplumda derin biçimde yerleşmiş gözetlemecili- ğe ve narsizme işaret ederek oldukça çekici olmaya başlamışta. Bireyler, bu seyirliğin bir parçası olmak, kendilerini ona daha yakınlaştırmak ve başkala- 5 Med Yapım'ın ortağı Fatih Aksoy da şöhret konusunda benzer şeyleri söylüyor: " Reality'lerin bir avantajı şudur yapım şirketleri için: Çok geçici, ama star yaratıyorsun. Yani hızlı üretilince hızlı tüketiliyor. Bundan daha normal bir şey olamaz. Televizyon çok çabuk star yaratır ve çok çabuk tüketir" (Milliyet Pazar, 16 Ocak 2005: 9). 6 Türkiye'deki gerek Biri Bizi Gözetliyor gibi ilk "reality'terin Melih ve Edi si, gerekse son yılların gelinkaynanalı "reality"lerinin üretmiş olduğu Semra Hanım'ı gibi "şöhretimsi"leri bu parıltıların örnekleri olarak okumak gerekir. Bu "gözetleme evleri"nin ardından, yine birbirinin benzeri ve tekrarı pek çok örneğiyle karşılaştığımız şarkı, dans ve yetenek yarışmaları da Bayhan, Firdevs, Abidin gibi "şöhretimsi"ler yaratmıştır.

47 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 4 9 imin özel yaşamlarım gözetlemek için kararsız bir arzu duyarlar".7 Çalışmaya konu olan kadın programlan ise, programa katılan kadınları, yaşadıklarına kamusal bir platformda anlatmaya teşvik ederek, hem onlann kötü şöhret olmalarına yol açar, hem de bu anlatılarla izleyicileri gözetlemeriliğe sevk eder. Gözetleme evleri tarzındaki realitylerden farklı olarak kadm programlannda, sorunlannı, özel yaşamlannı stüdyoda anlatmaya teşvik edilen katılımcılara bir şöhret vaat edilmez. Ancak vaat edilen şey, program jeneriklerinde belirtilen ifadelerle "kayıplan bulmak", "yuvaları kurtarmak", "işsizlere iş, sorunlara çözüm bulmak" tır. Televizyon türlerindeki dönüşümün ürünü olan kadın programları, diğer türlerle benzerlik ve farklılıklar içermekte ve bu açıdan ayn bir başlık altında ele almmayı gerektirmektedir. Son Dönem Kadın Programlarının Türsel Yapısı 1990'lı yıllarda başlayan televizyon türlerindeki dönüşüm, kadın programlan üzerinden de gözlenmektedir. Türkiye'de bu yıllardan itibaren yemek yapmayı, artık malzemeleri işlevsel bir ev aracına dönüştürmeyi, çocuk bakmayı, ev idaresindeki bazı "püf noktalan" öğretmeyi amaçlayan "kamusal" amaçlı televizyon programlanndan, kadının sorunlannı daha "açık" ve sansasyonel bir boyutta duyurmayı amaçlayan bir televizyonculuk anlayışına kayılmışür. Bu çalışmada incelenen Kadının Sesi ve Sizin Sesiniz, böylesi bir dönüşümü örnekleyen formata uygun televizyon programlandır. Programlara verilen isimler de sıradan insanların "konuşma"lannı, sorunlarını dillendirmelerini "ses'te eğretilemekte ve halkın ya da kadının "sesi" olduklarını iddia etmektedir. Bu tür programlar, çoğunlukla hafta içi her gün gündüz kuşağında yer alır. Bu çalışmada incelenen Kadının Sesi ve Sizin Sesiniz programlan, hafta içi her gün saat 16:00 civarında başlayıp yaklaşık olarak iki saat sürer. "Günlük, haftalık televizyon yayınlanın düzenleme ve sıraya dizme mantığt'nı (Kaplan, 1992: 27) ya da "öykü ve söylemi etkileyen anlatının konumlandırıldığı yer ve zamanım" (Kozloff, 1992) tanımlayan televizyondaki bu düzenleme mantığı, televizyonun cinsiyetlendirilmiş doğasına işaret eder. "Kadın prog 7 Erişim tarihi: 28 Şubat 2006.

48 5 0 iletişim : araştırmaları ramlan" olarak adlandırılan programlar, genellikle sabah saat 10:00 ile öğleden sonra 18:00 e kadar olan zaman diliminde karşımıza çıkar. Kadm programlanılın bu saatlere yerleştirilmesi, kadınların hakim olarak çalışma yaşamında değil, ev hayatında konumlandığı ön kabulüne dayanır. Televizyonda saat 10:00'dan öncesi, iş yaşamında yer alanların -ki çoğunluğu erkeklerdirişlerine varmadan önce günlük gelişmelere dair bilgi edinmesi amacıyla gündemdeki haberleri, gazete manşetlerini içeren programlara aynlır. Akşam kuşağı ise ana haber bültenleri ile başlayıp, kadm-erkek tüm aileye hitap edebilecek programlarla (diziler, filmler, yarışma programları, tartışma programları) devam eder. Televizyonun cinsiyetlendirilmiş olması, yeni bir olgu değildir. Mellencamp (aktaran Fiske, 1992: 179) erkekler için spor ve haber programları, kadınlar içinse çocuk bakımı, yemek pişirme ve moda gibi konularla ilişkilendirilerek televizyonun cinsiyetlendirilmesi olgusunun köklerini 1950'lere dek götürür. Fiske'e göre günümüzde televizyonun cinsiyetlendirme teknikleri, çeşitlenmiş ve daha "incelmiştir". Bu açıdan bakıldığında Kadının Sesi ve Sizin Sesinizin uygun izleyicileri (nishe audiences), kadınlardır. Bu programlara verilen reklamlar da televizyonun cinsiyetlendirilmiş yapısmı yansıtan göstergelerden birisidir. 1 Eylül Mayıs 2005 tarihleri arasında kadm programlarına verilen reklamları ölçümleyen Medya Takip Merkezi, bu programların yaklaşık 674 saat boyunca reklam yayınladığını ortaya koyar. En çok reklamı yapılan ürünler ise gıda, kozmetik ve temizlik malzemeleridir.89 Bu yapı içinde programların öncelikli hedef kitlesi kadınlardır. Programda ele alman sorunların çözümü konusunda söz sahibi olduğu düşünülen valilik ve emniyet birimleri gibi resmi kuruluşlara seslenilmesi, sözü edilen "devlet kurumlan" ran da programın hedef kitlesi içinde tasarlandığını gösterir. Gündüz kuşağındaki kadm programlarını da iki kategoride ele almak mümkündür. Sabah saatlerinde, genellikle yemek tariflerinin yanı sıra, "uzman" konuklar eşliğinde sağlık, çocuk gelişimi, dengeli beslenme gibi konularda bilgiler veren "bilgilendirici" programlar yer almaktadır. Söz konusu 8 "Niş izleyici, bir programın hedef kitlesi olan, yaş, cinsiyet ya da ekonomik düzey gibi özellikleriyle tanımlanan izleyici grupları" (Bignell, 2004:123) olarak tanımlanabilir. 9 Erişim tarihi:

49 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 51 programlar, bu yapısıyla klasik/geleneksel kadın programlarının devamı olarak değerlendirilebilir. Ancak bu programların da, temelde kadınlara pratik bilgiler vermeyi amaçlayan yapısmı korumakla birlikte, biçim olarak oldukça değiştiğini, daha popüler bir söyleme eklemlendiğini belirtmek gerekir. Bir diğer kategori ise televizyon kanallarının program akışında "(kadın) tartışma" programı adı altında kategorize edilen programlardır. Bu programlar, "bilgilendirici" programların ardından, genellikle öğleden sonralan yayına girer. Bu tür programlar, -büyük çoğunluğu kadınlardan oluşan- stüdyodaki konukların kendi yaşam öykülerini, yaşadıkları sorunları dile getirmesi ve program sunucusunun yol göstericiliğiyle, sorunlarına "çözüm" aradıkları bir platform olarak karşımıza çıkar. 1990'lı yılarda ortaya çıkan bu tür programlar, TRT'nin tek düze program akışıyla kıyaslandığında oldukça canlı ve hareketliydi. Bu nedenle de kısa sürede geniş izlenme oranlarına ulaştı. 2000'li yıllarda ise ticari yayıncılığın bir özelliği olarak, yüksek izlenme oranlarına ulaşan bu programların benzerleri tüm kanalları kapladı. Neredeyse tüm kanallarda, aşağı yukan aynı saatlerde benzer program türleri yer almaktadır. Hatta kimi zaman programlar kanallar arasında gidip gelmekte, televizyon kanalları yeni bir program üretmek yerine popülerleşmiş programları kendi kanallarına transfer etmeyi tercih etmektedir. Aşağıda, tematik kanallar dışında Türkiye'deki belli başlı televizyon kanallarının gündüz kuşağında yer alan kadın programlarının listesi verilmiştir. Bu tablo, kadın programlannın ulaştığı yaygınlığı ve program akışının cinsiyetlendirilmiş niteliğini göstermesi açısından önemlidir. Söz konusu kadın programlarının, televizyon kanallarının web sayfasında yer alan tanıtımları da neredeyse birbirinin aynısıdır. Programlar, izleyicilerine, "işsizlere iş bulmayı", "parçalanmış aileleri birleştirmeyi" kısacası sorunlarına "çözüm" olmayı vaat eder. Kanal 7'de yayımlanan Şebnem Kısaparmak'ın sunduğu Paylaştıkça programı "İşsizlere iş bulan, sorunlara çözüm üreten Şebnem Kısaparmak, acılan, umutlan, sevinçleri, hayatı paylaşmaya devam ediyor..." sözleriyle tanıtılırken,10 İnci Ertuğrul'un sunduğu Sizin Sesiniz programı ise "2 yılda 527 kayıbı bulan, 248 yuvayı kurtaran, 183 aileyi yaşama sevincine kavuşturan İnci Ertuğrul"un "Sizin Sesiniz" olacağı iddiasındadır. 1

50 5 2 iletişim : araştırmaları GÜNDÜZ KUŞAĞI KADIN PROGRAMLARI* Kanal Adı Program Adı Y. Saati Sunucusu Kanal D Sabahların Sultam 10:30 Seda Sayan Kanal D A'dan Z'ye (Tartışma) 15:15 Esra Ceyhan AT V Tatlım Benim 10:00 Oya Aydoğan, Tarık Pabuçcuoğlu ATV İtirazım Var (Tartışma) 13:20 Asuman Dabak Kanal 7 Nur Ertürk'le Her Sabah 09:20 Nur Ertürk Kanal 7 Afiyet Şeker Olsun 12:00 Fatoş Kabasakal Kanal 7 Paylaştıkça (Tartışma) 16:00 Şebnem Kısaparmak Star TV Yemek Saati 09:40 Aydın Star TV Lütfen Bu Konuya Girmeyelim (Tartışma) 16:00 Saba Tümer, Pakize Suda Show TV Serap Ezgü ile Biz Bize (Tartışma) 13:30 Serap Ezgü $how TV Deryalı Günler 15:30 Derya Baykal TRT-I İyi Sabahlar 10:00 Sabiha Akdemir TRT-1 Ademler ve Havvalar 13:30 Ayşenur Yazıcı TV 8 Hafta içi Her Gün Nilgün Belgün 08:30 Nilgün Belgün TV 8 Ellerine Sağlık 11:30 Elif Karlı Samanyolu TV* Yeşil Elma 13:15 Oktay Aymelek Samanyolu TV Hayatın Neşesi (Tartışma) 14:40 Ebru Gediz Flash TV Uzman Gözüyle 13:30 Nasibe Erdoğmuş Flash TV Sizin Sesiniz (Tartışma) 16:00 İnci Ertuğrul Tablo 1: Gündüz Kuşağı Kadın Programları * Bu tablo, televizyon kanallarının vveb sayfalarında 15 Nisan 2007 tarihinde yer alan yayın akışlarına göre oluşturulmuştur. * Samanyolu TV'de "Kadın Programları" ismiyle bir kategori yer almamakta, yukarıdaki tabloda görünen programlar "magazin" adı altında sınıflandırılmaktadır. Ancak bu programların, içerik ve hedef kitle açısından bu çalışmada tanımlanan "kadın programlan" kategorisinde yer aldığı düşünülmektedir. 10 http: // / content.php?id=ll5. Erişim tarihi: Erişim tarihi:

51 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 53 Bu formatın bir başka örneği olan Serap Ezgü'nün Biz Bize programının tanıtımı da Sizin Sesiniz'le neredeyse aynıdır; "bugüne kadar birçok kaybı yakınlarına kavuşturan, birçok aileyi barıştıran, kaçan kızların eve dönmesini sağlayan, yıllardır birbirlerini bulamayanlan kavuşturan Serap Ezgü ile Biz Bize, Shmv TV ekranlannda. Programların tanıtımları, hem kendilerine biçtikleri rolü, hem de izleyicilerine seslenme biçimlerini gösterir. Televizyon programları, devletin kapatamadığı boşluktan doldurmaya çalışmakta, bir anlamda sosyal devleti ikame etmeye çalışmaktadır. Ancak bunu yapmaya çalışırken devlet anlayışı ve kurumlanna karşı eleştirel bir tavır geliştirmemekte ve bu boşluğun medya gibi kurumlar aracılığıyla kapatılma çabasını da meşrulaşürmaktadır. a- Türlerarası Geçişkenlik ve Program Sunucusunun Rolü Çalışmada yeni televizyon tür ve formatlannm bir parçası olarak ele alınan kadm programlan, "acılı" öykülerin, mağduriyetlerin, olayların "kurbanları" ve olaym tarafları tarafından -kimi zaman bizzat stüdyoya gelerek, kimi zaman da telefonla programa katılarak- anlatılması üzerine kurulmuştur. İlk bakışta herhangi bir senaryoya bağlı görünmediği, bir başka deyişle tümüyle kurmaca olmadığı için bu tür bir anlaüsal yapı, izleyicileri dramanın bildik çatışmalanndan, olayların gelişimine odaklayan, sürekli bir merak duygusundan alıkoyar. Ne var ki çatışma ve merak, programların sürekliliğinden çok, her programın birbirinden ayn olan tek tek öykülerindedir. Bu nedenle senaryo, her yeni bölümde, her yeni öyküde baştan yazılır. Programlar, sorunları ele alman konukların, yeniden başka bir bölümde konuk olmalarım sağlayacak biçimde tasarlanmıştır. Yemden konuk olma, programlara, önceki bölümlerde "çözümsüz" bırakılan sorunların peşinin bırakılmadığı anlamında devamlılık sağlar; izleyiciyi de merak öğesiyle programa bağlar. Önceki bölümleri anımsatmak için kullanılan "vtr"ler,1213orada kurulan öyküye de bir "gerçeklik", "doğruluk" atfeder. Özellikle Kadının Sesi programında, sunulan "gerçek öyküler", "profesyonel" bir yayın /yazım ekibi tarafından, içerik ve biçim olarak bir dramaya 12 / Erişim tarihi: Video-tape-recording sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan vtr, yaygın biçimde, devam eden bir yayında, bu yayını desteklemek için kullanılan, araya giren dolgu görüntüler anlamında da kullanılmaktadır.

52 5 4 iletişim : araştırmaları dönüştürülmektedir. Program neredeyse tümüyle, izleyicilerin "acı" barındıran anlatıları üzerine inşa edildiği için, bu acılı anlatıların profesyonel bir müdahale ile olabildiğince dramatik bir biçimde canlandırılması doğal görünmektedir. Anlatılara bir "düzen" vermeyi ve bu sayede izleyicileri etkilemeyi amaçlayan söz konusu editoryal müdahale ise, birbirinden bağımsız görünen bölümlere, bir benzerlik, bir elden çıkmışlık hissi verir. Editoryal müdahalenin gücü, izleyicilerin anlatılarındaki "acılı" atmosferi genişleterek, onlardaki dramatik daha doğru bir kullanımla trajik boyutları öne çıkan bir kurmaca olduğu duygusunu örten "gerçeklik", "yaşamın içindenlik" duygusu sağlamasından gelir. Bu durum, Kadının Sesi sunucusunun "işte hayat böyle bir şey" cümlesinde somutlaştırılır. Başka bir deyişle, bu programlar, Kilbom'un yaptığı "reality programlar" kategorisinden şu ikisine girer: "1) Çeşitli formlarda dramatize edilmiş canlandırmalar aracılığıyla gerçek yaşamdaki olayların taklit edilmesi, 2) Bu materyallerin, gerçeklik etkisini artıracak biçimde bir araya getirilmesi, albenili bir biçimde paketlenmiş bir televizyon programına dönüştürülmesi" (Kilbom dan aktaran Adaklı-Aksop, 1999: 244).14 Ele alman her iki program da bu yönleriyle, 80'lerden sonra televizyon yayıncılığının karakteristiklerinden biri olan "türlerarası geçişken" bir nitelik gösterir. Hem canlı yayında stüdyoda konuklar "ağırlanır", hem vtr lerden onlarla ilgili eski program görüntülerine yer verilir, hem de konuklann anlatılarının dramatize edildiği kurmacalar gösterilir. Bütün bunlar arasındaki geçişler, oldukça hızlı biçimde sunucu tarafından yapılır. Bu programlarda sunucunun özel bir yeri ve önemi vardır. Denilebilir ki bir televizyon anlatısı olarak ele alındığında incelenen her iki programda da programın en önemli öğesi sunuculardır. Programların hepsi, programın isminden çok sunucularının isimleriyle anılır. Sunucular, aslında programın sahibidir; kimin konuk olarak katılacağına sorunlarını nasıl aktaracağına karar verir. Programda dillendirilen sorunlara çözüm getirebilecek olan kişi, uzmanlar ve yetkililerden çok sunucudur. Kadının Sesi programına konuk olan bir kişinin yaşamını yitirmesi olayında sorumluluğun sunucu Yasemin Bozkurt'a yüklenmesi de sunucunun baskın rolünün onaylanmasıdır. Kadın programlannda sunucular, örgütlenme, kolektif hak arama ve kurtuluş çabalannın yok olduğu postmo- 14 Aynı kaynakta diğer kategori şöyle belirtilmiş: "Hafif video cihazlarının yardımıyla bireylerin ya da grupların içinde bulundukları olayların çekimi (on the wing)" (Adaklı-Aksop, 1999: 244).

53 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 5 5 dem çağda, televizyon aracılığıyla "süper" kahramanlar yaratılmasının yeni örneğini oluştururlar. Kadın programlarının bu yapısı, Feuer'un (111) çoğu televizyon anlatısının, olay örgüsünden çok, karaktere odaklandığı saptamasını destekler. Ancak anlatıyı sürükleyen şey, karakterin bölümler boyunca yapıp ettikleri, gelişimi değil, bu karakterin, programda dillendirilen öykülere nasıl müdahale ettiğidir. Sunucu, "türlerarası geçişkenlik" özelliğine sahip olan programın bütünlüğünü sağlama görevini üstlenmiştir. Bölümler arasındaki geçişleri ustalıkla yapmak, konuklar arasındaki gerilimi yatıştırmak ve konuşmaların seyrini belirlemek gibi bir işi vardır. Programda sunulan, "gerçek" öyküler sık sık verilen reklam aralarıyla da bölünür ve bu aralar, sunucunun (İnci Ertuğrul) "Bakalım Nazire nerede bulunacak? Kısa bir aradan sonra bu sorunun yaratım bulacağız" gibi ifadeleri aracılığıyla merak ve heyecanı canlı tutmanın araçlarına dönüştürülür. Kadının Sesi ve onu ikame eden Sizin Sesiniz, tümüyle reality olmasa da, onun temel türsel özelliklerini kullanır. Bunlar sansasyonellik, gizemleştirme ve geciktirim, kurbanlaştırma, kişiselleştirme ve duygusallaştırmadır (Adaklı-Aksop, 1999: ). Gürbilek'in (54) belirttiği gibi, "daha önce mahrem sayılan, bu yüzden de kamuoyunda açığa çıkartıldığında sansasyon yaratan ya da skandal konusu olmaktan kurtulamayan özel hayat, Türkiye'de ilk defa 1980'lerde kamuoyunda açıkça konuşulabilir bir alana, bir itiraf ya da iç dökme nesnesine dönüşmüştür". "Özel olan", "kamusal olan"da patlak vermiştir adeta. Bu taşkınlık, yalnızca şatafatlı yaşamlann, sonradan görme zenginliğin teşhiri biçiminde değil, aynı zamanda sansasyonel içerikli olayların teşhiri biçiminde de yaşanmıştır. Aile içi cinsel taciz, yaşlı ana-babayı sokağa terk etme gibi "özel" sorunlar, artık kamusal niteliği değişmiş bir kamuya mal edilebilir konulara dönüşmüştür. Kadının Sesi, "gerçekte yaşanmış olaylan, senaryolaştırılmış diyalogları canlandıran aktörler kullanarak yeniden-kurma amacında (reconstructed) olan" (Bignell, 2004:184) bir formaü barındırır. Bir gerçeklik televizyonu olarak tanımlandığında Kadının Sesi, "marjinal grupların ve bireylerin kurbanlaştmlmasının, yaygın olarak basmakalıplaştırma ve toplumsal etiketleme üzerinden işlediği popülist metinler" (Binark ve Kılıçbay, 2004a: 141) formaündadır. "İzleyiciler, televizyon belgesel biçimlerinin dolayımı aracılığıyla,

54 56 iletişim : araştırmaları diğerlerinin (ötekilerin) yaşamlarını deneyimlemeye davet edilir" (Bignell, 2004:185). Kadının Sesi ve Sizin Sesiniz, yukarıda anlatılan biçimiyle yeni televizyon türlerinin tipik örneklerini oluştururlar. Ancak programlar, formadan itibariyle yeni bir tür olsa da, programm ve sunucunun kurduğu anlatı açısından, oldukça geleneksel bir içeriğe sahiptir. Programların türsel özelliklerine ilişkin bu saptamalardan sonra, söylem analizi yoluyla programlarda bu türsel özelliklerin katkısıyla nasıl bir söylemin kurulduğuna bakılacaktır. Sizin Sesiniz programında ise canlandırmalara yer verilmez, acılı öyküler doğrudan mağdur ya da taraflann ağzmdan aktanlır. Kadının Sesi programının yayından kaldmlmasından sonra, bu formadaki diğer programlarda da canlandırmaların en aza indirilmesi eğilimi gözlenmektedir. Böylece program kurmaca boyutundan biraz daha uzaklaştığı, gerçek öykülerin doğrudan taraflann ağzından anlatılan bir belgesel niteliğine dönüştürülmeye çalışıldığı söylenebilir. Görsellik, söz konusu kişilerin ekrana yansıyan fotoğraflan ve alt yazılarla sağlanır. Bir programa sığdırılmaya çalışılan öyküler de Kadının Sesi'ne göre daha azdır. Her programda, üç ya da dört öyküye yer verilir ve konuklar, kimi zaman birkaç gün üst üste programda yer alırlar. Hatta kayıp yakınlarını arayanlar, kayıplar bulununcaya dek stüdyodaki izleyiciler arasında yer almaya devam eder. Bu olayla ilgili bir gelişme yaşandığında, izleyiciler arasmda bulunan kişi tekrar ekrana gelir, olayla ilgili hatırlatmalar, açıklamalar yapar. Kimi zaman da geçmiş programların vtr leri hatırlatma işlevini üstlenir. Ancak bu stüdyoda bulunma, olaylan taraf ya da mağdurlarm ağzmdan dinleme, programda aktarılan olayların yeniden kurulduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu kez, sunucu ve stüdyoda bulunan izleyicilerin yorumlan, hatta kimi zaman sorgulamaya varan tavırları ile yaşanan olaylar yeniden yazılır. Program sonunda ortaya çıkan tablo, en başta sunulandan oldukça farklılaşır. b- Anlatılar ve Söylem Medya metinlerinin oluşturulması, gerçekliğin temsilcisi olduğu iddia edilen haber metinleri de dahil olmak üzere, bir anlam üretimi, anlam inşası sürecidir. Anlam metnin oluşmasını sağlayan tüm aşamalarda ve bağlamsal biçimde ortaya çıkar. Medya yalnızca sözcükleri kullanarak değil, görüntüler, sayfa yapısı, kullanılan puntoların büyüklüğü-küçüklüğü, -televizyon için-

55 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve Sizin Sesiniz de Tür, Anlatı ve Format 5 7 sunucunun vurgulan, araya giren vtr'ler bir bütün olarak mesaj iletir. Bu unsurlar, bizi, kodlanan mesajlan nasıl okumamız, anlamlandırmamız gerektiği konusunda da yönlendirir. Bu nedenle kadın programlan üzerinden çözümlemeye çalıştığımız yeni televizyon türleri, bu programlarda karşımıza çıkan söylemi de biçimlendirmektedir. Bu programlar kadına ilişkin bir temsil, bir anlatı oluşturur. Bu anlatı, kadım güçsüz, çaresiz, erkeğe ve/veya başka bir otoriteye bağımlı; acı çekmek ve fedakarlıkla yücelen/ varolabilen bir özne olarak konumlandıran erkek egemen söylemin içinde üretilir. Toplumda var olan egemen ideolojiler, dil içinde temsil edilir ve aynı zamanda dili biçimlendirir. Van Dijk (2), ideolojinin "söylemsel boyutu"ndan söz eder ve bu boyutun, ideolojinin "günlük metinlerimizi ve konuşmalarımızı nasıl etkilediği...ve söylemin, toplumdaki ideolojinin yeniden üretimini nasıl içerdiğini" anlamamıza yardımcı olduğunu söyler.15ideolojinin görünür kılınması açısmdan bu söylemsel boyut oldukça önemlidir. Ryan ve Kellner, televizyon türleri, formatlarının, diğer filmsel kurmacalarda olduğu gibi, "herhangi bir durumu yansıtmaktan çok, o durumun tasarlanan belli biçimlerini oluşturmak üzere seçilmiş ve birleştirilmiş temsili öğeler yoluyla bir takım tezler" ileri sürdüklerini, "bunu yaparken de seyirciye belli bir konumu ya da bakış açısını benimsetmeye" çalıştıklarını söyler (18). Yani, televizyon formatlan, yalnızca biçimsel bir özellik değil, oluşan anlamı da etkileyecek şekilde içeriğe de ilişkin bir durumdur. Bu nedenle yazınsal metinleri, filmleri, kurmaca ve haber formu gibi televizyon türlerini içeren "kültürel temsiller, yalnızca psikolojik duruşları şekillendirmekle kalmaz, toplumsal gerçekliğin nasıl inşa edileceğine ilişkin olarak da, yani, toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumlann şekillendirilmesinde hangi figür ve sınırların baskın çıkacağı konusunda da çok önemli bir rol oynar" (37). Bu saptamalar, kadın programlarında ortaya çıkan yeni formatlann nasıl bir söylem ve anlatı ürettiğini de sorgulamayı zorunlu hale getirmektedir. Kadının Sesi ve onu takip eden programlar, öncelikle kadınların sorunlarını kamusal alana taşıyarak dillendirmeye başlamalan açısından dikkate de- 15 Van Dijk e göre, "ideolojiler tarafından biçimlenen en önemli sosyal pratiklerden biri de dil kullanımı ve söylemdir... İdeolojik düşüncelerimizin büyük bölümünü, anne-babalarımız ve eşlerimiz başta olmak üzere, diğer grup üyelerini dinleyerek ve okuyarak öğreniriz. Daha sonra ise ideolojiyi, televizyon izleme, okulda ders kitapları okuma, reklamlar, romanlar ya da çevremizdekilerle yaptığımız günlük konuşmalar gibi konuşma ve metnin çeşitli formları aracılığıyla 'öğreniriz' " (5).

56 5 8 iletişim : araştırmaları gerdir. Ancak program, kadınları konuşturmak, sorunlarım kendi dillerinden dinlemek ya da aktarmak gibi bir iddia taşımakla birlikte, gerçekte, konuk olan kadınların öykülerini editoryal bir müdahaleyle yeniden anlatılaştırmaktadır.16 Başka bir ifadeyle Kadının Sesi'nde duyulan şey, sorunların mağdurlarının kendi seslerinden çok, "yapımcının" sesidir. Programa katılan kadınların anlatıları, Chatman'm belirttiği gibi (19; Stam vd., 1993: 93-94) anlatının içeriği, öykü evreni (diegesis) olan öyküyü (story), bu içeriğin, kadın katılımcının varlığına ve anlatışına karşın aynı zamanda kendisini bir anlatıcı olarak konumlandıran sunucunun öyküyü yeniden anlatmasıyla söyleme (discourse) dönüştürülür. Burada kadınların öykülerini, söyleme dönüştüren şey, sunucunun müdahalesidir. Kadının Sesi'nde ele alınan konular, temalar, aile içi şiddet, cinsel taciz, parçalanmış aileler gibi mahrem konular olmaları nedeniyle sansasyoneldir. Her iki program da yaygın bir sansasyonelleşme türü olan "gerçek yaşam öyküleri" ne (Mutlu, 1999b: 152) dayanır. Kadının Sesi'nde bir programa olabildiğince çok öykü yerleştirilmeye çalışılmış ve bir öykü sonlandınlmadan diğerine geçerek merak unsurunu da canlı tutmak amaçlanmıştır. Sizin Sesiniz'de ise bir program içerisinde daha az sayıda öyküye yer verilir. Ancak bu yaşam öyküleri daha detaylı ve uzun bir zamana yayılarak ele alınır. Taraflar ve/veya mağdurların uzun açıklamalar yapmalarına izin verilir. Söz konusu olaylar, sunucu ve stüdyoda yer alan izleyicilerin sorgulamalarıyla açılır, "gerçek'tere ulaşılmaya çalışılır. Kadının Sesi'nde sansasyonellik, programın ilerleyen dakikalarında yer alacak olan "hapishaneden mektup var" gibi alt bölümlerin "az sonra" yayımlanacağının duyurulması, acılı bir öyküsü olan konuğun "içler acısı" durumunu özetleyen alt yazılarla görselleştirilir. Bourdieu ye göre televizyon, iki anlamıyla da dramatikleştirmeye (canlandırma) başvurur; "bir olayı sahneye koyar, görüntülendirir ve bu olaym önemini, vahametini, dramatik ve trajik niteliğini abartır" (24). Kadının Sesi, bu iki anlamıyla da dramatikleştirmeye başvurur. 16 Çalışma kapsamında "öykü" ve "anlata" sözcükleri, birbirinden ayrı, fakat birbirleriyle ilişkili olarak kullanılmıştır. "Öykü" (story) ile kişilerin, sunucunun müdahalesi olmaksızın anlattıklarını, "anlatı" (rıarrative) ile ise sunucunun ve program formatının yeniden öyküleştirmesiyle ortaya çıkan metni kastediyoruz.

57 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 5 9 Sizin Sesiniz ise, canlandırmalara daha az yer vermekte ve olaylar, daha çok programa konuk olan "mağdur" ya da taraflar aracılığıyla anlatılmaktadır. Bu anlatımlar sırasında adı geçen bazı kişiler de programa telefonla bağlanmaya davet edilir. Konuşmaya davet, hem programa eşitlikçi, adil bir görünüm kazandırılmasını sağlamakta, hem de merak unsurunu arttırmaktadır. Ancak, programda yapılan konuşma davetine uymayanlar zan altında bırakılmakta ve kimi zaman gerçekleri kamuoyundan sakladıkları ima edilmektedir. Komşusunun kızıyla birlikte evinden kaçan 17 yaşındaki Nazire'nin öyküsünde olduğu gibi, komşu aile programa bağlanmaya davet edilir. Ancak, komşu kızın yakmlanndan herhangi bir yanıt alınamaması üzerine Ertuğrul, "Demek ki diğer kızın ailesi onların nerede olduklarım biliyor. Yoksa programa bağlanır yardım isterlerdi. Bu kadar rahat olduklarına göre onların her şeyden haberi var" der. Aynı şekilde Nazire'nin 16 yaşındaki kız kardeşinin de stüdyoda konuşmak istememesi üzerine "Bir kız kardeş, ablasının bulunması için nasıl çaba göstermez? Ben bunu anlayamıyorum. Üniversite sınavlarına hazırlanan, aklı başında bir genç kız nasıl telefonla konuşamayacağını söyler!" diyerek kız kardeşi stüdyoya bağlanmaya mecbur eder. Programlarda gizemlileştirme ve geciktirim, sunucunun, programda sorununu anlatan konuğun anlatısını keserek araya girmesiyle gerçekleştirilir. Sunucuya ek olarak stüdyodaki izleyiciler de konuklara sorular sorar, ekrana taşman sorun, çift taraflı sorularla detaylandınlır. Sunucular, konuğun anlatısına dramatik yapıya uygun düğümler atarak, izleyiciyi meraklandırır. Aynı zamanda sunucunun bu araya girişi, anlatıcıyı "kurbanlaşürarak" etiketler. Sunucu, kadının anlatısından seçerek bazı tekrarlar yapar; "Gerçekten neler oldu?", "Bu nasıl bir şeydir?", "İnanılır gibi değil!", "Sen nasıl katlandın bunlara?" gibi cümlelerle hem durumun vahametini abartır, hem de kadmı bir kurbana dönüştürür. Kadımn ağlamaklı yüzünün yakın çekimi de, kurbanlaştırma sürecini görsel kodlarla destekler. Duygusallaştırma ise bu süreçle iç içe işler. Acılı anlatı, yavaşlatılmış canlandırmalarla, ağlamalarla görselleştirilir. Sizin Sesinizin Kadının Sesı'nden bir başka farkı ise, aile içi şiddet, aldatma, boşanma, cinsiyet değiştirme gibi Türk toplumunda dile getirilmesi zor olan konulan ele alırken daha "temkinli" davranması, hatta bu konulan dı-

58 6 0 iletişini: araştırmaları şanda bırakmayı tercih etmesidir. Yukarıda da belirtildiği gibi Kadının Sesinin yayından kaldınima sürecinde yaşanan tartışmalarda program sunucusu, bu tarz "riskli" konulan ele aldığı için eleştirilmiştir. Sizin Sesiniz, özellikle evden kaçan kızlar ve kayıplar, başka bir ifadeyle parçalanmış aileler üzerinde durur. Programın web sitesinde "kanunlara bağlı, örf ve adetlere saygılı bir çizgide yayın" yapıldığı belirtilir.17program, kayıplar ve ekonomik sorunlar nedeniyle tedavi edilemeyen hastalara yönelirken, mahrem olamn kamusala taşınmasına "sınırlama" getirerek daha sorumlu bir yayıncılık yapma iddiasındadır. Ancak, aile içi şiddet ve cinsel istismar gibi konular bu "sınırlama" ile gündem dışı bırakılmakta ve böylece bu konuların "konuşulamayacağı" düşüncesi yeniden üretilmektedir. Programlarda dikkat çeken önemli bir eğilim de kişiselleştirmedir. Programlarda anlatılan olaylar ve bunların anlatılma biçimi, yaşananları kişisel nedenlere, sorumluluklara ve nihayetinde kadere bağlar. Üstelik kadının başına gelen acılı olaylar, onun ilahi bir güç tarafından smanması biçiminde yorumlandığında ortaya çıkan sonuç, tümüyle kadımn acı çekme ve bu acılara katlanma, sabretme, dayanma gibi kodlarla tanımlanmasıdır. Kişiselleştirme, sorunun yalnızca "özel alan" içinde yaşanmasına, "kamusal alan"la ilişkilendirilmemesine yol açar. Bu durum, sosyal devlet anlayışının yıkıldığı bir süreci sorgulatmaksızm, izleyicileri kaderciliğe sürükler. c- Kadının Sesi' ve "Sizin Sesini/'d e Kadının Temsili Kadının Sesi ve Sizin Sesiniz'de biçimsel olarak bazı farklılıklar görülmekle birlikte söylemsel yapı büyük ölçüde aynıdır. Her iki programda da sıradan halkın acıları ve gözyaşlan ön plana çıkartılmakta, feryatlar ve ağıtlar, çözüm arama çabalarını öncelemektedir. Kadının Sesi'nin 6 Mayıs 2005 tarihli programı, anneler gününe ithafen, bir şiir klibiyle başlar. Yayın ekibinden Uğur Bayram m birkaç yü önce kaybetmiş olduğu annesine yazdığı şiirin sözleri oldukça "dokunaklıdır". Şiirin bir yerinde şöyle denilmektedir: "Senin en mahrem güzelliğin, en beyaz gelinliğin, şimdi kefenin". Yitirilen anneye duyulan özlemi vurgulayan bu sözler üzerine, "Kaybetmeden kıymetlerini bilemeyiz" yazısı ekranda belirir. Bu söylem, "annelik"e övgüler düzerken Erişim tarihi:

59 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 61 bile, onu, "anne"nin yokluğu, eksikliğinde ortaya çıkan bir "değer" olarak kurar. Yasemin Bozkurt, duygulanan "şair"e, "Ağlayabilirsin Uğur" diyerek, bir anlamda ağlamaya davet eder. Bu davet, izleyiciyedir. Ağlamaya davet, temel kodlardan biri olarak programın başında yerini alır. Her iki programda da kameralar stüdyodaki konukların ve izleyicilerin gözyaşlarına odaklamr. Konukların konuşmalarını sıklıkla kesen, onları özgür bir anlatımdan çok, kendi aradıkları yanıtlan vermeye zorlayan program sunuculan, yüksek sesli ağlamalan, ağıtlan, yakanşlan kesmeden, sabırla dinlemekte, kamera ise hem yakanşlann sahiplerinin, hem de bundan etkilenen, duygulanan izleyicilerin gözyaşlanna odaklanmaktadır. Özellikle kadın olmak, annelik, -kendinden vazgeçercesine- fedakarlık, acı ve yoksunluk üzerine kurulur. Bozkurt ve Ertuğrul'un, "Ana yüreği yufkadır, dayanmaz", "Evlatların için her şeyden vaz mı geçtin?", "Bu yüreği yaralı anayı yavrusuna kavuşturalım" şeklindeki ifadeleri, kadını yalnızca anne/eş olarak konumlandıran ve ona kendini var edebileceği başka bir alan bırakmayan erkek egemen bakışı da açık eder. Sizin Sesiniz in 3 Temmuz 2007 tarihli programında ise üç ayn öyküye yer verilmiştir. "Kocasından kaçan" 23 yaşındaki Özlem, "evinden kaçan" 15 yaşındaki Pınar ve "evliliği 15 gün süren" 55 yaşındaki Kadir Bey, programın üç ana öyküsünü oluşturur. Özlem'in kocası Ulaş, Pınar'm ise annesi ve babaannesi programm konuklandır. Özlem'in evden kaçış öyküsü ve bu olaya "ışık tutmak" adına, aile ilişkileri ve Özlem'in kişiliğine dair pek çok detay izleyicilerle paylaşılır. Sunucu ve izleyicilerin "sorgulaması" sonucu kocanm, eşini dövdüğü ve Özlem'in zeka düzeyinde bir gerilik olduğu ortaya çıkar. Stüdyodaki izleyiciler ve sunucu, önce kocayı, karışım dövdüğü için, sonra da babayı, böyle bir kızı evlendirdiği için suçlarlar. Kadının Sesi ndeki ilk öykü, kızı ve damadı tarafından evden atılan 65 yaşındaki Yaşar Kars ın öyküsüdür. Kars, evden atıldığında aklına gelen ilk şeyin, Kadının Sesi programına katılmak olduğunu söyler. Araya giren vtr de, onun stüdyoya ilk gelişi izlenir. Sunucu, "îçim yanıyo!" diye feryat eden kadının elinde tuttuğu, içinde çeşitli resmi evrakların olduğu poşeti işaret ederek, "Bir ömrün bu poşete sığdığım" söyler ve ardından "İşte hayat bu!" der. Seçtiği sözcüklerle hem durumu trajikleştirir, hem de doğallaştırır.

60 62 iletişim : araştırmaları Her iki programda da sunucu, kimi zaman temsil edilen olaylara dahil kişilerle, kimi zaman da izleyici kitlesi ile birlikte konumlandırılmaktadır. "Bu konumlandırma anlatıcıya, çok çeşitli yorumlama stratejilerine başvurma olanağı sağlamakta, anlatıcı sadece bir sunucu olmaktan öteye geçerek bir arabulucu / dolayımlayıcı rolüne kavuşmaktadır" (Binark ve Kılıçbay, 2004b: 74). Bu aracılık, "kadının sesi"ni duyurmayı amaçladığını iddia eden bu tür programlarda, sunucunun sesini, "kadının sesi"ne başat kılar. Yasemin Bozkurt'un, 65 yaşındaki kadın katılımcıya ısrarla, kızlarıyla barışmasını önermesi, her iki programda da gözlenen statükocu tavrın göstergesidir. Yaşlı kadın, kızları tarafından sokağa terk edilmiş olmasına ve bunu tekrar yaşayabilmesi olasılığına rağmen, kendisine sunulan çözüm aym eve geri dönmesidir. Ancak sunucunun ısrarları sonuçsuz kalır; "öfkeli" ve "kırgın" kadın, kızlarıyla "barışmayı" asla düşünmez. Program aracılığıyla kadın sığınma evine yerleştirilen kadın, "kadınlık onurunun geri verildiğini" söyleyerek sunucuya defalarca teşekkür eder. Yaşar Kars'tan bu kez kadın sığınma evindeki izlenimlerini, orada nasıl yaşadığım anlatması istenir. Bu anlatılanlar, izleyicileri "şükretmeye" davet eder: Yaşar Kars'ın "orada benden daha kötüleri var" cümlesi ise, daha iyi bir çözüm arayışını gereksizleştirir. Üstelik onun sokağa atıldıktan sonra yaşadıklannı kendisinin "tanrı tarafından kollanmasına" atfetmesi de, anlaüyı farklı bir niteliğe büründürür. Kadının Sır Kapısı programında18olduğu gibi, kendisine kurtuluş için "bir kapı açıldığım" söylemesi, Kadının Sesi'nde sıkça tekrarlanan "kaderci" söylemin örneklerinden biridir. Programm tümünde öne çıkan bu söylem, sorunlara getirilen anlık ve hatta geçici çözümleri birer "kurtuluş" olarak sunabilmenin öncüllerinden birini oluşturur. Bu söylem içinde daha kalıcı ve köklü çözüm arayışlarının ve yapısal bir sorgulamanın önü de başmdan tıkanır. Söz konusu tıkanma, Kadının Sesinin) bir televizyon formati olarak ideolojik işlevine bağlanır. Bu ideolojik işlev, formata "çökelmiştir". Çökelme ise, "dibe yerleşen, deyim yerindeyse kendim gömülü bir ideoloji olarak depolayan söylemdir. Bu, öncelikle sorunları, yalmzca belli biçimlerde yanıtlamaya izin veren 18 Sır Kapısı, Samanyolu TV de yayınlanan ve yine gerçek yaşam öykülerini, editoryal bir müdahale ile kurmacalaştınp ''bilinmez" ve doğa-üstü kılan mistik bir programdır. Programda anlatılan öyküler, gerçeküstüdür ve nihayetinde tecelli eden ilahi adalet anlayışı ile, bu dünyadaki adalet arayışını engelleyerek kaderciliği pekiştirir. Mistik tv programları açısından temel bir örnek olan program, formatıyla diğer tv kanallarını da etkilemiştir.

61 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 63 bir süreçtir" (Sholle, 1994:291). David Sholle, "çökelmiş ideolojilerin" televizyon formadan yoluyla işlev gördüğünü belirtir: Format, çeşitli olay örüntülerinin, öykülerin ve haberlerin yerleştirilebilmesine olanak sağlayan sabit bir yapı olarak iş görür. Ancak formatın düzenleme mantığı, belli söylem tarzlarını dışlayan bir gelenekten alır köklerini. Örneğin The Jefferson gibi bir program, Ali in the Family geleneğinden, toplumsal içerikli bir komedi olduğu havasını verir. Ne var ki, yapısına göz atıldığında, yalnızca olası anlatıları değil, aynı zamanda olası çözümleri de sınırlandıran sabit bir yapısı olduğu görülebilir. Sorunların çözümünün teknik, kişisel ve ekonomik (ürün) olanlarla sınırlandırılması türün (geme) tipik bir özelliğidir (292). İnci Ertuğrul un sunduğu Sizin Sesiniz'de programa katılmanın amacı, yalnızca sorunlan paylaşmak değil, medyanın geniş kitlelere ulaşabilme gücünden yararlanarak kayıplan ve/veya maddi yardımda bulunacak hayırseverleri bulmaktır. Program, aile içi şiddet, cinsel taciz gibi konulan dışanda bıraktığı için, Kadının Sesinde olduğu gibi yalnızca bir "iç dökme" alam görünümünde değildir. Ancak -ileride örnekler üzeriden detaylandınlacağı gibi- burada da kalıcı, köklü çözüm arayışlan, yapısal bir sorgulama söz konusu değildir. Sunucunun, olayları yeniden anlatımı sorunları kişiselleştirir, farklı çözüm arayışlanmn önünü keser. Programdaki bu kapanma, konukların da beklentilerini kişisel ve anlık çözümlerle sınırlamıştır. Konuklar, eşleri tarafından kendilerine gösterilmeyen çocuklarının "sesini bir kez olsun duyabilmek", "onun iyi/hayatta olduğunu öğrenmek" ya da yalnızca ameliyat olabilecek para bulmak için programa gelirler. Kadının Sesi de, sorunların tanımlanması gibi, "olası çözümleri" de sınırlayarak böylesi bir işlevi yerine getirir. Sonuçta "çözüm" olarak önerilen seçeneğin -kimi örnekte seçenek bile sunulmaz- "çözüm" olmadığı, var olan durumun yeniden üretildiği görülür. Programa telefonla katılarak sorunları "paylaşma" da çözümsüzlüğün bir başka biçimi olarak karşımıza çıkar. Sunucu gibi, programa telefonla katılan izleyicilerin de "gerçek bir çözüm" aradığı söylenemez. Örneğin ismini gizli tutan bir kadm izleyici, telefonda, imam nikâhlı yaşadığı kocasımn, kaynanasının da desteğiyle, genç bir kadınla evlenip kendisini terk ettiğini anlatır. Kadm, imam nikâhlı kocasımn kendisine kuma olarak getirdiği kadının on dört yaşında bir genç olmasına rağmen, ne kendi adma ne de bu genç kadm adına bir hak arayışı içine girmiştir. Yine programa katılma nedeni de mağduriyetini giderecek bir çözüm ara

62 6 4 iletişim: araştırmaları yışı değil, yalnızca yaşadıklarım "paylaşmak"tır. Sunucunun önerisi ise durumu adli mercilere bildirerek hukuki bir mücadele başlatması olur. Ancak bu öneriye karşın, hem kadının "yüzünün aynaya bakılamayacak" durumda olduğunu söyleyerek "güzelleşmek" için yardım talep etmesi, hem de bu isteğe yanıt olarak sunucunun söylediği "sen önce kocanı bul, ona sahip çık, sonra seni hallederiz" sözleri, sorunun kaynağı olarak yine kadına işaret eder. Bu söylemin açılımı, kadımn kocasım "elinde tutmayı" bilmesi gerektiğidir. Medyada görünür olabilmeyi ve sorunlanm dillendirebilmeyi tek başına kamuoyunun özgür, demokratik ve katılımcı biçimde oluşmasına imkan tanıyan gelişim olarak değerlendiren yazarlar da vardır. Livingston, Lunt ve Munson gibi yazarlar, medyanın "farklı kimliklerin ve toplumsal temsillerin kaynağı" olduğunu, "izleyicilerin belli bir sorunu tartışmalarına dayanan programlar(ın), insanlann tartıştığı, demokratik bir forum" olarak işlev gördüğünü savunurlar (aktaran Keskin, 2001: 98). Ancak başlı başına medyada var olmak demokratik ve eşitlikçi bir temsil için yeterli değildir. Eleştirel perspektifin vurguladığı gibi medya, aykırı sesleri ya tamamen temsil dışı bırakır ya da çarpıtılmış bir biçimde temsil eder. Medyada kimliklerin temsilini talk shovvlar üzerinden inceleyen Keskin, çarpıtma işlevinin, "medyanın temsil pratikleri içinde işleyen talk shovvlarda, sağduyunun ve ortak kanının sesi olarak görev yapan ev sahibi ve uzman görüşleri aracılığıyla" gerçekleştirildiğini söyler (99). Kadın programlarmda ise yukarıda da tartışıldığı gibi sunucunun müdahalesi ve öykülerin anlahlaştınlması süreci "gerçek" bir temsili tartışmalı hale getirir. İncelenen kadın programları, kadınların kendi kimliklerini, herhangi bir müdahale olmaksızın kurabildikleri bir alan olmadığı gibi, onların sorunlarını siyasal bir alanla ilişkilendirmez. Başka bir ifadeyle programlarda sorunlara net bir çözüm önerilmekten çok, bu sorunların dillendirilmesinin önemli olduğu vurgulanır. Köker bu programlarda, "kadınların içinde yaşadıkları iktidar örgütlenmesi hakkında aktarılan enformasyonun" sınırlılığına dikkat çeker. "İzleyici olarak kadm yurttaş", hukuk sistemi ve siyasal düzenin işleyişi hakkında temel bilgilerden yoksun bırakılmaktadır (145). Programlar bu anlamda bir bilgilendirmeyi tam olarak yerine getirmedikleri, yaşanan mağduriyeti kişisel bir sorundan çok, toplumsal bir sorun olarak ele almadıkları

63 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve Sizin Sesiniz de Tür, Anlatı ve Format 6 5 için bu programlar aracılığıyla kadınların sorunlarına çözüm bulma iddiasının gerçekçi olmadığı düşünülmektedir. Öyle ki Kadının Sesinde, aile içi cinsel taciz yaşadığını anlatan kadın katılımcıya sunucunun tepkisi, "Bu kadar cesur olduğun için tebrik ediyorum. Evli ve çocuklu olduğun halde, bir yıl önce yaşanan bu olayı bizimle paylaştın. Omuzlarındaki bu yükü attın" demekle sınırlı kalır. Öncelikle sunucun seçtiği "cesur" sözcüğü, bu tür "mahrem" olayların, ancak "özel" alanda kalacağı, "kamusal" bir alana taşınamayacağı kabulünü de tekrarlamış olur. Oysaki bu olayda kadın, cinsel tacize maruz kalmış olduğu için "mağdur" konumundadır ve yaşadığı mağduriyeti anlatması "cesaret"ten çok bir hak olarak tanımlanmalıdır. Yaşanan olayın dillendirilmesini "cesaret" olarak tanımlamak, ilk bakışta kadını konuşmaya, sorununu anlatmaya teşvik eden bir söylem gibi görünse de, gerçekte konuşmamn her zaman bir "tehlikeyi" de barındırdığını vurgular. Kadının "evli ve çocuklu" olmasma yapılan vurgu, kadmı ilgilendiren sorunların aile içinde çözülmesi gerektiği düşüncesini pekiştirir. Sunucunun söylemi, çözümü, sorunun yalnızca dile getirilmiş olmasıyla sınırlayarak, hem sorunu hem de çözümü farklı biçimlerde tanımlar. Sorun, kadının onu dile getirmesi, ifade etmesi olarak kodlanınca, çözüm de, anlatma edimiyle sonuçlandırılmış olur. Sunucunun, "eşinle mutlu olmaya bak" önerisi de, sorunun ve çözümün nasıl tanımlandığını açık eder. Aynca sunucunun, olayı açıklamak adına kadın katılımcıya sorduğu sorular, taciz ve tecavüz vakalarında kadının cesaretlendirici rolünü sorgulayan egemen bakışı yansıtır niteliktedir. Kadın, söz konusu akrabasının evine yatılı olarak gitmiş ve o gece, -yakınlık derecesi açıkça belirtilmeyen- akrabası tarafından tacize uğramıştır. Sunucu, kadma, "o sırada yengesinin evde olup olmadığı", "uyumak için odaya girdiğinde kapıyı kilitleyip kilitlemediği" gibi, olayda kadımn "ihmali"ni sorgulayan sorular yöneltir. Kadının Sesinde, Sizin Sesiniz'den farklı olarak, programın diğer öykülerine kıyasla daha "sansasyonel" öyküler içeren "İtiraf Köşesi" ile "Hapishaneden Mektup Var" köşeleri de yer almaktadır. Kadının Sesi, yaşam öyküsü izleyicilerle paylaşılan konukları kimi zaman bir kapının, kimi zaman da bir perdenin ardına gizleyerek merak ve heyecan duygusunu arttırmaktadır. Stüdyodaki kapı, sunucunun olaya dair anlatısının ardından açılır ve olayın "kahramanı" sahneye gelir. Bu kez öykü bir

64 6 6 İletişim: araştırmaları kez de onun ağzından -ama sunucunun yönlendirme ve müdahaleleriyledinlenir. İncelenen programda kapı, yılın annesi seçilen dört çocuk annesi Ayşe Başarır için açılır ve Ayşe Hanım'ın, çocuklarıyla verdiği yaşam mücadelesi, acılardan beslenen bir "başarı" öyküsü olarak çıkar karşımıza. Ayşe Hanım, 2003 yılında on bir yıllık eşini bir trafik kazasında kaybetmiş ve sunucunun ifadesiyle "dört çocuğuyla ortada kalmış"tır. Öykü, sunucunun yaptığı girişin ardından, bir erkek anlatıcının ağzından, kadm katılımcıyı "kurbanlaştıran" bir söylemle vtr den izleyiciye aktarılır. Söz konusu kazada, kadm da yaralanmış ve bir yıl tedavi görmüş, bu süre içinde yakınlarının yardımıyla geçimini sağlamaya çalışmıştır. Ailenin bir sosyal güvencesi yoktur, dolayısıyla eşinin ölümünden sonra kendilerine bir maaş bağlanamamıştır. "Başarı" öyküsü, annenin sağlığına kavuştuktan sonra temizlik işçisi olarak asgari ücretle iş bulması ve çocuklarına tek başına bakabilecek duruma gelmesi biçiminde kurulur. Anne, bu işi bulduktan sonra, kazanın ardından bir valiliğin vermiş olduğu 180 milyon liralık yardım parasını iade etmiştir. Ayşe Hanım'ı yılın annesi yapan şey de dört çocuğuna tek başına bakmaya çalışması ve aldığı ücret çok düşük olduğu halde, kendisinden daha zor durumda olanları düşünerek bu yardımı iade etmesidir. Sunucu, annenin aldığı ücretin ve yardım parasının bir ailenin geçimi için yeterli olamayacak kadar düşük bir ücret olduğunun altını çizer ve ısrarla tekrarlar. Kapı bir kez daha açılır ve Ayşe Hanım'ın dört kızı stüdyoya girerler. Annenin kızlarım görünce duygulanması üzerine sunucunun, "Ayşe Hanım ağlayın, ama gururla ağlayın. Ben de tutamayacağım kendimi" sözleri, programın tümünde görülen "ağlamaya davetin" bir tekrarıdır. "Gururla ağlamaya" vurgu yapan bu davet, acılara sessizce göğüs germenin onurlandınldığı, kadının çektiği acılarla kimliklendirildiği bir söylemin yansımasıdır. Diğer öyküler kadm kaülımcılan "mağdur" olarak konumlandırırken, Ayşe Hamm'ın öyküsünün sunucu aracılığıyla yeniden anlatılaştırılması, onu mağduriyeti üzerinden "kahraman" olarak kurar. Sunucu, alman yardım parasının iade edilme nedeni üzerinde de durur ve bu nedeni anneye birkaç kez sorar. Annenin, aranan yanıt olan "Benden daha kötü durumda olanlar var. Onlar varken ben bu parayı alamam" yanıtını vermesi, izleyiciler tarafından da alkışlanır. Alkışlar, istenen yaratın bu olduğunu da bize gösterir. Sunucunun kazayı anlatmak için seçtiği "Ayşe Haram o gece eşini kaybetti. Eşiyle birlikte hayatı çöktü" ifadesi de dikkate değerdir. Bu söylemin kendisi, kadının toplumsal varlığını

65 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi ve Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 6 7 destekleyen sosyal güvenlik sistemlerinin yokluğunu gizleyerek, önemsizleştirerek, "kişisel trajedi" olarak etiketler. Anlatıyı trajik kılan şey, öykünün kendisiyle birlikte, yüzeye çıkmayan yoksulluk söylemidir. Ancak, bu anlaü, yoksulluğun kendisine yönelik yapısal bir sorgulamaya olanak vermez. Bignell, "gerçek (factual) programlarının, onlann tanıdığı yaşam olayları ya da 'tanımadık' olarak imlediği görünümleri hakkında izleyicileri bilgilendirdiğini, eğittiğini ve toplumu anlattığını" ifade eder. Yazara göre "bu tür programlar, öteki'ni tanıdıklaştırır, tamdık olanı, tamdık olmayan biçimlerde anlatarak 'öteki' kılar" (193). Kadının Sesi de yoksulluk gibi tamdık olan bir mefhumun üzerini örtmeye çalışır. Sizin Sesiniz de farklı konular/öyküler üzerinden aynı söylemi üretmektedir. "Evden kaçan" karısını arayan Ulaş, ertesi gün de programa konuk olur. Ulaşın karısının kaybolmasıyla ilgili olarak kayınpederi ve kayınvalidesini suçlaması üzerine sunucu, bu kişileri programa telefonla katılmaya davet eder. Ulaş'ın konuşması, kayınpederin hatta olduğu haberiyle kesilir. Sunucu ve izleyiciler de beklenen konuğun gelişiyle heyecanlanırlar. Kayınpeder ve Ulaş arasında geçen uzun konuşmalardan sonra, tarafların aslında Ulaş ın karısı Özlem'in nerede olduğunu bildikleri ortaya çıkar. Özlem, Antalya'da bir evde zorla "çalıştırılmak"tadır. Baba, kızına zorla fuhuş yaptırıldığını ima eder ve durumu savcılığa bildirdikleri halde bir şey yapümadığını söyler. Sunucu, "Yaparlar, öyle söylemeyelim efendim. Emniyet güçlerimiz de üzerlerine düşeni yaparlar" diyerek, devlet kurumlanna yönelik her hangi bir sorgulamanın önünü kapatır ve Kadının Sesinde olduğu gibi yetişkin bir kadının zorla alıkonulmasına ilişkin hukuki sisteme dair bir bilgilendirmeye gidilmez. Kurulan anlatı, Özlem'in zekâ düzeyi, tek başma Antalya'ya gidebilecek yeteneği sahip olup olmaması ve kocasıyla olan ilişkisine odaklanır. Kocamn, zaman zaman karışma vurduğunu itiraf etmesiyle de hem stüdyodaki izleyiciler, hem de sunucu, kocayı, olayın sorumlusu olarak işaret eder. Sunucunun, "Sen kayınpederinle, Özlem'in ailesiyle iyi bir diyalog kurabilseydin, karma daha anlayışlı davransaydm bunlar belki de hiç yaşanmazdı" sözleriyle olay, bir kez daha kişiselleştirilir. Aynca, kadım, eşi ve ailesi tarafından korunmaya, bakıma muhtaç bir varlık olarak kurarken, bu korumadan yoksun kalan kadınların fuhuşa sürüklenmesi de doğallaştırılır. Özlem'in Antalya'ya nasıl götürüldüğü, kimler tarafından, nerede tutulduğu gibi sorular ise hiç dillendirilmez.

66 6 8 iletişim : araştırmaları Son olarak Özlem'in kocası Ulaş, gözyaşları içinde karısını evine dönmeye çağırır. Ulaş'm bu çağrıda kullandığı "Sen ne yapmış olursan ol, ben seni yine de kabul edeceğim. Bu benim karımdır deyip, annemin babamın elini öptüreceğim. Kucağında bir çocukla bile gelse ben onu kabul ederim" sözleri ve buna karşılık kayınpederin "Aferin oğlum, sen benim evladımsm. Eli, ayağı öpülecek adamsın" şeklindeki yanıtı ise bu olayın asıl mağduru olan kadını, suçlu konuma düşürür. Töre cinayetlerinin önlenemediği Türkiye'de, kadının öncelikli olarak koruması gereken şeyin "namusu" olduğu ve "namusu"nu koruyamayan kadının affedilmez bir suç işlediği düşüncesi yeniden üretilir. Böyle bir "suç"a rağmen karısını evine çağıran koca ise büyüklük göstermekte, "eli, ayağı öpülecek adam" olarak yüceltilmektedir. Her iki programda da kayıpları bulmaya çalışırken kadmlann, "evden kaçan kız/kadın/eş", erkekler ise "kayıp" olarak adlandırıldıkları dikkati çeker. Bu adlandırma biçimi, kadınların eve/özel alana ait olduğu, buranın dışına çıkmanın ancak "kaçma" gibi bir eylemle gerçekleşebileceği düşüncesini yansıtır. Yalnızca bu tanımlama biçimi bile her iki programın da bütününe içselleşmiş olan aynmcı söylemi açık eder. Mills, cinsiyet aynmcılığımn, "cinsiyet alamnda insanlar arasında gereksiz ve aynm gözeten farklar yaratan altta yatan inançlan ve bu anlatımları içerdiğini" söyler. Bu durum, "kadmlann daha güçsüz konumlannı onaylayan, aslmda erkeklerle eşit şekilde, güçlü konumda olduktan zaman bile, cinsiyet ayrımcılığının ortak bir stratejisidir" (126). Kadının Ses/'ndeki yeni öykünün "kahramanı", evlatlık olarak büyütülen, ancak henüz bir "kimliği" olmayan ve "gerçek" annesi genelevde çalışan, şimdi ise "gerçek" babasını arayan Emrah adlı bir ergendir. Sunucunun, Emrah'ı "Bir masal kahramanı gibisin" diye tanımlaması, her masal gibi, bu masalın da nasıl biteceği merakım körükler: "Acaba gerçek babasına ulaşabilecek midir?" Senaryonun devamı, stüdyoda "yazılır". Sunucu, babanın "bulunduğu" müjdesiyle, o an telefon bağlantısı kurulan babaya da senaryoda bir rol verir. "Adaletin, hakkaniyetin" vekili olarak kendini konumlandıran sunucu, babayı, "o güne dek çocuğunu aramamakla" suçlayarak senaryoya bir gerilim katar. Sorudan rahatsız olduğunu ve kendisinin de bir "karizma"sı olduğunu söyleyen baba, bu kez daha sertçe suçlanır: "Acaba siz yıllarca gör

67 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 6 9 mediğiniz eşinizin genelevde çalışmasından mı, oğlunuzu terk etmenizden mi utanıyorsunuz? Ne karizması?" Sunucu, gerek stüdyodaki gerekse evlerinde programı izleyen izleyicilerin "vicdanı" olarak babayı sorgulama hakkım kendinde bulur. Evlatlık olarak büyütülen ve gerçek annesinin "genelevde çalıştığı" duyurulan Emrah, sunucu tarafından, kendisini yıllar önce terk etmiş olan "gerçek" babasına telefonda ısrarla "baba" demeye çağrılır. Zorlamaya dönüşen bu çağrı, o an stüdyoda hazır bulundurulan psikiyatrisin "uzmanlık" desteğini alarak yinelenir. Ancak uzman destekli bu çağrı, Emrah'a uygulanan simgesel şiddeti gizlemez. Bourdieu simgesel şiddeti, "ona maruz kalanların ve aym zamanda da, çoğu kez, onu uygulayanların sessiz suç ortaklığıyla ve her iki tarafın da onu uyguladıkları ya da ona maruz kaldıklarının bilincinde olmadıkları ölçüde uygulanan bir şiddet" olarak tanımlar (22). Emrah'a yönelik simgesel şiddet, psikolojik bir baskı biçimindedir. Emrah, şimdi başka bir kadınla evlenmiş ve bir çocuk sahibi daha olmuş "gerçek" babaya, "baba" diye seslenerek, ona "neden kendisini attığını" sorar. Senaryo, babanın sıraladığı kimi gerekçelerle durmadan yazılır. Emrah, birkaç gün önce de programa konuk olmuş ve yıllardır görmediğini söylediği annesiyle konuşturulmuştur. Aym programda anne de, stüdyodaki öfkeli izleyicinin desteğini almış olan sunucunun simgesel şiddetine maruz kalmıştır. Anne, bunca yıldır çocuğunu aramamakla, ona sahip çıkmamakla ve "genelevde çalışmaya devam etmiş olmakla" suçlanır. Programın başında annenin genelevde çalışıyor olması, "mutlaka onu oraya iten sebepler olduğu" gerekçesiyle mazur görülürken, Emrah'ın genelevi bırakması halinde annesine "bakabileceği"ni belirtmesiyle birlikte "kabul edilemez" bir şeye dönüşür. Sunucunun söylemine göre, "çocuklarına bakmak için, gerekirse tuvalet de temizlenebilir, ama öyle bir iş asla yapılmaz". Sonuçta kadına sunulan seçenekler, -tıpkı Sizin Sesiniz de olduğu gibi- tuvalet temizleyiciliği, "hayat kadınlığı" ve bir erkek tarafından "bakılmak" üçgenine hapsedilir. Sizin Sesiniz'in bir sonraki öyküsü ise, bir süredir haber alınamayan 15 yaşındaki Pmar'm. Pınar ın annesi ve babaannesi programın konuklarıdır ve Pınarın kayboluşunu anlatırlar. Burada da öykü stüdyoda yazılır. Pınar'ın "hiperaktif" olduğu, bu nedenle doktor kontrolünde bulunduğu, derslerinde

68 7 0 iletişim : araştırmaları başarılı olamadığı için okuldan alındığı anlatılır. Ancak anne ve babaannenin çelişkili sözleri sunucuyu kızdırır; "Bakın, burada gerçekleri bizimle paylaşmayacaksanız kızınızı bulamayız. 'Aman akrabalar ne der, konu-komşu ne der?' diye gerçekleri gizleyecekseniz kızınızı bulamazsınız" sözleriyle taraflar, "gerçekleri" söylemeye çağrılır. Böylece, Pmar'm daha önce de evden kaçtığı ve derslerinde başarısız olduğu için değil, bir erkek arkadaşı olduğu için okuldan alındığı "gerçeklerine ulaşılır. Sizin Sesiniz'de stüdyoda bulunan uzman, bir psikiyatr değil, avukattır. Ancak, aileye okul yönetimiyle konuşup, kızlarının arkadaşları hakkında bilgi almalarım tavsiye eder. Anne ve babaanne gözyaşlarıyla kızlarını eve dönmeye çağırırlar. Annenin, "Pınarım beni ara. Sevdiğin bir erkek varsa seni ona vereceğiz. Babandan, amcalarından korkma. Halanı, dayını ara. Dayın her zaman seni korur" sözleri, kızın aile içinde şiddet gördüğünü ya da en azından ailesinden korktuğunu açık eder. Ancak sunucu tartışmamn odağına bu korku ya da şiddeti değil, -bir önceki olayda olduğu gibi- Pmar'm gördüğü tedavi ya da okuldaki başarısı gibi konuları yerleştirir. Sonuç ve Değerlendirme Türkiye'de özel radyo ve televizyon yayıncılığının başlamasıyla ortaya çıkan kitle iletişim araçlarının ticarileşmesi, daha sansasyonel ve düşük maliyetli yeni tür ve formadan karşımıza çıkarmışür. Kadının Sesi ve Sizin Sesiniz, yukarıda anlatılan biçimiyle 1990'lı yıllarda karşımıza çıkan yeni televizyon türlerinin tipik örneklerini oluşturur. Kadınlara ev işleriyle ilgili pratik bilgiler vermeyi amaçlayan kadın programlarından, kadın sorunlarını sansasyonel biçimde ekrana taşıyan programlara kayılmıştır. İki programm türsel özelliklerine bakıldığında ilgi çekiciliği de arttırmak amacıyla çeşitli türlere özgü özelliklerin bir araya toplanmış olduğu görülür. Bir yanda talkshovvlar, tartışma programlarım andınr biçimde stüdyoya davet edilen konuklar ve onların uzun anlatımlarına yer verilirken, araya vtr ler girmekte, hatta konuklar arasında yer alan sanatçıların söyledikleri şarkılarla tartışılan konulara bir süre ara verilmektedir. Programlarda türün bir özelliği olarak sunucunun oldukça baskm bir konumda olduğu ve programa konu olan öykülerin sunucunun müdahalesiyle anlatılaştırıldığı görülür. Programların türsel özellikleri kadınların sorunlarının gerçekten dillendirildiği ve çözüm

69 Akça ve Akbulut... "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tür, Anlatı ve Format 71 arandığı yanılsamasının oluşmasma hizmet etmektedir. Gerçekliği temsilen kullanılan vtr'ler, stüdyoda yer alan "uzman" lar, mağdurların stüdyoda bulunmaları, programın stüdyodaki izleyicilere de açık olması gibi yukarıda detaylı biçimde incelenen özellikler, programların bütününde ortaya çıkan kadım ikincilleştiren, çektiği acı ve sıkıntıları doğallaştıran bir söylemin ortaya çıkmasına katkıda bulunur. Çalışmada medya metinleri aracılığıyla anlam üretildiği, tür ve formatlann da bu anlam üretiminin bir parçası olduğu düşüncesiyle bu format içinde ortaya çıkan söylem ve anlatılar da analiz edilmiştir. Her iki programın da formatı itibariyle yeni bir tür olsa da, programın ve sunucunun kurduğu anlatı açısından, oldukça geleneksel bir içeriğe sahip olduğu görülür. Sunucu Yasemin Bozkurt'un söylemiyle program, çeşitli sorunlarla mücadele etmeye çalışarak "kadınlann seslerini duyurmayı" ve sorunlarına çözüm bulmayı amaçlamaktadır. Fakat programda karşımıza çıkan "çözümler", kayıpların bulunması, bekarlann evlendirilmesi, küslerin banştınlması ya da "deforme" olmuş bedenlerin "güzelleştirilmesi" nden öteye gitmemektedir. Programın bütününde, sorunlara net bir çözüm önerilmekten çok, bu sorunların dillendirilmesinin önemli olduğu vurgulanır. Kurulan anlatı, sorunlannı "paylaşan" kadınlara, hâkim ideolojik kabulleri dönüştürmeyi hedefleyen "çözümler" önermediği gibi, kadının kamusal alanda temsilini de yalmzca bir mağduriyet ya da acı çekme koşuluna bağladığı için, medyada da hâkim olan "erkek" söylemin bir parçası olarak karşımıza çıkar. Her iki programda da erkek egemen söylem yeniden üretilmekte, kadının sorunlannı dile getirmek adına, sorunlar kişiselleştirilmekte ve doğallaştırılmaktadır. Mor Çah'nın 2005 yılı Mayıs ayında kadın programları ile ilgili olarak yaptığı şu açıklamada vurguladığı gibi bu programlar, kadmlann "başka kadınlarla ortaklıklarını görmesine, dayanışma hissetmesine, seçeneklerini bütünüyle değerlendirebilmesine, kendisi için en uygun olanı yine kendisinin bulabilmesine olanak"19 tanımamaktadır. Sonuçta ortaya çıkan sonuç, gündüz kuşağı "kadın programlan"nın hemen hemen aynı kurgu ve söylem içinde biçimlenmiş, yalnızca program sunucusunun programın konusu olan yaşam öykülerini sunma ve yorumlama biçimi açısından farklılık gösteren programlar biçiminde yapılandırıldığı gerçeğidir Erişim tarihi:

70 72 iletişim : araştırmaları Bu çalışmada bir etki analizi yapılmamış olmakla birlikte kadın programlarında dillendirilen, ele alman konulann aile içi şiddet, yoksulluk, evden atılma gibi konular olduğu, bu konu ve sorunların sunucuların müdahaleleriyle kadına dair toplumda var olan cinsiyet aynmcı söylemin yeniden ürettildiği ve kadınların acı çekme ve bu acılara katlanan fedakar kurbanlar olarak kodlandığı, sorunların çözülmesinden çok, onları dile getirmenin cesaretlendirildiği ya da anlık "çözüm" önerileriyle geçiştirildiği, böylelikle de sorunların toplumsal, ekonomik, tarihsel ve politik bağlamından kopanlarak var olan sistemin meşrulaştınldığı sonucuna vanlmıştır. K a y n a k ç a Adaklı Aksop, Gülseren (1999). "Televizyon Türlerinde Dönüşüm." İletişim Yıllık Özel Sayı: Bignell, Jonathan (2004). An Introduction To Television Studies. London: Routledge. Binark, Mutlu ve Barış, Kılıçbay (2004a). "Media Monkeys: Intertextuality, Fandom and Big Brother Turkey." Big Brother International: Formats, Critics and Publics. Ernest Mathijs ve Janet Jones (der.). London: Wallflower Press Binark, Mutlu ve Barış, Kılıçbay (2004b). "Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler: Biri Bizi Gözetliyor Örneği." İletişim Araştırmaları 2 (1): Bourdieu, Pierre (2000). Televizyon Üzerine. Çev., Turhan İlgaz. İstanbul: YKY. Chatman, Seymour (1978). Story and Discourse: Narrative Structure in Fiction and Film. Ithaca: Comell UP. Çaplı, Bülent ve Can, Dündar (1996). "80'den 2000'lere Televizyon." Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi -Yüzyıl Biterken, Cilt:15, İstanbul: İletişim Yayınları Eryılmaz, Tuğrul (2003), "Radyo ve Radyoculuk." Radyo ve Radyoculuk. Sevda Alankuş (der.). İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları Feuer, Jane (1986). "Narrative Form in American Netvvork Television." High Theory/Low Culture. Colin MacCabe (der.). Nevv York: St. Martin's Fiske, John (1992). Television Culture. London: Routledge. Gürbilek, Nurdan (2001). Vitrinde Yaşamak: 1980'lerin Kültürel İklimi. İstanbul: Metis. Kaplan, Yusuf (1992). Öykü-Anlatma ve Mit-Üretme Aracı Olarak Televizyon. Çev., Gökçen Kaplan. İstanbul: Ağaç. Kejanlıoğlu, D. Beybin (2003). Türkiye'de Medyanın Dönüşümü. Ankara: İmge. Kellner, Douglas (2006). "Media Spectacle." Erişim Tarihi: Keskin Ertan, Zerrin (2001). "Gündüz Kuşağı Talk Showlarında Kültürel Kimliklerin Temsiliyeti: Ayşe Özgün Talk Show." İletişim Yıllık (2001): Kozloff, Sarah (1992). "Narrative Theory and Television." Channels o f Discourse. Reassembled. Robert C. Ailen (der.). Chapel Hill: University of North Carolina

71 Akça ve Akbulut "Kadının Sesi" ve "Sizin Sesiniz"de Tör, Anlatı ve Format 73 Köker, Eser (2007). "Kadınların Medyadaki Hak İhlalleriyle Baş Etme Stratejileri." Kadın Odaklı Habercilik. Sevda Alankuş (der.). İstanbul: IPS İletişim Vakfı Mutlu, Erol (1999a). Televizyon ve Toplum. Ankara: TRT Eğitim Dairesi Yayınlan. Mutlu, Erol (1999b). "Televizyonu Düşünmek." İletişim Yıllık Özel Sayı: Rojek, Chris (2003). Şöhret. Çev., Semra Kunt Akbaş ve Kürşat Kızıltuğ. İstanbul: Aynntı Yayınları. Rvan, Michael ve Douglas, Kellner (1997). Politik Kamera: Çağdaş Hollyıoood Sinemasının İdeolojisi ve Politikası. Çev., E. Özsayar. İstanbul: Aynntı Yayınları. Sholle, David (1994). "Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar/Bilgiye." Medya, İktidar, İdeoloji. Mehmet Küçük (der.). Ankara: Ark Stam, Robert vd. (1993). Nezo Vocabularies in Film Semiotics: Structuralism, Post-Structuralism and Beyond. London: Routledge. Tannöver, Hülya Uğur (2003). "Türkiye'de Televizyon Kültürü ve Kadınlar." Kadın Yaşantıları. Ayşegül Yaraman (der.). İstanbul: Bağlam Van Dijk, Teun. (2002). Ideology and Discourse; A Multidisciplinary Introduction. / Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi:

72

73 Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü Abdülrezak Altun özet Çalıştıkları kitle iletişim aracılığıyla topluma dünyayı algılamak için temel verileri sağlayan medya profesyonellerinin eğitimi yaptıkları işin niteliği açısından yaşamsal bir öneme sahiptir. Medya profesyonellerinin eğitimi bu nedenle, özellikle son 50 yıldır bütün dünyada önemli konu haline gelmiştir ve özellikle yükseköğretim alanı içinde kendisine önemli bir yer bulmuştur. Bütün bu gelişmelere rağmen yerel medya çok çeşitli açılardan olduğu gibi çalışanlarının eğitim düzeyi açısından da yeterli gelişmeyi gösterememiştir. Türkiye'de yerel medya çalışanlarının önemli bir kısmı meslek eğitiminden yoksundur. Bu çalışma, yerel medya çalışanlarının mesleki eğitim ihtiyaçlarından yola çıkarak, bu ihtiyacın karşılanması için halen yapılanları sıralamakta, köklü bir çözüm için de bir yerel medya enstitüsü kurulması fikrini tartışmaktadır. Educational needs o flo ca l media professionals and The Local Media Institute Abstract Media professionals obtain Information to the society which is necessary to reception of the real vvorld. So the media professionals education is essential and it became an important issue in the vvorld in last fitty years and education ot the media professionals take place in higher education area. Although this developments local media professional's education level so lovv and they need more education opportunities. This article aims to explain educational needs of local media professionals and argue that educational programme's to local media professional in Turkey last ten years. And in the condusion, it is proposed that establish a local media institute. iletişim : araştırmaları (1-2):

74 7 6 iletişim: araştırmaları Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü Her alanda olduğu gibi, medya alanında da eğitilmiş işgücüne duyulan ihtiyaç giderek artmaktadır. Ancak, mesleki eğitim sadece mesleğe yeni kabul edilecekler açısından değil, herhangi bir yolla mesleğe kabul edilmiş, medya çalışanları açısından da belirgin bir ihtiyaç olarak durmaktadır. Başta gazetecilik olmak üzere medya alanına giren uğraşların belli bir eğitim gerektiren meslek olduğu yolundaki görüşler ağırlık taşısa da (Altun, 1995) mesleğe girişte, bu alanda eğitim görmüş olmanın bir ön şart olarak kabul edilmeyişi, hatta ilköğretimden üniversiteye kadar farklı düzeylerde eğitim görmüş kişilerin bu alanda çalışıyor olması önemli bir sorun oluşturmaktadır. Herhangi bir meslek grubu için kaçınılmaz bir ihtiyaç olan eğitim, mesleğin uygulanması sırasında uyulması gereken kuralların öğrenilmesi, becerilerin geliştirilmesi, pratik yapılması, mesleki ilkelerin ortaklaştırılması açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi, gazeteciliğin "herkese açık bir meslek" olması nedeniyle bu meslek grubunun eğitim açısından ortak standartlara sahip olmaması maalesef giderilemeyen bir sorundur. Kaldı ki, genel olarak radyo, televizyon, gazete ve dergileri işleten/üreten organizasyonların büyüklük açısından çok geniş bir farklılık göstermesi, buralarda üretime aym mesleki unvanla katkıda bulunan meslek erbabımn nitelikleri arasında çok belirgin farklılıklar ortaya çıkarmaktadır. Günümüzde Türkiye de yükseköğretim düzeyinde medya sektörü kapsamına giren mesleklerle ilgili eğitim, 16'sı devlet üniversitelerine, 15'i vakıf üniversitelerine bağlı olmak üzere toplam 31 iletişim fakültesinde verilmektedir. Bunlara, çoğunluğu KKTC'de olmak üzere 8 de yurtdışmdaki fakülte

75 Altun Ycrsl Medya Çalışanlarının Eğitim ihtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 77 eklendiğinde bu alanda eğitim veren fakülte sayısı 39'a yükselmektedir (ÖSYM). Bu okulların yıllık kontenjanlarının 10 bini aştığı göz önüne alındığında -kesin bir belirleme yapılmamış olmakla birlikte- her yıl bu okullardan 5-8 bin arasında öğrencinin mezun olduğu sonucuna varılabilir. Kaldı ki bu sayılar çok sınırlı bir alanın görüntüsünü vermektedir. Zira bu rakamlara, ara eleman yetiştirme iddiasında olan ve ortaöğretim düzeyinde eğitim veren 16 iletişim meslek lisesi ile iki yıllık meslek yüksek okullarında sürdürülen ve ağırlıkla medya alanma giren meslekleri önceleyen programlar da eklendiğinde medya sektörünün, ihtiyaç duyduğu eğitilmiş insan gücü açısından oldukça iyi durumda olduğu düşünülebilir.1 Ancak durum gerçekte böyle midir? Elimizde çok sağlıklı veriler bulunmamakla birlikte, medya sektörü çalışanlarının önemli bir bölümünün herhangi bir düzeyde meslek eğitimi almadıkları, işin gereklerini ağırlıkla iş başında öğrendikleri anlaşılmaktadır yılı Ağustos ayı itibanyla basm kartı sahibi 9 bin 8322 medya mensubundan 6 bin 793 ü (% 69) yüksek öğretim, 2 bin 367 si (% 24) orta öğretim, 672'si (% 7) ise ilköğretim mezunudur.3 Bu tabloya bakıldığında, sadece basm kartı taşıyan medya çalışanlan açısmdan durum çok da endişe verici olarak algılanmayıp, hatta yüksek öğrenim görmüş ı Türkiye'de lisans ve lisansüstü düzeyde iletişim eğitiminin gelişimi ile ilgili olarak (Bakınız Tokgöz, 2003). 2 Bu sayı, gazetecilere statülerine göre verilen san basın kartı, serbest basın kartı, sürekli basın kartı ve basın şeref kartı taşıyanların tümünü kapsamaktadır. 3 Veriler, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Bilgi tşlem Merkezi nden tarihi itibarıyla alınmıştır.

76 78 iletişim : araştırmaları medya mensuplarının fazlalığı sevindirici karşılanabilir. Oysa, basm kartı sahipleri bu alanda hizmet üreten çalışanlar bakımından deyim yerindeyse "buz dağının görünen kısmı"nı ifade etmektedir. Medya sektöründe hizmet üretenlerin önemli bir kısmının gerek çalışma süresi ve gerekse hukuki statü gibi nedenlerle basın kartı sahibi olmadıkları/olamadıkları göz önünde bulundurulduğunda, bu oranın oldukça aşağılara çekilebileceği görülebilir. Zira, özellikle yerel medya kuruluşlarında meslek icra edenlerin önemli bir kısmı basın kartı sahibi olmayan gençlerden oluştuğu için onların eğitim durumları bu tabloya yansımamaktadır. Kaldı ki, bu tablo meslek eğitimi almış gazetecilere ilişkin bir veriyi içermemektedir. Zira, bu veriyi sağlayan Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM) Bilgi İşlem Merkezi, sadece eğitim düzeyi ile ilgili bir kayıt tutulduğunu okul türüne ilişkin dağılımın ise veri girişindeki eksiklik nedeniyle sağlıklı olmadığım belirtmiştir. Bu konuya ilişkin bir projeksiyon yapabilmek için BYEGM verileri üzerinden Temmuz Ocak 2005 tarihleri arasında bir değerlendirme yapan Burcu Kaya'mn çalışmasından (61-76) yararlanılabilir. Söz konusu çalışmada, bütün basın kartı sahipleri üzerinden değil, sadece sarı basm kartı taşıyanlar üzerinden yapılan değerlendirmede, medya mensuplarının sadece % 25.6 sının iletişim alanında dört yıllık bir yükseköğrenime sahip olduğu ifade edilmektedir (69). Sadece bu veriden hareket edildiğinde bile, medya sektöründe çalışanların yalmzca dörtte birinin meslek eğitimi aldığı, geriye kalan dörtte üçünün ise en azından örgün nitelikli bir mesleki eğitim almaksızın medya sektöründe çalıştıkları söylenebilir.14 4 Kaldı ki, iletişim fakültelerinde verilen eğitimin mesleki niteliği de tartışmalıdır. İletişim fakültelerinde verilen eğitimin ya da daha genel bir ifade ile iletişim eğitiminin niteliği üzerine genel bir uzlaşıdan söz etmek kanımca mümkün değildir. Bu çalışmaya ilgi duyan ve bu dipnota vakit ayıracak denli ayrıntılı okuma yapanların alana yönelik entelektüel ilgileri nedeniyle, iletişim eğitimi alanında süren tartışmaların ana hatlarını bildiklerini varsayarak, bu çalışmanın amacını aşan ayrıntılara girmek niyetinde değilim. Ancak disiplinlerarası bir çalışma alanı olan iletişimin çok farklı kaynaklardan beslenen teorik arka planının da belirlediği (Bakınız Mutlu, 1994; Kejanlıoğlu, 1995) iletişim fakülteleri ders programlarında mesleki becerileri geliştirmeye yönelik derslerin konu, içerik ve süreleri ile ilgili tartışmalar hala süregelmektedir (Bakınız Özbek, 1992; Mutlu, 1992; Nalçaoğlu, 1998; Mutlu, 1998; Mutman, 1998; Dağtaş, 2003). Bildik haliyle "teorik ve pratik" konuların ders programlarında nasıl ilişkilendirileceğine dair bu belirsizlik, tümünün adı iletişim fakültesi olsa da, her fakültede mevcut öğretim kadrosunun, yetenek ve yeterlilikleri ile sınırlanan "tercihlerle" belirlenmektedir. Bunun üstüne bir de mesleki eğitimin gerektirdiği ortamların eksikliğinden kaynaklanan nedenler eklenince, iletişim fakültelerinde medya sektörünün kapsamına giren işler kapsamında ihtiyaç duyulan mesleki eğitimin de yeterince verilebildiğini söylemek kanımca mümkün değildir.

77 Altun»Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim ihtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 79 Mesleki eğitim almış elemanlar açısından yerel medyadaki durum ise daha vahimdir. Bu iddiayı, yerel medya mensuplarının sadece meslek eğitimi açısından değil, genel olarak eğitim düzeyleri açısından yapılacak bir değerlendirmeye genişletmek de mümkündür. Ancak sorunu konumuz açısından tartışmak yeterli olacaktır. Tokgöz un (2001) de yakındığı biçimiyle yerel medyaya ilişkin sayısal verilerin azlığı sorunu bütün çabalara rağmen, hala aşılabilmiş değildir. Türkiye'de iller itibarıyla yerel medya kuruluşları, bu kuruluşların türlerine göre dağılımı, bu kuruluşlarda çalışanların genel görünümünü sergileyecek sayısal veriler gibi veriler maalesef sürekli ve sistematik biçimde derlenememektedir. Gerçi bu durum, yaygın medya açısından da geçerlidir, ancak Anadolu'daki çeşitli il ve ilçelere yayılmış gazete, dergi, radyo ve televizyonların oluşturduğu yerel medya sektörünün büyüklüğüne ilişkin verilerin derlenmesindeki sorun açıkça ortadadır. Bu verilerden yoksunluk, yerel medyaya ilişkin tartışmaların sadece belli gözlemlerle sınırlı kalmasına neden olmaktadır. Yerel Medya Kavramı ve Genel Görünüm Medya deyimi genel olarak gazeteler, dergiler, radyolar ve televizyonları kapsar. Bu araçlar kitle iletişim araçları olarak tanımlansa da, erişebildikleri kitlelerin büyüklüğüne göre bu araçlar da kendi aralarında sınıflandırılırlar. Genellikle bir ülkede faaliyet gösteren medya kuruluşları yayıldıkları alan ya da hitap ettikleri kitlelerin coğrafi dağılımları göz önünde bulundurularak ulusal, bölgesel ve yerel olmak üzere üçe ayrılırlar. Bu üç sınıflama kapsamında değerlendirilebilecek medya kuruluşları şöyle tanımlanabilir: Ulusal medya:5 Tek bir basm-yaym kuruluşu tarafından aynı isimle basılan ya da yayınlanan ve ülkenin en az % 70'inde dağıtılan ya da izlenen gazete, dergi, bülten, radyo ve televizyon yayınlarını ve bunları yapan kuruluşları kapsar. Bölgesel medya: Tek bir basm-yaym kuruluşu tarafından aym isimle basılan ya da yayınlanan ve üç komşu ilde veya en az bir coğrafi bölgede dağıtılan ya da izlenen gazete, dergi, bülten, radyo ve televizyon yayınlarını ve bunları yapan kuruluşları kapsar. Yerel medya: Tek bir basm-yaym kuruluşu tarafından aynı isimle tek bir yerleşim biriminde basılan ya da yayınlanan ve yalnızca o yerleşim biri-

78 8 0 iletişim : araştırmaları minde dağıtılan ya da izlenen gazete, dergi, bülten, radyo ve televizyon yayınlarını ve bunları yapan kuruluşları kapsar. Türkiye'de yerel medya kuruluşlarının sayısı oldukça fazladır. Başbakanlık Basın Yaym ve Enformasyon Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre, Türkiye'de halen mevcut 5 bin 925 basılı süreli yayının çok önemli bir bölümü yerel medya statüsündedir. Elektronik kitle iletişim araçları açısından da benzer bir görünüm vardır. Radyo Televizyon Üst Kurulu kayıtlarına göre, 252 televizyon kanalından 213'ü, 1090 radyo kanalından da 952'si yerel statüdedir (RTÜK, 2006). Yerel medya kuruluşlarının çoğu işletme gücü açısından zayıftır. Ana finansman kaynağı olarak reklam geürlerinin kısıtlı olması nedeniyle,567 yerel medya kuruluşları üretim teknolojisi ve girdiler bakımından da arzu edilen düzeyde değildir. Yerel medya kuruluşlarının önemli bir kısmı az sayıda çalışanla faaliyet göstermektedir. Hatta Girgin'in 1997 yılında yerel gazeteler üzerinde yaptığı tespitlere göre, söz konusu yayınların yarısına yakım 1-2 kişi tarafından çıkarılmaktadır (57). 5 Bu kavram İngilizce literatürde " national - ulusal" ya da "nation mide - tüm ülkeye yayılan" olarak kullanılmaktadır. Bu kavram yakın zamana kadar Türkiye'de benzer biçimde kullanılmaktaydı. Örneğin, "ulusal gazeteler" denildiğinde, bütün ülkede dağıtımı yapılan gazeteler anlaşılmaktaydı. Ancak, 26 Haziran 2004 tarihinde kabul edilen 5184 sayılı Basın Kanunu süreli yayınları tarif ve tasnif ederken, ulusal basın yerine "yaygın basın" kavramını kullanmayı tercih etmiştir. Bunda bazı meslek örgütlerinin "ulusal" kavramının içerdiği ideolojik anlamın özünden yola çıkarak yaptıkları müdahalelerin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu savlara göre ulusallık tanımı, ulusal çıkar ve değerleri savunma ile ilişkilidir ve yine o savlara göre basın kuruluşlarının önemli bir bölümü bu konuda yetersizdir. Dolayısıyla "ulusal basın" tanımlamasını hak etmemektedirler. Bu nedenle, 5184 sayılı yasanın "tanımlar" başlıklı 2. maddesinin "d" fıkrası "yaygın süreli yayın" başlığını taşımaktadır. Bu kavram son yıllarda radyo ve televizyon yayıncılığı açısından değişime uğramıştır. 2000'li yıllara kadar, elektronik yayın kuruluşları da sınıflanırken, basın için kullanılan kavramlardan yararlanılırken (Aziz, 1996; 66-67), 2004 yılında Basın Kanununda yapılan değişikliğin ardından elektronik yayın kuruluşlarının sınıflandırılmasında da "ulusal" kavramının ihtiyatlı kullanıldığı görülmektedir. Radyo Televizyon Üst Kurulu "ulusal" tanımı yerine "ülke çapında yayın yapan" tanımını tercih etmektedir (Örnek için bakınız / e3b Erişim tarihi: ). 6 http: / / =G%F6r%FCnt%FCle&aranan_il=secilmedi. Erişim tarihi: Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de medya kuruluşları neredeyse bütün gelirlerini reklam harcamalarından sağlamaktadır. Türkiye'de 2006 yılı itibarıyla hesaplanabilen toplam reklam harcaması 3 milyar 675 milyon YTL civarındadır (Yaklaşık 2 milyar 534 milyon USD). Bu kaynağın % 75'i ülke çapında yayın yapan ve dağıtılan medya kuruluşlarına gitmiştir. Yerel medya ise, geriye kalan % 25'lik paydan reklam prodüksiyonu, basılı malzeme, ajans komisyonu dışında kalan kısımdan yararlanmaktadır. Kaynak: Reklamcılar Demeği -

79 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim ihtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 81 Yerel Medya Çalışanları ve Mesleki Eğitim Girdiler içinde en önemli kalemi insan gücü oluşturmaktadır. Herhangi bir üretim alanında mal ve hizmetlerin kalitesini belirleyen en önemli unsur işgücünün niteliğidir. İşgücünün niteliğini belirleyen temel unsur ise eğitimdir. Bu bağlamda yerel medya mensuplarımn eğitim durumları ile ilgili veriler de oldukça sınırlıdır. Yıldırım (2002), Erzurum, Elazığ ve Van illeri örneğinde "Doğu Anadolu Medyasının Genel Görünümü"nü incelediği çalışmasında, söz konusu üç ildeki medya çalışanlarının özelliklerini belirlerken, "Gazetecilik Doğu Anadolu'da daha çok lise mezunu olanlarca meslek edinilmiş görülmektedir" (117) tespitinde bulunmaktadır. Söz konusu çalışma kapsamında belirlendiği biçimiyle Erzurum, Elazığ ve Van il merkezlerinde çalışan ve görüşlerine başvurulan 85 gazetecinin % 69.4 u lise mezunu, % 29.4'ü üniversite mezunudur. Üniversite mezunlan arasında yalnızca 2 kişi iletişim fakültesini bitirmiştir. Kaya da yukarıda da değindiğimiz çalışmasında, sadece sarı basın kartı mensuplannın eğitim durumuna ilişkin aynntılı değerlendirmesinde, Türkiye'deki 81 ilin 53'ünde iletişim fakülteli, yani mesleki eğitim görmüş gazeteci olmadığını tespit etmiştir (70). Türkiye Gazeteciler Federasyonu ile Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Kadımn Statüsü Genel Müdürlüğü'nün işbirliği ile yıllan arasında gerçekleştirilen 11 yerel medya seminerine katılan gazetecilerin % 2.5'i lisansüstü, % 46'sı üniversite, % 45 i lise, % 5.5 i ortaokul, % l'i de ilkokul eğitimine sahip oldukları belirlenmiştir. Yani bu programa katılan yerel gazetecilerin % 51.5'i lise ve altı düzeyinde eğitime sahiptir (Altun, 2004). Bu veri de, Yıldınm m yerel gazeteciliğin daha çok lise mezunlarınca meslek edinildiği savını güçlendirmektedir. Girgin ise yerel basında çalışanlann eğitim durumlanna ilişkin bir veri sunmamakla birlikte, "...Gazeteleri basan teknisyenlerin büyük bir bölümü alaylıdır. Düzenli bir eğitime ya da kursa katılmadıklan için 'babadan gördüklerini uygulamaktadırlar. Yazı kadrolan da yetersizdir..." tespitinde bulunduktan sonra, "Anadolu basınının gerçek temsilcilerinin", bu eksikliğinin giderilmesi için en az lise düzeyinde gazetecilik okulları açılmasının ve sürekli eğitim kursları düzenlenmesinin gerekli görüldüğünü belirtmektedir (43).

80 82 iletişim : araştırmaları Yerel basın mensuplarının eğitim ihtiyacı, öncelikli konular arasında yer almasa da ulusal düzeyde yapılan toplantılarda da dile getirilmektedir yılında yapılan 2. Türk Basm Kurultayı'nda yerel basın mensuplarının programlı bir biçimde hizmet içi eğitimden geçirilmesi gerektiği dile getirilerek, haber toplama, yazma teknikleri, haber değerlendirme ve sayfa düzenleme gibi konularda eğitim programları düzenlenmesi istenmektedir (BYEGM, 1976: 112). Anadolu Basın Birliği Genel Başkanı olan Lütfi Akcan ise (67-73) Türk Basınının Sorunları Sempozyumu'nda (1986) yaptığı değerlendirmede, eğitimi sorunlardan biri olarak görmekle birlikte, yerel basının eğitim ihtiyacım, eğitilmiş matbaacılarla sınırlı görmektedir. Girgin'in yukanda da atıfta bulunduğumuz çalışmasında, "Yerel Basının İstekleri" başlığı altında sıralanan 41 madde içinde ağırlığı yerel gazetelere resmi ilan dağıtımının düzenlenmesi ve devlet desteğine ilişkin talepler oluşturmuştur. Bu maddeler arasında yalnızca üçü eğitimle ilgilidir; "Endüstri meslek liselerinde matbaacılık bölümleri yaygınlaştınlmalıdır. Anadolu basını için periyodik eğitim seminerleri düzenlenmeli, ulusal basın kuruluşlannda staj imkanı sağlanmalıdır. Lise düzeyinde gazetecilik okulları açılmalıdır" (58-60). Vural da Yerel Basın ve Kamuoyu adlı çalışmasında, yerel gazetelerin kamuoyunu oluşturma konusundaki başarılarının sahip oldukları kadrolarla ilişkili olduğunu belirttikten ve "Kadronun niteliği bir anlamda yerel basın organmm niteliği anlamına gelmektedir" değerlendirmesinden sonra, yerel gazetecilerin eğitim düzeyindeki düşüklüğe dikkat çekmektedir ( ). Yerel medya çalışanlarının eğitim sorunu ile ilgili en güçlü vurgu, Kasım 1996 tarihlerinde Ankara da gerçekleştirilen 1. Anadolu Basın Yaym Kurultayı'nda göze çarpmaktadır. Kurultaya bir rapor sunan Anadolu Basım ve Çalışanlarının Sorunları Komisyonu nun tespit ve önerileri çarpıcıdır: Yerel basında çalışan gazetecilerin eğitimi konusu önemli sorunlar arasındadır... Oysa günümüz Anadolu Basını yetişmiş personel bakımından büyük imkansızlıklar içindedir... Yerel basının personel eğitimi sorununu çözümlemek amacıyla mesleki yüksek eğitim kurumlan ile işbirliğine gidilerek çeşitli eğitim programları yoluyla mesleki formasyonları geliştirilebilir. Bu bir anlamda üniversiteler ile basın arasında bir işbirliği ortamı yaratarak, iki taraf için de katkı sağlayabilir (BYEGM, 1997:176).

81 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim ihtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 83 Bütün bu tartışmalar yaşanırken, sadece dergi ve gazetelerden oluşan yerel basm, 90'larda özel televizyonların yayma başlaması ile birlikte yaşanan süreçte dönüşüme uğramış ve bu kavram, yerel radyo ve televizyonları da kapsayacak biçimde yerel medyaya dönüşmüştür. Ancak bu dönüşüm yerel medyanın eğitim ihtiyacının katlanarak büyümesine neden olmuştur. Bu arada sorunun çözümüne, yani yerel medya çalışanlarının eğitim ihtiyaçlarının karşılanmasına dönük çabaların da başladığı bir döneme girilmiştir. Yerel Medya Çalışanları için Eğitim Programları Bütün bu açıklamalar özellikle yerel medya çalışanları açısından mesleki eğitimin önemli bir ihtiyaç olarak ortada durduğunu göstermektedir.8eğitilmiş işgücünün, toplumsal ve ekonomik gelişmenin temel girdisi olduğu genel kabul gören bir görüştür. Eğitim bu nedenle, toplumsal düzeyde her faaliyet alanında önemli bir kavrama dönüşmektedir. Eğitim denildiğinde ilk anda akla, okullarda yürütülen çalışmalar gelse de eğitim, sadece okullarda ve okul yaşlarında değil, okul dışındaki pek çok kurumda, kurumsal olmayan ortamlarda ve yaşam boyu süren bir eylemdir.9 Yaşam boyu öğrenme ihtiyacı içinde olan yetişkin bireylerin bu ihtiyaçlarım karşılayan pek çok kaynağa yönelmesi, bunu bireysel ya da kurumsal çözümlere başvurarak gidermesi mümkündür. Bunlar çeşitli kurslar, merkezler gibi kurumsal çözümler olabileceği gibi, kitle iletişim araçlarından ve kitaplardan yararlanarak bireysel çözümler de üretilebilir. Yaşam boyu öğrenme, bireysel bir ihtiyaç olarak tanımlanıp, bunun giderilme yollan bireylerin 8 Türkiye'de mevcut iletişim fakültelerinin sayısının fazlalığı (Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 1999: 65) ve ihtiyacın çok üzerinde mezun verdiği ve mezunların işsiz gezdiği savunulurken, bir yandan da, yerel medyada mesleki eğitim görmemiş çalışanların bu ihtiyaçlarının nasıl giderilebileceğini tartışmak bir çelişki gibi durmaktadır. Medya kuruluşları için akılcı olanın kendileri için daha verimli olacak eğitimli işgücü istihdam etmesi olduğu, bu yolla hem sektördeki mesleki eğitim ihtiyacının bir ölçüde giderilmiş olacağı, bu girişimin aynı zamanda da mesleki eğitim görmüş yükseköğretim mezunlannın işsizlik sorununa çare olabileceği düşünülebilir. Ancak, Türkiye'de yerel medyanın yapısı ve işleyişi nedeniyle mesleki eğitim görmüş işgücü buralarda istihdam edilmek yerine, başta İstanbul olmak üzere birkaç büyük kente yığılmaktadır. Anadolu'nun birçok il ve ilçe merkezinde oluşan boşluk ise, mesleki eğitim almamış yerel işgücü ile doldurulmaktadır. 9 Yaşam boyu öğrenme ya da yaşam boyu eğitim, eğitimin insan yaşamının belli bir dönemi ile sınırlı olmadığını, gelişen ve değişen toplumsal koşullara göre bireylerin doğumdan ölüme kadar her düzeyde eğitim ihtiyacı içinde olduğunu savunur.

82 8 8 iletişim : araştırmaları TGC ve KAV tarafından düzenlenen Yerel Medya Meslek İçi Eğitim Seminerlerinin eğitim niteliğine ilişkin bir değerlendirmeyi ise TGC ve KAV tarafından düzenlenen Yerel Medya Meslek İçi Eğitim Seminerlerinin İçerik Çözümlemesi adlı çalışmada bulmak mümkündür. Bu çalışma, söz konusu proje kapsamında 1997 ile 2000 yıllan arasında gerçekleştirilen 15 seminerin bant kayıtlanılın içerik çözümlemesi yöntemiyle incelenmesinden oluşturulmuştur. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basım ve Yayımcılık Bölü- mü'nden Prof. Dr. Uğur Demiray ve diğerleri tarafından gerçekleştirilen araştırmanın sonuç bölümünde, eğitim seminerlerinin amacı hangi oranda karşıladığına ilişkin şu tespit dikkat çekicidir: Her iki kurum, bu eğitim seminerleri için işbirliğine kalkıştıklarında yerel basın gibi özellikle ülkemizin sosyal yapı gerçekleri açısından son derece önemli olan iletişim kurumunun sorunlarını, çözmeye yönelik bir girişimde bulunmayı, bir tartışma platformu oluşturmayı değil, yerel gazetecilerin ufuklarını geliştirici, farklı düşünmelerini sağlayıcı, yeni gelişmelerden haberdar edici, motivasyonlarını artırıcı ve böylelikle kısa süreli bir program dahilinde de olsa eğitilmelerini sağlamayı amaçlamıştır. Amaçlanan bu düşünce çerçevesinde gerçekleştirilen organizasyonların hemen hepsinde her ne kadar konu sürekli olarak yerel basının sorunlarının, yetersizliklerinin, ezilmişliğinin, uğradığı haksızlıkların dile getirilmesine kaymışsa da, seminerin bütününde konuşmacıların bir eğitim çabası içinde olduğunu söylemek gerekmektedir. Bu nedenle bu seminerlerin düzenlenmesinden amaçlanan düşüncenin, yerel gazeteciler açısından gerçek anlamda işlevine ve hedefine tam olarak ulaştığını söylemek kolay olmasa da, seminerlerin bu işlevi yerine getirmediğini söylemek de oldukça zordur. Gerçekten de sorunlu bir kuruma eğitim vermek gerçekten kendi içinde oldukça ciddi güçlükler içermektedir. Bunu göze almak ve eğitim verme düşüncesinde ısrarcı olmak, takdir edilmesi gereken bir çaba olarak kabul edilmelidir. Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki, sorunların dile getirilmesi ve bu sorunların çözümlerine yönelik gösterilen alternatif yöntemler de eğitim sürecinin çok önemli bir sac ayağı, çok önemli bir parçasıdır." Yine aynı çalışmanm "Öneriler" bölümünde ise, seminerlerin işleyişinde, özellikle de eğiticilerin niteliğinde görülen bazı problemlere parmak basıldıktan sonra, Bu konudaki bir değerlendirme için, Nail Güreli'nin Olağanüstü Hallerde Yerel Gazetecilik ve Yerel Basın konulu toplantının kapanış konuşması bakınız Erişim tarihi: Erişim tarihi:

83 Altun «Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 8 9 Sorunları dillendirme, sorunları dile getirerek çözümde sorumluluktan kaçma, rasyonel olmayan beklentiler ile aksine çözümsüzlüğü artırma anlayışının neredeyse karakteristiğe dönüştüğü bir eğitim semineri dizisinde, sağlıklı ve verimli bir bilgi alış verişi beklemek hata olacaktır. Kuşkusuz sektörün sorunları dile getirilecektir ve getirilmelidir. Ancak asıl amacın eğitim olduğu bir ortamda eğitimin dışında sorunların ısrarla gündeme getirilmesi ve gündemde tutulması, eğitim almaya gelmiş az sayıdaki KİA çalışanına da engel olacaktır. Bu nedenle eğitim seminerleri ağlama duvarı olmaktan bir an önce kurtarılmalı ve başlangıçtaki amaçlarına dönülmelidir. değerlendirmesiyle, eğitim ortamının niteliğine ilişkin üstü kapalı bir eleştiri dile getirilmektedir. Bu değerlendirmenin ardından öneriler şöyle sıralanmaktadır: Böylesi bir durumda büyük fedakarlıklarla seminerleri düzenleyen kurumların farklı öğrenme-öğretme-eğitim yöntemlerine yönelmeleri, bu amaç doğrultusunda akademik çevrelerden destek almaları daha yararlı olacaktır. Gerek duyulması halinde bu proje yetkililerinin belirleyeceği uzman bir grup buraya kadar gelinen noktadaki durumu daraltılmış bir toplantıda değerlendirerek, içeriği daha didaktik-öğreticilik boyutu ile desenlenmiş bir eğitim programı geliştirmeli, önermeli ve ivedilikle uygulamalıdır. Karar verilecek olan bu eğitim programı çeşitli uzmanlık gerektiren açılardan fizibilite araştırmasından elde edilen veriler doğrultusunda eğitim yöntemi üzerinde uzlaşılmalıdır. Böyle bir eğitim programının hazırlanmasında uzaktan eğitim yöntemi pekala düşünülebilir ve bir ya da iki yıllık eğitim sürecinden sonra başarılı olan yerel medya çalışanları sertifikalandırılarak 2000'li yılların farklı bir yerel basın çalışan profili oluşturulabilir. Bu proje, Hükümet, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, sivil toplum ve meslek örgütleri ile diğer üniversiteler kurum ve kuruluşlarına ayrıntılı bir biçimde anlatılarak bu kurum ve kuruluşların her düzeyden desteği özellikle de eğitim programının içerik geçerliliği konusunda destekleri alınmalıdır. Öneri olarak "Yerel Medya Uzaktan Eğitim Projesi" (YMUP) olarak adlandırılabilecek bu projede, başta mesleki ve teknik konular olmak üzere Türkiye'nin ve dünyanın güncel konu ve kavramlarını da içeren bir program geliştirilerek hedef kitleye sunulabilir. Uygulamada konu ve kavramlar uzaktan eğitimin gerekli görülen eğitim bileşenlerinden oluşacak materyaller yine ülkede alanında uzman kadrolar tarafından üretilerek hedef kitleye ulaştırılır, kısa süreli eğitim oturumlarında materyallerde sözü edilenler yüz yüze oturumlarda pekiştirilerek daha sonra elde edilen birikimler değerlendirilerek sertifikalandırma aşamasına geçilebilir.'6

84 9 0 iletişim : araştırmaları TGC ve KAV m birlikte yürüttüğü yerel basın seminerlerinin uygulaması, seminerin yapılacağı yerin yerel basm meslek örgütü ve TGC'nin işbirliği ile gerçekleştirilmektedir. Bir il merkez olarak belirlendikten sonra çevre illerdeki yerel örgütlerden katılımcıların belirlenmesine yardımcı olunması istenip, yaklaşık 100 kişilik bir grup belirlenmektedir. Seminere eğitici olarak katılacakları ise TGC belirlemekte, bunların arasında akademisyenler, gazetecilik, radyo ve televizyon yayıncılığı konularında deneyimli meslek adamları ve özellik de Basın İlan Kurumu, BYEGM, RTÜK, Anadolu Ajansı gibi eylem ve etkinlikleri ile yerel medyayı ilgilendiren kurumlann yetkilileri yer almaktadır. Bir gün olarak planlanan seminerde, eğitimcilerin seminerin yapılacağı yere ulaşımı, çevre illerden gelen katılımcıların ulaşımı, bütün ekibin konaklaması, öğle ve akşam yemekleri ile birlikte seminer başına bütçe bin YTL arasında oluşmaktadır.1819 Seminerlerde bugüne kadar yaklaşık 4200 yerel medya mensubuna eğitim verildiği belirtilmektedir. Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Yerel Medya Seminerleri20 BYEGM yerel medyaya dönük eğitim seminerlerine TGC'nin KAV ile birlikte düzenlediği seminerlerin hemen ardından başlamıştır. Hatta Mart 1998 tarihinde Diyarbakır'da düzenlenen 1. Yerel Medya Eğitim Seminerinin açılış konuşmasında dönemin Basm Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü Aydın Sezgin, bu etkinliklere TGC'nin söz konusu seminerine katıldıktan sonra karar verdiğini belirtmektedir (BYEGM, 1998: 11). Seminerler BYEGM'nin yetki ve görevlerinin belirlendiği, 1984 tarihli ve 231 sayılı BYEGM Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'de yer alan ve Basm Yaym Dairesi Başkanlığının görevleri arasında sayılan, "Yerli basm organlarının ve bunlann mensuplarının çalışmalarını kolaylaştırıcı tedbirleri almak; yerli basımn güçlendirilmesi amacıyla eğitim programları düzenlemek" hükmüne dayanarak gerçekleştirmektedir. BYEGM nin düzenlediği seminerler, en az 6 ilin katılımıyla, bölgesel olarak, yalnızca yerel medya mensuplarına yönelik olarak düzenlenmektedir Erişim tarihi: Serap Ağırer'den alınan bilgiler. 20 Bu bölümde kaynak gösterilmeden verilen bilgiler, BYEGM görevlilerinden ve benim de zaman zaman eğitici olarak görev aldığım seminerlerdeki gözlemlerimden derlenmiştir.

85 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim ihtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 91 Düzenlenen seminerlerin her birinin süresi iki günden oluşmakta, ayrıca seminerler gün içerisinde iki ayn oturumda gerçekleştirilmektedir. Seminerde her bir konuşmacıya dakika süre verilmekte, her bir seminer gününün sonunda da soru-yanıt-tartışma bölümlerine yer verilmektedir. Bugüne kadar, Diyarbakır (1998), Trabzon (1998), Bursa (1998), Denizli (2000), Erzincan (2000), Edirne (2001), Düzce (2001), Mardin (2001), Tunceli (2002), Kayseri (2004), Adıyaman (2005), Adana (2006), Konya (2006) ve Karabük'te (2007) olmak üzere toplam 14 yerel medya semineri gerçekleştirilmiştir. Düzenlenen bu seminerlere, seminere katılacak illerin valiliklerinin basın ve halkla ilişkiler müdürlükleri aracılığıyla, bölgede etkin olarak faaliyet gösteren yerel medya çalışanlarının katılımı sağlanmaktadır. Bu bağlamda, seminerlere civarında yerel medya mensubunun katıldığı göz önüne alındığında yıllan arasında yapılan 14 seminerde civannda yerel medya mensubunun bilgilendirildiği düşünülebilir. Katılımcılar arasında çalıştıklan kitle iletişim araçlarının türü, yaş ve yaptıktan görev açısından homojenlik söz konusu değildir. Bu nedenle, grubun ortak özellikleri ve ihtiyaçlan göz önüne alınarak bir program da yapılmamaktadır. Seminerlerde yer alan konular, BYEGM tarafından, bir medya mensubunun bilmesi gerektiği düşünülen konular arasından ve yerel medya mensuplanndan gelen talebe göre belirlenmektedir. Aynca düzenlenen her bir seminer, daha sonraki seminerler için bir model oluşturmaktadır. Seminerlerin soru-cevap-tartışma kısmında yöneltilen sorular, düzenlenecek diğer seminerin konularının belirlenmesinde rol oynamaktadır. Belirlenen konular, bir seminerde anlatıldığı gibi, birden çok seminerde de yer bulabilmektedir. Seminerlerin konuşmacıları, yine BYEGM tarafından, konularında uzman ve sektör deneyimi olan kişiler arasından ve aynı zamanda yerel medya mensuplanndan gelen talebe göre de belirlenmektedir. Yerel medya mensuplanmn talepleri genelde, sektörde tanınmış kişilerin seminere gelmesi yönünde olmaktadır. Yerel medya mensuplan bunun dışında RTÜK ten, Basın İlan Kurumu'ndan, Gazeteciler Cemiyetinden en az bir kişinin seminere katılması yönünde istekte bulunmaktadırlar. BYEGM hem katılımın artması, hem de seminerin verimli geçmesi bakımından yerel medya mensuplanmn isteklerini de dikkate almaktadır. Her seminere alanlarında uzman en az 10 konuşmacı davet edilmektedir.

86 9 2 iletişim : araştırmaları Düzenlenen eğitim etkinliklerinin, belirlenen amacına hizmet etmesinde ve eğitim etkinliğinin verimli geçmesi için gereken şartların sağlanmasında etkinliğin finansmanı önemli bir yer tutmaktadır. BYEGM'nin bir etkinlik için kendi bütçesinden ortalama bin YTL kaynak ayırdığı ifade edilmektedir. Bunun yam sıra, seminerin düzenleneceği ilin valiliklerinden de yardım alınmaktadır. Bu bağlamda gerçekleştirilen seminerlerde valilikler, konuşmacıların ve kursiyerlerin konaklayacakları yerlerin temini ile öğle ve akşam yemeklerinin nerede verileceğinin ve konferans salonunun belirlenmesinde, güvenliğin sağlanmasında yardımcı olmaktadır. Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF) - Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ( UNFPA) ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) Yerel Medya Seminerleri UNFPA ve KSGM, gazetecilerin toplumsal cinsiyet konusunda bilgilendirilmeleri ve bu yolla, ürettikleri mesajlarda bu konuyu işlemelerini sağlamak amacıyla TGF ile birlikte bir eğitim çalışması planlamıştır. UNFPA'mn üreme sağlığı ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda Türkiye'de uygulamakta olduğu 3. Ülke Programı çerçevesinde planlanan "Yerel Medya Eğitim Seminerleri" 2002 yılında başlamış ve 2005 yılına kadar sürmüştür. Gaziantep, Erzurum, Konya, Samsun, Antalya, Elazığ, İzmir, Kocaeli, Adana, Trabzon, Malatya, Kayseri ve Diyarbakır'da gerçekleştirilen Yerel Medya Seminerleri'ne 1000'in üzerinde yerel medya mensubu katılmıştır. Bir gün süren, öğleden önce ve öğleden sonra olmak üzere iki oturum olarak planlanan seminerde bir oturumda gazetecilikle ilgili mesleki konulara, diğer oturumda ise toplumsal cinsiyet eşitliği ve medya, toplumsal cinsiyet eşitliği ve üreme sağlığı, UNFPA konuyla ilgili çalışmaları ve Türkiye'de kadın hakları alanındaki gelişmeler ve KSGM'nin çalışmaları hakkında bilgi verilmiştir (Ayrıntılar için bakınız TGF, 2004; TGF, 2006). Finansmanı tamamen UNFPA tarafından karşılanan Yerel Medya Seminerleri'nde, TGC ve BYEGM nin seminerlerindeki yöntem uygulanmıştır. Katılımcıların çalıştıkları kitle iletişim aracının özelliği, yaş ve görev açısından benzerlikleri bu seminerlerde de göz önünde bulundurulmamıştır. Seminerlerin yerel medyanın eğitim ihtiyacına yönelik nasıl bir katkı sağladığına ilişkin olarak, aynı zamanda eğiticilerden biri olarak görev aldığım söz konusu seminerlere ilişkin olarak, UNFPA için tarafımca hazırlanan değerlendirme raporunun sonuç bölümünde medya profesyonellerinin

87 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 9 3 amaçlanan konularda topluca bilgilendirilmesinin öneminin açık olduğu vurgulandıktan sonra, şu görüşlere yer verilmektedir: Öncelikle Yerel Medya Seminerleri düzenleniş biçimi itibarıyla kapalı ve özel bir grııp için yapılan bir eğitim faaliyeti olmaktan öte, dış kamuoyuna da dönük bir etkinlik izlenimi vermektedir. Açılış oturumunda hem Ankara'dan hem de seminerin yapıldığı ilden gerçekleşen üst düzey katılım, seminerin bir olgu olarak medyaya taşınmasına yardımcı olsa da, eğitim sürecinin amaçlarına ulaşmasını ciddi biçimde engellemektedir. Bu durum zamanın etkin biçimde kullanımını engellediği gibi, eğitici ile katılımcılar arasındaki etkileşimi de kesintiye uğratmaktadır. Oturumların panel biçiminde düzenlenmiş olması da bir başka sorundur. Konuşmacıların bazen süresini aşması, belirlenmiş ve kısıtlı bir süreyi paylaşan diğer konuşmacılar için sorun yaratmaktadır. Katılımcıların, görüşlerini paylaşmak, düşüncelerini açıklamak yerine, sadece soru sormaya yöneltilmeleri etkileşimi engelleyen önemli bir soruna dönüşmektedir. Etkileşimin eksikliği, dinleyicilerin eğiticilerin anlattıkları konularda mevcut bilgi düzeyi ve tutumları hakkında bilgi edinmeyi engellemektedir. Bu da eğiticinin konuşmasını ya da etkinliği dinleyicilerin ihtiyacına göre planlamasını ve sunmasını engellemektedir (Altun, 2004). Bu değerlendirmenin ardından 2005 yılında biri Kayseri'de, diğeri de Diyarbakır'da olmak üzere 2 seminer daha gerçekleştirilmiş ve bu seminerler, yukanda değinilen rapor ışığında kişilik gruplara, tüm gün süren atölye çalışması biçiminde gerçekleştirilmiştir. Kaynak sorunu nedeniyle seminerler 2005 yılından bu yana yapılmamaktadır. Uçan Süpürge ve Yerel Kadın Muhabirler Ağı2' Yerel medya mensuplan için eğitim programlan düzenleyen kuruluşlardan biri de, kadın haklannın geliştirilmesi konusunda faaliyet gösteren bir kuruluş olan Uçan Süpürge dir. Uçan Süpürge nin kadmlann medyadaki yanlış ve eksik temsilinden duyduğu rahatsızlıktan yola çıkarak, bu eksikliğin ancak "kadın haberleri" yapabilecek kadm muhabirlerin katkısıyla giderilebileceği düşüncesiyle hayata geçirdiği "Yerel Kadm Muhabirler Ağı" projesine ilk etapta 8 pilot il katılmıştır. Antalya, Çanakkale, Diyarbakır, Eskişehir, Gaziantep, Mersin, Samsun ve İzmir'de yapılan görüşmeler sonucu kadın http: / / Erişim tarihi:

88 9 4 iletişim : araştırmaları konusuna duyarlı oldukları belirlenen 8 kadın muhabir adayı Mart 2003'te Ankara'da yoğunlaştırılmış bir eğitimden geçirilmiştir. Bu eğitimde muhabir adaylanna kadınm insan haklarından medya etiğine, feminizmden haber toplama ve yazma tekniklerine kadar birçok konuda akademisyenler ve kadın hareketinin içinden gelen uzmanlarca bilgi verilmiştir. Bu 8 kadın, daha sonra kendi illerine dönmüş ve yaşadıkları yerlerden kadınlarla ilgili haberler göndermeye başlamıştır. Bu haberler Uçan Süpürgenin her Cuma günü yenilenen adresli web sayfasmda ve yine Uçan Sü- pürge'nin aym adı taşıyan dergisinde okuyucularla buluşmaktadır. Bu ilk çalışmanın ardından, Uçan Süpürge'nin "Yerel Kadın Muhabirler Ağı Projesi" kapsamında yürüttüğü eğitim çalışmalan kapsammda toplam 6 eğitim gerçekleştirilmiştir. Projeye yeni katılımlar oldukça da bu eğitimlere devam edilmektedir. Son iki eğitime önceki eğitimlerden farklı olarak, bizzat gazetecilik yapan yerel kadın muhabirler de davet edilmiştir yılından bu yana sürdürülen eğitim çalışmalarında 115 kadar kadın muhabir eğitimden geçirilmiştir. Eğitimlere başlangıcından bu yana 24 ilden kadın muhabirler katılmıştır. 81 ilde birer kadın muhabir olması hedefine ulaşmaya çalışan projede eğitime almacak kadınların belirlenmesinde ise şu kriterlere dikkat edilmektedir:- a) Muhabirlerimizi bu haber ağının içinde yer almak üzere seçerken gözettiğimiz tek kriter toplumsal cinsiyet bakış açısına sahip olmaması. Yani, haber ve yazılarında ayrımcı, cinsiyetçi, şiddet içeren ve benzeri bir dil kullanmaması. b) Muhabirimiz olacak kadınları belirlerken yaş, eğitim durumu gibi ölçütlerimiz olmuyor. Önemli olan, kadınların kendilerini ifade edebilmeleri, diye düşündüğümüzden, okııma-yazma bilmeyen kadınların bile muhabirimiz olabileceğini söylüyoruz (Yereldeki haber, yazılı olarak aktarıldığı gibi sözlü olarak da aktarılabilir). Muhabirlerimiz arasında üniversite öğrencileri, emekliler, işsizler, STK çalışanları, öğretmenler, ev kadınları ve benzerleri var. c) Muhabirlerimizin gazetecilik geçmişi, haber deneyimi olması gerekmiyor. Hatta muhabirliğe daha önce hiç bulaşmamış kadınları tercih ediyoruz. Çünkü biz "alternatif" bir iş yapıyoruz. Ana akım medyanın da yerelin de habercilik tarzına benzemiyor bizimki. Kadın perspektifinden habere bakmak, cinsiyetçi dili kırmak, kadınları ataerkil roller içinde göstermek ve benzerleri, medyanın öncelikleri değil Uçan Süpürge Yerel Kadın Muhabirler Ağı Projesi yöneticisi Selen Doğan'dan alınan bilgi

89 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim ihtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 9 5 "Uçan Süpürge Yerel Kadın Muhabirler Ağı Projesi", Finlandiya Büyükelçiliği nden sağlanan bir fon ile hayata geçirilmiştir. Bir yıl sonunda bu destek sona ermiştir. Çalışma halen Uçan Süpürge nin kendi kaynakları ile sürdürülmektedir. Ağ içinde düzenlenen eğitimler ise ufak maddi desteklerle yapılmaktadır. Eğitimlerin organizasyon masrafları için Ankara'daki büyükelçiliklerin kültür programlanndan veya fon veren kuruluşlardan yararlanılmaktadır. GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı Yerel Medya Eğitim Semineri GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Şanlıurfa Valiliği, Şanlıurfa Belediye Başkanlığı, TGF ve GAP Gazeteciler Cemiyeti işbirliğiyle, Harran Üniversitesi, Şanlıurfa Ticaret Borsası ve Şanlıurfa Sanayi ve Ticaret Odası desteğiyle 30 Mart - 02 Nisan 2006 tarihleri arasında gerçekleştirilen seminerde "Yerel Basımn Sorunlan", "Medya ve Etik", "GAP ve Medya İlişkileri", "GAP'm Bölge Halkına Sağladığı Sosyal ve Ekonomik Faydalan" gibi konular konuşulmuş, atölye çalışmalan gerçekleştirilmiş ve bir bilgilendirme gezisi yapılmıştır. Programın yerel medya mensuplannı mesleki konularda bilgilendirme amacını güden bir eğitim çalışması olmasından daha çok, yerel medyada GAP konusunda ilgi uyandırma amacını güden bir halkla ilişkiler çalışması olduğu düşünülebilir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki ve ulusal düzeydeki 200 yerel medya mensubunun katılımıyla gerçekleştirilen seminerde oluşturulan bazı senaryolara göre, atölye çalışmalan yapılmış ve katılımcılara, GAP projesi ile ilgili haberlerde ortaya çıkabilecek bilgi ihtiyacının hangi kaynaklardan karşılanabileceği anlatılmaya çalışılmıştır. Katılımcıların ulaşım, konaklama ve beslenme ihtiyaçlan, destekleyici kuruluşlar tarafından sağlanmıştır. GAP İdaresi seminerlerin ilerleyen günlerde de gerçekleştirilmesi için çalışmalarını sürdürmektedir. Umut Vakfı Yerel Medya Eğitimleri yılında kurulan ve kamuoyunda bireysel silahlanma karşıtı kampanyalan ile tanınan Umut Vakfı da yerel medya eğitimleri düzenleyen kuruluşlar arasında yer almaktadır. Vakıf, eğitim çalışmalarına 27 Haziran 2007 tarihinde Diyarbakır'da yaptığı "Türkiye'de Bireysel Silahsızlanma ve Şiddet 23 Bu bölümdeki bilgiler adresinden ve Umut Vakfı Yöneticisi Esengül Ayyıldız'dan sağlanmıştır.

90 9 6 iletişim : araştırmaları Haberleri" başlıklı seminerle başlamıştır. Proje, Hollanda İstanbul Konsolosluğumun 3 eğitim programı için sağladığı 12 bin Euro maddi destekle hayata geçirilmiştir. Her ay bir ilde olmak üzere toplam 7 bölgede ve 10 ilde gerçekleştirilmesi planlanan eğitimlerin İkincisi 19 Ağustos 2007 tarihinde Rize'de yapılmıştır. Eğitim çalışmalarım vakıf adına koordine eden Esengül Ayyıldız bu çalışmanın vakfın yönetim kurulu üyesi Fikret İlkiz tarafından gündeme getirildiğini belirtmiştir. Bu doğrultuda, TGC'nin KAV ile birlikte yürüttüğü eğitim çalışmasının model olarak benimsendiği anlaşılmaktadır. İlk eğitim çalışmasına, Diyarbakır ile birlikte Şanlıurfa, Adıyaman, Muş, Bitlis, Elazığ, Bingöl, Siirt ve Batman'dan gazeteciler katılmıştır. Gazetecilerin ulaşım giderleri ve öğlen yemekleri karşılanmış, seminer sonrasında verilen küçük bir kokteyl ile çalışma sonlandınlmıştır. Maddi kaynak yetersizliği de etken olmak üzere, çevre illerden gelen gazetecilerin seminer sonrasında rahatlıkla illerine dönebilecekleri hesaplanarak konaklama temin edilmemiştir. Organizatörler bu nedenle katılımın başta öngörülenden düşük olduğunu belirtmektedirler. Toplantı öncesinde, 70 kadar katılımcı olacağı bilgisi atinmiş, seminerin sabah oturumuna 38 kişi, öğleden sonraki oturumuna ise 12 kişi katılmıştır. Seminerin, yayınlar da dahil olmak üzere 10 bin YTL civarında mal olduğu düşünülmektedir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) - Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Yerel Medya Eğitim Projesi24 TOBB tarafından 2005 yılında kurulan TEPAV yerel basın mensuplanna Avrupa Birliği müzakere süreci konularında donanım kazandırmak, Türkiye'de yaşanan dönüşüm sürecini ortaya koymak ve Türkiye ekonomisinin küreselleşmeye entegrasyonunun en sağlıklı biçimde nasıl gerçekleştirebileceği konusunda bilgi vermek amacıyla 2006 yılında "AB Sürecinde Yerel Medya Eğitim Projesi"ni başlatmıştır. 14 Eylül 2006 tarihinde Ankara'da düzenlenen ilk seminerin ardından, Bursa, Konya, Trabzon, Antalya ve Bolu'da (Mart 2007) düzenlenen seminerlere 185 yerel gazeteci25 katılmıştır. TOBB'un AB katılım sürecine ilişkin çalış 24 / Erişim tahihi: Erişim tarihi:

91 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 97 malarında, önemli bir yer tutan, "yerel düzeyde kapasite inşası" kavramı çerçevesinde tasarlanan "Yerel Medya Eğitim Projesi"nde 81 ildeki yerel medya mensuplarının seminerlere dahil edilmesi planlanmaktadır. Projenin tamamlanmasıyla da 2 bin 430 yerel medya mensubunun AB konusunda bilgilendirilmiş olması öngörülmektedir. Proje süresince eğitime katılan gazeteciler arasında, AB süreci konusunda haber ve makale yanşmalan düzenlenmesi ve bu yanşmalarda başarılı olan gazetecilerin de Brüksel'de bir inceleme gezisiyle ödüllendirilmesi planlanmaktadır. Proje kapsamında yaklaşık kişilik gruplar halinde bir araya getirilen yerel gazetecilere, AB konusunda orta ve üst düzey uzmanlar tarafından eğitim verilmektedir. Ancak proje yöneticileri, bu eğitimlere davet edilen yerel gazetecilerin anlatılan konulan kavrayacak yeterli donanıma sahip olmamalan nedeniyle istenen yarann temin edilemediği görüşündedirler. Toplantıya yerel gazeteci olma vasıflan nedeniyle davet edilen katılımcıların sosyokültürel geçmişlerinin birbiriyle uyuşmayan özellikleri, anlatılan konulann kavranması açısından sorun doğurmaktadır. Aynca yerel gazetecilerin bu tür toplantılarda, anlatılanlara odaklanmak ve sorulanyla konuyu kavramaya çalışmak yerine, örneğin resmi ilan dağıtımında karşılaştıklan sorunlar gibi konularda "dert anlatma" çabalan program düzenleyicilerinin dikkatle altım çizdikleri bir husustur. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Yerel ve Bölgesel Yayıncılara Eğitim Semineri26 Yerel medyaya yönelik eğitim seminerleri düzenleyen kuruluşlardan biri de Radyo Televizyon Üst Kuruludur. RTÜK, Haziran 2004 ile Aralık 2005 tarihleri arasındaki yaklaşık 18 aylık sürede Kars, Kayseri, Ankara, Gaziantep, Denizli, Edime, İzmir, Antalya, Samsun, İstanbul ve Adana olmak üzere toplam 11 ilde düzenlediği eğitim seminerlerinde yerel ve bölgesel yayıncılara, "İzleme Ölçütleri ve Yayın İlkeleri", "Enterferans ve Stüdyoların Teknik Yeterliliği", "Türk Dilinin Doğru ve Güzel Kullanımı", "3984 Sayılı Kanunun Açıklaması", "Yayın Kuruluşlarının İdari ve Mali Sorumlulukları" ve "Emniyet Teşkilatının Yayınlar Hakkmdaki Görüşleri" gibi konular 26 Ayrıntılar için bakınız Erişim tarihi:

92 9 8 iletişim: araştırmaları da bilgi vermiştir. Söz konusu iller başta olmak üzere çevrelerindeki il ve ilçelerden 1000 e yakın yerel ve bölgesel radyo ve televizyon yaymasının katıldığı seminerlerde eğitici olarak, başta RTÜK üyeleri olmak üzere, RTÜK ve Emniyet Teşkilatı uzmanlan görev almıştır. RTÜK eğitimleri, katılımcıların hizmet ürettikleri araçlann ortak özellikleri açısından yukarıda değindiğimiz eğitimlerden aynlmaktadır. Bu haliyle RTÜK seminerlerinin konu itibarıyla daha homojen bir yapısı olduğu söylenebilir. Sonuç: Yerel Medya Enstitüsü İhtiyacı ve Yapılanma Önerisi Bir ülkedeki medya yapılanması o ülkenin ekonomik ve siyasal yapılanması ile yakından ilişkilidir. Ekonomik gücü ülke içindeki çeşitli merkezlere dağılmış, siyasal sistem açısından ise merkeziyetçi değil, yerinden yönetim anlayışını ön plana çıkaran ülkelerde medya kuruluşlarının yapılanması, yaygından (ulusal) çok yerel ölçeklerden yanadır. Türkiye'de yerel medyanm sayısal olarak fazla olmasına rağmen kurumsal olarak cılız kalmasının en önemli nedeni kanımca ülkenin ekonomik ve siyasal açıdan birkaç merkeze dayalı yapısıdır. Bu yapı, yerel medya kuruluşlarının değil, yaygın medya kuruluşlarının gelişmesini teşvik etmektedir. Bu yapısal soruna rağmen öyle ya da böyle ortaya çıkmış ve varlıklarım sürdüren yerel medya kuruluşlarının sorunlarının çözümüne dair düşünceler ve uygulamalar geliştirmek demokratik gelişim açısmdan önem taşımaktadır. Zira, düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanıldığı temel alan olan kitle iletişim araçlan açısından günümüzde ortaya çıkan en büyük tehlike olan tekelleşme ve buna bağlı olarak tekseslilik tehlikesinin önündeki en önemli güvence farklı seslerin duyulmasına imkan tanıyacak biçimde çok sayıda medya kuruluşunun varlığıdır. Bu nedenle bu alan, tamamen liberal bir anlayışla, ayakta kalabilme becerisini gösterenlerin var olduğu bir alan olarak görülmeyip, özellikle yerel medya, uygun kamusal yöntemlerle desteklenmeli2627ve geliştirilmelidir. Burada şunu belirtmekte de yarar vardır ki, yerel medya "destek" kavramım öncelikle maddi yardım olarak anlamaktadır. Bu bağlam 26 Buradaki "uygun kamusal yöntemler" kavramı Türk basın tarihinde zaman zaman görülebildiği biçimiyle, "besleme basın" tehlikesine atfen kullanılmıştır.

93 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim ihtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 9 9 da, yerel medya kuruluşlarının başka üretim alanlarında faaliyet gösteren küçük ve orta boy işletmeler (KOBİ) kapsamına alınıp, teşvik ve ucuz kredilerden yararlandırılması, doğrudan destek uygulamaları ve resmi ilan pastasının geliştirilip paylaştınlmasmda yeni yöntemlerin uygulanması gibi pek çok konuda talepleri olduğu bilinmektedir. Bu taleplerin, "düşünce ve ifade hürriyeti" ne engel oluşturmayacak uygun yöntemlerle karşılanmasının önemi ortadadır. Ancak bütün bunlardan bağımsız olarak, yerel medyaya dönük en önemli destek çalışanların eğitimine yapılan katkı olacaktır. Gerçi sadece yukanda sıraladıklarımız göz önüne alındığında bile yerel medyaya dönük eğitim çalışmalarının oldukça verimli bir alan olduğu düşünülebilir. Kaldı ki, yerel medyaya dönük eğitim çalışmalan açısından gözden kaçırdığımız faaliyetlerin olabileceği de göz önüne alındığında eğitim ihtiyacının karşılanması açısından önemli faaliyetlerin yürütüldüğü düşünülebilir. Ancak yerel medyaya dönük mevcut eğitim faaliyetlerinde çok önemli eksiklikler göze çarpmaktadır. Kimisine yukarıda değindiğimiz eksiklikler, sistematik olarak sıralanmaya çalışıldığında şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır: 1. Medya kavramının geniş içeriğinden kaynaklanan sorunlar: Medya kavramı en dar anlamıyla gazete, dergi, radyo ve televizyonu kapsamaktadır. Araçsal bazda yapılan bu aynm çerçevesinden bakıldığında, farklı iletişim araçlarında çalışanlann yerine getirdikleri görevler nedeniyle farklı eğitim ihtiyaçları olabileceği mevcut eğitim seminerlerinde pek az dikkate alınmaktadır. Oysa, yerel medyaya dönük eğitim programlarının planlanmasında bu araçsal farklılıklar ve bu farklılıklardan doğan eğitim ihtiyacı göz önünde bulundurulduğunda çalışmalardan elde edilecek verim yükselecektir. 2. Katılımcıların belirlenmesi sırasında yaşanan sorunlar: Mevcut eğitim programlarının önemli bir bölümü "herkese açık" programlar olarak düşünülmüştür. Bu anlayış eğitim ihtiyacı ve önceki eğitim düzeyi, çalıştıkları araç, yaptıktan görev, sorumluluk ve pozisyonlan ve hatta yaşlan birbirinden farklı bireylerin bir araya gelmesine neden olmaktadır. Böylesi bir "kalabalık" için eğitimde ortak noktaların oluşturulması ise başlı başma bir sorundur. Bu nedenle, düzenlenen eğitim programımn bir bölümü grubun bir kısmım ilgilendirirken, diğer kısım için gereksiz olabilmektedir. Bu da eğitimin başansını etkilemektedir.

94 100 iletişim : araştırmaları 3. Eğitim içeriğinin oluşturulmasında yaşanan sorunlar: Yukarıda incelediğimiz eğitim programlarının bir kısmı, yerel medyanın ihtiyaçlarından değil, eğitimi düzenleyen kurumun ihtiyaçlarından öncelenmektedir. Örneğin, TEPAV-TOBB ya da GAP İdaresi tarafından düzenlenen seminerler, yerel medya mensuplan için bir meslek içi eğitim olmaktan çok, kurumlarm kendi ihtiyaçlannı yerel medya mensuplarına anlatmak için organize ettikleri eğitimlerdir. Buna karşılık, TGC-KAV ve BYEGM seminerleri tam da bir meslek içi eğitim mantığıyla düzenlenmektedir. Nitelikleri farklı olmakla birlikte programlannın tümünün "yerel medya eğitim semineri" olarak lanse edilmesi kimi kavramlann birbirine kanşması sonucunu doğurmaktadır. 4. Eğiticilerin niteliğinden kaynaklanan sorunlar: Meslek içi eğitim amacını taşıyan mevcut eğitim programlarında görev alan eğiticileri üç grupta toplamak mümkündür. Birincisi, meslek içinden, deneyimli meslek adamları ve medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, İkincisi yerel medya alamna dönük hizmetler de veren kamu kuruluşlarının temsilcileri ve üçüncü olarak da iletişim alanına giren mesleklere yönelik eğitim veren yükseköğretim kuramlarından akademisyenler. Eğitim seminerlerinde eğitici olarak görev alan kadro, çeşitli nedenlerle sıkça değişikliğe uğramaktadır. Dolayısıyla eğitici grubun yapısı homojen olmadığı gibi, bu değişiklikler nedeniyle de gösterdikleri başarı seminerden seminere değişmektedir. Eğitici grubun sıklıkla değişmesi, eğitime katılan grupların ortak olabilecek davramş biçimi ve talepleri konusundaki deneyimler açısından bu grubu yetersiz kılmaktadır. Kompozisyonu programı düzenleyen kurumlarca belirlenmek kaydıyla, yetkin ve belli bir süre için sürekli bir kadro, eğitim ihtiyaçlarına daha köklü yanıtlar verebilecektir. 5. Eğitim süresinden kaynaklanan sorunlar: Yukarıda incelediğimiz bütün programlar, maksimum 1,5 günlük eğitimleri içermektedir. Kimi tematik (Örneğin TEPAV-TOBB'un AB konusunu işleyen programı) programlar için bu süre yeterli olabilir. Çünkü burada arzu edilen yerel medya mensuplarına hedeflenen konu hakkında bilgi aktarmaktır. Oysa, mesleğin gerektirdiği temel becerileri kazanması amaçlandığmda, bu süre yetersiz kalmaktadır. Eğitim ortamının da etkileşime uygun olmamasıyla birleşince sürenin yetersizliği önemli bir sorana dönüşmektedir. Oysa, bu eğitimlerden istenen verimin elde edilebilmesi için programlar daha uzun süreli planlanmalıdır.

95 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim ihtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü Eğitim yönteminden kaynaklanan sorunlar: Meslek içi eğitim amacım taşıyan programlar büyük bir salonda, çok sayıda katılıma ile panel yöntemiyle uygulanmaktadır. Bu yöntem konuşmacı(eğitimci) ile dinleyici(katılıma) arasındaki etkileşimi sınırlamakta, eğitimin niteliğini düşürmektedir. Eğitim ortamı ile ilişkili olarak, eğitim yöntemi atölye çalışmasına dönüştürülmelidir. Kendileri halen üretimin içinde olan yerel medya çalışanlarının eksikliklerinin ortaya konması ve eğitim sürecinden beklendiği biçimiyle davramş değişikliğine yöneltilmesi için eğitici ile katilımaların etkileşiminin ön planda tutulduğu bir yöntem benimsenmelidir. 7. Ölçme ve değerlendirmeden kaynaklanan sorunlar: Ölçme ve değerlendirme yetişkin eğitiminde önemli bir sorunsaldır. Gönüllü katılıma dayalı bir eğitimde katılımcının başarılı ya da başarısız olduğu yönünde bir değerlendirme yapmak tabii ki mümkün değildir. Ancak bu eksiklik, eğitime katılımcıların ilgi ve motivasyonlarım düşüren bir etken olabilmektedir. Mevcut programlarda katılımalan değerlendirme süreci yoktur. Eğitim programlarının sonunda istenen davranış değişikliğine yol açacak biçimde bilgi düzeyinde bir değişim olduğunu ölçen bir aşama olmadığı için katılımcıların ilgileri de düşük kalabilmektedir. Mevcut uygulamalardan yola çıkarak belirlenen bu sorunları gidermek ve yerel medyamn her düzeydeki meslek içi eğitim sorununun çözümüne yönelik çalışmalar yürütmek üzere bir "Yerel Medya (Eğitim) Enstitüsü" kurulması gerekmektedir. Bu Enstitü, eğitim süresi olanaklarıyla belirlenecek olmakla birlikte en az bir haftalık kurs programlarıyla yerel medya çalışanları için eğitim programlan düzenlemelidir. Böylesi bir enstitüyü hayata geçirme kabiliyeti, olanaklan açısından bakıldığında yine kamu kuruluşlumun sorumluluğunda görülmektedir. İletişim alamnda eğitim veren yükseköğretim kurumlan ve bu alandaki mesleki örgütlerin de desteğiyle, ancak kamu kuruluşlannın (BYEGM ve Basın İlan Kurumu gibi) öncülüğünde/bünyesinde kurulabilecek Yerel Medya Enstitüsü, örneğin birer haftalık programlarla, farklı araçlarda, farklı görevler yapan, farklı sorumluluklar üstlenen çalışanlar için oluşturulmuş eğitimler düzenleyebilir. Katılımcıların, bu programlara kendi istekleriyle başvuranlar arasından belirlenmesi, istek ve motivasyonu artıracağından, eğitimin niteliğini yükseltecektir. Eğitim süresinin uzatılmasıyla, eğitim ortamlarında mesleki etkileşim ve uy

96 102 iletişim : araştırmaları gulamalara zaman ayrılabilecek, teorik bilgilerin pratiğe dönüştürülmesine olanak yaraülacaktır. Yerel Medya Enstitüsü programlan salt mesleki konular açısından değil, konjonktürel olarak ortaya çıkan ve medya mensuplannm dolayısıyla da kamuoyunun bilgilendirilmesi istenen konuları da kapsayabilir. Örneğin programın dörtte üçü mesleki konulara ayrılırken, dörtte biri o dönem için medyanın ilgilenmesi öngörülen konularda bilgilendirici /tanıtı a oturumlara aynlabilir. Yukarıda anlatıldığı biçimiyle, yerel medya mensuplanna yönelik eğitim programlan, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın hakları, üreme sağlığı, GAP ve bölgesel kalkınma, silahsızlanma ve bireysel şiddetin önlenmesi, AB'ye yönelik bilgilendirme ve benzeri gibi konularda yapılan eğitimler, bu Enstitü'nün dönemlik programlarına uygun sürelerle aktarılabilir. Hatta, görev ve faaliyetlerini medya mensuplanna tanıtmak ihtiyacında olduklanm çeşitli nedenlerle bildiğimiz, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), Milli Prodüktivite Merkezi (MPM) ve Türk Patent Enstitüsü (TPE) gibi kurumlara da çeşitli dönemlerde süreler ayırarak, bu kurumların medyaya kendini tanıtmasını sağlamanın yanı sıra, yerel medyayı da haber kaynakları ve konuları açısından beslemek mümkün olabilir. Bu yöntem, yerel medya mensuplarını hem mesleki açıdan hem de genel formasyon açısından bilgilendirmeye yardımcı olabilir. Ayrıca, Enstitü nün sorumluluğunu üstlenmiş kurumla, faaliyet alanlannı medya çalışanlanna anlatmak ihtiyacında olan kurumlar arasında işbirliği bu yöntemle desteklenmiş olacaktır. Yerel Medya Enstitüsü nün statüsü, görevleri ve olanaklan ile ilgili çalışmalara bir an önce başlamak ve bunu Türkiye'de medya sektörüne dönük eğitim yapan kuruluşlar arasına katmak, ülkenin demokratik gelişmesi açısından önemli olan düşünce ve ifade özgürlüğü ve bu özgürlüğün kullanıldığı temel alan olan kitle iletişim ortamına büyük katkı sağlayacaktır.

97 Altun Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü 103 K ayn a k ç a Akçan, Lütfü (1986). "Türk Basını İçinde Anadolu Basınının Sorunları ve Sorumlulukları: Türk Basınının Kendi Kendini Kontrolü." Türk Basınının Sorunları Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yayını: Alankuş, Sevda (der.) (2005). Habercinin El Kitabı Serisi. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. Altun, Abdülrezzak (2004). United Nations Population Fund Turkey 3rd Country Programme Advocacy Sub- Programme Media Activity Evaluation. Ankara. Altun, Abdülrezzak (1995). Türkiye'de Gazetecilik ve Gazeteciler. Ankara: ÇGD Yayınları. Babadogan, Cem (1989). Kamu Kesimindeki Hizmetıçı Eğitim Programlarının Etkinliğinin Değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. BYEGM (1998). 1. Yerel Medya Eğitim Semineri. Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Yayını: Ümit Matbaacılık. BYEGM (1997). 3. Anadolu Basın Kurultayı. Ankara: Ümit Yayıncılık ve Matbaacılık. BYEGM (1976). 2. Türk Basın Kurultayı. Ankara: Basın Yayın Genel Müdürlüğü Yayınları Başbakanlık Basımevi. Dağtaş, Erdal (2003). "Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye'deki İletişim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma." İletişim Bahar (17): Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi (1999). İletişim Fakültesi Dekanlar Toplantısı 5-6 Mart Ankara: Türk Hava Kurumu Basımevi. Girgin, Atilla (1997). Türkiye'deki Yerel Basının Gelişmesi. İstanbul: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınlan. Gül, Hüseyin (2000). "Türkiye'de Kamu Sektöründe Hizmet İçi Eğitim." / Kaya, Burcu (2005). Basın Kartı Yönetmeliği Bağlamında Türkiye'de Gazeteciler ve Basın Mesleğini Temsil Edenler. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını. Kejanlıoğlu, D. Beybin (1995). "İletişim Alanı Üzerine." Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık %: 1-8. Koç, Taylan (2004). Küreselleşme ve Türkiye Basınında Avrupa Birliği'ne Adaylık Süreci. Ankara: Natürel Kitap Yayın. Mater, Nadire ve Ertuğrul, Kürkçü (der.) (1997). Bağımsız İletişim Ağı. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. Mutlu, Erol (1998) "Tartışma: İletişim Eğitimi." Kültür ve İletişim 1 (2): Mutlu, Erol (1994). "İletişim Çalışmalı Alanına Aykırı Bir Bakış: Bir Üst İletişim Olarak İletişim Çalışmaları." İLEF Yıllık 1994: Mutlu, Erol (1992). "Kitle İletişim Kuramları Ve Türkiye'deki Basın Yayın Eğitimi." Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yıllık : Mutman, Mahmut (1998). 'Tartışma: İletişim Eğitimi." Kültür ve İletişim 1(2): Nalçaoglu, Halil (1998). 'Tartışma: İletişim Eğitimi." Kültür ve İletişim 1 (2): ÖSYM (2007). Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu. Özbek, Meral (1992), "İletişim Eğitimi Üzerine." İLEF Yıllık 1992:

98 104 iletişim : araştırmaları RTÜK (2006) Yılı Tahmini Bütçesi Ve 2005 Yılı Kesin Hesabı İle 2006 Yılı Faaliyetleri Hakkında Rapor. / 7dc27d5623d0. Erişim tarihi: Taymaz, Haydar (1997). Hizmetiçi Eğitim: Kavramlar İlkeler Yöntemler. Ankara: PEGEM Yayınları. TGF (2006). Türkiye Gazeteciler Federasyonu 5. Olağan Genel Kurulu Raporu. TGF (2004). Türkiye Gazeteciler Federasyonu 4. Olağan Genel Kurulu Raporu. Tokgöz, Oya (2003). "Türkiye'de İletişim Eğitimi: Elli Yıllık Bir Geçmişin Değerlendirmesi." Kültür ve İletişim 6(1): Tokgöz, Oya (2001). "Türkiye'de Yerel Medyanın Yapısı ve örgütlenişi." İletişim 9: Vural, Ali Murat (1999). Yerel Basın ve Kamuoyu. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Erişim tarihi: Erişim tarihi Erişim tarihi: ; Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Yıldırım, Besim (2002). Doğu Anadolu Medyasının Genel Görünümü (Erzurum, Elazığ ve Van örneğinde). Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

99 Reklam Endüstrisinin Topografyası: G. Senem Gençtürk Hızal özet Bu çalışma ulusal ve uluslararası reklam endüstrisini, bir diğer ifadeyle reklam endüstrisinin üretim dinamiklerini konu edinmektedir. Çalışma, ekonomi politik bir yöntemle mülkiyet, yoğunlaşma ve denetim gibi kavramları reklam endüstrisi üzerinden ele almaktadır. Böylelikle çalışma tarihsel ve bütüncül bir bakış açısıyla reklam endüstrisine dair topografya oluşturmayı hedeflemektedir. Ayrıca uluslararası ağların göreli üstünlüğü ile oluşan bu görünümde, reklam kavramı giderek genişleyerek halkla ilişkilerden sağlık iletişimine, marka yönetiminden medya satın almaya kadar bütünleştirilmiş mesajların üretildiği pazarlama iletişimi kavramına ve yapılanmalarına doğru bir içerik kazanmaktadır. Böylesi bir durum iletişim ürünlerinin yukarıda sözü edilen farklı üretim aşamalarında tek bir merkezden yönetimini ve pazardaki harcamaların tekelden akışını gerektirmektedir. Böylelikle reklam ve diğer iletişim hizmetleri, mesajların, teknolojinin ve sermayenin oligopol bir piyasa yapısı içinde bütünleşen ve "belirli gruplar" tarafından denetlenen bir faaliyete dönüşmektedir. On The Topography Of Advertising Industry: Turkish Case Abstract This study is on national and international advertising industry. or in other words, it explores the production dynamics of the advertising industry. Ihe study addresses concepts such as ovvnership, concentration and control in the advertising industry context with a political economic approach. Hence the study aims to create topography of the advertising industry with a historical and holistic point of vıew. İn addition. in this view formed vrith the relative superiority of the international netvıorks, the concept of advertisement increasingly expands and gains content tovvards a marketing communication concept and structuring in which integrated messages from public relations and brand management to health communication and media purchases are produced. Such a situation requires a centralized management of the various production stages mentioned above and the exclusive flow of the expenditures in the market. Thus, advertising and other communication services/forms transforms into an activity controlled by "certain groups" which integrate the messages. technology and Capital in an oligopoly market structure. iletişim : araştırmaları (1-2):

100 106 iletişim : araştırmaları Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği Bu çalışma, reklamın üretim dinamiklerine ilişkindir. Çalışma, uluslararası reklam endüstrisinin Türkiye'de aldığı görünümleri ekonomi politik açıdan değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında "iletişim" ekseninde yaşamlan yoğunlaşma ve beraberinde gelen kontrol, denetim, sahiplik gibi kavramlar, reklam endüstrisinden örneklerle değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, reklam endüstrisinde yer alan aktörler -özellikle reklamveren, reklam ajansları- bu aktörlerin yapılanmaları ve nihai ürün olarak reklam ele alınmaktadır. Çalışma tarihsel ve bütüncül bir bakış açısıyla, ekonomi politik bir yaklaşımla Türkiye'deki reklam endüstrisine dair topografik bir görünüme ulaşabilmeyi hedeflemektedir. Endüstrinin yapısı ve bu yapının sunduğu bilgi paylaşımı hem çalışmanın hem de endüstrinin topografik görünümünün sınırlarının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Mosco'ya göre (175) iletişimin ekonomi politiğinin en önemli vurgularından biri, iletişim endüstrisinde güçlerin birleşiminin yarattığı kurumsal bazdaki yaygınlaşma olarak uzamsallaşmadır ve dikey-yatay-çapraz yoğunlaşmalar bunun bir uzantısıdır. Reklam endüstrisi de iletişim endüstrisinin önemli bir bileşenidir. Yoğunlaşma, ekonomik aktör olarak bir şirketin benzer alanlarda faaliyet gösteren diğer şirket(ler)i satın alması, böylelikle denetimin/kontrolün sektörde belirli merkezlerde toplanması olarak tanımlanabilir. Beder ve Gosden (2001) bir grubun bünyesinde birden fazla halkla ilişkiler ajansı bulunmasının ne anlama gelebileceğini sorgulamaktadır. Bu soruyu "iletişim endüstrisi" ekseninde yeniden düzenlemek gerekmektedir: Bir grubun bünyesinde birden fazla reklam, birden fazla halkla ilişkiler ajansının bulunması, böylesi bir yapılanmanın tercih edilmesi ne anlama gelmektedir? Tüm bu yapılanmaların sonucunda reklam ve iletişim hizmetleri pazarının

101 Cençtürk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 107 ve dolayısıyla harcamalarının denetimi, uluslararası bağlamda kontrolü nasıl sağlanmaktadır? Beder ve Gosden'in ifadeleriyle halkla ilişkiler ekseninde yaşanan yoğunlaşma sürecinde ortaya çıkan yapılanmalar, kafalara ve kalplere seslenen mesajlarla insanları manipüle ederek, onlara ulaşabilme ve koordine edebilme yeteneğine sahip büyük birer propaganda aygıtına dönüşmektedirler. Ayrıca tüm iletişim faaliyetleri ile ilgili gerek uluslararası gerekse ulusal anlamda yasal düzenlemelerde, holdingleşmiş yapılar, bir güç birliği oluşturabilmekte ve kendi çıkarları doğrultusunda karar alma mekanizmalarını etkileyebilmekte hatta bu mekanizmaların kendisi haline gelebilmektedirler. Bununla birlikte, söz konusu yapılanma ile istihdam ve ücretlendirme politikaları da kontrol altında tutulabilmektedir. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde uluslararası iletişim ve reklam ilişkisine, ikinci bölümde reklam endüstrisindeki aktörlere, aktörlerin kimler olduğuna, üçüncü bölümde reklamcılıktan endüstriye doğru dönüşümün tarihsel ardalanına yer verilmektedir. Tarihsel ardalan, çalışmanın "sınırlılıkları'' da göz önünde bulundurularak, genel hatlarla aktarılmaktadır. Dördüncü bölümde ise uluslararası reklam endüstrisine ve endüstrinin Türkiye'deki yansımalanna reklamveren ve reklam ajansları üzerinden bakılmaktadır. Reklam endüstrisinde faaliyet gösteren reklam ajanslarının hangileri olduğu, müşteri portföylerinin (reklamverenler) kimlerden oluştuğu, ne tür hizmetler verdiği, yapılanmalarının ve hizmet anlayışlarının 1980'lerle birlikte nasıl dönüştüğü, iletişim hizmetleri alanındaki paylan, yoğunlaşma süreçleri ve aynı süreçlerin Türkiye'de nasıl görünümler kazandı

102 108 iletişim : araştırmaları ğı ortaya konulmaya çalışılmakta ve böylelikle topografik bir görünüme ulaşabilmek amaçlanmaktadır. "Uluslararası" Reklam Endüstrisi Bu çalışma reklam endüstrisini "uluslararası" bir endüstri olarak ele almaktadır. Reklam endüstrisini -Appadurai'den (1997) yola çıkarak- uluslararası iletişim akışının görünümlerinden biri olarak konumlandırmak mümkündür. Uluslararasılık durumu, özellikle sermayenin hareketi, tarihsel arda- landa 1960'larla başlayan, özellikle 1980'lerde ve artan bir biçimde 1990'larda dillendirilen bir süreç olarak küreselleşmenin hem nedeni hem de sonucu olarak değerlendirilebilir. Sermayenin hareketi, merkezin dağılmasını beraberinde getirirken, başlangıçta Amerika Birleşik Devletleri merkezli sermayenin yamna ilerleyen dönemlerde İngiltere, Fransa ve Uzak Doğu merkezli sermaye hareketleri eklenmiştir. Kısaca, artık tek bir merkezden söz etmek mümkün değildir. Üretici ve tüketici arasındaki mesafenin başlangıçta artışı daha sonra yakınlaşması, artan rekabetle birlikte üretici-tüketici arasında iletişim kurmayı gerektirmiştir. Tüketicilerle iletişim kurmanm yollarından biri de reklam/reklam mesajları olmuştur. Hamelink de, uluslararası iletişimde mesajların farklı alanlarda aktığını, bu alanlardan birinin de tutundurma ve reklam olduğunu belirtmekte ve bu akışları şöyle sıralamaktadır: 1. Uluslararası haber akışı; daha çok yazılı basında Associated Press, Reuter, Agence France Press gibi belli başlı aktörler tarafından sağlanmaktadır. 2. Eğlence ve eğitim materyallerinin akışı; müzik, film, kitap ve televizyon programları gibi materyaller üzerinden Bertelsmann, Walt Disney, Neıvs Corp., Time-Warner... gibi büyük medya şirketleri tarafından yapılmaktadır. 3. Tutundurma ve reklam mesajlarının akışı; Uluslararası gazeteler, dergiler, elektronik yayınlar tarafından WPP, Omnicom, Interpublic gibi belli başlı reklam grupları aracılığıyla tüm dünyaya reklam mesajları taşınmaktadır. 4. Veri akışı; özellikle iletişim teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak elektronik veri değişimi, finansal verilerin dolaşımı gibi farklı bağlamlarda gerçekleşmektedir. 5. Sesli mesajların akışı; telekomünikasyon hizmetlerindeki gelişmelerde en iyi biçimde görülmektedir.

103 Gençtûrk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği Yazılı mesajların akışı; telefax, telex ve posta yolu ile hızlı bir biçimde sağlanmaktadır (92-93). Tüm dünyaya yayılan reklam mesajlan Hamelink'in de belirttiği gibi sayılı reklam gruplarının denetimindedir ve reklam /reklamcılık günümüzde, bir endüstri haline gelmiştir.' Reklam Endüstrisinin Aktörleri Reklam endüstrisi, yalnızca reklam ya da reklamcılık kavramlarından/faaliyetlerinden ibaret değildir. Çalışmada, "endüstri" kavramının özellikle seçilme ve kullanılma nedenlerinin başında da bu gelmektedir. Reklam ya da reklamcılık sektörü özel bir bölümü, tek bir alanı tanımlamaktadır. Oysa ki reklamcılık günümüzde "çoklu"2 bir çalışma alanını ifade etmektedir. "Reklam endüstrisi", reklamın/reklamcılığın farklı boyutlanna işaret etmekte, hem reklam sektörünü hem de bu sektörü destekleyen diğer sektörleri, örgütlenmeler grubunu da içermektedir. Reklam endüstrisi reklamveren, reklam ajansı, medya ve destekleyiciler/tedarikçilerden oluşmaktadır (Arens, 1999: 82; O Guinnn vd 1998: 37). Reklamveren, belirli bir mal ve hizmetin üreticisi, dağıtıcısı, sahasıdır (O'Guinn vd., 1998: 37). Reklam, bir iletişim ya da pazarlama iletişiminin bir biçimi olarak tanımlandığında ise reklamveren, iletişim sürecini başlatan, karar verici konumda olan kaynağın kendisidir. Reklamveren pazar ekonomisi içinde varlığını sürdürmeye çalışan, pazarın rekabetçi ideolojisine uyum sağlayan, sistemin devamı ve kendini yeniden üretmesi için gerekli kurumları Bu reklam grupları 2004 yılında Omnicom Grup (New York), Interpublic Grup (Nevv York), VVPP Grup (Londra), Publicis Grup (Paris), Dentsu (Tokyo), Havas (Suresnes), Grey Global Grup (Nevv York), Hakuhodo (Tokyo), Cordiant İletişim Grubu (London), Asatsu-DK (Tokyo)... olarak sıralanırken ( Erişim tarihi: ), 2005 yılında Omnicom, WPP, Interpublic, Publicis, Dentsu, Havas, Aegis (Londra), Hakuhoda DY (Tokyo), Asatsu (Tokyo), MDC Partners (Toronto), Carlson Pazarlama ( Erişim tarihi: ) olarak venı bir görünüm kazanmıştır. 2 Türkçe de endüstri kelimesi sanayi kelimesinin eş anlamlısıdır. Sanayi kelimesi Arapça'dan Türkçe'ye geçmiş, "çokluk" anlamına gelmektedir ve ""bir ürünü ortaya çıkarmak için kullanılan yöntem ve araçların bütünü" anlamındadır ( Erişim tarihi: ). Bu bağlamda nihai ürün olan reklam ve de pazarlama iletişimi hizmetlerini ortaya çıkarmak için farklı-çoklu alanlann ve araçlann bütünü reklam endüstrisi olarak tanımlanabilir.

104 110 iletişim : araştırmaları dandır. Reklamveren kapitalizmin en görünür yüzünün -reklamın- görünmeyen sahibidir. Pazarlamanın tarihsel gelişimi içerisinde endüstri devrimi ile başlayan süreçte üretici ve tüketici arasındaki mesafenin artışı işletmelerin tüketicilere ve giderek artan biçimde daha fazla tüketiciye ulaşabilme çabası hem reklamverenin faaliyet alanını tanımlamış, hem de buna paralel olarak iletişim etkinliklerinin gerekliliğini artırmıştır. Reklam ajansı; reklam işini yapmak üzere örgütlenmiş işletmeler, reklamverenin işletme/pazarlama amaçlarına uygun ve paralel olarak reklamını yaptırmak üzere işbirliğine girdiği kimseler olarak tanımlanabilir. İletişim sürecinde kaynak olarak reklamverenin amaç ve isteklerine ulaşması için tüketicilere gönderilmesi gereken mesajların hazırlayıcısı, kodlayıcısıdır reklam ajansı, bir başka deyişle "elçidir" aslında. Onun elçiliği, reklamverenin verdiği "brief' le3 başlar. Ewen'in (1976) "bilincin kaptanları" olarak adlandırdığı reklamcıların, reklam ajanslarının rotasını, reklamverenin "yön bilgisi" tayin etmektedir. Reklamverenin, bir reklam ajansından talep ettiği hizmetlerin türü aynı zamanda reklam ajansının örgütlenme biçimini de tanımlamaktadır. Ajanslar, verdikleri hizmetlere göre "tam hizmet ajansı", "butik ajans",4 "a la carte ajans",5 "kurum içi reklam ajansı", coğrafi anlamda yapılanmalarına göre de "yerel", "ulusal", "uluslararası" reklam ajansları olarak tanımlanmaktadırlar. Pazarlama iletişimi alamna giren tüm hizmetlerin tamamım ya da tamamına yakınını sunan ajanslar, tam hizmet ajansları olarak tanımlanmaktadır. Gülsoy tam hizmet ajanslarının 3 Brief, "Yön bilgi...reklamverenin, reklam kampanyasının oluşturulmasına ve uygulanmasına yol göstermesi amacıyla reklam ajansına ilettiği; kampanyadan beklentileri, seslenmek istediği tüketici kitlesi, ürünün nitelikleri ve pazarda karşı karşıya bulunduğu fırsatlarla sorunlar, pazarlama bileşenleri, strateji, zamanlama gibi bilgileri kapsayan özet belge..." anlamına gelmektedir (Gülsoy, 1999: 57). 4 Butik ajanslar ya da yaratıcı butikler, reklam yazarı ve sanat yönetmeni gibi reklam sürecinin yaratacı bölümünü içeren hizmeti reklamverene sunan ajanslardır (Arens, 1999: 97). Yaratıcı kavram bulma, yaratıcı strateji geliştirme ve tasarlama gibi işlevleri bulunmaktadır. 5 A la carte ajanslar ya da modüler hizmet ajanslan müşteriye istediği hizmeti ayrı ayn satın alma hakkı tanıyan ajanslardır (Gülsoy, 1999: 20). İstenilen hizmet, kimi zaman sadece strateji hazırlama konusunda olabileceği gibi, kimi zaman marka oluşturma, kimi zaman da yaratıcı çalışmalar konusunda olabilmektedir. Burada önemli olan ajans ve işletme arasında daimi bir sözleşme olmamasıdır.

105 Gençtürk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 111 basın, radyo, televizyon, sinema ve satış noktası reklamlarının yanı sıra, fuar sergileri, marka adı yaratma, kurumsal kimlik oluşturma, multivizyon gösterileri hazırlama, web sitesi tasarımı, hatta televizyon programı yapımı ve halkla ilişkiler etkinliği gibi çok çeşitli hizmetleri ortak bir strateji ve planlama çerçevesinde (216) sunduklarım ya da sunulma beklentisi olan ajanslar olduklarım belirtmektedir. Uluslararası reklam ajanslarının yapılanmaları, tam hizmet ajansı biçimindedir. Reklam endüstrisinin önemli bir ayağı da medyadır. Reklam verenin, reklam ajansına hazırlatmış olduğu mesajlar kimi zaman kitle iletişim araçlarında kimi zamanda bunlar dışında araçlarda -genel bir ifadeyle reklam araçlarında- bir bedel karşılığı" yer almakta /yayınlanmaktadır. Reklam ve medya arasındaki gerilim birçok çalışmaya konu olmaktadır. Aslında her iki alanın geçirdiği evrilmenin ve günümüzde aldıklan görünümlerin birbirleriyle olan ilişkilerinden kaynaklandığını belirtmek mümkündür. Tüm dünyada ve de Türkiye de kendi faaliyet alanımn yanı sıra alanının dışında da faaliyet alanlarına giren medya gruplarının yoğunlaşmaları dikkat çekmektedir. McChesney (13), iletişimin ekonomi politiğinin uğraş alanlanndan birinin de reklamcılığın ve reklamcılık gibi mekanizmalann medya sektörünü, içeriğini ve faaliyetlerini nasıl belirlediğini/etkilediğini ortaya koymak olduğunu belirtmekte ve bu etkileşime en somut örnek olarak küresel medya pazannın oluşumunu göstermektedir. Schiller (202) enformasyon sürecinin reklam endüstrisi tarafından yürütüldüğünü ve reklam endüstrisinin de belli başlı ulusal (Amerikan) şirketler tarafından beslendiğini belirtmektedir. Türkiye ölçeğinde yaşamlan yoğunlaşma, medya endüstrisinde bir elin parmaklarım geçmeyecek sayıda örgütlenmeleri beraberinde getirmiştir. Sermaye, medya ve reklam arasındaki ilişki holdingleşmiş yapıları ortaya çıkartmakta ve Gencel Bek'in de (11) belirttiği gibi holdingleşmiş yapıda medya, reklam harcamalarını azaltmak ve gruplann çıkarlarını artırmak için kullanılmaktadır".6 *îzle- 6 Örneğin İngiltere'de "İletişim Bürosu"nca (The Office o f Communications) yapılan sahiplik düzenlemelerine göre bir reklam ajansı sahibi, aynı zamanda televizyon kanalı sahibi olamamaktadır ( Erişim tarihi: ). Bunun nedenlerinin başında da gerek medyanın gerekse ajansın birbirlerini kullanarak kartel konumuna gelmelerini engellemektir. Türkiye'de ise 1990'ların başında Doğan ve Bilgin Grubunun tv kanallarında reklam fiyatları belirlemek ve reklam yeri pazarlamak üzere kurdukları Bimaş şirketi ile reklam tekeli oluşturulmuş ve haksız rekabet yaratılmıştır (Sönmez, 1996: 82-85).

106 116 iletişim : araştırmaları kendi adını veren Haşatı Bey, Cumhuriyet Türkiye'sinin reklamverenleri arasında ilk göze çarpanlardandır. Yabancı markalann pazara girişleri ve tüketicilerle buluşması aracılar/temsilciler üzerinden gerçekleşmiştir. Bunlardan biri de Frigidaire'den Telefunken e, Everady'den Parker'a kadar geniş bir yelpazede yabana markaları tüketicilerle buluşturan Boıırla Biraderler'dir. 1950'li yıllardan itibaren de Fiat, Ford, Renault, Chevrolet arabalarının, SAS, PAA, KLM havayolu şirketlerinin, Nivea, Puro, Pertev kozmetik ürünlerinin, Sana, Vita, Çapamarka gıda ürünlerinin reklamlarına rastlanmaktadır. Uluslararası markalann Türkiye'ye girişi özellikle 1960'lardan itibaren ivme kazanmıştır. Bu markalar korumacı politikalara rağmen, temsilcilikler üzerinden tüketicilerle buluşmuş ve "tüketim toplumu" olma yolunda ilk adımlar o dönemlerde atılmaya başlanmıştır. Özellikle 1960'lı yıllarda Coca Colciran Türkiye'ye gelişi, etkileri günümüze kadar uzanan yeni bir idealizasyonu da simgelemektedir yılında Ankara'da televizyon yaymları başlamış ve televizyonda reklam yayını 1972 yılında gerçekleşmiştir. 1980'lerin ortalarından itibaren ve 1990'larda artan biçimde Türkiye pazarına giriş yapan uluslararası sermaye, üretim hatlarını ve reklam ajanslarını da beraberinde getirmiştir. Uluslararası reklamcılığın Türkiye'deki ilk örneği bu tarihten önce 1973 yılında McCann Erickson olmuştur. O yıllarda, hizmet sektöründe, yabancı sermaye ortaklığının yüzde elli bir hisse ile sınırlandırılmasından dolayı, yapılanmalar ortaklıklar şeklinde olmuştur. Nitekim uluslararası bir reklam ajansı olan McCann Erickson, Türkiye de Pars Ajans ile ortaklık kurarak ParsMcCann/Erickson adı ile faaliyetlerini sürdürmüştür. Aynı şekilde, 1985 yılında ManAjans/Thompson ortaklığı ve ardından Güzel Sanatlar/Saatchi and Saatchi ortaklığı sürecin devamında topografyanın biçimlenmesinde önemli rol oynayan yapılanmalar arasında göze çarpmaktadır. Günümüze gelindiğinde ise ortaklıkların kimi el değiştirirken, kiminin hisselerinin tamamının (%100) uluslararası reklam ajanslan tarafından satın alındığı görülmektedir. Örneğin Türkiye'nin eski reklam ajanslarından biri olan Moran, ortaklığını Ogivly & Mather reklam ajansı ile yapmış ve Moran Ogivly 8 8 McCann Erickson Türkiye Başkanı Pınar Kılıç'la yapılan söyleşide, Kılıç 1980'li yıllarda uluslararası ajansların ortaklıklarıyla ilgili yasal durumu şöyle belirtmektedir: "Özal gelinceye kadar, yani 1982'ye kadar biz şirketin hisselerini satamadık. Bir know-how ve loyalty anlaşması yaptık. 1973'ten 1982'ye kadar bu şekilde çalıştık. O zaman hizmet sektöründe hisse senedi alışverişi, hisselerin satılması vaşaktı yılında hisselerimizin %51'ini sattık, 1992 yılında geri kalanını..." (Özkan, 2004: 42).

107 Gençtürk Hıza! Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 117 olmuştur. Ancak şu anda Ogivly & Mather %100 sahiplik ile Türkiye'de iletişim hizmetlerini sürdürmektedir. Günümüzde Procter & Gamble, Unilever, General Motors, Toyota Motor, Ford Motor, Time W amer, Daimler Chrysler, L'oreal, Nestle, Sony tüm dünyada en büyük reklamverenlerdendir. Türkiye'de ise 2006 yılında farklı iletişim araçlarında en çok reklamverenler şöyle sıralanmaktadır: Basında "Yapı Kredi Bankası, Akbank, Turkcell, Anadolu Efes Biracılık, Özaydın Otomotiv, Teınsa Otomotiv...", televizyonda "Ülker, Unilever, P&G, Benckiser, Turkcell, Coca-Cola...", radyoda "Coca-Cola, Ülker, Yapı Kredi Bankası, Akbank, Turkcell, Arçelik..." (Marketing Türkiye Almanak 06:178). Uluslararası reklamveren kadar yerel reklamveren de Türkiye'de reklam endüstrisinde önemli bir aktör olarak yer almaktadırlar. Reklam Endüstrisinin Topografyası Advertising Age dergisinin 2005 yılında en büyük reklam grupları sıralamasında ilk altı sırada Omnicom Grup, Interpublic Grup, WPP Grup, Publicis Grup, Dentsu ve Havas bulunmaktadır. Tablo 1, Tablo 2, Tablo 3, Tablo 4, Tablo 5 ve Tablo 69uluslararası reklam endüstrisinde adı geçen "reklam grupları" na ve bu gruplann faaliyet alanlarına ilişkindir.10 Merkez ofisi New York'ta bulunan Omnicom Grup, reklam, medya satın alma, halkla ilişkiler, müşteri ilişkileri yönetimi ve sağlık iletişimi gibi alanlarda; merkez ofisi yine New York'ta bulunan InterPublic Grup reklam, medya satın alma, pazarlama gibi alanlarda; merkezi Londra'da bulunan WPP Grup reklam, medya satın alma, marka kimliği, enformasyon ve danışmanlık, halkla ilişkiler ve kamu ilişkileri alanlannda; merkezi Paris'te bulunan Publicis Grup reklam, medya satm alma, halkla ilişkiler, sağlık iletişimi alanlannda, merkezi Tokyo da bulunan Dentsu Grup reklam, medya satın alma alanlannda, merkezi Suresnes'de bulunan Havas Grup reklam, medya satın alma ve 9 Bu tablolar Erişim tarihi: Erişim tarihi: siteleri ile birlikte uluslararası ve ulusal reklam ajanslarının internet sitelerindeki verilerden derlenmiştir. 10 Koyu renkle belirtilmiş işletmeler aynı zamanda Türkiye'de de faaliyet göstermektedir.

108 118 iletişim: araştırmaları sağlık iletişimi alanlarında faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu yapılanmaların, yalnızca reklam hizmeti değil, reklam ile birlikte pazarlama iletişimi hizmetlerini de kapsadıkları görülmektedir. Diğer bir ifadeyle iletişim hizmetlerinde bir yoğunlaşma gözlenmektedir. Öte yandan bir grubun herhangi bir faaliyet alanmda birden fazla ajansı bulunmaktadır. Örneğin Omnicom bünyesinde Türkiye bağlantıları da olan BBDO Worldwide, DDB Worldwide, TBWA Worldwide, WPP Grup bünyesinde j.vvalter Thompson, Ogilvy&Mather Worldwide, Y&R Advertising gibi reklam ajansları bulunmaktadır. Yoğunlaşmanın bir başka yönü gruplararası satın almalar ve birleşmeler ekseninde görülmektedir. Advertising Age dergisinin Mayıs 2006 tarihinde yayınladığı ajans raporlanna göre bu birleşme ve satın almalar şöyledir: 2003 yılında dünyada ilk elli pazarlama iletişimi grubu arasında sıralanan Grey Grup'un tamamı ve Asafsu'nun %20'si 2005 yılında VVPP Grup tarafından satın alınmıştır. Dentsu Grup'un, VVPP Grup'a bağlı Young and Rubicam reklam ajansında %25 ve Publicis Grup'ta ise %15 oramnda sahipliği bulunmaktadır. Böylesi yoğunlaşmalar, özellikle aym sektördeki rakiplerin reklam harcamalarım kontrol edebilmeyi ve kan maksimize etmeyi olanaklı kılmaktadır. Bununla birlikte reklam endüstrisinde nihai ürünler tam hizmet ajansıymışçasına örgütlenmiş gruplar tarafından üretilmektedir. Etik olarak da bir reklam ajansmm aynı alanda faaliyet gösteren iki reklamverene hizmet vermesi uygun görülmezken, rakipleri de elinde bulundurabilmek için bir gruba bağlı birçok reklam ajansı oluşturulmuştur. Kimi zaman ajans içinde farklı yapılanmalara gidilerek böylesi bir sorun giderilmeye çalışılmışsa da yeterli olmamıştır. Ancak günümüzde de departman ve grup yapılanmaları varlıklarını sürdürmektedir. Aynı zamanda bütünleşik pazarlama iletişimi sürecinde iletişim etkinliklerinin artması tam hizmet ajanslarının yapısal dönüşümünü beraberinde getirmiş, aynı gruba bağlı halkla ilişkiler, medya planlama ve satın alma şirketleri, film yapım şirketleri ortaya çıkmış ve buralardan elde edilen kazancın yine grup içerisinde kalması sağlanmıştır. VVPP Grup Başkanı Martin Sorrell 2003 yılında yaptığı bir açıklamada halkla ilişkiler, danışmanlık, araştırma ve sağlık gibi pazarlama iletişiminin diğer alanlarının reklamdan daha önemli hale gelmeye başladığını ve bu nedenle reklam faaliyetlerine daha az zaman ayıracaklarını açıklamıştır (Marketing Türkiye, 15 Ekim 2003: 44).

109 Gençtürk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 119 Yoğunlaşmanın ilk adımı Interpublic tarafından 80'lerin başında atılmıştır. Mattelart bu gelişmeyi şöyle aktarmaktadır (1991: 13): 1978'de Amerikan reklam ajansları McCann Erickson ve SSC&B, Lintas Interpublic altında birleşti. Daha o dönemde reklamverenler şirketlerin kaynaşmasından kaygı duyuyorlardı. Çünkii rakip firmaların aynı ajanslarla çalışması çelişkiler yaratacaktı. Bunu engellemek için Interpublic yeni bir ağ organizasyonu oluşturdu: Karları aynı merkezde toplanacak farklı kişilerin mülkiyetlerindeymiş gibi çalışarak birbirleriyle rakip iki ayrı şirket kurulacaktı. Yoğunlaşma sürecinde sahiplik/mülkiyet ilişkileri de dikkati çekmektedir. Bir çoğu J. YValter Thompson, Ray Rubicam, David Ogivly gibi kurucusunun adıyla anılan ve kime ait olduğu da açıkça belli olan reklam ajansları, grup çatısı altına girdikten sonra da aynı isimlerle anılmaya devam etmişlerse de sahiplik zamanla el değiştirmiştir. Günümüzde gruplar, grupların yöneticileri ile anılmakta ve grupların sahipleri arka planda kalmaktadır.11 Türkiye'de bulunan uluslararası ajansların en önemli özellikleri tam hizmet ajansı olarak yapılanmaları/hizmet vermeleri ve aynca merkezlerinin İstanbul'da olmasıdır. Reklamcılar Demeğine üye toplam 73 ajanstan 26 sınm yabancı ortaklığı ya da işbirliği bulunmaktadır.12 Uluslararası reklam ajanslarının Türkiye'ye gelişleri 1980'lerden sonra ivme kazanmıştır. Türkiye de uluslararası gruplara bağlı faaliyet gösteren reklam ve medya ajanslarmdan; Alice BBDO, DDB, TBV\İAlİstanbul, Teyuila İstanbul reklam ajansları ve OMD Medya Omnicom Grup'a, GreyWorldWide, /. Walter Thompson (ManAjans Thompson), Ogivly&Mother, Vlunderman, Yo- ung&rubicam (Reklamevi) reklam ajanslan ve Mediacom, Mindshare ve Medi- aedge medya ajansları VVPP Grup'a, Lome Worldwide, McCann Erickson (Pars/Mccann) reklam ajanslan ve Universal Medya İnterpublic Grup'a, Publicis (Yorum Publicis), Leo Bumett, Saatchı & Saatchi (Güzel Sanatlar) reklam ajansla- n ve Starcom, Mediavest ve Zenith Optimedia medya Publicis Grup'a bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. ıı Merkezi New York'ta bulunan Omnicom Grup'un %10 luk hissesinin sahibi Bruce Crawford aynı zamanda gruba başkanlık etmektedir / Erişim tarihi:

110 120 iletişim : araştırmaları Alice, 1989 yılında Türkiye'de kurulmuş ve 1991 yılında yabancı ortaklığım global ağda Omnicom'a bağlı BBDO ile gerçekleştirmiş ve Alice BBDO adını almıştır. Alice BBDO -reklam, Focııs4 strateji ve danışmanlık, Proximityveri tabanlı pazarlama, doğrudan pazarlama, satış promosyonu ve OMD medya planlama ve satın alma şirketleri ile Türkiye'de faaliyetlerini sürdürmektedir. Ajansın müşteri portföyünde uluslararası markalar kadar yerel markalara da rastlanmaktadır.1314bbdo nun ise 70 ülkede 345 ofisi bulunmaktadır." Omnicom Grup'a bağlı bir diğer reklam ajansı DDB, Türkiye'de Medim Turgul DDB olarak faaliyetlerini beş şirketle birlikte sürdürmektedir. Bu şirketler, medya planlama ve satın alma hizmeti veren OMD, film prodüksiyonu hizmeti veren Profilm, tasarım ve çizgi altı hizmet15veren Grafis ve doğrudan pazarlama hizmeti veren Market Rapp Collins'tir. Medina Turgul'un ortaklarından Jefi Medina, Medina Turgul DDB'nin bünyesinde bulunan ikinci tam hizmet ajansı olan DDB Co. 'nun "rekabeti kaldırmak ve genişleyen ürün çeşitlerine hizmet vermek amacıyla" oluşturulduğu belirtilmektedir. Jefi Medina (aktaran Aydm, 2006) böylesi bir yoğunlaşmayı ve bir anlamda şirketler arasında "kapalı ekonomi uygulamasını" şöyle gerekçelendirmektedir: "Yıllar boyunca aynı çatı altında verilen bu hizmetler pazann büyümesi ve girift- 13 Bu markalar arasında Bayer Grubu (Alka Seltzer, Asprin, Lasonil, One a Doy...), Beldeyama (Yamaha), Commercial Union Life and Pensions, Dr. Oetker, Frito Lay (Cheetos, Doritos, Lay s, Ruffles), Henkel (Dixi, Persil, Penvool, Prill), Mars Inc (M&M s, Snickers, Whiskas), Mercedes-Benz, Miele ve PMB Turkey (Pepsi Pepsi Twist, Pepsi Light, 7-Up, Fruko, Yedigün) bulunmaktadır (http: / / Erişim tarihi: ). 14 BBDO tüm dünyada Allianz, Visa, Sheseido, Pizza Hut, Pepsi, Masterfoods, Kao, Hormel, Henkel, Gilette, Ge, Frito-Lay, Fedex, Daimler-Chrysler, Cingular, Campell Soup, British Telecom ve Bayer gibi firmaları portföyünde barındırmaktadır ( Erişim tarihi: ). 15 Çizgi altı reklamlar (belozv the line advertising) komisyonsuz ve kitlesel olmayan araçlarda yayınlanan reklamları içermektedir. Bütünleşik pazarlama iletişimi kapsamında yer alan, ambalaj tasarımı, doğrudan postalama, broşür, afiş, promosyon geliştirme gibi faaliyetler çizgi altına giren, ajansın komisyon yerine belirli bir ücret karşılığında gerçekleştirdiği işlerdendir. Çizgi üstü reklamlar ise (above the line advertising), "komisyonlu medya reklamlan...reklamveren adına, reklam ajansının kitle iletişim araçlarında (basın, televizyon, radyo, sinema, açık hava reklam panolan ve benzeri) bir komisyon karşılığı yayınlattığı reklamlar... Sözü edilen 'çizgi' komisyonlu hizmetlerle komisyonsuz hizmetleri birbirinden ayıran görünmez bir çizgidir" (Gülsoy, 1999:1). Mattelart (1995:16) below the line'm medya dışı ve bu nedenle de kuraldışı bir sektör olduğunu belirtmektedir. Kuraldışı olması, sistemin bir ayağını oluşturan medyanın temel gelirlerinden olan çizgi üstü reklama alternatifler sunmasından kaynaklanmaktadır. "Kuraldışıdır, çünkü satış yerinde promosyon, doğrudan pazarlama, sponsorluk ve hamilik, ilginç gösteriler düzenlenmesi, fuarlar, sergiler; halkla ilişkiler, kurumsal iletişim, lobicilik ve tasarım gibi çok çeşitli faaliyetler bu kapsamda yer alır. Medya dışı alan tüketiciye hızlı cevaplar sağlamakla ünlenmiştir".

111 Gençtürk Hıza! Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 121 leşmesi sonucunda özel uzmanlık alanlarına dönüştü. Rekabet baskısı altında kuramların geleneksel reklamın dışındaki iletişim yollarını gitgide daha fazla kullanmaya başlamalan da bu uzmanlık alanlarının gelişmesine yol açta." 1986 yılında kurulan Birikim, 1992 yılında FCA ile birleşerek BirikimFCA!, 1973 yılında kurulan Güzel Sanatlar, 1985 yılında Saatchi&Saatchi ile birleşerek Güzel Sanatlar/ Saatchi & Saatchi, 1994 yılında kurulan Klan, 1997 yılında Eııro RSCG ortaklığı ile Klan Eııro RSCG adlanm almışlardır (2006 yılında tekrar ayrılarak aym grup çatası altında faaliyetlerine devam etmektedirler) yılında kurulan Markom ortaklığım 1987 yılında Leo Bumett ile yaparak Markom/Leo Burnett olmuştur. Markom/Leo Bumett halen Türkiye'de LeoBumett Reklam Ajansı, web, mobil, multimedya alanlannda hizmet veren Leo Net, halkla ilişkiler hizmeti veren Leo PR, medya planlama ve satan alma hizmeti veren Star- Com, film üretim ve basım hizmeti veren Stars ile faaliyetlerini sürdürmektedir yılında Moran'm hisselerinin tamamım satan alan Ogivly & Mather, faaliyetlerini Desigıı Direct Turkey, On Healthcare, Capitol PR, Ogivly One Doğrudan gibi iletişim hizmetleri alanında sürdürmektedir. Uluslararası ajanslann Türkiye'ye gelmesi hem ülkenin coğrafi konumundan kaynaklanan bir avantajdan yararlanmalarım hem de global pazarda hizmet verdikleri müşteri portföylerinin reklam harcamalanm kontrol altında tutmalanm sağlamıştır. Uluslararası reklam ajanslanmn yam sıra Türkiye'de bir çok yerel ajans da reklam ve bütünleşik pazarlama iletişimi faaliyetlerim sürdürmektedir yılında kurulan MARKA reklam ajansının müşteri portföyünde ECA, Derimod, İpekyol gibi yerel reklamverenlerin yanı sıra Audi, Coca-Cola gibi uluslararası reklamverenler de bulunmaktadır.17 Hatta Marka Reklam Ajansı'nın Audi için hazırladığı "Audi'de asla bulamayacağınız aksesuarlar" kampanyası Türkiye'den sonra Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde de yayınlanmıştır. Ogivly&Mather Türkiye imzasını taşıyan Ford Transit Connect'm televizyon reklamı ise, tüm dünyada Ogivly&Mather'm aralarında açtığı konkurda birin Erişim tarihi: http: // Erişim tarihi:

112 122 iletişim : araştırmaları d seçilerek, yayınlanmıştır. Böylesi örneklerden yola çıkılarak da endüstrinin "yerel" görünümlerine bakabilmek mümkündür. Elbette bu görünümlerin uluslararası olgulardan uzak belirlen(e)mediği de unutulmamalıdır. Bununla birlikte Türkiye'de reklam ajanslarının drolarına bakıldığında ilk sıraları uluslararası ajansların aldığı görülmektedir.18 Reklam endüstrisinin nihai ürünü olarak ortaya çıkan reklamı bu yapılanmaların ışığında yeniden tanımlamak, hem yapıyı hem de ürünü anlamak adına gerekmektedir. Reklam ile ilgili literatürde bulunan "global reklam" bu tanımlardan biridir. Reklam, Pekman'ın (208) da belirttiği gibi "kitleleri tüketime çağıran mesajlarla birlikte, küreselleşmenin ideolojisini de yaymakta ve pekiştirmek tedi r". Global reklam iki biçimde tanımlanmaktadır: "her ulusal pazarda yerel dile çevrilerek (kimi zaman orijinal dilinde) biçimi değiştirilmeksizin yayınlanan reklamlar" ve "yayınlandığı tüm pazarlarda aynı reklam fikri doğrultusunda oluşturulmuş, ancak her pazara özgü yerel bir öykü içinde işlenmiş, yerel oyuncularla çekilmiş reklamlar" (Gülsoy, 1999: 223). Gülsoy'un global reklam kapsamında yaptığı ikinci tanımı Robertson'un (1995) "glokal" kavramsallaştırmasına dayanarak yeniden konumlandırmak mümkündür. Böylelikle kültürel vurgunun reklam metinlerine eklemlenmesi söz konusudur. Uluslararası ajanslar, "global" ya da "glokal" reklamları yaparken, uluslararası ortağı olmayan yerel ajanslar da yerel markaların yanında global markalara da hizmet verebilmektedir. Elbette unutulmaması gereken önemli bir nokta, tam da kültüre eklemlenme noktasında özellikle uluslararası ajansların izlediği istihdam stratejisinde göze çarpmaktadır. Bu bağlamda "yerel insan kaynağı" kullanma dikkat çekmektedir. Dünyada glokal reklam uygulamalarına sıklıkla başvuran markalardan biri Coca-Cola'dır. Coca-Cola reklam kampanyaları, tüm dünyada McCann Erickson World Grup tarafından yapılmaktadır. Coca-Cola, Türkiye'de de aynı grubun ajansı olan Pars/McCann Erickson ile birlikte çalışmaktadır. Grup kimi yılında en çok reklamı yayınlanan" reklam ajansları sıralaması şöyledir: Alametifarika, Pars/McCann-Erickson, Y&R Reklamevi, Ogilvy&Mather, Güzel Sanatlar Saatchi Saatchi, GreyWordlıvide, Medina Turgul DDB, Euro RSCG İstanbul, ManAjans JWT, Alice BBDO İstanbul (Marketing Türkiye, Almanak' 06: 180).

113 Gençtürk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 123 zaman "global kampanyalarını" tüm dünyada standardize ederek yayınlarken, kimi zaman da bulundukları yerlerde sahip oldukları ajanslarla yeni reklam kampanyaları üretebilmektedir. Sonuç Yerine Reklam endüstrisi, özellikle reklamverenlerin faaliyetleri ve bu faaliyetlerini sürdürdükleri alanların yapılarıyla biçimlenmektedir. Nitekim tarihsel süreçte bu biçimleniş görülmektedir. Reklam ajanslan reklamverenin ardından giderek uluslararası bir yayılma göstermişlerdir. Bu yayılış rekabetin artmasıyla eşgüdümlü olarak gerçekleşmiştir. Günümüzde reklam, gerek reklamverenin gerekse reklam ajansının "hedef"lerine ulaşmak adına kullandıktan tek iletişim biçimi değildir. Mattelart m (1995: 26) belirttiği gibi "reklam" kavramı yerine günümüzde iletişim kavramının tercih edilmekte olduğu ve mega birleşmelerin, ağlann iletişim hizmetleri ekseninde gerçekleştirildiği görülmektedir. Dünyada ve Türkiye'de reklam ya da daha doğru bir ifadeyle pazarlama iletişimi endüstrisindeki yapılanmalar da bunun bir göstergesidir. Son beş yıl içinde grupların yapılanmalannın giderek "görünür" kılındığım, özellikle internet siteleri üzerinden gözlemlenebilmektedir.19hizmet verilen markaların da dahil olduğu bu görünürlük, gruplann kendilerine ait alanları/sınırlan belirleme çabasının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda birleşmeler ve satın almalar yeni sınırlann oluşturulmasında önemlidir. Örneğin Grey Grup 2004 yılında dünyada en büyük ilk elli grubun arasında bulunurken, 2005 yılında grup ajanslan VVPP Grup altında görülmektedir. Asatsünun da %20'si yine VVPP tarafından 2005 yılında satın alınmıştır. Medyada yaşanılan yoğunlaşma süreciyle birlikte gerek global düzeyde gerekse Türkiye'de iletişim hizmetleri endüstrisinde de yoğunlaşmalar yaşanmaktadır. Yoğunlaşma ile nihai ürünlerin farklı aşamalan tekbir merkezden/ elden denetlenmektedir. Endüstride, uzmanlaşmanın sonucu olarak ayrılan birçok birimin organik bağlan, grup yapıları altında kurulmakta, farklı 19 Omnicom Grup; Publicıs Grup; Interpublic; Wpp Grup; Dentsu; Havas Grup; Erişim tarihi:

114 124 iletişim: araştırmaları sahipliklerde görülen ama tek bir merkeze bağlı olan işletmelerin karlan tek merkeze akmaktadır. Böylelikle de iletişim kampanyalan - reklamdan halkla ilişkilere, araştırmadan medya satın almalara kadar - görece daha düşük maliyetlerle üretilerek kar marjı yükseltilmektedir. Ayrıca farklı pazarlardaki rakiplerin her tür iletişim faaliyetleri grup yapılarına/holdinglere yönlendirilerek yine kar maksimize edilmektedir. Bir markanm reklam ajansının hazırladığı kampanyanın medya planını aym gruba bağlı bir medya ajansı, halkla ilişkiler faaliyetlerini yine aym gruba bağlı bir halkla ilişkiler ajansı hazırlayabilmektedir. Mercedes markasının, uluslararası reklam ajansı Omnicom Grup'a bağlı olan BBDO'dur. Türkiye'de de Mercedes, Alice BBDO reklam ajansı ve yine aynı gruba bağlı OMD medya şirketi ile çalışmaktadır. Bununla birlikte tüketim aşamasındaki tüketiciler de bütünleştirilmiş /uyumlaştınlmış mesajlarla kuşatılmakta ve endüstri tarafından tüketicilerin algı eşiklerinin aşımı hızlandırılmaktadır. Algı eşiklerini geçebilmenin yolu olarak, geleneksel reklamdan farklı iletişim biçimleri üretilmekte ve bu üretimi gerçekleştirebilmek adına endüstri hızla yeni uzmanlık alanları yaratmakta ve yapılanmalarına eklemektedir. Bu uzmanlık alanlanndan sonuncusu da interaktif medya ortamlarına ilişkindir. Gruplar, böylesi bir hizmeti verebilmek adına interaktif ajanslar oluşturmaktadır. Örneğin, reklam ve oyunun bir arada kullanıldığı reklam-oyunlar (advergame) endüstrinin tercihlerine ve harcamalarına yeni bir yön vermektedir. Ogivly Mather Worldwide bünyesinde "game" hizmeti vermeye başlamıştır.20 İngiltere de bulunan ve reklam, medya ve pazarlama iletişimi ajanslarından oluşan IPA (Institute o f Practioners in Advertising)'nın 2 Ocak 2007 tarihinde yayımladığı The Future of Advertising and Agencies, A 10 Year Perspective başlıklı rapor, endüstrinin hem günümüzdeki hem de 10 yıl sonraki topografyasının yoğunlaşmalarla birlikte nasıl görünümlere kavuşabileceğine ilişkindir. Rapor, bu yazının da vurgulamaya çalıştığı gibi geleneksel reklamcılığın yerini farklı iletişimlere bırakırken, ajansların bu alanlarda uzmanlaşmaları ve aynı zamanda ortaklıklar için hazır olmaları gerektiğini belirtmektedir. Raporda, bu ortaklıklar, "birleşme ortağı", "içerik işbirlikçisi", "program yapımcısı", "netvvork yaratıcısı", "veri sağlayıcısı" ve "veri toplayıcısı" olarak 20 Erişim tarihi:

115 Gençtiirk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 125 tanımlanmaktadır.21bu rapor aynı zamanda "yerel" reklam ya da diğer iletişim hizmeti ajanslarının tek başlarına yaralamayacağına dair bir tablo çizmektedir. Günümüzde reklam endüstrisinin topografik görünümü uluslararası ağlann göreli üstünlüğüyle oluşmakta ve bu görünüm salt reklamı değil her tür iletişim faaliyetini içermektedir. Bu ağların sınırlarının her geçen gün genişleme eğiliminde olduğu görülmektedir. Yoğunlaşmaların içeriği ve sınırları gerek ulusal gerekse uluslararası yasal düzenlemelere göre de belirlenmektedir.22bu sınırlar özellikle reklam mecralarıyla ortaklıklara ilişkindir. Aynca Türkiye'de Reklamcılar Demeği'nin tüzüğünde de reklam ajanslarının "herhangi bir reklamveren kuruluş veya herhangi bir reklam mecrası kuruluşu ile ortaklık ilişkisi olmaması" ifadesi yer almaktadır. Endüstrideki yoğunlaşma her ne kadar medyada yaşanılan yoğunlaşmalara paralel de olsa, medyadakinden farklı bir içeriğe sahiptir. Bu farklılıklardan biri, sahiplik ilişkilerinde kendini göstermektedir. Medyada sahiplik kişiler üzerinden ve kişiler dolayımıyla anılırken, iletişim hizmetleri endüstrisinde gruplar anılmakta ve bu grupların sahiplerinden çok, yöneticileri ön plana çıkmaktadır. Yoğunlaşmanın -ya da farklı alanlarda tüm yoğunlaşmaların- yönünün ne olacağı, de fcıcto uygulamaların olup olmayacağı, yerel ajansların süreçte izleyecekleri stratejiler Türkiye'de endüstrinin topografik görünümünün yeniden belirlenmesinde etkili olacaktır. 21 IPA, 'The Futüre of Advertising and Agencies, A 10 Year Perspective". http: / / Erişim tarihi: Türkiye'de 4676 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 13. maddesiyle değiştirilen, 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınlan Hakkındaki Kanunun 29. Maddesi ndeki düzenleme endüstrideki yoğunlaşmanın sınırlarını da belirler niteliktedir. Reklam mecrası sahiplerinin reklam yeri pazarlamak için işletmeler kurması ve böylelikle haksız rekabete yol açmaları söz konusu yasayı gereklilik haline getirmiştir.

116 126 iletişim : araştırmaları Reklam ve Medya Satın Alma Halkla İlişkiler Pazarlama Satış promosyonu Uzmanlaşmış 6BD0 Worldwide Icon Alcone Marketing Group IHealth Communications DDB Worldwide Communications Goodbye, Silverstein & Partners Fleishman-Hillard Atmosphere Accel Healthcare Communications BBDO Detroit CRM GSDSM Ketchum Grizzard Communications Cline Davis SMan Martin/Williams Porter Novelli Integer Group Corbett Healthcare Mertley Newman Hartey Partners OMD PHD Organic Rapp Collins Worldwide Eden Communication Harrison SStar Busine Group KPR TBWA Worldwide Targetbase Lyons Lavey Nickel $wift Zimmerman&Partners Ketchum Advertising Tequila Ameli Group Bernard Hodes Grup Tablo 1: Omnicom Grup Tracy Locke Partnership Agency.com GMR Marketing Proximity

117 Gençtürk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye örneği 127 Reklam ve Medya Satın Alma Bütünleşik Paz. Uzmanlaşmış Sağlık İletişimi Halkla İlişkiler ve Kamu İlişkileri Cole &Weber/Red Celi Bravo Group CommonHealth Burson & Marsteller J.Walter Thompson Co. Brouillard Grey Healthcare Cohn & Wolf Mediaedge:cia Ogivly Healthvvorld Ogilvy Public Relations WW Mindshare Einson Freeman Sudler Hennessey Ogilvy SMather Worldwide Berlin Cameron/Red Celi Sicola Martin Dentsu, Y&R Advertising Grey Worldwide Asatsu, DK (%20) Mediacom Alience Bates Asia Batey Ads Brand Buzz Diamond Ad Glendinning JWT Specialized Communications Kang SLee Landor SAssociate OglIvyOne Worldwide Ogilvy SMather Interactive Mendoza Dillon SAsociado RTC Sudler &Henne Univvorld VML Wunderman I4l Worldwide Grey Interactive Worldwide Tablo 2: WPP Grup (5,78 milyar $)

118 128 iletişim : araştırmaları Reklam ve Medya Satın Alma Sağlık İletişimi ve Halkla İlişkiler Uzmanlaşmış Pazarlama İletişimi Hizmetleri Campbell Mithun Adair-Greene NFO World Grup Cross Media CarmichaelLynch FutureBrand Jack Morton WW FCB Worldwide DeVries Public Relations SpringPoint Kaleideskope Sport S Entartainment Dailey SAssociates FCB Healthcare Gillespie Octagon Oeutsch Gotham Hill Holiday Conors Cosmopolos Initiative Media Worldwide Golin/Harris International ISO Healthcare Consulting Accent Marketing DraftWorldwide FCBi Hacker Group Lowe& Partners WW Lowe Healthcare WW Marketing Drive WW Martin Agency The MWW Group Momentum Worldwide McCann-Erickson Worldwide Mullen Suissa Miller TM Ad Universal McCann Abece Mediafirst International Media Partnership Nationvvlde Advertising Service R/GA Torre Lazur McCann Healthcare Worldwide Weber Shandwick MRM Partner Tablo 3: interpublic Grup (6,20 milyar $)

119 Gençtürk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 129 Reklam ve Medya Satın Alma Halkla İlişkiler Bütünleşik Uzm. Pazarlama Sağlık İletişimi Amazon Advertising Manning Selvage & Lee Arc Integrated Marketing Medicus Group International Leo Burnett WW Publicis Dialaog Denuo Nelson Communications Worldwide D'Arcy Masius Benton &Bowles Fallon Worldwide Kaplan Thaler Group Publicis S Hal Riney Publicis WW Saatchi SSaatchi Starcom MediaVest Team One Advertising Optimedia Zenith Media Relay Sponsorship Event Marketing LBVVork Leo Burnett Customer Semaphore Partner Williams-Labadie Tablo 4: Publicis Grup Reklam ve Medya Bütünleşik Pazarlama Halkla İlişkiler DCA Renegade Marketing Dentsu Communications Colby Partners Cayenne Grup Tablo 5: Dentsu Grup

120 130 iletişim: araştırmaları Reklam ve Medya Satın Alma Bütünleşik Pazarlama ve Sağlık İletişimi Halkla İlişkiler Arnold WW Arnold W 'wide Integrated Solutions Magnet Communications Euro RSCG WW McKinneyS Silver Euro RSCG 4D Euro RSCG Impact Media Planning Group Tablo 6: Havas Grup K a y n a k ç a Almanak '06 (2005). Marketing Türkiye Dergisi. İstanbul: Rota Yayınları. Akçura, Gökhan (2002). Ivır Zıvır Tarihi-Uzun Metin Sevenlerden misiniz?. İstanbul: OM Yayınlan. Appadurai, Arjun (1997). "Disjuncture and Difference in Global Cultural Economy." Global Culture: Nationalism, Globalization and Modernity. Mike Featherstone (der.) içinde. London: Sage Arens, Williams (1999). Contetnprary Advertising. USA: Irvvin/McGravv Hill Company. Aydın, Özlem (2006). "Reklamcılar Holdingleşiyor" Erişim tarihi: Beder, Sharon. Richard Gosden (2001) WPP: YVorld Propaganda Grup. PRWatch. 8(2). Erişim Tarihi: Ewen, Stuart (1976). Captains of Consciousness: Advertising and the Social Roots oftlıe Consunıer Culture. New York: McGrawHill. Gencel Bek, Mine (2000). "Devlet, Piyasa ve Demokratik Bir İletişim Düzeni: Türkiye'de Medyanın Son On Yılı." İletişim 2000 (8): Gülsoy, Tanses (1999). Reklam Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Adam Yayınlan. Hamelink, Cees (1997). "International Communication: Global Market and Morality." International Communication and Globalization. Ali Mohammadi (der.) içinde. London: Sage İnceoğlu, Metin (1985). Güdüleme Yöntemleri. Ankara: Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yayınları. Koloğlu, Orhan (1999) Reklamcılığımızın İlk Yüzyılı. İstanbul: Reklamcılık Vakfı Yayınlan. Mattelart, Armand (1995). Beyin İğfal Şebekesi-Uluslararası Reklamcılık. Çev., Işın Gürbüz ve Alev Türker. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Mattelart, Armand (1991). Reklamcılık. Çev., Fatoş Ersoy. İstanbul: İletişim Yayınları. McChesney, Robert (1998). "The Political Economy of Global Communication." Capitalism and the Information Age: Political Economy of Global Communication Revolution. R. Mcchesney, E.M. VVood ve J.B. Foster (der.) içinde. New York Monthly Review Press Mosco, Vincent (19%). The Political Economy of Communication. London: Sage.

121 Gençtürk Hızal Reklam Endüstrisinin Topografyası: Türkiye Örneği 131 O'Guinn, vd. (1998). Advertising. Ohio: Southvvestern College Publications. Özkan, Pelin (der.) (2004). Hayatımız Reklanı-Türkiye'nin Reklam Ustalarıyla Reklam Ustalarıyla Söyleşiler. İstanbul: Mediacat Yayınları. Pekman, Cem (2001). "Çokuluslu Reklamcılık, Uluslararası Düzenlemeler ve Ulusal Uygulamalar Kuralları Kim İster?" Medya Politikaları. B.Kejanlıoğlu, S. Çelenk ve G.Adaklı (der.) içinde. Ankara: İmge Yayınevi Robertson, Roland (1995). "Glocalization: Time-Space and Homogeneitv-Heterogeneity." Global Moderrıities. M. Featherstone, S. Lash, R. Robertson (der.) içinde. London: Sage Schiller, Herbert (1993). Zihin Yönlendirenler. Çev., Cevdet Cerit. İstanbul: Pınar Yayınları. Smythe, Dallas (1981). "On the Audience Commodity and Its Work." Dependency Road: Communications, Capitalism, Consdousness and Canada. Norvvood, N.J: Ablex Publications Sönmez, Mustafa (19%). "Türk Medya Sektöründe Yoğunlaşma ve Sonuçları." Birikim (Aralık): Toprak, Zafer (1995). "Tüketim Örüntüleri ve Osmanlı Mağazaları." Cogito (5): Ünsal, Yüksel (1984). Bilimsel Reklamcılık ve Pazarlamadaki Yeri. İstanbul: Tıvi. http: / / Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: , Erişim tarihi: Erişim tarihi: http: / / Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi: Erişim tarihi:

122

123 Postmodern Sinema mı Film mi? Ali Karadoğan Özet Postmodernizm, sanatın pek çok alanında olduğu gibi sinemada da tartışılmış ve sinemayı nasıl etkilediği üzerinde durulmuştur. Postmodernizm tartışmalarının hepsinde olduğu gibi sinema söz konusu olduğunda da postmodern sinemanın ne olduğu, hangi tarihsel dönemde hangi tarihsel ve sanatsal koşulların ürünü olduğu postmodernizmin karakterine uygun olarak hala belirsizliğini korumaktadır. Bu yazının amacı postmodern sinemanın temel karakteristiklerinin neler olduğu üzerinde durarak postmodern bir "sinemadan" mı yoksa "filmler" kümesinden mi söz etmemiz gerektiğidir. Bunun için postmodern olarak nitelenen bazı filmler karakterleri, anlatıları, mekân ve zaman kullanımları açısından incelenmiş ve ortaklıkların neler olduğu saptanmaya çalışılmıştır. Conceptual Dilemma: Postmodern Cinema or Postmodern Film? Abstract Debates on postmodernism have been going on in cinema as well as in the other fields ot art, and one of the ımportant aspects at these debates is the influence of postmodernism upon cinema. Hovvever there is no consensus on these discussions, thus the discussion points related with what postmodern cinema means, which historical period has produced postmodern cinema and which historical and artistic conditions has shaped postmodern cinema remains ambitious like the ambiguity that is immanent to the concept of postmodernism itself. This paper is an attempt to settle an assumption vvhether it is suitable to prefer the concept of "postmodern cinema" or the concept of "a set of postmodern films". follovving essential characteristics of postmodern cinema. Therefore. this study elaborates films attributed as postmodern considering their main components such as characters, narrative. usage of time and space, and it attempts to specify vridespread properties among these films. iletişim : araştırmaları (1-2):

124 134 iletişim : araştırmaları Postmoderrı Sinema mı Film mi? "Klee'rıin 'Angelus Novus' adlı bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor. Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek... Ama Cennet ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, firtmayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. İşte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır" VValter Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine IX Tez1 Postmodernizmi tanımlamanın en kolay yolu herhalde onu "çoğulluklar silsilesi" olarak adlandırmaktır. Postmodern (kendini böyle niteleyenlerin ya da böyle nitelenseler bile "aslında" böyle olmadıklarım söyleyenlerin oluşturduğu) literatürü -sosyoloji, edebiyat, tarih, sanat, sinema2 gibi - elimize aldığımızda aralarında derin çelişkiler olduğunu görebiliyoruz. Aslında postmodemi tanımlamanın gelip dayandığı bu nokta onun en sorunlu tarafıdır. Sorunludur çünkü farklı tanımlar ve buna bağlı olarak farklı özellikler çoğul postmodemizmler doğurmaktadır. Bu da tanımlandığı iddia edilen "toplumı VValter Benjamin (1993). "Tarih Kavramı Üzerine." Pasajlar. İstanbul: YKY Sanatta Rauschenberg, Baselitz, Schnabel, Kiefer, Warhol; mimaride Jenks ve Venturi; tiyatroda Artaud; yazında Barthes, Barthelme ve Pynchon; sinemada David Lynch; fotoğrafta Sherman; felsefede Derida, Lyotard, Baudrillard; sosyolojide Denzin gibi.

125 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 135 sal durumun" gerçekliğini, karakterini belirsizleştirmeme ya da çok farklı biçimlerde tanımlanmasına yol açmaktadır. İçinde bulunduğumuz bu toplumsal durumu adlandırmakta kullanılan kavramlara bakarsak aslında bu durumu tanımlamanın ne kadar zor olduğu daha da belirginleşir; enformasyon toplumu, post-endüstriyel toplum, tüketim toplumu, medya toplumu, elektronik toplum, gösteri toplumu, high-teclı toplum gibi adlandırmalar bu "çoğul dünya"yı tanımlamakta yetersiz kalan kavramlardır. Adlandırmalara bakıldığında bu "çoğul" durumun "tekil" bir adlandırmaya ve "bütüncül" bir karakteristikler kümesine nasıl dönüştürüleceği daha da belirsizleşmektedir. Bu aynı zamanda bu kavramı "büyük anlatılar"m yokluğu ile eşdeğer görenlerin ve "toplumsalın her biçiminin yok olduğunu" varsayanların istemeyeceği bir şeydir. Ancak bütün bu adlandırmaların alünda yatan temel varsayım açığa kavuşturulursa durumu adlandırmak daha kolay bir hale gelebilir; Jameson "bu tür kavramlarm kendilerini rahatlatacak biçimde, söz konusu yeni toplumsal formasyonun, klasik kapitalizm yasalanna -yani endüstriyel üretimin başatlığı ve sınıf savaşımının her yerdeliğine- artık uymadığını göstermek gibi bariz bir ideolojik misyonlan vardır" diyerek aslında sorunun en azından bu yönünü açığa kavuşturmaktadır (31). Postmoderni tanımlarken en doğrusu da galiba buradan başlamak. Çünkü buradan başlamayan her tanım son noktayı koymadan bu noktaya dönmek zorunda kalacakür. Postmodernizm tanımlamasının bu niteliği önemlidir. Ancak bu çabanın "büyük anlatılan" yeniden inşa etmek gibi bir anlamı yoktur. Vurgulanan şey, birleşik ve tutarlı bir postmodernizm kavramsallaştırmasının günümüzü anlamak açısından taşıdığı önemdir. Ancak bu çabanın kendisi de modernist bir çabadır. Fakat burada sadece bunu belirtmekle yetineceğiz; çünkü yazımız genel

126 136 iletişim : araştırmaları anlamda postmodem durumun kültürel üretimle olan ilişkisine, özel olarak da postmodem filmler (ve sinema) üzerine odaklanacaktır. Bu amaçla çalışmanın birinci bölümünde postmodem bir duruma ve postmodem sinemaya giden tarihsel yolun geçirdiği evrim gözden geçirilecek, konuyla ilişkili temel kavramlar açıklanacaktır. Postmodem sinemanın temel belirleyicilerinin anlatıldığı ikinci bölümde ise bu filmlerin anlatı yapılan, karakterleri, bu karakterlerin içinde hareket ettiği mekânlar, çevre ve filmin evreni içeresindeki temel dertleri tartışılacaktır. Bu konulan tartışmaya geçmeden önce postmodemizmle ilgili bazı tarüşmaları aktarmak, içinde dolaşacağımız sınırları belirlemek için bir gereklilik oluşturmaktadır. Günümüzde pek çok sanatsal, entelektüel alan için kullanılan postmodemizmi tanımlamaya genellikle onun modernizmle arasında var olan süreklilik/kopukluk tartışmasından başlanır.3 Postmodemizmin bir kopuş olduğu varsayımı örtük olarak pek çok teorisyen tarafından paylaşılır. J. F Lyotard, ). Baudrillard, F. Jameson gibi teorisyenlerin yazdıklannm altında modernin belirgin bir şekilde terk edildiği, tayin edici görünümlerinden uzaklaşıldığı anlamında bir "kırılma"ya (Mike, 1996: 21) ilişkin bir bakış açısı vardır. Bu konunun daha iyi anlaşılması için her şeyden önce, modemite/postmodemite den ve modemizm/postmodemizm den ne anlaşıldığının kısaca açıklanması gerekmektedir. "Gerçek"ten "İmge''ye Giden Yolda Postmodernizm Genellikle Rönesansla ortaya çıktığı söylenen modernlik antikiteyle ilişkili olarak tanımlanır. 18. yüzyıl civarında Batı'da ortaya çıkan ve o zamandan bu yana toplumsal, ekonomik ve siyasal dizgeler demetine gönderme yapan özet bir terim olan (Sarup, 1995:156) modernlik bugün geleneksel düzenle karşıtlık içerisine konur ve toplumsal dünyanm ilerici iktisadi ve yönetsel rasyonelleşmesini ve farklılaşmasını içerir (Mike, 1996: 21-22). Postmodemlik ise modernlikten sonra neyin geldiğini bildirir ve modernlikle birlikte ortaya çıktığı varsayılan toplumsal biçimlerin fiilen çözül- 3 Bu iki kavram arasındaki karşıtlık şu kavramlar arasında da kurulur; postmodernite-modemite, postmodemlik-modernlik, postmodemizm-modernizm

127 Karadoğan Postmodem Sinema mı Film mi? 137 meşine gönderme yapar. Postmodemlikten bahsetmek kendine özgü örgütleyici ilkelere sahip yeni bir toplumsal bütünlüğün ortaya çıkışım içeren bir çağ değişikliğini ya da modernlikten kopuşu ileri sürmek anlamma gelir. Baudrillard, Lyotard ve bir ölçüde de Jameson'un yazılarında sezilen bu düzen değişikliğidir. Baudrillard, simulasyonlann ve modellerin toplumsal dünyayı gerçek ve görünüş arasındaki ayrımın silinmesine yol açacak biçimde oluşturmaya başladığı üretimci bir toplumsal düzenden yeniden üretimci bir toplumsal düzene geçilmesinde yeni teknoloji ve enformasyon biçimlerinin merkezi bir rol oynadığım vurgular. Baudrillard'ın anlatısı üretim ve endüstri kapitalizminin egemenliğindeki modemite çağının sona ermesi ve taklitler, hipergerçeklik, şiddetli bir infilakla içe dönük çöküş ve yeni teknolojiler, kültür ve toplum biçimleri tarafından oluşturulan postendüstriyel postmodernite çağıyla ilgilidir (Baudrillard, 1998: ; Kellner, 1993: 230). Baudrillard'a göre modem endüstri toplumunun anahtarı üretimken, postmodem toplumda "gerçek" i önceleyen modeller olarak "taklitler" toplumsal düzene egemen olmaya ve toplumu hipergerçeklik olarak oluşturmaya başlar. Baudrillard'ın taklit toplumuyla sonuçlanan ve tarihsel bir perspektif içerisinde ele aldığı bu suret düzeni onun toplumsal tasarımının da temelidir. Baudrillard'a göre suretler nesnelerin ya da olayların temsilleri ya da kopyalandır; suret düzenleri ise suretler ve gerçek arasındaki ilişki bakımından görünüş düzenlerindeki çeşitli evreleri biçimlendirir. Suretlerin toplumsal hayat üzerindeki egemenliklerini tanımlayan Baudrillard Rönesans'ın suretlerin kumcu örgütlenmiş ilkesi olarak ilk defa ortaya çıktığını söyler. Rönesans hüner gerektiren işe fiyat biçen yapma ve demokratikleşmiş bir göstergeler dünyasmı gündeme getirerek feodal ortaçağın sabit göstergeler ve toplumsal konum hiyerarşileriyle ilgisini kestiği zaman bu ilk suret düzeni ortaya çıkmıştır (aktaran Kellner, 1993: 232). Bu evrede suretler doğayı temsil eder ya da doğal haklara ve yasalara somutluk kazandırırlar ve bu evrede doğal değer yasası egemendir. İkinci suret düzeni ise, endüstri devrimi sırasında ortaya çıkmıştır; bu devrede sonsuz yeniden üretilebilirlik endüstrisi suretler ya da seriler biçiminde dünyaya sunulmuştur. Bu dönemde üretim mekanikleşir ve kitle nesnelerinden oluşan seriler imal edilir. Üretimin mekanikleşmiş olmasıyla eksiksiz kopyalar, montaj fabrika süreçleri ve otomasyon tarafından sonsuzca üretilebilirdi. Teknolojinin ve mekanik yeniden üretimin yeni bir gerçeklik oluştur

128 138 iletişim: araştırmaları maya başladığı bu noktada da "endüstriyel değer yasası" hakimdir. Suretlerin üçüncü düzeninde ise ne ikinci evrede olduğu gibi orijinali sahtesinden oluşan bir dünyadayızdır, ne de İkincide olduğu gibi saf bir seriler dünyasıdır. Bu aşama taklit modellerin dünyayı oluşturmaya başladığı "taklit" aşamasıdır. Burada yapısal değer yasası hâkimdir ve modeller her şeyden önce gelir (Kellner, 1993: 222). Lyotard ise post-endüstriyel bir düzene doğru gidildiği öncülüne dayanarak postmodern durumdan söz eder. Lyotard daha çok toplumun bilgisayarlaşması ve bilgi üzerindeki etkilerini araştırarak anlatısal bilginin yerini dil oyunlarının, evrenselliğin yerini yerelliğin aldığını vurgular. Lyotard bu durumu postmodern durum olarak niteler.4 Jameson hem "estetik" hem de "politik"tir dediği (91) postmodernizmin tahlilini Ernest Mandel in geç kapitalizm5kavramı etrafında geliştirir. Jameson, postmodernizmi kapitalizmin bu "geç" evresinin kültürel mantığı olarak tanımlar (29). Bu anlamda Jameson'daki "kopuş" kapitalizmin geç/çok uluslu evresi içerisinde yer alır ve kültürel üretim ve biçimlerdeki radikal dönüşümleri ifade eden postmodernizm terimi bu kopuş/süreklilik mantığı çerçevesinde yeni deneyim ve öznellik tarzlarma ve yeni sanat biçimlerine (film, video gibi) göndermede bulunur. Üretim tarzı ve üretim ilişkilerinin değişmesi anlamında bir kopuştan bahsetmeyen Jameson, yaptığı dönemleştirmede Marks'm tahlil ettiği dönemi kapitalizmin ilk evresi olarak niteler. Bu evrede piyasa kapitalizmi hâkimdir. İkinci evre 19. yüzyıldaki emperyalizmin ulusal sınırları yıktığı tekelci evredir. Üçüncü evre ise II. Dünya Savaşı sonundan itibaren çok uluslu sermayenin hâkimiyet kurduğu dönemdir. Bu evrede sermaye küresel bir nitelik kazanmıştır. Jameson'un bu üç dönemlendirmesine aynı zamanda üç kültürel biçimlenme eşlik eder. Piyasa kapitalizmi ger- 4 Ancak Lyotard daha sonra "Postmodernizmin yalnızca bir ruh halini ya da zihinsel durumu" gösterdiğini belirtmiştir. Bakınız Mike (1995). 5 Bu kavram ilk kez 1940'larda Adomo ve Horkheimmer'in yazılarında görülür. Kimi zaman özgül bir içerik yüklenmeden "kapitalizmin en yeni, en son aşaması" anlamında kullanılırken, kimi zamanda belirli bir anlamda (tekelci aşama) kullanılır. Lucien Goldman 20. yüzyılda kapitalizmi betimlemek için "örgütlü kapitalizm" terimini kullanmış, Ernest Mandel ise rekabetçi ve tekelci aşamadan sonra kapitalizmin üçüncü aşaması olarak tanımlamıştır. Jameson'un kavramı kullanması da bu anlamdadır. Bakınız Koçak (1993).

129 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 139 çekçiliğin çerçevesini oluştururken, emperyalizm modemist kültür akımlarının gelişimine olanak sağlamıştır. Çok uluslu geç kapitalizm ise postmodernizmin gelişimine olanak tanımıştır (65-66). Jameson bunlara aynı zamanda zamansal ve mekânsal bir gelişimin de eşlik ettiğini belirtir. Bu anlamda postmodern mekân türdeş ve soyut bir mekândır, parçalanmıştır (Jameson, 1994). Postmodernistler coğrafyayı hiper mekân olarak görürler. Postmodern hiper mekân icat edilebilir ve yanı sıra kolaylıkla yok olma emri alabilir ya da zihin jimnastiği yardımıyla salt düşünsel bir yapı tarafından genişletilebilir. Postmodern mekân ve coğrafya Jameson'a göre bireysel insan vücudunun kendi yerini saptama, yakın çevresini algısal olarak organize etme ve haritaya gelir bir dış dünyada bilişsel olarak kendi konumunun haritasını çizme kapasitelerini aşmaktadır (Zeka, 1994:105). Postmodern mekân anlayışı normal biçimde kavranan coğrafi mekânın her cephesini sorgulayarak onu ters yüz eder ve zihinsel olarak oluşturulmuş bir ilişkiler kümesi olarak yeniden formüle eder. Bu yüzden hiçbir temsil gerçekten sahici değildir. Postmodern mekânın bu şekilde algılanışına modern zaman anlayışındaki değişiklik de eşlik eder. Modern zaman anlayışının baskıcı olduğu, insan faaliyetlerini ölçüp denetlediği söylenir. Doğrusal zamana rahatsız edici ölçüde teknik, rasyonel, bilimsel ve hiyerarşik bir şey gözüyle bakılır. Oysa zaman insani bir yaratımdır, dilin bir işlevidir ve bu yüzden de keyfi ya da belirsizdir. Kökenlerini çoğunlukla sanayileşmeden alan toplumsal gelişim aşamalarına gönderme yapmak için kullanılan modernleşme teriminin asıl vurgusu, iktisadi gelişmelerin geleneksel toplumsal yapılar ve değerler üzerindeki etkileri üstünedir. Modernleşme teorisi, endüstrileşme, bilim ve teknolojinin gelişimi, modem ulus devletin ortaya çıkması, kapitalist dünya piyasası, kentleşme gibi olgularla birlikte ortaya çıkan sosyo-ekonomik değişimlerin birliğidir (Berman, 1994: 12-13). Postmodemleşme ise genellikle modernleşmenin bu dinamiklerinin ortaya çıkardığı toplumsal yapıların ve olguların dönüşüme uğraması olarak kavranmaktadır. Örneğin modernleşme ile birlikte ortaya çıkan sımflann (işçi) ve buna bağlı olarak toplumsalın sonunun geldiği, üretimin postfordist bir anlamda yapılandığı, klasik sektörler arasında hizmete dayanan işgücünün baskınlaştığı ve kitle iletişim araçlarının gerçeğin temel belirleyicisi durmuna geldiği bir zaman olarak tasavvur edilir.

130 140 iletişim : araştırmaları Modemizm kavramı ise yüzyıl dönümünde ortaya çıkan ve yakın zamana kadar çeşitli sanatsal hareketlerle birlikte aralan özel bir kültürel ve estetik biçimler dizisiyle ilişkilidir. Modemizmin klasizme karşı bilinçli olarak geliştiğini, deneyimin ve yüzeydeki görünümün ardındaki gizli doğruyu bulma amacının üzerine önemle eğildiğini söylemek mümkündür. Modernizmin temel özelliklerini Eugane Lunn şöyle sıralamaktadır; 1. Estetik özbiiinçlilik ya da öz dönüşlülük (self-reflex$iveness): Modem sanatçıların kendi araç ve malzemelerini kendi sanatlarındaki yaratma süreçlerine dikkati çekmek için kullanmaları anlamma gelen bu ilkeyi pek çok modemist romana yazmakla ilgili sorunları yapıtlarına taşıyarak sanatlarının ayrılmaz bir parçası haline getirmişlerdir (Joyce-Ulysses gibi). Böylece modem sanatçılar, sanatı "dışşal" gerçeklik olduğu iddia edilen şeyin sadece saydam bir "yansıması" ya da "sunulması" olarak kabul etmekten kaçınmış olurlar ve kendi gerçekliklerini bilinçli olarak bir yorum ya da oyun olarak açığa vururlar (48). 2. Eşzamanlılık, bitişiklik ya da montaj: Pek çok modemist, sanatta anlatısal ya da zamansal yapı eşzamanlılığı, eğretileme mantığını ya da zaman zaman uzamsal form olarak adlandırılan şeyi, temel olan bir estetik düzenleme lehine zayıflatır ya da ortadan kaldırır. Ardışık ve birbirine eklenen zamana göre anlatım yerine modem romancılar geçmiş, şimdiki zaman ve geleceği yoğunlaştıran psikolojik zamanın belirli bir aranda yaşanan eşzamanlı deneyimi anlatırlar (Joyce, Woolf, özellikle Proust). Burada birlik önemlidir. Birlik modem görsel montajda olduğu gibi (Eisenstein) bitişen çeşitli perspektiflerden (gözün, duyguların, toplumsal sınıfın ya da kültürün) yaratılır. Geleneksel sanatın, belirli bir zaman içinde ardışık olarak sunulan bir olaydan bir duygu veya herhangi bir şeyden hareket etmesine karşılık, modem sanat, gözle görülür nedensel ilerlemeyi ve tamamlamayı amaçlamaz. Modemist sanat içinde farklı kişilerin çeşitli deneyimlerinin, geçmişteki ve şimdiki zamanlarının bitiştirildiği uzaklıkların düz bir yüzey üzerinde de olsa korunduğu bir açık uçlu ve "sürekli sunum" içinde varolma amaandadır. Modemistler sanatı geçici ve geçişsel olan şimdiki zamana yerleştirirler (49). 3. Paradoks, çift anlamlılık ve belirsizlik: 19. yüzyıl sonunda sabit bir bakış açısı nosyonunun ve felsefi, bilimsel, dinsel diğer kesinliklerin zayıflamasına karşı durmak için modemistler dünyanın paradoksal çok yanlılığını keşfet

131 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 141 mişler ve gerçekliği artık göreli perspektiflerden anlamak gerektiğini vurgulamışlardır (50). "Modern yazarlar her şeyi bilen ve güvenilir bir anlatıcı olma yerine, olaylara bakıştan ya tek ya da çoklu, ama hepsi sınırlı ve yanılabilir üstünlükler geliştirmişler," böylece de "açık uçlu paradokslar, okura ya da izleyiciye bilinçli olarak tamamlanmamış eserin dışındaki çelişkileri nasıl çözeceklerini" ya da "çoklu perspektifleri geçici olarak nasıl sentezleştireceklerini" gösterecek tarzda planlanabilmiştir (51). 4. "İnsansızlaştırma" ve bütünleşmiş tekil özne ya da kişilik: Hem romantik hem de gerçekçi 19. yüzyıl edebiyatında tekil karakterler yüksek düzeyde yapılanmış kişilik özellikleriyle temsil edilir ve kendi bireyselliklerini bir toplumsal etkileşim yaşantısıyla geliştirirler. Bütünleşmiş insan karakteri davranış ya da ruhsal durumları betimleyerek ve dramatik diyalog yoluyla ortaya koymaya çalışırlar. Joyce, Faullkner ve Woolf için karakter tutarlı, tanımlanabilir, iyi yapılanmış bir varlık olarak değil, bir ruhsal savaş alam ya da çözümsüz bir bilmece ya da bir algılar ve duyular akışı için fırsat olarak görülür (51). Modernist bütünleşmiş kişilik tahayyülü burada Freudyen "yarık" özne üzerindeki vurgu lehine değişmiştir (Sarup, 1995:157). Postmodemizm, kapitalist kültürde özellikle de günümüzde sanatlarda gelişen herekete verilen addır. Postmodemizm terimi 1930'larda modemizme karşı küçük çapta bir tepkiyi anlatmak için kabul görmüş; ancak popülerlik kazanması 1960'larda New York'taki sanatçılar ve eleştirmenler tarafmdan kullanılmasıyla ve 1970'lerde Avrupalı kuramcılar tarafından geliştirilmesiyle mümkün olmuştur. Norman Denzin postmodemizmin aynı anda dört farklı şeyi içerdiğini belirtir. Bunlardan ilki, II. Dünya Savaşı ndan günümüze kadar gelen tarihsel bir dönemdir. Bu dönem Vietnam Savaşı'nı, 1970 ve 80 lerdeki küresel dünya ekonomik durgunluğunu, Avrupa da ve Amerika'da tutucu politik rejimlerin yükselişini, solun başarısızlığa uğramasım ve dünyada ırkçılığın yükselişini içerir. İkinci tanım yeni bir mantığa, iletişimin yeni biçimlerine ve geç kapitalizmin çok kültürlü biçimine göndermede bulunur. Üçüncü tanımlama; görsel sanatlarda, mimaride, sinemada, popüler müzikte, klasik realist ve modemist formasyonların klişelerine karşı çıkan sosyal teorideki hareketleri vurgular. Dördüncü tanımlama ise pozitivizm sonrası yorumlayıcı ve eleştirel olan bir toplumsal hakkındaki yazılara ve teorileştirmelere gönderme yapar. Postmodern teorileştirme görsel toplumla, onun

132 142 iletişim: araştırmaları temsilleriyle, kültürel mantığıyla kişisel sorunların yeni biçimleriyle ve kamusal problemlerle ilgilenmektedir. Ancak postmodem toplum Denzin in belirttiği gibi bir dizi ekonomik formasyondan daha fazla bir şeydir. Postmodern toplum sinematik bir toplumdur. Çağdaş toplumlarda artık gerçeklik parçalanmış ve sosyal bir üretim halini almıştır, buna bağlı olarak da toplum gösterilerin yapıldığı bir toplum haline gelmiştir. Denzin bu çağda kendimizi semboller denizinde sürüklenirken sinemasal bakışın ürettiği röntgenciler olarak bulmakta ve böyle tanımlamakta olduğumuzu ileri sürer (65). Bu aslında postmodem sinemanın üzerine oturduğu noktalardan biridir. Çağdaş dünyanın insanı "görsel flaneur"lere dönüşmüştür (Friedberg, 1995: 59). Postmodem sinema izleyicisi de bu niteliğiyle ön plana çıkmaktadır. Postmodemizm temel olarak evrensel bilginin ve temelciliğin eleştirisiyle tanımlanır hale gelmiştir. Postmodem teorisyenler ortada tek bir us değil çeşitli uslar olduğundan ötürü artık bütünleştirici bir us düşüncesi hakkında konuşamayacağımıza inanırlar (Lyotard, 1994; Sarup, 1995:158). Pek çok yorumcu postmodernizmlerin "derinlik" değil ama "yüzey" üzerinde duran bir örnekçeyi benimsediklerine dikkat çekmektedir. Mekanik yeniden üretilebilirlilik koşullarında sanatsal üretimin orijinallik değerinin ortadan kalkmasıyla bu düşüncenin yerini sanatın yalmzca "yineleme"ye dayalı bir etkinlik olmaktan öteye gidemeyeceği görüşü almıştır. Yazar "öldükten" sonra modern anlamda sanattan da geriye bir şey kalmamıştır. Postmodemizm aslında kendisini bu yokluk üzerine temellendirmiştir. Jameson bireysel öznenin ortadan kalktığı ve bunun sonucunda da kişisel biçemin varlığını yitirdiğini belirtir (44-46). Bu ise modem anlamda sanatın ve sanatçının yok olduğu anlamını taşır. Bu gelişme daha sonra açıklayacağımız pastişin bir sanatsal form olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Sanatsal olarak postmodemizm ile ilişkilendirilen özellikler arasında şunları saymak mümkündür; sanat ve gündelik hayat arasındaki sınırın silinmesi, bunun sonucunda da her şeyin sanat olabileceğine dair bir iddiamn sanatsal alandaki temel ilke haline gelmesi ve her türlü faaliyetin sanatsal bir alan içerisinde kendine yer bulması; yüksek ve kitle kültürü/popüler kültür arasındaki hiyerarşik aynmm çökmesi; eklektik ve kodların harmanlanmasını destekleyen bir üslup melezliği; parodi, pastiş, ironi, oyunculuk ve kültürün yüzeysel "derinliksizliği"nin olumlanması; sanat üreticisinin özgün kişi-

133 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 143 liginin/dehasının gözden düşüşü ve sanatın ancak yinelemeden ibaret olduğu (aslında sanatın ve sanatçının öldüğü varsayımı); vurgunun içerikten biçeme kayması, sinemada klasik gerçekçi anlatının yerine görüntüye kayan bir temsil sinemasının önem kazanması; gerçekliğin imgelere dönüşümü ve görüntülerin bütün bir kültürel alanı işgal etmesi, sanatın bu gerçek ve onun yeniden sunumuyla ilgilenmesi; zamanın sürekli bir şimdi içinde hapsolması, geçmişin ve geleceğin şimdiki zaman içerisinde yoğunlaştırılarak yeni bir zaman anlayışı kurgulanması; açık pornografi, cinsellik ve arzunun metalaşması; eril kültürel düşünceler dizisisini somutlaştıran tüketim kültürü; endişeyle, yabancılaşmaya, öfkeyle ve başkalarından kopuşla biçimlenen yaşantıların sanatsal üretimlerde temsil edilmesi. Postmodern Sinema mı Film mi? Peki postmodern film nedir? Kaynakları nelerdir? Postmodern film sadece bu "çağdaş dönemde" varolan toplumsal ilişkilerin yeni sanatsal formlar içerisinde temsil edilmesinden mi ibarettir yoksa sadece estetik bir kategori midir? Öncelikle bu bölümde -kısmen de olsa- bu sorulara yamt verilmeye çalışılacaktır. Postmodern filmleri incelediğimizde ilk göze çarpan bazı özellikleri açısından bu filmlerin avangart ve sanat sineması ile akrabalık taşıdığı söylenebilir. Postmodern filmler, avangart6 filmlerin ritmden, egzantrik simge ve düşsel görüntülerden oluşan ve "zor anlaşılan" yapılarını anlaşılır hale getirmeye çalışan ama bunu yaparken de anlamın hemen elde edilmesine izin vermeyecek bir yapı taşımaktadır.7 Aym şekilde sanat filmlerinin psikolojik 6 Sanatlarda yeni ve deneysel bir hareketi adlandırmakta kullanılan avangardı şöyle tanımlamak mümkündür: "Kabul edilen formların dışında kalan ya da bunlara karşı çıkan; genel geçer günlük standartlara ters düşen, ya da uygun olmadığı iddia edilen koşullarla ilgilenen ve özellikle ticari hesaplara düşman olan sanatsal yaklaşım" (Bavvden den aktaran Abisel, 1985:152). Ancak avangart yaklaşım farklı perspektifleri barındırmaktadır. Bu nedenle yekpare bir avangart yaklaşımdan sözetmek olanaklı değildir. Örneğin içinde yaşadıkları toplumun eleştirisini rüya ya da rüya benzeri görüntü düzenlemeleriyle zaman ve mekânın mantığını bozarak gerçekleştiren sürrealistler avangart olduğu kadar, filmlerinde klasik anlatımı kullanan ve öyküye yer veren ama değişik ve ilginç kamera açıları kullanan yönetmenler de avangart sayılırlar. 7 Bu durum postmodern filmlerin tümünün böyle bir nitelik taşıdığı anlamına gelmemektedir. Bu filmler içerisinde Ridley Scott'ın Bıçak Sırtı/Blade Runner filmi gibi açıkça eleştirel bir nitelik taşıyanları da vardır.

134 144 iletişim : araştırmaları sorunlar üzerine temellenen yapılarını filmin diegesisi* içerisinde Ödipal süreçlerle bağlanülı olarak daha karmaşık hale getiren bu filmler, Hollywood'un üretim sistemi89(yapım, dağıtım, gösterim) içerisinde gerçekleştirilmektedir. Bu anlamıyla postmodern filmler popüler sinemayla, avangart sinemanın ve sanat sinemasının melezleşmesinin ürünüdür. Postmodern sinemanın belirsizliklerle yüklü dili avangart sinemanın sembolik, metaforlar ve çağrışımlarla yüklü dilinin çok uzağında sayılmaz. Aralarındaki fark avangart sinemanın sanatsal bir program10etrafında gerçekleştirdiğini postmodern sinemanın "sanat"m ortadan kalktığına dair bir inançla ve her şeyin "sanat" olabileceğine dair bir ön kabulle gerçekleştirmesidir. Postmodern sinema "yüksek" sanat ile daha "aşağı" sanat arasındaki ayrımın kalkması üzerine temellenmiş olan ve ekonomik olarak "küreselleşen" bir dünyamn kültürel anlamda da küreselleşmesini yönlendiren ideolojik bir uylaşımın ürünüdür. Bu anlamıyla toplumsal, politik, kültürel ve de psikolojik bir karakter taşımasına rağmen kendisini daha çok "ideolojiler üstü" estetik bir kategori olarak dışa vurur. Postmodern filmlerin yaygınlığı bu perspektiften daha anlaşılır hale gelmektedir. Avangart film sanatsal açıdan gelişkin bir forma sahip olmasına karşın, sinema tarihi boyunca popülerleşememiştir;11fakat Theodore Adomo'nun dediği gibi "varolan toplumsal sistemle de hiçbir zaman uzlaşmamış ve 'bozuk' olan reel dünyayı haklılaştırmamıştır" (aktaran Öztürk, 1997: 26). Avangart 8 Diegesis terimi anlatıya göndermede bulunmak için kullanılır, anlatının içeriğidir. Hikâyenin içinde tanımlanan kurmaca dünya olup filmdeki her şeye göndermede bulunur. Gerçekte ekranda olup biten her şeydir; yani kurmaca gerçekliktir. Bakınız Hayvvard (1996). 9 Postmodern olarak adlandırılan filmlere baktığımızda bu filmlerin anadamar sayılabilecek kesiminin Hollyvvood un yapım koşullannda ve Hollyvvood içerisinde çalışan yönetmenler tarafından gerçekleştirildiğini görmekteyiz. Speilberg, Lukacs, Coppola, Verhoven gibi yönetmenler Hollywood sistemi içerisinde çalışan yönetmenlerdir. Ancak bunlardan başka farklı ülkelerde yapılmış filmer de vardır. Örneğin Beneix'in Diva'sı Fransa, Denys Arcand'ın Montrealli İsa sı/jesııs de Montreal Kanada, Peter Greenavvay'ın The Draughtsman's Contract filmi Ingiltere yapımıdır. Bunun dışında Spike Lee gibi bağımsız sayılabilecek bir sinemacının da filmi bu kategori içerisine girebilmektedir. 10 Örneğin 1920'lerdeki Germain Dulac, Jean Epstein gibi avangart yönetmenlerin sanatsal bir tepkileri vardı. Epstein "sanat simgesel değilse sanat değildir" diyerek gerçekçi sanata karşı çıkışını ifade eder. Epstein sinemayı da bu perspektifle değerlendirir ve onun avangart bir nitelik taşıması gerektiğini düşünür. 1960'ların avangardı ise sanatsal tepki aynı zamanda toplumsal ve politik bir tepkiye de dönüşmüştür. Çoğu zaman toplumsal sorunlarla ilişkili sanatsal bir manifesto eşliğinde geleneksel sanat anlayışına ve yerleşik politik düzene karşı çıkışı ifade eder. Godard'ın sineması bunun en iyi örneğidir.

135 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 145 sanatın Frankfurt Okulu üyelerince olumlanması da onun bu karakteriyle ilişkilidir. Frankfurt Okulu nun üyeleri avangardı varolan toplumsal yapının yadsınmasının kültürel ürün yaratma stili sayarak her anlamıyla olumlamışlardır. Fakat fenomenleri eşitleyerek dünyayı homojenize eden ideolojiye karşı koymak için Adomo "negatif bir diyalektik" (Eagleton, 1996:180) gerektiğini söyler. Adomo ya göre bu negatif diyalektik "sanat"ta mevcuttur. Sanat farklı olan ve özdeş olmayan adına konuşur (180). Ancak bu sanat Adomo ve arkadaşlarının amansızca eleştirdikleri popüler sanat ya da kitle sanatı değildir. Avangart sanat kendisini kitle sanatından "kültür endüstrisi" içerisinde yer almayarak farklılaştıran, kendisini hayattan mesafeli tutan ve kitlelerin anlamak için özel çaba göstermelerini gerektiren ve VValter Benjamin'in "Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri" (1993) makalesinde kaybolduğunu belirttiği "aura"yı hâlâ koruyan, izleyicisiyle arasındaki mesafeyi kaybetmemiş bir sanattır. Bu anlamıyla "özgürleştirimci" ve "reel dünyayı olumsuzlama olarak sanat"12(slatter, 1989: 210) niteliksel olarak yüksek bir sanattır ve bu sanat ancak verili dünyaya, egemen ideolojiye yani "olumlama olarak sanat"a13 (192) karşı koyarak var olmakta ve anlam kazanmaktadır. Ancak "postmodern" bir nitelik taşıdığı söylenen bu "zamari'da "kültür endüstrisi" sanatın (bu bağlamda sinemanın ama özellikle avangart ve sanat sinemasımn) "olumsuzlayıa" niteliğine yeni bir anlam ve biçim atfederek sınırları aşındırmış; bu aşmmamn sonucunda popülerle kaynaşan (avanıı 1920'lerde Avrupa'da ilk avangart filmler ticari sinemaya karşı iki farklı eleştirel bakış benimsemişlerdir. Bunlardan biri "Soyutlamacılık (Abstraction)" diğeri ise "Gerçeküstücülüktür CSürrealistti)." Hans Richter, Oskar Fischinger, VValter Ruttmann, VViking Eggeling gibi yönetmenler ilk gruba dahilken; Rene Clair, Man Ray Luis Bunuel ve Salvador Dali gibi isimler ikinci grubu oluşturur. 1940'lar ve 50'ler boyunca ise Amerika'da Maya Deren, Keneth Anger, James Broughton, Sidney Peterson, Stan Brakhage gibi yönetmenler "düşsel sinema" (visionary cinema) adı altında bir araya gelirken; George ve Mike Kucar, Ken Jacobs, Jack Smith, Andy VVarhol, John VVaters gibi yönetmenler ise "trash" olarak adlandırılan bir başka avangart akımın öncülüğünü yaptılar. Bakınız Macdonald (1993). 12 Frankfurt Okulu üyeleri "Olumsuzlama olarak sanat" derken var olan burjuva sanatının ve dünya görüşünün olumsuzlanmasmdan bahseder. Olumsuzlama Okulun estetiği içerisinde "savaşım"ın yerini tutar (Slatter, 1989: 210). Bu düşüncenin altında yatan şey ise "kültürün bütününün bir burjuva aldatmacası olduğu" fikridir (Jay, 1988: 259). 13 Frankfurt Okulu üyeleri "Olumlama olarak sanat" ile burjuva sanatını kasteder. Olumlama olarak sanatı Herbert Marcuse şöyle açıklan " Olumlayıcı kültür ile uygarlığın üstünde olduğu da düşünülen bağımsız bir değer alanı olarak zihinsel ve ruhsal dünyanın uygarlığından gelişim çizgisi içerisinde ayrımlaşmaya yol açan burjuva kültür çağı anlaşılmaktadır" (aktaran Slatter, 1989: ; Jay, 1988: 473).

136 146 iletişim : araştırmaları gart/sanat sineması ve benzeri popüler olmayan sanatsal formlar) sanatsal formlar "tür"lerin sınırlarını silerek melez bir tür yaratmıştır. Postmodem filmler bu melez sanatsal yaklaşımın ürünüdür. Postmodem film olarak adlandırılan bu melez filmler avangardm eleştirel niteliğini törpüledikleri oranda "daha" postmoderndirler. Avangardın ve sanat sinemasının popülerleşmesinin önündeki en büyük engel olan "anlamanın çaba gerektirdiği" tezi bu filmlerin yapısı içerisinde ortadan kalkmaya yüz tutmuştur. Ancak yine de biçimsel olarak (anlatı yapısının kronolojik düzeninin bozulması ve nedensellik zincirinin kırılması, zamanın ve mekânın kesinliğinin ortadan kalkması gibi) varlığını sürdürmektedir. Bu anlaşılırlık/anlaşılmazlık durumu postmodem filmlerin karakteristik bir özeliğidir. Bu niteliğin ikili yapısı14bir yandan gerçeğin "artık" çok anlamlı olan yapısmı anlamayı sağlama yönünde bir işlev görürken diğer yandan da "istenmeyen" anlamları "muğlaklaştırarak" ideolojik bir işlev üstlenmektedir. Görünüşte estetik bir karakter taşıyan bu muğlaklaştırma filmsel anlamın izleyicinin reel yaşantısıyla çakışmasını engelleyen bir dolayıma sahiptir. Avangart sanat (ve sinema) modem dönemde kazandığı estetik, teorik ve politik-etik anlamdaki bağımsızlığım postmodem kültür içerisinde kayr betme eğilimindedir. Bu anlamda popüler ve anlaşılabilen bir form içerisinde kitlelerin güncel beklentilerini tatmin etmeye yönelik bir postmodem sinema genel bir eğilim haline geldiği oranda avangart sinemadan miras aldığı "görece" özerkliğini yitirmektedir. Bu özellik geleneksel anlatı sinemasımn kalıp lannı kullandığı ölçüde daha da kaybolmaktadır.15 Postmodem filmlerin melez karakterini bütünleyen bir diğer özellik ise bu filmlerin kendilerini bir toplumsal boşluğun içerisine yerleştirmesidir. Avangart filmlerin politik motifli "karşı sineması"mn kendisini içerisine yer 14 Bu yapı olaylara yaklaşımındaki yüzeyselliği nedeniyle bir yandan kolay anlamaya izin verirken diğer yandan metinlerarası niteliği ve güncel bir medya literatürü/"kültürü"yle ve çoğu zaman psikanalitik süreçlere gönderme yaparak kurulan kişiler arası ilişkilerle desteklendiği için bilinmezliğin sınırlarında kalmaktadır. 15 Modernist avangart geleneksel anlata kalıplarım yıkan niteliğiyle kendini var etmiş, yeni estetik ve sanatsal formlar kullanarak eleştirel bir nitelik edinmiştir. Bu da ona verili sanatsal biçimler karşısında "görece" özerk bir özellik kazandırmıştır. Ancak postmodem filmler geleneksel anlatının formlannı tamamen terk etmezler (en azından hala erkek karakter anlatının temel eyleyeni ve verili ideolojinin taşıyıcısı durumundadır ve egemen bir filmsel üretim, dağıtım ve tüketim sistemi içerisinde yer alırlar). Bu nedenle de eleştirel ve "olumsuzlayıcı" olmaktan çok "olumlayıct'dırlar.

137 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 147 leştirdiği toplumsal ve politik uzama karşın postmodern filmler Godard'm "karşı sinemasına"16 nanik yaparcasına toplumsal bir boşluk içerisinde yüzerler. Bu boşluk içerisinde sanatı da, sinemayı da, filmi de, politikayı da, avangardı da, postmodemi de sorgulamanın anlamı yoktur. Postmodern olan bizzat durumun kendisidir: Bir sorgulama halinin sorgulanamaması. Bu sorgulanamazlık halinin sinema alamnda sorgulanmasına Jameson'un yazılarıyla başlanmıştır. Jameson un postmodemizme ilişkin olarak ele aldığı pastiş (pcıstiche), parodi (parody) ve şizofreni postmodern filmleri inceleyen her kurama tarafından bu filmleri açıklamakta kullanılmışür. Jameson, bireysel öznenin ortadan kalktığı bir ortamda kişisel biçemin de yok olduğunu ve buna bağlı olarak da biçemsel yeniliğin artık olanaklı olmadığmı belirtir. Ona göre burada başvurulacak tek şey pastiştir (45-46). Pastiş ölü biçimlere öykünme demektir. Diğer yapıtların imgelerini ve epizodlannı parçalar halinde alarak kullamrken, onları yineler ve yapay birleşimlere giderek daha canlı bir etki bırakmaya çalışır. Hâlâ yaşayan ve etkili olan biçemleri gözden düşürmeyi ve onlarla alay etmeyi amaçlayan parodi ise modem sanat içerisinde verimli bir yaşam alam bulmuştur. Ancak modem biçemlerin medya konuşmalarına indirgenen yanlan içerisinde ortadan kalkmıştır. Jameson'un Lacan'dan alarak kullandığı şizofreni ise dili deneyimleyemeyen şimdiyi, geçmişi ve geleceği bu deneyimsizlik yüzünden ebedi bir şimdilik içerisinde yoğunlaştıran kişilere göndermede bulunur. "Dili deneyimleyemeyen şizofren zamansal bir süreklilik deneyimine de sahip olamaz" (Sarup, 1995: 176). Lacan ın imleyici zincir yani bir söyleyiş ya da anlamı oluşturan birbirine bağlı sentagramatik imleyici dizilerde bir kırılma şeklinde tanımladığı şizofrenide anlam gösterenden gösterilene doğm hareketten kaynaklanır. Ancak zincirin halkalan kırıldığında ayrı ve aralarında ilişki bulunmayan imleyici yığını biçiminde şizofren ile karşılaşırız 0ameson, 1994: 56). Gerçekçi sinemanm anlatısal yapısmdan görüntüsel bir sinemaya doğru var olan bir kayışla karakterize olan postmodern sinemada modemist filmlerin ve sanata anlamlandırma sürecine yönelik ilgisi postmodern sinemada sorgulanan gerçekliğin değişmez doğası üzerine yoğunlaşmaktadır. Jameson un (1994) "nostalji filmleri", Denzin'in (1993) "geç nostaljiler" olarak ad 16 Bakınız YVollen (2002).

138 148 iletişim : araştırmaları landırdığı ve genel olarak postmodem sinema/filmleri içerisinde sayılan filmlerin ilk örneği George Lucas'ın Amerikan Graffiti/American Graffiti (1973) filmidir. Postmodem olarak adlandırılan filmler arasında şunları saymak mümkündür: Konformist/Il Conformista (Bemardo Bertolucri, 1971), Çin Mahallesi/Chinatcnvn (Roman Polanski, 1974), Yıldız Savaşları/Star Wars (George Lukacs, 1977), Yaratık/ Alien (Ridley Scott, 1979), D ma (Jean Jacques Beineix, 1980), Sıcak Vucutlar/Body Heat (Lavvrance Kasdan, 1981), Kayıp Hazine Avcıları/Raiders of the Lost Ark (Steven Spielberg, 1981), İlk Dans İlk Aşk/Dirty Dancing (Emile Ardoline, 1981), Fransız Teğmenin Kadım/The Frenclı Lieutenant's Woman (Karel Reisz, 1981), Bıçak Sırtı/Blade Runner (Ridley Scott, 1982), Chan is Missiııg (VVayne Wang, 1982), The Draughtsmaıı 's Contract (Peter Greenavvay, 1983), Venüs Deltası/Delta of Venüs (Zalman King, 1984), Örümcek Kadının Öpücüğü/Kiss of the Spider Woman (Hector Babenco, 1985), Brazil (Terry Gilliam, 1985), The Man Who Envied Women (Yvonne Rainer, 1985), Peggy Sue Evleniyor/Peggy Sue Got Married (Francis Ford Coppola, 1986), Blue Velvet/Mavi Kadife (David Lynch,1986), Sinek/The Fly (David Cronenberg, 1986), Something Wild (Jonathan Demme, 1986), Robocop (Paul Verhoven, 1987), Berlin Üzerinde Gökyüzü/Der Himmel iiber Berlin (Wim VVenders, 1987), T ve Heard the Mermaids Singing (Patricia Rosema, 1987), Montreal'li İsa/fesus de Montreal (Denys Arcand, 1989), Kara Yağmur/Black Rain (Ridley Scott, 1989), Doğruyu Seç/Do the Right Thing (Spike Lee, 1989), Özel Bir Kadın/Pretty Woman (Garry Marshall, 1990), Vahşi Duygular/Wild at Heart (David Lynch, 1990), Thelma ve Louise (Ridley Scott, 1991), Gerçeği Arayış/Final Analysis (Phil Joanou, 1992), Consenting Adults (Alan J. Pakula, 1992), Temel İçgüdü/Basic Instinct (Paul Verhoven, 1992), Genç Bekar Bayan Aranıyor/Single, White, Female (Barbet Schroeder, 1992), İkiz Tepeler/Tıvin Peaks (David Lynch, 1992), Ucuz Roman/Pulp Fiction (Quentin Tarantino, 1995), Rezervuar Köpekleri/Reservoir (Quentin Tarantino, 1995), Kayıp Otoban/Lost Highıvay (David Lynch,1997) Anne Friedberg zamansalhğın karışımıyla betimlenen nostalji filmlerini, Jameson'm, Çin Mahallesi, Amerikan Graffiti gibi geçmiş hakkında olan ve geçmişte geçen filmler; Yıldız Savaşları, Kayıp Hazine Avcıları gibi geçmişten yeniden üretilmiş filmler ve Sıcak Vücutlar gibi günümüzde geçen ama geçmişi çağıran filmler olarak üçe ayırdığını söylemektedir. Jameson'a göre nostalji filmleri "yeniden yapım" ya da tarihsel filmlerin yaptığı gibi geçmişe duyulan özlemin tutkulu dışavurumları olarak anlaşılmamalıdır; aksine kişiliksiz

139 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 149 leştirilmiş görsel tuhaflıkların ve eksiksiz bir biçimde 20'li ve 30 lu yılların "bastırılmışın geri dönüşü"nü yansıtan metinler olarak okunmalıdır ve bu bağlamda kullanılmalıdır. Klasik nostalji filmi kendi şimdiki zamanını tümüyle yadsıyıp, daha eski bir dönemin kayıp gerçekliğini yakalamaya ve yeniden kurmaya çalışır (48-49). Postmodern filmleri bu yaklaşımın dışında bir anlayışla da sınıflandırmak mümkündür. Örneğin Bert Olivier postmodern filmleri "birleştirici" türden ve "yıkıcı" (transgressive) türden filmler olarak iki kategoride sınıflandırır. Olivier'e göre birleştirici türden filmler postmodernizmin "yüzeysellik", "çoğulluk" gibi özelliklerini aşmayan, bu özellikleri sadece sunan filmlerdir. Yıkıcı türden filmler ise bu özellikleri sorunsallaştıran, sorgulayan filmlerdir. "Yıkıcı filmler biçemlerin, biçimlerin, kültürlerin ve davranışlann bitimsiz çoğalmasını ve çoğaltılmasını edilgen bir biçimde yansıtmak yerine, iletişimi, toplumsal cinsiyeti, sanat ve kültürün durumu ile diğer konulara ilişkin sorunların ışığında eleştirel bir okumayı gerçekleştirir" (41). Kayıp Hazine Avcıları, Çin Mahallesi, Sıcak Vücutlar, Yıldız Savaşları, Temel İçgüdü, Özel Bir Kadın, Robocop, Genç Bekar Bayan Aranıyor gibi filmler birleştirici türden filmlerdir. Diva, Montrealli İsa, Bıçak Sırtı, Mavi Kadife gibi filmler ise yıkıcı nitelik taşıyan filmlerdir. Olivier'in bu ayrımı filmlerin toplumda uylaşımsal olarak oynadıkları rolü açıklamak konusunda yeterli olsa da filmlerin biçimsel özelliklerini dikkate almayan bir ayrımdır. Böyle bir aynmla; sanat sinemasının, avangardm ve popüler ticari sinemanm melezleşmesinin bir ürünü olarak postmodern filmler üç kategoride sınıflandırılabilir: Sanatsal bir nitelik taşıyan ve yer yer avangart özellikler barındıran; zamanı ve mekânı sorunsallaştıran, buna bağlı olarak da anlatı yapısında kırılmalara ve iç içe geçmelere izin veren filmin kurmaca dünyasım bir tür oyun olarak inşa eden eleştirel tür. Diva, Bıçak Sırtı, Berlin Üzerinde Gökyüzü, Fransız Teğmenin Kadını, Mavi Kadife, Thelma ve Loııise gibi filmleri bu tür içerisinde sayabiliriz; Temel İçgüdü, Özel Bir Kadın, Örümcek Kadının Öpücüğü, Robocop, İlk Dans İlk Aşk gibi filmler ise postmodern sinemanm ticari popüler örneklerini oluştururlar. Son kategori ise bu iki tür arasında yer alan ve her iki türün bazı niteliklerini taşıyan "karışık/melez" bir nitelik gösterir. Bu kategorinin öncülüğünü daha çok Ucuz Roman, Rezervuar Köpekleri gibi filmleriyle Quentin Tarantino yapmaktadır.

140 156 iletişim : araştırmaları sinde ve çoğunlukla okulunun önünde gösterilen Sandy, Dorothy nin karşıtı gibidir. Dorothy'nin Jeffrey üzerinde etkin bir kontrolü varken Sandy çoğunlukla erkek bakışının nesnesi haline gelir. Örneğin Dorothy kendisine bakan Jeffrey e "bana bakma" diyerek Jeffrey nin bakışım yönlendirir.19 Ancak Sandy hiçbir zaman böyle etkin bir konum edinmez. Vahşi Duygular'daki Lula'da aym şekilde davramr. Hep Sailor'ın ya da "tacizci" annesinin etkisi altındadır. Pasifliği ve irade yoksunluğu Bobby nin onu kendisini istemesi konusunda zorladığı sahnede bütün çıplaklığıyla ortaya konur. Bıçak Sırtı filminde ise kadın olarak karşımıza kopya Rachel çıkmaktadır. Rachel aslında kadının sinemadaki geleneksel temsiline denk bir anlayışla temsil edilir. Rachel bir kimlik, ev ve tarih edinebilmek için bir erkeğin onayına ihtiyaç duyar. Bu anlamıyla denetlenen bir kadın figürüdür. Bu filmler genellikle şiddeti kadınlarla ilişkili olarak ele alırlar. Kadınlar filmlerde hem şiddetin hem de cinselliğin ortaya çıkış nedenidir. Temel İçgüdü'de kadın korkunun ve tehlikenin kaynağı olduğu kadar şiddet dolu bir cinsellikle de bitişik olarak tasavvur edilir. "Öldü ama Ruhu Aramızda": Postmodern Filmlerde Mekân ve Çevre Bu karakterler genellikle tipik küçük Amerikan kasabalarında yaşarlar. Bu kasabalar Mavi Kadife'de ve Vahşi Duygular'da olduğu gibi 1960 ların kasabalarını andırır: Görünüşte sessiz, sakin ve kendi halindedirler. Fakat bu kasabaların evlerinin içi şiddeti barındırır. Yabancılaşmış, iletişim kurmakta zorlanan birey sığındığı ev ortamında kendine şiddet ve cinsellikle dolu bir dünya yaratmıştır. Dorothy nin sadomazoşistik dünyası ve Lula mn Sailor la kaçtıkları kasabadaki otelde geçen hayata cinsellikle doludur. Bıçak Sırtı filminde ise mekân küçük bir kasaba değil, 2019 yılının Los Angeles şehridir. Her yerinden ateşler çıkan, yanan karanlık bir şehir görünümünde olan kentin her sokağı tehlike doludur. Öyle ki tehlikenin tek kaynağı artık insan değildir, "kopya" olarak adlandırılan yapay "insan"lar 19 Aynı şeyi Frank de Dorothyye yapar, Frank bunu iktidarsızlığını gizlemek ve kendi gücünü kanıtlamak için yaparken Dorothy'nin bunu yapması ile Jeffrey'nin güçsüzlüğü vurgulanmış olur.

141 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 157 yeni tehlikenin adıdır. Uzak Doğulu kızların gülümsediği ışıklı devasa Coca Cola reklam panolan, Patı Am, Budıueısser reklamları hep bu kentin tanımlayıcılarıdır. Kent bir sanayi sonrası çürüme tablosu içinde gibidir. Boş antrepolar, terkedilmiş fabrikalar, yağmur suyuyla dolmuş yollar, puslu, sisli bir hava, dağ gibi yığılmış çöpler bu kent tablosunu tamamlar. İnsanlar yalmz başlanna devasa binalarda yaşarlar. Örneğin Kopyalan tasarlayan genetikçilerden biri olan Sebastian kocaman boş binada konuşan oyuncaklanyla, Tyrell şirketinin sahibi de piramit benzeri kocaman bir binada kopya baykuşu ile yaşar. Film bir bütün olarak mekânlann kullanımı konusunda geçmişe öykünür. Giuliana Bruno (2007) Bıçak Sırtı filminde Roma ve Yunan sütunlanmn benzerlerinin şehre retro bir mıse-en-scene sağladığım belirtmektedir. Bruno, aynca filmin klasik doğuya ait mitolojilere geri döndüğünü belirtir. Neon ışıklarda Çin ejderleri ve güçlü bir Mısır dekoru görülür. Tyrell in şirket binası dev bir piramit biçiminde olup ofsinin içi de Mısır'a ait dekorlarla doludur. Deckard'ın oturduğu apartman ise eski Maya Uygarlığını anımsatır. Bütün bu nostaljik dekor içerisinde insanlar yalnız ve birbirlerinden izole edilmiş bir biçimde yaşarlar. İnsanların büyük ve boş yerlerde yaşamaları Diva'da da karşımıza çıkar. Postacı çocuk 1960'lann filmlerinde görülen ve avantgard sanatçıların çalışma atölyelerini andıran hangar benzeri kocaman bir garajda yaşar. Diva olarak adlandırılan kadm kocaman bir evde yalnız başına, kendi sesini bile dinlemekten korkan bir ruh hali içinde yaşar. "Yağmurda Kaybolan Gözyaşları"20: Postmodern Filmlerde Tarih ve Gerçek Bıçak Sırtı filmi gerçek ve tarih konularını sorunsallaştırır. "Köle emeği" koşullarına isyan eden dört kopya yaşam sürelerini uzatmak için bir mücadeleye girişirler. Ancak bu genetik olarak mümkün değildir. Kopyalar genetik olarak yaratılmış yetişkinlerdir, "insanların toplumsallaşma deneyiminden hiç geçmemişlerdir" (Harvey, 1997: 346). Bu nedenle de tarihleri yoktur. Kopyalann kendilerini insan gibi hissetmeleri için resimler aracılığıyla onlara bir tarih ve aile yaratılmıştır. "Fotoğraflar gerçek bir tarihin 20 Bıçak Sırtı filminde Kopya, Roy Deckard'a kendi yaşam deneyimini anlatırken bu tanımlamayı kullanır.

142 158 iletişim : araştırmaları kanıtlan olarak" (Harvey, 1997: 346) kullanılırlar; yani "imge gerçekliğin kanıtı haline gelmiştir". Diğer standart zevk modellerinden farklı olarak üretilmiş, özel kopya Rachel Deckard'm evinde gördüğü resimlere benzemeye çalışır; saçlannı aynı şekilde yapar. Harvey, Rachel'in filmin sonunda "emekli edilmekten" muaf tutulmasını Rachel in "bir kimlik, ev ve tarih edinme konusundaki bu isteğine bağlar". Harvey, "Rachel gerçekten insani bir toplumun sembolik alanına ancak Ödipal figürün, yani babanın ezici gücünü kabullenerek girebilecektir" der (346). Buna karşın Roy baba figürünü, kendisini yaratan Tyrell'i öldürür ve Freud cu sembolik düzeni alt üst eder. Aslında Roy'un aradığı, filmin sonunda Deckard m da itiraf ettiği hepimizin bir tarihi gereksindiğidir. Hepimiz nerden geldiğimizi, nereye gittiğimizi ve ne kadar yaşayacağımızı bilmek isteriz. Bir tarihimiz olsun isteriz. Burada, tarih ve gerçek; kurgulanan, yapılıp bozulan ve yeniden yaratılabilen bir şeydir. Ancak diğer postmodem filmlerde tarih ve gerçeğin kuruluşu bu anlamıyla yer almaz. Daha çok nostaljik bir nitelik taşıyan, geçmişin kültürel ve mekânsal yeniden inşasmı pastiş yoluyla gerçekleştirirler. Bunu yaparken de geçmiş zamanı filmin şimdiki zamanı içerisine çekerek iki zamanı içiçe geçirirler. Nostaljik olan ve pastiş yardımıyla gerçekleştirilen bu durumu Mavi Kadife gibi filmlerde görmek mümkündür. Film başladığında ilk görüntülenen beyaz çitlerin önündeki kırmızı güller ve lı yıllan hatırlatan itfaiye arabası, Sandy'nin çiçekli kıyafetiyle okulunun önünde gösterilmesi 1950 ve 1960'ları filme taşıyan görüntülerdir. Aynı şekilde Vahşi Duygular'da 1950'lerin müziklerinin yoğun olarak kullanılması bu nostaljik bakışın bir başka örneğidir. Sonuç Postmodem olam tanımlamanın problemli/tartışmalı olduğu bir ortamda postmodem sinemadan söz etmek de aym oranda tartışmalıdır. Ortak bir takım ilkelere, biçimsel özelliklere ve benzer tematik yapılara sahip "akraba" filmler kümesi olarak bir postmodem sinemadan söz etmek; bu filmlerin taşıdıkları "farklı" estetik, politik ve kültürel bakış açılarından dolayı olanaksız görünmektedir. Nitekim postmodem olarak tanımlanan filmlerden birinin taşıdığı özelliği bir diğeri olumsuzlamaktadır. Bu anlamda postmodemizm tartışmalarındaki çoğulluk sinemaya da yansımıştır. Filmlerin

143 Karadoğan Postmodern Sinema mı Film mi? 159 çokluğu oranında bir postmodern "sinema" anlayışından söz etmek de "çoğul" bir hale gelmiştir. Sonuçta tüm bu nedenlerden ötürü postmodern sinemadan çok postmodern nitelikler taşıyan filmlerden bahsetmek daha doğru görünmektedir. K a y n a k ç a Abisel, Nilgün (1985). Sessiz Sinema. Ankara: Ankara Üniversitesi BYYO Yayınlan. Baudrillard, Jean (1998). Simülakrlar ve Simülasyon. Çev., Oğuz Adanır. İzmir: Dokuz Eylül Yayınlan. Benjamin, YValter (1993). Pasajlar. Çev., Ahmet Cemal. İstanbul: YKY. Berman, Marshal (1994). Kah Olan Her Şey Buharlaşıyor. Çev., Ümit Altuğ, Bülent Peker. İstanbul: İletişim Yayınevi. Bruno, Giuliana (2007). "Ramble City: Postmodemism and Blade Runner." Erişim tarihi: Chatman, Sevmour (1990). Corning to Terms: The Rhetorıc ofnarrahve in Fiction and Film. London: Cornell University Press. Denzin, Norman (1993). Images o f Postmodern Society, Social Theory and Contemporary Cınema. London: Sage Publication. Dowell, Pat ve John, Fried (1997). "Ucuz Anlaşmazlık: Quentin Tarantino'nun Ucuz Romanına İki Bakış." Postmodemizm ve Sinema. Sabri Büyükdüvenci, Semire Ruken Öztürk. (derleyen ve çeviren). Ankara: Ark Yayınları Eagleton, Terry (1996). İdeoloji. Çev., Muttalip Özcan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Elayton, Lynee (1998). "Blue Velvet: Erkek Gelişiminin Bir Öyküsü." 25. Kare Sinema Dergisi. 24: Friedberg, Anne (1995). "Cinema and the Postmodern Condition." Vieıoing Positions: Ways of Seeıng Film. Linda YVilliams (der.). New Jersey: Rutgers University Press Harvey, David (1997). Poshnodernliğin Durumu. Çev., Sungur Savran. İstanbul: Metis Yayınları. Hayward, Susan (1996). Key Concept in Cinema Studies. London: Routledge. Jameson, Fredrich (1994). Postmodemizm. Çev., Nuri Plümer. İstanbul: YKY. Jay, Martin (1988). Diyalektik İmgelem. Çev., Ünsal Oskay. İstanbul: Ara Yayıncılık. Kellner, Douglas (1993). "Toplumsal Teori Olarak Postmodemizm: Bazı Meydan Okumalar ve Sorunlar." Modemite Tarsus Postnıodemite. Mehmet Küçük (derleyen ve çeviren). İstanbul: Vadi Yayınları Koçak, Orhan (1993). "Postmodemizmin Sosyo-Ekonomik Bir Temeli Var mı?" Edebiyat Eleştiri Dergisi. 2/3: Lunn, Eugane (1995). Modemizm ve Marksizm. Çev., Yavuz Alogan. İstanbul: Alan Yayıncılık. Lyotard, Jean-François (1994). Postmodern Durum. Çev., Ahmet Çiğdem. İstanbul: Ara Yayıncılık. Macdonald, Scott (1993). Avant-Garde Film: Motion Studies. New York: Cambridge University Press. Martin, Joseph (1997). "Karel Reisz'in 'Fransız Teğmenin Kadını' Filmindeki Postmodemist Oyun." Postmodemizm ve Sinema. Sabri Büyükdüvenci, Semire Ruken Öztürk. (derleyen ve çeviren). Ankara: Ark Yayınları

144 160 iletişim : araştırmaları Mike, Featherstone (1996). Postmodemizm ve Tüketim Kültürü. Çev., Mehmet Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınlan. Modleski, Tania (1998). "Haz Terörü: Çağdaş Korku Filmleri ve Postmodern Kuram." Eğlence İncelemeleri. Tania Modleski (hazırlayan). İstanbul: Metis Yayınlan Olivier, Bert (1997) "Modemite, Modemizm ve Postmodernist Film: Verhoeven'in 'Temel İçgüdüsündeki Yüzeysellikler." Postmodemizm ve Sinema. Sabri Büyükdüvenci, Semire Ruken Öztürk. (derleyen ve çeviren). Ankara: Ark Yayınlan öztürk, Mehmet. (1997). "Avant-garde Film Sanatından Postmodern Sinemaya." 25. Kare Sinema Dergisi. 18: Sanıp, Madan (1995). Postyaptsalcdık ve Postmodemizm. Çev., A. Baki Güçlü. Ankara: Ark Yayınevi. Slatter, Phil (1989). Frankfurt Okulu: Tarihi, Kökeni. Çev., Ahmet Özden. İstanbul: BFS. Ulusay, Nejat (1993). "Auteur Kuram ve Jean Jacques Beineix." 25. Kare Sinema Dergisi. 5: VVollen, Peter (2002). "godard ve karşı sinema: 'doğu rüzgarı'". Sinemasal. 7 : Zeka, Necmi (der.) (1994). Postmodemizm. İstanbul: Kıyı Yayınları.

145 Bilgi Tabanlı Ekonomi ve Yeni Bir e-iş Modeli Olarak B2B: Firmadan Firmaya e-ticaret Zafer Kıyan özet 1980'lerden sonra bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) hızlı bir şekilde gelişme gösterdi. "Bilgi tabanlı ekonomi" ve 'B 2B ' ( business to business) kavramları bu gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Günümüzde bir çok gelişmiş ülke, ekonomilerini bilgi ekonomisi olarak tanımlamakta ve B 2 Byi küresel ekonomide yeni bir e-iş modeli olarak kullanmaktadır. Buna göre gelişmiş ekonomiler, bilginin üretimi, dağıtımı ve kullanımında günden güne uzmanlaşmaktadır. Diğer taraftan, gelişmekte olan ülkeler sahip oldukları birçok engele rağmen, bu sürece ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye de özellikle alt yapı konusundaki engellere rağmen bilgi ekonomisinde rol almak istemektedir. Bu gelişmelere rağmen gelişmekte olan ülkelerin bilgi ekonomisine verimli bir şekilde entegre olup olmayacakları tartışma konusudur. Bu çalışma BİT'teki hızlı büyümeyi, bilgi ekonomisi ve B 2 B kavramlarını incelemeyi amaçlamaktadır. Kttoıvledge Based Economy and B2B As A New e-business Model: E-Comtnerce From Business to Business Abstract After the I980s. information and communicatıon technologıes (ICT) have developed steadily. "Knovrledgebased economy" and B 2B ' (business to business) concepts have emergedas a result of this development. Novvadays, many developed countries describe their economy as knovıledge economy and use BBB asa new e-business model in the global economy. Accordingly. advanced economies have become progressively specialized in the production, distribution and use of information. On the other hand. developing countries try to keep up with this situation altough they have several obstades. As one of the developing countries, Turkey also wants to play a role in the knovıledge economy despite the obstades, in particular lack ot infrastrudure. İn spite of these developments. whether viable integration of developing countries to the information led global economy is somevvhat questioned. This study aims to analyze the rapid grovvth of ICT, knovvledge economy and B2B consepts. iletişim : araştırmaları (1-2):

146 Bilgi Tabanlı Ekonomi ve Yeni Bir e-iş Modeli Olarak B2B: Firmadan Firmaya e-ticaret 1980'lerden sonra bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) alanında hız kazanan gelişmelerle birlikte Sanayi Devrimi'nin mal üretimine dayanan ekonomisinin değiştiği yönünde genel bir kanımn ortaya çıktığı görülmektedir. Buna göre çözümlemesini Marks, Weber ve Durkheim gibi sosyolog ve iktisatçıların yaptığı klasik sanayiciliğin temel özellikleri ortadan kaybolmakta ve yeni bir küresel ekonomik işleyiş biçimi egemen olmaya başlamaktadır. BİT temelinde değişmeye başlayan dünya ekonomisinin bu yeni işleyiş biçimi, bilgi tabanlı ekonomi (knoıuledge-based economy) veya bilginin motor görevi gördüğü ekonomi (knoıoledge-driven economy) gibi kavramlarla tanımlanmaktadır. Bilginin hâkim olduğu bu türden bir ekonomide faaliyetler yeniden şekillenirken, BİT'in de devreye girmesiyle dünya küresel bir pazar olarak tasvir edilmekte ve internet temelli B2B (business to business) e-ticaret siteleri işletmeler açısından ticaret yapmamn yeni araçları olarak gösterilmektedir. BİT alamnda yaşanan baş döndürücü gelişmeler, ekonomik yapılanmadaki değişim süreciyle bağlantılı olarak gelişme-kalkınma kuramlarında da yeni açılımların yaşanmasına neden olmaktadır lere kadar önemini koruyan gelişme-kalkınma kuramlarının modernleşmeye dönük açıklamaları, BİT'in devreye girişiyle yerini enformasyon teknolojileri paradigmasına bıı "Yeni küresel ekonomi" kavramının kullanılmasından kasıt, enformasyonel ekonominin küresel olduğunu belirtmektir. Bu bağlamda yeni küresel ekonomi, dünya ekonomisinden farklı, tarihsel bir gerçeklik olarak düşünülür. Bu konunun ayrıntılı tartışması için bakınız Castells (2000: ).

147 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 163 Takmaktadır. Böylece, D. Lemer, W. Schramm ve E. Rogers gibi araştırmacıların gelişme iletişimi çalışmalarında kitle iletişim araçlarına yüklenen rol, teknolojiye verilerek, teknolojinin kendisi, "determinist" bir bakış açısıyla, değişimi belirleyen temel öğe ve büyümenin kaynağmı oluşturan yenilikler olarak yeni gelişme-kalkmma kuramlarına dahil edilmektedir.2 Bu gelişmeler ışığında, M. McLuhan, D. Bell, A. Toffler gibi toplum kuramcıların kavramsallaştırmasım yaptıkları enformasyon toplumu (Information society) söylemi de yine BİT'in toplumsal yapının bütünü üzerinde yapacağı etkilere dayandırılmaktadır. Bununla birlikte bu çalışmanın odaklanacağı nokta, başta da belirtildiği gibi, bilgi ekonomisi (knoıuledge economy) ve bu ekonomide yeni bir e-iş yöntemi olarak ortaya çıkan B2B, diğer adıyla firmadan firmaya e-ticaret modeli olacaktır. Bu bağlamda, hem BİT'in kendi alanları dışındaki yapılan etkileyen jenerik özellikleri nedeniyle küresel ekonominin bütünü üzerinde yapacağı etkiler, hem de küresel ekonominin yeni işleyiş biçimiyle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler açısından küresel ekonomiye entegre olma ve genişleyen küresel ticaret hacminden pay almaya dönük stratejilerde değişiklik yapma zorunluluklarının ortaya çıkması, bu çalışmanın üzerinde duracağı temel noktalar olacaktır. 2 İletişim teknolojileri ve gelişme-kalkınma kuramları arasındaki ilişki konusunda yapılmış çalışma için bakınız Başaran, Funda (2005). "Telekomünikasyon Alanında Yaygınlaştırma Politikalan." İletişim Ağlannın Ekonomisi: Telekomünikasyon, Kitle İletişimi, Yazılım ve İnternet. Funda Başaran ve Haluk Geray (der.) Ankara: Siyasal Kitabevi

148 164 iletişim : araştırmaları Bilgi Tabanlı Ekonomi Bir girdi olarak bilginin ekonominin işleyiş biçimindeki rolü ve önemi arttıkça, soyut bir kavram olarak çağrışımlarını hayatımızın her alanında sıklıkla duyumsayabileceğimiz küreselleşmenin, BİT temelinde kendi ekonomisini yeniden yaratma yolunda hızla ilerlediği görülmektedir. Castells, yeni olan bu ekonomiyi "enformasyonel, küresel ve ağ temelli" olmak üzere üç temel özellik üzerinden somutlaştırmaktadır. Castells e göre yeni ekonomi enformasyoneldir, çünkü bu ekonomide üretkenlik ve rekabet gücü temel olarak bilgiye dayalı enformasyon üretme, işleme ve uygulama potansiyeline dayalıdır. Küreseldir, çünkü üretimin, tüketimin ve dolaşımın temel bileşenleri küresel ölçekte örgütlenmiştir. Ağ temellidir, çünkü üretim ve rekabet ağlar üzerinde yaşanmaktadır (77-78). Bununla birlikte Castells'in özelliklerini sıraladığı yeni ekonomi, yukarıda da vurgulandığı gibi, genel olarak bilgi tabanlı ekonomi veya bilginin motor görevi gördüğü ekonomi gibi isimlerle kavramsallaştırılmaktadır.3 Bu paralelde M.U. Porat, F. Machlup, Y. Masuda ve D. Bell gibi toplum kuramcıların yeni bir ekonominin doğmakta olduğunu ayaklarını yere vurur tarzda anlatma çabalarını bir tarafa bırakırsak, bilgi tabanlı ekonomi kavramının uluslararası kuruluşların hazırlamış oldukları raporlarda da sıklıkla yer aldığını görebiliriz.örneğin bilgi tabanlı ekonomi kavramıyla ilgili tanımlamalardan biri, Dünya Bankası'mn Turkey, lnformatics and Economic Modernization (1993) başlıklı raporunda yapılmaktadır. Raporda bilgi tabanlı ekonomi, enformasyon arzının, işlem kapasitesinin yüksek düzeylere ulaştığı, ağlar sayesinde enformasyonun yayılma hızının en yüksek düzeye çıktığı, kamu ve özel kesimin enformasyon ağları üzerinden, BİT odaklı olarak yeniden örgütlendiği ekonomilere verilen genel ad olarak tanımlanmaktadır. Enformasyon ve bilgi kullanımının doğrudan dağıtımı ve üretimine dayanan bu türden bir ekonomide temel unsur bilgi olarak görülmektedir. Bilgi, üretimden pazarlamaya bütün ekonomik faaliyet alanlarında yapısal dö 3 Bilgi tabanlı ekonomi (knomledge-based economy) ve bilginin motor görevi gördüğü ekonomi (knomledgedriven economy) kavramları arasındaki farkın ayrıntılı açıklaması, Avrupa Komisyonu'nca hazırlatılan Innovalion Policy İn A Knowledge-Based Economy (2000:9-11) başlıklı çalışmada yapılmaktadır.

149 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 165 nüşümü sağlayan güç ve küresel pazarın temel bileşeni olarak kabul edilmektedir. Drucker (1994:184), bilgideki bu değişime vurgu yaparak, bilginin yüksek ya da düşük teknolojili olsun sanayinin bütününde ekonominin dinamiklerine katkıda bulunan birincil güç, ekonominin temeli ve gerçek sermayesi haline geldiğine dikkat çekmektedir. Nitekim hem Machlup'un The Production and Distributioıı of Knozvledge in the USA (1962) hem de Porat ın The Information Economy: Sources and Methods for Measuring the Primary Information Sector (1978) ABD'yi bilgi tabanlı bir ekonomi olarak nitelendiren çalışmalarında, bilginin çeşitli ölçümlemeler sonucunda ekonomik üretim içindeki artan payı üzerinde odaklarulmıştır.4 UNCTAD (United Nations Conference on Trade and Development)'m E-Commerce and Development (2003) ve Dünya Bankası'nın Information and Communicationfor Development (2006) başlıklı raporlarında da, benzer şekilde bilginin rolünün değiştiği varsayımından yola çıkılarak, özellikle 1980'lerden sonra bilginin ekonomik performans içinde en önemli öğe haline geldiği üzerinde durulmaktadır. Yine Dünya Bankası'nın Türkiye için hazırlamış olduğu Knozvledge Economy Assessment Study (2004) başlıklı çalışmasında, bilginin yeni bir üretim faktörü olarak ortaya çıktığı değerlendirmesi yapılmaktadır (4). Bununla birlikte bilginin, ekonomik üretim içindeki değişen rolü ve önemi hakkındaki ayrıntılı tartışmalardan biri Avrupa Komisyonu tarafından hazırlattınlan lnnovation Policy İn A Knoıvledge-Based Economy (2000) isimli çalışmada yapılmaktadır. Söz konusu çalışmada, yeni ekonomide bilginin rolünün ve öneminin ekonomik aktiviteler için bütünüyle değiştiğine ve bilgiye dayalı bir ekonomiye geçtiğimize dair vurgu yapılmaktadır. Bu durum, bilginin günümüzde tarihsel olarak ekonominin her alanında hiç olmadığı kadar artan önemine dayandırılmaktadır. Çalışmada üzerinde durulan temel nokta, bilginin her dönemde var olduğudur. Taş devrinde, sanayi dönemi ekonomisinde, kısaca her dönemde bilgi varlığım sürdürmüştür. Bu açıdan tarihsel olarak bakıldığında, bütün ekonomilerin bilgiye dayalı olduğu söylenebilir. Ancak günümüzde bilginin rolü ve önemi değişmiştir. Çalışmaya göre bilgi 4 Genel özet için bakınız Törenli (2004: 43-50).

150 166 iletişim : araştırmaları deki bu değişiklik, onun ekonominin dinamiklerine yaptığı katkının büyüklüğünün bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (9-11). Bilgi ekonomisini açıklamaya dönük bu türden değerlendirmelerde öne çıkan vurgu, bilginin günümüzde üretimden tüketime uzanan sürecin her kademesinde geçmişteki etkisiyle kıyaslanamayacak derecede etkili olduğu noktasında toplanmaktadır. Bilgiye atfedilen bu rol, sanayi toplumunun ana değişkenleri olan "emek" ve "sermaye"nin yerini alan yeni bir değer olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. "Bilgi, artık son hızla üretimin tek faktörü haline gelmekte ve hem 'sermayeyi', hem de 'emeği' bir kenara itmektedir" (Drucker, 1993: 34). Bu bağlamda bilgi, A. Smith, D. Ricardo ve K. Marks gibi iktisatçılar tarafından tanımlanan "emek-değer" kuramının yerine geçirilerek, "bilgi-de- ğer" kuramı şeklinde yeni ekonominin temel değişkeni olarak gösterilmektedir. Kumar, bu görüşün en ateşli savunucularından biri olan D. Bell'den alıntıladığı bir pasajda, bu görüşü şu şekilde somutlaştırmaktadır: "Benim temel öncülüm, bilgi ve enformasyonun sanayi sonrası toplumun strateji kaynağı ve dönüştürücü aracısı haline geldiğini belirtir... tıpkı enerji, doğal kaynaklar ve makine teknolojisi bileşiminin geçmişte sanayi toplumunun dönüştürücü araçları olması gibi (22). Bu bölümde toparlayıcı bir giriş olması açısından, "yeni" ekonomik yapının özelliklerini, "eski" ekonomik yapıyla Tablo l'deki gibi karşılaştırmak yerinde olacaktır.5 "Eski" ve "yeni" ekonomi kavramlarını biraz daha somuta indirgersek, iki kavramın gerçekte fordizm (eski) ve post-fordizm (yeni) üretim modellerine vurgu yaptığı görülür. Bu bağlamda iki kavram arasındaki farkın, basit bir vurgu meselesinden öte, kapitalizmin yeniden yapılanması sürecinde, kapitalist üretim biçiminde var olan radikal değişikliği gösteren farklı bir sürece işaret ettiğini söyleyebiliriz. Tablo İ de de görülen bu değişiklikler arasm- 5 Genel kaynakça için bakınız: Progressive Policy Institute (1998). "Nevv Economy Index." Technology, Innovation and New Economy Project.; Aktan, Can C. ve İstiklal Y., Vural (2003). "Bilgi Toplumu, Yeni Temel Teknolojiler ve Yeni Ekonomi", (Yayınlanmamış Çalışma).; Söylemez, S. Alev (2001). Yeni Ekonomi. İstanbul: Boyut Kitapları.; Oktay, Ertan vd. (2004). "Bilgi Toplumunda Yeni Ekonomi ve e- Dönüşüm Stratejileri." Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiriler Kitabı. Eskişehir: Osmangazi Üniversitesi, İ.İ.B.F. Kasım 2004: ; Törenli (2004:62).

151 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 167 ESKİ Durağan Pazar Standart Tarım ve Sanayi Sektörü Ağırlıklı Ulusal Ölçekte Üretim ve Rekabet Hiyerarşik-Bürokratik Organizasyon Kitlesel Üretim Büyüme için Temel Unsurlar: Sermaye, işgücü Teknolojiyi Yönlendiren Temel Unsur: Makineleşme Ölçek Ekonomileri, Düşük Maliyet Düşük, Orta Ar-Ge Çalışmaları Tam istihdam Mesleğe Yönelik Eğitim Çalışan-Yönetim ilişkileri: Muhalif istikrarlı istihdam Üretim Odaklı Kalifiye Değil veya Belirli Bir Alanda Uzman işgücü YENİ Dinamik Pazar Bireyselleşmiş Hizmet Sektörü Ağırlıklı Küresel Ölçekte Üretim ve Rekabet Ağ Temelli Organizasyon Esnek Üretim Büyüme için Temel Unsurlar: Yenilik. Bilgi Teknolojiyi Yönlendiren Temel Unsur: Dijitalleşme Kapsam Ekonomileri, Yenilik ve Kalite Yüksek Ar-Ge Çalışmaları Yüksek Reel Ücret ve Gelirler Yaşam Boyu Öğrenme Çalışan-Yönetim ilişkileri: işbirlikçi Riskli istihdam Müşteri Odaklı Yenilikçi, Yaratıcı işgücü Tablo 1. Eski ve Yeni Ekonomi Karşılaştırması da, küresel bir pazarın ve çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) yükselişi, ulus-devlet modelinden vazgeçilmesi, kitlesel üretim ve pazarlamadan esnek üretim ve esnek uzmanlaşmaya doğru gidilmesi, ekonomide adem-i merkeziyetçiliğin belirginlik kazanması, örgütsel yapılanmalarda komutamn yerini iletişimin alması, bilgi, tecrübe ve çok yönlü beceri sahibi, yenilikçi, yaratıcı işgücünün ortaya çıkması türünden varsayımlar sıralanmaktadır. Öne sürülen değişiklikler bütün olarak ele alındığında, gelinen noktanın post-fordizm temelinde, sanayi ekonomisindeki üretim biçimlerinden farklı dinamiklerin ortaya çıktığı, dolayısıyla da emek, sermaye ve enerji üzerine yoğunlaşan üretim modelinden, bilginin üretilmesi ve dağıtılması modeline doğru bir sürecin başlamış olduğunun vurgulanmaya çalışıldığı görülmekte

152 168 iletişim : araştırmaları dir. Buradan hareketle, bilginin hakim olmaya başladığı küresel ekonomi temelinde değişmeye başlayan yeni iş yapma modellerine geçebiliriz. Küresel Ekonominin Yeni İş Yapma Biçimi: e-ticaret Küresel ekonominin yeni işleyiş biçiminde bilginin üretim ve dağıtımda gittikçe artmaya başlayan önemiyle bağlantılı olarak, "geleneksel" iş yapma modellerinin adının ve niteliğinin de değişmeye başladığı gözlenmektedir. BİT alanındaki gelişmelerle ticaret artık "enformasyon otobanları" olarak tanımlanan ağlar üzerinden yapılabilir olma özelliğine kavuşmaktadır. Bu yeni iş modelleri genel olarak e-ticaret adı altmda formüle edilmektedir. Daha açık bir tanım yapacak olursak, e-ticareti genel olarak mal ve hizmetlerin üretim, tanıtım, satış, sigorta, dağıtım ve ödeme işlemlerinin bilgisayar ağlan üzerinden yapılması olarak tanımlayabiliriz. Telefon, faks, bilgisayar, elektronik ödeme, para transfer sistemleri, elektronik veri değişim sistemleri ve internet gibi iletişim mekanizmalarını ise e-ticaretin günümüzdeki temel araçları olarak görebiliriz. Bununla birlikte e-ticaret; B2B (business to Business), B2C (business to customer), C2C (customer to customer), C2B (customer to business) ve B2G (business to govemment) gibi oldukça geniş bir yelpazeye yayılan elektronik iş yapma modellerini içermektedir.6 Ancak günümüzde B2B olarak bilinen firmadan firmaya e-ticaret, ulaştığı ticari kapasite anlammda, yeni ekonominin en belirgin e-iş modeli olarak ortaya çıkmaktadır (Goldstein ve O'Connor, 2000). UNCTAD'm Building Confidence, Electronic Commerce and Development (2000) adlı e-ticaret raporunda B2B e-ticaretinin diğerlerine göre (B2C, C2B, C2C, B2G ve benzeri) gelecekte en etkin e-iş modeli olacağı tahmininde bulunulduğu dikkat çekmektedir (9). Aym kuruluşun hazırlamış olduğu son yıllara ait raporlara bakıldığında, bu tahminin gerçekleştiği görülmektedir. Örneğin bu kuruluşun Information Economy Report (2006) adlı bilgi ekonomisi raporunda dünya ölçeğinde B2B e-ticaretinden elde edilen ticaret hacminin diğer online ticaret modelleriyle karşılaştırılamayacak kadar fazla olduğu belir 6 e-ticaret kategorileri için bakınız Building Confidence: Electronic Commerce and Development Report (2000: 9); Morgan Stanley Dean YVitter, The B2B Internet Report. (2000: 23-24); Bozkurt (1999: 50).

153 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 169 tilmektedir. Raporda verilen ABD ve Avrupa örneği, B2B e-ticaretinin büyüklüğünü kanıtlar niteliktedir. Buna göre, 2004 yılında ABD'de internet aracılığıyla yapılan tüm ticaretin % 93'ü B2B üzerinden gerçekleşirken, Avrupa'da da aym yıl, işletmelerin hemen hemen yansımn aralarındaki satın almaların B2B yoluyla yapıldığı ve bu ticaretin hızla büyüdüğü kaydedilmektedir (14-15). Öte yandan yine aynı kuruluşun Information Economy Report (2005) adlı raporunda da 2004 yılında B2B e-ticaretinin Kanada da tüm internet ticaretinin % 75'ini oluşturduğu ifade edilmektedir (18). Bu gelişmelere ek olarak, B2B sitelerinin dünya çapında artan önemini belirtmek için, Yahoo'nun, Ekim 2005 tarihinde 1 milyar dolar karşılığında alibaba.com'un7 % 40'lık bölümünü satın alarak, stratejik ortaklık kurduğunu ve yahoo.com.cn sitesiyle hizmet verdiğini belirtmemiz gerekir. AIibaba.com'un yaklaşık 200 ülke üzerinde 3 milyonu aşkın kayıtlı kullanıcısı olduğunu düşündüğümüzde, ki bunun anlamı 3 milyon firmanın detaylı bilgileriyle birlikte, sanal bir site üzerinde muazzam genişlikte bir e-pazar alanı oluşturmasıdır, B2B e-iş modelinin diğerlerine kıyasla, artan önemi de daha anlaşılır olmaktadır. Bu noktada, gelecekte daha da etkin olacağı varsayılan B2B e-ticaret modeline biraz daha yakından bakmamız gerekiyor. B2B: Firmadan Firmaya e-ticaret B2B e-iş modeli genel olarak, KOBİ adım verdiğimiz küçük ve orta boy işletmelerin ürettiği mal ve hizmetler açısmdan birçok alıcı ve satıcıya (çok noktadan çok noktaya) aracılık eden internet temelli e-pazaryerleri olarak tanımlanmaktadır. Bu yönüyle B2B ; firmadan müşteriye ticaret olan B2C, müşteriden müşteriye ticaret olan C2C, müşteriden firmaya ticaret olan C2B ve firmadan devlete ticaret şeklinde tammlanan B2G'den farklı bir modeldir. 7 Alibaba Group adıyla kurulan şirket, alibaba.com sitesiyle birlikte, Çin'e yönelik kurulan alibaba.com.cn, alipay.com ve alisoft.com gibi sitelerle de hizmet vermektedir. Aynı grubun bünyesinde kurulan toabao.com ise C2C ve C2B olarak Asya genelinde hizmet vermektedir. Bunlardan alipay.com etkili bir online ödeme mekanizması olarak dikkat çekmektedir. Sitenin verilerine göre, ahpay.com'un 2006 yılı Aralık ayı itibariyle sahip olduğu 33 milyon kullanıcısı günlük 460 binden fazla işlem gerçekleştirmekte, bu işlemler neticesinde sitenin günlük hacmi 12,8 milyon doları aşmaktadır. Bununla birlikte alibaba.com.cn ve toaboa.com sitelerinin toplam 46 milyon kayıtlı kullanıcısının olduğu belirtilmektedir. Diğer taraftan alisoft.com ise, Çin'deki işletmelere web tabanlı yazılım hizmeti vermektedir (detaylı bilgilere ioww.alibaba.com adresinden ulaşılabilir).

154 170 iletişim : araştırmaları B2B B2C İşlem Miktarı Ortalama 75,000 $ Ortalama 75 $ Katılımcılar Birçok firma ve çalışan Müşteri doğrudan firmayla karşı karşıya Fiyatlama Karar Verici Satın Alma Süreci e-pazaryeri ya da Portal Seçimi ödeme Altyapı Anlaşma usulü, uzun dönemli sözleşmeler, açık artırma ve katalog alımları Firma yönetimi, ticari kuralların geçerli olduğu karar alma mekanizmaları Doğrudan satın alımda talep zinciri tarafından yönlendirilir; dolaylı satın alımlarda yerini doldurma Firmanın üretim değeri, üretim sürecinde ortaklık ve hisse belirleyici oluyor Kredi kartları ve banka kredileriyle bağlantılı diğer değişik ödeme şekilleri Yerel, firmalara göre özelleştirilmiş katalog, iş akışı kuralları Çoğunlukla katalog, tek fiyat Tek müşteri Rastlantısal satın alım; söylenti ve reklam etkisi Marka, söylenti, fiyat, reklam belirleyici oluyor Bütün kredi kartları Internet erişimli tarayıcı Tablo 2. B2B ve M T Karşılaştırması (M organ Stanley Dean Witter, B2B Internet Report, Nisan 2000/23) B2B, bu modellerden işlem miktarı, katılımcılar, fiyatlama, karar vericiler, satın alım süreci, e-pazaryeri ya da portal seçimi, ödeme ve altyapı gibi yönlerden ayrılmaktadır. Bu farklılığı daha da somutlaştırmak için Tablo 2'de yer alan B2B ve B2C karşılaştırmasına bakılabilir. B2B e-iş modeli bu türden özellikleriyle, bilgi tabanlı ekonomide işletmelerin "geleneksel" ticari yapıdan farklı olarak, elektronik ortamda ticaret yapmalanna olanak sağlayan yeni bir iş yapma yöntemidir. Dolayısıyla bu yapının motor görevi gören aktörleri, alıcı-saticı işletmeler olarak düşünülür. Bilginin hâkim olduğu yeni küresel ekonomide, özellikle gelişmekte olan ülke işletmeleri açısından bu modelin önemi, ticari hacimlerini genişletmek için birçok avantaja sahip olacaklan gibi iyimser diyebileceğimiz varsayımlara dayanmaktadır. Dünyanın önde gelen B2B sitelerinden nlibaba.com sitesinde yer alan bir çalışmada,8 firmaların B2B modeliyle elde edeceği avantajlar genel olarak

155 Kıyan *... Firmadan Firmaya e-ticaret 171 şöyle sıralanmaktadır: i) Satış ve kar oranlarında artış, ii) İç pazarda rekabet üstünlüğü, iii) Küresel pazarlardan pay kapma, iv) Pazar çeşitliliğinde artış, v) Parça başı maliyetlerde düşüş, vi) Talepler açısmdan zaman sınırının ortadan kalkması, vii) Şirket büyümesi açısından fırsat, viii) Yeni bilgi ve deneyim edinme fırsatı. IDC bu avantajları, yeni pazarlara giriş ve daha düşük işlem-işletme maliyeti şeklinde özetlemektedir. UNCTAD, Electronic Commerce Strategies For Development: The Basic Elements of An Enabling Environment For e-commerce (2002) adlı çalışmasında, yüksek işlem maliyeti ve başka erişim engelleri nedeniyle girilmesi zor olan yeni pazarlara girme olanağının yanında, işletmelerin daha ucuz ve daha kaliteli ticari bilgüere (örneğin finans ve iş bilgileri) ulaşma avantajının olacağını da belirtmektedir (7). Goldstein ve O'Connor (2000) ise, tüm bu avantajlan göz önünde bulundurarak, genelde e-ticaretin, özelde ise B2B modelinin gelişmekte olan ülke firmalarına (gelişme-kalkınma açısından) gerçek fırsatlar sunacağını vurgulamaktadırlar. VVTO, VVB, OECD ve IMF gibi diğer uluslararası kuruluşlar da, yayınladıkları rapor ve istatistiklerde, gelişmekte olan ülkelerin bu model sayesinde elde edecekleri avantajlan sıralayarak bu ticareti cazip hale getirmeye çabalamaktadırlar. Öne çıkan bu türden varsayımlarda, gelişmekte olan ülkelerde varolan telekomünikasyon altyapı eksikliğinin ve BİT'in yaygınlaşmasında yaşanan sorunlann göz ardı edildiği kolayca görülmektedir. Aynca bu tür ülkelerin, " Know-how" ve "Kncno-ıvho" gibi tecrübeyle edinilmiş örtük bilgiye (tarif knoıvledge) sahip olmamaları da yine tartışılmayan konular olarak dikkat çekmektedir. Oysa Göker'in (13) de üzerinde durduğu gibi, bilgi tabanlı ekonomide her ne kadar bilginin kendisi önemli olsa da, asıl önemli rol örtük bilgidedir. Küresel pazar ekonomisinin yoğun rekabetin yaşandığı bir arena olduğunu, bu arenada söz sahibi olmanın en önemli koşulunun BİT alamnda yetkinük olduğunu, bu yetkinliğin ise örtük bilgiyle mümkün olabileceğini dikkate alırsak, bu türden bilgilerin açık, kodlanmış bilgilere (codified knoıvledge) oranla ne kadar önemli olduğu da ortaya çıkmaktadır Erişim tarihi:

156 172 iletişim : araştırmaları Diğer taraftan Humphrey ve diğerlerinin gelişmekte olan ülkelerdeki e- ticaretin gerçek durumunu ortaya koymaya çalıştıkları The Reality of E-Commerce With Developirıg Countries (2003) başlıklı çalışmada öne çıkan söz konusu varsayımlar iyimser bakış açısı (optimistic view) başlığı altmda değerlendirilmektedir. B2B e-ticaret modelinin gelişmekte olan ülke firmalarına özel avantajlar sağlayacağı düşüncesini barındıran bu iyimser bakış açısı, modelin coğrafik uzaklığın neden olduğu etkileri azaltacağı, pazarlar hakkında daha iyi bilgiler sunacağı ve daha düşük maliyetlerle pazarda var olmayı sağlayacağı gibi, ağırlıksız ekonomi (meightless economy) söyleminden de beslenen varsayımlara dayandırılmaktadır. Aynı çalışmada yer alan başka bazı gözlemcilerin bir adım daha ileriye götürdükleri bu yaklaşımda, gelişmekte olan ülkelerdeki üretici firmaların, kurbağa sıçrayışıyla geçecekleri bilgi iletişim çağında, bu tür araçları kullanarak alıcı-satıcı ilişkilerini daha da güçlendirebilecekleri, böylece küresel piyasada önemli miktarlarda karlar sağlarken, rekabetteki güçlerini de artıracakları gibi dozu bir hayli artırılmış bir iyimserlik göze çarpmaktadır (1). Kocacık (8), Bilgi Toplumu ve Türkiye adlı makalesinde bu konuyu tartışırken, sanayi toplumunu (kurbağa sıçrayışıyla) atlayarak bilgi toplumuna geçmenin olanaksız olduğu üzerinde durmaktadır. Zira ona göre bilgi ekonomisi, temelini sanayi toplumunun kendine özgü kurum ve kuralları ile geliştirdiği ekonomik-sosyal-teknolojik görüntü üzerinde şeklini bulmaktadır. Dolayısıyla, Sanayi Devrimi sürecini yaşamamış gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler, bilgi ekonomisinin gerektirdiği teknolojik alt yapı konusunda yetersiz olduklarından, yeni ekonomik yapıya adapte olmakta zorlanacaklardır. Bununla birlikte başka bazı çalışmalarda ise (Törenli, 2003: 207; Webster, 2000), yeni ekonomik modelin, gelişmekte olan ülke firmalarına sağlayacağı avantajlar bir yana, varolan ekonomik yapıda eşitsiz ilişkileri pekiştiren, bunları sürekli kılan koşullan yeniden ürettikleri üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmalarda vurgulanan nokta, yeni toplum veya ekonomik modelin ortaya çıktığı söylemlerinin arkasma gizlenmiş olan kapitalizmin son yıllarda geçirdiği yapısal krize çıkış kapılan araması ve dolayısıyla da bunun zaten hali hazırda var olan kapitalist ekonomik sistemin yeniden güçlenerek devam etmekte olduğu gerçeğinin görülmesi gerektiği üzerinedir.

157 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 173 Üzerinde düşünülmeye değer bu görüşler, 1970'lerden sonra kapitalizmin yeniden yapılanma sürecinde hizmetler sektörünün GATT anlaşmalarına dahil edilerek serbestleştirilmeye dönük çabalarla birlikte düşünüldüğünde daha da anlam kazanmaktadır yılında başlayıp 1993 yılma kadar süren Uruguay Yuvarlak Masa Toplantıları nda hizmetler sektörünün GATT anlaşmalan içerisine yerleştirilmesi kararı alınırken, teknolojik alt yapıdan yoksun olan gelişmekte olan ülkeler, serbestleşmenin kendi çıkarlarına ters düşeceğini belirterek karara karşı çıkmışlardı. Bu karşı çıkış, gelişmekte olan ülkelerin, yeterli teknik donanıma sahip olamadıkları için oluşacak küresel ticaretin dışında kalacaklarının farkında olduklarını gösteriyordu. Ancak ABD, bu ülkelerin birçoğunu, ortaya çıkacak ticari hacmin kendi çıkarlarına uygun olacağını anlatarak ikna etmeyi başardı, olmayanlar ise ödül-ceza yöntemi kullanılarak yola getirildi9 (Geray, 2005: 41). Böylece, kapitalizmin yeniden yapılanma sürecinde en önemli aşamalardan biri gerçekleştirilerek, hizmetler sektörü GATT anlaşmaları çerçevesinde ele alınmaya başlandı. Hizmetler sektörünün GATT çerçevesine sokulmasıyla uluslararası ölçekte pazarlanabilir olmasımn ardından yoğunlaşan çalışmalar, gelişmekte olan ülkeler açısından telekomünikasyon alt yapılarının geliştirilmesi, serbestleştirme politikalarının devreye sokulması, plansız özelleştirmelerin yapılması gibi birtakım çalışmalan beraberinde getirdi. Bu durum aynı zamanda, hizmetler sektörüyle birlikte etkinliklerini büyük oranda artıran ÇUŞ'lerin çevre ülkelerde etkin olmalarına engel olarak görülen ulus-devlet kontrolünün azaltılması tartışmalarıyla paralellik göstermektedir.10 q Dünya Ticaret Örgütü tarafından 12 Nisan 2007 tarihinde yayımlanan ve 2006 yılma ilişkin küresel ticaret istatistiklerini yansıtan basın duyurusuna göre; dünya ticareti reel bazda %8 oranında artış kaydetmiştir. Nominal bazda ise, hizmet ihracatı %11 artarak 2,71 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Hizmetler sektörüne ait bu rakamlar düşünüldüğünde, bu alanda serbestleştirmeye dönük politikaların neden bu denli yoğun şekilde işlediği daha iyi anlaşılmaktadır. Öte yandan, serbestleştirmeye dönük bu politikalar, özellikle 1980'lerden sonra, İngiltere'de Thatcherizm ve ABD de Reaganizm politikalarının ortaya çıkmasından sonra, Yeni Dünya Düzeni söylemleri ve neo-liberal politikaların hız kazanmasıyla paralellik göstermektedir. Nitekim ABD temsilcisi Clavton Yeutter, Urugay Yuvarlak Masa Toplantılarının sonucunu, Başkan Reagan yönetiminin belli başlı zaferlerinden biri" olarak değerlendirmiştir (Aho'dan aktaran Geray, 2005: 41). 10 Genel bir özet için bakınız Geray (2005).

158 174 iletişim : araştırmaları BİT yoluyla, erişim ve esneklik özelliklerini genişleten, kaynak ve üretim yerine bağımlı olmaktan kurtulan ÇUŞ'ler, bu gelişmeler ışığında telekomünikasyonun düzenleyici çerçevesinin kendi lehlerine serbestleştirilmesini istemektedirler (Audenhove vd. den aktaran Başaran, 2004: 16). Zira telekomünikasyon alanı, bu tür büyük ekonomik kuruluşlar için, karın en çoklaştırılması hedefi açısından yatırım yapılabilecek ve önemli kazançlar sağlanabilecek bir iş alanı olarak görülmektedir. Bu açıdan gelişmekte olan ülkelerde son yıllarda telekomünikasyon alanına yapılan yatırımlar ve uygulamaya sokulan düzenlemeler, ÇUŞ'lerin bu türden ihtiyaçlarım karşılamaya dönük olmuştur. Bu gelişmenin temelinde, küresel ekonomide önemli olan sıcak para akışının ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmek istenmesinde, gelişmiş bir iletişim altyapısı ve bu alanın küresel ekonomiye uyumlu hale getirilmesinin gelişmekte olan ülkelere önkoşul olarak öne sürülmesi olduğu söylenebilir (Başaran, 2004:18). Günümüzde birçok gelişmiş ve az gelişmiş ülke, uygulamaya koydukları özelleştirme politikaları sonucu olarak halen büyük gelirler elde etme beklentisi içindedirler. Oysa teknolojik alt yapılarım tamamlamış olan gelişmiş ülkeler, ulus aşırı şirketlerim de devreye sokarak, bilgi tabanlı ekonomide ticari hacimlerini her geçen gün daha da fazla artırmaktadırlar. Gartner Group tarafmdan 2002 yılında yapılan araştırmalar, B2B e-ticaretinin bir önceki yıla oranla kademeli olarak arttığım göstermektedir. Grafik 1 'deki veriler bunu açıklar niteliktedir. Bununla birlikte, B2B e-ticaretinden en büyük payı gelişmiş ülkelerin aldığını söyleyebiliriz (Balanız Grafik 2). Bu ül Grafik 1. &?fle-ticaret Hacminin Yıllara Göre Dağılımı (Kaynak: G artner Group, 2002)

159 Kıyan-... Firmadan Firmaya e-ticaret 175 Grafik 2. Ülke Gruplarının e-ticaret Hacimleri (Kaynak: IDC, 2002) kelerin coğrafi dağılımı, Kuzey Amerika, Avrupa (Batı ve Kuzey Avrupa) ve Uzakdoğu-Pasifik ülkeleri (Japonya, Çin, Singapur ve Avustralya-Yeni Zelanda) şeklinde sıralanmaktadır. Nitekim 2002 verileri, dünyada gerçekleştirilen e-ticaretin %80 civannda bir bölümünün ABD'de, %10'luk bir bölümünün Avrupa ülkelerinde, %5'inin ise Asya ülkelerinde yapıldığını ortaya koyarak bu sıralamayı destelemektedir (OECD verilerine dayanarak aktaran Kaya, 2002: 5). Buna karşın gelişmekte olan ülkelerin altyapı, Ar-Ge çalışmaları, strateji ve politika gibi önemli alanlardaki eksiklikleri nedeniyle, yeni ekonomik yapıya, dolayısıyla da e-ticarete entegre olamadıkları ve bekledikleri karşılığı alamadıkları anlaşılmaktadır. Grafik 2'den de anlaşılacağı üzere, e-ticaret faaliyeti oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmış durumdadır. Buna rağmen, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş olanları çok gerilerden takip ettikleri görülmektedir. Bu durum, e-ticaretin, ticaret hacmi büyüklüğü açısından, teknolojiyi üretebilir ülkelerin toplandığı coğrafi bölgelerle büyük oranda paralellik göstermektedir.

160 176 iletişim : araştırmaları Kuşkusuz B 2 B e-ticaret siteleri, gelişmiş ülkelerin elde ettikleri bu paylarda büyük rol oynamaktadır, zira dünyada yapılan e-ticaretin yaklaşık %80'Iik kısmının B 2 B siteleri aracılığıyla gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir (OECD verilerine dayanarak aktaran Kaya, 2002: 6). Tablo 3 te dünya çapında bilinen önemli B 2 B e-ticaret siteleri yer almaktadır. Bu tablodan da anlaşılacağı gibi, B 2 B siteleri, BİT alanında üstünlüğü elinde bulunduran ABD, Almanya, Fransa ve Kanada gibi ülkelerde toplanmaktadır. Çin'in de bu alanda etkin olduğu görülmektedir. Nitekim yukarıda da belirtildiği gibi, Çin kökenli alibaba.com, dünya genelinde kayıtlı firma sayısı en fazla, dolayısıyla da en çok bilinen B 2 B sitelerinin başında gelmektedir. SİTE ÜLKE SİTE ÜLKE Globaltradevillage A.B.D. Europeges-The Europen Business Directory Fransa Marble Institute of America A.B.D. Spg Media Limited İngiltere Mfg.com, ine A.B.D. Sourcingparts.com Sa İsviçre Textileweb A.B.D. World Trade Point Federation İsviçre Petrolplaza.com Almanya International Network For Small and Medium Sized Enterprises İtalya Psionline.de Almanya Eceurope.com Kanada Te&B Business Consultancy Services Gmbh Tecdoc Informations System Gmbh Techpilot Dynamicmarkets Gmbh Almanya Golden Bridge Trade Çenter Kanada Almanya Textilesource Kanada Almanya Worldbid.com Kanada Alibaba (Global Trade) Çin Emarket Services Norveç Buytop.net Çin Stoneezpozone.com Portekiz Texindex.com Çin Openrussia Rusya Kompass Fransa Rusbiz.Com Rusya Texmondo.com Fransa Global Sources Singapur The svvensee Fransa Tradeeasy.com Hong-Kong Tablo 3. Uluslararası Sz fle-ticaret Siteleri ve Faaliyette Oldukları Ülkeler (Kaynak: w w w.igem e.com '.w ww.alexa.com )

161 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 177 Çalışmanın bu bölümüne kadar, bilgi tabanlı ekonomi sürecinde, yeni bir e-iş faaliyeti olarak ortaya çıkan B2B modeli ve bunun dünya genelindeki hızlı gelişim süreci incelenmeye çalışıldı. Bu amaçla Tablo 3'te verilen bilgilerle, B2B modelinin oldukça geniş bir coğrafyada etkin olduğu gösterilmek istendi. Kuşkusuz yapılacak daha detaylı araştırmalar, bu ülkelerde çok daha fazla sayıda B2B sitesinin kurulduğunu ortaya çıkaracaktır. Bu çalışmada, bu tür sitelerin sadece önemli olanlarına yer verildi. Bununla birlikte, çalışmamn Türkiye bölümü için yoğun bir internet taraması yapıldı. Yaklaşık üç aylık bir tarama sonucunda, Türkiye'de 40 ile 50 arasında değişen B2B sitesinin olduğu görüldü. Ancak bunlardan 39 tanesi önemli görülerek çalışmaya dâhil edildi. Çalışmanın bundan sonraki bölümünde, hem Türkiye'nin bilgi toplumu yolunda geçirdiği dönüşüm süreci, hem de B2B e-iş modelinin gelişimi ve mevcut durumu irdelenecektir. Türkiye'de Genel Durum Dünya Bankası'mn, Turkey, lnformatics and Economic Modernization (1993) başlıklı raporunda, Türkiye'de kesin bir enformasyon politikası ve aksiyon planının olmadığından söz edilmekte ve bu durumun Türkiye'nin diğer ülkelerden geri kalmasına yol açtığı belirtilmektedir. Raporda ayrıca, bilginin kalkınmanın temelini oluşturduğuna dikkat çekilerek, Türkiye'nin bilgi tabanlı ekonomi olma yolunda önde gelen OECD ekonomilerinin saflarına katılma ve Avrupa'yla ekonomik bütünleşmeyi gerçekleştirme hızım belirleyen unsurun büyük ölçüde ülkenin küresel bilgi pazarına katılması olacağı üzerinde durulmaktadır (III-XIX). Yine Dünya Bankası'nm Knoıvledge Economy Assessment Study (2004) isimli çalışmasında, ülkemizin göreceli olarak bilgi ekonomisi olma yolunda güçlü bir pozisyona sahip olduğu, ancak yapılması gereken birçok şeyin olduğundan (Ar-Ge çalışmaları, BİT alanında gelişme, eğitim ve benzeri) söz edilmektedir (5). Öte yandan, Dünya Ekonomik Forumunun (World Economic Forum) yılı için hazırlamış olduğu ve Danimarka, Singapur, Finlandiya, İsviçre, Hollanda, ABD ve Norveç gibi ülkelerin başı çektiği "Ülkelerin Bilgi

162 178 iletişim : araştırmaları SIRA ÜLKE PUAN 1 Danimarka 5,71 2 İsveç 5,66 3 Singapur 5,60 4 Finlandiya 5,59 5 İsviçre 5,58 6 Hollanda 5,54 7 ABD 5,54 8 İzlanda 5,50 9 İngiltere 5,45 10 Norveç 5,42 52 TÜRKİYE 3,86 Toplam 122 ülke Tablo 4. Ülkelerin Bilgi Toplumuna Hazır Olma Durumu (e-readiness) ( IV orld Economic Forum, ) Toplumuna Hazır Olma Durumu" (The Netıvorked Readiness) başlıklı sıralamada, Türkiye toplam 122 ülke arasmda 52. sırada gösterilmektedir. 1 Bununla birlikte uluslararası alanda yaşanan genel eğilim doğrultusunda, 2000'li yılların başından itibaren, özellikle Avrupa'daki gelişmelerle bağlantılı olarak, Türkiye de bilgi toplumuna dönüşme yolunda çeşitli çabaların olduğu gözlenmektedir. Bu amaçla ilk somut adımlar, 23 Mart 2000 de Lizbon da yapılan Avrupa Konseyi toplantısı sonrasında atılmaya başlanmışta Lizbon toplantısı, Avrupa nm gelecek on yılda dünyadaki en rekabetçi ve dinamik bilgi tabanlı ekonomisi haline gelme stratejisini belirleme amacıyla yapıldı. Bu strateji doğrultusunda, "eavrupa 2002" ve "eavrupa 2005" eylem planlan hazırlanmış, 2005 yılında ise "İ2010" adıyla Lizbon Stratejisi tekrardan gözden geçirilmiştir. ıı Dünya Ekonomi Forumu'nun yapmış olduğu bu sıralamalarda, ülkelerin teknik altyapı göstergeleri, hizmetlerin sunumu ve geliştirilmesindeki durumu, teknoloji üretme yetenekleri, insan sermayesi, hukuki düzenlemeleri gibi pek çok kriter göz önünde bulundurulmaktadır.

163 Kıyan»... Firmadan Firmayae-Ticaret 179 Türkiye bu gelişmeler paralelinde, 2001 yılında AB'ye aday ülkeler için tasarlanan "eavrupa+ Girişimi"ne taraf olarak, 2003 yılında "e-dönüşüm Türkiye Projesi"ni devreye sokmuştur. Bu projenin genel koordinasyon görevi Devlet Planlama Teşkilatına (DPT) verilmiştir. Bu süreçte bilgi toplumuna doğru yoğunluk kazanan çalışmalar, Türkiye'nin Bilgi Toplumuna Dönüşüm Politikası" belgesini ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte, "e-dönüşüm Türkiye Projesi" kapsammda, ilki dönemini, İkincisi de 2005 yılını kapsayan eylem planlan hazırlanmış, 2005 yılında aynca, Türkiye'nin bilgi ve iletişim teknolojilerinden etkin olarak yararlanması ve bilgi toplumuna dönüşümün gerçekleştirilmesine yönelik orta ve uzun vadeli strateji ve hedefleri belirlemek üzere, dönemini kapsayan "Bilgi Toplumu Stratejisi" ve buna ilişkin eylem planı hazırlık süreci başlatılmıştır. Bilgi Toplumu Stratejisinde; işletmeler ve bilgi ve iletişim sektörünün mevcut durumu, kamu sektörü, vatandaşlar ve Türkiye'nin 2010 yılında bilgi toplumuna dönüşüm potansiyeli değerlendirilerek, belirlenen stratejik öncelikler çerçevesinde 2010 yılı için hedefler ve bu hedeflere ulaşmak için atılması gereken adımlar tespit edilmektedir. Bu çalışmalarla bağlantılı olarak, Türkiye'de kamu kurum ve kuruluşlarında da yeni yapılanmalara gidilmektedir. Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) bünyesinde kurulan "Bilgi Toplumu Dairesi Başkanlığı" ve "Elektronik Ticaret Koordinasyon Kurulu" bu anlamda yeni yapılanmanın sonucu olarak kurulmuşlardır. Aym amaçla, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bünyesinde kurulan "Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı" (KOSGEB) ve DTM bünyesinde kurulan "İhracatı Geliştirme ve Uygulama Merkezi" (İGEME) pratiğe dönük diğer yapılanmalardır. Bu kuruluşların, e- ticaretin geliştirilmesine dönük, bilgiye dayalı küresel ekonomide firmalara ihracat yapabilmelerini sağlamak amacıyla bilgi ve donanım desteği sağlayacak uygulamacı kuruluşlar olarak yapılandırıldıkları görülmektedir. Bu bağlamda KOSGEB'e bağlı KOBİNET ve İGME denetimindeki Ankara Ticaret Noktası12(Ankara Trade Point), firmaların küresel pazara açılmada kullanabilecekleri B2B e-ticaret siteleri olarak hizmete sokulmuşlardır. 12 Ankara Ticaret Noktası, Dünya Ticaret Noktaları Federasyonu (WTPF) kapsamında 93 ülkede faaliyet gösteren 147 ticaret noktalarından birisidir. Bu ticaret noktalan 1992 yılında özellikle gelişmekte olan ülkelerde uluslararası ticaretin verimliliğini ve etkinliliğini artırmak amacıyla UNCTAD tarafından başlatılmıştır.

164 180 iletişim : araştırmaları ankaraticaretnoktası kobiturkiye.com electrexnet.com birebiriletisim.com main.globalmt.net turkishsellers.com tekstilticaret.com remexport.com textilexnet.com.tr ekobazaar.com smtec.com eximinter.com e-pazaryeri.net turkexport.net textileturkey.com textileonly.com turkbusinesscenter.com turkticaret.net expoturkish.com turkishexporters.org tekstilnet.com globalticaret.net tekstilci.com.tr.tc commerceturkey.com ifuar.com turkiyebayi.com steelorbis Turkisexporter.net küreselpazar.com turkfreezone.com izto.org.tr turkishtextile.com worldtradexnet.com.tr kentpazan.com turktradecenter.com tekstilportal.com kobinet.org.tr Turkishtradeguide.net boyex.com Tablo 5. Türkiye'de Faaliyet Gösteren fiâ fle-ticaret Siteleri Yaptığımız araştırmalar, Türkiye'de KOBÎNET ve Ankara Ticaret Noktası gibi benzer özellikler gösteren birçok B2B e-ticaret sitesinin kurulduğunu ortaya koymaktadır. Tablo 5'te bu sitelerin isimleri gösterilmektedir. İşletmelerin bilgi tabanlı ekonomide, ekonomik büyüme, verimlilik ve rekabet edebilirliklerini hızla BİT temelli ticaret yöntemleriyle geliştirmeye yöneldikleri düşünüldüğünde, söz konusu B2B e-ticaret sitelerinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, bu türden sitelerin öneminin elde edilen faydayla doğru orantılı olduğunu, bu faydanın elde edilmesinin ise birbiriyle ilişkili üç koşula bağlı olduğunu belirtmemiz gerekir. Bunlar sırasıyla, i) B2B e-ticaret sitelerinin alıcı-satıcı işletmeler arasındaki ticareti verimli ve etkili şekilde gerçekleştirebilecek özelliklere sahip olmaları, ii) KOBİ'lerin e-ticaretin gerçekleştirilmesini sağlayacak teknik bilgi ve beceri seviyelerinin yeterli düzeyde olması ve iii) Devletin gerek B2B e-ticaret siteleri gerekse de KOBİ'ler açısından düzenleyici ve destekleyici bir faktör olarak etkin olması.

165 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 181 Bundan sonraki bölümde, bu üç koşulun Türkiye açısından mevcut durumu, ileriye dönük hedefleri ve sonuçlan tartışılacaktır. Bu tartışmayı yaparken, büyük oranda hedeflerini içeren Bilgi Toplumu Stratejisi Belgesi'nden yararlanılacaktır. B2B e-ticaret Siteleri Tablo 5 te görülen B2B e-ticaret sitelerindeki nicel çokluk dikkate alındığında, bu ticarete dönük bir bilincin Türkiye'de hızla gelişmekte olduğu kendini göstermektedir. Kuşkusuz bu durum, firmalann e-ticarete yönelmeleri açısından önemli bir gelişmedir. Ancak, B2B e-ticaret sitelerindeki nicel çokluğa rağmen, Türkiye'de henüz bu türden sitelere dönük düzenleyici bir çerçeve, teknik alt yapı ve hukuki düzenlemenin olmaması dikkat çekicidir. Gerek yasal gerekse de kurumsal düzenlemelerdeki boşluklar, bu türden sitelerin alıcı-satıcı firmalara karşılıklı güven ortamı sağlayamadığı şüphesini uyandırarak, firmalan bu tür sanal ortamlarda ticaret yapmamaya itmektedir. Nitekim var olan uygulamalar firmalann bu düşüncelerini doğrular niteliktedir. Tablo 5'te yer alan B2B siteleri ziyaret edildiğinde, birkaç istisna dışında, hemen hepsinin bilgi-içerik hizmetlerinin istenilen düzeyde olmadığı görülebilir. Bundan başka, bu sitelerin kayıtlı firmalar üzerinde herhangi bir denetim mekanizması işletemedikleri, bu nedenle firmaların gerçekte var olup olmadıklan hakkında detaylı bilgiler sunamadıklan, ayrıca sitelerde e- ticaret hakkında yeterli bilgilerin bulunmadığı ve hangi ülke firmalarıyla ticaret yapmanın daha faydalı ve güvenli olacağı konusunda firmaları bilgilendirmedikleri kolayca anlaşılmaktadır. Tüm bunlann yanmda, bu sitelerden bazılarının güncellemesinin uzun süredir yapılmadığı, halen 2000 yılma ait haberler ve alım-satım taleplerinin yer aldığı, buna paralel olarak da çok sayıda firmanın (adres değişikliği olsa bile) kendi bilgilerini yenilemedikleri göze çarpmaktadır. Bütün bu olumsuzluklar bir arada düşünüldüğünde, firmalann söz konusu siteleri neden birer e-pazaryeri olarak değil de sadece reklâm panosu şeklinde düşündükleri ve bu doğrultuda ücretsiz kayıt yöntemine başvurarak yabancı firmalann kendilerini arayıp bulmalannı beklemekten öteye geçemedikleri açıklığa kavuşmaktadır.

166 182 iletişim : araştırmaları Oysa B2B modeli açısından en başarılı uygulamalardan biri olan alibaba.com, firmalara sağladığı güven ortamı yanında, sunduğu zengin bilgi-içerik hizmetiyle alıcı-satıcı firmalar açısından ticaret yapmanın birinci adresi olarak görülmektedir. Örneğin sitede, Türkiye için hazırlanmış, general Information, market access, economic indicatiors, doing business, taxes-accounting, labour market, popular products gibi linklerden gerekli bilgilere ulaşılabilmektedir. Dolayısıyla, siteyi ziyaret eden her işletme, ticaret yapmak istediği ülke hakkında detaylı bilgileri kolayca edinebilmekte ve o ülke firmalarıyla ticaret yapıp yapmayacağına karar verebilmektedir. B2B sitelerinde var olan bu eksiklikler doğrultusunda Türkiye'de, uluslararası standartlan yakalama amacıyla e-ticaretin geliştirilmesine dönük çeşitli eylem planlan hayata geçirilmektedir. Bu bölümde (2010 hedeflerini içermesi nedeniyle) yer alması gerektiğini düşündüğümüz, yukanda da adı geçen Bilgi Toplumu Stratejisi Belgesi'ne detaylı olarak bakabiliriz. Söz konusu çalışma, DTM nin Bilgi Toplumu Stratejisi ve ek'i Eylem Planı" adı olarak 11/07/2006 tarihli ve 2006/38 sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararı yla onaylan ve 28/07/2006 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe giren Bilgi Toplumu Stratejisi ve eki Eylem Planı ( ) belgelerinden oluşmaktadır. Bu belgeler, bilgi toplumu çağında ileriye dönük oluşturulması gereken politika kararlarını belirleme girişimleri olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte, her iki belgede de e-ticaretin geliştirilmesine yönelik politika hedeflerinin olduğu görülmektedir. Bilgi Toplumu Stratejisi Belgesi'nde e-ticaretin geliştirilmesine dönük 2010 yılı hedefleri şu şekilde sıralanmaktadır: a) e-ticaretin önünde engel teşkil eden güvenlik problemi giderilmeye çalışılacak, b) e-imzanın yaygınlaşması ve diğer mevzuat düzenlemeleri yapılacak, c) e-ticaret yapan firmaların yetkilendirilmiş kuruluşlarca belirlenmiş standartlara uygunluk açısından denetlenmesini esas alan bir sertifikasyon mekanizması kurulacak, d) İşletmelerin bu konudaki farkındalığı artırılacak, e) İşletmelerin e-ticaret yapmalarını teşvik edecek programlar oluşturulacaktır (29). Bilgi Toplumu Stratejisi Eylem Plam nda ise, e-ticaretin geliştirilmesine yönelik bölümde, "Güvenli e-ticaret için uygulanması gereken standartların belirlenerek e-ticaret yapan firmaların yetkilendirilmiş kuruluşlarca bu standartlara uy-

167 Kıyan Firmadan Firmaya e-ticaret 183 günlük açısından denetlenmesini esas alan bir sertifikasyon mekanizması kurularak İnternet üzerinden yapılan alışverişin güvenli ve güvenilir olması için uygun ortam oluşturulacaktır" şeklinde eylem politikası belirlenmiştir (14). B2B e-ticaret sitelerine yönelik bu genel değerlendirmeden sonra, ikinci aşama olan KO- Bİ'ler konusuna geçebiliriz. KOBİ'lerin Mevcut Durumu Türkiye'de KOBİ'ler toplam işletmelerin % 99,8'ini, istihdamın ise % 76,7'sini oluşturmaktadır. Bununla birlikte, Bilgi Toplumu Stratejisi Belgesi'ne göre, KOBİ lerin GSMH içerisindeki payı % 26,5 seviyelerinde kalmaktadır. Belgede bu durum, işletmelerin teknik bilgi ve beceri seviyelerinin, bilgi ve iletişim teknolojilerine erişim fırsatlarının ve bu teknolojilerin sağladığı avantajlardan faydalanma kabiliyetlerinin sınırlı olmasıyla açıklanmaktadır (10). Strateji Belgesi'nde yer alan, KOBİ'lerin bilgi ve iletişim teknolojilerindeki mevcut durumu bu değerlendirmeyi destekler boyuttadır (Bakınız Tablo 6). Temel Göstergeler Mevcut Durum (% ) Elektronik kanallardan sunulan kamu hizmetlerinden yararlanan işletme oranı - Bilgi alma Form indirme Çevrimiçi Form Doldurma işlemin tamamlanması Bilgisayarı olan işletme oranı 61 İnternete bağlı bilgisayarı olan işletme oranı 50 Genişbant internet erişimine sahip işletme oranı 20 e-ticaret satışlarının toplam ciroya oranı 0-3 Kurumsal kaynak planlaması kullanan işletme oranı 0-3 Tedarik zinciri yönetimi kullanan işletme oranı 0-1 Müşteri ilişkileri yönetimi kullanan işletme oranı 0-0,5 Tablo 6. BİT'in KOBİ'lerdeki Mevcut Durumu ( Bilgi Toplumu Stratejisi, 2006:27)

168 184 iletişim : araştırmaları UNCTAD ın 2006 tarihli Information Economy raporunda, internet ve genişbant kullanımının bilgi tabanlı ekonomide işletmeler açısından vazgeçilmez iki önemli araç olduğuna vurgu yapılmaktadır (9-14). Buna rağmen Tablo 6'da yer alan % 50 internet ve % 20 genişbant kullanım oranları Avrupa ortalamasının bir hayli gerisinde kalmaktadır. Information Economy raporunda bazı Avrupa ülkelerinde işletmelerin internet kullanım oranları şu şekilde sıralanmaktadır: Danimarka: % 97.4, Finlandiya: % 97.1, Belçika: % 96, Almanya: % 94.1, Hollanda: % 88.5, İtalya: % 87.4, Yunanistan: % 87.4, İspanya: % 87.4, Fransa: % 82.9 (8). Yine aynı raporda bazı Avrupa ülkelerindeki işletmelerin genişbant kullanım oranları ise şöyle: Danimarka: % 82, Finlandiya: % 81, Belçika: % 78, İspanya: % 75, Hollanda: % 71, Almanya: % 62, İtalya: % 58, Yunanistan: % 44 ( 12). Tablo 6'da ayrıca, elektronik kanallardan sunulan kamu hizmetlerinden yararlanmanın henüz gerçekleşmediği, bilgisayar kullanımı, kurumsal kaynak planlaması, tedarik zinciri ve müşteri ilişkileri yöntemlerinin ise oldukça düşük oranlarda olduğu dikkat çekmektedir. Bu eksikliklerle doğrudan ilişkili olarak da, e-ticaret gelirinin bu tür işletmelerin cirolarına % 0-3 şeklinde yansıdığı görülmektedir. Bu noktada vurgulanması gereken, BİT'in bilgi tabanlı ekonomide ve e- ticaretin gerçekleştirilmesinde motor görevi gördüğüdür. Nitekim uluslararası kuruluşların son yıllarda hazırlamış oldukları raporlarda BİT konusuna geniş yer ayırdıkları görülmektedir. Bu raporların hemen hepsinde öne çıkan vurgu, BİT'in bilgi ekonomisinde gelişmeyi sağlayan temel etken olduğu üzerinedir. Bu açıdan, işletmelerin BİT adaptasyonu önündeki güvenlik kaygısı, çalışanların BİT yetkinliğinin düşüklüğü, mevcut yazılım ve benzeri teknolojilerin yetersiz olması, BİT maliyetlerinin çok yüksek olması türünden olumsuzlukların giderilerek, bu işletmelerin e-ticareti verimli şekilde yapabilecek duruma getirilmeleri gerekmektedir. Bu noktada uygulaman kuruluş olan KOSGEB'in 2003 yılı sonunda uygulamaya koyduğu KOBİNET Projesi, KOBİ lerin bu türden engelleri aşarak e-ticarette etkin olmalannı sağlayacak önemli bir adım niteliğindeydi. Bu proje, dört bölümden oluşuyordu: 1) Bilgi Ağlan ve e-lş Desteği, 2) e-ticare-

169 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 185 te Yönlendirme Desteği, 3) Bilgisayar Yazılım Desteği, 4) e-kobi Kredisi Projesi. KOSGEB, KOBİ'lere yönelik desteğini kendi bünyesinde kurmuş olduğu havuz yoluyla e-tedarikçiler üzerinden gerçekleştiriyordu. Gerekli kriterleri yerine getiren tedarikçiler önce bu havuza alınıyor, sonrasında ise havuzda yer alan tedarikçiler firmalara birtakım destekler veriyordu. KOSGEB'in buradaki görevi, e-tedarikçilerin aldığı ücretin % 80'lik kısmını firmalara geri ödemek şeklindeydi. Bu modelleme 2003 yılında bitirildi, 2004 un sonuna kadar da aktif olarak uygulandı. Bu süre zarfında toplamda 700 firma bu destekten yaralandı. Ancak uygulama aşamasmda projenin istenilen şekilde yürümediği fark edildi. Sonuçta, e-tedarikçilerin bu projeyi sadece teşvik boyutunda düşünmeleri, firmaların ise sadece vveb sitesi kurarak, tanıtım aşamasından ileri gidememeleri gerekçe gösterilerek proje askıya alındı.13 Bu açıdan Bilgi Toplumu Stratejisi Belgesi'nde, KOBİ'lere dönük hedeflerin yer alması önem kazanmaktadır. Strateji Belgesi'nde temel olarak işletmelerin bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanarak verimliliklerinin artırılacağı noktasmda toplanan hedefler şu şekilde sıralanmaktadır: 1) İşletmelerin verimliliklerinin bilgi ve iletişim teknolojileri desteğiyle artırılması, 2) Mikro ölçekli işletmeler hariç tüm KOBİ'lerin % 61 olan bilgisayar oranının % 95'e çıkarılması, 3) Bu işletmelerin % 20 olan geniş bant internet erişiminin % 70'e çıkarılması, 4) e- ticaret satışlarının toplam ciroya oranının % 0-3'ten % 15'e çıkarılması, 5) İşletmelerin en az % 15'inin kurumsal kaynak planlaması, % 12'sinin tedarik zinciri yönetimi gibi bilgi çağının gerektirdiği modem iş uygulamalarını kullanır hale getirilmesi (26-27). Devletin Rolü Buraya kadar, hem B2B e-ticaret siteleri hem de bu sitelerden yararlanan işletmeler üzerine genel bir değerlendirme yapıldı. Türkiye açısından, her iki alanda da eksiklikleri olduğu, bununla birlikte bu eksiklikleri gidermeye yönelik eylem planlarının hayata geçirildiği belirtildi. Çalışmanın bu 13 KOBÎNET projesiyle ilgili detaylı bilgi için bakınız

170 186 iletişim: araştırmaları bölümünde, son koşul olan, devletin gerek B2B e-ticaret siteleri gerekse de KOBİ'ler açısından düzenleyici ve destekleyici bir faktör olarak etkin olması konusu tartışılacaktır. Aslında hem B2B siteleri hem de KOBİ'ler konusu değerlendirilirken, Bilgi Toplumu Stratejisi Belgesi'nden yola çıkılarak, devletin etkinlik derecesi de gösterilmiş oldu. Ancak günümüzün küresel ölçekli ekonomisinde, bu etkinliğin yeterli olup olamayacağı tartışmalıdır. Diğer taraftan yukanda da görüldüğü gibi, KOBİNET gibi projelerin uygulamaya sokulması, daha sonra da verim alınamadığı için askıya almması devletin düzenleyici ve destekleyici aktör olarak kendi durumunu gözden geçirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu noktada küresel ekonominin yeni işleyiş biçiminde devletin görevinin ne olacağı sorusu önem kazanmaktadır. Yapılan araştırmalar hem Amerika, hem Avrupa ve hem de Asya ülkelerinde var olan başarılı politikalarının arkasında, devletin düzenleyici ve destekleyici bir aktör olarak yer aldığını göstermektedir. Bu noktada Ulaştırma Bakanlığı nın koordinatörlüğünde geniş bir katılımcı grup tarafından hazırlanan TUENA (Türkiye Enformasyon Altyapısı Ana Planı) Projesinde (1999: 7-10) bilgi ekonomisi yolunda çeşitli ülkelerin (ABD, Almanya, Avrupa Birliği, Avustralya, Çin, Filipinler, Finlandiya, Fransa, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İsrail, Japonya, Kanada, Malezya, Portekiz, Singapur, Tayvan, Yeni Zelanda ve benzeri) belge ve eylem planlarının incelenmesi, bu ülkelerde devletin etkinliğinin hangi boyutlarda olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Söz konusu ülkelerin belge ve eylem planlan şu dört başlık altında incelenmiştir: 1) Enformasyon altyapılan, 2) Eylem planlan, 3) Yönetimde enformatik teknolojilerinin kullanımı, 4) Telekomünikasyon alammn düzenlenmesi, enformatik sanayi politikalan ve yapılanmalan. Bu inceleme sonucunda, ülkeler arasında farklılıklar olmasına rağmen, genel olarak ülkelerin şu konularda ortak özellikler gösterdiği görülmektedir: a) Altyapım gerekliliği ve parasal kaynaklann aynlması konusunda toplumda ve siyasal partiler arasında ortak görüşün oluşturulması, b) Hükümetin gerekli fonlan ayırması konusundaki kararlılığın ve eşgüdümün sürdürülmesinin sağlanması, c) Bakanlıkların ve diğer devlet organlarının bütünün kabul ettiği, özel sektörü de kapsayacak şekilde amaçlann belirlenmesi, d) Amaçlan uygulamak için

171 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 187 merkezi bir çerçeve içinde ve zaman sının genel olarak konmuş belirli politikalar üretilmesi, e) Prestijli ulusal firmalann başı çektiği kampanyalar yapılması, f) Toplumun en geniş kesimlerinin tartışmalara katılmasının sağlanması, g) Pilot projeler, Ar-Ge, deney yataklan (test-bed), politika oluşturma, çeşitli sektörlerdeki uygulamalar için kamu ve özel sektörün katılımıyla yapılann ve fonların oluşturulması. Bu türden belge, eylem planlan ve var olan uygulamalar, sanayi ekonomisinde olduğu gibi, bilgi ekonomisinde de devletin destekleyici, düzenleyici ve kontrol edici etkisinin sürdüğünü ortaya koymaktadır. Bu açıdan, bilgi tabanlı ekonomide rol almak için, Türkiye'de de bilgi ekonomisine giden yolda, devletin destekleyici ve düzenleyici aktör olarak devrede olması zorunlu hale gelmektedir. Çalışmanın başmda da belirtildiği gibi, BİT alanındaki gelişmeler, sosyal, kültürel ve ekonomi gibi alanlar üzerinde küresel ölçekte değişiklikler meydana getirmektedir. Ülkemizde de bu değişiklikler yakından hissedilmektedir. Dolayısıyla, Türkiye'de devletin enformasyon altyapısını kullanacak şekilde yeniden yapılandırılması, teknik ve yasal düzenlemelerin yapılması, uluslararası standartların izlenmesi ve altyapının bu standartlara uyumlu hale getirilmesi uygulanacak politikalar açısmdan öne çıkmaktadır. Bu politikalann yanında, ticaret noktalarının oluşturulmasıyla e-ticaret açısından gerekli bilgi donammımn sağlanması, B2B e-ticaret sitelerinin daha fonksiyonel hale getirilmesi ve KOBİTerin BİT donammımn yeterli düzeye çıkarılması diğer önemli konular olarak gözükmektedir. Bu noktada strateji belgesinde öne çıkan 2010 yılı hedefleri, Türkiye'nin küresel ekonomiye entegre olması açısından devreye sokulması gereken politikalar olarak önem kazanmaktadır. Bununla birlikte, eylem politikaları çerçevesinde uygulamaya sokulan KOBİNET gibi projelerin verim alınamadığı için askıya alınması, bu tür eylem planlarında öne çıkan iyimser hedeflerin ne oranda hayata geçirildiği tartışmalarını da gündeme getirmektedir. Bu nedenle, uluslararası alanda birçok ülkenin uygulamaya koyduğu modele benzer şekilde, devletin ve özel kesimin ortak bir eşgüdüm içinde harekete geçme zorunluluğu kendisini göstermektedir.

172 188 iletişim : araştırmaları Sonuç Son yıllarda teknolojide yaşanan baş döndürücü gelişmeler, küresel ekonominin işleyiş biçimi yaranda, sosyal ve kültürel alanlarda da büyük değişikliklerin yaşanmasına neden olmaktadır. Günümüzde dünyanın geldiği bugünkü durum, birçokları tarafmdan enformasyon ya da bilgi çağı olarak adlandırılmaktadır. Bu paralelde, gelişmiş ülkeler de ekonomilerini bilgiye dayalı ya da bilginin motor görevi gördüğü ekonomiler olarak tanımlamaktadırlar. Kuşkusuz bu ülkelerin değişen toplumsal ve ekonomik yapıyı kendi avantajlarına çevirmeleri, bu tanımlamada etkili olmaktadır. Öte yandan Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler, çeşitli eylem politikalarını hayata geçirerek bu sürece dâhil olmada yoğun çaba harcamaktadır. Ancak Türkiye örneğinde de görüldüğü gibi, bu politikalar, gelişmiş ülkelerin etkin olarak rol alıp hazırladıkları belgelere ya taraf olma ya da onlara uygun başka belge ve eylem planları hazırlama şeklinde oluşturulmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin kendi ekonomik, kültürel ve sosyal yapılarından farklılık gösteren bu politikalara uymaları ise hem özelleştirme, serbestleştirme, kuralsızlaştırma ve teknoloji transferi gibi zorunlulukları beraberinde getirmekte, hem de istedikleri verimi elde edememeleriyle sonuçlanmaktadır. Mansell ve Wehn, bu noktada, enformasyon ve iletişim teknolojilerinden yararlanmanın iki önemli koşula bağlı olduğunu belirtmektedir. İlki, enformasyon alt yapısına sahip olmaktır. İkincisi ise, bu alt yapıdan yerel ihtiyaçları gidermek üzere yararlanabilecek uygulamaları geliştirme ve bunu mümkün kılacak bir yaratma ve yönetme yeteneğine sahip olmaktır (Mansell ve VVehn den aktaran Başaran, 2004: 15). Bu da, çalışmanın bütünü üzerinde durulan devletin destekleyici ve düzenleyici aktör olarak etkin olmasını zorunlu kılmaktadır. Teknolojik üstünlüğün günümüzde rekabetin yaşandığı dünya ekonomileri arasında ayakta kalmanın önemli bir koşulu haline geldiği düşünülürse, bu zorunluluk kendisini daha fazla hissettirmektedir. Bunun dikkate alınması ve çalışmaların bu doğrultuda gerçekleştirilmesi, bütün gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerin dikkate almalan gereken temel noktadır. Öte yandan, BİT temelinde yaşanan değişimin sadece ekonomik boyutuyla değil, sosyal boyutuyla da ele alınması gerekmektedir. Bozkurt'un

173 Kıyan... Firmadan Firmaya e-ticaret 189 (53) dikkati çektiği gibi, aslında bu türden teknolojilerin oluşturacağı sosyal boyutu değerlendirmek için vakit çok erkendir, dolayısıyla akademide bu konuda yapılmış çalışmalara da çok sık rastlanılmamaktadır. Ancak yine de, ekonomik ve sosyal kalkınmanın ortaklaşa hareket edeceği araştırma ve projelere gereksinim vardır. Örneğin Castells ( ), bilimin küresel olmasma rağmen, hayat koşullarının düzeltilmesine dönük çalışmalann yapılmadığı üzerinde durmaktadır. Yapılan Ar-Ge çalışmalarında Dünya Sağlık Örgütü'nün projelerine aynlan kaynağın çok az olduğuna dikkati çeken Castells, etkili bir sıtma aşısının on milyonlarca insanın, özellikle de çocukların hayatını kurtarabilecekken, HIV vakalarının hemen hemen % 95'inin gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkmasına rağmen, Batı'da geliştirilen AIDS ilaçlarının çok pahalı olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde hayata geçirilen bilim ve teknoloji temelli çalışmaları, Ar-Ge araştırmaları, ekonomik kalkınmayla birlikte, sürdürülebilir insani kalkınmayı da dışlamayan politikaları (sağlık, eğitim, sanayi, istihdam ve benzeri) içermesi gerekmektedir. K a y n a k ç a Başaran, Funda (2004). " Enformasyon Toplumu Politikaları ve Gelişmekte Olan Ülkeler." İletişim Araştırmaları 2(2): Bozkurt, Veysel (1999). "Elektronik Ticaretin Sosyal ve Ekonomik Boyutu." Bilgi ve Toplum (2): Castells, Manuel (2000). The Rise o f the Netıoork Society: The Information Age, Economy, Society and Culture. London: Blackvvell Publishers. Drucker, F. Peter (1994). Yeni Gerçekler. Çev., Birtane Karanakçı. Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları. Drucker, F. Peter (1993). Kapitalist Ötesi Toplum. Çev., Belkıs Çorakçı. İstanbul: İnkılap Kitabevi. Geray, Haluk (2005). "Birikim Düzenleri, Yeniden Yapılanma ve Küreselleşme." İletişim Ağlarının Ekonomisi: Telekomünikasyon, Kitle İletişimi, Yazılım ve İnternet. Funda Başaran ve Haluk Geray (der). Ankara: Siyasal Kitabevi Goldstein Andrea ve David, O'Connor, (2000). E-Commerce for Development: Prospects and Policy Issues. Technical Paper No Paris: OECD Development Centre. Erişim tarihi: Göker, Aykut (2001). "Bilim ve Teknoloji Politikalarına Giriş İçin 'Enformasyon Toplumu' Üzerine Kavramsal Bir Yaklaşım Denemesi." Mülkiye Dergisi XXXV (230): Humphrey, John; Mansell, Robin; Par, Daniel; Schmitz, Hubert (2003). The Reality o f e-commerce with Developing Countries Report. / Erişim tarihi:

174 190 iletişim : araştırmaları Kaya, H. Gazi (2002). Tarım Sektöründe E-Ticaret Fırsatları ve Potansiyel Sorunlar. Ankara: Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Bakanlığı. Erişim tarihi: Kocacık, Faruk. (2003). "Bilgi Toplumu ve Türkiye." C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi 27 (1): Kumar, Krishan (1995). Sanayi Sonrası Toplumdan Post-modem Topluma: Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları. Çev., Mehmet Küçük. Ankara: Dost Yayınevi. Robin Cowan; Gert, van de Pal (der.) (2000). Innovation Policy In A Knoıuledge-Based Economy, A Merit Study Commisioned By The Europen Commision Enterprise Directorate General, Luxembourg. http: //cordis.europa.eu/innovation-policy/studies/gen_study4.htm. Erişim tarihi: Törenli, Nurcan (2004). Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Törenli, Nurcan (2003). "EİT Dolayımmda Kapitalist Üretim İlişkilerinin Yeniden Yapılandırılması: Enformasyon Toplumu ve Düşündürdükleri." SBF Dergisi 58 (2): TUENA (1999). Sonuç Raporu. Ankara: Ulaştırma Bakanlığı. Erişim tarihi: UNCTAD (2000). Building Confidence: Electronic Commerce and Development. Erişim tarihi: UNCTAD (2002). Electronic Commerce Strategies For Development: The Basic Elements o f An Enabling Environment For e-commerce, Background Paper. Geneva. Erişim tarihi: UNCTAD (2004). E-Commerce and Development Report. United Nations Publication: New York and Geneva. Erişim Tarihi: UNCTAD (2005). Information Economy Report. United Nations Publication: NewYork and Geneva. Erişim tarihi: UNCTAD (2006). Information Economy Report. United Nations Publication: NewYork and Geneva. / Erişim tarihi: VVebster, Frank (2000). "Information, Capitalizm and Uncertanity." Information, Communication & Society 3 (1): VVorld Bank (1993). Turkey: Informatics and Economic Modernization Report. YVashington D.C. Erişim tarihi: VVorld Bank (2004). Turkey Knoıoledge Economy Assesment Study. VVashington D.C. / Erişim tarihi: VVorld Bank (2006). Information and Communication for Development: Global Trends and Policies. VVashington D.C k. Erişim tarihi:

175 Etkinlik Değerlendirmeleri: ECREA 2007 Sempozyumu: Fırsat Eşitliği ve İletişim Haklan Mine Gencel Bek Esra Arsan Ekim tarihlerinde Brüksel'de yapılan "Fırsat Eşitliği ve İletişim Hakları" başlıklı sempozyum ECREA'mn (European Communicatiotı Research and Education Assocaition) ikinci geniş katılımlı uluslararası etkinliğiydi. EC REA 2005 yılında ECA (European Communication Association) ile ECCRnin (European Consortium for Communications Research) bir araya gelmesiyle oluşturuldu. Eşitlik, çeşitlilik ve adil topluma vurgu yapılarak Avrupa'da 2007 yılının herkes için fırsat eşitliği yılı ilan edilmesinden hareketle sempozyum AB yurttaşlarının büyük çoğunluğu ile ekonomik ve siyasal elitler arasındaki ilişkilerin ve fırsat eşitliği, yurttaş katılımı ve çeşitliliğin güçlendirilmesinde medyanın rolünü değerlendirmeyi amaçladı. Kuramsal ve ampirik çalışmalarla sempozyum boyunca eşitlik, çeşitlilik, yurttaş katilimi ve demokrasi meseleleriyle medyanın ilişkisi sorgulandı. Medya ya da daha geniş olarak iletişime bu bağlamda araç olarak (bilgi sağlayıcısı), dolayımlayan olarak (müzakare süreci, aktivizm... ve benzeri), yurttaşlık hakkı olarak (iletişim haklan), eşit fırsatların geliştirilmesinde bir araç olarak ve aynı zamanda Avrupa ya da Avrupa yurttaşlığının anlamı konusunda da bir mücadele zemini olarak çeşitli yönlerden yaklaşıldı. ECREA'mn İletişim ve Demokrasi, Gazetecilik, Siyasal İletişim ve Toplumsal Cinsiyet ve İletişim bölümlerinde ağırlıkla tartışılan konular AB kurumsal çerçevesiyle yurttaşlar ve sivil toplum arasındaki uçurumun kapanmasında medyanın rolü, Avrupa kamusal alanı ve Avrupa gazeteciliği oldu. iletişim : araştırmaları (1-2):

176 792 iletişim : araştırmaları Fırsat eşitliği ve iletişim ile ilgili açılış konuşmalarından Uwe Hasebrink ile Andrevv Calabrese'in söyledikleri birbirini tamamladı. Birinci konuşmacının, iletişim hakkının sadece erişme, konuşma değil, işitilme hakkı da olduğuna ilişkin vurgusu Calabrese'in ABD'de FCC (Federal Communications Commision) politikalanyla ilgili görüşlerin alınma sürecinde eleştirel görüşlerin değerlendirmeye alınmadığını esprili bir biçimde anlattığı sunuşunda örneklenmiş ve bize Türkiye deki politika yapma süreçlerini de hatırlatmış oldu. Hasebrink, ütopik Avrupa kamusal alanmda eşit iletişim hak ve olanaklarından söz ederken, öncelikle "hangi gruplar için ortak iletişim haklan"nı konuştuğumuzu ve bu hakların nasıl/hangi bağlamda verileceğini tartışmak gerektiğine dikkat çekiyordu. Medyaya ilişkin hedefler sözkonusu olduğunda genel olarak "Avrupalı medya tüketicileri veya kullanıcıları" terimlerinin kullanıldığını vurgulayan Hasebrink, bunun altında aslında birbirinden çok farklı sosyal, ekonomik, kültürel ve biyografik arka planlarm yattığını vurguladı ve Avrupa genelinde bireyler arası ve gruplar arası farklı medya kullamm şekillerinin varlığının "tek tip Avrupalı medya tüketicisi" tanımı yapmayı güçleştirdiğini söyledi. Bu durum, Hasebrink'e göre, pek çok ülkede baskın gruplar ile ezilmiş gruplar arasındaki "görünürlük" ve "iletişim hakkı" dengesinde sanılanın aksine sonuçlan ortaya çıkarabiliyordu. Öte yandan Calabrese sunuşunda esas olarak fırsat eşitliği söyleminin aslında liberal sistemdeki adaletsizliğin sürmesine hizmet ederek bu adaletsizlikleri mazur gösterebileceğini de tartıştı. Hasebrink'in sunuşu ise aslında ağırlıkla hakim izleyici kavramlaştınmının eleştirisine dayanıyordu. Soyut, bireyler ve gruplar arası farklılıkları tanımayan, toplumsal, kültürel temelden, bağlamdan kopuk olarak sadece kullanıcı olarak görülen izleyici kavramlaştınmma karşı araştırman, izleyiciyi hak sahibi yurttaş olarak kavrayarak kamu çıkarı meselesiyle ilişkilendirdi. Yazarın Broadcasters and Citizens adlı kitabında tüm bu tartışmalan ve izleyicinin medya performansına ilişkin getirilen denetim sistemlerine dair karşılaştırmalı çalışmanın sonuçlarını bulmak mümkün. Toplumsal cinsiyete özel bir önem atfedilen sempozyumda eşitsizlik konusu siber uzama yaş, toplumsal cinsiyet ve sınıfsal olarak erişememe ve dışlanmayı konu edinen sunuşlarda da tartışıldı. Siber uzamla ilgili bazı sunuşlarda ayrıca genellikle hakim olanın eleştirisine odaklanan sunuşlardan farklı olarak karşı kamular ve medya aktivizmi gibi konular da ele alınarak

177 Bek ve Arsan ECREA 2007 Sempozyumu siber uzamın marjinal konumların temsili, kimlik ve dayanışma ortamı yaratma ve bir cemaat oluşturmada rolü üzerinde duruldu. Hannu Niemen'in sunuşu sempozyumun en güçlü sunuşlanndan birisiydi. AB nin iletişimi ağırlıkla ekonomik rekabet çerçevesinde kavrayan politikalarını ve bu politikaları dönüştürme adı altında ortaya konan halkla ilişkiler çalışmalarını eleştirdiği sunuşunda Niemen aynca kamusal alan ve müzakereci demokrasi odağından hareketle geliştirdiği demokratik düzenleme önerisini de paylaştı. Niemen'in de sunuşunda önem verdiği kamu hizmeti yayıncılığı ise özellikle AB düzenlemelerini eleştirel bir biçimde gözden geçiren başka sunuşların da konusu oldu. Dijital yayıncılığa geçtiklerinde kamu hizmeti yayıncılarının devlet yardımlarının kesilebilecek olması durumu onların yeni medya ortammda kendilerini yenilemelerinin önünde bir engel olarak tartışıldı. Sempozyumun genelde siyasal gazetecilik, özelde ise AB gazeteciliğinin tartışıldığı bölümlerindeki sunuşlar "basın ve güç/iktidar" ilişkisiyle "gazetecilik ve yurttaş katılımı" ekseninde seyretti. Kendine özgü bir siyasal iletişim alanı olarak Brüksel muhabirliği ve Brüksel muhabirlerinin Avrupa kamusal alanının oluşumunda rolü ve etkisi tartışılırken, AB haberlerinin hala ulusal haber merkezlerinin baskı ve hakimiyetinde milliyetçi söylemlerle hazırlanmasının ortak Avrupa kamusal alanının oluşmasındaki olumsuz etkilerine dikkat çekildi. AB'ye son genişleme sürecinde katılan Doğu Avrupa ülkelerinin gazetecilerinin, kurucu üye ülke gazetecilerine oranla habere giriş ve haber kaynaklarına erişim alanlarmda eşit olanaklara sahip olmadıklarının altı çizildi. Avrupa kamusal alanının oluşmasında basının rolü söz konusu olduğunda sıklıkla dile getirilen şey ise şudur: Avrupa'nın farklı ülkelerindeki medya aynı olaylan, aynı anda ve aynı ilgi ile yayımlıyorsa, Avrupa kamusal alanından söz etmek mümkündür. Oysaki bu idealin, farklı diller ve kültürel altyapılarla temellenen ulusal medya içeriğinde yaratılamadığı gözlenmektedir. Kimileri, bunun günümüzün ulus-ötesi medya kanallarında (çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü, çok sahipli, çok merkezli, International Herald Tribüne, Le Monde Dıplomatıcjue Europe veya Wall Street Journal Europe gibi) görüldüğünü iddia eder. Ancak bu ulus-ötesi medya kuruluşlarının da sıradan Avrupalı için çok elit ve üst düzey kalması nedeniyle popülerleşemediği gözlenmektedir. Sempozyumun ikinci günü, "İçerideki-

178 194 iletişim : araştırmaları ler ve Dışarıdakiler: Yurttaşlar İçin Ortak Bir Anlayış" başlıklı oturumda konuşan Peter Berglez, işte bu tartışmayı yeni bir boyuta taşıyacak bir öneri getirdi. Madem medya sahipliğini ulus-ötesileştirmek Avrupa kamusal alanının oluşumunda yeterli olmuyordu, o zaman gazetecilik pratiği ulus-ötesi hale gelebilirdi. Gazeteciliğin ulus-ötesileşmesini iki ana eksende tanımlıyordu Berglez: (1) Ulusal basında içerik yaratan gazeteciler, dünyanm herhangi bir yerinde olmakta olan bir olayın başka bir yerdeki yansımalarını görebiliyor ve bunun iç ilişkisel boyutunu ulusal izlerkitle için analiz edebiliyorlarsa, (2) Ulusal ölçekte haber değeri olan olay ve durumlarda, ulusal haber kaynakları kadar Avrupalı diğer haber kaynaklarına da gazete sayfalarında ve haber bültenlerinde yer veriyorlarsa. AB ölçeğinde "ulusal gazetecilik manüğının" çöpe atılıp "biz" ve "onlar" söylemiyle habercilik yapmanın önündeki engellerin "ulus-ötesi gazetecilik" anlayışıyla aşılabileceğine vurgu yapan Berglez in konuşması yeni bir öneri getirmesi açısından önemliydi. Yurttaşlar ve medya içeriğini üreten profesyoneller arasında bir dizi pazarlık süreçlerine dayanan "katılıma gazeteciliğin" özellikle dijital platformlarda güç kazandığına dikkat çekilen aynı oturumda, Avrupa çapında amatör gazeteciliğin (blogların) önemi de tartışıldı. Amatör ve profesyonel gazeteciler arasında editoryal işbirliğinin yurttaşın siyasal katılımı ve Avrupa demokratik açığının kapatılmasındaki yaşamsal rolü sorgulandı. Dijital medya ortamında gazetecilik dinamiklerini inceleyen bir başka araştırmanın sonuçlarına Dimitra Dimitrakopoulou'nun sunumunda yer verildi. Her ne kadar profesyonel gazeteciler dijital gazetecilik çağında gazetecilik stratejilerini ve içerik yaratım süreçlerini değiştirmek zorundaymış gibi görünse de, 450 gazeteciyle yapılan anket gösteriyordu ki, aslında gazeteciler amatör bloglar ve burada yaratılan içeriği ciddiye almıyor ve dikkat etmiyordu. Bu sonuçlar, bir anlamda, aynı oturumda konuşan ve "haber merkezinde yurttaş katılımı"nı ele alan konuşmalarıyla Avrupa çapında "yurttaş gazeteciliği"ni öneren Pieter Ugille ve Steve Paulussen in argümanlannı da çürütür nitelikteydi. Sempozyumda ayrıca bazı oturumlardaki sunuşlar daha önceden belirlenen kişilerce tartışmacılar (yorumlayıcılar) tarafından değerlendirildi. Bu, genelde araştırmaalara konularıyla ilgili geribildirim sunarak katkıda

179 Bek ve Arsan ECREA 2007 Sempozyumu bulunma ve dinleyiciler arasında da tartışmayı motive etme anlamında iyi bir uygulama. Ancak bu sempozyumda seçilen bir iki yorumlayıcının sunuş yapanlann akademik deneyimleri ve niteliklerinin gerisine düştüğü görüldü. Örneğin AB iletişim politikalarının eleştirildiği bir oturumda hukuk kökenli bir doktora öğrencisi yorumlayıcı "Zaten AB ekonomik bir örgüttür" diyerek bir bakıma sunuşlarda içerilen eleştirileri hiçleştirmiş oldu. Bu görüş Avrupa Parlementosu'ndan katılan milletvekilinin açüış konuşmasında da vardı ama akademiyadan, hele de sunuşları değerlendirmekle onurlandırılmış bir araştırmacıdan gelmesi oldukça ironikti. ECREA 2007: Fırsat Eşitliği ve İletişim Haklan sempozyumu, Avrupa'nın farklı ülkelerinde, benzer konulan çalışan, araştıran sosyal bilimcilerin beyin fırtınası için anlamlı bir zemin oldu. Avrupa'nın kalbi Brüksel'de, Avrupa Gazetecilik Merkezi (Europeatı journalism Cerıtre) tarafından da desteklenen sempozyum, özellikle AB'ye yeni katılan Doğu Avrupa ülkelerinden akademisyenlerin sunumlarıyla, yeni Avrupa'nın giderek genişleyen sınırlan dahilinde üretilen bilimsel içerik ve AB'ye eleştirel bakışın konumlanışım bir kez daha keşfetmek açısından yararlı oldu, diyebiliriz. Bu katılımı dar, ama perspektifi geniş toplanü, genç ve dar bütçeli bir organizasyon olarak ECREA'nın gelecek için planladığı yeni sempozyumlar için de umut verici oldu.

180 Etkinlik Değerlendirmeleri: Medya ve Siyaset Uluslararası Sempozyumu Nuran Yıldız Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen "Medya ve Siyaset Uluslararası Sempozyumu" Kasım tarihleri arasında İzmir'de gerçekleştirildi. Düzenleme Kurulu Başkanlığını Prof. Dr. Nasır Niray, Genel Koordinatörlüğünü Doç. Dr. Ferlal Örs ve Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan Kavaklı'nın yaptığı sempozyumda University of Amesterdam'dan Prof. Dr. Deniş Mcquail, University of Shejfield'dan Ralph Negrine ve Panteion University'den Prof. Dr.Alexis Heraclides konuk konuşmacılardı. Sempozyum 15 Kasım'da açılış konuşmalarıyla başladı, iki panel ve yirmi oturumla devam etti. Son yıllarda medya ve siyaset arasındaki yoğun, çapraşık, karmaşık ve değişken ilişkilerin bilimsel boyutta tartışılmasına duyulan gereksinimi bir ölçüde karşılaması açısından son derece önemli olan bu sempozyumun, zamanlama açısından da doğru bir döneme denk geldiği söylenebilir. İletişim araştırmaları alanında ülkemiz akademik camiası tarafından çalışmaları yakından takip edilen Prof. McQuail'in "toplumda medyanın rolüyle politik iletişim araştırmaları alanı arasında ilişki" konusundan söz ettiği açılış konuşması Media and Politics: The Role o f Research başlığını taşıyordu. Prof. Negrine ise Politics and Political Communication in the Networked Society başlıklı konuşmasmda "politik mesajların dağılımında Internet'in geleneksel medyaya alternatif olmasına ve üstünlüklerine" değindi. Ulusal ve uluslararası pek çok konuşmacının yoğun ilgi gösterdiği oturumlarda toplam doksan bir bildiri sunumu gerçekleşti. İçeriği oldukça yoiletişim : araştırmaları (1-2):

181 Yıldız Medya ve Siyaset Uluslararası Toplantısı 19 / ğun olan sempozyumun ikinci gününde gerçekleşen iki panelin başlıkları "Yerel Basın-Yerel Siyaset (1)" ve "Yerel Basın- Yerel Siyaset (2)" idi. İlk panelin konuşmacıları yerel medya yöneticilerinden ve ulusal medyanın yerel eklerinin sorumlularından oluşturulmuştu. İkinci panelin konuşmacıları ise siyasetçilerdi. AKP, CHP, MHP İzmir il başkanlannın katıldığı oturumu İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Erol Akıncılar yönetti. Her iki panelde de bilim dünyasmdan isimler yer almadı. Dolayısıyla da paneller bir şikayetlerime işlevini yerine getirme amacına hizmet etmiş oldu. 91 bildirinin sunulduğu 20 oturumun başlıkları ise şöyleydi: 1. Oturum: Political Communication 2. Oturum: Political Discourse/ Ideology in Media 3. Oturum: Medyada Siyasal Söylem/ İdeoloji (Yazılı Basında) 4. Oturum: Yeni İletişim Ortamları ve Siyaset (Siyasal Partiler) 5. Oturum: Medyada Siyasal Söylem / İdeoloji (Sinemada) 6. Oturum: Medya ve Etik 7. Oturum: Toplumsal Cinsiyet ve Medya (Tv ve Sinemada) 8. Oturum: Yerel Medya, Yerel Siyaset 9. Oturum: Medya ve Sivil Toplum 10. Oturum: Siyasal İletişim (Genel) 11. Oturum: Siyasal İletişim (Siyasal Reklam) 12. Oturum: Medyanın Ekonomi Politiği 13. Oturum: Medyada Siyasal Söylem/ İdeoloji (Çözümlemeler) 14. Oturum: İfade Özgürlüğü ve Medya 15. Oturum: Medyanın Ötekisi, Ötekinin Medyası. 16. Oturum: Milliyetçilik ve Medya 17. Oturum: Yeni İletişim Ortamlan ve Siyaset (Seçimler) 18. Oturum: Toplumsal Cinsiyet ve Medya (Yazılı Basında ve Reklamlarda) 19. Oturum: Siyasal Kültür ve Medya 20. Oturum: Siyasal İletişim (Seçimler ve Internet)

182 198 iletişim : araştırmaları Yoğun tartışmalarla ve dikkate değer bir dinleyici ilgisiyle geçen sempozyumun sonunda organizasyon komitesi bilimsel tartışma ortamlarının dışındaki etkinlikler için İzmir ve çevresine gezi düzenledi. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi kadrosunun bu derece geniş kapsamlı ve geniş katılımlı bir organizasyonu büyük bir özveriyle gerçekleştirdiklerini gözlemledim. Yabancı konuşmacıların ilk iki oturuma toplu olarak dahil edilmesi, sunumunu yaptığım "E-Muhtıranın Medya ve Siyasete Spin Etkisi" başlıklı makalenin "Medya ve Sivil Toplum" başlıklı oturuma dahil edilmesi örneğinde olduğu gibi bazı bildirilerin oturum başlığıyla ilgisizliği, oturum başlıklarının araçsal ayrıma göre yapılmasının getirdiği dağınıklıklara rağmen, oldukça verimli ve bilimsel ortama katkı sağlayıcı bir sempozyum gerçekleştirilmişti.

183 Kitap Eleştirisi Nurcan Törenli Kapitalizm ve Enformasyon Çağı: Küresel iletişim Devriminin Politik Ekonomisi Robert W. McChesney, Ellen Meiksins Wood ve Jhon Beilamy Foster (der.)(2003) Ankara: Epos Yayınları 270 sayfa Çağımızda, yeni iletişim teknolojileri, toplumsal yapıya etkileri bağlamında iletişimin politik ekonomisini değerlendirmek açısından giderek daha çok önem kazanan araştırma nesneleri haline gelmiştir. Yeni iletişim teknolojilerinde yaşanan dönüşümler ve bu dönüşümlerin kapitalizmin küresel ölçekte yapılanması, işlerlik kazanması açısından taşıdığı önem, gelişmiş olduğu kadar gelişmekte olan toplumlan da yakından ilgilendirmektedir. Bu bağlamda editörler, Kapitalizm ve Enformasyon Çağı: Küresel İletişim Devriminin Politik Ekonomist adlı derleme kitapta kapitalizm, pazar-pazarlama, yeni iletişim teknolojileri, bilgi ve (yeni) demokrasi kavramlarına odaklı 14 makaleyi okurla buluşturuyorlar. Robert W. McCheshey, Küresel İletişimin Politik Ekonomisi adlı makalesinde kapitalizmi ticari faaliyetler, sermaye akışı, para ve finansal kaynakların dolaşımı dolayısıyla da kân en üst düzeye çıkarmaya dönük serbest mal ve sermaye akışıyla olan güçlü bağlantıları nedeniyle küreselleşme kavramı üzerinden açıklamaya çalışmaktadır. McChesney, küreselleşmenin kapitalizmin sürdürülebilirliğinin sağlanması açısından vazgeçilmez bir öneme sahip olduğunu ve bu durumun küresel nitelikli iki temel gelişmeden beslendiğinin altını çizmektedir: Devletsiz ulus üstü ya da çok uluslu şirketlerin yaratılması ve ayakta tutulması ile küresel ölçekte ana aktörler konumundaki lider kapitalist ülkelerle ve bunların oluşturduğu bölgeler arasında giderek iletişim : araştırmaları (1-2):

184 2 0 0 iletişim: araştırmaları artan rekabet. Her iki gelişme açısından da iletişim merkezi öğe konumundadır. Yeni iletişim teknolojileri ve uydu teknolojileri bağlamında iletişim, kapitalist ekonominin küresel ölçekli faaliyetlerine hem maddi destek sağlamakta hem de ticari medya, reklam, bilişim teknolojileri ve telekomünikasyon sektörleri bağlamında kapitalist sermaye birikimi sürecini ayakta tutmaktadır. Bu temel işlev açıklığa kavuştuğunda, pazar sisteminin hem ekonomik adaleti ve verimliliği sağlayacağı hem de demokratik siyasetin temellerini atacağına ilişkin savlar da tartışılır hale gelmektedir. Ellen Meiksins Wood, Modernizm, Postmodernizm ya da Kapitalizm adlı makalesinde yeni medya odaklı bir soruya yanıt aramaktadır: Moderniteden post-moderniteye geçiş gibi fasıllaştırmalar kapitalizmi anlamamıza mı yoksa kabullenmemize mi yardım etmektedir? Wood, yamün aslında sistemi yani kapitalizmi nasıl tanımladığımızda yattığının dolayısıyla bağlamı gözden kaçırmanın "doğruyu" da gözden kaçırmak anlamına geleceğinin altını çizmektedir. Bu durumda tüm insani değerleri verimlilik ve kârla ikame eden kapitalist ilerleme fikrini modemite olarak okumak gibi bir yanılgıya düşmekte olası bir sonuç haline gelmektedir. Öyle ki, bu noktada kapitalizm mutlak, tarih üstü ve neredeyse doğal birtakım süreçlerin yine doğal bir uzantısı, buna bağlı olarak da ticari büyüme ve teknoloji alanındaki gelişmelerin doğal gelişme ya da genişleme süreci niteliği kazanmaktadır. Wood, bu tür bir bakışın yeni teknolojileri değişim sürecinin de yapıcı ya da kurucu öğesi olarak meşrulaştırdığım, eski paradigmaya özgü seri üretime dayalı ekonomik sistemin bu kılıftan yararlanarak çeşitlenip, yaygınlaşabildiğin! vurgulamaktadır. YVood a göre burada gözden kaçırılmaması gereken bağlam, teknolojinin sözde özerk mantığının çalışma sürecine mi yoksa pazarlama sürecine mi dönük olduğudur. Eski ile yeni arasındaki kopuşun daha çok pazarlama sürecine dönük olduğunu vurgulayan Wood, fordizmin (eskinin) bu sayede kendini bazı dönemsel değişimlerle yenilediğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla VVood, günümüze özgü bir küreselleşmeden bahsedilebilecekse bunun moderniteden post-moderniteye geçiş değil pazarın mutlak hâkimiyetine ya da ulusal sınırların ötesinde gerçekleşen kapitalist birleşme ve işbirliğinin yeni biçimlerinin oluşturulması olduğunu ortaya koymaktadır. Michael Dawson ve John Bellamy Foster'm, Sanal Kapitalizm: Tekelci Sermaye, Pazarlama ve Enformasyon Otobanı adlı makaleleri, yeni medya tek

185 Törenli Kapitalizm ve Enformasyon Çağı nolojileri temelinde geliştirilen günümüz mitlerine ve bunların içinde öne çıkan örgütlü kapitalizmin yerini "elektronik cumhuriyete" bırakışı mitine dönük eleştirel ekonomi politik bir değerlendirmedir. Yazarlar bu ve benzeri mitlerde yeni teknolojinin ve internet in simgelediği enformasyon otobanlarının, kusursuz rekabetin ideal dünyasını yaratmak için tüm toplumsal engelleri ortadan kaldırma amacıyla "istihdam" edildiğini öne sürmektedirler. Örneğin Bili Gates in kapitalizmin yeni aşaması olarak tanımladığı "sürtünmesiz ekonomi" kavramsallaştırılmasında teknoloji ve sağlanmasına büyük ölçüde destek verdiği bilgi, pazarın ve rekabetin kusursuzlaşmasıran temeli olarak adeta kutsanmaktadır. Oysa yazarlar bu ve benzeri mitlerin aksine tarihin, demokratikleşme olgusu açısından potansiyelleri ne olursa olsun iletişim alanındaki her yeni teknolojik gelişmenin var olan sosyo-ekonomik iktidara dayandığını dolayısıyla da tekelci bir çerçeveye oturduğunu vurgulamaktadırlar. Bu bağlamda yazarlar, özgürleşme ve demokratikleşme açısından gerçek potansiyelin teknolojinin doğasında değil halka ait güçlerin dayanışmasında ve örgütlenmesinde olduğunun da altını çizmektedir. Peter Golding'in kaleme aldığı Küresel Köy mü, Kültürel Yağma mı? İletişim Devriminin Eşitsiz Mirası adlı makalesi aslında mesafenin ya da mekân sorununun "teknolojik" anlamda çözümlenmiş olması gerçeğini konu edinmektedir. Golding kapitalizm açısından pazar ölçeğini genişletme fırsatı veren bu çözümün ürettiği temel sonucun ise ülkeler arasında salt enformasyonun paylaşımı açısından değil aynı zamanda kültür de dâhil olmak üzere zenginliklerin paylaşımında yaşanan eşitsizlikler olduğunu vurgulamaktadır. Golding bu sonucu ortaya koymak için hem dünya ticaretinde hem de eğlence-oyun sektörü ile iç içe geçmiş medya alanında son dönemde iyiden iyiye netlik kazanan tekelci yoğunlaşmadan örnekler vermektedir. Golding'in değerlendirmelerine temel oluşturan bir başka yoğunlaşma alanı da yeni medyadır. Yeni medya bu bağlamda hızla ve büyük bir kararlılıkla eşitsizliklerin ve ticari sömürünün geleneksel yapılarıyla işbirliğine yönelmektedir. Gerek yaygınlaşma seyri gerekse hizmet sektörü içerisindeki kilit rolü ile Internet, iletişim devriminin eşitsiz mirasını geleceğe taşımak açısından en güçlü aday konumundadır. Heater Menzies, Siber Uzayda Kapitalizme Karşı Mücadele: Enformasyon Otobanı, Post-Endüstriyel Ekonomi ve Halk adlı makalesinde ABD başkan yar-

186 2 0 2 iletişim : araştırmaları dıması Al Gore urı 1993'de ilan ettiği iki milyar dolarlık "Ulusal Enformasyon Altyapısı Programı"nın ürünü olan enformasyon otobanının var olan iktidarların egemen konumlannı sürdürmeleri yanında bu durumu değiştirmeye aday olan karşı iktidarlar için de bir umut içerdiğinin altını çizmektedir. Menzies, enformasyon otobanı üzerinden işleyen dayanışmacı ağların temelinde yatan yaratıcı "esnek" düşüncenin, iletişim ağlarının ve ağlara bağlı bireysel uç birimlerin, bu tür oluşumlann tek başına küresel düzeyde yapılanması olduğuna işaret etmektedir. Menzies, amaçları tanımlayanın tartışmalar ya da müzakereler olduğu yadsmamazsa sonuca ulaşmada ağların bir tartışma ortamı-aracı oluşturarak politik amaca ulaşmada girişimi başlatma konusunda verdiği maddi desteğin öneminin de göz ardı edilemez olduğu gerçeğine dikkatimizi çekmektedir. Jill Hillis, telekomünikasyon alanında devlet tekelinde, güvenliğe odaklı modelden kısmen özelleştirilmiş şirket temelli, gelir getirici hizmetlere odaklı modele geçişi işlediği ABD'nm Kurallarıyla... Okey mi? 1940'lardan Günümüze Telekomünikasyon adlı makalesinde, bu değişimin kimin yaranna işlediğini sorgulamaktadır. Model değişikliğinin slogam diyebüeceğimiz mühendis memnuniyetinden müşteri memnuniyetine geçiş Hillis'in çözümlemeleriyle açıklığa kavuşmaktadır: Telekomünikasyon alanındaki bu model değişiminden en çok yararlanan "müşteriler" çok uluslu büyük kullanıcılar olmuştur. Hillis konuya sadece telekomünikasyon hizmetlerinin büyük kullanıcılar açısmdan sağladığı maliyet avantajının ticari kârlılığa yaptığı katkı bağlamında bakmamaktadır. Model değişimi, aynı zamanda ulusal hükümetlerin kendi telekomünikasyon ağlarının denetiminde öncelik kullanma güçlerinin de yitirilmesi anlamına gelmektedir. Yeni sömürgeci yaklaşımlar açısından bu durumun önemi oldukça nettir: Sömürgeci dönemin mirası, bağımsızlığını kazanan ülkelerde yabancı telekomünikasyon operatörlerinin tasfiyesi açısından belirleyici olmuştu. Yeni dönemde ise yabana yatırımların bir ön koşulu niteliğindeki telekomünikasyon alanı, yeni sömürgeci yaklaşımlara bağımsızlığın koyduğu sınırların liberalleştirme ve özelleştirmelerle aşılabileceğini uygulamalı olarak göstermiştir. Yabana telekomünikasyon operatörlerine "itibarları" bir bir iade edilmiş ve 1890'ların kolonyal ekonomi politiği yeniden canlanmıştır. Nicholas Baran'ın, Telekomünikasyon Özelleştirmesi başlıklı makalesi, Hillis'in tarihsel değerlendirmelerini günümüze taşıyarak, liberalleştirme ve

187 Törenli»Kapitalizm ve Enformasyon Çağı özelleştirme operasyonları eşliğinde telekomünikasyon alanındaki yeni düzenleyici yapılanmanın dünya ticareti dolayısıyla da yeni ekonomi açısından taşıdığı önemin daha iyi kavranmasına olanak sağlamaktadır. Baran, makalesinde yeni düzenleyici yapılanmanın internet in ticarileşmesi süreci ile birlikte düşünülmesi gereğine işaret etmektedir. Nitekim çok sayıda Internet servis sağlayıcısı son dönemde sabit ücretle sınırsız erişimden ön ödemeli ücret yapısına dönmeye başlamış; MCI, AT&T, Bolt, Baranek ve Neıvman gibi ağ servis sağlayıcıları ise Internet erişiminde bölgesel servis sağlayıcıları haline gelmişledir. Baran'a göre bu gelişme telekomünikasyon altyapısının ne zaman ve nerede yenileneceği yanında telekomünikasyon politikalarının da nasıl ve kimin yararına şekillendirileceği konusunda da pazar güçlerinin elini kuvvetlendiren bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Michael W. Apple, Çocuklarımızı Satıyoruz: Kanal 1 ve Eğitim Politikası adlı makalesinde reklam ve medya sektörünün yeni bir işbirliği modeline dikkatlerimizi çekmektedir. Kanal 1, ABD de binlerce okula yaym yapan ticari bir televizyon haber programı, reklam verenler için yeni bir izleyici kitlesini "servis" yapmaktadır. ABD'li büyük yatırımcılardan YJhittle Communications tarafından hazırlanan haber programı on dakikalık ulusal-uluslar arası haber programına sadece iki dakikalık reklam ekleyerek öğrencilerden oluşan "zoraki izleyicileri" reklamcıların müşterisi haline getirmektedir. Apple, bu formatın gücünü büyük ölçüde on dakikalık haberin "sıkıcı" buna karşın iki dakikalık reklamın "eğlendirici" olma durumundan aldığına işaret etmektedir. Son dönemde ABD'de eyaletlerin vergi gelirlerinin özel sektörün istihdam ve yatırım güdülenmesini artırmak için uygulanan teşvik kampanyalarıyla azalması ve kamu desteğinin de yetersiz kalmasıyla Kanal 1 gibi "zoraki izleyiciyi bul, eğitim desteği al" yaklaşımlarının başan şansının da yükselmekte olduğuna değinen Apple, bu durumun öğrenci gençliğini hızla tüketim kültürünün ve piyasa ekonomisinin "zoraki" müşterileri haline getirdiğini vurgulamaktadır. Apple nin tanımladığı bu formatın günümüzde Internet üzerinde de uygulama alanı bulduğunu görmekteyiz yılında 100 milyon dolar reklam geliri ve 50 milyon "gönüllü" kullanıcısı-müşterisiyle Facebook'un bugünlerde reklam sektörünün iştahım kabartan en değerli e-iş modellerinden birini oluşturmaktadır. Bili Gates'in bu şirketi satın almak için yanıp tutuşması boşuna olmasa gerek.

188 2 0 4 iletişim : araştırmaları Peter Meiksins, bilgisayar ve Intemet in yaygınlaşmasıyla, firmalar arasında etkin işbirliğini sağlayan ağların devreye girmesiyle yeniden ortaya çıkmaya başlayan evden çalışma biçimlerini (esnek çalışma) konu ettiği İş Hayatı, Yeni teknoloji ve Kapitalizm adlı makalesinde, bu gelişmenin merkezi olmayan, özerk işin ortaya çıkışı olarak gösterilmeye çalışılsa da aslında "kayıt dışı" (informel) istihdamın yoğunlaşması olarak okunabileceğini vurgulamaktadır. Meiksins, dikkatimizi esnek çalışma biçimlerinin güvenli olmayan istihdamın büyümesine, üretimin ucuzlamasına, çalışmanın yoğunlaştırılmasına, cinsiyet ayrımcılığının geleneksel biçimlerinin kapitalist sistem içerisinde yeniden üretilmesine hizmet ettiğine çekmektedir. Dış kaynak kullanımı, fason üretim, acentecilik gibi firmayı dışa açan modellerin emek maliyetlerini düşürme ve sendikasız iş gücü arzmı güvenceye alma gibi temel işlevleri öne çıkaran Meiksins, köklü değil ancak gerektiği kadar değişimin dozunu da ayarlayarak serbest piyasa ekonomisine durumun gerektirdiği şartlara uyum sağlama yeteneği kazandırdığını ileri sürüyor. Elaine Bemard ve Sid Shniad'ın birlikte kaleme aldıkları Kanada Telekomünikasyonunda Neo-Liberalizmle Savaşmak adlı makalede yazarlar, sendikal mücadelede "çıkar birliğini" görmenin, dayamşmayı güçlendirme ve mücadeleyi kazanma açısından önemine değinmektedirler. 1970'lerde ulaşım sektöründe başlayıp ardmdan haberleşme alanına sıçrayan ekonomik "kurlardan arındırma" (deregülasyon) politikasının, büyük sermayeye piyasaya müdahale etme, telekomünikasyon politikalarını belirlemede etkin konuma geçme avantajı verdiğine işaret eden yazarlar, bu durumun telekomünikasyon sektöründeki sosyal düzenleme ve sendikal örgütlülüğü de söküp attığım, Kanadalı telefon işçilerinin işlerini kaybettiklerini belirtmektedirler. Bu gelişmenin haberleşme hizmetlerinden yararlanan tüketiciler açısından en temel sonucu ise düşen hizmet kalitesine karşılık yükselen konuşma ücretleri olmuştur. Bu söylenenlere, Türk Telekom'un özelleştirilmesinden sonra yaşananlara tanıklık ettiğimiz için bu durumun bizler için de çok tanıdık olduğunu eklemek gerek. Yazarlar neo-liberalizmle savaşmanın nasıl yapılması gerektiğine Kanada Telekomünikasyon İşçi Sendikası'mn deneyiminden örnek vererek ışık tutuyorlar: İşçilerin ve tüketicilerin bu savaşımda çıkarlarının ortak olduğunu görmeleri ve olabildiğince geniş bir dayanışma ağı kurmalarının, başanya giden yoldaki en önemli köşe taşları olduğu.

189 Törenli Kapitalizm ve Enformasyon Çağı Harvard Üniversitesi Sendika Programı çerçevesinde, Noam Chomsky'in de katılımcıları arasında yer aldığı bir radyo programının kayıtlarından derlenen Propaganda ve Kamusal Aklın Kontrolü başlıklı yazıda, fiziki güç kullanımının işlevsiz hale geldiği bir devrede kamusal akim kontrolünü amaçlayan ve medya üzerinden yürütülen propaganda faaliyeti işlenmektedir. Propagandanın sendikal hareketler karşısında devreye girişinin altında da temelde fiziki güç kullanımın yerini grev kırıcılığının bilimsel yöntemlerinin alışı yatmaktadır. Bu noktada propagandanm üstlendiği rol de açıklık kazanmaktadır: Geniş halk kitlelerini ya da toplumu, grevcilere ve sendika eylemlerine karşı harekete geçirmek ya da grevcilere dönük toplumsal desteği kesmek. Chomsky, bu noktada temel propaganda taktiğinin çatışan çıkarları işlemek, "bize" ait olan değerlere açıklık kazandırmak dolayısıyla da "biz ve onlar" karşıtlığım kurmak olduğunun altını çizmektedir. Chomsky, biz ve onlar karşıtlığını kuran propagandanın aynı zamanda "bizim için mazur görülebilir" olanın onlar için "mazur görülemez olanla" maskelendiğine de vurgu yapmaktadır. Bu taktiğin en dikkat çeken örneği olarak da kuralların kaldırılması politikasının propagandasını yapan Reagan yönetiminin 1930'lardan bu yana gerçekleşen en büyük korumacüık uygulamalarım kurumsallaşürmasmı vermektedir. Edvvard S. Herman, Propaganda Modeline Dönüş adlı makalesinde, Chomsky ile birlikte yazdıkları Üretilen Rıza: Kitle İletişiminin Politik Ekonomisi kitabına dönük eleştirileri yanıtlamaktadır. Herman, propaganda modeline getirilen eleştirilerin genelde modelin anlaşılmamış olmasından ya da anlaşılmak istenmemesinden kaynaklandığını vurgulayarak, modelin aslında birçok örnek için iyi işlediğini, kendinden beklenen çözümleyici çerçeveyi yeterince iyi kurduğunu vurgulamaktadır. Model, propaganda kampanyaları ile toplumsal bilgi akışında filtreleri kontrol eden ve yönetenlerin çıkarları arasındaki uyumu ortaya koymak açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu bağlamda modelin bir başka işlevi daha netlik kazanmaktadır: Alternatif medyanın, halka ait bilgi kaynaklarının ya da medya gerçekliğine ilişkin kamusal şüpheciliğin, egemen medyanm propaganda hizmetlerindeki etkinliğinin sınırlarını oluşturduğu gerçeği. Bu durumda seçkinlere ait egemen medya kurumlannm haberleri neden birlikte biçimlendirdikleri ve kamusal tartışmanın sınırlarının neden kendi çıkarlarının dışına çıkmasına izin vermedikleri de kavranabilir hale gelmektedir. Herman'm bu aşamadaki uyarı

190 2 0 6 iletişim : araştırmaları sı oldukça dikkat çekicidir: Model, propagandanın seçkinlerin çıkarına olanın halkın çıkarına olmayan olduğu gerçeğini gözlerden saklamaya yaradığını görünür hale getirmeyi amaçlar. Ken Hirschkop, Demokrasi ve Yeni Teknolojiler başlıklı makalesinde, sosyal "hastalıkları" kimseyi rahatsız etmeden iyileştirebileceği düşünülen yeni teknolojilerin, yeni demokrasi tartışmaları çerçevesinde de "gündüz düşlerini" besleyen ana araçlar olduğuna dikkat çekmektedir. Yeni medyanın bu bağlantıyı kurmadaki işlevi oldukça açıktır: Bireysel, yüz yüze iletişime en yakın iletişim formu olan etkileşimli yapısı, sanal ve potansiyel nitelikte de olsa şu an için geniş ve doğrudan katılıma en uygun iletişim biçimidir. Internet bu anlamda "sonsuz referandum" özlemini temsil eder. Şüphesiz toplumsal yaşamın tüm ilişki biçimleri, bu teknolojik temel üzerinde gerçekleşebilir olmaya başladıkça ya da bu durum, doğal bir süreç olarak benimsendikçe, ekonomisiyle siyasetiyle diğer alanlardan bu teknolojiye olan talebin de yoğunluk kazanması güçlü bir olasılıktır. Günümüz örnekleri bunun artık olasılık olmaktan çıktığını ve yaşanan bir gerçeklik halini aldığım göstermektedir. Hirschkop'un da benzer sözcüklerle paylaştığı. bir gerçek daha varsa o da serbest piyasanın hâkim olduğu bir toplumda, siyasi demokrasinin taleplerinin, piyasanın adi gereksinimleriyle rekabete eşit koşullarda giremeyeceğinin kavranmasıdır. Andy Pollac, Enformasyon Teknolojisi ve Sosyalist Öz-Yönetim başlıklı makalesinde bizlere demokrasi umudunun neden rafa kaldırılmaması gerektiğini göstermeye çalışmaktadır. Pollac, sendikacılık deneyiminin de verdiği güçle günümüz dünyasındaki ağların, daha iyi bir geleceği kurmaya dönük amaçlan gerçekleştirmenin, kolektif dayanışmacı belleği-birlikteliği oluşturmanın en önemli araçlarmdan biri durumuna geldiğini savunmaktadır. Var olan iktidar yapılannın sonuna kadar kullandığı yeni teknolojik potansiyeli halkın yararına işleyen demokratik bir yönetimi yapılandırmak için de kullanmak mümkündür. Yeter ki tartışmalar, manifestolar somut eylemlere yani toplantılara, mitinglere, protesto yürüyüşlerine, basın açıklamalarına, direniş eylemlerine dönüşsün; ağlar birlikte etkileşime giren amaçsal birlikteliğin platformları haline gelsin, enformasyon teknolojisi gücü gasp etmenin değil gücü demokratik yönetim için yönetmenin aracı haline gelsin...

191 Bu Sayıdaki Yazarlar Abdülrezak Altun İlk orta ve lise eğitimini Ankara'da tamamladı. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo Televizyon Bölümünü bitirdi yılında Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü nde muhabir olarak çalışmaya başladı yılında Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik Bölümü nde araştırma görevlisi oldu. Lisansüstü eğitimi Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladı. Master derecesini 1992 yılında Türkiye'de Bir Meslek Olarak Gazetecilik ve Türk Gazetecisinin Kimliği" başlıklı çalışmasıyla aldı. Doktorasını "Teknolojik Gelişme ve Toplumsal Değişme Bağlamında Türk Basınında Sayfa Düzenleme Anlayışının Gelişimi" başlıklı çalışmasıyla 2000 yılında tamamladı yılında yardımcı doçent olarak atandı. Türkiye'de Gazetecilik ve Gazeteciler (1995, ÇGD Yayını) ve Türk Basınının Değişen Yüzü (2006, Başbakanlık BYEGM Yayını) adlı kitapları bulunuyor. Akademik çalışmalarını, basın sektöründe üretim süreçleri üzerine sürdürüyor. iletişim : araştırmaları (1-2):

192 2 0 8 iletişin): araştırmaları Emel Baştürk Akça 1974 yılında Ankara da doğdu yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı üniversitede Genel Gazetecilik Anabilim Dalında Yüksek Lisans yaptı. Doktorasını Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Gazetecilik Anabilim Dalında tamamladı. Haber metinlerinde eleştirel söylem analizi, kimlik inşası, ulusal kimlik ve temsilleri konularında çeşitli akademik dergilerde yayımlanmış çalışmalan, ulusal ve uluslararası bildirileri vardır. Kivılik, Medya ve Temsil: Kimlik Kurgusu ve Temsilleri Üzerine Medya Analizleri başlıklı kitabın editörüdür. Esra Arsan 1966 yılında İstanbul'da doğdu. Marmara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu'nda lisans eğitimini tamamladı yılları arasında Hürriyet, Milliyet, Tempo, Aktüel ve ATV gibi çeşitli basın kuruluşlarında muhabirlik yaptı. Marmara Üniversitesinden "sinema-tv" yüksek lisans ve "genel gazetecilik" doktora derecelerini aldı. Reuters Vakfı'mn her yıl sınırlı sayıda gazeteciye verdiği "joumalism fellowship" bursuyla 2000 yılında Oxford Üniversitesi Green College'da ziyaretçi akademisyen olarak bulundu. Avrupa Birliği ve Gazetecilik adlı kitabı Ocak 2008'de yayımlandı. Arsan'ın gazetecilik ve popüler kültür üzerine eleştirel yazılan çeşitli derleme, dergi, gazete ve internet sitelerinde yayımlanmıştır. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi nde öğretim üyesidir. G. Senem Gençtürk Hızal Öğr. Gör. Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'nde tamamladı. Yüksek lisansını "Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: Türkiye'de Toplumsal Değişme Bağlamında Bir Örnek Olay İncelemesi (Tesettür Modası)" başlıklı teziyle Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı'nda tamamladı. Halen aynı Anabilim Dalında doktora tez çalışmasını sürdürmektedir.

193 Törenli Kapitalizm ve Enformasyon Çağı Haşan Akbulut 1975'te doğdu. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bilim Dalında yüksek lisans (1999) ve doktora (2003) yaptı yılında İletişim Bilimleri/Sinema alanmda doçentlik derecesini aldı. Çeşitli ulusal hakemli dergilerde makaleleri yayımlanan Akbulut, Nuri Bilge Ceylan Sinemasını Okumak: Anlatı, Zaman, Mekân (Bağlam, 2005) ile Kadına Melodram Yakışır: Türk Melodram Sinemasında Kadın İmgeleri (basım aşamasmda) adlı kitaplarm yazan, Biyografya 6: Türk Sinemasında Yönetmenler ile Kahkaha ve Hüzün: Sadri Alışık adlı derleme kitaplarm ise bölüm yazarıdır. Akbulut, film eleştirisi, filmsel anlatı, melodram sineması, sinema ve kimlik, görsel kültür ve drama alanlanndaki teorik çalışmalannın yanısıra çeşitli projelerde drama lideri olarak çalışmalannı sürdürmektedir. Metin Kazancı 1943 yılında Ankara'da doğan Metin Kazana ilk ve orta öğrenimini bu kentte tamamladıktan sonra Sivasal Bilgiler Fakültesi ni bitirdi. Mülkiye den sonra Ankara Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Bir sure kaymakamlık yaptıktan sonra Fransa'ya gitti. Doktorasmı Fransa'da tamamladı. Türkiye'ye dönüşte TODAIE'de asistan olarak göreve başladı.bir süre sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi Basm Yayın Yüksek Okulu'na geçti yılında Ingiltere'de araştırmalarda bulundu. 1983'de üniversiteden istifa etti. Kent Koop'ta koodinatör ve Avrupa İskan Fonu'nda gözetmen olarak çalıştı. Bir çok bankanın danışmanlığını yapan Kazancı, 1989 yılında üniversiteye geri döndü. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde de 15 yıl süreyle damşman olarak görev yapan Kazancı İngilizce, Fransızca bilmektedir. Evli ve iki çocuk sahibi olan Prof. Kazancı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesinde halkla ilişkiler ve kamu yönetimi dersleri vermektedir. Yayınlanmış 3 kitabı ve 50 dolayında makalesi bulunmaktadır.

194 210 iletişim : araştırmaları Mine Gencel Bek 1969 yılında Ankara da doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo Televizyon Bölümü nden 1990 yılında mezun oldu. Yüksek lisans çalışmalannı Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde gerçekleştirdi. Doktorasını 1999'da Loughborough Üniversitesinde tamamladı yılında doçent ünvanmı aldı. Halen Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam eden Gencel Bek'in Türkiye medyasının ekonomi politiği, Avrupa Birliği ve Türkiye'de medya politikaları, medya profesyonelleri, basın ve TV haberlerinde tabloidleşme ve kadınların temsili gibi konularda çeşitli yayınları vardır. Nurcan Törenli Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim üyeliği yapmaktadır. Kitapları; Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Yeni Medya-Yeni İletişim Teknolojileri İmparatorluk ve İletişim Araçları (Çeviri-Empire and Communications, H. Innis), Basım Sanayinin Temel Kavramları. Zafer Kıyan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi lisans mezunu. Halen aynı fakültede master öğrencisi. "Küresel Ekonominin Yeni Bir e-iş Modeli: B2B (Firmadan Firmaya e-ticaret)" konusu üzerine yüksek lisans çalışması yapmaktadır. Başlıca ilgilendiği konular, iletişim kuramlan, yeni iletişim teknolojileri, küreselleşme, bilgi ekonomisi ve e-ticaret üzerinedir.

195 Yazı Teslim Kuralları 1. Dergiye gönderilecek yazılar MS Word programında yazılmış olmalıdır. 2. Times New Roman karakteriyle 12 punto olarak, iki aralık yazılan ve A4 sayfamn tek yüzüne basılan yazılar 2 adet kopya olarak ve bir adet disket kaydıyla birlikte teslim tarihine kadar yayın kuruluna ulaştırılmalıdır. 3. Yazılar kelimelik bir İngilizce ve Türkçe özetle birlikte gönderilmelidir. Yazıların ve özetlerin üzerinde yalnızca yazının başlığı bulunmalıdır. Ayn bir kapak sayfasında yazarın ismi, açık adresleri, telefon ve faks numaralan ile varsa elektronik-posta adresleri yer almalıdır. 4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, anlaşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar girintili olmalıdır. 5. Yazılann başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme aşamasmda bulunmaması gerekir. 6. Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede hakemlere gönderilecektir. Hakeme gönderilen yazı yazann kimlik bilgilerini içermeyecektir. Hakem değerlendirmesi sonucunda yazılar yayınlanabilecektir. Hakem değerlendirmesi sonucu yazarlardan yazılanın geliştirmeleri ya da gözden geçirmeleri istenebilir. Yayın konusundaki son karar Yayın Kurulu'na aittir. Yayın Kurulu'nun yazı hakkındaki değerlendirmesi, hakem raporu ile birlikte yazarlara gönderilir. Yazıların Gönderileceği Adres Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi İLAUM (İletişim Araştırmalan Dergisi) Cebeci Ankara ilefdrg@media.ankara.edu.tr Tel: ( ) '254 / 249 / 283

196 212 iletişim : araştırmaları Kaynakçaların Düzenlenmesi Metin içinde kaynak gösterme 1. Metin içindeki tüm referanslar metin içinde uygun yerlerde ve parantez içinde belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulamr. Örnek: (Morley, 1997:1-5). 2. "vs.", "vb.", "a.g.e", "bkz." gibi kısaltmalar metin içerisinde ve dipnotlarda kullanılmaz. 3. Alıntılanan yazarın adı metinde geçiyorsa ve yazann kaynakçada sadece bir eseri varsa parantez içinde yazarının adını ve eser yılını tekrar etmeye gerek yoktur. Yalnızca sayfa numarası yeterlidir. Örnek: Randall, kendi hikayelerimizi anlatarak... (12-19). Ancak metinde adı geçen yazarın kaynakçada birden fazla eserine atıfta bulunuluyorsa yıl ve sayfa numarası yer almalıdır. Örnek: (1980: 29). 4. Alıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazann da soyadlan kullanılmalıdır. Örnek: (Morin ve Kem, 2001). 5. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarm soyadından sonra "vd." ibaresi kullanılmalıdır. Örnek: (Bennet vd., 1986). 6. Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Morin, 1998: 12; Williams, 1987: 25). 7. Notlar ve referanslar aynlmalıdır. Notlar metin içinde numalarandınlmalı ve metnin sonunda numara sırasına göre ve referanslardan önce yerleştirilmelidir. 8. Kaynakçada yalnızca yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıra izlemelidir. 9. Bir yazann birden çok çalışması aynı kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre yeniden eskiye göre sıralanmalı, aynı yılda yapılan çalışmalar için "a,b,c..." ibareleri kullanılmalıdır. 10. Metin içindeki alıntılar için çift tırnak, alıntının içindeki alıntılar için tek ümak işareti kullanılmalıdır. 40 kelime ya da 5 satırdan uzun almülar, tırnak kullanılmadan, bir küçük punto ile ("10") girintili paragrafla verilmelidir.

197 Kaynakçaların Düzenlenmesi 213 Kitap Mutlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara: Ark Yayınları. Çeviri Kitap Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş. Çev., Süleyman îrvan. Ankara: Ark Yayınlan. Derleme Kitap Holmes, David (der.) (1997). Virtual Politics. London: Sage. Derleme Kitapta Makale Hutchby, lan (1991). "The Organization of Talk on Talk Radio." Broadcast Talk, (der.) Paddy Schannel. London: Sage Dergide Makale Çaplı, Bülent (2001). "Media Policies in Turkey Since 1990." Kültür ve İletişim 4(2): Bildiri Kejanlıoğlu, D. Beybin (2000). "Kitle İletişim Tarihyazımlan Üzerine." I. Ulusal İletişim Sempozyumu 3-5 Mayıs Ankara. İnternette Yazı Kellner, Douglas (2003). "Critical Theory and the Crisis of Social Theory." Erişim tarihi:

Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar

Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar Metin Kazancı özet Türklerde yönetim-yönetilen ilişkileri üç ana bölüm ve döneme ayrılarak incelenebilir. Bu üç dönemde de devletin hem konumu hem de yönetilene

Detaylı

Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar

Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar 9 Türklerde Devletle İlişkiler Üzerine Bazı Notlar Metin Kazanc Özet Türklerde yönetim-yönetilen iliflkileri üç ana bölüm ve döneme ayr larak incelenebilir. Bu üç dönemde de devletin hem konumu hem de

Detaylı

ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI:

ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI: DOĞUBAYAZIT M. M. FAHRETTİN PAŞA ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 2015-2016 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIFLAR SEÇMELİ TARİH DERSİ 1. DÖNEM 2. ORTAK SINAV SORULARI A GRUBU ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI: SORULAR

Detaylı

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi. Orta Asya Türk tarihinde devlet, kağan adı verilen hükümdar tarafından yönetiliyordu. Hükümdarlar kağan unvanının yanı sıra han, hakan, şanyü, idikut gibi unvanları da kullanmışlardır. Kağan kut a göre

Detaylı

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER SOSYAL BİLGİLER KONU:ORTA ASYA TÜRK DEVLETLERİ (Büyük)Asya Hun Devleti (Köktürk) Göktürk Devleti 2.Göktürk (Kutluk) Devleti Uygur Devleti Hunlar önceleri

Detaylı

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017 İktisat Tarihi I 18 Ekim 2017 Kuruluş döneminin muhafazakar-milliyetçi bir yorumuna göre, İslam ı yaymak Osmanlı toplumunun en önemli esin kaynağını oluşturuyordu. Anadolu'ya göçler İran daki Büyük Selçuklu

Detaylı

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TALAS SAVAŞI (751) Diğer adı Atlık Savaşıdır. Çin ile Abbasiler arasındaki bu savaşı Karlukların yardımıyla Abbasiler kazanmıştır. Bu savaş sonunda Abbasilerin hoşgörüsünden etkilenen

Detaylı

Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Flash Anlatım Perşembe, 12 Kasım :53 - Son Güncelleme Çarşamba, 25 Kasım :14

Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Flash Anlatım Perşembe, 12 Kasım :53 - Son Güncelleme Çarşamba, 25 Kasım :14 Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Flash Anlatım Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Ders Notu OSMANLI KÜLTÜR VE MEDENİYETİ (1300-1453) 1. OSMANLI'DA DEVLET ANLAYIŞI Türkiye Selçuklu Devleti

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders Dr. İsmail BAYTAK Orta Asya Tarihine Giriş Türk Adının Anlamı: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı Türk adından ilk olarak Çin Yıllıklarında bahsedilmektedir. Çin kaynaklarında

Detaylı

DURAKLAMA DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

DURAKLAMA DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ  Youtube Kanalı: tariheglencesi DURAKLAMA DEVRİ KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi 05.08.2017 OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU XVII.YÜZYILDA OSMANLI- AVUSTRYA VE OSMANLI- İRAN İLİŞKİLERİ a-avusturya ile İlişkiler

Detaylı

Bu durum, aşağıdakilerden hangisin gösteren bir kanıt olabilir?

Bu durum, aşağıdakilerden hangisin gösteren bir kanıt olabilir? DÜNYA GÜCÜ OSMANLI 1. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında ve Osmanlı İmparatorluğu nun Yükselme döneminde Anadolu daki zanaatkarlar lonca denilen zanaat gruplarına ayrılarak yöneticilerini kendileri seçmişlerdir.

Detaylı

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta İktisat Tarihi I 13-14 Ekim II. Hafta Osmanlı Kurumlarının Kökenleri 19. yy da Osmanlı ve Bizans hakkındaki araştırmalar ilerledikçe benzerlikler dikkat çekmeye başladı. Gibbons a göre Osm. Hukuk sahasında

Detaylı

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA) SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA) Osmanlı devletinde ülke sorunlarının görüşülüp karara bağlandığı bugünkü bakanlar kuruluna benzeyen kurumu: divan-ı hümayun Bugünkü şehir olarak

Detaylı

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST TANER ÖZDEMİR DETAY TARİHÇİ TÜRK TELEKOM NURETTİN TOPÇU SOSYAL BİLİMLER LİSESİ TARİH ÖĞRETMENİ İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST 1 1) Türklerin Anadolu ya gelmeden önce

Detaylı

İktisat Tarihi II. 1. Hafta

İktisat Tarihi II. 1. Hafta İktisat Tarihi II 1. Hafta İktisat tarihinin görevi ekonomilerin performanslarında ve yapılarında zaman içinde meydana gelen değişiklikleri açıklamaktır. Tarih Öncesi Çağların Bölümlenmesi Taş Çağı Bakır

Detaylı

III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ

III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ a. Türk Göçleri ve Sonuçları Göçlerin Nedenleri İklim koşullarının değişmesine bağlı olarak meydana gelen kuraklık, artan

Detaylı

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Sözlü Dönem Yazılı Dönem İslamî Dönem Türk Edebiyatı Geçiş Dönemi Divan Edebiyatı Halk Edebiyatı Batı etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Tanzimat

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 BİRİNCİ BÖLÜM İLK TÜRK DEVLETLERİNDE EĞİTİM 1.1. HUNLARDA EĞİTİM...19 1.2. GÖKTÜRKLERDE EĞİTİM...23 1.2.1. Eğitim Amaçlı Göktürk Belgeleri: Anıtlar...24 1.3. UYGURLARDA

Detaylı

kpss Önce biz sorduk 50 Soruda SORU Güncellenmiş Yeni Baskı ÖABT SOSYAL BİLGİLER Tamamı Çözümlü ÇIKMIŞ SORULAR

kpss Önce biz sorduk 50 Soruda SORU Güncellenmiş Yeni Baskı ÖABT SOSYAL BİLGİLER Tamamı Çözümlü ÇIKMIŞ SORULAR Önce biz sorduk kpss 2 0 1 8 50 Soruda 25 SORU Güncellenmiş Yeni Baskı 2013 2014 2015 2016 2017 ÖABT SOSYAL BİLGİLER Tamamı Çözümlü ÇIKMIŞ SORULAR Komisyon ÖABT SOSYAL BİLGİLER TAMAMI ÇÖZÜMLÜ ÇIKMIŞ SORULAR

Detaylı

EĞİTİM- ÖĞRETİM YILI NUH MEHMET YAMANER ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ 10.SINIF OSMANLI TARİHİ I. DÖNEM I. YAZILI SORULARI A GURUBU

EĞİTİM- ÖĞRETİM YILI NUH MEHMET YAMANER ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ 10.SINIF OSMANLI TARİHİ I. DÖNEM I. YAZILI SORULARI A GURUBU Ertuğrul Gazi 1) * Orhan Bey tarafından fethedilmiş olup başkent buraya taşınmıştır. * İpek sanayisinin merkezi konumundaki bu bölgenin fethiyle Osmanlı gelirleri. Yukarıdaki özellikleri verilmiş bölge

Detaylı

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Hadrianopolis ten Edrine ye : Bizans Dönemi.......... 4 0.2 Hadrianopolis Önce Edrine

Detaylı

ESKİ İRAN DA DİN VE TOPLUM (MS ) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK

ESKİ İRAN DA DİN VE TOPLUM (MS ) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK ESKİ İRAN DA DİN VE TOPLUM (MS. 226 652) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK Eski İran da Din ve Toplum (M.S. 226-652) Yazar: Yrd. Doç. Dr. Ahmet Altungök Yayınevi Editörü: Prof. Dr. Mustafa Demirci HİKMETEVİ

Detaylı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı III. ÜNİTE TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI VE İLK TÜRK DEVLETLERİ ( BAŞLANGIÇTAN X. YÜZYILA KADAR ) A- TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI I-Türk Adının Anlamı

Detaylı

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH SORU 1: MÖ 2450 yılında başlayan ve 50 yıl süren bir savaş kaç yılında sona ermiştir? İşlemi nasıl yaptığınızı gösteriniz ve gerekçesini belirtiniz. (2 PUAN) SORU 2: Uygurlar

Detaylı

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ Medya Ekonomisi Kavram ve Gelişimi Ünite 1 Medya ve İletişim Önlisans Programı MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ Yrd. Doç. Dr. Nurhayat YOLOĞLU 1 Ünite 1 MEDYA EKONOMİSİ KAVRAM VE GELİŞİMİ Yrd. Doç. Dr.

Detaylı

İktisat Tarihi II. IV. Hafta

İktisat Tarihi II. IV. Hafta İktisat Tarihi II IV. Hafta İnsan Bilgisinde Devrim - devam Çağdaş yabanlarda olduğu gibi eski çağlarda tıp kuramının özü büyüydü. II. Devrimden sonra Babil de doktorlar aynı zamanda rahipti. Mısır da

Detaylı

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47 Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığında, Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneğinin girişimleriyle Yunanistan'dan gelen Batı Trakyalı öğrencilerle

Detaylı

Bozkır hayatının başlıca ekonomik faaliyetleri neler olabilir

Bozkır hayatının başlıca ekonomik faaliyetleri neler olabilir Kısrak sütünden üretilen kımız, darıdan yapılan begni bekni ve boza Türklerin bilinen içecekleriydi Bozkır hayatının başlıca Bu Türklerin kültürün bilinen önemli en eski gıda ekonomik faaliyetleri neler

Detaylı

İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016

İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016 İktisat Tarihi I 8/9 Aralık 2016 Kredi, Finans ve Servetler İslam dinindeki faiz yasağının kredi ilişkilerinin gelişmesini önlediği sık sık öne sürülür. Osmanlı kredi ve finans kurumları 17. yüzyılın sonlarına

Detaylı

İSLÂM ÖNCESİ İRAN DA DEVLET VE EKONOMİ -SÂSÂNÎ DÖNEMİ- (M.S )

İSLÂM ÖNCESİ İRAN DA DEVLET VE EKONOMİ -SÂSÂNÎ DÖNEMİ- (M.S ) İSLÂM ÖNCESİ İRAN DA DEVLET VE EKONOMİ -SÂSÂNÎ DÖNEMİ- (M.S. 226-652) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK İSLÂM ÖNCESİ İRAN DA DEVLET VE EKONOMİ -SÂSÂNÎ DÖNEMİ- Yazar: Yrd. Doç. Dr. Ahmet Altungök Yayınevi Editörü:

Detaylı

tamamı çözümlü tarih serkan aksoy

tamamı çözümlü tarih serkan aksoy kpss soru bankası tamamı çözümlü tarih serkan aksoy ÖN SÖZ Bu kitap, Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) Genel Kültür Testinde önemli bir yeri olan Tarih bölümündeki 30 soruyu uygun bir süre zarfında ve

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI 6. SINIF SOSYAL BİLGİLER DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI, KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI 6. SINIF SOSYAL BİLGİLER DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI, KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY EKİM HAFTA DERS SAATİ KONU ADI OLAYLAR KİMLERİ NASIL ETKİLİYOR OLAYLAR KİMLERİ NASIL ETKİLİYOR OLGU VE GÖRÜŞÜ AYIRT EDİYORUM OLGU VE GÖRÜŞÜ AYIRT EDİYORUM ÇÖZÜM BULUYORUZ ÇÖZÜM BULUYORUZ 07-08 EĞİTİM

Detaylı

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI 3-4 Aile bireyleri birbirlerine yardımcı olurlar. Anahtar kavramlar: şekil, işlev, roller, haklar, Aileyi aile yapan unsurlar Aileler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar Aile üyelerinin farklı rolleri

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : OSMANLI TARİHİ II (KLASİK ÇAĞ) Ders No : 0020100029 Teorik : Pratik : 0 Kredi : ECTS : 5 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim

Detaylı

KARAMAN ERMENEK BALKUSAN KÖYÜ

KARAMAN ERMENEK BALKUSAN KÖYÜ KARAMAN ERMENEK BALKUSAN KÖYÜ MEHMET BİLDİRİCİ Balkusan köyü Ermenek- Karaman yolu üzerinde Ermenek ten yaklaşık 25 km uzaklıkta ormanlar içinde bir köy. 25 Ağustos 2011 günü benim ricam üzerine Ali Aktürk

Detaylı

HALKLA İLİŞKİLER: TEORİK ÇERÇEVE...

HALKLA İLİŞKİLER: TEORİK ÇERÇEVE... İÇİNDEKİLER 1. Bölüm: HALKLA İLİŞKİLER: TEORİK ÇERÇEVE... 1 1.1. HALKLA İLİŞKİLERİN TANIMI... 1 1.1.1. Halkla İlişkilerin Farklı Tanımları... 2 1.1.2. Farklı Tanımlarda Halkla İlişkilerin Ortak Özellikleri

Detaylı

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler OLAY ÇEVRESINDE GELIŞEN EDEBI METINLER Oğuz Türkçesinin Anadolu daki ilk ürünleri Anadolu Selçuklu Devleti

Detaylı

EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ

EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ DERS NOTLARI VE ŞİFRE TANER ÖZDEMİR DETAY TARİHÇİ TÜRK TELEKOM NURETTİN TOPÇU SOSYAL BİLİMLER LİSESİ TARİH ÖĞRETMENİ EMEVİLER Muaviye tarafından Şam da kurulan ve yaklaşık

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 6.ders. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri KÖKTÜRK DEVLET

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 6.ders. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri KÖKTÜRK DEVLET ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 6.ders Dr. İsmail BAYTAK İlk Türk Devletleri KÖKTÜRK DEVLET I. GÖKTÜRK DEVLETİ (552-630) Asya Hun Devleti nden sonra Orta Asya da kurulan ikinci büyük Türk devletidir. Bumin Kağan

Detaylı

YÜKSELME DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

YÜKSELME DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ   Youtube Kanalı: tariheglencesi YÜKSELME DEVRİ KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ www.tariheglencesi.com Youtube Kanalı: tariheglencesi 02.03.2018 Youtube kanalıma abone olarak destek verebilirsiniz. ARİF ÖZBEYLİ Tahta Geçme Yaşı: 33.3 Saltanat

Detaylı

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır. İçindekiler 1 Efsane Nedir? 2 Efsanenin Genel Özellikleri 3 Efsanelerin Oluşumu 4 Oluşumuyla İlgili Kuramlar 5 Efsanelerin Sınıflandırılması 6 Efsanelerde Konu ve Amaç 7 Efsanelerde Yapı, Dil ve Anlatım

Detaylı

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Hanlığı ve Kazakistan konulu bu toplantıda Kısaca Kazak

Detaylı

İlk Sosyal Politika Uygulamaları - İngiltere

İlk Sosyal Politika Uygulamaları - İngiltere İlk Sosyal Politika Uygulamaları - İngiltere Sanayi Devrimini ortaya çıkaran ülke olarak İngiltere 19. yüzyıl itibariyle işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları açısından pek parlak bir konumda bulunmamaktadır.

Detaylı

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ VE YAYIN LİSTESİ 1. Adı Soyadı : Muharrem KESİK İletişim Bilgileri Adres : Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Telefon : (0212) 521 81 00 Mail : muharremkesik@gmail.com 2. Doğum -

Detaylı

İKİNCİ BİNYILIN MUHASEBESİ İÇİNDEKİLER

İKİNCİ BİNYILIN MUHASEBESİ İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER B İ R İ N C İ C İ L T Kitap Hakkında 1 Başlarken 5 CENGİZ HAN MEDENİYETE YENİ YOLLAR AÇMIŞTIR 1. Cengiz Han ın Birlik Fikrinden Başka Sermayesi Yoktu 23 2. Birlik, Beraberlik ve Çabuk Öğrenme

Detaylı

Editörden. Editör Doç. Dr. Onur KÖKSAL

Editörden. Editör Doç. Dr. Onur KÖKSAL Editörden 2014 yılında çalışmalarına başladığımız INESJOURNAL ın (Uluslararası Eğitim Bilimleri Dergisi / The Journal of International Education Science) onuncu sayısını yayınlamış bulunmaktayız. Uluslararası

Detaylı

ISBN NUMARASI: ISBN NUMARASI: ISBN NUMARASI: ISBN NUMARASI:

ISBN NUMARASI: ISBN NUMARASI: ISBN NUMARASI: ISBN NUMARASI: Bu formun ç kt s n al p ço altarak ö rencilerinizin ücretsiz Morpa Kampüs yarıyıl tatili üyeli inden yararlanmalar n sa layabilirsiniz.! ISBN NUMARASI: 65482464 ISBN NUMARASI: 65482464! ISBN NUMARASI:

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI KASIM EKİM 07-08 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı TARİH VE TARİH YAZICILIĞI

Detaylı

ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2

ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2 DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 ŞAMANİZM Şamanizmin tanımında bilim adamlarının farklı görüşlere sahip olduğu görülmektedir. Kimi bilim adamı şamanizmi bir din olarak kabul etse de, kimisi bir kült olarak kabul

Detaylı

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ Selçuklu Devleti nin Kuruluşu Sultan Alparslan Dönemi Fetret Dönemi Tuğrul ve Çağrı Bey Dönemi Malazgirt Zaferi Anadolu ya Yapılan Akınlar Sultan Melikşah Dönemi Sultan Sancar Dönemi

Detaylı

SAĞLIK HİZMETLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER

SAĞLIK HİZMETLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER SAĞLIK HİZMETLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER TANIMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ Yrd. Doç. Dr. Perihan ŞENEL TEKİN PERİHAN Ş. TEKİN 1 Bilgi ve iletişim çağının yaşandığı günümüzde işletmelerin varlıklarını sürdürebilmesi

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ

Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ KİTAP - Osmanlı Kuruluş Dönemi Bursa Vakfiyeleri, Yayına Hazırlayanlar, Yrd. Doç. Dr. Sezai Sevim- Dr. Hasan Basri Öcalan, Osmangazi Belediyesi Yayınları, İstanbul

Detaylı

Doğal Afetler ve Kent Planlama

Doğal Afetler ve Kent Planlama Doğal Afetler ve Kent Planlama Yer Bilimleri ilişkisi TMMOB Şehir Plancıları Odası GİRİŞ Tsunami Türkiye tektonik oluşumu, jeolojik yapısı, topografyası, meteorolojik özellikleri nedeniyle afet tehlike

Detaylı

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI Editörler Doç.Dr. Gülay Ercins & Yrd.Doç.Dr. Melih Çoban TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI Yazarlar Doç.Dr. Ahmet Talimciler Doç.Dr. Gülay Ercins Doç.Dr. Nihat Yılmaz Doç.Dr. Oğuzhan Başıbüyük Yrd.Doç.Dr. Aylin

Detaylı

1-MERKEZ TEŞKİLATI. A- Hükümdar B- Saray

1-MERKEZ TEŞKİLATI. A- Hükümdar B- Saray 1-MERKEZ TEŞKİLATI A- Hükümdar B- Saray MERKEZ TEŞKİLATI Önceki Türk ve Türk-İslam devletlerinden farklı olarak Osmanlı Devleti nde daha merkezi bir yönetim oluşturulmuştu.hükümet, ordu ve eyaletler doğrudan

Detaylı

Dersin Adı İSLAM TARİHİ Sınıf 12 İSLAM TARİHİ

Dersin Adı İSLAM TARİHİ Sınıf 12 İSLAM TARİHİ Dersin Adı İSLAM TARİHİ Sınıf 12 İSLAM TARİHİ Tarihi Öğretim Yılı Dönemi Sırası 2014-2015 2 1 B GRUBU SORULARI 12.Sınıflar Öğrencinin Ad Soyad No Sınıf Soru 1: Aşağıdaki yer alan ifadelerde boşluklara

Detaylı

9. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

9. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI.Tarih biliminin konusunu, tarihçinin kullandığı kaynakları ve yöntemleri kavrar..tarihî olayların incelenmesinde yararlanılan zaman kavramlarını

Detaylı

KENTSEL PLANLAMANIN TEMEL NİTELİKLERİ

KENTSEL PLANLAMANIN TEMEL NİTELİKLERİ KENTSEL PLANLAMANIN TEMEL NİTELİKLERİ Kentsel planlama toplum yararını esas alan güvenli ve sürdürülebilir yaşam çevresi oluşturmaya yönelik bir kamu hizmetidir. Kent planlama, mekan oluşumunun nedenlerini,

Detaylı

Edirne Tarihi - Osmanlı Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Tarihi - Osmanlı Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Tarihi - Osmanlı Döneminde Edirne Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Osmanlı Dönemi Başlangıcı : Edirne nin Fethi......... 4 0.2 Padişahlar Döneminde

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 017-018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı 1. 1. XIV. yüzyıl başlarında

Detaylı

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Türk toplumlarında ilk kez medrese denen eğitim

Detaylı

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK 2 Takdim Planı Modernleşme Süreci Açısından Devlet Devlet-Toplum İlişkileri Açısından Devlet Teşkilatlanma

Detaylı

Surre Alayı. Surre-i Hümâyun. Altınoluk. Surre Alayının Güzergâhları. Surre Alayının Güvenliği. Surre Alayının Yola Çıkması

Surre Alayı. Surre-i Hümâyun. Altınoluk. Surre Alayının Güzergâhları. Surre Alayının Güvenliği. Surre Alayının Yola Çıkması Surre-i Hümâyun Altınoluk Surre Alayının Güzergâhları Surre Alayının Güvenliği Surre Alayının Yola Çıkması Surrenin Vapur ve Trenle Yollanması Surre Alayının Dönüşü Kaynakça Surre Alayı Surre-i Hümâyun

Detaylı

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI SİYASAL DÜŞÜNCELER TARİHİ YARD. DOÇ. DR. MUSTAFA GÖRKEM DOĞAN 7. ERKEN MODEN DÖNEMDE SİYASAL DÜŞÜNCE 7 ERKEN MODEN DÖNEMDE

Detaylı

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları Kentsel Siyaset - 2 Doç. Dr. Ahmet MUTLU SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları 1. Siyaset ve politika ne demektir? 2. Siyaset ne zaman ortaya çıkmıştır? 3. Siyaset-devlet ilişkisi nasıldır? 4. Geçmişten bugüne

Detaylı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Camileri - Eski Cami Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Eski Cami (Cami-i Atik - Ulu Cami).............. 4 0.1.1 Eski Cami ve Hacı Bayram Veli Söylencesi.......

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF Orta Asya Tarihi adlı eser Anadolu Üniversitesinin ders kitabıdır ve Ahmet Taşağıl gibi birçok değerli isim tarafından kaleme alınmıştır. PDF formatını bu adresten indirebilirsiniz.

Detaylı

ETKİNLİKLER/KONFERSANS

ETKİNLİKLER/KONFERSANS ETKİNLİKLER/KONFERSANS Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü Züriye Oruç 1 Prof. Dr. Salim Koca'nın konuk olduğu Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü konulu Şehir Konferansı gerçekleştirildi.

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

İktisat Tarihi II. 2. Hafta

İktisat Tarihi II. 2. Hafta İktisat Tarihi II 2. Hafta İKİNCİ DEVRİMİN BAŞLANGICI İkinci bir devrim kendine yeterli küçücük köyleri kalabalık kentler durumuna getirmiştir. Bu dönemde halk yerleşiktir. Köyün kendisi toprak elverdikçe

Detaylı

Sikkeler: (Sağda) Tanrısal gücün simgesi Ammon/Zeus un koç boynuzuyla betimlenen İskender. (Solda) Elinde kartal ve asa tutan Tanrı Zeus

Sikkeler: (Sağda) Tanrısal gücün simgesi Ammon/Zeus un koç boynuzuyla betimlenen İskender. (Solda) Elinde kartal ve asa tutan Tanrı Zeus T KİNİK 1 ANCAK ÖÜMÜN DURDURABİDİĞİ, DOĞUNUN V BATNN GNÇ İMPARATORU İSKNDR İN KİŞİİĞİ V SRİ K a yn a k 1 : H N U Y G A Amenhotep Tapınağı nda Amon-Ra ve firavun İskender rölyefi R Kay n a k 2 : Ğ Sikkeler:

Detaylı

Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Toprak Yapısı Üretim ve Ticaret Flash Anlatım

Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Toprak Yapısı Üretim ve Ticaret Flash Anlatım Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Toprak Yapısı Üretim ve Ticaret Flash Anlatım Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Toprak Yapısı Üretim ve Ticaret Ders Notu OSMANLI KÜLTÜR VE MEDENİYETİ

Detaylı

YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI

YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS Tezli yüksek lisans programında eğitim dili Türkçedir. Programın öngörülen süresi 4

Detaylı

Helen Birliği/İskender İmparatorluğu

Helen Birliği/İskender İmparatorluğu Helen Birliği/İskender İmparatorluğu Makedonyalı İskender in tahta çıkışı = Per İmp. Aile kavgaları+yunan sitelerinin iflası Yunan Siteleri= Artan nüfus+işsizlik ve besin eksikliği+çiftçilerin sürekli

Detaylı

Sultan Abdulhamit in hayali gerçek oldu BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU B İ L G İ. NOTU BALKANLAR 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

Sultan Abdulhamit in hayali gerçek oldu BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU B İ L G İ. NOTU BALKANLAR 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI 5 te 7 de AZİZ BABUŞCU AK PARTİ İL BAŞKANI AK 4 te YIL: 2012 SAYI : 167 17-24 ARALIK 2012 BÜLTEN İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI T E Ş K İ L A T İ Ç İ H A F T A L I K B Ü L T E N İ 3 te 6 da Sultan

Detaylı

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır. YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır. Ortak yönetim- birlikte yönetmek anlamına gelir ve içinde yönetimden

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi... İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR...11 GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi...13 BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...27 5 İKİNCİ BÖLÜM Husrev ü Şirin Mesnevisinin İncelenmesi...57

Detaylı

ARAYIŞ YILLARI (17.YÜZYIL) (DURAKLAMA DÖNEMİ ) ISLAHATLAR AYAKLANMALAR

ARAYIŞ YILLARI (17.YÜZYIL) (DURAKLAMA DÖNEMİ ) ISLAHATLAR AYAKLANMALAR ARAYIŞ YILLARI (17.YÜZYIL) (DURAKLAMA DÖNEMİ ) ISLAHATLAR AYAKLANMALAR 1. Osmanlı Devleti nde Yeniçeri Ocağı nı kaldırmak isteyen ilk padişah II. dır. Osman 2. Genç Osman saray ile halk arasındaki kopukluğu

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Eğitim Tarihi Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İslam Öncesi Türklerde Eğitimin Temel Özellikleri 2 Yaşam biçimi eğitimi etkiler mi? Çocuklar ve gençlerin

Detaylı

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI AZİZ BABUŞCU 4 te AK AK PARTİ İL BAŞKANI 10 da YIL: 2012 SAYI : 169 24-31 ARALIK 2012-7 OCAK 2013 BÜLTEN İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI T E Ş K İ L A T İ Ç İ H A F T A L I K B Ü L T E N İ 3 te 2

Detaylı

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI GÜZ DÖNEMİ DERSLERİ Kodu Dersin Adı Statüsü T P K AKTS TAE 700 Özel Konular Z 5 0 0 30 TAE 701 Kültür Kuramları ve Türkiyat Araştırmaları

Detaylı

İktisat Tarihi II. I. Hafta

İktisat Tarihi II. I. Hafta İktisat Tarihi II I. Hafta Tarih Öncesi Çağların Bölümlenmesi Taş Çağı Bakır Çağı Tunç veya Bronz Çağı Tarihsel gelişim türün sürdürülmesi ve çoğalmasına katkıda bulunma ölçütüne göre de yargılanabilir.

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. 2. Doğum Tarihi : Unvanı :Yrd.Doç.Dr. 4. Öğrenim Durumu :Doktora Derece Alan Üniversite Yıl Lisans

ÖZGEÇMİŞ. 2. Doğum Tarihi : Unvanı :Yrd.Doç.Dr. 4. Öğrenim Durumu :Doktora Derece Alan Üniversite Yıl Lisans ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı :Hasan KARAKÖSE İletişim Bilgileri :Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Adres Tarih Bölümü Bağbaşı Yerleşkesi KIRŞEHİR Telefon Mail : O.386.2804573 :hkarakose@ahievran.edu.tr

Detaylı

Türk Eğitim Tarihi. 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Yrd. Doç. Dr.

Türk Eğitim Tarihi. 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri.  Yrd. Doç. Dr. Türk Eğitim Tarihi 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU www.agurbetoglu.com agurbetoglu@yahoo.com 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri

Detaylı

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE Yazar: Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL İSTANBUL 2015 YAYINLARI Yazar: Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL Kapak ve Dizgi: Sertaç DURMAZ ISBN: 978-605-9963-09-1 Mecidiyeköy Yolu Caddesi (Trump Towers Yanı)

Detaylı

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ Doç. Dr. O. Can ÜNVER 15 Nisan 2017 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ KAMU DİPLOMASİSİ SERTİFİKA PROGRAMI İletişim Nedir? İletişim, bireyler, insan grupları,

Detaylı

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz.

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz. 2018-2019 Eğitim- Öğretim Yılı Özel Ümraniye Gökkuşağı İlkokulu Sorgulama Programı Kim Olduğumuz Bireyin kendi doğasını sorgulaması, inançlar ve değerler, kişisel, fiziksel, zihinsel, sosyal ve ruhsal

Detaylı

istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk

istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk , istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sonuçları istanbul'un fethinin

Detaylı

T.C. ÇANAKKALE BELEDİYESİ. BASIN, YAYIN ve HALKLA İLİŞKİLER MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞMA USUL VE ESASLARI HAKKINDA YÖNERGE BİRİNCİ BÖLÜM

T.C. ÇANAKKALE BELEDİYESİ. BASIN, YAYIN ve HALKLA İLİŞKİLER MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞMA USUL VE ESASLARI HAKKINDA YÖNERGE BİRİNCİ BÖLÜM T.C. ÇANAKKALE BELEDİYESİ BASIN, YAYIN ve HALKLA İLİŞKİLER MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞMA USUL VE ESASLARI HAKKINDA YÖNERGE BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1 - (1) Bu yönergenin amacı, Basın

Detaylı

Soru Sınıf ve Nu: Müfredat 18. 9.sınıf YGS Harita Bilgisi-Arazi Rehberimiz: İzohipsler

Soru Sınıf ve Nu: Müfredat 18. 9.sınıf YGS Harita Bilgisi-Arazi Rehberimiz: İzohipsler 2010 YGS SOS.BİL. TESTİNDEKİ / COĞRAFYA SORULARININ MÜFREDAT AÇISINDAN ANALİZİ Soru Sınıf ve Nu: Müfredat 18. Harita Bilgisi-Arazi Rehberimiz: İzohipsler 19. Hayali Rehberler: Paraleller ve Meridyenler

Detaylı

ESKİ TÜRK BOYLARINDA KADIN ÖZGÜR VE EŞİT BİR TOPLUMSAL KONUMA SAHİPTİ. ZİYA GÖKALP E GÖRE ESKİ TÜRKLER HEM DEMOKRAT, HEM DE FEMİNİST İDİLER.

ESKİ TÜRK BOYLARINDA KADIN ÖZGÜR VE EŞİT BİR TOPLUMSAL KONUMA SAHİPTİ. ZİYA GÖKALP E GÖRE ESKİ TÜRKLER HEM DEMOKRAT, HEM DE FEMİNİST İDİLER. ESKİ TÜRK BOYLARINDA KADIN ÖZGÜR VE EŞİT BİR TOPLUMSAL KONUMA SAHİPTİ. ZİYA GÖKALP E GÖRE ESKİ TÜRKLER HEM DEMOKRAT, HEM DE FEMİNİST İDİLER. TÜRKLERDE FEMİNİZMİN BİRİNCİ NEDENİ, TOPLUMDA VAR OLAN DEMOKRASİ,

Detaylı

Nihat Sami Banar!ı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 89-93'ten özetlenmiştir.

Nihat Sami Banar!ı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 89-93'ten özetlenmiştir. Uygur Devleti Ders Anlatım Videosu UYGUR DEVLETİ (744 840 ) Uygurlar, Asya Hun Devleti ne bağlı olarak Orhun ve Selenga nehirleri kıyılarında yaşamışlardır. II. Kök Türk Devleti'nin son zamanlarında Basmiller

Detaylı

Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Tarih Bölümü Ankara Üniversitesi 1997 Yüksek Lisans Tarih (Yakınçağ Tarihi) Ankara Üniversitesi 2000

Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Tarih Bölümü Ankara Üniversitesi 1997 Yüksek Lisans Tarih (Yakınçağ Tarihi) Ankara Üniversitesi 2000 ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı : Sezai BALCI Doğum Tarihi : 15 Temmuz 1976 Öğrenim Durumu : Doktora Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Tarih Bölümü Ankara Üniversitesi 1997 Yüksek Lisans Tarih (Yakınçağ Tarihi)

Detaylı

Türk Eğitim Tarihi. 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Dr.

Türk Eğitim Tarihi. 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri.   Dr. Türk Eğitim Tarihi 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri Dr. Ali GURBETOĞLU www.agurbetoglu.com agurbetoglu@hotmail.com 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri İslam

Detaylı

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 0. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI. OSMANLI DEVLETİ NİN KURULUŞU (00-5). XIV. yüzyıl başlarında Anadolu, Avrupa ve Yakın

Detaylı

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP: SORU : Yediemin deposu açmak için karar aldım. Lakin bu işin içinde olan birilerinden bu hususta fikir almak isterim. Bana bu konuda vereceğiniz değerli bilgiler için şimdiden teşekkür ederim. Öncelikle

Detaylı

İktisat Tarihi II

İktisat Tarihi II İktisat Tarihi II 02.03.2018 Roma şehir devleti, başlangıcında aristokratik bir karakter arz ediyordu. Roma İmparatorluğu nun zirvede olduğu 1. ve 2. yüzyıllarda sınırları İskoçya dan Mısır a kadar uzanıyordu

Detaylı

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TARİH

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TARİH YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TARİH CEVAP 1: (TOPLAM 2 PUAN) Savaş 2450-50=2400 yılının başında sona ermiştir. (İşlem 1 puan) Çünkü miladi takvimde, MÖ tarihleri milat takviminin başlangıcına yaklaştıkça

Detaylı