Şehid, kelime olarak kesin bir haberi veren, bildiğini söyleyen, hazır olan, bulunan, bir hadiseye şahid olan, şahitlik eden.

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Şehid, kelime olarak kesin bir haberi veren, bildiğini söyleyen, hazır olan, bulunan, bir hadiseye şahid olan, şahitlik eden."

Transkript

1 Manevi buhrandan Hakk ın Burhan ına Şehid, kelime olarak kesin bir haberi veren, bildiğini söyleyen, hazır olan, bulunan, bir hadiseye şahid olan, şahitlik eden. Dinî anlamda, Allah rızası için, O nun yolunda canını fedâ eden müslümana verilen isimdir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi, cennetlik olduğuna şahitlik edilmiş olması veya onun Yüce Allah ın huzurunda yaşıyor bulunması yahut ölümü sırasında meleklerin hazır bulunması yahut ta ruhunun doğrudan doğruya Daru s-selâm da (Cennet te) bulunması veya Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla mükâfatlandırılmış olmasıdır. mü minlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler (Âli İmran, 3/169, 170, 171). Mesrûk (r.a) Hz. Abdullah a bu âyette zikredilen şehidlerin halini sormuş, o şöyle cevap vermiştir: Biz de bunu Hz. Muhammed (s.a.s) e sormuştuk. Bize şu cevabı vermişti: Şehidlerin ruhları yeşil kuşların karnındadır. Onların arşa asılı kandilleri vardır. Diledikleri gibi cennette serbestçe dolaşır, sonra o kandillere geri dönerler (Müslim, İmâre, 121; Ebû Davûd Cihâd 25; Tirmizî, Tefsiru Sure, 3/19; İbn Mâce, Cenâiz, 4; Cihâd, 16). Şehid olmada ölçü, Allah ın rızasıdır. Allah rızası için mücâdele eden, O nun adını yüceltmek için çaba sarfeden, cihâd içinde bulunuş ve bu yolda canını veren de, şehid olmuş olur. Bir a râbî Hz. Muhammed (s.a.s) in huzuruna gelerek: Ya Resûlellah! Bir adam ganimet için, diğeri şöhret için, öbürü riya ve gösteriş için savaşır. Hangisi Allah yolundadır? diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.s) şu cevabı vermiştir: Kim Allah ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır (Buhârî, İlim, 45; Cihâd,15; Müslim, İmre,150,151; İbn Mace, Cihad,13; Ahmed b. Hanbel, IV, 392, 397, 402, 405, 417). Allah yolunda öldürülenleri, ölüler sanma. Hayır, (onlar) diridirler. Rabb leri katında rızıklanmaktadırlar. Allah ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinçli olarak, arkalarında henüz (şehid olup) kendilerine yetişemeyenlere de korku olmadığı, onların da üzüntüye uğramayacakları müjdesiyle sevinmektedirler. Allah ın nimeti ve keremiyle ve Allah ın Allah yolunda ruhunu teslim eden şehidlerin amellerinin boşa gitmeyeceği, büyük ecir ve sevap kazanacakları, Kur an da şöyle haber verilmiştir: Dünya hayatını âhiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz (en-nisa,4/74). (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman, hemen boyunlarını vurur. Nihâyet onları iyice vurup sindirinceye kadar bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın). Ondan sonra artık ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye alırsınız. Harb ağırlığını bırakıncaya (savaş sona erinceye) kadar (böyle yaparsınız). Allah dileseydi, (kendisi) onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için (size savaşı emrediyor). Allah yolunda öldürülenler (yok mu, Allah) onların yaptıkları işleri zâyi etmeyecektir (Muhammed 47/4). Şehidlik makamına ulaşabilmek dileğiyle Allah a emanet olunuz.

2 -./01/ &''()* "+,+'+!"#$!%$ $ *"," :";<+"+ "#'(! 2249B/./1/ ",+;?+@+ " A! :";<+"+ %< = > %<!C (D$E '# G.HBI.40 %,$! > F 8K4I40-.G932-9/!"#$ %(LMNOPNNMLLL %( C=A J$% *VWI1 HQRSTU `_abcqdeqabfsg9]hs^scs^u ",\ X VYXPZ ;$*[6]^_ ;$*[I1 j"v'*k'$$%$*'*%'!"#$!%$ +&+ "+,+'+ :;%E*V'>;iW[ n'"!$v%$*'*%' j\*"'>;iil 9mI.W[WWiil 2249s616I508.6 *#(* 9mI.WiW[qqWll *vwylpxxzywowyll $*'u + kv%vwylpxxznwowyxw "$ "%F,+>;Ot V'< #+ }}}+"#$,*"z'%'+ ;( 9I6.96I8.6 "#$,*"z'%'{#;('+ ;( 2249I7.7 '%$ B4 Vj"*' $ ++LPXPxwtXLLL b QƒQdcQdRSgS`QcQ^ G~ab^QcbaRS UcS^QSb bqchb 2S UcS^SadSRaSd ~ftb^qcb^bd G~ab^QcbaRS UcS^SbQT~^ brsruad]^]c] 2SRUacSaSa^bdcShcS^SdQ ^ a b Q hbtcb^qa ScUaTURSgUcS`QcQ^ f_^]hc]c] ]^bdcsh b^babsqttq^ İçindekiler Mustalık Oğulları Savaşı ndan Ders Alalım 4 Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN Peygamberlikten Sonra En Yüce Makam ŞEHÂDET 10 Yrd. Doç Dr. Mustafa KARABACAK Teslimiyet ve Şehadet Arzusu 14 Abdullatif ACAR 20.Yüzyılda Bir Bedir Arslanı 22 Av. Ali BÜYÜKADALI İslâm ve Kölelik 28 Yard.Doç.Dr. Ebubekir SİFİL Selefilik Neyin Devamı 36 Dr. İhsan ŞENOCAK Ehl-i Sünnet Çizgisinde Müstakim Duruşumuz-1 43 Yusuf KARAGÖZOĞLU Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-rufai (k.s) den 50 Kıyamete Dek Milli Görüş Kökü Mazide Atidir, Milli Görüş 52 Ersan BİLGİN Gel Ey YA AŞK! 58 Memduh ERGİN Seyyid Ahmed El-Rıfai Hazretlerine İzafe Edilen Övgüler 61 Ahmet DEMİRÖZ Gönül Gözünde Vahdet Perdesi Olanlar 62 M. Emin KARABACAK Peygamber (s.a.v) Efendimizi Aşağılamak İfade Özgürlüğü Değil Bir Şiddet Fiilidir 64 Mehmet CURA Hz. Bilal-i Habeşi (r.a) 66 Salih AYDIN Burhan Çocuk 70 Musa KARACA Âşık Ah Etmesin (şiir) 72 Zelilî

3 22 20.Yüzyılda Bir Bedir Arslanı Av. Ali BÜYÜKADALI 28 İslâm ve Kölelik Yard.Doç.Dr. Ebubekir SİFİL 36 Selefilik Neyin Devamı Dr. İhsan ŞENOCAK 52 Kökü Mazide Atidir, Milli Görüş Ersan BİLGİN

4 Mustalık Oğulları Savaşı ndan Ders Alalım Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN Müslümanlar, Mustalık oğulları harekâtı sırasında yaşadıkları ile kalplerinin bir köşesinde hâlâ varlığını koruduğunu fark ettikleri cahiliye inanç ve eğilimlerin bir daha depreşmemesi için bundan böyle daha dikkatli olmaları gerektiğini anladılar. Münâfıklar, tarih boyunca İslâm ümmetinin başının en büyük belası olmuşlardır. Hicretin altıncı senesi Şaban ayında (Ocak- 628) yapılan Mustalık oğulları (Müreysi) savaşına münâfıklar da Müslümanların safında katılmışlardı. Bu savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. Medineli Münâfıklar, öteden beri fitne çıkarmak ve mü minleri birbirine düşürmek için fırsat kolluyorlardı. Bu fırsatı işte bu savaşın sonunda yakaladılar. Savaştan sonra Hz. Peygamber efendimiz ve İslâm ordusu Müreysi kuyusunun yanında konaklarken, Hz. Ömer in ücretli işçisi olarak çalışan Cehcah b. Mes ûd ile Hazrec in eski müttefiklerinden bir aileye mensub olan Sinan b. Veber arasında kuyudan su çekme sırasıyla ilgili bir tartışma çıktı. Tartışmanın boyutu büyüdü ve kavgaya dönüştü. Cehcah ve Sinan birbirlerine vurmaya başladılar. Sinan tek başına Cehcah ı alt edemeyeceğini anlayınca Yetişin ey Ensar topluluğu! diye bağırıp Medineli Müslümanlardan yardım istedi. Münâfıkların ileri gelenlerinden Abdullah b. Ubeyy ile birlikte kuyu başındaki kavgayı seyreden Ensar a mensup bazı 4 Şubat

5 Müslümanlar Koşun, adamınıza yardım edin! diyen Abdullah b. Ubeyy in teşvikiyle Sinan ın yardımına koştular. Ensar dan bazılarının Sinan ın yardımına koşması üzerine Cehcah da Yetişin ey Muhâcirler! diye bağırarak Mekkeli Müslümanları yardımına çağırdı. Orada bulunan bazı Muhâcirler de Cehcah a yardım etmek için kuyu başına koştular. Her bir taraf, kendisini çağıranın yanında toplandı. Böylelikle Muhâcir ve Ensar Müslümanlarından bazı kimseler kavga için karşı karşıya gelmiş oldular. Aralarındaki sözlü atışmalar kısa sürede hakarete dönüştü. Hatta bazıları silahlarını çektiler. Kanlı bir çatışma çıkmak üzereydi. Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber, koşarak gelip iki topluluğun arasına girdi. Çok öfkeliydi. Şahitlerin ifadesine göre Hz. Peygamber i o güne kadar hiç böyle öfkeli görmemişlerdi. Birbirleriyle savaşmak için toplanmış iki topluluğun arasına giren Hz. Peygamber, öfke ve sitem dolu bir üslupla Müslüman olduktan sonra da câhiliye çağrısı öyle mi? Hâlâ câhiliye dâvâsını sürdürüyorsunuz ha! diye çıkıştı. Artık bırakın şu câhiliye dâvâlarını. Bu pisliktir, kötülüktür dedi. Müslümanların bazı ileri gelenlerinin de araya girmesiyle iki taraf yatıştırıldı ve kalabalık dağıldı.(buhârî, Tefsir, 63; Müslim, Birr, 64) Yaşanan olay, küçük çaplı bir çatışma girişimi gibi görünüyorsa da, gerçekte hiç de öyle değildi. Yaşanan, Rasûlullah ın tepkisinden de anlaşılacağı üzere, çok ciddi bir problemdi. Bunca yıldır Müslüman olanlar, omuz omuza onlarca savaşa giren ve bu savaşlarda canlarını, kanlarını verenler, İslâm için mallarını harcayanlar hâlâ İslâm karşıtı bir dâvânın gereğine göre davranabiliyorlardı. Rasûlullah ın câhiliyet dâvâsı ve pislik olarak tanımladığı kavmiyetçilik dâvâsına taraftarlık yapabiliyorlardı. Rasûlullah ın kızdığı şey bu idi; kabul etmediği, anlamakta zorlandığı taraf burasıydı. İslâm, iman kardeşliğini her çeşit bağın üstünde tuttuğu, iman kardeşliğine rağmen başka hiçbir bağın daha olumlu anlam ifade etmeyeceğini sürekli bildirdiği halde, Müslümanların İslâm ın aşağılayıp reddettiği kavmiyetçilik dâvâsını sürdürmelerini, bu dâvâ için birbirlerine silah çekmelerini kabullenememişti. Kavmiyetçilik dâvâsı gereği, Medineli Müslümanların sırf Medineli oldukları için birbirlerini destekleyip Mekkeli Müslümanlarla, Mekkeli Müslümanların da sırf Mekkeli oldukları için birbirlerini destekleyip Medineli Müslümanlarla kavga etmelerini, hatta birbirleriyle savaşmaya kalkışmalarını izah etmek mümkün değildi. Bu, her şeyi alt üst eden bir durumdu; inşâ edilen iman topluluğunun darmadağın olmasını ateşleyecek bir kıvılcımdı. İşte bunun anlaşılır, kabul edilir tarafı yoktu ve her iki taraf hatalarını anladılar ve birbirlerinden özür dilediler. Ancak bir kez olan olmuştu. Abdullah b. Ubeyy, iki kişinin kavgası nedeniyle Müslümanların birbirleriyle savaşma aşamasına gelişini büyük bir keyifle seyretmişti. Bazı girişimleriyle Medineli Müslümanlarla Mekkeli Müslümanların arasını kolayca açabileceğini düşündü ve yaşanan olay, onun bu düşüncesine dayanak oldu. Abdullah b. Ubeyy, Müslümanları birbirine düşürmek ve Medinelileri tekrar kendi çevresine toplamak arzusuyla yeni bir girişimde bulundu. Bazı Medineli Müslümanlara, Gördünüz mü şu çulsuzların yaptıklarını? Geldiler bizim yurdumuzda bize kafa tutmaya başladılar. Vallahi bu ancak eskilerin dediği gibi besle köpeğini, yesin seni durumundan başka bir şey değildir. İşte size yemin ederim ve derim ki, vallahi! Medine ye döndüğümüz zaman bu iş bitecek. Medine ye döndüğümüzde Medine nin izzetli ve kuvvetlileri bu çulsuzları ve aşağılıkları Medine ye sokmayacak dedi. Bu arada Medineli Müs- Peki, başında halifesi olmayan bugünün Müslümanları arasında çıkan veya çıkması muhtemel olan bu gibi olaylarda Müslümanları düşebilecekleri tuzaklardan kim kurtaracak? Niye bu işin çaresine bakmıyoruz? Şubat 5

6 lümanları daha da etkileyip, Mekkeli Müslümanların aleyhine harekete geçirmek için suçladı, kendilerine gelmelerini istedi: Kimseyi suçlamayın. Bu işin tamamı kendinize aittir. Her şeyi ellerinizle onlara peşkeş çektiniz. Halbuki böyle yapmayıp, onlara karşı sert ve sıkı olsaydınız, başınıza çöreklenmez, daha başka yerlere çekip giderlerdi. Siz de mallarınızı, evlatlarınızı onlar için harcamaktan kurtulurdunuz. Bakın, seyredin halinizi; siz azaldınız, çocuklarınızı savaş alanlarında teker teker kaybettiniz. Onlar ise hep çoğaldılar. Hiç değilse bundan sonra aklınızı başınıza alın; onlara yönelik yardımlarınızı kesin ki, buradan çekip gitsinler. Abdullah b. Ubeyy, bu konuşmaları kendisi gibi münâfık veya kendisine yakınlık duyan imanı zayıf Müslümanlar arasında yaptığı için tepki görmedi. Çevresindekiler sessizce onun sözlerini dinliyorlardı. Hatta bazıları onu haklı bulduğunu dile getiren bir şeyler söylediler. Ancak, Abdullah b. Ubeyy in yakınında oturan Zeyd b. Erkam duydukları karşısında şaşırmış bir haldeydi. Kendisi çocuk denebilecek yaşta olmasına rağmen, İslâm ı anlamış ve kavramış birisiydi. Abdullah b. Ubeyy in sözlerini duyunca kulaklarına inanamadı. Hemen amcası Hz. Ömer e gitti ve işittiklerini anlattı. Hz. Ömer, Zeyd b. Erkam ı yanına alarak Rasûlullah a götürdü. İşittiklerini Rasûlullah a anlatmasını istedi. O sırada Rasûlullah bazı müslümanlarla oturmuş kuyu başında yaşanan olayı konuşuyordu. Zeyd, duyduklarını anlattı. Zeyd in anlattıkları, kuyu başında yaşanan olay kadar önemliydi. Rasûlullah kendisine söylenenlerin doğruluğundan emin olmak istedi. Zeyd in, henüz çocuk denebilecek yaşta olması nedeniyle, yanlış anlamış olabileceğini veya Abdullah b. Ubeyy e düşmanlık için yalan söyleyebileceğini düşündü. Bu nedenle Zeyd e birçok kez söylediklerinden emin olup olmadığını, doğru söyleyip söylemediğini sordu. Zeyd, yalan söylemediğini, duyduklarından emin olduğunu, söylediklerinin aynen ifade ettiği gibi olduğunu yeminler ederek tekrar anlattı. Zeyd in söyledikleri karşısında Rasûlullah üzüldü ve öfkelendi. Abdullah b. Ubeyy ile görüşmeye karar verip onu yanına çağırttı. Durumun açığa çıktığını anlayan Abdullah b. Ubeyy, bazı yandaşlarını da yanına alarak, Rasûlullah ın yanına gelip oturdu. Rasûlullah, duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Eğer böyle bir şey söylediyse hatasından dönmesini, tevbe etmesini istedi. Abdullah söylenen şeylerin tamamının yalan olduğunu, kesinlikle böyle şeyler söylemediğini ve söylemeyeceğini, kendisi gibi bir müslümana böyle şeylerin yakışmayacağını ifade etti. Yandaşlarını da söylediklerinin doğruluğuna şahit tuttu. Rasûlullah, Abdullah b. Ubeyy in kendisine şahit göstererek söylediklerini kabul etmek zorunda kaldı. Zeyd e ise bir şey demedi. Abdullah b. Ubeyy in, yalancı şâhitlerinin de desteğinde söylediklerini inkâr etmesi yüzünden Zeyd, yalancı konuma düşmüştü. Yalancı konuma düşmesi nedeniyle çok üzüldü. Yalancı konuma düşmesini, üstelik Rasûlullah ı aldatan konuma düşmesini bir türlü kabullenemiyordu. Ne yapacağını bilmez olmuştu. Fakat vahiy, çoğu zaman olduğu gibi bu sefer de sürece müdahale etti ve hem Rasûlullah ı olayın aslından haberdar etti ve hem de bir mümini sıkıntısından kurtardı. Durumu bütün boyutlarıyla açıklığa kavuşturan âyetler şöyleydi: Nerde bizim halifemiz? Hele bir bakın Müslümanların haline! Çağdaş Abdullah b. Übeyy ler ne hale getirdi Müslümanları? 6 Şubat

7 Münâfıklar sana geldiklerinde: Şâhitlik ederiz ki, sen Allah ın Peygamberisin! derler. Allah da bilir ki, sen elbette O nun Peygamberisin. Allah, münâfıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Onlar, yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür! Bunun sebebi, onların önce iman edip, sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar? Onlara: Gelin, Allah ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar, Allah ın elçisinin yanında bulunanlara hiçbir şey harcamayın ki başınızdan dağılıp gitsinler diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah ındır. Fakat münâfıklar bunu anlamazlar. Onlar, Andolsun, eğer Medine ye dönersek üstün olan zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük Allah ın, Peygamberinin ve Müminlerinindir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler. (Münâfıkûn sûresi, 63/1-8). Şubat Artık bu asırda münâfıklar bir şahıs değil, devlet ve devlet gücünde organizeler olarak üzerimize hücum ediyorlar. Rasûlullah, münafıkların durumunu açıklayan bu âyetler vahyolununca, üzüntüsünden ne yapacağını bilemez hale gelmiş olan Zeyd i yanına çağırttı ve Zeyd! Allah seni doğruladı. diyerek gönlünü aldı. Âyet vahyolunup durum Rasûlullah için açıklığa kavuşturuluncaya ve Rasûlullah, Zeyd ile konuşup onun üzüntüsünü giderinceye kadar, Abdullah b. Ubeyy in konuşmaları orduya yayılmıştı. Herkes o konuşmayı bir şekilde konuşmaya başlamıştı. Bazıları oldukça sert tepkiyle Abdullah b. Ubeyy in konuşmasına karşı çıkıp, bunların yanlış olduğunu söylerken; diğer bazıları ise belirgin bir tepki vermemişti. Ordunun gündemini Abdullah b. Ubeyy in sözleri oluşturuyordu. Hz. Ömer öfkesinden yerinde duramıyordu. Israrla, Ey Allah ın Rasûl u! Yeter bu kadar sabır! İzin ver şu münafığı öldüreyim! deyip duruyordu. Rasûlullah bu teklifi kabul etmedi. Ömer, Abdullah b. Ubeyy i öldürmesi durumunda, Muhâcirlerle Ensar arasında yeni bir çatışma çıkacağı düşüncesiyle teklifinin reddedildiğini düşündü. Çünkü kendisi bir muhâcirdi. Bu nedenle Bana izin vermiyorsan, emret ensardan Sa d b. Muaz, Muhammed b. Mesleme veya Abbad b. Bişr bu işi yapsın. dedi. Oradaki ensara mensup Müslümanlar da böylesi bir emri yerine getirmeye hazır olduklarını bildirdiler. Ancak Rasûlullah, Abdullah b. Ubeyy in öldürülmesini doğru bulmuyordu. Bu konudaki düşüncesini şöyle açıkladı: Biliyorum, Müslümanlardan onu öldürmelerini istersem bunu hemen yaparlar. Ancak olmaz ya Ömer! İşin iç yüzünü bilmeyen halk yanlış anlar; Muhammet kuvvetlendi de adamlarını öldürmeye başladı. derler. Yapamayız! dedi. Sonra ani bir emirle, ordunun hemen Medine ye doğru gitmesini emretti. Emir, günün en sıcak vaktinde, yolculuk yapılmayacak bir saatte verilmişti. Herkes şaşkın bir hâlde eşyalarını toplamaya başladı. Ancak hareket isteği çok açıktı; hemen yola çıkılacaktı. Bu nedenle öylesine ani bir hareket gerçekleşti ki Müslümanların bir çoğu, eşyalarının tamamını toplamaya dahi fırsat bulamadı.(vâkıdî, el-meğâzî, II, ; İbn Hişâm, es-sîre, III, 303) 7

8 Bazı Müslümanlar hem günün en sıcak vaktinde yapılan yolculuğun orduyu perişan edeceğini ve hem de Abdullah b. Ubeyy i kabul etmediklerini bildirmek için Rasûlullah ın yanına gelip-gitmeye başladılar. Ey Allah ın Rasûl u! Emret onu öldürelim. veya Emret onu Medine den sürelim. tekliflerini dile getirdiler. Rasûlullah, ordunun hareket saatini erteleme tekliflerini kabul etmeyip emrini yenilediği gibi, Abdullah b. Ubeyy in öldürülme veya Medine den sürülme tekliflerini de kabul etmedi. Ordu, dayanılmaz bir sıcakta, yolculuk için hiçbir hazırlık yapmamış bir halde yürümeye devam ediyordu. O gün akşama kadar hiç mola verilmeden yola devam edildi. Herkes bitkin düştü. Hiç kimsede yürüyecek bir takat, yola devam etmesini sağlayacak bir güç kalmadı. Herkes, akşamın serinliğinde mola verileceği ve dinlenecekleri hayaliyle zorla yürüyordu. Akşam oldu fakat mola verilmedi. Gece oldu mola verilmedi. Gece yarısı geçti, sabah oldu yine mola verilmedi. Güneş yükseldi, herkes sıcaktan ve yorgunluktan perişan halde adım atamaz durumdaydı. İşte böylesi bir anda mola izni geldi. Ordu durdu. Herkes yorgunluktan, uykusuzluktan, sıcaktan olduğu yere düştü ve ordudaki herkes derin bir uykuya daldı. Ayakta hiç kimse yoktu. Yolculuk için uygun olmayan bir vakitte başlayan ve bütün gece süren yolculuk Rasûlullah ın yaşanan problem için düşündüğü bir çözümdü. Rasûlullah (s.a.v.) bu son derece yorucu yolculukla Abdullah b. Ubeyy in gündemi belirlemesini, Müslümanların onun sözleri üzerinde yorumlar yapmış olmasını önlemiş oldu. Artık hiç kimse Abdullah b. Ubeyy i konuşacak, değerlendirecek hâlde değildi. Gündemi, Abdullah b. Ubeyy veya sözleri oluşturmuyordu. Abdullah b. Ubeyy in münâfıklığına, münâfıkların liderliğini yapmasına rağmen, oğlu Abdullah son derece samîmî bir Müslümandı. Babasının yaptıklarından hep rahatsız olmasına, her zaman babasına karşı bir öfke duymasına rağmen, İslâm ın emri gereği babası olduğu için Abdullah b. Ubeyy e karşı kötü davranmaktan kaçınıyor; babasının kendisine yönelik aşağılayıcı sözlerini duymazlıktan geliyordu. Ancak bu son yaşanan olay ve sözlerle sabrı sona erdi. Babasının Müslümanlara bu kadar zarar vermesini kabul edemedi. Rasûlullah ın yanına gelip Ey Allah ın elçisi! Bana izin ver, babamı ellerimle öldüreyim. Hem böylelikle bir düşman temizlenir ve hem de olur ki, Müslümanlardan birisi bu işi yapacak olursa kalbimde ona karşı kin beslememiş olurum. dedi. Ancak istediği izni alamadı. (İbn Hişâm, es-sîre, III, 305) Ordu bir süre dinlendikten sonra yoluna devam etti ve artık Medine ye yaklaşıldı. Medine ye girilmek üzereydi. Abdullah, devesini sürüp ordunun önüne geçti. Tam önünden geçerken kılıcını sıyırıp babasını durdurdu. Abdullah b. Ubeyy, bu duruma şaşırdı. Oğlundan bu davranışının sebebini sordu. Oğlunun cevabı son derece anlamlı ve açıktı. Sözlerinde ba- Biz ne yapıyoruz? Günü birlik ve çok basit işlerle vakit geçiriyor ve üstelik bir şeyler yaptığımızı zannediyoruz. Hele bir bakın, hoca efendilerin ve akademisyenlerin radyolarda ve televizyonlarda konuştukları konulara! 8 Şubat

9 basının kuyu başındaki sözlerini tekrar etmiş ve şöyle demişti: Bugün bu şehre ancak izzetli ve kuvvetli olanlar girecek; zelil ve aşağılık olanların girmesine izin verilmeyecek! Abdullah b. Ubeyy, oğlunun sözlerini duyunca daha da şaşırdı, oğlunu bu yaptığından vazgeçirmek istedi. Bu arada Müslümanlardan birçoğu etraflarını sarmış kendilerini seyrediyordu. Abdullah b. Ubeyy, bütün foyasının açığa çıktığını, rezil ve aşağılık konumuna düştüğünü, itibarının yok olduğunu gördü. Oğlundan rica etti. Kendisini bırakmasını istedi. Ancak, Abdullah kararlıydı ve kendisine ancak bir şartla dokunmayıp Medine ye girmesine müsaade edeceğini söyledi: İzzet ve kuvvetin kime ait olduğunu söylemeden ve Rasûlullah bana izin vermeden seni bırakmam! Abdullah b. Ubeyy, işin ciddi olduğunu anlamıştı; Şâhitlik ederim ki, izzet ve kuvvet Allah a, Rasûlü ne ve müminlere aittir. demekten başka çaresi yoktu. Gerçeği istemeden de olsa ifade etti. Böylelikle, kendisine yönelik saygı ve sevgi sahibi oldukları için oyununa gelenlere Abdullah b. Ubeyy in ağzıyla bir hakikat ifade edilmiş oldu. Bu konular, Müslümanların hangi yarasını tedavi ediyor? Yaraları tedavi etmek şöyle dursun, yeni ve onulmaz yaralar açıyorlar. Evet, düşman olanca gücüyle üstümüze geliyor, biz ise tembel tembel yatıyoruz. Ordunun önünde bunlar olurken, Rasûlullah (s.a.v.) ordunun gerilerindeydi. Kalabalığı farketti ve niçin toplanıldığını sordu. Olanlar kendisine anlatıldı. Duydukları Rasûlullah ı memnun etti. Müslümanlar arasındaki câhiliye fitnesinin münâfık baba ile Müslüman oğlu arasındaki bu olay ile kaybolup, asıl olması gereken iman bağının öne çıkmasına son derece sevindi. Abdullah a yaklaşarak babasını serbest bırakmasını istedi. O da babasını serbest bıraktı. Müslümanlar, Mustalık oğulları harekâtı sırasında yaşadıkları ile kalplerinin bir köşesinde hâlâ varlığını koruduğunu fark ettikleri cahiliye inanç ve eğilimlerin bir daha depreşmemesi için bundan böyle daha dikkatli olmaları gerektiğini anladılar. Ayrıca, gerçekleşenlerle münâfıkların deşifre olmasını ve böylelikle münâfıkların bazı Müslümanlar üzerindeki etkisinin daha da azalmasını önemli bir kazanç olarak değerlendirdiler. Münâfıkların liderinin hepten aşağılık bir konuma düştüğünü ve çevresindeki kimseleri bundan böyle zor etkileyeceğini gördükleri için de sevindiler. (Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed in Hayatı ve İslâm Daveti, II, ) Peki, başında halifesi olmayan bugünün Müslümanları arasında çıkan veya çıkması muhtemel olan bu gibi olaylarda Müslümanları düşebilecekleri tuzaklardan kim kurtaracak? Niye bu işin çaresine bakmıyoruz? Nerde bizim halifemiz? Hele bir bakın Müslümanların haline! Çağdaş Abdullah b. Übeyy ler ne hale getirdi Müslümanları? Artık bu asırda münâfıklar bir şahıs değil, devlet ve devlet gücünde organizeler olarak üzerimize hücum ediyorlar. Biz ne yapıyoruz? Günü birlik ve çok basit işlerle vakit geçiriyor ve üstelik bir şeyler yaptığımızı zannediyoruz. Hele bir bakın, hoca efendilerin ve akademisyenlerin radyolarda ve televizyonlarda konuştukları konulara! Bu konular, Müslümanların hangi yarasını tedavi ediyor? Yaraları tedavi etmek şöyle dursun, yeni ve onulmaz yaralar açıyorlar. Evet, düşman olanca gücüyle üstümüze geliyor, biz ise tembel tembel yatıyoruz. Ecdâdımız Su uyur düşman uyumaz. demişler. Ne kadar da doğru söylemişler! Düşman, bizi tuzağa düşürmek için her türlü fırsatı kollar. Lütfen, onlara fırsat vermeyelim! Her zaman uyanık olalım! Başımıza bir baş bulalım. Olmuyor, olmuyor, halifesiz olmuyor. Şubat 9

10 PEYGAMBERLİKTEN SONRA EN YÜCE MAKAM ŞEHÂDET Yrd. Doç Dr. Mustafa KARABACAK* Ş ehâdet kelimesi sözlükte tanıklık etmek, huzurda bulunmak, idrak etmek, haber vermek, muttali olmak ve bilmek anlarına kullanılmıştır. Dini ıstılahta ise, Allah ın dinini en yüce tutmak için bu uğurda mücâdele etmek sonucunda ulaşılacak makam diye tanımlanmıştır. a öldü d n u l yo ı Al l a h n ı k kların a u S d l o lü erin ö ve rülenl diridir r a l n!o a sanma zıklar ı r a d i katın r. rabler aktadı m l o r mazha /169) mrân, (Âl-i I 10 3 Şehâdet mertebesine ulaşan kimselere ise şehid denilmektedir. Allah Teâlâ onlara ölü dememizi istememektedir: Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, zîrâ onlar diridirler. (Bakara, 2/154). Sahâbe, Rasûlüllah a (s.a.v.) bu âyet hakkında sorunca şöyle cevap verir: Onların (şehidlerin) ruhları yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların arşta asılı kandilleri vardır. Cennete uçup istedikleri gibi gezip dolaşırlar, sonra geri dönüp kandillerine konarlar. Rableri onlara bir bakış bakar ve şöyle buyurur: Bir şey arzuluyor musunuz? Şehidler Daha ne isteyeceğiz, cennette istediğimizi yiyip, gezip tozuyoruz, çok güzel bir hayat sürdürüyoruz. derler (Müslim, Imâret, 121). Cen- Şubat

11 nete giren herkes oradaki yerinden memnun olarak hayatlarını sürdürürken sadece şehitler tekrar dünyaya gelip tekrar şehit olmak isterler: Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez. Yeryüzünde bulunan her şey orada da vardır. Ancak şehid, şehitlik mertebesinin yüksekliğini gördüğü için dünyaya on kere dönüp her seferinde öldürülüp şehid düşmeyi ister. (Buhârî, Cihad, 21; Müslim, Imâret, 108,109). Şehidler için belki en büyük paye makamlarının peygamberlik makamından hemen sonra gelmesidir. (Şehidler), peygamberlerden, sadece peygamberlik mertebesi ile farklı olur. (Dârimî, Cihad, 20). Şehid olmayı canı gönülden isteyen kimse yatağında ölse dahi şehittir: Kim halis niyetle Allah tan şehid olmayı isterse, yatağında ölse bile Allah onu şehidler mertebesine ulaştırır. (Dârimî, Cihad, 16). Kimler şehittir: 1- Hakîki şehid yani dünya ve âhiret hükümleri bakımından şehid olanlar: Allah ın dininin yüce olması için ve vatanını savunurken ölen Müslümanlar. Bu kimseler, yıkanmazlar, kefenlenmezler ve namazları kılınarak elbiseleri ile defnedilirler. 2- Dünya hükümleri bakımından şehid olanlar: Müslümanların safında savaşırken ölen münâfıklardır. Bunlar da hakîki şehid gibi yıkanıp kefenlenmeden namazları kılınarak elbiseleri ile defnedilirler. Bunlar Müslüman olmadıkları için âhirette şehitlik sevabı alamazlar. Çünkü şehidlik Müslümanlara özgüdür. 3- Hükmî şehid yani sadece âhiret hükümleri bakımından şehid olanlar: Hakîki şehidin şartlarından birisini taşımaması sebebiyle yıkanıp kefenlenen âhiret itibariyle şehid olanlardır. Bunlar, dini, canı, malı, namusu uğrunda ölenler (Ebû Dâvûd, Sünne, 29; Tirmizî, Diyât, 21); salgın hastalıktan, karın ağrısından, boğularak ve göçük altında ölen kimseler (Buhârî, Cihâd, 30, Tıb, 30; Müslim, İmâre, ), yanarak ölenler (Mâlik, Cenâiz, 36), hamile iken ölen, loğusa iken ölen, haksız yere öldürülenler (Nesâî, Cenâiz, 14, 112, Tahrîmu d-dem, 25) şehittirler. Şehitlik Sevabına Denk Başka Ameller Var mıdır? Bazı ibadetler vardır ki, onlara Allah yolunda savaşanların sevabı, bu yolda ölürse de şehid sevabı getirecek davranışlar vardır. Hayırlı bir şeyi öğrenmek veya öğretmekten başka hiçbir maksadı olmayarak benim mescidime gelen kimse, Allah yolunda savaşan mücâhidin mertebesindedir. Bundan başka bir niyetle (mescidime) gelen kimse de başkasına âit bir eşyaya bakan kimse mesabesindedir. (İbn Mâce, Mukaddime, 17). Hadiste, ilim öğrenen ve öğretene verilen sevabın savaşta mücâhidin alacağı sevap gibi değerlendirilmesi ona teşvik ve iyi niyetle alakalıdır. Çünkü Mü minin niyeti amelinden daha hayırlıdır. (Beyhakî, Şuabu l-imân, IX, 176). Yine niyetle alakalı olarak can-ı gönülden şehid olmak isyen yatağında ölse bile şehittir: Kim samimi bir şekilde Allah tan şe- Yapılması gereken, elbirliğiyle kendimizi ideal insan, neslimizi ideal nesil, toplumu ideal topluma dönüştürme gayretiyle çalışmaktır. Bu da ancak bizlerin olmamız gerektiği şekilde olmamızla gerçekleşir. Şubat 11

12 hid olmayı isterse, Allah onu yatağında ölse bile şehitlik mertebesini verir (Müslim, İmâre, 157). Ayrıca Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime sarılırsa, ona yüz şehid sevabı vardır. Ebû Nuaym el-isfehânî, Hılyetü l-eviyâ, VIII, 200). Allah Teâlâ topyekün bir seferlik hariç Müslümanların hepsinin savaşa çıkmasını uygun bulmamaktadır: Mü minlerin hepsi topyekün savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan büyük kısmı savaşa çıkarken, bir takım da din hususunda sağlam bilgi sahibi olmak, dinî hükümleri öğrenmek için çalışmalı ve savaşa çıkanlar geri döndüklerinde kötülüklerden sakınmaları ümidiyle, onları uyarmalıdır. (Tevbe, 9/122) Mü minlerin savaşa katılacak orduları oldukları sürece savaştan geri kalanlar mesleklerini icra etmelidirler. Doktorsa doktorluğunu, öğretmense öğretmenliğini, öğrenci ise öğrenciliğini, esnafsa esnaflığına, çiftçi ise çiftçiliğine devam etmelidir. Herkes mesleğini en iyi bir şekilde niyeti de Müslümanlara hizmet edip Allah ın rızasına ulaşmak olursa bu yaptığının hem dünyasına hem de âhiretine faydası olacaktır. Böyle olan toplumların fertleri de mutlu olur bu toplumun ilerlememesi için de hiçbir sebep yoktur. Hatta yine bununla bağlantılı olarak her hangi bir okula devam eden bir öğrenci niyeti, âilesinin geçimini sağlamak, vatanına milletine dinine hizmet etmek olursa bu öğrenci de sırf iyi niyetinden dolayı ders çalıştığı sürede ibadet etmiş sevabı alır, demek yanlış olmaz zannederim. Hatta bu uğurda ölürse şehid sevabı da inşallah- alır. Şehidlere Vaad Edilenler Allah Teâlâ kendi rızası uğrunda mücadele eden, gayret eden kullarına nimetlerin en güzelini hazırlamıştır. Onların Allah katındaki dereceleri peygamberler ve sıddîklarla beraberdir. (Nisâ, 4/69). Allah yolunda öldürülenlere gelince Allah onların amelini zayi etmez Allah onları kendilerine tanıtmış olduğu cennete koyacaktır. (Muhammed, 47/4-6). Sakın Allah yolunda öldürülenlerin ölü olduklarını sanma! Onlar diridir ve rableri katında rızıklara mazhar olmaktadır. (Âl-i Imrân, 3/169) Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden, hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, yolumda eziyete uğratılanların savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And olsun ki, Allah katından bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katındadır. (Âl-i Imrân, 3/195) Yapılması gereken, elbirliğiyle kendimizi ideal insan, neslimizi ideal nesil, toplumu ideal topluma dönüştürme gayretiyle çalışmaktır. Bu da ancak bizlerin olmamız gerektiği şekilde olmamızla gerçekleşir. Selam ve dua ile... *Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi. 12 Şubat

13 Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Bilakis, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz. (Bakara/154)

14 Teslimiyet ve Şehadet Arzusu Abdullatif ACAR Ö harbi t u h U a.v) it lah (s. l ü l rı tesb û a s l k a Ra c la şa katı a v bin Ha a s i f a R için ı aş ak Arkad, n e ini anc k ğ i r d l i e de ç se p için duyup r i a n h i ğ n i i ed dic eçilem s varıp, n i a n n i ı s i n d a ny ken basını a b yenerk e t u ş l e o r s gü bir en onu b i n Cün k i u b b l e r a ü H ek Sem r e y destan i e d r e l l m i i d ı, d ınmas k a y n deb i isedir. d a h r bi 14 lüm kaçışı olmayan bir hakikat, inkarı imkansız bir gerçektir. Her fani bu gerçekle yüz yüze gelecek Yeryüzünde her canlı fanidir, yok olacaktır (1) Her nefis ölümü tadacaktır (2) Bu dünyada ki misafirlik son bulacak, imtihan bitip her imkan elimizden alınacaktır. Bu dünyaya gelmek elimizde olmadığı gibi, gitmekte elimizde değildir. Halık-i Zülcelal istediğini yaratmaya muktedir olduğu gibi almaya da muktedirdir. Onun taktirinin önünde hiç bir fani asla söz sahibi olamaz. Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor: Deki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz o size bütün yaptıklarınızı haber vereceksiniz (3) Bilerek veya bilmeyerek teslimiyeti yaşıyoruz aslında; güneşin doğmasın da dünyanın dönmesin de, rüzgarın esmesinde, nebatatın bitmesinde, Şubat

15 şeklimizde, şemalimizde, daha nice şeylerde asla dahilimiz olmadan, rüzgarın önünde bir yaprak misali Allah ın ayetlerinin bir tecellisi, hakikat aleminin bir numunesi olarak ölümle bu dünyaya bir nokta, ebedi aleme bir kapı oluyor, o kapıdan geçiyoruz. Madem cüz-i irademiz, karşısında elsiz ayaksız kaldığı, aklın mantığın güç ve kuvvetin el bağladığı bu hakikatlar karşısında, teslimiyeti yaşıyoruz, bunu gönülden bir bağlılık şekline dönüştürüp irademizin eline verilen şeylerle, tam bir kulluk bilinciyle ne için yaratıldıysak o istikamette huzurlu ve mutlu bir şekilde hayatımızı geçire biliriz. Evet, niceleri vardır ki, boynu bükük, korku ve dehşet içerisinde, gözü hala gerilerde, melül ve zelil bir şekilde teslimiyetten uzak, istemeyerek ölüm köprüsünden geçip gitmektedir. Kimide vardır ki, sevenin sevdiğine, aşığın maşuğuna kavuşması gibi -bu dünyada misafirlik sona ermiş, asıl vatana, Allah ın rahmetinden ümit var olarak, isteyerek- gönül rahatlığıyla geçmektedir bu kapıdan. Ahiretten umanlara ölüm vuslattır, ancak inançsız insanlarda ölüm istenmeyen, beklenmeyen bir ızıraptır. Şair ne güzel anlatmış bu geçişi, gidişi: Kimi nur, aşk, imanla, kimi tam takır gider Kimi parlak bir inci, kimide bakır gider. Ey cihan tarlasından başak toplayan adam, Köşkü, sarayı, hanı herkes bırakır gider. Yüce Rabbımız gerçek manada, kendini Allah a teslim edenlerin emniyet içerisinde olacaklarını vurgulayarak buyuruyor ki: Hayır kim(güzel davranış ve) iyiliklerde bulunarak kendisini Allah a teslim ederse, onun Rabbı katında ecri vardır, onlar için korku yoktur, ve onlar mahzun olmayacaklardır. (4) Evet, önemli olan Allah tan aldığımız bu can emanetini, üzerine bir leke kondurmadan, kirletmeden, ona bir halel getirmeden, aldığımız gibi temiz ve duru bir şekilde yerine teslim etmektir. Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz, hakikatini kulaklarımıza küpe etmeliyiz de öyle yaşamalıyız. İnsan dünyada, Allah ın rızası istikametinde ömrünü geçirirse, ölümünde de hak üzere olacağından ümit edilir, ancak ölümü düşünmeyen, ölmeden önce hesap ve kitabını yapmayan, nefislerinin istek ve arzularına esir olarak ömrünü geçirenlerin ölümlerinin iman üzere olacağı tehlikededir. Ahirette de hesapları zordur. Bu dünyada hesabını veremeyeceğimiz hiç bir işe girmemeliyiz, her davranışımızı hakkın rızasına ayarlamalıyız. Nasıl Bir Teslimiyet Kuran-ı kerimde Müslüman, Allah u Tealanın emirleri karşısında mutlak bir teslimiyet anlamlarına gelir. Ama bu teslimiyetin sınırlarını yine yüce yaratan çizmiştir, nerede ve ne zaman, nasıl ve neleri yapmamız gerektiğini peygamberler aracılığıyla bizlere bildirmiştir. Her şeyin gerçek sahibi O. Biz ona inanmış, kalben tasdik etmişiz. O zaman direnmenin (haşa) onun emirlerini sorgulamanın anlamı nedir. İtiraz vari hareketlere girmek kayıp etmekten, cezaya müstahak hale gelmekten başka bize neler kazandırabilir. Yüce Ya- O eşsiz Önder (s.a.v.) daha çocuk yaşlarındayken arkadaşları oyuna davet ettiklerinde, Ben oyun oynamak için mi yaratıldım diyerek ta o zamandan itibaren büyük olmanın yollarını göstermiştir insanlığa. Şubat 15

16 radan bize verdiğini/ verdiğinden istiyor, hemde bunu bizim fedakarlığımız olarak kabul ediyor. Ayrıca ona sonsuz ecir vadediyor. Bir misal vermek istiyorum: Biliyorsunuz askere gidecek olan birisiyle ilgili teslim olma kelimesini kullanırız, Ne zaman teslim olacaksın yani askerliği yapmayı ne zaman kabul edeceksin diye. O da falanca ay, falanca gün teslim olacağım der. Şimdi bu kardeşimiz askerliği yapmayı kabul ettiğinde bütün askeri kuralları da kabul etmiş demektir, komutanların emirlerini sorgulamadan yapacağına dair garanti vermiştir değil mi, ancak buna rağmen nizamiyeden içeri girerken nöbetçi subayını çağırsa, gel bakalım kağıt kalem getir ve yaz ben askerliği yapmayı kabul ettim ama içtimalara katılmam, denetimlerle işim olmaz, hele işin ucunda ölüm mü var, savaş mı var asla kabulüm değildir, yaz ve imzala derse, olur mu, belki okkalı bir tok yer komutanından oradaki askerleri de üzerine güldürür. Değerli kardeşim şimdi beni can kulağıyla dinle! sen akılla donatılmış, cüz-i iradenle aklını kullanıp, menfaatini düşünüp, kelime i şehadet parolasıyla İslam kışlasına Müslümanlık ünü formasıyla girmiş, Allah ın emrinde bir kul olmuşsun, Allah sana neyi emrediyorsa durma, duraklama yap. Yarın yaparım diye erteleme,peygamberimiz: Yarın yaparım, yarın yaparım diyen helak olmuştur diye buyuruyor. Helak olur, cezaya çarptırılırsın İslamı sadece namaz oruç, zekat hacdan ibaret görmek de doğru değildir. Elbetteki, Allah ın emrini yerine getirmek adına malımızın kırkta birini fakirlere vermek bir teslimiyet gereğidir. Ve hem malı temizlemek hemde bereketlendirmektir. Ayrıca fakirin hakkına riayettir. Beş vakit namazı kılmak; Allah a olan kulluğumuzu her an canlı tutmak, fuhşiyattan ve münkerattan korunmaktır. Hacla, ömürde en az bir defa o mübarek yerleri ziyaret ederken hemde dünyanın her tarafından gelen Müslüman kardeşlerimizle görüşmek, buluşmaktır, mahşeri hatırlamak, hesabı canlı tutmak, günahlardan temizlenmektir. Senede bir ay tutulan oruçta teslimiyetin başka bir buudu saklıdır; sabır talimi vardır, nimetlerin kıymetinin yakinen görülmesi söz konusudur. Evet bunlar İslamın olmazsa olmaz emirleridir, mutat olarak yerine getirdiğimiz farzlardır. Bunları, anlamlarına uygun bir şekilde yerine getirdiğinizde -dikkat ederseniz- bu ibadetler adeta, sizleri hayatın bütün alanlarına, oralardaki sorumluluğunuza taşır. Başka bir ifadeyle: İslamı sadece bunların şekillerinden ibaret görmek, hem yukarıda saydığımız ibadetlerin mahiyetine zıttır hemde İslamın hayatı kuşatan anlayışına. İslamın emirlerine bir bütün olarak bakmalı, belirli emirlerini alıp ötekileri bir kenara bırakmak, umursamamak teslimiyetin, kulluğun, anlamına kavuşmasına engel teşkil eder. İbadetlerimizde her an takva üzere bulunmalıyız; Çıtayı geniş tutmalı, arayı açmamalı, şüpheli şeylerden bile kaçınmalı, ipin ucunu sıkı tutarken, şeytan ve nefise aman vermemeli. Zira her günah, küçük görünen şeylerle, umursanmayan davranışlarla insanın hayatına girer. Belki, Allah ı hatırlamayı değil, unutmamayı hedefimiz haline getirmeliyiz; unutulduğunda hatırlamak hatırlanınca bir daha asla unutmamak olmalı gayemiz. Allah tan bir anlık gaflet ettiklerinde günah mı işledim diye tevbe ederler takva ehli insanlar. Allah ın veli kuluna, birisi soruyor: Bugün Allah ı ne kadar Ayağı sakat olduğu için, çocukları, harbe katılmasını engellediğinden, Rasülüllah (s.a.v) e varıp, Ben şehadetin kokusunu duyuyorum ancak oğullarım Müsaade etmiyor diyerek savaşa izin isteyip, katıldığı harpte kokusunu duyduğu, şehadet şerbetini içen Hz. Amir İbnu l Cemuh, başka bir yürektir asrı saadetten. 16 Şubat

17 zikrettin o da diyor ki: Hiç unutmadım ki. çünkü o unutulursa, şeytanın hemen tuzağına düşülür, o unutulursa, kulluk adına her şey unutulur. Yüce Yaradan a ibadeti bir borç ödeme samimiyetsizliğiyle değil, kul olma şuuruyla, ihlas ve samimiyetle yerine getirmeli. Hayatı tamamen Allah için yaşamalı, varlığını ve yokluğunu ona has kılmalı, yeri ve zamanı geldiğinde candanda geçmeli candanda, maldan da mülkten de, makam mevkiden de, Sen varsın sen bana yetersin, sen varsan gam yok, keder yok, senin sevgin olmayınca, senin muhabbetin bulunmayınca kalbimde, hiçbir şey bana anlamlı değil, hiçbir şeyden de huzurlu olamam demeli diye bilmeliyiz. Yüce Rabbımız şöyle buyuruyor: Kim ihsanda bulunan(biri) olarak yüzünü( kendini) Allah a teslim ederse,artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır, bütün işlerin sonu Allah a varır. (5) Sadakatte, samimiyette zirveleri tutmuş, Sıddıkı ekber, Hz. Ebu Bekir (r.a), Malının tamamını Allah yoluna sadaka olarak verdiğinde, Peygamberimiz: Ya Ebu bekir, evine, çocuklarına ne bıraktın diye sorduğu zaman Allah ve Rasülünü, onların sevgisini bıraktım yetmez mi? Ya Resülellah diye cevap vermiştir. Cennet kandili Hz. Ömer, Hz. Ebubekirle hayırda hep yarış halindeydi; malının yarısını Allah için verirken, o verdiğini kayıp etmek olarak görmüyor, kazanmanın vesilesi biliyordu. Yine bir gün hurma bahçesini gezerken o gün, ikindi namazını cemaatle kılamadığından, bu bahçe beni cemaatle namaz kılmaktan engelledi diyerek, o bahçeyi şeytana Ah ne kadar güzel, cennetle aramızda bir nefeslik mesafe kalmış, demek ki cennete gitmek için Allah yolunda çarpışıp şehit olmak kafi.. diyen, sonrasında, torbasından çıkarıp hurmaları yemeye başladığında şu hurmaları yeyinceye kadar yaşarsam bu uzun süredir diyerek hurmaları elinden fırlatıp düşman saflarına dalıp, orada şehadet şerbetini içen, Umeyr bin Humam ın cennete kanat çırpışını her Müslümanın bilmesi gerekir herhalde. misilleme olsun, belki, hatasını telafi etmek için Allah yolunda hiç tereddüt etmeden sadaka olarak veriyor. Malını verdiği gibi canını da veriyor şehadet şerbetini içiyor. Şu orduyu kim donatır ve techiz ederse, ona cennet var dediğinde Allah ın Rasulü, o cenneti ben satın almak istiyorum diyerek, 950 deve, 50 at, ayrıca1000 dinarı Allah yolunda vermekten zerre kadar tereddüt etmedi Zinnüreyn lakaplı, meleklerin bile kendisinden haya ettiği Hz. Osman (r.a). yine şehadet mertebesine kavuşarak ta teslimiyetin en zirvesini yaşadı. Sadakanın faziletini duyduklarında veren el olabilmek için ellerinde bir şey olmadığından çalışıp çabalayıp infak eden sahabelerin hayatıyla doludur asrı saadet. Bir kuru ekmeğini ikiye bölen, varını yoğunu kardeşleriyle bölüşen, üst üste günlerce oruç tuttukları halde evlerine gelen bir fakiri geri döndürmemek için, iftarlıklarını o fakire vermede tereddüt etmeyen sahabelerden ders almak adına ne yapıyoruz. Resülüllah(s.a.v.) bir güneştir, her şey nurunu, ışığını ondan almaktadır. Karanlıklar boyun büküp çekip gitmiştir o doğunca. Yıldızlar, gezegenler de ışığını ondan alır. O nun ahlakıyla ahlaklanan, onun güzelliğini bezenen sahabeleri Resulüllah, gökteki yıldızlara benzeterek yolumuzu bulmak, bu karanlık Şubat 17

18 dünyada kayıp olmamak için onların işaretlerine, onların yaşantılarına, onlar gibi yaşamaya davet etmiştir bizleri. Daha nice Sahabeler Allah için her şeylerini ortaya koydular. Canlarını hiçe saydılar, o uğurda vermekten değil vermemekten, ölmekten değil ölmemekten korktular. Teslimiyet işte böyle Bir şeydir. Sevmek bedel isteyen, ispat gerektiren bir davranıştır. Allah sevgisi, Rasülüllah(s.a.v.) muhabbeti dünyaya postunu atanların işi değildir. Akıllı insan odur ki, ebedi alemi fani aleme tercih eder. Dünyadan vazgeçip ahirete yatırım yapar, dünya sevgisini kalbine yerleştirmeden, dine hizmet için sever, sevecekse de. dünyanın altında ezilmez, ondan Allah rızası istikametinde faydalanır. Öyle bir ölümü seçer ki o ölüm Meleklerin bile bile imrendiği bir ölüm olur. Kainatın efendisi(s.a.v.) buyuruyorlar ki: Üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imanın tadını bulur. 1- Bir kimse Allah ve Resülüne başkalarından daha sevgili olmak (canından, malından ve her şeyinden ziyade sevgili olmak) 2- Bir kimse sevdiğini yalnız Allah için sevmek. 3- Bir kimseyi Allah küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten, ateşe atılmaktan tiksindiği gibi tiksinmek. (6) Yüce Allah sözüyle özü bir olan, girdikleri mesuliyetin sorumluluğunu bilen, teslimiyeti kayıtsız ve şartsız bir şekilde yaşayanları övüyor ve böyleleri hakkında buyuruyor ki: Müminler içerisinde Allah a verdikleri sözde nice erler vardır. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir. Kimide ( şehitliği) beklemektedir. Onlar hiç bir şekilde ( sözlerini) değiştirmemiştir (7) Yine Peygamberimizde: Kim Allah tan şehitlik isterse Allah o kimseyi yatağında ölse de şehitlik mertebesine yüceltir (8) buyurarak bu yolda ihlasın, samimiyetin ne kadar önemli olduğuna işaret ediyor. Evet Yüce Allah bizleri, emanet olarak verdiği her şeyle imtihan ediyor; bazen malla, bazen evlatla, bazen hastalıkla bazende canla. Taki samimiyetimiz ortaya çıksın, imtihanda başarılı olanlar ayırt edilsin, Allah ı ve Rasülünü sevenler, onlara yakınlığı isteyenler belli olsun. Bu uğurda fedakarlğı yüce Allah en kazançlı ticaret olarak görüyor ve buyuruyor ki: Allah, Allah yolunda, çarpışıp öldüren ve öldürülen müminlerden, karşılığı cennet olmak üzere, mallarını ve canlarını satın almıştır. Bu onun üzerine Tevrat İncil ve kuranda vaat edilmiş bir haktır, Allah tan ahdine daha çok vefa gösteren kim vardır. Şu halde yapmış olduğunuz bu alış verişinizden, dolayı sevinin, işte büyük kurtuluş budur. (9) Bu gibi müjdeler müminleri heyecanlandırmalı, bu yolda olmaya bu uğurda şehadet şerbeti içmeye nefsimizi ikna etmeliyiz, yoksa kayıp edenlerden oluruz. Ey Rabbim emanet olarak verdiğin o azaları yerinde kullanamadım, hakkını veremedim, senin huzuruna çıkmaktan haya ettim, bunun için onları senin Rasülünün yoluna, senin yoluna harcadım. 18 Şubat

19 kazanmanın en güzel yolu, Onun uğruna fedakarlıkta bulunmak, onun için canla başla çalışmaktır şüphesiz. Bizlerin gerçek sahibi O ( c. c). O (c.c.) istemese hiçbir şeyin bizlere faydası olmaz, o zaman bu ticaret, bizler için ağır bir imtihan olmasının yanında, O nun rızasını kazanmak içinde bir fırsattır. Dünyada bile ticaretle uğraşırken hep kazanmayı isteriz, günümüzü ömrümüzü adeta bu uğurda heba ederiz, yiyeceğimiz bir lokma ekmek için yapmadığımız fedakarlık, girişmediğimiz iş kalmaz. Hep dahasını isterken ömrün nasıl bittiğinin farkında olamayız, kazandığımızı bile yemeden göçüp gideriz. Evleneceği Ancak ahiret için bu hayat sermayesiyle, dünya tarlasında, ne ekiyor, ahiret için nasıl bir yatırım yapıyoruz. Böyle bir teklif karşısında insan kazanıyor hemde fani olan, aslında kendine ait olmayan şeyle ebedi alemi kazanıyor. Allah ın vaadi haktır, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı( şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın. (10) Allah verdiği sözden dönmez. (11) İnsanlar kalu belada, ruhlar aleminde verdikleri, kelime i şehadetle kabul ettikleri teslimiyeti yeter ki yerine getirsinler. Halbuki Allah (c.c.) hu bu hususta bizleri defaatle uyarıyor: Eğer Allah yolunda öldürülürseniz veya ölürseniz, Allah ın size lütfettiği, mağfiret ve rahmet, onların biriktirdiklerinden, daha hayırlıdır, And olsun ki ölseniz de öldürülseniz de, muhakkak Allah ın huzurunda toplanacaksınız. (12) Allah yolunda öldürülenlerin diri olduklarıyla ilgili de Yüce Allah şöyle buyuruyor: Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, aksine onlar diridirler, ancak siz fark edemiyorsunuz. (13) Evet şehitler sağdırlar, Allah tarafından rızıklandırılmaktadırlar, onlar Allah ın özel misafiridirler, şehitler cennete istedikleri yerlere giderler, şehitlere şefaat yetkisi verilmiştir. şehitler için peygamberlerin bile gıpta ettiği makamlar vardır. Peygamberimizin (s.a.v.) buyuruyor ki: Muhammedin nefsi kudret elinde olan Allah a yemin ederim ki,, isterim ki Allah gecenin sabahında, cihat çağrısını duyup, yıkanmadan cünüp olarak savaşa katılıp, melekler tarafından yıkanan, el- gasil lakaplı Hz. Hanzala nın hayatında neyi öncelediği, neyi bilinç altına yerleştirdiği, neyi beklediği bizlere -düşünmek içinnede büyük bir derstir. yolunda, cihat edip öldürüleyim,, sonra yine cihat edip öldürüleyim, sora yine cihat edip öldürüleyim. (14) Başka bir hadisi şerifinde ise şehadet mertebesine ulaşan bir insanın önü alınmaz bu istek ve arzusunu şöyle ifade ediyor: Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez, yüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehit böyle değil. O mazhar olduğu ikramlar sebebiyle, yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı temenni eder. (15) Sahabede Şehadet Arzusu Sahabeler, şehadet şerbetini içebilenlere, verilen müjdeleri duydukça, böyle bir mertebenin önemini anladıkça, adeta onu elde etmek için bir birleriyle yarıştılar, hep cihada katılmayı arzuladılar, bu hususta önde olmayı, önce ölmeyi bir ikram ve lütuf olarak gördüler. Tabi oldukları nurdan ilham almışlardı. Fedakarlığın zirvelerdeki bayrağını, teslimiyetin esintileriyle, dalgalandırmanın nasıl olacağının talimini, stajını ondan görmüşlerdi çünkü. Şubat 19

20 O eşsiz Önder (s.a.v.) daha çocuk yaşlarındayken arkadaşları oyuna davet ettiklerinde, Ben oyun oynamak için mi yaratıldım diyerek ta o zamandan itibaren büyük olmanın yollarını göstermiştir insanlığa. Onun içindir ki, o asrı saadetin çocukları bile savaşa katılabilmek için ayak parmaklarının uçlarına basarak boylarını uzun gösteriyorlardı, aslında kocaman yüreklerini gösteriyor, O savaşa katılmayı şiddetle arzu ediyor, geri kalmayı ise içlerine sindiremiyorlardı. Hele bunlardan, Semüre bin Cündep ile Rafi bin Hadic vardı ki adeta bugünün büyük cüsetli insanlarına ders olacak samimiyetlerini ortaya koymuşlardır. Resülüllah Uhut harbi için savaşa katılacakları tesbit ederken, Arkadaşı Rafi bin Hadic in harp için seçildiğini ancak kendisinin seçilemediğini duyup bir soluk babasının yanına varıp, Halbuki ben onu güreşte yenerdim diyerek Semüre bin Cündeb in yakınması, dillere destan bir hadisedir. Babası durumu Resülüllah a anlattığında Rasülüllah (s.a.v.), O zaman güreş yapsınlar da bakalım diyerek güreş yapmalarını istemiş, neticede Semüre bin Cündeb in galip geldiğini gördüğünde de onunda savaşa katılmasına müsade etmiştir. İhtiyar sahabiler bu kervandan geri mi duracaklar. durmadılar da; onlarda genç görünmek için ellerinden gelen gayretleri gösteriyor dim dik duruyorlardı, ta ki Rasülüllah cihada onları da seçsin. Ayağı sakat olduğu için, çocukları, harbe katılmasını engellediğinden, Rasülüllah (s.a.v) e varıp, Ben şehadetin kokusunu duyuyorum ancak oğullarım Müsaade etmiyor diyerek savaşa izin isteyip, katıldığı harpte kokusunu duyduğu, şehadet şerbetini içen Hz. Amir İbnu l Cemuh, başka bir yürektir asrı saadetten. (16) Yine, Resülüllah konuşmasında, Müslümanları cihada teşvik ederken, o etkili ve tesirli konuşmasının neticesinde Ah ne kadar güzel, cennetle aramızda bir nefeslik mesafe kalmış, demek ki cennete gitmek için Allah yolunda çarpışıp şehit olmak kafi.. diyen, sonrasında, torbasından çıkarıp hurmaları yemeye başladığında şu hurmaları yeyinceye kadar yaşarsam bu uzun süredir diyerek hurmaları elinden fırlatıp düşman saflarına dalıp, orada şehadet şerbetini içen, Umeyr bin Humam ın cennete kanat çırpışını her Müslümanın bilmesi gerekir herhalde. (17) Uhut savaşı öncesi Abdullah bin Cahşın, Sa d bin Ebi Vakkas a: Gel savaştan önce bir dualaşalım, ben dua edeyim sen amin de sen dua et ben amin diyeyim. diye sözleşmesi şehadete ne kadar da susamışlığın bir göstergesi olsa gerek. Abdullah bin Cahş şöyle dua ediyor : Allah ım benim bugün karşıma güçlü bir düşman çıkar onunla kıyasıya çarpışayım, sonra o beni öldürsün, bununla yetinmeyip karnımı yarsın, kulaklarımı, burnumu kessin, ve ben o halimle huzuruna çıkayım, sen bana sana verdiğim azalarımı, ne yaptın dediğinde, bende: Kimi nur, aşk, imanla, kimi tam takır gider Kimi parlak bir inci, kimide bakır gider. Ey cihan tarlasından başak toplayan adam, Köşkü, sarayı, hanı herkes bırakır gider. 20 Şubat

21 Ey Rabbim emanet olarak verdiğin o azaları yerinde kullanamadım, hakkını veremedim, senin huzuruna çıkmaktan haya ettim, bunun için onları senin Rasülünün yoluna, senin yoluna harcadım. Sa d bin Ebi Vakkas diyor ki: Ben bu duaya içimden amin demek gelmedi, ancak öyle sözleştiğimiz için amin dedim, vallahi duası da kabul oldu, akşama doğru gördüm ki şehit olmuş, burnu ve kulağı kesilmiş, bir ipe sarılmış sallanıyordu. (18) Evleneceği gecenin sabahında, cihat çağrısını duyup, yıkanmadan cünüp olarak savaşa katılıp, melekler tarafından yıkanan, el- gasil lakaplı Hz. Hanzala nın hayatında neyi öncelediği, neyi bilinç altına yerleştirdiği, neyi beklediği bizlere -düşünmek için- nede büyük bir derstir. (19) Ya Hz. Halid bin Velid! yaklaşık yüz savaşa katılmış, vücudunun bir çok yerinden yara almış, ancak ölüm hastalığına yakalanarak yatağında ölmüş. Böyle bir samimiyet inşaallah ona da şehadet mertebesini kazandırmıştır herhalde. Resülüllah(s.a.v.) bir güneştir, her şey nurunu, ışığını ondan almaktadır. Karanlıklar boyun büküp çekip gitmiştir o doğunca. Yıldızlar, gezegenler de ışığını ondan alır. O nun ahlakıyla ahlaklanan, onun güzelliğini bezenen sahabeleri Resulüllah, gökteki yıldızlara benzeterek yolumuzu bulmak, bu karanlık dünyada kayıp olmamak için onların işaretlerine, onların yaşantılarına, onlar gibi yaşamaya davet etmiştir bizleri. Beni Süleym kabilesinde sa d isimli kahramanın cihat denince hayatta en fazla arzuladığı şeyi bir an ahirete ertelemesi ne büyük bir fedakarlıktır: Sa d çok fakir olduğundan kimse kız vermiyor, ancak Rasülüllah (s.a.v) in araya girmesiyle Amir bin. Veheb kızını vermeyi kabul ediyor, tam isteğine kavuşacak çarşıda düğün hazırlığı yaparken bir nida duyuyor cihada diye. Hiç durur mu sa d zaten düğün için başkalarının verdiği bir miktar parayla bu sefer savaş için gerekli hazırlığı yaparak tereddütsüz koşuyor harp meydanına, düşmanla amansız bir şekilde çarpışıp Rasülüllahın kucağında şehadete kanat çırpıyor. Rasülüllah (s.a.v) bir ara ağlıyor, sonra gülüyor, ve biraz sonra başını başka tarafa döndürüyor. Sahabeler soruyorlar Ya Rasülüllah böyle yapmanızın sebebi nedir ki. Resülüllah o kahraman sahabenin neleri geride bıraktığında aslında ne büyük lutuflara mazhar olduğunu şöyle anlatıyor. Sa d a sevgim ve merhametimden dolayı önce ağladım, havz-ı kevsere doğru uçtuğunu görünce güldüm, huriler sa d geldiğinde etrafına toplandıklarında da yüzümü döndürdüm gidin Amir bin. Veheb e söyleyin ki Allah sa d ı onun kızından daha hayırlısıyla evlendirdi. (20) Evet daha nice örneklerle de göreceğimiz gibi şehadet sahabede bir tutkuydu, o tutku Allah a olan önü alınmaz bir aşk, dizginlenemeyen bir sevda, dost doğru bir istikamet, sarsılmaz bir teslimiyetti. Allah bizleri de onların cümlesine ilhak eylesin karını zararını düşünen akıllı kullarından eylesin (amin) Selam ve dua ile vesselam.... *(Mahmut Sami Ramazan oğlu Camii İmam Hatibi) 1( Er-rahman26), 2(Ankebut,57), 3(Cuma,8), 4(Bakara,112), 5(Lokman,22), 6(Müslim, 1/26), 7( Ahzab,23), 8( Müslim, İmare, ), 9(Tevbe,,111), 10( Fatır,5), 11(Ra d,31), 12(Ali İmran, ), 13(Bakara,154), 14( Buhari Müslim), 15( Buhari, Cihat,s..21; Müslim, İmaret,108), 16(bkz., İbnü Hacer-Beyhaki,Sünen c.9,s.24), 17 (Müslim, İmare,145), 18 (bkz. Hakim,II,274-Taberani), 19 ( bkz. Biharul- Envar,20/57), 20 İslamı anlatıyorum, s (Mustafa Necati Bursalı), Tuğra neşriyat Şubat 21

22 20.Yüzyılda Bir Bedir Arslanı Av. Ali BÜYÜKADALI Şehit olma arzusu, O nda çok derin bir arzu derecesindeydi. Sürekli şehit olmak istediğinden bahsederdi. Yine araziye çıktığımız zamanlardan birinde, çadırda şöyle sitemde bulundu. Ya Rabbi sen beni sevmiyor musun da beni şehit olarak almıyorsun? dedi. Şehadetinin üzerinden 20 sene geçen ve 21. yılına girmek üzere olduğumuz, çok kıymetli, şehidimiz, şefaatçimiz, müstesna şahsiyet, Şehit Piyade Komando Binbaşı Bedir KARABIYIK ağabeyimizden bahsetmek istiyorum. Hakkında yazılacak o kadar hatıra, bilgi, belge, olay var ki, hepsini bir arada bir kitapta bir araya getirmeye çalışsak dahi, bunun mümkün olmayacağını düşünüyorum. Daha da önemlisi, O halen aramızda yaşıyor, can dostlarının başında gelen kendisinin çok sevdiği, ağabeyi kabul ettiği, başta Emekli Piyade Komando Binbaşı Osman PİRİ abimiz olmak üzere bütün sevdiklerinin rüyasında, kıssaları, yiğitliği, hayır ve hasenatları, yardımları, yine dilden dile anlatılmaktadır. Çok fazla şey yazmaktan ziyade O nun hayatı üzerinden şehitlik, mertebesine vurgu yapmak istiyorum. Ayrıca O nu her şeyiyle anlatabilmemin mümkün olmadığı kanaatindeyim yılında, Sarıkamış ta Askeri Savcı olarak görev yapmakta iken kendisiyle tanışmak nasip 22 Şubat

23 oldu. İlk defa Tümen Komutanlığı Nizamiyesinde sivil kıyafetli olarak görmüştüm, 18 lik bir delikanlı gibiydi, yüzündeki nurdan sıradan birisi olmadığı belliydi, yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı, ancak öyle bir tebessüm ki, acı, sevdiğine kavuşamamanın verdiği hüzün içinde bir tebessüm. Kullandığı cümlelerden zaten şahsiyetinin ağırlığını, fark etmemek mümkün değildi. Zira kendisi Arapça eğitimi almış, Osmanlıcaya hakim ve çok okuyan bir kişiydi. Sonrasında, yine can yoldaşım olan ve Askeri Mahkeme de görev yapan Halil İbrahim ARIKAN ve P.Komd. Bnb. Osman PİRİ ağabeyimiz ve ismini sayamayacağım diğer dostlarımızla birlikte bir anda kendisiyle kaynaştık. Bize gençlere düşen, büyüklerimiz Bedir Binbaşı ve Osman Binbaşımızdan feyz almaya çalışmaktı, her ikisinin de üzerimizdeki haklarını ödememiz mümkün değildir, Allah gani gani razı olsun. Bedir Abimiz, bir tasavvuf erbabı olarak, Allah dostlarının terbiyesinden geçmiş, dualarını almış ve seyri sülukunu tamamlamış, çok okumuş, çok çile çekmiş ve Sevgiliye kavuşma mertebesine gelmişti. Tanıştığımız ilk günden, ayrılacağımız son güne kadar HER AN PEYGAMBER AŞKIYLA YANIP TU- TUŞUYORDU, TEK ARZUSU, TEK GÜNDE- Mİ VARDI ŞEHADET. Abdestsiz yere basmazdı, Kur an-ı Kerimi, sürekli üzerinde taşırdı, eğitim yaptırırken verdiği ölçüler dahi Kur anı Kerim surelerinden olurdu, örneğin 7 yasin-i şerif okuyup bitirecek kadar koşmak gibi. Kendisi çok asil bir aileden geliyordu, babası ve ağabeyi de şehit düşmüşlerdi. Kuleli Askeri Lisesinde öğrenci iken ağabeyinin şehadeti üzerine yazdığı Osmanlıca şiir bilginize sunulmuştur. Korku denen kavramı sadece Allah tan korkmaya indirgemişti, dünyevi hiçbir şeyden korktuğuna hiç kimse şahit olmamıştır. İslam a ve Müslümanlara saygısızlık edenlere, düşmanlık edenlere tahammülü yoktu, böylesi bir olay yaşandığında etrafında bulunan ve bu yanlışı yapanlar, kendisinden korktuklarından kaçacak delil ararlardı. Allah için sever, Allah için buğz ederdi. Müslüman olduğu için çok zulüm gördü, çok çile çekti, kendisine yapılan zulüm ve işkenceler, sayılamayacak kadar çoktur. Türk Silahlı Kuvvetlerini, Peygamber Ocağı olarak gördüğü için yapılan zulümlerden dolayı hiç isyan etmedi, verilen görevleri en güzel şekilde yerine getirdi. Özellikle en çok şehit verilen riskli yerlerde, görevi yapmamasını gerektiren haklı sebepleri olmasına rağmen, itiraz etmeden çalıştı, operasyonlara çıktı, ömrü, ailesinden ayrı, dağlarda, çatışmalarda geçti. İnançlı olduğu için hakarete uğradı, horlandı, dışlandı, mağdur edildi, türlü eziyet ve işkencelere uğradığı halde sabretti, görevini hiç aksatmadı. ŞEHİT OLABİLMEK İÇİN ASHAB-I BE- DİR İ EZBERLERDİ, DİLİNDEN ZİKİR VE TESBİHAT HİÇ EKSİK OLMAZDI, ALLAH DOSTLARININ HAYIR DUASINI ALIRDI. Dünyevi konular, ev almak, araba arsa almak vs. meseleler, hiç mi hiç gündeminde olmazdı. Hiç unutmuyorum, kendisinden bir yıl önce tayin olduğum için, Sarıkamış tan ayrılmadan önce, Abi seneye nasip olursa nereye tayin isteyeceksiniz? şeklinde soru sorma gafletinde bulunduğumda, YİNE O ACI TEBESSÜMÜYLE BANA BAKTI VE HİÇ CEVAP VERMEMİŞTİ. Sonrasında, böyle bir soru sorma edepsizliğinde bulunduğum için kendimden çok utanmıştım. Dünya ve dünyevi meseleler, O nu çok sıkıyordu, HAYIRA VE AHIRETE YÖNELİK İSE DÜNYEVİ İŞLERLE İLGİLENİYORDU. Örneğin, Sarıkamış ta yaşayan fakire fukaraya yardım ediyordu, darda kalan bir arkadaşımızın meselesini çözmek için varını yoğunu ortaya koyuyordu, dışarıda bir ev kiralamıştı, bazen burada bir araya geliyorduk, çok sıkıntısı olan arkadaşlarımız için dua ediyor, salat-ı tefriciye çekip, tesbihat yapıyorduk. O tarihlerde BOSNA HERSEK TE YAŞANAN ZUL- ME ÇOK ÜZÜLÜYORDU, HEP ORAYA GİDİP SAVAŞMANIN HESABINI VE PLANLARINI YAPIYORDU. İbrahim Bey le beni gördüğünde, GELİN BA- KALIM BU DÜNYANIN HAKİMLERİ derdi, bu cümlesinde bile bizim mesleğimizin kul hakkını ilgilendirdiğine, ahirette bunun hesabının çok çetin olacağına yönelik çok ince bir mesaj vardı. KABINA SIĞMA- YAN, CEVVAL, CELALLİ, ÇOK DUYGULU BİR RUH HALİ VARDI. En küçük bir olaydan dahi ibret alır ve ağlardı, NEFSİ EMMARE DEN KURTULUP BAŞKA MERHALELERE ÇIKTI- ĞI, MANEVİ ÜST MERTEBE VE MAKAMLA- Şubat 23

24 RA YÜKSELDİĞİ İÇİN KALBİ YUMUŞAMIŞ- TI, ANCAK KENDİSİ BUNLARIN FARKINDA DEĞİLDİ YA DA TEVAZUDAN BİZLERE HİS- SETTİRMEK İSTEMİYORDU. Dünyevi hiçbir hesabı kitabı yoktu, arabası olmadı, kooperatife girmedi, kimseyle para alışverişine hiç şahit olmadım, bir araya geldiğimizde, gündemimiz, derdi olan bir arkadaşımız varsa, sorunun çözülmesi, müslümanlara yapılan zulüm ve işkenceler, dua, zikir, tesbihat, Kur an aşkı, Peygamber sevdası ve ŞEHADET ten ibaretti. Bir de hep birlikte Umre ye gitmemizi isterdi. Bir gece gördüğü rüyanın tabirinden, şehitlik arzusunun kabul edildiği anlaşılıyordu, ancak Osman Abimiz, edeben bu hususu kendisiyle paylaşamadı. Allahü Teala, çok sevdiği kulunu sevdiğinden hiç mahrum bırakır mı, elbette ki bırakmaz yılının Nisan ayının bir gece yarısında, Bedir Ağabeyimiz, ağlayarak uyanır, rüyasında Peygamber Sallahü Aleyhi ve Sellem Efendimizi görmüştür, şehadet edileceği müjdesini almıştır. Ertesi gün gusül abdestini alır, en güzel kıyafetlerini giyer, Sarıkamış taki bütün eş dost ve arkadaşlarını ziyaret ederek helalleşir, akşam saat sularında, operasyon emri verilir, saat sularında, Kızılçubuk Köyünde, askerlerin en önünde arslanlar gibi çarpışırken, bir gözüne isabet eden kurşun sonucu kahraman bir şekilde şehit düşer. Hemen akabinde o tarihlerde görev yapmakta olduğum Trabzon da evimi arayan Mehmet Abimizin bu olayı bana nakledişi çok ilginçtir. Saat da telefon çalınca çok heyecanlanmıştım, Mehmet Abi, Abi, Sana çok müjdeli bir haberim var, Bedir Abimiz, çok istediği arzusuna kavuştu, biraz önce şehadet şerbetini içti. demişti. Çok az, yer içerdi, ancak ikramda bulunmayı çok severdi, Allah sıhhat, afiyet ve hayırlı ömürler versin, eşi Meral Ablamızın da üzerimizde hakkı çoktur, Kendisi SALİHA HANIMLARIN EN ÖNDE Gİ- DENLERİNDENDİR. Allahü Teala, Bedir Abimize, çok muhterem bir zevce, BABALARININ İZİNDEN GİDEN, BABALARI GİBİ KAHRAMAN, KORKU NEDİR BİLMEYEN, TAHİR VE TALHA İSMİNDE, ARSLAN PARÇASI İKİ ERKEK EVLAT lütfetmiştir. ALLAHÜ TEALA, HER ÜÇÜNE DE HER TÜR- LÜ HAYRI VE GÜZELLİĞİ, BEREKETİ NASİP ETSİN. Şehadet sonrasında, O nu sevenlerin Tümen Komutanlığı na geldikleri, yetkililerin cenaze namazını kıldırtmak istememesi üzerine, sevenlerinin tabutunu alarak en yakın camide cenaze namazını kıldıkları, şehitlerine Sarıkamış halkı olarak son görevlerini yaptıkları anlatılmıştı. Müteakiben Bandırma da cenaze namazı kılınarak kendisi, Bandırma daki Şehitliğe defnedilmiştir. O kadar çok anlatılacak hadise var ki, bu yazıyı kaleme aldığımda o eski günleri, adeta yeniden yaşadığım ve duygulandığım için başkaca şeyler yazamıyorum. Müslümanların dünyevileştiği, genlerinin bozulduğu bu günlerde, müstesna şehidimiz Bedir Abimizi Sizlere tanıtıp, hatıralarının bir kısmını Sizlerle paylaşarak, bu yazdıklarımın en başta kendi nefsim Abdestsiz yere basmazdı, Kur an-ı Kerimi, sürekli üzerinde taşırdı, eğitim yaptırırken verdiği ölçüler dahi Kur anı Kerim surelerinden olurdu, örneğin 7 yasin-i şerif okuyup bitirecek kadar koşmak gibi. 24 Şubat

25 olmak üzere hepimizin hidayet, dirayet ve ferasetine vesile olmasını niyaz ediyor, Şehidimizin ruhuna üç ihlas ve bir Fatiha okumanızı istirham ediyorum. Çok kıymetli Bedir Ağabeyim, Biz seni çok sevdik, halen de seni unutmadık, ancak gafletimiz, dünyaya dalışımız nedeniyle Senin yolundan devam edemedik, ancak kendimizi toparlama azim ve kararındayız, Rabbimizin merhametini ve inayetini, layık olmasak ta Rasulullah Efendimizin, Şehitlerin Seyidi Hazreti Hamza Efendimizin, diğer Şuheda Efendilerimizle birlikte Senin şefaatini diliyoruz. Şehit P.Komd.Bnb. Bedir KARA- BIYIK hakkında en yakın arkadaşlarından birisi olan Emekli P.Komd. Bnb. Osman PİRİ ile yaptığımız röportaj, kendisinin şehidimiz hakkında görüş ve kanaatleri Kendisiyle ilk tanışıklığımız; 1968 yılında Kuleli Askeri Lisesi ne girdik. Kendisiyle devre arkadaşıydık ama farklı şubelerdeydik. Askeri liseden tanışıyorduk, ancak o dönemlerde aramızda fazla yakınlık yoktu. Mezun olduktan sonra 1974 ya da 1975 yılında birbirimizden ayrıldık, tevafuk o ki 1990 yılında yollarımız tekrar kesişti. Daha sonra Eğridir Dağ Komanda Okulundan Sarıkamış Komando Taburuna, harekat eğitim subayı olarak tayin oldum. Askeriyede tayin kitapları vardır. Mayıs ayında tayin kitapları yayınlanır ve kimin nereye tayin olduğunu bu kitaptan öğrenebilirsiniz. Mayıs ayında yayınlanan tayin kitabına baktığımda, Bedir binbaşı ile aynı yere tayin olduğumuzu gördüm. İlişik kesme işleminden sonra Sarıkamış taki birliğime katıldım. Bedir den daha önce katılmıştım birliğime. Diğer arkadaşlarla yapı olarak pek anlaşamadığımız için, Orduevinde tek kişilik odada kalıyordum. Bir hafta sonu tatiliydi, odamın kapısını kilitleyip öğle namazımı kılıyordum. Israrla kapı vurulmaya başladı, kapıdakinin gitmesini bekledim, ama ısrarla kapı çalmaya devam etti. Gitmeyeceğini anladım ve birazda sinirle kimdir bu adam diye söylenerek kapıyı açtım. Tabi bu esnada namaz takkesini kafamda unutmuşum. Açtım ve Bedir i karşımda gördüm. Benimde Sarıkamış ta olduğumu öğrenir öğrenmez beni bulmuş. Kapıyı açar açmaz boynuma sarıldı, kemiklerimi kıracakmış gibi içten bir şekilde sarılmıştı bana. Çok güçlü biriydi Bedir, pehlivan gibiydi. İçeriye davet ettim, oturduk. Bana neden belimi kıracakmışçasına, sevinçle sarıldığını şu sözlerinden sonra anladım: Osman abi seni kafanda takkeyle görünce, namaz ehli biri olduğuna şahit olunca çok sevindim, hep merak ederdim senin nasıl biri olduğunu dedi. Sarıkamış taki ilk karşılaşmamız bu şekilde oldu. O nun ruh hali; Ruh haliyle alakalı, daha doğrusu O nun fedakarlığı ve dostluğu ile alakalı bir anımı paylaşmak isterim. Bedir le odamda otururken üstümüz (üst rütbeli) geldi ve hiç hak etmediğimiz ithamlarda bulundu bize. Biz size görev verelim siz burada yatın şeklinde aslı olmayan, onur kırıcı bazı sözler sarf etmişti. Tüm denetlemelerde, benim başında olduğum bölükler düzen ve tertibinden dolayı taltif edilirdi. Bu rütbeli de gelip Osman, yine yüzümüzü ak çıkardın diye teşekkür ederdi. Ama bu defa böyle davranmamıştı, hak etmediğimiz halde bize kötü davranıyordu. Aslında, imanlı olmamız ve inancımızın gereğini yerine getirmeye çalışmamızdan dolayı, bizim yaşantımıza karşı, kalbinde büyük bir kin besliyordu. Allah Teala beni aynı komutanla üç farklı yerde imtihan etti. En son yapmış olduğu bu davranış zoruma gitmişti. Bu haksızlıkları görüşmek maksadıyla komutanın odasına gitmek için kapıya yöneldim. Bedir hemen müdahale etti ve tedirgin bir ses tonuyla Abi nereye gidiyorsun? dedi. Ben komutanla görüşmeye gidiyorum dedim ve ekledim. Sana iki şey söyleyeceğim: Bir, eğer benimle gelirsen ve başın belaya Şubat 25

26 girerse ben sorumluluk kabul etmem. İki eğer benimle gelmezsen sana zerre kadar gönül koymam dedim. Abi ne olursa olsun seninle geliyorum demişti. Son olarak şunları söylemek istiyorum: Pamuk gibi bir kalp ve çocuk gibi bir ruha sahipti. Eğitim alanına çıkardık beraber, Osman Abi, çiçeğe bak derdi başlardı ağlamaya, Abi ağacın güzelliğine bak derdi gözlerinden yaşlar süzülürdü. Yani tefekkür ehli birisiydi. Çiçeğe, ağaca ya da nesnelere farklı bir gözle, gönül gözüyle bakardı. Allah dostlarından bahsedince, hele Resulullah Efendimiz den bahsedince gözyaşlarına boğulurdu. Şehit olma arzusu, O nda çok derin bir arzu derecesindeydi. Sürekli şehit olmak istediğinden bahsederdi. Yine araziye çıktığımız zamanlardan birinde, çadırda şöyle sitemde bulundu. Ya Rabbi sen beni sevmiyor musun da beni şehit olarak almıyorsun? dedi. Bedir sus, isyan ediyorsun dediğimde Abi ne yapayım artık dayanamıyorum, şehit olmak istiyorum dedi. Her saat, her dakika, hayatının her anında tek derdi vardı, o da bu dünyadan şehit olarak göçmekti. Benim için yeri hiçbir zaman doldurulamayacak, kardeşim mesabesinde olan, çok kıymetli şehidimizin, şefaatinden Rabbim bizi mahrum bırakmasın. hayır ümidim var. Fakat ben kefenimi hep üzerimde hissettim. Ecel gelirse safa gelsin onunla arkadaşım ben. Yeter ki son nefes de mümin olarak göçeyim. Hak vaki olur ki inşallah şehit olurum. Sana ağlama demiyorum. Seven sevdiği için elbet ağlar. Müsterih ol. Haram lokma yemediniz. Yedirmedim. Bilmeden işlediklerimizi Allah affetsin. Çocukları hoş tut, hep tatlı sözler söyle. Onlar Allah ın izniyle hayırlı insan olurlar. Büyük oğlum hırçındır ama merhametlidir, küçük oğlum hem akıllı hem iyi huyludur. İkisinde de siyasi zeka vardır. Devlet adamı olabilirler, o yöne yöneltmeye çalış. Demin dostlarım kimlerdiyse onlarla irtibatı kesmeyin. Ben senden razıyım Allah da razı olsun. Allah cennet nasip ederse seni de yanıma versin. İffet, namus ve hanımefendiliğiyle her zaman bir yıldızdın. Güzel yüzünü Allah nasip ederse tekrar görürüm ama dünyada ama ahrette... Hakkınızı helal edin. Evin Babası Bedir VASİYETİMDİR Canım Anneciğim; Her şeyimi ama her şeyimi sana borçluyum. Hep sana hizmet etmeyi, yanımda kalmanı, sana hürmet etmeyi, güzel kokunu koklamayı arzuladım. Çok az kısmet oldu. Bu dünyada sana doyamadım. VASİYETİMDİR Güzel Hanımcığım; Şimdi ayrılık zamanıdır. Sen genç, oğulcuklarım çok küçüksünüz. Sizi mesut ve bahtiyar etmek için çok çalıştım. Çileli bir hayattı bu, beraber yaşadık. Beni anlamışsınızdır. Göğsümün içindeki kafesine sığmıyordu. Çok dua aldım. Bu sebepten uzun ömür ve Aşağıdaki şiiri ağabeyi Cengiz in şehadeti üzerine Kuleli Askeri Lisesinde okurken yazmış; Karlı bir havada, Hazırlandı bir uçak, Yükselirken semaya, Dedi bir Mehmede Ya Hak, Yükseldi gökyüzüne görüldü dedi, Ya Allah, İçindeki pilot dahi dedi La ( La İlahe İllallah ) Yaklaştı o şey doğdu, dedi et bizi Şehit, İstiyorum vatana kaim olsun bereket. Anneciğim dünyayı sevemedim, tat da alamadım. Allah ın emir ve rızasına aykırı her şey beni rahatsız etti. El hasıl dünya bana küstü bende ona. Bilmiyorum ama zannediyorum senin duaların bereketiyle ömrüm uzun olur. Eğer sen veya ben önce gidersek önce giden kucağını açıp beklesin. Elbette kavuşacağız. Saçından bende bir tutam var, onu yanımda taşıyorum. Ölürsem Allah ın izniyle bu kahramanca olacaktır. Saçının telleri yanımda kalsın, sakın ağlama. Bil ki göğsümde Kur an var. Dudaklarımda son olarak Allah ı zikretti. Gönlün müsterih olsun. İbadetlerimi zikirlerimi hep bağışladım, elimde bir şey kalmadı. Rabbimin huzuruna bomboş gidiyorum. Onun gufranının kuşatacağını umuyorum. Sana başka ne yazayım evvel gidene selam olsun. 26 Şubat

27 Şubat 27

28 İslâm ve Kölelik Yard.Doç.Dr. Ebubekir SİFİL Allah a kulluk edin, O na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyilik edin. (Nisa, 36) Müslüman olmayanlar tarafından İslâm a eleştiri yöneltenler olabilir. Kimilerinin eleştirisi cehaletten kaynaklanır. Kimilerininki ise gayz halidir. Hazmedemeyişten, hınçtan kaynaklanır. Fakat daha ilginç olanı ise müslümanım diyen bazılarının onlara destek vermeleridir. Bu ise, izahında zorlandığımız, bir müslümana asla yakıştıramadığımız bir tavırdır. Bu tavra konu olan hususlardan biri de kölelik meselesidir. Batı kaynaklı insan hakları kavramının evrensel ölçekte hukukun temeline yerleştirildiği günümüzde İslâm a yöneltilen belli başlı eleştirilerden birini de kölelik meselesi oluşturuyor. Gerçi işbu insan hakları kavramına bizatihi Batılılar ın ne kadar riayet ettiği, özellikle 11 Eylül sonrasında hayli tartışılır hale gelmiş bulunuyor; bu bir vakıa. Ancak başlangıçta Batılılar tarafından dillendirilen, akabinde Batıcılar (Modernist Müslümanlar) tarafından sürdürülen iddiaların, gerçeği ne ölçüde yansıttığını da bilmek durumundayız. 28 Şubat

29 Esas meseleye geçmeden önce usül hakkında temel bir tesbit yapmamız gerekiyor. Batılılar tarafından (çok eşlilik, kadının konumu, faiz yasağı, bazı cezaî müeyyideler vb. konularda) İslâm a yöneltilen eleştiriler hakkında bazı müslümanların şu iki tavırdan birini takındığı görülüyor: 1. Özür dilemeci (tarihselci) tavır. 2. Görmezden gelici tavır. Bu tavırlardan ilkini benimseyenlere hakim olan psikolojiyi şöyle ifade edebiliriz: Bu tenkitler son derece yerindedir. Dile getirilen hususlar geçmişte işlenmiştir. Ancak bizim İslâm anlayışımız atalarımızınki gibi değil. Geçmişte İslâm yanlış anlaşılmış ve yanlış yaşanmıştır. Belki geçmişin şartları öyle gerektirdiği için bazı hususlarda bugün kabul edilemeyecek bir tutum sergilenmiştir ve o şartlarda bu normal olabilir. Ancak katılmadığımız yorumlara dayalı bu uygulama ve anlayışlar günümüzde asla benimsenemez, onaylanamaz ve savunulamaz. Biz, atalarımızın geçmişte işlediği bu hatalardan uzağız ve onlar adına dünyadan (Batılılar dan) özür dileriz. İkinci grupta yer alanlar ise zikredilen hususlara, gündeme getirilmesi doğru olmayan birer ar vesilesi olarak bakıyor. Bunlara göre: Evet, geçmişte bu gibi hükümler benimsenmiş ve icra edilmiştir; İslâm ın emri ve hükmü de budur. Ancak bunları bugün savunabilecek durumda değiliz. Zira dünya değişti, insanların anlayışı farklılaştı. En iyisi bu türlü meseleleri hiç gündeme getirmemek. Kanaatimiz odur ki, her iki anlayış da Yüce Rabbimiz in Alîm ve Hakîm ism-i şerifleri konusundaki idrak ve yakîn eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Allah Tealâ nın, olmuş, olan ve olacak her şeyi bütün ayrıntılarıyla bilmesi ve her işinde yüce şanına yaraşır binbir hikmet bulunması, bu iki ism-i şerifin ihata alanı hakkında söylenebilecek en özet sözlerdir. Madem ki Alîm ve Hakîm isimlerinin sahibi Allah Tealâ bu hükümlerin, gönderdiği son dinin çerçevesi içinde kıyamete kadar baki kalmasını murad etmiştir; öyleyse bu hükümlerin hikmetleri üzerinde, çağın hakim değer yargılarının ve menfi propagandaların etkisinden sıyrılarak düşünmenin yollarını bulmak zorundayız. İslâm ve Kölelik başlığı altında yapılan menfi propagandaların kıymet-i harbiyesi konusunda da tavrımız bu olmalıdır. İddia şudur: Müslümanlar savaşta erkek, kadın ve çocukları köle olarak alır. Onlar üzerinde bir mal gibi dilediği biçimde tasarrufta bulunur; alır, satar. Kadınların cinselliklerinden dilediği gibi istifade eder. Bugün ellerine fırsat geçse Ortaçağ ın bu insanlık dışı uygulamasını tekrar gündeme sokarlar. Müslümanlar için köle avlamak hem bir hak, hem de bir vazifedir Bir kısım Batılılar meseleyi böyle ortaya koyarken Batı yı kıble edinen sözümona bir kısım müslüman aydınlar da, kölelik uygulaması hakkında yukarıda belirttiğimiz şekillerde davranmayı tercih eder. Köleliğin tarihi Kur an, Hz. Yusuf a.s. ın, kardeşleri tarafından kıskançlık sebebiyle kuyuya atıldıktan sonra, oradan geçen kervancılar tarafından kuyudan çıkarıldığını ve Bugünkü şartlar içinde onlar için esir (köle) olmak bir saadettir. Denemek için kendilerine, benimle birlikte yurtlarına dönmelerini teklif ettiğim esirlerin (kölelerin) hemen hepsi, bu teklifimi, ancak kendilerini tekrar Mekke ye getirmem şartı ile kabul ediyorlardı. (İslâm Ansiklopedisi, MEB, 1/113.) Şubat 29

30 Mısır a götürülerek satıldığını haber vermektedir. (Yusuf, 20-21) Hz. Yusuf a.s. ın milattan binlerce yıl önce yaşadığı düşünüldüğünde kölelik uygulamasının tarihinin ne kadar eski olduğu daha rahat anlaşılacaktır. Kölelik sadece Ortadoğu denen coğrafyada değil, dünyanın hemen her tarafında binlerce yıl yaşatılmış bir uygulamadır. Antik Yunan ve Roma kaynaklarını inceleyenler, kölelikle ilgili birçok belgeye rastlayacaklardır. (Doç. Dr. Hasan Malay, Çağlar Boyu Kölelik, 14, vd.) Aynı şekilde kadim Hint ve Çin uygarlıklarında, Sümerler de, Akatlar da, Babil ve Asur medeniyetlerinde de kölelikle ilgili kurum ve uygulamalar mevcuttur. (Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Osmanlı da Harem, 77, vd.) Öyleyse şu husus kesin bir şekilde belirtilmelidir ki, kölelik İslâm ın ortaya çıkardığı ve vücut verdiği bir kurum değildir. Kur an ın inzal buyurulduğu dönemde kölelik yaygın bir şekilde fiilen mevcuttu. Aşağıda da belirteceğimiz gibi, İslâm kölelikle ilgili son derece önemli çerçeveler getirmiş, köleliğin kaynaklarını sınırlandırmış ve kölelik hukukunu hiçbir tarih ve coğrafyada görülmemiş bir mükemmellikte düzenlemiştir. Köleleştirme yolları Gerek İslâm öncesinde, gerekse İslâm geldikten sonra İslâm coğrafyası dışındaki yerlerde insanların köleleştirilmesinin birkaç yolu vardı: 1. Savaşlar: Biraz sonra değineceğimiz gibi İslâm nazarında köleliğin tek meşru kaynağı savaştır. Buna mukabil köle edinmek, İslâm öncesinde ve hatta İslâm geldiği zamanlarda doğulu ve batılı pek çok toplumda savaşın belli başlı amaçlarından birisini oluşturuyordu. Romalı ünlü hatip ve devlet adamı Çiçero, bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyordu: Britanya seferinin sonuçları sabırsızlıkla bekleniyor Ama şimdi anlaşılıyor ki, adada gümüş madeni olduğuna ilişkin herhangi bir belirti yok. Bu durumda tek umudumuz bolca köle toplamak (Malay, a.g.e., 19) 2. Korsanlık/Haydutluk: Köle ticaretinin bizzat devletler tarafından son derece kârlı bir iş olarak yapılmasından cesaret alan korsan ve haydutlar, tarih boyunca diş geçirebildikleri yerlere saldırmış, malları talan etmiş, insanları da köleleştirerek pazarlarda köle tüccarı edasıyla satmışlardır. Hatta başkalarına ait köleleri çalıp sattıkları da sık rastlanan olaylardandır. Tırnak içine aldığımız köle tüccarı ifadesi bile, köle alım-satımının müstakil bir ticari sektör oluşturduğunu anlatmak için tek başına yeterlidir. 3. Mahkeme kararları: Özellikle Roma İmparatorluğu döneminde hırsızlık, soygunculuk, kutsal değerlere saygısızlık, kundakçılık, sahtekârlık gibi suçlar mahkeme tarafından köleleştirilme ile cezalandırılabiliyordu. Ancak bu cezaya çarptırılanların diğer kölelerden bir farkı vardı: Onların çocukları özgürlüklerini koruyordu. 4. Terk edilen ya da köle olarak satılan çocuklar: Roma kanunları, herhangi bir sebeple istenmeyen çocukların satılmasına veya terk edilmesine izin veriyordu. Bu çocuklara expositi deniyordu. Bu çocukları satın alanlar, onları büyüttükten sonra istedikleri gibi köle olarak kullanıyordu. Her ne kadar prensip olarak bu çocukların, özgür ana-babadan doğduk- İlk eşi Hz. Hatice r.anha validemizin satın alarak Efendimiz s.a.v. e hediye ettiği -aynı zamanda ilk müslümanlardan olan- Hz. Zeyd r.a, izini bulup kendisini kurtarmak için Mekke ye gelen babasının eve dönme teklifini tereddütsüz reddetmişti. 30 Şubat

31 larını ispatlamaları halinde özgürlüklerine kavuşma hakları var idiyse de, bunun her zaman ve herkes için kolay bir iş olmayacağı açıktır. 5. Borç: Eski Yunan da borcunu ödeyemeyen kimselerin, alacaklıları tarafından köleleştirilmesi söz konusuydu. Aristoteles bu konuda şöyle demiştir: Bu olaylardan (Kylon suikastinden) sonra, asillerle yoksul kitleler arasında uzun bir çatışma dönemi yaşandı. Bunun nedeni, devletin (birkaç kişinin elinde olması anlamına gelen) oligarşik bir yapıya sahip oluşuydu. Bu sistemde fakirler, eşleri ve çocuklarıyla birlikte zenginlerin kölesiydiler. ( ) Altıdabir, fakir çiftçilerin toprak sahiplerine ödediği kirayı simgelemekteydi. Tüm ülke ancak birkaç kişiye aitti. Eğer kirayı ödeyemezlerse çocuklarıyla birlikte başkalarına satılıyorlardı (Malay, a.g.e., 37) 6. Feodal sistem: Özellikle Avrupa da yüzyıllar boyunca uygulanmış olan feodalite, insanların yarı köle statüsünde tutulduğu, gönüllü kölelik olarak isimlendirilebilecek bir sistemin adıdır. Bu sistemde güçsüzler, gerek devletin, gerekse başka güç sahiplerinin (büyükten küçüğe doğru sırasıyla senyör, baron, dük, kont, şövalye ) baskısından korunup güven içinde yaşamak için birisine bağlanmak, daha doğrusu bağımlı olarak yaşamak zorundaydı. Her zaman için ve her seviyede daha az güçlü olanın daha çok güçlü olana bağımlı bulunmak zorunda kaldığı bu sistemde, çiftçilerden senyörlere kadar her kesim bir üsttekine bağımlı idi. Bu yapının en tepesinde ise krallar vardı. (Marc Bloch, Feodal Toplum, 185, vd.) Fernand Braudel açıkça söylüyor: Lafı gevelemeden, Avrupalılar tarafından yapılan zenci köle ticaretinin, Amerika nın artık bu kölelere acil ihtiyacının kalmadığı bir sırada sona erdiğini kabul edelim. İslâm köleliği niçin kaldırmadı? Yukarıdan beri resmetmeye çalıştığımız manzaranın toplumsal, ekonomik ve kültürel hayata hakim olduğu bir dönemde İslâm ın köleliği tamamen yasaklayıcı bir hüküm getirmediğini görüyoruz. Bu noktada İslâm ın toptan kaldırdığı -mesela faiz gibicahilî uygulamalar cümlesinden olarak niçin köleliğe de son vermediği sorusunun cevabı üzerinde biraz düşünelim. Her şeyden önce mevcut uygulama, İslâm ın, kaynaklarını teke indirdiği kölelik kurumunu kökten kaldırmasına engel teşkil etmiştir. Şöyle ki: Savaş sonucu esir alınan düşman hakkında şu uygulamalardan birisi veya birkaçı hayata geçirilebilir: 2. Karşılıksız serbest bırakmak. 1. Öldürmek. 3. Belli bir karşılık alarak serbest bırakmak. 4. Hapse atmak. 5. Köleleştirmek. Bu uygulamalardan her birinin, zamana, yere ve duruma göre avantajları ve dezavantajları bulunduğunu söyleyebiliriz. Makul ve meşru bir sebep yokken bunların birisini dayatmak ve zorunlu görmek mümkün ve doğru değildir. Bununla birlikte, tek başına alındığında bu uygulamaların dezavantajlarını şöyle belirleyebiliriz: Bu şıklardan ilki, yerine göre onbinlerce insanın öldürülmesi demek olacağından, bir anlamda katliam demektir. Ayrıca böyle yapıldığında, esirler arasında bulunabilecek ve mesleği, sanatı, kabiliyeti ve tecrübesiyle çeşitli alanlarda insanlığa faydalı olabilecek kimselerin üreteceği değerlerden insanlığın mahrum bırakılması söz konusu olacaktır. Şubat 31

32 İkinci seçenek hayata geçirildiğinde düşmanın güçlenmesine katkıda bulunulmuş olacak, böylece görünüşte zaferle sonuçlanmış olsa da, yapılan savaş gerçek anlamda maksadına ulaşmış olmayacaktır. Zira hem İslâm devleti savaş sebebiyle uğradığı maddi-manevi zararları yine kendisi üstlenmek zorunda kalacak, hem de düşmana savaşarak tecrübe sahibi olmuş askerler hediye etmekle kendi geleceğini riske atmış olacaktır. Üçüncü seçeneğe gelince, belli bir vergiye bağlamak, karşılıklı esir mübadelesi (değişimi) gibi tercihe şayan durumlar olabileceği gibi, bunların söz konusu olmadığı durumlar da olabilir. Genellikle mağlup tarafın zaten elinde mübadele edecek esir olmaz veya fidye verip esirleri kurtaracak maddi gücü bulunmaz. Bu durumda bu çözüm şekli de tıkanmaktadır. Dördüncü seçenek, esirlerin ömür boyu devletin kesesinden bakılıp beslenmeleri anlamına gelir. Üstelik bunun karşılığında ne İslâm devleti, ne de esirler bakımından elde edilecek hiçbir fayda da söz konusu değildir. Bu seçeneklerin birinin veya tamamının savaştan beklenen sonucu yeterince sağlayamaması veya şartların gerektirmesi durumunda köleleştirme uygulaması devreye girer. Ancak burada İslâm ın köleliğe bakışı ve müslümanların köleleriyle ilişkilerini ayrı bir başlık altında ele almak gerekmektedir. Bunun için de önce gayrimüslimlerin köle anlayışını ve kölelere reva gördüğü muamelelere göz atmamız gerekir. Fransa da kölelik Batılılar ın Ortaçağ ında Fransa da yürürlükte olan Loi Salique kanunu, özgür vatandaşlarla köleler arasına ciddi engeller koymuştu. Bu iki sınıf arasında evlilik kesinlikle mümkün değildir. Hür birisi köle bir kadınla evlenmeye kalktığında kendisi de köle statüsüne geçiyordu. Daha sonraki dönemlerde Fransa da köleler hakkında Karalar Kanunu yürürlüğe kondu. Buna göre efendisine karşı en küçük bir kabahat işleyen, koşulduğu ağır işlerden bezip kaçmaya kalkan yahut cüz î bir şey çalmak suretiyle hırsızlık yapan kölelere, kulaklarını kesmek ve vücutlarını dağlamaktan idama kadar giden cezalar verilebiliyordu. İngiltere de kölelik Tıpkı Fransa gibi İngiltere de de bir Karalar Kanunu vardı. Bizzat İngiltere kraliçesi Elizabeth köle ticareti yapıyordu. Bir seferinde 47 binden fazla köleyi Afrika dan gemilerle getirtmişti. Kaçak kölelere verilen cezalar İngiltere de de tıpkı Fransa da olduğu gibiydi. Bundan daha önemlisi, Sanayi Devrimi nin başka herhangi bir ülkede değil, ilk defa İngiltere de gerçekleşmesinin temel saiklerinden birisini köle ticaretinin teşkil ettiği gerçeğidir. Söz gelimi İngiltere nin Liverpool limanında 1730 yılında 15 kayıtlı köle gemisi varken, bu rakam 1792 de 132 ye çıkmıştı yılında köle ticaretini görünüşte yasaklayan İngilizler, ekonomi ancak kölelerin sırtında gelişir anlayışıyla bu tarihten sonra da köle ticaretine devam ettiler. Üstelik yasaklananın kölelik değil, köle ticareti olduğuna dikkat edilmelidir. Arabistan yaylalarında -ki oralarda yalnız hali vakti yerinde olanlar esir (köle) sahibidir- hayır sahipleri azatlı köle ve cariyeler evlendirir ve kendi mallarından onlara ya deve veya hurma ağacı gibi şeyler verirler. Bu Afrikalıların gönüllerinde esir (köle) edildiklerinden dolayı hiçbir kin yoktur. ( ) Allah onlara felaketlerinde lütfetmiştir. 32 Şubat

33 Amerika da kölelik 400 yıl içinde 50 milyon civarında Kızılderili katletmek suretiyle tarihin belki de en büyük soykırım suçunu işleyen Amerikalılar, işlerini gördürebilmek için kölelere ihtiyaç duydular ve Afrika dan köle sevkiyatına başladılar. Özel olarak bu iş için tasarlanmış gemilerle milyonlarca insan köleleştirilerek Amerika ya taşınmıştır. Sadece nakliye esnasında yolda hayatını kaybeden insan sayısının 20 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Amerika ya salimen ulaşabilenlerin sayısı hakkında 10 ilâ 30 milyon arasında rakamlar telaffuz edilmektedir. Sylviane Diouf un verdiği bilgiye göre bunlar arasında 3-4 milyon kadar müslüman vardır. (Amerika da Köle Müslümanlar/Servants of Allah) Özetle Amerika da ve Avrupa da insanların hiçbir hak-hukuk söz konusu olmaksızın en acımasız muamelelere tabi tutulduğu kölelik sistemi, para kazandırdığı ve kârlı bir ticaret alanı oluşturduğu sürece devam etti. Ne zaman ki üretimde makineleşmeye gidilmeye başlandı; köle bulundurmanın ve çalıştırmanın cazibesi kaybolmaya yüz tuttu. Köle de nihayet bir insandı; ihtiyaçları vardı, ailesi vardı, sağlık durumu bozulabiliyordu. En iyimser durumda yaşlanıyor ve üretemez hale gelince toplumun sırtına yük olarak kalıyordu. Oysa makineler öyle değildi. Makine kullanarak hem daha ucuz maliyetlerle, hem de daha kısa zamanda daha fazla üretim yapmak mümkündü. Esirlerin yeni vatanları onlara eskisinden daha güzel görünür. Orada onlar Allah ın hür kullarıdır. Orası onlar için daha yüksek bir medeniyet diyarıdır. Bu cihetle, esarete düştüklerinden dolayı Allah a şükrederler. Fernand Braudel açıkça söylüyor: Lafı gevelemeden, Avrupalılar tarafından yapılan zenci köle ticaretinin, Amerika nın artık bu kölelere acil ihtiyacının kalmadığı bir sırada sona erdiğini kabul edelim. İnsaflı gayrimüslimler İslâm da meşru savaş sonucunda düşmandan ele geçirilen esirlere nasıl muamele edileceği, devlet başkanının yetkisine bırakılmıştır. Köleleştirme, yukarıda saydığımız seçeneklerden birisidir. Ancak İslâm ın köleliğe bakışı ile Batılı devletlerin köle anlayışı arasında isim benzerliği dışında neredeyse hiçbir ilişki yoktur. Endonezya ve Cava da 17 yıl devlet görevlisi olarak çalışmış, bir ara müslüman ismi alarak Mekke ve Medine ye de giderek bir süre kalmış bulunan ünlü Hollandalı müsteşrik (İslâm bilimcisi) Snouck Hurgronje, Haremeyn izlenimlerini bilahare kayda geçirdiği eserinde şöyle diyor: Avrupalılar, İslâm da esaret (kölelik) hakkında Amerika ile şarktaki (doğudaki) şartları birbirine karıştırmaktan dolayı hatalı hükümler vermişlerdir. Bundan dolayı İngilizler in esir (köle) ticaretini men için koydukları nizamlar hakkındaki sitayişler (övgüler) pek yerinde değildir. ( ) Bugünkü şartlar içinde onlar için esir (köle) olmak bir saadettir. Denemek için kendilerine, benimle birlikte yurtlarına dönmelerini teklif ettiğim esirlerin (kölelerin) hemen hepsi, bu teklifimi, ancak kendilerini tekrar Mekke ye getirmem şartı ile kabul ediyorlardı. (İslâm Ansiklopedisi, MEB, 1/113.) Bir başka müsteşrik de şunları söyler: Arabistan da esirlerin (kölelerin) vaziyeti daima tahammül edilemeyecek gibi değildir ve kendisi ekseriyetle mes uttur. ( ) Arabistan yaylalarında -ki oralarda yalnız hali vakti yerinde olanlar esir (köle) sahibidirhayır sahipleri azatlı köle ve cariyeler evlendirir ve kendi mallarından onlara ya deve veya hurma ağacı gibi şeyler verirler. Bu Afrikalıların gönüllerinde esir (köle) edildiklerinden dolayı hiçbir kin yoktur. ( ) Allah onlara felaketlerinde lütfetmiştir. Onlar, Bu, Şubat 33

34 Allah ın lütfudur. diyebilirler. ( ) Esirlerin yeni vatanları onlara eskisinden daha güzel görünür. Orada onlar Allah ın hür kullarıdır. Orası onlar için daha yüksek bir medeniyet diyarıdır. Bu cihetle, esarete düştüklerinden dolayı Allah a şükrederler. (İslâm Ansiklopedisi, MEB, 1/114) Bunlar, dürüst gayrimüslimlerin İslâm diyarındaki kölelerin durumu hakkında pek çok benzerleri arasından seçtiğimiz örneklerdir ve gerçeği yansıtmaktadırlar. Gustave Le Bon un Arapça ya Temeddünü l-arab adıyla çevrilen eserinde konuyla ilgili pek çok ibretamiz belge ve bilgi mevcuttur. Kur an ve Sünnet te Köleler İslâm coğrafyasında köleliğin, Batılı insanın hayvanlarla aynı seviyede, hatta daha aşağı gördüğü zincirli yaratık ile hiçbir ilgisinin bulunmaması son derece normaldir. Zira her şeyden önce bizim insan anlayışımız buna uygun değildir. Mesela Kur an da kölelere nasıl muamele edileceği konusunda şöyle buyurulur: Allah a kulluk edin, O na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyilik edin. (Nisa, 36) Kur an ın vaz ettiği bu temel düstur, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz in davranış, beyan ve talimatlarında somutlaşmış, müslümanın insan anlayışının pratik yansımasını oluşturmuştur. İlk eşi Hz. Hatice r.anha validemizin satın alarak Efendimiz s.a.v. e hediye ettiği -aynı zamanda ilk müslümanlardan olan- Hz. Zeyd r.a, izini bulup kendisini kurtarmak için Mekke ye gelen babasının eve dönme teklifini tereddütsüz reddetmişti. Şüphesiz onun bu davranışının biricik sebebi Efendimiz s.a.v. in kölelere nasıl davranılması gerektiğini fiilî olarak ortaya koyan örnek davranışı olmuştur. Köle sahiplerine, kendi yediklerinden kölelerine de yedirmelerini ve kendi giydiklerinden kölelerine de giydirmelerini, kölelere güçlerinin üstünde iş yüklememelerini emir ve tavsiye buyuran (Buharî) Efendimiz s.a.v., böylece aslında efendi-köle ayrımını fiilen ortadan kaldırmış oluyordu. Yine Efendimiz s.a.v., kölesine kötü davranan kimsenin Cennet e giremeyeceğini haber vermiş (İbn Mâce), sahibi tarafından dövülen kölenin, bu davranışın kefareti olarak serbest bırakılacağını belirtmiştir. (Ebu Davud) Burada örnek olarak zikrettiğimiz ayet ve hadislerin oluşturduğu anlayışın İslâm toplumunda kölelere sağladığı konum, aslında bir anlamda evlatlık statüsüdür. Bunun lafta kalmayıp, hayata en canlı ve somut biçimde yansıdığını, yukarıda örnek kabilinden gözlemlerini aktardığımız insaflı gayrimüslimlerin şahitliği de tescil etmektedir. İslâm toplumunda köle sahibi olmak kişinin maddi-manevi sorumluluğunu artıran bir husus olduğu için Ahmet Cevdet Paşa nın Şu halde İslâm da kölelik kurumunun mevcudiyeti konusunda Batılılar ve Batıcılar tarafından dile getirilen hususlar en hafif tabiriyle iftira dır ve Yüce Dinimiz bu iftiralardan berîdir. 34 Şubat

35 nefis tabiriyle Müslümanlıkta köle almak, köle olmaktır. (Tecrid-i Sarih Tercümesi, 7/466) Bu söz, Batı daki kölelik ile İslâm daki kölelik arasında bulunan muazzam farkı son derece çarpıcı biçimde ifade etmektedir. Kur an ve Sünnet in şekillendirdiği islâmî hayat içinde kölelerin, yetenek ve gayretleri ile mütenasip olarak en yüksek toplumsal statüyü elde etmeleri için hiçbir engel mevcut olmamıştır. Özellikle İslâm ın ilk asırlarında ilim ve zühd hayatında öne çıkan isimlerin birçoğunu (hatta yerine göre çoğunluğunu ) köle asıllı insanların teşkil etmesinin tek açıklaması elbette budur. Tarih, Rical ve Tabakât kitapları bu türden pek çok örnekle dolu olduğundan, bu noktanın ayrıca örneklendirilmeye ihtiyacı yoktur. İslâm Fıkhı nda Kölelik Yukarıdan beri yaptığımız açıklamalardan da anlaşılacağı üzere İslâm ın, geldiği dönemde bütün dünya tarafından uygulamada tutulan bir kurumu tek taraflı ilga etmek suretiyle kendi geleceğini tehlikeye atmasını beklemek safdillik olur. En azından mütekabiliyet (karşılıklılık) Yine ilkesi gereği, muhatapları tarafından yürürlükte tutulduğu sürece İslâm da kölelik kurumunu yürürlükte tutma hakkını müslümanlara tanımaktadır. Ancak yine de köleliğin meşru savaş dışındaki kaynaklarını kurutmak suretiyle bu kurumun sınırlı bir yaşama zemininde tutulmasını sağlamış bulunan İslâm Fıkhı nda, kölelerin özgürlüklerine kavuşturulmasının önünü açan pek çok hükmün mevcudiyeti de bir vakıadır. Konuyla ilgili hükümleri şöyle özetleyebiliriz: 1. Köleler, sahipleriyle kitabet anlaşması yaparak belli bir ücret mukabilinde özgürlüklerini satın alabilirler. 2. Ramazan orucunu cinsel ilişkiyle bozma, yeminini bozma gibi birçok durumda kefaret olarak kölesi bulunanların köle Efendimiz azad etmesinin öngörülmesi. s.a.v., kölesine kötü davranan kimsenin Cennet e giremeyeceğini haber vermiş (İbn Mâce), sahibi tarafından dövülen kölenin, bu davranışın kefareti olarak serbest bırakılacağını belirtmiştir. (Ebu Davud) 3. Sahibinden çocuk doğuran (Ümmü l-veled) cariyenin doğurduğu çocuğun hür kabul edilmesi; annesinin satılmasının yasaklanması. Ümmü l-veled cariyeler, çocuğunu doğurdukları sahipleri vefat edince hürriyetlerine kavuşurlar. 4. Zekât fonundan, kölelerin özgürlüğüne kavuşturulması için özel bir ödenek ayrılması. (Muhammed Takî el-osmânî, Tekmiletu Fethi l-mülhim, 1/262 vd.) Bunlar ve daha birçok hüküm hem kölelik kurumunun zeminini alabildiğine daraltmakta, hem de kölelere özgürlüğün kapılarını tarihin hiçbir devrinde ve hiçbir millette görülmeyen oranda açmaktadır. Esirlerin köleleştirilmesi, İslâm Fıkhı tarafından farz veya vacip gibi gereklilik/zorunluluk bildiren bir hüküm olmayıp, diğer seçenekler yanında ve onlar gibi sadece mübah tır. Günümüzde olduğu gibi kölelik kurumu dünyada ortadan kaldırıldıktan sonra İslâm ın bunu tek taraflı olarak uygulaması söz konusu değildir. (el-osmânî, a.g.e., 1/272) Şu halde İslâm da kölelik kurumunun mevcudiyeti konusunda Batılılar ve Batıcılar tarafından dile getirilen hususlar en hafif tabiriyle iftira dır ve Yüce Dinimiz bu iftiralardan berîdir. Şubat 35

36 Dr. İhsan ŞENOCAK Selefilik Neyin Devamı Düşünce ve meyilleri ile cemaat-ı kübra dan ayrılan, hatta mizaç ve ahlaki kriterleri itibariyle de farklılık gösteren[18] bu yeni oluşumun selef-i salihinin devamı olduğunu söylemek ilmi verilerle çelişmektedir. Zira varlığını, bid at olarak nitelediği söz ve fiilleri yok etmek üzerine bina eden bu yeni mezhebin bizzat kendisi bid attır. Yatağından ayrılan nehir suyu gibi, vahyin aydınlık yolundan uzaklaşan insan zihni de saf halini kaybeder. İdeolojiler mahşerine dönüşen zihnin, hakikati yanlışlardan ayıklayabilmesi, vahyi bozulmamış bir akılla okuması ile mümkündür. Peygamberler farklı renk, dil ve iklimlerin egemen olduğu zihinleri yanlışlardan ayıklayıp hakikat etrafında yek vucût olmaya çağırdılar. Her peygamber ümmetini Allah a ve ahiret gününe iman etmeye davet etmiştir. En son Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) farklı düşünceleri İslam etrafında bir araya getirip mümin zihinleri ideolojik ihtilattan kurtarmıştır. İnsanlık tarihi Hz. Adem den Efendimiz e (sallallahu aleyhi ve sellem) doğru tarandığında görülecektir ki esasta aynı şeyleri söyleyen peygamberler ömürlerini zihinleri yanlışlardan arındırmaya yani bâtılı geçersiz kılmaya adamışlardır. 36 Şubat

37 İslam ın ilk yılları yanlışların silinip, farklı düşüncelerin tevhit edilmesinin örnekleriyle doludur. Değişik kabulleri, algıları, istekleri olan kabileler mümin kimliği altında tek renge bürünmüşlerdir. İslam ın evrensel bir din olması bazı ameli meselelerin gri tonda kalmasına yol açmıştır. Bu durum farklı zaman ve mekanlarda yaşayan insanların hayatlarına kolaylıklar getirdiği gibi tevhid in de zorlama olmaksızın kabulünü temin etmiştir. Te vil ve tefsir e açık olan nasslar insanlık aleminin tek düze olmasına engel olmuşlardır. Ameli noktada sahabeden yapılan farklı rivayetler de bu noktada önem arz etmektedirler. Bir konuda sahabenin ihtilaf etmesi sonraki kuşaklar için rahmet olarak kendini göstermiştir. Ameli bir konuda sahabenin ihtilaf etmesinden haz duyan Ömer b. Abdulaziz gerekçesini şu şekilde açıklamaktadır: Eğer onlardan rivayet edilen tek bir görüş olsaydı bu durumda insanlar darda kalırlardı. [1] İmanla hakikati yek vucût halinde özümseyen zihinlerin ameli konularda ihtilaf etmeleri, sonraki dönem müçtehitlerine alternatif çözümler üretme ya da farklı tercihlerde bulunma imkanı sağlamıştır. Bu yüzdendir ki Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin ihtilafını rahmet olarak değerlendirmiştir. Burada altı çizilmesi gereken bir konu vardır ki, o da sahabe ihtilafının ameli konularla sınırlı olmasıdır. Eğer sahabenin ihtilafı konuyla alakalı mevcut bir nassa vakıf olamamaktan kaynaklanıyorsa, nassın sabit olmasıyla düşüncelerini ayet ya da hadis etrafında derhal tevhit etmişlerdir. Nitekim Allah Resulü nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ahirete irtihali üzerine bir grup sahabi O nun (sallallahu aleyhi ve sellem) ölmediğini, Allah Teala nın İsa (aleyhisselam) gibi O nu da katına yükselttiğini dillendirdiklerinde, Hz. Ebu Bekir (Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir. [2] ayetini okuyup, kim Muhammed e ibadet ediyorsa bilsin ki O ölmüştür. Kim de Muhammed in Rabbine ibadet ediyorsa yine bilsin ki O diridir ve asla ölmeyecektir. hitabında bulununca ihtilaf ortadan kalkmış ve istisnasız herkes Efendimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatını kabul etmiştir. [3] Yine Sakîfe Ehli, devlet başkanlığı konusunu tartışırken ensardan bir grup, muhacirlere; sizden bir, bizden de bir emir olsun teklifinde bulunmuştu. Fakat devlet başkanın Kureyş ten olması gerektiğini bildiren hadis gündeme getirildiğinde ensar, Allah ve Resulü ne (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat edip, gayri bütün görüşleri devre dışı bırakmıştı. [4] Sahabe asrının sonlarına doğru ihtilaflar kelâmî alana da kaymış kader ve sıfatlar ekseninde cereyan eden tartışmalar bir çok meşrebin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Nev zuhûr fırkalara karşı usûl-u dinde ihtilaf etmeyen topluluğun adı ise ehl-i sünnet ve l-cemaat mezhebidir. Fırka-i Naciye olarak ta bilinen bu oluşumun ihtilafı fıkhî alanla sınırlı kamıştır. [5] İtikadî İhtilafların Arkaplanı Farklı kültür ve dinlere mensup şahıs ve toplumların İslam a girmeleri, beraberinde yeni sorunlar getirmiştir. Bunlardan en önemlisi farklı din müntesiplerinin ihtida etmelerine rağmen zihinlerindeki eski dinlerine ait bakiyeleri silememeleridir. Bu durum İslam ın gerçeklerini önceki akidelerinin ışığı altında değerlendirmelerine yol açmıştır. İslam a girme noktasında samimi olan fakat eski görüşlerinden kurtulamayan bu grubun yanı sıra bir başka oluşum daha vardır ki onlar, görünüşte Müslüman, gerçekte ise İslam düşmanıdırlar. İçlerinde haramı helal, helali de haram gösteren 4 bin hadis uyduracak kadar ileri giden zındıklar da vardır. Bu grup Müslümanlar arasındaki itikadî ihtilafın oluşmasında son derece etkili olmuştur. Şubat 37

38 İranlılar, uluslararası arenada ciddiye almadıkları, kabile hayatı yaşadıklarından dolayı da devlet gözüyle bakmadıkları Araplar karşısında gün gelip saltanatlarını kaybedince, itibarlarını geri alabilmek için onlar arasına fitne tohumları ekip, sonu gelmez itikadî ayrılıklara zemin hazırlamışlardır. Yunan ve Roma filozoflarına ait felsefi metinlerin tercüme edilmesi de ihtilafların oluşmasında etkili olmuştur. Nassları Kur an ve Sünnet ten neşet eden düşünce sistemi ile (usul) yorumlayan kelamcıların yerine, felsefi ekollerin düşünce sistemlerini esas alan mütefekkirler zuhur etmiştir. Bu ekolün en güçlü temsilcileri mutezilî kelamcılar arasından çıkmıştır. Mutezile, ideolojik saplantılara teslim olunca Allah Teala nın sıfatlarını ispat ya da nefy gibi insan aklının sınırlarını zorlayan sorunlara dalmıştır. Bu bapta incelenen her bir konu beraberinde yeni ihtilaflar getirmiştir. İhtilafların gündemde kalması daha büyük ihtilafların doğuşuna zemin hazırlamıştır. Allah Teala nın müminlerin imanlarını sınamak için indirdiği müteşabih ayetler, zamanla ilim adamları arasında ihtilaf sebebi olmuştur. Selef, müteşabih ayetlerin anlamını Allah Teala ya havale ederken, Haşviyye onlardan hareketle Cenab-ı Hakk a cisimlere mahsus özellikler isnat etmiştir. Kelamcıların Zuhuru Sahabe devrinden uzaklaştıkça hem ihtilafın derinliğinde, hem de konularında artış görülmüştür. Sıfatlar ve müteşabihatı te vil etmeksizin anlamlarını Allah Teala ya havale eden selef akidesi, bu cereyanları cevaplama noktasında yetersiz kalmıştır. Selef akidesinin içe kapanması, buna mukabil akla aşırı önem veren Mu tezile nin etkin hale gelmesi muvazeneyi sarsacak bir konuma geldiğinde, nassa bağlı kalma şartıyla aklı da kullanan fakat bunu yaparken Ehl-i Sünnet in belirlediği sınırların dışına taşmayan kelamcılar ortaya çıkmıştır. Irak ta kırk yaşına kadar mutezili olarak yaşayan ihve-i selase/ üç kardeş meselesinden dolayı da hocası Ebu Ali el-cübbai ile tartışıp Mutezile den ayrılan Ebu l-hasan el-eş ari (v. 324/936) ve Maveraunnehir bölgesinde yüksek ilgi ve alaka gören Ebu Mansur el-maturidi nin (333/944) çalışmaları muvazenenin yeniden tesis edilmesinde hayati öneme sahiptir. Ehl-i Sünnet kelamı olarak isimlendirilen bu yeni cereyan, Mutezile başta olmak üzere bidat ehli fırkaların güçlerini etkisiz hale getirmiş, selefîn temsil ettiği akideyi ise hem muhafaza etmiş hem de neşretmiştir. Bu yüzdendir ki Cüveyni selef ve halef alimlerinin benimsedikleri tefviz ve te vil sistemlerinin Allah Teala yı tenzih etmeleri ve yaratılmışlara benzetmemeleri itibariyle aynı olduklarını söylemektedir. [6] Maturidiyye ve Eş ariyye mezhebine müntesib kelamcılarının telif ettiği eser ve yetiştirdikleri talebeler zamanla sıfatların bir kısmını reddeden ve Allah Teala yı yaratılmışlara benzeten bidat fırkalarının inkıraza müncer olmalarına yol açmıştır. Hicri sekizinci asırda yaşayan İbn Teymiyye nin (v. 728/1328) ehl-i sünnet kelamına karşı yönelttiği eleştirileri ve selef akidesi başlığı altında Haşviyye ile örtüşen görüşleri eski ihtilafların tekrar canlanmasına yol açtığı gibi, günümüzde selefîyye olarak isimlendiren ve söz konusu yaklaşımın müdafaasını yapan bir hareketin doğmasına da yol açmıştır. İslam ın ilk asırlarında selef denilince Allah Resulü ne (sallallahu aleyhi ve sellem) yakınlıklarına göre derecelendirilen üç kuşak anlaşılırken, daha sonra kelime bu ilk anlamından alınıp belli bir mezhebin adı olarak kullanılmıştır. 38 Şubat

39 Selef Halef kelimesinin zıddı olan selef, önceden yaşayan büyükler ve akrabalar anlamına gelmektedir. [7] Buna göre her yaşayan insanın bir selefî vardır. Halef olan, bir gün mutlaka selef olacaktır. Fakat kelime, ıstılahta belli bir dönemle sınırlandırılmaktadır. Hadisin delalet ettiği anlama göre selef ten Allah Resulün den (sallallahu aleyhi ve sellem) itibaren yaşayan üç kuşak anlaşılmaktadır. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanları üstünlükleri itibariyle kıymetlendirirken şöyle buyurmuştur: İnsanların en hayırlısı benim asrımdaki [8] ashabımdır. Sonra onlara yakın olan tabiundur. Sonra da onlara tabi olan etba-u tabiindir. Bunların ardından bir takım kavimler gelir ki, onlardan birinin şehadeti yemininin, yemini de şehadetinin önüne geçer. [9] Allah Resulü nün (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetin kaynağına yakın olmalarından dolayı lehlerinde şahadette bulunduğu selefîn, ilk tabakasında yer alan sahabe İslam akidesini direkt olarak Efendimiz den (sallallahu aleyhi ve sellem) almış, ikinci tabakada yer alan tabiun Resulullah ı gören sahabeden dinlemiş, son tabakada yer alan etba-u tabiin ise tabiundan öğrenmiştir. Üçüncü kuşaktan sonra bidat ve dalalet yaygınlık kazanmış, inanç ve fikirdeki safiyet bozulmuştur. Enes b. Malik in, Haccac-ı Zalim in zulmünden şikayet eden Kûfe halkına Bundan sonra gelecek zaman muhakkak bundan daha fena olacaktır. Ve bu kötülük siz ölüp Rabbinize gidinceye kadar (asırlarca) devam edecektir. [10] hadisini hatırlatarak sabır tavsiye etmesi de bu hükmü desteklemektedir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) yarını, dününden daha fena olacak insanlığa, selefîn, kendisine en yakın halkası olan ashabın yolunu izlemeyi vasiyyet etmiştir: Benim sünnetime ve raşid halifelerin sünnetine sarılın. [11], Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer e uyun, Ammar ın rehberliğinde yol alın, İbn Mesud un rivayet ettiğini de kabul edin. [12] Ashabım yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız uyun, sizi doğru yola erdirir. [13] Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) yakın bir gelecekte ümmetinin 72 fırkaya ayrılan İsrailoğulları gibi, 73 fırkaya ayrılacağını içlerinde ise sadece ashabıyla birlikte kendisinin üzerinde olduğu ehli sünnet ve l-cemaat yolunu benimseyeceklerin kurtulacağını söylemektedir. [14] Efendimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinden, selefîn ilk halkası olan ashaba uymalarını istemesi zaman itibariyle önce olduklarından değil, Kur an ın inişine, Cebrail in gelişine şahit olduklarından yani Kitab ve Sünnet i diğer kuşaklardan daha iyi bildiklerinden dolayıdır. Selefîn diğer iki halkasını teşkil eden tabiun ve tebe-u tabiin de ilmin menbaı olan Allah Resulü ne sonraki kuşaklara nisbetle daha yakındır. Yaşadıkları dönemde Arap dili saf haliyle korunduğundan selikaları daha güçlüdür. Bu durum din ve istikamet noktasında imam olmalarına yol açmıştır. İslam ı doğru bir şekilde anlamak için gerekli olan selefe ittiba, sınırsız olmayacağı gibi kelimeleri bir takım kalıplara hapsetmek şeklinde de olmamalıdır. Selefe ittibanın çerçevesi; nassları tefsir ve te vil ederken başvurdukları prensiplerle, içtihat yaparken dikkate aldıkları kriterleri benimsemek olarak anlaşılmalıdır. [15] Zira selef, tek bir içtihat usulü benimsememiştir. Tabiun kuşağından Said b. Müseyyeb hadis merkezli fıkhî bir yaklaşımı tercih ederken, Kûfe de İbrahim en-nahai içtihat merkezli fıkhî bir ameliye içerisinde olmuştur. Bu durumda kendilerinin selefî olduğunu iddia eden grup içtihat ederken hangi fıkıh mektebinin usulünü takip edecektir?! Eğer selefe ittiba etmek onların söz, fiil ve adetlerini ilave, eksiltme ve değiştirme yapmaksızın özümsemek şeklinde anlaşılacaksa bu, selefîn kabulleriyle çelişen bir durumdur. Zira onlar kendi söz, fil ve uygulamalarına sonsuza kadar baki kalacak kutsi Şubat 39

40 unsurlar olarak bakmamışlardır. Nitekim sahabenin Mekke deki örf ve adetiyle Medine deki örfü arasında ciddi derecede farklılıklar vardır. Mekke de bir çoğu dikişli elbiseyi tanımazken, Medine de dikişli elbiseler giymişlerdir. [16] Tabiun dönemi fakihleri de sahabe asrında söz konusu olmayan bir çok meselede içtihat etmişlerdir. Yeni sorunları, yeni içtihatlarla çözmüşlerdir. Bu durum müçtehit imamlar devrinde zirveye çıkmış, içtihadın fazlalığından dolayı bu döneme fıkhın altın çağı denmiştir. Sonraki dönem alimleri avamın, ilk kuşakta yer alan selefe doğrudan ittiba yerine onların rivayet ve içtihatlarını tedvin ve tahlil ederek fıkha altın devrini yaşatan müçtehit imamları taklit etmeyi daha uygun görmüşlerdir. [17] Çünkü müçtehit imamların içtihatları mezhep disiplini çerçevesinde tertip, tahkik ve ta lil edildiğinden farklı görüşler arasında tercihte bulunmayı kolaylaştırmaktadır. Aynı sistemin sahabe ya da tabiun içtihadı için geçerli olduğunu söylemek mümkün değildir. Selefiyye İslam ın ilk asırlarında selef denilince Allah Resulü ne (sallallahu aleyhi ve sellem) yakınlıklarına göre derecelendirilen üç kuşak anlaşılırken, daha sonra kelime bu ilk anlamından alınıp belli bir mezhebin adı olarak kullanılmıştır. Bugün selefiyye denilince şer i hükümleri çıkarma noktasında sadece Kitap ve Sünnet e başvuran, onlar dışındaki hükümleri geçersiz kabul eden oluşum anlaşılmaktadır. Selefiyye, sahip olduğu nisbesiyle ümmet içerisinde farklı olduklarını ihsas ederken, aidiyet iddiasında bulunduğu selef alimlerinden hiç birisi onlar gibi kendilerini sonraki dönem Müslümanlardan ayırt edici bir tavır içerisinde olmamıştır. Zira onlar selef kelimesini halefin zıddı olarak kabul etmişlerdir. Düşünce ve meyilleri ile cemaat-ı kübra dan ayrılan, hatta mizaç ve ahlaki kriterleri itibariyle de farklılık gösteren [18] bu yeni oluşumun selef-i salihinin devamı olduğunu söylemek ilmi verilerle çelişmektedir. Zira varlığını, bid at olarak nitelediği söz ve fiilleri yok etmek üzerine bina eden bu yeni mezhebin bizzat kendisi bid attır. Selefilerin mezhepleri devre dışı bırakarak selefe ulaşma gayretleri ise hem sahih senet sistemine engel teşkil etmekte, hem de onların oluşmasını gerekli kılan unsurlara karşı Müslümanları savunmasız bir konuma getirmektedir. Selefiler kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları; Cebrail risaleti Ali den kaydırıp Muhammed e verdi diyen ve bu yüzden Cebrail e söven [19] Gulat-ı şia ile eşdeğer görmekte ve onların adı olan ehl-i zeyğ [20] kelimesini Maturidi ve Eşariler için de kullanmaktadır. Selefin Akidesi Sıfatlar ve müteşabihatı zahiri anlamda anlayan selefiyyenin itikadi görüşleri ile selef-i salihinin itikadı arasında ciddi farklılıklar vardır. Nitekim selef, müte- Bugün selefiyye denilince şer i hükümleri çıkarma noktasında sadece Kitap ve Sünnet e başvuran, onlar dışındaki hükümleri geçersiz kabul eden oluşum anlaşılmaktadır. 40 Şubat

41 şabihat noktasında konuşmayı uygun görmezken, selefiler Allah Teala ya el, yüz gibi insana ait uzuvları isnat etmişlerdir. İmam-ı Gazzali (v. 505/1111) nassların zahirine bakarak Allah Teala ya el, ayak gibi uzuv, nüzul, intikal ve arş üzerine oturmak gibi hâdis varlıklara ait fiilleri isnat eden Haşviyye nin selef itikadı üzerine oldukları iddiasını çürütmek ve selef akidesinin esaslarını ortaya koymak için kaleme aldığı İlcamu l-avam an İlmi l-kelam adlı eserinde 7 ilkeden bahsetmektedir: [21] Takdis: Allah Teala yı cisimlere ait özelliklere sahip olmak gibi şanına yaraşmayan hususiyetlerden tenzih etmek. Tasdik: İsim ve sıfatlardan, Allah Teala nın şanına uygun anlamların kastedildiğini, Efendimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) Cenab-ı Hakk ı vasfederken de yanılmadığını kabul edip, öylece iman etmek. [22] Aczi itiraf: Nasslarda bildirilen müteşabihattan kastedilen ilahi muradı bilmenin, kul olarak kendi idrak sınırını aştığını itiraf etmek. Susmak: Müteşabihatın anlamının ne olduğunu sorma ve bu konuda fikri tartışmalara dalmanın bidat olduğunu kabul etmek. İmsak: Müteşabihat hakkında yorum yapmak, onları başka bir dile tercüme etmek, ilave ya da eksiltmede bulunmak, birleştirme ve ayrışmaya tabi tutmak da caiz değildir. Müteşabihat ancak mevcut sîgalarıyla telaffuz edilebilirler. Keff: Müteşabihat ile kalben meşgul olmamak, haklarında fikir yürütmemek. Ehline havale etmek: Avam, yetersiz olduğundan dolayı anlamaktan aciz kaldığı müteşabihatı, Allah Resulü nün (sallallahu aleyhi ve sellem), peygamber, alim ve velilerin bildiğine kanaat getirir. [23] İmam-ı Gazzali söz konusu eserinde müteşabihat bağlamında değerlendirilen ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini de örneklerle izah eder. Müteşabihattan olan el kelimesinin iki anlamının olduğunu et, kemik ve sinirden müteşekkil uzuv anlamına geldiği Selefiler kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları; Cebrail risaleti Ali den kaydırıp Muhammed e verdi diyen ve bu yüzden Cebrail e söven [19] Gulat-ı şia ile eşdeğer görmekte ve onların adı olan ehl-i zeyğ [20] kelimesini Maturidi ve Eşariler için de kullanmaktadır. gibi, idare, güç, kuvvet gibi anlamlarda da kullanıldığını söyler. Bölge emirin idaresi altındadır./el-beldetu fi yedi l-emîr cümlesinde yed/el kelimesinin gerçek anlamında kullanılmadığına dikkat çeken Gazzali, Kur an ve Sünnet teki her el kelimesinden de et, kan ve kemikten oluşan bir uzvun kasdedilip sonra da bunun Allah Teala ya isnat edilmesinin muhal olduğunu söyler. Gazzali ye göre Allah Teala nın uzuvlardan müteşekkil bir varlık olduğunu tasavvur etmek puta tapıcılıkla eş değerdir. Zira uzuvlardan oluşan cisim mahluktur. Mahluk olan bir varlığa ibadet etmek de küfürdür. [24] Sıfatlar ve müteşabihat ile alakalı nassları zahir anlamlarında alan ve Allah Teala nın el ya da yüz gibi uzuvlarının olduğunu söyleyen selefiyye ile haşviyye arasında ciddi benzerlikler vardır. Selefiyyenin Allah Azze ve Celle yi insanlara benzemekten tenzih etmesine gelince onu Haşviyye de yapmıştır. Selefiyye nin Kurucusu Selefiler amel ve akidede düşüncelerinin Ahmed b. Hanbel ile İbn Teymiyye ye dayandığını söylemektedirler. [25] Ahmed b. Hanbel in müteşabihat noktasında tefviz sistemini benimsemesi yani hiçbir yorum yapmadan manayı Allah Teala ya havale etmesi göstermektedir ki, medresenin kurucusu olarak adının geçmesi meşruiyet kaygısı ile kurgulanmış bir söylemin ürünüdür. Tanımlanan anlamda selefiyye nin kurucusu İbn Teymiyye dir. Yaşadığı dönemde büyük bir şöh- Şubat 41

42 rete kavuşan İbn Teymiyye, Takiyyuddin es-sübki, İbn Cehbel gibi alimlerin görüşlerini tenkit etmeleri üzerine itibar kaybına uğramış, İbn Kayyım el-cevziyye (v. 751/1350), İbnu l-vezir (v. 840/1436) ve Şevkani nin (1250/1834) gayretleriyle ancak unutulmaktan kurtulabilmiştir. Bu isimlerden hiç birisi İbn Teymiyye nin temsil ettiği selefiyyenin geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesinde etkili olamamıştır. Arabistan çöllerinde Muhammed b. Abdilvahhab (ö. 1787) ortaya çıkınca selefiliğin rengiyle birlikte toplum nezdindeki itibarı da değişmiştir. Muhammed b. Abdilvahhab İbn Teymiyye nin eserlerini okudu, inceledi ve düşüncelerini teoriden pratiğe taşıdı. [26] Aslında O İbn Teymiyye nin görüşlerine bir şey ilave etmedi. Sadece görüşlerini daha radikal bir forma dönüştürdü. Muhammed b. Abdulvahhab ın mutaassıb bir profil çizmesinde çöl ikliminde yetişmesi de etkili oldu. Muhammed b. Abdulvahhab ın başlattığı yeni İbn Teymiyyecilik hareketi kısa zamanda hısımı olan Muhammed b. Suud un da delaletiyle siyasi bir boyut kazanarak [27] Suud Devleti nin kurulmasını temin etti. Muhammed b. Abdilvahhab ın selefiliğe radikal bir kimlik kazandırması hareketinin selefiyye yerine Vahhabilik/Vehhabiyye diye şöhret bulmasına zemin hazırlamıştır. Sıfat ve müteşabihatı zahiri anlamlarında anlayan vehhabiyye, tevessül ve kabir ziyareti gibi konularda da genel kabule aykırı yorum ve uygulama içerisinde olmuştur. Bunun bir yansıması olarak içerisinde 10 bin sahabi kabrinin bulunduğu Cennetu l-baki mezarlığını yerle bir etmişlerdir. Yine içerisinde kabir bulunan mescitleri de yıkmışlardır. Bu hareketlerinden dolayı bazı yazarlar tarafından mabet yıkanlar olarak nitelendirilmişlerdir. [28] Bidatın sınırlarını genişleterek ibadetle bağlantısı olmayan şeyleri de onun kapsamına almışlardır. Ravza ya örtü koymayı bidat olarak telakki ettiklerinden can sıkacak derecede eski püskü olan örtülerin değiştirilmesine uzun yıllar- engel olmuşlardır. Vahhabiler ameli noktada da aşırılığa gitmişler; sigarayı haram kabul ettikleri gibi, içenleri de müşrik gibi değerlendirmişlerdir. Bu cihetle günah işleyenleri tekfir eden haricilere benzemektedirler. [29] İlk yıllarda kahve türü içecekleri de haram görmekte idiler. Ne var ki daha sonra bu görüşlerinde müsamahakar olmuşlardır. Günümüzdeki haliyle selefiyye, selef-i salihinin devamı olmaktan ziyade Haşviyye ile Hariciliğin bileşkesi gibi görünmektedir. Her ne kadar düşüncelerini benimsemeyenleri ehl-i zeyğ olarak isimlendirseler de Ehl-i Sünnet tarafından -namazı Mekke-i Mükerreme de inşa edilen Kabe ye doğru kılmayı gerekli gören her müslüman gibi- İslam milletinin [30] bir parçası olarak kabul edilmektedirler.... Dipnotlar: [1] Muhammed Ebu Zehre, Tarihu l-mezahibi l-islamiyy, Beyrut, t.y., s. 12., [2] Kur an, Zümer(39): 30., [3] Abdulkahir b. Tahir el-bağdadi, el-fark-u beyne l-firak, Beyrut, 1994, s. 19., [4] Ebu İshak Muhammed İbrahim b. Musa eş-şatibi, el-i tisam, Beyrut, 1997, II, 589; Ayrıca bkz. el-bağdadi, a.g.e., s. 21., [5] el-bağdadi, a.g.e., s. 21., [6] Kevseri, el-esma ve s-sıfat, (d. not: 1), s. 377., [7] Mecduddin Muhammed el-fîrûzâbâdi, el-kamûsu l-muhît, Beyrut, 2003, 820., [8] Hadisi şerifte geçen karn kelimesinin ne kadarlık bir zaman dilimini kapsadığı noktasında ihtilaf vardır. Yaş itibariyle bir birine yakın insanları kapsadığını söyleyenler olduğu gibi yirmiden yüz yirmi yıla kadar olan bir zamanı içerdiğini söyleyenler de olmuştur. Bkz. Bedrüddin el-ayni, Umdetü l-kari, XIII, 203., [9] Buhari, Şehadat/52, 9, H. no: 2652., [10] Buhari, Fiten/96, 6, H. no: 6657., [11] Tirmizî, İlim, H. no: 2685; Darimi, Mukaddime, H. no: 95., [12] Tirmizi, Menakib, H. no: 3663; İbn Mace, Mukaddime, H. no: 97; Ahmed, Müsned, V, 382., [13] İsmail b. Muhammed b. Abdilhadi Acluni, Keşfu l-hafâ ve Müzilu l-ilbas amma İştehere mine l-ehâdisi ala Elsineti n-nas, Daru l-kutubi l-ilmiyye, Beyrut, 1997, I, 118., [14] Hakim, İlim, I, 82., [15] Bkz. Said Ramazan el-buti, es-selefîyye Merheletün Zemeniyyetün Mubareketün La Mezhebun İslamiyyün, Dımeşk, 1996, s. 12., [16] Bkz. el-buti, a.g.e., s , [17] Müçtehit imamlar sahabenin rivayetlerini esas aldığından onları taklit eden avam dolaylı yoldan sahabeye de ittiba etmiş olmaktadır., [18] el-buti, a.g.e., s. 13., [19] Abdulmuni m el-hafna, Mevsuatu l-fıraki ve l-camaat, 2005, s. 127, [20] el-hafna, a.g.e., s. 405., [21] Ebu Hamid Muhammed el-gazzali, İlcamu l-avam an İlmi l-kelam, ( Mecmûat-u Resaili l-imami l-gazzali içerisinde), Beyrut, 19994, s. 41, [22] el-gazzali, a.g.e., s. 45., [23] el-gazzali, a.g.e., s. 42., [24] el-gazzali, a.g.e., s. 43., [25] el-hafna, a.g.e., s. 403., [26] Ebû Zehre, a.g.e., s. 212., [27] Ebû Zehre, a.g.e., s. 212., [28] Ebû Zehre, a.g.e., s. 213., [29] Ebû Zehre, a.g.e., s. 212., [30] el-bağdadi, a.g.e., s Şubat

43 Ehl-i Sünnet Çizgisinde Müstakim Duruşumuz-1 Yusuf KARAGÖZOĞLU Şubat Sahih-i Buhari nin sahibi İmam Buhari, Şia hakkında Namazımı Şiiler ya da Hıristiyan ve Yahudiler arkasında kılmakta fark görmüyorum. Onlara selam verilmez. Hastaları ziyaret edilmez. Onlarla nikâh yapılmaz. Şahitlikleri kabul edilmez ve kestikleri yenmez demiştir. Ehl-i Sünnet vel - Cemaat üzere olmak demek, selef-i salihin yoluna uymak demektir. Selefi Salihin in yolundan gitmek demekse, Kuran ve Sünneti; Sahabe, Tâbi un ve Tebe u t-tâbiîn in anladığı şekilde anlayıp yaşamaktır. Hz. Peygamber Aleyhisselam bir hadislerinde bu üç altın nesilden şöyle bahseder. Abdullah İbn Mes ud radıyallahu anh ten rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: İnsanların en hayırlısı benim asrım(daki ashâbım)dır. Sonra onları takib edenler(tâbiun), sonra onları takib edenler(etbâu t-tâbiin)dir. Daha sonra birtakım topluluklar gelir ki onlardan kiminin tanıklığı yeminin önüne geçer, kiminin de yemini tanıklığının önüne geçer. (Buhâri, Fedâilu l-ashâb 1, Şehâdât) hadisinde en hayırlı nesiller oldukları haber verilen ilk üç kuşağa selef denir. Bu ilk üç nesil, sırasıyla sahabe, tâbi un ve tebe u t-tâbiîn dir. Bunlar itikadda ve amelde tüm müslümanlar için örnek olan altın nesildirler. 43

44 Bidatlerin henüz çıkmadığı ilk dönem olan sahabe döneminde, sahabiler tek bir akide üzere oldukları için Resullulah a doğrudan şeriatla ilgili sordukları meseleler ameli olan şeylerdi, aksine itikadi olan şeyler değildi. Nitekim Abdullah İbn-i Abbas(r.a) bu konuda şöyle der: Resullullah ın sahabesinden daha hayırlı bir topluluk görmüş değilim. Onların Resulullah a o vefat edinceye kadar sordukları on üç soru Kuran da yer almaktadır. Bu sorular kadınların ay halinden, haram aylardan, yetimlere ait problemlerden ibaretti. İlgili ayetlerde Sana hayızdan sorarlar, sana hatram aylarsan sorarlar, sana yetimlerle ilgili sorarlar. diye buyrulmuştur. (İbn-i Kayyım el Cezviyye / İlamu l Muvakkin, 1/71) Sahabeden sonraki ikinci dönem olan yani tâbi un dönemindeyse Şiilik, Haricilk, Mutezile, Mürcie vb. bidat fırkalar çıkmaya başlayıp mezhepler teşekkül etmekte olduğunu görüyoruz. Tâbi un dan sonraki üçüncü dönem olan tebe u t-tâbiîn dönemindeyse teşekkül eden bu mezheplerin müesseseleştiğini görmekteyiz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hak Din Kuran Dili eserinde Nisa suresi 115.ayeti tefsir ederken icma-ı ümmete (sahabe, tâbi un ve tebe u t-tâbiîn yolu olan Ehl-i Sünnet vel Cemaat e) uymanın farz olmasıyla ilişkilendirir: Her kim bu şekilde kendisine hak ortaya çıktıktan (yani yukarda geçtiği üzere kitap, hikmet ve Hak dan gelen ilim ile gerçeği açıklayarak peygamberlik ve Muhammedî hakimiyeti isbat ve açıklayan gayba ait mucize ve ilâhî hidayet anlaşıldıktan) sonra Peygamber e karşı çıkar, ve müminlerin yolundan başkasına uyarsa, biz onu döndüğü tarafa çevirir, ve cehenneme basarız, ve fakat bilir misiniz o cehennem ne kötü bir yerdir? (Nisa / 115) Müminlerin yolu, itikad (inanç) ve amelde müminlerin tuttuğu tevhid yolu ve sağlam dindir ki, Allah a, Allah ın Resulü ne ve ulu l-emre itaat yoludur. Bundan başkasına tabi olmak da tevhid yolundan çıkmaktır, müminler yolu olmayacağı bellidir. Resulullah dan kesin delil (nass-ı kat i) gelen hususlarda Resulullah a karşı çıkmakla müminlerin yoluna gitmemek mütelazim (birbirinden ayrılmayan) ve aynı şey ise de nass (dini delil) gelmeyen hususlarda bu telazüm (beraberlik) açık değildir. Müminler (Nisâ, 4/83) nassına uygun olarak ittifak ve icma ile bir yol tuttukları zaman bazı kimseler müminlerin tuttuğu bu yola karşı çıktıkları halde Resulullah a doğrudan doğruya karşı çıkma ve muhalefet etme mevkiinde bulunmamış olduklarını iddia edebilirler. İşte Her kim bu şekilde kendisine hak ortaya çıktıktan sonra Peygamber e karşı çıkar ibaresinden sonra müminlerin yolundan başkasına uyarsa kaydının açıklanması bu ikisinin bizzat matlub ve gerekli bulunduğunu, yani Resulullah a karşı çıkmak, müminler yoluna gitmemek demek olduğu gibi, müminler yoluna gitmemek de Resûlullah a karşı çıkmak demek olduğunu açıkça anlatmış ve buna binaen icma-ı ümmet (İslâm bilginlerinin ittifakı) ile dahi doğrunun ortaya çıkacağını ve ona da uymanın farz olduğunu göstermiştir. Bunun için Ehl-i Sünnet ve l-cemaat bilginleri, bu fıkrayı icma-ı ümmete uymanın farz olduğunu ifade için sevkolunmuş bir delil olarak anlamışlar ve delalet yönünü çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. İttiba kelimesi de asıl meselenin uyma esası üzerinde cereyan ettiğini gösterir. Genel olarak bidat fırkaların oluşmasında başlıca nedenler arsında dinde şiddet ve aşırılık, önceki bir bidati benzeri yada daha kötü bir bidatle önle- Tefsir alimi Alusi; Maveraun Nehir alimlerinin çoğu isna aşeriyye fırkasının (rafiziler) kafir oluşuna hükmetmişlerdir. Çünkü onlar sahabe-i kirama (Allaha onlardan razı olsun) küfretmektedirler. 44 Şubat

45 mek, yabancı etkiler ve şeri hükümlerde aklın nakilden üstün kabul edilmesi, felsefi kitapların Arapçaya çevrilmesi sayılabilir. Hz. Ali yi (r.a) aşırı yücelten şia fırkası, güya Müslüman olduğunu söyleyerek Şiilerin içlerine girmiş olan Yahudi asıllı Abdullah İbn-i Sebe tarafından kurulmuştur, İbn-i Sebe Ehl-i Beyt i sevdiğini iddia edip Hz. Ali yi (r.a.) ilahlık derecesine kadar çıkarmıştır. Daha sonraları buna benzer söylemleri bünyesine alacak olan itikadi mezhep değil, siyasi bir mezhep olan şia diğer üç halife tarafından Hz. Ali nin (r.a.) hilafetinin gaspedildiği ve imamların masumiyeti iddialarını da savunur hale gelmiştir. Yine Hz. Ali nin (Kerremallahu Vechehin) beşer olan insanların hakemliğini kabul ettiğini, Kuran ın hakemliğini terk ettiğini ileri sürerek tekfir eden saldırgan, isyancı Hariciler dinde taşkınlık yaptılar. Aynı zamanda Kaderiyye fırkasını kuran Mabed el- Cuheni ve Mürcie fırkasını kuran Gaylan ed - Dımeşki bu fikirlerini güya Müslüman olduğunu söyleyerek müslümanların arasına girip sonradan tekrar eski inancına dönen Sevsen adındaki Hristiyan bir adamdan almışlardır. (Bakınız: Ehli Sünnet vel Cemaat Işığında İslam Tarihinde İtikadi Sapmalar / Ahmet Sad Hamdan) Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sevad-ul azam (büyük cemaat) olan yani ümmetin büyükleri olan selefi salihin yolundan sapan ehli bidat akımları mevcuttur. Söz konusu bu akımların iyice bilinip ayıklanması için öncelikle ehl-i sünnet kaynaklarına göre temel islami ilimlerde mesafe katetmeliyiz, yoksa maazallah bu tehlikenin farkında olmadan yürüdüğümüz kulvardan şaşabiliriz. Günümüzde kendilerine islamın yenileyicileri adını veren, dinin yeniden ihyasını görevini yani ıslah ve tecdid görevini üstlendiklerinin iddia eden dinde reform yapmak isteyen bazı kimseler ehl-i sünnet velcemaat yolundan gitmeyi gelenekçilik olarak addederler, Müslümanların geri kalmalarını ictihad kapılarının kapanmasına, körü körüne mezhep taklidçiliğine Şubat bağlarlar. 19.yüzyılda Batıda sosyal, askeri, teknolojik, kültürel ve ekonomik vb. her alanda yapılan yenilik ve ilerlemeyle rönasans hareketleri başlamış oldu, bu yenilik ve değişim din alanında da kendini gösterdi, mevcut Katolik dininin yerine reform edilmiş Protestan mezhebi getirildi. Böylece kendilerince kilise dininin doğmatikliğine karşı aklın egemenliğini savunur hale gelmişlerdir. İşte bu sırada içinde siyasal söylem barındıran islamcılık hareketleri yeşermeye başladı. İslamcılığın doğuşu sadece islam ülkelerinin işgaline verilen bir tepkisellik değil, aynı zamanda klasik ulemanın islam anlayışının eleştirilip geleneksel islamla hesaplaşmadır. Siyasal islam söylemi aslında sünnetin şarkiyatçı söylemle geleneğe indirilmesi, islah ve tecdid düşüncesinin dine eklemlenmesi, dinin ilerlemeciliğe karşı olduğu fikrini empoze edip yenilikçi ve reformcu görüşlerle ictihad kapısının kapanmadığı vehmine kapılmaktan başka bir şey değildir. Rasyonalist akli özgürlüğün nakillere üstünlüğü, sözde Ehl-i Sünnetin statikliğinden dem vurup ictihad kapısının kapandığını bahane ederek modern islamın dinamiklerine sarılmadır. Dinde reform yapmaya çalışanların bahanelerine İslamcılık kavramı yetişti; İslamcılık ya İran İslam inkılabında olduğu gibi şii devrimcilik hareketi yada başta Mısır olmak üzere Pakistan ve Hindistan da olduğu gibi sünni selefilik hareketi olarak kendini göstermiştir. Devrimci şiiler de ahbariler (hadisçiler) ve usuliler (akılcılar) diye ikiye ayrılırken, sünni selefiler (vahhabi) de mutezili selefiler ve harici selefiler olarak ikiye ayrılırlar. Hem şianın ( devrimci islam) hem de selefi (modernist tarihselci - reformcu islam) geçinenlerin ehli sünetten ayrılan farklı yönlerini ortaya koymaya çalışalım. Şia kelami meselelerde çoğunlukla mutezile ile aynı görüşleri benimser. Bunu nedeni şianın ileri gelenlerinin pek çoğunun mutezililere talebelik yapmış olmalarıdır. Mesela el- Hasen el -Askeri, eş- Şerif el- 45

46 Murteza, Ebu Ali et Tabresi ve diğer şia ileri gelenleri tefsirlerinde mutezili görüşü benimsemişlerdir. Şia Gözler O nu idrak edemez; O gözleri idrak eder. (Enam / 103) ayetine dayanarak Allah ın görülmesini kabul etmemişlerdir. Yine O gün bazı yüzler vardır ki parlaktır, rablerne bakmakrtadırlar. (Kıyamet / 23) ayetinin rabbinin sevabını beklemektedirler şeklinde tefsir etmişlerdir. ( et- Tabresi, Mecma ul beyan, II; 334, VII; ) Öncelikle günümüzdeki şianın pek bilinmeyen yönleri üzerinde durmak istiyorum. Şianın Miktad(- ra), Ebu Zerr (ra) ve Selman-ı Farisi (ra) dışında diğer sahabeyi tekfir edişleri, Hz.ebubekir (Radıyallahu nh), Hz. Ömer (Radıyallahu anh), Hz.Osman (Radıyallahu Anh), Hz. Aişe (Radıyallahu Anhuma) ve Hz. Hafsa (Radıyallahu Anhuma) ya düşmanlıkları ortadadır. Şia ehli sünneti Yahudi ve Hristiyanlardan daha fazla tekfir eder, nitekim onlara göre Yahudi ve Hristiyanlar baştan beri kafirken ehli sünnet sonradan dinden döndükleri için küfür içindedirler. (el- Hurr el Amili, vesailuşşia, c.7, s. 431; et tehzib c.7, s. 303) Ayrıca şiaya göre ehl-i sünnetin malları ve kanları mübahtır.(el Mehasinu n Nefsaniyye, s. 166) (Hakk Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar Misvak neşriyat, Sayfa; ) Bugün Irak ve Suriye de sünnilere karşı cihad fetvası veren Ayetullah Sistani 2003 te ki Amerika işgaline karşı sessiz ve pasif bir şekilde duran ve hatta İnsanların en hayırlısı benim asrım(daki ashâbım)dır. Sonra onları takib edenler(tâbiun), sonra onları takib edenler(etbâu t-tâbiin) dir. Daha sonra birtakım topluluklar gelir ki onlardan kiminin tanıklığı yeminin önüne geçer, kiminin de yemini tanıklığının önüne geçer. işgalin 3 ay öncesinde 200 milyon dolar para aldığı söylentilerinin gerçekleri ortaya bile çıkan Sistani, Irak ı altın tepside Amerika ya sunmuştu. ABD nin Irak işgali sırasında 1 buçuk milyon insanın ölmesi, binlerce Iraklı kadının tecavüze uğraması, yüzbinlerce çocuğun yetim kalmasında cihad çağrısı yapmayan Sistani, işgal güçlerine karşı direnmeyin diye konuşmuş kendi web sitesi üzerinden fetva dahi vermiştir. ABD ye karşı direnmeme fetvası karşılığında 200 milyon dolar rüşvet alan Şii lider Sistani nin arabuluculuğuyla ABD Mukteda Sadr ın İran a kaçmasına müsade etmişti. Yine hem Humeynî nin yakın akrabası hem de merciiyet itibarıyla onun üstünde bir mevkiye sahip olan Ayetullah el-berkaî başlarda koyu bir şiî iken sonraları Şia nın gerek Kuran ve akl-ı selimle çelişen taraflarını gerek sistemindeki tutarsızlıklarını gören Ayetullah Berkaî tevbe edip Ehl-i sünnet inancını benimser. Kendisiyle birlikte talebe ve takipçilerinden bir grup da şiî inançtan vazgeçer, Ehl-i sünnete intikal eder. Şiîlikten tevbe edip hem o güne kadar halktan aldığı humusları gayr-ı meşru bir kazanç sayarak sahiplerine geri ödeyeceğini ilan etmesiyle hem de büyük itibar gören el-berkaî Ehl-i sünnete intikal ederek Şia tarafından dışlanır, yahudilikle itham edilir. Sonraları Tahran daki mescidinde sünnîlere cuma kıldırıp hutbe vermesi bundan rahatsız olan şiî çevreler tarafından sürekli rahatsız edilir, koğuşturulur, Şah rejimine şikayet edilir, yargılanması için hakkında imza toplanır, mescidi basılır, tahrip edilir. İrşad vazifesini mescidde yürütmesi imkansız hale gelince Ayetüllah el-berkaî bu defa faaliyetini Tahran da bir evde sürdürmeye çalışır. Ama Şiî çevre buna da tahammül edemez, 1986 yılında Devrim Muhafızlarından biri tarafından evinde kurşunlanır, bir süre tedavi gördükten sonra tekrar sağlığına kavuşan el-berkaî hizmetlerine kaldığı yerden devam eder. Şiî çevrenin Ayetullah el-berkaî ye karşı düşmanca tutumu bekledikleri neticeyi verir, Ayetullah 1992 yılında öldürülür. (Zehirlendiği yönünde bilgiler de var.) Ayetullah el-berkaî nin, İran da çektiği eziyeti ve şiî rejimin çifte standartçılığını özetleyen şu sözü meşhurdur: 46 Şubat

47 İran da, Hristiyan, Yahudi, Seküler, hatta dinsiz bile inancını güvenle ve özgürce yaşama hakkına sahiptir. Sadece sünnîler bu haktan mahrumdurlar. ( İsterseniz gelin Türkiyeli Müslümanların da çok çok övdüğü, yere göğe sığdıramadığı Ayetullah humeyni ve Ali şeriatinin batıni ve israiliyyati özelliği yansıtan mensubu olduğu şii mezhebinden esinlenerek sarfettikleri kişiyi küfre götüren, sapkın ve kutsal değerlerimize hakaret içeren sözlerinden bir parça aktarmaya çalışalım. Ayetullah Humeyni nin el- İslam ve Meşru ed Devleh ve Nizamul Hükm el- Hükümeh el İslamiyye bir Müslüman olarak değil de, tarafsız, ilmî bakış açısıyla olayları değerlendiren bir düşünür olarak Muhammed in görüntüsünü sergilemek İşte bu doğru Peygamberimiz i, gerçekten bir Müslüman olarak anlatmamış. Zaten Müslüman olarak anlatacak olsa, Muhammed in görüntüsü demezdi. Peygamberimiz (sav), ona göre güya Hazreti Ali (Radıyallahü anh) ın üstünlüğünü açıklamayıp sustuğu için şöyle yakıştırma yapıyor Hz. Peygamber aleyhiselam a: Muhammed in Ali hakkındaki sükutu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır. Acaba Muhammed,.Ali yi kollamayacak mıdır? sükutuyla o acımasız tarihin eliyle paymal etmiyecek midir? nitekim öyle de oldu. Onu tarihte en kötü adam olarak tanıttılar. (s: 322) Hazreti Ömer (Radıyallâhü anh) zamanında İslam ın İran a girmesini içine sindiremediği için buna bir türlü fetih diyemiyor. Arapların saldırısı, Ömer in İran a saldırı kararı diyor. (s.13, 14) Ashâb-ı kiramın büyüklerini bile değişik tevhid anlayışı taşıyan, ayrı ayrı inanca sahip olan kimseler olarak gösteriyor: Ebûbekir in tevhid anlayışı Bilal in tevhid anlayışı.. Evet bu iki tevhid anlayışı arasındaki fark, Bedir de iyice kendini gösterdi. (s: 36) Allah ın (ikinci basım) kitabının 93.sayfasında haşa Peygamberimiz Hz. Muhammed in bile (şiilerin masum kabul ettikleri 12 imam) imamların mertebesine ulaşamayacağını, Keşfu l Esrar adlı kitabının 114.sayfasıda da sahabeyi kuranı tahrif etmekle suçlar. Ali şeriati Muhammed Kimdir adlı eserinde Resulullah a ve O nun Ashabı na hürmetsiz ifadeler ve bir Müslümana yakışmayan nahoş bir uslup kullanıyor. Önsözde yazdığına göre Peygamberimiz i kitabında şöyle anlatıyormuş: Şubat rızasından başka bir şey düşünmeyen Bedir aslanlarını kötülemeye devam ediyor: Kin ve intikam ateşi daha da büyümekteydi Peygamberin ünlü dost ve yardımcısı Ebû Huzeyfe intikam ve kin ateşi içinde yanıyordu. (s: 40) Sıra geldi Uhud harbini anlatmaya. Burada da Ashâbın en öndeki üç büyüğüne dil uzatmaktan geri durmuyor: Osman firar etmişti. Ömer ve Ebûbekir ortalıkta görünmüyordu. (s: 65) (Ali Eren - Arifan Dergisi - Ali Şerîatî MUMAMMED KİMDİR) Hulasa şianın İsna Aşeriyye (12 imam mezhebinden) olan aynı zamanda usuli görüşü benimseyen Ayetullah Humeyni gibi Ali Şeriati de ashab-ı kirama iftira atıyor, Allah ın Resulü ne saygısızlık yapıyor. Velhasıl-ı kelam usulilerin de ahbarilerden farkı kalmıyor. Genel olarak Şianın sahabeyi tekfir edip onlara tan edişleri (sövmeleri), muta nikahını, ricat ve takiyyeyi 47

48 savunmaları, oniki imamın günahtan masum olduklarına inanmaları, ayaklarını yıkamadan meshetmelerinin yanında boşanmanın üç defa olmadığını, kadınlar için iddet olmadığını, Cibril (a.s) ın yanlışlıkla Muhammed (s.a.v) e vahy indirdiğini söylerler. Şianın temel inanç konuları arasına girer, oryantalistlerin Kuran a yönelik eleştirilerine benzer iddialar, şiada tarafından gündeme getirilmiştir. Bu iddialardan biride kuranın tahrifi edildiğine dairdir. İhsan İlahi Zahir, şia yı Kuran ın tahrif edildiğine inanmakla itham ederken, el Kuleyni nin naklettiği, Cebrail, Muhammed (a.s.) indirdiği Kuran onaltı bin ayettir (a) rivayetini nakletmiş; yine el Kuleyini nin Sahife, Cefr, Camia ve Fatıma Mushafı (b) başlığı altındaki rivayet ile önceki rivayet arasında bağlantı kurmuş; şiayı bazı ayetlerin hazfedildiğine ve çıkarılan kısımların imamların elinde olduğuna inanmakla suçlamıştır. ( a) el- Kuleyni, el - Usul Minel Kafii, II ; 634, b) el- Kuleyni, el - Usul Minel Kafii, I; , Zahir, Şia nın Kuran, İmamet ve Takiyye Anlayışı, 78-79) Tefsir alimi Alusi; Maveraun Nehir alimlerinin çoğu isna aşeriyye fırkasının (rafiziler) kafir oluşuna hükmetmişlerdir. Çünkü onlar sahabe-i kirama (Allaha onlardan razı olsun) küfretmektedirler. Özellikle peygamberimizin gözü ve kulağı mesafesinde o lan şeyheyne (Hz. Ebubekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) küfretmektedirler. Sıddık ın hilafetini reddediyorlar. Müminlerin anası olan Hz. Aişe ye Allah onun temiz olduğunu bildirmesine rağmen iftira atmaktadırlar. Hepsi Hz. Ali yi (r.a.) üstün tutmaktadırlar. Hatta ululazm peygamberlerin haricindeki peygamberlere üstün tutmaktadırlar. Ve Kuran ın eksiklikten yada fazlalıktan arınmış olduğunu kabul etmemektedirler der. (Usul mezheb el rafıda: c.3, s.1271) Selef büyüklerinin her konudaki sözleri elbette bizim için ölçüdür, yolumuzu aydınlatan düsturlardır. Bu anlamda hem bidat bir fırka olan hem de siyasi bir mezhep olan şia taifesi hakkında Hadis İmamı İmam Buhari ve Mezhep imamlarının görüşlerini iktibas etmek yerinde olacaktır. Sahih-i Buhari nin sahibi İmam Buhari, Şia hakkında Namazımı Şiiler ya da Hıristiyan ve Yahudiler arkasında kılmakta fark görmüyorum. Onlara selam verilmez. Hastaları ziyaret edilmez. Onlarla nikâh yapılmaz. Şahitlikleri kabul edilmez ve kestikleri yenmez demiştir. Şafii mezhebinin kurucusu İmam Şafii, Şiiler hakkında Saptırıcıların en şerlileri tanımlaması yapmıştır: Eğer Şiilerin adamlarını köle olarak almak ya da evimi tamamen altınla doldurmalarını isteseydim, onlar için Ali (r.a) adına yalanlar uydururdum. Fakat ben Allah adına yemin ederim ki, O nun adına hiç yalan uydurmadım. Sizi nefislerine uymuş saptırıcılardan sakındırırım. Onların en şerlileri de Şiilerdir. İmam Şafii nin Şia hakkında ayrıca şunları da demiştir: Ben Rafızîlerden (Şiilerden) daha çok yalancı şahitlik edeni görmedim. Şia dışında herkesten ilim (alıp) nakledebilirsin; çünkü onlar hadis uydurup bunu dinlerinden kabul ederler. İmam Malik Fetih suresi 29. ayete dayanarak, sahabelere buğz eden kişilerin kâfir olacağı hükmünü çıkarmıştır. Dedi ki; Çünkü sahabeler kâfirlere nefret verirler. Kim sahabe (r.a.) a buğz ederse bu ayete binaen kâfir olur. Bu konuda bazı âlimler onlara muvafakat etmiştir. [İbn Kesir: 4/129] Şimdiye kadar Ehl-i Sünneti müdafaa babında şianın yanlış, bozuk ve sahih olmayan mesnedsiz akidesinden bahsettik. Bütün bunlara karşın şiaya yönelttiğimiz bu eleştirilere birileri karşı çıkabilir, bunları haz- 48 Şubat

49 Ümmetçilikten dem vurup İranı yerden göğe sığdıramayanlar bilmelidirler ki, ümmet coğrafyasının bir parçası olan geçmişte Irak ta ve şimdi de Suriye de binlerce kadının tecavüze uğramasında yüzbinlerce çocuğun yetim kalmasında şii İranın parmağı var. 1milyona yakın sünninin yaşadığı iranın başkenti Tahran da sünni müslümanların Cuma namazı kılacakları tek bir mescid ve camii yokken İran rejiminin bazı şehirlerde sadece bir Ermeni ailesi için Ermeni kilisesi inşa ettirmesi dikkat çekicidir. Yine bilinçli bir sünni asimilasyonu sürmektedir, bu kapsamda İran ın tamamında sünniler eğitim ve itikadi konularda baskı altında tutuluyor; çocuklarına gizlice din eğitimi vermeye çalışıyorlar. ( com/2012/03/06/sianin-sunni-dusmanligi) Dahası, Uluslararası Af Örgütü ve Human Rights Watch teşkilatınını Aralık 2013 raporuna göre, İran cezaevlerinde sırf Sünni akidesini yaşayıp tebliğ ettiği gerekçesiyle keyfi bir şeklide, haksız yere tutuklanan onlarca Sünni alim, aktivist ve genç yaştaki mahkumun idam cezasına çarptırıldığı, bunların her an idam edilebileceği yönünde açıklamalar yapıldı. Aynı şeklide mahkum ettikleri kişileri Selefilikle suçlayan fakat Selefilere dair tek bir dernek, vakıf, teşkilat, dergi, gazete ve faaliyete izin verilmeyen İran da rejim yetkilileri sözde vehhabilik, selefilik ile mücadele adı altında selefi olmayan, selefiliğe karşı mücadele ettiği dahi bilinen Sünni alimlere, hareketlere, alimlere, imamlara, hatiplere, aktivistlere ve öne çıkan şahsiyetlere yönelik yapılan tutuklamalar, yargısız infazlar, ağır cezalar ve idamlar ile Sünni kesimlere şiddetli baskılar uygulanıyor. ( com/iran-cezaevlerinde-idami-bekleyen-sunniler) medemeyebilir, belki de birileri bana kardeşim; bunları bir kenara bırakıp ümmetçiliği esas almamı, zira şiilerle sünnilerin birleşmesi gerektiğini söyleyebilirler. Böyle konuşan birine verecek cevabımız şudur; Şubat Son zamanlarda popüler olan İslamî Vahdet adı altında sünni ve şiilerin bir çatı altında birleştirilmesi için kurulan Mezheplerin Yakınlaş(tırıl)ması ve Dâru t-takrîb (İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Müessesesi) projesi tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Başlarda iyi niyetle kurulan bu kurumun Sünnileri şiileştirme propagandası yaptığı aşikar olunca, birçok sünni alim buradan ayrılmak zorunda kalmıştır, bu ayrılanlardan biri de Mustafa Sıbaidir. İhvân-ı Müslimîn in Suriye önderliğini de yapan, Şia ile yakınlaşmak adına oldukça ciddi çabalar sarfeden; ancak yüzüne başka, arkasından başka olan Şia önderlerinin takıyye / yalan üzerine kurulu itikadları sebebiyle, büyük üstad Dr. Mustafa es-sıbâî şu ifadeleri itiraf etmek zorunda kalmıştır: Yakınlaşma propagandasından maksat, sanki her iki mezhebin birbirine yakınlaşması değil, ehl-i Sünnet in Şia mezhebine yakınlaştırılmasıdır! (Dr Mustafa es-sıbâî, es-sunnetu n-nebeviyye ve Mekânetuhâ fi t-teşrî, 10; Dr. Mustafa es-sıbâî, İslam Hukukunda Sünnet, 20) Şia nın programladığı bazı Sünnilerin de desteklediği et-takrib beyne l-mezahib (mezhepleri birbirine yaklaştırma) projesi gerçekte Şia nın doğrularını kabul ettirme amacına matuf bir çalışmadır. Sünni görünerek Ezher de okuyan Hintli bir Şiinin yıllar sonra Zahit Kevseri Hazretlerinin huzurunda yaptığı itiraf bu acı gerçeğin belgelerinden sadece biridir: Şu mavi kubbenin altında Ebu Bekir ve Ömer in Müslüman olduğuna inanan İmamiye ye mensup hiçbir Şii yoktur. ( Muhammed Zahid Kevseri, Makalatu l-kevseri, el-mektebetu t-tevfikiyye, Kahire, ty., s. 128.) (Bunun istisnaları olabilir.) (Sahabe müdafaası / ihsan Şenocak) Cümlelerime son verirken Türkiye de gittikçe yaklaşan şia tehlikesi karşısında, gençlerimizin itikadi ve fıkhi alanda Ehl-i Sünnet üzere yetişmesinin elzem olduğunu hatırlatmak ister, bu görevi yapacak alimlerimize çok fazla sorumluluk düşeceği kanaatindeyim. 49

50 Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-rufai (k.s) den Gerçek Ariflerin Özellikleri Ey oğul! Allah Teâlâ nebilere gönderdiği kitaplarda saf ve halis olmanın sıfatlarını zikretmiştir. Allah Teâlâ der ki: ey kulum, sen beni sayemde buldun, seninle benim aramda muhabbet bağı oluşması bu yüzdendir. Hizmetimde bulunan kimselerden olman da benim sayemde olmuştur. Yine sayemde beni tanıdın, beni hatırladın, bana senada bulundun, zikrimden lezzet aldın, sohbetime ulaştın, ahirette beni görmeye muktedir oldun. Ay kulum, senin nefsin, ruhun, kalbin, her şeyin benimdir, bana aittir. Sen bana küllünü (tamamını) verirsen, bende sana küllü veririm. Ben ancak küllün ile beraber senin olurum. Saadetin alameti üçtür. Bunlar: Hz. Peygamberin sünnetine sarılmak, evliyaullah ile sohbet etmek ve Yüce Allah tan haya etmektir. Allah Teâlâ Davud a (a.s) hitaben Zebur da şöyle buyurur: Ey Davud! Ben, kulum bana dua ettiğinde onu reddetmekten hayâ ediyorum. Fakat kulum, ben onu kulluğa çağırdığımda bana icabet etmemekten hayâ etmiyor. Hz peygamber ihsanı: Sen Allah ı görmesen bile O nu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Çünkü O, seni görmektedir. Ey oğul! Takva âmm ve has olmak üzere ikiye ayrılır. Has (özel) takva; Allah ın zatının dışında ölüm, istek, arzu gibi şeylerden sırr ile sakınmaktır. Bu tür takvaya Allah Teâlâ şu ayette işaret etmiştir: Allah tan hakkıyla, gerektiği gibi korkunuz. Âmm (genel) takva ise Allah ın kerih gördüğü her şeyden zahirde sakınmaktır. Yüce Allah, Kim Allah tan korkarsa, Allah onun günahlarını örter. buyurmuştur. Kim Allah tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık sağlar ve Kim Allah tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ayetlerinde olduğu gibi ihsan takvaya bağlanmıştır. 50

51 Son ayetin manası hakkında şöyle denilmiştir: Kim kulluğu yerine getirme konusunda Allah tan korkarsa, Allah ona küçük ve büyük günahlardan korunacak bir çıkış yolu ihsan eder ve hiç ummadığı anda cezalarını bağışlayarak onu rızıklandırır. Bir başka yorum şöyledir: kim bir hüccetle Allah a yalvarır ve tevbe anında Allah tan korkarsa, Allah ona hesabın şiddetinde korunacak bir çıkış yolu hazırlar. Onu hiç ummadığı şekilde dünya-ahiret selametiyle mükâfatlandırır. Ayetin başka bir manası ise şöyledir: Allah böyle kimseyi kendisinden başka bütün şeylerle meşguliyetten alıkoyacak bir çıkış yolu ihsan eder. Ve onu hiç ummadığı güzel bir hayatla mükâfatlandırır. Ayrıca ayetin: Haram ve şüpheli şeyleri terk etmek suretiyle kim Allah tan korkarsa, Allah onu şehevi arzularına dalmaktan kurtaracak bir çıkış yolu ihsan eder ve hiç ummadığı bir şekilde taatın lezzetini tattırır. Kim, hak sözün yanında yer alır ve kınayanın kınamasından korkamadan sadece Allah tan korkarsa, Allah ona insanların hile ve tuzaklarından korunacak bir çıkış yolu ihsan eder. Hiç ummadığı yerden onu zafere ulaştırır. Kim Allah dışındaki şeylere bağlanmayı terk ederek Allah tan korkarsa, Allah ta ona başkasına kul olmaktan kurtaracak bir çıkış yolu verir. Ve hiç ummadığı şekilde onu ihlas ve sıdk ile rızıklandırır. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kıyamet koptuğu zaman Allah Teâlâ: Ey insanlar! Ben nesebi kabul ettim sizde kabul ettiniz. Ben sizin müttakilerinizi en faziletliniz olarak kabul ettim. Siz ise en faziletliniz olarak, en zenginlerinizi kabul etmiştiniz. Bugün ben, benim nesebimi yüceltip sizin nesebinizi bırakacağım. Nerede o Allah tan ittika edenler. Bugün size ne bir hüzün ne de bir korku var. der. 51

52 Ersan BİLGİN Kıyamete Dek Milli Görüş Kökü Mazide Atidir, Milli Görüş Sevdası Ümmet olan, Milli Görüş e inanmış, bu dava ile şeref bulmuş olan nesiller, inandığı davanın peşinden gitmeyi sürdürecektir. Kıyamete kadar Merhum Liderimiz Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız ı rahmet ve hasretle anarken, Hocamız ı anlamamıza vesile olması temennisiyle bazı kanaat ve hatıraları paylaşmak istiyorum. YAŞAMA ZEVKİ DEĞİL YAŞATMA GAYESİ Büyük fikir üstadı Nurettin Topçu nun Marifimiz ve meclisimizle, hukukumuz ve ahlakımızla, bilim ve sanatımızla... Her bakımdan bizim benliğimizin mimarı olacak güzide ve fedakar bir zümrenin artık mektepleşmesi (Tanışma, danışma ve dayanışma içerisine girmesi ve partileşmesi) zamanı gelmiştir, Yarınki Türkiye nin kurucuları; yaşama zevki gibi cüce düşünceleri bırakıp, ya- 52 Şubat

53 şatma gayesi gibi yüce duygu ve değerlere gönül vermiş sabırlı ve azimli, ama sade ve samimi olarak çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaktır. (Yarınki Türkiye N. Topçu) dediği, müjdelediği ve hasretle beklediği hareket, Milli Görüş olarak ortaya çıkmıştır. AYDININ GÖREVİ, KARANLIKLARI AYDINLATMAKTIR - Prof. Dr. Ümit Meriç, babası Cemil Meriç e dair bir soruya şöyle cevap veriyor: Babanızın siyasi kimliği nasıldı? - Babamın siyasi kimliği annemin paralelindeydi. Annemin oy verdiği Milli Selamet Partisi ne babam da oy verirdi. Hatta bir keresinde oy vermeye giderlerken yolda konuştular, babam Fevziye oyunu nereye vereceksin? dedi. Annem de MSP ye dedi ve beraber oylarını MSP ye verdiler. Annem Erenköy Kız Lisesi nden mezun Kadıköy Caddebostan da oturmuş, görünüş itibariyle de son derece Batılı bir hanımdı. Hatta takma adı Tango ydu, fakat annemin gönlü İslâm daydı. (Vakit Gazetesi) - Cemil Meriç şöyle diyor: Aydının Görevi, Karanlıkları Aydınlatmak, Gerçek Entelektüel, Önce Ülkesinin Haklarını, Düşman Bir Dünyaya Haykırmakla Görevlidir - Düşünenin görevi; insanından kopan, tarihini unutan ve yolunu şaşıran aydınları irşada çalışmak, kızmadan, usanmadan irşat (Cemil Meriç, Mağaradakiler, s.32) ZİNDANDA DUYDUĞUM BİR SES Zaman bir yün yumağı gibi. Kimi ondan kazak örerek bir eser meydana getirir, kimi de bu yumağı hendekten aşağı yuvarlar; bir de bakar ki, elde avuçta ne yumak kalmış, ne de kazak var Evet, Hoca, bir devri dönüştürdü Millî Nizam Hareketi ni tarih farklı yazacaktır Dağlarda gözeleri yerin derinliklerine kaçmış pınarları, tekrar yeryüzüne çıkarıp ummanla birleştirme hareketiydi o. Ses Sineması ndaki gözyaşları, bahar ın gelişini müjdeliyordu. Kimse korkmasın ve ürkmesin. Pınarlar dirilticidir, seller öldürücü. Sellerin sesine ve coşkusuna aldanmamak gerek, aslolan pınarlarda ve insanlar pınarlara muhtaç (D. Ali Taşçı, Eğitimci Yazar) SİZ OSMANLI NIN TORUNLARISINIZ Başbakan Erbakan Hocamız anlatıyor: - Başbakan olduğum zaman ilk işim 8 İslam ülkesi ile İslam Birliği ni kurmak oldu. Bu ülkelerin hepsini ziyaret ettim. Bu gezilerden birinde Nijerya ya gittim. Havaalanından şehre gelirken şehir içine geldiğimizde araba artık yürüyemez oldu. Halk etrafımızı sardı sevinç gösterisi yaptı. Başkana sordum nedir bu diye? Bana Siz Osmanlı nın torunlarısınız. 200 yıl önce İs- Şubat 53

54 panyol ve Portekizler in elinden bizi Osmanlı komutanı kurtarmıştı. Karşılığında da ne elmaslarımızı ne de kömürümüzü istediler. diye cevap verdi. Bizim ecdadımız işte böyledir. D8 in altında bu büyük ruh yatar. O BİNANIN HİKAYESİ! Bir haftadır İsviçre deydik. Bir hikaye vardır. Biri ehl-i dünya, diğeri mütedeyyin iki kişi bir başka ülkeye gezmeye gitmişler. Dönüşte arkadaşlarına gezdikleri ülkeyi anlatıyorlar. Tabii ehli dünya olanı eğlence düşkünü olduğu için başlıyor anlatmaya, Çok güzel bir yer. Her taraf kafe, bar, disko dolu. Dindar olanın izlenimleri ise tam tersi; O da Öyle mübarek bir yer ki her taraf cami dolu. Çok güzel camileri, yatırları var. Oysa gittikleri aynı ülke. Yani gidilen yer bakışa göre değişiyor. İnsan görmek istediğini görüyor. Bizimki de biraz böyle oldu. Tabii biliyorsunuz bizim de Siyonizm özel ilgi alanımız. İsviçre de bu anlamda önemli bir merkez. Mesela Theodor Herzl 1897 de Birinci Siyonist Kongre yi İsviçre de yapmıştı. Bu kongrede gelecek 100 yılın planı çizilmişti. Üç aşamalı plana göre Abdülhamit tahttan indirilecek, Osmanlı Yıkılacak ve 100 yıl içinde İslam yok edilecekti. İlk ikisini gerçekleştirdiler. Ama Elhamdülillah üçüncüsü yani İslam ın yok edilmesini gerçekleştiremediler. Erbakan Hocamız 1997 de (Başbakanlığı dönemi), yani Siyonist planın tam da 100 üncü yıldönümünde, aynı binada Müslümanlarla Dayanışma Toplantısı nı gerçekleştirdi. Onlar hangi planlarını ortaya koyarlarsa koysunlar, yegane kuvvet ve kudret sahibi Rabbimiz dir. Yeter ki, biz şuurlu Müslümanlar olarak sorumluluklarımızı bilip yerine getirelim. (M. Yılmaz, Milli Gazete) ERBAKAN HOCAMIZ, İTALYA DA Dönem MSP nin iktidar ortağı olduğu 1976 lı yıllar Ağır Sanayi hamlemizin en mühim teşebbüslerinden biri olan Konya Motor Fabrikası nın yapılması ve çalışır hale getirilmesi için Erbakan Hocamız, bu fabrikanın makina ve tezgahlarını temin için Başbakan Yardımcısı olarak yanında otuzu aşkın devlet personeli ile İtalya ya gidiyor. Bu personelin içerisinde Sanayi Bakanlığının Daire Başkanları, Genel Müdürleri, yeni kurulmuş olan TÜMASAN, TUSAŞ, TAKSAN, TEMSAN, TESTAŞ, DESİYAP Genel Müdürleri de mevcut idi. 54 Şubat

55 Bu ziyarette emperyalist güçlerin engellemesine rağmen yılda motor yapacak fabrikanın kurulması için aşağıdaki şartlarla anlaşma imzalanmıştır: 1- Biz fabrikanın binalarını yapacağız. 2- İtalyanlar, Fiat firmasının imal ettiği, fabrika tezgah ve makinalarının tümünü getirip kuracaklar. 3- Bu işe mukabil bizden döviz istemeyecekler. 4- Fabrika üretime geçtikten sonra borcumuz için 12 senelik bir ödemesiz devre tanınacak sene sonra, İtalyanlara, yapılacak motordan her sene ini vermek suretiyle taksit taksit borcumuzu ödemeye çalışacağız. Erbakan Hocamız ın Türkiye de başlattığı mânevi kalkınmanın yanısıra maddi kalkınma hamlesi, şer güçlerin uykusunu kaçırırken bir takım batılı münevver bilim ve devlet adamlarının da takdirini ve beğenisini kazanıyordu. İşte bir batılı devlet adamının söyledikleri: Ben sizin partinizin kalkınma modelini çok beğeniyorum. Çünkü sadece maddi kalkınma ile yetinmiyorsunuz, manevi kalkınmayı maddi kalkınma ile birlikte götürmek istiyorsunuz, işte bu çok isabetli bir çözüm. Bakınız biz İtalya da gerçekten sanayileşmek için planlar programlar uyguladık. Bu işte başarılı da olduk. Ama sizin gibi mânevi ve ahlaki gelişmeyi de beraberinde yürütmediğimiz için şimdi grevlerden, boykotlardan güzelim tesislerimiz verimli çalışamaz hale geldi. Ekonomimiz bu yüzden krizlere, çıkmazlara giriyor. Sizin politikanızı takdirle karşılıyorum. (Leonne Cevanni İtalya Cumhurbaşkanı, Roma, 1976) MİLLİ GÖRÜŞ HARE- KETİ SİYONİSTLERİ RAHATSIZ EDİYOR MSP Genel Başkanı, Saadet Partisi YİK Üyesi ve Erbakan Hocamız ın Dava Arkadaşlarından Süleyman Arif EMRE Abi anlatıyor: Türkiye de Milli Nizam Partisi kurulur kurulmaz, hemen harekete geçtiler, bize kurye gönderdiler. Ben Müslüman bir Yahudiyim diye söze başlayan Musa Saffet Bayramaşık, Washington daki Siyonist liderlerin Milli Nizam ın çalışmalarını dikkatle izlediklerini ve eğer partiniz diğer sistem partileri gibi hareket etmezse kapatılmasını sağlayacaklarını söyledi. Bayramaşık; Siz her konferansınızda, dünya siyonizmine, masonluğa ve onun yan kuruluşları olan lions ve rotary kulüplerine çatıyorsunuz. Bundan liderler son derece rahatsız oluyorlar. Bu aleyhteki kampanyadan vazgeçmenizi istiyorlar. Aksi halde partinizin siyasi hayatına son vermek zorunda kalacaklar... Erbakan Hoca, peki ne yapmamızı istiyorsunuz deyince, açıkça bir bildiri yayınlayacaksınız, temel tezlerinizden vazgeçtiğinizi vurgulayacaksınız dedi. Tabi biz bunu yapmadık, o gelen kişiye çayını ısmarladık ve gönderdik. Kısa bir süre sonra başsavcılıktan kapanma iddianamesi geldi. Zira başsavcı masondu. Bir parti Siyonizm e taviz vermiyorsa başına gelecekler Şubat 55

56 bellidir ve biz partiyi kurduğumuzda nelerle karşılaşacağımızı biliyorduk. MNP böylece kapatıldı. Bir parti Siyonizm e taviz veriyorsa, faizci ise, IMF ci ise onun iktidar olmasına göz yumulur. Ama biz, faizcilik yaparak -hâşâ- Allah a ve Resul üne savaş açamayız. Tam tersine, gerek MSP gerekse RP iktidarında faiz ekonomisine, rantiyeye izin vermedik ve çok başarılı olduk. MNP nin kapatılışı gibi Refahyol Hükümeti nin yıkılma sebebi açık, Erbakan Hoca havuz sistemi ile faizcilerin iç borçlanma faizinden kazandıkları trilyonlara engel olunca kartel medyası harekete geçti ve olanlar oldu. 28 Şubat sürecinde de Refah Partisi ne dair Fransız Maşrık-ı Azamlığı, bu parti mutlaka kapatılmalıdır diye beyanat verdi. Ardından o sıralar Amerika da olup Milliyet Gazetesi nde yazan Talat S. Halman da bu partinin mutlaka kapatılmalı, hatta kapatmak yetmez bölünmeli, hatta ikiye değil, üçe-dörde bölünmeli şeklinde yazılar yazdı: RP nin bir parti olarak bölünmesi, daha iyisi parçalanması, ülkemizin siyasal geleceği için hayırlı, uğurlu olacaktır. (...) RP de yakın gelecekte çatlamalar, kopmalar olması beklenebilir. RP bölünmezse bile yeni din partileri kurulması mümkündür. Düşünün, Refah tan üç parti doğarsa, bundan sonraki seçimde hiç biri barajı aşamayabilir. Ya da yepyeni bir din partisi kurulursa, RP ve yeni parti, belki küçük partiler olurlar, TBMM de. Milletçe okuyalım, üfleyelim de birleşik din cephesi bölünsün, parçalansın... (30 Nisan 1997 tarihli Milliyet gazetesi) Süleyman Arif Emre devam ediyor: Maalesef adamlar ne yazdıysa onu uygularcasına, bir sene arayla iki partiyi de (RP ve FP) kapattılar, sonra da bölme operasyonuna giriştiler, ne yazık ki bizim eski arkadaşlar da bu oyunlara alet oldular. ERBAKANCI OLAN DIŞARI ÇIKSIN! Milli Görüş Hareketi nin fedakar insanlarından- Yusuf Baykay Ağabey başından geçen bir hadiseyi aktarmıştı: Milli Selamet Partisi döneminde Ankara ya bir toplantıya giderler. İçerisi tıklım tıklım. Herkes Erbakan Hoca yı dinlemek için pür dikkat göz gezdirirken Erbakan Hoca söze şöyle başlar: - Aranızda Milli Selamet Partili olan varsa dışarı çıksın! Ortalık derin bir şaşkınlık ve sessizliğe gömülür. Hoca bu sefer daha yüksek bir sesle: - Aranızda Erbakancı varsa dışarı çıksın! der. İçeride bulunanlar ve Yusuf Baykay Ağabey şaşkınlık içerisinde Erbakan Hocayı dinlerken hoca tekrar seslenir: - Bizim davamız partilerin davası, Erbakan ve şahısların davası değildir. Biz bir inancın temsilcileriyiz. diye söze devam eder. Milli Görüş bir davanın ve inancın adıdır. Milli Görüşte şahsiyetçilik yoktur. 56 Şubat

57 ŞEREF BULDUK EFENDİM Malumunuz; 11 Mayıs 2003 tarihi Saadet Partimiz ve siyasi tarih bakımından çok önemlidir. Bu tarihte liderimiz Erbakan Hocamız ı kısa bir süreliğine de olsa Saadet Partisi Genel Başkanı olarak seçmiştik. Bu kongrede Muhterem Hocamız siyasete yeni bir tasnif getirmiştir. Bundan sonra Türk siyasetinde Sağ - Sol ayrımı bitmiştir. Milli görüş ile Gayri milli işbirlikçi görüş sahiplerinin ayrışması vardır demişti. Son 5 yılda yaşadıklarımız bu sözün ne kadar haklı olduğunu bir kez daha göstermiştir. İşte bu kongrenin hemen akabinde yaşanan bir olay bizim kendimize ve davamıza bakışımızı açık ve net olarak şekillendirmektedir : Kongreden hemen sonra Ankara il Başkanlığı konferans salonunda ilk büyük toplantı yapılmaktadır. Süleyman Arif Emre Ağabeyimiz, Muhterem Liderimiz Erbakan Hocamız a mikrofonu arz ederken şöyle dedi: Şubat Davamız bugün Erbakan ile şeref buldu. Bu söz üzerine Hocamız, Arif Emre Bey in önündeki mikrofonu kaparcasına kendine doğru çekti ve başka bir söz söylemeden herkese ibret olması gereken şu sözünü söyledi: Arif bey in dili sürçtü. Kimse davaya şeref veremez. Ancak bu dava ile şeref bulunur Evet, kimse bu davaya şeref veremez. Ancak bu dava ile şeref bulunur sözü alelade bir ağızdan çıkmış değildir. Bu davanın anası mesabesindeki bir Lider tarafından söylenmiştir. Mühim olan bu hak davaya son nefese kadar sadakatle ve samimiyetle hizmet edebilmektir. Sevdası Ümmet olan, Milli Görüş e inanmış, bu dava ile şeref bulmuş olan nesiller, inandığı davanın peşinden gitmeyi sürdürecektir. Kıyamete kadar - Muhterem Erbakan Hocamız ı bu vesileyle bir kez daha rahmet, hasret ve gıpta ile anıyoruz. Rabbimiz bizleri de Hocamız gibi kendi rızası için bir ömür boyu cihad edenlerden ve yolunda koştururken şehadete erenlerden eylesin. Amin. 57

58 Gel Ey YA AŞK! Memduh ERGİN Aşk imtihandır, sınamak ister. Âşık sınanmadan aşkını ispat edemez. İyi zamanda herkes sevdiğini söyler. Önemli olan belalara bile tereddüt etmeden katlanabilmektir. Bırakın belalara katlanmayı, gerekirse tereddüt etmeden can bile verebilmektir. Ey aşk nerdesin? Yanmıyorum, yüreğim kuru bir hazan yeri. Yürek yanmazsa tadı yok hayatın. Arıyorum yıllar var ki ben onu. Biliyorum, sen geldiğinde her şey değişecek, her şey anlamını yitirecek, hayat yeniden bir anlam kazanacak. Biliyorum, sen geldiğinde Mevlana gibi bütün kitaplarımı suya atacağım. Yüreğim, Şems gibi bana seslenecek: Yıllarca söylediğin ve okuduklarını artık yaşama zamanın geldi. Gel ey aşk! Gel ki, kupkuru olan gönlümüz yeşersin. Gel ki, bayram yerine dönsün viranemiz. Gel ki, hazan ağlayan bağlarımızda düğün dernekler kurulsun. Gel ki, bülbüller şakısın gönül bahçemizde. Seni tadanlar diyor ki o baldır, şerbettir. Gerçi harcı acıdır, ıstıraptır ama ne gam. Aşkın kahrı da hoş, lütfu da. Âşıklık nedir? diye sormuştu birisi. Bende demiştim ki: Sorma. Ancak benim gibi olunca görürsün onu. (Mevlana) Bugün aşktan bahsedeceğim. Aşıklık nedir diye soracağım. Aşka dair sözler söyleyeceğim. Yani anlayacağınız haddimi aşacağım. Bugün söyleyeceğim her söz 58 Şubat

59 eksik olacak. Çünkü ciğerimiz yanmış değil. Yanmayan ciğer ne anlayabilir aşkı, ne de anlatabilir. Ey aşk gel önce ciğerlerimizi yak, yandır. İnsan aşk ile demeli ya hu! Yan ya hu! Yan ya hu! Yan ya hu! Âşık öyle bir yakmalı ki gönül bahçemde ne var ne yok, yakıp kavurmalı. Gönlüm başıboş bir bahçedir. Bu bahçede çiçekler olduğu gibi çalı çırpıda var, dikende. Aşk öyle bir gelmeli ki ateşiyle o bahçeyi yakıp kavurmalı. Sonra aşk ateşiyle öyle gözyaşı dökmeliyim ki o yaşlar bu bahçeyi yeniden yeşertmeli. Ama bu sefer bu bahçe de çalı, çırpı, diken değil, en güzel çiçekler çıkmalı. Soruyorum kendime ey zavallı yürek. Bu kadar istiyorsun aşkı, peki kaldırabilecek misin? Çünkü yükü ağırdır aşkın. Sevgilinin çevrini, cefasını çekmek kolay değildir. Mevlana nın dediği gibi: Ey oğul! Aşk nazik kişilerin değil, yürekli pehlivanların işidir. Bende aşkı taşıyabilecek kadar yürekli bir pehlivan mıyım? Bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa aşk gireceği gönlü bilir. Her gönle girmez. Her gönle girip kendisini rezil etmez. Ey aşk! Sen öyle bir şeysin ki sen geldiğinde insan, Hz. İsmail(as) misali gözünü kırpmadan boynunu keskin bıçakları uzatır. Hz. İbrahim(as) misali bıçağı en sevdiğine, can paresine çalar. Nesimi olur, diri diri yüzdürtür derisini. Mecnun olur, çöllere düşer, boynuna zincirler vurdurtur. Ferhat olur dağları deler, sonra da kendini, yıllarca nakış işleyen nazik ellerle açtığı derelere atar. Âşık olursak hakikatlerin sırrına ereceğimiz söyleniyor. Nedir hakikat Allah aşkına? Makam, mevki, mal, evlat değil midir hakikat? Tadanlar, tanıyanlar diyorlar değil vallah. Nesin o zaman ey hakikat? Seni nasıl anlar, nasıl ererim senin sırrına? Hakikatin sırrına erenler diyorlar cevap basit. Aldanma cevabın basitliğine, cevap basit ama yol meşakkatlidir. Gideceğin yolun adı aşktır. Aşk olmadan menzile varılmaz. Aşkın yolu öyle güllük gülistanlık değildir. Aşkın yolu dikenlidir. Aşıkın başından bela eksik olmaz. Aşk ehli dert ehlidir. İnsan derdini sever mi, sever. Sevmeli, sevmeli ki o dert seni yüceltsin. Biliriz ki dertler insanı yüceltir. Biliriz ki aşk derdi, dert değil, aşığa ilaçtır. İlaçta ilaç olmalı. Bazı ilaçlar vardır derde deva, bazıları vardır zarardır bedene. İnsan neye âşık olacağını bilecek. Ebedi olan âşıksan ne ala. Yok, beşerse eyvah. Çünkü bu yolun sonunda rezil olmak var. Bazı aşklar var insanı rezil eder, bazı aşklar da vezir. Mecnun Leyla ya âşık oldu, oldu rezil. Çünkü Mecnun çocuk aklıyla sevdi Leyla yı, çocukça şeyler yaptı. Dillere düştü, görenler acıdı haline, zavallı dediler. Ama aynı Mecnun erdi hakikate, geçti Leyla dan yani beşerden oldu vezir. Ayağı ile gelen Leyla ya dönüp bakmadı bile. Sen kimsin? dedi. Ben Leyla yım. dedi. Leyla. Mecnun: Hangi Leyla? dedi Sen yoksun artık, ben geçtim senden. İşte o zaman büyüdü Mecnun. Hakikatin sırrına erdi çünkü. Hakikat sırrına eremeyenler hep çocuktur, çocuk kalacaktır. Bu anlamda ben de bir çocuğum, korkum da hep çocuk kalmak. Çocuk kalmak istemiyorsan, büyümek istiyorsan ebedi olanı isteyeceksin. Ebedi olana âşık olacaksın. Ebedi olana âşıksan kulsun, kölesin artık. Aşk boynu bükük razı olmaktır. Aşk teslim olmaktır; ama tam teslimiyet. Kendinden geçmek, yok olmak varlığından. Sevdiğinin gözüne girebilmek için kendini ona adamaktır. Kul Rabbine âşık olursa onun rızasını kazanmak için her an onu anar, ona yalvarır. Seven Âşıklar o ateşin müptelasıdır. Ateş olmazsa mum yanmaz. Ateş yanar mum ağlar, mum ağlar ateş yanar. Yani mumu yakan, hem ateşidir, hem de gözyaşı. Mumu eriten hem ateştir hem de yaş. Mum yanmazsa etrafına ışık saçmaz. Yan ey âşık mum gibi, sen yan ki âlem ışık görsün. Şubat 59

60 sevdiği karşısında küçüldükçe büyür. Kul, Rabbi karşısında küçüldükçe değeri artar, kıymetlenir. Aşk hürriyettir. Adanmışlıktır. Gerçek hür kişi kendisini Rabbine sunandır. Benlikten sıyrılan kişi bütün yüklerinden sıyrılmış demektir. Bu dünya namına hiçbir bela onun için önemli değildir. Her şey ama her şey önemini yitirmiş, bir hiç olmuştur. Geride sadece aşk kalmıştır. Oda öyle cefalıdır ki yakar ama yakışta hoştur. Âşıklar o ateşin müptelasıdır. Ateş olmazsa mum yanmaz. Ateş yanar mum ağlar, mum ağlar ateş yanar. Yani mumu yakan, hem ateşidir, hem de gözyaşı. Mumu eriten hem ateştir hem de yaş. Mum yanmazsa etrafına ışık saçmaz. Yan ey âşık mum gibi, sen yan ki âlem ışık görsün. Aşk imtihandır, sınamak ister. Âşık sınanmadan aşkını ispat edemez. İyi zamanda herkes sevdiğini söyler. Önemli olan belalara bile tereddüt etmeden katlanabilmektir. Bırakın belalara katlanmayı, gerekirse tereddüt etmeden can bile verebilmektir. Şibli, Hallac-ı Mansur un öğrencisidir. Rivayet edilir ki Şibli, Hallac-ı Mansur u idam edilmeden bir önceki gün kör karanlık bir zindanda ziyaret eder ve sorar: - Ey, Pirim! Ey Hallac-ı Mansur aşk nedir? Hallac-ı Mansur öğrencisi olan Şibli ye bakar bakar ve der ki: - Yarın göreceksin. Yarın olur. Hallac-ı Mansur idam edileceği meydana getirilir. Duymaya ve görmeye meraklı olan insanların hepsi oradadır. Şibli de oradadır. Hallac-ı Mansur kalabalıklar içindeki öğrencisi Şibli yi görür ona gülümser ve yürür. Hallac-ı Mansur önce idam edilir, başı gövdesinden koparılır. Sonra derisi yüzülür. Derisi yüzülen bedeni yakılır. Yakılan bedeninin küllerini, Dicle Nehri ne doğru savururlar. Tüm bu olup bitenleri gören Şibli anlar ki aşk adanmışlıktır... Ve anlar ki bir şeyi ancak onun için kendini adayan bilir. Dedim: Ağız tadı bal ile olmaz, bana sultan gerektir. Dediler: Hal iledir, kal ile olmaz, seven sevdiğine kurban gerektir. Ey dostlar, aşk üzerine bunca söz söyledim ama bilin ki, bildiğimden değil. Tahminimden. Ben de herkes gibi bir hayalin peşindeyim. Çoğumuz aşkı tatmadık, sadece âşık olduğumuzu sandık. Hepimiz bir hayalin peşinden koşuyoruz. Bir serabın, hülyanın peşindeyiz. Olsun, ebedi olana âşık olmanın isteği bile tatlı bir hülya. Bu tatlı hülya gerçekleşir mi bilmem. Olur, da gerçekleşirse, işte o gün susarım. Çünkü aşkın sırlarını kime öğrettilerse ağzını diktiler onun hiç söz söyletmediler. Yanılıp yakılıp açıklayanlar oldu elbet. Onlar da aşkı açıklamanın cezasını çok ağır ödediler. Onun için seveceksek gizli sevmeliyiz. Bakın Peygamber Efendimize (sav) Yüce yaratanımız Allah ımızı (cc) dünya gözüyle görmüş, o güzelliği dünya gözüyle seyre dalmışken bile aşkını açıkça anlatmamıştır. Oysa bizler neciyiz ki böyle kendi kendimize perişan oluyoruz. Yazımı Mevla nın şu sözleri ile bitiriyorum. Artık sus! Aşk bir yere geldiğinde sözün anlamı kalmaz. Sen kimsin? dedi. Ben Leyla yım. dedi. Leyla. Mecnun: Hangi Leyla? dedi Sen yoksun artık, ben geçtim senden. 60 Şubat

61 Seyyid Ahmed El-Rıfai Hazretlerine İzafe Edilen Övgüler Tasavvuf yolunun ağyarı, İlim ve basiret meşalesi, Hakikat sahrasının seyyahı, Hakikat ve marifet ummanının gavvası, Diyanet deryasının sefinesi, Hak ta baki olan fani, Riyazet ve fütevvet eri, Cemal kandilinin pervanesi, Nübevvet deryasının katresi, Erenler rehberi, Irak ın kutup yıldızı, Sadr-ı sünnet, İki alemin şahini, Metanet ehlinin sekineti, Hicran derdinin kurbanı, Melametin nişanesi, Temkinli zahit, Hidayet mührünün kaşı, Tevhid ehlinin burhanı, Bela safının cengaveri, Aşk ve akıl gülistanının aslanı, Bulutsuz semanın güneşi, Hakikat nurlarının nazırı, Tasavvuf ehlinin zarif siması, Kerametler aynası, Ali ahvadının seçkin siması, Aşk ve marifet allamesi, Büyükler zümresinin emini, İlim ve şeriat bekçisi, İlim ve amel sahasının muhteşemi, Fakirler ve çaresizler zincirinin altın halkası, İhlas ve tevekkülün sıddıkı, Erler safının öncüsü, Gönüllerin güzel kokulu çiçeği (reyhan-ul kulub) Yakin ummanının incisi, Basra ufkunun sabahı, Kemal yolunun rehberi, Rabbani hikmetin ocağı, Tarikat konağının rehberi, Sır sahibinin mahremi, Zahitlerin mercii, Velayet kubbesinin velisi, İlahi harimin muhteremi, Keramet incisinin sedefi, İnce remizlerin deryası, Aşk ve dostlukta yok olup giden, Hakikatler hazinesinin hızırı, Aşk deryasının gemisi, Sünnetin selimi, Velilik mehdisi, Fütüvvet kıblesi, Abidlerin şerefi. Ahmet DEMİRÖZ

62 Gönül Gözünde Vahdet Perdesi Olanlar M. Emin KARABACAK Efendim! Size ne takdim etsem azdır. Lâkin hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam, onu «Allah, Allah!» diyerek Rabbini zikreder bir hâlde buldum. Gönlüm onların zikirlerine mani olmaya razı gelmedi. Çaresiz ben de elimdeki, zikrine devam edemeyen, şu solgun çiçeği getirmek zorunda kaldım. Hak dostlarından Üftâde Hazretleri(*), bir gün müritleriyle bir kır sohbetine çıkar. Emri üzerine bütün dervişler, kırın rengârenk çiçeklerle bezenmiş yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirirler. Ancak Aziz Mahmut Efendi nin elinde sapı kırılmış, solgun bir çiçek vardır yalnızca. Diğer müritlerin neşeyle elindekileri takdiminden sonra, Aziz Mahmut Efendi, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği üstadına takdim eder. Üftâde Hazretleri, diğer müritlerini de irşat maksadıyla, onların meraklı bakış ları arasında, sanki işin sır ve hikmetinden bihabermiş gibi sorar: Evlâdım Mahmut! Herkes demet demet çiçek getirdiği hâlde, sen niçin sapı kırık, solgun bir çiçek getirdin? Aziz Mahmut Efendi edeple başını önüne eğerek cevap verir: Efendim! Size ne takdim etsem azdır. Lâkin hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam, onu «Al- 62 Şubat

63 lah, Allah!» diyerek Rabbini zikreder bir hâlde buldum. Gönlüm onların zikirlerine mani olmaya razı gelmedi. Çaresiz ben de elimdeki, zikrine devam edemeyen, şu solgun çiçeği getirmek zorunda kaldım. Göz nedir? sorusuna biyoloji kitaplarına baktığımız zaman; gözü kafatasının alın çıkıntısı altındaki çukurlarda yer alan, sinirler yoluyla beynin görme merkezine bağlı, değişik frekanslarda ışığı algılayıp uyarılar halinde beyne yollayan organ olarak tanımlamaktadır. Görmenin tanımı ise ortamdaki ışık ve cisimlerin duygusal retinadaki fotoreseptör hücreleri tarafından algılanmasıdır. İnsan; görmek, duymak, koklamak gibi eylemlerinin yanında kendini diğer varlıklardan ayırabilen, hisseden, farkına varan, anlayan, bilinçli eylemde bulunmadır. Dini boyuttan baktığımız zaman insan; Allah tarafından en güzel şekilde yaratılan, bu mükemmeliyetlik içinde en güzel şekilde de donatılan bir varlıktır. Bu mükemmel donatılar içinde de insanın dış dünyaya açılan penceresi olarak ona göz verilmiştir. İnsanın dış dünyaya açılan ve dış dünyayı algılama organı olan göz; insan için Cenab-ı Hak tarafından akıldan sonra verilmiş ikinci derece önemli olan bir nimettir ki bu nimet insanın anlamlılığının yanında farkındalığının da önemini arz etmektedir. Göz insanın dış dünyada gördüklerini anlamlandırmanın ötesinde farkındalığını da arttırmaktadır. İnsanın hissetmekle anlama arasındaki farkla; bakmakla görme arasındaki farkı değerlendirebilmesini sağlamaktadır. Bakmakla görme arasındaki farkın anlamlandırılmasında tek başına göz bir şey ifade etmemektedir. Bunun yanında insan görmeden öte yaptıklarına ve yapacaklarına dair fikri olan, akıl yürütme özelliği olan bir varlıktır. Heidegger in dediği gibi: İnsan yalnızca var olan değildir. Aynı zamanda kendini var olan olarak algılayabilendir de. Onu diğer canlılardan ayıran da bu algılama ve bilinçli olma durumudur. Görüp işittiklerini, duygu ve düşüncelerini dile getirmektir insanı insan yapan. Hayata kattığı yorumdur. İnsan gözdür; öte yanı deriden, etten başka bir şey değil. Gözü neyi görürse, değeri o kadardır insanın. (Mevlâna) Şubat İnsan gözdür. derken Mevlana Hazretleri insanın görmesini, algılama olarak tarif etmektedir. Görme olayını tasavvufi boyutuyla ele alan Mevlana bunu da Vahdet-i Vücut inanışına göre değerlendirmektedir. Vahdet-i Vücut inanışına göre Allah tektir, mutlak güzelliktir ve bu evrende tecelli etmiş, yani evrene yansıtmıştır. Bu, evren yansımalar âlemidir; gerçeklik âlemi değildir. İnsanın amacı; Allah a yaklaşma adına onun yarattıklarını vasıta olarak görmektir. Bu görmenin günlük hayatta etrafımızı görmek veya zor bir problemin çözümünü görmek gibi açıklayabileceğimiz bir görmek olmadığı kesindir. İnsan bu dünyada maddi zevkler, hırs, tutku, nefret gibi duygular içerisindedir ve görmek eylemini mistik anlamda gerçekleştiremeyecek durumdadır. Gözünün önünde vahdet perdesi vardır; bu perde kalkmadığı sürece göremeyecektir. Mevlana nın ve tasavvuf felsefesinin bu durumda sözünü ettiği görmek, kafatası çukurlarımızdaki organlarla değil, gönül gözü ile yapılan görmektir. Bu anlamda bakıldığı zamanda insanın hayvanlardan farkı ortaya çıkmaktadır. Çünkü insanı hayvanlardan ayıran en büyük özelliği görmenin gönül gözüyle gerçekleşmesidir. Çiçeğe bakan bir insanla bir hayvanın farkı ancak eylemleriyle algılanabilir. Bazı hayvanlar için yenecek bir ot iken bazı hayvanlar için de bal yapılacak bir vasıtadır. İnsanlarda da bu böyledir. Kimisi çiçeği sevgilisine götüren bir araç olarak görürken kimisi de Allah ın yaratıcı gücünü görür. İnsanın Allah ın yaratıcılık gücünü görmesi de değerlendirme yetisine bağlıdır. Bunun içinde Mevlana: Akıl insanı insan yapandır. Akıl insandır gözdür. Ona çevreyi öğreten, bilgilerini geliştiren ve insanı insan yapandır. der. Yoksa görme eylemi akılla değerlendirerek yapılmasaydı insanın hayvandan farkı olur muydu? Sonuç olarak insanı bir bütün içinde ele almak, görmeyi sadece bakma olarak değerlendirmemek gerekir. İnsandaki görmenin anlamlanabilmesi için de eğitilmesi gerekir. Nasıl ki davranışları eğitilen insan daha sağlıklı davranışlar sergiliyorsa görmenin de bu sebeple eğitilmesi gerekir. Görmenin eğitilmesinde de esas amaç Yaratan olmalıdır. Yani yaratılandan öte yaratanı görüp sevebilmek amaçlanmalıdır. (*) Mehmed Muhyiddin Üftade Hazretleri; 1490 yılında Bursa da dünyaya gelmiş, 1580 te yine Bursa da vefat etmiştir. 63

64 Peygamber (s.a.v) Efendimizi Aşağılamak İfade Özgürlüğü Değil Bir Şiddet Fiilidir Mehmet CURA Abdul Hakim Murad (Timothy Winter) Bu hareket zaten iftiralara uğramış ve savunmasız bir şekilde bulunan Müslüman toplumuna bilinçli bir saldırı olarak değerlendirilmiştir ki bu haklı bir değerlendirmedir. 1. Müslümanlar Yahudilik ve Hristiyanlıktaki on emirden ikincisinin doğruluğuna inanır. İkinci emire göre kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin. Akılsızlık eden insanları putperestliğe yönlendirsin ve ya yönlendirmesin, canlı bir şeyin resim ya da heykelini yapamayız. Ortodoks Yahudiler ve birçok Protestan kiliseleri de bu emire uyma da titizlik gösterirler. 2. Bu ikinci emirde bildirilen yasağın İslamiyet teki ehemmiyetine ve İslam sanatının resim kullanmaksızın çok üst seviyelere ulaşabilmesine rağmen, resim çizmek Şeriat ta had cezasını (yani miktarı, İslamiyet te kesin olarak bildirilmiş bir cezayı) gerektirmez. Resim çizenin nasıl bir cezaya çarptırılacağı işlenen suçun tam mahiyeti göz önünde bulundurularak kadı tarafından karar verilir. 64 Şubat

65 3. Cinayet, zina ve hırsızlık gibi suçların aksine, resim yapmak İslam hukuku ve İslam ahlakı üzerine yazılan eserlerde biraz marjinal bir konu olarak ele alınmıştır. İnsanların resmini çizmek yasaklanmıştır; ancak bu suç bir vakit namaz kaçırmak ya da anne babanın hukukunu gözetmemek kadar kötü değildir. 4. İslam ahlakının bu az bilinen yönü büyük bir Avrupa krizi için paratoner görevi görmüştür. Paris te gerçekleşen yüz kızartıcı katliam her türlü radikal grup tarafından Müslümanların çevrelerini kuşatan gayrimüslim kültürlere saygı gösterebilecek kabiliyette olmadıklarını göstermiştir. 5. Tabii ki, orta yolu bulan sabırlı bir grup ise bu iddiaların ötesine geçebilmiş ve şunun farkına varmıştır; bu katliam İslamiyet i çok az bilen, geçmişi sorunlu ve sicili birçok suçla dolu olan adi suçlular tarafından işlenmiş ve bazı Müslüman liderlerin de içinde bulunduğu ender bir birlik gösterisi şeklinde Fransa ve dünya genelinde kınanmıştır. 6. Bu sebeple bu baskın camilerde verilen öğretileri ayaklar altına alarak kendi kafasına göre hareket eden bazı radikal unsurlar tarafından gerçekleştirilen trajik bir olay olarak kolayca değerlendirilebilirdi. Müslümanlar bu tarz hukuksuzlukların artan bir endişeye sebep olduğunu kabul ediyor. Herhangi bir İslam alimi Suriye ve Irak taki radikalleri (IŞİD çileri) desteklemiyor, ancak bazı gençler hiçbir şeyi önemsemiyor. Bireyselcilik çağında, kızgın beyinler icazetli dini liderleri kaale almıyor. 7. Ancak burada daha büyük tehlikeler var. Charlie Hebdo, yıllar önce Danimarka daki Jyllands-Posten dergisinin aksine, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin resimlerini çizmekle kalmadı. Eğer sadece resim çizmekle yetinilseydi bu olayın üzerinde bu kadar durulmazdı. Sıkıntı ortadaki alay etme, zarar verme ve yaralama niyeti. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizi (haşa) çıplak bir şekilde ve (haşa) sarığının içinde bomba varmış gibi (haşa) resmetmek basit bir resim çizme olarak değerlendirilemez. Bu hareket zaten iftiralara uğramış ve savunmasız bir şekilde bulunan Müslüman toplumuna bilinçli bir saldırı olarak değerlendirilmiştir ki bu haklı bir değerlendirmedir. 8. Camilere yapılan kundaklamalar ve bir sürü hukuki dezavantaj gün geçtikçe Avrupa da yaşayan Müslümanlar için hayatın bir gerçeği haline geliyor. Şubat Yakın zamanda İsveç teki bir camiyi ziyaret ettim. Bu cami şu ana kadar toplamda 300 ayrı saldırıya uğramış ve bir seferinde de tamamen kül olmuş. Bu korkulu ve gergin ortamda, Fransız karikatürlerini zararsız bir eğlence olarak değerlendirmek neredeyse hiç mümkün değildir. 9. Zaten hor görülmekte olan azınlıkları aşağılamak tehlikeli bir iştir. Nazi terörü zamanında karikatürler Yahudi karşıtı ırkçı söylemlerde çok önemli bir silah olarak kullanılmıştır. Müslümanların saygı duydukları ve değerli buldukları her şeyin hazinesi olan Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize (haşa) gülmek onu (haşa bin kere haşa) müstehcen ve komik bir seviyeye (haşa) indirmek genelde anlaşılan şekliyle ifade özgürlüğü nden çok farklı bir şeydir. Bu insanları üzüntüye boğma, önyargıları arttırma ve sosyal dokuyu bozma gibi etkileri önceden kesinlikle bilinebilen vahşi bir harekettir. 10. Bu durum ve sivil toplum olabilmenin gerektirdiği saygıyı koruma ihtiyacı İngiliz yasamasını harekete geçirmiş, 2008 yılında kaldırılan ve insanların kutsalına hareket etmeyi yasaklayan yasalar saldırgan ve toplum içi nefreti yaymaya sebep olan sözleri yasaklayan yeni yasalarla değiştirilmiştir yılında, İngiltere nin Liverpool Havalimanı nda ateist bir aktivist ibadet için ayrılan odalarda Hristiyanlık karşıtı resimler dağıtmaktan dolayı tutuklanıp cezalandırılmıştır. Durumdan rahatsızlık duyan havalimanında görevli papaz olayı mahkemeye götürmüş ve kazanmıştır. 11. İngiliz hukuk geleneği sadece ifade özgürlüğünü değil insanların psikolojik baskıya sebebiyet veren hakaret, iftira ve tacizden korunma hakkını da tanır. Özellikle savunmasız azınlıkların içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulunca bu hukuki duyarlılık çok daha uygundur. Aynı zamanda da kibar ve hoşgörülü bir milli kimlikle de uyum içerisindedir. 12. Günümüzde İngiliz adliyelerinde görev yapan Müslümanların mesuliyeti Hristiyan olmayan azınlıkların taciz edilmesini engellemede bu koruyucu hükümlerin ne kadar fayda verebileceğini öğrenmektir. Artarda açılacak olan bir takım davalar sadece İngiltere değil belki de Avrupa genelinde nefret söyleminden korunma hakkı üzerine tartışmaların yapılmasına her ne kadar gecikmeli de olsa sebep olacaktır. Açılan her dava başarıyla sonuçlanmayacaktır ancak İngiltere de yaşayan Müslüman azınlık İngiliz yasalarının tanıdığı korumadan azami ölçüde faydalanmakta kararlı olduğunu gösterecektir. 65

66 Salih AYDIN Hz. Bilal-i Habeşi (r.a) Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen ah ne acı dedikçe, Bilâl: Oh! ne tatlı!. diyor ve ekliyordu: Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım. diyordu. Hazreti Peygamber (s.a.v) e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî (r.a), aslen Habeş lidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah tır. Bilâl (r.a), islâm ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef in kölesiydi. İslâm ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, islâm a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah (r.a) gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) islâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi. Ümeyye b. Halef, kölesi Hz. Bilâl in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu islâm dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesil- 66 Şubat

67 diği anda, Bilâl (r.a) ı alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: Muhammed e küfret; Lat ve Uzza ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın. Bilâl (r.a) ın kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: Allahu Ahad, Allahu Ahad, Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü (İbn Sa d, Tabakat, III, 232). O, geçim için, makam ve mevki için başka ilâhlara sığınmazdı. O biliyordu ki hüküm Allah a aittir, rızık Allah a aittir. Öldürmek ve yaşatmak Allah ın elindedir. Geçici dünyanın çıkarları için put ve tağutları tasdik etmek ve bu arada imandan bir cüz de Allah a ayırmak iman için yeterli değildir. Tam ve kâmil anlamda hükmün, öldürmek ve diriltmenin Allah a ait olduğunu rızık verenin yalnız Allah olduğunu, Allah ı bütün sıfatlarıyla tanıyıp ona göre iman etmedikçe ve bu uğurda gelecek sıkıntı ve ezalara katlanmadıkça imanda kemâle ulaşmanın mümkün olmadığını biliyordu. Bilâl (r.a), rızık ve ölüm korkusu taşımıyordu. Yalnız Allah tan korkuyor ve yalnız ondan ümid ediyordu. İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.) a rastgelen Varaka b. Nevfel, Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. der, sonra da müşriklere dönerek: Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek alırız. derdi (İbnü l-esir, el-kâmil Fi t-târih, II, 66). Bilâl in efendileri olan Mekkeli müşrikler onu, çoluk çocuğun oyuncağı yapmışlardı, ona işkence edenlerden biri de Ebu Cehil di. Ama Hz. Bilâl e yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere katlanabiliyordu. Ümeyye b. Halef in Hz. Bilâl e yaptığı işkencelere çok üzülen Hz. Ebû Bekir (r.a.) ona bu işkenceden vazgeçmesini söylemiş o da; Onun ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-sıddîk (r.a.) ona şu cevabı vermişti: Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver. Ümeyye bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Hz. Bilâl i Hz. Ebû Bekir e verdi. Başka bir rivayette Hz. Ebu Bekir in onu yedi ukiyeye satın alıp azat ettiği kaydedilir. (İbn Sa d, Tabakat, III, 232). Hz. Bilâl i Resulullah ın yanına götürüp azat etmiş ve Bilâl işkenceden kurtulmuştu. Elbette bu Allah ın bir takdiridir. Bilâl Hz. Ebû Bekir e bu sebeple borçlu değildir. İki mümin de görevlerini yapmışlar. Allah da onlara ecrini vermiştir. Hz. Ömer (r.a) şöyle der: Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl i azad etti. (İbnü l-esîr, Üsdü l- Gabe, I, 209). Bilâl (r.a) daha sonra diğer ashab ile birlikte Medine ye hicret etti. Orada Sa d b. Hayseme ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Hz. Bilâl e de Abdullah b. Abdurrahman el-has amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl (r.a), Hz. Ömer devrinde Şam da bulunduğu sırada maaş ola- Hz. Bilâl (r.a), uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı. Şubat 67

68 rak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu. (İbn Sa d, Tabakat, III, 234). Bilâl (r.a), Resulullah (s.a.v.) in müezzini olarak tanınmaktadır. Ve sık sık ezanı Bilâl e okuttururdu. Hatta sabah ezanındaki (Namaz uykudan hayırlıdır) ibaresini Bilâl ezana eklemiş Resulullah Bilâl, bu ne güzel söz! diye onu tasvip etmişti. (Avnu l-ma bud, Serh Ebû Dâvud, III,185; İbn Mâce, Ezan, 1, 3,). Hz. Bilâl, Resulullah ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: İşte küfrün başı!.. Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi. Resul-u Ekrem (s.a.v) Mekke nin fethi ardından Kâbe ye girerken has müezzini Hz. Bilâl i yanlarında bulundurmuşlardı. İbn Ömer, (r.anhüma) bu vakayı şöyle nakleder ve der ki: Resul-u Ekrem (s.a.v), Mekke nin fethi gününde, Mekke nin yüksek tarafından bir deve üzerinde geldi. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha da yanlarındaydılar. Resul-u Ekrem (s.a.v) Kâbe içinde uzun bir müddet kaldılar, sonra çıktılar. Arkasında müminler içeri girmek için birbiriyle yarış etti. İlk giren bendim. Bilâl (r.a), kapının arkasındaydı. Hz.Bilâl e Resulullah ın nerede namaz kıldıklarını sordum, yerini gösterdi. Ne var ki Hz. Bilâl e, Allah Resulunun kaç rekat namaz kıldıklarını sormayı unuttum. (Buhârî, Megâzî, 49). Resulullah (s.a.v), Kâbe yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl (r.a), burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu. (İbn Sa d, Tabakat, III, 234). Resul-u Ekrem (s.a.v) in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Bilâl e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy! Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: İstediğin yere git!... Resulullah ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye de meydana gelen gazalara katıldı (İbn Sa d, Tabakat III,238). Hz. Ebû Bekir in vefatından sonra, Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin e gittiği zaman, Hz. Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah ın vefatından beri ezan okumayan Hz. Bilâl den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl (r.a) Tevhîd in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.v) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.) a rastgelen Varaka b. Nevfel, Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. der, sonra da müşriklere dönerek: Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek alırız. derdi 68 Şubat

69 ağlamaya başladılar. Hz. Bilâl in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi. Kudüs ü teslim alma sırasında Hz. Ömer den başka Ebu Ubeyde b. el-cerrâh, Muaz b. Cebel, Amr b. el-âs gibi ashabın ileri gelenlerinden bir çok kimse bulunuyordu. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem (s.a.v) e hizmetle geçirdi. O, Resulullah (s.a.v) in meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah (s.a.v) den ayrılmazdı. Hz. Peygamber (s.a.v) in irtihâlinden sonra Suriye ye giden Bilâl (r.a), Havlan kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu. Hz. Bilâl, Suriye de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.v) i gördü. Resulullah (s.a.v) ona, şöyle demişti: Beni ziyaret etmeyecek misin? Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem (s.a.v) le birlikte geçirdigi günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (r.anhüma) Hz. Bilâl i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl (r.a), onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid inde ezan okumuştu. Hz. Bilâl in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah (s.a.v) in risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem (s.a.v) e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl (r.a) ın sesi idi. Hz. Bilâl, hicretin yirminci yılında altmış yaşlarında iken vefat etti. Dımaşk ın Bâbü s-sagîr tarafına defnolundu. (İbn Sa d, Tabakat, III, 238; İbnü l-esir, Üsdü l-gabe, I, 209). Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen ah ne acı dedikçe, Bilâl: Oh! ne tatlı!. diyor ve ekliyordu: Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla diyordu. buluşacağım. Bilâl-i Habeşî (r.a), islâm ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl in, ilk müslümanlardan olduğunu ve islâm akîdesi uğrunda en büyük çileyi çekenlerden olduğunu, herkes bilir ve ona son derece sevgi ve hürmet beslerdi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem (s.a.v) e hizmetle geçirdi. O, Resulullah (s.a.v) in meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah (s.a.v) den ayrılmazdı. Hz. Peygamber in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah (s.a.v) in evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi. Hz. Bilâl in doğruluk ve ahlâki, islâm a bağlılığı bütün çağdaşları tarafından aynı derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashab ın ileri gelenlerinden ve islâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi. Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı. (İbn Sa d, Tabakat, III, ). Şubat 69

70 Musa KARACA Sevgili öğrenciler, Yeni bir eğitim öğretim yılına başlamanın heyecanı, yeni öğretmenler ve yeni arkadaşlıklar edinmenin merakıyla başlamış olduğunuz bir eğitim öğretim yılının ilk dönemini tamamlamış bulunuyorsunuz. Göstermiş olduğunuz emeğin karşılığını da not olarak karnede aldınız. Bazılarınız notlarına sevinirken bazılarınız da üzülmüş olabilir. Bilmenizi isterim ki; Karnedeki notlarınız; sizin kapasitenizi değil, göstermiş olduğunuz gayreti göstermektedir. Zira değişmeyen tek gerçek şudur ki: çalışan kazanır! Unutmayın ki notlardaki düşüklük çalışmanızdaki ihmalin sonucudur. Öğrenmenin merkezi beyindir. Beyin yapısı ise çocukta, yetişkinde, dahide ve normal insanda aynıdır. Hiçbir fark yoktur. Yirmi dört saat zaman herkese eşit olarak verildiğine göre bazı kişilerin başarısız olmasının nedeni bu insanların planlı çalışmamasıdır. Tatil, eğitime verilen moladır. Bu molada, geçen bir dönemin değerlendirilmesi yapılmalı. Başarılı olduğunuz konularda kendinizi ödüllendirirken eksik olduğunuz konularda ikinci yarıyıl için yeni stratejiler geliştirmeli, ikinci dönemde aynı hatalara düşmemelisiniz. Tatili nasıl değerlendirmeli? Tatili arkadaşlarınızla çokça oyun oynayarak, kültürel amaçlı geziler yaparak, dost ve akrabalarınızı ziyaret ederek, hastaları ziyaret ederek, muhtaçlara yardım ederek, çokça kitap okuyarak ve ibadetlerinizi ihmal etmeden geçirmenizi tavsiye ederim. Sanal ortamdan mümkün oldukça uzak durmanızı öneririm. Teknolojik gelişmeler hayatı kolaylaştırdığı kadar birçok sakıncayı da beraberinde getirmiştir. Amacı dışında ve kontrolsüz kullanıldığında insana ciddi zararlar vermektedir. Telefonlardan internet ağına ulaşımın sağlanmasıyla birlikte internet kullanımında artış gözlenirken internet kullanma yaşı da düşmektedir. Yetişkin biri için günlük internet kullanımı bir saati geçmemelidir. Uzmanlar tarafından internetin fazla kullanımdan kaynaklı zararlar bilimsel olarak uzmanlar tarafından ortaya konmuştur. Aşırı internet kullanımı özellikle Dikkat eksikliği ve hiper aktivite başta olmak üzere depresyon, sosyal fobi, dürtü kontrol bozukluğu, akademik başarısızlık, fiziksel rahatsızlıklar gibi birçok rahatsızlığa neden olduğu saptanmıştır. Ayrıca istismar, dolandırıcılık gibi davranışlar üzerinde de olumsuz etkisi olmaktadır. İyi bir insan için kendinizi geliştirmelisiniz. İki günü eşit olan zarardadır. hadisinin gereği, her gün bilgi birikiminizi bir önceki günden biraz daha arttırmalısınız. On yıl sonranın yöneticileri sizler olacaksınız. Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorsanız kendinizi öyle geliştirin. Verimli bir tatil geçirmeniz temennisiyle iyi tatiller. 70

71 General Electric Temel askere gitmiş. Mutfakta görevlendirmişler. Temel mutfağa her girdiğinde buzdolabına selam veriyormuş. Bir gün mutfak çavuşu sormuş: -»Niye buzdolabına selam veriyorsun?» Temel cevap vermiş: -»Komitanum üstünde (General Electric) yazayi.» BULMACA 1- Endülüs Emevi ve Beni Ahmer Devletleri nin kurulduğu ülke 2- Mekkeli müşriklerle Müslümanların 628 de imzaladıkları antlaşma de Mekke deki Müslümanların müşriklerin baskısı nedeniyle Medine ye yaptıkları göç 4- Allah (c.c) ın emirlerinin Cebrail (a.s) aracılığı ile peygamberlere bildirilmesi 5- İki besmele olan sure 6- Kâbe yi yıkmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi Ebrehe nin ordusuna saldıran kuşlar. 7- Ebrehe nin Kâbe yi yıkmak üzere büyük bir orduyla saldırıya geçme olayı 8- Hz. Peygamber (s.a.s.) in Medine den gelip ilk müslüman olanlarla yıllarında yaptığı iki anlaşma ve ahidleşme. 9- Dünyanın ilk haritasını çizen ünlü Türk denizcisi 10- Cebir ve algoritma ilminin kurucusu Müslüman bilim adamı 11- Ayetlerdeki hikmetlerden yola çıkarak bilimsel gerçeklere ulaşmış, İslam dünyasında 10 ve 11. yüzyıllarda yetişmiş olan büyük fen ve din alimi, dünya bilim tarihinde devrinin en büyük astronomi bilgini, matematikçisi, etnografı tarihçisi ve filozofu olmuştur. Eserleri bugün halen Batı bilim dünyasında kaynak eser olarak kullanılan Müslüman bilim adamı Cevaplar:1.İspanya 2.Hudeybiye 3.Hicret 4.Vahiy 5.Neml 6.Ebabil 7.Filvakası 8.Akabebeyatı 9.Pirireis 10.Harezmi 11.Biruni BİLMECELER 1. Dürüm dürüm dürüldüm, kuşak gibi sarıldım; karnımı yardılar, benden dolma yaptılar 2. Göz İle görülmez, el ile tutulmaz, ondan uzak duranlar hasta olmaz 3. Yeşil iken al olur, kırmızı iken bal olur; sakın elinde sıkma, iki elin kan olur 4. Taştandır, demirdendir, yediği hamurdandır, bütün dünyayı doyurur, kendi doymaz, nedendir? 5. Soba başına oturdum, çocuklara soruldum, kimi bildi kimi bilemedi, zihinlere kuruldum 6. Halamın tek erkek kardeşi benim neyim olur? 7. Her sözlükte yanlış yazılan sözcük nedir? Cevaplar:1.Lahana 2.Mikrop 3.Karpuz 4.Fırın 5.Bilmece 6.Babam 7.Yanlış 71

PEYGAMBERLİKTEN SONRA EN YÜCE MAKAM ŞEHÂDET Cumartesi, 28 Şubat :06

PEYGAMBERLİKTEN SONRA EN YÜCE MAKAM ŞEHÂDET Cumartesi, 28 Şubat :06 Şehâdet kelimesi sözlükte tanıklık etmek, huzurda bulunmak, idrak etmek, haber vermek, muttali olmak ve bilmek anlarına kullanılmıştır. Dini ıstılahta ise, Allah ın dinini en yüce tutmak için bu uğurda

Detaylı

Teslimiyet ve Şehadet Arzusu Cumartesi, 28 Şubat 2015 07:05

Teslimiyet ve Şehadet Arzusu Cumartesi, 28 Şubat 2015 07:05 Ölüm kaçışı olmayan bir hakikat, inkarı imkansız bir gerçektir. Her fani bu gerçekle yüz yüze gelecek Yeryüzünde her canlı fanidir, yok olacaktır (1) Her nefis ölümü tadacaktır (2) Bu dünyada ki misafirlik

Detaylı

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları Kur ân-ı Kerim de Oruç Ey müminler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günler içinde Oruç tutmanız farz kılındı. Umulur ki, bu sayede, takva mertebesine

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Güzel Ahlâkı Kazanmak

Güzel Ahlâkı Kazanmak Ramazan, Allah a yakınlaşma vesilesidir. Oruç tutan insan Allah ın beğendiği davranışlar sergilemeye, nefsinin tutkularından sakınmaya çalışır. Şeytana karşı dikkatli ve şuurludur, vicdanının doğruyu fısıldayan

Detaylı

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla (Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Sizden kim, (o günlerde) hasta veya seferde ise o, (tutamadığı) günler sayısınca başka günlerde

Detaylı

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ Kur an-ı Kerim : Allah tarafından vahiy meleği Cebrail aracılığıyla, son Peygamber Hz. Muhammed e indirilen ilahi bir mesajdır. Kur an kelime olarak okumak, toplamak, bir araya

Detaylı

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti Mektub-u Attar Muhammed İlyas Kadiri Razavi tarafından tüm İslami Erkek Kardeşlerine ve İslami Kız Kardeşlerine, Medaris El Medine ve Camiat El Medine nin erkek öğretmenler, erkek öğrenciler, kadın öğretmenler

Detaylı

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller yayın no: 117 PEYGAMBERİMİZİN DİLİNDEN HİKMETLİ ÖYKÜLER Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür Yayınevi

Detaylı

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi;

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi; Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi; 1) Güçlük içinde ve çok zor durumda olan insanın, 2) Savaş altındaki insanın

Detaylı

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz. Söylenen her söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır. Ataullah İskenderî Söz ilaç gibidir. Gereği kadar sarf edilirse fayda veriri; gerektiğinden fazlası ise zarara neden olur. Amr bin As Sadece

Detaylı

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205) Zikir, hatırlayıp yâd etmek demektir. İbâdet olan zikir de Yüce Allah ı çok hatırlamaktan ibârettir. Kul, Rabbini diliyle, kalbiyle ve bedeniyle hatırlar ve zikreder. Diliyle Kur ân-ı Kerim okur, duâ eder,

Detaylı

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL Ey İnsanlık! Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan, ondan da eşini var eden ve her ikisinden de bir çok erkek ve kadın üreten Rabbınıza karşı sorumluluğunuzun

Detaylı

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler 3. ÜNİTE: EN GÜZEL ÖRNEK HZ. MUHAMMED İN İBADETLERİ 3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler KAZANIMLARIMIZ O Bu ünitenin sonunda öğrenciler Hz. Muhammed'in: O 1. Öncelikle bir kul olarak davrandığını kavrar.

Detaylı

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım. TEMEL DİNİ BİLGİLER 1 Rabbin kim? Rabbim Allah. 2 Dinin ne? Dinim İslam. 3 Kitabın ne? Kitabım Kur ân-ı Kerim. 4 Kimin kulusun? Allah ın kuluyum. 5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu

Detaylı

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir. Hastalık ve Yolculukta: Eğer bir insan hasta ise ve yolcu ise onun için oruç tutmak Kur an-ı Kerim de yasaktır. Bazı insanlar ben hastayım ama oruç tutabilirim diyor veya yolcuyum ama tutabilirim diyor.

Detaylı

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır. İslam a göre kadınlar erkeklerden daha değersiz kabul edilmez. Kadınlar ve erkekler benzer haklara sahiptirler ve doğrusu bazı hususlarda kadınlar, erkeklerin sahip olmadığı bazı belirli ayrıcalıklara

Detaylı

Yaratanlar arasında şerefli bir yere sahip olan insanın yaşam hakkı da, Allah tarafından lutfedilmiş bir temel haktır.

Yaratanlar arasında şerefli bir yere sahip olan insanın yaşam hakkı da, Allah tarafından lutfedilmiş bir temel haktır. Yaratanlar arasında şerefli bir yere sahip olan insanın yaşam hakkı da, Allah tarafından lutfedilmiş bir temel haktır. Kur'an-ı Kerimde bir kimseye hayat vermenin adeta bütün insanlara hayat verme gibi

Detaylı

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır. BÜYÜKLERİN HİKMETLİDEN SÖZLERİ Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır. Buyruldu ki; Faziletli kimseler için (hiçbir yer) gurbet sayılmaz. Cahilin ise

Detaylı

Sevgili dostum, Can dostum,

Sevgili dostum, Can dostum, Sevgili dostum, Her insanı hayatta tek ve yegâne yapan bir öz benliği, insanın kendine has bir kişiliği vardır. Buna edebiyatımızda, günlük yaşantımızda ve dini inançlarımızda çeşitli adlar vermişlerdir.

Detaylı

3 Her çocuk Müslüman do ar.

3 Her çocuk Müslüman do ar. TAHR C * 1 Sözlerin en güzeli Allah ın kitabı, yolların en güzeli Muhammed in yoludur. Buhari, Edeb, 70; tisam, 2. z Müslim, Cuma, 43. z Nesai, Iydeyn, 22. z bn Mace, Mukaddime, 7. z Darimî, Mukaddime,

Detaylı

BEYANAT. Ahmed el Hasan (a.s)

BEYANAT. Ahmed el Hasan (a.s) Ahmed el Hasan (a.s) 1 Rahman ve Rahim olan Allahın Adıyla. Hamd Alemlerin Rabbi Allahadır. Allahın selamı Muhammed ve Al-i Muhammedin, İmamlar ve Mehdilerin üzerine olsun. Dünyanın Doğusundaki ve Batısındaki

Detaylı

ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar

ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar ICERIK Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar Salih amel nedir? Salih: dogru yolda olan, fesat icinde olmayan, faydalı ve yarayışlı

Detaylı

Dua Dua, insan ile Allah arasında iletişim kurma yollarından biridir. İnsan, dua ederken Allah ın kendisini işittiğinin bilincindedir. İnsan dua ile dileklerini aracısız olarak Allah a iletmekte ondan

Detaylı

İLİ : GENEL TARİH : 29.01.2016. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

İLİ : GENEL TARİH : 29.01.2016. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 29.01.2016 EN GÜZEL İSİMLER O NUNDUR Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah tır. Güzel isimler O nundur.

Detaylı

Kavramlar. 1.Mü min. 2. Kafirler. 3.Münafiklar. 1.1 Kur anda Mü min ile ilgili Ayetler 1.2 Kur anda Mü min görevleri ve özellikleri

Kavramlar. 1.Mü min. 2. Kafirler. 3.Münafiklar. 1.1 Kur anda Mü min ile ilgili Ayetler 1.2 Kur anda Mü min görevleri ve özellikleri KAVRAMLAR Kavramlar 1.Mü min 1.1 Kur anda Mü min ile ilgili Ayetler 1.2 Kur anda Mü min görevleri ve özellikleri 2. Kafirler 2.1 Kur anda Kafirler ile ilgili Ayetler 2.2 Kur anda Kafirlerin Özellikleri

Detaylı

Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar

Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar Camiye Girerken Allah ın adıyla, Allah ın Resulüne salat ve selam olsun. Allah ım, hatalarımı bağışla ve bana rahmet kapılarını aç. Camiden Çıkarken Allah ın adıyla, Allah

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55 Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55 8 Ey insanlar! Rabbiniz birdir, atanız (Âdem) da birdir. Hepiniz Âdem densiniz, Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O na karşı gelmekten

Detaylı

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

KUR'ANDAN DUALAR. Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru. ( Bakara- 201 ) KUR'ANDAN DUALAR "Ey Rabbimiz Bizi sana teslim olanlardan kıl, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yerlerimizi göster, tövbemizi kabul et zira tövbeleri kabul eden, çok merhametli

Detaylı

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin? Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin? - Mutasarrıf demiş adam kabara kabara. - Sonra ne olacaksın? diye

Detaylı

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI DEĞERLER EĞİTİMİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Bir milletin ve topluluğun oluşumunda maddi

Detaylı

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister. Yalan Söylemeyen Çocuk Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister. Annesi: Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir

Detaylı

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar 1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar İÇİNDEKİLER KUR AN NEDİR? KUR AN-IN AMACI? İNANÇ NEDİR İBADET NEDİR AHLAK NEDİR KISSALAR AYETLER KUR AN NEDİR? Kur an-ı Hakîm, alemlerin Rabbi olan Allah ın kelamıdır.

Detaylı

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir. İBADET 1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir. 2 İslam ın şartı kaçtır? İslam ın şartı beştir.

Detaylı

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ 5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ Allah İnancı Ünite/Öğrenme Konu Kazanım Adı KOD Hafta Tarih KD1 KD2 KD3 KD4 KD5 KD6 Allah Vardır ve Birdir Evrendeki mükemmel düzen ile Allahın (c.c.) varlığı ve birliği

Detaylı

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!.. BABAN GELİRSE ÇAĞIR BENİ OĞUL.. Çanakkale destanının 99. yıl dönümünü yaşadığımız günlere saatler kala yine bir Çanakkale k ahramanının hikayesiyle karşınızdayım.. Değerli okuyucular; Hak için, Hakikat

Detaylı

Veda Hutbesi. "Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

Veda Hutbesi. Ey insanlar!  Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. Veda Hutbesi Peygamberimiz Vedâ Hutbesinde buyurdular ki: Hamd, Allahü Teâlâya mahsûstur. O'na hamd eder, O'ndan yarlığanmak diler ve O'na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin günahlarından

Detaylı

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm: Hatim-i Esam hazretleri, hocası Şakik-i Belhi hazretlerinin yanında 33 sene kalır, ilim tahsil eder. Hocası, bu zaman içinde ne öğrendiğini sorduğu zaman, sekiz şey öğrendiğini söyler ve bunları hocasına

Detaylı

Haydin Câmiye Pazartesi, 31 Ekim :26

Haydin Câmiye Pazartesi, 31 Ekim :26 Hz. Peygamber Efendimiz, Mekke den Medine ye hicret ettikten sonra ilk iş olarak, Mekke den Medine ye hicret eden muhâcirlerle Medine nin yerlisi olan Ensâr ı birbirine kardeş yaptı. Bu iki şehrin Müslümanlarını

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com amaz Memduh ÇELMELİ NAMAZ: AYET ve HADİSLER «Namazı kılın; zekâtı verin ve Allah a sımsıkı sarılın...» (Hac, 78) Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber e itaat edin ki merhamet göresiniz. (Nûr, 56) «Muhakkak

Detaylı

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI Sıra No ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI VAAZ EDENİN VAAZIN ADI SOYADI ÜNVANI YERİ TARİHİ GÜNÜ VAKTİ KONUSU Dr. İbrahim ÖZLER İlçe Müftüsü

Detaylı

TEMİZLİK HAZIRLAYAN. Abdullah Cahit ÇULHA

TEMİZLİK HAZIRLAYAN. Abdullah Cahit ÇULHA TEMİZLİK HAZIRLAYAN Abdullah Cahit ÇULHA TEMİZLİK MADDİ TEMİZLİK MANEVİ TEMİZLİK İslam dini, hem maddî, hem de manevî temizliğe büyük bir önem vermiştir. Bu iki kısım temizlik arasında büyük bir ilgi vardır.

Detaylı

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek 1.VE EN YÜCESİ: Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek 2.SEVİYE: Allah ın rızasını ve sevgisi kazanmak için 3.SEVİYE: Allah ın verdiği nimetlere(yaşam-akıl-yiyecekler

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ ZEKAT SADAKA: AYET-İ KERİMELER «Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görür.» (Bakara,

Detaylı

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen Yayın no: 169 VEFA VE CÖMERTLİK ÖYKÜLERİ Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür İç düzen: Durmuş Yalman Kapak: Zafer Yayınları İsbn: 978 605 5523 15 2 Sertifika no: 14452 Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayın Grubu

Detaylı

Hz Âmine, kocası Abdullah ın kabrini ziyaret etmiş, Hz Peygamber de Neccaroğulları ndan.

Hz Âmine, kocası Abdullah ın kabrini ziyaret etmiş, Hz Peygamber de Neccaroğulları ndan. Sevgili Peygamberimiz 20 Nisan 571 Pazartesi günü Mekke de doğdu Babası Abdullah, annesi Âmine, dedesi Abdülmuttalip, büyük babası Vehb, babaannesi Fatıma, anneannesi ise Berre dir. Doğduktan sonra 4 yaşına

Detaylı

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri 1 ) İlahi kitapların sonuncusudur. 2 ) Allah tarafından koruma altına alınan değişikliğe uğramayan tek ilahi kitaptır. 3 ) Diğer ilahi

Detaylı

ZAFER TALHA ÇİMEN 8/E - 1453

ZAFER TALHA ÇİMEN 8/E - 1453 ÖZEL EGE LİSESİ (ORTAOKULU) DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ KAZA VE KADER (Allah, herkesin ne yapacağını bilip yazdığına göre, insanların hayır işlemesinin bir anlamı var mı? İslam da İnsanın İradeli Fiilleri

Detaylı

Anlamı. Temel Bilgiler 1

Anlamı. Temel Bilgiler 1 Âmentü Haydi Bulalım Arkadaşlar aşağıda Âmentü duası ve Türkçe anlamı yazlı, ancak biraz karışmış. Siz doğru şekilde eşleştirebilir misiniz? 1 2 Allah a 2 Kadere Anlamı Ben; Allah a, meleklerine, kitaplarına,

Detaylı

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN KUR AN KARANLIKLARDAN AYIDINLIĞA ÇIKARIR Peygamber de (şikayetle): Ya Rabbi! Benim kavmim bu Kur an ı (okumayı ve hükümlerine uymayı bırakıp hatta menedip onu) terkettiler. dedi. (Furkân /30) Elif, Lâm,

Detaylı

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir. 1- Ramazan ayının birinci gecesi kılınacak namaz: Bu gecede bir kimse 2 rekat namaz kılsa, her rekatta da KADİR SÜRESİNİ okursa; ALLAHÜ Teâlâ ( cc ) o kişiye 3 türlü kolaylık verir. Bu ay içinde orucu

Detaylı

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama:

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama: Yolun Kenarına Diken Eken Adam Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama: - Bu dikenleri sök, insanları

Detaylı

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86)

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86) 1) Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86) 2) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: Müslüman ın Müslüman üzerindeki hakkı

Detaylı

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU Nereden geliyor bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme isteğim? Kim verdi düşünce deryalarında özgürce dolaşmamı sağlayacak özgüven küreklerimi? Bazen,

Detaylı

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün URL: Kültürümüzden Dua Örnekleri Güzel İş ve Davranış: Salih Amel İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 Kültürümüzde birçok dua örneği

Detaylı

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül 2013 06:14

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül 2013 06:14 Hiçbir ihtiyacı olmadığı halde sürekli arkadaşlarının kalem ve silgilerini çalan çocukla yaptığım görüşmede, çocuğun anlattıkları hem çok ilginç hem de Kleptomani Hastalığına çok iyi bir örnektir. Çocuk

Detaylı

2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN

2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN 2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN VAİZİN TARİHİ GÜNÜ VAKTİ ADI SOYADI ÜNVANI GÖREV YAPACAĞI YER KONUSU 1.01.2016 Cuma Öğleden Önce Şevket ŞİMŞEK Uzman Vaiz Mermerler Camii SORUMLU

Detaylı

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler Hani, Rabbin meleklere, Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti. Onlar, Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd

Detaylı

İşin Başı İslam, Direği Namaz, Zirvesi Cihaddır Perşembe, 17 Mayıs :08

İşin Başı İslam, Direği Namaz, Zirvesi Cihaddır Perşembe, 17 Mayıs :08 Cihad, beden ile ve mal ile yapılan bir ibadettir. Cihada soyunan bir mümin canını, malını ve her şeyini ortaya koymalıdır. Çünkü cihad, bu yolda yürüyeni zirveye çıkaracak bir ibadettir. Biz, bu gerçeği

Detaylı

URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün. Dua. Dua İbadetin Özüdür. Niçin ve Nasıl Dua Edilir? Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den Dua Örnekleri BÖLÜM: 2

URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün. Dua. Dua İbadetin Özüdür. Niçin ve Nasıl Dua Edilir? Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den Dua Örnekleri BÖLÜM: 2 Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün URL: Dua Dua İbadetin Özüdür Niçin ve Nasıl Dua Edilir? Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den Dua Örnekleri BÖLÜM: 2 Dua Arapça kökenli bir kelime olup «istemek, davet etmek» demektir.

Detaylı

KIRŞEHİR MÜFTÜLÜĞÜ 2018 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI

KIRŞEHİR MÜFTÜLÜĞÜ 2018 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI 29 Şevval Mehmet YAMAN İl Müftüsü Hoca Ahmet Yesevi Camii 15.5.2018 Salı Yatsıdan Önce RAMAZAN AYI VE ORUCUN FAZİLETİ 1 Ramazan Halil YILMAZ Vaiz Cacabey Camii 16.5.2018 Çarşamba Öğleden Önce ORUCA AİT

Detaylı

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız 4. SINIFLAR (PROJE ÖDEVLERİ) Öğrenci No 1- Dinimize göre Helal, Haram, Sevap ve Günah kavramlarını açıklayarak ilgili Ayet ve Hadis meallerinden örnekler veriniz. 2- Günlük yaşamda dini ifadeler nelerdir

Detaylı

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır. İnsanın toplumsal bir varlık olarak başkaları ile iyi ilişkiler kurabilmesi, birlik, barış ve huzur içinde yaşayabilmesi için birtakım kurallara uymak zorundadır. Kur an bununla ilgili ne gibi ilkeler

Detaylı

Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir.

Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir. AHMAK DOST Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir. İyilik zannıyla topluma,tüm değerlere,insanlığa karşı kötülük işlemektedir. İbrahim Peygamberden yana olduğunu

Detaylı

Rahmân ve Rahîm Ne Demektir?

Rahmân ve Rahîm Ne Demektir? Besmele Kitapcığı Besmelenin Anlamı Besmele, bütün varlıkların hal diliyle ve iradeli varlık olan insanın lisanıyla ve haliyle meşru olan her işine Allah ın ismiyle başlamasıdır. En önemli dua ve zikirlerdendir.

Detaylı

NİÇİN EVLENMEDEN ÖNCE İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ÇOK ÖNEMLİDİR? YA DA KENDİNİ TANIMAK NEDİR?

NİÇİN EVLENMEDEN ÖNCE İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ÇOK ÖNEMLİDİR? YA DA KENDİNİ TANIMAK NEDİR? Asiye Türkan NİÇİN EVLENMEDEN ÖNCE İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ÇOK ÖNEMLİDİR? YA DA KENDİNİ TANIMAK NEDİR? İNSAN NEDEN EVLENİR? İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsen Bu nice okumaktır.

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com Konu Anlatımı MELEKLER Hazırlayan Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com Konu Anlatımı MELEKLER Hazırlayan Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com Konu Anlatımı MELEKLER Hazırlayan Memduh ÇELMELİ Varlıklar Âlemi Evrende bulunan varlıklar yalnızca duyularımızla algılayabildiklerimizden ibaret değildir. Âlemde görünen ve görünmeyen sayısız varlık bulunmaktadır.

Detaylı

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3] Şimdi de hızlıca Müteşabihat hakkında bir iki şey söylemek istiyorum. Deniliyor ki Kur ân da hem Muhkemat hem Müteşabihatlar vardır. Bu durumda Kur ân a nasıl güvenebiliriz? Gerçek şudur ki bu konu doğru

Detaylı

İZMİR İL MÜFTÜLÜĞÜ 2014 YILI 2. DÖNEM BAYAN VAAZ ÇİZELGESİ (NİSAN-MAYIS-HAZİRAN )

İZMİR İL MÜFTÜLÜĞÜ 2014 YILI 2. DÖNEM BAYAN VAAZ ÇİZELGESİ (NİSAN-MAYIS-HAZİRAN ) İZMİR İL MÜFTÜLÜĞÜ 2014 YILI 2. DÖNEM BAYAN VAAZ ÇİZELGESİ (NİSAN-MAYIS-HAZİRAN ) TARİH GÜN SAAT İLÇE YER VAİZE ADI/SOYADI KONULAR 01.04.2014 Salı 14:00 Bornova Yeşilova Camii Fatma Özmen ERGEN Sağlık

Detaylı

Hz. Adem den Hz. Muhammed (s.a.v.)e güzel ahlakı insanda tesis etmek için gönderilen dinin adı İslam dır.

Hz. Adem den Hz. Muhammed (s.a.v.)e güzel ahlakı insanda tesis etmek için gönderilen dinin adı İslam dır. Necip Fazık Kısakürek in gençliğe hitabındaki aynı manadır yazımın başlığında ki kim var? 'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim

Detaylı

HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN!

HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN! HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN! Size bir hediye geliyor. Çok uzaktaki, en sevdiğin arkadaşın gönderiyor. İçerisinde neler mi var? Sevdiğin herşey. Arkadaşın önceden haber veriyor. Beklemeye başlıyorsun.

Detaylı

Ramazan ve Bayram Ramazan Ramazan Allah a yakınlaşmak için yegane bir zaman. Allah dünyada kendisi ve insanlar arasına perdeler koymuş. Bu perdeleri açmak ve aşmak, Allah a yakınlaşmak, onu hissetmek için

Detaylı

İZMİR İL MÜFTÜLÜĞÜ BAYAN VAAZ ÇİZELGESİ ( 2014 YILI 2. DÖNEM )

İZMİR İL MÜFTÜLÜĞÜ BAYAN VAAZ ÇİZELGESİ ( 2014 YILI 2. DÖNEM ) İZMİR İL MÜFTÜLÜĞÜ BAYAN VAAZ ÇİZELGESİ ( 2014 YILI 2. DÖNEM ) TARİH GÜN SAAT İLÇE YER VAİZE ADI/SOYADI D 1.4.2014 Salı 14:00 Bornova Yeşilova Camii Fatma Özmen ERGEN Sağlık ve Önemi 1.4.2014 Salı 14:00

Detaylı

M. Sinan Adalı. İllustrasyonlar: Sevgi İçigen. yayın no: 114 NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? / 2

M. Sinan Adalı. İllustrasyonlar: Sevgi İçigen. yayın no: 114 NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? / 2 yayın no: 114 NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? / 2 Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür Yayınevi editörü: Özkan Öze iç düzen/kapak: Zafer Yayınları Tashih: Emine Aydın isbn: 978 605 5523 29 9 Sertifika no: 14452 2 Uğurböceği

Detaylı

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir.

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir. Hoş Geldin Ya Şehri Ramazan Recep ve Şaban ayını mübarek kılıp bizi ramazan ayına ulaştıran rabbimize hamd olsun. Bu yazımızda sizinle ramazan ayıyla ilgili terimlerin anlamını inceleyelim. Ramazan: Hicri

Detaylı

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma KURAN'I KERİM TÜRKÇE MEALİ (DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI) 50-KAF SURESİ Mekke'de inmiştir. 45 (kırkbeş) âyettir. "Kaf" harfi ile başladığı için bu adı almıştır. Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla. 1.

Detaylı

Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti

Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti Hz. Ali (kv) bildiriyor: Resulullah (sav) bir gün beni huzuruna çağırdı: "Ya Ali! Senin bana yakınlığın, Harun Peygamberin Musa Aleyhisselama olan yakınlığı gibidir.

Detaylı

Istılah olarak;peygamber Efebdimiz zamanında yaşamış ve de Peygamber Efendimizi görerek ona inanmış olan kişilere denir.

Istılah olarak;peygamber Efebdimiz zamanında yaşamış ve de Peygamber Efendimizi görerek ona inanmış olan kişilere denir. SAHABE NİN FAZİLETİ Sahabe;arkadaş,dost,sahip anlamlarına gelmektedir. Istılah olarak;peygamber Efebdimiz zamanında yaşamış ve de Peygamber Efendimizi görerek ona inanmış olan kişilere denir. Veysel Karani

Detaylı

GADİR ESİNTİLERİ -10- Şiir: İsmail Bendiderya

GADİR ESİNTİLERİ -10- Şiir: İsmail Bendiderya GADİR ESİNTİLERİ -10- Şiir: İsmail Bendiderya GADİR ESİNTİLERİ (10) Şiir: İsmail Bendiderya Edit: Kadri Çelik - Şaduman Eroğlu Son Okur: Murtaza Turabi Hazırlayan: D.E.K. Kültürel Yardımcılık, Tercüme

Detaylı

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül 2009 17:55

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül 2009 17:55 Ramazan Manileri // Ahmet ağa uyursun uyursun Uykularda ne bulursun Kalk al abdest, kıl namaz Sabahleyin cenneti bulursun Akşamdan pilavı pişirdim Gene karnımı şişirdim Çok mani diyecektim ama Defteri

Detaylı

CİHADA DENKTİR Evet, içinde savaş olmayan bir cihad var ki hac ve umredir Küçüğün, büyüğün, zayıfın, kadının cihadı hac ve umredir.

CİHADA DENKTİR Evet, içinde savaş olmayan bir cihad var ki hac ve umredir Küçüğün, büyüğün, zayıfın, kadının cihadı hac ve umredir. UMRE DİNİ SUNUM UMRENİN FAZİLETİ CİHADA DENKTİR Hz. Aişe (r.a) Efendimiz e (s.a.v) sorar: Ey Allah ın Resulü, kadınlara da cihad var mıdır? Efendimiz (s.a.v): Evet, içinde savaş olmayan bir cihad var ki

Detaylı

Okul Başarısı Anne Babalardan Dualar İster (2) Perşembe, 06 Aralık :11. Dualar Beddualar

Okul Başarısı Anne Babalardan Dualar İster (2) Perşembe, 06 Aralık :11. Dualar Beddualar Dualar Beddualar Çocuklara gösterilen sevgi, dua ile birlikte beden diliyle de gösterilmesi onların okul başarısını artıracaktır. Çocuklar okula giderken sarılarak ve dua ile yollanmalıdır. Bu, çocukların

Detaylı

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli? Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli? EVLENİRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ? Peygamber (sav) Efendimiz den Abdullah ibn-i Ömer RA ın bir hadisini bu münasebetle hatırlayalım, duymuşsunuzdur: (Lâ tenkihun-nisâe

Detaylı

Nakarat Alnımızın aklığı kafire kabus olur. Mazlumun canı yansa ahı bize dokunur. 2. Nakarat

Nakarat Alnımızın aklığı kafire kabus olur. Mazlumun canı yansa ahı bize dokunur. 2. Nakarat 2 Bir avuçtuk biz göklere sığmayan. Bir avuçtuk biz Cennete susayan. 2 2 Düşmez dilimizden sökülmez kalbimizden Nakarat En kutlu sözdür bu La ilahe illallah. 5 2 Yar oldum gönlüme sevgi ektin içime. Tevhit

Detaylı

Peki, bu bayramın bizlere nasıl hediye edildiğini biliyor musunuz? Dilerseniz bu kıssayı hep birlikte hatırlayalım.

Peki, bu bayramın bizlere nasıl hediye edildiğini biliyor musunuz? Dilerseniz bu kıssayı hep birlikte hatırlayalım. Bayramınız Mübarek Olsun Görülür sevgi seli, kokar bahçenin gülü, Bayram günü gelince öpülür büyüklerin eli. Sevgili arkadaşlar kurban bayramı yaklaştı hepimizi tatlı bir heyecan sardı. Şimdiden bayramlıklarımız

Detaylı

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun. Ahmet: Otur, hanım otur. Allah aşkına bir otur. Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun. Ahmet: Allah aşkına bir otur hanım. Sabahtan beri dolaşmaktan ayaklarımın

Detaylı

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı Atatürk ün Kişisel Özellikleri Atatürk cesur ve iyi bir liderdir Atatürk iyi bir lider olmak için gerekli bütün özelliklere sahiptir. Dürüstlüğü ve davranışları ile her zaman örnek olmuştur. Gerek devlet

Detaylı

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Cennet, Tanrı nın Harika Evi Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Lazarus Uyarlayan: Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010 Bible

Detaylı

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır. İslam çok yüce bir dindir. Onun yüceliği ve büyüklüğü Kur an-ı Kerim in tam ve mükemmel talimatları ile Hazret-i Resûlüllah (S.A.V.) in bu talimatları kendi yaşamında bizzat uygulamasından kaynaklanmaktadır.

Detaylı

NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ. Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid. Terceme edenler. Muhammed Şahin. Tetkik edenler Ümmü Nebil

NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ. Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid. Terceme edenler. Muhammed Şahin. Tetkik edenler Ümmü Nebil NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ حكم الصلاة مع الجماعة ] باللغة التركية [ Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid ألفه الشيخ: محمد صالح المنجد Terceme edenler Muhammed Şahin ترجمه: محمد

Detaylı

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri :١ mı, mi? baba ( ) uzaklaştım uzaklaştırmak uzaklaştırmak evin kapıları babam yetişiyorum eğitim görüyorum ecdadım, atam saygı otur! seviyorum seni seviyorum

Detaylı

SEN ONLARIN ARALARINDA İKEN, ALLAH ONLARA AZAP ETMEZ Cuma, 18 Haziran :45

SEN ONLARIN ARALARINDA İKEN, ALLAH ONLARA AZAP ETMEZ Cuma, 18 Haziran :45 Kutlu doğum; Mekke de iman, birlik-beraberlik, Allah a teslimiyet, zorluklara tahammül, sarp yokuşu tırmanmak ve sabırdır. Kutlu doğum; Medine de kardeşlik, fedakarlık, cihad, sadakat, fetih ve devlettir.

Detaylı

ÇAĞIN VEBASI: DÜNYEVİLEŞME(FANİYİ BAKİYE TERCİH) - Uzman Cemil Paslı Kişisel Sitesi Çarşamba, 28 Haziran :05

ÇAĞIN VEBASI: DÜNYEVİLEŞME(FANİYİ BAKİYE TERCİH) - Uzman Cemil Paslı Kişisel Sitesi Çarşamba, 28 Haziran :05 Rabbim Adem babamız ve Havva annemizi cennette, ona layık, oraya uygun yaratıktan sonra hikmete binaen imtihan için kısa süreliğine cennetten daha aşağı(deni) olan dünyaya indirdi. İmtihanı kurallara uygun

Detaylı

İlim gıda gibidir. Ona her zaman ihtiyaç vardır. Faydası da herkesedir.

İlim gıda gibidir. Ona her zaman ihtiyaç vardır. Faydası da herkesedir. İlmi olmayan kimsenin dünyada da ahirette de hiç kıymeti yoktur. Ahmed-i Bedevî İlim gıda gibidir. Ona her zaman ihtiyaç vardır. Faydası da herkesedir. Abdülvehhab-ı Müttekî İnsanlar, ilmi büyüklerinden

Detaylı

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz?

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz? DEĞERLER EĞİTİMİ SELAMLAŞMA Selam ne demektir? Selâm, kelime olarak; huzur, barış, sağlık ve iyi dileklerini sunma anlamlarına gelir. Selamlaşmak; insanların karşılıklı olarak birbirlerine sağlık, huzur,

Detaylı

Kurban Nedir Ve Niçin Kesilir?

Kurban Nedir Ve Niçin Kesilir? Kurban sözlükte yaklaşmak, yakınlaşmak gibi anlamlara gelmektedir. Kurban, Allah a yaklaşmak ve onun hoşnutluğunu kazanmak amacıyla belirli bir zamanda uygun nitelikteki bir hayvanı kesmektir. Kesilen

Detaylı

Kur'ân'da, Rabbimiz Peygamberin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız için, size müslüman adını verdi (Hac 78), buyurmaktadır.

Kur'ân'da, Rabbimiz Peygamberin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız için, size müslüman adını verdi (Hac 78), buyurmaktadır. Biz, Elhamdülillah Müslümanız. Kur'ân'da, Rabbimiz Peygamberin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız için, size müslüman adını verdi (Hac 78), buyurmaktadır. İMAN: İnanmak. Îtikad. Hakk ı

Detaylı

Selamın Veriliş Şekli: Selam verildiği zaman daha güzeliyle veya aynısıyla karşılık vermek gerekmektedir. Allah

Selamın Veriliş Şekli: Selam verildiği zaman daha güzeliyle veya aynısıyla karşılık vermek gerekmektedir. Allah Arapça da barış, esenlik ve selamet gibi anlamlara gelen selam kelimesi, ilk insan ve ilk peygamber Âdem den (a.s.) beri vardır: Allah Ademi yarattığı vakit, git şu oturan meleklere selam ver, selamını

Detaylı

T.C. 8. SINIF I. DÖNEM. ORTAK SINAVI 26 KASIM 2014 Saat: 11.20

T.C. 8. SINIF I. DÖNEM. ORTAK SINAVI 26 KASIM 2014 Saat: 11.20 T.. 8. SINIF I. DÖNEM ORTAK SINAVI 26 KASIM 2014 Saat: 11.20 1. İnsanın sorumlu bir varlık olması aşağıdakilerden hangisiyle ilgilidir? A) Düşünmesi B) Konuşması ) Yürümesi D) Beslenmesi 4. Hz. Muhammed

Detaylı