BİRKAÇ SÖZ. Foreword / Par l éditeur. 4

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "BİRKAÇ SÖZ. Foreword / Par l éditeur. 4"

Transkript

1 Saygıdeğer okur, Dergimizin Türkçede folklorun halkiyat olarak ilk kez kullanılışının yüzüncü yılına ithaf ettiğimiz özel sayısı ellerinizde. Bu sayıda 1913 yılında Ziya Gökalp tarafından halkiyat teriminin folklora karşılık olarak önerilmesinin öncesindeki ve sonrasındaki folklor çalışmalarına çeşitli açılardan bakan 14 özlü yazıyla birlikte 5 tanıtma, 1 haber ve 1 çeviriden oluşan yazılarımızı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. 25. Yıl ve 100. Sayı Bildiğiniz üzere, 1989 yılından beri aralıksız bir şekilde yılda dört sayı olarak yayımlanan dergimiz, 2013 yılında 25 yaşına basmıştır. Dünyada yıldır yayımlanan folklor dergilerinin yanında oldukça genç sayılırız. Ancak Türkiye nin en uzun ömürlü folklor dergisi olan Türk Folklor Araştırmalarının yılları arasında 31 yıl yaşayabildiği dikkate alınırsa uzun ömürlü dergiler arasında yer aldığımız şimdiden söylenebilir. Öte yandan Millî Folklor koleksiyon hacmi, toplam sayfası ve bunların elektronik ortamda ücretsiz erişime açılması bakımından şimdiden Türkiye de yayımlanan bütün folklor dergilerinin önüne geçmiştir yılının son sayısı olarak yayınlayacağımız 100. sayının ardından dergimizin elektronik koleksiyonunu CD şeklinde sizlerin hizmetine sunmayı planlıyoruz. Prof. Dr. Fikret Türkmen e Armağan Dergimizin danışman ve hakemlerinden Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi hocaların hocası Prof. Dr. Fikret Türkmen in resmî görevinden emekli olduğunu ve 2014 yılının Bahar sayısını halk bilimine yapmış olduğu değerli katkılar dolayısıyla kendisine armağan BİRKAÇ SÖZ Foreword / Par l éditeur ettiğimizi daha önceki sayılarımızda duyurmuştuk. Bilindiği üzere dergimizde yer alan bu duyuru armağan sayıda yazı yazmak isteyenlere çağrı niteliğinde olup, başka bir yöntemle makale talep edilmemektedir. Ayrıca, armağan sayılardaki yazılar da diğer sayılardaki gibi hakemlik süreçlerine dâhil olduğu ve yayın ilkelerimiz bu yazılara da aynen uygulandığı için yazarlarımızın özellikle öz lü yazılarını inceleme ve hakemlik süreçlerimizi dikkate alarak göndermelerini saygıyla hatırlatırız. Prof. Dr. Ali Çelik e Armağan Dergimizin danışman, hakem ve Trabzon Temsilcisi olan halk bilimine çok değerli hizmetleri olan aziz hocamız Prof. Dr. Ali Çelik, Üniversitedeki resmî görevinden emekli olmuştur. Emekli olan hocalarımıza alanımıza yaptıkları değerli katkılar için bir armağan sayıyla teşekkür etmeyi bir gelenek hâline getiren dergimiz 2015 yılının Bahar sayısını Prof. Dr. Ali Çelik Armağanı olarak yayımlamayı planlamaktadır. Bu duyuru armağan sayıda yazı yazmak isteyenlere çağrı niteliğindedir. 2013: SOKÜM Sözleşmesi nin 10. Yılı Dosyası Bilindiği üzere içinde bulunduğumuz yıl, 2003 te kabul edilen UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi nin 10. Yılıdır. Bu nedenle 10. Yılında SOKÜM ün Korunması Sözleşmesi ni ele alan yazılardan oluşan bir dosya hazırlayacağımızı daha önce duyurmuştuk. Bu dosya için yazı göndermede son tarih 01 Kasım 2013 tür. Bu duyuru Özel Dosyaya katılmak isteyenlere çağrı niteliğindedir Sayıda buluşmak dileğiyle M. Öcal Oğuz Yayın Yönetmeni 4

2 TÜRKİYE DE FOLKLORUN İLK MAKALELERİ Les premiers articles du folklore en Turquie The First Articles of Folklore in Turkey Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ* ÖZ Folklor disiplini ve çalışmaları Batı Avrupa da doğmuş ve dünyaya buradan yayılmıştır. Disiplinin doğuş serüveninde İstanbul un Türkler tarafından alındığı 1453 tarihi önemli bir başlangıçtır. Avrupa bu tarihten sonra büyük bir sosyal, kültürel ve ekonomik değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Bu süreçte köy ve köylü kültürü önem kazanmış ve Batı Avrupalı aydınlar onların dil, edebiyat ve kültürlerinin millî ve özgün zenginlikler olduklarına inanmışlardı. Bu görüş aydınlar arasında geniş ölçüde benimsendi ve folklor adının, disiplininin ve çalışmalarının doğuş süreci hız kazandı. Batı Avrupa dan bütün dünyaya yayılan folklor çalışmaları, Doğu Avrupa da bağımsızlık talep eden azınlıklar arasında Osmanlı karşıtı bir çehre kazanmıştır. Bu hareketlere duyulan tepki önceleri Osmanlı devletinde ve Türk aydını arasında folklora ilgisizlik olarak kendini göstermiştir. Sonraları ise folklor kavramı muhalif fikir adamları ve yazarlar arasında kendine yer bulabilmiştir. Ziya Paşa nın günümüzden 145 yıl önce Hürriyet gazetesinde kaleme aldığı Şiir ve İnşa, Londra ya kaçmış bir yönetim muhalifinin eseridir. Folklor adını kullanmayan ama folklorun amaçlarını benimseyen bu makaleden sonra, Türkiye de muhaliflerin iktidara geldiği 1908 yılına kadar folklor bu denli güçlü bir savunucu bulamadı yılından sonra Türkçülük, milliyetçilik akımlarının güçlenmesine paralel olarak 1913 ve 1914 yıllarında folklor teriminin yer aldığı üç yazı peş peşe yayımlandı. Ziya Gökalp, Fuat Köprülü ve Rıza Tevfik tarafından birbirinden habersiz veya atıf yapılmadan kaleme alınan bu üç yazı da folklor terimini, disiplinini ve Avrupa daki çalışmaları tanıtıyordu. Anahtar Kelimeler Ziya Paşa, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Rıza Tevfik, Halkiyat. RÉSUMÉ La discipline du folklore et des études folkloriques sont nés en Europe de l Ouest et ont ensuite été étendus vers le monde d ici. La conquête d İstanbul par les Turcs en 1453 est un commencement important pour la naissance et l aventure du voyage de la discipline vers le monde. Après cette date, l Europe a connu un changement énorme et une transformation sociale, culturelle et économique. Les cultures dans les zones rurales et des paysans ont gagné l importance dans ce processus et les intellectuelles occidentales ont cru que leurs langues, littératures et cultures étaient les richesses nationales et originales. Cette idée a été largement acceptée parmi les intellectuelles et le processus de la naissance du nom folklore, de la discipline et des études folkloriques ont gagné de la vitesse. Les études folkloriques, qui se diffusent de l Europe occidentale au monde entier, ont également servi en tant que mécanisme contre les Ottomans au sein de ses minorités de l Europe de l Est qui ont commencé à se battre pour leur propre indépendance. Ainsi, ce mouvement a reçu une réaction d abord au sein de l Empire ottoman et plus tard parmi les intellectuels turcs comme une apathie envers le concept de folklore. Cependant, quelques temps plus tard, le concept de folklore a été reconnu par les penseurs et écrivains adversaire. L article intitulé Şiir ve İnşa (Poésie et Prose) écrit par Ziya Paşa, il y a 145 ans au journal Hürriyet, est le produit d un opposé à la gestion, qui avait fui à Londres. Après la publication de cet article qui a embrassé l application du folklore sans utiliser son nom, le concept de folklore n a pas eu un autre fervent partisan jusqu à ce que les adversaires ont arrivés au pouvoir en Après 1908, les mouvements de patriotisme et turquisme se sont renforcées, en 1913 et 1914, trois articles en utilisant le terme exact de folklore a été publié successivement. Ces trois articles écrits par Ziya Gökalp, Fuat Köprülü et Rıza Tevfik avec ou sans la connaissance ou l attribution d un autre présenté le terme de folklore, son discipline et les études qui étaient en cours en Europe. Mots-Clés Ziya Paşa, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Rıza Tevfik, Halkiyat * Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Halkbilimi Bölümü Öğretim Üyesi, ocaloguz@ gazi.edu.tr 5

3 Bugün herkesin bildiği ve kabul ettiği bir gerçek olarak herhangi bir referansa gerek olmaksızın anonimleştirilerek söylenebilir bir bilgidir ki folklor adının ve disiplininin doğum yeri Batı Avrupa dır. Doğal olarak folklor merakı ve çalışmaları dünyaya buradan yayılmıştır. Bu nedenle dünyanın neresinde olursa olsun ulusal düzeylerdeki folklor çalışmalarının tarihini yazmak isteyenlerin isabetli ve kapsayıcı sonuçlara ulaşabilmeleri için Batı Avrupa da folklor disiplininin doğuşuna öncülük eden şartlardan ve süreçlerden de haberdar olmaları gerekir. Bilindiği üzere, 1453 yılında İstanbul un Türkler tarafından alınmasıyla İspanya dan Çin e uzanan Asya ve Avrupa arasındaki Doğu-Batı kara yolu, Batı Avrupalılar için daha pahalı ve daha kısıtlayıcı hâle gelince, deniz yolu denenmeye başlandı. Bu denemeler sırasında Batı Avrupa terminolojisinden dünyaya yayılan meşhur keşifler ifadesi ortaya çıktı. Afrika kıtasının güneyindeki, Amerika kıtasındaki ve nihayet Okyanusya adalarındaki güya ilkeller bu süreçte sözüm ona keşfedildi. Kendilerine göre uygarlıkları, toplu yaşama biçimleri, inanışları ve dinamik sözlü kültürleri olan bu toplulukların hüküm sürdüğü topraklara ayak basanlar, kendilerini misafir olarak kabul etmek yerine kâşif unvanıyla tanımladılar. Keşfettikleri bu sihirli kâşif kelimesinin kendilerine verdiği imkânla da Batı Avrupalılar, kendilerince bakir bu topraklardaki her şeye veya canlıya hükmetme, yön verme veya tehlikeli gördükleri durumlarda yok etme hakları olduğunu düşündüler. Bu yaklaşım tek yönlü çalışan bir ticareti yani sömürüyü, sömürünün sürekliliğini sağlama arzusu ise yeni müstemlekeciliği yani kolonizasyonları doğurdu. Kolonizasyonlar, dünyanın ekonomik ve demografik yapısında köklü değişikliklere neden oldu. Bu süreçte Avrupa aydın sınıfı, -kendi uygarlık tasniflerine göre insanlara ve kültürlere verdikleri adlarla ifade edecek olursak ilkelleri tanıdı. Ateşli silahlara ve donanımlı ordulara sahip olmayan ilkeller bu süreçte ya büyük soykırımlara uğradı ya da köle ticaretinin boy hedefi hâline getirildi. Kıtalar arası büyük göçler bu süreçte başladı. Maceraperest Avrupa aristokrasisi ve ilkellerin zengin hammadde kaynakları ile tanışan ve bu kolay elde edilen kaynakları ana karaya taşıyarak zengin olma hayâli kuran Avrupa köylüsü ve skolastik çağın zengin sınıfını oluşturmayan fakir kentlisi ticareti öğrendi ve burjuva sınıfını ortaya çıkardı. Batı Avrupalı gezginler, askerler, misyonerler, tüccarlar ve diğer ümit ve hayal yolcuları Avustralya, Amerika, Afrika, Asya veya Okyanusya demedi, birçok keşfedilmiş kıtayı istila etti, yerleşti, azınlığa düşürdüğü gerçek ev sahiplerini uygarlık öncesi dönemin kalıntıları anlamına gelen yerli halk (indigeneus/autochtones) terimiyle adlandırarak yönetimi altına aldı. Avrupa nın kral, kilise ve toprak sahipleri tarafından inşa edilen ve korunan skolastik çağının zincirlerini kıran yeni egemenler, bu sömürü çarkıyla servetlerine servet katarken ve Batı Avrupa yı bütün dinamikleriyle ve kurumlarıyla dönüştürürken aydınlar arasında bir başka tartışma başladı. Kilise kökenli aydınların ve daha çok misyonerlerin Hıristiyanlaştırma ça- 6

4 baları, uyumlu ve modern giyimli bir ilkel insan yaratmak isteyen tekstil patronları ve diğer işgücü arayıcıları tarafından desteklenirken, hümanist ve romantik bir grup bu insanlarda Giuseppe Cocchiara nın Türkçesi Avrupa Folklor Tarihi (1981) olan eserinde çok iyi özetlediği gibi soylu vahşi liğin erdemlerini buluyor, pozitivist-aydınlanmacı bir diğer grup ise insanın evrimimin ilk basamağını keşfetmenin heyecanını yaşıyordu. Bütün bu servetlerle, bilgilerle ve bulgularla Avrupa ya dönem beyaz, kentli ve uygar adam, her konuda her yorumda birbiriyle anlaşamasa da skolastik çağın kâbusundan, kilise egemenliğindeki ümmet yaklaşımlarından ve feodal güçlerin yönetim erkinden kurtulma konusunda fikir birliği içindeydi. İlkel kültür ile soylu vahşi yaklaşımlarının zıtlığına rağmen bu fikir birliği aydınlar arasında genel hatlarıyla sağlanmış ve korunmuştur. İlkel kültür yaklaşımları, insanlığı medeniyet seviyeleri bakımından avcı-toplayıcı ve ekinci gibi tasniflere tabi tutarak evrimci teorileri güçlendirirken antropoloji ve sosyoloji disiplinlerinin doğuşunu hızlandırmış, soylu vahşi yaklaşımı ise Avrupa nın skolastik çağ öncesi kültürlerine ilginin artmasını sağlamış ve folklor disiplinine kaynaklık etmiştir. Bu dönemde Batı Avrupalı aydınlar, skolastik çağın kutsal kitap kaynaklı yaratılış anlatılarını dogmatik bularak insanın ve evrenin kökenini deneysel bilim yoluyla izah etmenin yollarını aramaya başladılar. Bu aşamada yeni keşfettikleri ilkeller ile okur-yazar, kentli Batı Avrupalı arasına çizdikleri düz bir çizgi üzerinden insanın evrimini açıklamaya başladılar. Bu yaklaşıma göre ilkel, insanlığın uygarlık bakımından başlangıcını, kendileri de son merhalesini temsil ediyordu. Buna göre kendilerinden ne kadar geriye giderlerse o oranda insanlığın başlangıcına ulaşılırdı. Bu yaklaşıma göre Batı Avrupa ve Batı Avrupa nın kentleri dışında nereye gidilse bir biçimde geriye ve ilkele gidilmiş oluyordu. Her ne kadar 20. Yüzyılın sonlarına doğru bu ilkel insan-modern insan veya ilkel kültür-gelişmiş kültür yaklaşımları Jack Goody gibi araştırıcılar tarafından şiddetle eleştirilmeye başlansa da (2001), Batı Avrupa yı merkeze alarak oluşturulan bu kültür ve uygarlık teorileri, insanlığın elde ettiği son ve en iyi merhale olarak okuryazarlık, kentlilik ve meslekî çeşitlenmeyi görüyor ve geniş bir taraftar kitlesi kazanıyordu. Nitekim sosyolojiden antropolojiye kadar birçok disiplin bu anlayışa bağlı olarak doğmuş ve gelişmiştir. Sosyolojik açıdan karmaşık insan ilişkilerinin bulunduğu kabul edilen Batı Avrupa kentleri sosyolojinin inceleme alanı olarak belirlenirken, insanlığın başladığı veya hiçbir gelişme göstermeden bugüne kadar geldiği topluluklar olarak görülen ilkel yerli halklar, antropoloji disiplinine bırakıldı. Alan Dundes in Halk Kimdir (1998) başlıklı makalesinde değerlendirmesini izleyerek söyleyecek olursak Batı Avrupa kentlisi gibi uygar ancak yerli halklar kadar da ilkel olmayan Avrupa köylüsünün incelenmesi konusu ise folklor disiplininin görev alanına düştü. Bu evrimci bakış, Batı Avrupa daki romantiklerin skolastik çağda 7

5 kilise öğretileriyle tek-tipleşen Roma-Latin eksenli kültüre karşı kendi kökenlerini araştırırken ilkele gitmenin öze dönmek olduğu yargısına ulaşmalarına katkı sağladı. Onlara göre Avrupa nın ilkelleri köylülerdi ve onlar öz kültür değerlerini kentlilere göre daha iyi koruyorlardı. Ümmetten millete geçmek için ihtiyaç duyulan bütün özgünlükler ve farklılıklar köylülerin arasında yaşıyordu. Bu tespit kapsamında yapılması gereken şey, binlerce yıldır her türlü asimilasyon karşısında direnen ve özünü koruyan köylülerin kültürlerini araştırmak, yorumlamak, işlemek ve bunlar üzerinden yeni millî kültürü inşa etmek olarak görüldü. Cocchiara nın tespitlerinden hareketle söyleyecek olursak Ossian dan Herder e, Grimmler den Lönrot a kadar bütün öncü folkloristler, öze dönüş için köye dönüşün şart olduğunu düşünmüşlerdi. Bu süreçte köye giderek öze dönmenin sağlanacağı fikrinin yerleşmesinin yanında tarihî bakımdan eskiliği ve kültürel köklerin derinliğini kanıtlamak da özellikle Homer destanlarının yarattığı etkiye bağlı olarak önemli hâle gelmişti. Ümmet çağı öncesini işaret eden anlatılar, mitler, destanlar hem tarihî kökenlere hem de milletin daha soylu vahşi yönlerine ulaşmak için önemliydi. Kısacası köye ve ümmet çağı öncesi tarihe yönelmek, asimilasyonlardan arınmak ve yeniden millet olmak için öze dönmek demekti. W. J. Thoms un sanayileşen İngiltere de yok olan köy ve köylülüğün son kalıntılarına hayıflanırken 1846 yılında icat ettiği folklor terimi (1997) ile romantiklerin ulusun inşası temeline koyduğu folklorun benzer yönleri olsa da ona yükledikleri rol ve işlevlerin aynı olmadığı açıktır. İmparatorluklarını sürdürmek isteyenlerle millî kimlik edinmek isteyenlerin folklor anlayışları ve folklora yükledikleri işlevler farklı olmuştur. Batı Avrupa nın güneyi ile kuzeyini de folklorun üstlendiği işlevler bakımından homojen görmemek gerekir. Avusturya-Macaristan dan Fransa nın Bretagne bölgesine uzanan düz bir çizginin güneyinde Dionysos kaynaklı Roma ve Latin, kuzeyinde ise Aryan ve Anglosakson ağırlıklı diğer kültürler yer almaktadır. Kültürleri, dilleri, dinleri çok çeşitli olsa da bu iki bölgeyi birbirinden ayıran en önemli sembollerden biri olarak içkileri gösterilebilir. Kuzey bira, güney şarap bölgesidir. Roma ve Latin uygarlığı, ilk çağlardan beri Avrupa nın kuzeyini vahşi olarak tanımlamış ve baskı altında tutmuştur. Bu nedenle Kuzey Avrupa da folklor, diğer yönlerinin yanında asimilasyon karşısında millî kimlik arayışına cevap verdiği için de güçlü bir etki yaratmıştır. Kendi dilinde İncil isteyen Martin Luther den Fin kültürünün yok olma tehlikesi altındaki dil yadigârlarını toplamaya ömrünü adayan Dr. Elias Lönnrot a kadar birçok isme bu açıdan bakmak gerekir. Her ne kadar terim Almanca olarak 1782 yılında volkskunde şeklinde kullanılmışsa da (Gözaydın 1992) dünyaya yayılan ve meşhur olan şekliyle W. J. Thoms un folklor terimini 1846 yılında önermesinden 22 yıl sonra Osmanlı devletinde bu disipline yönelik ilk ciddi tavır iki kaçağın Londra da çıkardığı bir Türkçe gazetede gösterilmiştir. Namık Kemal ve Ziya Paşa nın 1868 yılında Londra da yayımlamaya başladığı Hürriyet gazetesinde, Ziya Paşa edebiyatın nasıl olması gerektiği 8

6 açısından olduğu kadar folklor disiplininin öncüsü olan Şiir ve İnşa başlıklı meşhur makalesini yayımlar. Türk edebiyatı tarihçileri arasında yeni edebiyat yaklaşımlarının doğuşu kapsamında ele alınan ve folklorcular tarafından pek iltifat görmeyen bu yazı aslında Ossian veya Herder çizgisinde romantik bir öze ve köye dönüş çağrısı yapan manifesto nitelikli bir makaledir. Ziya Paşa, yazısında Osmanlı klasik edebiyatını şiiri, nesri ve musikisi ile toptan reddederek bizim tabiî olan şiir ve inşamız taşra ahalileri ve İstanbul ahalisinin avamı beyninde hâlâ durmaktadır. Bizim şiirimiz hani şairlerin nâ-mevzun diye beğenmedikleri avam şarkıları ve taşralarda ve çöğür şairleri arasında deyiş ve üçleme ve kayabaşı tabir olunan nazımlardır. Ve bizim tabiî inşamız Mütercim-i Kâmûs un ve muahharen Muhbir gazetesinin ittihaz ettiği şive-i kitabettir. demektedir. (Oğuz 2010:463) Ziya Paşa yazısında her ne kadar folklor terimine yer vermemiş ve Avrupa daki folklor çalışmalarından ve bu çalışmaların öncü isimlerinden söz etmemiş ise de, söylediklerinin tamamı, gazetelerini çıkardıkları İngiltere de Ossian takma adıyla halk şiiri tarzında yazdığı şiirlerle gerek adada gerekse ana karada ossianizm akımının doğmasını sağlayan J. Macpherson ile aynı çizgidedir. (Oğuz 2010:6) Ziya Paşa nın fikirleri Ossian akımını benimseyen Herder in bir milletin öz kültür değerleri köyde ve köylüdedir anlamını içeren halk ruhu yaklaşımı ile de birebir örtüşür. (Oğuz 2010:9) Dolayısıyla, Ziya Paşa nın Türk şiiri ve nesri için söylediği bu öncü sözler, Batı Avrupa folklor tarihinden soyutlanarak Osmanlı devleti içinde bir edebiyat tartışması olarak ele alınamaz. Daha açık söylemek gerekirse bu makale adı konulmamış veya kimi nedenlerle belki de bilerek telaffuz edilmemiş bir folklor manifestosudur. Ziya Paşa nın Londra da çıkardığı gazetede Necati, Baki, Nef i, Nedim ve Vasıf gibi güçlü divan şairlerinin şiirlerinden bahsederken bunların hiçbirisi Osmanlı şiiri değildir şeklinde dönemi için bir hayli cüretkâr ifadeler kullandıktan sonra, İstanbul a dönünce yazdığı Harabat ta bütün bu fikirlerinden vazgeçtiğini açıklaması, folklor terimini kullanmak için Osmanlı devletinde şartların henüz olgunlaşmadığının bir diğer kanıtı olarak görülebilir. Zira Batı Avrupa daki folklor çalışmaları edebiyatın ne olduğu veya nasıl olması gerektiğinden çok, ekonomik, kültürel ve siyasal alanda iktidar erkinin el değiştirmesi ekseninde yürümüş, burjuva sınıfının doğuşu, sanayileşme, sömürgelerden akan kaynaklarla ulus ve halk kavramları birçok açıdan güç kazanmış, folklor çalışmaları da bu sosyolojik tabandan destek almıştır. Oysa bu dönemde Osmanlı Türk toplumu gerek burjuva sınıfının ortaya çıkışı, gerekse sanayileşme ve deniz aşırı ticaret gibi alanlarda halk tabanında hareketlenme yaratacak bir gelişme gösteremediğinden folklor alanında üretilen fikirler sosyolojik bir tabana yaslanan analizler olmaktan ziyade Ziya Paşa da olduğu gibi çeviri düşüncelere ve adaptasyonlara dayanıyordu. Bu dönemde Osmanlı devleti içinde folklor en tutarlı zeminini azınlıklar arasında buluyordu. Zira folklor çalışmaları bir yönüyle imparatorluk kimliğine değil ulus kimliğine vurgu yapıyor ve her millet kendi devletini kurmak istiyordu. Belki de Ziya 9

7 Paşa yı Londra dan İstanbul a geldikten sonra Şiir ve İnşa daki fikirlerinden vazgeçmesine neden olan şey folklorun bu yönü olmuştu. Batı Avrupa da 1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilali, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi sloganların arkasında çağlar boyunca süren iktidar erkini değiştirmiş olduğundan, böyle bir ihtilale maruz kalma korkusu diğer iktidarları tedbir almaya itmiştir. Osmanlı devletinde folklor çalışmalarının bu süreçte baskılanmasında azınlıkların devletten kopmasını önleme düşüncesi kadar iktidarın yıkılmasını önleme çabasının da payı vardır. Nitekim Ziya Paşa dan sonra folklor, devlet tarafından alınan tedbirlerle 1908 yılına kadar geciktirilen ihtilale kadar Türk aydınları arasında bir daha telaffuz edilememiştir. Belki de bu yasaklı durumun en iyi ifadesini Ignas Kunos ile Ahmet Vefik Paşa arasında 1885 yılında cereyan eden ve Kunos tarafından kaydedilen konuşmada bulabiliriz. Bu konuşma sırasında Kunos folklor terimini telaffuz ediyor, Ahmet Vefik Paşa ise bu terimi bildiğini ima etmekle yetiniyor ancak telaffuz etmiyordu. (Kunos 1978:41) Nitekim folklor terimi ilk kez bir Türk aydını tarafından Osmanlı devletinin önlemeye veya geciktirmeye çalıştığı ihtilalden sonra kullanılmıştır. Padişahlık sistemini yıkmadığı ve dinî yapıları bozmadığı için Fransız İhtilali gibi sert ve kanlı olmasa da İmparatorluk için sonun başlangıcı olarak okunabilecek olan 1908 ihtilalinden yaklaşık 5 yıl sonra folklor terimi Ziya Gökalp tarafından kullanılmıştır. Ziya Gökalp, mevcut kaynaklara göre Türkiye de ilk kez folklor terimine halkiyat şeklinde Türkçe bir karşılık öneren ve bu terimi tanımlayan bilim insanıdır. Onun Türk folklor tarihindeki doldurulamaz yeri buradan kaynaklanmaktadır. Ziya Gökalp ın 1913 yılında Halka Doğru dergisinin 14 ve 19. sayılarında birbirinin devamı niteliğinde iki bölüm hâlinde kaleme aldığı Halk Medeniyeti Başlangıç ve Halk Medeniyeti II başlıklı iki bölümlü yazısının üzerinden 100 yıl geçmiştir. Her ne kadar bir folklor manifestosu olarak değerlendirebileceğimiz Şiir ve İnşa nın yazılışının üzerinden 145, I. Kunos ile Ahmet Vefik Paşa arasındaki sohbette yer alan folklor ifadesinin kullanılışının üzerinden 128 yıl geçmiş olsa da Türkiye de folklor çalışmalarının başlangıcına Ziya Gökalp ın makalesinin konulması, terime Türkçe karşılık verilmesi, tanımlanması ve bu tarihten sonra folklor çalışmalarının hız kazanması gibi gerekçelerle birçok açıdan isabetlidir. Ziya Gökalp, yazısında kentli, okuryazar ve iktidar gücünü elinde bulunduranları yüksek zümre, bunun dışındakileri halk olarak sınıflandırarak resmî medeniyet ve halk medeniyeti şeklinde iki medeniyetin varlığını kabul eder ve folkloru da buna göre tanımlar: İşte kaideleri yazılı olmayan ve ancak ağızdan ağıza geçmek suretiyle bir soyda uzayıp giden bu ananevi medeniyeti mütalaa eden ilme halkiyat adı verilir. (Oğuz 2010;465) Batı Avrupa da romantiklerin soylu vahşi, evrimcilerin ilkel olarak gördüğü toplulukların medeni toplumlardaki benzerleri olarak görülen köylüler e yönelik Herder in kısaca halkın ruhu köydedir yaklaşımının yayılarak benimsenmesi, 10

8 Ziya Paşa nın Şiir ve İnşa sına olduğu gibi Ziya Gökalp ın Halk Medeniyeti makalesine de etki etmiştir. Ziya Gökalp ın Türklerin eski dini ve Tanrısı, Uygurlar, sart ve tat kelimelerine halkiyat bağlamında yüklediği yeni anlamlar, kendisinden sonraki dönemde edinilmiş yeni bilgilerin ışığında bilimsel açıdan tutarlı bulunmasa da gelecekteki Türk folklor çalışmalarının yönelim ve eğilimlerini göstermesi bakımından önemlidir. Herder ile köye, Jacob Grimm ile Aryan ırkının kökeni olarak Hindistan a uzanan Alman folklor yaklaşımına paralel olarak Türkiye de folklor Ziya Paşa ile köyü, Ziya Gökalp ile Türkistan ı işaret etmiştir. Ziya Gökalp ın bu yazısından bir yıl sonra Fuat Köprülü, İkdam gazetesinde kaleme aldığı Yeni Bir İlim: Halkiyat Folk-lore başlıklı yazıda, Ziya Gökalp tan hiç söz etmeden folklor teriminin Türkçe karşılığı olarak halkiyatı kullanır. Makalesinde Halkiyat ilmi isminden de anlaşılacağı veçhile halka ait şeylerden bahseder (Oğuz 2010: 470) diyen Köprülü, folklor ile milliyetçilik arasında kurulması gereken bağı ve Avrupalı milletlerin bunu nasıl başardığını örneklerle anlatır. Türkiye de bu konunun önemsenmemesinin hem azınlıkların talepleri karşısında Türk milletini savunmasız duruma düşürdüğünü hem de kaybedilen topraklarla birlikte kültürel zenginliklerin yok olmasına sebep olduğunu savunur. Batıda bu ilmin gerek millî kimliğin inşası gerekse işgal edilen topraklardaki halkın kültürünü tanıyarak daha kolay yönetilmesi için kullanıldığını söyleyen Köprülü, yazısında folklorun en önemli alanının halk edebiyatı olduğunun ve bunların kaybolmadan derlenmesi gerektiğinin altını çizer. Köprülü yazısının sonunda Batılı bazı folklorcuların adlarını sayar, Türk folkloruna başta Ruslar olmak üzere yabancıların ilgisinden söz eder ve Türk aydınını göreve çağırır. (Oğuz 2010:472) 1914 yılında ve Köprülü den bir ay sonra Peyam gazetesinin edebî ilavesinde Folkor- Folk Lore başlıklı önceki üç yazıya göre daha uzun bir makale kaleme alan Rıza Tevfik, Ziya Gökalp ve Fuat Köprülü gibi Türkçeye yeni giren bu terimi tanımlamakla ve ona Türkçe bir karşılık önermekle işe başlar. Avrupa da çok bilinen bu önemli İngilizce terimin Türkçe karşılığı olmadığını ifade ettikten sonra Folk, halk ve avam demektir; Lehre, lore, hikmet, kanun ve töre yani âdet manasına gelir. Binaenaleyh lafzen tercüme edilirse: Hikmet-i avam tamamıyla folklor mukabili olmuş olur. (Oğuz 2010:473). Görüldüğü üzere Rıza Tevfik, folklorun Türkçe karşılığı olarak hikmet-i avam ı tercih ediyor ve kendisinden önce iki ayrı yazıda önerilen halkiyat tan söz etmiyor. Ancak, Rıza Tevfik, bu öneriyi yaptıktan sonra, hikmet-i avam ifadesinin halk arasında darb-ı mesel ile birlikte atasözü karşılığı olarak kullanıldığını belirterek, folklor teriminin daha kapsamlı olduğunu ifade ediyor. Yazısının devamında folklorun en önemli özelliği olarak atasözlerinden hareketle anonimlik konusu üzerinde duruyor. Bu arada birbiri ile çelişkili yargılar taşıyan atasözlerinin aynı kültüre sahip olmayan farklı gruplar tarafından yaratılmış olacağı görüşünü savunarak Sakla samanı gelir zamanı atasözü 11

9 ile Yiğitlik vurmakla; beylik vermekle atasözü arasındaki çelişkiye değiniyor. Folklorun işlev ve bağlam gibi yaklaşımlarının henüz ortaya çıkmadığı bir dönemde mazur görülebilecek bu tür analizlere sahip yazısında türkülerin önemi ve derlenmesi gerektiği fikri üzerinde de duran Rıza Tevfik de Köprülü gibi Türk aydınının konuya ilgi göstermediğinden şikâyet ederek ve bu konuda yazmaya devam edeceğini belirterek yazısını sonlandırıyor. (Oğuz 2010:481) Ziya Paşa nın günümüzden 145, Ziya Gökalp ın 100 ve Fuat Köprülü ile Rıza Tevfik in 99 yıl önce yazmış oldukları ve her biri ayrı birer folklor manifestosu olarak okunabilecek bu dört yazı, ortak ve farklı yönleriyle karşılaştırma yapmak amacıyla birçok açıdan ele alınabilir. Birinci olması nedeniyle Ziya Paşa yı dışarda tutarak söylemek gerekirse, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü ve Rıza Tevfik kendilerinden önce yazılan yazıları görmeden onlarla benzer içerikte yazılar yazmışlardır. Basılı eser sayısının son derece sınırlı, temas edilen konunun her açıdan ilk olmasına rağmen, kendilerinden önceki yazıları görmemiş veya yazılarında yer vermemiş olmaları sorgulanması gereken bir konudur. Bir önceki yazıyı görmemiş olma ihtimali bakımından Ziya Gökalp ı, Fuat Köprülü ve Rıza Tevfik ten ayrı tutmak gerekir. Kendi yazısından 45 yıl önce ve kısa süreli olarak Londra da çıkan Hürriyet gazetesinde yer alan Şiir ve İnşa makalesini Ziya Gökalp ın görmemiş olması anlaşılabilir. Diğer yandan Ziya Paşa nın Londra dan döndükten sonra kaleme aldığı Harâbât Mukaddimesi nde Şiir ve İnşa daki fikirlerinden vazgeçmesi ve eski fikirlerinden vazgeçtiğini söylerken Şiir ve İnşa yı kaynak olarak göstermemesi de bu makalenin kamuoyunda unutulmasına neden olmuş olabilir. Ayrıca, Cumhuriyet dönemindeki Türk edebiyatı tarihi ile ilgili çalışmalara bakıldığında Şiir ve İnşa nın Batılılaşma döneminde Batılı tarzlarda bir şiir ve nesir yaratılmasına yönelik bir öneri olarak görülmesi ve daha çok bu yönüyle ele alınması örneğinde olduğu gibi, Ziya Gökalp ın da haberdar olsa dahi bu makaleye bir folklor manifestosu olarak bakmaması ihtimal dâhilindedir. Elbette bu yargıyı doğrulamak için Ziya Paşa nın Şiir ve İnşa makalesinin Cumhuriyet dönemi edebiyat tarihçilerinden önce bilinip bilinmediği, okunup okunmadığı ve nihayet kaynak gösterilip gösterilmediği konularındaki bilgilerin kesinleştirilmesine ihtiyaç vardır. Bununla birlikte Harâbât Mukaddimesi nin başta Namık Kemal in 1874 yılında kaleme aldığı meşhur Tahrib-i Harabat ve 1876 yılında yazdığı Ta kib adlarını taşıyan iki risalesi olmak üzere döneminde üzerinde durulan bir eser olurken ve yeni baskıları yapılırken (Kurnaz 1998) Şiir ve İnşa nın o dönem literatüründe yer almaması yargımızı doğrular niteliktedir. Bu durum Ziya Gökalp ın Şiir ve İnşa dan haberdar olmamasının nedenleri arasında gösterilebilir. Ziya Gökalp tan yaklaşık bir yıl sonra Fuat Köprülü tarafından yazılan makalenin Ziya Gökalp ınkine göre akademik derinliği teslim edilse de terimin halkiyat olarak Türkçeleştirilmesindeki paralellik nedeniyle iki yazı ile arasındaki dikkat çekici benzerlik 12

10 gözden kaçmamaktadır. Ne var ki Köprülü yazısında Ziya Gökalp ten söz etmez ve onun yazısına atıfta bulunmaz. Bu durum, 1908 yılından beri çeşitli entelektüel zeminlerde bir araya geldikleri, çeşitli derneklerin kuruluşlarında birlikte çalıştıkları anlaşılan bu iki ismin birbirlerinden habersiz ve tamamen tesadüfi bir şekilde bir yıldan az bir zaman aralığında folklora aynı Türkçe karşılığı önermiş olmaları zayıf bir ihtimaldir. Zayıf da olsa bu ihtimali dikkate aldığımız zaman, yazısında Rus, Macar, Alman ve Fransız folkloristlerin derleme ve yayınları başta olmak folklor çalışmalarının tarihine yönelik önemli bilgiler veren Köprülü nün aynı konuda kendisinden önce yazılan manifesto nitelikli bir yazıyı görmemesinin akademik açıdan bir eksiklik olduğu not edilmelidir. Bu zayıf ihtimali dikkate almadığımız zaman da Köprülü nün yazısında neden Ziya Gökalp tan söz etmediği sorusu gündeme gelir. Ziya Gökalp yazısında medeniyeti halk medeniyeti ve resmî medeniyet diye ikiye ayırır ve folklora tat, sart, uygur, Türk tanrısı gibi kelimelere yüklediği yeni anlamlarla yaklaşırken Köprülü daha ılımlı ve daha akademik bir tutum sergiler. Köprülü nün folklora Ziya Gökalp ten farklı açılardan bakışı ona atıfta bulunmamasının nedeni olarak görülebilir. Bu konuda bir diğer ihtimal olarak halkiyat teriminin her iki yazıdan önce çeşitli sohbet ortamlarında kullanılarak yaygınlaşması ve anonimleşmesi gösterilebilir. Bütün bunların dışında iki yazar arasındaki kişisel konular da dâhil olmak üzere öngöremeyeceğimiz başka ihtimaller de bulunabilir. Fuat Köprülü den yaklaşık bir ay sonra Peyam gazetesinin edebî ilavesinde Rıza Tevfik in kaleme aldığı folklorun dördüncü manifestosu yayımlanır. Folklor Folk Lore başlıklı bu yazı da ifade ve üslup itibariyle Türk okuyucusuna bu disiplini ilk kez tanıtıyor gibidir. Bu yazıda folklora karşılık olarak halkiyat değil de hikmet-i avam önerilir. Ancak hikmet-i avam ın aynı zamanda atasözü anlamına geldiği de ifade edilerek yapılan öneri güçlü bir şekilde savunulmaz. Bu yazıda da kendisinden öncekiler hakkında herhangi bir kayıt yoktur. Önceki makalelerdeki tanımlamalar ve önerilen Türkçe karşılıklar diğerlerinde olduğu gibi bu yazıda da yer bulamaz. Ziya Gökalp ın Ziya Paşa nın Şiir ve İnşa sından, Fuat Köprülü nün Ziya Paşa nın Şiir ve İnşa sı ve Ziya Gökalp ın Halk Medeniyeti nden, Rıza Tevfik in ise bu iki makaleye ek olarak Fuat Köprülü nün Yeni Bir İlim: Folklor- Folklore undan bahsetmeden veya haberdar olmadan kaleme aldıkları yazılar Türkiye de folklora yönelik ilk yazıların en tutarsız yönleri olarak not edilebilir. Buna ek olarak bu yazıların her biri folkloru tanımlaması, Türkçe karşılık önermesi nedeniyle manifesto niteliğinedir. Sonuç olarak denilebilir ki folklor Türkiye ye birbirinden habersiz dört Osmanlı aydınının benzer içeriklere sahip dört manifestosu ile girmiştir. Bu manifestoların ortak özelliği, Batı Avrupa nın kendi özel şartlarından doğan ve gelişen folklor disiplininin birçok boyutundan biri olan romantik-milliyetçi bakış açısıyla köy, köylü ve ümmet öncesi dönemlerden yararlanarak ulus 13

11 fikrini vurgulama ve güçlendirme yaklaşımının etkisinde yazılmış olmalarıdır. Osmanlı nın son dönem aydınlarının Batı dan tercüme ederek oluşturduğu veya geliştirdiği bu yaklaşım, Cumhuriyet döneminde hem siyaset hem de sanat alanlarında köy ve köylünün merkeze gelişini sağlamış, Türk Ocağı ve Halkevleri gibi kurumlar bu eksende çalışmalar yapmışlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin de teşviki ile edebiyat akımları ve şiir ekolleri bu temel üzerinde yükselmiş, bu dört yazının işaret ettiği şekilde örneğin Beş Hececiler gibi halkın dilinden ve vezninden dört manifestoda gösterilen hedefler doğrultusunda yararlanan ve daha çok saz şairlerinin koşma tarzı şiirlerine ve halkın anonim türkülerine benzer şiirler yazan şairler ortaya çıkmıştır. Köy ve köylünün milletin özü olduğu düşüncesiyle hece vezninden ve koşma tarzından yararlanılarak yaratılan bu yeni sanat, İkinci Dünya Savaşından sonra gerek biçim gerekse içerik yönünden sorgulanmaya, Birinci ve İkinci Yeni gibi şiir akımlarıyla birlikte taraftarlarını kaybetmeye ve nihayet Cemal Süreyya nın 1956 yılında A dergisinde yayımlanan Folklor Şiire Düşman makalesiyle yüksek sesle eleştirilmeye başlanmış ve Türk şiir sanatı dört manifestonun işaret ettiği hece vezni temelinde yeni millî şiiri yaratma idealinden ve çizgisinden uzaklaşmıştır. Ancak yazılış gerekçesi sebebiyle Şiir ve İnşa yı dışarda tutarak söyleyecek olursak bu yazıların folklorun yeni bir disiplin olarak yöneldiği halk kültürü ile ilgili konuların araştırılması gerektiğine dair ortak düşüncesi Cumhuriyet Türkiye si tarafından benimsenmiş, disiplinin devlet eliyle veya sivil toplum kuruluşları olarak öne çıkan dernek ve vakıflarca bilimsel temellerde araştırılma ve üniversiteler başta olmak üzere eğitim kurumlarında kendine yer bulması süreci bazı dönemlerde sekteye uğrasa da günümüze kadar gelmiştir. Yazının sonunda tekrar etmek ve vurgulamak gerekirse bu dört yazı, -edebiyat ve şiirin nasıl olması gerektiği konusundaki başarısızlıkları bir yana- Türkiye de folklor disiplininin ve folklor araştırmaları tarihinin başlangıcına ilk yazılar ve manifestolar olarak konulmalıdır. KAYNAKLAR [Bölükbaşı], Rıza Tevfik, Folklor-Folk Lore, Peyam Edebî İlave, Sayı:20, 20 Şubat 1329/5 Mart Cemal Süreyya, Folklor Şiire Düşman, A Dergisi, Ekim Cochiara, Guiseppe, Storia del folklore in Europa, İngilizce Çevirisi: The History of Folklore in Europe, ABD, (Bu makalede Yerke Özer in Rusça ve İngilizceden karşılaştırmalı olarak yaptığı ve baskı çalışmaları süren çeviriden yararlanılmıştır.) Dundes, Alan, Halk Kimdir, (Çev. Metin Ekici), Millî Folklor, Sayı:37, Goody, Jack, Yaban Aklın Evcilleştirilmesi, Ankara, Dost Yayınevi, Gözaydın, Nevzat, Yine Folklor Üzerine, Türk Dili, Sayı: 486, Köprülüzade Mehmed Fuad, Yeni Bir İlim: Halkiyat Folk-Lore, İkdam, Sayı:6091, 24 Kanunisani 1329/6 Şubat Kunos, Ignacz, Türk Halk Edebiyatı, (Yayıma Hazırlayan: Tuncer Gülensoy), İstanbul: Tercüman Yayını, Kurnaz, Cemal, Harabat, TDVİA, Cilt 16, Oğuz, M. Öcal (Editör), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker, (Dört makalenin metinleri bu kaynaktan alıntılanmıştır.) Thoms, William John Folklor,( Çev. Serpil Aygün Cengiz), Millî Folklor, Sayı:36, Ziya Gökalp, Halk Medeniyeti, Halka Doğru, Sayı:10, 10 Temmuz 1329/23 Temmuz Sayı: 19, 15 Ağustos 1329/28 Ağustos Ziya Paşa, Şiir ve İnşa, Hürriyet, Sayı:11, 20 Cemaziyelevvel 1285/7 Eylül

12 OSMANLI DÖNEMİ EDEBİYAT TARİHLERİNİN HALK EDEBİYATINA BAKIŞI Folk Literature from the Perspective of Literature History Books of the Ottoman Time Prof. Dr. Nâzım H. POLAT* ÖZ İlk Türk edebiyatı tarihi, G. B. Donaldo tarafından Della letteratura dei Turchi adıyla Venedik te 1688 de yayımlanmıştır. Türkiye de basılan ilk Türk edebiyatı tarihi ise Abdülhalim Memduh un Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye (1888) sidir. Aradaki iki asırlık zaman dilimi, Türkçedeki edebiyat tarihi yazımının ne kadar geç kaldığını gösterir. Osmanlı dönemi edebiyat tarihleri, Osmanlı Devleti nin son otuz dört yılında basılan sekiz kitaptan ibarettir. Bu eserlerin bir kısmında halk edebiyatı malzemesi, aşağılayıcı ifadelerle anılmış, edebiyattan sayılmamıştır. Bu anlayıştaki edebiyat tarihleri, folklor unsurlarını ise hiç hesaba katmamışlardır. Söz konusu eserlerin en uç noktasını Faik Reşat ın Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye (1911, 1913) si temsil eder. Fakat bazı edebiyat tarihlerinde, halk edebiyatı, millîliğin göstergesi sayılmıştır. Şahabettin Süleyman ile Köprülüzade Mehmet Fuat ın birlikte kaleme aldığı Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı (1914) bu konuda bir dönüm noktası olmuştur. Aynı eserlerde folklor malzemesine de önem verilmiştir. Bu tür edebiyat tarihleri için en uç noktadaki eser ise Köprülüzade Mehmet Fuat ın Türk Edebiyatı Tarihi (1920) dir. Osmanlı dönemi edebiyat tarihleri, halk edebiyatı ile ilgili kanaatlerini daha çok hece vezni üzerinden ortaya koymuşlardır. Bu durum, Millî Edebiyat hareketinin meydana getirdiği kültürel zeminle ilgilidir. Millî Edebiyat hareketinde bazı yazar, şair ve kültür adamları, millîleşmeyi, halk edebiyatına yönelişte yani onu model almada aramışlardır. Cumhuriyet le birlikte Halk edebiyatı, çağdaş bir edebiyata varmanın ilham kaynağı olarak görülecektir. Böylece Namık Kemal den beri devam eden ve edebiyat tarihlerine de yansıyan Divan edebiyatına hücumlar, Halk edebiyatı vasıtasıyla sonuçlandırılmış olacaktır. Anahtar Kelimeler Edebiyat tarihi, folklor, Osmanlı dönemi, hece vezni, millîlik. ABSTRACT The first book about Turkish literature history Della letteratura dei Turchi was published in Venice in 1688 by G. B. Donaldo. And the first book about Turkish literature history published in Turkey was Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye (1888) by Abdülhalim Memduh. Two centuries in between the two books show us how far the task of writing a literature history book in Turkish has been delayed. There are only eight books written about the history of literature in the last 34 years of Ottoman-period. In some of these books, folk literature has been subject to offensive expressions, and has not even been counted as a literary material. Books of literature history written with such mentality did not take the folkloric elements into consideration at all. The most extreme of this kind has been Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye (1911, 1913) by Faik Reşat. However, folk literature has been considered as an indicator of nationality in some literature history books. Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı (1914) written by Şahabettin Süleyman and Köprülüzade Mehmet Fuat has been a milestone that stands as a work adopting this approach. Folkloric materials have been quite important in these books. And the most extreme of such books has been Türk Edebiyatı Tarihi (1920) by Köprülüzade Mehmet Fuat. In the books written about the history of literature in the Ottoman period, opinions about the folk literature have been put forward rather with emphasis on the syllabic meter, which is linked with the cultural grounds created by the movement of National Literature. Some authors, poets and intellectuals following this movement turned to folk literature taking it as a model on a quest for nationalization. With the proclamation of the Republic, folk literature started to be seen as a source of inspiration leading to modern literature. Thereby, attacks on Divan Literature, which continued since the time of Namık Kemal and also reflected to the literature histories, came to an end in the hands of the folk literature. Key Words Literature history, folklore, Ottoman period, syllabic meter, nationality * Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi, nazimhpolat@hotmail.com 15

13 Gereklilik Sanatın teşekkülünü insanlığın ilk dönemlerine kadar götürmek mümkündür. Sanatta zevk farklılıkları da sanatın tarihi kadar eskidir. Bu zevk gruplarının birbirlerini algılama tarzı zaman zaman değişmiş hatta birbirine karşıt olabilmiştir. Karacaoğlan ın Divan edebiyatına bakışı Gevherî ninkiyle aynı değildir. Cenap Şahabettin le Ziya Gökalp benzer eğitimleri almış, aynı siyasî ve toplumsal havayı teneffüs etmişlerdir. Ama birisinin burun kıvırarak baktığı koşma, diğeri için örnek alınabilecek bir nazım şeklidir. Dolayısıyla eğitimli bir zümrenin estetik anlayışıyla hareket eden Osmanlı dönemi edebiyat tarihçilerinin sözlü edebiyat geleneğini nasıl değerlendirdiğini öğrenmeye ihtiyaç vardır. Malzeme ve Sınırlılık Osmanlı dönemi edebiyat tarihleri söz grubunun arkasında uzun bir zaman değil 622 yıllık Osmanlı tarihinin sadece son 32 yılı vardır. Yani temel malzememiz bu 32 yıl içinde meydana getirilmiştir. Bu durum epeyce şaşırtıcıdır. Çünkü aynı türden eserler Batı da, Osmanlı da yazılanların ilkinden iki asır önce kaleme alınmıştır. İtalya da 1688 de ilk Türk edebiyatı tarihi yazılmışken Osmanlı daki ilk Türk edebiyatı tarihi 1887 de yazılıp 1888 de basılabilmiştir. Abdülhalim Memduh tarafından yazılan bu eserden 12 yıl sonra 1900 de W. J. Gibb, daha hacimli, hem eser ve yazar hem de dönemle ilgili bilgiler bakımından çok geniş olan HOP (History of Otoman Poetry) adlı 7 ciltlik eserinin ilk cildi basıldı. Gibb in eserinin diğer 6 cildinin basımı 1907 ye kadar Brown tarafından yapıldı. Gibb in eserinde, Abdülhalim Memduh un da bazı katkıları bulunduğu düşünülebilir 1. Daha sonra 1910 da orta dereceli okul programlarına edebiyat tarihi dersleri koyulunca bu ders için kitap yazımı da önem ve ivme kazandı. Osmanlı döneminde bu türden 8 eser yazılmıştır. Temel malzeme dediğimiz söz konusu edebiyat tarihleri şunlardır: Tarih Yazar Eser 1888 Abdülhalim Memduh 1910 Şahabettin Süleyman 1911, (2. bas. 1913) Faik Reşat 1912 Mehmet Hayrettin Köprülüzade Mehmet Fuat 1914 Şahabettin Süleyman - Köprülüzade Mehmet Fuat Köprülüzade Mehmet Fuat İbrahim Necmi (Dilmen) Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye Tarih-i Edebiyat Dersleri Türk Tarihi Edebiyatı Dersleri (2 c.) Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı Türk Edebiyatı Tarihi Tarih-i Edebiyat Dersleri (2 c.) Yöntem Söz konusu eserlerin halk edebiyatı ve halk biliminin diğer meselelerine bakışı birbirinden farklıdır. Bu edebiyat tarihlerinin her birindeki ilgili malzeme ele alınarak gerektiğinde bazı mukayeseler yapılacaktır. Yeni yöntem özü itibarıyla tasvirî (dicriptive) ve tahlilî (analytic) olacaktır. Malzemenin öncelik-sonralık sırası 16

14 önemli olduğu için yöntemin diğer bir ayağı da kronolojidir. Bulgular, Karşılaştırma ve Tartışma Abdülhalim Memduh Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye sinde doğrudan doğruya halk edebiyatı üzerine bir değerlendirmede bulunmamaktadır. Ancak Ertuğrul Gazi nin, oğlu Sultan Osman a vasiyeti olarak kabul edilen 2 koşma tarzında bir manzume üzerinden söylediği bazı düşünceleri öğrenilebilmektedir. Daha sonra başka edebiyat tarihlerine de alınan metin Gönül kerâstesiyle, bir Yeni şehr ve pazar yap! diye başlayan manzumedir. (Abdülhalim Memduh 1888: 10-11) Kafiye düzenine ve kıt alarla yazılışına bakarak millî şarkılara tamamıyla benzer bulan Abdülhalim Memduh un halk edebiyatı nazım şekliyle (koşma) söylenmiş bu manzume hakkındaki özetleyici kanaati edebiyat-ı hazıra nokta-i nazarından bakıldığı hâlde bile- delâlet eylediği mealin ulviyetini kemal-i hürmetle takdir ve takdis ederiz. (Abdülhalim Memduh 1888: 11) şeklindedir. Yazar bu kanaatini doğrulayıcı delilleri de metnin şekil ve üslup özelliklerinden gösteriyor: Ertuğrul Gazi nin bâlâdaki şi r-i garrâları [şerefli parlak, gösterişli şiirleri] siyâkında [tarzında] gayr-ı mevzun [vezinsiz, aruza uymayan] eş âr ötekilere müreccahtır [üstündür]. Eş âr-ı mezkûre hep üslub-ı sade ve tabiî ile mürettep olup içlerinde pek az mübalagaya tesadüf olunur, bu kadarcık mübalagat ise her hâlde caiz görülür şeylerden olurdu. Vatan şarkıları, su tuğyanı destanları ve saire hep bu kabildendir. 3 Bu gibi evzan-ı milliye ile mürettep [millî vezinle düzenlenmiş] şarkıların evvellerinde birkaç mısraı, esastan bilkülliye baid [tamamen uzak] bir şeyleri müfit [anlatan] olarak inşat edilirdi. (Abdülhalim Memduh 1888: 13). Yazarın bu manzumeyi vermesindeki asıl sebep, Osmanlı şiirinin nereden nereye geldiğini göstermektir. Yazara göre nesirde Sinan Paşa, nazımda Fuzûlî den evvel gelenler Fars üslûbunu taklit etmeselerdi Osmanlı edebiyatı kendine has bir biçimde gelişmiş olacaktı. Fakat İran üslubunun Osmanlıca ya uyarlanması ve sonu gelmez mübalağalar edebiyatımızın saflığını ihlal etmiştir. (Abdülhalim Memduh 1888: 11-12). Abdülhalim Memduh daha sonra, Osmanlı şiirinin nazım şekilleri hakkında bilgiler verirken Namık Kemâl in meşhur Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazâtı Şâmildir makalesindeki görüşler yönünde, hep olumsuz taraflar üzerinde durarak bunların metni şiirsellikten uzaklaştırdığını söyler. Bütün bunlar gösteriyor ki Abdülhalim Memduh, halk edebiyatı hakkında son derece olumlu görüşlere sahiptir ve Osmanlı aydınlarının bu tarzdan uzaklaşarak İran edebiyatını örnek almalarına hayıflanmaktadır. Şahabettin Süleyman ın Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye sinde halk edebiyatına dair değerlendirme sayılabilecek herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Aristokrat bir edebiyat anlayışına sahip olan Şahabettin Süleyman ın yazı hayatının başlarında avamî 17

15 bulduğu halk edebiyatı unsurlarını edebiyattan saymamış olabileceği düşünülebilir. Osmanlı dönemi edebiyat tarihleri içinde halk edebiyatı konusunda en geniş ve en açık görüş bildiren Faik Reşat tır. Faik Reşat ın Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye sinde konuya giriş noktası, hece veznidir. Ziya Paşa, Harabat Mukaddime sinin Ahval-i Şuara-yı Rum başlıklı kısmında, Fa lün fa lün olmadan nümâyan Parmak ile idi bizde evzan [Aruz ortaya çıkmadan önce bizdeki vezin hece idi] demişti. Faik Reşat, bu beyti verdikten sonra, yukarıda Ertuğrul Gazi nin 4 Osman Gazi ye vasiyeti kabul edilen koşmanın ilk kıtasını beyit şeklinde yazarak bundan da anlaşılacağı gibi parmak hesabı pek eski zamanlardan beri biliniyordu der. Fakat yazarın itirazı da bu noktada başlar. Ona göre... O zamanlarda bile bu makule sözler (koşma, ezgi, mani, divan) ve bazen kail ve nazımların mensup bulundukları tavaife [boya, aşirete] nispetle varsağı filan gibi isimlerle evzan-ı aruza mutabık ve tarif-i marufuna sadık [bilinen tanımına uygun] olan hakikî şiirlerden tefrik edildiği gibi bunları söyleyenler de saz şairi, çöğür 5 şairi, kahve şairi namlarıyla asıl şuaradan ayrı tutulurdu. Elhasıl mani, koşma, ezgi yolundaki sözler gazellerden, kasidelerden, rubailerden, kıtalardan nasıl ayrı ise Gevherîler, Âşık Ömerler ve daha bilmem kimler Bâkîlerden, Fuzûlîlerden başkadır. (Faik Reşat 1913: 34) Yazarın Halk şiiri için kullandığı tanımlamalar dikkat çekicidir. Öncelikle hesab-ı benan (parmak hesabı) ifadesi, ne kadar yaygın olursa olsun, şairin okuryazar olmadığı için parmaklarını sayarak heceyi tamamladığı imasını taşır ve küçümseyicidir. (koşma, ezgi, mani, divan) hakkında kullandığı bu makule sözler ifadesi de tür, çeşit, nevi karşılığında değil bir takımın en alt tabakası anlamındadır. Nitekim cümlenin sonunda, bunlara varsağı da katılarak aruz veznine ve bilinen tarife uygun şiirler bunların aynı olduğu iddia edilmektedir. Yazar iddiasının ispatı için bir başka delil daha ortaya koyuyor: Bunları söyleyenler de ( ) ayrı tutulurdu. Ezgiyle söylenen mani, koşma gibi şeyler bunları söyleyen Gevherîler, Âşık Ömerler ile gazel, kaside, rubai ve kıt alar ve bunları yazan Bakîler, Fuzulîler başka başkadır. Faik Reşat, daha sonra Halk şiiri için hareket ifade eden yâve sıfatını kullanıyor. Yâve, anlamsız, boş ve saçma sapan sözdür. Yazara göre, elde sayısız divan ve şiir mecmuası bulunduğu hâlde ezgilerin, koşmaların, manilerin birkaç avamî ve okuryazar olmayanların cönklerinden başka bir yerde bulunmayışı bu tür sözlerin, eski devirlerde de şiir sayılmadığını gösterir. Yazarın, kendi cümlelerini okuyalım: Parmak hesabıyla söylenen yâvelerin mine l-kadim şiirden addedilmediğine bugün elde lâyuad ve lâyuhsa [sayısız, hesapsız] divanlar, mecâmî eş ar [şiir mecmuaları] vesair birtakım manzumeler mevcut ve mütedavil [kullanımda] olduğu hâlde ezgilerin, koşmaların, manilerin birkaç âmî ve ümmînin [aşağı tabakadan ve okuryazar olmayanların] mecmuala- 18

16 rından, çönklerinden 6 başka yerlerde cây-ı kabul bulamamış olmasıyla da sabittir. (Faik Reşat 1913: 34) Faik Reşat ın halk şiirine itirazı bunlarla bitmiyor. Halk şiiri millî olsa bile bu dağlı ve bedevî sözleri artık üzerimizde hiçbir etki yapmıyor görüşüyle küçümseyici tavrını daha uç noktaya taşıyor: Biz bunca asırlardır Arap ve Acem edebiyatıyla melûf [tanışık] ve onların zevk ve hisleriyle mütezevvik ve mütehassis [zevk alır ve duygulanır] olmuşuz, velev ki millî olsun, bu makule kûhî ve sahrayî sözler şimdiki hâlde bizce zerre kadar tesir husûle getiremez. Ayniyle bir cesed-i bî-ruh gibi karşımızda câmid ve bârid durur. Hâl böyleyken ve zamanımızda Ekrem, Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret, İsmail Safa gibi ciddî ve hakikî şairlerimizin eşarında görüldüğü üzere evzan-ı aruzumuz her türlü efkâr ve hissiyatı tamamıyla tebliğ ve tasvire müsait olduktan başka nagamat-ı musikiye gibi bir ahenk-i latif-i mahsusu haiz iken onu terk ile parmak hesabını ihyaya kalkışmak bir kalb-i bî-cana ruh-ı taze ifaze eylemek ve meyyal-i itila olan tabiatlarımızı o vadilere sevk ve imaleye çalışmak ankaların makarr-ı zâg ve kelâg olan viranelerde lâne-sâz olmasını istemek kabilinden bir sa y-i bî-sûd, bir temenni-i muhaldir. (Faik Reşat 1913: 35) Bu metinde halk şiiriyle ilgili anahtar kelimeler kûhî, sahraî, cesed-i bî-rûh, camid ve bârid dir. Bunlardan ilk ikisi dağda ve çölde yaşayan, yarı yabanî, vahşî iması taşır. Halk şiirinin artık öldüğünü sadece ceset ile ifade edebilecek iken bu sıfatı ikinci bir sıfatla besleyerek onun ruhsuz luğunu söyleme gereği duyuyor. Camid ve barid sıfatı ise soğukluk, donmuşluk ve insan üzerinde olumsuz bir etki bırakan sevimsiz sözleri anlatır. Paragrafın sonlarındaki benzetmeler ise daha aşırı bir ton taşımaktadır. Yazara göre halk şiirine yönelmek, cansız kalbe taze ruh vermek gibi boşuna bir gayrettir. Halk şiirine yönelmek; ankaların, karga ve kuzgun yeri olan viranelerde yaşamasını istemek olacaktır. Yazarın bu görüşlerini bir takım gayretlere karşı itiraz olduğu anlaşılmaktadır. Öncelikle velev ki millî olsun ifadesi halk şiiri unsurlarının millîliğini söyleyerek onlara taraftarlık bildirenlere karşı yazıldığını gösterir. Divan şiirinde hece ile bir iki şiir yazmış şairler vardır. Fakat aydınlar arasında ise halk şiirinin millîliğini savunan ilk yazar Ziya Paşa dır. Daha sonra Ali Ferruh, Velet Çelebi, Ahmet Cevdet Paşa, Manastırlı Faik ve daha başkaları vezin meselesi üzerinde dururken heceyi millî sıfatıyla anmışlardır (Kolcu 16-78). Daha sonra 1898 de Mehmet Emin Yurdakul un Türkçe Şiirler (1898) kitabı dolayısıyla Şemsettin Sami, Anadolu da eskiden beri elsine-i nâsta deveran eden ve bizim edebiyat âleminde kale alınmasına da tenezzül olunmayan parmak usulünde bazı şiirler, şarkılar bence Nabî nin, Bakî nin, Fuzulî nin eş arına tercih olunmaya şayandır. Onlar belki kabacadır; lakin Türkçedir. İfade ettikleri efkâr belki pek âli değildir; lakin içlerinde bir his, 19

17 bir hiss-i millî vardır. [ ] Onlar okunurken, âlim olsun, cahil olsun, hiçbir Türk yoktur ki teessüre gelmesin (Şemsettin Sami 1989: 6) şeklinde görüş bildirmişti te Çocuk Bahçesi dergisindeki hece-aruz münakaşalarında da halk şiirinden faydalanma gündeme gelmişti. Faik Reşat doğrudan bir isim zikretmeyerek, bunların tamamına ait yorumunu ortaya koymuştur. Şüphesiz kendisinden önce Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye yazmış olan Abdülhalim Memduh da onun hedefindekiler arasında hatta ilk safta olmalıdır 7. Kitabın ilk baskısını 1911 ve ikinci baskısını 1913 te yaptığı 8 dikkate alınınca Faik Reşat ın muhatabının Genç Kalemler dergisindeki Yeni Lisan ve Millî Edebiyat arayışları olduğu düşünülebilir. Fakat Yeni Lisan hareketi o sıralar henüz Mehmet Emin Bey in hecaî vezinlerini hiçbir şair kabul etmez ([Ömer Seyfettin] 1911:3) noktasındadır ve heceye taraftarlığını ilan etmemiştir. Faik Reşat bütün bu tartışmalarda halk şiiri lehinde dile getirilen görüş ve önerilere toptan şu cevabı veriyor: Ama bazı zevat, evzan-ı aruz dediğimiz vezinler esasen Arap ve Acem lisanlarının kelimat ve terakibine mahsus olmak üzere dökülmüş birer kalıp hükmünde olarak tabiaten onlardan büsbütün ayrı olan Türkçemize muvafık gelmediğinden eşarımız imale, med, kasr gibi uyûb ve nekaisle mâli [ayıp ve eksikle dolu] ve binaenaleyh hüsn-i tabiiden gayr-ı hâli olduğu ve irticale mahal olmadığı reyinde bulunuyorlar. Evvela imale, med, kasr gibi nekais, intihab-ı kelimat ve tensik-i kelam [kelime seçimi ve kısa söyleme] hususunda pek müsamahakârâne davranmış olan kudemanın ve bir de i vicac-ı tabiat ashabının [doğru hareket etmeyenlerin] eş arında görülür. Yoksa müteahhirînin, ez-cümle yukarıda isimlerini saydığımız şairlerin ve bunlarla beraber Kemal, Arif Hikmet, Ali Ruhi, Avni, Naci gibi üstat ve sahib-i zevk-i selim olanların eşarında hemen hiç yok gibidir. Sâniyen lisan-ı ulvî, şiir-i muhavere ve muhabere [karşılıklı konuşma ve haberleşme] lisanı değildir ki irtical aranılsın? Bunda aranılacak bir şey varsa o da belagat eda ve ulviyet-i müeddadan [iddia olunan şeydeki, tezdeki yücelikten] ibarettir. Eğer e l-yevm maruf ve müstamel olan evzanı biraz daha tevsi ve tenevvü edebilirsek zannederim ki istenildiği gibi irtical maksadını dahi istihsal etmiş oluruz. (Faik Reşat 1913: 35-36) Faik Reşat bir de İstitrat (ayrıca bir not) ile sözlerine açıklık getirmek ve bazı Tanzimat şairlerinin halk şiirine öykünerek yazdığı bazı manzumeleri beğendiğini bildirmek istemiştir. Yani Faik Reşat ın beğendikleri doğrudan Halk şiiri ürünleri değil, ona benzetilerek yazılmış metinlerdir. Fakat yazar bunu yaparken de Halk şiirini aşağılayıcı ifadelerini sürdürmektedir: Hesab-ı benan üzere [hece vezniyle] söylenilen sözleri şiir den addetmeyişimiz ve yâve tabiriyle yâd edişimiz o vadideki sözlerin ekseriyeti yani köylü, çoban makulesi, ümmî ve âmî kimselerle efkâr ve hissiyatınca onlardan farkı olmayan saz şairlerinin ağızdan işitilen veya mecmualarda görülen sözlerinin mahiyeti itibarıyla olduğuna şüphe edilmesin. Yoksa 20

18 eski ve yeni bazı efazıl-ı şuaramızın azmâyiş-i tabiat [faziletli şairlerimizin deneme] yolunda, keyfe tabiatla veya matemzededen [s.37] ara sıra sudûr eden gayr-i mutarrid [düzgün olmayan] nevhât-ı meyusâne [kederlice ölüye ağlama] kabilinden olarak söyledikleri sözler meyanında dakik ve rakik hayalatı, sûzinâk ve müessir hissiyatı mutazammın [içeren], binaenaleyh sahihen şiir ıtlakına seza, güzel parçalar bulunduğu kabil-i inkâr değildir. Ezcümle Âkif Paşa nın, hafidinin vefatından dolayı mersiyegûne söylediği meşhur şarkı ile Ethem Pertev Paşa nın, Manastırlı Faik Bey in, Hoca Hayret Efendi nin aşağıya nakleylediğimiz destanları, manileri bu yoldaki şiirlerin en latiflerindendir: (Faik Reşat 1913: 36-37) Konya idadisi ikinci müdürü ve edebiyat öğretmeni Mehmet Hayrettin ders yılında 7. sınıfta okutulmak üzere kaleme aldığı Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye sinde halk edebiyatına bakışı ifade eden cümleler doğrudan değil dolaylıdır. Yazar eserini dil eksenine oturtmuştur. Türkçenin melez, türedi Osmanlı lisanıyla çıkmaza sokulduğunu fakat dili bu bataklıktan kurtarmak maksadıyla Yeni Lisan yolunun açıldığını söyleyen Mehmet Hayrettin e göre bu hareketin feyiz kaynağı, heceyle söylenen avam şarkıları dır.... Bizi bize yabancı addettirecek çıkmaz sokaklara sapmayalım. Yeni Lisan ın aldığı menba-ı feyz avam şarkılarıdır. Allah dedim yatağana dayandım Ben senin içün al kanlara boyandım. tarzında söylenilen ruh ve hissimize pek sevimli tesirler bırakan, lisanımızın lehçesini küstürecek surette aruz-ı millîmiz üzere yazılan tatlı, ruhlu eserlerdir. (Mehmet Hayrettin 1912: 4) Halk edebiyatını ciddi bir kaynak olarak gören ilk edebiyat tarihi, Şahabettin Süleyman ın Fuat Köprülü ile ortak eseri Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı dır. Gustave Lanson un edebiyat tarihi, medeniyet tarihinin mühim bir kısmıdır fikriyle kaleme alınan bu eserde edebiyatın doğuş dönemlerindeki cemiyetin sözlü edebiyat geleneğinden hareketle anlaşılabileceği üzerinde durulmuştur. Edebiyat tarihiyle ilgili yöntem bilgilerinin verildiği Mukaddime de, Asar-ı Edebiyenin Zuhuru: Efsaneler, şarkılar, masallar, hamasiyat (s.10) başlıklı kısımda, halk edebiyatı ürünlerinin cemiyet hayatını gösteren edebiyat tarihinde nasıl kullanılabileceği ifade edilmiştir. Türkçedeki edebiyat tarihleri içinde sözlü edebiyat ürünlerine kıymet veren ilk eser olduğu için ilgili kısmı veriyoruz: İnsaniyetin mebadisinde [başlangıç çağlarında] her şeye mahsus bir ilah tasavvuru bu hâlet-i ruhiyenin neticesidir. Her millet tarihinde, hakikate takarrüp edinceye kadar, böyle hayal, efsane devirleri geçirmiştir. Mesela eski Türkler; arz, ağaç, maden, ateş ve sudan ibaret anasır-ı hamsenin beş zâtta tecellisini kabul ve bunları takdis ederler idi. Zevat-ı hamse de merkezde Keyen Han, Sarı Han, şarkta Gök Han, cenupta Kırmızı Han, garpta Ak Han, şimalde Kara 21

19 Han dır. 9 Ve bu mabut telakki ettikleri şeylere karşı dualar okurlardı. Evvelce de söylediğimiz gibi, mebde-i beşerde iptida görülen eşar dualardır, şiir dua ile başlamıştır. Mesela Türkler göğe karşı şu yolda tazarru ederlerdi: Ey gök tanrısı Ebyaşe Yeri yeşildir, ağaçları yeşertir Rızk verirsen Ulu Tanrı, bir reis ver Halik-ı halk, Töre tanrısı. İşte bu musavver-i beşer dinlerden efsanevî şiir tevellüt etti, her kavmin tarihinde pek büyük bir hisse-i zevkiyeye, bir kıymet-i bedîiyeye malik oldu. (...) Hamasiyat ile eşar-ı kahramanâneyi birbirinden ayırmak zarurîdir. Eşar-ı kahramanâne az çok yaşamış, muhayyile-i kavimde az çok yer edinmiş ve az çok esatirî bir simaya malik olmuş tipleri gösteren eşardır. Köroğlu hikâyesi gibi. (...) Şarkılara gelince... Bunlar kavmin ruhundan nebean eder ve üslub-ı müşterek denilen şeye şahsiyetten ziyade merbut bulunur. Her kavim yaşadığı muhitin, derelerin, bağların, dağların, hülasa mahasinin tesiratından azade kalamaz (...) Saniyen mebâdi-i medeniyette bulunan yahut asırlardan beri cehalette pûyân olup bir hatve atamayan akvam, şiir ile musikiyi terdîf ederler, o suretle ihtiyac-ı bediîlerini tatmin etmiş bulunurlar. Hikmet-i bedayi mesailini [estetik meselelerini] tetkik ettiğimiz zaman anlarız ki bir kavmin, bir milletin, bir zamanın ahval-i ruhiyesini üslub-ı müşterek, seciye-i umumiyenin izleri kadar hiç bir şey gösteremez. Bir kavmin mebadisinden nihayetine kadar şarkılarını nazar-ı tetkikten geçirecek olursak onun ne gibi tekamülata mazhar olduğunu anlamış, bilmiş oluruz. Mesela: Kemah ın yolları dağdır geçilmez Soğuktur suları bir tas içilmez Anadan geçilir, yardan geçilmez Zeynep im Zeynep im şanlı Zeynep im Üç köyün içinde namlı Zeynep im Şimşirin yaprağı narindir narin İçerim yanıyor dışarım serin Gelmiyor yanıma inatçı yârim Zeynep im Zeynep im şanlı Zeynep im Üç köyün içinde namlı Zeynep im Zeynep bu güzellik var mı soyunda Elvan elvan güller kokar koynunda Ramazan ayında bayram gününde Zeynep im Zeynep im şanlı Zeynep im Üç köyün içinde namlı Zeynep im İşte bu şarkı Kemah ın ruhunu, hissini tamamıyla gösteriyor. Kemah ın yolları dağdır geçilmez diyor. Bu sözle müşkülat-ı vüsûl ve vürûdu [ulaşım zorluğunu] anlattığı gibi yâri sevdiği için fedakârlık yapacağını da ihsas ediyor. Sularının soğuk olduğunu söylemekle memleketine merbutiyyetini anlatıyor. Anadan geçilir yârdan geçilmez demekle de sıla ihtiyacının kadına, ocağa merbut bulunduğunu da beyan ediyor; sonra bir zaman için köyün bir hüsn [güzellik] tipinden bahsediyor, onun nam ile şan ile güzelliğini tasdik ediyor. Zaten iptidaîlerde idrak-i hüsn [güzellik 22

20 anlayışı] bile şahsiyet-i umumiyeye tâbidir [toplumsal kişiliğe bağlıdır]. Şimşirin yaprağına Kemah halkınca fevkalâde meftuniyet bulunduğunu anlattıktan sonra içinin yandığını beyan ediyor, aşkını bu kelime ile gösteriyor ve yine timsal-i umumî-i hüsne avdet eyliyor. Daha sonra elvan elvan güller ifadesiyle yine kavmî, yine ırsî bir ihtiyac-ı perestiş ve takdiri [gönül akışı ve beğenilme ihtiyacını] anlatıyor; Ramazan ayı ile bayram gününün en ziyade ictimaiye- ti, merbutiyeti temin eden bir ay olduğunu ihsas ile timsal-i hüsne avdet ihtiyacını, bu aylarda yalnız kaldığını zikrediyor. Bir başka misal daha İstanbul a karşı köylülerin ruhunda yaşayan kini, nefreti anlatıyor: İstanbul, İstanbul viran kalası Taşını, toprağını seller alası Sen de bencileyin yârsız kalası O yâr olmayınca gözüm kan ağlar Filhakika bu mana-yı tahkiri mutazammın [aşağılamayı içeriyor] ise de derin bir nazarla bakıldığı zaman bunun ruh-ı umumîden nebean ettiği, birtakım esbab-ı ruhiyeye merbut bulunduğu tezahür eder, anlaşılır. İstanbul memalik-i Osmaniye nin menba-ı ilm ve irfanı, say ve servet merkezidir. Taşra halkı asırlarca İstanbul u bir maişetgâh, bir tealigâh telakki etmiş, oraya akın akın gelmiş, yâri, ocağı o ziya için terketmiştir. Filhakika serveti, gıdayı oradan toplamakla beraber bu hâl bir kin uyandırmış ve bu asırlardan beri kalplerde yer tutmaya başlamıştır. Taşralarda valideler çocuklarını İstanbul a yollarlarken korkarlar, ruhlarından bir parçanın koptuğunu hissederler. Mamafih yine ondan ayrılamazlar. Şuraya kadar verilen malumat anlatıyor ki şiiri tetkik hâlet-i ruhiye-i beşeriyeyi tetkik, bir kavmin tekamülat-ı medeniyesini, tahassüsat ve tefekküratını hatve hatve anlatmak demektir. (Şahabettin Süleyman, Fuat Köprülü 1914: 10-18] Kitabın Halk edebiyatı ürünlerinden istifade ettiği bir başka yer de Muhit-i Coğrafî Ve İçtimaî başlıklı kısımdır. İlgili kısımda Adanalılara atfen Yaslan Hüsnü m yaslan Kara toprakta paslan Her ana doğuramaz Senin gibi bir aslan diye başlayan türküye ( şarkı denerek) yer verilmiştir (Şahabettin Süleyman, Fuat Köprülü 1914: 58]. Osmanlı dönemindeki edebiyat tarihleri içinde, bir sözlü edebiyat ürününe yer veren ilk eser bu kitaptır (s.14). Bir türkü metnine, ediplerin toplum üzerindeki etkileri zikredilirken diğerleri yanında Kaygusuz Dede ye (s.5) yer veren ilk eser bu kitaptır. Destanların edebiyat tarihi için önemine ve malzeme olarak nasıl kullanılabileceğini öğreten ilk edebiyat tarihidir (s.29-31). Fuat Köprülü nün Darülfünun Edebiyat Şubesi müderrisliğine atandığı ve öğretim yılında verdiği Türk edebiyatı derslerine ait notlar, iki küçük cilt hâlinde 23

21 taşbaskı yoluyla öğrencilere dağıtılmıştır. Fuat Köprülü nün 1913 te Bilgi Mecmuası nda yayımlanan Türk Edebiyatı Tarihinde Usul makalesini dikkate alınca, söz konusu edebiyat tarihinde de halk edebiyatı unsurlarının değerlendirilmiş olması gerekir. Adı geçen eserin ilk cildine erişmek mümkün olamadığı için ikinci kısmının eldeki nüshası (Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi) da epeyce eksiktir. Bu itibarla eserin konumuzla ilgili yönü üzerinde net bir fikir edinmek mümkün olmamıştır. Bununla birlikte Agâh Sırrı Levend in verdiği bilgilerden, Türk Tarih-i Edebiyatı Dersleri nde bazı halk edebiyatı ve folklor unsurlarına temas edildiği anlaşılmaktadır. Buradan öğrenildiğine göre kitabın ilk cildinde Türk Lisanı ve Taksimatı, Yazı, Türklerde Esatir ve Efsane, Türklerde Din, Adalet ve Medeniyet, Türk Edebiyat-ı Kadimesi bölümleri bulunmaktadır (Levend 1973: 482). Aynı kitabın ikinci cildinde ise Vezn-i Millî ve Vezn-i Aruzî, Saray Hayatı ve Eğlenceleri gibi kısımlarda, halk edebiyatı ve folklor malzemeleri, edebiyat tarihi açısından değerlendirilmiştir. Levend in Ziya Gökalp etkisi görülür. (Levend 1973: 482) hükmüne bakarak bu eserde halk edebiyatı ve folklor unsurlarına olumlu yaklaşıldığı kanaatine varılabilir. Fuat Köprülü nün edebiyat tarihi ile ilgili birikimi tam olarak yılında ilk basımı yapıldıktan sonra 1926 da genişletilerek yayımlanan Türk Edebiyatı Tarihi dir. Esasen Köprülü nün halk edebiyatı ve folklora edebiyat tarihi malzemesi olarak verdiği önem çokça dile getirildiği için burada ayrıntıya girmeye gerek görülmemiştir. Bu arada sadece onun 1920 de basılan Türk Edebiyatı Tarihi nde üçüncü ve dördüncü bölümlerin doğrudan halk edebiyatı ve folklor konularına ayrıldığını hatırlamak yeterli olacaktır. Köprülü, bütün halk edebiyatı unsurlarına en az okumuşların meydana getirdiği edebi ürünler kadar kıymet vermiştir Köprülü nün konuyla ilgili ilk çalışmaları temsil eden iki makalesi daha hatırlanmalıdır. Yeni Bir İlim: Halkıyat- Folklor, İkdam, 6 Şubat 1914, Türk Edebiyatında Aşık Tarzının Menşe ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe, Millî Tetebbular Mecmuası, sayı:1, Mart-Nisan 1331 [1915]. Osmanlı döneminin son edebiyat tarihi, İbrahim Necmi Dilmen in iki ciltlik Tarih-i Edebiyat Dersleri dir. Terim olarak Halk edebiyatı ifadesinin görüldüğü ilk eser, bu kitaptır. Yazar eserinde uyguladığı yönteme dair bilgilerin verildiği Medhal in Osmanlı Edebiyatının Zuhurundan Evvel Anadolu daki Türk Edebiyatı başlıklı kısımda, Osmanlı Devleti nin kuruluşu öncesindeki zaman diliminde Türkler arasında üç ayrı edebiyat zevkinin bulunduğunu söyler: Saray edebiyatı, Tasavvuf veya Tekke edebiyatı ve Halk edebiyatı. Dilmen, Halk edebiyatı için şu açıklamayı yapar: Halk Edebiyatı dır ki avam arasında öteden beri müesses olan sırf Türkçe ve şifahî edebiyattan ibarettir. Bilahare yetişen âşıklar ve saz 24

22 [s.19] şairleri bu edebiyatın musiki ile ve bazı mertebe-i efkâr ile bir imtizacından başka bir şey değildir. (İbrahim Nemci Dilmen 1922: 18) Yazar daha sonra, yukarıdaki cümlelerini şöyle genişletir: ( ) Türklerin kadim edebiyatı, halk arasında ve halk şiirlerinde varlığını daimî surette muhafaza etmiştir. Türkü, mani, destan, koşma, kayabaşı, üçleme ve emsali isimlerle halk arasında payidar olan hece vezniyle yazılmış veya söylenmiş şiirlerde millî lisan ve millî ruh daima hâkimdi. Fakat bu tarzdaki eserler ekseriya şifahî kaldığı cihetle maatteessüf tarih sahnesinde varlıklarından aka bir izleri yoktur. Bu neve mütekarrib olarak tekkelerde söylenen ve millî lisan ve şiveyi hafif bir Farsî edası ve tasavvuf fikirleriyle mezc eden şiirler, iki taraflı ve mutavassıt bir unsur olarak, bir dereceye kadar varlığını ve yadigârlarını bırakmıştır. Yunus Emre de misali görülen bu cins şiir, âtî için mühim bir tevessü istidadıyla tecelli ediyordu. (İbrahim Nemci Dilmen 1922: 25) İbrahim Necmi nin eserinde, Halk edebiyatı ürünlerine büyük bir kıymet verildiği söylenemez. Fakat buna rağmen, gerek Millî Edebiyat hareketinin ve gerekse daha önceki yıllarda yapılan dil ve vezin tartışmalarının Halk edebiyatından istifade için artık olgun bir zemin oluşturduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cumhuriyet in ilk yıllarındaki Memleket edebiyatı anlayışıyla birlikte, Halk edebiyatı, Divan edebiyatının karşısına konumlandırılmış çağdaş bir edebiyat yaratmanın bir kaynağı Batı edebiyatı, diğer kaynağı ise Halk edebiyatı olarak gösterilmiştir. Sonuç Osmanlı döneminde basılan sekiz edebiyat tarihinden sadece biri (F. Reşat), halk edebiyatı ürünlerini aşağılayıcı ifadelerle nitelemiş ve edebiyattan saymamıştır. Bir edebiyat tarihinde (Abdülhalim Memduh), Divan edebiyatına karşı, modern edebiyat için bir kaynak olarak anılmıştır. Bir edebiyat tarihinde (Şahabettin Süleyman) konu suskunlukla geçilmiştir. İki edebiyat tarihi (Mehmet Hayrettin ve İbrahim Necmi Dilmen) halk edebiyatı malzemesinin kıymetli olduğuna temas etmekle yetinmiştir. Üç edebiyat tarihi (Şahabettin Süleyman, Köprülüzade ortak ve Köprülüzade iki eser) ise Halk edebiyatı ürünlerini toplumsal ruhun yansıması olarak görmüş ve toplumsal eğilimleri, yönelimleri diğer edebî ürünlerden daha iyi gösterdiğini vurgulamışlardır. Söz konusu edebiyat tarihlerinin 1913 sonrasında Halk edebiyatı ürünlerine daha olumlu yaklaştıkları dikkat çekmektedir. Bu durumu Millî edebiyat hareketinin getirdiği yeni ruhla izah etmek mümkündür. NOTLAR 1 Gibb vefat ettiğinde (5 Kasım 1901), Abdülhalim Memduh da Avrupa ya kaçmış bir Jöntürk olarak Londra da bulunuyordu. Gibb in en yakın dostlarındandı ve hatta cenaze törenine katılan üç Türk ten biri idi (Halil Halit: 1999: 19). Dolayısıyla metin temin ve gözden geçirilmesi gibi hususlarda, daha önce aynı alanda eser (Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye, 1888) vermiş birisi olarak Gibb e yardım ettiği düşünülebilir. 2 Abdülhalim Memduh, bu manzumenin tarih kitaplarında ve Hamit Vehbî Efendi nin 25

23 Meşâhir-i İslam adlı eserinde bulunduğu için yani sağlam kaynaklardan geldiği için kaydettiğini söyler (Abdülhalim Memduh 1888: 10). 3 Kaşıkçızade Tezkiresi nde birkaç numune bulunur. 4 Yazar bu kıt ayı Osman Gazi ye ait gösteriyor. 5 Çöğür: Tanbura nev inden bir saz. 6 Çönk: Mustatilü ş-şekl ve tûlan açılıp kapanır mecmua (F.R.). Faik Reşat ın açıklaması, sadece sözlük anlamını vermektedir Halk edebiyatının bu önemli kaynakları hakkında geniş bilgi için bk. Şükrü Elçin, Cönkler ve Mecmualar Üzerine Halk Edebiyatına Giriş, Ankara, 1986; Orhan Şaik Gökyay, Cönkler Üzerine, Folklor ve Etnoğrafya Araştırmaları, İstanbul, 1984; M. Şakir Ülkütaşır, Halk Edebiyatı Araştırmalarında Cönklerin Yeri, I. Uluslararası Türk Folklor Semineri Bildirileri, Ankara 1974; Orhan Yavuz, Türk Edebiyatında Cönkler Hususiyetleri ve Dili, Türk Dünyası Araştırmaları, 54, İstanbul Faik Reşat eserinde fırsat düştükçe Abdülhalim Memduh u tezyife varacak derecede eleştirir. Bir örnek olmak üzere şu parçayı kaydediyoruz: Malumdur ki nazmın kaside, gazel, kıta vesaire gibi birçok eşkâli vardır. Eskileri -mahaza eski oldukları için- beğenmemeyi ve bilir bilmez zeban-dırâz ta n ve teşni olmayı büyük bir marifet sayan ve bizde şiir Fuzûlî den başlar diyecek kadar tarih-i edebiyatımıza bî-gâne bulunan güruhtan biri Tarih-i Edebiyat namını verdiği bir eserinde divanların iptida münacat ve natın, sonra kasait ve tevarihin, daha sonra -sırasıyla- ga- zeliyat, kıtaat, ve müfredatın derece-i suretiyle tertip olunmasını makam-ı tezyifte beyan ve bu adete bir türlü akıl erdiremediğini ityan ediyor. Beş on parça manzumeden ibaret bir mecmua-i eş arda bu âdete riayet olunmayabilir. Ama divanlar bunlara makes olamayacağından ve her ne olursa olsun bir şey müteaddit aksama münkasım olduğu takdirde her kısmı mütecanisleriyle bir arada bulundurmak eser-i intizam olmakla beraber taharrice suhuleti, binaenaleyh muhassenâtı mucip olacağından öteden beri tertib-i divan hususunda bu usûle riayet, bu âdete tâbiyet olunmuştur. (Faik Reşat 1913: 47-48) 8 Kitabın son şeklini aldığı ve bu makalede kullanılan 2. baskısı tarihsizdir. Fakat yazarın 21 Mayıs 1912 İshakpaşa yangınına atıfta bulunması (s. 24), baskının daha sonraki bir tarihte yapıldığını gösterir. 9 Aralık 1913 te Fuat Köprülü nün bu eser hakkındaki eleştirisi ( Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye, Tasvir-i Efkâr, sayı: 935, 26 Teşrin-i sani 1329) ise bu tarihten önce basıldığına işarettir (Akün 1995: 108). 9 Türk Tarihi: Necip Asım, s. 81. KAYNAKLAR Akün, Ömer Faruk (1995): Faik Reşad, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 12, s , İslam Araştırmaları Merkezi, İstanbul Abdülhalim Memduh (1888), Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye, Dersaadet, Faik Reşat (1913), Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye, Zarafet Mat., İstanbul, (tarihsiz). Halil Halit (Çerkeşşeyhizade) (1999): Mukaddime Eser ve Müellifi Hakkında Bazı Hatırat ve Mülahazat, Wilkingson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi, C. I-II, (çev. Ali Çavuşoğlu), Akçağ Yay., Ankara, 1999 İbrahim Necmi Dilmen (1922), Tarih-i Edebiyat Dersleri, 1. C., 1338/1922; 2. C., [1925], Matbaa-i Âmire, İstanbul. Köprülüzade Mehmet Fuat (1914): Türk Tarihi Edebiyatı Dersleri, [İstanbul], 1. C. 1329, 2. C, 1330 [1913, 1914] Köprülüzade Mehmet Fuat (1921): Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, Matbaa-ı Âmire, Mehmet Hayrettin (1912): Tarih-i Edebiyat Dersleri, Konya, Konya Vilayet Mat., 1330/1358 [1912]. [Ömer Seyfettin] (1911): Yeni Lisan, Genç Kalemler, C.2, sayı: 1, 29 Mart 1327/11 Nisan 1911, s.1-7. Şahabettin Süleyman - Köprülüzade Mehmet Fuat (1914: Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı Menşelerde Nevşehirli İbrahim Paşa Sadaretine Kadar-, 1. C., İstanbul, Şirket-i Mürettebiye Mat., [1914]. Şahabettin Süleyman (1910): Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye, İstanbul. Sancakyan Mat., 1328 [1910]. Şemsettin Sami (1989): [Türkçe Şiirler Hakkında Mektup], Mehmet Emin Yurdakul un Eserleri -I Şiirler, (haz. Fevziye Abdullah Tansel), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yay.,

24 YAZMADAN BASMAYA, GÖSTERİMDEN ROMANA: 19. YÜZYILDA OSMANLI DA FOLKLOR Manuscript into Print, Performance into Novel: Ottoman-Turkish Folklore in the 19th Century Yrd. Doç. Dr. Günil Özlem AYAYDIN CEBE* ÖZ Osmanlı İmparatorluğu nda, sözlü ve yazılı kültürden basılı kültüre geçiş 19. yüzyılda yaşanmıştır. Bu geçişin etkisi yeterince sorgulanmadan Osmanlı edebiyatını tüm yönleriyle kavramak mümkün değildir. Ayrıca, Osmanlı nın farklı dinsel ve etnik cemaatlerinin birbiriyle etkileşimi, edebiyatın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Folklor söz konusu olduğunda bu etkileşim çok daha büyük önem kazanmaktadır. Şimdiye dek yazılmış edebiyat tarihlerinde, basılı kültürün özellikleri genellikle göz ardı edildiği gibi edebî türler arası geçişkenliği sorgulayacak araçlar da yeterince üretilmemiştir. Türler arasında keskin ayrımların olduğu varsayımına dayanan tekdüze bir bakış açısı, Osmanlı edebiyatına özgü nitelikleri derinlemesine kavramayı engellemektedir. Oysa, 19. yüzyılda cemaatlerde olduğu gibi edebî türler arasında da yakın bir etkileşim söz konusudur. Modern kurmaca türlerin yazılıp okunmaya başlanmasında klasik ve geleneksel türlerin geçirdiği evrim önemli rol oynamıştır. Bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu nun Türkçe konuşup yazan çeşitli cemaatlerinin bastığı yapıtlardan hareketle, edebî folklor ürünleri açısından 19. yüzyılda Osmanlı millet leri arasındaki etkileşim ve çeşitlilik sorgulanmıştır. Aynı zamanda, sözlü kültürün basılı kültürle ilişkisi ve modern edebî türlerin gelişimini besleyen koşullar tartışılmıştır. Sonuçta, tek sayfalık basılı şiirlerden halk hikâyelerine, çeşitli biçimlerde halk edebiyatı ürünlerinin sözlü ve yazılı kültürden basılı kültüre aktarıldığı görülmüştür. Bu aktarımların Arap harfli Türkçe metinlerin yanı sıra Ermeni ve Yunan harfli de yapılması, Osmanlı yı oluşturan cemaatler arasındaki folklorik etkileşimin derinliğini ve yaygınlığını ortaya koymuştur. Ayrıca, basılı kültürün modern okur davranışını biçimlendirmesinde halk edebiyatının rolü aydınlatılmıştır. Anahtar Kelimeler Sözlü kültür, basılı kültür, Ermeni harfli Türkçe, Yunan harfli Türkçe, edebiyat tarihi, tür çalışmaları ABSTRACT The Ottoman Empire experienced the transition from oral and written culture to print culture in the 19 th century. It is not possible to comprehend the dynamics of Ottoman literature in full, unless the effects of this transition are sufficiently questioned. Furthermore, literary interactions among various ethnic and religious Ottoman communities played an important role in the making of literature. In folklore, the interaction gains yet more importance. In the histories of the 19 th century Ottoman literature hitherto written, it can be observed that neither the characteristics of print culture are paid enough attention, nor adequate tools are produced that would help question transitions among literary genres. The monochrome perspective that literary genres are divided from each other distinctively, obstructs a deeper understanding of qualities inherent in the Ottoman literature. In fact, similar to the communities in the 19 th century, there is a close interaction between literary genres that we accept as separate today. In the production and dissemination of modern fiction, the evolution of classical and traditional genres played an important role. In this study, setting off from works printed by various Turcophone communities of the Ottoman Empire, the interaction and diversity among Ottoman millets in the 19 th century in the context of literary folk productions are examined. Meanwhile, the relationship between oral culture and print culture, and the conditions that foster the development of modern literary genres are discussed. As a result, it is observed that diverse works of folk literature from one-page poems to folk tales are transformed from oral and written culture to print culture. The fact that the transformations are made in Armenian and Greek script as well as in Arabic script revealed the depth and width of folkloric interactions between the Ottoman communities. The role of folk literature in shaping the attitude and habits of modern reader of print culture is also highlighted. Key Words Oral culture, print culture, Turkish in Armenian script, Turkish in Greek script, history of literature, genre studies * Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, gcebe@nevsehir.edu.tr 27

25 19. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu nda sözlü ve yazılı kültürden basılı kültüre geçiş dönemidir. Bu geçişin edebiyat evreni üzerindeki etkisinin yanı sıra Osmanlı nın farklı dinsel ve etnik cemaatlerinin birbiriyle etkileşimi yeterince sorgulanmadan Osmanlı edebiyatını tüm yönleriyle kavramak mümkün değildir. Folklor söz konusu olduğunda bu etkileşim çok daha büyük önem kazanmaktadır. Ziya Gökalp in 1913 yılında halkiyat terimini Türk folklor çalışmaları alanına önermesi milat kabul edilerek Türkiye de folklorun yüzüncü yılı kapsamında hazırlanan bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu nun çeşitli dinsel ve etnik cemaatlerini Türkçe çatısı altında birleştiren basılı yapıtlardan hareketle, edebî folklor ürünleri açısından 19. yüzyılda Osmanlı milletleri arasındaki etkileşim ve çeşitlilik sorgulanacaktır. Aynı zamanda, sözlü kültürün basılı kültürle ilişkisi ve modern edebî türlerin gelişimini besleyen koşullar tartışılacaktır. Şimdiye dek yazılmış edebiyat tarihlerinde edebî türler arası geçişkenliği sorgulayacak araçların dışlandığı sınıflandırmalar yapıldığı gözlemlenebilir. Türler arasında keskin bir ayrım olduğu varsayımına dayanan bu görüş, Osmanlı edebiyatına özgü nitelikleri derinlemesine kavramayı engeller. Oysa, 19. yüzyılda edebî türler arasında yakın bir etkileşim söz konusudur. Modern kurmaca türlerin yazılıp okunmaya başlanmasında klasik ve geleneksel türlerin geçirdiği evrim önemli rol oynamıştır. Osmanlı yı oluşturan çok milletli yapının göz ardı edilmesi, ulus-devletleşme sürecinde Müslüman Türk olmayan edebiyatçıların Türkçe ürün vermiş olsalar bile Türk edebiyatının kapsamı dışında bırakılmasına yol açmıştır. Örneğin, Türkçe söyleyen Ermeni halk şairlerine (aşuğ) bazı edebiyat tarihlerinde, sınırlı olmakla birlikte, yer verilmiştir. Ermenilerin Türkçe Osmanlı edebiyatındaki konumları daha çok tiyatro bağlamında gündeme getirilmiştir. Arap harfli yazmış ya da çeviriler yapmış olan Teodor Kasap (Rum) ve Vartan Paşa (Ermeni) gibi gayrimüslim edebiyatçıları anan çalışmalar bulunmakla birlikte, bunların sayısı görece azdır. Oysa, özellikle Ermeni, Rum ve Müslüman Türk cemaatlerine odaklanan bu çalışmada gösterileceği üzere, milletler arasındaki edebî ve folklorik iletişim sanılandan çok daha sıkıdır. Ayrıca, folklor tarihi çalışmalarında, kaynaklar açısından bir hiyerarşi gözetildiği dikkat çekmektedir. Genellikle halk edebiyatının asıl kaynağının sözlü kaynaklar olduğu düşünülür; yazılı kaynaklar ikincil düzeyde, belli çekincelerle kabul edilir. Muhtemelen yazılı ile basılı kaynaklar arasında fark gözetilmediğinden, basılı kaynaklar üzerinde ayrıntıyla durulmaz. Oysa, basılı kültür, sözlü ve yazılı kültürden ayrılarak kendine özgü kuralları ve işleyişiyle, folklor ürünlerinin üretiminde ve tüketiminde önemli değişikler meydana getirmiştir. Bu yazının çerçevesinde bunun tarihi ve kuramsal boyutu tartışılmayacaktır 1. Bunun yerine, bu ayrımı yapmanın gerekliliği vurgulanarak henüz ayrıntılı bir tarihi yazılmamış olan basılı folklor ürünleri konu edilecektir. Bazı bilgilerin nasıl edinildiği konusunu netleştirmek amacıyla, öncelikle, bu ilişkiyi çözümlemeye olanak sağlayan verilerin derlenip yorumlandığı doktora çalışmamdan söz etmeliyim (bk. Ayaydın Cebe 2009). 28

26 Yalnızca Arap alfabesiyle basılmış yapıtları değil Ermeni ve Yunan harfli basılmış Türkçe yapıtları da içeren bu çalışmada, bibliyografik künyelere tür, konu, biçim özellikleri gibi çeşitli kategoriler eklenerek yapıtlar çok boyutlu biçimde sınıflandırılmış ve sayılmıştır. Bir yapıtın mümkün olduğunca ayrıntılı olarak etiketlendiği bibliyografik veritabanında, örneğin bir menakıpname aynı anda tarihî, dinî, edebî ve biyografik bir yapıt olarak nitelendirilmiştir. Bu da daha gerçekçi sayısal verilere ulaşmayı kolaylaştırmıştır. Süreli yayınlar dışındaki, yılları arasında basılmış, ulaşılabilen veya kayıt altında alınmış tüm malzemeyi kapsayan çalışma, matbaalar, yayıncılar, yayıncılık merkezleri gibi ögelerin yanı sıra edebî türlerin gelişimi ve dönüşümünü sorgulamayı sağlayacak bir araç hâline getirilmiştir. Bu makalede, veritabanının sunduğu bilgilerden hareketle, basılı halk edebiyatı metinlerine odaklanılacaktır. Yapıt başlıkları, ulaşılabilenler dışında, bibliyografyalarda yazıldığı şekliyle aktarılmıştır. 19. yüzyılda halk edebiyatı veya folklor kategorisine giren yapıtların basılmaya başladığı tarihi kesin olarak saptamak şimdilik olanaksızdır; bunun gerekliliği de tartışmalıdır. Genel olarak halk edebiyatı konusunda tarihsiz ve basım yeri belli olmayan pek çok yapıt bulunması, bu güçlüğün kaynağıdır. Bununla birlikte, bu bilgileri bulunan yapıtlar, 19. yüzyıldaki halk edebiyatının varlığını değerlendirmeye belli düzeyde olanak tanımaktadır. Bir diğer güçlük, tür kategorileriyle ilgilidir. Örneğin, veritabanına göre 19. yüzyılda basılmış folklorik özellikler taşıyan en eski yapıt, Ermeni harfli Davut Oğlu Solomon un Meselleri Kitabı dır (İstanbul: Arabyan, 1806). Folklor tarihi hakkında kaynak değerlendirmesi gösteriyor ki, bazı folklor tarihçileri, bu kitabın halk edebiyatı etiketini taşımasına karşı çıkacaktır. Yalnızca Osmanlı ya özgü olanı değil, Osmanlı edebiyatını ve kültürünü etkilemiş tüm yapıtları ve kişilikleri folklor tarihinin parçası olarak gören araştırmacılar içinse bu kitap, bir hazine değeri taşıyabilir. Bu nedenle, ilkler yerine genel eğilimler ve yoğunlaşmalar üzerinde duracak olursak, aşağıdaki grafikte gösterildiği üzere, 1860 ların sonundan itibaren, özellikle 1870 li yılların folklora ilişkin yapıtların basımının doruğa çıktığı dönem olduğunu gözlemleyebiliriz: Tablo 1: Folklor Yapıtlarının Romanla Karşılaştırmalı Basım Yoğunluğu Grafiği 29

27 Bu grafik, Osmanlı da edebiyatın yenileşme tartışmalarının bir sağlamasını sunması açısından önemlidir. M. Öcal Oğuz un, Türkiye nin Herder i olarak tanımladığı (2004: 42-44) Ziya Paşa, Bizim şiirimiz hani şairlerin na-mevzun diye beğenmedikleri avam şarkıları ve taşralarda ve çöğür şairleri arasında deyiş ve üçleme ve kayabaşı tabir olunan nazımlardır diyerek şiirde halka doğru gidişin ilk ifadesini dile getirdiği ünlü Şiir ve İnşa makalesini 1868 yılında yayımlamıştır. Genel tabloyu yorumlamaya devam edersek, 1293 ( ) Osmanlı-Rus Savaşı nı izleyen dönemde, halk edebiyatı ürünlerinin basımında önceki döneme göre bir düşüş yaşandığı gözlemlenebilir. Bu dönemde yılda ortalama 21 folklor yapıtının basımına karşılık 1890 yılında 90 ın üzerine çıkacak roman sayısının ortalaması 30 u bulmaktadır. Bu durum, Oğuz un II. Abdülhamid in yönetim politikaları çerçevesinde yaptığı yorumla örtüşür. Avrupa da milliyetçilik ile folklor arasındaki yakın etkileşimden yola çıkan Oğuz, II. Abdülhamid in özgürlükçü fikirlerle mücadelesinin aynı zamanda folklor çalışmaları ile mücadele anlamı taşıyabileceğini savunur (2004: 45). Bu dönemi yorumlarken okur davranışlarındaki eğilimleri de hesaba katmak gerekmekle birlikte, folklor çalışmaları açısından Ziya Paşa nın başlattığı atılımın Ziya Gökalp le kuramsal zeminini ve Cumhuriyet le uygulama alanını bulduğu bir gerçektir. Bu makalede, genellikle Gökalp ve sonrasına yoğunlaşan folklor tarihinin iki Ziya arasındaki dönemine ışık tutmak amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda, öncelikle şiir formundaki folklor ürünleri, Halk Şiiri başlığı altında incelencektir. Ardından, Halk Hikâyeleri bölümünde, anlatı özelliği taşıyan yapıtlar ele alınacaktır. Son olarak, sözlü ve yazılı kültür ürünlerinin basılarak geniş okur gruplarına sunulmasının roman türünün gelişimine etkisi sorgulanacaktır. A. Halk Şiiri 19. yüzyılda basılmış Türkçe şiirin büyük bir kısmı divanlardan oluşmaktadır yılları arasında divan şiiri türünde basılmış divan ve divançelerin sayısı 336 dır. Bu makale açısından ilgi çekici olan nokta, basılmış divanların yalnızca klasik divan şiirine özgü olmamasıdır; halk şiiri türünde de divanlar yayımlanmıştır. 19. yüzyılda, basılan en eski halk şiiri divanı, Âşık Dertli ye aittir ( ). Eski Harfli Basma Türkçe Eserler Bibliyografyası nda bu divana ait yedi baskı kaydı bulunmaktadır. Bunların yalnızca ikisinin tarihi bellidir. Yapıta dair en erken tarih, 1287 / 1871 yılıdır (İstanbul: Litografya Destgâhı). Divanın 1299 / 1882 yılında aynı yerdeki basımınınsa 3. baskı olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla, tarihsiz basımlardan en az birinin daha 19. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Âşık Kerem divanı üç kez Asuman ile Zeycan ve Arzu ile Kamber hikâyelerinin kenarında basılmıştır. Bunlardan yalnız birinde 1301 / 1882 yılı kaydı vardır (İstanbul). Bunların yanı sıra Yunus Emre Divanı da biri 1302 / 1885 yılında olmak üzere üç kez basılmıştır. 19. yüzyıl halk şairlerinden ise yalnızca Bayburdlu Zihni ye (ö. 1859) ait bir kayıt bulunmaktadır. Şairin divanı 1293 / 1876 da İstanbul da Süleyman Efendi Matbaasında basılmıştır. 30

28 17. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Âşık Ömer in divanı, dokuz baskıyla en çok basılan halk şiiri divanıdır (1875, 1886, 1890, 1892 [iki farklı baskı], 1899). Kayıtlı baskıların üçü tarihsizdir. Divan-ı Âşık Ömer örneği, bu dönemde halk edebiyatı yapıtlarının basılma biçimleri hakkında da önemli bilgiler sunar. Her şeyden önce, bu divan, halk hikâyeleriyle birlikte basılmıştır. Tarihsiz bir basımda Âşık Ömer in divanı, Kerem divanının sayfa kenarlarında bulunmaktadır. Taş baskı tekniğinin yazılanı olduğu gibi kopyalamaya elverişli özelliği, yapıtların elyazmasına benzer biçimde çoğaltılmasını sağladığından derkenarlar korunabilmiştir. Bu yöntemle basma, farklı türlerdeki, farklı yazar ya da şairlere ait yapıtları bir arada sunmayı olanaklı kılar gibi geç bir tarihte bile bu tekniğin kullanılması, bu basım biçiminin özellikle halk edebiyatı yapıtlarında tipik olduğunu düşündürür. Ayrıca, halk şairlerinin yapıtlarının da divan olarak nitelenmesi, klasik edebiyatla halk edebiyatının etkileşimini göstermesi açısından önemlidir. Divanın 1875 teki ilk basımında iki halk hikâyesinin yanı sıra Vasıf ın (Enderunlu) gazelleri de yer almaktadır. Başka deyişle, klasik bir Osmanlı şairi ile bir halk şairi nin şiirleri aynı yapıtta okura sunulmuştur. Bu durum, edebiyat yapıtlarının saray dışında farklı toplumsal statülerdeki geniş bir okur grubuyla buluşmasını sağlayan basım ve yayıncılığın Osmanlı divan şiirinin sunumunun belirlenmesinde etkili olduğunu düşündürür. Halk edebiyatının Müslüman ve gayrimüslim cemaatler tarafından çok okunmasında basım ve yayıncılığın gelişmesiyle doğru orantılı biçimde büyük okuryazar gruplarına popüler okuma gereçlerinin sağlanması ihtiyacının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, bu konuda sarayın hamiliğini de göz önünde bulundurmak gerekir. Mine Mengi, yüzyıl başında İlhamî mahlasıyla şiirler yazmış olan III. Selim den sonraki padişahların şiir ve edebiyatla hemen hemen hiç ilgilenmediğini; böylece sarayın edebiyatla uğraşma geleneğinin dönem içindeki ömrünü tamamla[dığını] öne sürer (1994: 229). III. Selim den sonra Osmanlı padişahlarının divan şiiri yazmadığı doğrudur ama edebiyatın diğer türlerine olan ilgileri sürmüştür. Dolayısıyla, Mengi nin iddiası klasik şiir için geçerli olsa da saray, edebiyatın üretim ortamlarına etki etmeyi sürdürdüğü gibi padişahların ilgi alanları ve kamuoyunu şekillendirme politikaları da edebî türlerin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi başlıklı çalışmasında iktidarın halk şairlerine olan ilgisinin II. Mahmud döneminde görüldüğüne dair bir kanıt sunar. Âşık Dertli, II. Mahmud un kıyafet reformu üzerine bir kaside yazmış ve saraydan iltifat görmüştür (1983: 854). Banarlı, Osmanlı iktidârının halk arasında siyasî, içtimaî, askerî propagandaya lüzum gördüğü zamanlarda halk şairlerinden faydalanmaya başla[dığını] belirtir ve bu durumu devrin yenilikleri arasında sayar. Banarlı ya göre, Aynı sebeple Saray dan tahsisât alan saz şairleri de olmuştur (844). Mustafa Nihat Özön de Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi nde Abdülmecid ve 31

29 Abdülaziz dönemlerinde sarayda otuz üç kadar âşık bulunduğunu belirtir (1934: 194). Bu âşık grubunun tıpkı klasik divan şairleri gibi kendi içinde hiyerarşik bir yapı oluşturduğu da bilinmektedir. Abdülaziz döneminin en ünlü âşıklardan biri olan Gedayî, saraydaki âşıkların reis idir (195). Bunların yanı sıra Ermeni aşuğ larından da söz eden Özön, bu şairlerin en dikkat çekici özelliklerinin adeta İslam zihniyetiyle hareket etmeleri ve naatler, İmam Hüseyin hakkında mersiyeler ve tasavvufî eserler yazmaları olduğunu vurgular (196). Özön e göre, aşuğlar arasında başta Bektaşilik olmak üzere tarikat mensupları bulunmaktadır. Bazıları Farsça şiirler de yazmış olan aşuğların İran edebiyatına vakıf olduğu anlaşılmaktadır (196). Özön ün 19. yüzyıl Ermeni aşuğlarının başta gelenleri arasında saydığı Zekî (Sarkis Norliyan / Nurluyan) ile Harbî ve Mahcubî kardeşlere ait basma yapıta Eski Harfli Basma Türkçe Eserler Bibliyografyası nda rastlanmamıştır. Buna karşılık Harabî adına düzenlenmiş bir mecmua basılmıştır: Yeni Mecmua. Gazel, Divan, Koşma, Tecnis, Şarkı, Kalender[i], Semai, Tecnis Maniler (İstanbul,1878). Pertev Naili Boratav, asıl adı Ahmed Edib olan Harabî nin ( ) son dönem Bektaşi şairlerinin en ünlülerinden biri olduğunu belirtir (2000: 130). Zekî nin aruzun yanı sıra hece vezniyle de yazdığı şiirleri bulunduğu bilinmektedir (Pamukciyan 2002: 328). Ermeni harfli Türkçe şiir söz konusu olduğunda basılmış mecmualardan da söz etmek gerekir. Bunlardan bazıları destan derlemeleri olduğu gibi bazıları da önceki örnekte görüldüğü üzere şarkı ve benzeri türde şiirlerden oluşur. Mecmua-i Şairname ve Destan (İstanbul, 1860), Mecmua-i Şairname (İstanbul, 1875) ve Kevork Mahlebciyan ın hazırladığı tarihsiz Destanlar Mecmuası gibi basımlar, halk edebiyatı şiir örnekleri arasındadır. Bunların yanında, çok sayıda Ermeni harfli şarkı derlemesi de basılmıştır tan yüzyıl sonuna kadar yaklaşık otuz derleme yayımlanmıştır. Bunların arasında Şarkılar Mecmuası: Şarkı, Gazel, Semayi, Koşma, Divan, Mani, Beste, Tecnis (1865) gibi divan ve halk edebiyatı şiir türlerini içerenlerden başka çok sayıda kanto ve nevicad şarkı derlemesi de bulunmaktadır: Nevicad Şarkılar (1867); Son ve Nadide Şarkılar 2 ; Yeni Şarkılar Mecmuası: Yeni Yeni Şarkılar ve Yeni Yeni Kantolar 3. Buradaki örneklerin yanında sözü edilmesi gereken bir diğer şarkı örneği de Reteos Krikoryan tarafından Abdülaziz in Avrupa gezisinden dönüşü için kaleme aldığı Güfte-i Avdet-i Hümayun Sultan Aziz dir (1867). Turgut Kut, Ermeni Harfleriyle Türkçe Basılmış Şarkı ve Kanto Mecmuaları başlıklı makalesinde, biri dışında Hasmik Stepanyan ın kataloğunda yer almadığını bildirdiği (1993: 19) bazı derlemeleri tanıtmakta ve şiirlerden örnekler vermektedir. Stepanyan ın bibliyografyasının bu çalışmada kullanılan yeni basımında (2005), Kut un sözünü ettiği derlemeler bulunmakla birlikte bazı yapıtların künye bilgileri farklıdır. Ayrıca, bibliyografyaya on beş yeni derlemenin eklendiği anlaşılmaktadır. Kevork Pamukciyan da Ermeni Harfli Türk- 32

30 çe Eski Bir Şarkı Mecmuası başlıklı yazısında Şarkılar Mecmuası nı (1865) tanıtmış ve mecmuada yer alan şiirlerin tümünün çeviri yazısını sunmuştur (1993). Yunan harfli Türkçe şiirlerin de daha çok şarkı derlemeleri biçiminde basıldığı görülmektedir yılları arasında ortalama dört yılda bir olmak üzere hemen hemen düzenli aralıklarla yirmiden fazla şarkı derlemesi basılmıştır. Halk edebiyatı ürünleri olduğu anlaşılan bu derlemelerin 1908 den sonra basılmaması ilginçtir. Bunların bazıları Rumca ve Türkçe olarak çift dilli yayımlanmıştır. Bu yapıtların arasında özellikle Paskalya gibi Ortodoks bayramlarında düzenlenen kutlamalarda söylenen, bazıları açık bir cinsellik taşıyan aşk şarkıları bulunmaktadır. Bunlardan birkaç örnek sunmak gerekirse şu yapıtlardan söz edilebilir: Nea Erôtika Asmata Hellînika kai Tûrkika (Rumca ve Türkçe Yeni Aşk Şarkıları, İzmir, 1850); Î Îkhô Tîs Kônstantinûpoleôs Periekhûsa Nea Asmata Erôtika, Asteia kai Othômanika (İstanbul un Yankısı: Rumca ve Osmanlıca Yeni Aşk ve Eğlence Şarkıları, 1853); O Diavolemenos Erôtas îtoi Nea Asmata Erôtika, Periekhôn ta Eklektôtera Tragûdia Pros Diaskedasin tôn Neôn kai Neanidôn (Baştan Çıkaran Aşk yani Genç Kızlar ve Erkeklerin Eğlenmesi için Yeni Aşk Şarkıları, 1866); O Skandalôdîs Erôs îtoi Asmatia Erôtika kai Tina Tûrkika (Zalim Aşk yani Türkçe Aşk Şarkıları, Patras, 1882). İlginç bir örnek olarak Ermeni harfli iki derlemeyle hemen hemen aynı başlığı taşıyan Türkçe Yeni Şarkı, Gazel. Tecnis, Maneler ve Yeni Şarkiler, 1876 da İstanbul da basılmıştır. Aynı yıl Fotios Papadopulos un çevirisiyle yayımlanmış Yeni Şarkı başlığını taşıyan Rumca-Türkçe bir yapıt daha bulunmaktadır. Î Pandôra îtoi Sullogî ek Tôn Neoterôn kai Îduterôn Eksôterikôn Melôn eis Tomûs Duô başlıklı iki ciltlik derleme (1846) ise 8 beste, 76 şarkı, 11 Yörük semaî içermektedir. Ünlü Karamanlı yayıncı, gazeteci ve yazar Evangelinos Misailidis de Stavros Stavridis in çevirisiyle 1896 da Anadol Türkileri başlıklı bir derleme yayımlamıştır. Yunan harfli Türkçe şiir yapıtları arasında değinilmesi gereken derlemelerden biri de Düyun-ı Umumiye memurlarından Leon Zaganyaris in Güldeste sidir. Yapıt, 1895 yılında İstanbul da Vlasios Filipidis Matbaasında basılmıştır. Bunun yanında, Epanthûsa îtoi Stikhoi Diaforoi, Akrostikhides, Ainigmata, kai Tina Othômanika Sarkia Meta Tôn Manedôn Autôn başlıklı muamma, lugaz gibi çeşitli biçimlerde şiirler ve şarkılar içeren V. Aleksandros tarafından çevrilmiş bir derleme de bulunmaktadır (1847). Benzer bir resimli Rumca-Türkçe derleme de 1856 da basılmıştır: Hô Helikôn Tôn Mûsôn, îtoi Sullogî Diaforôn Poiîmatôn Hellînikôn te kai Othômanikôn Meta Katallîlôn Eikonografiôn. Bu yapıtların içeriği hakkında net bir bilgiye henüz sahip değiliz. Bununla birlikte, Osmanlı divan şiiri ve halk şiiri biçimlerini içeren bu derlemeler, Ortodoks Rumların ve Karamanlıların Türkçe şiire ilgisini göstermesi açısından önemlidir. 19. yüzyıl edebiyatını değerlendirirken divanlar ya da mecmualar gibi çok sayfalık yapıtlar kadar tek sayfa- 33

31 lık şiirlerin de önemli bir tür olarak sayılması gerekir. Bu yüzyılda sayısı 70 i geçen tek sayfalık şiir yayımlanmıştır. Bunların çoğunluğu destan başlığını taşıyan halk şiirleridir. Bunların konuları da genellikle güncel olaylara dayanır ve çok renkli başlıklarla yayımlanmışlardır. Çoğunlukla tek sayfa biçiminde basma yöntemi uygulanmış olmakla birlikte, bu tür yapıtların sayfa sayısı bazen 30 u bulmaktadır. Halk şiirlerinin yanı sıra divan şiiri örnekleri, şarkılar ve yeni şiir de bu biçimde basılmıştır. Bu çeşitlilik, uygulamanın yaygın olduğunu düşündürür ların ikinci yarısından itibaren resimli basımlar da yapılmıştır. Tek sayfalık şiirlerin bir kısmı tarihsizdir. Bununla birlikte, konularından ya da şairlerinden yola çıkılarak bunların 19. yüzyılda basılmış olduğu anlaşılabilir. Tek sayfalık şiirlerin başlıklarına bakıldığında yazıldıkları yılların gündemini işledikleri anlaşılmaktadır. Özellikle yangınlar, hastalıklar ve savaşlar, hakkında en çok şiir yazılmış konulardır. Bunların yanında sarhoşlar, kocakarı lar, gelin ve kaynanalar, borçlu ile alacaklılar, zanpara lar ve züğürt ler de bu şiirlerin konusu olmuştur. Kahveye ve hanımların yaşmak ve feraceleri ne düzülen destanlar bulunması dönemin kültürel yaşamının renklerini yansıtır. Asıl ilgi çekici olan bu tür şiirler kaleme almış şairler arasında Fıtnat ve Gülsüm gibi kadın şairlerin de bulunmasıdır. Buradaki Fıtnat ın dönemin ünlü divan şairlerinden Fıtnat Hanım olup olmadığı araştırılmayı bekleyen bir konudur. Tek sayfalık şiirleri basılmış şairler arasında Abdülhak Hâmid, Ebüzziya Tevfik, Mehmed Emin (Yurdakul) ve Namık Kemal de bulunmaktadır. Abdülhak Hâmid in Makber adlı yapıtından bir şarkının, Mehmed Emin in Cenge Giderken ve Namık Kemal in Vatan şiirlerinin bu biçimde yayımlanması, şiir derlemelerinde de yer alan bu şiirlerin tek başına belli bir şöhrete sahip olduklarını düşündürür. Şiirlerin basılma biçimleri de dikkat çekicidir. Şiirlerin çoğunluğunun büyük olasılıkla şairlerin kendileri tarafından bastırılıp dağıtıldığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, şiirlerin yaklaşık üçte birinde matbaa adı kayıtlıdır. Bazılarının yayıncıları da belirtilmiştir. Örneğin, şairi belli olmayan Destan-ı Zafer i Babıali Caddesi nde 25 Numaralı Matbaa yani Kasbar Matbaası basmıştır. Yayıncısı da K. Faik, yani Kirkor Kayseryan dır. Bu şiirin iki baskı yaptığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, bu dönemde bu tür şiirleri basmanın çok sayfalık yapıtlar kadar kârlı olduğu düşünülebilir. Ermeni ve Rum cemaatlerinden şairler de bu türde şiirler yayımlamıştır. Ermeni Zeytuntsi nin 1895 te Ermeni harfli basılmış 32 sayfalık Zeytun Destanı bunlar arasında sayılabilir. Dasitan Güfte-i Nami başlıklı 12 sayfalık bir şiir ve Dader Sargis Minasyan ın Destan Alafrangaya Modaya Müsrifliğe başlıklı Halep te Ermeni harfli basılmış 14 sayfalık şiiri tarihleri belirtilmemiş olmakla birlikte 19. yüzyıldaki basılı tekil şiirler arasında değerlendirilebilirler. Aynı biçimi sergileyen Yunan harfli şiirlere örnek olarak İncesulu Hacı Yoani nin 1871 deki ünlü Beyoğlu yangınını anlatan 58 dörtlükten oluşan tarihsiz basılmış şiiri gösterilebilir. Cennetmekan Sultan Mahmud un Destanı başlığını 34

32 taşıyan Yunan harfli bir şiir de bulunmaktadır. 19. yüzyıl basılı Türkçe şiir yapıtları hakkındaki bu inceleme, basılı üretimin önceki dönemlerden daha geniş okur gruplarına hitap etmeye başlamasıyla klasik biçimlerle halk edebiyatı biçimlerinin kaynaşmaya başladığı karma yapıtların basıldığını göstermektedir. Sarayın himayesinin klasik şiirden edebiyatın diğer türlerine doğru yön değiştirmesinin bunda önemli bir etkisi olduğu öne sürülebilir. Bu durum, Osmanlı divan edebiyatını ve halk edebiyatını, özellikle başkentteki üretimin niteliğini göz önüne alarak yeni bir kuramsal zeminde tartışmayı gerektirebilir. Ayrıca, Türkçe şiir alanında ister klasik edebiyat, ister halk edebiyatı olsun, cemaatler arası güçlü bir etkileşimin varlığı da ortaya çıkmaktadır. Bu etkileşimin diğer türlerdeki yansımaları da dikkate değerdir. B. Halk Hikâyeleri Bu yüzyılda, temelde karşı cins aşkına dayalı halk hikâyelerinin basılmaya başladığı ve farklı cemaatlerin ortak edebiyat repertuvarını oluşturduğu görülmektedir. Ortak yapıtları saptayabilmek amacıyla öncelikle en az sayıda üretimin gerçekleştirdiği Yunan harfli Türkçe metinlerden başlamak yerinde olur. 19. yüzyılda on dört adet Yunan harfli halk hikâyesi basılmıştır. Biri tarihsiz olmak üzere dört (1911 den önceki basımla beş) kez basılan Âşık Garib Hikâyesi 19. yüzyılda Yunan harfli Türkçe halk hikâyeleri arasında en çok okunanlardan biridir. Bunu üçer basımla Köroğlu ve Şah İsmail ile Gülizar, birer basımla Arzu ile Kamber ve Melik Şah [ile Güllü Hanım] izler. Meddah hikâyesi olarak da sınıflandırılan Tayyarzade Hikâyesi nin ve 1872 de İstanbul da basılmış olan Âşık Garib ve Köroğlu hikâyelerinin Ermeniceden Rumcaya yapılmış çevirilerinden Türkçeye çevrilmiş olması, cemaatler arası etkileşimin yönünü ortaya koyması açısından dikkate değerdir. Tayyarzade Hikâyesi nin çevirmeni Zenop Deroyan ın büyük olasılıkla Ermeni cemaatine mensup olması, durumu daha da karmaşıklaştırır. Âşık Garib in bu basımında Türküleri ile beraber ibaresinin bulunması da yalnızca halk hikâyelerinin değil, türkülerin de ortak bir edebiyat ve kültür değeri taşıdığını bir kez daha gözler önüne sermektedir yılında Atina da kendisinden önceki basımların en kapsamlısı, en üstünü olduğu iddiasıyla 4 basılmış olan Köroğlu Hikâyesi, her şeyden önce yüzyılın geç bir döneminde bile Atina da bu tür yapıtların üretilmeye devam ettiğini göstermesi açısından önemlidir. Bu, hem orada Türkçe okuyan bir grubun varlığına işaret edebilir, hem de İmparatorluğun Türkçe konuşan Rum tebaasının okuma gereçlerinin hâlen Atina dan sağlandığını düşündürür. Misailidis in ya da diğer Osmanlı-Rum yayıncıların halk hikâyelerine ilgi göstermemiş olması da ilginçtir. Ayrıca bu basımda hikâye, Köroğlu nun terceme-i hali biçiminde tanıtılmıştır. Genellikle biyografiler için kullanılan bu ifade, Köroğlu na gerçekçi bir kişilik atfettiği gibi, kurmaca anlatıyla yaşamöyküsünün sınırlarının belirsizliğini de göstermektedir. 35

33 Ponsyanos Kayser ile ilgili iki hikâyenin, Necdet Sakaoğlu nun halk hikâyeleri arasında saydığı (1985: 38) Yedi Âlimler olarak bilinen masalhikâyenin Rum versiyonu olduğu anlaşılmaktadır. Bu hikâyelerin Arapçadan çevrilmiş ve Atina da basılmış olması dikkate değerdir. Bunların metinlerinin karşılaştırmalı incelemesi hem halk hikâyelerinin yayılma ve değişme yollarını, hem de geleneksel anlatıların farklı cemaatler tarafından alımlanışını göstermesi açısından Türkçe halk edebiyatı çalışmalarına önemli katkılarda bulunabilir. A. Pneumatikas tarafından yazılmış güzel Melpomeni ile ikiyüzlü âşık Nikolakis in tutkulu aşklarının hikâyesi, tam olarak bir halk hikâyesi sayılmayabilir ya da T. Abdi nin halk ağzından derlediği (Gökalp Alpaslan, 2000; Özön, 2009: 127) Sergüzeşt-i Kalyopi (1873) gibi bir halk anlatısı olabilir. Bu yapıtın konusu ve şarkılarla birlikte basılmış olması halk hikâyelerine çok yakın bir özellik sergilemektedir. Bu durum, Rum cemaatine özgü halk anlatılarının olabileceğini gösterdiği gibi modern kurmacanın gelişim aşamalarında halk anlatılarının biçim özelliklerinin etkili olduğunu da ortaya koyabilir. Ermeni harfli Türkçe basılmış halk hikâyeleri daha geniş bir repertuvar sergilemektedir. Yunan harfli Türkçe halk hikâyeleri ile ortak olan Ermeni harfli metinler arasında, Yedi Âlimler Hikâyesi nin yüzyıl başında basılmaya başlandığı gözlemlenebilir. İlginç olan nokta, bu hikâyenin Latinceden çevrilmiş olmasıdır. Hikâyenin 1881 baskısında ise çevirmen, Ermeni harfli Türkçe romanlar da yazmış olan Viçen Tilkiyan dır. Tilkiyan ın kaynak metninin dili belirtilmemiştir 5. Âşık Garib Hikâyesi, Ermeni cemaati arasında da çok tutulan halk anlatılarının başında gelmektedir tan itibaren basılmaya başlanan yapıt, Ermeni harfli olarak 1910, 1922 ve 1924 te de birer baskı yapmıştır. Bu hikâyenin İstanbul un yanı sıra, o dönemde Rus egemenliği altında olan, Ermenilerin yoğunlukla yaşadığı Gümrü de de basılmış olması kayda değerdir. Köroğlu, Şah İsmail ile Gülizar Hanım, Tayyarzade, Arzu ile Kamber ve Melikşah ile Gülli Hanım hikâyeleri en çok basılma sırasına göre Yunan harfli metinlerle ortak diğer halk anlatılarıdır. Aynı sırayla, Âşık Kurbanî, Ferhad ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Zeycan ile Esman, Tahir ile Zöhre, Âşık Ömer, Derdi Yok ile Zülfi Siyah, Hurşid ile Miri, Mah-i Firuz ile Raz-ı Nihan hikâyeleri ise Yunan harfli basılmamıştır. Bunlar, Ermeni cemaatinin Müslüman Türk cemaatiyle diğerlerinin yanında paylaştığı halk hikâyeleridir. Cahd ile Bahtın Murazası yahod Ayneli Tasa Gönül Veren Kız ın (1889) ise Ermeni cemaatine özgü bir halk anlatısı olması muhtemeldir. Ayrıca, yalnızca Ermeni harfli basılan meddah anlatıları da bulunmaktadır. Kız Ahmed Efendi ve Hacı Vesvese adındaki meddahların Ermeni cemaatinde epey popüler olduğu görülmektedir. Meşhur Meddah Kız Ahmed Efendi nin Rivayet Ettiği Kapucubaşı Hikâyesi (1871) ve Meşhur 36

34 Meddah Kız Ahmed Efendi nin Rivayet Ettiği Lüleci Ahmed in Menkıbesi (1872) başlıklı yapıtlar yalnızca Ermeni harfli basılmıştır. Benzer şekilde, Hacı Vesvese nin Meddah Hikâyesi (1871) ve içinde her türlü maceranın bulunduğu bir Meddah Kitabı 6 da Ermeni harfli yayımlanmıştır. Meddah Kitabı nın ikinci baskı olduğu kaydedilmiştir. Dolayısıyla, bu dönemde daha çok sayıda Ermeni harfli meddah anlatısının basılmış olabileceği akla gelmektedir. Ermeni harfli Türkçe halk anlatılarının büyük çoğunluğunun Türkçeden çevrildiği görülmektedir. Stepanyan da (2005), halk arasında yaygın olan masallardan Derdi Yok ile Zülfüsiyah ın yazarı olarak kaydedilmiş olan Hovhannes Deroyents Çamurciyan ( ), büyük olasılıkla metnin çevirmenidir ya da yayıncısı olduğu için metne adını yazmıştır. Tayyarzade hikâyesinin çevirisinin ise Müslüman Türk Ali Bey ile Ermeni Hagop Vardovyan ın işbirliğiyle gerçekleştirilmiş olması dikkate değerdir (1872). 19. yüzyılda iki yüzden fazla Arap harfli Türkçe halk anlatısı basılmıştır. Burada anılan ortak hikâyeler dışında yalnızca Müslüman Türk cemaatine özgü olan halk anlatıları da bulunmaktadır. Billûr Köşk ile Elmas Sefine, Gül ile Sitemkâr, Hüsrevşah ve Gülbanu, Kâmilü l-kelam [ve Banu Cihan], Mahmud ile Elif, Seyfü l-mülûk ve Padişah Asım Bin Safvan, Varaka ile Gülşah hikâyeleri, Müslüman Türklerin rağbet gösterdiği aşk konulu halk anlatılarıdır. Bunların yanında İslam ulularının yaşamlarının konu edinildiği Ebu Ali Sina (Gencine-i Hikmet), Hatem-i Taî ve Ebu Eyyub El-Ensarî hikâyeleri de basılmıştır. Züleyha ile Yusuf Aleyhisselam ve Tevellüd-i İskender-i Zülkarneyn ve Belkıs Süleyman Aleyhisselam hikâyelerini her iki türde de sınıflandırmak olasıdır. Ayrıca Yusuf Ahmed ve Bozoğlan hikâyesi gibi Çağatay Türkçesine ait anlatılar, Şahmaran gibi Arap, İran ve Türk ortak edebiyat geleneğinden masalsı anlatılar ve Uğru ile Kadı hikâyesi de birkaç kez basılmıştır. Bunlara Hançerli Hikâye-i Garibesi (1852), Hikâye-i Cevrî Çelebi (1872), İki Biraderler Hikâyesi (tarihsiz), Letaifname (1852), Meşhur Tıflî Efendi ile Kanlı Bektaş ın Hikâyesi (1882) gibi Tıflî hikâyeleri (Sayers 2005) de eklenebilir. Anlatıların basımında cemaatler arasında bir öncelik aramanın yararsız olduğu söylenebilir. Âşık Garib hikâyesi önce Arap harfli basılmışken (1852), Köroğlu nun ilk basımı 1865 te Ermeni harfli olarak yapılmıştır. Melik Şah hikâyesininse ilkin Yunan harfli yayımlandığı görülmektedir (1871 den önce). Yeni yapıtların bulunması bu sıralamaları değiştirebileceği gibi anlatıların sözlü kültür kaynaklı olması bir köken arayışını anlamsız kılmaktadır. Bunun yerine, bu anlatıların Osmanlı İmparatorluğu nda yaşayan halkların ortak edebî ve kültürel zenginliği olduğu vurgulanmalıdır. C. Folklor ve Roman Bütünlüklü bir değerlendirme sunmak amacıyla sözlü kültür geleneğine dayanan halk anlatılarının konu ve teknik açısından Osmanlı romanı- 37

35 na etkisine değinmek yararlı olacaktır. Bazı edebiyat tarihçileri ve araştırmacılarınca erken dönem Osmanlı romanının teknik zayıflığı olarak yorumlanan bu etkileri farklı bir bakış açısıyla sözlü gelenek mirasının modern kurmaca türlerde yeniden üretimi olarak görmek olasıdır. 19. yüzyıl erken dönem yazılı anlatılarında sözlü kültür etkilerini derinlemesine irdeleyen Gonca Gökalp Alpaslan ın çalışması, Akabi Hikâyesi (Ermeni harfli Türkçe) ve Temaşa-i Dünya ve Cefakâr-ı Cefakeş (Yunan harfli Türkçe) gibi gayrimüslim yazarların yapıtlarını da içeren ender araştırmalardan biridir. Gökalp Alpaslan, yılları arasında yazılmış on altı yazılı anlatıya odaklandığı bu çalışmasında Osmanlı da ilk roman örneklerinin bir sentez sunduğunu savunur: [S]özlü kültür bakımından son derece zengin bir dağarcığa sahip olan Türk edebiyatı, ilk yazılı anlatılar için güçlü bir ilham kaynağıdır [ ] Türk toplumsal hayatında gelenekle yenilik nasıl birleştiyse, XIX. yüzyılın ilk ürünlerinde de sözlü kültürle Avrupa edebiyatından gelen etkiler öyle birleşmiştir (2002: 949). Düşünülmesi gereken bir diğer önemli nokta, sözlü kültür anlatılarının basılarak okunmaya başlamasıyla oluşan algı dönüşümüdür. Yazmada çok daha az nüshayla sabitlenen anlatılar büyük oranda gösterime (performans) dayalı biçimde yaşamını sürdürürken basılı üretim, gösterimin gerçeklik boyutunu taşımayan bir metnin yayılmasını sağlamıştır. Bu görüşü, gösterimin ögelerini göz önünde bulundurarak saydamlaştırmak olasıdır 7. Bir anlatıcının dinleyiciyle etkileşimli biçimde anlattığı hikâyede geleneksel metin kadar anlatıcının kendi deneyimi ve dinleyicinin sunulan yoruma verdiği karşılıklar da önem kazanır. Hikâye anlatıcılarının dinleyici grubuna göre üslupta ya da metinde değişiklikler yaptığı bilinmektedir. Benzer bir durum, Karagöz ve meddah hikâyeleri için de söz konusudur. Ayrıca, anlatıcının sapmalar yoluyla anlatım olayına kattığı kişisel deneyim, gösterimin anlatılan hikâye ne kadar olağanüstü motifler taşırsa taşısın gerçekçi ve güncel bir boyut kazanmasını sağlar. Basılı metinde ise her gösterimi biricik kılan bu gerçeklik boyutu yoktur. Bu durumda anlatı masallaşır; ya da âşığın kendi macerasını anlattığı yapıtlar, otobiyografik bir boyut kazanır. Buna karşılık basılı üretim biçimi, anlatının değişik coğrafyalarda yaşayan farklı toplumsal sınıflardan okurlara ulaşmasını sağlar. Hikâyenin okunması, okurun kişisel deneyimine dönüşür. Başka bir deyişle, topluluk gösterimi, tekil bir zihinsel gösterim tarafından ikame edilir. Bu okuma deneyiminin modern okuma olduğunu söylemek olasıdır. Bu biçimde okunmak için üretilen tür de başta roman olmak üzere modern kurmacadır. Bununla birlikte, 19. yüzyılda basılı metinlerin ve süreli yayınların topluluk gösterimi biçiminde tüketildiği de görülmektedir. Okuryazar oranının düşük olması kadar toplumsal alışkanlıkların da bunda etkili olduğu söylenebilir. Örneğin, yüzyılın erken 38

36 bir döneminde basılan bazı yapıtlarda okuyanlar kadar dinleyenler de göz önünde bulundurulmuştur: SİMEON TEOLOGOS DEYİLEN KİTAP Bu kitapta Simeon Teologos Pederimizin bireks [biraz] logosları var Birkaç logos ta Hrisostomos Pederimizin var Hayos Anastasios ve Hosios Efrem pederlerin de birer logosları var Gayetten lazetlidir okuyana ve diğneyene (1815) BU ALTINOLUK AYILAN [ANGILAN] KİTAPTA Bazı Martirosların ve Hosiosların nakliyetleri Hristos içün çektikleri garyetler beyandır Diğneyene ve okuyana çok tatlıdır (1815, 1871, vurgular bana ait) Gezgin Charles MacFarlane nin 1828 de İstanbul a yaptığı gezisini kaleme aldığı Constantinople in 1828 başlıklı yapıtında da şu gözlemi buluruz: İzmir de ve Boğaz da sık sık yüksek sesle okuyan birinin etrafında toplanmış ilgiyle dinleyen bir kalabalık görmüşümdür (alıntılayan Strauss, 2009: ). Sonuçta, basılı kültür, klasik şiirde olduğu gibi sözlü anlatıların da üretim ve tüketim biçimlerini etkilemiş, değiştirmiştir. Modern okur davranışının da basılı üretimin gelişmesiyle koşut olarak yerleşmeye başladığı öne sürülebilir. Bununla birlikte, okuma ve dinleme alışkanlıklarında ani bir dönüşüm yerine zamana yayılmış, birbirine koşut biçimde varlığını sürdüren, mutlaka artzamanlı bir özellik sergilemesi gerekmeyen değişimler yaşanmıştır. Okuma davranışının okurun modern türlerle aşinalığı, eğitim düzeyi, yabancı dil bilgisi gibi birçok sosyokültürel etkenle biçimlendiği de anlaşılmaktadır. Johann Strauss, bazı Müslüman yazarların okuduklarından yola çıkarak ortak bir kanon un varlığından söz eder. Fatma Aliye, Halide Edip ve Ziya Gökalp in özellikle başlangıç döneminde okudukları yapıtlar arasında halk anlatılarının bulunduğunu saptayan Strauss, bu yapıtların gayriciddi bulunduğunu da gözlemler: Türk milliyetçiliğinin babası sayılan Ziya Gökalp de ( ) yedi yaşındayken Şah İsmail ve Âşık Kerem hikâyelerini çok sevdiğini kaydetmiştir. Ne var ki, bu tür yapıtların okunması halk edebiyatı ve folklora hiç ilgi duymayan, diğerlerinden daha fazla Batılılaşmış 19. yüzyıl Osmanlı aydınlarının kaçındığı bir şeydi. Bir arkadaşı, Gökalp e bu aşk hikâyeleri yerine daha ciddi kitaplar okumasını önermiştir. Bunun üzerine Gökalp, şiir, roman, edebiyat kitapları ve nihayet bilim ve felsefe yapıtları okumaya başlamıştır (2009: 226). Okunan yapıtlar arasında bu kadar pürüzsüz bir hiyerarşi olup olmadığını belirlemek için daha çok araştırma gerekmekle birlikte geleneksel hikâyelerin basılarak yayılmasının bireysel okuma deneyiminin, dolayısıyla roman okuma kültürünün yerleşmesi yolunda bir geçiş aşaması yarattığını söylemek olasıdır. Ayrıca, bu okuma listesinin Gökalp te halk edebiyatı ürünlerinin geçilmesi gereken basit bir ilk aşama olarak etki bırakmadığı, bugün gelinen noktada son derece aşikârdır. 39

37 NOTLAR 1 Basılı kültür hk. bk. Eisenstein 1991, Ong 2007, Sanders Kayıtlara göre, yılları arasında İstanbul da çoğunluğu Mihran Papazyan tarafından basılmış olan bu serinin on sekiz cildi (kıta) bulunmaktadır. Stepanyan a (2005) göre, bazı kıtalar birlikte basılmıştır. 3 Derleyen ve çeviren: Garbis H. Balamudyan. İstanbul: Kasbar Matbaası, Gayetle meraklı olan işbu risalede Köroğlu nun terceme-i hali temamiyle münderic olup bu ane kadar tab idilenlere müreccahdır. 5 Tilkiyan hakkında bir düzeltmeden söz etmek yerinde olur. Eski Harfli Basma Türkçe Eserler Bibliyografyası nda Stepanyan ın bibliyografyasının 1985 basımına dayanarak Tilkiyan a ait Yedi Dilberler başlıklı bir künye bulunmaktadır. Stepanyan bu künyeyi 2005 tarihli bibliyografyasından çıkarmış; yerine aynı yıl, aynı matbaada yayımlanmış olan Tilkiyan ın çevirdiği Yedi Alimler Risalesi ni eklemiştir , Derun-i Kitapda Her Nev Menkibe Mevcuddur. 7 Performans kuramı hk. bk. Başgöz 2002 ve Foley Ayrıca bk. Başgöz 1998a ve 1998b. KAYNAKÇA Ayaydın Cebe, Günil Özlem. 19. Yüzyılda Osmanlı Toplumu ve Basılı Türkçe Edebiyat: Etkileşimler, Değişimler, Çeşitlilik. Yayımlanmamış doktora tezi. Ankara: Bilkent Üniversitesi, Banarlı, Nihad Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi: Destanlar Devrinden Zamanımıza Kadar. Cilt 2. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Boratav, Pertev Naili. İzahlı Halk Şiiri Antolojisi. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, Eisenstein, Elizabeth L. The Printing Press as An Agent of Change. Cambridge ve diğer: Cambridge University Press, Eski Harfli Basma Türkçe Eserler Bibliyografyası (Arap, Ermeni ve Yunan Alfabeleriyle). CD. Ankara: Millî Kütüphane Başkanlığı, Gökalp Alpaslan, Gonca. XIX. Yüzyıl Türk Romanında Açık Deniz Yolculukları, Ada İmgesi ve Akdeniz. Zarf (KKTC-Doğu Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü dergisi) 1 (2000): Metafor Yazı. İnternet. 5 Ekim < yazi/11120r_xixyy_turk_romani.htm>. XIX. Yüzyıl Yazılı Anlatılarında Sözlü Kültür Etkileri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, Kut, Turgut A. Ermeni Harfleriyle Türkçe Basılmış Şarkı ve Kanto Mecmuaları. Müteferrika 1 (Güz 1993): Mengi, Mine. Eski Türk Edebiyatı Tarihi: Edebiyat Tarihi-Metinler. Ankara: Akçağ Yayınları, Oğuz, Öcal M. Araştırmaların Tarihi. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı. Ed. M. Öcal Oğuz. Ankara: Grafiker Yayıncılık, Ong, Walter J. Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi. Çev. Sema Postacıoğlu Banon. İstanbul: Metis Yayınları, [Özön], Mustafa Nihat. Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi. 2. baskı. İstanbul: Devlet Matbaası, Özön, Mustafa Nihat. Türkçede Roman. Yay. haz. Alpay Kabacalı. 2. baskı. İstanbul: İletişim Yayınları, Pamukciyan, Kevork. Ermeni Harfli Türkçe Eski Bir Şarkı Mecmuası. Müteferrika 1 (Güz 1993): Biyografileriyle Ermeniler. İstanbul: Aras Yayıncılık, Sakaoğlu, Necdet. Halkın Okuduğu Cenk Kitapları-Aşk Masalları. Tarih ve Toplum 3.[18] [Haziran 1985]: Sanders, Barry. Öküzün A sı: Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi. Çev. Şehnaz Tahir. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, Sayers, David. Selim. Tıflî Hikâyelerinin Türsel Gelişimi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara: Bilkent Üniversitesi, Stepanyan, Hasmik A. Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası ( ). İstanbul: Turkuaz Yayınları, Strauss, Johann. Osmanlı İmparatorluğu nda Kimler, Neleri Okurdu? ( Yüzyıllar)? Çev. Günil Ayaydın Cebe. Kritik 3 (Bahar 2009): Ziya Paşa. Şiir ve İnşa. Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II: Haz. Mehmet Kaplan, İnci Enginün ve Birol Emil. İstanbul: Marmara Üniversitesi Yayınları,

38 100. YILINDA TÜRK HALK BİLİMİ ÇALIŞMALARI VE TÜRKİYE KÜLTÜR POLİTİKALARINA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ A Critique of the Turkish Folklore Studies and Cultural Politics of Turkey in 100th Anniversaries İngiliz kültür araştırmacısı William John Thoms un Folklor sözünü bir bilim dalının adı olarak teklif etmesinden 167 yıl, Ziya Gökalp, M. Fuad Köprülü ve Rıza Tevfik in folklor hakkında yıllarında yayınladıkları ilk makalelerde bu yeni bilim dalını tanıtıp, folklor terimine karşılık olarak halkiyat, halk bilgisi, hikmet-i avam vb. gibi terimleri Prof. Dr. Metin EKİCİ* ÖZ Halk bilimi; belli bir bölge, ülke veya daha geniş bir alanda geleneksel kültürün araştırılması, incelenmesi ve yaşatılarak genç kuşaklara aktarılmasını konu edinen bir bilim dalıdır. Türkiye de, 20. yüzyılın başlarında, Ziya Gökalp, Fuad Köprülü ve Rıza Tevfik in yazdığı tanıtıcı makalelerle başlayan Türk halk bilimi çalışmaları, lisans ve lisansüstü programlarda yetiştirilen genç halk bilimciler, örgün ve yaygın eğitim kurumları ve kültür çalışmalarına yönelik olarak kurulmuş sivil toplum kuruluşlarınca sürdürülmektedir. Türkiye deki halk bilimi alanındaki çalışmaların bilimsel düzeyleri yüksek olsa da, oldukça dağınık ve öncelikleri ülke gereksinimlerine göre belirlenmemiştir. Bu nedenle, 2013 yılı itibariyle 100 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk halk bilimi çalışmalarının 100 yıllık geçmişinin değerlendirilmesi ve 21. yüzyıldan itibaren geleceğinin şekillendirilmesine yönelik planlamanın yapılması bir zorunluluktur. Bu ihtiyaçtan hareketle hazırladığımız bu makalede Türkiye de halk bilimi çalışmalarının 100 yıllık tarihi içinde yapılan çalışmaların temel sorunları belirlenip, nedenleri tartışılmış ve olası çözümleri önerilmiştir. Anahtar Kelimeler Türk Halk Bilimi Çalışmaları, 100. Yıl, Kültür Politikaları, Problemler, Çözümler ABSTRACT Folklore is one of the social sciences whose subject matter is to study and to show how to carry from one generation to another the traditional culture in a region, a country or a wider area. Turkish folklore studies, which had begun with the introductory articles written by Ziya Gökalp, Fuad Köprülü and Rıza Tevfik, has been carried on by the young folklorist educated in the folklore programs of the universities, mass education programs of the government and the programs established by several NGO s. Although the scientific level of those folklore studies in Turkey has been very high, most of the programs appear to be scattered, incomplete and the folklore studies in them have not been satisfying the demand and priorities of the country. Therefore, the folklore studies appear to be less scientific impact in the country. Departing from this point of view, it has become necessary to evaluate the 100 th years old history of Turkish folklore studies, and in order to achieve the better folklore studies in the 21 st century to determine the reasons for the problems and also suggest possible solutions for the determined problems. In this article, the most of important problems of Turkish folklore studies in 100 th years are determined and discussed, and possible solutions are suggested. Key Words Turkish Folklore Studies, 100th Years, Cultural Politics, Problems, Solutions. önermelerinin üzerinden yaklaşık 100 yüzyıllık bir süre geçmiştir. Başka bir ifadeyle, Osmanlı İmparatorluğu nun son yıllarında Türk toplumuna folklor adı altında bir bilim dalının varlığından ve konularından haber verilişinin 100. yılıdır ve 2013 yılında Türkiye de halk bilimi çalışmaları tam 100 yaşına ulaşmıştır. Bu makalede Türkiye de halk bi- * Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Halk Bilimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, mekici@yahoo.com. 41

39 limi çalışmalarının 100 yıllık tarihini ve bu süre içinde neler yapıldığını tarihselci ve tasviri bir yaklaşımla anlatmak yerine, yüzyıllık Türk halk bilimi çalışmalarının sorunlarını irdelemeyi ve önümüzdeki yüzyılda yapılması gerekenleri tartışmayı tercih edeceğiz. Bu tartışmada yüzyıllık süre içinde yapılanlarla geldiğimiz noktayı eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmeyi, önümüzdeki yüzyılda Türk halk bilimi araştırmacılarının ve yaptıkları araştırmaların çıkmaz sokaklarda kaybolmadan etkili bilimsel araştırmalar olmalarını sağlayacak önerilerimize yer vereceğiz. Bunun için de Türkiye de halk bilimi araştırmacılarının karşılaştıkları ve cevap vermeleri gereken sorunları maddeler halinde belirleyecek, her sorunun nedenlerini ve olası çözüm önerilerimizi belirteceğiz. Türk halk bilimi alanının kavramsal sorunları: Türk halk bilimi araştırmacılarının başlangıcından itibaren karşılaştıkları en temel sorunlardan biri bu alanın tanımlanması, gelişen ve değişen ülke ve dünya şartlarına göre yeni tanımların üretilmesindeki sınırlılık olmuştur. Avrupa ve Amerika da değişen ve gelişen şartlara göre yeni tanımlar üretilmeye çalışılırken, Türk halk bilimi çalışmaları 20. yüzyıl başlarındaki tanımlamalara bağlı kalmış, halk biliminin araştırma alanları bazı noktalarda daralıp, bazı noktalarda genişlerken, bu değişmelere paralel bir dönüşüm izleyemeyen halk bilimi kendini tanımlamada zorlanmaya ve diğer bilim dallarının yörüngesinde, onların izin verdiği ölçüde gelişme kaydedebilen etkisiz ve önemsiz bir bilim dalı hâline getirilmiştir. Bunun en temel nedeni halk biliminin temel alanını oluşturan halk teriminin 20. yüzyıl başından sonuna kadar hiç tartışılmadan aynı algıyla kullanılması olmuştur. 20. yüzyıl başında oluşturulan bu algıdaki halk kavramı köy, köylülük daha geniş bir ifadeyle kırsal olmuştur. Oysaki değişen dünya ve Türkiye şartlarında köy ve kırsal gittikçe daralan, sanayi ve kent çevreleri gittikçe genişleyen yaşam alanları olmuştur. Bu noktada, araştırma alanı gittikçe daralan ve hatta yok olan bir bilim dalının kendisinin küçülmesi ve yok olması kaçınılmaz bir sonuçtur. Oysaki azalan ve küçülenin halk değil, kırsal yaşam biçimi olduğu ve hatta kırsal yaşam biçiminin de gelişen ulaşım ve iletişim şartlarıyla kentli yaşam biçimine yaklaştığı, bazılarının tartıştığı gibi kentli yaşam biçiminin kırsala benzediği bir yüzyılda halk bilimciler; halk, halk bilgisi, halk bilimi kavramlarını yeniden tanımlanmış biçimiyle kullanmayı tercih etmelidirler (Ekici 2007: 1-10). Yüzyıldır halk biliminin gerek Türkiye de gerekse dünyada yakından ilişkili olduğu ve kısmen gölgelerinde kaldığı, kısmen de alan tartışması yaşadığı diğer bazı sosyal bilim alanları vardır. Sosyal bilimler alanlarının birbirleriyle kesişmeleri ve çoğu aynı konuyu kendi alan bakışlarıyla ama farklı biçimde inceleme ve yorumlamaları söz konusudur. Ancak bu durum, kesinlikle halk biliminin diğer bazı sosyal bilimler alanlarının alt alanı olduğu veya olacağı anlamına gelmez. Halk biliminin ülkemizde en çok kesişim içinde olduğu alanlar edebiyat, müzik, dans, tarih, sanat tarihi, antropoloji, sosyoloji alanlarıdır. 20. yüzyıl halk bilimcileri, çok sık olarak araştırma konularının bu alanların içinde mi dışında mı olduğu sorusunu sorup, çoğunlukla kesişme noktasında kalan ortak çalışma konularını diğer alanlara bırakmayı, kendilerini daha özgür ve konularının da daha özgün olduğunu düşündükleri alanlarda tutmaya çalışmışlar, bu du- 42

40 rum da gittikçe marjinalleşen, kenarda kalan, önemsiz ve hatta gereksiz gibi görülen bir halk bilimi görünümünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çoğu halk bilimci kendi çalışma alanını daha güçlü ve önemli göstermek için halk bilimci değil, halk edebiyatçısı olduğu gibi söylemlere yönelmiş, halk müziği ve halk dansları tamamen halk bilimi alanının dışında tutularak sadece konservatuvar veya güzel sanatlar gibi kurumlarda oluşturulan müzik ve dans konularındaki bilim dallarının araştırma konuları gibi görülmüş, araştırma konularının teorik yönü tarih bilimine, sanatsal alanları sanat tarihi ve el sanatları alanlarına bırakılırken, kırsaldaki kültürel yapıların sosyal yapılarla ilişkisi antropologlara, kent ortamındaki yeni kültürel alanlar ve bu alanlardaki üretimler ise sosyologlara terkedilmiştir. Bu karmaşık ve tam olarak tanımlanamamış görüntünün, Türkiye de halk bilimi çalışmalarının başlatılmasındaki temel siyasal ve kültürel nedenlere ve çeşitli dönemlerde halk bilimcilerin devlet erki içinde yer alış biçimlerine, Türk eğitim sisteminin gerek orta öğretim, gerekse üniversite yapısının çeşitli politik ve ekonomik dengelere bağlı olarak gelişmesine ve de Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, yerel yönetimler vb. gibi kültür, eğitim ve yönetimle ilgili kurumların araştırmacı, eğitici ve öğretici yetiştirme ve istihdam politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Halk bilimcilerin öncelikle bu alanlarla olan yakın ilişkiyi çok iyi tanımlamaları ve birlikte çalışma ilke ve alışkanlıkları geliştirmeleri halk bilimi alanındaki çalışmaların etkisini artıracağı gibi, ülkemizdeki bütün sosyal bilim alanlarının gelişimine ortak katkı sağlayacaktır. Diğer taraftan, Türkiye deki halk bilimcilerin önemli bir kısmının edebiyat bilimi alanından gelmesi ülkemizdeki halk ilimi çalışmalarının önemli ölçüde halk edebiyatı ağırlıklı olması sonucunu doğurmuş, halk edebiyatı alanında yetişmiş çoğu araştırmacı kendisinin halk bilimci olarak adlandırılmasına karşı çıkmış ve çıkmaktadır. Bunun nedeni halk biliminin bağımsız bir bilim alanı olarak tanımlanmak yerine, bağımlı bir alan olarak tanımlanmasından kaynaklanmaktadır. Eğer; halk, halk bilimi ve halk bilgisi kavramları çağdaş bir şekilde tanımlanıp anlaşılırsa, kendisini halk edebiyatçısı, halk müzikçisi ve halk oyuncusu olarak adlandıran kişilerin aynı zamanda halk bilimci olduklarını söylemelerinde bir sakınca görmeyecekleri açıktır. Günümüzde gittikçe gelişen kentlerin ve kentlileşen kırsallıların yeni yaşam alanı olarak seçtikleri kentlerde bazı halk bilgisi ürünlerini kırsaldaki şekli veya güncelleme yaparak icra etmeleri mümkün olmaktadır. Aynı zamanda kent ortamında hali hazırda var olan; ancak araştırılmaları uzun zamandır ihmal edilmiş gelenekler söz konusudur. Bu iki önemli konu, halk bilimi çalışmalarında Uygulamalı Halk Bilimi ve Kent Halk Bilimi adı altında iki yeni kavramı kullanmayı zorunlu kılmaktadır. Günümüz halk bilimcileri hem kent ortamında var olan eski ve yeni gelenekleri araştırmalı hem de kırsaldan kente taşınmış ve kent ortamında da yaşam alanı bulan gelenekleri yeni bakış açıları ile genç kuşaklara aktarmak için uygulamalı olarak araştırmak ve icra etmek, ettirmek durumundadır. Halk bilimci yetiştirme ve istihdam sorunları: Türkiye de pek çok alanda olduğu gibi, halk bilimi alanında en temel sorunlardan biri de alanın uzmanlarının 43

41 yetişmesi ve istihdamları, başka bir ifadeyle; Halk bilimcilerin nerede ve nasıl yetiştiği, lisans ve lisansüstü eğitimlerinin nerede, nasıl verildiği ve mezunların nerelerde çalıştığı sorunlarıdır. Yukarıda kısmen değindiğimiz üzere, ülkemizde halk bilimi yüzyıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen, çoğu zaman bağımlı ve diğer alanların içine hapsedilmiş, kenarına iliştirilmiş veya araya sıkıştırılmış bir alan olmaktan kurtulamamıştır. Bilimsel bir alanın en önemli kaldıraç noktası sahip olduğu nitelikli araştırmacı, eğitici ve öğretici sayısıdır. Gerek edebiyat, gerek müzik, dans, sanat ve gelenek araştırmacıları olsun, Türk halk bilimi alanının tamamen bu alanda eğitim alarak yetişmiş uzmanlarının sayısı diğer sosyal bilimlerin alanlarındaki uzmanlara göre çok az sayıdadır. Türkiye de halk bilimci yetiştiren kurum sayısı bir elin parmaklarının sayısı kadardır. Her ne kadar bütün üniversitelerimizde birer anabilim dalı olarak kurulmuş Halk bilimi anabilim dalları varsa da, bütün bu anabilim dalları bağımlı birer yapı olup, bağımsız lisans ve lisansüstü eğitim veren birim sayısı son derece yetersizdir. Ancak, başka alanlarda yetişerek; Ne iş olsa yaparım abi yaklaşımıyla işe başlayıp halk bilimcilerin işini sözüm ona yapmaya çalışan pek çok kişi vardır. Türkiye, kültürel alandaki bu karmaşaya bir son vermeli, doğru kültür politikalarını uygulamak için belli bir alanda uzmanlık eğitimi vermeyi ve bu alanda yetişmiş uzmanları da gereksinim duyduğu kültür alanlarında istihdam etmelidir. Bu noktada, ülkemizde halk bilimi lisans ve lisansüstü eğitimi alan uzman sayısının doğru bir şekilde belirlenmesi, başta üniversitelerimiz olmak üzere bu uzmanların uzmanlık alanlarında istihdam edilmeleri gerekmektedir. Basit bir şekilde siyaset mi, liyakat mi sorusu ile konuya yaklaşıp; ülkemizdeki mevcut büyükşehirlerin kaçında halk bilimi alanda yetişmiş uzman istihdam edilmiştir? sorusunun cevabı sıfır çıkacaktır. Bu noktada, gerek siyasi partilerin, gerek yükseköğretim kurumlarının ve gerekse bakanlık ve yerel yönetimlerin kültür alanına verdikleri önem ve planlamaları tekrar gözden geçirmeleri gerekmektedir. Ülkemizde kültür sektörü adı altında yeni bir yapılanma oluşturulmalı geleneksel kültürü araştıran halk bilimi uzmanları bu alanda daha etkin bir şekilde yetiştirilmeli ve kendilerine etkin kültürel araştırma, eğitme, öğretme, tanıtma, uygulama ve aktarma imkânları verilmelidir. Halk bilimi araştırmalarının desteklenmesi sorunları: Türk halk bilimi alanının ve Türkiye kültür politikalarının önemli sorunlarından biri de sahip olduğumuz insan potansiyeli hakkında ciddi istatistiklere dayanan bilgi sahibi olmamaktan kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse; ülkemizdeki Halk bilimi araştırmacı profilimiz nedir? Halk bilimi araştırmacılarının sayısı nedir ve hangi alanlarda araştırma yapıyorlar? Araştırmalara kim ve hangi kurumlar kaynak veriyor? Kullanılan kaynakların geri dönüşü, bilimsel ve ekonomik katkısı nedir? sorularına tatmin edici cevaplar bulmak mümkün değildir. Bütün alanlarda olduğu gibi, Türk halk bilimi alanının etkin bir alan olması ve ülkemiz kültür politikalarının etkin bir şekilde yapılması ve uygulanması için, ülke gereksinimlerine uygun öncelikli kültür araştırma alanlarının belirlenmesi ve bu alanlarda araştırma yapacak bilim insanlarına 44

42 çağrı yapılarak bu araştırmaların gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bugün ülkemizde gerek yerel ve ulusal ve gerekse uluslararası boyutlarda kaç kültür araştırması yapılmakta ve bu araştırmalara kim ne kadar neden destek vermektedir? Geleneksel kültürün tespiti ve güncellenmesi, kent ortamında yaşatılması mümkün olan kültürel değerlerimizin belirlenip, geliştirilmesi için nitelikli araştırmalara gerek olduğu açıktır. Basit bir örnek vermek gerekirse; İstanbul düğünleri nedir? sorusunu cevaplayacak bir araştırma var mıdır, yoksa bu sorunun cevabı herkese göre değişen bir cevap mıdır? Boğaz da veya Nişantaşı nda yapılan düğünler mi, yoksa Fatih veya Sultangazi de yapılan düğünler mi daha İstanbulludur? Ankara esnaf kültürü nedir? sorusunun cevabını; Ahilik kültüründe mi, Ankara Ticaret Odası nda mı, yoksa OSTİM de mi aramak gerekir? Bütün bunları popüler kültürün egemenlik alanlarına terk edip, Ankara nın kültürü Kızılay da bozuldu, ama varoşlarda hâlâ bize ait kültür var diyerek cevaplayanları doğrulamak mı gerekir? Bu örnek sorular uzman halk bilimci yetiştirmenin önemini ve yetişmiş halk bilimci uzmanlar tarafından yapılacak geleneksel kültür araştırmalarına neden destek verilmesi gerektiğini açıklamak için yeterlidir. Yıllarca sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen araştırma projelerine, son yıllarda gerek üniversitelerimizden gerekse TÜBİTAK tan ciddi destekler verilmeye başlandı; ancak belediyeler gibi yerel yönetimlerin ve kendi yerellerindeki kültüre karşı sorumlulukları bulunan özel sektör kuruluşlarının da bu türden araştırmaları desteklemeleri gerekmektedir. Kültür araştırmalarına destek olma noktasında sadece reklam yapabilecekleri şenlik, festival ve konser gibi etkinliklere destek veren kuruluşların, kalıcı etki bırakacak geleneksel kültür araştırmalarını ciddi biçimde desteklemeleri de bir sosyal sorumluk olarak benimsenmelidir. Halk bilimi derleme ve arşivleme sorunları: Türkiye de folklor teriminin karşılığı olarak halk bilimi kavramının kullanılmaya başlamasından yüzyıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen, halk bilimi alanının veri elde etme yöntemi olan derleme yeterli bilimsel yöntemlerle yapılmamış, daha çok metin elde etme kaygısından öteye ve elde edilen metinleri bir yerlerde saklama anlayışından öteye geçememiştir. Bu noktada sorulacak; Türkiye de ulusal ve uluslararası alanda kullanılabilecek bir halk bilimi arşivi var mı? Kurumsal ve bireysel halk bilimi arşivleri ne durumda? iki soruya tatmin edici cevaplar bulmak zordur. Kültür ve Turizm Bakanlığı nın Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi adı altında kurulmuş bir arşivi yanında, çeşitli üniversitelerimizin ve özel derlemeler sonunda elde edilmiş kişisel arşivler bulunmakla birlikte, bu ve benzeri arşivlerin ne kadar güncel ve ne kadar kullanıma açık ve elverişli oldukları tartışmalıdır. Türkiye de belli bir şehrin veya belli bir bölgenin geleneklerini araştırmak istediğimizde rahatlıkla ulaşabileceğimiz; destan, hikâye, masal, efsane ve fıkralarımızın bölgelere göre sınıflandırılmış ve isteyen kullanıcının hemen erişebileceği yerel ve genel bir arşiv kurulmasının önünde hiçbir engel yokken, piyasada satılan kitapların çoğunda Avrupa kaynaklı halk anlatmaları okuyan genç kuşaklara neden Türk kaynaklı masal ve efsaneler anlatamıyoruz? Her şehrin anonim halk şiirleri yanında, halk şairlerinin, âşık ve 45

43 ozanların şiirlerinin ve hikâyelerinin hepsine rahatlıkla erişebileceğimiz güncel bir halk şair ve şiirleri, halk anlatıları ve halk geleneklerini içeren bir Halk Kültürü Arşivi kurmak son derece kolay. Bu arşivlerin hemen her kente özel olması ve Ankara da bulunan Türk Halk Kültürü Genel Arşivi ile paylaşım içinde olması da mümkün. Bu arşivlerde sadece halk şiir ve anlatılarının, yerel geleneklerin metinleri değil, aynı zamanda anlatıcıların sesli anlatımları, anlatma yer ve zamanına, yani ortama ait bilgilerin verilmesi hem bilimsel araştırmalar açısından hem de iletişim araçlarının geliştirdiği yeni teknolojik ortamlarda yeni ürünler ortaya konulması bakımından yararlı olacaktır. Halk bilimi inceleme kuram ve yöntem sorunları: Türk halk bilimi alanında çalışanların yıllarca göz ardı ettikleri sorunlardan biri de halk bilgisi ürünlerinin incelenmesi noktasında karşımıza çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, Türkiye de halk bilimi alanında yetiştiği kabul edilen kişilerin ellerindeki halk bilgisi ürünlerini bilimsel ve analitik olarak incelemede ne kadar bilgi sahibi oldukları önemli bir sorundur. Ülkemizde yaklaşık yüzyıldır halk bilgisi ürünleri derlenirken belirlenen temel amaç sadece kaybolmadan kaydetmek şeklinde belirlenmiş. Derlenen ürünler ise, belli seviyede düzeltme ve düzenleme işlemlerinden sonra, uygun bulunanlar sadece metin yayını şeklinde yayınlanmıştır. Halk edebiyatı alanındaki belli türlerde metin merkezli ciddi bilimsel incelemeler yapılmışsa da bunlardan hareketle belli kuramsal yaklaşımlar geliştirilememiştir. Bu çalışma ve yayınların çoğu sadece tespit ve tasvir seviyesinde kalmıştır. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda ise, icra merkezli kuramsal yaklaşımlar kullanılmaya çalışılıyorsa da, bunların da etkinliğinin henüz istenilen düzeyde olmadığı görülmektedir. Türk halk bilimi araştırmacıları, Türk Dünyası Kültür Alanını da göz önünde bulundurarak, yeni ve etkin kuramsal yaklaşımları öğrenmeli, kendi kuramsal yaklaşımlarını geliştirmeli, bu kuramsal yaklaşımlarla hem metinlerin üretim bağlamlarını hem de metinleri daha etkin bir şekilde incelemeli, incelenen halk bilgisi ürünlerinin gerek işlevlerinin tespiti, gerekse güncellenerek yaşatılması ve genç kuşaklara aktarılması için yapılacak uygulamaları belirlemelidir. Halk bilgisinde yaratıcılık ve güncel tasarım: Türk halk bilimi alanında çalışanların, inceleme konusu ettikleri ürünlerin değerli oluşları ve değerlerini kaybedişleri konusunda ciddi ve önemli çalışmalar yapıp yapmadıkları sürekli tartışılan konulardandır. Başka bir ifadeyle ve pragmatik bir yaklaşımla sorgulamak gerekirse; Geleneksel halk bilgisi ürünleri güncel gereksinimleri ne kadar karşılıyor? Geleneksele bakış romantik mi? Halk bilgisi üreticileri ne kadar beğeni topluyor? Güncelleme mümkün mü? Güncellenmiş halk bilgisi ürünleri halk biliminin konusuna girer mi? gibi sorular bazı halk bilimciler tarafından tartışılan, bazen bir suskunluk içinde ifade edilen düşüncelerdir. Günümüzde kentlerimizdeki mevcut kültür alanlarının çoğu popüler kültür unsurları tarafından işgal edilmiş durumdadır. Bu noktada sürekli olarak bize ait, başkalarına ait ayrımcılığı ile bazı çevrelerce Batı veya küresel kültüre bağlı olarak kent ortamlarına giren unsurları yabancı gören bir yaklaşım var- 46

44 dır. Diğer taraftan da kent ortamında popüler kültür içinde yetişmiş olanların köylü kültürü, ilkel kültür, geri kalmış kültür vb. gibi söylemlerle dışladıkları, kırsaldan kente göç edenlerce kentin varoşlarında ve derme çatma ortamlarında yaşatılmaya çalışılan kentli olamayan geleneksel kültür vardır. Kültür bilimcilerle kültür çatışması olarak da adlandırılabilecek bu durum, halk bilgisini üretenlerin yaratıcılıklarındaki sınırlılıktan, gelenekseli güncelleyememelerinden, halk bilimini araştıran ve inceleyenlerin de gelenekseli güncelleme noktasında geleneksel kültür üreticilerine yaratıcılık ve güncel tasarım noktasından bakmamalarından kaynaklanmaktadır. Bütün bunlara, ilgili kurum ve kuruluşların geleneksel üretimin güncellenmesi için yeterli destek sağlamadıklarını da eklemek mümkündür. Kırsalda üretilen halı ve kilimler ekonomik değerleri olduğu için kente rahatlıkla taşınabilirken, halk şiiri üreten insanların sadece kentin varoşlarına mahkûm edilmeleri ne kadar doğru bir yaklaşımdır? Halbuki, geleneksel kültürün güncellenerek devam ettirilmesi bir zorunluluktur, bunu başaramayan üreticiler yeterli destek görmedikleri için yaptıkları geleneksel üretimleri bırakmış ve sonuçta geleneksel ürünler kaybolmuştur. Burada ortaya çıkan sorunu ortadan kaldırmanın yollarını Türk halk bilimi alanında uzmanlaşmış kişilerin önereceği çözümlerde aramak gerekir. Örneğin; geleneksel halk anlatma ve şiir ortamlarının kent ortamlarında sürdürülebilmesi için öncelikle bu alanlarda üretim yapanların üreticilik özelliklerinin yeterince tanınması ve hangi bağlamlarda kent ortamlarında bu üretimleri nasıl sürdürebileceklerinin tespit edilmesi ve daha sonra kent içinde sağlanacak ortamlarda güncellenmiş üretim ve aktarım yapmaları sağlanmalıdır. Buradaki yaklaşım 20. yüzyıl başlarındaki romantik yaklaşımdan farklı, tamamen kentli Türk insanının gereksinimlerine dönük olarak tasarlanabilir ve güncellenmiş geleneksel üretimler de bu doğrultuda gerçekleştirilebilir. Bunu başarmak için halk bilimci, usta üretici ve yerel yöneticilerin işbirliği gerekmektedir. Türk halk bilimi alanındaki uzmanların, 21. yüzyılda sadece üretilen tespit ve tasvirle uğraşmamaları; geleneksel kültür alanında yer alan sözel, görsel, işitsel ve materyal ürünleri üretenleri öncelikle yaratıcılık ve tasarımcılık bakımından tanımaları, bu üreticilerin ürettikleri ürünleri içerik ve işlev özelliklerini çok iyi tanıyıp, bunların güncellenmelerinin nasıl mümkün olabileceğini ve günümüz insanı tarafından nasıl tercih edilebilir hâle getirilebileceğini araştırmalı, incelemeli ve sonuçları hem eğitim-öğretim kurumları hem de usta üretici ve yerel yöneticilerle paylaşmalıdırlar. Halk bilgisi üretici aktarıcı veya taşıyıcıları nın da kendi ustalık alanlarındaki ürünleri güncellemek ve yeni tasarımlara gitmek yolunda çalışmaları gerekmektedir. Bütün bunların gerçekleştirilmesi için yerel yönetimlerin ve genel kültür politikası belirleyicilerin gerekli üretim ve araştırma ortamlarını hazırlamaları gerekmektedir. Halk bilgisi ürünlerinin turizmde kullanılması sorunları: Türk halk biliminin özellikle müzik, oyun, yemek ve çeşitli materyal alanlarında çalışanlarının çok sık olarak karşılaştıkları sorunlar arasında halk bilgisi ürünleriyle turizm alanı arasındaki ilişkidir. Bu konuda sorulan ve tartışılan belli başlı önemli sorular şunlardır; Halk bilgisi ürünleriyle turizm ilişkisini kim düzenliyor? Turizmde, halk bilimciler var mı? Halk bilgisi ürünleri 47

45 sahipsiz mi? Kültür turizmi halk bilgisi ürünlerini yaşatıyor mu, bozuyor mu? Halk bilgisi ürünlerinin tescili mümkün mü, patenti alınabilir mi? Animatörler ne tür animasyon yapıyor? Türk Gecesi bir kandırmaca mı? Halk Kültürü Konakları, Halk Kültürü Köyleri kurulabilir mi? Halk bilimi ve turizm arasındaki ilişki tarihsel ve süreklidir. Türkiye de turizm daha çok bir tüketim alanı olarak benimsenmiş ve halk bilgisi ürünleri de bu tüketim alanının en başta gelen tüketim nesneleri olarak benimsenmiştir. Bu ilişkideki çarpıklık, popüler kültürün tüketim algısına benzer bir nedenden kaynaklanmakta, sadece tüketmek ve daha çok tüketmek veya tükettirmek anlayışına dayalı bir turizm anlayışı, halk bilgisi ürünlerinde herhangi bir yerel, geleneksel ve kalıcı değer görmemektedir. Örneğin, bir halı turizm alanında bir tüketim nesnesi olarak görülmekte, bu nesnenin kültürel içeriği ve sanatsal değerleri görmezden gelinerek alınıp, satılmaktadır. Benzer şekilde sözlü ve görsel kültür ürünleri de Türk kültür alanlarının üretim bağlamlarını, içerik ve işlevlerini yeterince tanımayan ve ucuz işgücü olarak görülen kişiler tarafından yapılmaktadır. Bunda da halk bilgisi ürünleriyle turizm arasındaki ilişkiyi düzenleyenlerin sadece kazanmak amacına yönelmeleri etkili olmaktadır. Kültürel bir olgunun veya ürünün tanıtımı veya pazarlanması öncelikle taşıdığı kültürel içerikle ilişkilendirilmeli, sanatsal kaygıyla değerlendirilmelidir. Bunu da yapmak; ancak uzman halk bilimcilerin bu alanda çalışmalarıyla mümkün olacaktır. Turizm alanında sunulan herhangi bir nesne veya oyun, herhangi bir kişinin sadece satış için hazırladığı bir nesne olmaktan çok, Türk kültürünün ortak değerini yansıtma özellikleriyle sunulmalı ve pazarlanmalıdır. Bu sunum ve pazarlamanın içinde halk bilimcilerin bulunması Türk insanının ortak kaygıyla gerçekleştirdiği ürünlerin nitelikli bir şekilde, ustadan ürüne uzanan bir çizgide tanıtımı ve sunumu ile yapılmalıdır. Gerek Türk geceleri gerekse diğer halk bilgisi ürünlerinin turizm alanında sunum ve tüketiminin, bu ürünlerin üretim, içerik ve işlev özelliklerini tanıyarak yetişmiş uzmanlar tarafından yapılması bu konudaki tartışmalara bir son vereceği gibi, daha nitelikli bir turizm alanı oluşturmada da katkı sağlayacaktır. Kent merkezlerinde kurulacak Halk Kültürü Konakları ve kırsalda kurulacak Halk Kültürü Köyleri gibi çalışmalarla, hem Türk halk bilimi araştırmacıları ve araştırmaları hem de Türk turizmi ciddi kazanımlar elde edecektir. Halk bilimi yayıncılığıyla ilgili sorunlar: Türkiye de pek çok alanda olduğu gibi, halk bilimi alanında en temel sorunlardan biri de halk bilimi alanındaki bilimsel çalışmaların yayınlanmasıyla ilgilidir. Bu konuda ciddi bir veri eksikliği vardır, bugüne kadar yapılmış yayınlar konusunda bilgi sahibi olunmadığı gibi, yapılacak yayınların alan önceliklerinin planlanması vb. gibi konularla ilgili de çalışma yapılması gerekmektedir. Bu çalışmaların analiz edilerek gelecekteki çalışmaların yönü, ağırlık noktası gibi konuların tespitinde kullanılması gerekirken, geleceğe dönük yayınların planlanmasından önce bugüne kadar yapılan yayınlarla ilgili olarak; Halk bilimi yayınları ne durumda? Halk biliminin kaç dergisi var? Halk bilimi alanında kaç makale ve kitap yayınlanıyor? gibi temel sorular tartışıldığında, bu sorulara tatmin edici cevaplar bulmak mümkün değildir. 48

46 Halk bilimi alanında yapılan çalışmaların analizini esas alan bir araştırma ile bugüne kadar yapılan çalışmaların ağırlık noktası belirlenebilir. Bu belirlemeden hareketle, gelecekte yapılacak çalışmaların hangi alanlarda yoğunlaştırılması gerektiği hakkında politikalar oluşturulabilir. Böylesi bir analiz neticesinde ülke yararına yönelik halk bilimi çalışmalarının yapılıp yapılmadığını belirleme ve halk bilimi çalışmalarının gelişim sürecini takip etme olanağı doğacaktır. Son on yıllık süreçte yapılan çalışmaların analizi sayesinde, yapılan araştırmaların niteliğinin ne olduğu anlaşılacaktır. Kantitatif ve kalitatif yöntemlerle yapılacak böylesi bir çalışma, mevcut halk bilimi çalışmalarının hem sayısal değerlerini hem de niteliklerini bilimsel olarak ortaya koyacaktır. Aynı yöntemlerle Türk halk kültürü alanındaki tüm yayınların sayısı ve nitelikleri ortaya konulabilir. Halk bilimi alanında yapılan yayınları kimlerin gerçekleştirdiği, kurumların bu yayınların yapılmasındaki katkıları da aynı şekilde değerlendirilmelidir. Halk bilimi ve iletişim araçları (medya) sorunları: Günümüzdeki teknolojik şartlara bağlı olarak hayatın vazgeçilmez bir parçası olan iletişim araçları ile halk biliminin ilişkisi tartışılması gereken temel sorunlar arasında yer almaktadır. Bu konuda tartışılması gereken bazı temel sorular şunlardır; TV kanallarında halk bilgisi ürünleri nasıl yayınlanıyor? Görsel iletişim yayınlarında, (TV programlarında), halk bilgisi programları var mı? Kaç kanalda halk bilgisi ürünleri halk bilimciler tarafından konuşuluyor? İşitsel iletişim yayınlarında, (radyo programlarında), halk bilgisi programları var mı? Yazılı iletişim organ ve yayınlarında (gazete ve dergilerde) halk bilgisi ürünlerine kadar ve nasıl yer veriliyor? Bir taraftan Halk bilgisi ürünlerinin görsel, işitsel ve yazılı iletişim organlarında yer alması veya kullanılması başlı başına ele alınması gereken bir konuyken, diğer taraftan bu iletişim araçlarının halk bilgisi üretici ve ürünleri üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri de tartışılması gerek bir konudur. Halk bilimi ve iletişim araçları arasındaki ilişki noktasında oluşan sorunlar Türkiye nin genel kültür politikaları ve sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir koruma anlayışları çerçevesinde ele alınmalıdır. Halk bilimi ve sürdürülebilir koruma sorunları: Kültür politikalarının geçmişten günümüze Türkiye deki durumu, eleştirel bir bakış açısıyla ele alınması ve tartışılması gereken konular arasında yer almaktadır. Bu politikalar içerisinde halk bilgisi ürünlerine sürdürebilirlik kazandırmaya yönelik çalışmaların altı çizilerek, gelecekteki çalışmalara örnek olması sağlanmalıdır. Kültür politikaları ile halk bilgisi üretici ve ürünlerine sürdürebilirlik kazandırılması konusunda yapılacak çalışmaların uyum içinde olması ile halk bilgisi ürünlerinin güncellenmesi sağlanabilir. Bu sayede, geleneksel kültür ürünlerinin, başka bir ifadeyle halk bilgisi üretici ve ürünlerinin sürdürülebilir kalkınma anlayışına uygun bir şekilde yaşatılarak korunması mümkün olabilir. Dolayısıyla sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir koruma, kültür politikaları ve bu alanda çalışan kurum ve kuruluşların çalışmalarıyla ilgili olarak cevaplanması veyahut tartışılması gereken temel sorular şunlardır; Halk bilgisi üretici, taşıyıcı ve ürünlerinin üretim ortamlarının korunması için yapı- 49

47 lan çalışmalar var mı? Halk bilimi, halk bilgisi üretici ve ürünleriyle UNESCO ilişkisi nedir? Türk halk bilimi araştırmacıları koruma kavramından ne anlıyor? Çağdaş anlamda geleneksel kültürü koruma nasıl yapılır? Sürdürülebilir koruma kavramıyla ilişkili olarak, yaratıcılık ve yenile(n) me (innovation) de günümüz halk bilimi çalışmalarında altı çizilmesi gereken kavramlardandır. Bu kavram herhangi bir alanda yeni bilgiye ulaşma, yeni tasarım ve sunum süreçlerini içerisine alan bir anlam genişliğine sahiptir. Kaçınılmaz olarak, yaratma, yeniden yaratma ve yenileme sürecine sokulan ve bir veya birkaç özelliği ile değişime uğratılan halk bilgisi unsurlarının bu süreçte gelişme ya da bozulma larının nedenleri tartışılmalıdır. Örnek verecek olursak; âşıkların, televizyon programlarındaki icraları, yenileme süreci içerisinde bir gelişme örneği midir, yoksa bu durum kültürel unsurların, özünden kopmasını, gelenekten uzaklaşmasını ifade eden bozulma kavramıyla mı açıklanabilir? Benzer şekilde, Karagöz tasvirlerinin yapımında kullanılan derinin yerine başka malzemelerin kullanılması bir gelişme mi, yoksa bozulma olarak mı değerlendirilmelidir? gibi sorulara cevap aranmalıdır. Bu sayede gelişme ile bozulma arasındaki ince çizgi belirlenmiş olacak ve halk bilgisi üretici ve ürünlerine sürdürebilirlik sağlanacaktır. Sonuç 2013 yılı itibariyle yaklaşık 100 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk halk bilimi çalışmalarının geçmişinin değerlendirilmesinden çok içinde bulunduğu durumun, sorunlarının tespiti ve olası çözüm önerilerinin sunulması ve 21. yüzyıldan itibaren geleceğinin şekillendirilmesine yönelik planlamanın yapılması bir zorunluluktur. Türk halk bilimi çalışmalarının tarihsel geçmişini tartışmak önemlidir; ancak bundan daha önemlisi geldiğimiz noktayı çok iyi değerlendirmek ve önümüzdeki yüzyılda yapılması gerekenleri belirleyip, gelecek için ülkemiz gereksinimlerine uygun öncelik alanlarını ve hedeflerini belirlemektir. Yukarıda değinilen sorunlar ve öneriler, Türk halk bilimi alanında çalışan herkes tarafından tartışılmalı ve çözüm önerileri sunulmalıdır. Daha da önemlisi önerilen çözümlerin uygulanması için acil planlamalar yapılarak harekete geçilmelidir. Ne Türkiye nin, ne de Türk kültür havzası içinde yer alan kardeş cumhuriyet ve akraba toplulukların daha fazla zaman kaybetme lüksleri yoktur. Sahip olduğumuz kültürel birikimi, edindiğimiz bilimsel tecrübe ile daha etkin ve daha hızlı bir şekilde araştırıp incelemeliyiz. Biz bu makalede, tespit ettiğimiz sorunları ve olası çözüm önerilerimizi sunduk. Ancak, Türk halk bilimi çalışmalarının; alan araştırması, arşiv kurma, eğitim kurumları ve turizm alanlarında kullanımı, üretimi, tasarımı, yaşatılması ve korunması gibi konulardaki temel sorunlarını daha geniş bir ölçekte belirleyip, bu sorunlara çözüm önerileri oluşturmak için, bu konuda çalışan kurum ve kuruluşların desteğiyle düzenlenecek, yukarıdaki alt başlıklarda tartıştığımız konuları içeren bir bilimsel toplantı yapılması gereklidir. Sadece bir toplantı yapmakla kalınmamalı, elde edilen ve verileri uygulamaya koyacak bilim insanlarının ve sorumlu yöneticilerin bunları hayata geçirmeleri gerekmektedir. KAYNAKÇA Ekici, Metin. Halk Bilgisi (Folklor) Derleme ve İnceleme Yöntemleri. Ankara: Geleneksel Yayınları,

48 FOLKLOR ÇALIŞMALARININ 100. YILINDA FOLKLOR-MİLLİYETÇİLİK İLİŞKİSİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER Some Thoughts About Nationalism and Folklore in the a Hundred th Century of Folklore Studies Doç. Dr. Ruhi ERSOY* ÖZ Folklorun müstakil bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasında milliyetçiliğin önemli bir motivasyon kaynağı olduğu bilinen bir gerçektir. Türkiye de folklor çalışmalarının birinci asrı tamamlanırken folklorla milliyetçilik arasındaki bu besleyici ilişkiye bakıldığında Türkiye de, folklorun kurumsallaştığı Batı dan farklı bir seyirde olduğu görülmektedir. Bunun nedeni, folklor çalışmalarına yön veren milliyetçilik fikrinin Batı da ve Türkiye de farklı şekilde ortaya çıkması ve gelişim göstermesidir. Coğrafi keşiflerle birlikte sömürgecilik hareketleri, milliyetçilikle birlikte Batı da ulus devletlerin ortaya çıkması, milliyetçilik fikrinin Batı da kökleşmesi, kapitalizm ve küreselleşme çizgisindeki ilerleme, folklor çalışmalarına da yön vermiştir. Batı da öncelikle ötekini tanıma merakı olarak ortaya çıkan halk bilgisi konusundaki farkındalık, daha sonra kendini tanıma sürecini doğurmuştur. Ancak Batı da milliyetçilik fikrinin, ekonomik genişlemeyle birlikte aldığı durum, folklor çalışmalarını da bu sınırların ötesine geçirmiştir. Batı da folklor çalışmaları milliyetçilikten beslenen siyasal stratejilerinin bir aracı olarak tekrar ötekini tanıma amacına yönelmiştir. Bu sürecin en sistematik durumu olarak oryantalizm ortaya çıkmıştır. Türkiye de de folklor çalışmaları milliyetçilik fikri ekseninde doğmuş ve gelişmiştir. Ancak milliyetçilik Türkiye de kendini koruma refleksi olarak ortaya çıktığı için, Batı daki gibi ötekine hükmetme güdüsüne dönüşmemiştir. Bu çalışmada, söz konusu bu çizilen çerçeve kapsamında konu irdelenecek, folklor ve milliyetçilik arasındaki ilişki, Batı yla mukayese edilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler Folklor, milliyetçilik, kültür endüstrisi, medya, oryantalizm ABSTRACT İt s a fact that nationalism is an important source of motivation in the appearance of folklore as a self-contained branch of science. While the folklore studies are completing it s first year in Turkey when the relationship between the folklore and nationalism, it s understood that folklore has a different structure from the west where it is instutionalised. This is because the folklore that drive the emergence of the ıdea of nationalism and the development of the west and Turkey showing different ways. Together with the geographical discoveries, colonical movements, nationalism and appearance of the nation states in the west, the ıdea of nationalism which is rooted in the west, capitalism and globalization progress in the tradition has given way to the folklore studies. In the west, the recognition of the emerging interest, the awareness of public information then has led the process of self-recognition. However, the idea of nationalism in the west, the situation with the economic expansion has caused folklore studies to reach beyond the borders. In the west, the political strategies of folklore studies as a means of nationalism fed back turned to the purpose of recognition of the other one. Orientalism of this process has emerged as the most systematic form. In Turkey, the ıdea of nationalism was born and developed in the axis of folklore studies. However, since nationalism in Turkey has emerged as a reflex of self-preservation, it hasn t been turned into motive to dominate the other. The framework will be examined within the scope of this study and the relationship between folklore and nationalism will be tried to be compared with the west. Key Words folklore, nationalism, cultural industry, media, orientalism * Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Halk Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi, ersoyruhi@ yahoo.com 51

49 Avrupa nın başlangıçta ekonomik gerekçelerle ortaya çıkan diğer coğrafyalarla münasebeti, ötekini tanıma çabasından bir adım sonra kendini tanıma ve millî kimlik ikame etme sürecine dönüşmüştür. Bu süreç Batı da milliyetçilikle folklor çalışmaları arasında da doğal bir etkileşimi ortaya çıkarmıştır (bkz. Dorson 2006: 25-32). 19. yüzyılın başlarına gelindiğinde folklor ve milliyetçilik arasındaki bağ koparılamaz gibi görülmekteydi. Hem Doğu da hem de Batı da folklorun milliyetçilikle olan ilişkisini yorumlayış biçimi benzerdi. 20. yüzyılın ilk yarısına kadar bu haliyle devam eden folklor milliyetçilik ilişkisi, dünya savaşlarıyla biçimlenen yeni dünya dengeleriyle birlikte yeni ve pek çok eski folklorcuyu derinden sarsan bir hâl almaya başladı. Özellikle II. Dünya Savaşı nın ardından Doğu ve Batı medeniyetleri arasında folklora bakış bağlamında ciddi bir algı dönüşümü yaşandı. Bu algı dönüşümü kültür ikliminin de çehresini değiştirdi. Avrupa da folklorun bir disipline dönüşme sancısından da evvel folklor teriminin yerleşme sürecinde de milliyetçi bir dirilişin izlerini sürmek mümkündür. Kendi içerisinde bir dönüşüm yaşayan folklor terimi daha sonraki dönemde kültür endüstrisinin bir yakıtı olarak algılandı ve bu mirasın değerini ortaya çıkartan ve kapitalizmin tüketim ruhunu besleyen bir araca dönüştü. Bu durum Avrupa da folklor ürünlerinin yaşayan bir mirasa dönüşmesini sağladı. Oysa ilginç bir biçimde dünyanın diğer cephesinde, Doğu da dondurulup müzelere ya da arşivlere konulan bir entografik malzeme olarak görülen folklor, kendi iç dinamiklerince ötekileştirilerek eskiye ait bir nostalji malzemesi olmaktan öteye gidememiştir. Bunu yaparken aslında Avrupa nın aksine folklor ve milliyetçilik arasındaki bağı sıkı sıkıya korumuştur. Ancak Doğu, folklor ve milliyetçilik ilişkisine sımsıkı tutunmuş bir halde 21. yüzyılı karşılarken kuşkusuz aklına kendi entelektüeli tarafından kargışlanacağı gelmemiştir. Elbette Doğu ile Batı arasındaki bu paradoks ve özellikle de milliyetçilik folklor ilişkisi bağlamından bakıldığında folklorun gelişim evrelerini de her iki kültür dairesinde de kendi ruhuna uygun olarak dönüştürmeyi başarmıştır. Bu makalede de folklor ve milliyetçilik arasındaki ilişki öncelikle yukarıda zikredilen dinamikler göz önünde tutularak yeniden değerlendirilmeye çalışılacak. Milliyetçiliğin Batı da ve Türkiye deki algılanış biçimleri ortaya konularak, bu algılamaların folklar çalışmalarına etkisi üzerinde durulacaktır. Bilindiği gibi kavramlar üretildikleri dönemin sosyo-kültürel yapısından bağımsız olarak düşünülemez. Özellikle sosyal bilimlerde kullanılan kavramlar için bu husus dikkate alınmalıdır. Mustafa Özcan ın da ifadesiyle bir kavram ortaya çıkmadan önce o kavramın ifade ettiği olayın ortaya çıkması gerekmektedir (Özcan 2001: 1). Bu açıdan bakıldığında bugün Batılı anlamda kullanılan demokrasi ve milliyetçilik gibi kavramlar, Batı daki tarihî devir, siyasi, sosyal ve ekonomik olayların ürünü olduğu görülecektir. Dolayısıyla milliyetçilik denildiğinde, kelimenin geri planında var olan anlam derinliği ve olaylar bütünü de akla gelmektedir. Bu çerçevede milliyetçilik kavramının, Batı toplumunun 52

50 özellikle de Fransa nın tarihî dönemleriyle doğrudan ilişki içerisinde olduğu söylenebilir. Bu yüzden Batı da milliyetçilik akımının sosyal bilimlere ve özellikle de folklora etkisi, Türkiye den farklı bir boyutta gelişim göstermiştir. Tarihçilerin bugünkü anlamda milliyetçiliğin doğuşu olarak gösterdiği olaylar arasında Amerika da bağımsızlığın ilânı (1776), Fransız İhtilâli (1789 ve 1792) ve Fichte nin Alman milletine nutku zikredilir Rousseau, Herder, Fichte, Korais Mazzini nin milliyetçi çizgisini takip edenleri otonomi, birlik ve kimlik kavram ve ideallerini savunmuşlar ve bu kavramlar Avrupa daki milliyetçi hareketlerini oluşturmuştur (Özcan 2001: 2). Söz konusu bu kronolojik zemin üzerinde şekillenen milliyetçiliğin, Batı da üç aşamalı olarak gelişim gösterdiği görülmektedir. İlk aşamada özellikle kimlik kavramının ağırlık kazanmasıyla birlikte Batılı anlamda ulus ortaya çıkmıştır. İkinci aşamada milliyetçilik, sömürgecilik hareketlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur (Aydın 2012: ). Ekonomik alt yapısı gelişen devletler, dış dünyaya açılarak başka coğrafyaları yer altı ve yer üstü kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Bu sürecin sistematik anlamda oryantalizmi (bkz. Sait 1998) doğurduğu ve sömürgeci Batılı devletlerin doğu toplumlarını her anlamda tanıma çabalarının ortaya çıktığı görülmektedir. Milliyetçilik Batı da üçüncü aşamada büyük savaşların ortaya çıkmasına ve bunun sonucunda da A. Hitler, B. Mussolini gibi liderlerin doğmasına neden olmuştur (Aydın 2012: 417). Ekonomik milliyetçilikten, siyasi milliyetçiliğe dönüşen (Karaca 2012: 395) ve milliyetçilik ekseninde Batı da ortaya çıkan bu üç aşamalı süreç, folklorun da gelişim seyrine yön vermiştir (Castells 2007: 506). Söz konusu bu duruma dair M. Öcal Oğuz şu yorumu yapar: Hitler Almanya sı ile Stalin Rusya sı, folklorun 19. yüzyıldaki bu uluslaşmacı ve kurucu işlevini çok ideolojik biçimlerde bozmuşsa da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Uygulamalı Halkbilimi, 20. yüzyıl toplumunun karşı karşıya olduğu sanayileşme ve küreselleşme süreçlerinde millî ve yerli kimliklerin kendi olma eğilimlerini destekledi. (Oğuz 2010: 44). Folklor ve millî kimlik arasındaki münasebetin hangi seviyede olduğunu tespit edebilmek için Batılı araştırmacılar 19. yüzyıldan itibaren taşraya yönelip köy hayatını incelemeye başlamışlardır. 19. yüzyılda ortaya çıkan dünya savaşlarında özellikle İtalya, İspanya ve Almanya da folklorun siyasî amaçlarla kullanıldığına şahit olunur. Aynı durum Sovyetler Birliği ve Çin gibi komünist ülkeler için de söz konusudur (Temur 2011: 1). Folklor ve ideoloji ilişkisi üzerine teorik ve Kırgızistan örneği üzerine bir tez yapan Nezir Temur, Sovyetler Birliği dönemindeki milliyetler politikası çerçevesinde uygulanan kültür politikalarının bir uzantısı olan folklor ve dil politikaları söz konusu dönem içinde muhtelif devirlerde değişik biçimlerde tezahür etmiştir. Dil ve folklor çalışmaları hâkim ideolojinin tesirinden kurtulamamıştır. Dil alanında Sovyet politikalarının hedeflediği amaçlara ulaştığı söylenebilir. 53

51 şeklinde bir sonuca ulaşmıştır (Temur 2011: 208). Coğrafi keşiflerin başlamasıyla birlikte sömürgecilik hareketlerine girişen Batı ise dış dünyaya açılmış ve bu yolda folklor çalışmalarını da o dünyayı tanımak maksatlı olarak kullanmıştır. Sömürgecilik faaliyetlerinin Batı da biriktirdiği ekonomik enerji bir adım sonra kapitalizmin de alt yapısını oluşturmuştur. Kapitalizmle birlikte gelen küreselleşme süreci de Batı da folkloru ve folklor çalışmalarının ortaya koyduğu neticeleri yeni bir boyuta taşımıştır. Kapitalizmin gücünden beslenen süreç, kültür ekonomisini doğurmuş ve Batı, öteki olanı tanıma amacıyla folkloru kullanma noktasından, kendini kültür kodlarını ve ulusal kalıtlarını kapitalist ekonomik yapıyla entegre ederek, dünyanın geri kalanına pazarlama ve Batı eksenli bir kültür iklimi yaratma yoluna gitmiştir. Bu süreç, Batı da folklorla milliyetçilik arasındaki ilişkiyi, kapitalizmin küreselleşmeyle1, kültür ekonomisine ve akabinde de medya kültür ilişkisi gibi karmaşık yapıların ortaya çıkmasına neden olmuştur (Özdemir 2012). Söz konusu bu karmaşık ilişki ağı aynı zamanda her milletin kendi ulusal kalıtının küreselleşmesine de neden oluşturmuştur. Oğuz a göre ise, bir ulusun veya ülkenin kimliğini oluşturan, tanımlayan, destekleyen veya gösteren, bir ulus veya ülkenin diğer veya öteki olarak gördüğü uluslar veya ülkeler karşısındaki farklılığı ve maddesel varlıkları ulusal kalıt kavramının kapsamı içinde (2001: 6) değerlendirilmektedir. Batılı anlamda milliyetçiliğin ortaya çıkışı, Batı toplumunda geçirdiği üç aşama ve bu sürecin folklor çalışmalarına etkisi, Avrupa da ve daha sonra da Amerika da yukarıda kısaca ifade edildiği şekilde olmuştur. Öte yandan Türkiye de, hem milliyetçilik kavramına hem de milliyetçilik-folklor ilişkisine bakıldığında Batı dan farklı bir sürecin işlediği görülmektedir (Karaca 2012: ). Batıyla mukayese edildiğinde, milliyetçiliğin Türkiye de sömürgecilik hareketlerinin fikri temeli olarak kullanılmadığı görülmektedir. Aynı şekilde sömürgecilikle kapitalizm, kapitalizmle küreselleşme arasındaki doğrudan ilişki Türkiye de tarihi, ekonomik ve siyasi yapı olarak ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla aynı durum milliyetçilikle folklor çalışmaları arasındaki ilişki açısından da geçerlidir. Türkiye de folklor çalışmaları Batı da olduğu gibi sistematik anlamda sömürgeciliğin bir aracı olarak ötekini tanıma faaliyetine dönüşmemiştir. Yine Batı da olduğu gibi folklor, kültür ekonomisini beslemek ve diğer toplumlara hem ekonomik hem de kültürel anlamda etki altına alacak bir silah olarak kullanılmamıştır. Bu durum Türkiye de yaşanan sürecin farklı dinamiklerden beslenmesiyle ilgilidir. Söz konusu milliyetçilik fikrinin Türkiye de şekillenmesi ve Batı dan farkı konusunda Özcan şu tespitte bulunur: On dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren milliyetçilik, Türk siyasi ve entelektüel liderlerinin birçoğu tarafından milli bir ülkü ve ilke olarak benimsenmiş, halka mal olmuştur. Türk anayasa ve kanunlarında yer almıştır. Milliyetçiliğin Batı daki ve 54

52 Türkiye deki anlam ve itibarı (2001: 5) farklı seyretmiştir. Bilindiği gibi Avrupa da folklorun müstakil bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasını hazırlayan sebepler coğrafi keşiflere kadar uzanmaktadır. Avrupa toplumunun bünyesinde önemli değişikliklere neden olan coğrafi keşifler sonrası ortaya çıkan Rönesans ve Reform hareketleri, önemli zihinsel dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. Türkiye de ise folklor ve milliyetçilik arasındaki ilişkiyi kuramsal perspektiften sorgulayan pek çok araştırmacının ilklerinden olan Dursun Yıldırım, bu zihniyet dönüşümlerinden bahsederken özellikle romantizm düşüncesinin kendisine geniş yer bulmasıyla birlikte halk hayatına karşı ilginin arttığını ve millet olgusu içersindeki bütün unsurların kaynağı halk hayatında aranmaya başlandığını belirtir. Fransız İhtilaliyle birlikte millet ve milliyetçilik kavramlarının gelişimine paralel olarak Osmanlı toplumunda da bu durumun klasik yapı içinde yeni boyutlar kazanıp millet, milliyetçilik gibi konuların (1994: 2-15) aydınlar ve diğer imparatorluk mensupları arasında tartışmaların başladığına dair tespitlerde bulunur. Bununla birlikte Avrupa da folklor çalışmalarının gelişiminde ekonomik şartların iyileşmesi toplumsal bilincin artması belli bir eğitim düzeyine ulaşılması seküler alanı daha güçlü kılmış, skolastik anlayışa karşı aklın iktidarı, entelektüel merak ve kendi mazilerine ilgi, din ve mezhep merkezli anlayıştan milliyet merkezli anlayışa doğru tekâmül eder. Söz konusu bu tetikleyici gelişmeler Avrupa nın kendi soylu vahşi ruhunu ortaya çıkarma arzusunu doğurmuştur. Avrupa da, yeni kıtanın da keşfiyle başlayan ötekine olan merak, bir bilim dalı olarak folklorun 19. yüzyılda Avrupa da doğuşu ve gelişiminin zeminini oluşturmuştur (Oğuz vd. 2010: 3-4). Araştırmacılara göre Avrupa da folklor çalışmalarının doğuşu ile ümmet veya imparatorluk organizasyonları içindeki toplumların millet olma bilincini yükseltmeye başlamaları arasında doğrudan ilişki vardır. Emevîler ( ) döneminden başlayan ve Mevâlî vb. kavramlar etrafında gelişen asabiyeye dayalı üstünlük ve egemenlik tezlerinin doğu halklarında yarattığı kavim bilinci dışarıda tutulursa, Avrupa da millet bilincinin ortaya çıkışı, 1453 yılında İstanbul un Türkler tarafından alınmasından sonra Keşifler Çağında ve sonrasında ortaya çıkan Reform, Rönesans, Romantizm ve Aydınlanma süreçlerine bağlıdır (Oğuz 2010: 37). Avrupa da coğrafi keşiflerle birlikte başlayan süreç kendi aydın sınıfını oluşturmuş ve bu durum, önce Amerika ile uzak doğu halklarını, daha sonra da kendini tanıma arzusuna dönüşmüştür. Avrupa da fikrî zemin üzerinde bir disiplin haline gelen folklorun, Türkiye deki gelişiminin de yine millet ve milliyet olguları ekseninde oluştuğu araştırmacılar tarafından gözlemlenir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle millî bir dilin oluşturulması ihtiyacı doğal olarak halk bilgisi metinlerine olan ilgiyi arttırmıştır. Ancak bu ilgi artışının folklorun önemini kavrama hususunda yeterli olmamakla birlikte bir başlangıç noktası olduğu tespitinde bulunulmuştur (Başgöz 2011: ). Öte yandan Türki- 55

53 ye deki folklor ve milliyetçilik arasındaki bağın tarihçesi hakkında Yıldırım şu tespitlerde bulunur: Türkiye de folklorun bir ilim şubesi olduğu eldeki bilgilere göre 1900 lü yıllarda anlaşılmıştır. Bu bir tesadüf değildir. Hadise bu yıllarda gerçekleşemeye ve yayılmaya başlayan Türkçülük hareketi ile organik biçimde bağımlıdır. Türkçü düşüncenin gelişmesiyle beraber buna paralel olarak Türk folkloruna yer veren gazete ve mecmuaların sayısında artış olur. Gerçi yazıların tamamı doğrudan folklor yazıları değildir; ama ilgili olanların yanı sıra bunlarda da yer alan bilgiler, folklor araştırmaları tarihimiz açısından kıymet taşırlar. Gazete ve mecmualarda yer alan yazıların ötesinde hikâye, destan, atalarsözü, fıkra türlerine ve âşık şairlere ait eserleri ihtiva eden kitapların sayısında da bir çoğalma olur. (1994: 2-15). Yıldırım ın Türkiye deki folklor çalışmalarını beş ana başlık altında sınıflandırırken ikinci evreye verdiği Türkçü devre ( ) ismi, onun Milliyetçilik ve folklor arasında kurduğu ilişkiyi açıkça ortaya koymaktadır. Yıldırım ın folklor çalışmaları ile Türkçülük hareketi arasında kurduğu organik bağ dönemin ruh iklimi düşünüldüğünde son derece mantıklıdır. Bu düşünce daha sonra pek çok araştırmacı tarafından da benimsenmiştir. Bu kapsamda Türkçülük akımının Türk dil ve kültür varlığına olan ilgiyi arttırdığı ve bu ilginin folklor çalışmalarını beslediği de (Öztürkmen 2006: 21) ifade edilmiştir. İlhan Başgöz2 de bu ilişkinin başlangıçta folklor çalışmalarını desteklediğini belirtmekle birlikte daha sonraki dönemlerde folklor çalışmalarının milliyetçilik fikrinin beslenme kaynağı olduğuna dair görüşler öne sürerek Avrupa da İslam öncesi Türk tarihi ve dili hakkındaki çalışmalar, Osmanlı İmparatorluğu azınlıkları arasındaki milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri, 1908 reformunun başarısızlığı, Osmanlı birliği için yapılan son bir çağrı ve Alman emperyalizminin etkileri gibi bütün bu gelişmeler Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında katkıları olmuştur. Sonunda Türkler, Müslüman olmalarının ötesinde ayrı bir kimliğe de sahip olmalarının gerekliliğini fark ettiler (2011: ) şeklinde tespitlerde bulunur. Bu tespitlerden de anlaşılacağı gibi Avrupa daki gelişmelerin, Fransız İhtilali sonrası yoğun olarak Osmanlı Devleti sınırları içerisinde de yansımaları olmuştur. Bu çerçevede milliyetçilik fikrinin etkisiyle folklor çalışmaları Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan azınlıklar için bir kimlik inşasına dönüşmüştür. Azınlıkların ayrışmasına neden olacağı endişesiyle devlet söz konusu çalışmalara ilk etapta mesafeli durmuştur. Dağılmayı önlemek için izlenen bütünleştirici politikalar bunu gerektirmiştir. Ancak ilerleyen süreçte Osmanlıcılık, İslamcılık fikirlerinin bir anlamda çökmesi ve Türkçülüğün ağırlık kazanması bu tutumu değiştirmiştir (Üçüncü 2008: ). Tutum değişikliğine neden olan en önemli olaylar Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşından Osmanlının büyük kayıplar yaşamış olmasıdır. Osmanlı Devletini bir şekilde kurtarmak, mevcut durum muhafaza edilemese de daha uygun bir başka durum oluşturmak Osmanlı aydınının misyonu haline gelmiştir. Aydınlar Osmanlıcılık, 56

54 İslamcılık ve Türkçülük politikaları arasında, devleti kurtarma kaygısıyla uzun bir tereddüt dönemi geçirmişlerdir. İlk zamanlar devletin yıkımını hızlandıracağı endişesiyle soğuk bakılan Türkçülük, Balkan Savaşı ndan sonra uygun bulunmuş, bir politik kurtuluş reçetesi halini almıştır (Dündar 2008: 29). Aynı şekilde Niyazi Berkes de elde kalan unsur önermesinden ziyade, hilafet ve saltanatı koruyarak savaş sonrası sorunu çözümleme fikrinin aydınları Türklere yönelttiğini söyler. Çünkü Osmanlı ile soy birliğine sahip olan unsur Müslüman Türklerdir. Bu zamana kadar pek de önemli bir unsur sayılmayan Türklerin üzerine yoğunlaşma fikri böylece doğmuştur (Berkes 2010: 320). Söz konusu bu fikri zeminle birlikte özellikle Tanzimat tan sonra Batı ile daha yoğun bir ilişki içerisine giren Osmanlı aydını, halk, millî dil ve edebiyat konusunda daha bilinçli hareket etmiştir. Tazimat tan takriben 200 yıl önce yukarıda belirttiğimiz saikten hareketle Avrupa da başlayan Türkoloji araştırmaları sayesinde ortaya Türk kültür ve medeniyeti ile alakalı mühim bir külliyat konulduğu görülmektedir. Fakat Osmanlı münevveri haber mahiyetinde dahi olsa bu birikimle alakalı bilgi sahibi değildi. Yeni fikir cereyanları karşısında müesses nizamı dönüştürüp yeni şartlara uyarlayacak yeterli entelektüel birikimin olmayışı burada önemli bir etkendir. (Üçüncü 2008: ). Arzu Öztürkmen in de ifade ettiği gibi; esasen Türk folkloru ile ilgili dikkati çeken ilk araştırmalar ve yayınlar da yabancı halkbilimciler tarafından yapılmıştı. Trakya ve Anadolu dan derlediği halk edebiyatı malzemesini 1899 da yayınlayan Ignacz Kunos ve Karagöz gölge tiyatrosu üzerine yazan George Jakop, Türkler üzerine erken dönem folklor araştırmalarına katkıda bulunmuş önemli isimlerdi (Öztürkmen 2006: 24). Türkiye de folklorun bir bilim olarak ele alınması gerektiği ise, Türkçülük hareketlerinin de etkisiyle 1900 lü yılların başında anlaşılmıştır. Nitekim folklor, bağımsız bir araştırma sahası olarak Osmanlı nın gündemine dil, millet, vatan ve medeniyet kavramlarıyla eşzamanlı olarak girdiği (Öztürkmen 2006: 219) daha önce de belirtilmiştir. Özellikle Türk kültürünün korunması ve yaşatılması için 1908 de kurulan Türk Derneği bu anlamda öncülük görevini yürütmüştür. Bu derneğin çıkardığı Türk Derneği Mecmuası, Türk halkbilimi çalışmaları hususunda atılan ilk şuurlu adım olarak ele alınabilir. Yıldırım a göre, Türkçülüğü kültür planında yaymaya çalışan Ahmet Vefik Paşa nın eserleri, milli şuur u uyandırma açısından olduğu kadar, Türk folklor araştırmaları yönünden de (1998: 50) çok önemlidir. Folklorun bir disiplin olarak şekillenmesinde Türkiye de Ziya Gökalp, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Mehmet Fuat Köprülü nün üstlendiği misyonun önemi bilinen bir gerçektir (Öztürkmen 2006: 25-30). Özellikle Ziya Gökalp ve arkadaşlarının J.G Von Herder in kendi milletinin bütünlüğünü sağlamak amacıyla 18.yüzyıl sonlarında vermiş olduğu fikri mücadeleyi, 20. yüzyıl başlarında Türk milleti gerçekliğini ortaya koymak ve korumak için bir fikri mücadeleye örnek olarak ele 57

55 almışlardır (Yıldırım 1994: 2-15). Bu süreç Türk halk kültürü zemininden Türk milleti gerçeğini ortaya çıkarmayı amaçlamış ve doğal olarak folklor çalışmalarını beslemiştir. Ziya Gökalp ın ve bu çığırdan yürüyen Millî Edebiyat akımının görülebilir amacının, çöken imparatorluğun enkazından Batı ve Kuzey Avrupa daki folklor ve milletleşme örneklerinden esinlenerek Türk milli kimliğine katkı sağladığı gözlemlense de Oğuza a göre I. Dünya Savaşı sonunda fiilen yıkılan İmparatorluk sonrasında sultanlığın, hilafetin ve Osmanlı toprak düzeninin kaldırılması, Fransız İhtilâli nin etkilerinin doğal sonuçları olarak görülse de, bu yapılaşmanın en önemli kültürel kodlarını ümmet öncesi tarihe, mitolojiye ve köye vurgu yapan folklor hareketine bağlı Orta ve Kuzey Avrupa milletleşmesi oluşturmuştur (2010: 39). Fuat Köprülü Yeni Bir İlim, Hakiyat: Folk-lore başlıklı yazısında folklorun Avrupa da ortaya çıkışının ve daha sonra da bizde neden bir disiplin olarak vücut bulması gerektiğinin gerekçeleri üzerinde dururken öncelikle Köprülü asrımız milliyet asrı (Oğuz vd içinden Köprülü 1914) diyerek folklor disiplinini batıda ortaya çıkaran ve müstakil bir bilim dalı haline getiren fikrî geri planı ortaya koymuştur. 19. yüzyılın ruhunu milliyetçilik olgusuyla ifade eden Köprülü, Türkiye de yeni şekillenmeye başlayan folklora bakışını da belirginleştirmiş olmaktadır. Zira aynı yazıda Köprülü folklora, milletin oluşabilmesi için milliyetin belirlenmesi ve milli kültür unsurlarının tespit edilip korunması vazifesini biçerek şu tespitlerde bulunur: İnsan milliyetperver olabilmek için evvelâ kendini milletinin anasır meşgalesini yani tarihini, coğrafyasını, içtimaiyatını, lisanını, edebiyatını bilmelidir. Tarihi olmadan, lisan ve edebiyatı bilinmeden nasıl bir millet teşekkül edeceği cidden câyi sualdir. Balkan milletleri Rumeli yi kendi aralarında taksim için münakaşa ederlerken yalnız silâhla değil, bir takım delâil tarihiye, lisaniye ve insaniye ile de mücehhez idiler: Folklor tetkikatı onlara birçok noktalarda delil ve rehber oluyordu. Folklor tetebbüatı için teşekkül eden cemiyetler halkın şarkılarını, masalların, mesellerini, âdetlerini, itikatlarını, yer yer kayıt zaptederek o milletin ruhiyatına, tarihine, dinine, içtimaiyatına yakından vakıf oluyorlar. Bu suretle lisan ve an anat zinde kalıyor. Yani o milletin varlığı bütün beşeriyete ispat ediliyor. (Köprülü 1914). Köprülü nün bu ifadesi, halk kültürü unsurlarını millî varlığın delilleri olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. Dolayısıyla folklor bu delilleri tespit etmekle mükellef bir disiplin görevi görmelidir. Tespitlerde de görüldüğü üzere Gökalp ve Köprülü tarafından kurgulanan romantik-milliyetçi akım (Başgöz 2011: ) besleyici ana damar olma vazifesini günümüze kadar sürdürmüştür. Bu anlamda Köprülü akademik disiplin farkları olmasına rağmen özellikle kültüre bakış ve halkı kavrayış noktasında Ziya Gökalp le birebir örtüşmekte (Palabıyık 2005: 107) ve millî kimliğin halk kültürü üzerinden kurulacağı görüşünde birleşmekteydiler. Bununla birlikte Gökalp sosyoloji ve pedagoji alanında bu 58

56 unsurları işlerken Köprülü, milliyetçi prensiplerini takip etmiş ve onları edebiyat, tarih ve folklor çalışmalarına uygulamıştır. Çalışmalarının bilimsel boyutunun yanında okuyucu onu ideolojik niteliğinden dolayı da kolaylıkla tanımaktadır (Başgöz 2011: ). Folklorun batılı ülkeler tarafından sömürgelerini daha iyi kontrol edebilmek için kullanıldığının da farkında olan Köprülü, sömürgeci ülkeler, işgal ettikleri yerlerde nasıl bir idare tesis edeceklerini belirleyebilmek için öncelikle halkı tanıma yoluna gitmektedirler. Halk arasında uzun süre yaşayan sömürgeci ülkenin aydınları, ilgili toplumun tarihini, gelenek ve göreneklerini, inançlarını, edebiyat malzemelerini topluyor; böylece istila edilen toplum bütün boyutlarıyla tanınmış oluyordu. Köprülü, Rus hükümetlerinin Türkoloji çalışmalarına önem vermesini de aynı gerekçeye bağlamaktadır (Köprülü a.g.e.). Bu kapsamda bir diğer husus ise Türk folklor araştırmacıları içerisinde yer alan folklor ve ideolojik tutum anlayışıdır. Bu kapsamda İlhan Başgöz; şahıslar bazında Gökalp, Köprülü, Fındıkoğlu, kurumsal anlamda Türk Ocakları, Halk Evleri ve diğer erken dönem Cumhuriyet kurumlarını ideolojik ve işlevsel olarak milli kimlik ve kültür politikalarını öncelemesini eleştirir. Bu çizginin folkloru milli birlik ve bütünlüğü pekiştirmeye dönük amaçlar doğrultusunda kullanılması yaklaşımlarına karşı çıkarak ilk bilimsel çalışmaların Boratav tarafından başlatıldığını öne sürer (Başgöz 1972: ). Ona göre, Köprülü Türk halkının estetik ve sanat alanındaki milli ruhunun ve milli tercihlerinin, halk edebiyatında ve folklorda bulunabildiğini ve araştırılabildiğini ispatlamaya çalışmıştır. Bununla birlikte Türkiye de folklor çalışmalarına Oğuz un aynı hocanın öğrenci ve asistanı olmalarına rağmen Düşman Kardeşlere dönüşmüş olarak ifade ettiği, özellikle masal ve mitoloji konusundaki çalışmalara ket vuran Hüseyin Nihal Atsız ve Pertev Naili Boratav arasındaki anlaşmazlıklar da olumsuz etki yapmıştır (2010: 36-45). Bu durum Türkiye deki ideolojik tutum farklılığının folklor çalışmalarına ne şekilde yansıdığını örneklendirmektedir. Folklor ve sosyal bilimlerin tamamı belli bir kültürel ve tarihsel bağlam içerisinde şekillendiğinden dolayı bir yanıyla daima ideolojiktir denilebilir. Belli tarihsel kesitlerde -Hitler Almanya sı ve Sovyet Rusya da olduğu gibi- bu ideolojik işlev son derece yüzeysel ve politize bir tutumla uygulanmıştır. Batı Avrupa ve Amerika örneğinde uygulamalı halkbilim çalışmalarında da bu ideolojik işlev son derece dolayımlanarak uygulanmış ve esas politik işlev başarılı bir biçimde örtülmüştür. Avrupa da ve daha sonra da Türkiye de milliyet fikri zemininde ortaya çıkan folklor disiplini, süreç içinde boyut değiştirmiştir denilebilir (Ersoy 2012: 5-13). Ulus devletlerin inşası sürecinde önemli bir rol oynayan folklor çalışmaları (Öztürkmen 1998: Ramnarine 2007: ), küreselleşme ve post-modern süreçle yine gündemden düşmeyip kültürel çeşitliliğin korunması, kolonyalizm sonrası toplumların aldıkları yeni kültürel 59

57 durumların anlaşılması bakımdan en fazla malzemeyi sağlayan kültürel unsur olarak karşımıza çıkmaktadır (Oğuz 2002: Özdemir 2011: ). Öte yandan toplumların milletleşme süreçlerinde folklor araştırmalarından geniş ölçüde istifade edilir. Çağın teknolojik imkânlarından da faydalanmak suretiyle halk bilgisi ürünleri milletin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yeniden işlenilerek milli kültür e yeni boyutlar kazandırılır. Böylece millet hayatında süreklilik de sağlanmış olur. Folklor bugün bir yandan çağdaş milli kültür oluşturma çabalarında kullanılırken, öte yandan da toplumlara yeni yaşam alanları açma çalışmalarında işe koşulmaktadır (Yıldırım 1994: 2-15). Folklor araştırmalarının Batı eksenli yeni ideolojik paradigması ise kültürel çeşitlilik, çoğulculuk ve entegrasyon olduğu gözlemlenmektedir. Netice itibariyle folklor çalışmaları çeşitli badireler atlatsa da Türkiye de de millî ruh ve kimlik zemininden beslenerek gelişimini sürdürmüştür. Osmanlının son döneminden itibaren kendini tanıma ve yeni kimliğin inşası çabaları, folklor çalışmalarının da motivasyon kaynağı olmuştur denilebilir. Burada vurgulanmak istenen nokta, folklor çalışmalarının motivasyon kaynağı olarak milliyetçilikle arasındaki ilişkinin Batı dan farklı olduğu gerçeğidir. Çünkü önce milliyetçilik ondan sonra da folklor çalışmaları, Batı da Türkiye de olduğundan ayrı olarak, farklı tarihi, sosyolojik, ekonomik ve siyasi gerçekler zemininde gelişim göstermiştir. Batı da özellikle milletleşme süreciyle birlikte yeni coğrafyaların keşfi, ötekini tanıma ve daha sonra da kendini tanıma eksenli çalışmalar, Batılı devletlerin milliyet şuuruyla doğrudan ilişkilidir. Bu milliyet şuuru kendi içerisinde tekâmüle uğrayarak Batı nın hem keşfettiği yeni dünyada, hem kendi içerisinde hem de doğuda hükümranlık kurma mücadelesine de dönüşmüştür. Batı daki bu süreç beraberinde ekonomik genişlemeyi de getirmiştir. Bu durum da folklor çalışmalarına yön vermiş, birbirini tetikler hale getirmiştir. Aynı sürecin Türkiye deki seyrine bakıldığında, bir anlamda tam tersi bir işleyişin olduğu görülmektedir. Türk folkloru bilinci, Türkiye de Osmanlının dağılmaya başladığı dönemde ortaya çıkmış ve geniş Osmanlı coğrafyasından Anadolu ya çekilirken bu bilinç artmıştır. Folklor çalışmalarını motive eden milliyetçilik anlayışı, yalnızca kendini tanıma aşamasında kalmıştır. Batı daki gibi ötekine üstünlük kurma çabasına dönüşmemiş, içe dönük bir tanıma ve kimlik inşa etme süreci ortaya çıkmıştır. Özellikle Atatürk ün ölümünden sonra Türkiye nin hızla Batı eksenli bir kültür ve dünya görüşüne savrulmasıyla yerelden evrensele folklordan yüksek estetik seviyeli kültür ve sanata uzanması öngörülen süreç kesintiye uğramıştır. Bu anlamda Türk kültürünün ve Türk milliyetçiliğinin çağın imkân ve potansiyellerine göre yeniden üretim ve yorumlanma süreci de tamamlanamamıştır. Bugün gelinen noktada Batı da milliyetçilikle folklor arasındaki ilişki organik bir bağ olmaktan çıkmışsa bile, sömürgecilik, milliyetçilik, kapi- 60

58 talizm ve küreselleşme kronolojisinden beslenen Batı eksenli kültür ekonomisi, dünyanın geri kalanına Batı folklorunun ortaya koyduğu verileri pazarlama noktasında üstüne düşeni fazlasıyla yapmaktadır. Ayrıca söz konusu çalışmalar, post-modern oryantal yaklaşımlarla, Batı nın müdahale edeceği coğrafyalara yönelik siyasal stratejisini besleyen kültür stratejisine de dönüşmüş, çok kültürlülük, çok dillilik teorileri üzerinden postmodern sürecin etnik kimlikleri hareketlendirme ve ulus yapılarını tartıştırma süreçlerinde de kullanılmaktadır. Batı da süreç bu şekilde işlerken Türkiye de folklor çalışmaları, folklorla milliyetçilik arasındaki bağ özelinde düşünüldüğünde Batı daki gibi emperyal bir boyut kazanmadığı söylenebilir. Sovyetler Birliği nin dağılmasından sonra Türkiye de temel motivasyon aracı milliyetçilik olan Türk Dünyası folkloru çalışmaları bu bağlamda değerlendirilse bile yeterli olamamıştır. Türk lehçe ve şivelerinden metin aktarımı ve tanıtımı boyutunun ötesine geçilerek, belirlenen kültür stratejilerine uygun bilimsel, sanatsal ve medya eksenli çalışmalara dair bir planlamanın varlığı tartışma konusudur. Yeni yüzyılın eşiğinde Türkiye yeniden folklor-etnografya çalışmalarına yönelerek zaten doğal kültürel hinterlandı olan ve Sovyet sonrası dönemde bir imkân olarak ortaya çıkan Türk dünyası gerçeğini de dikkate alan yeni bir kültürel envanter çalışmasına girişmeli ve bu zemin üzerinde Türk Dünyasına yönelik kültür stratejilerini belirlemelidir. Söz konusu bu çalışmaların zemini disiplinler arası bir anlayışla ve dünya bilim çevresini3 çok yakın takip ederek nakli olmayan ama oralardan da haberdar olup kendine ait kuram ve kavramları oluşturarak yoluna devam etmek olmalıdır kanısındayız. NOTLAR 1 Aslında bu durum günümüzde kendisini ekranlardan gösterse de gösterim olgusu yüzyıllar öncesinden bilinen bir durum, tarihin belki de yeniden tecrübesidir. Machievelli Prens kitabında prense Toplumu iyi yönetmek ve yönlendirmek için gösterilerin çok iyi kullanılması gerektiğini tavsiye eder. Günümüzde bu görevi medya üstlenmiştir. Popüler eğlence geçmişinin kökleri gösteriye uzanır. Savaş, din, spor ve kamu hayatının diğer alanları, yüzyıllar boyunca, gösterinin yayılması için verimli araziler olmuştur. Yeni multimedya ve bilgi teknolojilerinin gelişmesiyle, tekno-gösteriler, en azından gelişmiş kapitalist ülkelerde, modern toplum ve kültürlerin sınırlarını ve yörüngesini kesin olarak değiştirirken, medya gösterisi de küreselleşmenin belirleyici özelliklerinden biri haline gelmiştir tüm bu gösterilerin temellerinde de Kültür kodları ve folklor ürünleri yer almıştır (Kellner 2010: 20). 2 Türkiye deki folklor ve milliyetçilik konusundaki tartışmalardan biri de İlhan Başgöz tarafından Journal of American Folklore dergisinde yazılan notlara cevap veren Linda Degh ve Bawdy Jokes arasında yaşanır. More about Politics and Folklore in Turkey The Journal of American Folklore, Vol. 111, No. 442 (Autumn 1998), pp Folklore and Politics in Turkey, Bawdy Jokes, and Linda Dégh. The Journal of American Folklore, Vol. 114, No. 451 (Winter 2001: pp ). 3 Umay Günay ın danışmanlığında Milli Folklor dergisinde 1990 lı yıllarda itibaren yürütülen çeviri projesi kapsamında yayınlanan (Eker vd. 2003: IX), halk bilimini kuramsal anlamda ele alan ve Türkiye de folklor araştırmaları tarihi içerisinde yeni bakış açılarının oluşmasına katkı sağlayan makalelere paralel olarak Türkiye de halk bilimi araştırmalarına yeni yaklaşımlar da gelişmiştir. Bu kapsamda halk bilimini, bilimsel metodolojiyi kullanarak, Türk Dünyasına özgü terminolojiyle okuyan araştırmaların yapılması yerinde olacaktır. 61

59 KAYNAKÇA Artun, Erman. Türk Halk Bilimi. 7. Baskı. Adana: Karahan Kitabevi, Aydın, Kamil. Hatalı Teşbihler: Milliyetçiliğin Batıdaki Batı daki Algılanış Biçimleri ve Türk Milliyetçiliği. Türk Yurdu Mart 2012, Cilt 32, Sayı 295. Başgöz, İlhan. Türkiye de Folklor Çalışmaları ve Milliyetçilik (Çev. Serdar U ğ u r - lu). Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer Berkes, Niyazi. Türkiye de Çağdaşlaşma. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Castells, Manuel. Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür-İkinci Cilt: Kimliğin Gücü. (Çev. Ebru Kılıç), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Çobanoğlu, Özkul. Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş. 5. Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları, Dorson, M. Richard. Günümüz Folklor Kuramları. (Çev. Selcan Gürçayır, Yeliz Özay), Ankara: Geleneksel Yayınları, Dündar, Fuat. Modern Türkiye nin Şifresi, İttihat ve Terakki nin Etnisite Mühendisliği ( ). İstanbul: İletişim Yayınları, Eker, Gülin Öğüt vd. Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar. Ankara: Milli Folklor Yayınları, Ersoy, Ruhi. Halkbilimi Çalışmalarının Gelişimine Paralel Olarak Alan Araştırması Kavramını Yeniden Düşünmek. Millî Folklor, Yaz 2012: 94. Karaca, Nuray. Cumhuriyetin İnşasında Milliyetçilik. Türk Yurdu Dergisi, Mart 2012, Cilt 32, Sayı 295: Kellner, Douglas. Medya Gösterisi. İstanbul: Açılım Kitap Yayınları, Köprülü, Fuat. Yeni Bir İlim: Halkiyat Folk- Lore. İkdam Gazetesi 1914, Sayı: 6091 (Kanunisani 1329/6 Şubat). Oğuz, M. Öcal. Küreselleşme ve Ulusal Kalıt Kavramları Arasında Türk Halkbilimi. Millî Folklor 2001, Sayı: 50, s.5-8. Oğuz, M. Öcal. Küreselleşme ve Uygulamalı Halkbilimi, Ankara: Akçağ Yayınları, Oğuz, M. Öcal. Somut Olmayan Kültürel Miras Nedir?. Ankara: Geleneksel Yayınları, Oğuz, M. Öcal vd. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı. 7. Baskı, Ankara: Grafiker Yay., Oğuz, M. Öcal. Türkiye de Mit ve Masal Çalışmaları veya Bir Olumsuzlama ve Tek- Tipleştirme Öyküsü. Milli Folklor Yıl 22, Sayı 85: Özcan, Mustafa. Batı da ve Türkiye de Milliyetçiliğin Değişen Anlamı ve Evrensel Bir Değer Olarak Milliyetçilik. Türkiye ve Siyaset Dergisi, Kasım-Aralık Özdemir, Nebi. Edebiyat ve Ekonomi Kültürel Ekonomik Bir Alan Olarak Edebiyat. Millî Folklor 2011, 91 (Güz 2011): Özdemir, Nebi. Medya Kültür ve Edebiyat. Ankara: Geleneksel Yay., Kültür Ekonomisi ve Yönetimi Seçki. Ankara: Hacettepe Yay., Öztürkmen, Arzu. Türkiye de Folklor ve Milliyetçilik. 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, Palabıyık, Hanefi. Ord. Prof. Dr. M. Fuad Köprülü nün İlmi Hayatı ve Tarihçiliği. Ankara: Akçağ Yay., Ramnarine, Tina Kartina. (2007). Finlandiya da Millî Kimliğin Gelişi ve Folklor. (çev. Selcan Gülçayır) Millî Folklor, 74 (Yaz 2007): Ritzer, George. Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek. İstanbul: Ayrıntı Yay., Sait W., Adwerd. Oryantalizm. (çev. Nezih Uzel). İstanbul: İrfan Yay., Temur, Nezir. Folklor ve İdeoloji Sovyetler Birliği Döneminde Kırgızistan da Folklor Politikaları ve Çalışmaları , Ankara: Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yay., Üçüncü, Kemal. Osmanlı İmparatorluğunun Son Döneminden Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Sürecine Folklor Araştırmalarının İşlevi. Perspectives on Ottoman Studies 2008, s Yıldırım, Dursun. Türkiye de Folklor Araştırmalarının Gelişim Devreleri. Millî F o l k - lor 1994, C. 3, S. 21. Yıldırım, Dursun. Türk Bitiği. Ankara: Akçağ Yay.,

60 TÜRK FOLKLORUNA DIŞARIDAN BAKMAK: TÜRK FOLKLOR TARİHİNDE YABANCI FOLKLOR ARAŞTIRMACILARI Being a Foreigner : Foreign Folklorists in Turkish Folklore History Dr. Selcan GÜRÇAYIR TEKE* ÖZ Folklor, Avrupa da ortaya çıkmış bir bilim dalıdır. Türkiye de özellikle ilk dönem folklor çalışmalarında, disiplinin tanınmasında ve yerleşmesinde Avrupa deneyiminden ve yol göstericiliğinden yararlanılmıştır. Bu durum, folklor terimi ile ilgili ilk yazılarda da kendini açık bir biçimde hissettirir. Bu yazıda, Türk kültürü ve folkloru üzerine eserler veren yabancı folklorcuların Türk folklorundaki yeri, araştırdıkları kültür içerisinden gelmemekten kaynaklanan dışarıdan bakış tan nasıl yararlandıkları ve çalışmalarıyla Türk folklorunda neleri değiştirdikleri konuları ele alınacaktır. Türk folkloru üzerine çalışan yabancı folklorcuların sayısının fazlalığı dikkate alınarak kronolojik bir düzen içerisinde seçilen yabancı folklorcular üzerinde durulması tercih edilmiştir. Bu nedenle Osmanlı Devleti döneminde Anadolu da alan çalışmaları gerçekleştiren Ignác Kunόs tan, Belá Bartok, Wolfram Eberhard ve Warren S. Walker a uzanan bir çizgide yabancı folklorcuların Türk folkloru üzerine çalışmaları değerlendirilmiştir. Türk folklor tarihinde yaşanan değişimleri ve dönüşümleri daha net görebilmek için yabancı folklorcuların seçiminde kronolojik bir düzen gözetilmiştir. Yabancı folklorcuların öncelikle Türk araştırmacıların halkın sözlü ürünlerine olan ilgilerinin artmasında diğer bir ifadeyle Türk folklorunu keşfetmelerinde yardımcı oldukları görülmüştür. Folklor disiplininin tanınmasıyla birlikte baş gösteren metot sorunu yine yabancı folklorcuların eserlerinden yapılan çeviriler ve Türkiye ye bizzat davet edilmeleriyle birlikte deneyim paylaşımıyla aşılmaya çalışılmıştır. Türkiye deki Üniversitelerde görev yapan yabancı folklorcuların, Türk folkloruna ilişkin hem alan çalışması yaparak hem de alan çalışması sırasında elde ettikleri verileri dönemin kuramları ve eğilimleri eşliğinde analiz ederek ham veri ve çözümleme içeren araştırmaları gerçekleştirdikleri görülmüştür. Yabancı folklorcuların temelde Türk kültürünün ve folklorunun yurt dışına tanıtılmasını sağlayan aracılar olduğu algısının da Türk folklor tarihinin son dönemlerinde belirginleştiği tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler Yabancı folklorcular, sözlü kültür, milliyetçilik, metot sorunları, Türk folklor tarihi. ABSTRACT Folklore is a scientific branch that comes out from Europe. Basically the first term folklore studies in Turkey, i.e. recognition and acceptance of the discipline, benefitted from European experience and guidance. This situation can be clearly seen in the first articles related to folklore term. In this article, the role of the foreign folklorists in Turkish folklore, how they benefitted from being a foreigner and what they changed in Turkish folklore through their studies are discussed. Considering large numbers of foreign folklorists, who study on Turkish folklore, are preferred to handle in chronological order. Thus, the studies of the folklorists extending from Ignác Kunόs who conduct field works in Anatolia in the era of Ottoman State to Belá Bartόk, Wolfram Eberhard and Warren S. Walker are investigated. The preference of selecting foreign folklorists according to chronological order is due to understand the changes and transformations more clearly in Turkish folklore history. Primarily, foreign folklorists helped Turkish researchers to increase their interest towards oral culture, in other words, to explore Turkish folklore. The method problem arising with the recognition of folklore discipline solved through translations of foreign folklorists studies and sharing their experiences. From this study it is found out that foreign folklorists, working in different universities in Turkey, carried out researches based on raw data and analysis through realizing field works on Turkish folklore and analysing these data based on the theory and tendency of the interested period. It is determined that, the perception of foreign folklorists as the mediators for introducing Turkish culture and folklore to foreign countries become more clear in the last terms of Turkish folklore history. Key Words Foreign folklorists, oral culture, nationalism, method problems, the history of Turkish Folklore. * Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Halkbilimi Bölümü Öğretim Görevlisi. sgurcayir@gazi.edu.tr 63

61 İşte efendiler, bu Türk (Osman Paşa) Türkiye tarihinin yas tutulmuş bir yaprağıdır. Kim bilir eğer ben Macaroğlu kulunuz, bu Plevne beyitlerini kırk üç sene önce işitmemiş ve saklamamış olsaydım, belki şimdiye kadar büsbütün unutulur giderdi. Hamdolsun ki kulağıma erişti. Bu mukaddes hediyeyi sizlere veriyorum. Ignác Kùnos Türkçeye önce halkiyat ve halkbilgisi daha sonra halk bilimi olarak çevrilen ve yerleşen folklor terimi, Batıda ortaya çıkmış bir bilim dalına ad olmuştur. Folklor disiplinini Türk aydınlarına ve okurlarına takdim eden Ziya Gökalp, Köprülüzade Mehmet Fuat ve Rıza Tevfik in yazılarında batılı bilim insanlarının görüşlerinden ya da düşüncelerinden izler hissedilir. Bu durum, folklor disiplininin batılı bir disiplin oluşunun doğal bir sonucudur. Folklor teriminin ortaya çıkış şartlarına ve gerekçelerine bakıldığında da terimin batılı bir terim olduğu aşikârdır. Folklor, en kaba ifadeyle Batının sömürgecilik fikrinden istim alarak kendi insanını/köylüsünü keşfettiği bir bilim dalıdır. Bu nedenle sömürgecilik faaliyetlerinin hemen akabinde Batıda ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik düşüncesiyle birlikte ivme kazanan folklor çalışmaları 19. yüzyılın uluslaşma süreçlerinde iyi bir argüman olarak Batılı uluslarca kullanılmıştır. Millet ve milliyetçilik fikirlerini vurguladığı düşüncesiyle çok uluslu Osmanlı Devletinin bir dönem çekindiği folklor disiplininin tanınması ve ilgili çalışmaların yapılması Batıdaki örneklerin takip edilmesiyle başlamıştır. Folklor teriminin Anadolu coğrafyasında ilk kullanımının Osmanlı Devletine derleme çalışmaları yapmak üzere gelen Macar Ignác Kùnos ile Ahmet Vefik Paşa arasında yapılan bir konuşmada geçmesi de bu anlamda tesadüfi değildir (Kunόs 1978). Terimle İngiliz William John Thoms un ilk defa terimi kullandığı kabul edilirse 67 yıl, Alman Friedrich Ekkard ın ilk kullandığı kabul edilirse 131 yıl sonra tanışan Türkiye nin batılı bilim adamlarının deneyimlerinden ve görüşlerinden yararlanmaları oldukça doğaldır. Bu yararlanmanın Cumhuriyetin kurulmasından önce ve kuruluşunun hemen sonrasında iki biçimde gerçekleştiği görülür. Türkiye deki folklor çalışmalarına bilimsel nitelik kazandırmak amacıyla yabancı bilim adamlarının eserlerinden çeviriler yoluyla yararlanmak 1 ya da onları bizzat Türkiye ye davet ederek Türkiye deki folklor çalışmalarına bir anlamda başlangıç oluşturmak. Cumhuriyetin öncesinde ve sonrasında Türk kültürü ve folkloru hakkında araştırma yapan pek çok Türkolog ya da kültür bilimci vardır. Mehmet Fuat Köprülü Yeni Bir İlim Halkiyat: Folklore başlıklı yazısında Türk kültürü üzerine çalışan Rus Türkologlar Wilhelm Radloff ve Gerlevski, Macar araştırmacılar Ignác Kùnos ve Doktor Giz den 2 bahseder. Arzu Öztürkmen, Osmanlı Devletinin son dönemlerinde Türk folkloru üzerine araştırmalar yapan iki isme değinir. Bunlardan biri Karagöz üzerine eser veren Alman bilim adamı Georg Jacob diğeri de İstanbul hakkındaki Osmanlı halk âdetleri ve efsaneleri üzerine eser veren Fransız araştırmacı Henry Carnoy dur (Öztürkmen 2006: 306). Şerif Baykurt da 64

62 Türkiye de Folklor isimli kitabında Macar bilim adamı Ignác Kùnos ile Rumeli ve Anadolu dan Türk halk edebiyatı ile ilgili ilk sağlam folklor ürünlerinin derlenip yayımlanmaya başladığını Kùnos u takip eden Avrupalı folklorcuların Türk halk edebiyatı üzerine çalışmaya yöneldiğini belirtir. Bunlar arasında Macar Gyula Nemeth, Alman George Jacob, Alman Friedrich Giese ve Theodor Menzel den söz eder yılında tahtacılar ile ilgili incelemeler yapan Felix Lussan ve Hasluck dan da bahsedilebileceğini belirtir (Baykurt 1976: 69). Ben in öteki ne merakı olarak da nitelendirilebilecek yabancı folklorcuların Türk folkloruna merakı diğer pek çok ulus için de geçerlidir. Türk folklor çalışmaları tarihi açısından ilginç olan Türk araştırmacıların folklor disiplinine ilgilerini yabancı araştırmacıların çalışmalarıyla birlikte yöneltmeleridir. Romantik gerekçelerle hobi olarak başlayan meraklarını sistemli ve metotlu hâle getirebilmek amacıyla yöntem edinilmesi konusunda yabancı folklorcuların deneyimlerine başvurmaları da dikkate değerdir. Bu çalışmada, Türk folklor tarihinde yol gösterici olarak kabul edilen yabancı folklorcular ve çalışmaları ele alınacaktır. Yabancı folklorcuların Türk folklorundaki yeri, araştırdıkları kültür içerisinden gelmemekten kaynaklanan dışarıdan bakışı nasıl değerlendirdikleri, çalışmalarıyla Türk folklorunda neleri değiştirdikleri konuları ele alınacaktır. Türk folkloru konusunda çalışma yapan pek çok araştırmacının olduğu düşünülürse bu araştırmacıların hepsinin bir makalede ele alınmasının imkânsızlığı anlaşılacaktır. Bu nedenle, bu çalışmada 1880 lerin sonu 1890 yılların başında Anadolu da önemli derleme çalışmaları gerçekleştirmiş Ignác Kùnos, 1930 lu yıllarda halk müziği çalışmaları konusunda destek alınması amacıyla Türkiye ye davet edilen Béla Bartók, 1940 lı yıllarda Almanya dan Türkiye ye gelerek Sinoloji bölümünde dersler veren Wolfram Eberhard ve son olarak 1950 li yılların sonunda Türkiye de derleme çalışmaları gerçekleştirerek Amerika da Türk Öyküleri Sandığı isimli bir arşiv oluşturan Warren Walker ekseninde yabancı folklorcuların çalışmaları değerlendirilecektir. Yabancı folklorcuların çalışmalarının kronolojik bir düzen içerisinde ele alınmasıyla Türk folklor tarihindeki eğilimleri ve yaşanan gelişmeleri takip etmenin sağlanacağı düşünülmektedir. Ele alınacak yabancı folklorcuların ortak noktalarından biri de çalışmalarını Türk kültür araştırmacılarıyla birlikte ya da desteklerini alarak gerçekleştirmiş olmalarıdır. Ignác Kùnos Türkçülük akımının öncü isimlerinden Ahmet Vefik Paşa dan, Béla Bartók kendisi gibi önemli bir etnomüzikolog olan Ahmet Adnan Saygun dan, Wolfram Eberhard ilk folklor kürsüsünü açarak folklor çalışmalarının metotlu bir biçimde yapılmasını sağlayan Pertev Naili Boratav dan, Warren Walker da Türk folkloru ile ilgili örnekleri İngilizceye çevirerek tanınmasını sağlayan Ahmet Edip Uysal dan destek görerek çalışmalarını gerçekleştirirler. Dolayısıyla birlikte çalıştıkları ya da desteklerini gördükleri Türk kültür araştırmacılarından etkilenmiş ve etkilemiştirler. Bu nedenle Türk folklor 65

63 çalışmaları tarihi üzerine söz söylenirken yabancı folklorcuların çalışmalarının göz ardı edilmemesi büyük önem taşımaktadır. Türk folkloru üzerine çalışma yapan ancak eserlerinin bir kısmını kendi dillerinde veren yabancı araştırmacıların eserlerinin Türkçeye kazandırılması da bu anlamda önem taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı Devleti sınırları içerisinde çalışmalarını gerçekleştiren Ignác Kùnos Macar bilim adamıdır tarihleri arasında Osmanlı Devletinde derleme çalışmaları yapmış ve pek çok sözlü ürünü kaydederek kitaplaşmasını sağlamıştır. Türk halk bilimi tarihi ile ilgili pek çok yayın, Osmanlı devletinin son dönemlerine kadar götürülebilecek folklor çalışmalarını Ignác Kùnos la başlatır. 3 Kùnos, Ármin Vámbéry nin öğrencisidir ve Macar dili ve Türk dili arasındaki ilişkiyi keşfetmek amacıyla Osmanlı Devletine gelir. Rusçuk, Adakale, Varna, İstanbul, İzmir, Bursa, Aydın, Tire, Manisa, İzmit gibi yerlere derleme seyahatleri gerçekleştirir. Ecnebi bir araştırmacı olarak İstanbul yerine Anadolu da derlemelere çıkması, Ignác Kùnos un saf, gerçek halk dilini İstanbul un Arapça ve Farsça terkiplerle dolu kitabi dilinde değil, Anadolu da halkın arasında yaşayan şifahî dilde bulacağı düşüncesine dayanır. Kùnos un Türk Halk Edebiyatı adlı kitabında yer verdiği derleme seyahatlerine ilişkin notlar, folklor çalışmalarının ilk dönem algılanışını görmek açısından oldukça önemlidir. Kùnos un çalışmalarını gerçekleştirirken kendisine ilginç gelen ancak dönemin siyasi ve sosyal şartları düşünüldüğünde anlam kazanan olaylar, genellikle milliyetçilik fikrinin rahatsız ediciliği ve aydınların halka karşı (b)ilgisizlikleri üzerinde yoğunlaşır. Kùnos un Varnalı bir gençten derlediği bir türkü sonrasında bu türkünün İstanbul da bilinip bilinmediğini sorması sonrasında aldığı: Sakın ha! Orada bunları bilen kimse yoktur; bilseler bile bilmemezlikten gelirler Sen İstanbul un durumunu bilmiyorsun. Nasihatimiz olsun ki, İstanbul a varacak olursan bunun gibi millî şeyleri hiç karıştırma, devlet işlerinden söz açma, savaş türkülerini ne sor ne ara (Kunόs 1978: 30) biçimindeki cevap, dönemin siyasi yapısını, sözlü metinler ile millî kimlik arasındaki bağı ve bu bağdan duyulan endişeyi yansıtır. Topraklarındaki bağımsızlık hareketlerinden çekinen ve milliyet fikrinden uzak durarak önceleri Osmanlılık sonraları ise İslam inancı şemsiyesi altında halkını toplamaya çalışan Osmanlı Devletinde halkın bir edebiyatının olabileceği, olsa bile değeri konusu muğlaklığını korumaktadır. 4 Kùnos, hocası Vámbéry nin tavsiyesiyle tekkesine gittiği ve İstanbul a geliş amacının halk edebiyatını derlemek olduğunu ifade ettiği Özbek asıllı Şeyh Süleyman Efendi, halkın edebiyatının olup olmadığından haberinin olmadığını ancak halk bulunan yerde halk edebiyatının bulunması gerektiğini ifade ederken bu muğlaklığı desteklemektedir. Milletin ağzında mutlaka kahramanlık hikâyelerinin dillenmesi gerektiği nden bahseden Kùnos a Şeyh Süleyman Efendi şunları söyler: Osmanlılar ehl-i İslamdır, ehl-i millet değildir Bizim İstanbul da çok otu- 66

64 racak olursan sen de anlayacaksın Sana nasihatim şudur ki, millet lakırdısını çok açma, milliyet işlerine de hiç karışma Ağzını tutmazsan, dilini ısırırsın. (Kunόs 1978: 38-39). Osmanlı Devletine Macaristan da o dönemlerde yoğun bir biçimde yaşanan ve Macarların kökenini aydınlatmaya çalışan Ugor-Türk Savaşı (Ugor-Török Háborù) olarak bilinen dilbilimsel bir tartışma için gelen Kùnos için köken ve milliyet fikri konusunda yaşanan bu rahatsızlığı anlamlandırmak çok da kolay değildir. 5 Osmanlı Devletinde halkın edebiyatının olması düşüncesinin yanında bu edebiyatın kalitesi de Osmanlı aydını tarafından sorgulanır. Divan şairi Nigar Hanımın evinde Recaizade Ekrem Bey ile karşılaşan Kùnos, Anadolu dan derlediği halk şiirlerini okumasının ardından, Ekrem Beyin halk şiirinin sadeliği, dilinin güzelliği şüphesizdir. Fakat kelimeleri az. İşte bu yüzden fikirleri de o kadar çok olamaz çıkarımına, fikirleri de var kelimeleri de bol yanıtını vererek bir anlamda halkının, halk edebiyatı ürünlerinin zenginliğinin farkında olmayan Türk aydınının bilgi eksikliğini gösterir (Kunόs 1978: 87). Hocası Vámbéry nin Kùnos u yönlendirdiği bir diğer isim olan Ahmet Vefik Paşa nın halk edebiyatı hakkındaki görüşleri ise biraz farklıdır. Türkçülük hareketinin önemli simalarından biri olan Ahmet Vefik Paşa, Batı avamî edebiyatının çoğundan haberinin olduğunu ve bazı eserlerin de kütüphanesinde yer aldığını ifade eder. Kùnos un İslam milletlerinin çoğunda niçin bu eserler yok sorusu karşısında Osmanlı dilinin millî bir dil olmayışına, klasik şairlerin Arap ve Fars edebiyatı etkisi altında olduklarına, şarkı ve gazellerin Arap ve Acem şairlerinin taklidinden öteye gidemediğine, Osmanlı dilinin söylenilen dilden ayrıldığına yönelik değerlendirmelerde bulunur. Bu değerlendirmeler ve yorumlar, dönemin resmî dil ve halk dili arasındaki uçurum tartışmalarını da yansıtır (Kunόs 1978: 44). Avamî edebiyatla ilgili eser verilmesi konusu, Kùnos un Osmanlı Devletine geliş amaçları ve gerçekleştirdiği derleme çalışmalarıyla örtüşür. Kùnos un temelde Türk halk edebiyatı hazinesini ortaya çıkarmaktan öte Türk dili ve Macar dili arasındaki ilişkileri/akrabalığı göstermek gibi düşüncesi olmakla birlikte yürüttüğü çalışmalar Türk halk edebiyatına dair eserlerin verilmesiyle sonuçlanır. Kùnos, belki de kendi derleme çalışmalarını kolaylaştırmak ve Osmanlı aydınlarının desteğini arkasına almak için Türk avamî edebiyatının ortaya çıkarılması gerektiği düşüncesini öne sürer. Bu düşünceyi meşrulaştırmak için de Osmanlı Devletinin Tanzimat tan beri yönünü döndüğü Batı uluslarındaki avamî edebiyat çalışmalarını gösterir. Kùnos için folklor un derlenip yazıya geçirilmeyişi bu işi çoktan başarmış Avrupalılar ve -hatta- Araplar düşünüldüğünde meydana çıkarılması gereken bir hazine gibidir. Bu işi gerçekleştirmiş pek çok ulus düşünüldüğünde folklor, Osmanlı Devletinin geri kalmaması gereken bir alanına dönüşür: O sırada Varna vapurunu beklerken, Türk dilini öğrenmeye başlarken masalların, ninnilerin, bilmecelerin, manilerin, Karagöz ve ortaoyunlarının 67

65 olup olmadığını hiç bilmiyordum, haberim bile yoktu. Halbuki, Avrupa daki bütün milletlerin, dünyanın en çok halkının folklor u çoktan toplanmış, yazılmış ve yayınlanmıştı. Kütüphaneler var ki içinde folklor a dair eserler, halk edebiyatı dergileri bulunur. Arapların ünlü millî masal kitabı Binbir Gece dedikleri eser, dünyada pek büyük ün kazanmıştır.. Sade Osmanlılar mı geri kalsın! Sade onların halk edebiyatı mı meydana çıkmasın! Olamaz efendiler olamaz! (Kunόs 1978: 32-33). Kùnos un 1800 lü yılların sonundaki bu sözleri, 1914 yılında folklor çalışmalarına başlangıç oluşturan bir makaleye imza atan Köprülüzade Mehmet Fuat tarafından Ulûm-ı içtimaiyyenin yeni fakat mühim bir şubesi olan folklor hakkında Avrupa da senelerden beri kitaplar, risaleler, mecmualar neşrolduğu her yerde muhtelif cemiyetler teşekkül ettiği halde, biz maateessüf hâlâ böyle bir şeyin mevcudiyetinden bile gafiliz cümleleriyle bu geç kalmışlık neredeyse aynen yinelenir. Mehmet Fuat ın, makalesini yazdığı yıllarda uluslaşma hareketleri Balkanlarda hız kazanmıştır. Balkanlardaki mevcudiyetimizi kanıtlamak amacıyla da folklor çalışmalarının yapılması gerektiğini düşünen Mehmet Fuat için folklor çalışmalarıyla elde edilecek ürünler milletin varlığını bütün beşeriyete ispat edebilecek veriler elde etmeyi de beraberinde getirir. Kùnos her ne kadar folkloru sadece halk edebiyatından oluşan bir disiplin olarak algılasa ve sözlü ürünler üzerine yoğunlaşsa da milliyet kaygılarıyla uzak durulan ancak etraflarındaki milletlerin birer birer bağımsızlıklarını elde etmeleriyle folklor çalışmalarına kayıtsız kalamayan Türk aydınına çalışmalarıyla önemli bir başlangıç oluşturmuştur. Kùnos un halk dilindeki söyleyişleri yerinde gözlemlemek amacıyla çıktığı derleme çalışmalarında bakış açısını dil ve sözlü ürünler üzerine yoğunlaştırması oldukça doğaldır. Bunun yanı sıra dönemin folklor çalışmalarında genel algının kaybolmadan, yok olmadan metin derlemek üzerine odaklanmasının kaçınılmaz bir sonucudur. Türk folklor çalışmaları açısından önemli bir diğer Macar bilim adamı halk müziği konusunda çalışma yapmak üzere Türkiye ye davet edilen etnomüzikolog Béla Bartόk tur. Atatürk ün emriyle Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde açılan Hungaroloji bölümünün başkanı Lászlό Rásonyi ile mektuplaşmaları sırasında Bartόk, Rásonyi nin Türkiye deki folklor ürünlerini derlemesi ve konferanslar vermesi konusundaki davetine olumlu yanıt verir 6 ve Mayıs 1936 da Ankara Halkevinden halk müziği derleme yöntemlerini anlatmak amacıyla resmî bir davet alır. Ekim ayına ertelenmesini istediği bu davet üç konferans 7, bir orkestra konseri, Türk halk müziği örneklerinin derlenmesi ve gelecekte neler yapılacağına yönelik söyleşilerin gerçekleştirilmesi biçiminde planlanır (Barışeri 1996: 14-18). Bartόk öncelikle İstanbul a gelir İstanbul Konservatuvarının arşivinde bulunan kayıtları inceler: Konservatuvardaki plakların tekniğin imkânları ölçüsünde mükemmel olduğunu gördüm... Çoğu köylü icracılarca doldurulmuş, çift yüzlü altmış beş plak vardı. Plak dizisi 1930 dan itibaren yayımlanmaya başlamış, so- 68

66 nunda toplam 130 kadar ezgi plağa alınmıştı. Bu çok büyük bir miktar olmamakla birlikte, bizim çift yüzlü sadece dört çok mütevazı Macar musikisi plak derlememizle karşılaştırıldığında olağanüstüydü. Türklerin hazırladığı derlemenin bir kusuru malzemenin sistemli bir biçimde seçilmemesindeydi. Bu tasarı uygulamaya konulmadan önce plağa alınan ezgilerin hiç biri mahallinde kaydedilmemişti, öyle ki neyin öncelikle önem taşıdığını, neyin kaydedilmesi gerektiğini de bir bilen yoktu. Plakların çoğunda, yolu İstanbul a düşen gezici musikicilerin malzemesi de kullanılmıştı. Bunlar, sırf gezip dolaşan musikiciler olmaları yüzünden, yerel bir nitelik taşıyan halk musikisinin hiçbir zaman gerçek kaynakları sayılamazlar. Derlemedeki ikinci hata musikinin de, güftelerin de kayıt sırasında yazılmamış olmasıydı. Güftelerin yazıya geçirilmemesi onarılmaz bir eksiklikti, çünkü, Türkiye yi ziyaretim sırasında gördüğüm gibi, kimi plaklardaki sözleri Türkler bile anlayamıyordu (Bartόk 1991: ). İstanbul Konservatuvarı tarafından kaydedilen malzemenin sistemsizliği, gezici musikicilerden kaydedilmesinden dolayı yerel nitelik taşıyan halk müziğini yansıtmaması ve güftelerin kayıt sırasında yazılmadığından deşifrelerinin zorluğu gibi teknik konularda eleştiriler getiren Bartόk tan, halk müziği konusunda çalışmalar yapan Türk araştırmacılara yöntem ve metot öğretmesi, bu anlamdaki Macar deneyimini aktarması beklenir. Türkiye ye döndükten sonra Macar Radyosunda Türkiye ye yönelik izlenimlerini anlatan Bartόk, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Hindemith in 8 yol göstermesi ve önerileri ile Avrupa örneklerine göre şehir müzik kültürlerinin planlamasına başladığını ancak Türk halk müziğinden oluşturulacak asıl Türk ulusal müziğinin genişletilmesi konusunda yol gösterici eksikliğinden dolayı Ankara Halkevi tarafından davet edildiğini belirtir (Tasnadi 2005: 220). Gezisi sırasında kendisine rehberlik ve tercümanlık yapmak ve güfteleri kaleme almak için eşlik eden Adnan Saygun un yanı sıra halk müziği derlemesinin nasıl yapıldığını görmek amacıyla Ankara Konservatuvarının iki kompozisyon hocası Necil Bey ile Ulvi Cemal Bey de eşlik ederler (Tasnadi 2005: 220). Bartόk, Adana, Mersin, Osmaniye, Çardak, Tecirli gibi yerleşim yerlerinde derlemeler yapar. Rahatsızlığı yüzünden ilk gün gerçekleştirmesi planlanan Çorum gezisini iptal eden Bartόk, Ankara da kalarak bu süre içerisinde 7 türkü derler. Türkiye deki kısa alan çalışmasına dair notları ölümünden sonra yayımlanır. Notlarının orijinal bir biçimde yer aldığı kitabında derleme çalışmalarının sonuçları hakkında samimi değerlendirmelerde bulunur. Bartόk kendisine eşlik eden Türkler için örnek oluşturabilecek bir derleme gezisi düzenlemeyi planladığını, ancak başarıya ulaşamadığı görüşündedir. Bartόk, derlemenin eksiklerini ve başarısızlıklarını ilk üç gün boyunca geçirdiği rahatsızlık, derlenen ezgiler konusundaki bilgilerin güvenilir olmayışı, soruların tercüman aracılığıyla icracılara yöneltilmesi, türkü söyleyen kadın icracı bulamayışları, ezgilerin plağa kaydedilmeyen kısımların güftelerinin yazıya geçirilmeyişi olarak sıralar (Barışeri 1996). 69

67 Bartόk un Türkiye ye geldiği yıllarda Macarların dilsel köken sorunu üzerine tartışmaları sona ermiştir. Macarların dilsel olarak Fin-Ugorlarla akraba olduklarına ilişkin bir uzlaşma sağlanmıştır. Dolayısıyla Bartόk un kısa süren derleme gezilerinde Türklerle akrabalığı ortaya çıkarmak ya da çıkarmamak gibi bir beklentisi yoktur. Bununla birlikte Bartόk alan çalışması sırasında Türk ezgileri ile Macar ezgileri arasındaki benzerliği şaşkınlıkla keşfeder: Kulaklarıma inanamadım. Aman Tanrım! Bu sanki eski bir Macar ezginin bir versiyonu gibiydi. Sevinçle hemen yaşlı Bekir in söylediği türkü ve çaldığı müziği tam iki banda kaydettim Bekir den dinlediğim ikinci türkü, yine bir Macar ezgisinin akrabası idi. Çok müthiş diye düşündüm kendi kendime. (Bartόk 1991: 123). Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde yerel müzikten hareketle Batılı standartlarda müzik anlayışının yerleştirilmesi oldukça önem taşıyan bir konudur. Türkiye de bu anlamda araştırmacıların deneyim eksikliği, yabancı bilim adamlarıyla aşılmaya çalışılır. Bartόk, alan çalışması için aslında oldukça kısa sayılabilecek bir zaman dilimini Türkiye de geçirir. Bu sürenin bir kısmında da rahatsızdır. Ancak yine de dönemin müzikologlarına örnek teşkil edebilecek nitelikte olmasa da sağlam ve güvenilir bir alan çalışması gerçekleştirdiği düşüncesindedir. Türkçeyi bilmemesi derleme çalışmalarında istediği başarıyı yakalayamamasının nedenlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Kendi ilgi ve merak alanları için Anadolu ya gelerek nispeten sistemsiz bir biçimde alan araştırması yapan Kùnos ile kıyaslandığında Bartόk, belki çok daha kısa bir sürede daha organize ve hedef odaklı bir derleme gerçekleştirir ve bu derleme çalışmasını Türk hükümetinin kendisinden beklentileri doğrultusunda yürütür. Yanında nasıl bir derleme çalışması yapılabileceğini izlemek amacıyla gönderilen müzikologlar vardır. Derlemede hangi aletlerin kullanılacağından hangi soruların yöneltileceğine kadar bütün süreci Bartόk yönlendirir. Sadece müzisyenliğiyle değil aynı zamanda müzik derlemelerinin nasıl yapılacağı konusundaki deneyimiyle bu konuda tecrübesiz olan Türk müzikologlar için önemli bir fırsattır: Güftenin yazılmaması epeyce şaşırttı beni. Yanımda bulunan Türkler, kendilerine bu eksiklikten söz ettiğimde, Önemli değil, bu eksikliği ne zaman olsa giderebiliriz; bir Türküz, plaktaki güfteyi anlarız, diyerek beni ikna etmeye çalıştılar. Pekâlâ bunu birazdan görürüz diye düşündüm içimden, sonra gramofona bir halk türküsü plağı koydum. Türklerden birinden güfteyi yazmasını rica ettim, ben de ezgiyi notaya geçirmeye başladım. Türk, plağı büyük bir dikkatle dinledi, ama güftenin kimi yerlerindeki kimi kelimeleri, hatta cümleleri çözemiyordu. Görüyorsunuz ya dedim, derleyici güfteyi doğrudan doğruya icracının ağzından yazmazsa neler olabiliyor! Nerede olursa olsun bu işi bundan böyle ihmal etmemeleri için uyardım onları. Öğüdümü tutup tutmadıklarını bilemiyorum (Bartόk 1991: 238). Türkiye de gerçekleştirdiği alan çalışmasıyla yöntem konusundaki eksikliklere dikkat çekmesine karşın, yabancı bir folklorcunun ait olmadığı kültür hakkında derinlemesine analiz- 70

68 ler yapamayacağı düşüncesi Bartόk un Türkiye ilgili çalışmalarının yayımlanmasından sonra dillendirilmeye başlanır. A. Adnan Saygun un Macaristan Bilimler Akademisi yayınları arasından çıkan Belá Bartόk s Folk Music Research in Turkey adlı kitabı ile Bartόk un Türkiye deki derleme gezilerine ilişkin ölümünden sonra yayımlanan kitabını karşılaştırması istenen Prof. Dr. Bülent Tarcan, Saygun tarafından yapılan değerlendirmeleri ve ilaveleri çok değerli ve öğretici bulur. Hiçbir Batılı ya da Türk olmayan müzikologun bu derecede (Adnan Saygun kadar) derinlemesine araştırma yapamayacağını belirten Tarcan, Bartόk un etnomüzikolojik incelemelerini Batı kafasıyla yapılan sathi ve sayısal toplamalardan öteye geçmeyen çalışmalar olarak nitelendirir (Hınçer 1976: 7966). Araştırma yapılan kültürden ayrı bir kültürden gelmenin gündelik yaşam içerisinde sıradanlaşan pek çok ayrıntının fark edilmesini sağlayacağı yönündeki düşünceler, Tarcan ın bu değerlendirmeleriyle alt üst edilir. Türk folkloru üzerine eserler kaleme alan bir diğer araştırmacı, Almanya dan Türkiye ye sığınmacı olarak gelen Sinolog Wolfram Eberhard dır yılında girdiği Berlin Üniversitesinde Çince ve sosyal antropoloji öğrenimi gören Eberhard, folklor disiplinine çok da yabancı değildir yılları arasında Ankara Üniversitesi nde Çin dili ve uygarlığı konularında dersler verir (Öztürk 2009: 3-6). Türkiye den ayrıldıktan sonra ve 1960 yıllarında tekrar Türkiye ye gelerek çalışmalarda bulunan Eberhard bu çalışmaları sonucunda Pertev Naili Boratav ile birlikte Typen Türkischer Volksmärchen i ve Minstrel Tales From Southeastern Turkey i 9 yayımlar. Yayımladığı bu iki kitabın dışında Eberhard, Türkiye deki folklor çalışmalarına ilişkin çeşitli yazılar da kaleme alır. Türkiye de daha çok sinolog ve tarihçi kimliğiyle tanınan Eberhard, Pertev Naili Boratav ile birlikte hazırladığı ve Almanca yayımlanan Typen Türkischer Volksmärchen adlı çalışmasıyla Türk masallarının uluslararası görünürlük kazanmasında rol oynamıştır. Eberhard, bu çalışmasıyla folklorun artık sadece malzeme derlemekten ibaret olmadığını, derlenen bu malzemelerden hareketle incelemelerin yapılabileceğini gösterir. Metin Ekici, Typen Türkischer Volksmärchen ile ilgili bir çevirisine verdiği dipnotta, Eberhard-Boratav kataloğunun hazırlanmasının temel nedeninin Aarne-Thompson katalogunun ilk basımında ilk basımı 1910 yılında yapılmıştır- Türk masallarına yer verilmeyişi olduğunu ifade eder. Aarne-Thompson katalogu Türk masallarını içerseydi buna yönelik bir kataloga ihtiyaç duyulmayacağını belirtir (Jason-Schnitzler 2000: 24). Bu katalogdan Türkiye de yapılan masalla ilgili yüksek lisans ve doktora tezlerinde sıklıkla yararlanılmasına karşın Türkçeye çevrisinin yapılmayışı büyük bir eksikliktir. Katalogun hazırlanış nedeni ne olursa olsun, Eberhard, Boratavla birlikte hazırladığı bu çalışmayla hem o dönemlerde Tarihî-Coğrafi Fin Yönteminin etkilerinin sürdüğünü gösterir hem de Türk masal tiplerinin uluslararası alanda dikkat çekmesini ve diğer ulusların masallarıyla karşılaştırmalar yapılabilmesini sağlar. 71

69 Eberhard, Güneydoğu Anadolu dan Âşık Hikâyeleri adlı 1951 yılında Çukurova Bölgesinde gerçekleştirdiği alan çalışmasına dayanan kitabında âşıklar ve âşık hikâyeleri üzerine derinlemesine değerlendirmelerde bulunur. Klasik metin derleme merkezli bir yaklaşım benimsemek yerine kaynak kişilere yönelen bir dikkatinin olduğu da görülür. Eberhard, hikâyeler üzerine incelemelerini gerçekleştirirken kuramlar ışığında hikâyeleri analitik bir biçimde inceler. Eberhard, folklorcu olmamasına rağmen aldığı sosyal antropoloji eğitiminin yardımıyla ve Türkçeyi bilmesinin sağladığı kolaylıkla Türk folklorundaki metin derlemelerinin bir basamak daha üstüne çıkarak derlenen metinler üzerine kuramsal bakış açıları geliştirilmesinin gerekliliğini de göstermiştir. Türk folklor ürünlerini dünyaya tanıtan bir başka yabancı araştırmacı da Warren Walker dır yıllarında Fullbright bursu ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesine gelen Warren Walker burada Ahmet Edip Uysal ile tanışır. Uysal ile birlikte derleme çalışmaları gerçekleştiren Walker, Uysal ın Amerika ya gelişi ve kendisinin tekrar Türkiye ye gelişiyle birlikte bu derlemelerin sayısını çoğaltır yılında elde edilen malzemelerin Texas Üniversitesi Kütüphanesinde bir arşiv hâline getirilmesine karar verilir. Türkiye de gerçekleştirilen alan çalışması sırasında alınan ses kayıtları metin hâline getirilir ve İngilizceye çevrilir (Sakaoğlu 1974: 6982). Uysal-Walker Archive of Turkish Oral Narrative, sözlü gelenekte yaşamakta olan masal, halk hikâyeleri ve fıkraları toplar. Türk folkloru ile ilgilenen ancak Türkçe bilmeyen araştırmacılar için önemli bir kaynak niteliğindedir (Toygar, 1974: 6859). Toygar, Eberhard ın Türkiye de gerçekleştirdiği yaklaşık 20 banttan oluşan Türk halk hikâyeleri ve destanları koleksiyonunu da bu arşive bağışladığını belirtir (Toygar, 1974: 6859). Türk Öyküleri Sandığı olarak da bilinen Uysal-Walker Arşivi nin temelde hizmet ettiği alan, Türk folklorundaki sözlü anlatıların Türkçe bilmeyen ya da Türkiye ye gelme fırsatı olmayan araştırıcılara kaynaklık etmektir. Ahmet Edip Uysal ve Warren Walker ın bireysel merak ve heyecanlarının ürünü bir arşiv olarak görülse de Warren Walker, Türkiye yi folklor konusunda stratejik bir noktada görmektedir: Türkiye Avrupa ve Asya arasında bir kara köprüsü olduğundan 6000 yıldan daha fazla bir süredir imparatorluğun kavşağıdır. Pek çok medeniyet ve kültürden insanlar, sadece bu kara parçasına değil aynı zamanda halk hafızasına da izler bırakmışlardır. Dünyadaki diğer pek çok ülkeden ziyade Türkiye de görünüşte yeni sayılan pek çok folklor ürünü gerçekte çok eski olabilir. İslam öncesi, Hristiyanlık öncesi ve hatta Klasik dönem öncesi temalar ve motifler, Türk masallarında yüzeye çıkar (Walker 1991: 175). Walker ve Uysal, arşivde de yer alan derlemiş oldukları 65 kadar halk hikâyesini ve bir miktar fıkrayı Tales Alive in Turkey adıyla 1966 yılında yayımlarlar. Warren Walker ın eşi Barbara Walker da Türk halk hikâyelerini İngilizce ve resimli olarak yabancı çocukların okuması için A Treasury of Turkish Folktales for Children adıyla kitap hâline getirir. Walker ve Uysal 72

70 tarafından hazırlanan Tales Alive in Turkey eseri hakkında bir değerlendirme yazan İhsan Hınçer in aşağıdaki ifadeleri başka bir dilde Türk sözlü ürünlerinin yayımlanmasına yüklenen anlamları göstermesi açısından dikkat çekicidir: çok geçmeden Türk halk hikâyelerinin Keloğlan, Köse, Bektaşi ve Köroğlu gibi sempatik karakterleri Amerikan ve İngiltere de günlük kelimeler arasına girecektir. Bunların tanınması ile beraber Türk mizahı ve Türk karakteri anlaşılacak ve bugün Orta Doğunun en önemli devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin nasıl meydana geldiği açıklanmış olacaktır Türk halk hikâyelerinin İngiliz dilinde geniş bir şekilde yayımlanması ile İngiltere ve Amerika da Türkiye hakkında müsbet düşünceler yerleşecek ve Türkün zengin mizahı, şakacı tabiatı, realist ve iyimser hayat görüşü daha geniş bir şekilde tanıtılabilecektir (Hınçer 1967: ). Uysal ve Walker ın Türk sözlü ürünlerinden oluşan bir arşiv kurma çabaları, Kunόs un Türk sözlü ürünlerini kayıt alma çabasıyla paralel bir çizgide görülebilir. Ancak Türk folklorunda gelinen noktaya bakıldığında, Türk aydınına folklorun önemli ve gerekli olduğunu göstermeye çalışan bir yabancı folklorcudan Türk folklorunun ürünlerini diğer ulusların dikkatine sunmaya çalışan bir yabancı folklorcuya doğru dönüşümün olduğu görülür. Türk folklor çalışmaları konusunda yabancı folklorcular açısından değişmeyen tek şey, Türk folklorunun ve sözlü ürünlerinin zenginliği konusudur. Osmanlı Devletinin son dönemlerinde ve cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarındaki yabancı folklor araştırmacılarına bakıldığında, milliyetçilik düşüncesinin yaratacağı tehlikeler nedeniyle uzak durulan bu alana ilk dikkat çekenlerin yabancı folklorcular olduğu görülür. Kùnos, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde gerçekleştirdiği derleme çalışmalarında yaptığı işin önemi ve gerekliliği konusunda Osmanlı aydınları ile fikir ayrılıklarına düşer ve sözlü kültürün derlenmesine ve basılı hâle getirilmesine sürekli bir vurgu yapar. Osmanlı Devleti içerisindeki ulusların yavaş yavaş bağımsızlıklarını elde etmeleri ile birlikte, bir Türk kimliği arayışı başlar. Nitekim 2. Meşrutiyetin ilanıyla başlayan halka doğru hareketinin Cumhuriyetle birlikte ivme kazandığı görülmektedir. Halka doğru gitmek, yani öncelikle halkın zengin, öz kültürünü keşfetmek daha sonra da bu kültürü işlemek ve çağdaş medeniyetlerin seviyesine ulaşmada bir aracı olarak kullanmak fikri cumhuriyetin ilk yıllarında belirginleşir. Ancak bu kez de bu konuda belli bir bilgi birikimine sahip insan yokluğu yani metotsuzluk konusu gündeme gelir. Yabancı folklorculara olan ilginin ikinci dönemi yol gösterici ya da metot eksikliği olarak ifade edilebilecek alanda ortaya çıkar. Bu eksiklikler ilk etapta çeviriler yoluyla aşılmaya çalışılır. Folklor teriminin anlamı ve diğer bilim dallarıyla ilişkilerini içeren disiplini tanıtıcı çevirilerin yanı sıra derleme gezilerinin önem kazandığı ve derlemelerde sorulacak sorulara dair kılavuzların hazırlandığı görülür. Bu kılavuzlardaki soruların da Batılı bilim adamların eserlerinden hareketle oluşturulduğu dikkati çeker. Çeviri sorularla derleme çalışmaları gerçekleştirilmesi sonrasında eleştirilir: 73

71 Çoğu halde yabancı kaynaklardan çevrilmiş anket soruları ile yapılacak derlemelerin, ileride bizi folklorun bütün sorunlarıyla karşılaştıracağını sanıyorlar. Halbuki ilerde yapacağımız sentezler ve yorumların daha başlangıçta düzenleyeceğimiz soruşturma ve derleme aşamasında alınması gereken tedbirlerle sıkı bir bağlantısı vardır (Alangu 1969: 5). Yabancı folklorcuların derleme konusundaki deneyimlerinden bizzat kendilerinden de yararlanılmıştır. Bartόk un Türkiye ye davet ediliş gerekçesi budur. Türk folklorunun ilerleyen dönemlerinde elde edilen ham folklor malzemelerinin analizi konusu ön plana çıkar. Eberhard ın Türk folklor çalışmaları tarihi açısından önemli iki eseri de hem Türk sözlü ürünlerinin uluslararası camiada tanınırlığına hizmet eder hem de dünyadaki folklor çalışmalarındaki eğilimler ve teorilerden beslenir. Walker ın Edip Uysal ile oluşturduğu arşivle Türk sözlü ürünleri artık yalnızca Türkçe bilen araştırmacıların dikkatine değil, İngilizce bilen araştırmacıların dikkatine de sunulur. Bu arşiv ile birlikte Türk sözlü ürünlerinin dünya çapında tanınırlık sağlayacağı düşünülür. Bu tanınırlık akademik anlamda bir tanınırlıktan ziyade popülerleşme beklentisi de içerir. W. Walker ve Barbara Walker Türk sözlü anlatılarını içeren popüler yayınlara da imza atarlar. Köprülüzade Mehmet Fuat ın Garp ilim irfanına Türk Folklorunu tanıtmak vazifesi tabiatiyle Türk mütefekkirlerinin uhde-i mes uliyetine terettüp ediyor. Bu tarzı mesai Türk milletine edilecek hizmetlerin belki de en mühimidir kaynak cümleleriyle Türk sözlü ürünlerinin farkında olmayan Türk araştırmacıların folklor çalışmalarına ilgisini çekmek ve onları motive etmek amacıyla yüklediği Türk folklorunu tanıtma vazifesi, yabancı folklorcular tarafından da üstlenilir. Yabancı folklorcuların dışarıdan bakışla yaptıkları çalışmaların analizi, Türk folklor tarihinde yaşanan dönüşümleri anlamada önemli veriler sağlayacaktır. NOTLAR yılında Fransa da Arnold van Gennep tarafından yayımlanan Le Folklore başlıklı kitap, öncelikle Ankara Halkevi tarafından çıkarılan Ülkü dergisinde parça parça yayımlanmış daha sonrasında ise 1939 yılında kitap hâline getirilmiştir. Kitaba yazdığı kısa ön sözde Pertev Naili Boratav, Avrupa da bu ilmin (folklorun) edindiği yeni tecrübeler, gerekse memleketimizin folklor mevzularının tetkikindeki hususi şartlar göz önünde tutularak folklorun umumi meselelerini ve metodunu, kısa ve herkes için anlaşılabilecek şekilde toplayacak yerli bir eser meydana getirilinceye kadar bir boşluğu dolduracaktır sanıyorum; bundan dolayı tercümesini yararlı buldum sözleriyle folklor konusundaki bilgi ve metot eksikliğimiz den dolayı çeviri eserlerden yararlanma gerekliliğine dikkat çeker. 2 Köprülü nün Konya şarkıları üzerine çalıştığını belirttiği, Türkçe yazılışla ismini verdiği kişi, Alman Friedrich Giese olmalıdır. Giese, Alman Türkolog Georg Jacob un etkisiyle Türkoloji çalışmalarına yönelmiş ve yılları arasında İstanbul Alman Lisesi nde öğretmenlik yaptığı sırada Anadolu da araştırma gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerde Anadolu Türkçesi ve yöresel ağız farklılıklarına eğilmiştir. 3 Arzu Öztürkmen Türkiye de Folklor ve Milliyetçilik adlı kitabında Abdullah Uçman da Rıza Tevfik in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri adlı kitabın girişinde halk edebiyatına ilişkin ilginin Tanzimat tan sonra XIX. yüzyılda çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi halk edebiyatları ile ilgili çalışmaların ardından bilhassa I. Kùnos, Radloff Van Gennep gibi batılı Türkologların Türk halk edebiyatı ve kültürü üzerine eğilmelerinden sonra gerçekleştiğini belirtir (Uçman, 1982: 9-10). Bilinen literatürün 74

72 tersine Edit Tasnádi, Macar Balázs Orbán ın Gözüyle 19. Yüzyıl Türk Folkloru başlıklı yazısında Ignác Kùnos tan önce Osmanlı devleti sınırları içerisinde Türk âdet ve geleneklerine dikkat çeken ve halk bilimci olarak nitelendirdiği Macar Balázs Orbán ın Türk folklorcular tarafından değerlendirilmeye layık olduğunu belirtir. Ancak Ignác Kùnos un derlemelerdeki dikkati ile Orbán ın Doğu da Gezi ismi ile yayımladığı altı ciltlik seyahatnamesi arasında bir fark olduğu da açıktır (2006: ). 4 Ignác Kùnos Osmanlı Devletindeki çalışmalarına başlamadan 1868 yılında Londra da çıkan Hürriyet Gazetesinde yayımladığı Şiir ve İnşa başlıklı yazısında Ziya Paşa, bizim tabiî olan şiir ve inşamız taşra ahalileri ve İstanbul ahalisinin avamı beyninde hâlâ durmaktadır sözleriyle avamın edebiyatının olabileceğine yönelik bir çıkarımda bulunur. Yaklaşık altı yıl sonra bu görüşlerinden vazgeçse de aynı zamanda divan edebiyatının önemli bir temsilcisi olan Ziya Paşa nın bu görüşleri dönemi için oldukça önemlidir (Oğuz, Öcal. Araştırmaların Tarihi, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayını, 2013). 5 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Szilárd Szilágyi, Ignác Kùnos Türk Folklor Araştırmalarında Bir Öncü. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Rásonyi, Bartόk un davet edilişini şöyle anlatır: 1934 te Ankara da düzenlenen Türkoloji Kongresine katılıp bildirimi sundum. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ün direktifiyle o sıralar inşa edilmekte olan Ankara Üniversitesinde, Türk Macar ilişkilerini araştıracak Hungaroloji kürsüsünü kurmakla görevlendirildim. Kürsü başkanlığımın başlangıç tarihi 1935 sonbaharı idi. Yazın, sömestr başlamadan önce, Türkiye nin geniş Anadolu bölgelerinde sık sık yaptığım yolculuk sırasında, türkü söyleyen köylülere de rastlıyordum. Amatör müzisyen viyolonselci- olduğumdan bazı ezgiler dikkatimi çekti. Bunları çok eski türden pentaton yapılı türküler sandım. Bartόk, çalışmalarını bir yıl önce yayımlanmış Halk Müziğimiz ile Komşu Halkların Halk Müziği adlı eserini tanıyordum. Anadolu gezisinden döndüğümde Budapeşte Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden okul arkadaşım, eski dostum, o sıralarda Türkiye Müzeleri Genel Müdürü ve üstelik Atatürk ün fikir kurmayından olan Hamit Zübeyr Koşay ı ziyaret ettim. Sohbetlerimizde Bartόk a gönderdiğim ilk mektupta da onun hakkında yazdığım gibi- kamuca bilinen Macar müziğinden, yani halk tarzı şarkılardan başka, daha eski ve daha öz bir Macar halk türkü grubunun da varlığına büyük ilgi gösterdi, bu türkülerin, duygulanarak ve biraz utanarak bana çaldığı Başkurt ezgileri ile ilişkileri olduğunun dışlanamayacağını kavradı. Okuması için Bartόk un Halk Müziğimiz ile Komşu Halkların Müziği adlı eseri ile Bence Szabolcsi nin Etnographia dergisinde çıkan Macar Halk Müziğinde Göçler Zamanı başlıklı makalesini ona verdim. Tahminim bunlar dostum Hamid in ilgisini çekmiş ve halk müziği araştırmalarının altını çizerek, bu bilgileri Atatürk e aktarmıştır. Atatürk de ilgilenmiş ve Bartόk u davet etme talimatı vermiştir. (Edit Tasnádi, Béla Bartόk ve Türkiye de Halk Türküleri Derlemeleri. Folklor/ Edebiyat, cilt 11, Sayı 42: sf. 218) 7 Konferansların ilki Macar folklorunun özellikleri ve Türkiye deki benzer halk türküleriyle ilgisi, ikincisi halk melodilerinin derleme çalışmalarındaki sebep ve bunların ilim dünyasına sağlayacağı faydalar, üçüncüsü de halk müziğini derlemede kullanılacak metotlar ve yapılması gereken çalışmalar dır (Barışeri, 1996: 19). 8 Paul Hindemith, Atatürk tarafından müzik eğitimini yeniden düzenleme konusunda 1935 yılında Türkiye ye davet edilen ve Ankara, İzmir ve İstanbul da gözlemler yapan Alman asıllı Amerikalı bestekârdır. Hindemith hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. İlke Karcılıoğlu, Paul Hindemith in Didaktik Yönü Müzik Dili ve Armoni Anlayışı. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi: Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzik Anasanat Dalı, Kompozisyon Programı, Bartόk, halk müziği derlemeleri konusunda yol gösterici eksikliğinden Türkiye ye davet edildiğini belirtse de Hindemith tarafından çalışma yöntemi açısından eleştirilir. Türkiye deki derleme gezileri sırasında ona eşlik eden Adnan Saygun, Hindemith in Bartόk un derleme seyahatleri ve tekniği konusundaki eleştirilerini şöyle özetler: Hindemith, Bartok un bazı noktalara göre tevsi ve tashih etmek lazım geldiğini ileri sürüyor. Daha ziyade, Bu işler için kullanılacak cihazların tercihinde fikir yürüterek, Béla 75

73 Bartόk un teklif ettiği cihazın en güzel insan sesini karga gaklamasına çevirdiğini bildiriyor.. ve bir sandık içinde kolayca taşınabilecek yeni ses alma makinelerinin daha elverişli olduğundan bunların tercihi tavsiyesinde bulunuyor. Bartόk, Edison fonograflarını tavsiye ederken o cihazın eksik olduğunu çok iyi biliyordu. Ama Hindemith in tavsiye ettiği elektrikli, akümülatörlü cihazların da bir folklorcuya elvermediğini görüyordu. Folklorcu, dağ dağ, oba oba dolaşır; ayağına getirmez, ayaklarına gider; gittiği yerlerde mümkün mertebe uzun kalarak orayı tam manası ile tarar. Halbuki elektrikli cihazlarda bu mümkün olamıyacağı gibi, akümülatörlü cihazlarda, akümülatörün kısa bir zamanda boşalması, bozulması, bir teknisyene ihtiyaç göstermesi gibi mahzurlar vardır İşte bütün bu mülahazalar yüzünden Bartόk, Edison fonografını hem kullanmış, hem tavsiye etmiştir. Bu cihazın mühim mahzuru, sazı ve sözü aynı zamanda güçlükle zapt edebilmesidir. Hindemith in bundan bahsetmeyip de sesi çirkinleştirdiğini ileri sürmesi çok gariptir. Çünkü folklorcu topladığı türküleri satışa çıkaracak bir tüccar olmadığından, sesin biraz çirkinleşmesi büyük bir mahzur teşkil etmez. Balmumu üstuvanelerin uzun müddet dayanmamasına gelince: Avrupa memleketlerinde bunun çaresi bulunduğuna göre bizde de bulunabilir sanırım. (s ) Gülper Refiğ. A. Adnan Saygun ve Geçmişten Geleceğe Türk Mûsıkîsi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, Eberhard ın bu kitabı 2002 yılında Prof. Dr. Fikret Türkmen in proje yöneticiliğini yaptığı Türk Dünyası Destanlarının Tespiti ve Türkiye Türkçesine Aktarılması ve Yayımlanması projesi kapsamında Müfide Kocaoğlan Van Der Hoeven tarafından çevrilerek Güneydoğu Anadolu dan Âşık Hikâyeleri adıyla yayımlanır. Eserin önsözünde çalışmasını monografi olarak niteleyen bölgedeki âşık hikâyelerinin ayrıntılarıyla vermek yerine tipik bir örneğini oluşturduğunu ifade eden Eberhard, bölgede daha önce yapılan çalışmalarla kaydedilmiş ve basılmış metin sayısının azlığından belirli bir metin karşılaştırmasının yapılamadığını ifade eder. Bkz. Müfide Kocaoğlan Van Der Hoeven, Güneydoğu Anadolu dan Âşık Hikâyeleri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. KAYNAKLAR Alangu, Tahir. Gözü Kapalı Folklor Derleyicisi. Folklor, S. 1, 1969: 5-6. Barışeri, Nurtuğ. Bela Bartok un Türkiye deki Çalışmaları ve Türk Halk Müziği İle Macar Halk Müziği Arasındaki İlişkilerin Araştırılması. (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı, Bartok, Béla. Küçük Asya dan Türk Halk Musikisi. (Çev. Bülent Aksoy). İstanbul: Pan Yayıncılık, Baykurt, Şerif. Türkiye de Folklor. Ankara: Kalite Matbaası, Hınçer, Bora. Kitaplar Arasında: Bela Bartok s Folk Music Research in Turkey. Türk Folklor Araştırmaları, 1977: Hınçer, İhsan. Kitaplar Arasında: Tales Alive in Turkey. Türk Folklor Araştırmaları. S. 220, 1967: Jason, H-O. Schnitzler. İki Masal Tipi Katalogunun Karşılaştırmalı Listesi: Eberhard- Boratav: Türk Masallarının Tip Katalogu (TTV=EB) ve Aarne-Thompson: Masal Tipleri Katalogu (TF=AT). (Çev. Metin Ekici). Millî Folklor Dergisi, S: 46, 2000: Kunόs, Ignác. Türk Halk Edebiyatı. (Hzl. Tuncer Gülensoy). İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser, Oğuz, M. Öcal, Araştırmaların Tarihi. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayını, Öztürk, Murat. Türk Tarihine Katkıları Yönüyle Prof. Dr. Wolfram Eberhard ( ). Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Öztürkmen, Arzu. Türkiye de Folklor ve Milliyetçilik. İstanbul: İletişim Yayınları, Sakaoğlu, Saim. Türk Folkloruna Hizmet Edenler: Barbara K. Walker-Warren S. Walker. Türk Folklor Araştırmaları. S. 298, 1974: Tasnádi, Edit. Béla Bartόk ve Türkiye de Halk Türküleri Derlemeleri. Folklor/Edebiyat. cilt 11, Sayı 42, 2005: Toygar, Kamil. Türk Folklor Arşivleri: Uysal- Walker Sözlü Türk Halk Hikâyeleri Arşivi. Türk Folklor Araştırmaları. S. 294, 1974: Walker, Warren. Turkish Oral Tradition in Texas: The Archieve of Turkish Oral Narrative. Oral Tradition. 1991:

74 TÜRK FOLKLOR TARİHİNDE GİZLİ KALMIŞ BİR MANİFESTOCU: ABDÜLAZİZ BEY VE KÜLTÜR KORUMA YAKLAŞIMI A Manifestoist Obscured in Turkısh Folklore History Abdulaziz Bey and His Cultural Preservation Approach Emine ÇAKIR* ÖZ 19. yüzyılın siyasi çalkantılı dönemi, Avrupa da olduğu gibi Osmanlı topraklarında da toplumsal değişim, dönüşüm ve kültürel çözülmeleri beraberinde getirmiştir. Eritme potasındaki değişimi fark eden aydınların bu konudaki ortak refleksi, milliyetçilik inşa temelli olup kültürel kodun taşıyıcısı olarak gördükleri folklor ürünlerine sarılmak ve onları korumak amacıyla bir an evvel tespit ve derleme çabası içine girmek olmuştur. Türkiye de folklor çalışmalarının yaklaşık iki yüz yıllık geçmişi düşünüldüğünde, Tanzimat tan Cumhuriyet e kadar geçen sürede folklor a dair ilk yazıları kaleme alan Ziya Paşa, IgnacsKunoş, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi düşünce adamlarının eserlerinde, kültürü koruma meselesine bu refleksle yaklaştığı, tespit ve derleme odaklı eylemde bulundukları görülecektir. Çalışmada ilk dönem düşünürlerin çağdaşı olan; fakat Türk halk bilim tarihinde ismi hemen hemen hiç zikredilmeyen Abdülaziz Bey ( ) ve onun 20.yy ilk çeyreğinde tamamladığı Âdât ve Merasim-i Kadime, Tabirât ve Muamelât-ı Kavmiye-i Osmaniye adlı eserinden hareketle kültür koruma kavramına nasıl yaklaştığı, onu ereksel açıdan dönemindekilere ve günümüz düşünürlerine yaklaştıran ya da ayıran görüşleri üzerinde durulmuştur. Abdülaziz Bey, çoğu zaman dönemindekiler gibi kültür koruma konusuna tespit ve derleme odaklı bakarken, kimi zaman da temsil ve sunum u ima eden görüşleriyle günümüz kültür koruma düşüncesine yaklaşmaktadır. Bu açıdan bir ayağı geçmişte, bir ayağı ise gelecekte olan Abdülaziz Bey in, kültür koruma yaklaşımları eşiğinde başat bir düşünür olduğu söylenebilir. Ayrıca, Türkiye de folklorun tarihsel sürecinden bahseden kaynaklarda, Abdülaziz Bey ve eserinden bahsedilmemesi bu eserin Türk Halk Bilimi Tarihi açısından incelenmesini ve bugünün perspektifinden okunmasını gerekli kılmaktadır. Anahtar Kelimeler Türk folklor tarihi, Abdülaziz Bey, kültür koruma. ABSTRACT The turbulent political period of the 19th century gave way to social change, transformation and cultural dissolution in Ottoman soil as well as in Europe. The shared reflex of intellectuals who recognized the change in the melting pot was one based on nationalism and it entailed embracing folkloric products that they viewed as bearers of cultural codes and at once setting out on an enterprise of discovering and collecting in order to protect them. When the two hundred year old history of folkloric studies in Turkey is taken into account, it will be seen in the works of thinkers such as Ziya Paşa, Ignacs Kunos, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Rıza Tevfik Bölükbaşı, who penned the first texts on folklore during the period between Tanzimat and the Republic, that the issue of cultural preservation is treated with this reflex, and the focus of action is adjusted on discovery and collection. In this work, by inquiring into Abdülaziz Bey ( ), a contemporary of the early period thinkers, though very rarely cited in the history of Turkish folklore, and his work titled Âdât ve Merasim-i Kadime, Tabirât ve Muamelât-ı Kavmiye-i Osmaniye, his approach to the concept of cultural preservation and his views that from a teleological perspective draws him to or differentiates him from today s thinkers are examined. Abdülaziz Bey, while for the most part viewing the issue of cultural preservation with focus on discovery and collection, also at times draws on today s current conception of cultural preservation with his views indicating representation and presentation. From this point of view, it can be said that Abdülaziz Bey, with one foot in the past and one foot in the future, is a prominent thinker at the onset of cultural preservation approaches. Furthermore, there being no mention of Abdülaziz Bey and his work in the resources in Turkey about the historical process of folklore makes it necessary that this work be researched in terms of Turkish Folklore History and studied from today s perspective. Key Words Turkish folklore history, Abdülaziz Bey, cultural preservation * Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Halk Bilimi Bölümü Araştırma Görevlisi, eminecakir@gazi.edu.tr 77

75 Dünyanın en meraklı folkloru Türk ilinde bulunur. Selim Sırrı Tarcan, 1922 (Öztürkmen, 2009: 15) 19. yüzyılın ilk çeyreğinde milliyetçilik temelli folklor çalışmaları, sadece Avrupa yı değil, Türk toplumunu da yakından etkilemiş ve bu tesir kültürel değişim, dönüşüm ve çözülmeleri de beraberinde getirmiştir. Bu değişime karşı aydınların ilk refleksi ise kültürün korunması amacıyla bir an evvel tespit, derleme ve arşivleme faaliyetlerine girişmek olmuştur. Tanzimat ın ilanından Cumhuriyet in ilanına kadar geçen yaklaşık yüz yıllık bu dönemde Türkiye de, folklor a yönelik ilk yazıların satır aralarında ve oluşumlarda bu refleksi açıkça görmek mümkündür. Folklor malzemesinin derlenerek korunacağı düşüncesi, Avrupa da olduğu gibi o dönem Osmanlı topraklarında hissedilen romantik milliyetçi bakışın bir sonucudur. Toplumsal değişimi fark eden Osmanlı aydınları, âdeta yangından mal kaçırma düşüncesiyle hareket ederek, folklor unsurlarını kurtarmak amacıyla derlemeyi zorunlu ve birinci erek edinmişlerdir. O dönem düşünürlerin hemen hemen hepsinin kültürü koruma meselesindeki genel eğilimleri, kültürün ancak derlenerek ve yazıya geçirilerek korunacağıdır. Türkiye de folklorun bir disiplin olarak kabul edildiği ve folklor terimin ilk defa kullanıldığı 1913 yılından günümüze kadar geçen yüz yıllık sürede ise, kültürün derlenerek arşivlerde yerini almasının gerçek bir koruma olamayacağı anlaşılmış ve araştırmacılar tarafından bu konu tartışılmaya başlanmıştır. Günümüzde, kültürü koruma algı ve yaklaşımı derlemenin çok ötesindedir. Bugün gerçek bir kültürel koruma sürdürülebilirlik esaslı olup, ancak yaşatarak ve aktararak gerçekleşebileceği görüşü benimsenmektedir. M. Öcal Oğuz dan alıntılayacak olursak UNESCO nun SOKÜM Sözleşmesi ne göre günümüzde koruma terimi, somut olmayan kültürel mirasın yaşanabilirliğini güvence altına alma anlamına gelmektedir (2005: 164). Yine bu kapsamda Metin Ekici nin halk bilim çalışmalarında ilk boyut tespit, ikinci boyut derleme ve üçüncü boyutta temsil ve sunum dur (2003: 72) diyerek ifade etmesi, günümüz koruma yaklaşımını vurgulaması açısından önemlidir. Özetle kültürü koruma noktasında geçmişten günümüze iki farklı bakış açısı oluştuğu söylenebilir: Tespit edilen bilgiyi derledikten sonra yazıya geçirmek, tasniflemek ve arşivlemek yani dondurarak korumak, diğeri ise tespit edilen bilgiyi derledikten sonra aktararak, uygulayarak yani yaşatarak korunmak. İkinci görüş, birinci görüşü kapsamakla birlikte sürdürülebilirlik ilkesiyle tamamıyla ilk görüşten ayrılmaktadır. Türk halk bilimi tarihi açısından ilk dönem yazı ve oluşumlarında kültürün korunması amacıyla tespit, derleme, kaydetme ve arşivlemeye yönelik teşvik ve söylemlerin olması elbette çok önemlidir. Türkiye de folklor terimin ilk kez kullanıldığı, tartışıldığı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri adlı eserini tamamlayan ve Türk halk bilimi tarihi içinde çok önemli bir yere sahip olmakla birlikte ismi çok da zikredilmeyen Abdülaziz Bey ( ) in kültürü koruma meselesi karşısında takındığı tavır, bu 78

76 çalışmanın konusudur. Dönemi içinde özellikle Abdülaziz Bey in seçilmiş olması, onun kültür koruma meselesine çoğu zaman çağdaşlarıyla aynı yerden bakarken, kimi zaman da günümüz düşünürleriyle aynı yerden bakmasından kaynaklanmaktadır. Kültürü koruma konusunda bir ayağı geçmişte diğer ayağı ise gelecekte olan Abdülaziz Bey, tam da bu açıdan kültür koruma yaklaşımları eşiğinde bulunduğu söylenebilir. Düşünceleriyle dönemindekilerden bir adım önde olduğu söylenebilecek Abdülaziz Bey hakkında, Mustafa Gültekin in Abdülaziz Bey in eserini tanıtıcı mahiyette kaleme aldığı yazısında ifade ettiği gibi Abdülaziz Bey in, eserine yazdığı Mukaddime-i Kitap ta yer alan görüşleri, Türk halk bilimi çalışmaları açısından bir manifesto niteliği taşımaktadır. Yazarın, günümüzde sözlü ve yazılı kültür olarak adlandırdığımız kavramları, yazılı eser ve atasözleri nin vasfında tartıştığını ve yazılı kültür kadar sözlü kültürün de önemli olduğunu idrâk ettiğine dikkat çeker (2004: 228). Abdülaziz Bey in eserinde dile getirdiği görüşlerini kültür koruma yaklaşımı bağlamında tartışmadan evvel, kendisiyle aşağı yukarı aynı dönemde yaşayan düşünürlerin eserlerinden hareketle kültür koruma algısına yer vermek daha sağlıklı mukayese yapılmasını sağlayacaktır. Böylece dönemindeki düşünürlere yaklaşan ve ayrılan yönleri daha açık bir şekilde görülecek ve çalışmanın merkezine Abdülaziz Bey in neden alınmış olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Abdülaziz Bey in eserinden yaklaşık elli yıl kadar önce, Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye de 2000 kadar Türkçe atasözünü toplayıp yayımlayan Tanzimat dönemi düşünürlerinden biri olan Şinasi nin bu çalışmada kültür koruma algısı, onun toplayıcı ve derleyici tavrının bir göstergesidir yılında Müntehabat-ı Durûb-ı Emsâl-i Türkiye adlı atasözü kitabını ve 1876 yılında Lehçe-i Osmani adlı sözlüğü yine bu kaygıyla derleyen Ahmet Vefik Paşa nın da korumaya yaklaşımı derleme odaklıdır. Türk folklor tarihinde, ortaya koyduğu fikirlerden dolayı zikredilmesi gereken bir diğer kişi de Ziya Paşa dır. Türk halk edebiyatı çalışmaları tarihinde yer almasını sağlayan en önemli çalışması Şiir ve İnşa adlı makalesinde ifade ettiği Vah bize, yazık bize yakarışıyla kendisinde bir uyanış ve yönelişin olduğu fark edilen Ziya Paşa, bu makalede, Osmanlı nın gerçek şiirinin ne olduğu sorunsalından hareketle düşüncelerini ortaya koymaktadır. Örnekleme ve karşılaştırma yoluna giderek bizim olanın ne olduğunu tartışarak farkındalık yaratmaya çalışır. Ziya Paşa nın bu tavrı aynı zamanda folklora yönelen milliyetçi bakışın da bir sonucudur. Bizim şiir ve inşamız, hâlâ İstanbul ve taşra ahalilerinin beyninde yaşamaktadır. Kitâbet-i milliye odur ki, eli yazı tutan zihnindeki muradını iyi kötü kâğıt üzerine koymalı. (Ziya Paşa dan aktaran, Oğuz 2010: 463). Ziya Paşa, Bizim olanın ne olduğunu tespit ettikten sonra yapılması gerekenin eli kalem tutan ellerin bunları kaydetmesi gerektiğini vurgular. Böylece kültürün koruması konusuna çağdaşları gibi yaklaştığı anlaşılmaktadır. Kültürü korumada derleyip kaydedici tavrı benimseyen bir diğer düşünür ise Ignacs Kunoş tur. Boratav, Türk halk edebiyatını bir bilim dalı olarak ele alan ve folklor mahsullerinin bir millet için arz ettiği öneme 79

77 değinen ve Türk halk biliminin ilk temel taşını koyma şerefine sahip Macar bilgini (1999: 16) olarak nitelendirdiği Kunoş un, 1880 lerin başında, Rumeli ve Anadolu coğrafyasında Türk folklorunun varlığını tespit ve kaydetme girişimi, o dönemde Türk folklor çalışmalarında ilk sorgulayıcı ve bilinçli çaba olarak görülebilir. Kunoş un dile getirdiği aşağıdaki ifadeler, bunu gösterir niteliktedir: İşte efendiler, bu Türk (Osman Paşa) Türkiye tarihinin yas tutulmuş bir yaprağıdır. Kim bilir eğer ben Macaroğlu kulunuz, bu Plevne beyitlerini kırk üç sene önce işitmemiş ve saklamamış olsaydım, belki şimdiye kadar büsbütün unutulur giderdi. Hamdolsun ki kulağıma erişti... Bu mukaddes hediyeyi sizlere veriyorum ( Kunos, 2001: 28). Kunoş un da kültürü koruma anlayışı çağdaşları gibi derleme ve kaydetme odaklıdır. Onun, koruma kelimesini saklama kelimesiyle ifade etmesi bunu ispatlamaktadır. Dursun Yıldırım a göre, Türkiye de folklora dair ilk yazılar ve tanıtıcı mahiyette kaleme alınan makaleler, 1908 yılından sonra basınımızda görülmeye başlar (1998: 61). Bu dönem düşünürlerinden birisi de, Türk halk bilimi tarihinde folklor kavramı üzerinde ilk makaleyi kaleme alan Ziya Gökalp tır. Ona göre, Folklor Türk ulusunun özgün kültürünün bozulmadan biriktiği bir depodur. (Öztürkmen, 2009: 37). Gökalp ın Halk Medeniyeti I Başlangıç adlı makalesinde sözlü geleneklerin kaydedilerek yok olmaktan kurtulacağı ve aynı zamanda folklor mahsullerinin kaydedilmesiyle, Türklüğün de korunmuş olacağı anlamına geldiğini (Ziya Gökalp tan aktaran Oğuz 2007: 373) söylemesi, derlenen folklor malzemesinin aynı zamanda milliyetçiliğin bir silahı olarak görüldüğünü ortaya koyan o dönemin genel algısının bir sonucudur yılında Küçük Mecmua da yazdığı Usullere Dair: Halkiyat 1 Masallar adlı makalesinde de masalların bir an önce toplanması gerekliliğine değinen Gökalp, Masalların bir kelimesini bile değiştirilmemelidir. Masal ağızlarından nasıl çıkarsa aynen zapt etmelidir (Ziya Gökalp ten aktaran Filiz 2009: 115) şeklinde ifade ederken, derleyicinin nasıl bir tavır takınması gerektiğine de işaret etmesi yönüyle, yol gösterici olması Türk derleme tarihi açısından önemlidir. Ayrıca koruma düşüncesini zapt etmek sözcüğüyle ifade etmesi, onun bu konuda takındığı tavrı açıkça ortaya koymaktadır. Ziya Gökalp ın 1922 yılında, Küçük Mecmua da yazdığı Usullere Dair: Halkiyat 1 Masallar adlı makalesi, 1928 yılında Halkbilgisi Mecmuası nda, Masalları Nasıl Toplanmalı? başlığıyla yeniden neşredilmiştir. Gökalp burada, masalcılığının anadan kıza intikal ettiğini ifade etmektedir (Gökalp 1928: 23-25). Geleneğin anadan kıza intikali, geleneğin aktarımı yani yaşatılmasıdır; fakat Gökalp, Bu gelenek, nasıl yaşatılabilir? sorusundan ziyade, yok olmakta olan masalların olduğu gibi derlenmesi gerekliliğine vurgulayarak, bunların bir an evvel kayıt altına alınması için ulusal bir çağrıda bulunur. Gökalp ın kültür korumada takındığı tavrı bu makalesinde ifade ettiği aşağıdaki görüşleri açıkça ortaya koymaktadır: Anadolu da çıkan bütün gazetelerden ve mecmualardan rica ederiz. Bizim yaptığımız gibi onlar da kendi muhitlerindeki Türk masallarını toplayarak neşrettirsinler. Hakiki bir 80

78 masalcı bulamazlarsa da zararı yok, yalnız masalın esasını teşkil eden an anevi cümleleri muhassas tabirleri, aynen muhafaza etseler kâfidir. Bütün masallar toplanınca, içinden çocuk terbiyesine yarayanları, millî seciyeyi takviye edenleri seçilir, diğerleri atılır. Millî masallarımızı çabuk toplamazsak büsbütün zayi olacaklarını da nazara almalıyız. On seneden beri uğradığımız kıtaller, muhaceretler yüzünden ne kadar masalcı ve masal kaybettiğimizi Allah bilir. Bu söylediklerimiz, halkiyatın diğer kısımları için de vardır (Ziya Gökalp, 1928: 23-25). Gökalp, işe yarar malzeme nedir, sorusunun cevabını yine bu makalede vermektedir. Bu da Türk milletinin inşasında kullanılabilecek, Türk kültürünün kodlarını taşıyan halk bilimi malzemesidir. Folklor kavramı üzerine düşünen bir diğer kişi ise Fuat Köprülü dür. Köprülü, Yeni İlim: Halkıyat Folk- Lore adlı yazısında, Türk folklor ürünlerini derleme ve kaydetme çabasını iki nedene bağlamaktadır: O topluluğun tarihinde yaşadığı felaketin hatırasını saklamak ve milletin varlığını tüm insanlığa duyurmak (Fuat Köprülü den aktaran Oğuz 2007: 377) olarak ifade eder. Köprülü de tıpkı Gökalp gibi kültürü koruma meselesine milliyetçi temeller üzerinden ve derleme odaklı bakar. Folklor üzerine ilk üç yazıdan birini yazan Rıza Tevfik Bölükbaşı nın görüşleri de yine çağdaşlarıyla paralellik göstermektedir. Abdullah Uçman ın Rıza Tevfik in Tekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri adlı eserinde Bölükbaşı nın kültür koruma yaklaşımlarını tespit etmek mümkündür. Bölükbaşı nın 1890 yılında Raks Hakkında yazdığı makalede, millî oyunlarımızın unutulmaması ve korunması gerektiği vurgulanmaktadır (1982: 22) yılında Saz Şairlerimiz ve Türkçe Şiirler adlı yazdığı makalede de yine folklorun korunmasına (1982: 33) değinir. Folklor-folk-lore Peyam, 20 Şubat 1914 de yazdığı makalede ise, folklorun kaydedilerek korunduğu düşüncesine sahip olduğunu ifade eder (1982: 57) da kaleme aldığı Türkçe Manzum Mev izeler adlı makalede ise ağızdan ağza dolaşan manzumelerin mazbut ve mukayyed olmadığından kaybolup gittiklerine değinirken (1982: 245) derlemenin koruma anlamına geldiğini açıkça ifade eder. Burada korumayı, mazbut ve mukayyet kelimeleriyle ifade etmesi, aslında onun bu meseleye nasıl baktığını açıkça ortaya koymaktadır. Bölükbaşı nın 1922 de kaleme aldığı Tuhaf Bir Kitap adlı makalede ise unutulan bir gelenekten yola çıkmaktadır. Ramazan ayında iftar sofrası kurulurken, söylenen Yemeyen benzer mecnuna, âlem olmuştur meftûnu, helva olursa sabunî ifadesinde geçen Sabunî helva nın nasıl bir şey olduğunu unutmuşuz, (1982: 290) diyerek aslında unutulan bir kelimenin unutulan bir gelenek anlamına geldiğini üzerinde durması dikkat çekicidir. Türk halk bilimi çalışmaları tarihinde zikredilmesi gereken bir diğer isim ise Yusuf Akçura dır. Yusuf Akçura, 1929 yılında Halk Bilgisi Derneği nin davetlisi olarak bir konuşma verir. Folklor nedir konulu bu konuşmanın metninin bir bölümü daha sonra Yeni Muhit dergisinde yayımlanır. (Öztürkmen 2009: 34). Bu yazısından hareketle kültür koruma algısı tespit edilebilir. Ona göre; Folklor derleme işinden ibarettir, değerlendirme işiyse etnolojinin işidir. (Öztürkmen 2009: 36). Folklorun önceden etnogra- 81

79 finin bir şubesi olduğunu; fakat artık başlı başına bir alan olduğunu ifade eden Akçura, folklor malzemelerinin toplanıp, tasnif edilerek ve müzelere koyularak (Akçura 1929: 1153) korunacağını düşünmektedir. Akçura nın açıkça dile getirdiği folklorun derleme işinden ibaret olduğu söylemesiyle dönemindeki koruma yaklaşımını benimsediği anlaşılmaktadır. Folklorun özellikle de halk oyunları üzerinde önemli çalışmaları olan isimlerinden biri de Selim Sırrı Tarcan dır. Tarcan ın Mürebbiler Arasında Folklor (1922-Terbiye ve Oyun) adlı makalesinde Dünya nın en meraklı folklorunun Türk ilinde olduğunu (Öztürkmen 2009: 33) söyleyerek, folkloru kaydedecek kişilere övgüde bulunur. Ekici, Tarcan ın 1926 da yayınladığı Yeni Zeybek Raksı adlı makalesinde ise, zapt ve tespit edilmeyen musiki ve raks gibi folklor ürünlerinin ölümsüz olamayacağına ifade ederken (2003: 15) onun da dönemindekiler gibi tespit ve derleme odaklı kültürü koruma ya yaklaştığı anlaşılmaktadır. Çalışmada kültür koruma yaklaşımı bağlamında esas olarak üzerinde durulan kişi Abdülaziz Bey 1 dir. Tüm yukarıdaki açıklamalardan yola çıkarak Tanzimat döneminden Cumhuriyet dönemine kadar geçen yaklaşık yüz yıl içinde, düşünürlerin hemen hemen hepsinin kültürü korunma meselesine aynı pencereden baktığı, kültürün korunması amacıyla bir an evvel derleme ve kaydetme faaliyetine giriştikleri anlaşılmaktadır. Bunu yaparken de hemen hemen hepsinin milliyetçilik temelli bir yaklaşıma sahip oldukları söylenebilir. Kültürü korumaya dair söylemleriyle, bir ayağı geçmişte ve bir ayağı gelecekte olan Abdülaziz Bey, Türk halk bilimi çalışmaları tarihinde önemli bir yere sahip olmakla birlikte, Türk halk bilimi tarihi içinde arka planda kalmış düşünürlerdendir. Abdülaziz Bey, kendisinden önceki ve dönemindeki folklor çalışmalarının olumlu veya eksik yönlerine dair, eleştirel bir yaklaşımda bulunurken kendisinden aşağı yukarı yüz yıl sonra dillendirilen, geleneğin sürdürülerek yani yaşatılarak korunması fikrini, eserinin satır aralarında dillendirmesi yönüyle dikkate değerdir. Eserinde folklor kelimesini kullanmamış olmakla birlikte, en az dönemindekiler kadar Türk folklor tarihine hizmet etmiştir. Derleme konusunda ulusal çağrıda bulunan, fakat buna karşı derleme girişiminde dahi bulunmayan bazı düşünürlerin aksine, halk biliminin bütün kadrolarıyla ilgili ayrıntılı derleme mahiyetinde bir eser meydana getirmiştir. Dönemindeki folklor çalışmalarını yakinen takip eden Abdülaziz Bey, değişen toplumsal şartların kültür üzerindeki tahribatını fark etmiş ve bu unsurların unutulmaya başlandığını ve korunması gerektiğini eserinde sıkça vurgulamıştır. Abdülaziz Bey in eserini yayına hazırlayan Kazım ve Duygu Arısan, eserin önsözünde, Osmanlının son dönem folkloruna dair ayrıntılı bilgi veren çok az birinci el kaynağın olduğunu belirtip, bu eserin özellikle Türk Halk Bilimi için çok önemli bir boşluğu dolduracağını (Abdülaziz Bey 2000: V) vurgulamaktadır. Abdülaziz Bey in eserini yazdığı dönem, Türkiye de folklora yönelik ilk yazıları kaleme alan Ziya Gökalp, Fuat Köprülü ve Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi düşünce adamlarının yaşadığı dönemdir. Eserin yazılmaya başlandığı tarih, o dönemin zihniyetini yorumlamak açısından önemlidir. Eserin hangi ta- 82

80 rihte kaleme alındığına dair kesin bir bilgi olmamakla birlikte, eserde yer alan aşağıdaki bilgilerden bir sonuca varılabilir. Bu arada bazı çalışkan ve aydın fikirli kişilerin, nice önemli eser ortaya getirmiş, büyük olaylara yol açmış Osmanlıların âdetlerine, törenlerine, eski uygulamalarına ilişkin şeyleri, ayrıntılı ve bütünüyle duyurma ve gelecek kuşaklara yakından gösterip tanıtmak arzusuyla ciddi olarak harekete geçerek Türk Ocağı, Türk Yurdu, Türk Derneği adıyla kurulacak yerlerde çaba sarf edeceklerinin öğrenilmesi şükran duygusu uyandırmıştır (Abdülaziz Bey 2000: 7). Onun Türk Yurdu, Türk Ocağı gibi derneklerin henüz yeni kurulmakta olduğundan bahsetmesi, bu eserin 1900 lü yılların ilk çeyreğinde yani folklor teriminin ilk kez kullanıldığı aynı dönemde tamamlandığını göstermektedir. Abdülaziz Bey in eserinde, Türk Halk Biliminin birçok kadrosu hakkında ayrıntılı bilgi yer almaktadır. Çağdaşları sözlü edebiyat ürünlerinin derlenmesine yönelik genel bir eğilim ve çaba içindeyken, Abdülaziz Bey aynı zamanda, bugün SOKÜM sözleşmesinde beş madde altında toplanan Somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenek ve anlatımlar, Gösteri sanatları, Toplumsal uygulamalar, Ritüeller ve şölenler, Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar, El sanatları geleneği (Oğuz 2009: ) koruma çerçevesine uygun, bu alanların hepsine yönelik derleme çalışmasında bulunmuştur. Abdülaziz Bey in aşağıda başlıkları verilen konuları derlemeye yönelik girişimiyle, aslında kültürel yelpazeyi ne kadar geniş tuttuğu ve bu yönüyle de dönemindekilerden bir adım önde olduğu anlaşılmaktadır: Bir çocuğun doğumundan önce ve sonra yapılan işler ve uyulan âdetler, eğitim, evlenme ticaret ve sanat, İstanbul un semtleri ve evleri, giyimkuşama dair bazı bilgiler, binek ve yük hayvanları, arabalar ve kayıklar, dini günler, bayramlar, hacca gidenleri uğurlama, karşılama ve tebrik, Osmanlı toplum hayatı, Osmanlı toplumundan çeşitli kesimler, sağlık, çeşitli inanışlar, spor, oyun, eğlence, musiki, seyirlik oyunlar, dil ve edebiyata dair bilgiler (Abdülaziz Bey, 2000: XVII-XX). Abdülaziz Bey in çalışmasının Önsöz ünde belirttiği üzere, toplumun yaşadığı tarihsel süreç, nasıl ki önemli olup kayıt altına alınıyorsa, tıpkı bunun gibi o toplumun yüzyıllarca devam eden âdet ve törenlerinin yazılması ve toplanması da o oranda önemli ve gereklidir (Abdülaziz Bey 2000: 3). Her toplum, değişik nedenlerle başka toplumlarla etkileşim içine girmeye ve buna paralel olarak da değişmeye ve değiştirmeye mecburdur. Bu konudaki amacı, Osmanlının son dönemlerinde unutulmuş veya unutulmaya başlamış bazı gelenekleri toplama ve kaydetme gayesini gelecek genç kuşakları haberdar etmek olarak ifade eder. Her toplum içinde geçerli olan ve önem verilen törenler ve âdetler, her zaman aynı durumda kalmayıp[toplumun] diğer ulus ve komşularıyla yakınlaşması ve karışmasıyla ilişkileri arttıkça [bu] tören ve âdetleri ve hatta ahlâkı bile oldukça büyük değişiklikler göstermiş [ve] bunun doğal sonucu olarak zaman zaman değişim ve başkalaşıma uğramaktan uzak kalamamıştır (Abdülaziz Bey 2000: 3). 83

81 Geleneğin değeri, fark edilişle ortaya çıkmaktadır. Farkındalık duygusu ise yok olma tehlikesi nin bir uyarıcısıdır. Bu dönem düşünürlerinin çoğu, eski nin değerli olduğu düşüncesiyle antikacı ruhuyla hareket etmişlerdir. Abdülaziz Bey de zaman zaman bu bakış açısıyla dönemindeki âdet ve geleneklere yaklaşmaktadır. Kültürü oluşturan unsurların bir milleti ayakta tutan dinamikler olduğunun farkında olan Abdülaziz Bey, bunu şu şekilde ifade eder: Eğer o toplum ve ulus ilk ortaya çıkışından beri oluşumuna, gelişimine, şan ve şerefle yükselişine yardım etmiş olan köklü âdetleri ve eski ulusal düzenleri kararlılıkla daima koruma gereğini duyarak kaybetmemiş ise, bunu da pek açık ve seçik olarak gözler önüne sermek, [bu] âdet ve törenlerin değerini arttıracaktır. (Abdülaziz Bey 2000: 3). Bu durum, Abdülaziz Bey in kültürü koruma konusunda uzun soluklu ve bilinçli bir tavır takındığını göstermektedir. Köklü âdetler ve eski ulusal düzeni kararlılıkla ve daima koruma ifadesiyle günümüz kültür koruma görüşüne yaklaşmaktadır. Türklüğü değişik açılardan ele alan bir eserin olmamasından duyduğu üzüntüyü dile getiren Abdülaziz Bey, bu tutumuyla folkloru milliyetçiliği besleyen bir kaynak olarak gören o dönem düşünürleriyle aynı yerden bakmaktadır. Abdülaziz Bey, bu çalışmanın gerekliliğini vurgularken aynı zamanda böyle bir çalışmayı meydana getirmenin zorluklarının da farkındadır. Ayrıca derlemeye dayalı bunun gibi bir eserin bir an önce oluşturulması gerektiğini de belirten Abdülaziz Bey e göre gelecekte koşullar bu tür çalışmalara uygun olmayacaktı. Daha önce Ignacs Kunoş un da dillendirdiği bu derleme yaklaşımı, Abdülaziz Bey in aşağıda da ifade ettiği üzere yangından mal kaçırma zihniyetiyle açıklanabilir. Türklüğü her yönüyle inceleyen, bütün tören ve âdetlerini ve hatta her türlü deyim ve sözcüklerini bile ayrı ayrı anlatıp açıklayan, elimizdeki eski ve yeni kitaplar içinde, değil o yolda yazılmış bir eser, belki bir sözcük bile bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kitabın vücuda getirilmesi, zorunlu olarak kişisel uğraş ve bilgiye dayanması yüzünden pek zor ise de eğer bu zorluktan dolayı gayret etmekten ürkülür ve vazgeçilir ise, her türlü güçlüğe katlanılmış ve gerekli uğraş verilmiş olsa bile, böyle bir eserin gelecekte vücuda getirilmesi için koşullar ve zaman uygun olmayacaktır. (Abdülaziz Bey 2000: 7). Kültürü korumayı burada, dönemindekiler gibi; kültür unsurlarını derleyip topluca bir yerde saklama olarak gören Abdülaziz Bey, bunu imkânları nispetinde gerçekleştirmeye çalıştığını vurgular. Türklüğü her yönüyle inceleyen ifadesi yine onun çağdaşları gibi folklora milliyetçilik temelli baktığını örneklendirmektedir. Bireyi bulunduğum Osmanlı toplumuna bu yoldan da hizmet etmek ve gayretli gençlerimizle beraber övünçle çalışmak üzere atalardan ve onların anlattıklarından edindiğim bilgilere ve öğrendiğim şeylere kişisel bilgi ve gözlemlerimi de ekleyerek yöntem, âdet, tören ve alışkanlıklar ile halk arasında duyulup işitilen sözcüklerin birini ve toplumumuza ait olup bilinmesi gereken bir yönü, olanaklar elverdiğince derleyerek bir yerde topluca bulundurulması için bu eseri vücuda getirdim (Abdülaziz Bey 2000: 7). Amacını topluma hizmet olarak ifade eden Abdülaziz Bey, derlenecek unsurların gerekliliğine vurgularken, 84

82 milliyetçi ve seçici bir tavır takınmaktadır. Burada, korumayı derleyerek topluca bir yerde bulundurmak olarak ifade ederek koruma konusuna dönemindeki aynı yerden baktığı anlaşılmaktadır. Abdülaziz Bey, değişen zaman içinde eski âdetlerin unutulduğunu yahut unutulmaya yüz tuttuğunu, bunları korumak ve yeniden hayat bulmalarını sağlamak amacıyla bu çalışmayı ele aldığını eserinin Önsöz ünde dile getirirken, çalışmalarının tamamlanmasını ve adının anılmasını gelecek nesle âdeta vasiyet etmektedir. Bundaki esas amaç övünülecek eski âdetlerimizden, geçen ve değişen zaman içinde unutulup terk edilenlerin hangilerini korumak veya yeniden geçerliliğini sağlamak gerekli görülürse bu konuda vatan için üzülenlerden beklediğim ileride mümkün olduğu kadar daha çok hizmet ve gayret gelecek kuşaklardan da beklediğim ve bu eserin ileride tamamlanarak bitirilmesiyle adımın anılmasıdır ki bu da benim için bir övünç kaynağı olur. (Abdülaziz Bey 2000: 9). Abdülaziz Bey in kültürü korumaya yönelik bu söyleminde dikkat çeken övülecek eski âdetler in derlenmesi ifadesidir ki bu durum, Abdülaziz Bey in derlenecek malzemenin tercihinde seçici olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır. Ona göre eski âdetler derlenmeli; fakat bu âdetlerin hepsi değil, yalnız övünülecek olanlar. Bu söylemiyle eski âdetlerin faydalı olanlarını kastettiği kuvvetle muhtemeldir. Geleneğin hangisi korunmalı ya da hangisi unutulmaya terk edilmeli meselesi üzerine kafa yoran Abdülaziz Bey in korunmasını istedikleri, muhtemel ki tıpkı Ziya Gökalp, Fuat Köprülü gibi dönemindeki düşünürlerin vurguladığı ulus inşası için gerekli olanlardır. Onun burada vurguladığı bir başka ve çok önemli ifade ise korumak veya yeniden geçerliliğini sağlamak tır. Burada derleyerek yani dondurarak korumanın aksine, geleneğin işlevsel olarak yaşatılması kastedilmektedir ki bu, daha önce dillendirilmeyen ve günümüz koruma yaklaşımıyla örtüşen bir ifadedir. Bu yönüyle Abdülaziz Bey in kültürü korumadaki tavrı, bugün üzerinde durulan Bir toplumun kendi kültürel kimliğinin bir parçası olarak gördüğü ve kuşaktan kuşağa aktarmak suretiyle günümüze kadar getirdiği somut olmayan kültürel miraslarını korumasına ve gelecek kuşaklara aktarmasına katkı sağlayacak yol, yöntem ve imkânları tanımlayan Somut Olmayan Kültürel Mirasın (SOKÜM) Korunması Sözleşmesindeki (Oğuz 2009: 8) bakış açısıyla paralellik arz etmektedir. Abdülaziz Bey in korumak veya yeniden geçerliliğini sağlamak ifadesi, bugün kültür koruma yaklaşımlarından yaşatma, aktarma ve uygulama sözcükleriyle ifade edilen üçüncü boyut yani temsil ve sunum u açıkça ifade etmektedir. Abdülaziz Bey, bugün sözlü tarih olarak ifade edilen çalışma alanının önemine de işaret etmektedir. Aynı zamanda sözlü edebiyat ürünlerinin kültürel kodları taşıyıcı bir işlevi olduğuna değinmektedir. İlim, edebiyat ve sanat alanında şöhret kazanmış, savaşlarda yararlılıklar göstermiş büyüklerimizin çocukken validelerinden işittikleri, şefkat ve sevgi dolu sözlerden meydana gelen ninniler onları çok etkilemiş, onlar için pek büyük bir değer taşımış olmalıdır. Bu yüzden bunların toplanıp tespit 85

83 edilmesi, unutulmaktan kurtarılması ve gelecek nesillere aktarılması yapılması gereken bir vazifedir (Abdülaziz Bey 2000: 31). Korumayı, folklor ürünlerinin toplanıp tespit edilmesi, unutulmaktan kurtarılması ve gelecek nesillere aktarılması olarak yukarıda ifade eden Abdülaziz Bey, bu görüşüyle kültür koruma yaklaşımları eşiğinde olduğu söylenebilir. Aktarma vurgusu, kültürün sürdürülebilmesi açısından anahtar bir kelimedir. Abdülaziz Bey in, Bir Çocuğun Doğumundan Önce ve Sonra Yapılan İşler ve Uyulan Âdetler ana başlığı ve Çocuk Tekerlemeleri alt başlığında, çocuk tekerlemelerinden bahsettiği ve örneklendirdiği bölümde, bunları yok olmaktan kurtarmak amacıyla derleyip bir yerde topladığı söylerken yine dönemindekilere yaklaşmaktadır. Küçük çocuklar birbirlerinin hanelerinde buluştukları zaman, çocuklara mahsus tekerleme denen bazı sözlerle eğlenir, vakit geçirirlerdi. Bu sözlerin anlamı yoktur, fakat hoşa giden ve eğlendiren sözlerdir. Yüzyılın başında çocukların söyledikleri bu söz ve tekerlemelerin zamanla terk edilip unutulmalarını engellemek için bir bölümü de olsa aşağıda toplanmıştır (Abdülaziz Bey 2000: 33). Abdülaziz Bey in yukarıda ifade ettiği, unutulmayı engellemek için toplama girişimiyle yine dönemindekilerle aynı refleksle hareket ettiği görülmektedir. Eğitim ana başlığı altında Genç kızların iyi bir ev hanımı olarak yetiştirilmesi alt başlığı altında bahsettiği Bez Dokuma hususunda, bu geleneğin nasıl bir bağlamda ve kimler tarafından icra edildiğine değinmesi konusunda aşağıda satır aralarında ifade ettiği görüşleri bugünün kültür koruma perspektifinden yorumlanması gerekmektedir. Destgâh başı bir eğlence yeri havasına döndürüldüğü için kız çocuklarının hevesi ve isteği uyandırılmış olurdu. Destgâh başındaki kızlara iş yaparken eğlensinler diye yaşlı ve usta hanımlar yerine göre münasip türküler söyler, neşelendirmek için her birine söz atar, latifeler eder, taklitler yapar, kendine mahsus bir makam ile küçük hanımların hoşuna giden hem de nasihat veren manzumeler okurlardı. Bu şekilde geçirilen zaman sonradan onlar için çok kıymet kazanır, onlar da evlatlarına hikâye ederlerdi. Destgâh başındaki kızlara iş yaparken eğlensinler diye destgâh başlarında söylenenler ne yazık ki unutulup gitti. Küçük hanımlara destgâhta bez dokurken teşvik ve nasihat makamında aşağıda okunan manzumenin âdeta yangından kurtarılmış bir mal gibi bizden sonra gelenlere bir fikir vermek üzere buraya yazılması, yerine getirilmesi gereken bir vazife addedilmiştir. (Abdülaziz Bey 2000: 103). Bu durum, sanayi toplumuna dönüşen ve geleneği, geleneksel bağlamında artık yaşatma imkânı bulamayan bütün milletlerin ortak kaderidir. O dönem, Türk toplumunda kadınların tezgâh başında bez dokumalarını gerekli kılan bağlamın ortadan kalkması, beraberinde bir eğlence kültürü, el sanatı ve buna bağlı sözlü edebiyat geleneğinin de ortadan kalkmasına yol açmıştır. Abdülaziz Bey in burada, geleneğin aktarımında usta- çırak ve yaşlı-genç ilişkisine değinmesi önemlidir. Kültürel aktarımın bu aktarıcılar üzerinden kurgulanması gerektiği, yaşatma ve uygulama çabalarının yine bu aktarıcılar aracılığı ile gerçekleşe- 86

84 ceği düşüncesi, bugünün kültür koruma yaklaşımıyla birebir örtüşmektedir. Yaşlı ve usta hanımların küçük hanımlara, küçük hanımların da evlatlarına hikâye etmesine değinmesi, kültürün sürdürülebilirliğindeki aktarıcı faktörlerine özellikle de kadına işaret etmesi açısından dikkate değerdir. Oğuz, bu durumu şu şekilde ifade eder: Üreten ve üretim yeri yok olunca üretimin durduğu yani ürünün ortaya çıkmadığı ve bunun kültürel süreklilik ve çeşitlilik açısından vahim bir sonuç olduğu UNESCO tarafından (2007: 31) da bugün kültür koruma yaklaşımı konusunda üzerinde durulan bir meseledir. Bağlamla gelenek arasında çok güçlü bir ilişki olduğunu örneklendiren Abdülaziz Bey in, burada kültür aktarıcıları ve aktarım bağlamının önemine işaret etmektedir. Zira bu iki unsur, kültürün sürdürülebilirliğinde anahtar kelimelerdir. Abdülaziz Bey, Sağlık başlığı altında, yer verdiği meselelerden biri de eski tıbbî yöntemlerin bozulması karşısındaki tavrıdır. Eski âdetlerin korunamamasını, geleneğin özüne başka uygulamaların dâhil edilmesine bağlayan aşağıdaki ifadesi bunu ispatlar niteliktedir. Eski tıp sağlam usullere ve tedavi belli yasalara bağlı idi. Hastalık teşhisi ve ilaç tertipleri de eski tıbbın önemli bir kısmını teşkil ediyordu. Sağlık kuralları çerçevesinde ve mükemmel bilgi ile uygulandığı zaman eski tıbbın ilaçları ile fevkalade sonuçlar alınıyordu. Her memlekette olduğu gibi herkesin rağbet ettiği bu önemli konuya ne yazık ki şunun bunun sokulmasına meydan verilmiş ve pek cahilce yapılan birçok fenalıklar görülmüştür (Abdülaziz Bey 2000: 349). Gerek Avrupa da, gerekse Türk folklor çalışmaları tarihinde, folklor ürünlerinin derlenmesindeki ilk eğilim, sözlü edebiyat ürünlerin kaydedilmesi noktasında olmuştur. Abdülaziz Bey, geleneksel tedavi ile halk biliminin halk hekimliği kadrosuna gönderme yapmakta ve koruma nın sadece sözlü edebiyat ürünleriyle sınırlandırılamayacağını örneklendirirken, ayrıca korumada muhafazakâr bir tavır takındığı görülmektedir. Abdülaziz Bey, eserinde Dil ve Edebiyata Dair Bilgiler ana başlığı altında yer verdiği Dil ve Çeşitli Terim ve Deyimler konusunda, bir millet için dil ve edebiyatın ne kadar önemli olduğuna değinirken, aynı zamanda bunları kaydetmenin de onları koruma anlamına geldiğini belirtmektedir. Yüzlerce yıl kullanılmış ve bazı kitaplara da geçmiş bulunan birçok kelime, deyim ve terimin kaybolup gitmesinin bir millerin tarihi bilgileri yönünden önemli bir yokluk doğuracağı açıktır Bu arada tulumbacıların kullandıkları özel terim ve deyimleri de buraya katarak unutulmaktan kurtulmalarını gerekli gördüğümden bu lûgatçeyi bölümler halinde ve harf sırasına göre tertip ettim (Abdülaziz Bey 2000: 404). Abdülaziz Bey, bir kelimenin yok oluşunu; aynı zaman da o milletin tarihi bilgilerinin zedelenmesi olarak görmektedir. Bu durum, unutulmuş bir kelimenin aslında unutulmuş bir gelenek anlamına geldiği göstermektedir. Ayrıca Abdülaziz Bey in bununla ilgili sistematik bir sözlük hazırlama girişiminde bulunması onun bu meseleye bilinçli ve akademik yaklaştığını da göstermektedir. Abdülaziz Bey in, eserinde bahsettiği mahalle bekçileri, tulumbacılar, esir ve esirciler, akkâmlar, goygoycular gibi meslek 87

85 gruplarından bugün hangisi yaşatılmaktadır yahut ne icra ettiğini bile bilinmeyen bir meslek grubunun, içinde yarattığı geleneği ve kelime dünyasını bilmek, bugün mümkün müdür? Unutulmakta olan bu ifadelerin korunması üzerine dikkat çeken girişimlerden biri bugünün kültür koruma yaklaşımlarından olan Kültürel İfadelerin Çeşitliliğini (KİFAÇ) Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi dir. KİFAÇ a göre Kültürel ifadelerin yok olma veya ciddi düzeyde değer kaybetme tehdidiyle karşı karşıya olduğu durumlarda, içerikleriyle birlikte kültürel ifadelerin çeşitliliğini korumak amacıyla önlemler alınması gerektiğini kabul ederek (Oğuz vd. 2009: 106) hareket edilmelidir. Abdülaziz Bey bu yönüyle, Bölükbaşı nın Tuhaf Bir Kitap adlı makalesinde daha önce değinilen görüşleriyle aynı yerden baktığı görülmektedir. Abdülaziz Bey in buradaki kültürel ifadelerin korunmasına yönelik fark edişi önemli olmakla birlikte, dondurarak koruma refleksiyle yine kültür yaklaşımı eşiğinde yer aldığı söylenebilir. Abdülaziz Bey in, Hanım İsimleri alt başlığı altında yer verdiği hususlardan birisi de ad verme geleneğiyle ilgilidir. Önceden konulan; fakat şimdi unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş hanım isimlerini tespit eden Abdülaziz Bey, böylelikle o isimleri kaydederek unutulmaktan kurtardığını ifade ederken, döneminin koruma yaklaşımıyla hareket etmektedir. Bu kapsamda Abdülaziz Bey in sıkça kullandığı kelimeler tespit ve yazmak tır. Sultan Abdülmecid Han ın saltanatının sonlarına kadar kullanılan ve eskiden beri Osmanlı hanımlarına verilen isimler sonradan yavaş yavaş terk edilmiş ve bugün o adları taşıyan hiç Osmanlı hanımı kalmamıştır. Artık maziye intikal etmiş olmalarına rağmen yüzlerce sene taşınan bu isimlerin bütün bütün meçhul kalmasına ve unutulmasına gönlümüz razı olmadığından hepsi tespit edilerek ayrı bir liste halinde yazılmıştır (Abdülaziz Bey 2000: 446). Abdülaziz Bey, yine Dil ve Edebiyata Dair Bilgiler ana başlığı altında bahsettiği Osmanlı Hanımları Arasında Atasözü gibi Kullanılan Bazı Vezinli Sözler alt başlığı altında yer alan atasözlerinin Türk toplumundaki terbiye edici fonksiyonuna değinerek, onların yok olmasının doğuracağı tehlikenin de altını çizer (Abdülaziz Bey 2000: 457). Abdülaziz Bey, yine Dil ve Edebiyata Dair Bilgiler ana başlığı altında, Bilmeceler alt başlığında derleme yapma gayesini izah ederken, bunları gelecek kuşaklara bildirmek ve böylece onların unutulup gitmesini engellemek olduğunu söyleyerek geleneğin geleceğe aktarılmasının önemini bir kez daha vurgular. Fakat bu koruma her ne kadar yazma eylemiyle gerçekleşse de onun her defasında sürekli gelecek nesle seslenmesi, aslında kendi içinde bir sürekliliği barındırmaktadır. Osmanlı kibarları arasında söylenen bilmeceler veya diğer tabiriyle, lûgazlar gelecek kuşaklara yadigâr olmaları ve çoğunun unutulup kaybolmamaları için aşağıda yazılmıştır. (Abdülaziz Bey 2000: 458). Bir yandan geleceğe seslenen Abdülaziz Bey, diğer taraftan bu bilgileri kayıt altına alma eylemiyle yine kültür koruma yaklaşımları eşiğinde olduğu görülmektedir. Gültekin in de ifade ettiği gibi, Abdülaziz Bey in derleme yaptığı bağlam dikkat çekicidir. İmparatorluğu nun başkenti olan İstanbul u konu olan 88

86 kent monografisi çalışmıştır. Abdülaziz Bey in ortaya koyduğu eser, Türk Halk Bilimi araştırmaları için oldukça yeni bir kavram olan kent folkloru çalışmalarıyla büyük paralellikler arz ermektedir (2004: 229). O dönem düşünürlerinin folklor çalışmalarında yöneldikleri bağlamın köy ve taşralar olduğu düşünüldüğünde, Abdülaziz Bey in kent merkezli bu derleme çabası dikkate değerdir. Bugün toplumsal kültür üretim bağlamının sadece köylerle sınırlandırılamayacağı gerçeği anlaşılmış ve beraberinde kent merkezli folklor çalışmaları da hız kazanmıştır. Sonuç olarak, kültürü koruma yaklaşımı, aslında kültürün unutulup kaybolmasının engellenmesi amacıyla geçmişten bugüne halk bilimi çalışmalarında tespit, derleme, temsil ve sunum odaklı bir yaklaşım ve tepkinin adıdır. Bu noktada özellikle Tanzimat ın ilanından Cumhuriyet in ilanına kadar geçen yaklaşık yüz yıllık sürede, folklora dair ilk yazıları kaleme alan düşünürlerin eserlerine bakıldığında, Türk kültürünün bir an evvel korunması amacıyla tespit ve derleme düşüncesiyle hareket edildiği görülmektedir. Yine bu dönem düşünürlerinin eserlerinde kullandıkları toplamak, toplamak ve neşretmek, saklamak, arşivlemek, kaydetmek, zapt etmek, mazbut, mukayyet, tespit, derlemek, yazıya geçirmek, toplayıp tasniflemek ve müzelemek (etnografya) gibi sözcükler, aslında onların kültür korumada takındıkları dondurarak koruma yaklaşımını açıkça ortaya koymaktadır. İlk dönem düşünürlerin çağdaşı olan Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri adlı eserinde, dönemin bu koruma yaklaşımını benimsemekle birlikte, zaman zaman geleneğin yaşatılarak sürdürülmesini savunması ve sürekli genç nesle hitap etmesi yönüyle günümüz koruma algısı olan temsil ve sunum a yaklaşmaktadır. Eserinde dile getirdiği kararlılıkla ve daima koruma, korumak ve yeniden geçerliliğini sağlamak gibi ifadeleri bu açıdan çok önemlidir. Abdülaziz Bey in koruma yaklaşımını, genel olarak kendisinin de eserinde ifade ettiği üzere gibi yangından mal kaçırma refleksiyle açıklanabilir. Bu bahsedilen yangın, o dönemde yaşanılan toplumsal çalkantılardır. Abdülaziz Bey in eserini derlediği dönem, Osmanlı devletinin yıkılışı ve yeni Türk devletinin temellerinin atıldığı 1900 lü yılların ilk çeyreğidir. Onun, geleneği korumayı bu şekilde ifade etmesi, hem o dönemdeki toplumsal buhranı hem de bu kurtarma işinin ivedilikle gerçekleşmesinin gerektiğine işaret etmektedir. Bir diğer ayrıntı da, yangın gibi bir felakette kurtarılacak eşyalardan değerli olanın öncelik arz etmesidir ki Abdülaziz Bey de aynen bu hassasiyetle hareket eder ve bir an önce kurtarılması gerekenlerin neler olduğunu belirtir. Ona göre bir an önce derlenmesi gerekenler; toplum için gerekli ve faydalı olanlar yani bir millet için övünülecek ve yok olmak üzere olanlardır. Kültürel unsurların bir milleti ayakta tutan dinamikler olduğunun farkında olan Abdülaziz Bey, kültürü koruma hususunda uzun soluklu, bilinçli ve dönemindekiler gibi milliyet inşa temelli bir tavır takınmaktadır. Abdülaziz Bey, çağdaşlarının kavramsal olarak zikrettikleri folklor terimini, eserinde hiç kullanmamış olmakla birlikte eserinde dönemindekilerin genel eğilimi olan sadece sözlü edebiyat ürünlerini derlemekle kalmamış, SOKÜM ile koruması vurgulanan beş başlığa, halk biliminin çeşitli kadrolarına yönelik derleme girişimiyle 89

87 dönemindekilerden bir adım önde olduğunu anlaşılmaktadır. Ayrıca onun, kültürün üretim bağlamı ve kültür aktarıcılarının önemini vurgulaması dikkate değerdir. Kültürel aktarım bağlamının ortadan kalkmasının, o bağlamda üretilen gelenekle birlikte etrafında oluşmuş sözlü kültür unsurların da unutulup gittiğini vurgulaması ve yine bugün de kültürün korunması amacıyla özellikle üzerinde durulan usta-çırak, yaşlı-genç gibi kültür aktarıcılarına yer vermesi, onu günümüz kültür koruma düşüncesine yaklaştırmaktadır. Abdülaziz Bey in yaşadığı dönemde, aydınların folklor malzemesinin derlenmesi için hedef gösterdiği bağlam köyler ve taşra dır. Kentte derleme yapan Abdülaziz Bey in, İstanbul merkezli derleme çalışması, kent folkloru bağlamında değerlendirildiğinde yine günümüz koruma yaklaşımıyla örtüşmektedir. Zira bugün halk bilimci, alana inmek le yetinmemektedir. Abdülaziz Bey, dönemindeki kültür koruma yaklaşımı olan dondurarak korumak düşüncesini benimsemekle beraber, günümüz kültür koruma yaklaşımı olan yaşatarak korumak anlayışını benimsemesi açısından kültür koruma yaklaşımı eşiğinde bulunmaktadır. Abdülaziz Bey in kültürü koruma meselesinde takındığı bu tavır, onun Türk Halk Bilim tarihi açısından incelenmesini zorunlu kılmaktadır. NOTLAR 1 Abdülaziz Bey in hayatı, mizacı ve eserleri hakkında İbnü l-emin Mahmut Kemal İnal ın Son Asır Türk Şairleri kitabında ayrıntılı bilgi yer almaktadır Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri adlı eserin müellifi Abdüzaziz İbn Cemaleddin, Aziz Bey başlığı altında bilgi verilmektedir (İnal: 1988, 44-47). Ayrıca Abdülaziz Bey, ünlü divan şairi ve devlet adamı Pertev Paşa nın torunudur. KAYNAKÇA Abdülaziz Bey. Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri. yay. hzl. Kâzım Arısan, Duygu Arısan Günay, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., Akçura, Yusuf. Folkor (Folklor) Nedir?. Yeni Muhit Dergisi, Boratav, Pertev Naili. 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. 9. baskı, İstanbul: Gerçek Yay., Ekici, Metin. Halk Bilim Araştırmalarında Üçüncü Boyut. Millî Folklor, Yıl 15, Sayı 60, Ekici, Metin. Selim Sırrı Tarcan ın Bir Makalesi: Yeni Zeybek Raksı. Millî Folklor, Yıl 15, Sayı 57, Gültekin, Mustafa. Osmanlı, Âdet, Merasim ve Tabirleri. Millî Folklor, Yıl 16, Sayı 61, İbnülemin Mahmut Kemal İnal. Son Asır Türk Şairleri I. Cilt. İstanbul: Dergâh Yay., Kunos, Ignacs. Türk Halk Edebiyatı. Yay. hzl. Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, 15. baskı, Ankara: Akçağ Yay., Oğuz, M. Öcal vd. Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi. Millî Folklor, Yıl 21, Sayı 81, Oğuz, M. Öcal. Somut Olmayan Kültürel Miras ve Kültürel İfade Çeşitliliği. Millî Folklor, Yıl 22, Sayı 82, Oğuz, M. Öcal. Somut Olmayan Kültürel Miras Nedir? Ankara: Geleneksel Yay., Oğuz, M. Öcal vd. Somut Olmayan Kültürel Mirasın Koruması Sözleşmesi. (çev. M. Öcal Oğuz, Yeliz Özay ve Pulat Tacar) Millî Folklor, Yıl 17, Sayı 65, Oğuz, M. Öcal. Folklor ve Kültürel Mekân. Millî Folklor, Yıl 19, Sayı 76, Oğuz, M. Öcal. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı. Ankara: Grafiker Yay., Oğuz, M. Öcal. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı. Ankara: Grafiker Yay., Öztürkmen, Arzu. Türkiye de Folklor ve Milliyetçilik. 3. baskı, İstanbul: İletişim Yay., Uçman, Abdullah. Rıza Tevfik in Tekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri. 1. baskı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Yıldırım, Dursun. Türk Bitiği Araştırma İnceleme Yazıları. 1. baskı, Ankara: Akçağ Yay., Ziya Gökalp. Usullere Dair: Halkiyat 1 Masallar. Küçük Mecmua (1922), (transkribe eden Şahin Filiz), Antalya: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yay., Ziya Gökalp. Masallar Nasıl Toplanmalı?. Halkbilgisi Mecmuası, Sayı: 1,

88 ZİYA GÖKALP İN HALK VE HALKBİLİMİ TERİMLERİNE BAKIŞ AÇISINDA GELENEĞİN YERİ The Place of Tradition in Ziya Gökalp s Perspective of Folk and Folklore Terms Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim ŞAHİN* ÖZ Bu makale, Ziya Gökalp in halk ve halkbilimine bakış açısı ve bu noktada geleneğe yüklediği anlamlar üzerine yapılan tespit ve değerlendirmeleri içermektedir. Türkiye de halkbiliminin tanımı ve kapsamıyla ilgili ilk yazılardan birini kaleme alan Ziya Gökalp, bu yönüyle Türk halkbiliminin kurucuları arasında yer alır. Bilimsel ve edebî üretimlerinde gelenek terimine özel bir yer ayıran Gökalp, halk ve halkbilimi anlayışını da büyük oranda gelenek merkezli şekillendirmiştir. Halkı, geleneksel kültürü yaşatan zümre olarak tanımlayarak Gökalp, kendi devrinde Avrupa da hâkim olan halk anlayışının çok ötesine geçmiştir. Avrupalıların halkı köylerde yaşayan bir zümre olarak görmesine olduğu kadar, Sovyetlerin de halkı işçi sınıfından ibaret kabul etmesine de karşı çıkan Ziya Gökalp, yöneticilerin, şairlerin, felsefecilerin, işçilerin de halk kapsamında değerlendirilebileceğini söyleyerek halkı, millet seviyesinde kapsayıcı ve bütüncül bir terim olarak kabul ettiğini göstermiştir. Çalışmalarında toplumun çok çeşitli zümreleri arasındaki birleştirici unsurun, yabancı tesirlerden uzak kalmış geleneksel kültürden ibaret olduğunu vurgulayan Ziya Gökalp, bu bakış açısıyla Türk halkbilimi araştırmalarına geniş bir perspektif çizmiştir. Halkbilimi (halkiyat) anlayışının da yine gelenek temelli olduğunu tespit ettiğimiz Ziya Gökalp, halkbilimi ürünlerinin yaratılma ve aktarılma ortamındaki gelenekselliğe dikkat çektiği kadar, bu ürünleri adlandırmak için de anane, yani gelenek terimine başvurmuştur. Halkbiliminin tanımı ve kapsamı noktasında olduğu gibi Gökalp in, halkbilimi ürünlerinin derlenmesi ve kayıt altına alınması aşamasında da geleneğe öncelik verdiğini söylemek mümkündür. Anahtar Kelimeler Ziya Gökalp, gelenek, halk, halkbilimi. ABSTRACT This article includes the findings and reviews on Ziya Gökalp s folk and folklore perspective and the meaning he attributes to the concept of tradition at this point. Ziya Gökalp, who wrote one of the first writings about the scope and definition of folklore in Turkey, can be accepted as one of the founders of Turkish folklore. Gökalp, who gives a special place to the concept of tradition in his scientific and literary works, shaped his perspective of folk and folklore largely on the basis of tradition. By defining folk as the community keeping the traditional culture alive, Gökalp went beyond the prevailing understanding of folk in Europe in his own time. Ziya Gökalp was opposed to the Europeans perception that folk is a community living in the villages, and he also rejected the Soviet Union s acceptance that folk is a group of people consisting of working class. By claiming that the administrators, poets, philosophers and workers can be considered within the scope of the term of folk, Gökalp have shown that he accepted folk at the level of the nation as an inclusive and holistic term. Ziya Gökalp emphasized the unifying elements between the various communities of society consisting of traditional culture away from the foreign influences. As a result, he drew a broad perspective of Turkish folklore research. We have detected that Ziya Gökalp s understanding of folklore (halkiyat) is based on tradition. He draws attention to the traditionality of the creating and transmission contexts of the folklore products, and he used the term anane, in other words tradition to name these products. As well as the definition and scope of folklore Gökalp has placed priority to the tradition during the collection of folklore products. Key Words Ziya Gökalp, tradition, folk, folklore. * Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, hsahin@ balikesir.edu.tr 91

89 Giriş Avrupa da halk, halk kültürü ve gelenek tartışmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan halk biliminden Türkiye yi haberdar eden ilk isimler arasında Ziya Gökalp, farklı özellikleriyle öne çıkmış bir fikir adamıdır. Sosyolog kimliğiyle Türklerin toplum ve kültür yapısı üzerine günümüzde de geçerliliğini koruyan sonuçlar elde eden Gökalp, Türk halk biliminin oluşumuna önemli katkılar yapmıştır. Halk Medeniyeti I Başlangıç adıyla 1913 yılında kaleme aldığı yazısı, Türkiye de halk biliminin varlığından bahseden ilk yazılardan birisidir. Halkı, milletin; halk kültürünü ise kültürün asıl unsuru olarak kabul eden Gökalp, ilmî ve edebî çalışmalarında halka doğru prensibini canlı tutmuştur. Bilim adamı kimliğiyle Avrupa daki bilimsel gelişmeleri ülkesiyle paylaşmış ve aynı zamanda batılı kaynaklardan yararlanarak ait olduğu dokuya uygun bilimsel bir bakış açısı da geliştirmiştir. Ziya Gökalp, bir yandan Türk milletinin tarihî dönemlerden bugüne hars ını tahlil edip genel kurallara ulaşmaya çalışırken diğer yandan ise edebiyatçı kimliğiyle halk edebiyatı ürünlerinin dil, üslup ve içerik özelliklerine uygun edebî eserler vermeye çalışmıştır. Bu yönüyle aslında Gökalp, Romantizm akımının bir sonucu olarak Almanya, Finlandiya, İskoçya gibi ülkelerdeki bilim adamlarının ve edebiyatçıların uygulamalarını Türkiye de hayata geçirmiştir. Romantizmin esası, halk edebiyatlarıdır. Avrupa daki bütün romantizm hareketleri, halka doğru gitmek, halk masallarını ve destanlarını model olarak almakla başlamıştır. diyerek çıkış noktasının romantizm akımı olduğunu ifade eden Gökalp, halk biliminin ortaya çıkış sürecini de yakından takip ettiğini göstermiştir (2001b: ). Bunun yanı sıra halk, milliyet, kültür, sözlü kültür gibi kavramlar üzerine yaptığı değerlendirmelerde Gökalp in, Avrupa literatürüne hâkim olduğu görülür. Türkiye nin ilk halk bilimcilerinden olan Ziya Gökalp, halk ve halk bilimi terimlerinin sınırlarını çizme hususunda da ilkler arasındadır. Halkı sözlü geleneği taşıyan zümre olarak tanımlayan Gökalp, halkı inceleyen halk biliminin tanımı, kapsamı ve tasnifi konularında da fikirler üretmiştir. Ziya Gökalp in halk ve halk bilimi terimlerine bakış açısında özellikle iki unsur öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki gelenek, diğeri ise sözlülük tür. Özellikle gelenek, Gökalp için hem halkın hem de halkın ürettiği ürünlerin ve değerlerin oluşmasında aslî bir role sahiptir. Ona göre milletin çekirdeğini oluşturan halkın ve kültürünün oluşabilmesi için geçmişle ilişkisi bulunan, ancak günümüzü de kucaklayan bir sürece ihtiyaç vardır. Gökalp bu süreci, gelenek terimiyle karşılamış ve halk bilimi ürünlerini de geleneğin bir uzantısı veya sonucu olarak değerlendirmiştir. Bu bakımdan Ziya Gökalp in halk, halk kültürü ve halk bilimi terimlerine bakış açısını tespit edebilmek için, onun gelenek anlayışını tahlil etmek gerekmektedir. Başka bir ifadeyle Ziya Gökalp in halk bilimiyle bağlantılı çalışmalarının ve fikirlerinin daha açık bir şekilde ortaya konulabilmesi amacıyla bu çalışmada Gökalp in gelenek anlayışı üzerine tespit ve değerlendirmeler yapılmıştır. Ziya Göklap in halk ve halk bilimi 92

90 tanımlamalarına veya çalışmalarına da değinen çalışmanın asıl gayesi, Gökalp in halka ve halk bilimine bakış açısında geleneğin yerini tespit edebilmektir. Bu amaçla çalışmada öncelikle gelenek ve Gökalp e göre gelenek, hususları üzerinde durulmuş, daha sonra ise Gökalp in halk ve halk bilimi anlayışında geleneğin oynadığı rol değerlendirilmiştir. 1. Ziya Gökalp e Göre Gelenek Gelenek, halk bilimi başta olmak üzere antropoloji ve sosyoloji gibi pek çok sosyal bilimin ilgi alanına girmiş bir terimdir. Her disiplin, kendine göre bir gelenek anlayışı oluşturmuştur (Finnegan 1991: , Ekici 2004: 19-21). Hatta gelenek teriminin anlamı, dönemlere göre de değişiklik göstermiştir. On dokuzuncu yüzyılda veya yirminci yüzyılın başlarında gelenek, eski ve değişmez olanı temsil ederken yirminci yüzyılın ortalarından itibaren gelenek, geçmişle bağları olan, ancak günümüzle de ilişkisi olan ve güncellenebilen bir olgu hâline gelmiştir (Allison 1997: 800). Geleneği tanımlamaya çalışan kaynakların üzerinde durduğu bazı kavramlar vardır. Bunların başında süreç gelir. Süreç, geleneğin ya da gelenekselin oluşması için gerekli zaman dilimini karşılarken, süreklilik ise bu süreçte aktarılan veya yinelenen değerlerin toplumsal devamlılığını ifade eder (Sims 2005: 64-65). Türkiye de önceleri anane şeklinde kullanılan gelenek teriminin anlamı ve kapsamı üzerine ilk bilgileri verenler arasında Ziya Gökalp vardır. Gökalp e göre ananeler, sözlü olarak halkın önceki bir safhasından sonrakine aktarılan halk hükümlerdir. Ananeyi anlamak için halk hükümlerinin incelenmesi gerekmektedir (2009b: 44). Çünkü ananeler, halkın ne suretle düşündüğünü, neler duyduğunu gösteren önemli vesikalardır. Masallar, efsaneler, atasözleri, halk sözleri, bilmeceler, halk türküleri ve destanlar, ananeler arasındadır (2009b: 46). Görüldüğü gibi Gökalp, anane/gelenek ile halk ve halk kültürü ile yakın bir ilişkinin olduğuna inanmaktadır. Diğer bir ifadeyle geleneği yaratan, aktaran ve kullanan asıl kitle Gökalp için halktır. Halkın edebî yaratmaları olan halk edebiyatı ürünleri ananenin kapsamına girmektedir. Ziya Gökalp, halk bilimi ürünlerinin anane terimi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini öne sürerek bu ürünleri tasnif etme yoluna da gitmiştir. Ona göre ananeler şu şekilde tasnif edilebilir: 1. Ustûreler, 2. Menkıbeler, 3. Masallar, 4. Efsaneler, 5. Alelâde ananeler. Gökalp e göre ustureler ve menkıbeler, dinî ayinlerden doğduğu gibi, ananelerin en yüksek derecesini ustureler temsil eder. Ustureler, zayıflayınca menkıbe, kutsiyet kaybına uğrayan menkıbeler ise masal ve efsane adlarını alır. Masal ve efsane hâlini alan menkıbeler, artık dinî ananeler grubundan çıkıp edebî ananeler zümresine dâhil olurlar (Filizok 1991: 71-72). Ziya Gökalp, anane kapsamında değerlendirdiği halk edebiyatını dinî veya edebî ananelerden ibaret bir şube olarak kabul etmiştir. Ona göre mitler ve menkıbeler, dinî ananeleri; masal, efsane, atasözü, bilmece, türkü ve destan ise edebî ananeleri temsil eder (Filizok 1991: 277). Gökalp in çalışmalarına bakıldığında bunların önemli bir kısmının hars merkezli olduğu görülür. Ona göre hars, ferdin doğuştan itibaren 93

91 çevresinde bulduğu, terbiye vasıtasıyla kazandığı şeylerden ibarettir. O, gelenek vasıtasıyla nesilden nesile geçer. (Kaplan 1988: 286). Bireyin yaşadığı çevreden aldığı her şeyi hars olarak nitelendiren Gökalp, harsın halkın ananelerinden, teamüllerinden, irfanlarından, şifahi veya yazılmış edebiyatından, lisanından, musikisinden, dininden, ahlakından, bedii ve iktisadi mahsullerinden ibaret olduğunu ileri sürerek hars ile gelenek arasında da bir ilişkinin olduğunu söylemiştir (2001a: 230). Geleneğe harsı aktarma işlevi yükleyen Gökalp, bazı geleneksel ürünleri de harsın kapsamına alarak, harsın geleneği kapsadığı sonucuna varmıştır. Ziya Gökalp, gelenek ve kural arasında mukayese yaparken gelenekle ilgili düşüncelerini de büyük oranda belli eder: Kural, ister alışkanlık, isterse taklit biçiminde olsun, yaratıcılık ve gelişmeden yoksundur. Çünkü aralıklı taklitler, hem hepsi birden bir arada olamazlar hem de geçmişleri yoktur. Her biri bağımsız ve mutlak bir âlem olan kurallar, oturdukları yerlerde oldukları gibi kalırlar; bir gelecek de oluşturamazlar. Gelenek ise yaratma ve ilerleme demektir. Çünkü gelenek, çeşitli zamanları birbirine kaynaştırmış bir geçmişe, arkadan hareket ettirici bir güç gibi ileriye doğru iten tarihî bir akıma sahiptir ki, sürekli yeni gelişmeler, yeni yönelmeler meydana getirebilir. Gelenek, kendi başına eser verici ve yaratıcı olmakla beraber, ona aşılanan yabancı yenilikler de damarlarındaki hayat suyundan güç alarak canlanır ve basit taklitte olduğu gibi çürüyüp gitmez. (2001a: 27-28). Günümüz şartlarında yapılan gelenek tanımlamalarına da yol gösterebilecek bu ifadeler, Gökalp in gelenek anlayışını yansıtmaktadır. Gökalp, yukarıdaki alıntıda görüleceği üzere geleneğin yaratıcılığa ve gelişmeye açık olduğunu, bu yüzden de yeni gelişmeleri ve yönelimleri oluşturabileceğini söyler. Özellikle geleneğe yapılan yeni eklemelerin, geleneğin damarlarındaki hayat suyu ndan beslenerek canlanacağını, taklitte olduğu gibi yeniliklerin çürüyüp gitmeyeceğini söyleyen Ziya Gökalp, geleneğin belki de asırlardan beri izah edilemeyen gücünü açıkça dile getirmiştir. Ona göre gelenek, tarihteki ya da geçirdiği süreçten veya süreçlerden elde ettiği birikimden yararlanır. Bu birikim, gelenek için itici bir güçtür. Bu güç, geçmişi olduğu kadar bugünü, hatta geleceği de içine alabilen oluşumlara gidebilir. Türklerin içine düştüğü buhranın sebeplerini gelenek çerçevesinde izah etmeye çalışan Gökalp, bu hususa şöyle bir yorum getirir: Gelişmeden doğan kurumlarımızı, tarihsel bağlarını kurarak canlı gelenekler biçimine sokacağımıza, bunları bir tarafa atarak, her ülkeden tarihsiz, geleneksiz kurallar biçiminde kurumlar almışız. (2001a: 27). Gelenek ve kural arasındaki ilişkiyi kurumlar üzerinden somut örneklerle açıklayan Ziya Gökalp, Türklerin geleneksel kurumlarını güncelleyerek yeni dünya şartlarına adapte etmek yerine gelenekle bağları olmayan yabancı kurumları tercih ettiğini, bunun da olumsuz sonuçlar verdiğini dile getirmektedir. Oysa gelenek, bir kurumun çeşitli zamanlardaki şekilleri arasında bağlantı ve uyum sağlamakla kalmaz. Bütün kurumların aynı kökten nasıl meydana geldiğini de göstererek hepsini birbi- 94

92 rine bağlar. (2001a: 30). Kısacası, Gökalp e göre toplumun ve kültürün sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi ve gelişim kaydedebilmesi için geleneksel düşünceye ve kurumlara ihtiyaç vardır. 2. Ziya Gökalp e Göre Halk ve Gelenek İlişkisi Ziya Gökalp in halk ve halk kültürüyle ilgili görüşlerini Halk Medeniyeti I Başlangıç adlı yazısında bulmak mümkündür. Türkiye de halk bilimini konu eden ilk yazılar arasında gösterilen bu çalışmasında Gökalp, her milletin, resmî kültür ve halk kültürü olmak üzere iki kültürünün olduğunu söyleyerek aslında toplumun da halk ve diğerleri olarak ikili bir yapıya sahip olduğunu iddia eder (2010: 465). Halkı ve halk kültürün millî olanın yanında, havası ise yabancı etkilere açık bir zümre olarak kabul eden Gökalp e göre halk, havasın zıddı durumundadır. Bunu kendisi şöyle ifade eder: Evvela (havas) sınıfıyla (halk) zümresinin lisanı, musikisi, vezni, edebiyatı, duyguları ve seciyeleri ayrıdır. (2009b: 157). Gökalp in halk olarak tanımladığı topluluk, sözlü kültürü ve geleneksel yaşamı tercih ederken havas ise yazıyı ve seçkinliği temsil eder. Kısacası, Ziya Gökalp, halk kelimesinin bazen kavim, bazen bir devletin mensupları, bazen de millet anlamında kullanıldığını belirterek halkın, milletin güzideleri haricindeki kısmı olduğunu söyler (Filizok 1991: 59). Halka hem araştırmalarında hem de siyasî düşüncelerinde ehemmiyet veren Gökalp, halka ayrı bir sınıf olarak bakmaz. Onun için halk, sınıf özellikleriyle değil, geleneksel, sözlü ve millî kültüre karşı takındıkları tavırlarıyla ayrı bir zümreyi temsil eder. Bu yönüyle aslında Ziya Gökalp, halka bakış açısında Avrupa nın çok ötesine geçmiş, hatta son yıllarda kabul gören halk anlayışıyla bağdaşan görüşler öne sürmüştür. Bilindiği gibi, Avrupa daki halk bilimi çalışmalarında halk, köyde veya kırsalda yaşayan, sözlü ve geleneksel bir yaşam tarzına sahip insanların oluşturduğu bir sınıfa karşılık gelir. Bu yüzden Avrupa da halk, köylü olarak da bilindiğinden halk bilimi çalışmaları da çoğunlukla köylerde ve şehir merkezlerinden uzak kırsal alanlarda yapılmıştır. Sovyetler Birliği dönemindeki halk anlayışındaki bazı değişikliklerle halk, köyden şehre çıksa da bu Avrupa da halka bakış açısını değiştirmemiştir. Çünkü Avrupa yı temsil eden milletlerde sınıflı bir yapı olması nedeniyle halkın sıkıştırıldığı sınırlardan çıkması mümkün olmamıştır. Ancak Amerikan halk bilimi çalışmalarının bir sonucu olarak halkın sadece bir sınıfı veya zümreyi temsil edemeyeceği veya halkın, toplumun ayrı bir kesimi olarak kabul edilemeyeceği fikirleri ortaya çıkmaya başlamıştır (Dundes 2003: 1-30). Ziya Gökalp in, yirminci yüzyılın başlarında Avrupa nın halk anlayışını geride bırakan düşünceleri şu cümlelerinde görülmektedir: Eşrafçı bir siyaset amele ile köylünün aleyhinde olduğu için, müsâvâta ve hürriyete münâfîdir. Bolşevîkî siyâseti ise, halkı münhasıran amelelerle köylülerden ibaret addettiği için, yine adalete ve insaniyete muhaliftir. Hakikî halkçılık, herkesi halktan görmektir. Hükümdar ve ailesi halktan olduğu gibi, fabrikatörler, arazi sahipleri, feylesoflar, şairler de halktandır. (2007a: 34). Yöneticileri, filozofları, iş adamlarını, 95

93 şairleri, kısacası toplumun hemen her kesiminden insanı halk olarak değerlendiren Gökalp in, halkın belli bir sınıfa veya coğrafî bölgeye ait olduğu yönündeki düşüncelerinin bulunmadığını söylemek mümkündür. Bu yönüyle Gökalp in, okuduğu batılı kaynakları veya teorileri aynen aktarmak yerine buradaki tartışmalardan veya bilgilerden hareketle kendine has bir bakış açısı geliştirdiğini söylemeliyiz. Tabii burada sorulması gereken asıl soru şudur: Toplumun her kesiminden insanı halk kavramı içinde değerlendirebilen Ziya Gökalp e göre halkın oluşumunu sağlayan unsur veya unsurlar nelerdir? Gökalp bu hususta da oldukça açık ve rahattır. Ona göre Halkın kendine mahsus şifahi edebiyatı, şifahi bir medeniyeti vardır. Peri masalları, türküler, bilmeceler, darbımeseller halk edebiyatının şubeleridir. Halkın kendine mahsus ananevi itikatları da vardır. (2001a: 564). Görüldüğü gibi Gökalp in anane kapsamında değerlendirdiği sözlü edebiyat ve sözlü kültür, ona göre halkı meydana getiren temel unsurlar arasındadır. Bu yönüyle Gökalp, halkın geleneklerle sözlü kültürle sıkı bağlara sahip olduğunu öne süren mütefekkirdir. Günümüz halk bilimi araştırmalarında da kabul gören bu yaklaşımı benimseyen Ziya Gökalp in, halkı gelenek merkezli ve sınıflar veya zümreler üstü bir oluşum olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Ona göre bir kişinin halktan sayılabilmesi için statüsünün, mesleğinin veya eğitim durumunun bir önemi yoktur. Önemli olan, kişinin sözlü ve geleneksel halk kültürü dairesinde bulunmasıdır. Diğer kişilerle bu düzlemde paylaşımda bulunması, o kişinin halktan birisi olarak değerlendirilmesi için yeterli olacaktır. 3. Ziya Gökalp in Halk Bilimi Anlayışında Geleneğin Rolü Türkiye de Ziya Gökalp, halk biliminden, Avrupa daki adıyla folklordan bahseden ilk fikir adamlarından birisi olmanın ötesinde halk bilimini tanımlamaya ve sınırlarını çizmeye çalışan kişilerin de başında gelir. Bu konuda kaleme aldığı ilk yazılardan olan Halk Medeniyeti I Başlangıç başlıklı yazısında halk bilimini tanımlamaya ve dalları hakkında bilgi vermeye çalışmıştır: Her kavmin iki medeniyeti var: Resmî medeniyet ve halk medeniyeti. O halde kavimlerin medeniyetlerinden bahs eden bir ilim olan içtimaiyatın halk medeniyetini tetkik eden bir şubesi olmak gerek. İşte kaideleri yazılı olmayan ancak ağızdan ağza geçmek suretiyle bir soyda uzayıp giden bu ananevi medeniyeti mütalaa eden ilme halkiyat adı verilir. (2010: 465). Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere Gökalp, öncelikle halk bilimini sosyoloji bağlamında ele almıştır. Ona göre toplumu ve kültürünü inceleyen sosyolojinin sadece halk kültürünü kendine inceleme alanı olarak kabul eden bir şubeye ihtiyacı vardır. Gökalp e göre halk kültürünü irdeleyen bu bilim dalı halkiyattır. Gökalp in halkiyatı sosyolojiyle ilişki içinde bir bilim dalı olarak kabul etmesinde halkı ve halk kültürünü toplumsal doku içinde ayrı bir bütün olarak kabul etmesi etkili olmuştur. Ziya Gökalp in halk bilimine bakış açısında geleneğin etkin bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Gökalp, halk biliminin incelediği halk kültürünün özellikle iki boyutuna dikkat çekmek- 96

94 tedir. Bunlar, sözlülük ve gelenekselliktir. Gökalp e göre halk kültürünün kaideleri yazılı değildir ve nesilden nesile aktarılan geleneksel bir kültürdür. Halk kültürünün geleneksel boyutuna ayrı bir ehemmiyet veren Gökalp, halk bilimini, Halk ananelerinden bahseden etnografya mebhasına Halkiyat=Folklor adı verilir. şeklinde de tanımlamıştır (2001a: 564). Buradaki tanımlamasında halk bilimi, halk geleneklerinden bahseden bir bilim dalı hâline gelmektedir. Ziya Gökalp, halk bilimiyle ilgili ilk yazısında halkiyatın sosyolojiyle yakın ilişkiye sahip bir bilim dalı olduğunu söylerken, daha sonraki bazı yazılarında halk biliminin etnolojiyle de alakalı olduğunu söylemiştir. Gökalp, bu yöndeki düşüncelerini ifade ederken yine gelenek kavramını oldukça merkezî bir yere konumlandırmaktadır: Medenî milletlerin içinde de halk namı verilen şifahi ananelere malik bir kısım vardır. Bu zümrenin bütün ananeleri satırlara geçmemiş, sadırlarda kalmıştır. İptidaî cemiyetler gibi bu halk zümreleri de kavmiyyâtın mevzuunu teşkil ederler. Fakat kavmiyyâtın bunlardan bahseden kısmına Avrupalılar ayrı bir isim takarak Folklor derler. Biz de bu kelimeyi Halkiyyât kelimesiyle lisanımıza nakleyledik. (Filizok 1991: 59). Halkı sözlü geleneklere sahip bir zümre olarak tanımlayan Gökalp, halk bilimini ise etnolojinin halk kültürünü inceleyen şubesi olarak kabul etmektedir. Ziya Gökalp in halk bilimi ile etnoloji arasındaki ilişkiye dikkat çekmesi ve halkın medenî toplumlarda yer alan bir zümre olduğunu söylemesi, Avrupa daki antropoloji, etnoloji ve halk bilimi tartışmalarından veya mukayeselerinden de haberdar olduğunu göstermektedir. Avrupa dışında kalan ve ilkel olarak nitelendirilen grupları antropoloji adını verdiği bilim dalıyla incelemeye alan Avrupalı bilim adamları, Avrupa sınırları içinde kalan, ancak modern ve şehirli insan modeliyle örtüşmeyen, hatta ilkel denilen gruplardaki bazı gelenekleri barındıran köylü ve okuma yazma seviyesi düşük kesimleri halk olarak adlandırmış ve bunları inceleyen bilime de folklor adını vermişti. Ziya Gökalp in yukarıdaki fikirleri, Avrupa nın halk denen bir zümreyi keşfettiği ve onun kültürünü müstakil bir bilim dalıyla incelemeye başladığı tarihî süreçleri yakından takip ettiğini göstermektedir. Yine Gökalp in Türk halkının sahip olduğu geleneksel kültürün halk bilimi kapsamında incelenmesi gerektiğini öne sürmesi, önemli başka bir algının da yansımasıdır. Gökalp, Türk yaşamını, medeni toplumlar seviyesinde kabul etmiştir. Bu yüzden Türk toplumunu ve kültürünü sosyoloji ve halk bilimi gibi, Avrupalı toplumlar ve kültürler için tesis edilen bilim dallarıyla ele almak istemiştir. Bu yönüyle Gökalp, ait olduğu toplumu ve yaşam tarzını, kültür basamağının altlarından yukarıya taşıma kararlılığı içinde olduğunu vurgulamıştır. Halk kültüründe geleneğin baskın bir rol oynadığına inanan Gökalp, halkiyat tasniflerinden bazılarını anane/gelenek merkezli yapmıştır. Yaptığı tasniflerle geleneğin sözlü boyutunu önemsediğini gösteren Ziya Gökalp, şifahi ananelerin pek çok bahse ayrıldığını söyleyerek şöyle bir tasnif yapar: Şifahî bediiyat: Şarkılar, destanlar, masallar, darb-ı meseller, bilmece- 97

95 ler, efsaneler, rakslar, şifahi musiki Şifahi diniyyat: İtikatlar, ayinler, dini teşkilatlar, ilahiler, dualar, menkıbeler, ustureler, kozmogoniler Şifahi ahlak: Atalar sözü, halk sözü, ahlaki kıssalar Şifahi Hukuk: Örfler, adetler Şifahi İktisat: Cari bulunan iktisat kaideleri ve ameliyeleri Şifahi fenniyat: Sihirle karışık tababet ve sair fenler Şifahi mantık: İptidai tasnifler ve makuleler Şifahi lisan: Lisanda halkça müstamel (kullanılmış) bütün sesleri, kelimeleri ve kaideleri. (2009b: 102). Bu tasnifte yer alan her bir bahsi Gökalp, anane olarak kabul etmiştir. Bu bakımdan anane, Gökalp için halk kültürü ürünlerini karşılayan kuşatıcı bir terimdir. Halkın edebiyat ürününe, inanışlarına, törenlerine veya eşyalarına genel anlamda Ziya Gökalp, anane adını verir. Bu yaklaşım, Gökalp in halk kültürüne ve onu inceleyen bilim dalına gelenek merkezli baktığını göstermektedir. Halk biliminin, kendi ifadesiyle halkiyatın, nasıl bir bilim dalı olduğunu izah etmeye çalışan Gökalp, bu konuda oldukça başarılı değerlendirmeler yapmıştır. Tanım ve tasnif noktasında halkiyattan anlaşılması gerekeni yazılarında anlatmıştır. Halk, halkiyat, ananevî kültür terimleri üzerine yaptığı değerlendirmeleri daha da ileri götüren Ziya Gökalp, halkiyat ürünlerinin nasıl araştırılması gerektiği hususunda da görüşler ileri sürmüştür. Kaza kaza, nahiye nahiye, köy köy gezilerek o livanın bütün şifahi ananeleri toplanır. diyerek (2001a: 564) ilk önce alan araştırmasına dikkatleri çeken Gökalp, toplanan ürünlere şifahî anane adını vermiştir. Halkiyatçının alan araştırması yöntemiyle geleneksel ve sözlü olma özelliğine sahip ürünleri toplaması gerektiğini ifade eden Gökalp, bu noktada tercih edilecek kaynak şahısların da belirli özelliklere sahip olması gerektiğini söylemiştir: İhtiyarlardan ve riyaset mevkiinde bulunanlardan sormalı. İhtiyarlar çok yaşadıkları için, reisler meseleleri hallettikleri için aşiret hayatına çok temas etmişlerdir. Bundan başka aşiretin muhtelif ananelerini muhtelif mütehassıslardan sormak iktiza eder. Her çeşit ananenin hususi bilicisini bulup ona müracaat etmeli. (2001a: 565). Geleneklerin tespitine ayrı bir ehemmiyet veren Ziya Gökalp, bu konudaki düşüncelerini özellikle Küçük Mecmua da yayımladığı yazılarında dile getirmiştir. Bunlar arasında masalların derlenmesiyle ilgili bilgilere yer verdiği yazısı oldukça dikkat çekicidir: Halk masalı her söyleyenden alınmaz. Çünkü masalın kendine mahsus tabirleri, kendine mahsus lisanı vardır. Masalları hususî tabirleriyle, hususî şivesiyle nakleden ancak ocaktan yetişme masalcılardır. Masalcılar eski ozanlığın kadınlarda devam eden kısmıdır. Ozanlık babadan oğla kaldığı gibi, masalcılık da anadan kıza intikal eder. Erkek masalcılar varsa da, ekseriya masalcılar kadın cinsindendir. Masalcı kendi sahasında bir nevi sanatkârdır. Ağzından çıkan her kelime yerinde kullanılmıştır. Bu gibi masalcıların bir kelimesini bile değiştirmemelidir. Masal, ağızlarından nasıl çıkarsa aynen zapt edilmelidir. (Filizok 1991: 94-95). Masal 98

96 derlemesi üzerinden Gökalp in yaptığı bu değerlendirme, onun geleneksel ürünlerin tespiti ve kaydedilmesi noktasında geleneğin tam anlamıyla temsil edilmesine ayrı bir önem verdiğini göstermektedir. Geleneksel ürünün, mümkün olduğu kadarıyla en iyi veya en olgun hâliyle kaydedilmesini tavsiye eden Ziya Gökalp, halk bilimcilerin başarılı incelemeler yapabilmelerini ve sağlıklı sonuçlar elde edebilmelerini geleneksel verinin yetkinliğine bağlı görmüştür. Sonuç Ziya Gökalp, Türk halk bilimi araştırmalarına yaptığı katkılar açısından ele alındığında diğer halk bilimcilere nazaran farklı bir konuma sahiptir. Bunun birkaç nedeni vardır. Öncelikle Ziya Gökalp in Türk halk biliminin kuruluşuna ve gelişimine öncülük ettiğini belirtmeliyiz. Halk biliminin Avrupa daki serüvenini asıl kaynaklarından takip eden Gökalp, buradaki bilgileri ve gelişmeleri kendi toplumsal ve kültürel gerçekliğine uygun bir şekilde ülkesine aktarmıştır. Ancak burada hemen ifade etmeliyiz ki, Ziya Gökalp in kültür, medeniyet, halk, halk bilimi gibi terimlerle ilgili yaptığı değerlendirmeler, batılı kaynaklardan yapılmış doğrudan aktarmalar değildir. Gökalp, bu konuda Avrupalı bilim adamlarının çalışmalarına başvurmuş olabilir, ancak ele aldığı konularda kendi bakış açısını ve yorumunu oluşturmayı başarmıştır. Halk biliminin tanımı, kapsamı ve özellikleri üzerine yazdığı yazılarla Türk halk biliminin temellerini atan Ziya Gökalp, bilimsel araştırmaların yanında edebî anlamda da bu alana katkılar yapmıştır. Avrupa da Romantizmle başlayan ve Ossiancılık olarak da adlandırılan halk edebiyatının dil, üslup ve içerik özelliklerine uygun edebî ürünler yaratma düşüncesini Gökalp in kaleme aldığı edebî eserlerde görmek mümkündür. Gökalp, bazen geleneksel bir anlatıyı yeniden yazmayı veya yeni bir konuyu halk edebiyatının geleneksel üslubuna uygun olarak düzenlemeyi tercih ederek Romantizm ve halk bilimi arasındaki ilişkiden haberdar olduğunu göstermiştir. Türkiye de halk bilimi alanında ilk yazılardan birini kaleme alan Ziya Gökalp, bu alanın temel terimleri olan halk, halk bilimi (halkiyat) ve gelenek kavramları üzerine de ilk görüşleri öne süren kişiler arasındadır. Halkı geleneksel ve sözlü kültürü yaşatan bir zümre olarak değerlendiren Gökalp, milletin merkezine de halkı yerleştirir. Halkı, yabancı etkilerden mümkün olduğu kadar az etkilenen, bu yüzden milletin yabancılaşmaya en az müsait zümresi olarak değerlendiren Ziya Gökalp, halkı tanımlarken sözlü gelenek terimine sık sık başvurur. Ona göre halkı diğer zümrelerden ayıran asıl husus, sözlü gelenekleri yaşatmasıdır. Bu konuda Avrupa da geliştirilen halk düşüncesini paylaşan Gökalp, Avrupalı halk bilimciler gibi halkı köye veya kırsala sıkıştırmaz. Hatta Sovyet döneminde halkın işçi sınıfı gibi tek bir zümreden ibaret görülmesine karşı çıkan Gökalp, bu açıdan zamanına göre halka oldukça geniş bir açıdan bakabilmiştir. Ona göre toplumun hemen her kesiminden insan halk çatısı altında bir araya gelebilir. Bu yönüyle Gökalp in halk anlayışı oldukça kapsayıcı ve kuşatıcıdır. Hatta Gökalp, milletin tamamını halk olarak adlandırmış ve bu birliğin oluşmasın- 99

97 da geleneği/ananeyi dayanak noktası olarak belirlemiştir. Ziya Gökalp in, halkın yanı sıra, halk bilimi anlayışında da gelenek teriminin baskın bir role sahip olduğu görülür. Halk bilimini sözlü ve ananevî kültürü inceleyen bir bilim dalı olarak gören Gökalp, bu bilim dalının incelediği ürünleri anane terimiyle karşılar. Ananeleri tasnif ettiği çalışmalarında görüldüğü üzere, halk bilimi ürünlerini geleneğin ortaya çıkardığı kolektif yaratmalar olarak değerlendirerek, Türk milletinin yaşamını ve kurumlarını bu gelenekler doğrultusunda düzenlemesi gerektiğini düşünür. Çünkü geleneğin geçmişten günümüze aktardığı birikim ve tecrübe yeni değerlerin ve kurumların oluşumuna olumlu katkılar yapacaktır. Topluma ve yaşam tarzına yeni yapılacak eklemeler de geleneksel damar üzerinden yapılmalıdır. Bu yenilikler geleneğin taşıdığı özsuyu ile geleneksel zemine tutunabilecektir. Aksi takdirde kültüre yapılan aşılar tutmayacak sadece basit bir taklit aşamasında kalacaktır. Kısacası Ziya Gökalp, hem kültürün gelişiminde hem de halk bilimi araştırmalarında geleneğin etkin bir role sahip olduğunu söyleyerek Türk halk bilimi araştırmalarına hem kendi dönemi hem de sonraki dönemlerde katkı yapabilecek bir istikamet belirlemiştir. KAYNAKLAR Filizok, Rıza. Ziya Gökalp ın Edebî Eserlerinde Halk Edebiyatı Tesiri Üzerine Bir Araştırma. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, Finnegan, Ruth. Tradition, But What Tradition and For Whom?. Oral Tradition, 6(1), 1991: Kaplan, Mehmet. Ziya Gökalp ın Düşünce Sisteminde Halk ve Halk Kültürü Kavramının Önemi. Mehmet Kaplan dan Seçmeler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1988: Allison, Randal S. Tradition, Folklore: An Encyclopedia of Beliefs, Costums, Tales, Music, and Art. 2 volums, Santa-Barbara, California: ABC-CLIO, 1997: Dundes, Alan. Halk Kimdir. çev.: Metin Ekici, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar, Ankara: Millî Folklor Yayınları, 2003: Ekici, Metin. Halkbilgisi (Folklor) Derleme ve İnceleme Yöntemleri. Ankara: Geleneksel Yayınları, Sims, Martha C. ve Martine Stephens. Living Folklore: An Introduction to the Study of People and their Traditions. Logan-Utah: Utah State University Press, Ziya Gökalp. Türkleşmek İslâmlaşmak Muasırlaşmak. İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2001a. Ziya Gökalp. Türkçülüğün Esasları. İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2001b. Ziya Gökalp. Kitaplar 1 (Rusya daki Türkler Ne Yapmalı? Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak; Türk Töresi, Doğru Yol Hakimiyet-i Milliye ve Umdelerin Tasnif, Tahlil ve Tefsiri, Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyeti Tarihi, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Malta Konferansları. hzl.: M. Sabri Koz, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2007a. Ziya Göklap. Hars ve Medeniyet, Ankara: Elips Kitap, 2007b. Ziya Gökalp. Küçük Mecmua -I-. Çeviriyazı: Şahin Filiz, Antalya: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 2009a. Ziya Gökalp, Küçük Mecmua -II-. Çeviriyazı: Şahin Filiz, Antalya: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 2009b. Ziya Gökalp. Küçük Mecmua -III-. Çeviriyazı: Şahin Filiz, Antalya: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 2009c. Ziya Gökalp. Halk Medeniyeti I Başlangıç. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayınları, 2010:

98 HALK BİLİMİ ARAŞTIRMALARININ 100. YILINDA: HALK BİLİMİ İLE EDEBİYAT IN ORTAK ALANLARI VE HALK EDEBİYATI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME An Evaluation on Folklore and Common Fields of Literature and Folk- Literture in the 100th Century of Folklore Research Doç. Dr. Bayram DURBİLMEZ* ÖZ Halk bilimi ile edebiyat ürünlerinin sıkı ilişkileri vardır. Halk biliminin içinde yer alan anlatılar, şiirler ve kalıp sözler edebiyatın da ilgi alanına girer. Yaratıcıları unutularak toplumun ortak malı olan bu ürünler sözlü edebiyat olarak da adlandırılmaktadır. Halkın ortak malı olduğu için genellikle anonim edebiyat olarak da adlandırılan bu ürünler dışında halk bilimi ve edebiyat ilişkileriyle şekillenen ferdî edebiyat ürünleri de vardır. Âşık adı etrafında birleşen sanatçıların oluşturduğu edebiyat ürünleri ile derviş adı etrafında birleşen sanatçıların oluşturdukları edebiyat ürünleri de halk bilimi ve edebiyat disiplinlerinin ilgi alanına giren özellikler taşır. Yaratıcıları bilinen bu ürünler de geleneğe uygun olarak yaratılır ve gelenek içinde icra edilir. UNESCO tarafından kabul edilen Sözleşmeye göre, Somut Olmayan Kültürel Miras diye adlandırılan sözlü kültür mirası ürünleri -söyleyicisi bilinenler de dâhil olmak üzere- her icrada yeniden şekillenir. Bu sebeple, sözlü kültür ürünlerini toplumun yeni sosyal ihtiyaçlarına göre uyarlamak da mümkündür. Bu makalede, halk biliminin ve edebiyatın alanları belirlenerek, bu iki alanın kesiştiği alanda oluşan ve halk edebiyatı adı verilen edebiyat şubesinin özellikleri ve kadrosu hakkında bir değerlendirme yapılması amaçlanmaktadır. Türkiye de 100 yıllık bir geçmişi olan bu disiplinle ilgili çalışmalar incelendiğinde, halk biliminin çalışma alanının genişlemeye devam ettiği ve bu süreç içinde bazı terim karışıklıklarının ve yeni terim ihtiyaçlarının da ortaya çıktığı görülmektedir. Bu terim karışıklıklarından bazılarına çözüm önerme ve yeni terim ihtiyaçlarından bazılarına karşılık arama arayışları da makalenin amaçları arasında yer almaktadır. Anahtar Kelimeler Halk bilimi, edebiyat, halk edebiyatı, sözlü kültür, yazılı kültür ABSTRACT There is a close relationship between folklore and the works of literature. Narratives, poems, and lyrics of mold in folklore are also among the concerns of literature. These works whose creators are no longer remembered and thus have become public property are called oral literature. Apart from these works that are called anonyms literature there are also individual works of literature that are moulded by the connection of folklore and literature. Works of literature produced by the artists who compromise on the ashik (minstrel) type and also the ones produced by the artists who compromise on the dervish type obtain features which are concerns of the disciplines of folklore and literature. These works whose creators are known are created in accordance with the traditions and performed within the traditions. The works of verbal cultural heritage called Inconcrete Cultural Heritage including also the ones whose creators are known- are remoulded in every performance in congruence to the agreement with UNESCO. For this reason, it is be possible to make adjustments in the works of oral culture according to new social needs of society. In this article, while determining the fields of folklore and literature the aim is to make an evaluation about the features and staff of the literature branch, that we call traditional literature, which appears at the junction of these two fields, namely folklore and literature. When these studies, dating back a 100 years ago, are examined we see that the field of folklore studies has been expanding and that some confusions with terms and the needs for new terms arise. Solution suggestions to some of these confusions with terms and searching for equivalents to some needs of the new terms are among the goals of this article. Key Words folklore, literature, folk-literature, oral culture, written culture * Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi, bayramdurbilmez@gmail.com 101

99 Giriş Türkiye de folklor [=halk bilimi] terimi, diğer Avrupa ülkelerinden yaklaşık 150 yıl sonra, yıllarında kullanılmıştır 1. İstanbul un Türkler tarafından alınması Avrupa da keşifler çağını başlatır; Reform ve Rönesans hareketleri oluşur. Keşifler, sanayileşme ve kentleşme sonucu hümanizm, romantizm ve aydınlanma gibi siyasal ve kültürel etkileri olan akımlar ortaya çıkar / hız kazanır. Fransız devrimi de halk 2 yaklaşımlarına yeni bir boyut ve yorum kazandırır (Oğuz 2012: 14). Bilim temelli halk bilimini doğuran ana sebep millî romantizm olduğu için, halk bilimi de Avrupa anakarasında yayılan milliyetçilik akımlarıyla eş zamanlı olarak oluşur ve gelişir. Bu süreçte Osmanlı Türkleri arasında milliyetçilik yerine Osmanlıcılık düşüncesi diri tutulmaya çalışılır. Bu sebeple Avrupa daki halk yaklaşımlarının seyri ve sonuçlarının Türk aydınlarınca yakından gözlendiği ve değerlendirildiği söylenemez. (Oğuz 2012: 14). Farklı arayışlarla oluşan Türki-i Basit ve Mahallîleşme gibi akımlarla ortaya çıkan arayışları bir yana bırakırsak, 1839 Tanzimat Fermanı öncesinde, Türkiye de bilinçli olarak yapılan Türk halk bilimi araştırmalarından söz etmek de mümkün görünmemektedir. Zaten Osmanlı Devleti dönemindeki edebiyatta halka yöneliş / halka dönüş arayışlarının asıl başlangıcını Tanzimat a dayandırmak genel kabul görmüştür. Bu arayışları da 1913 ten sonra başlayan sistemli arayışlar ve çalışmalarla bir tutmamak gerekir; çünkü Ziya Paşa, İbrahim Şinasi ve Namık Kemal in halk edebiyatı 3 ile ilgili düşüncelerinde / arayışlarında yerleşmiş bir bilim zemini yoktur. Sözgelimi Ziya Paşa nın 7 Eylül 1868 de, Hürriyet gazetesinin 11. sayısında yayımlanan Şiir ve İnşa başlıklı makalesi edebiyatta halka dönüş arayışlarına öncülük etse de, aynı makalenin yazarı daha sonra Harabat adlı üç ciltlik divan şiiri antolojisi nin ön sözünde önceki düşüncelerinden vazgeçer. Ziya Paşa nın Harabat ta yazdığı görüşlere karşı Namık Kemal in yazdığı Tahrib-i Harabat başlıklı eleştiri eserinde parmak hisabı [=hece ölçüsü] lehine tavır söz konusu olsa da, şair tarafından bu yolda bir eser ortaya konulmamıştır. İbrahim Şinasi nin 2000 kadar atasözünü topladığı Durub-ı Emsal-i Osmaniye si de bazı atasözlerinin kaynaklarını veya kaynak kişilerini belirtmesiyle önemli bir çalışma olmasına rağmen devamı getirilmeyince, ciddî bir arayıştan öteye geçemez. Bu öncüler dışında, Akif Paşa gibi bazı şairlerin de hece ölçüsüyle ve koşma biçiminde şiir yazma arayışları olmuş; fakat birkaç örnek dışında eski anlayış devam ettirilmiştir. Yazılı kaynaklara göre, Osmanlı- Türk Devletinde, folklor terimi ilk olarak Macar bilgini Ignacz Kunos ile Ahmet Vefik Paşa nın görüşmesinde geçer te yapılan görüşmede geçen folklor sözünün ne anlama geldiğini bilen Ahmet Vefik Paşa; Ebulgazi Bahadır Han ın Şecere-i Türk adlı eserini 1863 te, Osmanlı Türkçesine aktarır. Ayrıca; 1871 de, Müntehabat-ı Durub-ı Emsal-i Türkiyye adlı atasözü kitabını ve 1876 da, Lehçe-i Osmani adlı sözlüğü de hazırlar. Pek çok eserde imzası olan Ahmet Vefik Paşa nın bu 102

100 çalışmaları bile onun Türk halk bilimi tarihi içinde anılmasına sebep oluşturur (Oğuz 2012: 21). Folklor disiplininden haberi olduğu anlaşılan Ahmet Vefik Paşa nın bu çalışmaları halk bilimi açısından ne kadar önemli olursa olsun, bunları bilimci bir halk bilimi araştırması saymak doğru değildir. Ziya Gökalp ın 10 Temmuz 1913 te, Halka Doğru dergisinin 14. sayısında yayımlanan Halk Medeniyeti başlıklı makalesinde halkiyat terimini kullanmasıyla Türkiye de halk bilimi araştırmalarının başladığı kabul edilir. Her kavmin iki medeniyeti olduğunu yazan Gökalp a göre bunlar [r]esmî medeniyet ve halk medeniyeti dir; resmî medeniyeti içtimaiyat, halk medeniyetini de halkiyat inceler. Halk bilimi anlamında kullandığı halkiyat terimini Gökalp şöyle açıklar: İşte kaideleri yazılı olmayan ve ancak ağızdan ağza geçmek suretiyle bir soyda uzayıp giden bu ananevi medeniyeti mütalaa eden ilme halkiyat adı verilir. Gökalp ın iki bölüm halinde yazdığı makaleden sonra, Türkiye de halk bilimi konusunda yayımlanan ikinci makale, Köprülüzade Mehmet Fuad imzasını taşır. 6 Şubat 1914 te, 6091 sayılı İkdam gazetesinde yayımlanan Yeni Bir İlim: Halkiyat-Folk-Lore başlıklı makalesinde Köprülü, halkiyat terimi yanında folk-lore terimini de kullanır. 5 Mart 1914 te, Peyam ın edebî ilâvesinde yayımlanan Folklor- Folk Lore başlıklı makalenin yazarı Rıza Tevfik, folklor teriminin Türkçede [=Osmanlı Türkçesinde] hikmet-i avam anlamına geldiğini söyler. Aslında durub-ı emsal [=atasözü] gibi hikmetli sözlere hikmet-i avam denildiğini belirten yazar, folklor un bütün avam edebiyatı ürünlerini içine aldığını da ifade eder (Uçman 1982: 56). Tanzimat tan günümüze kadar yapılan Türk halk bilimi araştırmalarının gelişme devreleri: 1. Örtülü devre: ; 2. Türkçü devre: ; 3. Sentezci devre: ; 4. Dergici devre: ; 5. Bilimci devre: 1966 dan günümüze kadarki zaman. olarak da belirlenmektedir (Yıldırım 1998: 65). Türk halk bilimi çalışmaları 100. yılına girerken, halk bilimi ve edebiyat ilişkilerinin incelenmesi, bu iki disiplinin ortak alanlarında bulunan halk edebiyatı nın sınırlarının tespit edilmesi, bu süreç içinde ortaya çıkan terim karışıklıklarının ve yeni terim ihtiyaçlarının belirlenmesi, belirlenen ihtiyaçların karşılanması için önerilerde bulunması büyük önem taşımaktadır. Disiplinler Arası Bir Bilim Dalı: Halk bilimi Avrupa folklor çalışmalarını doğuran şartların temelinde, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet in İstanbul u alarak Orta Çağ ı kapatması konulabilir. Avrupa bilim tarihinin skolastik dediği ve bütün olumsuz sıfatları yüklediği bu çağdan çıkışın ilk adımı, İstanbul un Türklerin eline geçmesiyle biçim değiştiren Doğu ticaret yolunun denizde aranmasıyla atılmıştır. Avrupa ana karasından okyanusa açılarak önce kara derili Afrika, sonra da kızıl derili Amerika yerlileri ile karşılaşan Avrupalı gezginler, maceraperestler, tüccarlar, misyonerler, bilim adamları ve savaşçılar, önce bu ilkel varlıkları tanımaya çalıştılar, sonra da onların 103

101 aynasında kendi ilkel dönemlerini görmeyi denediler. (Oğuz 2012: 1-2). Önceleri sadece söyleyicileri unutularak halkın ortak malı olmuş edebiyat ürünleri [anonim] halk bilimi çerçevesinde düşünülürken sonraları halka ait bütün töre, gelenek, görenek, kabul, davranış, tören ve inançlarla birlikte maddi kültür unsurları da bu çerçeveye dâhil edilir. Halkın maddi ve manevi kültürünü gelenek açısından inceleyen halk bilimi, böylelikle halk hayatını bütünüyle ele alan sosyal bir bilim dalı olur. Bu sebeple, halk bilimine kültür araştırmaları adının verilmesi de uygun görünmektedir. Günümüzde, nesillerden nesillere örnekle, davranışla, sözle nakledilerek ortak kültürü oluşturan; toplulukların yaşayış şekilleri, ihtiyaçları, inanışları, sanatları, zevkleri, duyguları, düşünceleri, arzuları, ifadeleri, kabul ve davranışları halk bilimi çerçevesinde düşünmek yaygın bir kabul görmüştür. Halk bilimi ürünlerinin bir kısmı sözle, bir kısmı davranışla oluşturulurken veya aktarılırken, bir kısmında da söz ve davranış birlikte yer alır. Söze dayalı halk bilimi ürünlerinin sözlü üretim veya sözlü aktarım, gelenekli olma, çeşitlenebilme, benimsenme, kalıplaşma gibi özellikleri belirgindir 4. Toplum tarafından benimsenen ve yaratıcıları bilinmeyen halk bilimi bilgileri / ürünleri halkın ortak [= anonim] kültür mirasıdır. Toplumun birlik ve bütünlüğünü yansıtan bu kültür ürünleri, fertlerin ve sosyal toplulukların çoğunluğunu aynı duygu ve hedefler etrafında birleştirerek topluma mensubiyet duygusu ve kimlik kazandırma görevleri de görürler. Halk bilimi; geçmişten geleceğe sözle ve / veya davranışla icra edilen, her icrada yeniden şekillenebilen, zamana, mekâna, insana göre uyarlanabilen gelenekli kültür ürünleri ile bu ürünleri inceleyen bilim dalının genel adıdır. Umay Günay da halk biliminin millî kültür denilen pek çok unsurdan oluşan birikimin tarihî gelişim içinde bir milletin çeşitli grupları tarafından farklı ölçülerde yaşanılan verilerin[den] meydana geldiğini belirterek, bu verilerin çeşitlenmeleri ile bu verileri inceleyen ilme aynı adın [= folklor] verildiğini söyler (1987: 29). Halk bilimini oluşturan çalışma alanlarını ana çizgileriyle; Genel Konular, Halk Edebiyatı Ürünleri, Halk Bilgisi, İnanışlar, Kabuller ve Davranışlar, Dayanışma, Yardımlaşma ve Eğitim Kurumları, Oyun, Eğlence ve Spor Kültürü, Maddi Kültür Ürünleri ve Diğerleri olarak sıralamak mümkündür. Sıralamadan da anlaşılacağı gibi, halk bilimi hayatın bütününü içine alan ve kültürü oluşturan bütün unsurları kapsayan disiplinler arası bir bilim dalıdır. Genel Konular başlığı altında; halk biliminin kaynakları, halk biliminin diğer bilim dallarıyla ilişkisi, halk bilimi alan araştırma teknikleri, halk bilimi kuramları ve inceleme yöntemleri, halk bilimi kuruluşları ve bu kuruluşların çalışmaları, halk bilimi araştırıcılarının hayat hikâyeleri ve çalışmaları, halk bilimi atlasları gibi konuları toplamak mümkündür. Halk biliminin kaynakları da sözlü kaynaklar, yazılı kaynaklar, maddi kültür kaynakları, sesli ve / veya görüntülü [elektronik] kaynaklar şeklinde sıralanabilir

102 Halk biliminin araştırma ve inceleme alanları içinde Halk Edebiyatı ürünleri özel bir yer ve öneme sahiptir. Daha çok halk edebiyatı [folk-literature] olarak bilinen gelenekli edebiyat söyleyicileri unutulmuş manzum ve / veya mensur edebiyat ürünler [anonim] yanında, geleneğe bağlı olarak üretilen ferdî ürünlerden oluşur. Ortak kültür edebiyatı olan bu ürünlerin şiir kolunda mâniler, ninniler, ağıtlar, türküler, destanlar, manzum tekerlemeler, manzum bilmeceler, manzum atasözleri, manzum alkışlar ve kargışlar gibi çok sayıda manzum ürünler yer alır. Manzum ürünlerin bir kısmı kalıp sözler içinde de bulunur. Kalıp sözler arasında atasözleri, deyimler, tekerlemeler, bilmeceler, ölçülü sözler, alkışlar, kargışlar, yeminler, seslenmeler/ çağırmalar, selâmlaşmalar, okşamalıklar, öğütler, mezar taşı sözleri vs. mevcuttur. Halk edebiyatının (anonim) önemli bir bölümünü de mitler, destanlar, efsaneler, menkabeler, memoratlar, masallar, fıkralar, halk hikâyeleri ve diğer anlatılar oluşturur. Âşıklar ve derviş-şairler tarafından oluşturulan edebiyat ürünleri de ferdî ürünler olarak kabul edilir. Halk Bilgisi başlığı altında incelenen birtakım bilgi ve uygulamalar da halk bilimi içinde önemli yer tutar. Bu bilgi ve bilgiye dayalı uygulamalar arasında; halk hekimliği, halk veterinerliği (=baytarlık), halk takvimi, halk meteorolojisi, bitkilerle ilgili bilgiler, hayvanlarla ilgili bilgiler, halk taşıtları ve taşıma teknikleri gibi konular vardır. Tıptan veterinerliğe, meteorolojiden ziraata ve taşıt yapımından taşıma tekniklerine kadar pek çok konuya bağlı kültür unsurlarının Halk Bilgisi alanına girmesi, halk biliminin inceleme alanı ve bu alanın çeşitliliği hakkında da fikir vermektedir. Bu bilgilerin aktarılması anlatma ve gösterme / uygulama yoluyla olmaktadır. Halk bilimini oluşturan unsurlar arasında kabul ve davranışlar da bulunmaktadır. Töre, gelenekler, görenekler, törenler, bayramlar, kutlamalar ve inanışlar gibi kabuller ve uygulamalar Kabuller ve Davranışlar başlığı altında toplanabilir. Hayatın dönüm noktalarıyla ilgili gelenek ve göreneklerden doğum, çocukluk, sünnet, evlenme, askerlik, hacca / gurbete uğurlama ve karşılama, ölüm gibi konular da kabuller ve davranışlar arasında yer alır. Bu kabul ve davranışlar, topluluğa kimlik kazandıran kültür hazineleri arasında öne çıkar. Dayanışma ve Eğitim Kurumları arasında; Meslek Kuruluşları (Ahilik, vb), Dinî Kuruluşlar, Yardım Kuruluşları (Vakıflar, Yardım Dernekleri, vb.), Halk Eğitim Merkezleri, Kültür ve Dayanışma Dernekleri, Halk Oyunları (Efe, Seymen, vs.) Kuruluşları ve İmece sayılabilir. Buralarda sözle ve davranışla, anlatarak ve göstererek sözlü kültür mirasının aktarılması ve uygulanması sağlanır. Sözlü kültüre ve canlı gösterime dayalı oyun, eğlence ve spor kültürü de halk biliminin inceleme alanlarındandır. Gelenekli Tiyatro (Gölge Oyunu, Orta Oyunu, Köy Seyirlik Oyunları, Kukla, Meddahlık, Tuluat), Halk Oyunları (=Danslar), Çocuk Oyunları ve Oyuncakları, Halk Müziği ve Müzik Araçları, Gelenekli Sporlar 105

103 (Güreş, Cirit, vb.) ve diğer eğlenceleri Oyun, Eğlence ve Spor Kültürü olarak adlandırmak mümkündür. Bu tür kültür hazinelerinden gelenekli tiyatro, halk oyunları, çocuk oyunları ve halk müziğinde sözle birlikte canlı gösterim de öne çıkar. Gelenekli sporlarla ilgili zengin sözlü kültür mirası oluşmakla birlikte, bu sporların hepsi canlı bir gösterim olarak icra edilir. Maddi Kültür Ürünleri de; Giyim-Kuşam-Süslenme, Gelenekli Sanatlar ve Zanaatlar, Gelenekli Mimarî, Halk Mutfağı gibi başlıklar altında toplanabilir. Oyun, Eğlence ve Spor Kültürü başlığı altında verilen Çocuk Oyuncakları, Müzik Araçları, vs. halk zanaatları içinde de incelenebilir. Burada ele alınan konuların uygulanması ve başkalarına öğretilmesinde izlenen yöntemler de Somut Olmayan Kültürel Miras [=SOKÜM] kapsamında değerlendirilmektedir (Oğuz 2009). Halk biliminin araştırma ve inceleme alanı günümüzde genişlemeyi sürdürmektedir. Eskiden köy ve/ veya köylü kültürü derlemeleri/ araştırmaları yapan bir bilim dalı olarak algılanan halk bilimi günümüzde bütün toplulukların kültür araştırmalarını inceler. Halk biliminin ilgi/ inceleme alanının genişlemesine uygun olarak, sayılan hususların dışındaki konuları da şimdilik- Diğerleri başlığı altında toplamak doğru olur. Araştırma alanı incelendiğinde, halk biliminin disiplinler arası bir uygulama, bilgi ve bilim dalı olduğu anlaşılır. Bilim dalı olarak, sözlü gelenek içinde yaratılan; çeşitlenme, benimsenme, uyarlanabilme ve kalıplaşma gibi özellikleri bulunan maddi ve manevi kültür ürünleri ile bunlarla ilgili her çeşit bilgi, kabul ve davranışları inceler. Halk bilimi ürünleri; gelenek içinde yaşayan, müşterek meslek, din, dil, estetik zevk, ırk, yaşayış tarzı, tarih, ülkü ve kader birliği gibi en az birkaç ortak unsuru paylaşan insan topluluğu (mahallî topluluklar, dernekler, kuruluşlar, iş-meslek toplulukları vs.) tarafından oluşturulur. Sanatın ve Bilimin Buluştuğu Bir Disiplin: Edebiyat Sanatçının şahsî duygu, düşünce ve estetik ihtiyacını karşılaması yanında, içinde yaşadığı toplumun bu ihtiyaçlarına da cevap verebilme arzusuyla oluşturduğu, malzemesi dile dayanan sanat ürünlerine edebiyat denir. Edebiyat eserini, faziletin, ahlâkın, vakarın, hiss-i selimin yahut zevk-i selimin telkin ve tebliğ edilmesi için oluşturulan bir metin olarak gören ve hizmeti bakımından değerlendiren anlayışlar, günümüzde itibarını kaybetmiştir; edebiyat eserini bir felsefe kitabı gibi, yahut iktisat, veyahut ahlâk kitabı gibi görme eğilimleri ortadan kalkmaya başlamıştır. (Tural 1992: 11). 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar içinde sosyal ve beşerî her türlü bilgi alanı bulunan ve kurallı bir kültür birikimi olarak adlandırılan edebiyat, günümüzde, malzemesi dil olan bir sanat dalının adı dır (Tural 1992: 9). Edebiyat kavramı uzun müddet içinde tarihten teolojiye, felsefeden ahlâka, hatta günümüzdeki bazı müspet ilimlere kadar her şeyi bulunduran bir yapı taşıyordu. Günümüzde müstakil bir ilim dalı olan dilbilgisini ve genel dilbilimini de içinde taşıyan yapısın

104 dan kurtuldu ve 20.yy. başlarında adeta bağımsız bir kavram oluştu. (Tural 1992: 9). Edebiyat, sözlü veya yazılı olarak oluşturulabilir. Sözlü edebiyat ürünlerinde ferdin damgası fazla görülmez. Sözlü kültür geleneği içinde yetişen sanatçıların oluşturduğu yazılı edebiyat ürünlerinde de ferdin ağırlığı çok belirgin değildir. Edebiyat eseri oluşturanlara da, edebî ürünleri inceleyen edebiyat bilimcilerine de edebiyatçı denilmektedir; hâlbuki ikisinin işi de aynı değildir. Edebî eser oluşturmak sanatçının görevidir. Sanatçı, yaratıcılık gücüyle kültür birikimini birleştirerek edebî ürünler yaratır. Malzemesi dile dayanan sözlü ve/ veya yazılı edebiyat ürünlerini inceleyen bilim dalına ise edebiyat bilimi denir. Wellek ve Warren e göre edebî ürün oluşturmak da, oluşturulan ürünleri incelemek de birer faaliyet olup biri yaratıcıdır, yani sanattır, diğeri tam olarak bilim değilse de bir nevi bilgidir (1983: 13). Tural a göre edebiyat araştırıcısı, toplumun benliğinin, kimliğinin ve kişiliğinin göstergesi olan edebiyat hayatını, tarih içindeki yerine oturtmak üzere, edebî eserlerden hareketle aydınlatıcı, kıymetlendirici çalışmalar yapar (1992: 7). Edebiyat bilimi ise edebî metinlerin dünyasına girerek onlarda bulunan duygu, düşünce, hayal ve davranışları, forma ait özellikleri, dilin imkânlarını nasıl kullandığını tespit etmek ile görevlidir. (Tural 1992: 13). Konuşma dili, edebiyat dili ve bilim dili arasında elbette farklılıklar bulunur. Edebî dil ile günlük dil arasındaki farkı belirlemek zordur. Günlük dil basit bir şey değildir; onun konuşma dili, ticaret dili, resmî dil, dinî dil, öğrenci argosu gibi çeşitli türleri vardır. Günlük dilin de edebî dil gibi kendisine mahsus anlam ifade eden bir işlerliği vardır. Günlük dilde işaretlere, yani kelimelere pek seyrek olarak bakılır. Onlarla yalnız isimleri ve hareketleri sembolik olarak ifade etmek ve kelime oyunları yapmak istediğimiz zaman ilgileniriz. Edebî dil günlük dile göre daha çok sayıda kelime kullanır. Edebiyatta dilin imkânları daha dikkatli ve sistemli bir şekilde kullanılmaktadır. Şiir dili günlük dilin imkânlarını genişletir, düzenler, pekiştirir, hatta bizim dikkatimizi toplamak için onları bazan zorlar. Bu imkânların çoğu nesiller boyu süren sessiz ve anonim çalışmalar sonucu şekillenmektedir. (...) Mamafih her sanat eseri kullandığı malzemeye bir düzen ve birlik getirir. Edebî eser basit bir şey değil fakat çok çeşitli manalar taşıyan ve birbiriyle çok yönlü ilişkiler içinde bulunan unsurlardan meydana gelen karmaşık bir yapıdır (Wellek Warren 1983: 19-30). Bilim dili açıklayıcı veya işaret edici dir. Bilim dilinin amacı işaret edenle edilen arasında tam bir uygunluk kurmaktır. Bilim dilinde kurallara uyum söz konusudur. Bilim diline kıyasla edebî dil bazı bakımlardan kusurlu ve noksan görülecektir. (...) Edebî dil, tarihî unsurlar, hatıralar ve çağrışımlarla doludur. (...) Mana yükleri fazla olan kelimelere çok yer veren bir dildir. (Wellek Warren 1983: 19-30). Bugün edebiyat olarak değerlendirilen yazılı eserler de halk edebiyatı ürünlerinin tekâmülünden ibarettir. Aslında anonim edebiyat ürünü 107

105 olarak kabul edilen edebî yaratılar bile başlangıçta bir fert tarafından oluşturulmuştur. Sözlü kültür geleneği içinde dilden dile aktarılırken, söyleyicileri zamanla unutulan edebî ürünler; halka mal olmuş, halk tarafından benimsenmiştir. Bir ferdin damgasını taşıyan âşık tarzı şiirler ve âşık tarzı hikâyeler ile derviş tarzı edebî ürünler de aslında halkın ortak kültürüyle şekillenmiştir. Bu ürünler sözlü kültür sanatçıları tarafından yeniden oluşturulur. Halk kültürü adı da verilen sözlü kültür mirasından beslenerek kendi üslûbunu geliştiren sanatçıların sayısı sınırlıdır. Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karaca Oğlan, Sümmanî, Çıldırlı Âşık Şenlik, Ruhsatî gibi sanatçılar; halk kültüründen yararlanarak kendi üslûplarını geliştirmişler, eserlerinde ferdî damgalarını belirgin şekilde hissettirmişler, pek çok sanatçıyı da etkilemişlerdir. Bu sanatçılar yeni geleneklerin ve âşık kollarının doğmasını sağlayarak halk kültürünü zenginleştiren kültür ve edebiyat taşıyıcılarıdır. Yazarlar ve şairler tarafından yazılan edebî ürünler yanında, gelenek temsilcilerince oluşturulan ortak ve ferdî ürünler de edebiyatın inceleme alanına girer. Halk bilimi-edebiyat İlişkileri ve Halk Edebiyatı Klâsik edebiyat taraftarlarınca halk edebiyatı üreticileri sanatçı, üretimleri de edebiyat eseri / sanat eseri olarak görülmemiş; halk bilimi disiplininin doğuş sürecinde bunların değeri anlaşılarak bilim dünyasının dikkatini çekmiş, bütün dünyada halk bilimi ile birlikte bunlar da araştırılmaya başlanmıştır (Oğuz 2012: 1). Bu süreçte, James Macpherson / Ossian ın ilkelliğe geri dönüş teklifi, Avrupa uluslaşmasına etki ederek ulusal mirasa geri dönüş çabalarına yol açar (Oğuz 2012: 7). Ulusal romantizm akımını kuran Johan Gottfried von Herder e göre; [B]ir ulusun ortak ruhu en iyi, temiz ve bozulmamış olarak halk edebiyatında bulunur. Bu sebeple; Halkın inançlarını, değerlerini, düşüncelerini öğrenmek isteyenler için de en doğru kaynak halk edebiyatı ürünleridir (Başgöz 2002: 8). Halk bilimi araştırmalarının başladığı ilk dönemde, folklor [=halk bilimi] daha çok sözlü edebiyat geleneği olarak kabul edildiği için; halk bilimi tahlillerinin büyük bir bölümü, edebî geleneği olan topluluklardan derlenen sözlü malzemeye dayanır. Zaten önce bütün kültür birikimleri sözlü yaratılıp hafızalarda muhafaza edilmiş ve sözlü olarak aktarılmıştır. Yazılı kültür de sözlü kültürün devamıdır. Bu sebeple yazılı kültürde sözlü kültür özellikleri de görülebilir. Sözgelimi yazılı kültür ürünlerinde karşımıza çıkan söz tekrarlarının kaynağı da sözlü kültürdeki tekrarlama alışkanlığına dayanır. Sözlü kültür aktarımında aynı sözün veya benzer sözlerin tekrarlanmasının çeşitli sebepleri vardır. Tekrarlama, öncelikle meramın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlar; çünkü geniş dinleyici kitlesinde, sanatını icra eden sözlü kültür taşıyıcısının her sözünü herkesin anlayabilmesi mümkün olmayabilir. Bu sebeple; Büyük bir kitleye hitap ederken, fizikî koşullardan ötürü, fazladan söz söyleme ve tekrar etme eğilimine, yüz yüze konuşmadakinden daha sık rastlanır. (Ong ). Söz tekrarlarını yalnızca, 108

106 icra ortamından kaynaklanan akustik sorunu na bağlamak doğru değildir. Kitleye hitap eden konuşmacının bir yandan ağzından çıkacak kelimeleri zihninde ararken, öbür yandan konuşmasını sürdürme ihtiyacı da söz tekrarını özendirir. (Ong ). Bilinmektedir ki, sözlü kültürde akıcılık ustalık ister. Usta anlatıcı / icracı da sözlerini zihninde şekillendirirken beklemeden ve teklemeden sanatını icra edebilmek için söz tekrarlarına başvurur. Sözlü kültürün devamı olan yazılı kültür, ferdî imza taşımaya başlayan edebî eserlerin başlangıcı sayılır. Birbiriyle bağlantılı bu süreç sebebiyle, ferdî imza taşıyan ürünlerde bile sözlü kültür geleneğinin izlerini görmek mümkündür. Yazı ne kadar yaygınlaşırsa yaygınlaşsın bütün toplumlarda hâlâ farklı ölçülerde yazılı kültür ile sözlü kültür bir arada yaşamaya devam etmektedir. Bundan dolayı, yazılı kültür ile sözlü kültürü kesin sınırlarla birbirinden ayırmak mümkün değildir (Günay 1987: 23-24). Genellikle sözlü kültür geleneği içinde geleneğe uygun olarak üretilen ve / veya sözlü olarak icra edilen, söyleyicisi unutulan veya söyleyicisi bilinen ürünlerin hepsine birden Sözlü Edebiyat adı verilebilir. Burada sözlü kültür üzerinde de kısaca durmakta yarar vardır; çünkü gelenekli edebiyatın büyük bölümü sözlü edebiyat ürünlerinden oluşur. Yazılı kültüre aktarılan ürünlerin de kaynağı genellikle sözlü kültürdür. Yazılı örnekleri bulunsa da genellikle sözlü olarak üretilen bu edebiyatın oluşumunu sağlayan ana unsur gelenektir. Sözlü olarak üretilen edebiyat ürünleri ferdî ihtiyaçlardan daha çok sosyal ihtiyaçları karşılayabildiği sürece yaratılır ve / veya icra edilir. Halk bilimini ve/ veya halk edebiyatını oluşturan bilgi ve veriler yeni sosyal ihtiyaçları karşılayamaz duruma gelirse ya tarihe karışacak ve tamamen unutulacak ya da kaydedilerek kaybolmaktan kurtarılan ürünlere yenileri eklenemeyecektir. Buraya kadar aktarılan bilgilerden hareketle, halk bilimi ve edebiyat ilişkileri şöyle bir şema ile gösterilebilir: I III II I. Halk bilimi II. Edebiyat III. Halk Edebiyatı Burada, birbirinin merkezine teğet durumda bulunan ve ortak alanları olan iki daire halk bilimi ve edebiyatı simgeler. Bu iki dairenin kesiştiği bölgede de Halk Edebiyatı mevcuttur. Elbette ki halk bilimi ile edebiyatın hem ortak, hem de farklı yönleri vardır. Sözgelimi Yenigün/ Nevruz bayramı ile ilgili gelenekler, görenekler, töreler, törenler, kabuller, davranışlar vs. halk biliminin inceleme alanına girer; söz konusu bayram ile ilgili oluşturulan edebiyat ürünleri edebiyat biliminin inceleme alanı içindedir. Mahlas alma, saz çalma, ustaçırak ilişkisi, bade içme/ rüya görme, atışma, hikâye anlatma, nazire söyleme, usta malı söyleme / anlatma, tarih bildirme, deyiştirme / söyleştirme gibi 109

107 âşık tarzı edebiyat gelenekleri halk bilimini doğrudan ilgilendirmekte, âşık tarzı ürünler ise edebiyatın inceleme alanı içinde yer almaktadır. Türk edebiyatı içinde yer alan halk edebiyatı aynı zamanda halk biliminin de bir alt disiplini olarak değerlendirilir 5. Bu disiplin; Edebî zevk, düşünce ve anlatım gücüne ulaşmış âşık ve derviş tarzı eserler yanında; malzemesi dile dayanan destan, efsane, halk şiiri, mani, ağıt, türkü, bilmece, masal, halk hikâyesi, fıkra, atasözü, deyimler, tekerlemeler gibi sözlü gelenekte yaşayıp kuşaktan kuşağa aktarılan halk edebiyatı (anonim) ürünlerinden oluşur. (Uysal ve Günay 1990: 267). Başka bir ifadeyle, Türk Halk Edebiyatı üç inceleme alanına sahiptir: A. Sözlü Edebiyat (Anonim Edebiyat), B. Âşık Edebiyatı, C. Tekke Edebiyatı 6. Yaratıcıları / söyleyicileri unutularak halkın malı olmuş ortak ürünler edebiyatın ilgi alanına girerken, bu ürünlerin kaynak kişilerce öğrenilmesi ve icrası ile icra sırasında uyulması gerekli kural ve uygulamalar da halkbiliminin araştırma alanına girer. Âşık Edebiyatı ve Dinî-Tasavvufî Türk Halk Edebiyatı olarak da adlandırılan Tekke Edebiyatı nın yaratıcıları genellikle bilinmektedir. Söyleyicileri genellikle bilinen bu ürünlere ferdî ürünler denilse de, bu ürünlerin de geleneğe bağlı olarak üretildiği ve gelenek içinde icra edildiği için ortak kültür unsurlarından ve hazır ifade kalıplarından yararlanma yaygındır. Burada; akın, âşık, baksı, destancı, jırav, kam, oyun, ozan, saz şairi, şaman gibi benzer ve farklı özellikler taşıyan sanatçılar âşık adı altında toplanmakta, bu sanatçıların gelenek içinde ürettikleri ve aktardıkları ürünlere de Âşık Edebiyatı adı verilmektedir. Bu sanatçılar tarafından üretilen ürünler edebiyat içinde değerlendirilirken; bu ürünlerin oluşumunda ve icrasında uyulan ve uygulanan âşıklık gelenekleri de halk biliminin içinde yer almaktadır. Aynı şekilde; baba, dede, derviş, eren, ermiş, evliya, hoca, molla gibi adlarla anılan ve geleneklere bağlı olarak edebiyat ürünü yaratan / icra eden kişileri de derviş adı altında toplamak mümkündür. Tekke Edebiyatı temsilcilerinin ürünleri de edebiyat içinde değerlendirilirken; bu ürünlerin oluşumunda ve icrasında uyulan ve uygulanan gelenekler de halk biliminin içinde incelenmelidir. Türk Halk Edebiyatı nı oluşturan alanların birbirleriyle ilişkileri de şöyle bir şema ile gösterilebilir: I III II I. Âşık Edebiyatı II. Tekke Edebiyatı III. Sözlü Edebiyat (Anonim Edebiyat) Görüldüğü gibi; birinci daire (Âşık Edebiyatı) ile ikinci daire (Tekke Edebiyatı) birbirinin merkezine teğet durumda iç içe geçmiş, üçüncü daire (Sözlü Edebiyat / Anonim Edebiyat) ise bu iki dairenin kesiştiği, ortak noktaları olan bölgeyi ortalamıştır. Sonuç Halk bilimi; toplumda yaşayan gelenek ve göreneklerin, inançların, edebiyat ürünlerinin, maddi kültür 110

108 unsurlarının derlenip bilimlik yöntemlerle değerlendirilmesi için kurulan bir bilim dalıdır. Duygu ve düşünceleri sanatlı bir şekilde, sözlü ve/ veya yazılı olarak anlatan ürünler de edebiyat sanatı içinde değerlendirilir; çünkü edebiyat, dinleyende ve /veya okuyanda estetik duygular uyandıracak bir şekilde, sözün özünü söyleme sanatıdır. Edebiyat ürününü yaratana / oluşturana edebiyat sanatçısı (şair, yazar vs.), araştıran ve inceleyene edebiyat bilimcisi denir. Edebiyat bilimi, sosyal bilimleri oluşturan diğer bilim dallarıyla da iletişim etkileşim içinde olan geniş ilişkiler ağına sahip bir sosyal bilimdir. Bu bağlamda, halk bilimi ile edebiyat ürünlerinin de sıkı ilişkileri olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilişkilerin en belirgin yansımalarını halk edebiyatı ürünlerinde görmek mümkündür. Türkiye de 100 yıllık bir geçmişi olan halk biliminin inceleme alanını günden güne genişlemekte, bu alanda yapılan çalışmalar derinleştikçe yeni terim ihtiyaçları ortaya çıkmakta, bu süreç içinde oluşan bazı terim karışıklıklarının da çözülmesi gerekmektedir. Halk bilimi ve halk edebiyatı; nasıl donmuş / üretimi tamamlanmış değilse, bunlarla ilgili ortaya konulan kuramlar, yöntemler, görüş ve değerlendirmeler de tartışılamaz değildir. Vurgulayarak söyleyecek olursak; Türkiye de halk bilimi çalışmalarının 100. yılı vesilesiyle halk bilimi ve halk edebiyatı alanlarında yapılan araştırmaların tartışıldığı makalelere, bildirilere ve geniş katılımlı toplantılara ihtiyaç vardır. NOTLAR 1 Türkiye de yaygın olarak kullanılan halk bilimi karşılığında; İngilizcede folklore ve Almancada volkskunde terimleri mevcuttur. İngiltere de daha önce popular antiquity [=popüler antikite] veya popular literature [=popüler edebiyat] gibi terimler altında yapılan çalışmalara karşılık olarak, William John Thoms tarafından, folklore adı önerilir. İlk olarak 22 Ağustos 1846 da, Athenaeum dergisinde geçen folklore terimi; İngilizlerin ve İngilizcenin dünyada yayılmasına bağlı olarak yaygın bir kullanım alanı bulur. Halk biliminin ilk kurumlaşma denemesi olan Folklore Society [=Halk bilimi Derneği] de 1878 de, yine İngiltere de kurulur. Bu dernek; [f]olklor sözcüğünün bir bilim dalı olarak yayılmasında da etkili olur. Bu derneğin etkisiyle İskandinav, Rus, Portekiz ve İspanyol bilim adamları tarafından da aynı terim kullanılır (Eker vd. 2003: 1-7; Oğuz 2012: 12-13). Halk bilimi teriminin Almanca karşılığı olan volkskunde nin ilk kullanımının folklore teriminden çok önce olduğunu belgeleriyle ortaya koyan Gözaydın a göre; W. J. Thoms tarafından önerilen folklore sözünün Almancadan çevrilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu tespite göre volkskunde terimi ilk olarak 1782 de, Hamburg da yayımlanan Der Reisende [=Gezgin] adlı dergide, derginin yayın yönetmeni Friedrick Ekkard tarafından kullanılır. Aynı terimin 1787 de yayımlanan bir kitapta da geçtiği, ayrıca çeşitli halkları çalışma alanı olarak seçen etnoloji terimine başlangıç olabilecek völkerkunde teriminin de bu dönemde kullanıldığı bildirilir da, Literarischen Anzeiger [= Edebî Gösterge / Edebiyat Gazetesi] adlı yayın organında, Deutsches Volkstum [= Alman Halk Varlığı] adlı bir kitabın yayımlanacağı haberi verilirken; volkstum [=halk varlığı] ve volkstumskunde [=halk varlığı bilimi] terimlerine de yer verilir da yayımlanan bu kitabın yazarı Alman Friedrich Ludwig Jahn, kitabında volkstum ve volkstumskunde terimlerini kullanır. Johann Felix Knaffel de 1813 te yayımlanan kitabında volkskunde terimini tercih eder (Gözaydın 1978: ve Gözaydın 1992: den aktaran Oğuz 2012: 13-14). 2 Aydınlanma Çağının akılcı yazarları, halkın inanç ve geleneklerini bir zihin yanlışı olarak görürken, İsviçreli aydınlar, köylü kültürünü ulus kültürü olarak yücelterek ve halk edebiyatını tarihin çalışma alanında görerek, halk ürünlerini ulusun öz kişiliği olarak ele alırlar. Böylece Aydınlanmacılar tarafından Fransa ve Almanya da yalnızca aşağı sınıflara ad olarak verilen küçültücü halk sözü, İsviçre de ulus anlamı kazanır (Başgöz 2002: 7 den Oğuz 2012: 8). 3 Son dönemlerde yapılan çalışmalar incelendiğinde Anonim Edebiyat ve Halk Ede

109 biyatı terimlerinin karıştırıldığı ve Halk Edebiyatı teriminin genellikle Anonim Edebiyat yerine kullanıldığı gözlemlenmektedir. Bu tür terim kargaşalarını önleyici yeni arayışlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sebeple Halk Edebiyatı terimi yerine Gelenekli Edebiyat, Anonim Edebiyat yerine de Halk Edebiyatı terimi kullanılabilir. Aslında sözlü edebiyat terimi de aynı anlamda kullanılmakla birlikte söyleyicisi unutulan ortak kültür ürünlerine Halk Edebiyatı adı verilmesi gizli bir kabul görmüş gibidir. Bu terim tamamen yaygınlaşana kadar Halk Edebiyatı (Anonim) şeklinde bir kullanım da mümkündür. Bu makalenin yazarı konuyla ilgili terim tartışmalarını ve yeni terim tekliflerini ele alan bir makale hazırlığı içindedir. Gelenekli Edebiyat terimi alışılagelen bir kullanım olmadığı için, yazar da şimdilik- bu makalesinde Halk Edebiyatı terimini kullanmıştır. 4 Halk biliminin mahiyeti ile ilgili özellikler için bkz. Yıldırım 1998: Türkiye de halk bilimi ve halk edebiyatı alanlarında çok önemli eserler yayımlandı. Bkz. Ülkütaşır 1973, Boratav 1982, Boratav 1984, Örnek 1995, Krohn 1996, Öztürkmen 1998, Çobanoğlu 1999, Oğuz 2000, Eker ve diğer 2003a ve 2003b, Oğuz ve Gürçayır 2005, Artun 2005, Dorson 2006, Ekici 2007, Gürçayır 2007, Özdemir 2008, Oğuz 2009, Oğuz, Gürçayır ve Çalış Tekke Edebiyatı temsilcilerini genel olarak derviş adı altında toplamak ve Âşık Edebiyatı teriminde olduğu gibi, bu ürünlerin söyleyicileri / anlatıcıları / icracıları esas alınarak Tekke Edebiyatı yerine Derviş Edebiyatı teriminin de kullanılabileceğini düşünüyoruz. Halk bilimin 100. yılında, genel kabul görmemiş bazı terimlerin yerine yenilerinin teklif edilmesini ve önerilen terimlerin tartışılmasını yararlı görüyoruz. KAYNAKLAR Artun, Erman. Türk Halkbilimi, İstanbul, Azadovski, Mark. Sibirya dan Bir Masal Anası, (Çev. İlhan Başgöz), Ankara, Boratav, Pertav Naili. Türk Halkbilimi I / 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, 4. Baskı, İstanbul, Boratav, Pertav Naili. Türk Halkbilimi II / 100 Soruda Türk Folkloru (İnanışlar, Töre ve Törenler, Oyunlar), 2. Baskı, İstanbul, Çobanoğlu, Özkul. Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, Ankara, Dorson, Richard M. Günümüz Folklor Kuramları, (Çev. Selcan Gürçayır, Yeliz Özay), Ankara, Eker, Gülin, Metin Ekici, M. Öcal Oğuz, Nebi Özdemir. Dünya Halkbilimi Çalışmaları Tarihi, Ankara, 2003a. Eker, Gülin, Metin Ekici, M. Öcal Oğuz, Nebi Özdemir. Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar, Ankara, 2003b. Ekici, Metin, Halk Bilgisi (Folklor) / Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Ankara, Günay, Umay. Folklor Nedir? Türk Folkloru Araştırmaları 1987, Ankara, Gürçayır, Selcan, haz. Folklorun Sahtesi: Fakelore, Ankara, Krohn, Kaarle, John Krohn, Halk Bilimi Yöntemi, (Çev. Günseli İçöz, Yay. haz. Fikret Türkmen), Ankara, Oğuz, M. Öcal. Türk Dünyası Halk Biliminde Yöntem Sorunları, Ankara, Oğuz, M. Öcal, Selcan Gürçayır. Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar II, Ankara, Oğuz, M. Öcal. Somut Olmayan Kültürel Miras Nedir?, Ankara, Oğuz, M. Öcal, Selcan Gürçayır, Sunay Çalış. Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar III, Ankara, Oğuz, M. Öcal. Araştırmaların Tarihi, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, (haz. M. Öcal Oğuz, vd.), 9.baskı, Ankara, Özdemir, Nebi. Medya Kültür ve Edebiyat, Ankara, Örnek, Sedat Veyis. Türk Halkbilimi, Ankara, Öztürkmen, Arzu. Türkiye de Folklor ve Milliyetçilik, İstanbul, Sakaoğlu, Saim. Halk Edebiyatı Kavramı Üzerine, II Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri (7-9 Mayıs 1985), Eskişehir, Sokolov, Yuri M. Folklor: Tarih ve Kuram, (Çev. Yerke Özer), Ankara, Tural, Sadık. Sorulara Cevaplarla Kültür, Edebiyat, Dil, Ankara, Uçman, Abdullah. Rıza Tevfik in Tekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri, Ankara, Uysal, Ahmet E. ve Umay Günay. Bir Kültür Unsuru Olarak Folklor Konusunda Bazı Genel Bilgiler, Millî Kültür Unsurlarımız Üzerinde Genel Görüşler, Ankara, Ülkütaşır, M. Şakir. Cumhuriyet Devrinde Folklor Hareketlerine Toplu Bir Bakış, Ankara, Wellek, Rene ve Austin Warren, Edebiyat Biliminin Temelleri, (Çev. A. Edip Uysal) Ankara, Yıldırım, Dursun. Türk Bitiği- Araştırma / İnceleme Yazıları, Ankara,

110 GÖRMEZDEN GELİNEN EVİMİZİN RESSAMI : FOLKLORUN 100. YILINDA MALİK AKSEL VE GÖRSEL HALKBİLİMİNE KATKILARI Turning a Blind Eye to Our Home-grown Artist: Attribution to Malik Aksel in the 100th Years of Folklore Studies and His Contributions to Visual Folklore Yrd. Doç. Dr. Evrim ÖLÇER ÖZÜNEL* ÖZ Kültür tarihini anlamlandırmak ve gelecek kuşaklara aktarmak için imgenin gücünü kullanmak, içinde yaşadığımız topraklarda pek de alışık olmadığımız bir yoldur. Avrupa da 19. yüzyıldan itibaren fark edilen görsel halk bilimi Türkiye de daha geç gündeme gelmiştir. Bu bağlamda Türkiye de folklor disiplini tarihini, görsel halkbilimi alanındaki çalışmaları da dikkate alarak yeniden okumak gerekir. Görsel etnoloji ya da görsel antropoloji Avrupa folklor çalışmalarında başlangıçtan itibaren heyecan verici bir alan olarak değerlendirilirken bizde yaşanan gecikmenin nedenlerinden biri, görsel olanın geç fark edilişinden çok, görsel olanı fark edenlerin, geç fark edilmesidir. Bu bağlamda, Cumhuriyetin ilk yıllarında görsel olanın gücünü keşfeden ressam ve folklorist Malik Aksel in eserleri öz-eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmeyi hak eder. Malik Aksel ve eserleri değerlendirildiğinde üç ana başlık öne çıkar. Bunlardan ilki, Aksel in kimse görsel olanla ilgilenmezken halk resmi, dinî resimler, duvar resimleri gibi çoğu zaman ötekileştirilen konulara eğilerek halk biliminin görsel alanlarına dikkat çekmiş olmasıdır. İkincisi, Aksel in sanat ve folklor arasındaki ilişkiye ve öz-oryantalist ve ötekileştirici bir gözle bakmamasıdır. Aksel, bu ilişkiye Doğu ve Batı sanatını sentezleyen bütünsel bir algıyla yaklaşır. Üçüncü nokta ise, Aksel in Anadolu insanını, evlerinin içlerini, bayram yerlerini, geleneksel meslekleri resmederek, geleneksel halk resmi ve sanatlarını modern resmin bir parçasına dönüştürmeyi başarmış olmasıdır. Dolayısıyla Aksel, halk bilimcilerin araştırma alanlarında hem görsel hem de yazılı eserlerinin Türkiye deki görsel halk bilimi çalışmaları için iyi bir kaynak olması bağlamında öne çıkartılması gereken bir isimdir Anahtar Kelimeler Malik Aksel, Halk Bilimi Tarihi, Görsel Halk Bilimi, Halk Resmi, Türk Folklorunun 100. Yılı ABSTRACT To use the power of the image for the purpose of understanding the history of culture, making sense out of it and transferring it to future generations, is not something we are used to in the land we live in. Visual folklore, which became popular in Europe during the 19 th century, was noticed at a much later stage in Turkey. In this context, there is a need to review the history of folklore discipline, and the attention it paid to its visual concepts. In European folklore studies, the visual ethnology field was accepted as an exciting area of study from the outset. One of the reasons for this delay was not because we did not notice visual folklore but we ignored the ones who noticed it. Therefore, we need to re-read the history of folklore in Turkey taking into account the attention it paid to visual folklore studies. Malik Aksel was a painter and a folklorist who witnessed the early years of the Turkish Republic and who discovered the power of visuality. He and his work deserve to be reassessed. When we review Malik Aksel and his work we can see three main themes. First, he attracted attention to visuality when no one else was interested in folk pictures, religious pictures, and wall pictures. Secondly, he approached the relationship between art and folklore holistically. He did not look at this with an orientalist point of view and he synthesized Eastern art with Western art. Thirdly, he was able to transform the traditional folk pictures and art to modern art by drawing Anatolian people, inside their houses, festival fields, and traditional occupations. Therefore his work has to be remembered as a resource for visual and critical studies of folklore. Key Words Malik Aksel, History of Folklore, Visual Folklore, Folk Pictures, 100 th Anniversary of Turkish Folklore * Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Halkbilimi Bölümü Öğretim Üyesi, eolcer@ gazi.edu.tr 113

111 Her resim bir öykü anlatır. 1 Araştırmacı Peter Burke, Tarihin Görgü Tanıkları nda resimlerin, heykellerin, baskıların ve diğer imgelerin bize, yani gelecek nesillere geçmiş kültürlerin yazıya dökülmemiş deneyimlerini ya da bilgilerini paylaşma olanağı sağladığını, hatta daha önce bilip de o kadar ciddiye almadığımız şeyleri önümüze koyduğunu söyler (Burke, 2003: 13). Kültür tarihini Burke ün vurguladığı biçimde anlamak, anlamlandırmak ve gelecek kuşaklara aktarmak için imgenin gücünden faydalanmak, içinde yaşadığımız topraklarda pek de alışık olmadığımız bir yoldur. Oysa hikâye geçmişi derin olan bu kültür evreni, yüzyıllardır kendisini zengin imgelerle ifade etmiştir. Halıda, kilimde, minyatürde, duvar resimlerinde, taş baskısı halk hikâyelerinde, oyalarda, şiirlerde, halk danslarında, kıyafetlerde, muskalarda, tılsımlarda, cami duvarlarında, taşıt süslemelerinde, kahvelerde, han duvarlarında, hayvan süslemelerinde, bayram yerlerinde, afişlerde, logolarda, fotoğraflarda, reklamlarda, sinemada, tablolarda ve daha pek çok alanda bu imgeler canlı bir biçimde kullanılmaktadır. Şimdiye değin minyatür, halk resmi, resim sanatı, karikatür, fotoğraf, reklam, sinema gibi görsel alanlar halk bilimcilerin dikkatini çok az çekebilmiştir. Sedat Veyis Örnek halk resminden, halk kültürünü resmedenlerden ve fotoğrafın halk bilimi için öneminden söz eden nadir halk bilimcilerdendir. Örnek, Türk Halkbilimi adlı eserinde görsel halk bilimini ilgilendiren gravürler, resimli el yazması kitaplar, aile albümleri, afişler, el ilanları gibi halkın, düş gücünü, beğeni çizgisini ortaya çıkartan bu kaynakların tez elden derlenmesi ve arşivlenmesi gerektiğine dikkat çeker (Örnek, 2000: 45). Bunun yanı sıra Örnek, makaleye konu olan Malik Aksel i, konularını köy ve halk yaşamından alan, resimlerinin yanı sıra yazı ve kitaplarında sanatla folklor arasındaki verimli ilişki üzerinde duran sanatçı (Örnek, 2000: 46) olarak niteler. Bunun dışında görsel halk bilimi yeni yeni dikkate değer bir alan olarak değerlendirilmeye başlamıştır. 2 Bu durum, halk bilimi çalışmalarında alışıldık yöntemlerin dışına taşan imgeler dünyasını kuramsal olarak incelemenin, görsel çözümleme yöntemleri kullanarak halk bilimine yaklaşmanın çoğu zaman gözden kaçırıldığını göstermektedir. Sosyal, kültürel ve dinî pek çok değişkenle açıklanabilecek bu paradoks, halk bilimcilerin görsel kültüre karşı ihmalkâr tutumlarını meşru bir zemine taşımalarına da yardım etmiştir. Benzer bir durum, Türkiye de folklor disiplini tarihi değerlendirildiğinde de görülür. Avrupa da 19. yüzyılın uluslaşma heyecanıyla doğan disiplin, uluslaşmayı perçinleyecek bir dinamik olarak görülmüştür. Dolayısıyla halk bilimi, dönemin doğası gereği, Osmanlı coğrafyasında tohumları atılmış olmasına karşın üstü bir süre örtük kalmıştır. Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında ulus olma bilincine katkıları fark edilerek kendine sağlam bir yer edinebilmiştir. Bu nedenle de Türkiye folklor tarihi okunurken farklı bir yol haritasına ihtiyaç duyulur. Avrupa da folklor çalışmaları sözlü kültür odaklı bir doğumla başlamıştır

112 Ne var ki Avrupa da kurumsallaşma evreleri birbirini tetikleyen bir mekanizmaya sahip olan antropoloji ve folklor disiplinlerinin birbirinden aldığı güç, antropolojik-etnografik alan araştırması yöntemlerinin kısa bir süre içinde folklorcular tarafından da benimsenmesine yardımcı olmuştur. Bu da Avrupa folklor araştırmacılarının sözlü kültürle iç içe bir alan olan imgeler dünyasını fark edip görsel olanın erki üzerine kuramsal çalışmalar yapmalarına zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda Osmanlı döneminde tohumları atılıp Cumhuriyet döneminde filizlenen folklor disiplini tarihini, Avrupa folklor çalışmaları ile karşılaştırmalı bir biçimde görsel olana yönelttiği dikkati de değerlendirerek yeniden okumak gerekir. Folklor tarihimiz Avrupa folklor çalışmalarıyla karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde Türk folklorunda görsel olanın fark edilme sürecini talihsiz bir serüven olarak anmak da mümkündür. Avrupa folklor çalışmaları tarihine bakıldığında imgeye verilen önem nedeniyle halk biliminin başka bir boyuta evrildiği görülür. Folklor tarihçileri, disiplinin I. Dünya Savaşı nın ardından ilk zamanki heyecanını yitirmeye başladığı, II. Dünya Savaşı nın ardından da neredeyse çıkmaz bir sokak olarak görüldüğü konusunda hemfikirdirler. Böyle bir ortamda Avrupa folklor araştırmacıları uygulamalı halk bilimi ve görsel halk bilimi gibi alanların disipline yeni bir soluk getirip getirmeyeceğini tartışmışlar ve sonuç olarak bu alanda pek çok yeniliğe kapı aralamışlardır. Bizde de erken Cumhuriyet döneminde sanatçıların Anadolu yu fark edip sanatla halkı buluşturabilmeleri için geziler düzenlenmiş, yayınlar yapılmış ve sergiler açılmıştır. Ne var ki bunun Avrupa daki gibi bir sıçrama yapmadığı söylenebilir. Avrupa folklor tarihinde heyecan verici bir alan olarak değerlendirilen görsel kültür çalışmalarının bizde gecikmeli olarak başlamasının nedenleri arasında, görsel olanın geç fark edilişinden çok, görsel olanı fark etmiş olanların -özellikle halk bilimciler tarafından- geç fark edilmesi gösterilebilir. Bu bağlamda görsel kültürün erkini gören Cumhuriyetin ilk yıllarına tanıklık etmiş ressam ve folklorist Malik Aksel in eserleri öz eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmeyi hak eder. Aksel in yüz yıllık folklor geçmişimize görsel kültürün önemine yönelttiği dikkatle yaptığı katkılar geç de olsa halk bilimcilerin gündemine alınmalıdır. Beşir Ayvazoğlu nun evimizin ressamı dediği (Ayvazoğlu, 2011) Malik Aksel in eserleri değerlendirildiğinde üç ana başlık öne çıkar. Bunlardan ilki Aksel in kimse görsel kültürle ilgilenmezken halk resmi, dinî resimler, duvar resimleri gibi çoğu zaman ötekileştirilen konulara eğilerek halk biliminin görsel alanlarına dikkat çekmiş olmasıdır. İkincisi, Aksel in sanat ve folklor arasındaki ilişkiye, öz-oryantalist ve ötekileştirici bir gözle değil Doğu ve Batı sanatını sentezleyen bütünsel bir algıyla yaklaşmasıdır. Aksel için halk ve halk kültürü mutlaka modern olması gereken unsurlar olmamıştır. Aksel Anadolu yu ve halk yaşamını resmederken olanı olduğu gibi kabul ederek korunma yolunu seçmiştir. Aksel i halk bilimi tarihimizde hak ettiği yere 115

113 koymayı gerektiren üçüncü nokta ise, onun evimizin ressamı olarak tanımlanmasına neden olan yönüdür. Aksel, Anadolu insanını, evlerinin içlerini, bayram yerlerini, geleneksel meslekleri resmederek, geleneksel halk resmi ve sanatlarını modern resmin bir parçasına dönüştürmüş ve bu yolla modern dünyada geleneğin sürdürülebilir olabileceğinin örneklerini vermiştir. Malik Aksel, hem teorik hem de pratik anlamda görsel halk bilimine katkı sağlamış bir isimdir. Aksel, resimlerinde, araştırma ve eleştiri yazılarında dikkatini çoğunlukla görsel kültüre yöneltmiştir. Aksel için görsel olan her şey okunabilecek birer metin niteliğindedir. Dolayısıyla Aksel, halk bilimcilerin araştırma alanlarında hem görsel hem de yazılı eserlerinin bir kaynak olması bağlamında öne çıkartılması gereken bir isimdir. Aksel in sanat, folklor ve kültür arasındaki ilişkiye getirdiği bütünsel bakışın oluşum ve olgunlaşma evrelerini dönemin sosyal, kültürel ve politik ortamını da dikkate alarak yorumlamak halk bilimi tarihindeki yerini belirginleştirmek açısından önemlidir. Aksel, Tek Parti döneminin resim anlayışının hüküm sürdüğü bir zamanda sanat hayatını sürdürmüş bir ressamdır. O dönem resim anlayışında modernleşmenin köy ve kent eksenli dönüşümleri belirgin bir biçimde kendini gösterir. Nimet Keser, İktidarın Resmi adlı eserinde o dönem resimlerinde köy ve kent yaşamında gerçekleşen modernleşmenin betimlendiği resimlerin, devrimin toplum yaşamına getirdiği yenilikleri ve sunduğu olanakları yansıttığını belirtir (Keser, 2012: 263). Ayrıca Keser, İlk Geçen Trene Bakan Köylüler ve Hasat gibi tablolarda köylünün doğayla uyumlu, mutlu ve sağlıklı bir biçimde resmedildiklerini söyler (Keser, 2012: 264). Keser in ifadelerinden o dönem resim anlayışında, köylünün yaşanan dönüşümleri sorunsuz kabul ederek modernleşmesi gereken bir nesne gibi algılandığını anlamak mümkündür. Bedri Rahmi Eyüboğlu nun 1935 yılında yaptığı bu tablo ya da Cemal Tollu nun 1933 tarihli Alfabe Okuyan Köylüler tablosunda köylü ve halk odaklı bir ideolojik duruş sezilir. Halkı modernleştirmek üzerine kurgulanmış bu bakış açısı halk yaşamını olduğu gibi değil olması istenen biçimde resmeder. Aksel in tabloları ise söz konusu ideolojik duruşu yansıtmaktan çok olanı olduğu gibi resmederek gelecek kuşaklara aktarma çabası taşımaktadır. Aksel tablolarında köylüyü ve halk yaşamını modernleşmenin bir öznesine dönüştürmez. Aksel için köylü ve köy yaşamı korunması gereken bir değerdir ve bu onun sanat ve folklor felsefesinin temelini oluşturur. Aksel halk resmi, dinî resimler, duvar resimleri ve cam altı resimlerle ilgili yazılarında da aynı bakış açısını korumuştur. Bu bağlamda böyle bir sanat ortamında eserler veren Malik Aksel makalede, yaptığı tablolar ve halk resmi, dinî resimler, duvar resimleri, kahve resimleri gibi konularda yazdığı makaleler ekseninde çözümlenecektir. Ayrıca, Aksel in yaşamında onu görsel kültüre yönelten belirleyici olaylar ele alınacaktır. Yaşam hikâyesi Aksel in görsel kültüre olan katkıları ekseninde değerlendirilecektir. 3 Bunun yanı sıra makalede Aksel in sanat ve folklor arasında kurduğu ilişki ele alınacak 116

114 ve görsel kültüre yaklaşımı irdelenecektir. Aksel in sanat, kültür ve folklor arasındaki bağa sürekli vurgu yapan bütünsel bakışı, temellerini çocukluk ve gençlik dönemlerinden alır yılları arasında yaşayan Malik Aksel, Osmanlı nın son, Cumhuriyetin ilk dönemlerine tanıklık etmiş ve yaşanan dönüşümü kültür ve sanat ortamına yansıyan sosyal ve politik boyutlarıyla değerlendirme fırsatı bulmuştur. Aksel, erken Cumhuriyet döneminde yaşanan dönüşümleri desteklemiş ancak batılılaşma ve modern olma kavramlarına da eleştirel bakabilmiştir. Bu duruşu Aksel i özoryantalist bakıştan uzak tutmuş ve modern ile geleneksel arasında durduğu yeri sağlamlaştıran bir unsura dönüşmüştür. Aksel in çocukluğunun bir kısmı İstanbul da geçer. Aksel in baskıları tükenmiş yayınlarını yakın zamanda yeniden düzenleyerek gün yüzüne çıkartan Beşir Ayvazoğlu, Aksel in yaşamını ve sanat anlayışını anlattığı Malik Aksel: Evimizin Ressamı adlı eserinde Malik Aksel in kişiliğinin oluşumunda İstanbul kültürünün çok canlı bir şekilde yaşandığı Beyazıt semtinin önemli bir yeri olduğunu söyler. Ayvazoğlu, Malik Aksel in, XX. yüzyıl başlarında bu çevrede yaşayan Pazarola Hasan Bey den, Kel Hasan a, Dümbüllü İsmail e kadar devrin bütün renkli tiplerini tanıma fırsatı bulduğunu Şehzadebaşı nda Ramazan gecelerini yaşadığını, Beyazıt Camii avlusunda açılan sergilerde alışveriş ettiğini, kahvelerinde Karagöz, meydanlarında orta oyunu, salaş tiyatrolarında tuluat seyrettiğini, hangi konakta kimlerin oturduğunu bildiğini, şehrin diline, adabına, muaşeretine, âdetlerine, hurafelerine aşina bir İstanbullu olduğuna işaret eder. Ardından da tüm bunların Aksel in hafızasında bütün tazeliğiyle muhafaza edilerek resimlerinde canlı sahneler olarak yaşadığını ekler (Ayvazoğlu, 2011: 14). Aksel, tanık olduğu bu yılları resimlerine olduğu kadar sanat ve folklor anlayışına da yansıtmıştır. Bunu en açık biçimde Aksel in Sanat Hayatı Resim Sergisinde Otuz Gün (1943) 4, Anadolu Halk Resimleri (1960), Türklerde Dinî Resimler (1967), Sanat ve Folklor (1971), İstanbul un Ortası (2000) gibi eserlerindeki yazılarında bulmak mümkündür. Özellikle İstanbul un Ortası adlı eserinde yazar İstanbul da geçirdiği dönemi tüm canlılığıyla aktarmış ve kaybolmaya yüz tutan geleneklere verdiği önemi dile getirmiştir. Malik Aksel in halk yaşamını ve sanatını modern sanatla harmanlamayı hedefleyen bakış açısını tetikleyen bir diğer unsur da hocası ünlü iç mekân ressamı Şevket Dağ ( ) olmuştur. Ayvazoğlu, Şevket Dağ ın figüratif resme fazla ilgi duymadığını, âdeta yok olmakta olan bir medeniyeti resmin diliyle kayda geçirmek için çalıştığını belirtir (Ayvazoğlu, 2011: 27). Aksel, gittiğim yol ve branşım hiçbir Avrupalı ressamın taklidi değildir, sırf kendi mahsulümdür (Dağ dan aktaran Ayvazoğlu, 2011: 25) diyen Şevket Dağ dan oldukça etkilenmiştir. Hatta, 1923 yılından itibaren hocası Şevket Dağ ın tavsiyesi üzerine Galatasaray Sergileri ne katılır. Aksel in bu sergilerdeki resimlerinin Köyde Oyun, Zıp Zıp Oyunu, Amin Alayı, Düğün, Bayram Ye

115 rinde (Ayvazoğlu, 2011: 28) gibi adları vardır. Ayvazoğlu na göre Aksel in bu resimleri 1922 yılında Şile nin Kayagöz köyündeki öğretmenlik günleri izlenimlerini yansıtır (Ayvazoğlu, 2011: 31). Köy hayatından esinlenerek yaptığı bu resimleri adlandırma biçimi bir halk bilimcinin derleme sırasındaki dikkatleri ile paraleldir. Bunlar Aksel in yalnızca halk bilimi malzemesini resmeden yanını kanıtlamakla kalmaz aynı zamanda onun bir görsel malzemeyi toplayan bir derlemeci olduğunu da gösterir. Aksel in halk biliminin alanlarını resmetmeye, resmederek derlemeye ve resmedilmişi toplamaya olan bu ilgisi ilerleyen yıllarda da devam eder. Aksel resimlerinde halk yaşamını tüm renkleriyle yansıtmıştır. Halay, Halı Dokuyan Kızlar, Süpürgeyle Süpüren, Askere Uğurlama, Köye Dönüş, Eşekli Kadın, Kunduracı, Bektaşi Tekkesi, Çalgılı Kahve, Mahalle Baskını, Kadın ve Çocuklar, Kavuklu ve daha pek çok tablosu görsel halk bilimi bağlamında okunmaya son derece elverişli olmalarına karşın bugüne değin hiçbir halk bilimcinin dikkatini çekmemiş ve layıkıyla incelenmemiştir. Oysa Aksel in bu tabloları halk yaşamını ve halk kültürünü canlı bir biçimde ortaya koyar ve kültürün özgün yanlarına işaret eder. Bu nedenle Aksel in tablolarının görsel halk bilimi çözümleme yöntemleriyle tekrar ele alınması özgün bir görsel halk bilimi yaklaşımı geliştirilmesine de imkân sağlayabilir. Bektaşi Tekkesi Halı dokuyan kızlar Aksel in sanat ve folklora bütünsel yaklaşımını belirleyen etkenlerden biri de Almanya da aldığı resim eğitimidir. Aksel, 1928 yılında iş ve resim pedagojisi eğitimi almak üzere Almanya ya gönderilecek Darülmuallimin mezunlarını seçmek amacıyla açılan sınavı kazanır (Ayvazoğlu, 2011: 38). Malik Aksel Almanya da kaldığı dört yıl boyunca kendisini Batılı anlamda resim ve resim eğitimi alanlarında eğitir. Aksel in aldığı bu Batılı sanat eğitimi onun Anadolu ve Türk kültürüne bakışını daha da olumlu yönde geliştirmesine neden olur. Aksel in resimleri ve halkın üret

116 tiği görsel malzemeyle ilgili yaptığı çözümleyici çalışmalar çoğu çağdaşının aksine öz-oryantalist ve ötekileştirici bir bakışı olmadığının da kanıtıdır. Aksel bu tavrı yüzünden dönemin eleştirmenleri ve diğer sanatçıları tarafından sıkça eleştirilmesine karşın tutumundan vaz geçmemiştir. Ebru Nalan Serin Sülün ün Zait Büyükişleyen den aktardığına göre Aksel in bu tavrı şu biçimde eleştirilmiştir. Kendine özgü üslubu ile folklorik değerleri bir dönemin halk kültürü ve sosyal ortamını belgelemesi bu espride yazılar ve kitaplar yayımlaması ve böylece sanat-kültür yaşamına katkısı oldukça önemlidir. Ama yaklaşım olarak konservatif ve yerel İslamcı bir tutumla bu düşüncelerini öğrencilerinde yaygınlaştırmak istemesi, sanat ortamında hep bu yönde bir kamuoyu ve ikilik yaratması Ankara nın gelişmekte olan sanat çevresinde engellemelere neden olmuştur (Büyükişleyen den aktaran Serin Sülün, 2002: 61). Aksel i eleştirenler kadar onun yaptıklarını takdir edenler de olmuştur. Hüsamettin Koçan 1993 yılında yazdığı makalesinde Aksel i değişimden yana bir gelenekçi olarak tanımlar ve onun Tekke ve Zaviyeleri kapatan Cumhuriyet döneminde dinî resimler, cami resimleri gibi herkesin yaklaşamadığı konulara eğilmesini cesur bir davranış olarak yorumlar (Koçan, 1993: 26). Hakkındaki eleştiriler her ne olursa olsun Aksel halk sanatlarına ve halk yaşamına olan ilgisini hiç kaybetmez. Beşir Ayvazoğlu, Aksel in Doğu ile Batı arasındaki güçlü duruşunu Aksel in 1933 yılında Varlık dergisinde yayımladığı Türk Resim Sanatı başlıklı yazısından hareketle şu biçimde aktarır. Malik Aksel in bir ömür boyunca kararlı bir biçimde savunacağı görüşlerin ilk ipuçları vardır. Avrupa da eğitim gören, Avrupalı ressamların ve akımların tesiri altında kalan sanatçıların eserlerinde, Aksel e göre, ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar, bir yabancılık ve ca liyet görünür. [.]. Sanat tarihi incelenecek olursa, en güçlü sanatçıların kendi muhitlerini iyi görmüş ve incelemiş şahsiyetler olduğu anlaşılacaktır. Böyle bir sanat eseri, hangi çevrenin malı olursa olsun, başka çevrelerde ve milletlerarası sanat ortamında da kendini gösterebilir. Birçoklarının zannettiği gibi Avrupa sanatına ve sanatçılarına ne kadar benzersek, eserlerimizin o kadar beğenileceği ve anlaşılacağı doğru değildir. Bir eser, millî mahiyet i imza, arma, bayrak gibi işaretler konulmadan gösterilebildiği takdirde milli ve mahallî bir eser sayılabilir. O halde yüzümüzü hariçten ziyade memlekete çevirmeliyiz ki sanatımızda millî karakterimiz görülsün. (Aksel den aktaran Ayvazoğlu, 2011: 51) Aksel çocukluğundan beri etkilendiği halk kültürünü daha sonraki yıllarda almış olduğu Batılı anlamdaki sanat eğitimlerine rağmen terk etmemiştir. Aksel in millî sanat ın nasıl bir dengede durması gerektiği ya da ne olması gerektiği konusundaki fikirleri hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle genç kuşak halk bilimcilerin kendisinden ilham almaları mümkündür. Malik Aksel, geleneksel ve İslamcı bulunan bu duruşu ile çağdaşları tarafından sıkça eleştirilmiştir. Ancak bu eleştiriler onu yıldırmamış 119

117 aksine millî sanat la neyi kast ettiğini açıklayan yazılar yazmıştır. Aksel bir yandan geçmişi bırakırsak dayanacak bir şeyimiz kalmaz der. Ardından da fakat aynı zamanda millî sanat, sadece körü körüne eski sanatın arkasından gitmek değil bilakis eski sanatı zamanın şartlarına uydurma, tabiat gibi eskiden yeni çıkartmaktır ifadesini kullanır. Ona göre millî sanat olduğu yerde kalan, eskiyi anlatan sanat oldukça o nispette çevresiyle, hayat ile münasebetini daraltmış olur (Aksel, 2011: 75-76). Aksel in millî sanat demekle eski ve yeniyi bir araya getirerek geleneğin sürdürülebilirliğini sağlayacak bir sanat anlayışını kast etmiş olması dönemin romantik akımları göz önüne alındığında gerçekçi ve ufuk açıcıdır. Bugün halk biliminin önemli tartışma alanlarından biri de geleneğin modern olanla harmanlanarak sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Bu durum göz önüne alındığında Aksel in duruşunun önemi bir kez daha ortaya çıkar. Cumhuriyetin ilk yıllarında güzel sanatların yurt çapında yaygınlaşıp benimsenmesi amacıyla halkla sanatçıyı buluşturmayı amaçlayan çeşitli etkinlikler düzenlenmiştir. Dergi yayımlamaktan sergilere, hatta sanatçıların yurt gezilerine uzanan bu stratejik eylem adımları yeni kurulan Cumhuriyetin güzel sanatlar alanındaki modernleşme çabasıyla atılmıştır. Söz konusu adımların halk bilimi tarihini etkileyiş biçimi önemlidir. Bu bağlamda yıllarında sanatçılarla yapılan yurt gezilerine, sonrasında açılan sergilere ve dergide yayımlanan yazılara dikkat etmek gerekir. Halkevi ve Cumhuriyet Halk Partisi destekli bu yurt gezilerine katılan sanatçılardan biri de Malik Aksel dir. O dönemlerde genç ressamlar devlet kanalıyla bir yandan Avrupa ya sanat eğitimine gönderilmiş bir yandan da Anadolu yu resmetmek amacıyla yurt gezilerine yönlendirilmişlerdir. Aksel, Almanya dan döndükten sonra yurt gezilerine katılmış, Denizli ve Sivas gibi illerde halk yaşamını ve halk mimarisini resmetmiştir. Aksel, yazılarında bu dönemden nostaljik bir arzu ve övgüyle söz eder. Ona göre bu girişim kendimize ve Batı ya dönme arasında arafta kalınan dönemlerde özgün bir sanat bakışını ortaya çıkartabilecek güçtedir. Ancak Aksel e göre bu girişim, eserlere gösterilen ilgisizlik ve sonrasındaki heves kaybı nedeniyle Türk sanatının bu altın devri, tam olgun meyvelerini vereceği sırada nazara uğramıştır (Aksel, 2011: 199). Aksel, bu dönemde yurda dağılan ressamları acemi erler gibi resim çantalarını sırtlarına alarak yurdun her köşesine dağılan askerlere (Aksel, 2011: 197) benzetir. Aksel in bu benzetmesi yurt topraklarını korumak için Anadolu ya dağılan askerlerle millî sanatımızı korumak hedefiyle Anadolu ya dağılan ressamları özdeşleştirmesi açısından ilginçtir. Bu benzetme tüm modernleşme ve Batılılaşma çabalarına karşın, halkın yaşamının sanatsal bir etkinlik olarak görülebilmesini arzu eden politik duruşun bir yansıması olarak okunabilir. Ebru Nalan Serin Sülün Yöresellik ve Ulusallık Açısından Malik Aksel adlı çalışmasında bu geziler hakkında ayrıntılı bilgi verir. Bu gezilerde toplam 675 adet yurt resmi yapılmıştır. Sülün, bu gezilere katılanların büyük 120

118 bir kısmının akademi, lise ve ortaokul öğretmenleri gibi memurlardan oluştuğunu serbest ressamların sayısının beşi geçmediğini ifade eder. Bu gezilere katılanların çoğunun Halkevlerinde ya da partinin çeşitli kurumlarında görevli olduklarını belirten Serin Sülün ün aktardıklarına göre katılan ressamların çoğu parti tarafından görevlendirildiklerini söylerken Malik Aksel bu gezilere zevkle ve isteyerek katıldığını belirtmiştir (Aksel den aktaran Sülün, 2002: 14). Katıldığı bu yurt gezileri Aksel in yalnızca sanatçı kişiliğini beslemekle kalmamış aynı zamanda da bu gezilerde bir halk bilimci gibi çalışmaya da yönlendirmiştir. Aksel, bu gezilerin ardından bazı dergilerde gözlemlerini ifade eden yazılar yazar. Ülkü, Sanat ve Edebiyat Gazetesi, Şadırvan, Hisar, Pazar Postası gibi dergi ve gazetelerde yayımlanan yazıları halk resmi, dinî resimler, tılsımlar, masallar ve daha halk biliminin pek çok alanını görsel alanla ilişkilendiren konulardadır. Bu bağlamda yazıların Aksel in görmezden gelinen görsel halk bilimci kimliğini yansıttığı söylenebilir. Aksel in taşıdığı derlemeci ruhu yalnızca koleksiyonculukla açıklamak yeterli değildir. Aksel bir yandan cam altı resimleri ve halk resimlerini toplarken bir yandan da onlarla ilgili ayrıntılı çözümlemeler yaptığı, bilgiler verdiği yazılar yayımlamaya devam etmiştir. Aksel in o dönemle ilgili derlediği görsel ve sözel bilginin pek çoğunun günümüzde yok olmak üzere olduğu göz önüne alındığında halk bilimcilerin onun yazılarını analitik çözümlemelere ilham kaynağı olarak dikkate almaları gereklidir. Malik Aksel, yalnızca görsel olanı toplamamış aynı zamanda topladığı malzemeyi hem görsel hem de metinsel bağlamda çözümlemiştir. Aksel in Anadolu Halk Resimleri adlı eserinin Halk Hikâyelerinde Resim başlıklı bölümünde yalnızca halk hikâyelerindeki resimleri çözümlemekle kalmayan Aksel metinlere bir halk bilimci titizliğinde analitik sorular yöneltir. Örneğin Asuman ile Zeycan adlı hikâyeye şu soruları sorar: Gelenekleşen ve birbirine benzeyen bu hikâyeler serisinde üzerinde önemle durulacak noktalar var. Bunlardan biri erkek çocuğun ilk gençlik çağında, yaşında evini terk edip her türlü güçlüklere karşı koyması, yabancı ülkelere gitmesi, eline silah yerine saz alıp diyar diyar dolaşması, sevgilisinin önüne çıkan korkunç insan, devler ve hayvanlarla kavgasıdır. Acaba bütün bunlar gerçek sevgiliye ulaşmak için mi, yoksa kahramanlık göstermek için midir? Acaba yine bu sevgilinin varlığı gencin kahramanlık göstermesi için bir bahane midir? Elma sembolü ile doğan çocuklara bir müddet sonra tekrar dervişin gelip ad takmasının manası ne olabilir? Bunun eski Türk adsız geleneği ile bir ilişkisi var mı? Yahut bu benzerlik nereden geliyor? Yoksa bu gelenekleşmiş aşk motifi eski Oğuz efsanelerinin değişmiş şekli mi? Bütün bunlar doğrudan doğruya açıklanması güç, fakat ince

119 lenmesi ve çözümlenmesi gereken düğümler. (Aksel, 2010: 10) Görüldüğü gibi, Aksel in sorduğu bu sorular halk bilimcilerin uzun süredir gündemindeki konulardır. Aksel ayrıca, halk hikâyelerinin mitolojik kökenlerini de sorgular. Onun için Elif ile Mahmut Hikâyesi ndeki resme âşık olma motifi (Aksel, 2010: 14) büyü ya da putperestlikle ilişkilendirilebilecek derin köklere sahiptir. Aksel in vurguladığı bir diğer nokta da halkın tasvir yasaklarına rağmen resimle olan ilişkisini devam ettirdiğine dair verilerin ortaya konulması gerektiğidir. Aksel, eserlerinin çoğunda halkın resimle olan ilişkini dile getirir. Bunu da halk hikâyelerinde sıkça görülen surete âşık olma motifi ve hikâyelerin taş baskısı resimleri, cam altı resimleri, cami resimleri, halılar, kahve resimleri, duvar resimleri gibi görsel malzemeyi çözümleyerek yapar. Aksel, İslam da tasvir yasağından dolayı resmin gelişmediği klişesine karşı çıkar. Bu klişeyi savunanların insan tasvirlerinin belirgin olmamasını bahane gösterdiklerini söyler. Oysaki ona göre yalnızca insan değil, eşya ve nebatlar da göründükleri gibi resmedilmemişlerdir. Bunlar da değiştirilerek geometrik kalıplara sokulmuşlardır. Aksel, bunun için motif adlarını örnek verir; ona göre yalnız görünenler değil, mücerret anlamlar da hendesi biçimler içinde anlatılmışlardır. Örneğin elti eltiye küstü, hanım dilendi, bey beğendi gibi oya adları böyledir (Aksel, 2010: 73). Aksel in resim ya da desenin biçimsel özelliklerinden çok bağlamıyla ilgilenmesi ve bu bağlamın yalnızca gelenek içindekiler tarafından görüp anlaşılabileceğini söylemesi somut ve somut olmayan kültürün bir arada değerlendirildiği günümüz yaklaşımlarına benzerdir. Ah Min el Aşk Araştırmacı Peter Burke tasvirlerin sessiz tanıklar olduklarından söz eder ve onları yazıya dökmenin güçlüğünü ifade eder. Burke e göre bu tasvirler kendilerine göre bir mesaj iletmek istemiş olabilirler, ancak tarihçiler resimlerin satır aralarını okumak ve sanatçının farkında olmaksızın gösterdiği şeyleri görmek uğruna bu gerçeği sıkça göz ardı ederler (Burke, 2003: 14). Burke ün tarihçilerin görmezden geldiğini söylediği alanı sanat tarihçiler ve halk bilimciler de göz ardı etmiştir. Malik Aksel in, edebiyatla resmi iç içe görüp çözümlemeler yaptığı için sert bir biçimde eleştirilmesinin arkasında da bu durum vardır. Oysa Aksel, halk hikâyelerinin taş baskılarındaki resimleri analiz ederken resim ve hikâyeyi birbirini tamamlayan bir bütün olarak gören analitik bir çözümleme yöntemi geliştirir. Bu resimleri hem bir ressam gözüyle çözümler hem de bir halk bilimcinin sorması gereken 122

120 soruları resme sorar. Onun için bu resimlerin hepsi birer metindir. Aksel e göre halk hikâyelerinde iki tür resim vardır. Birisi hikâyenin resmidir diğeri hikâyeye konu olan resimdir. Örneğin bugüne kadar bir halk bilimcinin dikkatini çekmeyen resme âşık olma motifi Aksel in dikkatini çeker. Surete âşık olma motifini değerlendirirken Aksel metne şu soruları sorar: Acaba daha on üç on dört yaşına yeni basmış bir genci deli divane eden bu resimde ne vardır? Bu resim yoksa bir büyü müdür? Eski puta tapanların güzellik ilahesi midir? Hikâyelerde sözü geçen iki resim karşı karşıyadır. Biri gerçek güzelliği, diğeri görünmeyen güzelliği belirtir. [.]. Halk taşbaskısı hikâyeleri okuyanlar böylece iki türlü resimle karşılaşırlar ki, bütün bunlar halk resim sevgisinin belirtileridir (Aksel, 2010: 14). Aksel, yalnızca görsel metne analitik sorular sormakla kalmaz onları çağdaş görsel metin çözümleme yöntemleriyle de çözümler. Aksel, bir halk resmini tıpkı çağdaş görsel metin çözümleme yöntemlerinde olduğu gibi ilk önce betimleyerek bu metinlerin karakteristik yapılarını ortaya koyar. Ardından da bu metinlerde görülmeyen ama sezdirilen çağrışımlar yoluyla kültürel bellekte yer alan kodları açığa çıkartır. Mahmut ile Elif Hikâyesi ni çözümlerken ayrıntılı biçimde herkesin resimde ilk bakışta gördüğünü aktarır ve bu sıradanlık içindeki kültürel kodları çözümler. Mahmut ile Elif Hikâyesi nde bulunan Mahmut Elif ile görüşmelerinin resmidir alt yazılı resim hakkında şöyle bir çözümleme yapmaktadır. Mahmut ile Elif in görüştüklerinin resmidir. Yine hikâye kitaplarındaki resimlere göz gezdirilecek olursa, Elif, bir saray bahçesi önündedir. Mahmut küçük bir çocuktan farksızdır. Genç kız daha uzun boyludur, maşlah ile harmani arasında bir kıyafette görünmektedir. Burada Elif in bol bir elbise içerisinde görünmesi tesettür düşüncesinden ziyade Şark ta aşırı giyimin aristokrasiye dayanmadır. Bununla beraber halk resimleri içinde de öyleleri vardır ki, sakladıkları şeyleri daha fazla ortaya korlar. Burada elbise hileli bir kapanıklık içinde maşukayı belirtmiyorsa da eski duvar resimlerinde bu anlayışta birçok Şirinlere, Zührelere rastlanılırdı (Aksel, 2010: 15) Malik Aksel in halk resmi ile ilgilenerek halk resmini yüksek bir sanat anlayışıyla çözümlemesi ve bu çözümlemelerine metni de katması günümüz disiplinler arası yaklaşımlarıyla oldukça paraleldir. Bir başka yazısında Aksel halk resmindeki tabiatı çözümler. Aksel bu çözümlemelerinde doğa-kültür-aşk üçlemesine de değinmiştir. Aksel in yorumları bugün halk bilimcilerin yeni yeni gündemine girmiş olan doğa kültür ilişkisini irdeler ve neredeyse modern çevreci eleştiri kuramları kadar başarılıdır. Aksel, halk resimlerindeki doğa tasvirlerini şu biçimde çözümler: 123

121 Halk resimlerinde tabiat kendi manzaralarıyla değil, hikâyelerin gelenekselleşen manzaralarıyla ortaya çıkar ve her şey insancıl bir havaya bürünür. İnsanla kaynaşır. Çiçekler, bağlar, bahçeler, dağlar insan düşüncesine göre düzenlenir, insan şekil ve şemâline uydurulur. Burada tabiat alışılmış bir tabiattan çok yepyeni bir tabiattır. En önemli tarafı insanları içine alan bir kap olmaktan çok insanla arkadaşlık etmesinde... Burada her şey insanı hatırlatır. Çiçekler görünüşlerinin dışına çıkarlar. Selvi güzel bir vücut, çalılar dikenler kötülük yapan, âşıkları birbirinden ayıran bir acuzeyi, gül sevgiliyi, sümbül onun zülüflerini hatırlattığı gibi bahar, yaz, güz insanı anlatan tabiat olayları, insanın mizacıdır (Aksel, 2010: 41). Aksel in doğa ve insan ilişkisini hem metinle hem de metne ait görselle birlikte çözümlemesi ilham vericidir. İlk bakışta naif ve çalakalem çizilmiş gibi duran bu resimler aslında derin kültürel kodları barındırmaktadırlar. Malik Aksel, Anadolu Halk Resimleri adlı eserinde halk resmi ile karikatür arasında da bir ilişki kurar. Ona göre halk resmi övmek istediği zaman resme yermek istediği zaman karikatüre (Aksel, 2010: 116) dönüşen bir türdür. Aksel 1908 den sonra padişah karikatürlerinin kahvelerde ilk kez görülmeye başladığını söylemektedir (Aksel, 2010c: 81). Aksel in halk resminin Meşrutiyet le birlikte karikatüre dönüşerek başka bir yöne doğru ilerlediğini söylemesi ilginçtir. Aksel bu yorumuyla halk resmi ve politika arasındaki ilişkiye de dikkat çeker. Aksel için halk sanatı dönemin sosyal ve politik ortamından etkilenmektedir. Bu da sanatın halkın gündelik yaşamındaki yerini bir kez daha görünür kılmaktadır. Aksel bunu halkın kendi dünyası içinde bir sanatı vardı ki bu sanat, eski hikâyeler içinde yaşıyordu (Aksel, 2010c: 116) diyerek ortaya koymaktadır. Halk resmi ve halk anlatı geleneğinin canlı bir biçimde yaşadığı kahvehaneler Malik Aksel e göre zamanın resim sergileri (Aksel, 2010c: 79) yerine geçmektedir. Aksel kahvehane kültürünün halk sanatını etkileme biçimlerini titizlikle incelemiştir. Kahvelerdeki resimlerin devrin dinî ve siyasi gelenekleriyle uygunluk içerisinde olması gerektiğini söyleyen Aksel, koleksiyonuna bu kahvehanelerde bulduğu pek çok resmi katmıştır. Aksel in topladığı bu resimler 2011 Yılında Bursa Belediyesi Malik Aksel Taşbaskısı Halk Resimleri Koleksiyonu adı altında sergilenmiş ve ardından bir kataloğa dönüştürülmüştür. Malik Aksel den önce halk resmi ile ilgilenen neredeyse yoktur. Bu nedenle Mazhar İprişoğlu, Aksel in Anadolu Halk Resimleri adlı eserine yazdığı ön sözde halk resmi incelendiğinde beklenmedik ilginç sonuçlarla karşılaşıldığının altını çizmektedir. İprişoğlu na göre, tasvir yasağı nedeniyle yokmuş gibi davranılan halk resminin şekil ve renk duygusunun her sahada bu kadar gelişmiş bulunduğu bir yerde, taassup baskısı ne kadar şiddetli olursa olsun, resim ortadan silinmemiştir. Yazara göre halk sanatı adı sanı belli olmayan sayısız ustalarının eliyle geniş halk tabakalarına aktarılmış, han ve kahvehane duvarlarında, dergâhlarda, Anadolu da çok sevilen taş baskı hikâye kitaplarında, 124

122 kendi hayatını alttan alta yaşamaya devam etmiştir (Aksel, 2010: xv-xvi). İprişoğlu nun halk resmi ile ilgili vurguladığı bir diğer önemli nokta da halk resminin, tamamıyla tasvirci imiş gibi göründüğü zamanlarda bile gerçekte bir işaret ve sembol dili olduğudur. Halk resimlerinde insan tasvirlerinin Karagöz de olduğu gibi- ustadan çırağa geçen belli kalıplara sıkı sıkıya bağlı kaldığını vurgulayan İprişoğlu, bu kalıpların halk muhayyilesinde yaşayan belirli tipleri temsil ettikleri için birer sembol olduklarını ve herkesin bunları görür görmez tanıdığını, onları anlamlandırabildiğini belirtir (Aksel, 2010: xvi-xvii). İprişoğlu nun bu yorumu uygulamalı halk bilimi alanı için heyecan vericidir. Uygulamalı halk bilimi çalışmalarında en sıkıntılı konulardan biri de hikâye kahramanlarından Kerem in, Elif in, Aslı nın neye benzediğinin bilinmezliğidir. Oysa bu metinler ve resimler bu bağlamda değerlendirilebilecek malzemeye sahiptirler. Bugün Kerem in, Ferhat ın, Şirin in neye benzediği hakkında fikir sahibi olmak hem uygulamalı halk bilimi, hem kültür endüstrisi hem de geleneğin sürdürülebilmesi bağlamında önemlidir. Bu da Malik Aksel in öncülüğünü yaptığı halk resmi konusunun da halk bilimciler tarafından daha derinlemesine tartışılması gerektiğini bir kez daha gösterir. Yukarıda aktarılanların yanı sıra Zeki Faik İzer in evimizin ressamı Malik Aksel in halk kültürüne yönelen tablolarıyla ilgili bir yorumu da dikkat çekicidir. İzer, Aksel in Süpürgeyle Süpüren adlı tablosu için o zamana kadar kimsenin aklına gelmeyen bir şeyi, bir ev hanımını, hem de hepimizin annesi, karısı olabilecek sıradan bir ev hanımını resmetmesinin bir ilk olduğunu söyler. Ayrıca İzer, Anadolu yu resmeden pek çok sanatçıyı yererken sanatı propaganda aracı olarak görmediğini belirterek Aksel i över. Onun sanatı bir propaganda aracı olarak görmemesini de hayret verici ve olumlu bir durum olarak değerlendirir (İzer den aktaran Köksal, 1988: 15). Bu da Aksel in yaşadığı dönemde çağdaşlarından ayrılan yönleriyle özgün bir kişilik olarak karşımıza çıktığını gösterir. Malik Aksel için halk resmi övmek istediği zaman resme yermek istediği zaman karikatüre (Aksel, 2010c: 116) dönüşen bir tür, zamanın kahvehaneleri ilk resim galerileridir (Aksel, 2010b: 79). Taş baskısı hikâyeler çizgili macera romanları, duvar resimleri büyük tablolardır, fotoğraf her ne kadar resmin peşinde ve onun yakasını bırakmıyor olsa da (Aksel, 2011: 78) ona yeni ufuklar açmıştır (Aksel, 2011: 79). Aksel için zamanın getirdiği değişiklikler geleneği ortadan kaldırmaz aksine eskiden taş baskı resimler altına, Âşık Kerem in tutuştuğunun resmidir, Ferhad ın bisütun dağını külükn ile deldiğinin resmidir gibi ifadelerin yazıldığını görürken daha sonra radyoda izahlı musikisinin çıkmış olması ardından da izahlı resim hareketleri nin baş göstermesi (Aksel, 2011: 81) gelenekteki sürekliliğin bir işaretidir. Ancak her yeniye de aferin (Aksel, 2011: 81) denmemelidir. Görüldüğü gibi Aksel in felsefesinde söz ve resim iç içe geçerek kültür evrenini yorumlamamıza yardım eder. Aksel, resmi yalnızca resim olarak görmeyip yazınsal ve eylemsel 125

123 bağlamını da dikkate alan bakışıyla bütünsel bir koruma ve sürdürme yaklaşımı benimsemiş bir sanatçı ve görsel kültürü çözümlemiş bir halk bilimci dir. Aksel, ne bizden olanı ne de onlardan aldıklarımızı ötekileştiren biridir. Bu bağlamda Aksel, bütünsel bir sanat anlayışı geliştiren bir ressam, eğitmen, halk bilimci ve koleksiyonerdir. Aksel in geçen yüzyılda dikkatle incelediği görsel halk bilimi alanı Türkiye de gecikmeli de olsa, bugün de geçerliliğini koruyan ve ilgi bekleyen bir alan olarak halk bilimcilerin araştırmalarına konu olmayı hak etmektedir. Ez cümle, Aksel in çalışmaları görsel halk biliminin yıllar öncesinden fark edildiğinin resmidir. KAYNAKLAR Aksel, Malik. Sanat Hayatı Resim Sergisinde Otuz Gün. Haz. Beşir Ayvazoğlu. İstanbul: Kapı Yayınları, 2010a.. Sanat ve Folklor. Haz. Beşir Ayvazoğlu. İstanbul: Kapı Yayınları, 2011a.. Türklerde Dini Resimler. Haz. Beşir Ayvazoğlu. İstanbul: Kapı Yayınları, 2010b.. Anadolu Halk Resimleri. Haz. Beşir Ayvazoğlu. İstanbul: Kapı Yayınları, 2010c.. İstanbul un Ortası. Haz. Beşir Ayvazoğlu. İstanbul: Kapı Yayınları, 2011b. Ayvazoğlu, Beşir. Evimizin Ressamı: Malik Aksel. İstanbul: Kapı Yayınları, Burke, Peter. Afişten Heykele Minyatürden Fotoğrafa Tarihin Görgü Tanıkları. Çev. Zeynep Yelce. 2. Baskı. İstanbul: Kitap Yayınevi, İpşiroğlu, Ş. Mazhar. Ön Söz. Anadolu Halk Resimleri. Malik Aksel. İstanbul: Kapı Yayınları, İslâmda Resim Yasağı ve Sonuçları. İstanbul: YKY, Keser, Nimet. İktidarın Resmi Tek Parti Dönemi Türk Resmi. Adana: Karahan Kitabevi, Koçan, Hüsamettin. Değişimden Yana Bir Gelenekçi. Artist 17 (Şubat,1993): Köksal, Ahmet. Ressam Eğitimci ve Yazar Malik Aksel. İstanbul: Türk Kültürüne Hizmet Sanat Yayınları, Örnek, Sedat Veyis. Türk. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, Serin Sülün, Ebru Nalan. Yerellik ve Ulusallık Açısından Malik Aksel. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Yer: Cumhuriyet Üniversitesi, NOTLAR 1 Fotoğraf kaynağı: Ayvazoğlu, Beşir. Malik Aksel Evimizin Ressamı. İstanbul: Kapı Yayınları, Makalede bu ve daha sonra kullanılan tüm resimler Malik Aksel in Anadolu Halk Resmi adlı eserinden alınmıştır. 3 (Burke,Peter. Tarihin Görgü Tanıkları, İstanbul: Kitap Yay, 2003., s.156) 4 Burada görsel halk bilimi alanında Ankara Üniversitesi DTCF Halkbilimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Muhtar Kutlu nun Ankara Üniversitesi DTCF Halkbilimi ve Gazi Üniversitesi Türk Halkbilimi bölümlerinde verdiği görsel halk bilimi derslerini ve yürüttüğü tez çalışmalarını belirtmekte fayda vardır. Ayrıca yeni kuşak halk bilimciler arasında karikatür, belgesel film, reklam ve sinema üzerine çalışanlar bulunmaktadır. 5 Malik Aksel in ayrıntılı yaşam öyküsü ve hakkında yapılmış çalışmalar için Beşir Ayvazoğlu nun Malik Aksel Evimizin Ressamı adlı eserine bakılabilir. 6 Burada adı geçen kitapların yanlarındaki tarihler hitapların ilk yayım tarihidir. Makalede ise daha sonraki baskıları kullanılmıştır

124 TÜRK HALK BİLİMİNİN YÜZÜNCÜ YILINDA SÖZLÜ EDEBİYAT ÇALIŞMALARI ÜZERİNE BAZI TESPİTLER An Analysis on Oral Literature Studies in the 100th Century of Turkish Folklore Yrd.Doç.Dr. Dilek TÜRKYILMAZ* ÖZ Türkiye de halk kültürü ile ilgili yapılan çalışmalar Ziya Paşa, Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Vefik Paşa gibi isimlerin çeşitli faaliyetleriyle 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış olsa da, başlangıç olarak Ziya Gökalp in Halka Doğru dergisinde yayınlanan Halk Medeniyeti -I Başlangıç makalesi gösterilmektedir. Batının yaklaşık üç yüz yıldır bir bilim dalı olarak kabul ettiği halkbilimi, bu makalede halkiyat olarak isimlendirilmiş ve bu çalışma ardıllarını hareket geçiren bir milat konumuna yerleşmiştir. Yüz yıl bir bilim dalının ve şubelerinin gelişimini takip edebilmek ve yapılan çalışmaları değerlendirebilmek açısından dikkate değer bir süredir. Bu süre aynı zamanda değerlendirme yapılması bakımından zor bir süredir. Bu tip değerlendirmeler alanın çalışanlarına önemli bir hizmet sunmaktadır. Geçmişte yapılanların bir dökümünü çıkarıp eleştirel bir gözle değerlendiren çalışmalar gelecekte yapılacak ve yapılması gereken çalışmalara ışık tutması bakımından son derece önemlidir. Bu düşünceden hareketle biz de burada Türkiye deki halkbilimi çalışmalarının önemli bir şubesi olan sözlü kültür çalışmalarına ilişkin bazı tespitlerde bulunmaya çalışacağız. Anahtar Kelimeler Halk, Halkbilimi, Sözlü Edebiyat, Anonim Halk Edebiyatı ABSTRACT Even though the studies related to the popular culture in Turkey started with the various activities of names such as Ziya Paşa, Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Vefik Paşa in the second half of the century, Ziya Gökalp s the article named Halk Medeniyeti-I that was published in journal of Halka Doğru is demonstrated as a beginning. Folklore, that the West has accepted as a discipline for nearly three hundred years, is named as halkiyat (folklore) in this article, and this study achieves the condition of a milestone that stimulates its successors. A hundred years is a remarkable period in terms of being able to follow the developments of a discipline and its branches, and evaluate the studies done. This period is a hard duration in terms of evaluating at the same time. These type of evaluations provide an important service to the staff of field. The studies that list the works done in the past and look critically are highly important in terms of lighting the way for the works to be done and that have to be done. Based on this idea, here we will try to assess the oral culture studies that are a significant branch of folklore in Turkey. Key Words Folk, Folklore, Oral Literature, Anonymous Folk Literature Grimm Kardeşler in bir öze dönüş hareketi ruhuyla masal ve türküleri toplamasının, Lönnrot un Kalevela yı yine aynı ruhla yazıya geçirmesinin, Ziya Gökalp, Fuad Köprülü ve Rıza Tevfik in folklor ile ilgili ilk yazılarını bu ruhla kaleme almalarının üzerinden çok zaman geçti. Derleme, yayma ve yaşatma fikirlerinin benimsendiği bu romantik dönem çalışmaları, büyük ölçüde malzemesi söze dayanan halk edebiyatı ürünlerinden oluşuyordu. Genel olarak metin tespiti safhası diyebileceğimiz bu dönemde metin derlemede esas alınan yöntem daha çok edebiyat tarihi ve dil- * Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Halkbilimi Bölümü Öğretim Üyesi, dturkyilmaz74@hotmail.com 127

125 bilim yöntemlerinden ilham almaktaydı. Zaman içinde folklor çalışmaları bu yönde ilerlerken, derlenen malzemenin araştırıcılara verdiği bazı mesajlar bu alanda tespit edilen malzemenin kendine has yöntem ve kuramlarla tespit edilip incelenmesini zarurî kıldı. Böylelikle folklor araştırmalarında yeni yöntem arayışları gündeme geldi. Muhataplarınca malum bu folklor teorileri, birçok ülke ve bilim adamı tarafından uygulanmış, bunların yanı sıra, araştırıcıların kendi yerel tercihlerine göre de bazı teorik yaklaşımlar ortaya konmuştur. Bugün gelinen noktada gerek Türkiye de, gerekse diğer Türk devlet ve topluluklarında bugüne kadar kullanılan yöntemlerin yeniden gözden geçirilmesi ve yeni yöntemlerin ortaya konulması bir zorunluluk haline gelmiştir. Özellikle Türk dünyası temelinde yapılan çalışmaların hem çağdaş hem de ulusal ihtiyaçları dikkate alan yöntemlerle yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada sözlü edebiyat alanında tek tek kimin ne çalıştığı üzerinde durulmayacak, hangi konuların nasıl ve ne kadar çalışıldığı meselesiyle ve sözlü edebiyatın isimlendirilmesi, kapsamı, tanımı, tasnif edilme biçimleri gibi sorunlu alanlara dikkat çekmeye çalışılacaktır. 1 Pek çok türde olduğu gibi sözlü edebiyat da tanımı özellikle de kapsamı ve tasnifi bakımından üzerinde uzlaşmaya varılamamış bir alandır. Araştırmacıların çoğu sözlü edebiyat kavramının tanımı konusunda uzlaşmış gözükmektedir. Genellikle; sözlü kültür ortamında üretilip tüketilen, zamanla ilk yaratıcısı unutulan, halkın estetik anlayışı ve zekâsıyla şekillenen ve halkın ortak malı haline gelen, edebî eserler bütünü ve bu bütünü inceleyen bilim şubesi şeklinde tanımlandığını görürüz. (Doğan 1977: 143; Bekki 2001: 176; Albayrak 2004: 17, 227; Artun 2004: 31; Sakaoğlu ve Boyraz 2011: 2; Alptekin 2006: 587; Aça ve Diğerleri 2010: 130; Kaya 2010: 65). Tanım konusundaki bu ittifak, isimlendirme, tanımın kapsamı ve bu türün tasnifi hususlarında gösterilmemektedir. Bu alanın isimlendirilmesiyle ilgili halk edebiyatı ya da anonim halk edebiyatı, Türk anonim edebiyatı tabirleri yerine bu edebiyatın doğuş ve yaşayış şekline işaret eden sözlü edebiyat tabiri, özellikle bugün ulaştığımız halk tanımı düşünüldüğünde daha uygun gözükmektedir. Ancak bu bilgi düzeyine ulaşıncaya kadar halk kavramına ve dolayısıyla halkbilimi kavramına ilişkin yapılan değerlendirmeler halk edebiyatıyla anonim halk edebiyatı isimlendirmelerini aynı görmeyi, ferdî yaratmalar olan âşık ve tekke edebiyatını ise bu alanın dışında düşünmeyi zarurî kılıyordu. Oysa biz bugün biliyoruz ki halk eğitim, sosyal statü ve ekonomik düzey bakımından durumu ne olursa olsun aynı kültürel kodları paylaşan insanlar topluluğudur (Dundes 1998: ). Halk edebiyatı tabiri halk kimdir ve onlardan ayrı bir grup daha mı var ve onların edebiyatı bu halk denilen topluluğun edebiyatından kopuk bir edebiyat mıdır gibi soruları beraberinde getirmektedir. Ali Öztürk (1986:9-10) anonim halk edebiyatının 128

126 yerine Türk anonim edebiyatı ifadesini önerir. Bu önerisini de Anonim edebiyatın alanına giren türler okumamış zümrenin olduğu kadar; okumuş zümrenin de duygu ve düşünce alanında, onların hayat görüşünü, bir bütün olarak milletin hayata bakış tarzını anlatırlar. şeklindeki cümlesiyle gerekçelendirir. Ona göre anonim halk edebiyatı şemsiyesiyle ifade edilen türler, millet yapısı içinde bir kesimin malı değil, bütün bir milletindir. Bu sebeple söz konusu ürünleri Türk anonim edebiyatı şeklinde isimlendirmek gerekmektedir. Ali Öztürk ün bu düşünceleri onun, halkı millet grubu içerisinde yer alan okumamış kesim olarak algıladığını göstermektedir (Boyraz 2011:3). Bütün bu kargaşaya neden olan yani halk edebiyatıyla, anonim halk edebiyatını aynı görüyor olmanın veya alanın kapsamına hangi ürünlerin alınıp alınmayacağı konusunun yani âşık ve tekke edebiyatını halk edebiyatının dışında düşünmenin temelinde halk kavramına, dolayısıyla da halkbilimi disiplinine ilişkin yapılan farklı değerlendirmeler yatmaktadır. Halk kavramına Dundes ın tanımladığı gibi yaklaşılsaydı, halkbiliminin yalnızca belli bir grubu inceleyen bir bilim dalı olmadığı sonucuna varılır ve şubelendirmeler de daha sağlıklı yapılabilirdi. Halkbilimi alanında çalışanların çoğu, anonim halk edebiyatı kavramıyla halk edebiyatı kavramını aynı düşünmektedir. Ve yine bu araştırmacılar âşık ve tekke edebiyatını ferdî yaratmalar olmaları sebebiyle her iki başlığın da dışında tutmaktadırlar (Doğan 1981:55-56; Sakaoğlu 1987: ; Güzel-Torun 2003:10-11). Bu araştırmacıların yaptığı çalışmalara gelinceye kadar yapılan bazı folklor yayınlarında da konu başlıkları arasında âşık ve tekke edebiyatına yer verilmemiştir (Acaroğlu-Ozan 1972; Örnek 1995:17-20). Millî Folklor Enstitüsü, yayınladığı üç ciltlik Türk Folklor ve Etnografya Bibliyografyası nın konu başlıkları arasında âşık ve tekke edebiyatına yer vermemiştir ve söz konusu enstitü, ilgili ürünleri, ilk iki ciltte anonim halk edebiyatı başlığı altında sıralarken sonraki ciltte anonim kelimesini kaldırmıştır da uygulamaya koyduğu Türk Folklor Arşiv Kılavuzu nda ise âşık ve tekke edebiyatıyla anonim halk edebiyatı ürünlerini farklı başlıklar altında gruplandırmıştır (Bkz.: Tan 2000: 10-14). Demek oluyor ki Doğan, Sakaoğlu ve Güzel ile Torun un halk edebiyatıyla anonim halk edebiyatını eşdeğer görmeleri sebepsiz değildir ve bunda resmi ağızların payı olmalıdır ve bütün bu çelişkiler ve farklı uygulamalar, Türkiye de halkbilimi çalışmalarını yürüten resmî ağızların, bir yandan halkbilimini tam olarak kavrayamadığını gösterirken bir yandan da zamanla kendini kısmen geliştirdiğini ifade etmektedir (Boyraz 2011:2) Şu halde, yaratılması ve icrası gelenekle ilişkili olan sözlü yaratmaların hepsi mani, türkü, ninni, ağıt, bilmece, tekerleme, efsane, masal, fıkra, destan, halk hikâyesi, atasözleri, deyimler, alkış ve kargışlar ile kukla, gölge tiyatrosu, meddahlık, ortaoyunu, tuluat ve köy seyirlik oyunları gibi türlerin 129

127 kanaatimizce sözlü edebiyat la ifade edilmesi uygun gözükmektedir. Türkiye deki halkbilimi çalışmalarının en önemli isimlerinden Pertev Naili Boratav (1992) da sözlü edebiyat ürünlerini halk edebiyatı başlığı altında değerlendirmiştir. Diğer araştırmacılardan farklı olarak Boratav, âşık edebiyatını halk edebiyatına dâhil etmiştir. Bazı araştırmacılar Boratav ın bu anlayışını tamamen devam ettirirken kimileri de giderek kavramın içerisine tekke edebiyatıyla seyirlik oyunları, diğer bir deyişle halk tiyatrosunu da katmış (Elçin 1986: 4; 1992: 229) ve oluşan bu yekûnu 1. ferdî eserler, 2. anonim eserler ve 3.halk tiyatrosu biçiminde üç kümeye ayırarak inceleme yoluna gitmişlerdir. Bundan sonra sözlü edebiyat birtakım tasnif farklılıklarına rağmen büyük oranda halk edebiyatı kavramının bir alt başlığı olarak gösterilip incelenir olmuştur. Bu çerçevede çoğu araştırmacı (Gözaydın 1989: 1; Yardımcı 1998: I-VI; Albayrak 2004: ; Çobanoğlu 2004: ; Artun 2004: VI-VII; 2011: VII) halk edebiyatını; 1. Anonim halk edebiyatı/anonim halk şiiri, 2. Âşık edebiyatı/saz şiiri, 3. Tekke edebiyatı/tekke şiiri/ tasavvufî halk edebiyatı şeklinde üç ana kümeye ayırırken bazıları da (Batur 1998: 25; Kaya 2010: 355; Aça ve Diğerleri 2010: ); 1. Anonim (yaratıcıları bilinmeyen) halk edebiyatı/anonim halk şiiri, 2.Yaratıcısı belli (ferdî) halk edebiyatı/yaratıcısı belli halk şiiri biçiminde iki grupta inceleme yoluna gitmiştir. Bu durum, halk ve halkbilimi kavramlarındaki değişmelere paralel olarak halkbiliminin bir şubesi olan halk edebiyatına bakışın zamanla değiştiği ve daha tutarlı tasniflerin ortaya çıktığı anlamına gelmektedir (Boyraz 2011: 4). Söz konusu kavramın kapsamına giren konuların ne olduğu meselesi de bu alanın çözüme kavuşmuş meselelerinden biridir. Fakat türlerin tasnifi meselesi tartışmalı bir konudur. Türkiye de halkbilimi alanında çalışan öncü isimlerin hemen hepsi bu türlerin tasnifi konusunda denemelerde bulunmuşlardır. Başlangıçta da söylediğimiz gibi bunların üzerinde tek tek durmayacağız; ancak üzerinde uzlaşılan birkaç tasniften bahsetmenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Boratav (1992: ), tam bir tasnif yapmasa da anonim halk edebiyatının konularını şu şekilde sıralamaktadır: 1. destan ve hikâye, 2. meddahlık gerçekçi hikâye, 3.masal, fıkra, 4. efsane, 5. bilmece, 6. atalarsözü, alkış, kargış, 7. halk şiiri: tekerleme, türkü, mani, 8. seyirlik halk oyunları (meddahlık, kukla, karagöz, ortaoyunu, tüluat, köylü oyunları). Sedat Veyis Örnek (1995: 19) de halk edebiyatı başlığı altında 1. destanlar, 2. efsaneler, 3. masallar, 4. halk hikâyeleri, 5. halk şiiri, 6.halk türküleri, 7. fıkralar, 8. atasözleri-deyimler, 9. tekerlemeler, 10. bilmeceler, 11. alkışlar, kargışlar, 12. ağıtlar, 13. ilahiler, 14. maniler biçiminde aşağı yukarı aynı tür adlarını herhangi bir tasnif yapmadan verir. Örnek in bu tasnifi yol açıcı mahiyettedir, bundan 130

128 sonra tasnif çabalarına daha çok rastlarız. Şükrü Elçin (1986: VII-VIII), halk edebiyatının konularını nazım ve nesir diye iki ana kola ayırır. İlkinin içerisine mani, türkü, ağıt, ninni ve kahramanlık destanlarını yerleştirirken ikincisinin altına efsane-menkabe, masal, hikâye, fıkra, tekerleme, bilmece, atalarsözü, deyimler, dualar ve beddualar ile halk tiyatrosunu koyar. Saim Sakaoğlu (1987: 292) da anonim halk edebiyatının türlerini şu şekilde sınıflandırmıştır: 1. Manzum olanlar: a.türkü, b.mani, c.tekerleme, ç.yanıltmaca, d.ninni. 2. Mensur olanlar: a.efsane-menkıbe, b.masal, c.fıkra. 3. Her iki şekilde olanlar: a.atalarsözü, b.deyim, c.bilmece, ç.dua, d.beddua. 4. Halk hikâyesi. 5. Destan. 6. Halk tiyatrosu: a.karagöz, kukla, ortaoyun, b.meddahlık, c.köylü oyunları. Ancak Sakaoğlu kendi tasnifindeki kusurlu yanları görmüş olmalı ki sözlü edebiyat türlerini yeniden tasnif eder (1997: ). Ali Berat Alptekin ile birlikte hazırladıkları bir yayında ise yeni bir tasnif denerler (2006:587). Özkul Çobanoğlu ise sözlü edebiyat konularını Nazım: koşuk, sagu, koşma, mani, ağıt, türkü, destan, ninni. B.Nesir: mit, efsane, memorat, masal, fıkra, sayışmaca, hikâye, tekerleme, atasözü, deyim, bilmece, dua, beddua, küfür, argo. C.Halk tiyatrosu: Köy seyirlik oyunları, meddah, karagöz, orta oyunu, kukla. (2004: ), şeklinde üç ana grupta toplamaktadır. Detaylandırmadan bir iki örnek üzerinden göstermeye çalıştığımız tasnif konusu sözlü edebiyat çalışanlarının ortak paydada buluşamadığı bir konudur. Yapılan tasniflerin çoğunun eksik ve hatalı tarafları bulunduğunu söylemek mümkündür. Yakın zamanda, Dursun Yıldırım ın (1998: ) sözlü dokumalar için yaptığı bir tasnif taslağındaki başlıklardan ilham alarak ve diğer tasniflerin ortak noktalarını, hatalı eksik taraflarını hesaba katarak Şeref Boyraz (2011:8-10) bir tasnif teklifinde bulunmuştur. İşlevle yapı arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, işlevin yapıyı belirlediğini, yapının işleve bağlı olarak şekillendiği vurgusunu yapar ve bu sebeple sözlü edebiyat dairesine giren ürünleri öncelikle kendi arasında işlevleri bakımından, sonra da her birini bulundukları yerde yapıları açısından gruplandırmanın daha uygun olacağını söyler. Böylece herhangi bir tür hem başka bir grubun içerisine de dâhil edilebilir konumda olmayacak hem de hiçbiri tasnif dışında kalmayacaktır. Buna 131

129 göre anonim halk edebiyatı ürünlerini şu şekilde tasnif etmiştir. 1. Söylemelik Türler: Bu gruba icra bağlamlarında genellikle bir ezgi ile terennüm edildikleri için mani söylemek, türkü söylemek fiillerinden de hareketle bu üst başlık verilmiştir. 1.1 Manzum Olanlar Mani Türkü Ağıt Ninni Düzgü 1.2. Yarı Manzum Yarı Mensur Olanlar Bilmece Tekerleme 2.Anlatmalık Türler: Yapısı nasıl olursa olsun hepsi de anlatma esasına dayanan türlerdir. İçlerinde mutlaka bir tahkiye barındırmaktadırlar Mit 2.2. Efsane 2.3. Masal 2.4. Destan 2.5. Halk Hikâyesi 2.6. Menkabe 2.7. Memorat 2.8. Fıkra 3. Konuşmalık Türler: Bunlar, günlük konuşmalarda meramı kısa yoldan anlatmak, ifadeyi güçlendirmek, kendimizi teskin etmek, ikinci üçüncü şahıslar hakkındaki iyi dileklerimizi dile getirmek, itimat kazanmak gibi amaçlarla sarf edilen kalıp sözlerdir. Kalıplaşmış olmaları dolayısıyla zihinde kolayca tutulur ve ihtiyaç halinde kullanılırlar. Konuşma dilinin ayrılmaz bir parçası oldukları için onlara bu başlık uygun görülmüştür Atasözü 3.2. Deyim 3.3. Alkışlar ve Kargışlar 3.4. Yemin Sözleri, Dinî Sözler 3.5. Yanıltmacalar 4.Seyirlik/Oynamalık Türler: Burada üst başlığa halk tiyatrosu da denilebilirdi ancak tüketici açısından temaşa etmeye yaradığı, icracı açısından da oynandığı için bu başlık tercih edilmiştir Köy Seyirlik Oyunları Törensel seyirlik oyunları Eğlence amaçlı seyirlik oyunlar 4.2. Şehir Seyirlik Oyunları Söze dayalı seyirlik oyunlar Kukla Gölge Tiyatrosu (Karagöz) Ortaoyunu Meddahlık Tuluat Tiyatrosu Söze dayanmayan seyirlik oyunlar (Cambaz, Hokkabaz, Sihirbaz, Ateşbaz) Görüldüğü gibi sözlü edebiyatı şubelendirme çalışmaları bu alanda çalışan çoğu araştırmacının temas ettiği bir noktadır. Bu türün tanımlanmasında ve kapsamında varılan asgari müşterekliğe, tasnif konusunda ulaşılamadığından yoğun bir anonim edebiyatı tasnifleme çabasıyla karşılaşmaktayız. Kanaatimizce Boyraz ın tasnifi son yıllarda yapılmış en derli 132

130 toplu ve başlıklarına bakılarak, o türün özellikleri hakkında fikir sahibi olunabilecek son derece yararlı bir sınıflandırmadır. Hangi alanda olursa olsun sınıflandırma işlemi son derece önemlidir. Sınıflandırmanın doğru ve eksiksiz yapılması konuyu veya alanı daha anlaşılır kılar, doğru yaklaşımı belirlemeyi sağlar; fakat bize göre burada şuna dikkat edilmelidir. Sözlü edebiyatın ferdi yaratmalarını âşık ve tekke edebiyatı olarak ayırırken bunu hangi ölçütü göz önüne alarak yaptığımız önemlidir. Eğer icra edildikleri mekân ise dikkate alınması gereken o halde âşık edebiyatını tekke edebiyatının karşısına kahvehane edebiyatı olarak çıkarmak daha doğru olmaz mı? Eğer icra eden kişi ise ölçümüz, o halde âşık edebiyatının karşısına derviş edebiyatını koymak gerekir. Bu alanla ilgili sorunlu diğer bir durum ise araştırıcıların tekke edebiyatını dinî bir edebiyat olarak ele alırken, âşık edebiyatını âdeta ladini bir edebiyat olarak ele almasıdır. Oysaki bugün muhataplarınca malumdur ki âşıkların bir kısmı kendisini hak aşığı olarak isimlendirmekte veya kendilerine sorulduğunda kırka kadar Leyla aşığı kırktan sonra mevla aşığıyım demektedirler, Geleneği yaratan ve yaşatanlar kendilerini böyle ifade ederken bizim bu alanda ortaya konan ürünleri dinî edebiyat dışında değerlendirmemiz sübjektif bir yaklaşım değil midir? Tasnif konusunda diğer bir sorun bugüne kadar yapılan tasnif çalışmalarının sadece Türkiye Türklerinin tarihsel gelişimini göz önüne alarak yapılan çalışmalar olmasıdır ve bu bakımdan yetersizdir. Kuşkusuz tasnif veya sınıflandırma çalışmaları bir alanın kapsadığı türleri anlamak bakımından önemlidir, özellikle öğrencilerin, alanı yeni tanıyan araştırmacıların buna ihtiyacı vardır. Boyraz ın Dursun Yıldırım dan mülhem yapmış olduğu kümeleme hiç şüphesiz son derece doğru ve pragmatik bir yaklaşımdır. Ancak sınıflandırmaları, donmuş tamamlanmış ve asla değişmez yapılar olarak görmek ağaca odaklanıp ormanı gözden kaçırmak gibidir. Sözlü edebiyatın türlerini tasniflerken birbirinden ayrı gibi düşündüğümüz türlerin, aslında zaman zaman iç içe geçebilen ve farklı yapılarla karşımıza çıkabileceğini gözden uzak tutuyoruz, Sözü edilen edebiyatın bizce çözülmeyi bekleyen sorunlu alanlarından biri de budur. Bu bağlamda belki üzerinde en az durulan konu iç içe girmiş bazı türlerin izahıdır. Bugüne kadar Türk halkbilimi alanında, özellikle de tür merkezli olarak ortaya çıkıp gelişen sözlü edebiyat veya halk edebiyatı alanında, yaygın temel özelliklere dayalı ideal tür tanımlarının yoğunluğu nedeniyle olsa gerek, birleşik türlerin araştırmacıların dikkatini çok fazla çekmediğini söyleyebiliriz. Oysa bugüne kadar çok az araştırmacının değindiği türler arasında birleşmeye ve hatta yer yer yardımlaşmaya dayalı olarak ve bir bakıma karışık veya melez tür ler olarak adlandırılabilecek, hiç de küçümsenmeyecek miktarda birleşik türler in ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Halk edebiyatı çalışmalarında ideal türler kadar bu 133

131 tür birleşik türlerin de dikkate alınmasının tür ve şekil konusunda bizi daha sağlıklı sonuçlara ulaştıracağını düşünüyoruz. Bu bakımdan örneğin halk hikâyesi ile masalın, masal ile bilmecenin, mesnevi ile masalın hatta ağıtla oyun havasının zaman zaman iç içe geçtiğini görmekteyiz. Bu türler arasındaki ilişkilere daha ciddi mesai harcanarak bu şekildeki türler tespit edilmeli ve değerlendirilmelidir. Halkbiliminin yüzüncü yılında sözlü edebiyat çalışmaları için yapılan bu değerlendirmelere ilaveten çalışmaların niteliklerinden de bahsedilmelidir. Bilindiği gibi sözlü edebiyatla ilgili yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunu metin tespiti türündeki çalışmalar oluşturmaktadır. Bu tip ulusal çalışmalara 90 lı yıllardan itibaren diğer Türk coğrafyalarından yapılan derleme çalışmaları da eklenmiş ve böylece zengin bir külliyat oluşmuştur. İmkânların artmasıyla birlikte daha kapsamlı ve büyük ölçekli çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu tip çalışmaların en kusurlu tarafı metin merkezli kuramlarla çalışılması, icra bağlamlarının çoğunlukla dikkate alınmamasıdır. Son yıllarda hem bu alanda çalışan akademisyen sayısı artmış hem de derlenen malzemelerin aynı zamanda tahlil edilmesi gündeme gelmiştir. Ancak bu tahliller genellikle metin merkezli kuramlar kullanılarak yapılmaktadır ve bu kuramlar günümüz ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktırlar. Sözlü edebiyat ürünlerinin üretim tüketim bağlamını dikkate alan kuram ve yöntemler tercih edilmelidir. Metin Ekici (2004: 13-20) halkbilimi çalışmalarının üç boyut undan bahsetmiş ve bunları tespit, derleme, temsil/sunum olarak ifade etmiştir. Şeref Boyraz ise 2011 yılında yapılan bir çalıştayda, anonim halk edebiyatına dair yaptığı geniş değerlendirmeyi sunmuş ve Ekici nin izahını genişleterek beş boyut u gündeme getirmiştir. Bu beş boyutu ise tespit, tanım, tasnif, tahlil ve tatbik olarak izah etmiştir (2011: 10-11). Bizdeki halkbilim çalışmaların büyük çoğunluğunu tespit aşamasındakiler oluşturmaktadır, ilk yıllarda yapılan yoğun derleme çalışmaları bu amaca hizmet eden çalışmalardır. Boyraz ın da işaret ettiği gibi bu derleme çalışmalarının en kusurlu tarafı metinlerin üretim tüketim bağlamından kopuk bir yöntemle derlenmiş olmasıdır, aynı şey derlenip tanımlanan ve tasnif edilen malzemenin tahlilinde uygulanan yöntemler için de geçerlidir. Metinlerin tahlilinde daha güncel ve bağlamdan uzaklaşamayan yeni yöntemlere ihtiyaç vardır, günümüz anonim edebiyat çalışmalarının açmazlarından birisi de budur. Günümüz halkbilimsel çalışmalarında, üzerinde en az durulan boyut tatbik/uygulama boyutudur. Dünyada olduğu gibi bizde de önceleri kendimizi tanımak, özümüze dönmek gibi amaçlara hizmet eden halkbilimi, dolayısıyla anonim edebiyat çalışmalarının artık başka amaçlar için yapılması gerekmektedir. İşte tam da bu noktada batının uzun yıllardır üzerinde çalıştığı ama bizim yeni yeni farkında olduğumuz bir alan karşımıza çıkmaktadır. Boyraz ın tatbik ifadesiyle beşinci boyut olarak ele aldığı konu uygulamalı 134

132 halkbilim karşımızda yeni bir çalışma alanı olarak durmaktadır ve bizim en az üzerinde durduğumuz en az kafa yorduğumuz boyut tatbik boyutudur. 1 Halkbilimi batıda aydınlanma çağının düşüncelerinden büyük ölçüde beslenerek doğmuş ve uluslaşma ideolojisinden olabildiğince yararlanarak kurumlaşmış ve ortaya çıktığı günden bugüne yeni kuramsal çerçeveler kazanmıştır. 19. yüzyıla kadar ulusçu yüzü hep ön planda olan bu disiplin, bir anlamda o güne kadar ortaya çıkarıp tükettiği kuramlardan sıkılıp uygulamalı çalışmalarla kendine yeni bir mecra belirlemiştir. Böylece kendini tanımlayıp duran dar kalıplardan sıyrılarak, uygulamalı halkbilim çalışmalarıyla gelişmeye işaret eden yeni bir anlam kazanmıştır. Örneğin geleneksel bir ürünün işlevini anlatabilen işlevsel araştırmaları uygulamalı çalışmalarla yeni bir boyut kazanmıştır, bir geleneksel ürüne modern unsurlar, etkileşimler veya kurumlar açısından ne tür anlamlar işlevler yüklenebileceği meselesine yoğunlaşan uygulamalı halkbilim çalışmaları yalnızca alandan haberdar olan sınırlı sayıdaki kişiye değil, toplumun bütün kesimlerine ulaşabilmeyi hedeflemektedir. Bu bakımdan Boyraz ın halkbilim çalışmalarının bu boyutuna yoğunlaşması son derece yerindedir. Bu konuda ciddi bir ivme kazanılması gerekmektedir. Sonuç olarak yukarıdan beri anlatılanlar, Türk halkbilimi çalışmalarının yüz yıllık serüveni içerisinde anonim halk edebiyatıyla alakalı ne tür çalışmaların yapıldığı, hangi yaklaşımların sergilendiği konusunda bizlere bir fikir vermektedir. Buna göre bu bilim şubesinin adlandırılmasında birtakım görüş ayrılıkları olduğu, fakat zamanla bunun yoluna girdiği; söz konusu bilim şubesinin kapsamını oluşturan türlerde ve onların tasnifinde farklı düşüncelerin belirdiği, ancak bu konuda da giderek ortak bir fikre ulaşıldığı söylenebilir. 21. yüzyılın yok olan kültür değerlerine, duyarlılık mantığıyla yaklaşmak son derece önemlidir. Sözlü edebiyat ürünlerine yeniden yönelmenin zamanı gelmiştir. Sözlü edebiyatın geçmişten günümüze geldiği noktayı izah etmeye çalışan bu çalışmanın Türk halkbiliminin yüzüncü yılına yaklaşırken durum tespitlerinde ve önerilerde bulunması bakımından faydalı olmasını umuyoruz. NOTLAR 1 Sözlü edebiyat ile ilgili yapılmış çalışmalar konusunda detaylı bilgi için bkz. Boyraz Bu konuya ilişkin detaylı bilgi için bkz: Oğuz KAYNAKÇA Acaroğlu, M. Türker. Türk Halkbilgisi Kaynakçası Üzerine, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, I. Cilt Genel Konular, Ankara: MİFAD Yay., 21-46, Aça, Mehmet ve Diğerleri. Anonim Halk Edebiyatı, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, 7. Baskı, Ankara: Grafiker Yay., , Albayrak, Nurettin. Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, İstanbul: L&M Yay., Artun, Erman. Türk Halk Edebiyatına Giriş, İstanbul: Kitabevi Yay., Batur, Suat. Açıklamalı-Örnekli Türk Halk Edebiyatı, İstanbul: Altın Kitaplar Yay., Bekki, Selahattin. Anonim Halk Edebiyatı, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay.,1: 176, Boratav, Pertev Naili. Türk Halkbilimi I 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, 6. Baskı, İstanbul: Gerçek Yayınevi,

133 Boyraz, Şeref. Anonim Halk Edebiyatı Çalışmalarının Yüz Yıllık Bilançosu Türk Halk Biliminin 100. Yılına Doğru Bir Durum Tespiti: Türk Halk Bilimi Çalışmaları Kurultayı, Türk Halkbilimi Araştırma Eğilimlerinde Yöntemler, Kuramlar, Tespitler ve Öneriler. Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğünün katkıları ile Motif Halk Oyunları Eğitim ve Öğretim Vakfı ile İstanbul Kültür Üniversitesi, Eylül 2011 (Henüz Yayınlanmadı). Çobanoğlu, Özkul. Halk Edebiyatı, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, 3: , Doğan, Mehmet. Anonim Halk Edebiyatı, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi Devirler / İsimler / Eserler / Terimler, I, Dergâh Yay,: 143, Doğan, Mehmet. Halk Edebiyatı, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi Devirler / İsimler / Eserler / Terimler, IV Dergâh Yay,: 55-56, Dundes, Alan. Halk Kimdir. Millî Folklor, (Çev: Metin Ekici), Bahar 37: , Ekici, Metin. Halk Bilim Araştırmalarında Üçüncü Boyut, Türklük Bilimi Araştırmaları, XVI: 13-20, Elçin, Şükrü. Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: KTB Yay., Elçin, Şükrü. Halk Edebiyatına ve Halk Şiirine Toplu Bir Bakış, Türk Dünyası El Kitabı Üçüncü Cilt Edebiyat, Ankara: TKAE Yay., , Gözaydın, Nevzat. Anonim Halk Şiiri Üzerine, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri), : , Güzel, Abdurrahman ve Ali Torun. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Akçağ Yay., Kaya, Doğan. Ansiklopedik Türk Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, 2. Baskı, Ankara: Akçağ Yay., Oğuz, Öcal. Küreselleşme ve Uygulamalı Halkbilimi, Ankara: Akçağ Yay., Örnek, Sedat Veyis. Türk Halkbilimi, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., Öztürk, Ali Türk Anonim Edebiyatı, 2. Baskı, İstanbul: Bayrak Yay., Sakaoğlu, Saim. Halk Edebiyatı Kavramı Üzerine, II. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri, Eskişehir: Yunus Emre Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Yay., , Sakaoğlu, Saim. Halk Edebiyatı, TDV İslam Ansiklopedisi, XV: , Sakaoğlu, Saim ve Ali B. Alptekin. Anonim Halk Edebiyatı, Türk Edebiyatı Tarihi, IVKültür ve Turizm Bakanlığı Yay.: , Tan, Nail. Folklor (Halk Bilimi) Genel Bilgiler, 5. Baskı, İstanbul: Halk Kültürü Yay., Yardımcı, Mehmet. Başlangıcından Günümüze Halk Şiiri Âşık Şiiri Tekke Şiiri, Ankara: Ürün Yay., Yıldırım, Dursun. Tarih Yazımı ve Sözlü Ortam Kaynakları. Türk Bitiği Araştırma/İnceleme Yazıları, Ankara: Akçağ Yay., ,

134 FOLKLORUN YÜZ YILINDA HALK HEKİMLİĞİ ÇALIŞMALARINA BİR BAKIŞ The one-hundredth year of folklore A brief perspective on the folk medicine studies Dr. Tuba SALTIK ÖZKAN* ÖZ Bu çalışma bugüne kadar yapılan folklor çalışmaları içerisinde halk hekimliği alanının nasıl yer aldığına dair kısa bir değerlendirme olarak hazırlanmıştır. Halkbilimi tanımlarında, araştırma yöntemlerinde, araştırma kadrolarında zamana bağlı değişimler gözlenmektedir. Halk hekimliği araştırmaları da bu sürecin bir parçası olmuştur. Kuşkusuz halk hekimliği uygulamaları üzerine yazılan ya da içerisinde bir şekilde halk hekimliği uygulamalarına yer veren çalışmaların tarihi çok daha eskilere uzanabilir. Ancak bu çalışma folklor tarihinde belirleyici rolü olan yayınlar, dernekler-enstitüler, dergiler ve akademik birimlerce gerçekleştirilen halk hekimliği çalışmalarına odaklanmıştır. Bu bağlamda öncelikle Türkiye deki halkbilimi çalışmalarının başlangıcına yerleştirilen ilk yazıların folklor anlayışına, halk hekimliği ile ilişkisi açısından yer verilmiştir. Ardından tarihsel bir sıra ile Türk Ocakları, Türk Yurdu Dergisi, İstanbul Belediye Konservatuarı, Türkiyat Enstitüsü, Türk Dil Kurumu, Etnoğrafya Müzesi, Türk Halkbilgisi Derneği, Halkbilgisi Haberleri, Halkevleri ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ile başlayan akademik halkbilimi çalışmaları halk hekimliği ile ilişkileri bağlamında ele alınmıştır. Bu çerçevede tespit edilen halk hekimliği çalışmaları içerik, yöntem ve terminoloji açısından incelenmiş ve bu yolla halk hekimliği uygulamalarına bakış açısı kronolojik bir zeminde incelenmiştir. İlerleyen tarihsel süreçte, halk hekimliği ile ilgilenen tıp, eczacılık, kültürel antropoloji, sosyoloji ve halkbilimi disiplinlerinin yöntem ve bakış açılarına yer verilen çalışmada halk hekimliği çalışmalarının günümüzdeki durumuna kısaca değinilmiştir. Anahtar Kelimeler Türk Folklor Tarihi, halk hekimliği çalışmaları, sağlık sosyolojisi, sağlık antropolojisi ABSTRACT This study was prepared as a brief evaluation about what place the field of folk medicine has within the folklore studies made from when the term folklore started to be used up until the presentday. Changes have been observed over time in the folklore definitions, research methods and research staffs. The folk medicine research studies have also been a part of this process. No doubt, the history of what has been written on the folk medicine applications or the studies that include within them the folk medicine applications can be dated back to much older times. However, this study has focused on the folk medicine studies realized by publications, associations and institutes, journals and academic units, which have had a determining role in the history of folklore. In this context, first of all, the initial articles prepared at the beginning of the folklore studies in Turkey were treated within the perception of folklore. Subsequently, folklore was treated in the context of relations with folk medicine for the academic folklore studies within a historical succession that started with the Türk Ocakları, Türk Yurdu Journal, İstanbul Belediye Konservatuarı, Türkiyat Enstitüsü, Türk Dil Kurumu, Etnoğrafya Müzesi, Türk Halkbilgisi Derneği, Halkbilgisi Haberleri, Halkevleri established by the state for public instruction and social events and the Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi. The folk medicine studies determined within this framework were examined from the aspect of contents, method and terminology and the perspective of the folk medicine applications were studied by these means on a chronological foundation. Place was given in the study to the methods and perspectives of the medical, pharmaceutical, cultural, anthropological, sociological and folklore disciplines related to folk medicine within this advancing historical process and the current situation of the folk medicine studies was mentioned briefly. Key Words History of Turkish folklore, folk medicine studies, medical anthopology, medical sociology * Gazi Üniversitesi Türk Halkbilimi Bölümü, tubasaltik@gazi.edu.tr 137

135 Bu çalışmada Halkbilimi disiplini içerisinde halk hekimliği, geleneksel tıp, halk tıbbı gibi terimlerle anılan bu alanla ilgili çalışmaların bir tarihçesi yer alacaktır. Kuşkusuz folklor un bir çalışma alanı olarak anılmaya başlanmasının üzerinden geçen 100 yıllık zaman, folklor ve halk hekimliği çalışmalarında da bu alanların kendilerinde de değişimlere neden olmuştur. Bu yazıda, halkbilimi çalışmalarının tarihsel süreci içerisinde halk hekimliği çalışmalarının yer alma biçimleri tartışılacaktır. Kuşkusuz halk hekimliği uygulamaları üzerine yazılan ya da içerisinde bir şekilde halk hekimliği uygulamalarına yer veren çalışmaların tarihi çok daha eskilere uzanabilir. Ancak bu çalışma folklor tarihinde belirleyici rolü olan yayınlar, dernekler-enstitüler, dergiler ve akademik birimlerce gerçekleştirilen halk hekimliği çalışmalarına odaklanmıştır. Bu bağlamda öncelikle Türkiye deki halkbilimi çalışmalarının başlangıcına yerleştirilen ilk yazıların folklor anlayışına, halk hekimliği ile ilişkisi açısından yer verilmiştir. Öncelikle folklor teriminin ilk kullanıldığı ve bir araştırma alanı olarak da konularından bahsedilen üç yazıdan başlamak gerekirse, Ziya Gökalp Halka Doğru (1913) dergisinde yayımladığı Halk Medeniyeti I Başlangıç başlıklı yazısında halkiyyat terimiyle karşıladığı folkloru, halk teşkilatı, halk felsefesi, halk ahlakı, halk hukuku, halk bediiyatı, halk lisanı, halk iktisadı, halk kavmiyatı olarak sekiz başlık altında toplamıştır. Ardından Ziya Gökalp 1922 yılında Küçük Mecmua da Usullere Dair Halkiyyat-I Masallar adlı yazısında etnografyanın bir dalı olan halkiyata Avrupalıların folklor dediğini belirtmiş ve burada sözlü gelenek olarak algıladığı folkloru şifahi bediyyat, şifahi diniyyat, şifahi ahlak, şifahi iktisat, şifahi mantık, şifahi lisan, şifahi tebabet (sihirle karışık tebabet ve sahir fenler) olarak sekiz şubeye ayırmıştır (Ziya Gökalp 1922; akt: Çek 2002: 24,50). Bu tasnifin halkbilimi tarihi içinde folklor kadrolarını belirlemeye yönelik ilk çalışmalardan olduğu düşünüldüğünde halk hekimliğinin bir araştırma alanı olarak ana başlıkta yer alması dikkat çekicidir. Burada halk hekimliğinin şifahi tebabet olarak adlandırılması ve sihirle ilişkilendirilmesi de dönemin terminolojisi ve bakış açısını göstermesi bakımından önemlidir. Folklorun ilk yazılarından olan Yeni Bir İlim: Halkiyat Folk-lore da (İkdam Gazetesi, 1914) ise Mehmet Fuat Köprülü, folklorun çalışma alanına dair şu tespitlerde bulunmuştur: Bugün Avusturya Macaristan daki muhtelif milletler de aynı surette çalışıyorlar: Folklor tetebbuatı için teşekkül eden cemiyetler halkın şarkılarını masallarını, mesellerini, âdetlerini, i tikadlarını yer yer kayıt ve zaptederek o milletin rûhiyâtına, tarihine, dinine, içtimâiyyâtına yakından vakıf oluyorlar. (Oğuz vd. 2008: 377) Burada halk hekimliği ile ilgili bir ifade yer almamakla birlikte âdet ve i tikad kavramları bu alana dair bilgileri de kapsayıcı olarak kullanılmış olmalıdır. Çünkü uzun bir dönem derleme çalışmalarında halk hekimliğine dair bilgilere inanışlar, itikadlar genel başlığı altında yer verilmiştir. Rıza Tevfik Bölükbaşı, Peyâm gazetesinde yayımlanan Folklor-Folk lore (1914) başlıklı yazısında ise folkloru sözlü edebiyat ürünleri olarak içeriklendirmektedir ve bu içerikte doğal olarak halk hekimliğine yer verilmez. Avrupa da Folklor deyince başka şey anlaşılır: Durûb-ı emsâl dahi dâhil olmak üzere avam şarkıları, destanlar, 138

136 bilmeceler, hatta hikâyeler hep birden hatıra gelir. O tâbir bütün avam edebiyatının bilcümle âsâr-ı tecelliyâtını şamildir. (Oğuz vd. 2008: 381). Bu anlayış da ileride halk kültürünün Folklor ve Etnoloji arasında sözlü kültür ve maddi kültür olarak paylaştırılması sürecini çağrıştırması bakımından anlamlıdır. İlk yazıların ardından halkbilimi çalışmalarının başladığı ilk kuruluşlar olan derneklerin faaliyetlerinde de halk hekimliği çalışmaları belli ölçülerde yer almıştır yılında kurulan ve 1931 yılına kadar sadece kültürel bir dernek olmaktan öte toplumun ekonomik ve sosyal sorunlarına da eğilen Türk Ocaklarının, 1926 yılında şubeler arası koordinasyonu sağlamak amacıyla düzenlenen Türk Ocakları Mesai Programı nda hars başlığı altında, lehçe, şarkı ve notalar, nakışlar, mezhepler ve Türk halkının hayatına karışan her nevi vasıtalar (Çek 2002: 46) gibi ifadeler yer alır. Halk hekimliğine müstakil olarak yer vermeyen bu programda halk hayatına ait her şeyden bahsedilmesi de programın kapsayıcılığını ifade etmektedir. Nitekim Türk Ocaklarında yapılan araştırmalara dair yazıların yayımlandığı Türk Yurdu dergisinde yer alan kimi yazılar dergide halk hekimliği çalışmalarına yer verildiğini göstermektedir. Yine bu süreçte, Cumhuriyetin ilk yıllarında ( ) yapılan folklor çalışmalarına ve literatüre önemli bir birikim sağlayan derleme çalışmalarından İstanbul Belediye Konservatuarı nın derleme gezileri önem arz eder. Ancak bu derleme gezilerinde halk müziği dışından konu çalışılmamıştır. Türkiyat Enstitüsü, Türk Dil Kurumu gibi kurumların da folklor kadrolarında, daha çok halk edebiyatı ve Türk Dili konularına yer verilmiştir yılında kurulan Etnoğrafya Müzesi de çalışma alanını inanç, adet, kıyafet, oyun ve nakışlar olarak belirlemiştir (Çek 2002: 60-70). Burada halk hekimliği uygulamalarından özel olarak söz edilmemekle birlikte İnançlar başlığının bu uygulamaları da içerdiği düşünülebilir yılında kurulan Türk Halkbilgisi Derneği, 1928 yılında yayımladığı Halkbilgisi Toplayıcılarına Rehber de folkloru halka ait olan her şey olarak tanımlamaktadır. Ancak 15 maddelik kadroda halk hekimliğine dair bir alandan söz edilmezken 8. sırada yer alan İtikatlar başlığı altında ilk iki madde Sıhhat Hakkında İtikatlar Hastalık Hakkında İtikatlar olarak düzenlenmiştir ve halk hekimliği bilgilerini işaret etmektedir. 9. Sıradaki Bilgi başlığında ise kırık çıkık işleri (Fındıklıoğlu,1949:7,16-17) ifadesinin yer alması halk hekimliği uygulamalarına yönelik bir tasnif olarak değerlendirilebilir. Nitekim Halk Bilgisi Derneği nin 1929 yılında yayımlamaya başladığı Halk Bilgisi Haberleri adlı dergide konuyla ilgili pek çok derlemeye yer verilmiştir. Anadolu nun çeşitli yerlerinde görev yapan öğretmenler ve aydınları derleme yapmaya teşvik eden dernek, bu yolla dönemin halk kültürü konusunda önemli bir arşive sahip olmuştur. Dergide yayımlanan yazıları içeriklerine göre sınıflandıran Songül Çek, dergide halk hekimliği ve halk inançlarına dair 45 yazı bulunduğunu kaydetmiştir (2002: 91). Bu yazılardan tıp tarihçisi olan Süheyl Ünver tarafından yazılan birkaç tanesi, Türk halk hekimliği uygulamalarından örnekler içermekte ve halk hekimliği uygulamalarının gelmiş olduğu sürece yönelik yorumlara yer vermektedir. Ünver, Türkiye de Tıbbi Folklor Üzerine Rapor I (1936) adlı yazısında, halk hekimliği bilgilerinin yer aldığı kaynaklara değinir. Örneğin 139

137 döneminde yer alan dergilerdeki yazıları maddi tedaviler ve ruhi tedaviler (afsunlar muskalar) olarak ikiye ayırır. Tıbbi folklorun kökenini Orta Asya Uygurları na dayandıran Ünver, halk hekimliği bilgilerinin tespitinde, askerler ve zabitlerden, Sağlık Bakanlığı teşkilatından, Anadolu dan İstanbul a gelen hastalardan yararlanıldığına değinir. Ünver, son bir asırdır Anadolu daki halk tedavilerine Avrupa dan gelmiş olan ilaçların da karıştığını, Cumhuriyetle birlikte halk hekimlerinin özellikle de ocakların kendiliğinden ortadan kalktığını ve böylelikle bu bilgilerin tarihi bir önem kazandığını belirtmektedir ( ). Bu yazıda tıp alanından gelen Ünver in tıbbi folklor terimini kullanmış olması da konunun disiplinler arası durumuna ve dönemin terminolojisine bir ışık tutmaktadır. Bu yazı, Anadolu halk hekimliğinin Cumhuriyetin ilk yıllarındaki durumuna dair tespitlere yer vermesi, uygulamaları tasnif edip, çalışmaların kaynaklarından bahsetmesi açısından, sadece derleme bilgilerini içeren birçok yazıdan ayrılmaktadır. Bu fark yazarın bir tıp tarihçisi olmasından da kaynaklanıyor olmalıdır. Çünkü bu dönemde yapılan diğer halk hekimliği çalışmaları bir bölgedeki uygulamaları sıralayıp bilginin kayda geçmesinin ötesinde bir yaklaşıma sahip değildir. Dergide, yayımlanan diğer yazılarda da Anadolu daki halk hekimliği uygulamalarına dair çeşitli derleme bilgileri yer almaktadır. Bu yazıların bazıları şunlardır: Balkan Memleketlerimizin Tıbbi Folkloru (Ünver 1937), Halk Hekimliği (Ülkütaşır 1935), Halk Hekimliği (Orhan 1937), İstanbul da Kullanılan Bazı Halk ilaçları (Bayrı 1939), Köy Hekimliğinde Efsunculuk (Kaygısız 1937). Benzer yazılar incelendiğinde, genellikle hangi hastalığa ne tür bir sağaltım uygulandığına dair bilgiler bulunurken, bu bilgilerin derlendiği kaynak kişilere yönelik bir dikkat söz konusu değildir yılında kurulan ve pek çok ilde şubesi bulunan Halkevlerinde gerçekleştirilen folklor araştırmaları da dönemin yerel folklor unsurlarına dair bilgi vermesi noktasında önemlidir. Örneğin, Ankara Halkevi nin bir yayını olan ve Hamit Z. Koşay tarafından hazırlanan Ankara Budun Bilgisi, pek çok folklor ve etnografya araştırmasını içermekle birlikte Hastalıklar başlığı altında da halk hekimliğine dair örneklere yer vermektedir (Çek 2002: 107). Çeşitli illerin Halkevleri tarafından yayımlanan çalışmalarda yerel etnografik derleme bilgileri yer alırken halk hekimliği uygulamalarına da değinilmiştir. Örneğin, Eminönü Halkevi Dergisi nin bir yayını olan ve Süheyl Ünver tarafından hazırlanan Tıbbi Folklor ve İyi Telkinler (1938) adlı çalışma da bunlardandır. Ünver bu çalışmasında tıbbi folklora asrî tıp tarafından bir ilginin oluşmaya başladığını belirtilmiştir (5). Bu ifade bugün modern tıp ve halk tıbbı arasındaki ilişkinin eskiliğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Ayrıca Ünver, Anadolu halk hekimliğindeki şifalı su, muska, sihir gibi sağaltımların hastada oluşturduğu psikolojik iyileşmeden söz etmiştir (13) tarihleri arasında 366 sayı olarak çıkartılan Türk Folklor Araştırmaları dergisinde de çeşitli illerdeki halk hekimliği uygulamaları ve halk ilaçlarına dair zengin bir arşiv oluşmuştur. Bu dergide de Konya da Ocaklar, Irvasalar Tekkeler (Evren 1952), Halk Hekimliğinde Göz Ameliyatları ve Göz İlaçları (Balcıoğlu 1952) gibi Anadolu da uygulanmakta olan çeşitli sağaltımlar hakkında bilgi veren yazılar yayımlanmıştır. Bu süreçte yayımlanan 140

138 diğer dergiler gibi Türk Folklor Araştırmaları dergisi de gerek halk hekimliği gerekse diğer halkbilimi konuları açısından tarandığında önemli bir birikim ve katkı sağladığı görülmektedir. Dernek ve dergiler yoluyla gerçekleştirilen folklor çalışmalarında, her zaman halk hekimliği müstakil bir alan olarak anılmasa da, konuyla ilgili bilgiler âdetler, inanmalar gibi başlıkların altında yer alabilmektedir. Bu derlemelerde kaynak kişi bilgisinin yer almaması, karşılaştırma ve çözümleme gibi bilimsel yaklaşımların da bulunmaması, sadece hastalık ve iyileştirme yöntemlerine odaklanılması, dönemin yöntem sorunlarından sayılabilir. Ancak bugün bu dergiler tarandığında Türk folkloruna kazandırdıkları arşivin önemi bir kez daha görülecektir. Konuyla ilgili arasında Sivas Folkloru, Folklor Postası, Folklora Doğru, Ülkü ve Türk Kültürü ilk akla gelecek olanlardır. Folklor çalışmalarının dergi ve dernekler vasıtasıyla sürdürüldüğü bu dönemin devamında 1939 yılında Pertev Naili Boratav tarafından Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi nde Halk Edebiyatı Kürsüsünün kurulmasıyla bilimsel halkbilimi çalışmaları hız kazanır. Alan araştırmalarının ve derleme çalışmalarının uluslararası terminoloji kullanılarak yapıldığı bu kürsüde, daha çok halk edebiyatı materyali derlenir (Oğuz, 2008: 30-32). Boratav önce Ülkü dergisinin 71, 72, 73. sayılarında Arnold van Gannep in Le Folklore kitabının çevirisini yayımlamıştır. Boratav ın 1939 yılında Folklor adıyla müstakil bir kitap olarak yayımladığı bu eserde Merasimler ve İtikadlar başlığı altında halk hekimliği bilgilerine yer verilmiştir (1939). Boratav ayrıca daha sonra yayımladığı 100 Soruda Türk Folkloru adlı kitabında gerek alandan derlenmiş olan uygulamalar gerekse tanımlar ve terminoloji noktasında halk hekimliğine geniş yer vermiştir. Bu kürsünün 1948 yılında kapatılmasının ardından, 1958 yılında Atatürk Üniversitesinde Mehmet Kaplan ın öncülüğünde gerçekleştirilen çalışmalar da Türk Halkbilimi tarihi içinde önemli bir yere sahiptir. Ancak bilimsel perspektif taşıyan bu çalışmalarda da halk edebiyatı esas alınır, halk hekimliğine müstakil olarak yer verilmez. Aynı tarihlerde DTCF Etnoloji kürsüsünden Orhan Acıpayamlı, 1961 yılında Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü adlı çalışmasında, doğum folkloruna ait uygulamaları sistemli ve ayrıntılı biçimde vererek bu uygulamaları büyü prensipleri ile ilişkilendirmiştir. Acıpayamlı daha sonra DTCF Antropoloji Dergisi nde yayımlanan Türkiye Halk Hekimliğinde Dalak Kesme ve Etnolojik İzahı (1963) adlı çalışmasında bir dalak kesme konusunu da aynı yaklaşımla incelemiştir. Bu yayınlar, alandan derlenen halk hekimliği uygulamasına sorgulayıcı ve çözümleyici bir perspektifle yaklaşması bakımından öncü ve önemli çalışmalar olarak anılmalıdır. Yine bu yıllarda Atatürk Üniversitesi Sosyoloji bölümünde öğretim üyesi olan Orhan Türkdoğan, sağlık-hastalık sistemi konusunda Kültür Antropolojisi ve Sağlık Sosyolojisi açısından ilk olduğunu ifade ettiği çalışmasını gerçekleştirmiştir (Türkdoğan 1991). Doğu Anadolu da Sağlık-Hastalık Sisteminin Toplumsal Araştırması adını taşıyan çalışma 1967 yılında doçentlik tezi olarak sunulmuştur yıllarında Erzurum a bağlı bir kasabada (Ilıca) 37 köy üzerinde yürütülen bu çalışmada, bölge halkının; halk tıbbı, modern tıp, doktor ve hastaneye olan ilgisi; hasta ve hastalık sistemine olan tutum, değer yargıları ve inanç sistemleri araştırılmıştır. DTCF Etnoloji kürsüsünden Sedat Veyis Örnek, 1966 yılında yayımlanan 141

139 Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla ilgili Batıl İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tedkiki, adlı çalışmasında Halk Hekimliği başlığı altında verdiği sağaltım uygulamalarını büyü ile ilişkilendirmektedir (1966: ). Örnek tarafından 1977 yılında yayımlanan Türk Halkbilimi adlı çalışmada halkbilimi kadroları içerisinde Halkbilgisi başlığının altında yer alan bir araştırma alanı olarak halk hekimliği, halk baytarlığı ve halk botaniği, halk zoolojisi yer almaktadır (1995). Yine aynı çalışmada geçiş dönemleriyle ilgili bir ana başlık altında Geleneksel Sağaltma Pratikleri ve İşlemleri başlığı altında çocukluk dönemi ile ilgili halk hekimliği uygulamalarından söz edilmektedir. Halkbiliminin bilimsel olarak üniversitelerde çalışıldığı bu dönemde yapılan yayınların, dergi ve dernek çalışmaları ile karşılaştırıldığında tespit in ötesine geçen çalışmalar olduğu görülmektedir. Uzunca bir dönem Türkiye nin çeşitli yerlerinde sivil ve kişisel girişimlerle yol alan halkbilimi çalışmaları 1966 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Müsteşarlığına bağlı olarak kurulan Milli Folklor Enstitüsü ile resmiyet kazanmıştır (İpekkan 1978: 25-19, Oğuz 2008: 34-35). Milli Folklor Enstitüsü nün gerçekleştirdiği sempozyum, kurultay ve diğer yayınlarda halk hekimliğinin çeşitli konularına yer verilmiştir. Bu yayınlarda ve etkinliklerde alan çalışmalarından derlenen halk hekimliği uygulamalarının yanında Tıp ve Eczacılık disiplinlerinde çalışan araştırmacıların da çeşitli yaklaşımları yer almaktadır. Örneğin 1988 yılında enstitünün yeni adı olan ve Kültür Bakanlığına bağlı olan Milli Folklor Araştırma Dairesi tarafından Türk Halk Hekimliği Sempozyumu gerçekleştirilmiştir. Sempozyumda Orhan Acıpayamlı, Türkiye Folklorunda Halk Hekimliğinin Morfolojik ve Fonksiyonel Yönden İncelenmesi, Eczacılık alanından Eriş Asil Halk Hekimliği ve Eczacılığı Araştırmalarında Metodoloji, yine Eczacılık alanından İkbal Sucu Ege Bölgesi Halk İlaçları, Tıp alanından Ayşegül Demirhan Erdemir 17., 18., ve 19. yüzyıllara Ait Bazı Reçete Örnekleri ve Halk Hekimliğimizdeki Yeri başlıklı bildiriler sunulmuştur (1989). Halk hekimliğinin bilimsel zeminde ilk kez çalışılmaya başlandığı sürecin ardından Türkiye de üniversitelerin ve sosyal bilimlerde çalışan araştırmacıların artmasıyla folklor ve halk hekimliği ile ilgili çalışmalar da yeni bir sürece girmiştir. Disiplinlere ayrılan sosyal bilimlerden halkbilimi, antropoloji, sosyoloji gibi temel çalışma konusu insan ve ürettiği kültür olan bilimler zaman zaman aynı sahada buluşmuşlardır. Günümüzde, Halk hekimliği, bir yanıyla Tıp ve Eczacılık alanına giren, bir yanıyla da Kültürel Antropoloji, Sosyoloji ve Halkbilimi disiplinlerinin kendi soru ve yöntemleriyle inceledikleri bir çalışma alanıdır. Halk hekimliğinin modern sağlık sistemi için taşıdığı önemi 2. Dünya savaşı sonrasına tarihlendiren Nuran Elmacı, savaşın ardından çıkan salgınların nedenlerinin araştırıldığı ve gelişmiş ülkelerin yoksul ülkelere götürdüğü sağlık hizmetlerinin beklenilen ölçüde kabul görmediği bu süreçle birlikte, sağlıkçıların toplum kültür ve değişme kavramları ile ilgilenmeye başladıklarını belirtir (2000: 174). Geleneksel kültürün hâkim olduğu bölgelerde sağlık çalışanları tarafından toplum sağlığı gibi konularda yapılan proje ve uygulamalar bölge halkının hastalık ve sağlık tutumlarını bilmeyi gerektirebilmektedir. Bu tür çalışmalarda da halk hekimliği uygulamalarını konu edinen 142

140 sosyal bilimlerden yararlanılması kaçınılmazdır. Bugün Tıp ve Eczacılık alanında yapılan kimi çalışmalarda halk ilaçlarına odaklanılarak halk ilacı olarak kullanılan bitkilerin tespiti (Lâtince adı ile), bitkinin kullanım şekli gibi bilgilere yer verilmektedir. Bu çalışmalarda genellikle bitki kullanımları ile ilgili bilgilerden ilaç üretiminde yararlanılması hedeflenmektedir. Halk hekimliği uygulamaları, Antropoloji ve Sosyoloji disiplinleri içinde de sağlık antropolojisi ve sağlık sosyolojisi alt disiplinlerinde çalışılmaktadır. Sağlık antropolojisi (tıbbi antropoloji), hastalık ve sağlıkla ilgili sorunların neden ve niçinlerini araştırarak sorunların çözümüne katkıda bulunur. Tıbbi antropologlar, farklı kültürlerde hastalık sağlık anlayışı; geleneksel tedavi yöntemleri, geleneksel beslenme ve geleneksel ilaçları çalışırlar (Elmacı 2013: 63). Hastalık ve sağlık konularına sosyal ilişki çerçevesinden bakan ve kendisini sağlık personeli-hasta, hastahastalık gibi ilişkiler ağında ve sağlık politikaları üretiminde çözüm odaklı olarak tanımlayan (Kasapoğlu 1999) sağlık sosyolojisi de çalışmalarının bir sürecinde halk hekimliği bilgilerini derler ve bunlardan yararlanır. Üniversitelerin anılan disiplinlerinde yapılan yayın ve projelerin yanında, yüksek lisans ve doktora süreçlerinde çalışılan tezler de halk hekimliğinin içinde bulunduğu disiplinlerarası durumu göstermesi bakımından önemlidir. Örneğin Yüksek Öğretim Kurumu nun Tez Tarama sayfasında konuyla ilgili olarak halk ilacı, halk hekimliği, geleneksel tıp, alternatif tıp, tamamlayıcı tıp anahtar kelimeleri ile bir tarama yapıldığında Halkbilimi disiplininden yaklaşık 25, Eczacılıktan 12, Tıp ve Hemşirelik alanından 6, Antropoloji alanından 2 tez çalışması yapıldığı görülmektedir. Konuyla ilgili güncel bir yayın taraması yapıldığında ise halk hekimliği, halk ilacı, geleneksel tıp, geleneksel tedavi yöntemleri konusunda sayısız akademik ve popüler yayın bulmak mümkün görünmektedir. Ayrıca alandaki kavram kargaşası ( alternatif tıp, tamamlayıcı tıp, tamamlayıcı alternatif tıp ) da bu yazının sınırlarını aşan bir çalışma gerektirmektedir. Türkiye de halk hekimliği çalışmalarına, Halk Bilimi tarihi içindeki konumlanması odağında yapılan bu çalışmada taranan dergiler, dernek yayınları, dernek çalışmaları akademik çalışmalar halk hekimliğinin de kavram ve disiplin olarak süreç içerisinde halkbilimi ile birlikte evrildiğini göstermektedir. Kaynak kişi, ayrıntılı derleme bilgisi, çözümleyici yaklaşımların bulunmadığı ilk çalışmalar (istisnaları da bulunmak kaydıyla) dönemin terminolojisi ve yerel uygulamalar hakkında bilgi verirken, halkbiliminin ve halk hekimliğinin akademik olarak çalışılmaya başlandığı dönemlerden sonra araştırma yöntemlerindeki gelişme ve çözümleyici yaklaşımların da görüldüğü çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu sürecin devamında ise halk hekimliği Süheyl Ünver in 1938 yılında söz ettiği gibi sağlık bilimlerince (modern tıp) ve diğer sosyal bilimlerce artan bir ilgiyle araştırılmaya devam etmiştir. Bu süreçte özellikle de Antropoloji, Sosyoloji, Eczacılık ve Sağlık Bilimlerinde yapılan çalışmalarda halk hekimliği bilgilerinden önemli ölçüde yararlanılmıştır. Bugün gelinen noktada sağlık politikalarının üretilmesi sağlık sorunlarının çözülmesi ve sağlık sisteminin toplumsal yapı ile uyumlu olması vb. çalışmalarda halk hekimliği fayda sağlayıcı bir pozisyondadır. Günümüzde halkbilimi disiplini içinde yapılan halk hekimliği çalışmaları bu misyonun dışında kalmıştır. Bu 143

141 alanın bilgisinden doğru şekilde yararlanabilmek için uygulamaların ve uygulamaların bağlı olduğu geleneksel yapının doğru tahlil edilmesi gerekmektedir. Bir sağaltım süreci göründüğünden çok daha fazlasını içeriyor olabilir. Bunu da araştırmacı, konuyla ilgili birikimi ve geleneksel kültüre olan hakimiyeti ölçüsünde görebilir. Bu nedenle çözüm odaklı süreçlerde pragmatik yaklaşımlarla derlenen, edinilen halk hekimliği bilgilerinin halkbilimi uzmanlarınca derlenip tahlil edilmesi noktasında ve çözüm üretme sürecinde disiplinlerarası bir işbirliği içinde çalışılması gerekmektedir. Bu nedenle halkbilimi alanında yapılan çalışmalarda da yazının başlarında belirtilen nitelikte (tespit odaklı) halk hekimliği çalışmalarının ötesine geçip disiplinlerarası çalışmaya uygun sorular ve bakış açılarıyla halk hekimliği çalışmanın gereği de ortadadır. NOTLAR 1 Yılan Taşları, Panzehir Taşları I-II ( Ali Kıza Seyfi, 1342, cilt2, sayı 9-10), Doğumla Alakadar Bazı Adet ve Hurafeler (Hamit Zübeyir 1927, cilt 6, sayı 33) (Çek, 2002: 47) gibi yazılar dergide halk hekimliğine yer verildiğini göstermektedir. KAYNAKLAR Acıpayamlı, Orhan. Türkiye Halk Hekimliğinde Dalak Kesme ve Etnolojik İzahı. DTCF Antropoloji, 1, 1963: Bayrı, M. Halit. İstanbul da Kullanılan Bazı Halk ilaçları. Halk Bilgisi Haberleri, Sayı: 91, 1939: Balcıoğlu, Refik. Halk Hekimliğinde Göz Ameliyatları ve Göz İlaçları. Türk Folklor Araştırmaları, Sayı: 30, 1952: 480. Bölükbaşı, Rıza Tevfik. Folklor-Folklore. Peyam Gazetesi Edebi Eki, 20, Çek, Songül Yılları Arası Türk Halkbilimi Tarihçesi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Türk Halkbilimi Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Elmacı Nuran, Tıbbi Antropolojinin Araştırma Alanları ve Toplum Sağlığına Katkıları, Folklor/Edebiyat, Sayı: 22, Evren, Afif. Konya da Ocaklar, Irvasalar Tekkeler. Türk Folklor Araştırmaları, Sayı: : Fındıklıoğlu, Ziyayeddin Fahri. Folklor ve Etnografya Kılavuzu. İstanbul, Gannep, Arnold von. Folklor (Çev: Pertev Naili Boratav). Ankara: Gündoğan, Tülay. Türk Folklor Araştırmaları İndeksi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, Gürsoy, Akile. Günümüzde Sosyal Bilimler ve Sağlık. Gelenekten Geleceğe Antropoloji (Ed. Kümbetoğlu B.- Birkalan-Gedik H.), İstanbul: Epsilon Yay., 2005: İpekkan, Levent. Türkiye de Cumhuriyet Döneminde Halkbilim Alanında Çalışma Yapan Kuruluşlar ( ). Halkbilimi, 5(41), 1978: Kasapoğlu, Aytül. Güncel Sosyal Sorunlar ve Sağlık. Toplumbilim, 13, Kasapoğlu, Aytül, Sağlık Sosyolojisi: Türkiye den Araştırmalar. (der. M. Ecevit), Ankara: Sosyoloji Derneği Yay., Kaygısız, Ali Kemal. Köy Hekimliğinde Efsunculuk. Halk Bilgisi Haberleri, Sayı: : 5-8. Koşay, Hamit Z. Ankara Budun Bilgisi, Ankara: yyy Köprülü, M. Fuat. Yeni Bir İlim Halkiyat, Folklore. İkdam Gazetesi, Sayı: Oğuz, M. Öcal vd. Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yay., Orhan, Hamza. Halk Hekimliği. Halk Bilgisi Haberleri, Sayı: : Örnek, Sedat Veyis. Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla ilgili Batıl İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tedkiki. Ankara: Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yay., Örnek, Sedat Veyis. Türk Halkbilimi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.,1995. Rivers, W.H.R. Tıp Büyü ve Din, İstanbul: Epsilon Yay, Türk Halk Hekimliği Sempozyum Bildirileri Kasım 1988, Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Başkanlığı Yay Türkdoğan, Orhan. Kültür ve Sağlık-Hastalık Sistemi. İstanbul: MEB Yay., Ülkütaşır, M. Şakir. Halk Hekimliği. Halk Bilgisi Haberleri, Sayı: : Ünver, Süheyl. Türkiye de Tıbbi Folklor Üzerine Rapor I. Halk Bilgisi Haberleri, Yıl: 5, Sayı: 56: Ünver, Süheyl. Tıbbi Folklor ve İyi Telkinler. İstanbul: yyy Ünver, Süheyl. Balkan Memleketlerimizin Tıbbi Folkloru. Türk Halk Bilgisi Haberleri, Sayı: 65, 1937:

142 TÜRKİYE DE AÇIK HAVA MÜZELERİ AÇILDI AÇILIYOR AÇIK HAVA MÜZELERİNE YENİ BİR BAKIŞ The Open Air Museums Have Been Established and Are Being Established in Turkey A New Perspective to Open Air Museums Dr. Zehra Sema DEMİR* ÖZ Türkiye de açık hava müzesi ve buna benzer kurumları inşa etme çalışmaları son on yılda ivme kazanmıştır. Makalede konu hakkındaki en son gelişmelerden başlayarak Türkiye de sürdürülen çalışmalar sıralanacaktır. 20. yüzyılın ortalarından beri açık hava müzelerinin inşası özellikle akademik çevrelerde bu kurumu tanımlamak, çalışma ilkelerini kavramak ve bu konuda Türkiye koşullarına uygun projeler üretmek ekseninde tartışılmıştır. Birbiri ardına düzenlenen içeriği neredeyse aynı bilimsel toplantılar son kertede Türkiye de bir açık hava müzesinin neden açılmadığı, açılamadığı sorusuna yanıt aramak üzere yapılmıştır. Bu makalede, konuyla ilgili birçok bilim insanın yaptığı gibi Türkiye de neden bir açık hava müzesi yok, diye düşünmek yerine dünyadaki örnekleri de göz önünde bulundurarak öncelikle Türkiye de bu alandaki öncü hareketlere, kısa ya da uzun vadede açık hava müzesine dönüşebilecek oluşumlara ve bu kurumların Türkiye de alternatif var olma süreçlerine odaklanılmıştır. Bu meyanda konuyla ilgili somut örneklere yer verilmiştir. Mesela; Beypazarı Macun Köy de Anadolu Açık Hava Müzesi, Ankara Altındağ da Köy Park Açık Hava Müzesi, Samsun Ladik te Ambar Köy Açık Hava Müzesi proje aşamasındadır. Bu yeni oluşumlara ek olarak örneğin açık hava müzeciliği ilkeleri doğrultusunda faaliyet gösteren Yaşayan Müze Türkiye koşullarında bu tür müzeciliğin nasıl yapıldığı ve yapılacağı konusunda fikir vermektedir. Adı müze ile birlikte anılanların yanı sıra Türkiye de geleneksel yaşamı, kırsal hayatı, köy kültür dokusunu merkeze alarak açık hava müzeciliğinin temel ilkesi olan geleneksel mimarîyi ve içindeki yaşamı koruma ekseninde ortaya çıkan birtakım girişimler, kuruluşlar da söz konusudur. Anahtar Kelimeler Açık hava müzesi, ekomüze, öncü çalışmalar, kurumların alternatif yaratım süreci, turizm. ABSTRACT The endeavours of establishment or foundation of open air museums have gradually accelerated in Turkey. Starting from the last developments about to subject in study, ongoing studies in Turkey will be listed. Establishing open air museum in this context of the description of open air museum, finding out open air museum principles, and producing projects for Turkey s conditions especially by academic circles since mid 20 th century. Scientific meetings in the same topic have been hold to look for a response why an open air museum couldn t be established for along time in Turkey. In this article it is focused on pioneer developments about open air museum such as institutions resembling or transferring open air museum and theirs alternative creation ways in Turkey instead of thinking why there is no open air museum in Turkey as many scientists do. In this context the relevant embodiments have been given some of them for instance, Anatolian Open Air Museum in Beypazari, The Village Park Open Air Museum in Ankara and, The Warehouse Open Air Museum in Samsun are in progress. In addition to these new formations, to illustrate Yaşayan Museum which continues to work in according to principles of open air museum give an idea how it has been done and will be done in Turkey. Along with these projects and initiatives linked to museums, there are also some other initiatives and institutions emerging from taking the center of traditional and rural life, and village cultural configuration, and preserving traditional architecture and living inside which are the basic principles of open air museum. In this paper it is asserted the contrary that there was not establisted or founded any open air museum in Turkey up to the present. In this regard, at this article at the centenary year of the useage of the folklore term on these land, the possibilities of establishing open-air museums in our country for a relatively long time, was mentioned in the context of the conditions that occurs both in Europe and in Turkey. Key Words Open air museum, ecomuseum, pioneer studies, alternative existence processes of institution, tourism. * Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Halk Bilimi Bölümü Öğretim Görevlisi, demirs@ gazi.edu.tr 145

143 Her şeyi hükümetten de bekleyemeyiz. İsveçlilerin Şimal müzesini bir bahriye zabiti, Almanların Cloppenburg Açık Hava Müzesini bir lise öğretmeni, İskoçya Halk Müzelerini iki bayan, İsveç te Kulturen Müzesini bir üniversite talebesi kurdu. Kanaatimizce halk müzesi bir millet işi ve davasıdır. Ataletin ağır kayasını tahrik edecek elbette biri çıkacaktır. Dr. Phil. Hamit Zübeyr Koşay Türkiye de açık hava müzesi ve buna benzer kurumlar inşa etme çalışmaları son on yılda ivme kazanmıştır. Bu meyanda öncelikle konu hakkındaki en son gelişmelerden başlayarak Türkiye de sürdürülen çalışmaları sıralamak doğru olacaktır. Bir sivil inisiyatif projesi olarak Beypazarı Macun Köy de Anadolu Açık Hava Müzesi 2015 te tamamlanacağı bilinmektedir. Kayseri Belediyesi, bir zamanlar Müslüman ve Gayri Müslüm halkın birlikte yaşadığı Tavukçu Mahallesini Kayseri Mahallesi Projesi ile Kayseri nin kültür hayatına kazandıracağını ve projenin 2014 yılında biteceğini duyurmuştur. Altındağ Belediyesi, 40 hektarlık bir alanda yüz yıl öncesinin köy hayatını sergileyeceği Köy Park Açık Hava Müzesini açma çalışmalarını hızla sürdürmektedir. Gazi Üniversitesi Türk Halk Bilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Altındağ Belediyesi ve Ankara Kalkınma Ajansının ortak çalışması ile Ankara Somut Olamayan Kültürel Miras Müzesi Mayıs 2013 te ziyaretçisiyle buluşmuştur. Ambar Köy Açık Hava Müzesi Mart 2010 da Ladik Kaymakamlığı tarafından şekillendirilmiş bir projedir. 17, 18 ve 19. yüzyıla ait ahşap ambar, ev ve camiin bulunduğu tarihi bir köy kurma amacını taşıyan projenin 2014 in yaz aylarında bitmesi planlanmaktadır. Anadolu Arastası Nilüfer Belediyesinin 163 bin metrekarelik arazide Balkanlar dan Kafkasya ya kadar Anadolu nun geleneklerini yaşatmayı hedeflediği bir projedir. Yaşayan Müze, sivil inisiyatif girişimi olarak 23 Nisan 2007 tarihinde kapılarını ziyarete açmıştır. Adı müze ile birlikte anılanların yanı sıra Türkiye de geleneksel yaşamı, kırsal hayatı, köy kültür dokusunu merkeze alarak açık hava müzeciliğinin temel ilkesi olan geleneksel mimarîyi ve içindeki yaşamı koruma ekseninde ortaya çıkan birtakım girişimler, kuruluşlar söz konusudur. Makalede, bugüne dek açık hava müzelerinin Türkiye de kurulmadığı iddialarının karşısında bir bakış geliştirilmiştir. Folklor teriminin bu topraklarda kullanılmasının yüzüncü yılında, bu çalışmada göreceli olarak uzun bir zamandan beri ülkemizde açılma imkânları tartışılan açık hava müzelerinden, onları hem dünyada hem Türkiye de doğuran koşullar bağlamında söz edilecektir. Açık hava müzelerinin Avrupa daki tarihi Kuzey Avrupa ülkeleri ile başlayıp bütün yaşlı kıtada kısa sürede yaygınlık göstermiştir. Daha sonra Amerika Birleşik Devletlerinde, Rusya ve Uzak Doğu da da benimsenen bu müzelerin Türkiye de bilinirliğinin ICOM tarafından 9 Temmuz 1956 tarihinde İsviçre de düzenlenen IV. Uluslararası Konferansın ve V. Genel Kurulunun hemen ardından gerçekleştiği ileri sürülebilir. Ne var ki bu tarihten çok önce hatta Avrupa da ilk açık hava müzelerinin kurulduğu 146

144 dönemden beri Türk müzecilerinin bu kurumlardan haberdar olduğu da savlanabilir. Konuyu dünya sergileri ile açık hava müzeleri arasındaki ilişkinin anlatılacağı bölümde tekrar açmak üzere kapatıp ilgimizi sözü edilen uluslararası kuruma çevirebiliriz. Zira bu toplantıda ICOM, açık hava müzeleri konusunda Türkiye nin de katıldığı kararlar almıştır. Bu kararlardan ilki halk kültürünün kaybolmak üzere olan değerlerini kurtarmak üzere çeşitli yaşayış tarzlarını yansıtan otantik, karakteristik mimarî eserlerin, kullanılan aletlerin, zirai faaliyetlerin, el sanatlarının tipik unsurları seçilerek taşınmazların yerlerinden sökülerek aslına uygun bir şekilde belirlenen bir arazi üzerine yeniden canlandırılarak açık hava halk müzelerinin kurulması ile ilgilidir ( museum/the-governance/general-assembly/resolutions-adopted-by-icomsgeneral-assemblies-1946-to-date/geneva-1956). Bu uluslararası toplantının Türkiye deki yankıları başta Hamit Zübeyr Koşay olmak üzere birçok bilim insanının tartışmalarının odağına yerleşmiş ve yazılarında sürdürülmüştür. Ancak konu ile ilgili asıl değerlendirmeler Temmuz 1957 de Danimarka ve İsveç te toplanan Açık Hava Müzeleri Konferansına katılan Koşay ın hazırladığı raporla kendini gösterir. Hamit Zübeyr konferanstan sonra, 1958 de Milli Eğitim Bakanlığına bir rapor verir. Rapor Ziraat İşleri Umum Müdürlüğüne intikal eder. Bu rapor ve öneriler ICOM Türkiye Milli Komisyonu gündemine alınır. Hamit Zübeyr Koşay, raporunu Açık Hava Müzeleri ve Türkiye Açık Hava Halk Müzeleri Kurma İmkânları başlığını taşıyan bir yayına dönüştürür. Kitap 1958 yılında Maarif Vekaleti yayınları arasından çıkar. Koşay, aynı zamanda açık hava müzelerinin Türkiye de kurulması ile ilgili olarak 1962 de bir muhtıra verir. Muhtırada halkın cilalı taş devrinden sanayileşme devrine kadar birikmiş kültür malzemesini saklamış olduğunu ve bu birikimin bilimsel bir çerçevede Batı dan devşirilen açık hava ve köy müzelerinde müze bilim ilkelerine uygun bir biçimde bir araya getirilmesi, sergilenmesi, korunması gerektiğini belirtir. Eş zamanlı olarak dönemin Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri, bir açık hava müzesi kurulması için bir temel olabilecek Tarım Açık Hava Müzesi kurulması yönünde Tarım Bakanlığına başvurur (Acıpayamlı 1985: 9) yıllarında konu tekrar gündeme getirilir, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Açık Hava Halk Müzeleri için önce Ankara Atatürk Orman Çiftliği alanında yeteri kadar bir araziyi ilgili Bakanlıktan ister hatta birlikte kurmayı teklif eder. Aynı yıllar ODTÜ arazisinde bir yer ayrılması veya Konya da şimdiki Selçuk Üniversitesi kampüsüne kurulması düşünülmüş ve hatta bu konuda Önasya Dergisi Türkiye de Açık Hava Halk Müzeleri kurulmalıdır sloganı ile bir kampanya başlatmış, anketler düzenlemiş ve elde edilen görüşleri yayınlamış ancak konu mali nedenlerden dolayı askıda kalmıştır (Önder 1985: 17) yılında Ankara da düzenlenen I. Millî Kültür Şurasında Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Sabahattin Türkoğlu, açık hava müzelerinin kurulması gerektiğini ifade etmiştir (Toygar 1985: 39). Ahmet Edip Uysal 147

145 ise, Açık Hava Müzelerinin Kurulması ve İşletilmesi Hakkında (ICOM) ca Tespit Edilen İlkeler adlı çeviri kitabı 1984 te yayımlar. Kısa bir zaman sonra 1985 te halk bilimi müzelerinin çeşitlenmesi gerektiği ile ilgili Türkiye de Kültür ve Turizm Bakanlığı ve ODTÜ işbirliği ile gerçekleştirilen Folklor Açık Hava Müzelerinin Kurulma İmkânları Sempozyumu düzenlenir. Bu akademik toplantıda Ayşen Savaş ın tespit ettiği gibi katılımcılardan beklenen kuramsal önermeler ve akademik bir tartışma değil, müzenin yerine ilişkin seçimler, projelendirme ve fizibilite konuları, kuruluş modeli önerileri, müze işlevleri ile finansman ve diğer kaynakların belirlenmesine yöneliktir (2003: 114). 20. yüzyılın ortalarından beri ülkede bir açık hava müzesinin kurulmasına yönelik çalışmaların ardından konuyla ilgili yine Savaş tan alıntılayarak yaklaşık yirmi yıl sonra akademik bir grup benzer bir gündemle, yine bir araya gelmiştir. Söz konusu bu toplantıda da benzer konular tartışılmıştır (2003: 114). Ancak bize göre 2002 de Gazi Üniversitesi Türk Halk Bilimi Araştırma ve Uygulama Merkezince (THBMER) organize edilen Türkiye de Halk Bilimi Müzeciliği ve Sorunları Sempozyumunu bir yineleme olmaktan toplantıya katılan birkaç katılımcı ve onların bildirileri daha doğrusu yaptıkları çalışmalar kurtarır. Zira sempozyuma davet edilenler arasında açık hava müzeciliği ile doğrudan ya da dolaylı olarak projeler hazırlayan, bunları uygulamaya koyan bürokratlar, yerel yöneticiler ve çoğunluktan farklı düşünen akademisyenler bulunmaktadır. O zamana kadar açık hava müzeleri ve müzeciliği üzerine yapılan akademik toplantılarda böyle bir kurumu açma niyeti ve konuya ilişkin güçlü bir heves toplantıların sonucu olarak belirirken 2004 te gerçekleştirilen bu çalışmada somut gelişmelerden söz edilmiştir. Zamanın Kastamonu Valisi Enis Yeter, kentte gerçekleştirilen birtakım restorasyon, yeniden canlandırma projelerini ve bunların sonuçlarını aktarır. Bu çalışmada şehre hizmet eden sivil toplum kuruluşlarının yerel zanaatları canlandırma ve kalkındırma ile ilgili girişimlerinden ve aynı zamanda Kastamonu da halk kültürü müzeciliğine yönelik gelişmelerden söz edilir. Bir başka katılımcı Mansur Yavaş, Eski Beypazarı Belediye Başkanı, şehrin nasıl bir açık hava müzesine dönüştürüldüğünü anlatır. Ali Yakıcı ise, bir akademisyen olarak İskilip in doğal olarak uygulamalı bir halk bilimi müzesi olduğunu ileri sürer. Diğer taraftan bu bilimsel toplantının düzenlenmesinde iki ana gaye iki soru üzerinden yazıya aktarılmıştır. Sorular şunlardır: Neden Türkiye de ulusal ya da yerel ölçekte açık hava müzeleri benzeri yapılaşmalar gerçekleşmemektedir? Gerçekleştirilmesi durumunda bu müzelerde hangi bilimsel ölçütler kullanılmalıdır? (Oğuz 2003: 3). Aslında sempozyum kitabının önsözünde M. Öcal Oğuz, bu sorulardan ilkine yanıt verir. Kendisine göre, uzak görüşlü birkaç Türk uzmanın çabası açık hava müzelerini açma konusu önünde beliren engelleri aşmaya yetmemiştir. Toplantı sonunda ise beklenenin tam olarak gerçekleştiğini ifade etmek güçtür. Zira konuşmacılar Türkiye de neden bir açık 148

146 hava müzesi kurulamıyor sorusuna yanıt vermektense ikinci soruya yanıt vermeyi tercih etmiştir. Yalnız Ayşen Savaş, bildirisinde ilk soruya şu şekilde yanıt vermiştir: Bunun yanıtları yine pragmatik etkenlerde aranabilir: ekonomik kısıtlar ve üst yönetimlerdeki değişimler Türkiye de birçok projenin rafa kaldırılmasının sık tekrarlanan nedenlerindendir. Konunun bugün gündemde oluşu, o gün için geçerli olan nedenlerin bugün hala var oluşuna bağlı olarak açıklanabilir. Bu anlamda totolojik açıklama, sonuçta 20 yıl sonra aynı noktada olacağımız varsayımını da birlikte getirebilir. Geçmişte yapılan çalışmalara değinmemin nedeni, halkbilim müzesinin nasıl kurulması gerektiğinin ulusal ve uluslararası boyutta bir sorun olduğunu ve bugün artık böyle bir belirsizliğin olmadığını açıkça vurgulamaktır. Halkbilimi müzelerinin minimum standartları ve araçları son yüzyılda oluşmuş, ICOM aracılığıyla tanımlanmış ve kurumsallaştırılmıştır. İkinci sorunun yanıtı ne denli net olmayabilir ve ICOM bunu bizim için netleştirmeyebilir: Bu konu neden hâlâ gündemde? Sorunun yanıtı günlük yaşamın pratiğinde ya da ideolojide aranabilir. Günlük yaşantının pratiği kısaca kaybolan değerlere sahip çıkılması olarak özetlenebilir. Bu özellikle Kuzey Avrupa için endüstrileşmenin atıl kıldığı yaşantıyı çağrıştırırken, Japonya için kültür emperyalizminin yok ettiği geleneksel değerler olarak algılanabilir. Türkiye de böyle bir dönüşüm ve bilinçten söz etmek mümkün olmadığı için 2002 yılında kaybolan değerlere sahip çıkma isteği de ancak ideoloji ile açıklanabilir... Düzenlenen sempozyumlarda sunulan bildirilerin bilinçli olarak değinmediği kavramlar geliştirilemediği için müzenin pratikte kurulma süreci gerçekleşememektedir... Kuramsallaştırma süreci, müzenin ideolojik bir nesneden, akademik bir kamu yapısına dönüşmesine katkıda bulunacaktır ( ). Savaş, bildirisinde sadece Türkiye de açık hava müzelerinin açılmama nedeni üzerinde durmakla, bu nedenleri belirlemekle kalmaz; kendisi aynı zamanda bu müzelerin kurulması yolunda önerdiği çözüm için ilk adımı da atar. Açık hava müzeciliği ile ilgili ilk kavramsallaştırma denemesinde bulunur. Sergi mekanının tasarımı Savaş ın kavramsallaştırdığı müze etkinliğidir. Kendisi bu şekilde halk bilimi müzeciliğinin ideolojik boyuttan akademik olana dönüşebileceğini ileri sürer. Bu makalede, konuyla ilgili birçok bilim insanının yaptığı gibi Türkiye de neden bir açık hava müzesi yok, diye düşünmek yerine dünyadaki örneklerden de hareketle öncelikle Türkiye de bu alandaki kıpırtılara, kısa ya da uzun vadede açık hava müzesine dönüşebilecek oluşumlara ve bu kurumların Türkiye de alternatif var olma süreçlerine odaklanılmıştır. Bu minvalde Türkiye de açık hava müzeleri ile ilgili oluşumlarla ilgilenmeye devam etmek yerinde olacaktır den beri kurulması planlanan açık hava müzesi ile ilgili nihayet somut adımlar atılmış ve bundan sonrası için eldeki örnekler, veriler üzerinden yapılacak değerlendirmelere zemin hazırlanmıştır. Elbette he

147 nüz Türkiye kültür tarihinin ICOM ilkelerine göre sergilendiği bir yapılanmadan söz etmek mümkün değildir. Aslında Türkiye de kurulacak bir açık hava müzesinin bu ilkelere uygun olması gerektiği de üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur. Zira sadece açık hava müzelerinin değil tüm sosyal, kültürel ve sanatsal kurumların içinden çıktığı toplumun karakteristiklerini taşıması yani nev-i şahsına münhasır olması gerekir. Bu anlamda sözü edilen bu gelişmeler, Türkiye açık hava müzeciliğinin nasıl ve ne şekilde devam edeceği hakkında ipuçları içermesi bakımından önemlidir. Ancak bu konuya girmeden evvel açık hava müzelerinin Avrupa da nasıl kök saldıklarını hatırlamak ve onları doğuran şartları anlamak yararlı olacaktır. Açık hava müzeleri tarihini Avrupa müze tarihi okumalarından ayrı tutmak doğru değildir. Dahası bu tür müzeler hakkında hükümlere varırken müzeyi modern manada var eden Avrupa tarihinden bağımsız ele almak da eksik bir değerlendirme olacaktır. Açık hava müzelerinin kendilerini var etme süreci bu tarih içinde belli başlı vakalarla doğrudan ilişkilidir. Öncelikle Avrupa müzecilik tarihi içinde açık hava müzeciliğinin kendisine toprak kazanması ve sınırlarını belirginleştirmesi tam olarak yaşlı kıtanın endüstri devrimini gerçekleştirdiği ve bu ilerlemenin sömürgeleşme faaliyetleri ile ilişkisini kurduğu döneme denk gelmektedir. Bu değerlendirme, sadece endüstrileşmenin yarattığı toplumsal sorunlarla başa çıkma mücadelesinin bir sonucu olarak değerlendirilmemelidir. Zira açık hava müzelerini (outdoor museum) kapalı mekân müzelerinden (indoor museum) ayıran en belirgin fark onların koleksiyonlarından, bu koleksiyonu sergileme stratejisinden ve sergi mekânı tasarımından kaynaklanır. Kısaca ifade etmek gerekirse açık hava müzelerinin kendileri belirmeden önce onların sergi mekânı tasarımları ve sergileme yöntemleri zuhur etmiştir. Zeynep Çelik, Şarkın Sergilenişi adlı yapıtında on dokuzuncu yüzyıl dünya fuarlarını İslam mimarisi ekseninde değerlendirirken bu fuarların altında yatan felsefeyi inceler. Çelik e göre, Avrupa, ekonomisini büyüttüğü dış pazarını bu fuarlar yoluyla tanımak istemiştir. Bu vesileyle ihraç ettiği malları kullanan insanların kültürlerini ithal etmeye başlamıştır. Bu ithalat Avrupa dışı kültürlerin parça parça Avrupa ya da Amerika kentlerine getirilmesi ve bizzat bu kültürlerin bir özeti olan pavyonlarda birer yerli malı eşya gibi sergilenmesinden oluşmaktadır (2005: 2). Kültürlerin gösterilmeye değer parçalarının bağlamlarından tamamen koparılarak bir pavyonda sunulması, Avrupa daki açık hava müzeciliği çalışmalarına sergileme mekânı ve stratejileri anlamında ilham vermiştir. Fuar sergilerinde otantik dekorlar arasına yerleştirilen ve otantik kostümler giydirilen yerliler, başka bir çağa aitmiş gibi görünen otantik uğraşları yerine getirmeye zorlanıyorlardı. Yaratılan canlı görüntü başka dünyaların meçhul garipliğini ön plana çıkartıyordu. Daha da önemlisi böyle temaşalar, sömürgecilik siyasetine de hizmet ediyordu. Fuar alanında gerçekleştirilen gösteriler ve canlı sergiler ziyaretçilere öylesine çekici geliyordu 150

148 ki 1900 yılında gerçekleşmiş olan Dünya Sergisi organizatörleri kolonilerden gelecek olan pavyonlarda insanların gösteri yapmayacaklarını açıkladıklarında olağanüstü bir tepkiyle karşılaşmışlardı (Çelik 2007: 20-22). Mahalleler millî kıyafetler içinde yemek pişirip satan, deri ve bakır işleriyle uğraşan, halı dokuyup satan, yüzlerce insanla doluydu. Bu merak uyandırıcı görüntüler kalabalıklar, gürültüler, renkler, kokular müzikle besleniyor ve seyri vazgeçilmez kılıyordu. Açık hava müzeleri de sıra dışılığını kapalı mekân müzelerine, sergilerine kıyasla canlı gösterilere, farklı müze deneyimlerin yaşanabileceği, paylaşılabileceği atmosferler yaratmasına borçluydu ve bütün bunları Bernard Olsen in, Danimarka Açık Hava Müzesi kurucusu, de belirttiği gibi evrensel sergilerden ilham alarak yaratmıştı (Aktaran Rentzhog 2007: 41). Hatta açık hava müzelerinin nüvelerini oluşturacak olan ilk çalışmalar, sergiler yine bu evrensel organizasyonlardaki işlerden hareketle oluşuyordu. Örnekse Norsk Folkmuseum bir model olarak 1900 de Paris te düzenlenen Dünya Sergisinde sunulmuştu. Ayrıca Dünya Sergilerinin düzenlendikleri kentlere yapıtlar kazandırdıkları bilinmektedir. İspanya daki Poble Espanyol da bu şekilde oluşmuş bir açık hava müzesidir. Açık hava müzelerinin doğuşuna, oluşum sürecine ilişkin fikrî temelleri kuşkusuz Avrupa nın uluslaşma hareketlerinde aramak gerekir. Çünkü ulusun inşa sürecinde modern öncesi bağlar vasıtasıyla köken arama çabaları önemli yer tutar. Anthony Smith, tarihsel bakımdan ilk ulusların modern öncesi etnik çekirdekler temelinde oluştuğunu belirtir. Smith e göre, bir ulus olmakla övünç duyulabilecek önemde bir evveliyatın olmadığı ve etnik bağların bulanık ya da uydurma olduğu yerlerde bile eldeki malzemeden tarihi ve kültürü olan bir toplulukla ilgili tutarlı bir mitoloji ve sembolizm yaratma ihtiyacı her yerde ulusal beka ve birliğin ön koşulu olarak yüce bir iş haline gelmiştir. Bütün bunlar ulus oluşturmanın en belirleyici öğesinin etnik çekirdek olduğunu göstermektedir (1994: 73). Açık hava müzeleri etnik kökene sahip olmak isteyen modern ulus devletin kadim tarihini yeniden inşa etmesinde araçsallaştırılan kurumların başında gelmektedir. Rentzog, Arthur Hazelius un Skansen i açma serüvenini anlatırken onun bağımsız bir İsveç için mücadele ettiğinden söz eder (2007: 13). Norveç te de millî dayanışmanın sağlanması için bir halk müzesi, halkın milliyetçilik duygularını kuvvetlendiren sözlerden daha etkili görülür (Rentzhog 2007: 53). Yine İsveç te Nordiska Müzesinin ve ülkedeki tüm halk müzelerinin kapısına Kendini tanı! cümlesi yerleştirilmiştir. Bu tür faaliyetlerle insanlar arasında bir akrabalık duygusu oluşturmak ve kuşaklar arası iletişimi sağlamak amaçlanmıştır (Rentzhog 2007: 53). Açık hava müzelerinin doğumunda endüstri devriminin oynadığı rol bu müzelerin sergi mekânı tasarımlarını, teşhir stratejilerini belirlemenin ötesindedir. Zira kıtanın gerçekleştirdiği teknik atılıma bağlı olarak ortaya çıkan sosyal rahatsızlıkları giderme planlarının kısaca toplum mühendisliği çalışmalarının bir bölümünü açık hava müzelerinin kurulması, gelişti

149 rilmesi oluşturmuştur. Endüstrileşme planının uygulama süratindeki anilikle eşdeğer bir biçimde kültürel ve sosyal yaşamdaki değişim de bir dönüşümün ötesine geçmiştir. Avrupa endüstrileşmenin yol açtığı kültürel yıkımın yaralarını sarmayı bir de müze yoluyla denemek istemiş ve bunu toplumun, halkın tarihini yaratma ülküsüyle birleştirmiştir. Avrupa da açık hava müzelerini doğuran koşullar üzerinde durmaya devam ederken turizmin belirleyiciliğine de değinmek gereklidir. Açık hava müzeleri diğerleri gibi müzeler çağı olarak nitelenen 19. yüzyılda birbiri ardına açılan müzelerden biriydi. Bu çağda müzelerin turizm pazarından elde edeceği gelir ve bu pazardaki yerini sağlamlaştırma konusundaki endişeyi Hazelius un Skansen i bir an önce kurma çabasında da görmek mümkündür. Rentzhog un aktardığına göre, Hazelius Skansen i açmak için acele ediyordu çünkü, ülkede hızla müzeler açılıyordu ve o, ziyaretçilerin ilgisini dağılmadan ve doyuma ulaşmadan kendi müzesine çekmek istiyordu. Hazelius un böylesine bir yarış içinde olması gerekiyordu çünkü ticarî kaygıları söz konusuydu (2007: 16). Bu yönüyle Skansen, uluslaşma, millî birlik ve beraberliği sağlama, bir kimlik oluşturma kurumu olduğu kadar kültür endüstrisi alanında faaliyet gösteren kurumların da öncüsüdür. Başka bir söylemle Skansen, folklorizm alanındaki ilk örnekler arasında yerini alır. Son olarak açık hava müzeleri aynı çağda sayıları gittikçe artan ulusal sanat ve tarih müzelerinde olduğu gibi yüksek sanat eserlerinin gösterildiği bir mekân olarak tasarlanmamıştır. Nitekim Avrupa da halkın keşfi ile ilgili düşünce akımı 18. yüzyıl sonlarında kendini göstermiş ve bir sonraki dönemde yaygınlık kazanmıştı. Hükümetlerin tarihi yerine, halkların tarihi yazılmaya başlanmıştı (Burke 1996). Skansen de zamanın ruhuna uygun olarak İsveç in tarihini sadece krallarla değil, sıradan insanların, köylülerin, kasabalıların, fakir ve evsizlerin tarihini kucaklıyordu (Rentzog 2007: 21). Yine halk hareketinin bir uzantısı olarak açık hava müzeleri tek parça ve katı bir geçmişi dayatan otoriter kurumlara bir başkaldırı olarak ortaya çıkmıştı. Böylelikle açık hava müzelerinin doğumu için gerekli toplumsal, siyasal, ekonomik bütün şartlar hazırlanmış oluyordu. Avrupa da açık hava müzelerinin yoğun olarak ile yılları arasında kuruldukları görülür. Bu müzelerin pek çoğu kuruluş amaçları, koleksiyonları, sergi mekanı tasarımları ile birbirine oldukça benzerdir. Türkiye açık hava müzelerinin ise genel çizgileriyle bu etkilerden bağımsız ya da bu belirleyicilerin etkisinde çok az kalarak ortaya çıkacağı ileri sürülebilir. Örnekse Avrupa açık hava müzeciliğini sergi mekanı tasarımı sergileme teknikleri anlamında etkileyen Dünya Sergilerinin Türkiye açık hava müzeciliğini etkilediği düşünülemez. Oysa ki Osmanlı İmparatorluğunun 1851 den beri düzenlenen 63 Dünya Sergisine, 17 kez katıldığı bilinmektedir te Chicago daki Dünya Sergisinde, Almanya Skanen in ilhamıyla bir Alman köyü sergilenmiştir (Rentzhog 2007: 34). Osmanlı İmparatorluğu da aynı organizasyona bir 152

150 Türk köyü sergisiyle katılmıştır (Küçükerman, 2002). Ancak bu sergilerle Türkiye de gelişen açık hava müzeleri arasında ilişki kurmak bugünden mümkün görünmez. Cumhuriyet in ilk yıllarında ise, dönemin kültür politikası gereği ağırlık verilen arkeoloji ve etnografya müzelerinin fikrî inşası başlamıştır. Atatürk devri kültür politikalarının erken tarihinin düşünce kaynağını Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocaklarının çalışma programında bulmak mümkündür. Örneğin Türk Ocağının ideologlarının başında yer alan Ziya Gökalp, tarih müzeleri (millî müze) ile etnografya müzelerinin kurulması gerektiğini savlamıştır. Ziya Gökalp, millî müzenin millî tarihimizin müzesi, etnografya müzesinin ise, milletimizin hâlihazırdaki hayatının müzesi olduğunu ve milletimizin bugün kullandığı eşyanın yanı sıra masal, koşma, destan, mani, tekerleme, atasözü, bilmece, fıkra ve menkıbeleri, ayrıca lisani fonetik ile halk melodilerini toplamakla görevli bulunduğunu ifade etmiştir (1928: 6). Gyula Mészáros da etnografya müzesinin içerik ve mekânsal özellikleri hakkında fikir danışılan kişiler arasında yer almıştır. Hüseyin Karaduman, Mészáros un hazırladığı raporlardan söz eder. Mészáros a göre, halk müzesinin öncelikle Anadolu Türkleri olmak üzere, tüm dünya Türklerinin antropolojik ve etnolojik yönlerine ilgi göstermesi gerekir. Müze binasının mimarîsi de bu özelliklerini yansıtacak şekilde eski ve hakikî Türk mimarîsi karakterini taşımalıdır (2006). Buraya kadar verilen tarihçe bir bakıma İsveç te açık hava müzesi kurulmadan önce Arthur Hazelius un Nordiska Müzesini kurması ile paralellik göstermektedir. Hazelius da önce Nordiska Müzesini yâni İsveç in halk hayatını sergilemeyi amaçladığı kapalı mekân müzesini açmış, Skansen Nordiska ya bağlı, hatta onun devamı olarak kurulmuştur. Türk Ocaklarının ardılı olarak nitelenebilecek Halkevlerinin Türk müzeciliği dolayısıyla açık hava müzeciliği ile ilişkisi bünyesindeki müzecilik kollarına dayanmaktadır. Türk Ocakları daha çok Türk kimliği üzerine araştırmalar yapan ve Türk milliyetçiliğinin meseleleriyle ilgilenen bir kurumdu. Yeni Türkiye Devletinin de Türkçülük üzerinden sürdürdüğü bir siyaset söz konusuydu. Bu bağlamda dernek, hem akademik boyutta hem de siyasî alanda Türkiye Cumhuriyetinin düşünce ortaklarından biriydi (Demir 2010). Türk Ocakları kapatılıp Halkevleri açıldığında ise bu kurum medeniyet ve kültür kodlarının buluştuğu bir merkez, medenî Batının halka tanıtıldığı bir vitrin gibi çalışmaya başlamıştı (Demir 2010). Halkevlerinin işleyişi, dönemin kültür politikalarını mikro ölçekte de olsa anlama imkânı vermektedir. Bu dönem kültür politikası açık seçik bir şekilde yönünü Batı ya dönmüştü. Türk Ocaklarının Türk kimlikli vatandaş yetiştirme politikası Halkevlerinde çağdaş vatandaş yetiştirme seferberliğine dönüşmüştü. Halkevlerinin müzecilik şubelerinin kendisine öncelikle arkeolojik ve etnografik eserleri toplayarak yeni açılacak müzelere koleksiyon sağlama ve var olan müzelerin koleksiyonlarını zenginleştirme hedefi (Çeçen 2000:134) biriktirdiği müze nesnelerinin ve bölge folkloru ile ilgili derlemelerinin kapanma sırasın

151 da dağıtılması ile yerine gelememiştir. Bu ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla dönemin kültür politikası halktan kopuk hatta halka tepeden bakan bir tavır içindeydi sonrası dönem yaygın bir biçimde çok partili siyaset ve Demokrat Parti iktidarı, çok partili siyaset, ordular, partiler ve küreselleşme yılları olarak sınıflandırılır. Avrupa da 1950 ve 1970 yılları arasında ikinci yayılma dalgasını yaşayan hatta dünyada kavram ve uygulama anlamında yaygınlaşan açık hava müzelerinin Türkiye müzecilik tarihi ile ilişkisi bu dönemde de kurulamamıştır. Zira çok öz bir şekilde dönemi savaş yılları olduğu için kültür politikalarının bu olumsuz şartlardan etkilendiği, yıllarının ise, Türkiye için darbe ve muhtıra dönemleri olduğu ve müzelerin halka yönelik herhangi bir politika geliştirmediği ve müzecilik alanında ülkede bir yeniliğinin kaydedilmediği belirtilebilir ler, demokrasi karşıtı tutumların hâkim olduğu, yeni bir anayasanın gündeme geldiği, servet dağılımının biçim değiştirdiği, ekonomik yapının büyük ölçüde farklılaştığı bir dönemdir. Bunun yanı sıra 80 ler, sürpriz bir seçim sonucuyla sivil siyasetin üstünlüğünün gösterildiği olağanüstü bir süreçtir. Uluslararası anlaşmalar, evrensel sürdürülebilirlik kurumları, bilginin demokratikleşmesi ve küreselleşme gibi başka iktidar aygıtları siyasî iktidarın bazen ortağı bazense onun üstünde kurdukları güçle patronu haline dönüşmüştür (Demir 2010). Açık hava müzeleri, kendi doğumunu mümkün kılacak önceki dönem sancılarını biriktirerek söz edilen dönemin atmosferinde nefes almaya başlamıştır. Daha önce kendilerinden söz edilen bu oluşumlardan birkaçına değinmek ve buradan sonuca gitmek mümkündür. Anadolu Açık Hava Müzesi, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu tarafından on birinci destek programı kapsamında açılan proje çağrısına sunulan bir projedir. AB, Türkiye Cumhuriyeti ve Yaşayan Müze tarafından ortaklaşa finanse edilecek olan proje ile sürdürülebilir kalkınmayı sağlama ve işletmeleri AB standartlarına yükseltme amaçlanmaktadır. Proje, programdaki Kırsal Ekonomik Faaliyetlerin Çeşitlendirilmesi ve Geliştirilmesine Yönelik Yatırımlar tedbirinin alt tedbiri olan Kırsal Turizm alanında değerlendirilmektedir. Kırsal Turizm ile özellikle turistik rekreasyon faaliyetlerin çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Proje sahibi kurum Yaşayan Müzedir ve Anadolu Açık Hava Müzesinin Beypazarı nın Macun Köyü nde kurulması planlanmaktadır. Projeye başvuru kapsamında açılması planlanan müze için gerekli arazi temin edilmiş ve belgelerin önemli bir kısmı tamamlanmıştır. Mimarî çizim ve mevzuata uygun teknik projenin hazırlanmasıyla proje kuruma teslim edilecektir. Kabul edilmesi halinde projenin 2015 e kadar bitirilmesi gerekmektedir. Anadolu Açık Hava Müzesi projesinin hemen ardından Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Kayseri Mahallesi adlı bir projesinden söz edilebilir. Belediye bir zamanlar Müslüman ve Gayri Müslüm halkın birlikte yaşadığı Tavukçu Mahallesini Kayseri Mahallesi Projesi ile Kayseri nin kültür ha

152 yatına kazandıracağını duyurmuştur. Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, bölgede gerekli kamusallaştırma çalışmalarının tamamlandığını, restorasyon ve yok olan dokuların yeniden inşası(rekonstrüksiyon) çalışmalarının sürdüğünü ve bütün bunların kentsel tasarım projesi ekseninde yapıldığını ifade etmektedir. Buna göre, mahalle, Kayseri musikîlerinin dinlendiği, Kayseri yemeklerinin, sanat eserlerinin, geleneklerinin yeniden yaşatıldığı bir mekân hâline gelecektir ( Ankara Altındağ Belediyesi ise, tümü satın alma yoluyla edindiği 15 çantı evi Karabük ten her parçası numaralanarak sökülüp (dismantledemonte) tekrar birleştirme (monte) tekniğiyle müze yerleşkesine getirtmiştir. Bunlara ek olarak 10 Bolu yayla evi, replika olarak hazırlanmış ve 5 toprak sıvalı köy evi de müze sergi mekânına yerleştirilmiştir. Barınma, konaklama mekanlarının yanı sıra sosyal mekânlar, endüstriyel yapılar, konaklama haricî yapılar da müze alanındaki yerini almıştır. Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, Köy Park taki her evin yeniden işlev verilerek yaşayan mekânlara dönüştürüleceğini ifade etmektedir. Bir başka açık hava müzesi projesinin de Samsun un Ladik ilçesinde sürdürüldüğü bilinmektedir. Ambar Köy Açık Hava Müzesi, Mart 2010 da Ladik Kaymakamlığı tarafından Eski Ladik Kaymakamı Kadir Perçi nin öncülüğünde şekillendirilmiş bir projedir. Ambarlar, köy evleri ve bütün ahşap yapılar müzeye bağış yoluyla kazandırılmış ve bunlar bulundukları yerden her parçası numaralandırarak sökülüp tekrar birleştirme sistemiyle müze yerleşkesine taşınmıştır. Müze alanında gerekli peysaj çalışmaları yapılmış ve çocuk parkından kanatlı hayvanlardan oluşan küçük bir hayvanat bahçesine birçok sosyal yapıya da müze yerleşkesinde yer verilmiştir. Köy mektebi, camii, köy fırını, konağı, kahvesi bulunan açık hava müzesinde aynı zamanda bir hanın da inşaatına devam edilmektedir. Müzenin henüz tamamlanmasa da ziyaretçisinin olduğu edinilen bilgiler arasındadır. Bu grupta anabileceğimiz diğer örnek Yaşayan Müze dir. Müze dünyadaki açık hava müzelerinden yönetim, koruma, koleksiyon oluşturma, geliştirme, sergileme ve iletişim politikaları bağlamında etkilense de özgün yapısı ve müze politikaları ile dünyadaki örneklerinden farklı bir karaktere sahiptir. Yaşayan Müze, açık hava müzeciliğinin Türkiye deki ilk örnekleri arasında yer alması bakımından birçok deneysel müze çalışmalarına sahne olmuştur. Son olarak 2005 te Hüsamettindere Köyü Ekomüzesi adıyla hayata geçen bir başka oluşum dikkat çeker. Bu müzenin hikâyesi iki yatırımcının yurt dışında gördükleri açık hava müzelerinden etkilenerek böyle bir müzeyi Türkiye de kurma girişimleriyle başlar. Sözü edilen yatırımcılar bu fikri geliştirmek üzere İsveç te ekomüzelerle ilgili bilimsel bir toplantıya katılırlar ve Bergslagen Ekomuseum u ziyaret etme fırsatı yakalarlar. Yatırım yapacakları alanı daha iyi tanıdıktan ve böyle bir müze açma konusunda düşüncelerini berraklaştırdıktan sonra Bolu nun Mudurnu ilçesinde, dağlık 155

153 bir arazide 20 dönümlük bir araziyi satın alırlar. Bu aşamadan sonra geleneksel mimarî yapıların bu alana taşınması için gerekli araştırmalara başlanır. Hüsamettindere Köyünde bu türden pek çok ev olduğu tespit edilir. Ne var ki bu evleri sözü edilen bu mekâna götürmek birkaç sebepten dolayı mümkün olmaz. Bu esnada evleri taşımak yerine geleneksel evlerin bulunduğu köyün müzeye dönüştürülmesi fikri belirir. Akabinde Doğal ve Kültürel Mirası Koruma Derneği köyü ekomüzeye dönüştürme çabalarını hızlandırmak üzere kurulur. Köyden satın alınan evler, hızla restore edilir. Bu hareket özellikle İstanbul da yoğun iş hayatı olan yirmi otuz kişinin de işin içinde dahil olmasıyla büyüse de kısa bir zaman sonra atalete kapılarak gayesinden uzaklaşır. Gelinen son noktada ise, değişen dernek yönetiminin fon arayışı çalışmaları, özellikle İtalya ve İngiltere deki ekomüzelerle sürdürdüğü ilişkiler ekseninde yeniden hareketlendiği ifade edilebilir. Açık hava müzeciliği alanında yaşanan bu gelişmelerin, atılımların yanı sıra Türkiye de geleneksel yaşamı, kırsal hayatı, köy kültür dokusunu merkeze alarak açık hava müzeciliğinin temel ilkesi olan geleneksel mimarîyi koruma ekseninde ortaya çıkan birtakım girişimlerden, kuruluşlardan söz etmek açık hava müzeciliğinin Türkiye deki seyrini izlemek bağlamında önemlidir. Bunların bir kısmı konaklama hizmeti verirken, bir kısmı çiftlik, kültür merkezi, dernek ve proje kimliği ile bazıları ise bu kimlerden birkaçını sahiplenerek ön plana çıkmaktadır. Konuya ikinci gruptan bir örnek vererek devam edilebilir. Kuşadası nın Davutlar köyünde hizmet vermekte olan Gürsel Tonbul Çiftlik İşletmesi (Değirmen Restoran) 1995 yılından beri 150 dönümlük bir arazide geleneksel yöntemler, eski âdetler kullanılarak tarımın yapıldığı özel bir teşebbüstür. Çiftlikte, üretim, işleme, satış, restoran, müze, hayvanat bahçesi gibi bölümler bulunmaktadır. Bu çok kimlikli işletme gerçek anlamda geleneksel tarımın, yemeklerin yapıldığı, geleneksel mimarînin sergilendiği bir açık hava müzesi gibidir. Nitekim kurumun web sayfasında çiftliğe gelenler müşteri değil, ziyaretçi olarak adlandırılmaktadır. Bunun yanı sıra çiftlikte gezilecek, izlenecek farklı alanlar, uygulamalı etkinlikler de bulunmaktadır. Ayrıca çiftlikte zeytinyağı üretiminin bütün evrelerinin anlatıldığı bir kapalı mekan müzesi (indoor museum) de yer alır. Çiftliğin, geleneksel ya da organik tarım ekseninde sürdürdüğü bir başka etkinlik ise gönüllülük projeleridir. TaTuTa yani Buğday Derneği tarafından yürütülen Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi ve Gönüllü Bilgi, Tecrübe Takası projesine dahil olan çiftlikler arasında yer alan Değirmen Çiftliği, gönüllüleri ile deneyim, bilgi takası gerçekleştirmektedir. Bu anlamda bir eğitim kurumu olarak nitelebilecek bu çiftlikler, köylünün bilgeliğine saygı duyup bilgisini öğrenmek, kullanmak ve geleceğe aktarmak amacı taşımaktadır. Türkiye de bu anlayışla çalışan birçok çiftlik bulunmaktadır ve bunları şimdiden açık hava müzelerinin bir türü olarak kabul edilen ekomüze ya da ekonomüze olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Sonuç olarak Avrupa da olduğu 156

154 gibi Türkiye de açık hava müzelerinin ve müzeciliğinin doğuşunda bu kurumların ortaya çıkmasını, olgunlaşmasını sağlayacak toplumsal, siyasal, çevresel ve ekonomik olayların yaşanmasına ihtiyaç vardır. Bu minvalde Türkiye de açık hava müzelerinin hayat bulmasında etkili olduğu düşünülen ve etkisiz olduğu varsayılan durumlardan söz edilebilir. Öncelikle Avrupa da ulus devlet olma sürecinde araçsallaştırılan açık hava müzelerinin Türkiye de milliyetçilik okumaları ile ilişkilendirilemeyeceği ileri sürülebilir. Bu müzeler ne İskandinav ülkeleri örneğinde olduğu gibi bağımsız ulus yaratmada ne de Avusturya Macaristan İmparatorluğunun ayrılmasından sonra kurulan iki ayrı ve fakat çok etnisiteli, dinli insanların vatandaş haline getirilmesinde çare olarak görülmüştür. Türkiye de açık hava müzelerinin oluşum sürecinde endüstrileşme, modernleşme, kentleşme ve küreselleşmenin birbirinden bağımsız değerlendirilemeyecek etkileri yadsınamaz. Bu dört güçlü etkenin her birinin ayrı etkisi olduğu bu süreç yukarıda verilen örneklerden hareketle açık hava müzelerinin Türkiye de iki ayrı koldan ilerlemesine yol açmıştır: Birinciler, ki bunlar etkinler(aktif) olarak adlandırılabilir. Bunlar kültürel mirası daha çok üretilen ve tüketilen somut bir şey olarak görmüştür. Bunlarla ikinciler yani akademisyenler, bürokratlar, siyasetçilerden oluşan ve edilgenler (pasif) olarak adlandırılan grup arasında kültürel mirasın yok olması karşısında gösterilen refleksler bağlamında fark görülmektedir. Etkinler geleneksel yaşamı, kırsal hayatı, köy kültür dokusunu merkeze alarak çiftlik, kültür merkezi, dernek ve proje kimliği ile ön plana çıkanlardır. Bu iki grubu açık hava müzeleri ekseninde birleştiren etmenlerin başında ekonomik kalkınmada turizmin gücünün farkına varılması ve buna bağlı olarak turizmin çeşitlendirilmesi gelmektedir. Aynı süreçte iki farklı koldan açık hava müzeciliği yaklaşımı gelişirken etkinler olarak adlandırılan grubu harekete geçiren endüstrinin özellikle tarım ve hayvancılık boyutunda doğal olanı tahribatı ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin belirmesiyle ortaya çıkan ekolojik yaklaşımlardır. Edilgen olarak adlandırılan grup ise, kültürel mirası korumaya Avrupa Birliği uyum süreciyle AB ye ve Bölgesel Kalkınma Ajanslarına proje yazma, uygulama akımı bağlamında cesaret etmiştir. Tekrar etmek gerekirse açık hava müzeleri Avrupa da mütekamil bir şekilde ortaya çıkmış kurumlar değildi. Her kurum gibi son halini alana kadar geçirdiği bir dizi değişim ve dönüşüm söz konusuydu. Sergileme mekânı tasarımını ve stratejilerini dünya sergilerinden alarak evirilen açık hava müzelerinin ilkeleri ancak onlar kurulduktan 75 yıl sonra belirlenebilmiştir. Dolayısıyla Türkiye de açık hava müzelerinin kurulması eğer yaşayan, dinamik bir sürecin parçası olacaksa, bu müzelerin kendi kendilerini var etmesi, toplumsal ihtiyaçlardan beslenmesi, dönemin gerçekleri ile yoğrulması beklenmelidir. Burada yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için Türkiye nin açık hava müzesinin ve müzelerinin oluşması sırasında dünyadaki açık hava müzelerinin etkile

155 rinden sakınmanın ve yol göstericiliklerinden yararlanmamanın söz konu olmadığını bilakis bu tür etkileşimlerin yapıcı ve gerekli olduğunu vurgulamak gerekir. Son olarak ise, Ayşen Savaş ın da savladığı gibi, açık hava müzelerinin Türkiye de kurulmasının önünde beliren en önemli engelin konunun ideolojik olmaktan sıyrılıp kamunun tartışma ve uygulama alanına girememesi gösterilebilir. Ne var ki Savaş ın kavramsallaştırma ile ilgili olarak ileri sürdüğü kavramlar geliştirilemediği için müzenin pratikte kurulma süreci gerçekleşememiştir tezi kavramsallaştırma mantığına ters görünmektedir. Zira kavramsallaştırma gözlemlenen, irdelenen, incelenen örnekler üzerinden anlam çıkararak genellemeler, soyutlamalar, tanımlamalar yapmaktır. Dolayısıyla Türkiye koşullarında kök salan açık hava müzeleri ya da adı aynı olmasa da bu müzelere benzer oluşumlar olmadan ve tüm bunlar bir araştırma konusuna dönüştürülmeden kavramsallaştırmalar yapılamayacağı ortadadır. KAYNAKÇA Arık, Remzi Oğuz. Halkevlerinde Müze, Tarih ve Folklor Çalışmaları Kılavuzu. CHP Halkevleri Yayınları, Kılavuz Kitaplar, XXI, Burke, Peter. Yeniçağ Başında Avrupa Halk Kültürü. Ankara: İmge, Çeçen, Anıl. Atatürk ün Kültür Kurumu Halkevleri. İstanbul, Cumhuriyet Kitapları, Çelik, Zeynep. Şarkın Sergilenişi. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Demir, Zehra Sema. Sürdürülebilirlik Ve İktidar Bağlamında Sözel Belleğin Türk Müzelerinde Kullanımı. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Edebiyat Fakültesi, Karaduman, Hüseyin. Gyula Mészáros ve Ankara Etnografya Müzesi. VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Gaziantep 27 Haziran-1 Temmuz 2006, (Basılmamış Bildiri Metni). Koşay, Hamit Zübeyr. Etnografya Müzesi Kılavuzu. İstanbul: Maarif Basımevi, Koşay, Hamit Zübeyr. Etnografya, Folklor, Dil, Tarih,v.d. Konularda Makaleler ve İncelemeler. Ankara: Ayyıldız Matbaası, Küçükerman, Önder. Fuar Stand Tasarımı. İstanbul: YEM Yayınları, Maggi, Maurizio, V. Falletti. Ecomuseums In Europe What they are and what they can be. Torino: Stituto Ricerche Economico-Sociali Del Piemonte, Oğuz, M. Öcal (hzl.). Türkiye de Halkbilimi Müzeciliği ve Sorunları Sempozyum Bildirileri, Ankara: Gazi THBMER Yayınları, Önder, Mehmet. N. Tan vd. (hzl.). Folklor Açık Hava Müzelerinin Türkiye de Kurulma İmkânları Sempozyum Bildirileri. Ankara: AÜB, Savaş, Ayşen. Müzecilik ve Halkbilimi Müzeciliği Sergi Mekanı Tasarımı ve Bağlam Üzerine Notlar. Türkiye de Halkbilimi Müzeciliği ve Sorunları Sempozyum Bildirileri, Ankara: Gazi THBMER Yayınları, Smith, Anthony. Milli Kimlik. İstanbul: İletişim Yayınları, Sten, Rentzhog. Open Air Museums Thr History and Future of a Visionary Idea. Sweden: Jamptli Förlog and Carlson Bokförlag, Toygar, Kamil. FAHM Nerelerde Kurulabilir?. Folklor Açık Hava Müzelerinin Türkiye de Kurulma İmkânları Sempozyum Bildirileri, Ankara: AÜB, Uysal, Ahmet Edip (Çev.), Açık Hava Müzelerinin Kurulması ve İşletilmesi Hakkında (ICOM) ca Tespit Edilen İlkeler Ziya Gökalp; Ocaklar Ne Yapmıştır, Vazîfesi ve Gâyesi Nedir. Türk Yurdu, C. 1-21, S , 1928, s [erişim tarihi ]. php?t=6782 [erişim tarihi ]. [erişim tarihi ]

156 TÜRKİYE DE YILLARI ARASINDA HALK BİLİMİ ALANINDA HAZIRLANAN DOKTORA TEZLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME An Analysis on Doctoral Theses Prepared in the Field of Folklore Between the Years of in Turkey Mustafa DUMAN* ÖZ Sosyal bilimler alanlarında yapılan akademik çalışmalar, süreklilik arz eden bir yapıya sahip olup, birbiri üzerine inşa edilen bilgiler neticesinde ortaya çıkar. Ortaya konulmuş akademik çalışmaların genel durumu hakkında bilgi sahibi olmak, araştırmacıların çalışmalarına yön vermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu sebeple, sosyal bilimler alanlarından herhangi birinde yapılan akademik çalışmaları bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmenin, ilgili alanda orijinal ve işlevsel çalışmalar yapılmasına zemin hazırlayacağını söylemek mümkündür. Bu noktadan hareketle makalede, Türkiye de Halk Bilimi alanında hazırlanan 166 doktora tezi bütüncül bir bakış açısıyla tahlil ve tasnif edilmiş ve elde edilen bilgiler ışığında değerlendirmelerde bulunulmuştur. Halk Bilimi alanında hazırlanan doktora tezlerinin tamamını değerlendirmenin bir makale boyutunu aşacağı düşüncesiyle yılları arasında hazırlanan tezler çalışmaya dâhil edilmiştir. Bu on iki yıllık süreç, Halk Bilimi alanında hazırlanan doktora tezlerinin sayısal olarak yükseldiği bir dönem olması nedeniyle bilinçli olarak seçilmiştir. Makalede öncelikle Halk Bilimi nin Türkiye deki gelişimine kısaca değinilmiş, ardından Yüksek Öğretim Kurumu Ulusal Tez Merkezi sisteminde Anabilim Dalı, Konu ve Dizin kategorilerinde, Halk Bilimi/ Folklor, Halk Edebiyatı, Türk Dili ve Edebiyatı ve Halk anahtar kelimeleri kullanılarak tespit edilen 166 doktora tezi; yıllarına, hazırlandığı üniversitelere ve konularına göre tasnif edilmiş; ardından, yapılan tasnif neticesinde oluşturulan grafikler değerlendirilmiştir. Makalenin sonunda, değerlendirmeye tabi tutulan doktora tezleri bir liste halinde sunulmuştur. Anahtar Kelimeler Türkoloji araştırmaları, Halk Bilimi araştırmaları, Halk Edebiyatı çalışmaları, doktora tezi. ABSTRACT Academic studies done on social sciences which has a structure of continuity occur as a result of the information which is built on top of one another. To be knowledgeable about the academic studies that have been demonstrated is very important in order to give direction to the researchers. It is possible to say that to evaluate social sciences made in one of the fields of academic work in a holistic perspective assessment will lay the groundwork for original and functional studies in related fields. From this point on in this article, 166 doctoral theses prepared in Turkey in the field of Folklore have been analysed and classified with a holistic perspective and have been arrived at different evaluations in the light of foregoing. In contemplation of examining all the Folklore doctoral theses will exceed the size of an article, only the theses prepared between were included in the study. This twelve-year period has been chosen consciously because of being a period in which Folklore doctoral theses have increased numerically. In the article first, the development of the Folklore in Turkey has been mentioned briefly, and then in the system of the Higher Education Institution and the National Central Thesis, Department, Subject and Directory categories, Folklore, Folk Literature, Turkish Language and Literature and folk keywords determined by using 166 doctoral theses; have been classified according to their years, the universities where they have been done, and their subjects; and then as a result of the classification of graphics have been evaluated. At the end of the article, assessed doctoral theses are presented in a list. Key Words Turkology researches, Folklore researches, Folk Literature studies, doctoral thesis. * Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Türk Halk Bilimi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi, m.duman66@gmail.com

157 Giriş Bilim, çeşitli yöntemlerle elde edilen bilginin sistemli bir şekilde sunulması neticesinde ortaya çıkan çalışmaların kendinden sonrakilere kaynaklık ettiği; bu haliyle süreklilik arz eden düzenli bilgi topluluğudur. Ansiklopedi/ sözlük, kitap, makale ve araştırma raporları gibi çalışmalar bilimsel bilginin temel kaynaklarıdır. Bunların yanı sıra, doktora tezleri de izledikleri yol ve ulaştıkları sonuçlarla bilimsel bilginin temel kaynağını oluşturur. Robert Day, bilginin sunulması üzerine yaptığı çalışmasında; Bir doktora tezinden, adayın özgün araştırmasını sunması beklenir. Bunun amacı, adayın özgün araştırma yapma yeteneğini kazandığını göstermektir. ( ) Bilimsel makaleden farklı olarak tez, birden fazla konuyu ve bazı konularda da birden fazla yaklaşımı anlatabilir. (Day 2000:109) ifadelerini kullanarak doktora tezlerinin özgünlüğüne ve kapsamına dikkat çeker. Doktora tezlerinin konu ve kapsamının belirlenmesinde tezin sahibinin yanı sıra, hazırlandığı kurum ya da ekol ve danışman belirleyicidir. Day, bu durumu şu şekilde ifade eder; Bilimsel yazımın birçok türü, oldukça belirli bir yapıya sahiptir. Fakat tez yazma öyle değildir. Bir tezi doğru yazma şekli, geniş ölçüde kurumdan kuruma ve hatta aynı kurumun aynı bölümünde bile profesörden profesöre değişir. (Day 2000: 109). Bu haliyle doktora tezlerinin belirli bir ekolün bilimsel bilgiye yaklaşımını temsil ettiğini söylemek mümkündür. Bunun yanı sıra gerek yapısı itibariyle gerekse bilim dünyasına sunduğu yenilikler dolayısıyla doktora tezleri, hazırlandığı anabilim dalının temel eğilimlerini ortaya koyar. Sosyal bilimler alanında son yıllarda doktora tezlerinin yoğunlaştığı anabilim dallarından biri Halk Bilimi dir. Türkiye de ilk olarak 20. yy başlarından itibaren bir bilim dalı olarak tanınıp üzerine çalışmalar yapılmaya başlanan Halk Bilimi alanında günümüze kadar birçok doktora çalışması yapılmıştır. 21. yüzyılın ilk on yılında bu alanda yapılan çalışmaları çok boyutlu olarak değerlendirmek, yüzüncü yılında Halk Bilimi çalışmalarının üniversitelerdeki mevcut durumunu ortaya koyması ve müstakbel çalışmalara yön vermesi açısından önemlidir. Bu ihtiyaçtan hareketle makalede, Türkiye de yılları arasında Halk Bilimi alnında hazırlanan doktora tezlerinin yıllara göre dağılımını, konularını ve çalışma sahalarını sayısal verilerle ortaya koyarak değerlendirilmiştir. Bunun için öncelikle, Halk Bilimi nin Türkiye deki gelişimine kısaca değinip, ardından Türkiye de yılları arasında Halk Bilimi alnında hazırlanan doktora tezlerini hazırlandığı yıllara, üniversitelere ve konularına göre tasnif edilerek incelenmiştir. 1. Halk Biliminin Türkiye deki Gelişimi Türkiye de Halk Bilimi çalışmalarının başlangıcını, Tanzimat Fermanı (1839) ndan sonraki dönemin yeni fikri ortamında filizlenen bilimsel çalışmalara kadar götürmek mümkündür. İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Gökalp, Rıza Tevfik ve Fuad Köprülü gibi bilim adamlarının temelini attığı Halk Bilimi çalışmaları, 1940 lı yıllardan 1960 lara kadar siyasi sebeplerle yavaşlasa da yüz yılı aşkın sü

158 redir devam etmektedir yılında DTCF nde Halk Edebiyatı Kürsüsü nü kuran Pertev Naili Boratav, Cumhuriyetin ilk yıllarında halk müziği ve halk oyunları üzerine yoğunlaşan ve üniversite dışı derneklerin derleme çalışmalarıyla belli seviyede sürdürülen Halk Bilimi çalışmalarını sistemli ve bilimsel bir yapıya kavuşturmuştur. Boratav, alan araştırmalarını ve derleme çalışmalarını uluslararası terminolojiyi kullanarak yapması bakımından, Türk Halk Bilimi tarihi içerisinde önemli bir yerde durmaktadır (Oğuz vd. 2010: 14-38). Boratav ın üniversiteden uzaklaştırılması sonucunda Halk Bilimi çalışmaları ciddi bir duraklama dönemi yaşamıştır. Halk Bilimi çalışmalarının sekteye uğradığı bu dönemden sonra Mehmet Kaplan, Halk Bilimi ni üniversitede yeniden çalışılan bir disiplin haline getirmiş ve Muhan Bali, Saim Sakaoğlu, Umay Günay, Fikret Türkmen, Bilge Seyidoğlu ve Ensar Aslan gibi ilk Halk Edebiyatı doktor larını yetiştirmiştir (Oğuz vd. 2010: 43). Halk Bilimi ni üniversitelerimizde bir bilim dalı olarak yerleştiren bir başka bilim insanı ise Şükrü Elçin dir. Elçin, Hacettepe Üniversitesi nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü nü kurmuş; bölümün Halk Bilimi açısından gelişmesinde önemli bir rol üstlenerek, birçok Halk Bilimciyi bölümüne davet etmiştir. Umay Günay, Abdurrahman Güzel ve Dursun Yıldırım gibi Halk Bilimi alanındaki önemli bilim insanları, Hacettepe Üniversitesi ndeki çalışmalarına Elçin döneminde başlamışlardır (Oğuz vd. 2010: 48-49). Yaptığı çalışmalarla ekol oluşturan ismi zikredilen ya da zikredilmeyen ilk Halk Bilimi doktorları, hem Halk Bilimi nin edebi kısmını oluşturan halk anlatmaları ve halk şiiri üzerinde yoğunlaşmış ve ilk çalışmalarını bu alanda vermiş, hem de öğrencilerinin çalışmalarının da bu yönde gerçekleşmesini sağlamışlardır. Bu çalışmaların, günümüz Halk Bilimi çalışmalarına hem inceleme yöntemleri sunması hem de metin kaynağı sağlaması bakımından önemli bir yeri olduğunu belirtmek gerekir. 21. yüzyılın başında Halk Bilimi çalışmaları geçen yüzyıla göre, konu olarak biraz daha genişlemiş, Halk Bilimi alanında yapılan çalışmalar yalnızca Halk Edebiyatı üzerine değil, bunun yanı sıra gelenek, halk inançları, kültür ekonomisi ve kültür politikaları konularını da kapsayan bir içerik kazanmıştır. 2. Türkiye de Yılları Arasında Halk Bilimi Alanında Hazırlanan Doktora Tezlerinin Yıllara, Üniversitelere ve Konulara Göre Dağılımı Halk Bilimi; edebiyat, müzik, güzel sanatlar ve ayrıca gelenek-görenekler gibi, sosyal bilimlerin birbiriyle kesişen önemli bir kısmını kendine inceleme konusu edinmiş olup pek çok halk bilgisi unsurunu kapsaması nedeniyle oldukça geniş bir konu dağılımına sahiptir. Ayrıca, Halk Bilimi alanında metin kavramının yalnızca yazılı metni kapsamaması, bunun yanı sıra görsel ve maddi halk bilgisi ürünlerini de içine alması, inceleme alanının genişliğinin bir diğer sebebidir (bk. Ekici 1998: 25-34). Halk Biliminin araştırma ve inceleme alanındaki zenginliğin olumlu yanı, araştırmacıların yazılı-sözlü, görsel ve maddi halk 161

159 bilgisi ürünlerinden herhangi birini çalışma alanı olarak seçebilmesidir. Bu durum araştırmacılara konu seçiminde özgürlük sağlamaktadır. Bu durumun olumsuz yanı ise, çalışmaların sistematik olarak belli alanlarda yoğunlaşmayıp birbirinden bağımsız ve kopuk bir şekilde ilerlemesidir. Halk Bilimi nin inceleme alanına giren konuları değerlendirmeye başlamadan önce, Türkiye deki üniversitelerde yılları arasında Halk Bilimi alanında hazırlanan doktora tezlerinin yıllara ve üniversitelere göre dağılımını bir tablo halinde vermek yerinde olacaktır (Tablo 1 ve Tablo 2). Değerlendirmeye tabi tutulacak 166 tez1*, Yüksek Öğretim Kurumu Ulusal Tez Merkezi sisteminde Anabilim Dalı, Konu ve Dizin kategorilerinde, Halk Bilimi/ Folklor, Halk Edebiyatı, Türk Dili ve Edebiyatı ve Halk anahtar kelimeleri kullanılarak tespit edilmiştir. Grafikte görüldüğü gibi, 2000 yılından 2007 yılına kadar hazırlanan doktora tezlerinin sayısı 70 tir. Ancak sonraki beş yıllık süreçte bu sayı yaklaşık iki kat artmıştır. Bu durum, doktora öğrencisi yetiştirebilecek üniversitelerin sayısının artmasından çok, öğrenci sayısının artmasıyla ilgili olmalıdır. Nitekim Tablo 2 den de anlaşılacağı üzere, bu 12 yıllık süreç içerisinde hazırlanan doktora tezlerinin yapıldığı üniversitelerin değişmediği görülmektedir. Bu artışın bir diğer sebebi de son yıllarda halk kültürüne karşı artan ilgi olabilir. Yine de sosyal bilimlerin diğer alanlarıyla kıyaslamak mümkün olmamakla birlikte Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü içerisinde Halk Bilimi-Halk Edebiyatı anabilim dallarında hazırlanan doktora tezlerinin Klasik Türk Edebiyatı, Modern Türk Edebiyatı ve Türk Dili anabilim dallarında hazırlanan doktora tezlerine göre az sayıda olduğu bir gerçektir. Bu durumu ülkemizde Halk Bilimi disiplininin Türk Dili ve Tablo

TÜRKİYE DE FOLKLORUN İLK MAKALELERİ

TÜRKİYE DE FOLKLORUN İLK MAKALELERİ TÜRKİYE DE FOLKLORUN İLK MAKALELERİ Les premiers articles du folklore en Turquie The First Articles of Folklore in Turkey Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ* ÖZ Folklor disiplini ve çalışmaları Batı Avrupa da doğmuş

Detaylı

İnci Hoca TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM

İnci Hoca TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM ÖZELLİKLERİ İlk özel gazete Tercüman-ı Ahval ile başlar. Toplum için sanat anlayışı benimsenmiştir. Halkı aydınlatma amacıyla eser verildiği için

Detaylı

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 KONULAR Avrupa da Folklor sözcüğünün kullanımı ile ilgili çalışmalar Folklorun ilk derneği Folklorun tanımı DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2 AVRUPA DA FOLKLOR SÖZCÜĞÜNÜN

Detaylı

FOLKLOR (ÖRNEK: 2000: 15)

FOLKLOR (ÖRNEK: 2000: 15) FOLKLOR Folklor, bir ülke ya da belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel ürünleri konu edinen, bunları kendine özgü yöntemleriyle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan

Detaylı

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ EKİM AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI YENİLEŞME DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI TANZİMAT DÖNEMİ EDEBİYATININ OLUŞUMU KAZANIMLAR.Osmanlı Devleti ni güçlü kılan sosyal, siyasi düzenin bozulma nedenlerini.batı düşüncesine,

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI Ay Hafta Ders Saati Konu Adı YENİLEŞME DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI Kazanımlar Osmanlı

Detaylı

İBRAHİM ŞİNASİ 1826-1871

İBRAHİM ŞİNASİ 1826-1871 İBRAHİM ŞİNASİ 1826-1871 Hayatı ve Edebi Kişiliği İbrahim Şinasi 5 Ağustos 1826 da İstanbulda doğdu. 13 Eylül 1871 de aynı kentte öldü. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa 1829 da Osmanlı Rus savaşı

Detaylı

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım İLETİŞİM, DİL VE KÜLTÜR 1. İletişim 2. İnsan, İletişim ve Dil 3. Dil Kültür İlişkisi DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI VE TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ 1. Dillerin Sınıflandırılması

Detaylı

TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR. * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal. * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami

TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR. * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal. * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami İBRAHİM ŞİNASİ 1826-1871 İBRAHİM ŞİNASİ İstanbul da doğdu. Arapça, Fransızca, Farsça dersleri

Detaylı

AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere,

AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere, COĞRAFİ KEŞİFLER 1)YENİ ÇAĞ AVRUPASI AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere, Türklerden Müslüman

Detaylı

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ Gönderen admin - 31/01/ :14

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ Gönderen admin - 31/01/ :14 MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ Gönderen admin - 31/01/2012 23:14 1.Aşağıdaki sanatçılarımızdan hangileri Beş Hececiler grubunda yer alır? A) Orhan Veli Kanık Ahmet Kutsi Tecer B) Yusuf Ziya Ortaç Faruk Nafiz Çamlıbel

Detaylı

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ATATÜRK Ü ETKİLEYEN OLAYLAR VE FİKİRLER

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ATATÜRK Ü ETKİLEYEN OLAYLAR VE FİKİRLER 1 1789 da gerçekleşen Fransız İhtilali ile hürriyet, eşitlik, adalet, milliyetçilik gibi akımlar yayılmış ve tüm dünyayı etkilemiştir. İmparatorluklar yıkılmış, meşruti yönetimler kurulmaya başlamıştır.

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ...

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ... İÇİNDEKİLER Birinci Bölüm... 7 ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ... 8 Türk Dillerinin Sınıflandırılması... 14 Türk Dillerinin Ses Denklikleri Bakımından Sınıflandırılması... 16 Altay Dilleri Teorisini Kabul

Detaylı

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri 1. Yıl - Güz 1. Yarıyıl Ders Planı SOSYAL BİLİMLERDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ TDE729 1 3 + 0 6 Sosyal bilimlerle ilişkili

Detaylı

TANZİMAT DÖNEMİNDE ÖĞRETİCİ METİNLER. Ufuk KÜSDÜL Arhavi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

TANZİMAT DÖNEMİNDE ÖĞRETİCİ METİNLER. Ufuk KÜSDÜL Arhavi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni TANZİMAT DÖNEMİNDE ÖĞRETİCİ METİNLER Ufuk KÜSDÜL Arhavi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni ÖĞRETİCİ METİNLERİN ÖZELLİKLERİ VE YAZILIŞ AMAÇLARI Öğretici metinler, bir konuyu

Detaylı

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Erken Dönem Halkbilimi Kuram ve Yöntemleri DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2 KONULAR Mitolojik Teori Mitlerin Meteorolojik Gelişimi Teorisi Güneş Mitolojist Okul ve Güneş

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 2 EDEBİ BİLGİLER (ŞİİR BİLGİSİ) 1. İncelediği şiirden hareketle metnin oluşmasına imkân sağlayan zihniyeti 2. Şiirin yapısını çözümler. 3. Şiirin

Detaylı

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI Hazırlayan: Rabia ARIKAN JORGE LUIS BORGES (1899-1986) ARJANTİNLİ ŞAİR, DENEME VE KISA ÖYKÜ YAZARIDIR. 20. YÜZYILIN EN ETKİLİ

Detaylı

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

Bilim,Sevgi,Hoşgörü. Bilim,Sevgi,Hoşgörü. Mehmet Akif Ersoy 20 Aralık 1873 27 Aralık 1936 Mehmet Akif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti nin ulusal marşı olan İstiklal Marşı nın yazarıdır. Vatan Şairi olarak anılır. Yahya Kemal Beyatlı

Detaylı

Müşterek Şiirler Divanı

Müşterek Şiirler Divanı Müşterek Şiirler Divanı Yazar İ. Hakkı Aksoyak ISBN: 978-605-9247-54-2 1. Baskı Nisan, 2017 / Ankara 1000 Adet Yayınları Yayın No: 228 Web: grafikeryayin.com Kapak ve Sayfa Tasarımı Baskı ve Cilt Grafik-Ofset

Detaylı

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Sözlü Dönem Yazılı Dönem İslamî Dönem Türk Edebiyatı Geçiş Dönemi Divan Edebiyatı Halk Edebiyatı Batı etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Tanzimat

Detaylı

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ EKİM AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 EDEBİYAT TARİHİ / TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERE AYRILMASINDAKİ ÖLÇÜTLER 1.Edebiyat tarihinin uygarlık tarihi içindeki yerini.edebiyat tarihinin

Detaylı

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler OLAY ÇEVRESINDE GELIŞEN EDEBI METINLER Oğuz Türkçesinin Anadolu daki ilk ürünleri Anadolu Selçuklu Devleti

Detaylı

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I ÖMER SEYFETTİN ( 1884 1920 ) Milli Edebiyat akımının ve çağdaş Türk öykücülüğünün öncülerindendir. Küçük hikâyeyi tamamen bağımsız bir hale getirmiştir. Türk edebiyatında

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : YENİ TÜRK EDEBİYATI II Ders No : 0020110013 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 4 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders Dr. İsmail BAYTAK Orta Asya Tarihine Giriş Türk Adının Anlamı: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı Türk adından ilk olarak Çin Yıllıklarında bahsedilmektedir. Çin kaynaklarında

Detaylı

TANZİMAT EDEBİYATI ( ) HAZIRLAYAN: Döndü DERELİ D GRUBU-105

TANZİMAT EDEBİYATI ( ) HAZIRLAYAN: Döndü DERELİ D GRUBU-105 TANZİMAT EDEBİYATI (1860 1896) HAZIRLAYAN: Döndü DERELİ D GRUBU-105 TANZİMAT EDEBİYATI 1860'da Tercüman-ı Ahval Gazetesinin çıkmasıyla başlayan, Divan edebiyatı geleneklerini bir yana bırakarak Batı kültürüne

Detaylı

Çoğuldizge Kuramı. Ünal Yoldaş* Giriş

Çoğuldizge Kuramı. Ünal Yoldaş* Giriş Çoğuldizge Kuramı Ünal Yoldaş* Giriş Kuram, çeviribilimin en temel unsurlarındandır. Dünyada çeviribilim üzerine çalışan birçok insan mutlak suretle ortaya konulan temel çeviribilim kuramlarından faydalanmakta,

Detaylı

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı Öğrenci : MEHMET ERKAN Eğitsel Performans Olay Çevresinde Oluşan

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi... İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR...11 GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi...13 BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...27 5 İKİNCİ BÖLÜM Husrev ü Şirin Mesnevisinin İncelenmesi...57

Detaylı

İktisat Tarihi I. 27 Ekim 2017

İktisat Tarihi I. 27 Ekim 2017 İktisat Tarihi I 27 Ekim 2017 İktisat Tarihi Biliminin Doğuşu 18. yüzyıla gelene değin özellikle sosyal bilimler felsefeden bağımsız olarak ayrı birer bilim disiplini olarak özerklik kazanamamışlardı Tarih

Detaylı

OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar

OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar Eda Yeşilpınar Hemen her bölümün kuşkusuz zorlayıcı bir dersi vardır. Öğrencilerin genellikle bu derse karşı tepkileri olumlu olmaz. Bu olumsuz tepkilerin nedeni;

Detaylı

GELENEKTEN SAPMALARIN KİTABI: OSMANLININ GÖRSEL ŞİİRLERİ

GELENEKTEN SAPMALARIN KİTABI: OSMANLININ GÖRSEL ŞİİRLERİ GELENEKTEN SAPMALARIN KİTABI: OSMANLININ GÖRSEL ŞİİRLERİ Ahmet AKDAĞ 1. Dr. Özer ŞENÖDEYİCİ : Şenödeyici, 1981 yılında Kocaeli de doğdu. İlk ve ortaöğrenimi bu şehirde tamamladıktan sonra 1999 yılında

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY EKİM HAFTA DERS SAATİ KONU ADI YENİLEŞME DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI EDEBİYATININ OLUŞUMU ÖĞRETİCİ METİNLER 2 KAZANIMLAR 1. Osmanlı Devleti ni güçlü kılan sosyal, siyasi düzenin bozulma nedenlerini belirler.

Detaylı

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük YURDUMUZUN İŞGALİNE TEPKİLER YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 19.yy.sonlarına doğru Osmanlı parçalanma sürecine girmişti. Bu dönemde

Detaylı

Makale Nedir? Makale Nasıl Yazılır?

Makale Nedir? Makale Nasıl Yazılır? Makale Nedir? Makale Nasıl Yazılır? Makale, belirli bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve kanıtlamak için yazılan yazı türüne denir. Gazete, dergi ve internette yayınlanır. Ayrıca herhangi

Detaylı

ÖZ GEÇMİŞ. 1. Adı Soyadı: Oğuzhan KARABURGU 2. Doğum Tarihi: 1975 3. Unvanı: Yrd.Doç.Dr. 4. Öğrenim Durumu:

ÖZ GEÇMİŞ. 1. Adı Soyadı: Oğuzhan KARABURGU 2. Doğum Tarihi: 1975 3. Unvanı: Yrd.Doç.Dr. 4. Öğrenim Durumu: ÖZ GEÇMİŞ 1. Adı Soyadı: Oğuzhan KARABURGU 2. Doğum Tarihi: 1975 3. Unvanı: Yrd.Doç.Dr. 4. Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Erciyes Üniversitesi 1998 Y. Lisans Yeni

Detaylı

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER TÜRK DİLİ ÜZERİNE BİRKAÇ NOT Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Doç. Dr. S. EKER 1 Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir Dilin millî ve zengin olması millî

Detaylı

DR. MUHAMMED HÜKÜM ÜN ŞAİR - SOSYOLOG: KEMAL TAHİR ADLI ESERİ ÜZERİNE

DR. MUHAMMED HÜKÜM ÜN ŞAİR - SOSYOLOG: KEMAL TAHİR ADLI ESERİ ÜZERİNE ALAN, Y. (2017). Dr. Muhammed Hüküm ün Şair - Sosyolog: Kemal Tahir Adlı Eseri Üzerine. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 6(4), 2895-2900. DR. MUHAMMED HÜKÜM ÜN ŞAİR - SOSYOLOG: KEMAL

Detaylı

Tanzimat Edebiyatı. (Şiir-Roman) YAZARLAR Dr. Özcan BAYRAK Dr. Muhammed Hüküm Dr. Taner NAMLI Dr. Celal ASLAN

Tanzimat Edebiyatı. (Şiir-Roman) YAZARLAR Dr. Özcan BAYRAK Dr. Muhammed Hüküm Dr. Taner NAMLI Dr. Celal ASLAN Tanzimat Edebiyatı (Şiir-Roman) YAZARLAR Dr. Özcan BAYRAK Dr. Muhammed Hüküm Dr. Taner NAMLI Dr. Celal ASLAN Dr. Ahmet Faruk GÜLER Dr. Nuran ÖZLÜK Dr. Mehmet ÖZGER Dr. Macit BALIK Yayın Editörü: Doç. Dr.

Detaylı

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH SORU 1: MÖ 2450 yılında başlayan ve 50 yıl süren bir savaş kaç yılında sona ermiştir? İşlemi nasıl yaptığınızı gösteriniz ve gerekçesini belirtiniz. (2 PUAN) SORU 2: Uygurlar

Detaylı

Metin Edebi Metin nedir?

Metin Edebi Metin nedir? Metin Nedir? Metin, belirli bir iletişim bağlamında, bir ya da birden çok kişi tarafından sözlü ya da yazılı olarak üretilen anlamlı bir yapıdır. Metin çok farklı düzeylerde dille iletişimde bulunmak amacıyla

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : YENİ TÜRK EDEBİYATI III Ders No : 0020110023 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 5 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili

Detaylı

İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ

İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ KISA ÖZET

Detaylı

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır. Edebiyatı Sanatçıları Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. ı vardır. MEVLANA: XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç

Detaylı

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Sözlü Kompozisyon Teorisi DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2 KONULAR Sözlü Kompozisyon Teorisi Teorinin ortaya çıkışı ve kavramsal yapının oluşumu Milman Parry ve Sözlü Kompozisyon

Detaylı

Tefsir, Kıraat (İlahiyat ve İslâmî ilimler fakülteleri)

Tefsir, Kıraat (İlahiyat ve İslâmî ilimler fakülteleri) ARAŞTIRMA ALANLARI 1 Kur an İlimleri ve Tefsir Kur an ilimleri, Kur an tarihi, tefsir gibi Kur an araştırmalarının farklı alanlarına dair araştırmaları kapsar. 1. Kur an tarihi 2. Kıraat 3. Memlükler ve

Detaylı

OSMANLI DÖNEMİ EDEBİYAT TARİHLERİNİN HALK EDEBİYATINA BAKIŞI

OSMANLI DÖNEMİ EDEBİYAT TARİHLERİNİN HALK EDEBİYATINA BAKIŞI OSMANLI DÖNEMİ EDEBİYAT TARİHLERİNİN HALK EDEBİYATINA BAKIŞI Folk Literature from the Perspective of Literature History Books of the Ottoman Time Prof. Dr. Nâzım H. POLAT* ÖZ İlk Türk edebiyatı tarihi,

Detaylı

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da YANLIŞ ALGILANAN FİKİR HAREKETİ: FEMİNİZM Feminizm kelimesi, insanlarda farklı algıların oluşmasına sebep olmuştur. Kelimenin anlamını tam olarak bilmeyen, merak edip araştırmayan günümüzün insanları,

Detaylı

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI AZİZ BABUŞCU 4 te AK AK PARTİ İL BAŞKANI 10 da YIL: 2012 SAYI : 169 24-31 ARALIK 2012-7 OCAK 2013 BÜLTEN İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI T E Ş K İ L A T İ Ç İ H A F T A L I K B Ü L T E N İ 3 te 2

Detaylı

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ VE YAYIN LİSTESİ 1. Adı Soyadı : Muharrem KESİK İletişim Bilgileri Adres : Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Telefon : (0212) 521 81 00 Mail : muharremkesik@gmail.com 2. Doğum -

Detaylı

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2 İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 ÖNSÖZ DİL NEDİR? / İsmet EMRE 1.Dil Nedir?... 1 2.Dilin Özellikleri.... 4 3.Günlük Dil ile Edebî Dil Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar... 5 3.1. Benzerlikler... 5 3.2. Farklılıklar...

Detaylı

T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK HALKBİLİMİ ANABİLİM DALI

T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK HALKBİLİMİ ANABİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK HALKBİLİMİ ANABİLİM DALI UNESCO NUN 1989 TARİHLİ POPÜLER VE GELENEKSEL KÜLTÜRÜN KORUNMASI TAVSİYE KARARI NIN HALKBİLİMİ ÇALI MALARINA ETKİSİ Hazırlayan

Detaylı

ÜNİBİLGİ. Ankara Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı Bülteni Ağustos 2002 Sayı:12

ÜNİBİLGİ. Ankara Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı Bülteni Ağustos 2002 Sayı:12 ÜNİBİLGİ Ankara Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı Bülteni Ağustos 2002 Sayı:12 12 Üniversitemizin abone olduğu elektronik veri tabanlarını tanıtmaya devam ediyoruz. Amacımız veri

Detaylı

Kadir CANATAN, Beden Sosyolojisi, Açılım Yayınları, 2011, 720 s. İstanbul.

Kadir CANATAN, Beden Sosyolojisi, Açılım Yayınları, 2011, 720 s. İstanbul. KİTAP TANITIM VE DEĞERLENDİRMESİ Devrim ERTÜRK Araş. Gör., Mardin Artuklu Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü. Kadir CANATAN, Beden Sosyolojisi, Açılım Yayınları, 2011, 720 s. İstanbul. Beden konusu, Klasik

Detaylı

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNDEKİ BAĞIMSIZ SANATÇILAR YAHYA KEMAL BEYATLI (1884 1958) Şiirleri Milli edebiyat akımına uymaz, daha çok makale ve konferanslarında bu akımı

Detaylı

CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü

CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü Yirminci asrın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa da ortaya çıkan felsefi bir akımdır.

Detaylı

Yayın Değerlendirme / Book Reviews

Yayın Değerlendirme / Book Reviews 323-327 Yayın Değerlendirme / Book Reviews Eker, Süer ve Ülkü Çelik Şavk (Ed.) (2016). Tehlikedeki Türk Dilleri- Endangered Turkic Languages (4 Cilt). Ankara & Astana: Uluslararası Türk Akademisi & Hoca

Detaylı

AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI

AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI ALANLAR ve ÖNCELİKLER AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI 1- Kur an İlimleri ve Tefsir Kur an ilimleri, Kur an tarihi, tefsir gibi Kur an araştırmalarının farklı na dair araştırmaları 1. Kur an tarihi 2. Kıraat

Detaylı

RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAHAR PROGRAMI

RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAHAR PROGRAMI ANADAL EĞİTİM PROGRAMI ZORUNLU DERSLERİ 1. YIL 2.YARIYIL 3 1 2 TDİ102 ATA102 YDİ102 YDA102 YDF102 Türk Dili II (Turkish Language II) Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi (History of the Republic of Turkey)

Detaylı

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA Sayı : 10476336-100-E.531 29/01/2019 Konu : Ders İçerikleri-Çağdaş Türk Lehçerleri ve Edebiyatları Bölümü İLGİLİ MAKAMA Bu belge 5070 Elektronik İmza Kanununa uygun olarak imzalanmış olup, Fakültemiz Çağdaş

Detaylı

Yazılı Ödeviniz Hakkında Kendinize Sormanız Gereken Bazı Sorular

Yazılı Ödeviniz Hakkında Kendinize Sormanız Gereken Bazı Sorular 24.00/24.02 Güz Dönemi, 2005 Yazılı Ödeviniz Hakkında Kendinize Sormanız Gereken Bazı Sorular Bir Ödevi yazmaya başlamadan önce, hazırladığınız taslağınızı, bir de şu soruları aklınızda tutarak gözden

Detaylı

DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ "X" 1.YARIYIL 1.YARIYIL 2.YARIYIL 2.YARIYIL. Kodu Adı Z/S T+U AKTS Birleşti

DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ X 1.YARIYIL 1.YARIYIL 2.YARIYIL 2.YARIYIL. Kodu Adı Z/S T+U AKTS Birleşti 2011-2012 DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ "X" YENİ DERS PLANI** 1.YARIYIL 1.YARIYIL Birleşti ATA 101 ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ I Z 2+0 2 X X X X ATA 101 ile ATA 102

Detaylı

Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i

Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i Yazar Mustafa Erdoğan ISBN: 978-605-9247-81-8 1. Baskı Kasım, 2017 / Ankara 100 Adet Yayınları

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : YENİ TÜRK EDEBİYATI IV Ders No : 0020110030 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 5 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili

Detaylı

TEMEİ, ESER II II II

TEMEİ, ESER II II II 1000 TEMEİ, ESER II II II v r 6n ıztj BEHÇET K E M A L Ç A Ğ L A R MALAZGİRT ZAFERİNDEN İSTANBUL FETHİNE (Dört destan) BİRİNCİ BASILIŞ DEVLET KİTAPLARI MİLLİ EĞİTİM BASIMEVİ _ İSTANBUL 1971 1000 TEM EL

Detaylı

LYS 3 DENEME-5 KONU ANALİZİ SORU NO LYS 3 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI TESTİ KAZANIM NO KAZANIMLAR. 26/05/2014 tarihli LYS-3 deneme sınavı konu analizleri

LYS 3 DENEME-5 KONU ANALİZİ SORU NO LYS 3 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI TESTİ KAZANIM NO KAZANIMLAR. 26/05/2014 tarihli LYS-3 deneme sınavı konu analizleri LYS 3 DENEME-5 KONU ANALİZİ SORU NO LYS 3 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI TESTİ A B KAZANIM NO KAZANIMLAR 1 11 30027 1 / 31 Kelimelerin anlam oluşturmada birbirleriyle ilişkilerini belirler. 2 12 30027 Kelimelerin

Detaylı

Takvim-i Vekayi Gazetesi (1831)

Takvim-i Vekayi Gazetesi (1831) Takvim-i Vekayi Gazetesi (1831) Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde 1831 de yayınlanmaya başlanan ilk Osmanlı Türk gazetesidir. Haftalık olarak yayınlanan ve Osmanlı Türkçesi dışında Arapça, Ermenice,

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI Ay Hafta Ders Saati Konu Adı CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATININ OLUŞUMU CUMHURİYET

Detaylı

T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DERS NOTU I. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU. Ekonomik Durum:

T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DERS NOTU I. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU. Ekonomik Durum: T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DERS NOTU I. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU Ekonomik Durum: 1. Avrupa daki gelişmelerin hiçbiri yaşanmamıştır. Avrupa da Rönesans ve Reform

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : ESKİ TÜRK EDEBİYATI I Ders No : 0020110003 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 4 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili

Detaylı

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ KARADENİZ ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ KARADENİZ ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ KARADENİZ ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü tarafından hazırlanacak olan Doğu Karadeniz Kültür Araştırmaları Serisi isimli

Detaylı

YAHYA KEMAL BEYATLI (1884-1958)

YAHYA KEMAL BEYATLI (1884-1958) YAHYA KEMAL BEYATLI (1884-1958) Yahya Kemal Beyatlı 2 Aralık 1884 tarihinde bugün Makedonya sınırları içerisinde bulunan Üsküp te dünyaya geldi. Asıl adı Ahmet Agâh tır. Şehsuvar Paşa torunlarından olduğu

Detaylı

KİTAP TANITIMI. Necmi UYANIK

KİTAP TANITIMI. Necmi UYANIK TARİHİN PEŞİNDE ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ Yıl: 2015, Sayı: 13 Sayfa: 449 453 THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY AND SOCIAL RESEARCH Year: 2015, Issue: 13

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm/Program Üniversite

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm/Program Üniversite ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı: Alsu KAMALIEVA Unvanı: Doç. Dr. Öğrenim Durumu: Derece Bölüm/Program Üniversite Lisans (Uzmanlık) Tatar Dili ve Edebiyatı Öğretmeni/Filolog KAZAN DEVLET ÜNIVERSITESI Doktora Yeni Türk

Detaylı

PROGRAMLAR. Türk Din Musikisi Lisans Programı

PROGRAMLAR. Türk Din Musikisi Lisans Programı PROGRAMLAR Türk Din Musikisi Lisans Programı Konservatuvarımız Türk Müziği Bölümü kapsamında açılmış olan program genel amacıyla, ülkemiz topraklarındaki tarihsel müzik geleneklerinin inceliklerini kavramış,

Detaylı

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1 TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1 Çeşitli Türk topluluklarının mitolojileriyle ilgili malzemelerin bir çoğunu bilim adamları, misyonerler, seyyahlar ya da bazı yabancı araştırmacılar tarafından derlenmiştir.

Detaylı

İKİNCİ BİNYILIN MUHASEBESİ İÇİNDEKİLER

İKİNCİ BİNYILIN MUHASEBESİ İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER B İ R İ N C İ C İ L T Kitap Hakkında 1 Başlarken 5 CENGİZ HAN MEDENİYETE YENİ YOLLAR AÇMIŞTIR 1. Cengiz Han ın Birlik Fikrinden Başka Sermayesi Yoktu 23 2. Birlik, Beraberlik ve Çabuk Öğrenme

Detaylı

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Hanlığı ve Kazakistan konulu bu toplantıda Kısaca Kazak

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN

Yrd. Doç. Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN Yrd. Doç. Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN EĞİTİM GEÇMİŞİ 1. Hukuk Lisansı (2000) Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. Kamu Hukuku Yüksek Lisansı (2006) Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sosyal

Detaylı

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR Mit, Mitoloji, Ritüel DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Kelime olarak Mit Yunanca myth, epos, logos Osmanlı Türkçesi esâtir, ustûre Türkiye Türkçesi: söylence DR. SÜHEYLA SARITAŞ

Detaylı

..OKULU ÖZEL EĞİTİM SINIF I. EĞİTİM-ÖĞRETİM YLILI HAFİF DÜZEYDE ZİHİNSEL ENGELLİLER; SINIFLAR TÜRKÇE DERSİ ÇERÇEVE PLANI

..OKULU ÖZEL EĞİTİM SINIF I. EĞİTİM-ÖĞRETİM YLILI HAFİF DÜZEYDE ZİHİNSEL ENGELLİLER; SINIFLAR TÜRKÇE DERSİ ÇERÇEVE PLANI SÜRE YÖNTEM- TEKNİKLER ETKİNLİKLER ARAÇ-GEREÇLER GEZİ-GÖZLEM- İNCELEME ATATÜRKÇÜLÜK ÖLÇME- DEĞERLENDİRME..OKULU ÖZEL EĞİTİM SINIF I. EĞİTİM-ÖĞRETİM YLILI HAFİF DÜZEYDE ZİHİNSEL ENGELLİLER; 5.6.7.8. SINIFLAR

Detaylı

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI SİYASAL DÜŞÜNCELER TARİHİ YARD. DOÇ. DR. MUSTAFA GÖRKEM DOĞAN 7. ERKEN MODEN DÖNEMDE SİYASAL DÜŞÜNCE 7 ERKEN MODEN DÖNEMDE

Detaylı

ULS344 - Milliyetçilik ve Azınlıklar. İlkçi Yaklaşımlar - Primordializm

ULS344 - Milliyetçilik ve Azınlıklar. İlkçi Yaklaşımlar - Primordializm ULS344 - Milliyetçilik ve Azınlıklar İlkçi Yaklaşımlar - Primordializm İlkçi ve Eskilci Yaklaşım Milliyetçilikten önce milletler İlkçilik (Primordialism) bir milliyetçilik kuram olmaktan ziyade milletlerin

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Bitirme Yılı. Lisans İlahiyat Fakültesi Ankara Üniversitesi 1999

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Bitirme Yılı. Lisans İlahiyat Fakültesi Ankara Üniversitesi 1999 ÖZGEÇMİŞ 1. Adı-Soyadı: Ömer ACAR İletişim Bilgileri Adres : Ank. Ü. İlahiyat Fak. Telefon : 0 (312) 212 68 00-1369 E-Mail : oacar@divinity.ankara.edu.tr 2. Doğum Yeri ve Tarihi : Erzurum/Oltu 27.09.1976

Detaylı

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü *BEL5BEH3M* Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanlığı Sayı :70677404/105.04/E.80966 13/09/2017 Konu :2017-2018 Güz Dönemi

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi 1970. Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi 1970. Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971 Resim ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Prof. Dr. Ensar ASLAN İletişim Bilgileri :Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Adres Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı Telefon : Mail : 2. Doğum Tarihi : 3. Unvanı

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Arşivcilik İstanbul Üniversitesi 1996. Ortadoğu Enstitüsü. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Arşivcilik İstanbul Üniversitesi 1996. Ortadoğu Enstitüsü. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı: Nurdan Şafak 2. Doğum Tarihi ve Yeri:. Unvanı: Yrd. Doç. Dr. 4. Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Arşivcilik İstanbul Üniversitesi 1996 Yüksek Siyasi Tarih ve Marmara

Detaylı

Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayın Grubu nun bir kuruluşudur. Mahmutbey mh. Deve Kald r mı cd. Gelincik sk. no:6 Ba c lar / stanbul, Türkiye

Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayın Grubu nun bir kuruluşudur. Mahmutbey mh. Deve Kald r mı cd. Gelincik sk. no:6 Ba c lar / stanbul, Türkiye Zehra Aydüz, 1971 Balıkesir de doğdu. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü nü bitirdi. Özel kurumlarda Tarih öğretmenliği yaptı. Evli ve üç çocuk annesi olan yazarın çeşitli dergilerde yazıları

Detaylı

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta İktisat Tarihi I 13-14 Ekim II. Hafta Osmanlı Kurumlarının Kökenleri 19. yy da Osmanlı ve Bizans hakkındaki araştırmalar ilerledikçe benzerlikler dikkat çekmeye başladı. Gibbons a göre Osm. Hukuk sahasında

Detaylı

HAT SANATINDAN ENSTANTANELER İSMEK HÜSN-İ HAT HOCALARI KARMA SERGİSİ

HAT SANATINDAN ENSTANTANELER İSMEK HÜSN-İ HAT HOCALARI KARMA SERGİSİ HAT SANATINDAN ENSTANTANELER İSMEK HÜSN-İ HAT HOCALARI KARMA SERGİSİ HAT SANATINDAN ENSTANTANELER İSMEK HÜSN-İ HAT HOCALARI KARMA SERGİSİ 17-26 MAYIS 2013 / CEMAL REŞİT REY SERGİ SALONU Başkan dan Yazı,

Detaylı

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017 İktisat Tarihi I 18 Ekim 2017 Kuruluş döneminin muhafazakar-milliyetçi bir yorumuna göre, İslam ı yaymak Osmanlı toplumunun en önemli esin kaynağını oluşturuyordu. Anadolu'ya göçler İran daki Büyük Selçuklu

Detaylı

İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu

İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu Prof. Dr. Bülent Yılmaz Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü E-posta : byilmaz@hacettepe.edu.tr

Detaylı

TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRETİM YILI DERS PROGRAMI

TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRETİM YILI DERS PROGRAMI TARİH BÖLÜMÜ 2014-2015 ÖĞRETİM YILI DERS PROGRAMI I. YARIYIL ECTS II. YARIYIL ECTS BİL 150 Temel Bilgi Teknolojisi 4+0 5,0 TAR 107 İlkçağ Tarihi I 3+0 5,0 TAR 108 İlkçağ Tarihi II 3+0 5,0 TAR 115 Osmanlıca

Detaylı

Kitap Tanıtımı, Eleştiri ve Çeviri Dergisi Journal of Book Notices, Reviews and Translations. Doğan Mert DEMİR

Kitap Tanıtımı, Eleştiri ve Çeviri Dergisi Journal of Book Notices, Reviews and Translations. Doğan Mert DEMİR www.libridergi.org Kitap Tanıtımı, Eleştiri ve Çeviri Dergisi Journal of Book Notices, Reviews and Translations SAYI V (2019) O. SAĞSÖZ, İbn Haldun un Mukaddime sinde Maişet Yolları. İstanbul 2018. Vakıfbank

Detaylı

AVCILIK. İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen ve bir faaliyettir.

AVCILIK. İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen ve bir faaliyettir. AVCILIK İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen ve bir faaliyettir. Avcılık İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen Avcılık eskiden; İnsanın kendisini korumak, Karnını doyurmak, Hayvan ehlileştirmek,

Detaylı

TDE 101 Türkiye Türkçesi I Turkey Turkish I TDE 102 Türkiye Türkçesi II Turkey Turkish II

TDE 101 Türkiye Türkçesi I Turkey Turkish I TDE 102 Türkiye Türkçesi II Turkey Turkish II 01.Yarıyıl Dersleri 02.Yarıyıl Dersleri Ders Adı İngilizce Ders Adı TE PR KR AKTS Ders Adı İngilizce Ders Adı TE PR KR AKTS TDE 101 Türkiye Türkçesi I Turkey Turkish I 3 0 3 5 TDE 102 Türkiye Türkçesi

Detaylı

Edebi metin, dilin estetik amaçla kullanıldığı metindir. Bir Metnin Edebi Oluşunu Şu Şekilde özetleyebiliriz:

Edebi metin, dilin estetik amaçla kullanıldığı metindir. Bir Metnin Edebi Oluşunu Şu Şekilde özetleyebiliriz: METİN ÇÖZÜMLEME METİN NEDİR? Bir olayın, bir duygunun bir düşüncenin yazıya dökülmüş haldir. Metin öncelikle yazı demektir. Metin kavramı aynı zamanda organik bir bütünlük demektir Metin kavramı öncelikle

Detaylı