ÇAĞDAŞ TÜRK SANATINDA FİGÜRATİF RESMİN KÜLTÜREL DEĞİŞİM İLE İLİNTİSİ

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ÇAĞDAŞ TÜRK SANATINDA FİGÜRATİF RESMİN KÜLTÜREL DEĞİŞİM İLE İLİNTİSİ"

Transkript

1 T. C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GÜZEL SANATLAR EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI RESİM-İŞ ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI ÇAĞDAŞ TÜRK SANATINDA FİGÜRATİF RESMİN KÜLTÜREL DEĞİŞİM İLE İLİNTİSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ DANIŞMAN Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ELMAS HAZIRLAYAN Neslihan KIYAR KONYA 2007

2 ÖZET 17. yüzyıldan günümüze gelen Batılılaşma anlayışı Osmanlı İmparatorluğu nda her alanda olduğu gibi kültürel alanda da önemli değişikliklere yol açmıştır. Uzun yıllar, yeni değerler öncekilerin içine oturtulduğu oranda kabul görmüş olsa da, saray destekli kültürel değişim çabaları toplum arasında da benimsenmiştir. Figürü dışlayan resim anlayışı da zamanla terkedilmiş, insanlara tanıdık gelen atmosferler içerisine yerleştirilen figür, bu şekilde beğenilere sunulmuştur. Türk toplumunun tarihini konu alan figüratif resimler de, halkın manevi dünyalarına seslenmeleri dolayısıyla, figüratif resme karşı olan olumsuz tutumun kırılmasına yardımcı olmuştur. II. Dünya Savaşı ve bunu izleyen yıllarda ortaya çıkan olayların sebep olduğu değişimler ise ulaşım ve iletişimin gelişmesi, ticaret sermayesinin birikimi, kentleşmenin hızlanması, nüfusun artması, ekonomik, teknolojik ve bilimsel açıdan modernleşme gibi durumların yarattığı gerilim ve aynı zamanda etkileşimler sanatçıları figüratif anlatım olanaklarını kullanma yoluna iten nedenler olmuştur. Dünya ve Türkiye sanatını etkileyen olaylar sonucunda figüratif resim etkinliğini her dönem sürdürmüştür. Çünkü birey, bir anlamda figürdür ve figüratif resim de bir anlatım yoludur. Bu düşünceden hareketle, figüratif resmin, tarihin her döneminde kültürel değişimle paralel bir gelişim çizgisi gösterdiği söylenebilir. Ancak Türk toplumunda figüratif resme bakış açısının gün geçtikçe daha da genişlediğini söylemek, bir anlamda doğru fakat kesin bir yargı olmayacaktır.

3 ABSTRACT The Understanding of Westernization which goes back to the 17 th century has led significant changes not only in every field but also in the cultural field. Although the Ottoman culture having a rooted tradition before the establishment of the Republic had changes within the framework of the westernization, a change within the existing traditions was experienced. The out-figuring art mentality was abandoned in time and the figure which was placed into the atmosphere which turned out to be sympathetic and acquainted to the people was offered to the discrimination in this way. The figurative pictures referencing the magnificent history of the Turkish society also have assisted to break the negative attitude against the figurative art due to the fact that they address to the spiritual world of the people. The changes caused by the World War II and the events in the subsequent years, the tension and spontaneous interactions created by the situations such as the development of the transportation and communication, accumulation of the commercial capital, acceleration of the urbanization, increase of the population and modernization with respect to economy, technology and science have been among the reasons pushing the artists to use the figurative exposition possibilities. At the end of the events affecting the art of the world and Turkey, the figurative art has always sustained its effectiveness every time of period. Since the individual is a figure in a sense and there is not an exposition with the figurative art. If the figurative art is considered to show a progressive line as parallel to cultural change in every period of the history, it will be true but not an absolute judgment in a sense that the point of view of the society to the figurative art is increasing day by day.

4 ÖNSÖZ İnsan figürünün kullanımına ilişkin örnekler, dünya üzerindeki birçok uygarlıkta olduğu gibi, Türk resim sanatında da, dönem dönem kendine has özellikler göstererek var olagelmiştir. Bu özelliklerle, figürün ele alındığı dönemin kültür değerlerinin örtüşmesi ise araştırmanın en önemli noktasını oluşturmaktadır. Çağdaşlaşma süreci içinde kozmopolit bir yapıya sahip bulunan Osmanlı Devletinin yıkılarak, ulus idealini gerçekleştiren cumhuriyet devletinin kuruluşu, çağdaş Türk resminin de oluşum evrelerini etkilemiştir. Kültürel açılımların ve değişimlerin neden olduğu yeni evrensel çabalar ise figürün anlatım olanaklarını daha da çeşitlendirip, yerini sağlamlaştırmıştır. Çağdaş Türk sanatında figüratif eğilimlerin kültürel değişimle olan ilintisini ortaya koymayı amaçlayan bu çalışma süresince, bilgi, tecrübe ve desteklerini esirgemeyen başta danışmanım Sn. Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ELMAS a, hocalarıma, aileme, minnet ve şükranlarımı sunarım. Neslihan KIYAR Konya 2007

5 İÇİNDEKİLER ÖZET... i ABSTRACT iii ÖNSÖZ.. v İÇİNDEKİLER.. vi 1. GİRİŞ Problem Cümlesi Araştırmanın Amacı Araştırmanın Önemi Sayıtlılar Sınırlılık Yöntem KÜLTÜR Kültür Kavramı Kültür Değişimi ÖNCESİ ÇAĞDAŞ TÜRK RESMİ Öncesi Türkiye de Toplumsal Yapı Öncesi Türkiye de Kültür ve Sanat Öncesi Figüratif Resmin Kültürel Değişim İle İlintisi SONRASI ÇAĞDAŞ TÜRK RESMİ Sonrası Türkiye de Toplumsal Yapı Sonrası Türkiye de Kültür ve Sanat Sonrası Figüratif Resmin Kültürel Değişim İle İlintisi Toplumcu Gerçekçiler Gerçeküstücüler Dışavurumcular DEĞERLENDİRME KAYNAKÇA RESİMLER DİZİNİ

6 BÖLÜM 1 1.GİRİŞ Değişme, tüm toplumsal yapılarda olduğu gibi kültür alanında da geçerlidir. Her toplumsal olgu ve değer gibi, doğal olarak kültür de temsil ettiği toplumla birlikte, zaman ve çevre gereklerine uyarak kendini oluşturur ya da dış etki yoluyla değişir ve gelişir. Değişme, gelişmeye neden olur ve gelişme de yeni bir değişmenin başlangıcıdır. Kültürel gelişme, kültürü oluşturan öğelerin daha ileri biçimler oluşturabilmek üzere değişmesidir. Toplumların gelişim ve değişimleri incelendiğinde, hiçbirinin diğerlerinin etkisinde kalmadan, salt kendi değerleri içerisinde varlık buldukları görülmez. Bütün toplumlar, ister istemez birbirlerini etkilemişler, birbirlerinden kültür alış verişinde bulunmuşlar, değişmişlerdir. Onların sanat hayatına da yansıyan bu etkileşim sürecinde gelenekler, çoğu zaman kaybolup yerini modern olarak adlandırılan yeni anlayışlara bırakmıştır (Gedikli, 2001). Büyük ve ihtişamlı imparatorluklardan biri olan Osmanlı İmparatorluğu, adalet ve hoşgörüye dayalı devlet anlayışı; üstün mimarisi; sanatı, eğitimde geliştirdiği mükemmel yapısı ile Batı dünyası için önemli bir örnek teşkil etmiştir. Avrupa, karanlık içindeyken, Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın en üstün uygarlığı konumunda olmuştur. Zamanla, Batı ilerlemiş, aydınlanma çağını yakından takip etmeyen Osmanlı Batı karşısında geri kalmaya başlamıştır. Osmanlı nın, 18. yüzyıl ortalarından itibaren Batı ülkeleri karşısında sanayi ve teknoloji alanında geri kalmışlığını kabul etmesinin ardından başlatmış olduğu reform hareketlerine bağlı olarak, sosyal hayatta da bir takım değişimler baş göstermiştir. Bunun doğal neticesi olarak, Orta Asya' da başlayıp Selçuklu ve Osmanlı ile birlikte gelişerek devam eden kültür hayatı, yavaş yavaş değişime uğrayarak batı etkisi altına girmeye başlamıştır. Türk kültür hayatının batı etkisine girmeye başladığı bu dönemlerde, kimi geleneksel sanatlar da değişime uğrayarak yerini Batı anlayışına yönelik resim sanatına bırakmıştır. Kimi manzaralar içerisinde küçük bir detay halinde ele alınan figür, yaşanan kültürel değişim neticesinde yavaş yavaş resmin konusu içerisine girmiş, zamanla da çok farklı yorumlarla Türk sanatçılar tarafından ele alınmıştır. Türk resmine figürün girişi bireysel düzeyde Osman Hamdi Bey ve genel olarak da Çallı kuşağı ressamları ile başlamıştır. Zamanla resmin konuları arasına figür, portre, çıplak figür, romantik, duygusal konular, güneş ışınları altındaki İstanbul un renkli, berrak, şeffaf görüntüleri girmiştir. Bu

7 dönmede figürün, giysili ya da çıplak modelden yararlanmak suretiyle Batı daki resim atölyelerinin eğitim standartlarına uygun yaklaşımlarla ele alınması, Sanay-i Nefise okulunun kurulması ile başlamış ve yaygınlaşarak günümüzde de sürmeye devam etmiştir. İzlenimci kuşağın atak ve sıcak tensel figüratif duyarlılığı yerini, 30 lu yılları kapsayan kübist-konstrüktivist anlayışta figür yorumlarına bırakmıştır lardan itibaren, figürdeki bu değişimin kaynağında o dönem sanat ortamının belirleyicileri, Müstakiller ve daha büyük bir oranda D Grubu ile bu grubun çevresindeki kimseler olmuştur ler ve sonraki yıllarda her alanda görülen değişimler sonucunda, figür yorumlarına daha dinamik yolların ve tüm dünyada ifadeci taşkınlığın toplumsal davranış sorunsallarıyla bütünleştiği bazı değer sistemlerinin yaratılmasına tanık olunmuştur Problem Cümlesi 18. yüzyılla birlikte köklü bir değişime uğrayan Türk sanatı içerisine, çağdaş yorumlarla dâhil olan figüratif resmin kültürel değişimle ilintisi ne şekilde olmuştur? 1.2.Araştırmanın Amacı Çağdaş Türk sanatında figürün, başlangıcından günümüze olan serüveninin, açıklanmaya çalışıldığı bu araştırmada asıl amaç; figürün yorumlanışında, oluşturulduğu dönemin, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel olguların bütünüyle değerlendirilmesi gerekliliğini vurgulamak olmuştur. Bu amaca yönelik yapılan araştırmada, çağdaş etkilerle sürekli farklı yorumlar bulan figüratif resim ve kültür, pek çok noktada paralel değişim geçirmesi dolayısıyla, birbiriyle ilintilenmiştir Araştırmanın Önemi Batılı anlamda Türk resminin başlangıcında çekingen bir tutumla resmin içerisinde küçük bir ayrıntı olarak kalan figür, gelişen zaman içerisinde resmin konusu haline gelmiştir. 21. yüzyılı yaşadığımız şu günlerde ise, gerek Batı, gerekse Amerika daki örneklerinden farksız bir konuma ulaşmıştır. Çağdaş Türk Resminin figüratif resim bağlamında değişerek günümüzde ulaştığı nokta, kuşkusuz kültürel değişimle ilintilidir. Değişim sürecini etkileyen faktörlerin tespit edilip ortaya konması ise, bu konuda ileride yapılacak araştırmalara ışık tutması dolayısıyla önem arz etmektedir Sayıltılar Bu çalışma yürütülürken, aşağıdaki sayıtlılar göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmıştır. 1. Araştırma metninde kullanılan bilgiler, toplanmış olan kaynaklardan alınmıştır.

8 2. Araştırma içerisinde ele alınıp değerlendirilen sanatçılar sanat yaşamlarında figüratif resim yapan ve figüratif çalışmalarıyla tanınan kişilerdir. 3. Araştırmada kullanılan web kaynakları, tarihinde ziyaret edilerek, ulaşılabilirlikleri kontrol edilmiştir Sınırlılık Araştırma konusu, Çağdaş Türk Sanatında Figüratif Resmin Kültürel Değişim İle İlintisi olarak belirlenmiştir. Figür kavramı insan ve hayvan gibi canlı varlıklar için kullanılan genel bir deyimdir. Araştırmada bahsi geçen figür den kasıt ise insan figürüdür. Bu açıdan, çağdaş Türk resminde başlangıcından günümüze, figüratif resmin kültürel değişimlere paralel grafik çizgisini etkileyen sosyal, ekonomik, siyasal ve sanatsal faktörler tespit edilmiş ve konuya eğilim göstermiş olan sanatçılara eserleriyle aydınlatıcı bir işlev yüklenmiştir. 1.6.Yöntem Bu araştırmada, konuyla ilgili geniş bir literatür taraması yapılmış, uygun metinler toplanıp, düzenlenmiştir. Ayrıca araştırmada, dönemsel sınıflamayla yerleştirilen, çağdaş Türk sanatında, figüratif resim çerçevesine giren görsel materyale ulaşılmış, metin içinde gerekli bölümlere yerleştirilmiştir. Konu, araştırmanın ana hatları dâhilinde, II. Bölüm Kültür ve Kültür Değişimi şeklinde düzenlenmiş, III. Bölüm 1950 Öncesi ve IV. Bölüm 1950 Sonrası olarak, kesin tarihlerle bir ayrıma gidilmese de, dönemin farklı şartları değerlendirilmek ve sanatla etkileşimini irdelemek üzere, kronolojik olarak iki kısımda incelenmiştir. Bu bölümler de kendi aralarında alt başlıklara ayrılarak figüratif resim anlayışındaki değişimlerin nedenlerini ortaya koymuştur.

9 BÖLÜM 2 2. KÜLTÜR 2.1. Kültür Kavramı Kültür, çok sayıda anlama sahip bir sözcüktür. Botanikten sosyal ve beşerî bilimler alanına dek uzanan geniş kapsamlı anlamlar içerir. Bu yüzden, herkesi doyuran biçimde kültürü tek bir kalıpta tanımlamak oldukça güçtür. Kültürle ilgilenen bilim adamlarının tanımlamada sürekli yeni girişimlerde bulunmaları bu zorluğun göstergesi olmuştur. Bilim sürekli gelişim içinde olduğu için, kültür de zamanla kullanılmakta olduğu bilim alanında yeni tanımlarla karşımıza çıkmaktadır. Kültür, sözcük olarak: "İnsanoğlunun, kuşaktan kuşağa aktardığı sembolik ve öğrenilmiş ürünler ya da özellikler toplamı; tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü; ekin, hars, insanoğlu tarafından üretilmiş her şey" anlamına gelmektedir. Kavram olarak: "Bir ulusun, bir halk ya da topluluğun yaşam tarzıdır; bilgileri, inançları, sanatı, ahlakı, yasaları, gelenekleri ve bir toplumun üyesi olarak insanın bütün öteki eğilim ve alışkanlıklarını oluşturan ve bir toplumun hayatını, yaşam tarzını diğer toplumların yaşam tarzlarından ayıran değerler toplamı" anlamına gelmektedir. (Erinç, 2004). Bilimsel anlamda kültür ise: Dini, sanatı; yapıp ettiğimiz her şeyi içine alan karmaşık bir varlık alanıdır. O bütünlük içinde yer alan her şey, her şeye bağlı ve bağımlıdır. Gözle görülmeyen, elle tutulmayan bu bağları, insanlar eğitimle öğrenir; dil ve iletişimle kurar, sürdürür. Özetle, "Bilimsel anlamda kültür, toplumun üyesi olarak insanın, yaşayarak, yaparak öğrendiği ve öğrettiği maddi manevi her şeyden oluşan karmaşık bütündür (Turhan, 1987). Kültür kavramı antropologlar tarafından ilk defa, 19. yüzyılın sonlarında geliştirilmiştir. İlk açık ve kapsamlı tanımlamayı ise İngiliz antropolog Sir Edward Burnett Tylor yapmıştır. Tylor a göre kültür, toplum, insanoğlu, eğitim süreci ve kültürel içerik gibi değişkenlerin ve bunlar arasındaki karmaşık ilişkilerin bir işlevidir. Ayrıca bilgiyi, imanı, sanatı, ahlâkı, örf ve adetleri, ferdin mensup olduğu cemiyetin bir uzvu olması itibariyle kazandığı itiyatlarını ve bütün diğer maharetlerini ihtiva eden gayet girift bir bütündür. Tylor, 1871 deki yazılarında kültürü; bilgi, inanç, sanat, hukuk, ahlak, adet, gelenek ve toplumun bir üyesi olarak kişinin yaşayarak kazandığı huylar ve kabiliyetler

10 bütünü olarak tanımlar. Tylor ın döneminden itibaren kültür tanımları hızla çoğalmış ve çeşitlenmiştir lerde A.L. Kroeber ve Clyde Kluckhohn birlikte bir literatür taraması yapmışlar ve yüze yakın kültür tanımı toplamışlardır. Yakın dönemde yapılan tanımlar, gerçek davranışla bu davranışın ardında yatan soyut değerler, inançlar ve algılar dünyasını birbirinden ayırma eğiliminde olmuştur. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, kültür gözlenebilir bir davranış değildir, ancak insanların deneyimlerini yorumlama ve davranışlarını genellemede kullandıkları ve davranışlarına yansıttıkları değerler ve inançlardır (Haviland, 2002) Kısaca kültürü bir yaşam biçimi, düşünce ve inanç sistemi olarak tanımlayabiliriz. Dil, din, ırk, tarih gibi unsurların birbirinden belirgin çizgilerle ayırdığı farklı insan gruplarının gelenek görenekten başlayıp, siyasal sistemlerinden, hukuk, ekonomi ve eğitim sistemlerine, edebiyattan, dinsel törenlere varıncaya kadar pek çok alanda kendilerine özgü davranış modelleri, gelenek ve sosyal kurumlar geliştirmesini kültür kavramı içerisinde değerlendirebiliriz (Balı, 2001) Kültür Değişimi Her toplumsal olgu ve değer gibi, kültür de temsil ettiği toplumla birlikte, zaman ve çevre gereklerine uyarak kendini oluşturur ya da dış etki yoluyla değişir ve gelişir. Çünkü kültür, değişim kuramının en doğal parçasını oluşturmaktadır. Aslında değişme ve gelişme birbirinin nedeni ve sonucu olan olgularıdır. Değişme, gelişmeye neden olur ve gelişme de yeni bir değişmenin başlangıcıdır (Gedikli, 2001). Ayrıca kültür değişmesi, bir cemiyetin mevcut düzenini, maddi ve manevi medeniyetini bir formdan başka forma sokan süreçtir. Böylece kültür değişmesi, bir cemiyetin siyasi yapısında, idari müesseselerinde ve toprağa yerleşme ve iskân tarzında, iman ve kanaatlerinde, bilgi sistemlerinde, kanunlarında, maddi alet ve vasıtalarında, bunların kullanılmasında meydana gelen değişimleri ihtiva eder. Terimin en geniş anlamıyla, insan medeniyetinin daimi bir faktörüdür, her yerde ve her zaman meydana gelmektedir (Turhan, 1987). Değişimin etkisinde kalan sanat, edebiyat, düşün etkinlikleri ve bunların ürünleri, manevi kültüre göre daha hızlı değişen kesimdir. Bu kesim, maddi kültür öğeleri kadar hızla gelişmese bile, inançlardan, gelenek ve göreneklerden çok daha çabuk değişir. Üstelik sanat, edebiyat ve düşün yapıtları, bir toplumun manevi kültür alanındaki en ileri değişme tohumlarını da içlerinde taşırlar. Bir başka deyişle, bir toplumun geleceği, maddi kültür öğelerinin etkisiyle, onun, sanat, edebiyat ve düşün etkinlikleri çerçevesinde

11 filizlenir. Mevcut durumdaki çelişkiler, uyumsuzluklar, sorunlar, hep bu ürünler aracılığı ile belirlenir, eleştirilir. Sanat, edebiyat ve düşün etkinliklerinin en önemli niteliği, yalnız olumsuz eleştiri değil, geleceğe ilişkin öneriler de ortaya koymalarında görülür. Böylece, maddi kültür değişmelerine koşut olarak toplumun önünde yeni bireşimler, yeni ufuklar belirir (Kongar, 2003). Osmanlı İmparatorluğu nda değişimin başlangıcına değinilecek olursa, Fatih Sultan Mehmet zamanında, İstanbul un almasıyla, Batılılaşma adı altında başlamış olduğu görülür. Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla sürmüş, Birinci ve İkinci Meşrutiyet eylemleriyle doruk noktalarına ulaşmış, bugünkü kültür mirasımızın üzerinde bilinçli etkiler yaratmıştır. Bununla birlikte, yabancı sanatçıların gelmesi ve matbaanın kurulmasıyla, Batı ürünleri Osmanlı toplumunun içine yavaş yavaş girmeye başlamıştır. Yabancı bilim adamları hakkındaki yayınlar Osmanlıcaya çevrilmiştir. Azınlıkların girişimleriyle tiyatro hareketleri başlamıştır. Yeni Osmanlılara geçiş döneminde yaşanan kültür değişiminin yanı sıra edebiyatçıların ön ayak olduğu İslam kültürü üzerine yapılan Batı aşısı, ulusallık yönünde bir birleşmeye doğru yol almıştır. Fakat sonrasında Mustafa Kemal in müdahale gereksiniminde bulunduğu İmparatorluk, Batı etkisi altında değişen ve gitgide karmaşıklaşan bir görünüme bürünmüştür (Kongar, 2003). 19. yüzyıl da ise, Türk siyasal-toplumsal sisteminde geleneksel-dinsel yapıların değişmeye başlaması, değişme olgusunun ideolojik ve epistemolojik özelliklerine ilişkin olarak, toplumsal yapı unsurlarının yerel dinamiklerini de değişmeye zorlayarak, laikleşme sürecini de beraberinde getirmiştir (Akgül, 1999; Berkes, 2002). 18. yüzyıl sahnesinde, Osmanlı nın geleneksel kurumlarını diriltme çabası yerine, çağdaş Batı ya yönelme eğilimi, Türk resim sanatının gelişim çizgisinde önemli değişikliklere neden olmuştur. Batılılaşma dönemiyle birlikte, bir azınlık kültürü olarak İstanbul da, çağdaş yaşam biçiminin gerektirdiği olanaklar düzeyinde, özel atölyelerde ve askeri okullarda başlayan, Sanayi-i Nefise nin kurulmasından sonra ise sivilleşme aşamasına geçen resim-heykel üretimi ve buna bağlı olarak sanat eğitimi, başlangıçta devletin ve yönetici kesimin özendirdiği bir etkinlik olmuştur. Figüratif resim de, bu gelişmelere koşut, etkinlik alanını genişletmeye, çağdaş olana doğru ilerlemeye başlamıştır. Bu yönüyle Türk figür resminde görülen değişim, kimi yönleriyle çok açık, seçik ve kesindir. Manzara, natürmort ve portre gibi konuların ötesinde, figürün konu olarak işlenmesi, yaygınlaşması ise zamanla kültürel değişime koşut olarak gelişen uyum safhasında gerçekleşmiştir (Özsezgin, 2002).

12 Sonraki dönemde, Türkiye de Cumhuriyetin kurulmasında ve gelişmesinde etkin rol oynayan CHP, kültürel değişim için gerekli yeniliği kültürün içinden keşif ve icatlarla çıkarma yoluna gitmiştir. Halkevleri bağlamında dönemin aydınları tarafından değerlendirilen, ulus, dil ve kültür sorunları çevresinde güncellik kazanmış olan faaliyetlerle bu çaba desteklenmiştir lu yılların sonuna doğru, Devlet Resim ve Heykel Sergileri başlatılmış, Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde reform hareketine girilmiş, ressamlar gruplar halinde Anadolu illerine gönderilmiştir. Sanatın toplum kültüründe üstlenmesi gereken işlev, sanatçının toplumdaki yeri vb. sorunlar üzerine, geniş açılı bir tartışma, sanatçılar ve aydınlar arasında katılım bulmuştur. Türk Ocakları nın yerini alan Halkevleri, sanatla halk kesimini buluşturmuş, halkın sanat yoluyla eğitimi ilk kez bir devlet politikası kimliğine bürünmüştür. Figüratif resmin işlevsel kimliğinin de yardımıyla halkın kültürel değişimine katkı sağlanmıştır (Özsezgin, 2002) lerden sonra ekonomik, sosyal ve siyasal alanda çok yönlü kültürel değişmeler yaşanmıştır. Önce şehirlerde başlayan değişme ve modernleşme süreci kırsal bölgelerde de etkisini göstermiştir (Doğan ve Doğan, 2005). Ayrıca 1950 li yıllarda tarımda başlayan hızlı makine süreci ile topraksız ya da az toprağı olan kırsal kesiminin sayısı iyice artmıştır. Olanakları daralan köylüler iş sahalarının geniş ve daha cazip olması dolayısıyla iç göçe heveslenmişler ve göç etmişlerdir. Kurtuluşu bu yolla bulduğunu düşünen kırsal kesim insanı sadece fiziksel gereçlerini taşımamış, yaşantı, kültür ve sanatlarını da beraberlerinde getirmişlerdir. Kentlerin özellikle kenar mahallelerinde, kentlilerden ayrı bir yaşam biçimi gösteren bu insanlar, gecekondu kültürünü ortaya çıkarmışlar, kent kültüründe sağlıksız değişimler yaratmışlardır. Yozlaşma ve yanlış bilinçlilik ile görsel ve işitsel olarak karşımıza çıkan arabesk kültür, kente uyum sağlayamayan insanların durumlarını, ticari bir meta haline getirmiştir (Işık ve Erol, 2002) lardan sonra ise, hareketlenen sanat, kültür ve düşün alanındaki açılımlara koşut olarak yeni bir bilinçlenme süreci yaşanmış; köyden kente göç olgusu yeni ve hatta arada kalmış yaşam biçimleri yaratmış; sanayileşme başlamıştır. Bütün bu toplumsal olaylar ve dolayısıyla yaşanan değişimler sanat alanında önceden başlamış olan figüratif canlanışa yeni bir boyut kazandırmış, aynı zamanda figür anlatımlarının günümüze dek ifade bulduğu eğilimlerin kökleşmesinde etkili olmuştur (Kamacı, 1997).

13 BÖLÜM ÖNCESİ ÇAĞDAŞ TÜRK RESMİ Öncesi Türkiye de Toplumsal Yapı Osmanlı toplum yapısını anlamak için, sosyal açıdan kültürel öğeleri ilişkilendirmek ve bu ilişki içerisinde toplumda zamanla meydana gelen davranış ve değer değişikliğini yine toplum tarafından belirlenen standartlar ve kurallar yelpazesinde değerlendirmek gerekmektedir. Organik yapılı ve devamlılık arz eden toplum bileşiklerini ilişkilendirirken de Osmanlı devlet ve toplum geleneğinin geçmişten miras aldığı değerler sistemi göz önünde bulundurulmalıdır. Yani Türk ve İslâm devletlerinden devralınan bir takım değerlerle, toplumsal yapıların oluşma şekilleri, geçen zaman içinde farklı görünümlere bürünmüş olsalar bile, esasta kesintisiz bir devamlılık gösterdikleri bilinmelidir. Türkler, İslâm düşünce sistemi çerçevesinde devletler kurmaya başladıktan sonra, sosyal ve hukuki alanlarda büyük değişimlere uğramışlardır. Türk devletleri, her ne kadar gelişmiş bir hukuk anlayışına sahip olsalar da, İslâmiyet in oluşturduğu hukukî esasları ve kurumları uygulamayı tercih etmişlerdir. Bu durumda kültür değişmesi hem kaçınılmaz hem de zorunlu bir olgu olarak karşılarına çıkmıştır. Dolayısıyla kültür değişimleri sonucu milli kültürlerine uyan ya da uymayan bir takım etkilerle karşılaşmışlardır. 8. yüzyılda İslâm kültürüyle karşılaşan Türkler, Araplarla ve İranlılarla bir arada yaşadıkları hâlde, kendi benliklerinden pek bir şey kaybetmemiş, bu milletlerin kültürlerinden bilim, felsefe, edebiyat, sanat gibi faydalı öğeleri almış, onları işleyerek medeniyetlerine bir takım şeyler kazandırmışlardır. Aynı zamanda, Türklerin, dolayısıyla Osmanlıların, geleneksel kültürü, İslami Cihad ın hizmetinde olan, askeri kahramanlık ruhunun bir ürünüdür. Önceki göçebelik döneminden kaynaklanmış gibi görünen bu ruh, aslında İslam ın pratik felsefesine olduğu kadar, bu otoriter-totaliter dinin yalnızca bir inanç sistemi değil, hayatın bütün aşamalarını yönlendiren yasalardan oluşan kapalı bir yapı olduğunu ilan eden dünya görüşüne de uygun düşmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, hukuk düzeni kadar klasik Osmanlı zihniyeti de, Kuran ın değişmez metni ve onun tamamlayıcı hadisleri, Tasavvuf, Fıkıh ve Şeriat a dayalı, somut bir tür idealizm meydana getiren mistik bir gelenek ürünü direkler üstüne kurulmuştur (Arsal, 2000).

14 17. yüzyılın sonuna kadar Türklerin kendilerini her milletten üstün görmeleri ve gerçekten de o tarihlere kadar üstünlüklerini hep devam ettirmiş olmaları kabul edilen bir gerçekliktir. 18. yüzyıla kadar başka milletlerden sadece kendilerine çok gerekli gördükleri şeyleri alan Türklerin, bu dönemden sonra devletin zayıf düşmesiyle, daha çok askeri alanlarda Avrupa ülkelerini örnek almaya başladığı görülmektedir. 19. yüzyıla gelindiğinde ise hemen hemen her alanda Avrupa kültürünün ülkenin içine girdiği bilinmektedir. Bu zorunlu kültür etkileşimi döneminin kilometre taşlarını; II. Mahmut Dönemi, Tanzimat Dönemi, II. Abdülhamit Dönemi, Meşrutiyet Dönemi ve daha sonra köyde ve büyük şehirlerde meydana gelen kültür değişmeleri olarak belirlemek mümkündür (W.1- Nüfus bakımından ise Osmanlı Devleti, 19. yüzyıla kadar Anadolu, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Orta Doğu yu içine alan; Rum, Ermeni, Yahudi, Arnavut, Bulgar, Macar, Hırvat, Arap vs. gibi değişik ırk, din ve dillere mensup milletlerin bir arada yaşadığı bir ülke olmuştur. 19. yüzyıldan itibaren, dağılma sürecinin başlaması ile bu milletler teker teker İmparatorluktan ayrılmıştır yılında bağımsız Yunanistan ın kurulmasıyla başlayan bu süreç, önce Balkan milletlerinin, daha sonra da, Kuzey Afrika ve Orta Doğu daki Müslüman milletlerin kopmasıyla sonuçlanmıştır. I. Dünya Savaşı sonunda, İmparatorluğun toprakları üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti dâhil, 16 bağımsız devlet kurulmuştur. Bahsedilen bu dağılma sürecinde, İmparatorluk topraklarını kurtarma mücadelesi vermiştir: Trablusgarb ( ) ve Balkan Savaşları ( ), I. Dünya Savaşı, ve nihayet Kurtuluş Savaşı ( ) bu mücadelenin aşamalarıdır ve, bilindiği üzere, yalnızca sonuncusu başarılı olmuştur. Bunun nedeni ise, yeni bir devlet kurmak için gerekli olan "nüfus desteği" nin yalnızca Anadolu' da mevcut olmasıdır. Diğer bölgelerde böyle bir destek olmadığı ve yerli halkların desteği kaybedildiği için başarılı olunamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu ndan geri kalan topraklar, Anadolu ve Trakya da yer alan arazidedir ve bu topraklar, Ortaçağ dan beri, Batılılar tarafından, Türklerin yaşadığı yer anlamında, Türkiye adıyla anılagelmiştir. Yine, Osmanlı İmparatorluğu Batı da, Türk İmparatorluğu olarak bilinmektedir. Türkiye ve Türk adlarının günümüzde de devam etmesi, en önemli toplum bileşiği olan sürekliliğin ifadesidir. Toplumun ister bir kavrayış olarak isterse bir olgu olarak olmadığı bir yerde kültürden de söz edilemeyeceği gerçeği düşünülürse, Türk toplumunun sürekliliği, Türk kültür kavramının varlığı için ne kadar önem arz ettiği görülecektir (Acun, 1999).

15 Osmanlı toplumu bütün sınıf ve zümreleri ile birlikte bir sosyal piramit manzarası gösterir. Bu piramidin zirvesinde padişah ve saray, onun altında savaşçılar sınıfı, onun yanında ilim ve din adamları, daha aşağıda zanaat korporasyonları ve gedikler, piramidin tabanında ise çoban ve çiftçiden ibaret halk tabakası bulunur. Bunlar toplumun en üretken ve en kalabalık kesimini, en alt tabakayı oluşturmalarına karşın hiçbir siyasi güce sahip olamamışlardır (Ülken, 1998). Gayrimüslimler de söz konusu piramide benzer bir toplumsal sınıflandırmaya tabidir; tek farkları, 1839 da açıklanan Tanzimat ilkelerine kadar resmen dinlerini değiştirmedikçe askeri veya idari makamlara kabul edilmemeleridir. Buna bağlı olarak, mesleki seçeneklerinin sınırlı olması ve Batı toplumuyla aralarındaki kültürel yakınlık bulunması dolayısıyla çoğunlukla banker, büyük tüccar ve zanaatkâr olmuşlardır. 19. yüzyıla gelindiğinde, gayrimüslimlerin çoğunluğunun ticari merkezleri oluşturan şehirlerde yaşamakta oldukları görülür. Ülke nüfusunun yüzde 20 sini oluşturmalarına rağmen, yüzde 33 ü metropollerde yaşamıştır de Osmanlı İmparatorluğu ndaki sermayenin yüzde 50 si Rumlara, yüzde 20 si Ermenilere, yüzde 5 i Yahudilere, yüzde 10 u diğer yabancılara ve sadece yüzde 15 i Türklere aittir (Arsal, 2000). Kültürel alanda, Osmanlı zihniyetinin değişmeye dirençli olduğu görülmektedir, hatta asırlar alan değişim sürecine bakıldığında bu çok açıktır. Müzik, mutfak, halkın kullandığı eşyalar, eğlence, kahvehane v.s. gibi gündelik hayatla ilgili konularda ve söz konusu etnik gruplarla birlikte yaşama, farklı kültürlere gösterilen tolerans ve din gibi, alışkanlık ve zihniyetle ilgili alanlarda, sürekliliğin izlerini tespit etmek de mümkündür. Yine de, halkın günlük hayatı, ileride devletin müdahale edebileceği sahalar arasına dâhil olacaktır. Burada yapılacak değişmelerin, uzun vadede, halkın zihniyetinde değişme meydana getireceğine inanılmış, kıyafetten takvim ve saate, alfabeden eğitime kadar, günlük hayatın çeşitli sahalarında düzenlemeler yapılmıştır. Böylece, Batı tarzı bir hayat sürme yoluyla, Batı zihniyetine erişmenin mümkün olacağı düşünülmüştür. Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar Osmanlı Hanedanı tarafından idare edilmiştir. Hanedanın, kuruluş yıllarından son dönemlere kadar devam eden mutlakimonarşi tarzı idaresi, bu döneme gelindiğinde meşruti-monarşi tarzı idareye dönüşmüştür. Merkezi mutlak otoriteyi tekellerinde bulunduran Osmanlı sultanları, dünyevi yetkilerinin yanı sıra, dini yetkilere de sahip olmuş, 1517 den itibaren Halife sıfatını taşıyan sultanlar, kendilerini Allah ın dünyadaki gölgesi (Zıllullah-ı fi l arz) olarak telakki etmişlerdir. Osmanlı Hanedanı nın hakim olduğu mutlak-monarşi tarzı

16 idare şekli, ilk kez II. Mahmut döneminde ( ), merkezi idare teşkilatında, Batı tarzında yeni bir bürokratik ve idari düzen kurulması için girişilen düzenlemelerle değişime uğramıştır. Eski makamların çoğu kaldırılmış, yerine yenileri ihdas edilmiş, bir kısmının da ismi değiştirilip yeniden düzenlenmiştir. Devletin merkezi idare teşkilatının yeniden organizasyonu anlamına gelen bu düzenlemeler, klasik Osmanlı devlet ve idare anlayışından uzaklaşılırken, Batı tarzı devlet ve idare anlayışına yaklaşmanın ilk örneğini ve tecrübesini teşkil etmiştir. Bu bağlamda, devlet yalnızca vergi toplayan, asker besleyen ve adalet dağıtan idare mekanizması olmaktan çıkmış, eskiden faaliyet sahası dışında olan, eğitim, sağlık, ekonomik gelişme ve bayındırlık işleri ile de ilgilenmeye başlamıştır. Bütün bu düzenlemeler, o döneme kadar askeri alana sınırlı tutulan Batılılaşma çabalarının, merkezi idareyi içine alacak şekilde genişletilmesinin bir göstergesi niteliğindedir (Acun, 1999). Osmanlı İmparatorluğu nun daha 1600 lü yıllarda geçirdiği sarsıntılardan sonra yaşadığı değişim, 18. yüzyıla varıldığında farklı bir boyut kazanmıştır. Artık ülke içinde padişahın mutlak gücünden söz etmek mümkün olmamıştır. Dışa dönük genişleme siyaseti, 18. yüzyıldan sonra Osmanlı devletini farklı bir değişimin içine sürüklemiştir; uzun zamandır baş edemediği Avrupa nın karşısında tutunabilmek için gittikçe Avrupalılardan daha çok şey öğrenmeye, Avrupa kurumlarını kendine mal etmeye, kısacası Avrupalılaşmaya, batılılaşmaya başlamıştır. Burada vurgulanması gereken, batılılaşma sürecindeki Osmanlı devletinin 16. yüzyıldaki devlet yapısından çok uzak olduğu, hatta bir bakıma eski gücünün arayışı içinde batılılaşma yoluna girdiğidir (Kunt, 2005). Osmanlı devletinin yüzyıllar boyunca koruyabildiği siyasal güç, imparatorlukta içe kapanık ve kendi kendine yeterli bir toplum yapısı geliştirmiştir. Oysa 17. ve 18. yüzyılların siyasal olayları, Osmanlı devletini dışa açılmaya, daha doğrusu, batıya yönelmeye zorlamış, toplumun her alanında değişiklikler belirmiştir. 17. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu ndaki kültürel ortam da dış etkilerin payını kolaylaştıracak nitelikte olduğundan, imparatorluğun kültürel ortamını, yabancı elçiliklerin daha çok sanat yoluyla etkilemiş oldukları görülür. Böylece toplumda yeni beğenilerin yerleşmesi sağlanmıştır. Fakat bu dönemlerden beri izlenebilen batılılaşma hareketiyle, Osmanlı toplumundaki sosyal ve kültürel ortamda beklenen değişikliğin birden bire olmadığı, ancak belirli bir süre içinde, belirli siyasal ve ekonomik etkenlerle oluşabildiği görülmüştür. Bu geçiş dönemi, sosyal ve kültürel koşullar altında, kültür ve

17 sanat adına yeni bir anlayışa geçmenin bir gerileme değil, kaçınılmaz bir değişim olduğunu göstermekte ve yeni bileşimlerin bu bakış açısıyla değerlendirilmesi gerekliliğini doğurmaktadır (Renda, 1977) anlaşmalarıyla Osmanlı İmparatorluğu, Dünya Kapitalist Sistemi ne resmen girmiş, Osmanlı toplumu için yeni bir çağ açılmıştır. Geleneksel sosyo-iktisadi yapı hızla çözülmüş, nakit para darlığı çeken köylü tabaka iyice yoksullaşmıştır. Yönetici sınıfın başında olan sultanlar ise, iktidar konumundan yararlanarak, imparatorluğun değerli topraklarının kayda değer bir kısmını şahsi mülkü yapmış, ülkenin en büyük kapitalistleri olmuşlardır (Arsal, 2000). İlerleyen süreçte, 1876 da ilan edilen Kanun-i Esasi ile padişahın yetkilerinin anayasa, meclis ve hükümet ile sınırlandığı, meşruti-monarşi tarzı bir idarenin yürürlükte olduğu görülmektedir. Kanun-i Esasi padişahın hak ve yetkilerini kısıtlayan, bununla da kalmayıp, idari mekanizmayı yeniden yapılandırmaya yönelik ilk anayasal hareket olmuştur. Yalnızca iki yıl gibi kısa süre yürürlükte kalmasının ardından otuz yıl sonra 1908 de, ikinci kez yürürlüğe konulmuştur. Üzerinde bazı iyileştirmeler yapılmasına rağmen, ancak yurttaşlara çağdaş anlamdaki temel hak ve özgürlükleri sağlamaktan yoksundur. Halkın değil, aydınların dayatmasıyla yürürlüğe konulan ve Cumhuriyet' e geçildiğinde hükümsüz bir belge haline gelecek olan anayasada korunan, daha çok azınlıkların hak ve hürriyetleri olmuştur. Cumhuriyet döneminde ilk anayasa 1921 yılında hazırlanmıştır. Dönemin olağanüstü şartlarında hazırlanan bu anayasa, yeni Türk devletinin ilk anayasası niteliğindedir ve orijinal adıyla Teşkilat-ı Esasiye Kanunu dur. Olağanüstü şartlar dolayısıyla "kuvvetler birliği" nin benimsendiği bu anayasa 1924 e kadar uygulamada kalmış, bu tarihte yapılan düzenleme ile yeniden hazırlanmıştır. Kuvvetler birliğinin, önceki kadar katı olmamakla birlikte korunduğu bu anayasaya, 1921 anayasasının maddelerinin büyük bir kısmı dâhil edilmiş, bazı ek hükümler getirilmiştir. Cumhuriyetin ilk döneminde anayasada sıklıkla yapılan değişiklikler (ki bunlar 1928, 1934, 1937 yıllarına rastlar) göz önüne alındığında, laikliğe aykırı olan maddelerin kaldırıldığı, giderek sivil hale getirildiği gözlenmiştir. Hukuk sahasında Osmanlı nın son döneminde yapılan düzenlemeler değerlendirildiğinde, bunların, Batı hukukunu tanıma ve uygulama tecrübesi olarak Cumhuriyet e aktarıldığı görülmüştür. Cumhuriyet döneminde ise, padişahlık kurumu, diğer adıyla Saltanat (1 Kasım 1922), bir süre sonra da, Halifenin yalnızca dini lider olduğu ve yeni kurulan milli-devlette siyasi otorite sahibi olma

18 iddiasının sıkıntılara yol açacağı gerekçesiyle, Halifelik (3 Mart 1924) kaldırılmıştır. Sonrasında, Cumhuriyetin öngördüğü, Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar kurulu ve meclisten oluşan bir idare tarzına geçilmiştir. Dini ve dünyevi yetkilerle donatılmış hanedanın yerini, halkın egemenliğini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi' nin hâkim olduğu, laik, demokratik hukuk devleti almıştır. Böylece din ve devlet işleri birbirinden ayrılmış, yapılan düzenlemelerle, dini kurumların siyasi hayattaki önemi azaltılırken, devletin bu kurumlar üzerindeki kontrolü artırılmıştır. Osmanlıdakinin aksine, din, kişiye ek kimlik kazandıran hüviyete bürünürken "mili bilinç" ve "milliyet" temel prensipler haline gelmiştir (Acun, 1999) Cumhuriyet in ilanına kadar yapılan modernleşme hareketleri, kesin bir karar ile uygulanamadıkları için başarısız olmuştur. Bu kararsız tutumlar, Tanzimat la beraber toplum yapısına da yansımış, hukuk alanında modern hukuk kuralları ve kurumları ile geleneksel İslâm hukuku ve kurumları, eğitimde modern mekteplerle geleneksel medreseler bir arada yaşam bulmuştur. Cumhuriyetle birlikte Atatürk bu ikiliği ortadan kaldırarak eski kurumların varlığına son vermiş, böylece toplum ikilikten kurtularak lâik ve millî esaslar dâhilinde tek kimlikli bir ulus-devlet şekline dönüşmüştür. Atatürk ün bu karara varmasının ardında kültür ve medeniyeti birbirinden ayırmayan ve bir hayat tarzı olarak tanımlayan anlayışı yatmaktadır. Bu anlamda, Atatürk ün kültür anlayışı kavranmadıkça Atatürk devrimlerinin anlaşılmasının mümkün olmadığı söylenebilir. Atatürk ün temel siyasî yaklaşımı inkılâplar yoluyla millîleşme ve batılılaşma yönünde köklü bir değişimi gerçekleştirmektir. Şöyle ki, Atatürk inkılâpları, temelde kültürel yapının yeni baştan inşa edilmesi hareketidir. Bu bakımdan bütün inkılâplar, doğrudan veya sonuçları itibarıyla, kültür politikasının kapsamında değerlendirilmelidir. Bütün inkılâplar millîleşme ve batılılaşma yönünde bir değişiklik getirmiştir. Bu değişikliklerin toplamına sosyolojik olarak kültür değişmesi denilebilir. Değişiklikler devlet gücü kullanılarak gerçekleştirildiği için bu tür kültür değişmelerine "mecburî kültür değişmesi denmesi doğru olacaktır (W.1- tr) Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda içişlerinden ekonomiye, eğitim ve kültüre kadar bütün alanlarda, Cumhuriyet in öngördüğü halkçı ilkeler çerçevesinde ilerlenmiş, kurumsallaşmayı olanaklı kılacak bütün imkânlar seferber edilmiştir. Çok uluslu bir yönetimden, Milli Devlet niteliğindeki Cumhuriyet e geçiş kendi içinde birçok sorunun çözümünü zorunlu kılmış, devrim hareketlerinin arka arkaya gelişi ile bu geçiş dönemi kendine özgü bir yapısal karakter yüklenmiştir.

19 Cumhuriyet e gelindiğinde, çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu nun hukukunun, tek uluslu Cumhuriyet için geçerli olmadığı görülmüş ve değişen toplumun ihtiyaçlarına yönelik, çağdaş hukuk sisteminin getirilmesi için düzenlemelere girişilmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Tanzimat dönemi ve sonrasında Batı hukukundan alıntılar yapılmıştır. Bu süreç, Cumhuriyet döneminde, 1926 da İsviçre medeni kanununun kabulü, İtalyan modelinden alınan ceza kanunu ve İtalyan ve Alman modellerinden alınan ticaret kanununun benimsenmesi ile hız kazanmıştır. Ticaret ve ceza kanunları, Osmanlı döneminde Batı örneğine göre düzenlenmiş olmasına rağmen, medeni kanun Şer i olma özelliğini korumuştur. Cumhuriyet döneminde, hukuk alanında en önemli değişiklik, medeni kanunun, dini zeminden uzaklaştırılması ile gerçekleştirilmiştir. Çok kadınla evliliğin yasaklanması, evliliğin resmi makamlarca onaylanması (resmi nikâh), boşanma konusunda kadın ve erkeğe, miras konusunda kız ve erkek çocuklara eşit haklar tanınması gibi aile hayatına ilişkin düzenlemelerle, aslında hedeflenen, Türk ailesi, Batı modelinde yeniden yapılandırılmıştır (Acun, 1999). Değişimin düşünsel temelini yansıtan Kemalist bir doktrin olarak karşımıza çıkan İnkılâpçılık, geleneksel Osmanlı toplumunu radikal ve zorla uygulanan önlemlerle, bir kuşak içinde modern bir topluma dönüştürmek için hazır olmayı gerektirmiştir. Bu yöntem milleti düşmanlarına karşı korumak ve Cumhuriyet i kurmak için alınan radikal önlemleri haklı kılma gerekliliğinden doğmuştur. İnkılâpçılık, 1919 da başlayan ihtilâlin hedeflerine ulaşması için gereken her yolun kullanılmasını amaçlıyordu. Bu yüzden CHP, 1935 te kendisinin ve devlet yönetiminin gelişme yolunda evrimci ve ağır adımlarla sınırlı olamayacağını ilan etmiş, kendini inkılâpçılığın bir bölümü olarak geliştirilen ilkeleri savunmaya adamıştır. Milliyetçilik hedeflerine varmak için, inkılâpçı teknikler yoluyla uygulanan Cumhuriyetçilik ve Halkçılıktan geliştirilecek olan kurumlar aracılığıyla elde edilecek modernleşme hareketine Laiklik ve Devletçilik de eklenerek Cumhuriyet yurttaşlarının tümünün beyinlerine ve yüreklerine bir moderncilik ruhu yerleştirilmeye çalışılmıştır (J. Shaw; K. Shaw, 1983). Atatürk inkılâpları, iki dünya savaşı arasındaki karanlıklar çağı olarak adlandırılan bir dönemde gerçekleştirilmiştir. İnkılâp, Batı tipinde demokratik rejime geçmeyi amaçlayan değerleri savunurken bu yöndeki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası tecrübelerine rağmen başarısız olmuştur. Cumhuriyet rejimi bir inkılâp rejimi olarak otoriter olmakla beraber totaliter bir nitelik kazanmamış ve

20 demokrasiye geçmek yönündeki niyetini daima muhafaza etmiştir. Hukuk ve kültür alanında yaşanan inkılâplara rağmen her alanda modernleşme yaşanamadığından, bürokrasinin karar verme mekanizmalarındaki ağırlığını koruması bürokratik bir muhafazakârlığa yol açmıştır (W.2- Cumhuriyet Türkiyesi nde kökleşen birçok kurum bu dönemde meydana çıkmaya başlamış, birçoklarının da düşünsel temelleri atılmıştır. Özetle ve kavramsal bir yaklaşımla, anayasalı, parlamentolu, meşrutiyetli, siyasal partili, basınlı, bakanlıklar ve yeni devlet daireleriyle modern idari yapılı, mühendishaneli, darülfünunlu, idadili, rüştiyeli, Galatasaray lı, Sanay-i Nefiseli, romanlı, mobilyalı, pantolonlu ve ceketli bir hayat tarzı ya da modernleşme programı 20. yüzyılda tomurcuklanmış ve Cumhuriyet dönemine yerleştirilmiştir. Genç Türkiye nin kurucuları eğitim, kültür, sanat ve bu alandaki kurumların bir bölümünü imparatorluktan devralmışlardır. Atatürk devrimlerinin ürünü olarak benimsemiş, kurumlaştırmış, geliştirip yeni ilaveler yapmış, modernleşmeye boyut ve çeşitlendirme kazandırmışlardır (Katoğlu, 2005). Bu anlayış doğrultusunda belki de en önemli kültürel atılım projesi, bugünkü üst kültür oluşumunun ve eğitim esaslarının temelini oluşturan, laik uygulamalarla modern eğitim düzeninin geliştirilmesi olmuştur. Bu konuda yönetim, Maarif Şurası yardımıyla Milli Eğitim Bakanlığı na bırakılmıştır. Cumhuriyet in ilanından sonra devrimlerin uygulanabilmesi için, saltanat ve hilafetin etkilerinin de silinmesi gerekmiştir. Bunun yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti nin temel ilkelerinden biri olan Halkçılık ve Halkçılığın doğal sonucu olan ulusal egemenlik, kültür ve sanat politikasının karakterini oluşturduğu gibi bu politikanın ülkenin her yerinde herkese uygulanan bir program olması hedeflenmiştir. Kültürel değişimin yaşanmasında en önemli unsur eğitimdir. Bu amaçla, Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi Kanunu) çıkarılmıştır. 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, öğretim ve eğitimin birliğini sağlamış, medreselerin kaldırılması esasını gerektirmiştir. Bunun bir yansıması olarak görülen ve kültürel değişime hız kazandıran Arap harflerinin kaldırılıp yeni Türk harflerinin kabulüyle, dinsel kitaplar için bile olsa Arap ve Fars alfabesi yasaklanmıştır (W.3- Nitekim Tevhid-i Tedrisat Kanunu na kadar, dil ve alfabe konusu Tanzimat Dönemi nden Cumhuriyet e, ciddi tartışmalara zemin olmuştur. Batı tarzında eğitim veren okulların açılmasıyla, Türkçe nin ilim dili olarak kullanılması, Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması konusu sık sık masaya yatırılmış, 1876 da Kanun-i Esasi ye, "Osmanlı Devleti nin resmi dilinin Türkçe olduğu ve devlet

21 hizmetine girecekler için bu dilin bilinmesi gerektiği"ne dair ilk hüküm konulmuştur. Fakat bu, dil ve alfabe konusundaki tartışmaların sonunu getirememiş, sadece resmi düzeyde başlangıcı olmuştur. Dil konusundaki asıl sorunun, Türkçe ye uygun olmayan Arap Alfabesi ni kullanmaktan kaynaklandığı, dolayısıyla, alfabenin değiştirilmesi gerekliliği ve Latin Alfabesi nin alınması konusu gündeme gelmiştir. Fakat Türkçe nin ilim dili olması yolunda harcanan çabalar kısmen başarılı olmasına rağmen, aynı başarı alfabe konusunda sağlanamamıştır. Cumhuriyet le birlikte tartışılmaya devam eden dil sorunu, aynı zamanda bir uygarlık değiştirme simgesi ve sorunu olarak da değerlendirilmiştir. Dil sorunu kapsamında, yılları arasında yapılan, yabancı kökenli kelimelerin Türkçe den atılarak yerlerine yeni Türkçe karşılıklar koymak, dilde sadeleşmeye gitmek amacıyla Harf Devrimi, Türkçe yi yabancı dillerin egemenliğinden kurtarmak, yeni kavramları karşılayacak bir kültür dili yaratmak amacıyla da Dil Devrimi, iki ana nokta olarak belirlenebilir. Daha sonra, 1 Kasım 1928 de kabul edilen bir kanunla, Latin Alfabesi kabul edilmiş ardından Türkçe' nin sadeleştirilmesi için faaliyetlere girişilmiştir: Atatürk ün geliştirdiği Güneş-Dil Teorisi ve 1932 de Türk Dil Kurumu'nun kurulması bu faaliyetler arasındadır. Sonrasında, dil konusunda bir cemiyet kurulması gündemde yer almıştır. Atatürk ün emri ile Birinci Türk Tarih Kongresi ni takiben 11 Temmuz 1932 de Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuş ve aynı yıl bir Türk Dil Kurultayı toplanmıştır. Atatürk ün tarih ve dil kurumlarına ilgisinin vasiyetine kadar girmesi bu konulara verdiği önemin ciddi bir göstergesidir. Atatürk Türk Tarih ve Dil Kurumlarına vasiyetinde devamlılık arz eden gelirler bırakarak kurduğu bu müesseselerin yaşamasını ve faaliyetlerine devam etmesini istemiştir. Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde, Cumhuriyet döneminde, milli bir dil yaratma endişesinin hâkim olduğu görülmektedir. Lakin Cumhuriyet in, Osmanlı geçmişi ile olan organik bağlarından birini, belki de en önemlisini, kopartması anlamına gelen bu girişim, ele alınan konu açısından radikal bir değişme olarak değerlendirilebilir (Acun,1999). Laik Cumhuriyet idaresinin kurulmasıyla, mevzuat ve hukukun da bu çizgide düzenlenmesi ile toplumdaki çeşitli kurumların üzerinde yapılanacağı esaslar, eski usuller ve alışkanlıklara karşı alınacak tavır da böylece belirlenmiştir de kılık-kıyafet konusunda yapılan düzenlemeler, tekke ve zaviyelerin kaldırılması, 1925 de uluslararası saat ve takvimin, 1931 de ölçü ve ağırlık sisteminin ve 1934 de soyadı kanununun

22 kabulü ve 1935 de hafta tatilinin Cuma'dan, Cumartesi-Pazar gününe alınması, hep bu esaslar dâhilinde yapılan düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerin en önemli özelliği, Osmanlı döneminde uygulanmakta olanların tamamen terk edilmesi, yerine çağdaş olanın konulmasıdır. Kültürün değişik sahalarında uygulamaya konulan reform ve inkılâpların arasında toplum açısından şüphesiz en önemli olanı eğitim alanı olduğu belirtilmişti. Eğitim bütün çabaların ardından, din ile tümüyle ayrılmıştır. İlköğrenim, tüm çocuklar için zorunlu ve parasız hale getirilmiştir. Herkesin ortak eğitimden geçmesi için, din ayrımı gözetilmemiştir. 19. yüzyıldan kalma ilk, orta ve lise eğitim temeli korunmuş, bir süre sonra aralarında John Dewey de olmak üzere yabancı eğitim uzmanları Türkiye ye getirtilerek değişiklik önerileri alınmıştır. Yeni öğretmen yetiştirmek ve yeni okul yapmak için hazırlanan geniş kapsamlı programlar kısa sürede zorunlu ilköğretim idealini tüm ulus için erişilebilir bir gerçek haline getirmiştir. Ancak eskiden olduğu gibi uzak kırsal bölgelere yeterli sayıda öğretmen sağlama sorunu yine sürmüş ve bu sorun yüksek düzey eğitiminin yaygınlaşmasını kısıtlamıştır. Hükümetin çabalarıyla 1923 ile 1940 arasında okul sayısı den e, öğretmen sayısı yüzde 133 bir artışla den e, öğrenci sayısı yaklaşık yüzde 300 artışla den a çıkmıştır. Okuryazarlık ağır da olsa yaygınlaşmıştır de nüfusun yalnızca yüzde 10,6 sı (kadınların yüzde 4,7 si, erkeklerin yüzde 17,4 ü) okuryazar iken, 1940' da bu oran yalnızca yüzde 22,4 e yükselmiştir (erkeklerin yüzde 33,9 u, kadınların yüzde 11,2 si). İstanbul milli ortalamanın çok üstünde olup kent halkının yarısı okuryazardır. Kentlilerle köylüler, kadınlarla erkekler arasındaki bu okuma yazma eşitsizliği sürmeye devam etmiş, pek az köy çocuğu gerek ailelerinin karşı koymasından gerekse de ekonomik durumlarından dolayı ilkokul düzeyinden yukarı çıkabilmiştir (J. Shaw; K. Shaw, 1983). Eğitime verilen önem, 1921 de Ankara da toplanan Maarif Kongresi kapsamındaki, Millî Eğitim Şuraları nın ilkleri olan 1923 deki Birinci Heyeti İlmiye, 1924 deki İkinci Heyeti İlmiye, 1925 deki Üçüncü Heyeti İlmiye toplantılarının yapılması ile de ortaya çıkmaktadır. Müzeler, sanatsal ve kültürel zenginliklerin korunması, gelecek kuşaklara aktarılması, sanat ve kültür eğitiminde yararlanılması yönlerinden etkili kurumlar olmuş ve Cumhuriyet le birlikte önemsenir konuma gelmiştir de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, 1927 de Ankara Etnografya Müzesi, 1937 de İstanbul Resim Heykel Müzesi kurulmuş, 1935 de Ayasofya Müzesi halka

23 açılmıştır. Ayrıca, eğitim araçları, öğretmen kitaplığı, okullarda yaptırılan öğrenci çalışmaları, eğitsel etkinlikleri gösteren fotoğrafları kapsayan Mektep Müzesi, 1926 da Ankara da açılmıştır. Bu müze ile öğretmen ve öğrencilerin eğitim-öğretim konusunda bilgilendirilmeleri hedeflenmiştir. Bu amaçla, Cumhuriyet in 10. yılında Seyyar Terbiye Sergisi adıyla oluşturulan Eğitim Sergis bir tren katarı ile yurdu dolaştırılmıştır. Eğitimin yaygınlaştırılması ve niteliğinin artırılması sürecinde Köy Enstitüleri nin de önemi büyüktür. Kırsal kesime yönelik eğitim uygulamasında uygun koşulların oluşmasını sağlamak amacıyla, 1936 yılında Köy Eğitmeni Projesi başlatılmıştır. Bu proje kapsamında, askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı nın işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği nde yetiştirilerek halk ile kentliler arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek ve köy halkına pratik bilgi vermek amacıyla köylere gönderilmiştir. Bu uygulama daha sonra kurulan Köy Enstitüleri ne geçişi kolaylaştırmıştır ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılmıştır. Sonrasında, 17 Nisan 1940 ta Köy Enstitüleri Yasası çıkarılarak köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere kent ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde Köy Enstitüleri kurulmaya başlanmış ve enstitülerin ilk resmî öğretim programı 1943 yılında yayımlanmıştır. Köy Enstitüleri sisteminin eğitimimize en büyük katkısı, o güne kadar yalnızca eğitim kitaplarında görülen, fakat geleneksel eğitimin etkisiyle, okula ve sınıflara giremeyen eğitim ilke ve yöntemlerini, doğanın içinde hayata geçirmek olmuştur. Bunların somut birer örneğini vermiştir. Buralarda binlerce öğretmen adayı, bunları bizzat yaşayarak öğrenmişler ve gittikleri okullara da bunları taşımışlardır. Köy Enstitülerinde kabul edilip uygulanan eğitim programlarının temelinde; üretim içinde eğitim-öğretim, beceriye ve işe dayalı eğitim ile gözlem, deney, araştırma, inceleme ve tartışmanın yer aldığı bir eğitim felsefesinin olduğu bilinmektedir. Bu felsefeden hareketle, Köy Enstitülerinin o günün Türkiye şartlarından doğduğu düşünülürse, dönemin özellikle kırsal kesimlerinde yapı, tarım, hayvancılık, ziraat vb. bilgisi yetersiz olduğu için, bu alanlarda kırsal kesim insanının daha iyi şartlarda yaşayabilecekleri, her alanda bilimsel bilgi birikiminin toplum hayatıyla birleştirilmesinde bu okul mezunlarının liderlik yapmaları beklenmiştir (W.4- Enstitülerin çevrelerine ve topluma birçok katkısı olmuştur. Öncelikle, eğitim hayatına bir dinamizm getirmişlerdir. Birçok yetenekli gencin ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Çok sayıda ünlü sanatçı, yazar, eğitimci, politikacı, Köy Enstitüleri nin

24 ürünü olarak toplum hayatında sivrilmiş, Enstitüler kapandıktan sonra da uzun süre geldikleri kurumun meşalesini taşımış, sosyal hareketlerde yerlerini almışlardır. Fakat Köy Enstitüleri, yakın tarihin en hararetli tartışılan kültür projelerinden biridir. Olumlu ve olumsuz yargılar, önyargılar adeta kemikleşmiş, nesnellikten belli ölçüde uzaklaşmıştır. Karşı olanlar ne kadar suçlayıcı ise enstitü yandaşları da konuyu aynı ölçüde idealize etmişlerdir. Özetle, aşağı yukarı on yıl süren yaşam serüveninde olduğu kadar, varlıkları ortadan silindikten sonra da canlı, hatta sert tartışmaların odak noktası olmuşlardır. Üzerinde Köy Enstitüleri kadar çok yayın yapılan, toplantı düzenlenen bir başka eğitimkültür sorunu görülmediği gibi, belki herhangi bir iktisadi projenin de bu kadar yankı uyandırmadığına rastlanmadığını söylemek yanlış değildir. Enstitülerin, sadece nüfusun büyük kısmını oluşturan köylü kitlesini modernleşme sürecine kazandırma hedefini taşımayıp aynı zamanda bir misyon kurumu olması, tartışmaların büyük boyutlarda olmasının nedenini göstermektedir (Katoğlu, 2005) da inkılâpların halka mal edilmesi, derinleştirilmesi ve halkın eğitilmesi için herkesin rahatlıkla çalışmalara katılabileceği yaygın bir teşkilat olan, halka yeni harflerle okuma-yazma öğretecek yaygın eğitim kurumu olarak Millet Mektepleri açılmıştır. Fakat bu kurumlardan pedagojik anlamda istenilen verim alınamamış, yılları arasında Türk Ocakları nda gerçekleştirilen çalışmalar Halkevlerinin açılma düşüncesinin zeminini hazırlamıştır lu yılların sonunda ortaya çıkmaya ve şekillenmeye başlayan Halkevlerinin resmî açılışı 19 Şubat 1932 de yapılmıştır. Genç Türkiye nin kültür atılımları, laikleşme ve Batılılaşma politikaları içinde Halkevleri özgün yapılarıyla başlı başına bir yer tutmuştur. Cumhuriyetin ilânından sonra kültürel alanda yapılan inkılâpların halk tarafından tam olarak benimsenmediğini gösteren olayların yaşanması, Halkevleri nin açılmasını tetikleyen etkenlerden biri olmuştur. Bu yolla toplum, sanat ve eğitim kurumlarının daha tam olarak örgütlenemediği yıllarda, etkinlikler yardımıyla yönünü bulmuş, değişme olanaklarına kavuşmuştur. Köyle şehir arasındaki kültürel ve ekonomik farklılıkları gidermek, halkı modern bir zihniyetle yetiştirmek, yeni rejim için tehdit unsuru olabilecek bazı düşüncelerin gelişme olanağı bulduğu çeşitli sivil toplum örgütlerini kontrol altında tutmak gibi hususları da halkevlerinin kuruluş sebepleri arasında saymak mümkündür. Türkiye genelinde faydalı çalışmalar yapmasına rağmen, tipik bir tek parti dönemi kuruluşu olan Halkevlerinin durumu II. Dünya Savaşı nın sona ermesiyle birlikte sarsılmaya başlamıştır. 7 Ocak 1946 da Demokrat Partinin faaliyete başlaması, halkevi

25 çalışmalarında önemli bir gerilemeye yol açmış, CHP yetkililerinin de bu kurumları partinin bir yan kuruluşu gibi görerek elden çıkarmak istememeleri veya bağımsız bir kuruluş haline getirmede isteksiz davranmaları ise aydınlanma ocakları olarak tabir edilen Halkevlerinin kapanmasına yol açmıştır. Daha sonra, 1960, 27 Mayıs devrimine kadar kapalı olan Halkevleri, 1961 yılında Türk Kültür Ocakları adı altında 1980 e kadar yeniden faaliyete başlayacak, 12 Eylül darbesi bu kuruluşlara ikinci darbeyi vuracaktır. Yükseköğretim düzeyinde de Tanzimat ın başlattığı hareket korunmuş, bu kurumlar yabancı uzman ve öğretmenlerin yardımlarıyla modernleştirilmiştir. Dar-ül Fünun, 1933 yılında Üniversite Reformu ile İstanbul Üniversitesi ne dönüştürülmüştür. Ancak bu süreç içinde Milli Eğitim Bakanlığı denetimi ele geçirmiş, eski öğretim üyeleri yerine mülteci Alman profesörleri getirilmiştir. Eğitim düzeyi yükseltilmişse de ileriki yıllarda daha fazla hükümet müdahalesinin temeli atılmıştır da yeni Ankara Üniversitesi nin çekirdeği olarak Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılmıştır. İstanbul un eski Mekteb-i Mülkiye si, Siyasal Bilgiler Okulu olarak yeniden düzenlenip Ankara ya taşınırken, Mesleki, teknik ve öğretmen okullarının sayısı çoğaltılıp, teknik akademiler açılmış, Harp Akademisi Ankara ya taşınmıştır İle 1940 arasında fakülte ve teknik okulların sayısı 9 dan 20 ye, öğretim elemanları 328 den e, öğrencileri de ten ye çıkmıştır. Bütün bu oluşumlar yeterliymiş gibi görünmese de toplum düzeyinde hızlı bir gelişim ve değişime sebep olmuştur (J. Shaw; K. Shaw, 1983). Türkiye de üniversitelerin gelişiminde ikinci büyük aşama ve düzenleme 1946 yılında çıkartılan Üniversiteler Kanunu dur. Bu kanun yalnız İstanbul Üniversitesi için değil, genel bir kanundur. Kanunun 1. maddesinde; üniversiteler, fakültelerden, enstitü, okul ve bilimsel kurumlardan oluşmuş, özerkliği ve tüzel kişiliği olan yüksek bilim, araştırma ve öğretim birlikleridir ifadesi yer alır. Kısaca, özerklik, bu defa kanunla ve ağırlıkla üniversite kavramının bir parçası kılınmıştır (Katoğlu, 2005) arası dönem, İkinci Dünya Savaşı nın ki bu savaşa doğrudan katılınmamakla beraber, olumsuz etkilerinin büyük ölçüde yaşandığı bir dönem olarak dikkati çekmektedir. Dolayısıyla, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunlara çözüm bulunması zorunluluğu da yönetimin gündemini meşgul etmiştir. Bu amaçla, 1940 yılında, hükümete ekonomiyi yeniden düzenlemesi için o zamana dek görülmemiş ölçüde geniş yetkiler ve olanaklar sağlayan Milli Koruma Kanunu kabul edilmiştir. Dönem hükümetince uygulanan önlemler fiyatların nispeten daha az yükselmesine katkıda

26 bulunmuşsa da, ekonomik sorunların toplumun günlük yaşamını etkilemesini önleyememiştir. Bir sonraki hükümet döneminde, önceki önlemlerden vazgeçilip devlet müdahalesi ve denetimi bir ölçüde kaldırılınca, amaçlanan mal yokluğunda karaborsanın önüne geçilme fikri, fiyatların beklenmedik ölçüde yükselmesi ve karaborsanın devam etmesiyle gerçekleşmekten uzak kalmıştır. Savaş yıllarının ağır koşuları toplumu ezerken, bu durumdan büyük kazançlar sağlayanlar da olmuştur. Gelir dağılımının yeniden düzenlenmesi, sosyal adaletin sağlanması ve yüksek kazanç sahibi olanlardan vergi alınabilmesi için yeni önlemler düşünülmüştür. Buna göre, kentlerdeki çoğunu gayrimüslim azınlıkların oluşturduğu savaş zenginleri nden Varlık Vergisi ile kırsal kesimdeki zenginlerden ise zirai gelirlerinin Toprak Mahsulleri Vergisi ile vergilendirilmesi kararı alınmıştır (Koçak, 2005). Bu dönem ayrıca Türkiye de çok partili siyasal sisteme geçiş olgusunu içermesi bakımından da yeni bir siyasal yapılanmanın koşullarını yaratmıştır. II. Dünya Savaşı nda İtalya, Almanya ve Japonya nın yenilmesiyle totaliter rejimler sona ermiştir. Demokratikleşme ve ekonomide liberalleşme tutulan bir olgu haline gelmiş, totaliter rejimler Batı ya güven vermemeye başlamıştır. Bununla birlikte Türkiye üzerinde özellikle Boğazlar ve Doğu Anadolu ile ilgili talepleri nedeniyle Sovyet Rusya bir tehdit halinde iken, Batı ile ilişkileri geliştirmek için çok partili hayata geçilmek zorunda kalınmıştır. Bu bir anlamda, savaş sonrasından günümüze dek süren demokrasi patlaması ydı. CHP nin istediği Serbest Cumhuriyet Fırkası nın kurulusunda olduğu gibi güdümlü, iktidara alternatif olmayan göstermelik bir partinin kurulması olmuştur. Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafından demokratikleşme taleplerini içeren bir önergenin CHP meclis grubunca reddedilmesi üzerine, 7 Ocak 1946 tarihinde önerge sahiplerince Demokrat Parti kurulmuştur. İdeolojik olarak CHP den farklı olmayan yeni parti, daha az merkeziyetçi ve daha az bürokratik bir devlet öngörüyordu tarihli Milli Koruma Kanunu (iktidara fiyat ve arazi belirleme, halkı zorunlu çalıştırma yetkisi veriyordu), 1942 tarihli Varlık Vergisi ve Milli Mücadele için konulmuş ve 1925 te kaldırılmış olan Ayniyat Vergisinin 1943 te tarım ürünlerine yeniden getirilmesi şeklinde alınan ekonomik tedbirler halkı zor durumda bırakmıştır. CHP bürokrasisinin halkı baskı altına alan uygulamaları nedeniyle de halk DP ye yönelmiştir. Ayrıca, tarihe usulsüz seçim olarak geçecek 1946 genel seçimlerinde DP, CHP yi ve yönetimi seçimlere hile ve baskı karıştırdığı gerekçesiyle suçlamıştır. CHP

27 dört yıl daha iktidarda kalmayı başarmış ama DP nin ileriki yıllarda üye sayısını yükseltmesine olanak vererek, seçimlerde kazançlı çıkmalarını sağlamıştır (Demir, 1999). Çok partili dönemde, DP nin yönetime gelmesiyle anlam kazanan ve kesintilerle sürdürülen çok partili dönem, büyük toprak ve ticaret çıkarlarının iktidar üzerindeki nüfuzunu artırmış, genel oy ve parti rekabeti, işçi-köylü kitlesine karşı iktidarların tutumunu değiştirmiştir. Politikacıların taviz veren bir duruma geldiği ve Türk burjuvazisinin gelişmesine sebep olan bu dönem, güçsüz kalmış bir burjuvaziye dayanarak kalkınma zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. II. Dünya Savaşı, müttefiklerin galibiyetiyle sonuçlanmış olsa da galipler da dâhil olmak üzere bütün Avrupa devletleri büyük yıkıma uğramıştır. Kuvvetler dengesi bozulmuş savaş sonunda, Amerika ve SSCB iki büyük güç olarak ortaya çıkmıştır. Bu iki güç dünyanın yeniden düzenlenmesi konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. San Francisko Konferansı ndan itibaren başlayan ve Potsdam Konferansı nda su yüzüne çıkan anlaşmazlıklar, 1946 yılında iyice artmıştır. Bu gelişmeler, dünyada Soğuk Savaş denilen ve 1990 lara kadar sürecek olan yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Bu dönem Türk dış politikasının en belirgin özelliği ABD ile kurulan yakın ilişki olmuştur. Bunun en önemli nedenleri, 1945 ten itibaren Türkiye ye yönelen Sovyet bloğu tehdidine karşı duyulan endişe ve savaş sonrası yaşanan ekonomik sıkıntılardır. Tabiî ki yüzünü batıya dönmüş Türkiye için, Batı nın yanında yer almanın önemi de belirtmelidir. Fakat sayılan nedenlerin, Atatürk ün Batılılaşma anlayışıyla örtüşmediği açıktır. Çünkü Batılılaşma esas itibariyle çağdaşlaşma amacına yöneliktir. Batı ile siyasi, ekonomik ve askeri bütünleşme değil, Batıya rağmen Batılılaşma hareketi olmalıdır (Torun, 2002). Osmanlı dan Türkiye Cumhuriyeti ne geçişteki değişim ve çabalarını izlemek için başta kültür, hukuk, siyasi rejim olmak üzere, toplumu oluşturan nüfus ve toplumu var eden toprak alanlarında yapılan reform ve inkılâplar incelenmiştir lere kadar Osmanlı'dan devir alınan toprak ve nüfus üzerinde yeni ve modern bir devlet inşaa etmek gayesiyle siyasi rejim, hukuk ve kültürün çeşitli sahalarında geniş çaplı ve köklü uygulamalarla Türkiye Cumhuriyeti adı altında çağdaşlaşma ve batılılaşma yolunda önemli değişimler gerçekleştirilmiştir. Kısa dönemde bakıldığında radikal olarak nitelendirilen değişimlerin, uzun dönemde bakıldığında, Osmanlı nın son dönemlerinde başlayan yenileşme ve modernleşme çabalarının Cumhuriyet döneminde güçlenerek devam eden uzantıları olduğu görülmektedir. Bu dönem, bütün özellikleri ile uluslararası

28 konumunda olduğu kadar iç politik sosyal-kültürel yapısında da köklü dönüşümlere yönelik, kaynağını yenilikçi değişimlerden alan bir yeniden doğuş eylemi, bir uyanış süreci olmuş, Batı uygarlığının çağdaş değer ve kurumları içinde gelişecek, köktenci yapısal düzenlemelere yönelerek kendi öz-yapısını kurmuştur. Toplumun sosyal-politikkültürel çağdaş uygarlığın gerektirdiği köklü dönüşümler Kemalist Türk Devrimi içinde gerçekleştirmiş, bu dönüşümler Devrimin ve Yeniden Doğuş atılımının itici gücü olmuş, özellikle topluma uyanış ve ivme sağlayacak olan yeni kültürel temeller üzerinde destek ve savunucularını yaratmıştır (Katoğlu, 2005). İleriki dönemlerde, Cumhuriyetin ve toplum düzeninin sürekli gelişim süreci içinde tutulabilmesi için kesintisiz, birbirinin bütünleyicisi olan devrim ve dönüşümlerle, duraklamadan ilerlemek zorunluluğuyla hareket edilmiştir. Toplumda ortaya çıkabilecek tutucu eğilimlere, Cumhuriyet ve devrimlere karşı isteklere gereken atılımcı yanıtların verilebilmesi, bu beklentiler karşısında da üstünlük sağlanabilmesi, sosyal, politik, kültürel değerlerin ve köklerin tüm toplum katmanlarında yaygınlaştırması yine devrimci yeni atılımlarla korunabilmiştir Öncesi Türkiye de Kültür ve Sanat Belli bir toplum ya da grup üyelerinin ortak davranışlarını yöneten bir dizi değerler bütününe kültürel yapı denmektedir. Bu yapı içerisinde insanların yaşamına yön veren temel toplumsal kurumlardan biri ve en önemlisi din kurumudur. Din duygusu, inanç sistemleri toplumsal yaşantının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu noktadan hareketle din kurumunun insanların belirli yönde hareket etmelerini sağlayan, onları yönlendiren biçimlendirici sosyal denetim kurumları olduğunu söyleyebiliriz (Gökçe, 2004). Ayrıca din, sosyal hayat üzerinde, tutum ve davranışları belirleyen, denetleyen konumda olması dolayısıyla toplumların iktisadi ve sosyal ilişkilerinin de şekillenip değişmesine etki eder. Konumuzla alakalı olarak dinin bu tesirine en iyi örnek, tek tanrılı dinlerin sonuncusu olan İslamiyet i kabul eden Müslüman fert ve toplumlarda meydana getirdiği değişimler gösterilebilir. İslam dini, toplum yaşantısına, tanrı-insan ilişkilerine ve ibadet şekillerine ilişkin pek çok kuralın yanı sıra, hukuki ve ekonomik alanlarda yön verici, sınırlayıcı buyruklara sahiptir. Yani İslam dini sadece insanların manevi dünyalarına yön veren bir inanç sistemi olmakla kalmaz aynı zamanda kendine özgü bir toplum düzenini de beraberinde getirip kültürel değişime yön verir.

29 Toplumların sanatı üzerinde İslam ın etkisine değinecek olursak, toplumsal boyutta sağladığı sınırlayıcı iç disiplinin bu alanda da, diğer dinlerde olduğu gibi, bir takım değişimlere yol açtığı görülmüştür. İslam dininde, sanata konan sınırlama ve yasakların Kur an da, Tevrat taki kadar açıkça bir buyrukla değinildiğine rastlanılmamıştır. Sadece Cahiliye devrinin gelenek ve göreneklerine, bunların arasında da puta tapmaya değinilmektedir (Sure 4, 116; Sure 5, 92; Sure 39, 17). İslamiyet in doğduğu tarihlerde resme karşı da temkinli yaklaşılmış, Kur an da putlar için söylenenler resim için de geçerli sayılmıştır. Her ne kadar canlı varlıkların resmi yasaklanmakla, İslam dünyasında tabiatçılık yolu resme kapanmışsa da bitkilerin tasvirinde bir sakınca görülmemiş soyut nakış olarak resme girebilmiştir. İslam sanatçısı resimlerinde gerçeği gerçek olarak tanımlayan ne varsa ortadan kaldırmıştır. Gölge, ışık, perspektif gibi, nesnelere boyut kazandıran tüm anlatım araçları resimlerden silinmiştir. Sadece renkler ve şemalar bırakılmıştır. Resim nakış ve sembol olmuş, bu dünyanın gölge ve görüntüden ibaret olduğunu soyutlama yolu ile insanlara düşündürmüştür (İpşiroğlu, 2005). Türklerin Orta Asya dan taşıdıkları gelenekte böyle bir yasaklama görülmemiştir. Ayrıca heykele ve resme karşı olumsuz bir tutum geliştirdiklerini gösteren herhangi bir belge ve yazılı kaynağa da rastlanmamıştır. İslam sanatındaki tasvire kapalı anlayışın önceleri Türklerde olmayışının en açık örneğini, Büyük Selçukluların önemli taş işçiliği örneklerini bünyesinde bulunduran Divriği Ulu Camii nde yer alan kadın ve erkek tasvirleri oluşturmuştur (Erbay, 2006). Kaynağı 8. ve 9. yüzyıl Orta Asya sı olan, insan ve hayvan figürlerinin realist betimlemeleriyle zenginleştirilmiş Türk minyatürleri, İslamiyet in kabulünden sonra Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde yaşadığı bir takım değişimlerle Arap-Fars kültürüne bağlanmıştır. Daha çok İslam resim sanatı kalıplarında olan minyatürler, Ortaçağ gelenekçiliğiyle, fakat büyük ustalarla dönem dönem güç ve tazelik kazanarak varlık bulmuştur. Bu bağlılık Batı da Rönesans başladıktan sonra, Ortaçağı aşamayan ve tazelenemeyen, gelenekseli tekrarlayan süsleme niteliğine dönüşmüştür. 17. yüzyılda duraklama dönemine girildiğinde, minyatür sanatı bir yandan geleneksel üslubu sürdürürken, öte yandan kadın ve erkek figürlerinin yer aldığı, yeni biçim ve tekniklerin denendiği, içinde her yönden değişimi barındıran albüm resmi birdenbire büyük bir önem kazanmıştır. Bu da gösteriyor ki figür resmine karşı gösterilen duyarlılık, değişim süreci içinde yavaş yavaş ortadan kalkmıştır.

30 Osmanlı imparatorluğu nun Batı Dünyası yla karşı karşıya gelişi ve iki farklı kültür ortamının sanat alanında birbirleriyle etkileşimi ise önce değinildiği üzere Fatih Dönemine değin uzanır. İlişkilerin yoğunlaşması ise Osmanlı İmparatorluğu nun duraklama dönemi olan 17. yüzyılda Avrupa ülkelerinin Osmanlı pazarını ele geçirmeyi istemeleriyle başlar da Fransa yla ticaret antlaşmasının imzalanması Fransızların imparatorluk içinde yayılmalarına olanak sağlamıştır. Ticaret konusunda başlayan ilişkileri 17. yüzyılın ikinci yarısında kültürel ilişkiler izlemeye başlamıştır yılında Fransız tiyatro topluluklarının İstanbul daki elçilikte oyunlar oynaması ve zamanla azınlık ve yabancılar dışında Türklerin de bu gösterilere katılması, Fransız kültürüne dönük sanatsal etkinliğe bir başlangıç sayılmaktadır (Ödekan, 2005). Sonrasında, 1839 Tanzimat Fermanı ile birlikte Batı kültür ve medeniyet esaslarının kabulünün ardından, Türk kültür hayatında büyük değişimler söz konusu olmuştur. Bu süreçte, gerek Osmanlı toplumu içerisinde bulunan gayrimüslimlerin gerekse Türk Halkının giyim kuşamından, örf, adet ve geleneklerine kadar, tüm yaşam tarzlarının Batı kültür ve medeniyetinin etkisine girdiği görülmüştür. Yeni dönemden, Cumhuriyetin ilanına kadar geçen süreçte, Batı tanınmaya çalışılmışsa da, hızla yayılan Avrupai moda, hal ve tavırlar, yüzeysel taklitlerden ibaret olarak kalmıştır. Aynı zamanda Avrupa kültürü Osmanlı kültüründen de etkilenmiş, seyyahlar, tüccarlar ve diplomatlar için ilgi çekici ve gizemli bir ülke olarak Osmanlı yı ülkelerine tanıtmışlardır (Erbay, 2006). Yeni bir döneme girerken, II. Mahmud un yenilikçi hareketleriyle, resim sanatı büyük aşamalar kaydetmiştir. Bunların içinde şüphesiz en önemlisi, padişahın yabancı ressamlara portresini yaptırıp, çeşitli okul ve resmi dairelere astırması olmuştur. Osmanlı saray erkânı ve devletin ileri gelenlerinin, yenilikçi hareketlerin yanında yer almaları, 1900 lü yıllarda faaliyete başlayacak olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti nin kurulmasını da beraberinde getirmiştir. Ayrıca, derneğin yayın organı olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası nın, saray destekli olarak çıkarılması da, kültürel değişim için gösterilen çabayı ortaya koymaktadır (Elmas, 2006). Osmanlı sarayı, kültürel birtakım sızıntıların başlayıp, etkilerini gösterdiği Batılı anlamda Türk resminin hazırlık döneminde, askeri okul çıkışlı ressamlar arasında yetenekli olanları Avrupa ya göndermiştir. Eğitim alarak yurda dönenleri ise Harbiye ve Tıbbiye gibi Batılı eğitim modellerinin uygulandığı okullara resim öğretmeni olarak atamış ya da sarayda seçkin görevler verilerek batılı anlamda sanatın gelişmesi yolunda kendilerine uygun ortamlar yaratılmıştır li yıllarda, Sanay-i Nefise ile sivilleşme dönemine

31 giren sanat eğitimi, asker ressamlarla başlayan pentür kültürünün daha geniş bir çevreye yayılmasında etkili olmuştur yılında öğretime başlayan Sanay-i Nefise, 1914 de İnas Sanay-i Nefise Mektebi ne kavuşurken, 1926 da kız ve erkek öğrencilerin bir arada ders görmeleri mümkün olabilmiştir (Cezar, 1973). Sanay-i Nefise li yıllarda, sanatsal oluşumların odaklandığı geleneksel bir merkez olma özelliğini taşıyan İstanbul a, Avrupa dan çok sayıda yabancı sanatçı gelmiştir. Aivaziovski nin gelişiyle başlayan ve 1880 li yıllara uzanan Osmanlı ülkesini ve yaşamını keşfetme hevesi, oryantalist sanatçı ve yazarların ilgisiyle daha da artmıştır. Bu ilgi, Pera da özel atölyelerin oluşmasında, yerli ressamlarla yabancı sanatçılar arasında yeni diyalogların başlatılmasında yararlı olmuş, belli bir üslup biçimlenmesine zemin hazırlamıştır. 17. yüzyıl sonlarından beri izlenilebilen batılılaşma hareketlerine bakıldığında, Osmanlı toplumundaki toplumsal ve kültürel ortamda oluşan değişikliğin birdenbire olmadığını, belirli bir süre zarfında, belirli siyasal ve ekonomik etkenlerle şekillendiği görülmektedir. İşte bu ara dönemde toplumsal ve kültürel koşullar altında sanatta yeni bir anlayış, kaçınılmaz bir değişim başlamıştır (Renda, 1977). Başlangıçta, sanatsal faaliyetlerin filizlendiği Beyoğlu ve Tepebaşı yöresinde, daha çok yabancı kökenli sanatçıların yapıtları sergilenmişse de, düzensiz açılan bu sergilere zaman zaman Türk ressamlar da dâhil olmuştur yılından başlayarak, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti nin öncülüğü altında, yılda bir kez, yaz aylarında düzenlenen Galatasaray Sergileri, Türkiye de gerekleştirilen ilk sürekli sergi olması bakımından önem taşır (Berk ve Turani, 1981). Bu sergiler, özellikle 1914, Çallı Kuşağı ressamları üzerinde olumlu etkiler yaratmıştır. Çallı Kuşağı nın peyzaj, portre ve natürmort gibi, asker ressamlar tarafından çokça işlenen, yaygın konuları benimsemedeki duyarlılıkları, Galatasaray Sergileri nde iki sanatçı kuşağı arasında bir iletişim rolü üstlenmiştir. Cumhuriyet döneminin ilk sanatçı grubu olan Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği ile klasik-izlenimci sanat anlayışının dışına taşan yapıtlar, dönemin hızla değişen siyasal, ekonomik ve kültürel oluşumlarına paralel olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Yeni ve eski çatışmasının, hiçbir alanda resimdeki kadar apaçık olmadığı göz önüne alınırsa, 1914 Kuşağı ile 1928 Kuşağı nı karşı karşıya getiren ve çatışmaya yol açan bu dönemin anlamı daha iyi anlaşılabilir. Diğer yandan, 1928 Kuşağı nın, Cumhuriyet in çağdaş ve evrensel bir kişilik kazanması amacı ile tüm sanat dallarında atılımcı ve çağdaş yenilikleri

32 destekleyen sanatçı topluluğu olan D Grubu ile yenilikçi sanat etkinliğini temsil ediyor olmaları, değişim evresi yaşayan sanat için anlamlıdır. Cumhuriyetin ilk on beş yılı içinde yapılmış olan heykellerin birçoğunun yabancı sanatçılar tarafından tasarlanıp gerçekleştirilmesi o yıllarda bu alanda yeterince Türk heykeltıraşının bulunmamasının doğal sonucudur. Yabancı uzmanlardan, öğretmen ve danışman olarak yararlanmanın yanında, yabancı sanatçılara anıtlar yaptırılarak heykel sanatının gelişmesi desteklenmiştir. Kurtuluş Savaşı, halkın zaferi ve Atatürk konulu anıtlar, şehir merkezlerinde, okul, resmi ve özel kuruluşların bahçelerinde halka sunulmuştur. Cumhuriyet dönemine kadar hiçbir yerde gerçek anlamda heykel yer almamış, sonrasında Atatürk ün çabalarıyla, İslamiyet teki heykel yasağının puta tapıcılığa dönüşme korkusundan kaynaklandığı şeklinde açıklamalarla halk bilinçlendirilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, Atatürk ün çağı yakalama ideali, çağdaşlaşma adına, anayasa, medeni kanunlar, ekonomi, eğitim, giyim, dil, din ve tarihin yeniden yapılandırılması zorunluluğuyla paralel bir yol izlemiştir. Her alanda yürütülen bu yoğun çalışmaların temelinde ise, kültürel düzenlemelerin olduğu bir gerçektir. Bu hızlı modernleşme ve Batılılaşma gayretleri, Avrupai bir toplum yaratma projesinin pratiğe dökülmesidir. Bütün toplumsal alanlarda yaratılan bu derinden değişmeler, zihniyetle birlikte düşünce hayatını da etkilemekle kalmamış, önceleri saray denetiminde olan sanat, kültür ve sanatta yapılan reformlarla milletle etkileşime geçirilmiştir. Ülkenin bütün sorunları arasında, sanatın gelişimi düşünülmüş sanatsal değişimle desteklenmiştir (Erbay, 2006). Cumhuriyet dönemi hareketlerinin tümünde halkçılık temel ilke olmuştur. Yeni eğitim sistemi de bu doğrultuda, cumhuriyet ilke ve inkılâplarını, laikliği, ulusal kimlik duygusunu benimsemiş öğrenciler yetiştirmeyi hedeflemiştir. Bu amaçla, 1924 de Tevhid-i Tedrisad kanunuyla mektep, medrese ikiliği ortadan kalkmış, öğretim birliği sağlanarak, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm yurttaşlara laik ve parasız, ilköğretim zorunlu hale getirilmiştir. Bunu izleyen yıllarda, Cumhuriyet yönetimi 1928 de en köktenci adımlarından birini daha atarak, Arap harfleri yerine Latin temeline dayanan yeni Türk harflerini kabul etmiştir. Kanunun kabulünden sonra bu tarih itibariyle bütün Türkçe gazete ve dergiler yeni Türk harfleriyle çıkmaya başlamıştır da, yeni Türk harflerinin kabulünün doğal bir sonucu olarak, Milli Eğitim Bakanlığı nın denetiminde Millet Mektepleri açılarak ülke çapında bir okuma yazma seferberliği başlatılmıştır.

33 Amaçlar arasında en önemlisi okur-yazar sayısını arttırmak olmuştur ki CHP ve Türk Ocakları halkı Millet Mekteplerine yazılmaya teşvik ederek kadın erkek yüz binlerce vatandaşın aydınlanmasına yardımcı olmuştur den sonra ise, Türk Ocakları nın yerini Halkevleri almış, halkın politik, ideolojik ve kültürel eğitimini sağlamak amacıyla halkı sınıfsız katı bir kitleye dönüştürmek görevini üstlenmiştir. Yaygın plastik sanatlar eğitimi alanında, başta sayılması gereken bir diğer kurum ise Halkevleridir. Halkevleri, sanatın farklı tür ve dallarını kucaklayan bir halk eğitimi modeli oluşturmuştur. 19 Şubat 1932 de kurulan Halkevlerinin amacı, Atatürk ilkelerinin ışığında Türk kültür ve sanatına hizmet etmek, devrimleri yaymak ve kökleştirmek, halkı toplumsal ve kültürel alanda yetiştirmektir. Halkevleri, Batı nın temeli olan bilimsel düşünüşün, halk için, halkla birlikte, büyük çapta katılımla gerçekleşmesinin sembolü olmuştur (Saraoğlu, 1990) yılında, köylünün eğitimini hızlandırmayı, kalkınmasını ve toprağa bağlanmasını sağlamayı amaçlayan Köy Enstitüleri kurulmuştur. Böylece, köylere gönderilecek öğretmen ve eğitmenlerin ağır külfetinden kurtulunmuş, kırsal bölgedeki eğitimin yöresel gereksinimlerini karşılayabilecek, yörenin tüm işlerini yapabilecek doğrultuda öğretmen yetiştiren kuruluşlar kazanılmıştır (Cumhuriyet Ansiklopedisi, 2003). Şüphesiz ki, güzel sanatlar da kültürün önemli bir kolu olarak görülmektedir. Bu açıdan çağdaşlaşma faaliyetlerinde de büyük bir yeri olduğu dönemin siyasetçi-aydın zümresi tarafından kabul edilmiştir. Güzel sanatlar, halkın eğitilmesi, batılılaşmasıilerlemesi yolunda dikkate alınan bir sektör olmuştur. Halkevlerinin ar (sanat) şubeleri bu amaç etrafında faaliyet yürütmüştür. Halkevleri şubelerinde düzenlenen tiyatro temsilleri, resim-heykel sergileri, kurslar ve benzeri faaliyetler hem çağdaş Modern Türk toplumunu ortaya çıkarmada, hem de Cumhuriyet rejim ve ideolojisinin halka benimsetilmesinde kullanılmaya çalışılmıştır. Halkevlerinin halk eğitim çalışmaları dokuz kol şeklinde düzenlenmiştir. Bunlar; Dil, edebiyat ve tarih, Güzel sanatlar, Temsil, Spor, Sosyal yardım, Halk dershaneleri ve kurslar, Kütüphane ve yayın, Köycülük, Müze ve sergi kollarıdır. Bu kolların çeşitli görevleri arasında; Dil Edebiyat ve Tarih Kolunun atasözü, mâni, masal, folklor araştırma ve derlemeleri, Temsil Kolu nun sahne ve temsil çalışmaları, Müze Kolu nun eski eserleri toplayıp koruması gibi önemli etkinlikler görülmektedir. Güzel Sanatlar Kolu ise, resim ve modern müzik çalışmaları yapılması, bandolar kurulması, halk türkülerinin notaya

34 çekilmesi, el sanatlarının geliştirilmesi gibi görevler üslenmiştir. Güzel Sanatlar şubesi müzik, resim, heykeltıraşlık, mimarlık gibi alanlarda süsleme sanatları vb alanlarda sanatkâr veya amatörleri bir araya toplar. Resim çalışmalarında sanatçılar, öğreticilik yapmışlardır. Çağın estetik anlayışının yaygınlaştırılıp benimsetilmesine ve genç yeteneklerin ortaya çıkmasına özen gösterilmiştir. Halkevleri resim çalışmalarında amatörlere malzeme verilmiş ve sergilerde başarılı görülen eserler koleksiyon için satın alınmıştır (Sarıoğlu, 2001). Tek partili dönemde kurulan Halkevleri nin bir diğer işlevi de aslında partinin ideolojisini yayarak, parti ile halk arasında iletişimin sağlanması için aracılık etmek olmuştur. Bu nedenle genel merkez örgütlenmesi yapılmamıştır. Yani doğrudan doğruya CHP Halkevleri nin üst yönetimini oluşturmuş ve politikasını saptamıştır. Çok partili sisteme geçiş kararıyla birlikte Halkevleri nin konumu da tartışılmaya başlanmış, CHP nin yan kuruluşu gibi düzenin devam etmemesi için DP yöneticileri şiddetli itirazlarda bulunmuştur. Sonrasında Halkevleri nin çok partili sisteme entegre edilmesi girişimlerinde bulunulmuştur. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimleri DP ezici bir çoğunlukla kazanmış, bu tarih Halkevleri için sonun başlangıcı olmuştur. Tartışmaların sonunda, 8 Ağustos 1951 tarihinde Halkevleri ve Halkodaları kapatılarak, malları hazineye intikal ettirilmiştir (Saraoğlu, 1990). Cumhuriyet döneminde plastik sanatlar eğitimi özenle ele alınıp, bir yandan bütün örgün eğitim kurumlarının programlarında plastik sanatlar eğitimi kapsamındaki derslere yer verilirken, sanat eğitiminin içeriği de bilimin yol göstericiliğiyle çağdaşlaştırılmıştır. Günümüzde, plâstik sanatlar eğitiminin kökleşmiş olmasında, Cumhuriyet in kurulduğu yıllarda yapılan düzenlemelerin büyük payı vardır. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti' nin kuruluşunda çocukların, gençlerin ve halkın sanat eğitimi önemli bir devlet sorunu olarak ele alınmıştır. Atatürk'ün eğitim ve sanat eğitimine yaklaşımı; onun çok güçlü bir eğitimci kişiliğe sahip olduğu, çağının eğitsel gelişmeleri konusunda bilgili olduğu açıkça görülür. 7 Şubat 1926 da sanat eğitiminin gelişiminde doğrudan ya da dolaylı bir etken olarak, Maarif Vekâleti Hars (Kültür) Dairesi bünyesinde; müzeler, kütüphaneler ve güzel sanatlar şubeleri oluşturulmuştur ve 1935 yıllarında çıkarılan yasalarla, şubeler ve görev alanları tanımlanmıştır. Unutulmamalıdır ki, batılı anlamda resmin ilk önemli yapıtlarının belirmeye başlamasıyla İstanbul da ilk plastik sanatlar müzesinin kuruluşu arasında ortalama yarım yüzyıllık bir süre söz konusudur. İstanbul da bir müze kurulmasına ilişkin çabaların başlangıcı yıllarına rastlamaktadır. Ayasofya

35 mozaiklerinin açılmasında emeği geçmiş olan Halil Edhem, bu tarihlerde resim eserleri müzesi hakkında tüzük tasarısı hazırlamıştır. Bakanlar kurulunun imzalarını da taşıyan bu tasarının ilk maddesi İstanbul da resim eserlerine ayrılan bir müzenin kuruluşundan söz edilmektedir. Ne var ki bu tasarıyı gerçekleştirmek, kuramdan eyleme dönüştürmek için yirmi yıl geçmesi gerekecektir. Çağdaş Türk sanatı açısından olduğu kadar, Türk kültür tarihi açısından da önemli bir olay niteliği taşıyan İstanbul daki müze, Atatürk ün yerinde bir kararı ve ileri görüşü ile 20 Eylül 1937 de Beşiktaş taki Dolmabahçe Sarayı nın veliaht dairesinde açılmıştır sonrası kuşağının kendini kabul ettirmesinden ve etkinliğini daha sonraki kuşaklara iletme de bu müzenin küçümsenmeyecek bir payı vardır. Müze açıldığı tarihten sonra, genç kuşak sanatçılarının özgün nitelikteki yapıtlarına yer verilmiştir. Sonrasında, 1941 de Güzel Sanatlar Müdürlüğü adını alan Maarif Vekâleti Hars Dairesi nin görevleri; okullar ve okullar dışında plâstik sanatların ulusal ülküye uygun olarak yürütülmesi, güzel sanatların tüm alanlarında sanatçı yetiştirilmesi, Türk güzel sanatlarının yurtiçinde ve yurtdışında tanıtılması, sanatçı yetiştiren akademiler, konservatuarlar açılması, mevcutların geliştirilmesi, resim ve heykel müzeleriyle sanat galerileri açılması, Türk filmciliğinin geliştirilmesi şeklindedir. Böylece güzel sanatlar alanındaki örgün ve yaygın eğitim çalışmaları Güzel Sanatlar Müdürlüğüne bağlanmış, bu görev alanlarından kimileri süreç içinde bağımsız kuruluşlara devredilmiştir. Cumhuriyet in kuruluşuna kadar sanat eğitimi alanı, çağın gerisinde kalmış bir görünümdedir. Plastik sanatlar eğitimi, okullarda daha çok süsleme ve bezemelerin kopyasına dayalı yöntemlerle verilmekte ve ancak çok dar bir toplumsal kesime ulaşılmaktadır. Cumhuriyete doğru ilerleyen yıllarda, Dönemin okullarında verilen resim dersi, Avrupa okullarının elli yıl önceki durumuna benzemektedir (W.5- Kültürel temeller üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti nin önderi Atatürk, eğitime ve sanata olduğu gibi sanat eğitimine de özel bir önem vermiş ve daha Cumhuriyet in ilk yıllarında, sanat eğitimi alanında büyük bir gelişim yaşanmıştır yılından başlayarak, genel eğitim kapsamında örgün eğitim kurumlarında plastik sanatlar eğitiminin, resim, resim-iş, elişleri dersleri şeklinde yer aldığı görülür. Örgün eğitimde resim dersleri temel eğitimde zorunlu, orta ve yükseköğretimde ise seçmeli dersler şeklinde yer almış ve bu durum da günümüze dek varlığını koruya gelmiştir. Öğretmen yeterliği açısından, yeterli sanat eğitimi verdiği düşünülen kurumlardan biri olan Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 tarih, 3803 sayılı yasayla kurulan Köy

36 Enstitüleri, bir halk eğitim modeli oluşturduğu gibi sanat eğitimi açısından da değer taşımaktadır tarihli Köy Enstitüleri Programında, iş okulu anlayışına uygun olarak, sanatın tür ve dallarını kucaklayan geniş çerçeveli bir eğitim öngörülmüştür. Köy Enstitülerinde, dönemin gerektirdiği teknik bilgi ve becerileri kazandıran derslerin yanında Türkçe, Resim-İş, El Yazısı, Müzik, Beden Eğitimi ve Ulusal Oyunlar derslerinde estetik eğitim anlayışı egemen olmuştur tarihli Köy Enstitüleri Programıyla iş okulu ilkelerinden uzaklaşılmışsa da enstitülerin kuruluşuna İlköğretim Genel Müdürü olarak katılan İsmail Hakkı Tonguç un kitaplarında da ifadesini bulan sanat eğitimi anlayışı etkinliğini sürdürmeye devam etmiştir. Köy Enstitülerinde, sanat eğitimiyle donanımlı yetkin öğretmenler yetiştirildiği gibi, bu öğretmenlerin arasından çok sayıda sanatçı da çıkmıştır. Köy Enstitülerinde yetişmiş olan Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal gibi yazarlar, ulusal Türk yazınına katkıda bulunmuşlardır. Köy Enstitülerinin kapatılmasından sonra, ilkokul öğretmenlerinin yetiştirildiği kurumlar olan İlköğretmen Okullarında da sanat eğitimi kapsamındaki dersler, en önemli dersler olarak görülmüştür. İlköğretmen okullarının, 1974 yılında Öğretmen Liselerine dönüştürülmesinden sonra ise sanat eğitimi dersleri program içindeki ağırlığını kaybetmiştir. Alana öğretmen yetiştirilmesine yönelik en köklü girişim ise, öğretim yılında Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsünde öğrenim süresi üç yıl olan Resim-İş şubesinin açılmasıdır. Böylece, Türkiye de ilk kez resim öğretmeni yetiştiren bir kurum oluşturulmuştur (W.5- Cumhuriyet hükümetinin kültür yapısı içinde kültürel değişim, plastik sanatlarda olduğu kadar müzik ve sahne sanatlarında da olmuştur. Bu anlayışı başarılı kılmanın yolu ise önce eğitim ve yeterli insan gücünün yetiştirilmesi olduğu düşüncesiyle, musikinin ve dramatik sanatların okullaştırılması yöntem olarak belirlenmiştir. Bu yapı da Konservatuvar olmuştur. Konservatuvar ın meydana getirilme amacı kısaca memlekette müzik, tiyatro, opera ve bale kültürünü işlemek ve yetkili sanatkâr yetiştirmek olarak açıklanabilir. Bunların içinde, başta müzik sorunu Mustafa Kemal i öteden beri düşündürmüştür. O uygarlık değiştirmenin koşullarından biri olarak musikideki değişmeyi düşlemiştir de musiki ve sahne sanatları alanında yeniliklere gidileceği Milli Musiki ve Temsil Akademisi Teşkilat Kanunu ile kesinleşmiştir. Her ne kadar 1936 yılına kadar kurulamayan Akademi nin amaçları milli musikiyi işlemek, yükseltmek, yaymak, sahne sanatlarının her kolunda gerekli elemanları yetiştirmek olsa da, opera, bale ve koro kollarının da Akademi de bulunacağı bu kanunda belirtilmiştir. Akademinin Kültür

37 atılımları yeni ve modern esaslara göre teşkilatlanmaya durmadan devam etmiştir. Konservatuvar ın kurulmasının yanı sıra Güzel Sanatlar Akademisi yeni bir çalışma düzenine sokulmuş, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası düzenlenmiştir. Atatürk ün 1 Kasım 1936 meclis açılışında Meclisten sanat konularına ilgi gösterilmesini talep etmiş ve Ankara da Temsil Akademisi ile Konservatuvar ın kurulmakta olduğunu müjdelemiştir konuşmasında Atatürk ilk resim galerisinin de bu yıl kurulduğunu bildirmiş, bugün hala bir yenisi kurulamayan Dolmabahçe Resim ve Heykel Müzesi nin kurulmasına önayak olmuştur (Katoğlu, 2005) de, önce tiyatro okulu olarak tasarlanan, daha sonra belediyeden ödenekli bir tiyatro topluluğuna dönüşen Dârülbedayi nin kurulması, Cumhuriyet öncesinde tiyatro sanatı adına gerçekleştirilmiş önemli bir adım olmuştur. Ayrıca 1930 lu yıllarda, Halkevleri nin bünyesinde de tiyatro etkinliklerine yer verilmiştir. Bu etkinliklerle, halkla aydınlar arasında bilgi alışverişi sağlanarak halk kültürünün yakından tanınması, ulusal değerlerin aydınlığa çıkması sağlanırken, ulusal kültürün ve sanatın Batı dünyasının bilgi birikimi ışığında çağdaşlaştırılması da amaçlanmıştır. Halkevleri tiyatro çalışmaları, pek çok ilde tiyatro sahnelerinin açılmasını, temsil kollarının kurulmasını, yeni oyunlar yazılmasını, oyuncu yetişmesini, en önemlisi, gençlerin tiyatro sanatını tanıyıp sevmesini sağlamıştır. Topluma modern bir görünüş verilmeye çalışıldığı bu yıllarda Halkevleri sahnelerinde sahnelenen, eğitici olmasına özen gösterilen oyunlarda, Bağımsızlık Savaşı ndan zaferle çıkmış ulusumuzun özgüveni ve devrimlere olan inancı yansıtılmaya çalışılmıştır. Cumhuriyet döneminde İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları iki ödenekli tiyatro olarak sahne sanatlarının belkemiğini oluşturmuştur. Şehir Tiyatrolarının etkinlik alanı İstanbul içinde kalmış, merkez sahnesi daha önce de belirtildiği üzere sanatsal ve kültürel aktivitelerin yoğunlaştığı Tepebaşı ndaki tiyatro olmuştur. Merkezi Ankara da olan Devlet Tiyatroları ise bugün altı ilde yerleşik sahneleri olan, ayrıca birçok illere de periyodik turneler düzenleyen büyük bir sanat kurumudur. Devlet Tiyatrosu, Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi nin bir aşaması olarak, 1949 yılında, Devlet Tiyatro ve Operası adıyla tiyatro ve opera olarak düşünülmüş ve kurulmuştur. Böylece Cumhuriyet döneminde devleti yönetenlerin tiyatroya ilgi gösterdiği ve destek sağladığı, ödenekli ve özel tiyatroların sayısının arttığı, Anadolu ya yaygınlaştığı, gösterimlerin düzeyinin yükseldiği görülür. Atatürk ün tiyatro sanatına önem vermesi, tiyatro sanatçılarına saygıyla yaklaşması, özellikle de, Müslüman Türk kadınının

38 oyuncu olarak sahneye çıkmasını sağlaması Batı paralelli Türk tiyatrosunun gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Devletin tiyatroya destek olması, Türk kültür ve sanat yaşamında benzersiz bir girişimin ürünü olmuştur (Katoğlu,2005). Cumhuriyet in kurucusu Atatürk, Cumhuriyet in temeli kültürdür derken kültürün, toplumu temellendiren en önemli öğe olduğunu ifade eder. 9 Mayıs 1920 tarihli İcra Heyeti Programındaki eğitimle ilgili konular arasında, eski millî eserlerimizi kayıtlara geçirmek ve korumak hedefi yer alır. Atatürk ün, 1 Mart 1923 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi açış konuşmasında da kapsamlı bir eğitime sahip olmak için müzelerin kurulması gereği belirtilmektedir. Müzeler, kültürel varlıkların korunması konusunda özel bir önem arz eder. Türkiye'de Cumhuriyet'in ilânına kadar müze kurma çalışmaları sınırlı kalmıştır. Cumhuriyet'in ilânından sonra Atatürk'ün kültür varlıklarının araştırılıp ortaya çıkarılmasına ve müzelerin ülke çapında yaygınlaştırılmasına verdiği önem nedeniyle çağdaş Türk müzeciliği büyük bir gelişme göstermiştir. Nitekim Cumhuriyet ilân edildiği sırada Türkiye'de yalnızca Âsâr-ı Atika Müzesi adıyla anılan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Aya İrini' de kurulmuş olan Askerî Müze, Süleymaniye Külliyesi'nin imaretinde yer alan Evkaf-ı İslâmîye Müzesi ile Müze-i Hümayun şubeleri bulunmaktaydı. Sonrasında, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak kurulan Türk Âsâr-ı Atikası, her türlü arkeolojik ve etnografik buluntunun toplanması ve korunmasına yönelik çalışmaları üstlenmiştir. Anadolu'nun birçok ilindeki kilise, cami, han vb. gibi anıtsal yapılar onarılarak yeni müzeler kurulmuştur. İçindeki eşyalar ile birlikte müzeye dönüştürülen Topkapı Sarayı 1927 de ziyarete açılmıştır. Yine aynı yıl Evkaf-ı İslâmîye Müzesi, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olarak yeniden düzenlenmiş; Konya daki Mevlâna Dergâhı müze hâline getirilmiştir. Ülkenin müze olarak tasarlanan ilk yapısı olan Ankara Etnografya Müzesi, 1930 yılında halkın ziyaretine açılmıştır. Ayrıca Bursa, Adana, Manisa, İzmir, Kayseri, Antalya, Afyon, Bergama ve Edirne de yeni müzeler kurulmuştur yılında Mahmut Paşa Bedesteni'nde kurulan Hitit Müzesi, 1968 yılında restore edilerek Anadolu Medeniyetleri Müzesi ne dönüştürülmüştür. Müzecilik faaliyetleri daha sonraki yıllarda da devam etmiş, yurdun hemen hemen her köşesinde çok sayıda müze kurulmuştur. Bugün ülkede Kültür Bakanlığına bağlı 99 adet Müze Müdürlüğü ve bu müdürlüklerin denetiminde faaliyet gösteren 91 adet özel müze ve 1028 adet koleksiyoner bulunmaktadır (W.6-

39 Büyük Millet Meclisinin kurulmasından sonra oluşan ilk Bakanlar Kurulu, 9 Mayıs 1920 günü Mecliste programını okumuş, 10 Mayıs 1920 gününde de Maarif Vekâletine bağlı olarak, Türk Âsâr-ı Atikası Müdürlüğü kurulmuştur. Daha çok müzecilik hizmetlerini yürütmekle görevli olan bu birim, bir yıl sonra Hars Müdürlüğü adını almıştır. Sivil toplum örgütleri de ilk 30 yılda müzeciliğe ve arkeolojik kazılara ilgi duymuşlardır yılında kurulan, İzmir Âsâr-ı Atika Muhipleri Cemiyeti nin amaçları arasında müze ve kazılara destek sağlamak yer almaktadır. Tüm ülke ölçeğinde çalışma yapan kuruluşlardan bir diğeri, 1946 yılında kurulan Türkiye Tarihî Anıtların Korunmasına ve Onarılmasına Yardım Derneği dir. Bu dernek de kazı ve ören yerlerinin düzenlenmesi etkinliklerine katkıda bulunmayı amaçları arasında saymıştır (W.6- Cumhuriyet hükümetleri, ilkokuldan üniversiteye, musikiden tiyatroya kadar bütün kültür konularına eğilirken, plastik sanatlar alanında da dinamik ve atılımcı uygulamalarla değişim katlarının hazırlığını bir takım etkinliklerle devam ettirmişlerdir. Cumhuriyet döneminin ilk on yılına ilişkin gelişmelerin sanatsal bir dökümü niteliğinde olan ve 1933 yılında Ankara da düzenlenmiş olan İnkılâp Sergisi, içerik olarak, genellikle Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet konuları üzerine kurulmuştur. Teknik olarak Batı ya yakınlık, o yıllarda bir sanat anlayışı geliştirme çabalarının da bir göstergesidir. Bu dönemin sanatsal gelişmelerinin yanı sıra bir takım engeller sanatın karşısına çıkmıştır. Sanatçıların yakaladıkları nadir sergi fırsatları bir yana bırakılırsa, çoğunlukla resim beğenisi, kartpostallardan ya da okul kitaplarına geçmiş tarihsel tabloların kötü kopyalarından anlaşılmaktadır. İstanbul da bir sanat müzesi kurulmasını amaçlayan erken çabalar 1917 yılına kadar uzanmakta ise de, bu proje savaş koşulları yüzünden gerçekleşememiştir. Ancak, 1937 de Dolmabahçe Sarayı nın Veliaht Dairesi, Resim ve Heykel Müzesi olarak, yukarıda belirtilen amaç doğrultusunda, düzenlenmiştir. Ayrıca yakın tarihe kadar ülkedeki tek resim ve heykel koleksiyonu bu kurumun çatısı altında sınırlı kalmıştır. Esas itibariyle Batı tarzı resim-heykel sanatına yönelik olan müze, halen Mimar Sinan Üniversitesi ne bağlıdır. Koleksiyonda, 19. yüzyılın ilk yağlıboya Türk ressamları olan, Avrupa resimleriyle daha derinden ilişki kuran ve realist teknikle çalışan Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyit gibi isimler, Rembrandt, Van Dyck, Tiziano, Rubens gibi birçok tanınmış Avrupalı sanatçının resimlerinden yapılmış kopyalar ve küçük bir orijinal koleksiyon bulunmaktadır. Daha sonraki yıllarda, 1939 dan başlayarak, devlet tarafından, sanat alanındaki destekleyici, sürekli ve düzenli ikinci atılım olarak Devlet Resim Heykel Sergileri devreye sokulmuştur. Nitekim Güzel Sanatlar Akademisi reformu yapıldıktan

40 hemen iki yıl sonra, bu girişimin ürünlerini sergilemek amacıyla bu sistem oluşturulmuştur reformundan sonra Cumhuriyet in ikinci kuşak sanatçıları devrin Avrupa daki akımlarından aldıkları esinle, İstanbul ve Ankara da odaklaşan sanat yaşamında, Turgut Zaim, Zeki Kocamemi, Cemal Tollu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ali Çelebi, Eşref Üren, Sabri Berkel, Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu, Hüseyin Anka gibi sanatçılar Batılı sanat üretimini arttırmış, kökleştirmiş, kendilerinden önceki kuşaktan daha da etkili olmuşlardır. Devlet de bu sergilerde anlayış ayrımı gözetmeksizin, yenilikçi yönelişlere teşvik vermiş, yansız bir hakem olarak yeni bir işlev üstlenerek kültürel değişimi üstlendiği yorumunu zihinlerde güçlendirmiştir (Özsezgin, 1982) ve bunu izleyen 6 yıl süresince, resim sanatçılarının yurt gezilerine çıkarak, bu gezilerden ülke gerçekleri ve pitoreskini yansıtan yapıtlar getirmelerini sağlayan bir kültür programı geliştiren CHP, sanat ve fikir hayatına müdahale etmek suretiyle, kendi prensipleri doğrultusunda milli sanat duyarlılığını oluşturmayı başarmıştır. Bu etkinlikler sonucu üretilmiş yapıtlar da belirli dönemlerde Yurt Sergisi adıyla sergilenmiştir ten sonra yapılmayan yurt gezileri, CHP nin tek partili dönemde sanat alanında aldığı en önemli karar olarak nitelendirilmiş, II. Dünya Savaşı yıllarında tırmanışa geçen milliyetçi görüşün bir yansıması olarak değerlendirilmiştir (Tansuğ, 1999). Yurt gezileri ile başlayan hareketlenmelerde, Türk sanatının kendi potansiyelini yaratmak için yurt dışına açılımını bir yana bırakmak, kültürel açıdan halka yabancılaşmayı önlemek amacı güdülmüştür. Sanatçılar bu dönemde resim adına, resmin sorunlarına, doğaya ve sosyal yaşama ilişkin çeşitli kavramlar geliştirmişlerdir. Böylece Anadolu yu, köy ve kasaba gerçeğini tanımak, sanatçıların gerek sanat gerekse yaşam görüşlerini renklendiren belki de bir ölçüde geliştiren bir etki yaratmış olabilir. Fakat Cumhuriyet sanatçılarının, ülke sorunlarıyla ilgilenmeleri amacıyla Anadolu ya gönderilmeleri sanatı, İstanbul, Ankara dışındaki yörelere götürerek sanatın yaygınlaştırılması adına çok anlamlı olduğu söylenebilir (Erbay,2006). Türkiye nin Batı ya açılan kapısı ve sanatsal oluşumların odaklandığı merkez başından beri İstanbul olmuştur. Ancak, ilerleyen süreçte reformist hareketlere alternatif yaratma çabasıyla, başkent Ankara da sanatsal etkinlik yönünden önem kazanmaya başlamıştır de kurulan Gazi Eğitim Enstitüsü ne bağlı Resim İş Bölümü, başlangıçta resim öğretmeni yetiştirme amacı taşıdığı halde, zaman içinde sanatçı kadrolaşmasının yarattığı olağan gelişmelerle, Ankara da sanatçı kuşaklarının oluşmasında etkin bir kaynak olma işlevini de üstlenmiştir. Yüksek kültür kurumları olan

41 üniversitelerin kültürel alanda çağdaşlaşma zincirinin en önemli halkası olması dolayısıyla hükümet üniversite reformu için incelemeler yaptırmak ihtiyacını hissetmiş, doyurucu ve bilimsel gerçekler aramıştır reformu ile, Darülfünun lağvedilmiş ve yerine İstanbul Üniversitesi adı ile Milli Eğitim Bakanlığı na bağlı yeni bir üniversite kurulması karara bağlanmıştır. Cumhuriyet yönetimi tam bir bilinç ve hoşgörü anlayışıyla Darülfünun öğretim kadrosunu geniş ölçüde elemiş, genç elemanlar ve Alman profesör kadrosunu çeşitli fakültelerde yetkilendirmiştir. Sonuçta, olumlu ya da olumsuz yönleriyle 1933 reformu üniversitenin gelişiminde önemli bir evre olmuştur. Batılı anlamda bir yapı çok daha düzeyli bir eğitim standardıyla kültür devrimlerinin arasında en önemlilerinden birisi olarak yerini almıştır (Katoğlu,2005) lı yıllara doğru gelinirken, eğitim alanında yapılan yenileştirme hareketlerinin bir uzantısı sayılabilecek olan, 1946 yılındaki Üniversiteler Kanunu, üniversitelerin gelişimine demokratik ilkeler doğrultusunda yön vermiştir. Türk üniversite tarihinde bir dönüm noktası olan bu kanunun en önemli sonucu ise Ankara Üniversitesi nin kurulmasıdır de çıkarılan yasaya kadar en uzun süre yürürlükte kalan üniversite kanunudur (Katoğlu,2005). Türkiye deki sanatçı gruplaşmalarının, uzun sayılabilecek bir arayış dönemi arkasından, farklı bakış açılarıyla gündemdeki yerini alması aynı döneme rastlamaktadır. Birçok grup sergisiyle faaliyetlerini yürüten D Grubu karşısında, çoğunluğu Akademi yi bitirmiş sanatçıların oluşturduğu yeni bir karşı grup hareketi kendini göstermeye başlamıştır. Yeniler Grubu ise böyle bir zamanda, yeni bir sosyal muhteva içererek, halkın çehresini yansıtan bir ayna olma işleviyle ortaya çıkmıştır. Bu anlamda, ilk kez belli bir görüş açısına sahip sanatçı topluluğu olarak dikkati çeker ten sonra Türkiye de yeni bir siyasal dönemine girilmesiyle birçok kültür olayının kesildiği görülmüştür. II. Dünya Savaşı sonrasına da rastlayan bu dönemde Türkiye, büyük ekonomik sorunlarla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Fakat bütün ülkelerin sanatlarını etkileyen ve köklü değişimler meydana getiren bu süreç, tahmin edildiğinin tam aksine dünya ülkelerini sanat fuarları, festivaller, bienaller, gibi sanatsal faaliyetlerde bir araya getirerek, toplum ve sanatçıların tanışma alanlarını büyütmüştür. Dünyada yaşanan bu hareketliliğe Türk sanatı da dâhil olmuştur. Sanatçılar bir yandan Türkiye şartları içinde var olma savaşı verirken, Batı sanatının bu büyük atılım ve gelişimine de kayıtsız kalamamışlardır. Bunu yaparken de geleneksel ve milli karakterden ödün vermeden, evrensel olanla birleştirmişlerdir.

42 Tüm bu gelişmeler, Türkiye deki yenileşme atılımları, birer toplumsal olgu olarak, sanatta da oldukça etkili olmuş, hatta çoğu zaman sanattaki hamleler, toplum yaşamındaki değişimleri aşmıştır. Özellikle 1950 li yıllardan sonra, bu gelişmenin hızı daha kolaylıkla izlenebilmektedir. Burada dikkati çeken nokta, her sanatçının kendi inanç ve düşünüş biçimlerini, açık şekilde olmasa bile, içten içe egemen kılma yolundaki kararlı tutumlarından ödün vermemiş olmasıdır. Grup hareketleri, daha çok toplumun sanatsal olaylar karşısındaki duyarlılığına yeni bir hız kazandırmak amacına yönelik olmuş, bunun ötesinde sanatçıları bağlayıcı veya kanalize edici bir işlev yüklenmemiştir. Gerek 1928 deki Müstakiller grubu, gerekse 1933 teki D Grubu, sanatçıları belli bir estetik çevresinde birleştirici herhangi bir önleme gerek duymamıştır. Grupların sergilerine, sanatçılar, özgür istençleri paralelinde yapıtlarıyla katkıda bulunmuşlar, katı kuralcılık karşısında direnmenin yöntemi ve biçimi, her sanatçı için ayrı bir anlam kazanabilmiştir. Üyelerinin bir bölümünün, grup dağıldıktan sonra 1950 lerde başka gruplara katılmakta bir sakınca görmemiş olmaları ya da doğrudan doğruya özgür çalışmayı seçmeleri, yenilik hareketlerinin akımlara bağlı olmaktan çok, kişisel çıkışlardan kaynaklandığını gösterir. Aynı ilke, biraz daha homojen bir grup izlenimi bırakan 1914 Kuşağı için de geçerli olmuştur. O grupta, örneğin Nazmi Ziya yı Çallı dan, Hikmet Onat ı Avni Lifij den ayıran anlatıma özgü öğeler oldukça belirgindir. Peysaja çıkmak dışında, eylemsel bir beraberlik görülmemiştir kuşağı ressamları da bu anlamda müstakil idiler. Avrupa resminde izlenimcilerden ard-izlenimcilere, Nabi grubu ressamlarına uzanan özgür estetiğin, Batı sanatına kazandırmış olduğu plastik değerler, bir süzgeçten geçmiş olarak artık dönemin Türk resmine de parça parça karışmaya başlamıştır. Akademi deki reform hareketleri, o tarihlerde modern olarak nitelenen yenilikçi eğilimlerin taraftarlarına da seslerini yükseltme hakkı kazandırmış oluyorsa da, bu resmin benimsenmesi için 1950 li yılları beklemek gerekecektir li yılların ve bu döneme geçiş olarak değerlendirebileceğimiz biraz daha önceki gelişmelerin, toplum yaşamımızda yeni görüş ve beğenilere ortam hazırladığı bilinir. Çok partili düzene geçiş ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı'yla yakınlaşma çabaları, köylerden kentlere göç ve gecekondulaşma sürecinin ilk halkaları, sanayileşme alanında ilk adımlar, Türkiye de yeni bir dönemin başladığının habercileridir de D Grubu nun dağılmasıyla ve onu izleyen yıllarda Liman Ressamları grubunun yavaş yavaş ortamı boş bırakmasıyla, yukarıda değinilen kişisel ve bağımsız çalışma eğilimleri biraz daha güç kazanmıştır (Özsezgin,1998).

43 1940 lardan sonra Türk sanatında açık olarak izlenen çabalar özgünleşme, yöreselleşme kavramları ile belirginlik kazanmıştır. Kimi estetikçi ve sanatçının, kimi düşünürün üstünde durduğu sanatın ulusal niteliğe bürünme sorunu ise, yüzyılı aşkın bir süredir Türk resmine egemen dış etkilerin öz kültürümüze dönüştürülmesi özleminden doğar yılı siyasal bakımdan olduğu gibi Türk kültüründe de farklı bir dönemin başlangıcı olmuştur. Dilde ve kültürde genel bir yadsıma ve geriye dönüş başlamış, İslam adına ulusalcılıktan uzaklaşılmıştır. Kültür konusunun çok partili dönemde, din ile birlikte siyasal bir araç olarak kullanıldığını söylemek de mümkündür. Yaşama geçirilen bütün planlamalar sonunda Cumhuriyet Türkiyesi yaratıcılık alanında önemli mesafeler almıştır. Yani 20. yüzyıl Türkiyesi' nde: Evrensel düşünceler, insanın ve toplumun sorunları-çatışmaları-duyguları Türk dili ile yazılabilmiştir, kadınlar bu sürece katılmışlardır; Anadolu daki insan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmuş ve ilk defa toplumun milli günü olmuş; milli bayram kavramı gelmiştir. Evrensel ölçülere uyan eğitim kurumlarında çeşitli mesleklerde peş peşe yeni kuşaklar yetişmiştir; bu insanlar iyikötü bilimleri ve meslekleri geliştirmişlerdir; yüzlerce roman, edebi eser, şiir, düşünce eserleri üretilmiştir; insanlık tarihinin başlıca düşünce, sanat ve edebiyat eserleri, Türk dilinde ifade edilebilmiştir; şehirleri, binaları süsleyen anıtlar-heykeller yapılabilmiştir. Çağdaş kaygıları içeren bir resim dünyası kısa zamanda gelişmiş, çeşitli zevklere seslenen koleksiyonlar ve canlı bir piyasa meydana gelebilmiştir; yepyeni bir müzik dili olan çok sesli müziğin evrensel ölçülere uygun eserleri bestelenebilmiştir. Yine Türk insanı için yeni bir açılım olan dram sanatında dünya edebiyatının hemen hemen bütün baş eserleri çeşitli yorumlarla ve Türkçe olarak sahnelenebilmiştir. Ayrıca yerli bir tiyatro edebiyatı yaratılabilmiştir; çok sayıda eski uygarlık eseri bilimsel yöntemlerle araştırılıp bulunmuş, bunlar sistemli düzenli sergilerle müzelerde toplanabilmiştir; oldukça canlı bir özel yayıncılık piyasası oluşturulabilmiştir. Sonuçta, ilk örneklerini XIX. Yüzyılın ikinci yarısında görmeye başladığımız çağdaş Türk sanatı, 1850 lerden itibaren gerek Osmanlı nın gerekse yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti nin Batı ya dönük yaklaşımlarından kaynaklanan bir değişim süreci yaşamıştır. Tüm bunların gerçekleştirilme sürecinde yaşanan ve konunun ilerleyen bölümlerinde de bahse konu olacak olaylar, toplumun sosyal ve kültürel alanda değişimine neden olmuş, çağdaş Türk sanatı 1950 lere doğru giderek Batı ya daha da yaklaşmaya başlamıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak, başlangıçta sanatçılar tarafından ele alınmayan

44 ya da çekinilen birçok konu ve anlayış toplumun değişim süreciyle birlikte ilgi odağı haline gelmiş ve yoğun bir biçimde işlenmiştir Öncesi Figüratif Resmin Kültürel Değişim İle İlintisi İki yüz yıla yaklaşan bir geçmişi ardında bırakan Batı anlayışına dönük Türk resmi kuşkusuz Osmanlının son dönemlerinde Batı ile yaşadığı yakın temasın sonucunda ortaya çıkmıştır. Batı ile kültürel temasa geçilmeden önce felsefesini İslam dininden alıp gelişen ve özgünleşen Türk resminin Batı anlayışına dönüşüm macerası ise düşünüldüğü kadar kolay olmamıştır. Özellikle İslam düşüncesi içerisinde yaşam felsefesini belirleyen Türk toplumunun yaklaşık bin yıllık bir sanata karşın tutuculuğunu birden bire bırakıp hiç de tanıdık olmadığı yeni bir anlayışı kabullenme sürecinde yaşanan sancılar, halen günümüzde dahi etkisini göstermektedir. Kuran-ı Kerim de hiçbir yasaklayıcı bilgiye rastlanmazken, resim sanatına karşın Türk toplumunda gösterilen çekimser tutum karşısında, batılı anlamda figürün ele alınıp işlenmesi süreci ise daha da sancılı olmuştur. Türk resminde ilk yağlıboya örneklerinin görülmeye başlandığı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, figürün görülmeye başladığı 20. yüz yılın başlarına kadar geçen sürecin, yaklaşık 50 yıl gibi bir zaman dilimini kapsadığı düşünüldüğü zaman, bu sancılar daha da iyi anlaşılacaktır. 18. yüzyıl ortalarından sonra konak, köşk, saray gibi görkemli mimari yapıların duvarlarında yer alan ve çoğu manzara temalarından oluşan resimler arasında, bazı alegoriler ve az sayıda natürmortlarla figürlere rastlanmıştır (Renda, 1977). Avrupa tarzında yaşamanın, oturulan yapıların duvarlarında resim, bahçelerinde insan figürü henüz olmasa bile, hayvan heykellerinin bulunmasını zorunlu kılan yeni bir görsel zevk oluşumuna yol açtığı kesindir. Böyle bir zevk ortamında, İstanbul un aristokrat kesimi, sarayın yön verdiği bu yeni kültürleşmeyi benimsemeye koyulmuştur. Fakat yapılardan eski hat levhaları ve diğer geleneksel dekoratif zevklere hitabeden örneklerin çıkarıldığı sanılmamalıdır. Başlangıçta çekingen bir yaklaşımla kimi manzaralar içerisinde küçük bir detay halinde ele alınan figür, yaşanan kültürel değişim neticesinde yavaş yavaş resmin konusu içerisine girmiş zamanla da çok farklı yaklaşımlarla Türk sanatçılar tarafından yorumlanmıştır. Bununla birlikte, 19. Yüzyıl İstanbul pitoreskinin en anlamlı yanı olan, ahşap ya da taş mimari tasarımlarla doğal çevre arasında kurulabilen tamamlayıcı ilişki ise önemli bir ayrıntıdır. Sanatçılar, fotoğrafın getirdiği objektif kompozisyon zorunluluğu

45 içinde pitoreskin bu organik anlamını kavrayan ve güçlendiren bir müdahaleyi de katmışlardır. Zaten, onları basit fotoğraf kopyacılarından ayıran ve yorum ustalığında temellendiren dayanaklardan biri de budur. Ayrıca, insan figürü olmayan bir fotoğrafı yorumlayan sanatçının, kendiliğinden birkaç figür serpiştirdiği sanılır; fakat fotoğrafın figürleri kapsayan aslı görüldüğü zaman, insan figürünün basitçe ve naif bir duyuşla resmedilmiş olduğu fark edilir. Manzara ressamlığı, figür karşısında gösterilen çekingenlik için bir tema ortamı oluşturma özelliğini bu alanda karşımıza koymuştur. Yüzlerce figür kapsayan bir fotoğrafın, ressam tarafından ıssız bir manzara olarak yorumlanması da başka bir örnek olarak karşımıza çıkar (R.1-2), (Tansuğ, 1999). R.1.Darüşşafakalı Hüseyin, Cihannüma Kasrı

46 R.2. Bedri Kulları, Alman Çeşmesi Osmanlı, Batı daki teknolojik gelişmenin temellendiği bazı kaynakları değerlendirmenin yolunu, önce modern askeri okullar kurup, bunların eğitim standartlarını yenilemekte bulmuştur. Askeri okullardan figür ressamı yetişmediği, müfredatın bunu öngörmediği, ancak Avrupa ya eğitime gönderilenlerin ister istemez figür alanında da çalıştıkları görülmüştür. Üçüncü asker kuşağına mensup 8 yıllık bir Avrupa deneyimi yaşamış olan Halil Paşa ile figür ressamlığında hayli yol alan fakat hiç Avrupa deneyimi yaşamamış Hoca Ali Rıza nın figür resmine ağırlık vermemesi dikkat çekmiştir (R.3). Hoca Ali Rıza resimlerinde bir ya da iki figüre yer verse de, genelde figürü dışlayan resim sentezleri ile Halil Paşa ya kıyasla İslami duyuş tarzına daha yakın olduğu görülür. Zaten figürü dışlama, figürden kaçınma gibi eğilimlerin, primitif olarak da bilinen Türk fotoyorumcu ressamların çıkış yeri olan Darüşşafaka okulunda da egemen olduğu sayısız örnekten de anlaşılmaktadır (Tansuğ,1999).

47 R.3. Hoca Ali Rıza, Aşı Boyalı Ev ve Yelkenli Önceleri saray ve saray çevresinde kabul gören değişimin zamanla Türk toplumunun geneline yayılması, toplumun sosyal hayatında yapılmaya çalışılan değişimlerin Cumhuriyetin ilanıyla birlikte daha da hızlanması, 1950 ler den sonra yaşanan gelişmelerinse artık olmazsa olmaz durumunu ortaya koyması sonucunda, Türk toplumunun çoğunluğunun hem Batı anlayışında bir resme, hem de figüre karşı daha ılımlı bir tutum sergilemesine neden olmuştur. Sanat eğitimi de, bu dönemde, Batılılaşmanın teknolojik boyutu ile ilişkili olarak başlamıştır. Yeni açılan askeri okulların ve Darüşşafaka' nın müfredatlarında, tamamen estetik dışı bir amaca yönelik olarak resim dersleri yer almıştır. Önce Mühendishane-i Bahri-i Hümayun un gemi inşaiye sınıfında, ardından Mühendishane-i Berri-i Hümayun da ve Harbiye Mektebi nde verilen fenn-i menazır (perspektif) dersleriyle yetişen öğrenciler tuval resminin öncüleri olmuşlardır. Daha sonra kurulan sanayi ve mülkiye mektepleri, idadiler ve Darüşşafaka Lisesi gibi kurumlarda okutulan dersler de yine askeri okullardaki gibi teknik amaca hizmet etmiştir. Bütün bu gelişmeler, yukarıda açıklanan değişimin ilk ayağını oluşturmuş, Türk Fotoyorumcuları ve Primitifler olarak adlandırılan Batılı anlamda resim yapan sanatçıların ortaya çıkmalarına neden olmuştur. Ferik İbrahim Paşa, Hüsnü Yusuf, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Selahattin, Ahmet Ziya Akbulut, Üsküdarlı Cevat, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid, Hüseyin Zekai Paşa, Halil Paşa gibi, askeri okul çıkışlı olsun ya da olmasın, her birinde, çekingen ve saygılı tutum, bir ölçüde dünyaya aynı saf yürek bakış ve ayrıntılı

48 işçilik gibi ortak nitelikler bulunmaktadır. Fakat Osman Hamdi, Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid, bu gruba göre daha farklı üslupta sanatlarını ifade ettikleri için diğerlerinden farklı değerlendirilirler (Elmas, 2000). Sanayileşen Batı nın Doğu yu sömürgeleştirmesinin Resim Sanatı na yansıması olan Oryantalizm akımının son yıllarında döneminde, Paris te Gerome un öğrencisi olan Osman Hamdi nin Türkiye ye döndükten sonra gerçekleştirdiği yapıtlarında Doğu ile Batı nın, inanç ile aşkın, yaşam ile ölümün ikileminin izleri sürülmektedir. Çağdaşları, tuval üstünde figür denemelerini çekingen bir tavırla uygularken, Osman Hamdi anıtsal boyda figürleriyle Türk resmine damgasını vurmuştur. Eserlerinde, tarihi mekanlar içine ustalıkla yerleştirdiği insan figürleri ve doğu dekor ayrıntılarına gösterdiği ince işçilik ile, primitif bir anlatımı olmadığını kanıtlar. Doğu nun renkli, egzotik ve dekoratif unsurlarını kullanarak albenili atmosferler yaratan Osman Hamdi, değişim sancıları yaşayan 19. yüzyıl sonu Osmanlı toplumunun önündeki sorunları, ikilemleri ve kişisel yaşam felsefesini yansıtan kendine özgü simgesel bir dil oluşturduğunun, geliştirdiğinin kanıtları olan konulara da yer vermiştir. Osmanlı toplum yapısında, kapalı büyük ailelerde çok farklı konumda çok sayıda kadının olduğu bilinmektedir: (eşler, çocuklar, yakın akrabalar, evlatlıklar, dadılar, vb...) Aşağıdaki örnek resimde de (R.4) kadınlar konu alınmış, soldaki büyük yeşil tentenin altındaki satıcılar, ön plandaki dizili kadınlarla, resimsel bir öğe oluştururken, Osmanlı toplumunun halk kesimlerinin simgesi olarak ikili bir rol yüklenmişlerdir. Dokuz kadının hepsi, göz ucuyla da olsa, izleyicinin bilincindedirler ve ona doğru bakmaktadırlar. Hepsi birbirinden farklı pozlar almışlardır; burada ressamın gözü ve fotoğraf makinesi ile saptadığı (veya başkalarının saptadığı) gözlemlerinden yararlandığını, ancak kendisine bakıldığının farkına varan bir kadının kendine özgü hareketlenmelerinin -jestlerininçeşitliliğini belgelediğini söyleyebiliriz.

49 R.4. Osman Hamdi, Gezintide Kadınlar Osman Hamdi ile aynı dönemde olmasına karşın Süleyman Seyyid in ilgisi daha çok natürmorta yönelik olmuştur. Ancak özgün bir figür araştırmasından uzak olmadığı da söylenebilir. Gerek natürmortlarında gerekse manzaralarında düzenli, dengeli ve hesaplı fırça işçiliğiyle tipik bir natürmort ressamı olduğunu kanıtlamıştır. Buna karşın, figürlerin ele alınışı ürkekçedir. Diğer resim öğeleriyle bağdaşmayan özellikler içerir. Doğa parçası daha ustaca ele alınmasına karşın figürler basit ve küçüktür (R.5) (Elmas, 2000). R.5. Süleyman Seyyid, İhtiyar Adam

50 Şeker Ahmet Paşa ise şemacı bir ayrıntıcılıkla ele aldığı natürmort temasına yaklaşımını, Süleyman Seyyid in şema duygusundan çok, resimsel bir plastik olgu olarak betimlemeye çalıştığı yönünde değerlendirmek mümkündür. Bundan çıkan sonuç, farklı yaklaşımların, üslup alanında kişisel belirtilerin öne çıkmasında bir kanıt teşkil etmekte olduğudur. Aşağıdaki örneklerde paleti ve fırçasıyla Batı resim tekniğine sahip çıkmanın bir simgesi olan Şeker Ahmet in kendi portresi ve naif görünüşlü asker istifleri şeklinde resmedilmiş askerlerin yer aldığı eserleri, figür alanında yapılmış anlamlı başyapıt niteliğini yıllardır korumuştur (R.7). R.6. Şeker Ahmet Paşa, Talim Yapan Erler R.7. Şeker Ahmet Paşa, Otoportre Türk resmine figürün girişi bireysel düzeyde Osman Hamdi Bey ve genel olarak da Çallı kuşağı ressamları ile başlamıştır. Gerçi Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyit ile diğer bazılarının resimlerinde de kimi zaman figüre rastlandığını belirtmiştik. Fakat yukarıda da değinildiği üzere, bu resimlerde figür ya çok küçük bir yer tutmuş ya da Süleyman Seyit gibi acemice ele alındığı için, yeteri kadar vurgusal kılınamamıştır. Yani insan figürü, Türk sanatçısının yağlıboya resim sanatıyla tanışmasından yaklaşık olarak elli yıl kadar sonra ele alınabilmiştir. Bu da başlı başına bir kilometre taşıdır. Çünkü yüzyıllardan beri gayrı resmi bir şekilde sürdürülen bir suret yasağının ardından öyle birden bire figüre geçmek o dönem ve koşulları içinde üstesinden kolayca gelinecek bir şey değildir. Çünkü resim derslerinde kopya etsinler diye Darüşşafakalı öğrencilere dağıtılan Abdullah Biraderler in Yıldız Sarayı bahçeleri ve çevresini konu alan fotoğraflarından yapılan resimlerde, bu fotoğraflarda tesadüfen yer alan figürler özenle ayıklanmıştır. Örneğin, Türkiye de ilk kez İstanbul da açılan resim sergilerine ancak

51 çıplak figürün yer almaması koşulu ile izin verilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, Çallı kuşağı ressamlarının figürü (ve de çıplağı) ele almaları, bir hayli önemli ve anlamlı sayılması gereken bir gelişmedir (İskender, 1994) ve 1881 yıllarında azınlıklar tarafından kurulmuş olan Elifba Kulüp sergileri, dönemin kamuoyunu etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Elifba Kulüp ü çağdaş Türk resminin henüz başlangıcında karşımıza çıkan ilk gruplaşma eğiliminin öncüsü olarak kabul etmek gerekir. Kulüp ün 1881 yılındaki sergisinin halktan çok fazla rağbet görmesi, henüz Batılılaşma eşiğinde saray dışında da hareketlenmenin başladığının göstergesi olmuştur (Elmas,2006). Sonraki süreçte, Sanayi-i Nefise nin eğitime başladığı 1883 tarihinden sonra, üretilen yapıtların ödüllü ve ödülsüz sergilenme faaliyetleri başlamıştır. Türk sanatı açısından çok büyük önemi olan bu sergiler, 1890 a kadar devam etmiştir lerde yer alan çok önemli olaylar arasında ise Şeker Ahmet Paşa nın, 1900 yılında Pera Palas ta açtığı kişisel sergi ve İstanbul Salonu adlı sergiler olmuştur. Daha da önemlisi, sergiler vesilesiyle, İstanbul da, Paris Louvre gibi çağdaş sanatçıları kapsayan bir resim ve heykel müzesinin kurulması fikri doğmuştur. Fakat dönemin hükümet yetkililerince, sergilerde çıplak kadın tablolarına yer verilmemesi emredilmiştir. Oryantalizme rağmen bu modaya rağbet etmeyenler ise, doğa ile atölye arasında oluşan etkinliklerin ürünleriyle Türk resminin geleceğine ışık tutan yeni bir gelecek hazırlamaya çabalamışlardır ( Tansuğ, 1999 ). Sınırlı koşullar altında çalışan ressamların dönemleri içinde en büyük sorunları, hazır bir sanat ortamının bulunmayışı olmuştur. Buna karşılık, çağdaş Türk resim sanatını topluma tanıtmayı hedefleyen etkinlikler olan Galatasaray Sergileri ni organize etmişler, Türk resminin ilk grubu olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ni (1908) kurarak, Çağdaş Türk resminin değişim sürecini etkilemişlerdir. Türk resim sanatının kurumlaşma ve çağdaşlaşma çabalarının başlangıç noktası sayılabilecek Osmanlı Ressamlar Cemiyeti 1921 yılında Türk Ressamlar Cemiyeti adını almıştır. Daha Sonra, 1926 da Türk Sanayi-i Nefise Birliği, son ve kalıcı ad değişikliği ise aynı yıl içinde gerçekleşerek Güzel Sanatlar Birliği olarak cemiyeti günümüze kadar taşıyan son isim kabul edilmiştir. Sarayın teşvikiyle kurulan cemiyet yine sarayın desteğiyle 20 Ocak 1911 yılında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası adı altında bir de dergi çıkarmıştır. Dört yıl boyunca yayın hayatına devam ederek onsekiz sayı çıkan dergi, etkinlikleriyle halkta kuramsal olarak bir sanat alt kültürü oluşmasına da vesile olmuştur. Dergide, plastik sanatların her dalında yapıtlara ve sanatçılara yer verilmiş, bazen üslupları ve yaşamları anlatılmıştır. Cemiyetin

52 bir bakıma sözcülüğünü de yapan dergi, üyelerin aldıkları kararları ve uygulamaları topluma aktarmıştır. Gazetenin yazarları arasında yer alan Sami Yetik, makalelerinde, Louvre Müzesi ndeki koleksiyonlardan, Sanayi-i Nefise Mektebi nin eğitim programlarına, Osman Hamdi den Hasan Rıza nın resimlerine, çok çeşitli konulara ağırlık vererek, güzel sanatları halka indirmeyi, sanatla insanları kaynaştırmayı ve etkinliklerden haberdar etmeyi hedef edinmiştir. Plastik sanatların önemi üzerinde ilk kez 19. yüzyıl başlarında durulması, cemiyetin değişim çabasının birer göstergesi olmuştur (Elmas,2006). II. Meşrutiyet in ilanını hazırlayan siyasal, sosyal ve kültürel hareketliliğin dorukta olduğu bir ortamda yetişen Osmanlı Ressamlar Cemiyeti nin genç üyeleri, İbrahim Çallı ve arkadaşları daha Avrupa ya gitmeden Osman Hamdi dönemi veya Hoca Ali Rıza - Halil Paşa ekolünden çok farklı bir kültürel oluşum içine girmişlerdir. Batılılaşma sürecinin ikinci eşiği olan II. Meşrutiyet in ilanından sonraki iki yılda sanatçılar, çoğunluğu Paris olmak üzere eğitim için Avrupa ya gitmişler, akademik bir çizgide yer alan, Fernand Cormon, Jean-Paul Laurens ve Albert Laurens in atölyelerinde çalışmışlardır. Birinci Dünya Savaşı nın başladığı 1914 yılında yurda dönmeleriyle, yeni bir sanat hamlesine topluca girişme gereğini duyan sanatçılar, yok denecek kadar sönük kalmış kültür hayatını, toplanmak, sergiler açmak suretiyle canlandırma çabalarına girişmişlerdir (Elmas,2006) yılından başlayarak, Doğu izlenimlerinde kesinti başlamış, ekol, eğilim bakımından etiketleme, sınıflandırma güçlüğüne karşın bu dönem ressamlarına yakıştırılan Empresyonist terimi yerinde olmamakla beraber, yine de onlara borçlu olunan yeni aşama belirmiştir. İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Namık İsmail, Nazmi Ziya, Avni Lifij, Feyhaman Duran önceki dönem sanatçılarından, figür, portre, çıplak figür, romantik, duygusal konular, güneş ışınları altındaki İstanbul un renkli, berrak, şeffaf görüntüleri konu olarak almaları dolayısıyla, kesinlikle ayrılmışlardır. Empresyonist teriminin yakıştırılmama sebebi ise, sergilerinde, empresyonist tekniğin artık yaygınlaşmış, bir bakıma akademikleşmiş örneklerini göstermeleridir (Berk, 1973). Birçoğu Sanay-i Nefise çıkışlı olan ressamların sergilerini Osmanlı Ressamlar Cemiyeti organize etmiş, yeni bir resim anlayışı getiren bu gençleri çevreye tanıtmışlardır. Yurda dönüşlerinden sonra, Sanay-i Nefise ve İnas Sanay-i Nefise Mektebi nde görev almaları ise, bu kurumun başlangıç noktası ve felsefesini değiştirmiştir.

53 Figürün, giysili ya da çıplak modelden yararlanmak suretiyle Batı daki resim atölyelerinin eğitim standartlarına uygun yaklaşımlarla ele alınması, Sanay-i Nefise okulunun kurulması ile başlamış ve yaygınlaşarak günümüzde de sürmeye devam etmiştir. Sonraları insan tasviri ve suret konusunda farklı ve özgün yaklaşımları olan bir İslam ülkesinde bazı tereddütlerin az çok aşılması suretiyle gövde ve çehreye ağırlık verilmesi, giderek fotoğrafın da yaygınlaştığı bir süreç kapsamında gerçekleşebilmiştir. Sanay-i Nefise çevresinde giysili ya da yarı çıplak erkek modelden yapılan atölye çalışmalarının yanı sıra, fotoğraf çekimlerinin karelere bölünüp büyütülmesi suretiyle başka yöntemler de kullanılmıştır. Yöntemlerin yanı sıra, atölyelerin duyarlılık atmosferini yansıtan diğer figür çalışmaları ise dönem ressamlarına hiç çekici gelmemeye başlamıştır. Doğa görünümleri ve ışık gözlemleri yavaş yavaş özel bir önem kazanmış, atölye ortamının ağır ve kasvetli etkisinin yenilenip tazelenmesi yolunda istekler uyanmıştır (Tansuğ, 1999). Osmanlı kadınının resme olan ilgisi, bireysel yaklaşımlara ve sanatsal gereksinimlere dayanmakla beraber, toplumsal uyanış zincirinin bir halkasından ibaret olmuştur. Ayrıca resim sanatı ve kadın kimliği Batılılaşma etkisi altında devrimcilik ve muhafazakârlık arasındaki salınımlardan etkilenmiştir. Bir yanıyla özgürleşen bir yanıyla hala erkeğin hizmetinde kalan kadının çelişkileri resim alanına da yansımıştır. Yüzyıllarca, kapalı kapıların ve kıyafetlerin ardından süratli bir biçimde kurtulmaya çalışan kadınlarla, yüzyılların minyatür sanatından sıyrılarak Batı nın yağlıboya resim tekniğini kavramaya çalışan Türk ressamları aynı yazgıyı paylaşmaktadır. Bu toplumsal uyanış zincirinde İbrahim Çallı ve Namık İsmail, Meşrutiyet ve Cumhuriyet kadınının yaşamındaki çelişkileri, varolma mücadelesini, çağdaş uyumluluk ile geleneksel değerler arasındaki denge arayışını yansıtan resimlerini, izlenimciliklerine bağlı olarak, figüratif resmin olanaklarından faydalanarak ortaya koymuşlardır. Kadının yaşamsal çekiciliğini sanatsal verilerle bezeyen İbrahim Çallı ve Namık İsmail, figürün yeterince yaygın olmadığı bir dönemde nü'leri ele alarak, hareketi, ışığı, kadın bedeninin uyumlu çizgilerini, kadının oransal değerlerini, yoğun boya hamurunu, geniş renk lekelerini ve serbest fırça vuruşlarını soyutlayıcı bir tavırla yansıtmışlardır. Nü' ler daha çok uzanıp yatmış bir şekilde gösterilirken, soyunurken ya da giyinirken, sandalyede ya da kanepede otururken de gösterilmiştir (R.8-9) (W.7-

54 R. 8. Namık İsmail, Çıplak R.9. İbrahim Çallı, Yatan Çıplak Daha önce de belirtildiği üzere Tanzimat ve devamındaki Meşrutiyetle birlikte batılılaşma yaşanırken, Türk resim sanatının tarihsel süreci içinde kadın portreleri ve nü ler, kadın temasında yepyeni bir hava yaratan, onu geliştiren ve güçlendiren, İbrahim Çallı önderliğindeki 1914 Kuşağı ile olmuştur. Bu kuşağın içinde, Çallı yı izleyen Namık

55 İsmail, Türk resim sanatında kadın temasını bir basamak daha yükseltmiştir. Çallı Kuşağı ve arkasından gelen süreçte, resim sanatının en gözde konularından olan nü'ler, İbrahim Çallı ve Namık İsmail ile birlikte Türk Plastik Sanatlar Tarihi'nde ayrıcalıklı bir yere sahip olmuşlardır. Uzanan Çıplak, Türk resminde bir basamak olmuşsa da daha çok etüt amaçlı yapılmıştır. Yani Batı da olduğu gibi köklü bir geleneğe ve değişime sahip olmamıştır. Aynı kuşaktan Ruhi Arel de eşini model olarak kullanmış ve uzun yıllar kapalı tutulan çıplak figürü resimlerinde kullanmıştır (Sarıdikmen, 2006). Dönemin diğer sanatçılarında olduğu gibi toplumsal konuları da ihmal etmeyen İbrahim Çallı ve Namık İsmail, Anadolu kadınını işlerken onu temsili olarak göstermişlerdir. Çallı, Hatay ın Anavatana Hasreti adlı çalışmasında kadın temasını işlerken, ön planda yer alan, oturmuş dağlara bakan genç kızın ifadesine, Hatay ın anavatana olan hasretini yüklemiştir. Hatay ı temsil eden genç kız, kentli kadınlardan farklı olarak Anadolu kadını tipinde, folklorik özellikleriyle karşımıza çıkmaktadır (R.10). Kentli kadını, sigarasını içerken, şapkalı, şemsiyeli olarak işlenirken (R.11); burada, toprağa oturmuş, farklı çelişkiler ve beklentiler içinde, yerel kıyafetli Anadolu kadınını işlenmiştir. İbrahim Çallı ve Namık İsmail Batılılaşmayı arkalarına alarak resme hem teknik hem de konu açısından yenilikler getirmişlerdir. Türk resmi içinde ilk olan bu yaklaşımların kadının çağdaş yaşama ilk adımının biraz ürkek başlaması, tarihsellik içinde değerlendirildiğinde son derece normaldir. R.10. İbrahim Çallı, Hatay ın Anavatana Hasreti R.11. İbrahim Çallı, Balkonda Oturan Hanımlar

56 1914 kuşağı etkinlikleri uzun süre, Galatasaraylılar Yurdu ve Lisesi nin bünyesinde gerçekleştirilmiştir. Yılda bir kere yaz aylarında düzenlenen sergiler, resim sergisi görmeye alışmamış şehir halkı ve özellikle aydınları için sabırsızlıkla beklenen bir kültür olayı olmuştur. Daha önceleri Türk, yabancı ve Levanten sanatçıların, belirsiz aralıklarla açılan sergilerine kıyasla Galatasaray sergileri ilk olarak kalite bakımından birbirine eş yapıtlar sunmakla kalmamış, eski ressamların görüş ve tekniğine bir bakıma son veren yeni, atılgan bir eğilim de göstermişlerdir. Böylece 1908 de kurulmuş olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti hareketi gelişmiş Türk resmine yeni bir yön verilmiştir. Galatasaray sergileri, ön planda olan önemli isimleri bir araya toplamakla kalmamış, bazı gençleri de tanıtmıştır (Berk; Turani, 1981). Galatasaray sergilerinde yer alan sanatçılar, Şevket Dağ, Sami Yetik, M. Ali Laga, Vecih Bereketoğlu, Mihri Müşfik, Ömer Adil ve İsmail Hakkı olmuştur. Bu sergi etkinliklerinde peyzaj ilgisinin yoğunluğundan bahsedilse de, İbrahim Çallı, Ruhi Arel, Namık İsmail, Feyhaman Duran, Avni Lifij gibi sanatçılar, figür kompozisyonları, portre gibi temalarda ısrar etmişlerdir. Türk resim sanatı yenilenip çağdaş bir görünüm kazanma yoluna girdikçe, sanatçılar da çıplak sorununa ilişkin yeni çözümler arama zorunluluğuyla karşı karşıya kalmışlardır. Aynı zamanda, çıplak sorunu Türk sanatçısının çağdaş biçim özgürlüğüne açılımını da simgelemektedir. Genel olarak figür ve portre sorununun genel eğilim çerçevesi konusu da, Türk resim sanatında figüratif eğilimler ve özellikle portre sorunlarının, geleneksel sanat ve kültürdeki değişim olgusunun gerilimi içinde ele alınmasıyla dile getirilebilir lardan sonra fotoğrafın da yaygınlaşmış olması, figür ve portre sorunu karşısında uyanıklığını sürekli korumuş olan geleneksel eğilimler üzerinde kışkırtıcı bir rol oynamıştır. Bu bakımdan, geleneklerinde figür ve portre şemalarının bir nakış duyarlılığıyla ele alındığı Türk sanatçıları, teknolojik kültür aşamasının ortak bir aracını kullanarak, figür ve portre yeteneklerini güçlendirmede, Batılı sanatçılardan çok daha şanslı olmuşlardır. Dönemin sanatçıları arasında geniş ölçüde portre ressamlığına yönelmiş olan sanatçılardan en önemlisi olan Feyhaman Duran, öte yandan, kızların henüz Sanay-i Nefise Mektebi Âlisi ne kabul edilmedikleri bir dönemde, ilgili resmi makamlara başvurarak, İnas Sanay-i Nefise Mektebi nin açılmasına önayak olan ve müdüreliğine atanan Mihri Müşfik, sağlam deseni olan portre ressamlarıdır. Müşfik, ilk kez atölyelere çıplak kadın model getiren sanatçı, çıplak erkek model sorununu ise Arkeoloji Müzesi ndeki torsoları kullanarak çözmeye çalışmış girişken bir sima olmuştur (Tansuğ, 1999).

57 R.12. F.Duran, Ruhi Arel R.13. F.Duran, Atatürk R.14.Mihri Müşfik, Otoportre

58 1914 kuşağı sanatçıları, 1916 dan itibaren her yılın Ağustos ayında Galatasaray Lisesi nde sergiler düzenlemeye başlamıştır. Galatasaray sergilerinde peyzaj ilgisinin hala devam ettiği söylenebilir. Ancak İbrahim Çallı, Ruhi Arel, Namık İsmail, Avni Lifij gibi isimler, figür kompozisyonlarında ısrar etmişlerdir. Figür, dolayısıyla da çıplak sorununun çözümlenmesi açısından bu isimler Türk kültür yenilenmesi ve değişimi içinde önemli bir yere sahip olmuştur. Bunun yanı sıra, Galatasaray Sergileri nin 1951 yılına kadar, otuz beş yıl boyunca düzenli bir şekilde açılmış olması, Türk sanatında yerine getirilmesi gereken önemli kültür hamleleri olarak değerlendirilmiştir (Tansuğ, 1999). Sanatın toplumsal yapılara bağlı gelişmesiyle, sanatçının yaratımını politik, ekonomik, kültürel şartlara uyumlu bir tavırla gerçekleştirmesi özdeştir. Bu arada tarihî sürecin hiçbir döneminde varlığı inkâr edilemez olan savaşlar, tüm ulusların sanatında yer almış genel bir konu olduğu kadar, tüm sanatçılarca aynı duyguların yorumlandığı ortak bir dili barındırır. Kurtuluş Savaşları, inançlar uğruna yapılan savaşlar, ideolojik savaşlar, topyekûn savaşlar gibi en eski olgulardan biri olarak, toplumların içine düştükleri çıkmazlar için yapılmışlardır. Bu savaşlar, her dönemde sanatçılara esin kaynağı olmuştur; savaş acısı, hüznü, yıpratıcılığı, zorluğu, onların sanatları için adeta birer belletendir. Dolayısıyla Kurtuluş Savaşı ortamı, ressamlarımızı aynı duygularla sarıp, onların bu konunun dışında kalmasına izin vermeyen bir bütün sergilemiştir. Yapılan resimler, toplumun dramını acıyı hissettirirken; bazıları ise yaşayan vahşeti gözler önüne sermekten geri kalmamıştır. Savaş resimlerinde belirgin olarak izlenen halkları coşturan yaklaşım, genellikle bağımsızlık uğruna yapılan savaşlara aittir. Bunu Kurtuluş Savaşı teması için de söylemek mümkündür. Özellikle insan figürünün çokça kullanıldığı hareketli kompozisyonlarda, sanatçılar son derece başarılı olmuşlardır. Çünkü onlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında yaşanan kuşkulu düzenden ve kötü gidişattan haberdardırlar: Bu düzen onların kurtuluşa karşı duyarlılıklarını arttırmıştır. Bu resimlerde hem tutkulu, hem de araştırmacı bir tavır yakalanmalıdır. Amaç, savaş hüznünü, yıkıcılığını yansıtmanın yanında, ulusallık ruhunu güçlendirmek, savaşın nasıl zor şartlarda kazanıldığını belgelemektedir (Bulut, 2004). Kurtuluş Savaşı resimleri, Çanakkale Boğazı savunmasında gösterilen başarının yankıları ile daha da özendirici bir hal almıştır. Zaten, savaş yaşanan toplumsal olay olarak, ister istemez resimlere yansıyacaktır. Bu konuda, özellikle Şişli Atölyesi Türk resim tarihi içinde anılması gereken önemli bir etkinlik olarak gündeme gelmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında, İstanbul un Şişli semtinde savaş resimleri yaptırılmak üzere kurulan bu

59 atölyede, 1914 kuşağı ressamları konusu, savaş sahneleri ve askerler olan irili ufaklı resimler yapmışlardır. Atölyede yapılan çalışmalara katılan ressamlar, savaş sahnelerini ya hamasi bir destan havası içinde göstermiş, ya da büyük bir hareket dinamizmi içinde ortaya koymuştur. Figüratif anlatımın ön plana çıktığı anlatımlar, izleyicide savaş temasına ilişkin gerçekçi izler bırakmıştır. Şişli atölyesiyle, öteden beri asker, ordu ve zafer temalarına gösterilen ilgi yeniden canlanmıştır. Şişli Atölyesi resimlerinin gerçekleştirilmesinde izlenen yol gerçekten figüratif resmin Türk resim sanatındaki önemli evrelerinden birini oluşturmuştur. Ayrıca Cumhuriyet döneminde Yurt Gezilerine yollanan sanatçıların da yaşadığı gibi, ortaya çıkan belirsizlikten söz edilebilir. Bu, uzun yıllar Paris te eğitim almış ve izlenimci tekniği geliştirmiş sanatçıların, kendilerine ısmarlanan büyük boyutlu figürlü kompozisyonlar karşısında izleyecekleri yolun akademik mi yoksa izlenimci mi olması gerektiği ikileminden kaynaklanmıştır. Fakat sonunda izlenimci anlayışta eserler ortaya çıkmıştır (Gören, 2002). Bu konuda Sami Boyar, Arif Kaptan, Ercüment Kalmık, Halil Dikmen, Cemal Tollu, Ali Çelebi, Zeki Kocamemi, Avni Lifij, Hikmet Onat, Namık İsmail (R.15), Ruhi Arel (R.16), Sami Yetik (R.17), İbrahim Çallı (R.18) gibi sanatçılar belli bir tarzda olmasa da, aynı duygularla hareket etmiş ressamlardır. Bunda, cephelere bizzat götürülerek savaşın atmosferi hakkında gözlemler yapma fırsatı yakalamalarının da önemi olmuştur. R.15. Namık İsmail, Son Mermi R.16. Ruhi Arel, Askerler ( detay )

60 R.17. Sami Yetik, Topçular R.18. İbrahim Çallı, Zeybekler (detay) Kurtuluş Savaşları konulu resimler, savaşların bu dramatik yapısından çok, toplumsal bir eylemi, duyarlılığı yansıtmışlardır. Resimlerde özgürlüğe karşı duyulan özlem ve dayanışma, bu gibi duyguları birebir yaşayan varlık olan insan ile özdeşleştirilmiş, insan figürü yardımıyla işlenmiştir. Türk halkını heyecanlandırarak, özgürlüğe çağrı yapan duyguyu güçlendiren, birliktelikle daha kuvvetli olunabileceğini anlatan sahneler; coşturucu içeriklerin biçimlendirdiği yapılarıyla o dönemi belgelerler niteliktedir. Sonuçta büyük boyutlu yağlıboyalar olan bu resimlerde renkçi, lekeci, inşaacı, dışavurumcu gibi üslûpsal farklılıklarla olsa da, figüratif anlatımlarıyla ortak bir amaç altında birleşmişlerdir. Dolayısıyla bağımsızlık özleminin, toplumdan ayrı düşünemeyeceğimiz ressamlar için de vazgeçilemez bir duygu olduğunu, hatta bağımsız olma fikrine duyulan saygı, bu konunun daha sonraları, tekrar tekrar ele alınması şeklinde kendini göstermiştir (Bulut, 2004). Savaş konularının bu şekilde figüratif olarak ele alınması ve direkt olarak Türk halkının duygularına sesleniyor olması, bir anlamda da figüratif resme karşı olan olumsuz tutumun kırılmasına olanak sağlamıştır. Aslında, Türk resminde figürün ilk kez ve topluca İzlenimciler tarafından işlenmiş olması ilginçtir. Çünkü İzlenimcilerin genel ve geleneksel olarak yöneldikleri resim türü aslında figür değil peyzajdır. Bu bakımdan, genel eğilime bir istisna oluşturmamakla birlikte ayrıca figürü de denemiş olmaları (ve üstelik bunu büyük boyutlu kompozisyonlarda denemek cesaretini göstermeleri) yalnızca ilginç değil aynı zamanda bu kuşağın bir artısı olarak karşımıza çıkar. Gerçi bu yönelişte ressamların askeri kahramanlık konularını işlemelerini sağlamak amacıyla Şişli de bir atölye kurulmasının ve resimler sipariş edilmesinin yadsınamayacak payı vardır. Ancak tek nedenin bu olduğu

61 da söylenemez. Eğer öyle olsaydı, İzlenimciler de figür resmi yalnızca bu atölyenin üretimi ile sınırlı kalırdı. İlk örnekleri 1916 dan itibaren düzeyli olarak tekrarlanan Galatasaray Sergileri nde görülen figür ilgisinin, tensel ve tinsel boyutuyla insanın gerçek anlamda temsil edilişine dönüştürüldüğü görülür. Ancak bu başlangıç, 1933 de Cumhuriyet in 10. yıldönümü nedeniyle düzenlenen İnkılâp Sergisi nin ressamlar arasında geniş bir ilgi yaratarak figür resmi üretiminde bir artış sağlamasına karşın, kesintiye uğramıştır. Ayrıca, Mustafa Kemal in sosyal, siyasal, kültürel alanlar yanında sanatsal alanlarda da gerçekleştirdiği köklü değişimlerin ilk aşamalarında görev almış olan 1914 kuşağı sanatçıları, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ne geçiş sürecinde bütün sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal vb. olayları yaşamış olmaları dolayısıyla farklı bir konumda yerleşmişlerdir (Gören, 2002). Çağdaş dünyanın çağdaş devlet yönetimini uygulayan ilk ülkelerden biri olarak kurulan genç Türk Cumhuriyeti, yirminci yüz yılın çağdaş düşünce yapısına sahip bir insan yapısı yaratmayı amaçlamıştır. Henüz Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen ilk yıllarda kentsel yaşam tarzında bir modernleşme başlamış, kültür ve sanat alanlarında ise geçmişe göre bir devrim yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu nun yıkılışı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet in kuruluş yıllarına rastlayan gençler, yaşadıkları toplumun hızla gelişen ve değişen siyasal, ekonomik, kültürel oluşumlarının içinde gelişmeleri izleyerek, okuyarak ve düşünerek yetişmişlerdir. Cumhuriyet in ikinci yılından itibaren genç Türkiye Cumhuriyeti nin yücelmesine öncülük edecek bilim ve sanat adamlarının yetiştirilmesi ilkesiyle, bu çağdaş, yetenekli ve başarılı öğrenciler Avrupa ya gönderilmiştir. 1929' da, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği ni kuracak gençler, Refik Epikman, Cevad Dereli, Şeref Akdik, Mahmut Cûda, Nurullah Berk, Muhiddin Sebati, Ratip Aşir Acudoğlu, Fahreddin Arkunlar ve onlardan bir yıl önce Almanya' dan dönmüş olan Ali Avni Çelebi ile Ahmet Zeki Kocamemi olmuştur. Birliğe sonradan katılan Hale Asaf, Müstakiller içinde tek kadın sanatçı olmuştur. Amaçları, sanatçıların ortak hak ve çıkarlarını korumak ve bunu yaparken de sanatçıyı çalışmalarında özgür bırakmak; yabancı ülkelerde resim sergileri açıp yabancı sanatçıları da buraya davet ederek kültür alışverişine girmek ve de kente, bunun yapılabileceği bir sergi salonu ile bir resim-heykel müzesi kazandırmaktır. İlk sergilerinin kataloğunda geçen, yeni doğan Türk resmi, fikir ve teknik saha gibi sözcükler, birer anahtar sözcük olup Müstakillerle birlikte gelen yeni bir estetiğin habercisi olmuşlardır (Elmas, 2006).

62 Müstakiller, öncelikle konstrüktif desen anlayışına ve geometrik kurguya önem vermekte, bunu yaparken de ressamın resim yapan değil; resim yoluyla topluma rapor veren kişi olması anlayışından hareket ederek resim sanatını sevdirmeye çalışmaktadırlar. Başlangıçta çıkışları pek hoş karşılanmamış, Batı yı kopya etmekle suçlanmışlardır. Sanatçıların eserlerinde kimi yabancı etkilerin görüldüğü muhakkaktır. Onlara gelinceye kadar, doğa bir taklit ürünü iken; onlar doğa incelemelerinin, onu doğrudan tuvale aktarmak anlamına gelmediğini ve doğanın geometrik düzenler içerisinde ele alınması gerektiğini savunmuşlardır. Geometrik düzenlerin temel olarak alınması, onların resimlerinin anlaşılmaz olarak değerlendirilmesine neden olmuştur. Örneğin, Ali Çelebi nin, Maskeli Balo ve Berber adlı yapıtları, kübist yorum, form ve düzen ile yapı sağlamlığı bakımından, geometrik düzen hâkimiyeti altındadır. Bu özellikler göz önüne alındığında, insanın büyük kent yaşamındaki ruhsal doyumsuzluğunun, duygulu ve hüzünlü iç gerçekliklerinin, geometrik formların geriliminden esinlenilerek, çeşitli karşıtlıklar içinde, figüratif anlatımın ifade olanaklarıyla işlenmiş olduğu görülür (R.19-20). R.19. Ali Çelebi, Maskeli Balo

63 R.20. Ali Çelebi, Berber Zeki Kocamemi de sanat görüşünü bu yıllarda, kübist biçimci ya da konstrüktivist yaklaşımlara yöneltmiş, hacimsel biçim kaygısı güderek ele aldığı figürleriyle, Türk resmine yepyeni bir anlayış getirmiştir. Bu yönüyle, Zeki Kocamemi nin, Cumhuriyet dönemi Türk resminin modernleşme sürecinde öncü niteliğe sahip bir sanatçı olduğunu söylemek mümkündür. Güçlü bir desene sahip olan Zeki Kocamemi nin, bu yıllarda gerçekleştirdiği Mekkâre Erleri (R.21) adlı çalışması sanatçının en çok konuşulan başyapıtlarından birisi olmuştur. Önde iki süvariyi ve geri planda onları izleyen askerleri gösteren bu resim, konu olarak Kurtuluş Savaşı ndan bir sahneyi içermektedir. Gri, mavi ve mor tonlarının hâkim olduğu resimde, yüzeyler kalın ve hareketli fırça darbeleriyle oluşturulmuştur. Figürlerin hacimli işlenişi ise Kocamemi nin özgün tarzını ortaya koymaktadır. Atatürk ün Cenaze Töreni (R.22) adlı yapıtı ise, son derece duygusal ve milli bir konunun, avant-garde bir tutumla tuvale aktarılması nedeniyle, Türk resminin konu ve uygulama sorununa getirdiği çözüm açısından ayrı bir önem taşır.

64 R.21. Z. Kocamemi, Mekkâre Erleri R. 22. Z. Kocamemi, Atatürk ün Cenaze Töreni Hale Asaf, Müstakiller hareketi içinde, sadelik ve yalınlık etkisini en belirgin kullanan isim olmuştur. Bilindiği gibi, sanatçının yaşamış olduğu dönem, hem Osmanlı kültürünü hem de yeni filizlenmekte olan Cumhuriyet kültürünü temsil etmiştir. Gerek Osmanlı nın son dönemlerinde Batılılaşma hareketlerine koşut olarak, gerekse Cumhuriyet döneminde, toplum yapısında kadına yönelik değişiklikler yaşanmıştır. Böylesi bir ortamda Hale Asaf da, tıpkı Şeker Ahmet Paşa nın Otoportre sinde olduğu gibi belge nitelikli bir çalışma ortaya koymuştur. Resim eğitimi alan her kadın ressam olmamış, aldıkları resim eğitimi ne yazık ki çoğunlukla geçici bir hevesten ibaret olmuştur. Hale Asaf ın Paletli Otoportre si (R.23) bu açıdan tarihi ve belgesel bir önem taşımaktadır. Gömleğinin kollarını sıvayıp eline paletini almış olan bir ressam-kadın, bu kimliğiyle ayakta durmakta ve bu kimliğe sahip çıkmaktadır. Şematik biçimli, ayrıntı gözetmeksizin sürülmüş geniş boya alanlarının uygulandığı portreleriyle, serbest fırça vuruşlarıyla artıklardan temizlenmiş, yalın, lirik bir gerçekçilikle resmettiği figür

65 resimlerinin yanı sıra, mimari yapıları, üslubu hakkında bizlere kesin ipuçları sunmaktadır. Ancak sanatçının bu dönem resimlerine bakacak olursak bunlarda Art Déco üslubunun ağır bastığını görürüz. Bilindiği gibi Art Déco, Kübizm den türemiş bir üsluptur ve sanatçının gelmiş olduğu nokta da, onun çağdaş olanı takip ettiğini göstermektedir (W.8- R.23. Hale Asaf, Paletli Otoportre Ayrıca Müstakiller, Türkiye de sanatın değişmesi yönünde verdikleri çabanın yanında sanat ve sanatçı kavramının benimsenip yerleştirilmesi ve bu kavramların kültür katmanlarına yayılması için sistemli çalışmalara girişmişlerdir. Özgür düşünme haklarının korunması konusunda gösterdikleri sağduyuyu, daha sonra sanatçı haklarının korunması ve sanatçıların sanatsal üretimleri karşılığında yaşamlarını kazanmaları ve yapıtlarını uygun ortamlarda sergileyebilmeleri gibi, sanatçıların yaşamsal faaliyetlerini kapsayan konularda da göstermişlerdir (Elmas, 2006). Aslında Müstakiller, içinde farklı sanat görüşlerini de barındırmaktadır ve sanat için elverişli koşulların oluşturulması amacıyla bir dernek olarak kurulmuşlardır. Ancak bu dernek içinde plastik sorunlara eğilen üyelerin bulunması, onların bu konuda asıl atağı yapacak olan D Grubu na zemin oluşturmalarını sağlamıştır. Müstakiller, 1932 ile 1936 yılları arasında herhangi bir faaliyette bulunmamış; bu arada, 1932 yılında Halkevleri açılmış, 1933 yılında da D grubu kurulmuştur. Müstakiller de 1937 yılı itibariyle Anadolu'nun çeşitli kentlerinde bulunan halkevlerinde sergiler düzenlemiş ve bir bakıma

66 halkevleri ile işbirliği içerisinde çalışmış, Türk halkının plastik sanatlar açısından kültürel değişime uğramasına vesile olmuşlardır. Nitekim Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, genç insanların coşku ve heyecanını yansıtan bazı etkinlikler düzenlemiş olmasıyla dikkat çekmiştir. Gençlerin ve sanata ilgi duyan kesimin bu yolla toplumsallaştırılmaya ve dolayısıyla da kültürlenme seviyelerinin yükseltilmeye çalışıldığı görülmektedir. Müstakillerin, 1931 yılının Şubat ayında açılan dördüncü sergisi, dönemin sanat ortamının koşullarını yönlendirmesi nedeniyle dikkat çekicidir. Sergi süresi boyunca, belli günlerde danslı çay düzenlenmiştir. Bu uygulama dolayısıyla, sergi salonunu dolduran kalabalık, bir yandan eğlenirken bir yandan da sanatçılarla ve sanat yapıtlarıyla tanışmış, böylece toplum-sanatçı yabancılaşmasının giderilmesi yolunda dikkat çekici bir adım atılmıştır. Müzik, resim, heykel, seramik, dans eşliğinde, değişen Türkiye'nin genç insanları bir araya geliyor, kendilerini ifade edebilecekleri bir sosyal etkinliğin dışında kalmıyorlardı. Bu serginin, hemen ertesi gününe ait gazetelerinden birisinde, danslı çayın haberi şu şekilde verilmiştir: Resim sergisinde danslı çay. Dün Beyoğlu'nda Müstakil Ressamlar Sergisi nde bir danslı çay verilmiştir. Ressamların sergi ile beraber çay da vermeleri sergiye birçok kimsenin gelmesine sebep olmuştur. Eski Karpiç binasında bulunan sergide Türkuvaz ın balalayka orkestrası vardı. Bundan sonra sergi kapatılana kadar her Cuma ve Pazar günleri danslı çay verilecektir. Sergi açıldığı günden beri, beş gün zarfında 700 kişi ziyaretçi gelmiştir (Vakit Gazetesi, 1931). Olumsuz tepkiler de doğurmuş olan sergide, her şey bir yana, sergiye basının gösterdiği ilgi dikkat çekici ölçülerdedir yılından itibaren, değişimin bir başka boyutu olarak karşımıza çıkmış olan, gazetelerde sanat sayfası düzenleme girişiminde bulunan Milliyet dışında, Vakit, Cumhuriyet gibi dönemin önemli gazeteleri de, sergiyle ilgili haber ve makalelere sıkça yer vermeye başlamıştır. Çoğunlukla övgüler içeren yazılardan bazıları ise eleştiri yüklüdür. Özellikle, onlarla aynı kuşaktan olan Elif Naci, arkadaşlarını batı etkisi altında çok fazla kalmakla suçlamaktadır. Elif Naci: Bizim müstakil arkadaşların bu sergide teşhir ettikleri resimler, Fransızca, Almanca, İtalyanca konuşuyorlar. Vatandaş Türkçe konuşalım. diyerek Müstakilleri eleştirmiştir (Naci, 1931). Bu sergi, gerek basın yoluyla, gerekse danslı çay gibi etkinliklerle topluma geniş bir biçimde yansıma başarısını sağlamıştır. Sergi kapsamında, sanatsal ve toplumsal anlamda eski-yeni, yerel-evrensel, ilerici-tutucu karşıtlıkları gündeme gelmiştir. Basınsanat, toplum-sanatçı ilişkileri ise dönemine göre üst seviyeye çıkmıştır. Sanat alanındaki

67 bu gelişmeler, her zaman toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel değişmelerle doğrudan bağlantılı olmuştur. Genç sanatçıların bu sanatsal yenileşme arayışları, Cumhuriyetin çağdaşlaşma ideallerine ve hükümetin kültür politikasına uygun gibi görünse de, devletin yenilikçi sanat anlayışına yönelik resmî söyleminin, gerçek sanatsal tercihleriyle örtüşmediğini belirtmek yerinde olacaktır. Zira o yıllarda yapılan devlet alımlarının, 1914 Kuşağı nın izlenimciliğine yoğunlaşmış olması da bunun bir göstergesidir lardan itibaren, bütün bu kültürel değişim çabalarının kaynağına inildiğinde görülmüştür ki, o dönem sanat ortamının belirleyicileri, Müstakiller ve daha büyük bir oranda, daha sonra değinilecek olan, D Grubu ile bu grubun çevresindeki kimseler olmuştur. İzlenimciliğin yumuşak ve buğulu havasına karşı gelerek sert ve kesin bir geometrikleşmenin yardımıyla, çizgi yapısını ön plana alan sanatçılar, konstrüktivist bir kaygıyı taşımışlardır. Müstakiller ve daha çok da D Grubu ressamlarının bu yolla ele aldıkları konulardan en çarpıcı örneklerinden olan figürler ise, insan değil bir şekildir. Biçimsel temel olarak, kübizm ve konstrüktivizm kökenli bir anlayışın şematik bir versiyonunu benimseyen bu sanatçıların eserlerindeki figür, biçim ya da silueti, asgari düzeydeki insan görünümüne tekabül eden ancak bunun ötesinde kesinlikle nesne düzeyine indirgenmiş boyalı bir yüzeydir. Yani, örneğin bir çay bardağı ile bir insan figürünün ele alınışı arasında hiçbir fark yoktur. Kısaca tensellik ve ruhsallık gibi insani özelliklerinden soyutlanan figür anlamsızlaştırılmıştır. Bu bakımdan, figür başköşeyi tuttuğu halde, aynı zamanda hiçbir şey demek istemeyen resim türünün örnekleridir (İskender, 1994). Avrupa daki eğitimlerini Paris te tamamlayarak 1928 de yurda dönen Müstakiller Grubu sanatçıları, ilk sergilerini 1929 yılında Birinci Genç Sanatçılar Sergisi adı altında Ankara Etnografya Müzesi nde düzenlemişlerdir. Sergide o güne kadar hiç ele alınmayan konuları farklı bir anlayışla yorumlamışlardır. Bu ilk sergileriyle, Türk resminde yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuşlar ve ilk ressam derneğinin kurulmasına da ön ayak olmuşlardır. Cumhuriyet in ilkeleri doğrultusunda idealist atılımları ile dikkati çeken sanatçılar, yapıtlarında, Avrupa da bulundukları sırada Birinci Dünya Savaşı sonrası yıllarının özelliklerini, yani Geç Kübist etkileri ve Konstrüksiyon eğilimlerini yansıtmışlardır. Buna rağmen tek bir bakış açısı çevresinde birleşen bir grup olmamıştır. Her biri aralarındaki üslup ortaklığı kadar üslup ayrılıklarında da birleşmiş bir görünüm sergilemişlerdir. Buna karşılık amaçlarının Cezanne biçimciliğinin uzantısı olan, Kübizm ve Konstrüktivizm gibi akımların biçimsel kuruluşa tanıdığı önceliği bütünleştirmek

68 olduğu söylenebilir. Anlatım çeşitliliği yanında zengin bir konu çeşitliliğine de rastlanan bu yapıtlarda, daha önce dikkate alınmayan, köy yaşamları, balıkçılar, berber dükkânları, vitrinler, vb. güncel yaşamdan örnekler ilk defa sanatsal anlatımlara konu olmuştur. Böylece figüratif resim Türk resminin merkezine yerleşmeye başlamıştır (Elmas, 2006). Grup üyelerinin, zamanla sayıları artmış ve Anadolu kentlerinde açılacak sergilere öncülük ederek bu düzeni 1950 li yılların ortalarına kadar sürdürmüşlerdir yılında Anadolu da açılan ilk sergi olması dolayısıyla önem taşıyan Zonguldak sergisi, sanatsal kültürü yerleştirme yolunda gösterilen çabayı açıkça ortaya koymaktadır. Günümüzde bile İstanbul, Ankara ve İzmir in kısıtlı sanat ortamının dışında Anadolu kentlerine ulaşamayan sanatçılara örnek olabilecek bu öncü hareket takdirle karşılanması gereken bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır (Elmas, 2006). Çağdaş sanat anlayışlarını tecrübe etmeye çalışan Müstakiller gibi, D Grubu sanatçıları da, Cumhuriyet' in ilk kuşak sanatçıları arasında yer alırlar ve temsil ettikleri sanat anlayışı, Müstakillerin temsil ettiği sanat anlayışından çok da farklı değildir. Zaten grup, belli bir sanat anlayışını temsil etmek amacında değildir. Amaçları modern sanatı, sergiler yoluyla göstermek, sanatı yaygınlaştırmak, yenilikçi bir tutum ortaya koyarak, toplumu sanata yakınlaştırmak noktasında, halka yönelmiş bir sanata hizmet etmek olmuştur. Nurullah Berk, Cemal Tollu, Abidin Dino, Elif Naci, Zeki Faik izer ve Zühtü Müridoğlu önderliğinde kurulan gruba daha sonra, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Turgut Zaim, Halil Dikmen, Eşref Üren, Arif Kaptan, Eren Eyüboğlu, Sabri Berkel, Fahrünnisa Zeid gibi ressamlar da dâhil olmuş, Türk ulusunun kültürünü canlandırmak ve diğer uluslardan ayıran duyguları, görüşleri değerlendirmek, konularda bir toplumun yaşantısını anlatmak, kültür ve sanat geleneklerinden faydalanarak yeni teknikler yoluyla dünle bugün arasında köprü kurmak öncelikli amaçları arasında olmuştur. Onların sanatı, konudan çok plastik temellere dayanmaktadır ve özgür üretimlerinden taviz vermeden sergiler düzenlemişlerdir. Bu bakımdan, hareketin karşısında duran birçok kişinin, halka sanatı sevdirme yolunda kaygısı kayda değerdir. Belki de sanatçılar toplumla aykırılaşmak yerine, makul bir orta noktada buluşma yolunu tercih etselerdi, Türkiye'de toplumun geniş kesiminin ilgi duyduğu bir sanat ortamının oluşumu oldukça erken yıllara temellenmiş olacaktı. Bu konuda Nuri İyem' in yaptığı değerlendirme dikkat çekicidir: Müstakillerle başlayıp D Grubu ile devam eden sanatçılar 'çağın resmi budur' diye modern resmi Türkiye'ye getirdiler. Almanya'da ya da Fransa'da kalacak olsalardı çok haklı olabilirlerdi. Ama yurdumuzun gerçeği çok başka ve Türkiye'ye tepeden inme bir resim

69 zevkini getirip koyamazsınız. Seyirci olmazsa, seveni, amatörü olmazsa ilgisiz kalır. Çallı' larla devam eden resmi sevme ve alma olayı, onların modernist çıkışlarıyla bir kesintiye uğradı. Halkı resimden uzaklaştırdı. Aydın da bunu sevmedi, tutmadı. (Tanaltay, 1997). Bu tarz eleştiriler, büyük oranda haklılık payı taşısa da genç sanatçıların, inandıkları sanat anlayışı doğrultusunda üretmeleri ve bu şekilde kabullenilmek için özveriyle mücadele etmeleri zamanın koşulları içerisinde övgüye değer niteliktedir. Türkiye Cumhuriyetinin önemli devrimlerinin gerçekleştiği yılların ardından yaşanan bir değişim evresi olarak dikkati çeker. Cumhuriyet kurulmuş, onu yaşatacak devrimler yapılmış ve önemlisi Cumhuriyet bilinci halkta yeni yeni kıvılcımlanmaya başlamıştır. Cumhuriyetin çağdaş ve evrensel bir kişilik kazanması ereği ile tüm sanat dallarında atılımcı cesur çağdaş yenilikler desteklenmeye başlanmış, üniversite reformları gerçekleştirilmiştir lu yılların başlarından itibaren devlet Cumhuriyet yönetiminin kültürel ortamını Osmanlı İmparatorluğu nun oluşturduğu geleneksel yapıdan farklı bir temele oturtmayı amaçlamış; belirlediği kültür politikası doğrultusunda sanata bilinçli olarak yön vermeye çalışmıştır. Anadolu her yönüyle tanıtılmaya çalışılırken, halkın bu yeni kültürel ve sanatsal oluşumun içerisine çekilmesi düşünülmüştür. Diğer yandan Anadolu kültürünün Cumhuriyet tarihi ile ilişkilendirilmesi ya da Cumhuriyet tarihinin bu tabana bağlanması istenmiştir. Halkevleri etkinlikleri, bu isteğe uygun olarak oluşturulmuş, sanat alanındaki çeşitli toplantılar, sergiler, ısmarlamalar, v.b. etkinliklerle amatör ve profesyonel tüm sanat çevreleri bir araya getirilmiştir (Elmas, 2006). Gruba sonradan katılan Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Turgut Zaim, çalışmalarıyla en çok öne çıkan isimler olmuştur. Bu tarihten sonra, sanatçıların yerel motif ve temalara ilgi gösterdikleri ve kübist denebilecek eğilimlerle, Anadolu kültürünün özgün, geometrik nakış soyutlaması arasında belli bir bağ kurmaya çalıştıkları dikkati çeker. Bedri Rahmi deformasyon ustası olarak değerlendirilmiştir. Çünkü O nun figürleri az ya da çok değişime uğramaktan hiçbir zaman kurtulamamıştır. Bu deformasyon ilkesi figüre özgüdür. Yani çevrede peyzaja ait görüntüler varsa, göreceğimiz şey değişime uğramış olanla, olduğu gibi olandır (R.24) (Tansuğ, 1999). Turgut Zaim, Türk minyatür resminin geometrik kompozisyon ve şematik figür esprisinden hareket etmiş, bu geleneksel biçimi çağdaş bir üslupta resmedebilmesinde gösterdiği ustalık ve özgünlükle kendisinden önceki ve sonraki sanatçılardan ayrılmıştır. Şadırvanlar çevresinde uçuşan güvercinler, yaşmaklı, feraceli, süzgün gözlü kadınlar, bayram yerleri, şekerciler, muhallebiciler, tahtaları morarmış mahalle evlerinin kapı

70 eşiklerinde oynaşan çıplak ayaklı çocuklar başlıca konuları olmuştur. Herhangi bir plastik sanat eseri memleketin toprağını, havasını, renklerini, yani maddesini ve duygularını, adetlerini ve folklorunu, yani insanını veriyorsa, böyle bir sanatın anlaşılmaması için hiçbir sebep yoktur. Turgut Zaim in de Türk insanını, tarihini, yaşayışını, çevre özelliklerini işleyen figüratif resimleriyle bu düşünceyi vermiştir. Figür, bu ilişkiyi yansıtacak tek eleman olması dolayısıyla önemlidir (R.25) (W.9- R.24. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aşık Veysel R. 25. Turgut Zaim, Yörükler

71 Grubun, Hitit kabartmalarından etkilenerek, bu kabartmalarda yer alan figürlerin desen anlayışını benimseyen ismi olan Cemal Tollu, figüratif anlatım yolunu seçerek yaptığı çalışmalarını, diğer sanatçı arkadaşları gibi konstrüktif espriyle inşa etmiştir. Bu açıdan Tollu ile benzeşen Nurullah Berk in çalışmaları da kübist eğilimlidir. Fakat kübizmin silindirik biçimlerinin ve resimde hacmi ortaya çıkarma çabasıyla kullanılan keskin hatlı çizgilerin ağırlığı gözlenirken, daha sonraki çalışmalarında Türk minyatür sanatının iki boyuta dayanan çizgiselliğini benimseyerek resmettiği figüratif anlatımla kendi çizgisini bulur (Elmas, 2000). Nurullah Berk, doğunun arabesk çizgileriyle batının soyut ve şemacı duyarlılığı birleştirmiş ve bunların iki boyutlu, süslemeci soyut arabesklerin etkisinde kalmıştır. Geleneksel Türk minyatürlerinden etkilenilerek yaptığı birçok eserinde, konuların yanı sıra, örnekte de görüldüğü üzere, minyatür ilkelerine bağlılığı dikkati çeker (R.26). R.26. Nurullah Berk, Ütücü Kadın li yıllarda Akademinin eğitim kadrolarına, ressam Leopold Lévy ve heykeltıraş Rudolf Belling gibi yabancı sanatçılar katılmıştır. Çallı ve Hikmet Onat atölyeleri korunmuş olmakla beraber; Bedri Rahmi, Zeki Faik, Cemal Tollu, Nurullah Berk ve Sabri Berkel gibi genç kuşak sanatçıların, akademiye eğitici olarak atandığı görülür. Böylece, Akademi kadrolarındaki nesil değişiminde ağırlıklı olarak D Grubu sanatçılarının

72 yerlerini almış oldukları ve bu konumlarıyla devletle olan ilişkilerini arttırdıkları söylenebilir. Dolayısıyla, D Grubu ve Müstakiller, Cumhuriyet' in ilk yıllarında faaliyet gösteren sanatçı birlikleri ortak koşulları paylaşmaktadırlar ve ayrı ayrı yürüttükleri etkinlikler dışında birlikte tek bir etkinliğe imza atmış olmaları da pek şaşırtıcı değildir. İnkılâp Sergilerinin sonuncusunun düzenlendiği 1936 yılı ile Devlet Resim ve Heykel Sergilerinin ilkinin düzenlendiği 1939 yılı arasında, devlet eliyle düzenlenen resmi bir sergi etkinliğinin bulunmayışı ise, tüm sanatçı birliklerinin Ankara da ortak bir sergi düzenlemelerine neden olmuştur ve 1938 yıllarında, Ankara Halkevi nde düzenlenen Birleşik Resim- Heykel Sergileri, Devlet Resim Heykel Sergilerine uzanan sürecin kilometre taşları olarak dikkat çekerler. Sanatçıların; D Grubu ve Müstakiller gibi grup ve dernekler çatısı altında birleşerek yürüttükleri etkinliklerin yanı sıra, sanat yazıları yazmak gibi bir sorumluluğu üstlendikleri de görülmektedir yılında yayın hayatına başlayan ve çağdaş Türk sanatının, Ülkü Dergisi nden sonra, ikinci plastik sanat dergisi olan Ar Dergisi' nde dönemin sanatçılarının çeşitli konulardaki yazıları yer bulmuştur. Türk modernleşmesinde önemli bir adım olarak kabul edilen D Grubu nun, Avrupa kaynaklı bir sanat görüşünü benimsemesi gibi, Ar Dergisi de Avrupa sanatının modern dönem oluşumlarını takip etmiştir. Dergi, sanat adına birtakım yazılar ve araştırma dosyaları hazırlayarak Türk halkının bilinç düzeyini yükseltip kültürel değişimi hızlandırmayı amaçlamıştır (Tansuğ, 1999). 1930' lu yılların sonlarında, sanat ortamına doğrudan etki eden bazı gelişmelerin yaşandığı da muhakkaktır yılında ulu önder Atatürk vefat etmiş, sanat ortamının devlet- sanatçı ilişkisine temellendiği koşullarda, genç Cumhuriyet'in her alanında kişiliği ve ortaya koyduğu ilkeleri ile etkili olan bir önderin yokluğu hep hissedilmiştir yılında çıkartılan Milli Koruma Kanunu'na karşın karaborsa ve istifçilik artmış, bir milyondan fazla erkek silâhaltına alındığından üretim düşmüş ve bütçe gelirlerinin önemli bir kısmı savunma harcamalarına ayrılmıştır. Ayrıca, savaş nedeniyle ithalat ve ihracat önemli ölçüde azalmış ve bu yüzden Türkiye dış pazarlarının çoğunu kaybetmiştir. Karneyle alışveriş dönemi başlamış, fiyatlar yükselmiştir yılında başbakanlığa gelen Saraçoğlu hükümetinin, devletin piyasa üzerindeki sıkıyönetimini kaldırması sonucunda yüksek bir enflasyon yaşanmıştır. Bu şartlar altında, toplumun yaşam standartları kısıtlanmış, sanatçıların da yaşam mücadeleleri iyice keskinleşmiştir. Sanatın toplum tarafından benimsenmesi yolundaki girişimler gelişme olanağı bulamamıştır. Devletin artan savunma yatırımları, sanata olan desteğinin önünde bir engel olmuştur. Savaş

73 yıllarında, sanatçıların bir kısmı silâhaltına alınmış, malzeme sıkıntısı ve yüksek enflasyon gibi sorunlar sanatsal üretimin önünü tıkamış ve devlet yatırımlarının kısıtlandığı koşullar altında devlet- sanatçı ilişkisine temellenen sanat ortamı yeni bir sürece girmiştir. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, yılları arasında, devletin halkçılık ilkesi doğrultusunda geniş kitleler hedef alınarak, özellikle sanatın ülke geneline yaygınlaştırılması öngörülmüştür. Bu alanda Halkevleri nin azımsanmayacak katkısı olmuştur. Söz konusu tarihler arasında, ressamlar yurdun çeşitli illerine yollanarak kendilerinden folklorik değerlerin araştırılması istenmiş; yapılan ödeme ve ödüllendirmelerle sanatçılar desteklenmiştir. Sanatın halka yayılmasın, belli bir işlev kazanmasını ve sanatçının ülke gerçeklerini yakından tanımasını amaçlayan bu yaklaşım, Türk resim sanatına folklorik öğelerin ilk kez görülmeye başlanmasına ve konuda yerellik eğilimlerine yol açmıştır. Yerel konuların ilk uygulamaları, modernizmden ve geç kübizmden taviz vermeyen, 1930 lu yılların parçalı ve konstrüksiyona dayalı bir biçim dilini kullanan Anadolu görünümleri olmuştur (Germaner, 1999). Zira yurt gezileri öncesi ressamlar, çoğunlukla İstanbul peyzajları ve natürmort gibi konular çevresinde dolaşırken, 1938 yılıyla birlikte, Anadolu nun değişik görünümleri, folklorik özellikler gösteren portre ve figür kompozisyonları, köy ve kent yaşamına dair sahneler, konu olarak tercih edilmeye başlanmıştır. Türk resminde görülen bu değişiklik, sanata yeni bir içerik kazandırmış, milli sanat duyarlılığı kazanan ressamlar, zamanla kendi kişiliklerine kavuşmuşlardır. Ayrıca, canlı bir kültür yaratmak gerekçesi ile geleneksel kaynaklara yönelen sanatçı, evrensele ulaşma çabasını da bir kenara bırakmıştır. Birinci yurt gezisi kapsamında gezilecek iller; Edirne, Bursa, Konya, Antalya, İzmir, Antep, Malatya, Trabzon, Rize ve Erzurum olarak belirlenmiştir. Ressamlar, mesleklerinin ilk kez hükümet tarafından kabul görmesi ve kendilerine sanat üretimi için olanaklar sağlanması olarak değerlendirdikleri bu etkinliği benimsemiş ve hatta övgüyle karşılamıştır. Eylül sonunda bitmesi hedeflenen yurt resimleri çalışmaları gezisi, ancak 1939 yılının Şubat ayında sonuçlanmıştır. Bu süre bile her sanatçıdan beklenen en az altı resmin üretimi için çok kısa olmuştur. Fakat ressamlar, iş bulma sevinci ve yeni konulara, yerel arayışlara ulaşma olanağı içinde hızlı bir üretim gerçekleştirmişlerdir. Yapılan yurt resimleri, 1. Devlet Resim Sergisi ile aynı gün aynı mekânda, fakat farklı bölümlerde açılmıştır. Yerel ve tarihsel mirasa uzanan üslup özellikleriyle dikkat çeken sanatçılardan, 1939 dan bu yana sürmekte olan Devlet Resim ve Heykel Sergileri nin ilki olan 31

74 Ekim 1939 da açılan bu yarışmalı sergide, Zeki Kocamemi ye birincilik ödülü (R.21), Turgut Zaim e ikincilik ödülü (R.27), Arif Kaptan ile Bedri Rahmi Eyüboğlu na ise üçüncülük ödülü verilmiştir (Elmas, 2000). R.27. Turgut Zaim, Erciyes e Tırmanış İkinci yurt gezisine gönderilen sanatçılardan bazıları ise; Abidin Dino, Cevat Dereli, Turgut Zaim, Zeki Faik İzer olmuştur. 2. Yurt Sergisi kapsamında sergilenen 101 yapıt, kent görünümleri, yerel yaşam, yerel giysiler ve önemlisi hükümet programı çerçevesinde gelişen sanayileşmeyi içermektedir. Bu yapıtlar, C.H.P ve Maarif Vekâleti jürisi tarafından elemeye alınmış, sonuçta da, Cevat Dereli (R.28) birinci, Refik Epikman (R.29) ikinci, Malik Aksel üçüncü olmuştur. Yurt gezilerine katılan sanatçıların bu sergiyle birlikte derecelendirme uyarlanırken, bu derecelere göre de nakit ödülü verilmeye başlanmıştır.

75 R.28.Cevat Dereli, Mevleviler R.29. Refik Epikman, Bağ Bozumu

76 Dördüncü yurt resimleri gezisinde görevlendirilenlerden sanatçılardan bazıları da; Ahmet Hakkı Anlı, Erfia Erden, Kemal Zeren, Selim Turan, Nusret Karaca, Sadık Göktuna, Sami Lim olmuştur. Bu kez yurt sergisi, 1941 tarihinde açılan Devlet Resim ve Heykel Sergisiyle birlikte açılmamıştır. Bu sergiden ayrılarak 22 Şubat 1942 tarihinde dördüncü Yurt gezileri sergisi adı altında bağımsız olarak açılmıştır. Bunun nedeni Halkevlerinin kuruluşunun 10. yıldönümü kutlamalarıdır. Yurt sergilerinin, en görkemli sergilerinden ilki de bu kapsam içinde gerçekleşmiştir. Yalnızca 1941 çalışmaları değil, dört yıl boyunca yapılan resimler toplu halde sergilenmiştir. Ankara Halkevi salonları, etkinliğe katılmış olan 40 ressamı 393 resmiyle tanıtmıştır. Bu büyük etkinlik, basının dikkatini tekrar Yurt sergileri üzerine yoğunlaşmasına neden olmuştur. Etkinliğin ve ressamların övgü ile dolu eleştirilerle tanıtımı yapılmıştır. Önemlisi, bu sergiyi izleyen yazarların eleştirilerinde, gerçekçi ve doğru yaklaşımlarla, yergilere de yer vermiş olmalarıdır. Öncelikle, salt İstanbul resimleri üreten sanatçıların Anadolu kentlerine dağılarak yaptıkları resimler övgüyle karşılanmış ve bu gelişimin Yurt Resimleri etkinliklerinin başarısı olduğu vurgulanmıştır. Bu sergilere halkın gösterdiği büyük ilginin kaynağıysa, yurttaşların bu resimlerde kendini ve anılarını bulmalarına bağlanmıştır. Ressamların atölyenin sıcak ve rahat ortamında natürmort ve görünüm resimleri yapmak yerine; Karabük işçileriyle birlikte ateş karşısında resim yapmaları, kent ve kasabalarda gezmeleri daha anlamlı olduğu bulunmuştur. Sanatçılar çalışma gücü ve isteği içinde meslekleriyle ilgili olan her türlü işe koşmuşlardır. Resim ve özellikle karikatürlerde izlenen yabancı etkilerin terk edilmesinin bu yolla gerçekleşeceği görüşüne halk resmi yaratmak, benliğimize dönmek gibi savlar hedef gösterilmiş ve bu yolla evrenselleşme yerine yerelleşme görüşleri filizlenmeye başlamıştır. Sadece, dinsel ve folklorik konular işlenmemiş, bunun yanı sıra, özellikle Cumhuriyet dönemi değişimleri ve Mustafa Kemal in inkılaplarını içeren figüratif resimler de yapılmıştır (R.30-31) (W.10-

77 R.30. Şeref Akdik, Halk Mektepleri R.31. Z.Faik İzer, Halka Önderlik Eden Hürriyet

78 Ressamların, yurt gezileri sırasında, çalışma sürelerinin yetersizliği içinde yaptıkları resimlerinde yetersiz oldukları iddiaları da ileri sürülmüştür. Kısa çalışma süreleri içinde yapılan resimlerde, etüd nitelikleri taşıyanlarla, gerçek resimlerin birbirlerine karışmaya başladığı vurgulanmıştır. Ressamların iyi resim yerine, çok resim yapmayı yeğlemelerinin yanlış olduğu belirtilmiş ve bu yaklaşım şu açıklamayla vurgulanmıştır: Eğer maksat yalnız mahalli kıyafetleri, abideleri bir müzeci gözüyle tespit etmek olsaydı bu iş için ressam değil, fotoğrafçı göndermek daha doğru olurdu. (Suman, 1942) Bu uygar ve cesur eleştiriler, yol gösterici uyarılarıyla ve toplumu aydınlatan açıklamalarıyla, günümüzün salt övgülere yer veren eleştirilerine yol gösterecek bir doğruluk belgesi olarak dikkatle incelenmelidir. Sanatçıların açıkça uyarılmaları bu etkinliğin yozlaşmasını engellemiştir. Bu sert ve doğru eleştiriler, dördüncü Yurt Resimleri Sergisi nin gündemini hazırlamış, beşinci sergi sanatsal bir güvenceye alınırken, bu sergiye daha önce ödül alan sanatçıların katılmaları tasarlanmıştır. Bu aşamada sanatçıların, çalışmaları da yeni bir sisteme bağlanır. Gezilere katılan ressamların etütlerini geliştirmeleri ve yapacakları atölye çalışmaları için Ankara, İstanbul ve İzmir Halkevleri Atölyeleri hazırlanır. Refik Epikman bir yazında şu ilginç açıklamayı yapar: Konuyu seçmekte ressam serbesttir. Ancak hangi cereyana mensup olursa olsun, sanatçının vereceği eserler, çalıştığı çevrenin özelliklerini belirten yerli ve öz motiflerimizle zenginleştirecektir bu açıklama ressamların çok da özgür olmadıklarını belgeler. Memleket resimleri düşüncesiyle belirlenen istek; yerellik, geleneksel kaynakların yinelenmesi ve partinin yurt içinde gerçekleştirdiği gelişme programlarının vurgulanması ereğini taşır. Bu kez, sık sık yetersizliği vurgulanan çalışma süresi uzatılmıştır. Ressamlar, 1942 yılında gittikleri gezilerde, 3 ay çalışma şansını yakalayacaklardır Yurt Resimleri gezisine katılan isimlerden bazıları: Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Tollu (R.32), Cevat Dereli, Hamit Görele, İbrahim Çallı, Melik Aksel, Refik Epikman, Turgut Zaim dir. Amacı, 6 yıl içinde, 63 ressam gönderilmesi olarak tasarlanan etkinlik, bu amacına, 1943 Eylül ayında açılan sergide ulaşmıştır yılında dördüncü Yurt Resimleri gezisine gönderilen sanatçılardan bazıları ise; Arif Kaptan, Cemal Bingöl, Eşref Üren, Halil Dikmen (R.33), Mahmut Cüda, Nurullah Berk, Saim Özeren, Saim Tuna, Şeref Akdik olmuştur. Beş ve altıncı yurt gezilerine katılan sanatçıların, 1943 yılında alınan yeni kararlara uydukları gözlemlenir. Hemen hepsi büyük boyutlu birer konulu kompozisyon üretir ve bu resimler sergiye katılım aşamasında, sanatçının birinci sıradaki resmi olarak yer alır yılında bir katalog ile sanatçılar ve resimleri, C.H.P. Resim Sergisi adı altında, toplu bir sergide bir

79 araya getirilir. Bu 6 aylık çalışmaların genel değerlendirilmesi olarak önem kazanmıştır (W R.32. Cemal Tollu, Bodrum Süngercileri R.33. Halil Dikmen, Halay Çekenler 1945 yılında çok partili sisteme geçiş hazırlıkları ve uygulaması, politik yarışı ve hazırlıkları gündeme getirmesi nedenleriyle bu etkinlik ilgi alanından çıkmıştır. Büyük umutlar ve coşkularla başlanan ve yedi yıl gibi uzun bir zaman dilimi içinde birçok resmin üretimine ön ayak olan bu etkinlik sessizce, biraz da ihmal edilerek son bulur. Bu arada, önemlisi bu etkinliğin parti adına eleştiriler alması ve bu eleştirilerde ressamlara yapılan baskıcı tutumun gündeme getirilmesinin belgelenmesidir. Halk Partisi, Anadolu ya

80 gönderdiği ressamlara verdiği direktiflerle memleket gerçekleriyle değil, iyi taraflarıyla görmelerini emrettiğinden bu ısmarlama resimlerle resim sanatı fonksiyonu ifa etmekten uzak bırakılmıştır. Parti himayesine girmeyen müstakil (yurt gezilerine katılmak istemeyen) ressamların çalışma imkânları her bakımdan tehdit edilip sergi açmaları güçlendirildiği anlayışsız tenkitçilere bu ileri eserleri kötüleyici yazılar yazdırdığı için, halk hizmetinde realist bir resim çığırının açılması gecikmiştir (Esatoğlu, 1950). Fakat özellikle, konu seçimlerinde uygulanan istekler, sanatta motifsel yorumlara yönelmeyi getirecektir. Bir de, Halkevlerinin kapatılması ile kayıtları kaybolan koleksiyonun ne olduğu yönünde çıkan tartışmalar vardır. Aslında, bunun cevabı çok kolay olmakla birlikte, üzücü bir mahiyete de sahiptir. Resimlerin kaybolmasının tek nedeni, eserlerin korunabileceği, yeter sayıda müze olmayışıdır yılında açılan ilk Resim ve Heykel müzesi olan, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, uzun yıllar bu konuda tek kalmıştır. Ankara Resim Heykel Müzesinin kurulması ise, 1990 lı yıların başında gerçekleşir. Bu müzenin açılış aşamasında; devlet daireleri ve Milli Kütüphane arşivinden gelen resimlerin yanı sıra, Yurt Sergileri ile ilgili resimler de toplanmıştır. Fakat müze açılış tarihlerinin arasında büyük zaman boşluğu olması dolayısıyla, büyük tahribat ve kayıplar yaşanmıştır. İzmir Resim ve Heykel Müzesi de Yurt Sergileri resimleri için toplayıcı görevini yerine getirmiştir. Yurt sergilerinin, en azından elde olan resimlerin toplanması ile yeniden, bir arada, ait oldukları dönemin özelliklerini yansıtarak sergilenmelerini sağlamak, ya da müzelerde ayrı bölümlerde sergilenmelerini gerçekleştirmek, belirli bir zaman sınırı içinde, belirli bir amaca yönelik olarak üretilen resimlerin özelliklerini saptamaya yarayacaktır. Bu gerçek, sanatçıların dönemsel gelişimlerinin içindeki çeşitliliği belirleme açısından çok büyük önem taşımaktadır. Araştırmalar sonunda görülüyor ki, Cumhuriyet dönemine kadar Türkiye nin, teknolojik ve kültürel değişimlere uzak kalması ile batı toplumlarıyla arasında ortaya çıkan zaman farkını kapatması için, asker ve sivil bürokratların büyük ölçüde desteği gerekmiştir. Özellikle, sanatçıların bağımsızlaşmaya başlamasıyla doğan, sosyal ve ekonomik sorunlardan dolayı da, sanatçı çoğu zaman, resmi kurumların desteklerine ihtiyaç duymuştur. Nitekim bir devlet programı olarak uygulanan devlet sanatçıları için yurt gezilerinin ve sergilerin düzenlenmesi de henüz özel galerin bulunmadığı, bir dönemde sanatçılar için önemli bir destek olmuştur. Özellikle, ödüllendirme yönündeki

81 çabalar, sanatçıları, ölçek olarak alınan toplumsal-insansal düşün yönünde yönlendirme ereğini gütmüştür. Öte yandan, 1940 larda toplumsal bir yönelişten hareketle, D Grubu na karşı çıkan bir grup olarak kurulan Yeniler, kendilerinden öncekilerin tam tersine bir yaklaşımla resimde figürü yeniden insanlaştırmak gibi farklı bir ideali amaç edinmişlerdir. Bu nedenle basit bir nesne düzeyine indirgenmiş bir figürü işlemeyi reddederek; tenselliği ve tinselliği, dertleri ve sevinçleriyle belli bir toplum içinde yaşayan insanı ele almayı öngörmüşlerdir. Yenilerin etkin oldukları yıllar, Türkiye nin II. Dünya Savaşı nedeniyle dış dünya ve özellikle de Batı ya kapalı olduğu bir zamana rastlamıştır. Bu grubun üyeleri, kendilerinden öncekiler gibi, Batı da sanat eğitimi görmemişler, o yıllarda Müstakiller ve D Grubu nun estetik anlayışları doğrultusunda bir eğitim izlemekte olan Güzel Sanatlar Akademisi nden yetişmişlerdir. Biçimden daha çok insani ve toplumsal içeriğin vurgulanmasına öncelik tanıyan Yeniler, belki de Türk Resminde ilk gerçek tepki ya da karşı çıkma hareketini temsil etmektedirler (İskender, 1994). Ortak bir amaç ve görüş çerçevesinde bir araya gelen, Cumhuriyet' in ikinci kuşak sanatçıları; Nuri İyem, Mümtaz Yener, Avni Abraş, Selim Turan, Ferruh Başağa, Fethi Karakaş, Agop Arad, Turgut Atalay ve Haşmet Akal, Mayıs 1941' de İstanbul Beyoğlu Matbuat Müdürlüğü salonlarında, bir sergi açmıştır. Halkın arasına girmek, onların düşünce ve yaşayışlarını paylaşarak sanatsal üretimlerini gerçekleştirmek amacını taşıyan bu sanatçılar, İkinci Dünya Savaşı'nın bunalımlı ortamında, sanatlarına toplumsal gerçekçi bir yön vermiştir. Nuri İyem in sanatı, ahenkle birbirine bağlanan bir bütün oluşturmaktan çok, üzerinde çatışmaların yaşandığı bir alanı düşündürmektedir. Oluşturduğu kendine özgü biçemi, kadınları, portreleri, kısacası figüratif çalışmaları hep toplumla bağlarını öne çıkarmış, Yeniler in ve sonraki yılların en önemli gerçekçisi olarak anılmasına zemin hazırlamıştır (R.34-35) (Özdemir, 2002).

82 R.34. Nuri İyem, Evde Kadınlar R. 35. Nuri İyem, Gecekondu Güzelleri

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ AY EKİM KASIM HAFTA DERS SAATİ 06-07 EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI 8. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI Milli Uyanış İşgaline Milli Uyanış İşgaline Milli Uyanış İşgaline Milli Uyanış

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF TÜRKİYE CUMHURİYETİ İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF TÜRKİYE CUMHURİYETİ İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF TÜRKİYE CUMHURİYETİ İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Bir Kahraman Doğuyor

Detaylı

EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR

EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR Eğitim ve kültür alanında yapılan inkılapların amaçları; Laik ve çağdaş bir eğitim ile bilimsel eğitimi gerçekleştirebilmek Osmanlı Devleti nde yaşanan ikiliklere

Detaylı

İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1

İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1 İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1 BÖLÜM 1: SEÇİLMİŞ KAVRAMLAR BÖLÜM 2: BÜYÜK DÖNÜŞÜM VE OSMANLILAR BÜYÜK DÖNÜŞÜMÜN İZLERİ...11 DEVRİMLER ÇAĞI VE OSMANLILAR...14 a) Sanayi Devrimi... 14 b) Fransız Devrimi... 17 c)

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Yakın Doğu Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi ne aittir. Bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI VE KAZANIM TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI VE KAZANIM TESTLERİ 07-08 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ AY EKİM KASIM HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI. Atatürk ün çocukluk dönemini ve bu dönemde içinde bulunduğu toplumun sosyal ve

Detaylı

13. Aşağıdakilerden hangisi yeni Türk alfabesinin kabul edilme nedenlerinden biri değildir?

13. Aşağıdakilerden hangisi yeni Türk alfabesinin kabul edilme nedenlerinden biri değildir? 1. Aşağıdakilerden hangisi, Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer devletlerle ekonomik ilişkilerinde kolaylık ve uyum sağlamak için yapılan çalışmalardan A) Türk Tarih Kurumu'nun kurulması B) Tekke ve zaviyelerin

Detaylı

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları PA 101 Kamu Yönetimine Giriş (3,0,0,3,5) Kamu yönetimine ilişkin kavramsal altyapı, yönetim alanında geliştirilmiş teori ve uygulamaların analiz edilmesi, yönetim biliminin

Detaylı

Çağdaş Sanatımızda Son Osmanlı OSMAN HAMDİ KAYA ÖZSEZGİN

Çağdaş Sanatımızda Son Osmanlı OSMAN HAMDİ KAYA ÖZSEZGİN Çağdaş Sanatımızda Son Osmanlı OSMAN HAMDİ KAYA ÖZSEZGİN İÇİNDEKİLER İlk Söz /9 Hayatı ve Sanatı /17 Paris'te Resim Dersleri /19 İstanbul'a Dönüş /20 "Doğululuk" Eğilimi /23 Kadın Figürleri /25 Bilimsel

Detaylı

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI Editörler Doç.Dr. Gülay Ercins & Yrd.Doç.Dr. Melih Çoban TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI Yazarlar Doç.Dr. Ahmet Talimciler Doç.Dr. Gülay Ercins Doç.Dr. Nihat Yılmaz Doç.Dr. Oğuzhan Başıbüyük Yrd.Doç.Dr. Aylin

Detaylı

Ders Adı : Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II Ders No : Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 2. Ders Bilgileri

Ders Adı : Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II Ders No : Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 2. Ders Bilgileri Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II Ders No : 0690220054 : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 2 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Yakın Doğu Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi ne aittir. Bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan

Detaylı

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN TEMEL İLKELERİ VE YASAL DAYANAKLARI

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN TEMEL İLKELERİ VE YASAL DAYANAKLARI TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN TEMEL İLKELERİ VE YASAL DAYANAKLARI Türk Eğitim Sisteminin Genel Amaçları Türk Eğitim Sisteminin genel amaçları 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu nda ifadesini bulmaktadır. Türk

Detaylı

Türkiye Milli Eğitim Sisteminin Yasal Dayanakları. 2. Eğitim ve Öğretimi Düzenleyen Yasalar. 3. Milli Eğitim Şuraları. 4.

Türkiye Milli Eğitim Sisteminin Yasal Dayanakları. 2. Eğitim ve Öğretimi Düzenleyen Yasalar. 3. Milli Eğitim Şuraları. 4. Türkiye Milli Eğitim Sisteminin Yasal Dayanakları 1. T.C. Anayasası, 2. Eğitim ve Öğretimi Düzenleyen Yasalar 3. Milli Eğitim Şuraları 4. Kalkınma Planları 5. Hükümet Programları Milli Eğitim Temel Kanunu

Detaylı

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur.

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur. Fabrika Sistemi Üretimde işbölümünün ortaya çıkması sonucunda, üretim parçalara ayrılmış, üretim sürecinin farklı aşamalarında farklı zanaatkarların (işçilerin) yer almaları, üretimde aletlerin yerine

Detaylı

SOSYAL BİLGİLER 7 ESKİ VE YENİ MÜFREDAT KARŞILAŞTIRMASI (ÜNİTE YERLERİ DEĞİŞTİRİLMEDEN)

SOSYAL BİLGİLER 7 ESKİ VE YENİ MÜFREDAT KARŞILAŞTIRMASI (ÜNİTE YERLERİ DEĞİŞTİRİLMEDEN) SOSYAL BİLGİLER 7 ESKİ VE YENİ MÜFREDAT KARŞILAŞTIRMASI (ÜNİTE YERLERİ DEĞİŞTİRİLMEDEN) ESKİ MÜFREDAT 1.ÜNİTE İLETİŞİM VE İNSAN İLİŞKİLERİ 1. İletişimi, olumlu olumsuz etkileyen tutum ve davranışları fark

Detaylı

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH SORU 1: MÖ 2450 yılında başlayan ve 50 yıl süren bir savaş kaç yılında sona ermiştir? İşlemi nasıl yaptığınızı gösteriniz ve gerekçesini belirtiniz. (2 PUAN) SORU 2: Uygurlar

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI 2018-2019 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI SÜRE SÜRE: 12 DERS İ 1. ÜNİTE ÖĞRENME ALANI-ÜNİTE: BİREY VE TOPLUM KONU KAZANIM BECERİLER AÇIKLAMA

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 017-018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı 1. 1. XIV. yüzyıl başlarında

Detaylı

AÇIK SİSTEM. Sistemler, çevrelerinden girdiler alarak ve çevrelerine çıktılar sunarak yaşamlarını sürdürürler. Bu durum, sisteme; özelliği kazandırır.

AÇIK SİSTEM. Sistemler, çevrelerinden girdiler alarak ve çevrelerine çıktılar sunarak yaşamlarını sürdürürler. Bu durum, sisteme; özelliği kazandırır. SİSTEM: Belli bir amacı gerçekleştirmek üzere, biraraya gelen (getirilen), birbirine dayalı ve birbirini düzenli biçimde etkileyen parçalardan oluşan anlamlı bir bütündür. Sistemler, çevrelerinden girdiler

Detaylı

Orta Asya Türkleriyle ilgili yukarıdaki kavramlardan hangisi varlığı sürekli olmayan toplumsal ve siyasal birimi ifade eder?

Orta Asya Türkleriyle ilgili yukarıdaki kavramlardan hangisi varlığı sürekli olmayan toplumsal ve siyasal birimi ifade eder? KPSS TARİH DENEME SINAVI 1: I- Orhun Anıtları II- Yenisey Yazıtları III- Manas Destanı Yukarıdakilerden hangisi veya hangileri Kırgız Türklerine aittir? A- Yalnız ll B-l ve ll C-ll ve lll D-l ve lll E-Yalnız

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II Ders No : 0690130059 : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 2 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim

Detaylı

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI HAFTALAR KONULAR 1. Hafta TÜRK DEVRİMİNE KAVRAMSAL YAKLAŞIM A-) Devlet (Toprak, İnsan Egemenlik) B-) Monarşi C-) Oligarşi D-) Cumhuriyet E-) Demokrasi F-) İhtilal G-) Devrim H-) Islahat 2. Hafta DEĞİŞEN

Detaylı

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi tarafından tam algılanmadığı, diğer bir deyişle aynı duyarlılıkla değerlendirilmediği zaman mücadele etmek güçleşecek ve mücadeleye toplum desteği sağlanamayacaktır.

Detaylı

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde devlet yöneticileri, parçalanmayı önlemek için ortak haklara sahip Osmanlı toplumu oluşturmak için Osmanlıcılık fikrini

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 BİRİNCİ BÖLÜM İLK TÜRK DEVLETLERİNDE EĞİTİM 1.1. HUNLARDA EĞİTİM...19 1.2. GÖKTÜRKLERDE EĞİTİM...23 1.2.1. Eğitim Amaçlı Göktürk Belgeleri: Anıtlar...24 1.3. UYGURLARDA

Detaylı

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını denetleyen en yüksek organ ise devlettir. Hukuk alanında birlik

Detaylı

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet ANAYASAL ÖZELLİKLER Ulus devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde belirli bir nüfus ve egemenliğe sahip bir örgütlenmedir. Ulus-devlet üç unsura sahiptir: 1) Ülke (toprak), 2) Nüfus, 3) Egemenlik (Siyasal-Yönetsel

Detaylı

Eğitim Tarihi. Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi

Eğitim Tarihi. Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi Eğitim Tarihi Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi Türk ve Batı Eğitiminin Tarihi Temelleri a-antik Doğu Medeniyetlerinde Eğitim (Mısır, Çin, Hint) b-antik Batıda Eğitim (Yunan, Roma)

Detaylı

09.01.2016 fatihtekinkaya@hotmail.com

09.01.2016 fatihtekinkaya@hotmail.com Fatih TEKİNKAYA Sosyal Bilgiler Öğretmeni ANAYASALARIMIZ Teşkilat-ı Esasi 1921 Anayasası 1924 Anayasası 1961 Anayasası 1982 Anayasası Türkiye Cumhuriyeti Anayasası MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II Dersin Adı Dersin Kodu 1200.9202 Dersin Türü Dersin Seviyesi Dersin AKTS Kredisi Haftalık Ders Saati (Kuramsal) 2 Haftalık Uygulama Saati 0 Haftalık Laboratuar Saati

Detaylı

The person called HAKAN and was kut (had the blood of god) had the political power in Turkish countries before Islam.

The person called HAKAN and was kut (had the blood of god) had the political power in Turkish countries before Islam. The person called HAKAN and was kut (had the blood of god) had the political power in Turkish countries before Islam. Hakan was sharing the works of government with the assembly called kurultay.but the

Detaylı

SAINT BENOIT FRANSIZ LİSESİ

SAINT BENOIT FRANSIZ LİSESİ COĞRAFYA NIVEAU / SEVIYE L-1 1-Coğrafya nedir coğrafyanın bölümleri. 2-Dünyanın şekli ve sonuçları. 3-Dünyanın hareketleri. 4-Harita bilgisi. 5-Atmosfer ve özellikleri. 6-İklim elemanları 7-Sıcaklık 8-Basınç

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI 2018-2019 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI SÜRE SÜRE: 12 DERS İ 1. ÜNİTE ÜNİTE ADI: BİREY VE EYLÜL. SB.7.1.1. İletişimi etkileyen tutum

Detaylı

KAYNAK: Birol, K. Bülent. 2006. "Eğitimde Sanatın Önceliği." Eğitişim Dergisi. Sayı: 13 (Ekim 2006). 1. GİRİŞ

KAYNAK: Birol, K. Bülent. 2006. Eğitimde Sanatın Önceliği. Eğitişim Dergisi. Sayı: 13 (Ekim 2006). 1. GİRİŞ KAYNAK: Birol, K. Bülent. 2006. "Eğitimde Sanatın Önceliği." Eğitişim Dergisi. Sayı: 13 (Ekim 2006). 1. GİRİŞ Sanat, günlük yaşayışa bir anlam ve biçim kazandırma çabasıdır. Sanat, yalnızca resim, müzik,

Detaylı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ 13 1.1.Türkiye Ekonomisine Tarihsel Bakış Açısı ve Nedenleri 14 1.2.Tarım Devriminden Sanayi Devrimine

Detaylı

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... IX İÇİNDEKİLER...XV KISALTMALAR...XXIII TABLOLAR LİSTESİ... XXV GİRİŞ...1 Birinci Bölüm Vatandaşlığın

Detaylı

UNI 201 MODERN TÜRKİYE NİN OLUŞUMU I

UNI 201 MODERN TÜRKİYE NİN OLUŞUMU I UNI 201 MODERN TÜRKİYE NİN OLUŞUMU I Prof. Dr. Coşkun ÇAKIR Ders saati: Salı, 09.00 10.30 Perşembe, 09.00 10.30 Ders Asistanı: Mustafa Batman Ofis saati: Salı, 11.00-12.00 Perşembe, 11.00 12.00 Ders Tanımı

Detaylı

Tuba ÖZDİNÇ. Örgün Eğitim

Tuba ÖZDİNÇ. Örgün Eğitim ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ-I Dersin Adı Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi-I Dersin Kodu 630909 Dersin Türü Dersin Seviyesi Dersin AKTS Kredisi Haftalık Ders Saati Zorunlu Önlisans 2 AKTS 2 (Kuramsal)

Detaylı

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ ve OKUL YÖNETİMİ. 8. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ ve OKUL YÖNETİMİ. 8. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL TÜRK SİSTEMİ ve OKUL YÖNETİMİ 8. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL TÜRK MİLLİ İNİN AMAÇLARI TÜRK MİLLİ İNİN TEMEL İLKELERİ TÜRK SİSTEMİNİN OLUŞTURULMASINDA BAŞLICA BELİRLEYİCİLER

Detaylı

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük SANAT VE SPOR - ÇAĞDAŞ TÜRK KADINI - SOYADI KANUNU

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük SANAT VE SPOR - ÇAĞDAŞ TÜRK KADINI - SOYADI KANUNU 1 2 Atatürk e göre; «Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, nağme ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.» «Efendiler!

Detaylı

Doç. Dr. Tolga BOZKURT SAN CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK MİMARİSİ BATILILAŞMA DÖNEMİ OSMANLI MİMARİSİ

Doç. Dr. Tolga BOZKURT SAN CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK MİMARİSİ BATILILAŞMA DÖNEMİ OSMANLI MİMARİSİ BATILILAŞMA DÖNEMİ OSMANLI MİMARİSİ -1699 Karlofça Barış Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğunda gerileme döneminin başlangıcı olurken, siyasi ve sosyal anlamda Batı üstünlüğünün de kabul edildiği bir dönüm

Detaylı

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25). Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25). Tarihsel süreç içinde aile kavramının tanımı, yapısı, türleri

Detaylı

2000 li Yıllar / 8 Türkiye de Eğitim Bekir S. GÜR Arter Reklam 978-605-5952-25-9 Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

2000 li Yıllar / 8 Türkiye de Eğitim Bekir S. GÜR Arter Reklam 978-605-5952-25-9 Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011 Seri/Sıra No 2000 li Yıllar / 8 Kitabın Adı Türkiye de Eğitim Editör Bekir S. GÜR Yayın Hazırlık Arter Reklam ISBN 978-605-5952-25-9 Baskı Tarihi Ağustos-2011 Ofset Baskı ve Mücellit Ömür Matbaacılık Ömür

Detaylı

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS TÜRK ANAYASA HUKUKU LAW

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS TÜRK ANAYASA HUKUKU LAW DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS TÜRK ANAYASA HUKUKU LAW 117 2 3 + 0 3 5 Ön Koşul Dersleri - Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü Türkçe Lisans Zorunlu Dersin Koordinatörü Dersi

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF T.C. İNKILAPTARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF T.C. İNKILAPTARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF T.C. İNKILAPTARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı

Detaylı

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 0. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI. OSMANLI DEVLETİ NİN KURULUŞU (00-5). XIV. yüzyıl başlarında Anadolu, Avrupa ve Yakın

Detaylı

SOSYAL BİLGİLER DERSİ (4.5.6.7 SINIFLAR) ÖĞRETİM PROGRAMI ÖMER MURAT PAMUK REHBER ÖĞRETMEN REHBER ÖĞRETMEN

SOSYAL BİLGİLER DERSİ (4.5.6.7 SINIFLAR) ÖĞRETİM PROGRAMI ÖMER MURAT PAMUK REHBER ÖĞRETMEN REHBER ÖĞRETMEN SOSYAL BİLGİLER DERSİ (4.5.6.7 SINIFLAR) ÖĞRETİM PROGRAMI 1 DERS AKIŞI 1.ÜNİTE: SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETİM PROGRAMININ GENEL YAPISI, ARADİSİPLİN, TEMATİK YAKLAŞIM 2. ÜNİTE: ÖĞRENME ALANLARI 3. ÜNİTE: BECERİLER

Detaylı

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir. Sevgili Meslektaşlarım, Kıymetli Katılımcılar, Bayanlar ve Baylar, Akdeniz bölgesi coğrafyası tarih boyunca insanlığın sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimine en çok katkı sağlayan coğrafyalardan biri

Detaylı

EĞİTİMLE HUKUKU İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER

EĞİTİMLE HUKUKU İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER Ünite 7 EĞİTİMLE HUKUKU İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER Yrd. Doç. Dr. İbrahim GÜL YÖNERGE Yönetmeliklerde değinilmeyen konulara açıklık getirmek için düzenlenen belge. Bir işin adım adım nasıl yapılacağını gösteren

Detaylı

Politika; (Latince kökenli) Şehir yaşamı ve bu yaşamı düzenleme anlamındadır.

Politika; (Latince kökenli) Şehir yaşamı ve bu yaşamı düzenleme anlamındadır. Politika; (Latince kökenli) Şehir yaşamı ve bu yaşamı düzenleme anlamındadır. İlk çağ filozofları Eflatun ve Aristo dan bu yana pek çok şey söylenmiş ve bu bağlamda politika ve eğitim ilişkileri de analiz

Detaylı

KARMA TESTLER 03. A) Yalnız l B) Yalnız II. C) Yalnızlll D) I ve II E) I, II ve III. 2. Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesine,

KARMA TESTLER 03. A) Yalnız l B) Yalnız II. C) Yalnızlll D) I ve II E) I, II ve III. 2. Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesine, KARMA TESTLER 03 1. Osmanlı Devleti'nde matbaanın kurulması, I. Sanayi II. Ticaret III.Kültür alanlarından hangileri ile ilgili değişikliğin hız kazanmasını sağlamıştır? A) Yalnızl B) Yalnız II C) Yalnızlll

Detaylı

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK 2 Takdim Planı Modernleşme Süreci Açısından Devlet Devlet-Toplum İlişkileri Açısından Devlet Teşkilatlanma

Detaylı

HOCAİLYAS ORTAOKULU. ÜNİTE 1: Bir Kahraman Doğuyor T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK-8

HOCAİLYAS ORTAOKULU. ÜNİTE 1: Bir Kahraman Doğuyor T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK-8 1/11 ÜNİTE 1: Bir Kahraman Doğuyor 1. Batıya Erken Açılan Kent Selanik 1.Atatürk ün çocukluk dönemini ve bu dönemde içinde bulunduğu toplumun sosyal ve kültürel yapısını analiz eder. 2. Mustafa Kemal Okulda

Detaylı

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ATATÜRK Ü ETKİLEYEN OLAYLAR VE FİKİRLER

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ATATÜRK Ü ETKİLEYEN OLAYLAR VE FİKİRLER 1 1789 da gerçekleşen Fransız İhtilali ile hürriyet, eşitlik, adalet, milliyetçilik gibi akımlar yayılmış ve tüm dünyayı etkilemiştir. İmparatorluklar yıkılmış, meşruti yönetimler kurulmaya başlamıştır.

Detaylı

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı. Yargı Örgütü Dersleri

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı. Yargı Örgütü Dersleri Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO Adalet Programı Yargı Örgütü Dersleri ÜNİTE I YARGI, YARGIÇ, MAHKEME VE YARGILAMA KAVRAMLARI YARGI, YARGIÇ, MAHKEME VE YARGILAMA KAVRAMLARI DEVLET ERKLERİ

Detaylı

II. BÖLÜM LK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLER

II. BÖLÜM LK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLER İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ... V GİRİŞ...1 1. Eğitime Neden İhtiyaç Vardır?...1 2. Niçin Eğitim Tarihi Okuyoruz?...2 I. BÖLÜM İSLAMİYET TEN ÖNCEKİ TÜRK EĞİTİMİ 1. Eski Türklerde Eğitim Var mıdır?...5 2. Hunlarda

Detaylı

ETKİNLİKLER/KONFERSANS

ETKİNLİKLER/KONFERSANS ETKİNLİKLER/KONFERSANS Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü Züriye Oruç 1 Prof. Dr. Salim Koca'nın konuk olduğu Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü konulu Şehir Konferansı gerçekleştirildi.

Detaylı

Cumhuriyet, Atatürk tarafından; Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare olduğu için ilan edilmiştir.

Cumhuriyet, Atatürk tarafından; Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare olduğu için ilan edilmiştir. Cumhuriyet; devleti yönetme (egemenlik) hakkının millete ait olduğu ve milletin de bu hakkını belirli bir süre için seçtiği temsilciler aracılığıyla kullandığı yönetim şeklidir. Cumhuriyetçilik ise devlet

Detaylı

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS DERS BİLGİLERİ Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS Türk İdare Tarihi TİT323 5 3+0 3 3 Ön Koşul Dersleri Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü Türkçe Lisans Yüz Yüze / Zorunlu Dersin

Detaylı

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO Adalet Programı Hukuk Başlangıcı Dersleri ÜNİTE I TOPLUMSAL DÜZEN KURALLARI ve HUKUK Sosyal Düzen Kuralları 1.Hukuk Kuralları 2. Ahlak Kuralları 3. Din Kuralları

Detaylı

Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans (Sak. Üni. Ort.) Programı Ders İçerikleri

Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans (Sak. Üni. Ort.) Programı Ders İçerikleri Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans (Sak. Üni. Ort.) Programı Ders İçerikleri 1. Yıl - Güz 1. Yarıyıl Ders İçerikleri Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri TAR701 1 3+0 6 Bu dersin temel amacı belli

Detaylı

2.SINIF (2013 Müfredatlar) 3. YARIYIL 4. YARIYIL

2.SINIF (2013 Müfredatlar) 3. YARIYIL 4. YARIYIL ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ 2014-2015 Eğitim Öğretim Yılı 1.ve 2.Öğretim (2010 ve Sonrası) Eğitim Planları HAZIRLIK SINIFI (YILLIK) KODU DERSİN ADI T U Kredi AKTS İLH001 ARAPÇA 26 0 26 26 Konu

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I (HIST 101) Ders Detayları

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I (HIST 101) Ders Detayları Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I (HIST 101) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I HIST 101 Güz 2 0 0 2

Detaylı

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI 3-4 Aile bireyleri birbirlerine yardımcı olurlar. Anahtar kavramlar: şekil, işlev, roller, haklar, Aileyi aile yapan unsurlar Aileler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar Aile üyelerinin farklı rolleri

Detaylı

T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı.

T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı. Ders T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı Tablo 1. ve Kredi Sayıları I. Yarıyıl Ders EPO535 Eğitimde Araştırma Yöntemleri

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Yakın Doğu Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi ne aittir. Bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan

Detaylı

İlköğretim Fen ve Teknoloji Öğretim Programı. Fen ve Teknoloji Program ve Planlama Dersi

İlköğretim Fen ve Teknoloji Öğretim Programı. Fen ve Teknoloji Program ve Planlama Dersi İlköğretim Fen ve Teknoloji Öğretim Programı Fen ve Teknoloji Program ve Planlama Dersi Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçları 1. Ataturk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Ataturk milliyetciliğine

Detaylı

Cumhuriyetin Laik, Bilimsel Eğitim Anlayışı, Sapmalar ve Önlemler... Metin eklemek için tıklayın Mustafa Gazalcı

Cumhuriyetin Laik, Bilimsel Eğitim Anlayışı, Sapmalar ve Önlemler... Metin eklemek için tıklayın Mustafa Gazalcı Cumhuriyetin Laik, Bilimsel Eğitim Anlayışı, Sapmalar ve Önlemler... Metin eklemek için tıklayın Mustafa Gazalcı mgazalci@gmail.com www.gazalci.org Cumhuriyetin Eğitim Devrimi:.Cumhuriyeti kuranlar için

Detaylı

TÜRK ANAYASA DÜZENİ Bahar dönemi Ara sınavı

TÜRK ANAYASA DÜZENİ Bahar dönemi Ara sınavı TÜRK ANAYASA DÜZENİ 2016 Bahar dönemi Ara sınavı 1. Divan-ı Hümayun hangi Osmanlı padişahı döneminde kurulmuştur? A) I. Osman B) Orhan C) II. Murat D) III. Selim E) II. Mahmut 2. Divan-ı Hümayunun kaldırılmasıyla

Detaylı

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı Fikret BABAYEV * Sayın Başkan, değerli katılımcılar! Öncelikle belirtmek isterim ki, bugün bu faaliyete iştirak etmek ve sizlerle bir arada bulunmak benim için büyük bir mutluluktur. Bu toplantıya ve şahsıma

Detaylı

YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI

YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS Tezli yüksek lisans programında eğitim dili Türkçedir. Programın öngörülen süresi 4

Detaylı

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Hanlığı ve Kazakistan konulu bu toplantıda Kısaca Kazak

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI KASIM EKİM 07-08 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı TARİH VE TARİH YAZICILIĞI

Detaylı

EĞİTİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI EĞİTİM PROGRAMLARI VE ÖĞRETİM BİLİM DALI TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI 2011 2012 EĞİTİM ÖĞRETİM PLANI

EĞİTİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI EĞİTİM PROGRAMLARI VE ÖĞRETİM BİLİM DALI TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI 2011 2012 EĞİTİM ÖĞRETİM PLANI EĞİTİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI EĞİTİM PROGRAMLARI VE ÖĞRETİM BİLİM DALI TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI 2011 2012 EĞİTİM ÖĞRETİM PLANI BİLİMSEL HAZIRLIK GÜZ YARIYILI DERSLERİ EGB501 Program Geliştirmeye Giriş

Detaylı

EĞİTİM ve KÜLTÜR ALANINDA DEVRİMLER Eğitim ve öğretimde ilk amaç; Bilgisizliğin giderilmesi olacaktır.

EĞİTİM ve KÜLTÜR ALANINDA DEVRİMLER Eğitim ve öğretimde ilk amaç; Bilgisizliğin giderilmesi olacaktır. EĞİTİM ve KÜLTÜR ALANINDA DEVRİMLER Eğitim ve öğretimde ilk amaç; Bilgisizliğin giderilmesi olacaktır. } Bütün köylülere okumak yazmak ve vatanını, ulusunu, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya,

Detaylı

ATATÜRKÜN İLKELERİ. Bu gün Türkiye Cumhuriyeti'nin gelmiş olduğu ekonomik noktanın temelleri Atatürk zamanında atılmıştır.

ATATÜRKÜN İLKELERİ. Bu gün Türkiye Cumhuriyeti'nin gelmiş olduğu ekonomik noktanın temelleri Atatürk zamanında atılmıştır. ATATÜRKÜN İLKELERİ Devletçilik İlkesi 17/12/1923 tarihinde toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde açılış konuşmasını yapan Mustafa Kemal; imparatorluk zamanından kalan birçok sorunun çözüme kavuşması için

Detaylı

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI GÜZ DÖNEMİ DERSLERİ Kodu Dersin Adı Statüsü T P K AKTS TAE 600 Özel Konular Z 4 0 0 30 TAE 601 Türkiyat Araştırmalarına Giriş I Z

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I Ders No : 069030020 Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 2 Ders Bilgileri Ders Türü

Detaylı

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2 Öğretmenlik Meslek Etiği Sunu-2 Tanım: Etik Etik; İnsanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, normları, kuralları, doğru-yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlaksal açıdan

Detaylı

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ Mehmet Uçum 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri a. Tartışmanın Arka Planı Ülkemizde, hükümet biçimi olarak başkanlık sistemi tartışması yeni

Detaylı

OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ

OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Medreseler çok güçlü yaygın eğitimi kurumu haline gelmiş ve toplumu derinden etkilemiştir.

Detaylı

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI Sayın Katılımcılar, değerli basın mensupları Avrupa Konseyi

Detaylı

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ Eğitim Öğretim Yılı 1.ve 2.Öğretim (2010 ve Sonrası) Eğitim Planları HAZIRLIK SINIFI (YILLIK)

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ Eğitim Öğretim Yılı 1.ve 2.Öğretim (2010 ve Sonrası) Eğitim Planları HAZIRLIK SINIFI (YILLIK) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ 01-014 Eğitim Öğretim Yılı 1.ve.Öğretim (010 ve Sonrası) Eğitim Planları HAZIRLIK SINIFI (YILLIK) KODU DERSİN ADI İLH001 ARAPÇA 0 Konu Başlıkları (Yıllık) T Sözlü

Detaylı

T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI I. YARIYIL II. YARIYIL Adı Adı TAR 501 Eski Anadolu Kültür 3 0 3 TAR 502 Eskiçağda Türkler 3 0 3 TAR 503 Eskiçağ Kavimlerinde

Detaylı

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER TÜRK DİLİ ÜZERİNE BİRKAÇ NOT Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Doç. Dr. S. EKER 1 Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir Dilin millî ve zengin olması millî

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 2 EDEBİ BİLGİLER (ŞİİR BİLGİSİ) 1. İncelediği şiirden hareketle metnin oluşmasına imkân sağlayan zihniyeti 2. Şiirin yapısını çözümler. 3. Şiirin

Detaylı

Doğal Afetler ve Kent Planlama

Doğal Afetler ve Kent Planlama Doğal Afetler ve Kent Planlama Yer Bilimleri ilişkisi TMMOB Şehir Plancıları Odası GİRİŞ Tsunami Türkiye tektonik oluşumu, jeolojik yapısı, topografyası, meteorolojik özellikleri nedeniyle afet tehlike

Detaylı

BÖLÜM I: EĞİTİM BİLİMİ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

BÖLÜM I: EĞİTİM BİLİMİ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR Önsöz İÇİNDEKİLER III BÖLÜM I: EĞİTİM BİLİMİ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR 11 Eğitimin Amacı 12 Eğitim 13 Formal ve İnformal Eğitim 15 Formal (Biçimlendirilmiş) Eğitim 15 Örgün Eğitim 15 Yaygın Eğitim 16 İnformal

Detaylı

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler On5yirmi5.com Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler nelerdir? Yayın Tarihi : 12 Kasım 2012 Pazartesi (oluşturma : 12/22/2018) Cemiyetler-Zararlı ve Yararlı

Detaylı

GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Felsefe Bölümü DERS İÇERİKLERİ

GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Felsefe Bölümü DERS İÇERİKLERİ GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Felsefe Bölümü DERS İÇERİKLERİ I.SINIF I.YARIYIL FL 101 FELSEFEYE GİRİŞ I Etik, varlık, insan, sanat, bilgi ve değer gibi felsefenin başlıca alanlarının incelenmesi

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : ÖZEL ÖĞRETİM YÖNTEMLERİ I Ders No : 0310380096 Teorik : 2 Pratik : 2 Kredi : 3 ECTS : 4 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim

Detaylı

2018 YGS Konuları. Türkçe Konuları

2018 YGS Konuları. Türkçe Konuları 2018 YGS Konuları Türkçe Konuları 1. Sözcük Anlamı 2. Söz Yorumu 3. Deyim ve Atasözü 4. Cümle Anlamı 5. Cümle Yorumu 6. Paragrafta Anlatım Teknikleri 7. Paragrafta Konu-Ana Düşünce 8. Paragrafta Yapı 9.

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I. Laboratuar (saat/hafta) Uygulama (saat/hafta) Teori (saat/hafta) AKTS. 1.YIL/ 1.yarıyıl Güz

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I. Laboratuar (saat/hafta) Uygulama (saat/hafta) Teori (saat/hafta) AKTS. 1.YIL/ 1.yarıyıl Güz Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I Dersin Adı Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I Önkoşullar Dersin dili Dersin Türü Dersin öğrenme ve öğretme teknikleri Dersin sorumlusu(ları) Dersin amacı Dersin öğrenme

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II (HIST 102) Ders Detayları

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II (HIST 102) Ders Detayları Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II (HIST 102) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II HIST 102 Her İkisi

Detaylı

En İyisi İçin. I. Kanun-u Esasi gerçek anlamda anayasa bir monarşi öngörmemektedir. (x)

En İyisi İçin. I. Kanun-u Esasi gerçek anlamda anayasa bir monarşi öngörmemektedir. (x) Ne x t Le v e l Ka r i y e r 250ADET TAMAMIÖZGÜN ÇÖZÜMLÜAÇI KUÇLU SORU Kaymakaml ı k Sı navı nahazı r l ı k Anayasa Açı kuçl usor u Bankası En İ yi si İ çi n.. Necat i beycd.50.yı li şhanı Apt.no: 19/

Detaylı

ÖĞRETİM YILI DERS İNTİBAKLARI. I.YY ARY 105 Tarih Araştırma Yöntemleri 2+0 4,5 Z I.YY ARY 105 Tarih Araştırma Yöntemleri MS

ÖĞRETİM YILI DERS İNTİBAKLARI. I.YY ARY 105 Tarih Araştırma Yöntemleri 2+0 4,5 Z I.YY ARY 105 Tarih Araştırma Yöntemleri MS Fakülte/Yüksekokul : Edebiyat Fakültesi Böl./Program Tarih Bölümü Yarıyılı : Güz / Bahar ESKİ PROGRAM DERSİN YARIYIL KODU ADI (T+U 2012-2013 ÖĞRETİM YILI DERS İNTİBAKLARI YENİ PROGRAM DERSİN ECTS ECTS

Detaylı

İktisat Tarihi II

İktisat Tarihi II İktisat Tarihi II 23.02.2018 İkincil özeklerde yalnızca ekonomik yapı benimsenmekle kalmamıştır. - Biblos - Kapadokya uygarlıkları birincil özeklerin yapısı ile zorlanmıştır. İkinci devrimin yaygınlaşmasında

Detaylı