HAYAT ÇOK LOCKE TAN. Betül Sevinç
|
|
- Ayşe Ocak
- 9 yıl önce
- İzleme sayısı:
Transkript
1 Betül Sevinç HAYAT ÇOK LOCKE TAN John Locke, Hoşgörü Üzerine Bir Mektup adlı eserini 1685 yılında, kendi ülkesinde düşünceleri sebebiyle barınamadığı bir dönemde yazdı. Bu eser siyasî ve dinî otorite başta olmak üzere bireyi haddi olmayarak bir yaşam şekline zorlayan her türlü baskı unsuruna isyanıydı Locke un. Aklın ve bireyci düşüncenin sağduyulu sesi yankısız kalmadı ve o dönemden başlayarak toplumu etkiledi. Baskı ve zulümden öyle kıvılcımlar çıktı ki onlar, yönetimler devirip yasalar yazdılar, insanı kurtarıp tahammülsüz gücü yaktılar. Zaman geçtikçe, aklın gösterdiği değişmez ilkeler olarak herkesçe kabul edildiler ve anayasasında bireyi korumayan, otoriteyi yücelten hükümler taşıyan çok az devlet varlığını koruyabildi. Onun savunduğu düşüncelerin çoğu artık yasayla korunuyor ve biz bu yasaların gölgesinde yaşıyorsak Hoşgörü Üzerine Bir Mektup bu çağda pek de anlam ifade etmemeliydi. Bahsettiğimiz panoramaya baktığımızda John Locke un söylediklerini her alışılagelen durum gibi masal diye okumalıydık. Ancak tarih düz bir çizgi gibi ilerlemediğinden ne yazık ki hoşgörünün gerekliliğinin bazı kulaklara hala haykırılması gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti, çağdaşı birçok devlet gibi modern bir anayasaya sahiptir. Her ne kadar 1982 Anayasası nın sivil bir yönetim tarafından hazırlanmadığını, halkın kendisini yönetecek gücün tanımı yapılırken olanları sadece izlemek zorunda kaldığını bilsek de anayasal yönetimin uygar toplum göstergesi olduğunu inkar edemeyiz. Farz edelim ki anayasa halkın bilinçli şekilde konsensüse varmasıyla oluştu. Temel insan haklarına saygılı olunan, demokratik, laik bir hukuk devleti talep edildi (madde 2). Devlete temel amaç ve görev olarak, demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, insanın maddi-manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak gibi vazifeler yükledik (madde 5). Her bireyin devletle muhatap olma standardını koymak için Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep vb. sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir dedik (madde 10). Sadece bu şartlarla devletin varlığı kabul edildi ve insanlar bazı haklarının siyasî otorite tarafından kullanılmasına izin verdi. Fakat iktidar zamanla güçlendi, Montesquieu nün bahsettiği her güç sahibi gibi kötüye meyletti. Kendisi birey için var olduğunu unutarak bireyi kendi çıkarlarına hizmet ettirdi, bütün meşruiyetini kaybetmiş bir güç olduğunu pişkince kabul etmeyerek. Sahte meşruiyetine yalancı şahitler gösterdi, hem de onları zulmettikleri arasından seçerek. İşte Türkiye de gördüğüm tablo bundan çok farklı olmadı. Halk, insanın doğasından kaynaklanan hakları devlet tarafından gasp edildiğinde, doğal olarak sahip olduğu direnme hakkı nı da unuttu ve hak diye kendisine sunulan ne varsa hepsinin kaynağını otorite zannedip, veren-alır kaderciliğine sığındı. Toplum neden direnmez? Direnmesi gereken güçler işbirliği yapıp onun bağışıklık mekanizmasını çökerttiği için. Düşünürün de uzun uzun açıkladığı ve hangisinin nereye kadar hareket edebileceğinin altını çizdiği siyasî ve dinî otoriteden söz ediyorum. Bu iki potansiyel tehlike kendi sınırlarını aşıp hem bireyin hayatında hem de birbirlerinin alanında söz söylemeye muktedir olduklarında insanlar, içinde bulundukları çıkmazın farkında olmayabilirler. Siyasî otoriteye başkaldırmak, kişinin dâhil olduğu dinî otorite tarafından hoşgörülmüyorsa, iktidar kişilerin neye
2 inanması gerektiğini doğrudan yahut dolaylı olarak söylüyorsa, kişi yönetim karşısında inancına göre pozisyon alacaktır. Bu ortamda laiklikten bahis açılamayacak ve siyasî otorite çoğunluğun inancına göre bir misyon yürüttüğünden, kendisine karşı direnilmeyecektir. Liberal demokrasi laikliğe muhtaçtır. Bireyin isteyerek oluşturduğu güç odakları, kendi sınırları dahilinde kaldığı müddetçe, yani dinî ve siyasî otorite kendi doğalarının gereğine uygun davrandığı sürece liberalizm mümkündür. Siyasî iktidar dinî saiklerle hareket ederse yahut dinî gruplar siyasî güç elde etme yoluyla daha fazla büyüme amacı güderse laik bir yönetim oluşamaz ve bu yönetimin de liberal olduğu söylenemez. Çünkü devlet, inanç bakımından tarafsız davranmadığından yahut bazı cemaat, tarikat yapılanmaları idareye tasallutta bulunduğundan her biri farklı inanç ve görüşe sahip olan insanlarla devlet arasında eşit mesafe olamaz. Kişinin kendi aklını ve vicdanını ikna ederek sahip olduğu bir görüş nedeniyle, bu görüşe müdahele etmek ya da bu tarz düşüncelerden birini benimsemek üzere oluşturulmamış bir güç, toplumda inanç kriterine göre ayrımcılık yapamaz. Devlet, kişilerin can, mal ve özgürlüklerini korumak ve anayasada belirtilen diğer görevlerini ifa etmek için eşitlikçi bir kamu hizmeti yürütmekle mükelleftir. Peki, Türkiye deki uygulama gerçekten dil, din, ırk vs. ayırt etmeksizin herkesi eşit bir muameleye tabi tutuyor mu? Ne yazık ki, evet diyemiyoruz. Ülkede bu problematiğin kilitlendiği ana nokta laiklik algısı. Etnik ayrımcılık ve ifade özgürlüğü konusunda yaşanan sıkıntılar da bir o kadar kayda değer tabi. Laiklik, anayasanın değişmez ilkeleri arasına konuldu ancak tanımı yapılmadığı için yıllardır her uygulama laiklik kılıfı içine sığdırılabildi. Kimi zaman devletin dinsizliği benimsemesi gibi anlaşıldı. Bu anlayış sahipleri çeşitli dinî ibadetleri ve gereklilikleri devlet dinsiz olmalıdır sloganıyla yasakladılar. Örneğin; inancı gereği tesettürlü olan kız öğrenciyle bu şekilde giyinmeyen öğrenci arasında eğitim hizmetinden yararlanma bakımından eşitsizlik oluştu. Bu uygulama kız ve erkek öğrenci arasında da üniversite eğitimi konusunda fırsat eşitsizliği yarattı. Sivil yönetimin kamu hizmeti verirken bütün vatandaşlarına eşit mesafede bulunmasının garantisi olan laiklik, nasıl olur da bu dehşet verici eşitsizliğin kaynağı olur? Laikliği bir paradoks haline getirip, uygulanmamasına sebep olanlar, bireyin din ve ibadet özgürlüğünü dilediğince yaşamasını laik rejim için tehlike olarak gördüler. Peki, devlet bireyin inançsal faaliyetlerine hiçbir koşulda dokunamaz mı? Sözkonusu faaliyet kamu düzenini bozacak nitelikte değilse dokunamaz. Fakat güvenlik ve sükûnu korumak devletin işi olduğu için bu gerekçeler elbette müdahaleyi haklı kılacaktır. Laik bir devlette toplum din ve inanç özgürlüğüne sahip olduğundan, aynı inanç sahiplerinin birlikte bazı aktiviteler yürütmesine engel olunmayıp tarikat, cemaat gibi toplulukların varlığı meşru sayıldığından iktidarın inanç konusunda pozitif yükümlülük üstlenmesine gerek yoktur. Aksini düşünmek dini bir kamu hizmeti haline getirir ki devlet bu alanda herkese eşit olacak şekilde hizmet sunamaz. Çünkü hiçbir zaman ülkede kaç çeşit din olduğu tam olarak tespit edilemez. Sünni Müslümanlık, Alevi Müslümanlık, Süryanilik gibi din ve mezheplerin varlığı görülebilirken bir gün bir vatandaşın X dinine inanmaya başlaması otorite tarafından algılanamayacaktır. İşte, siyasî gücün hizmet sunarken eşitlikçi davranmasının mümkün olmadığı inanç konusu tamamen siyasetten koparılmalıdır. Açıklanan çerçeve içinde Türkiye deki Diyanet İşleri Başkanlığı nın varlığı sorgulanmalıdır. Kurumun adı İslam Başkanlığı olmadığı halde uygulamanın bu minvalde olduğu inkâr edilemez. Sünni müslümanlar, yıllardır camide toplu olarak ibadet edip, Diyanet in atadığı din görevlilerine sahip olduğu halde, Alevilerin cemevlerinde ibadet etmelerine müsaade edilmedi. Hatta Diyanet cemevlerinin ibadethane olmadığını, her Müslüman ibadethanesinin cami ve mescit olduğunu söyledi. Halbuki dinî bir topluluk kendi tanımını yapmakta ve kendi kurallarını
3 koymakta özgürdür. Devlet, cami, kilise ve sinagogun ibadethane olarak tanımlanmasında fikir belirtemeyeceği gibi cemevlerinin de bu statüde bulunup bulunmadığını belirleyemez. Çünkü kendi otorite alanının dışında meşru bir güç değildir. Son dönemlerde bu fikirler daha rahat ifade edildiğinden Alevilerin ibadet özgürlüğünden yararlanmasındaki sıkıntılar bir ölçüde gideriliyor. Türkiye de din hizmetlerinin devletin müdahele alanından çıkarılması durumunda halkın çeşitli cemaat ve tarikat gruplarınca kandırılacağı korkusu yer etmiştir. Bir anlamda devlet Don Kişotluğa soyunarak, varlığı liberal demokraside yadırganamayacak dinî gruplara karşı savaş açmıştır. Akıllıca olan, devletin bu yönetim tarzıyla meşruiyetini kaybedeceğine, dinî hareketlere müsaade edip onları siyasî çerçeveden uzak tutarak kendi meşruiyetini sağlamlaştırması olacaktır. İşte bu gerekçelere dayanarak diyorum ki; devlet, okullarda din eğitimi vermeye kalkışmamalıdır. Siyasî otorite dindar yahut dinsiz nesil yetiştirmeye yetkili değildir. Neslin nasıl bir dinî yaşam benimseyeceği devletin kontrolünde olamaz. Din eğitimi aile içinde başlar ve aile, benimsemiş olduğu bir dinî grup varsa çocuğunun orada yetiştirilmesini uygun görür. İktidar ne kendi kurumlarında bir inancı aşılayabilir ne de kendi hareket alanının dışında bir inanç sisteminin benimsenmesini engelleyebilir. Kur an derslerinin okullarda verilmesi kadar yıllardır yaz tatillerinde camilerde din eğitimi verilen çocuklara yaş sınırlamasında bulunulması da hatadır. Bireylerin dinî eğitimi gönüllü topluluklar içinde yapılmalıdır çünkü bu topluluklar tam da bu amaç için varlık gösterirler. O halde cemaat ve tarikatler liberal yönetimde her istediklerini yapabilirler mi? Sadece kendi varlık alanlarında, evet. Ne bireyi bir gruba dahil olmaya zorlayabilirler ne de siyasî söylemlerde bulunabilirler. En düşünülemeyecek şey ise dahil olunan cemaat veya tarikate göre devlet kurumlarında muamele görmek. Türkiye de ne yazık ki kişiler ya hak ettikleri bir göreve benimsedikleri görüş sebebiyle gelemediler ya da hak etmedikleri mevkilere aynı görüşü paylaştıkları kişiler aracılığıyla getirildiler. Devlet eğer cemaat, tarikat veya aynı ideolojik bir gruba müdahale edecekse, onların bu tasallutunu ve adam kayırmacılığını engellemeli, kanun önünde ayırım gözetilmeksizin herkes eşittir vaadinin hoş bir yalan konumuna düşmesini izlememelidir. Türkiye nin her büyük sorunu gibi Kürt Sorunu da hoşgörüden uzaklaşıldığı için doğdu. Eğer bir etnik grup bir yönetim tabiyetinde doğal haklarından mahrum bırakılmışsa yönetim artık meşru değildir, bununla birlikte onların da direnme hakkı doğar. Yıllarca herhangi bir isyan çıkarmadan Osmanlı yönetimi altında yaşayan ve bu yönetimin bekası için her vatandaş gibi çaba sarfeden Kürtlerin temel hakları o kadar yok sayıldı ki Kürt direniş hareketi de kaçınılmaz oldu. İktidar her vatandaşı gibi bir Kürt ü de korumaya vazifeliyken kendi eliyle onun haklarını gasp etti. Üstelik geç başlayan, direnme hareketi ni de haksız konuma düşürdü. Bu sebepten kimse Kürt hareketini (terörden sıyrılmış sivil hareketi kastediyorum) bir tehlike olarak algılamakta haklı değildir. Asıl tehlikeli olan doğadan kaynaklanan direnme hakkı nı bölücülük olarak gösteren, kendi vazifesinin farkında olmayan siyasî otoritedir. Olayları bu konuma getiren geçmiş sivil yönetimlerin (Türkiye de yönetimin ne kadar sivil olduğunu hepimiz biliriz) hataları şimdi hoşgörüyle giderilmezse bu direnme hareketinin son bulacağı umulmamalıdır. Sosyal bir gerçeklik olmasına rağmen uzun süre Kürtlük diye bir kimlik olmadığı iddia edildi. Aynı şekilde Kürtçenin de bir dil olmadığı komik dayanaklarla söylenegeldi. Devlet, nasıl ki kişinin düşüncesine hükmedemez ise aynı şekilde düşünceyi ifade etme tarzına da hükmedemez. Herkes ana dilini konuşma ve geliştirme hakkına doğal olarak sahiptir. Örneğin; ana dili Türkçe olan bir öğrenci, dilin her türlü güzelliğini okulda öğrenebildiği için kendini ifade etmekte sıkıntı
4 yaşamazken aynı koşullardaki bir Kürt öğrenci için aynı şeyi söyleyemiyoruz. O, eğitim sürecini devletin belirlediği dille sürdürürken ailesinden ilk duyduğu, kişiliğini şekillendiren dili geliştirme fırsatı kendisine sunulmuyor. Ana dilinde şiir yazmanın hazzını tadamıyor, kendisini hiçbir zaman tam olarak ifade edemiyor ve bu durumdaki birey de topluma adapte olmakta güçlük çekiyor. Ülkedeki Kürtler her yerde dillerini konuşurlar ve diğer gruplar Türkçe kullanırlar ise asıl o zaman topluma adaptasyon sorunu doğacağı düşünülebilir. Bunlara cevabım, bütün etnik grupların kullanabileceği ortak dilin herkes tarafından bilinmesi koşuluyla problemin çözüleceğidir. Devlet kendi kurumlarında kullanılacak dili belirleyebilir ve her vatandaşına da ihtiyaçtan dolayı bu dili öğretir. Doğudaki eğitim şartlarının elverişsizliği dikkate alınırsa Kürtlerin, devletle iletişim kurmalarına yarayacak dili öğrenmeleri başarılı şekilde sağlanamamıştır. Dolayısıyla kendisini okulda, hastanede, devlet dairelerinde ifade edemeyen vatandaşlar söz konusudur. Onların mağduriyetini gidermek adına devlet hastanelere, devlet dairelerine tercüman yerleştiremez mi? Veya o bölgeye hem Türkçe hem Kürtçe bilen devlet memurları atanamaz mı? Tabi ki en etkin çözüm yine de Türkçe eğitimin okullarda layıkıyla verilmesinin yanında Kürt vatandaşlara ana dillerini geliştirmeleri için fırsatlar yaratmaktır. Kürt sorununun çözülmez hale gelişinin en önemli sebebi sorunun terörden ayrı düşünülemeyişidir. Geçmişte doğal haklarını talep eden insanlarla terör propagandası yapanlar aynı kefeye konmuştur. Oysa ak ve kara kadar farklı iki durum birbirinden ayrılmalı ve ikisi için de farklı çözümler aranmalıdır. Elbette kamu düzenini temelden sarsan terörün bitirilmesi devletin en temel görevidir. Kamu güvenliği adına hassasiyet gösteren otorite aynı duyarlılığı vatandaşların doğal haklarını kullanmalarında da göstermelidir. Son dönemlerde yaşanan gelişmeler; Trt6 nın kurulması, Kürtçenin daha serbest kullanılır hale gelmesi, Kürt Enstitülerinin açılması ve sorunun konuşulmaya başlanması çözüm adına büyük bir adım olarak görülüyor. Fakat Kürtlerin ve diğer azınlıkların yasalarla güvence altına alınan haklardan her vatandaş kadar faydalanabilmesi, bölgenin kendine özgü yapısına uygun gerekli uygulamaların başlatılması zannediyorum sorunun çözümü adına çok daha büyük bir adım olacaktır. Yargı, anayasanın ve diğer yasaların uygulandığı ve bu uygulamanın da denetlendiği kurumlardan oluşur. Eğer liberal demokratik rejimin koruyucusu hoşgörü ekseninde şekillendirilen yasalarsa ve yasalar uygulama boyutunda yeniden şekil kazanıyorlarsa yargıya güven duyulmayan ülkede liberal demokrasinin garanti altında olduğu söylenemez. Locke un deyişiyle hukukun bittiği yerde tiranlık başlar. Son dönemlerde yargıya yöneltilen eleştriler ona güven duyulmadığının açık göstergesidir. Özellikle bireylerin ifade özgürlüğü sınırları içinde yazıp söyledikleri suç sayılabilecek kadar tahammülsüzlükle karşılaşıyor. Mahkemeler de bu hoşgörüsüzlüğü onaylayarak suçu sabit olmayan insanları özgürlüklerinden alıkoyuyor. Parasız eğitim talep eden, pankart açan öğrenciler aylarca hapishanede tutuluyor, onların serbest bırakılmasını isteyen savcının görev yeri değiştiriliyor. Hapishanelerde yüzden fazla tutuklu gazeteci var. Basın-yayın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü anayasa tarafından korunurken, hangi güç düşüncelerden rahatsız da bu şekilde kanun hilafına olaylar yaşanıyor? İçimizden bir grup yasayla korunmaya muhtaç da diğerlerinin buna ihtiyacı yok mu? Bugün kendisi gibi düşünmeyen insanları hoşgörüsüzlüğe muhatap kılan güç, kendi düşüncelerine tahammül gösterilmediğinde ifade özgürlüğü savunuculuğu yapmamalıdır. Günümüzdeki anlamıyla devlet 15.yy dan beri varlık göstermektedir. Devletin varlığından sonra da güçler ayrılığı belirginleşmiş, insan hakları evrensel düzeyde kabul edilmiş, birey de otoriteler de artık kendi sınırlarını teorik olarak öğrenmişlerdir. Bizler 21. Yüzyıl da Locke un mektubunu hala acı
5 bir gerçeklik olarak okurken umudumuz bizden sonraki nesillerin bunu bir masal olarak okumasıdır. Yazımı kulaklara haykırılması gereken Locke un bir sözüyle bitirmek istiyorum: Her birey kendi kişiliğinin ve mülkiyetinin mutlak efendisidir. Başkasının değil.
Türkiye nin Yeni Anayasasına Doğru
3 TESEV Anayasa Komisyonu Raporu Türkiye nin Yeni Anayasasına Doğru TESEV TESEV Anayasa Komisyonu Raporu Türkiye nin Yeni Anayasasına Doğru Komisyon üyeleri (alfabetik sırayla) TESEV Anayasa Komisyonu,
DetaylıKafkas Dernekleri Federasyonu. YOK OLMA TEHLİKESİ ALTINDAKİ DİLLER ve ADIGE-ABHAZ DİLLERİNİN KONUMU
Kafkas Dernekleri Federasyonu YOK OLMA TEHLİKESİ ALTINDAKİ DİLLER ve ADIGE-ABHAZ DİLLERİNİN KONUMU Ankara, 2006 YOK OLMA TEHLİKESİ ALTINDAKİ DİLLER ve ADIGE-ABHAZ DİLLERİNİN KONUMU Kafkas Dernekleri Federasyonu
DetaylıHoşgörü Üstüne Bir Mektup John Locke
Hoşgörü Üstüne Bir Mektup John Locke Çeviren: Melih Yürüşen Not: Eser Liberte Yayınları tarafından kitap olarak basılmıştır. 1 İçindekiler Sayfa 3 John Locke a Dair- Locke un Hayat Hikâyesi 6 Hoşgörü Üstüne
Detaylılkö retimde Haklar m z Var! lkö retimde Haklar ve Hak Arama Yollar
lkö retimde Haklar m z Var! lkö retimde Haklar ve Hak Arama Yollar Eğitimde Haklar Projesi, Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi tarafından Avrupa Birliği mali desteği ile yürütülmüştür. Bu yayında
DetaylıTÜRBAN SORUNU NUN HUKUKSAL BOYUTU ANAYASAL DEĞİŞİKLİK ÇÖZÜM OLUR MU?
TÜRBAN SORUNU NUN HUKUKSAL BOYUTU ANAYASAL DEĞİŞİKLİK ÇÖZÜM OLUR MU? S. Alp Lİmoncuoğlu* Türkiye nin son 25 yılına damgasını vuran tartışmalardan biri türban sorunu dur. Çözümün yasama organına odaklanmış
Detaylı10. YIL. Bilgi Edinme Hakkı Çalıştayı Sonuç Raporları
10. YIL Bilgi Edinme Hakkı Çalıştayı Sonuç Raporları 27 Mayıs 2013 ÖNSÖZ Demokrasinin ve Anayasamızın en temel prensiplerinden biri olan bilgi edinme hakkı, kamu yönetiminde açıklığın ve şeffaflığın sağlanması
DetaylıHer seferinde öyle eyle ki, eyleminin ilkesi aynı zamanda genel bir yasa olabilsin. Immanuel Kant
İnsan Hakları Her seferinde öyle eyle ki, eyleminin ilkesi aynı zamanda genel bir yasa olabilsin. Immanuel Kant İnsan Hakları fikri, temeli insan onuru bilincine dayanan bir fikirdir ve binlerce yıllık
Detaylı[3] Yeni Anayasa Sürecini İzleme Raporu: Nasıl Bir Anayasaya Doğru Gidiyoruz? Mart 2013 TESEV DEMOKRATİKLEŞME PROGRAMI
TESEV DEMOKRATİKLEŞME PROGRAMI Yeni Anayasa Sürecini İzleme Raporu: Nasıl Bir Anayasaya Doğru Gidiyoruz? Mart 2013 [3] Yazarlar: Etyen Mahçupyan, Mehmet Uçum, Özge Genç www.anayasaizleme.org Sunuş Özge
DetaylıÖZEL SEKTÖR MADEN İŞÇİLERİNİN SOSYAL VE EKONOMİK HAKLARI ARAŞTIRMASI YAŞAMA DAİR VAKIF DEV MADEN SEN
ÖZEL SEKTÖR MADEN İŞÇİLERİNİN SOSYAL VE EKONOMİK HAKLARI ARAŞTIRMASI YAŞAMA DAİR VAKIF DEV MADEN SEN ÖZEL SEKTÖR MADEN İŞÇİLERİNİN SOSYAL VE EKONOMİK HAKLARI İÇİNDEKİLER I. GİRİŞ... 2 II. ARAŞTIRMANIN
Detaylırapor Bir eşitlik arayışı: Türkiye de azınlıklar
rapor Bir eşitlik arayışı: Türkiye de azınlıklar Türkiye, Diyarbakır da bir Kürt kızı. Carlos Reyes-Manzo/Andes Haber Ajansı. Teșekkür Bu rapor, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu (MRG) ve Diyarbakır Barosu
DetaylıÇOK KÜLTÜRLÜLÜK VE BİRLİKTE YAŞAM ÜZERİNE BİR İSRAİL DENEYİMİ: SADAKA REUT / KARDEŞLİK Özgür Akarsu 02.01.2007 Sadaka Reut, İsrail de 1980 lerden beri topluluklar arası diyalog imkânlarını geliştirmeyi
DetaylıKamu hukuku kurallarında, taraftar arasında eşitlik ilişkisi yoktur. Devlet, üstün gücü kullanan taraf durumundadır. Kamu yararı düşüncesi hâkimdir.
ÜNİTE 1. HUKUK HAKKINDA GENEL BİLGİLER AMAÇLAR Bu üniteyi başarı ile tamamlayan her öğrenci; 1.Toplum düzeninin sağlanmasında ve sürdürülmesinde hukukun rolü ve önemini kavrar. 2.Meslek hayatında ve toplum
Detaylıİnanç ve İktidar: Ortadoğu da Din ve Siyaset Bernard Lewis
İnanç ve iktidar ilişkisine odaklanan bu çalışma, İslam Dünyasında din ve devlet yönetimi arasındaki ilişkiyi farklı açılardan incelemektedir. 2010 yılında Oxford University Press tarafından yayınlanan
DetaylıYeni Anayasaya Doğru. Prof. Dr. Ersan ŞEN* * İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
Yeni Anayasaya Doğru Prof. Dr. Ersan ŞEN* * İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. I. Giriş 2010 yılında Anayasada yapılan kapsamlı değişiklik
DetaylıEşitsizlik çok derin kadınların durumu korkunç
Eşitsizlik çok derin kadınların durumu korkunç 19 Temmuz 2010 Devrim Sevimay/Soru Cevap Türkiye de bazı gruplar eşitsizliğin hem sosyoekonomik hem de ayrımcılık türlerinden payını sonuna kadar alıyor...
DetaylıLİBERALİZMİN TEMEL İLKELERİ
219 LİBERALİZMİN TEMEL İLKELERİ Cumhuriyet Üniversitesi.İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Özet Bu çalışma liberalizmin felsefi kökenleri ve temel ilkelerini incelemektedir. Çalışma doğal olarak liberalizme bir ahlak,
DetaylıTÜRKİYE. tartışmak için sık sık devlet yetkilileri ve dini grupların temsilcileri ile görüşmüştür.
Anayasa din özgürlüğü sağladığı gibi diğer yasa ve politikalar da genellikle dine özgür ibadet edilmesine katkıda bulunmuştur; ancak, laik devletin bütünlüğü ve mevcudiyeti ile ilgili anayasal koşullar
DetaylıA Ç I L I Ş K O N U Ş M A L A R I
BEKTAŞİ GÜLBENGİ Bismişah Allah Allah Vakitler hayrola, Hayırlar feth ola. Şerler def ola. Müminler saf ola. Münâfıklar berbat ola. Gönüller şâd ola. Meydanlar âbâd ola. Kalplerimiz mesrûr, sırlarımız
DetaylıMilletvekilliği Seçilme Yeterliliği ve Bu Sıfatın Kazanılması
Milletvekilliği Seçilme Yeterliliği ve Bu Sıfatın Kazanılması Gökalp İzmir * 1. Milletvekili Seçilme Yeterliliği Parlamento üyesi olmaya istekli ve seçilebilmek için Anayasa ve kanunların öngördüğü koşullara
DetaylıT.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI
T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI MEGEP (MESLEKÎ EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ) TÜM ALANLAR MESLEK ETİĞİ ANKARA 2006 Milli Eğitim Bakanlığı tarafından geliştirilen modüller; Talim ve Terbiye
Detaylı1 Tan Morgül, Toplumsal Baskı ve Mahallenin Muhtarları, Birikim, Sayı 238, Şubat 2009, 93-101.
ÖNSÖZ Türkiye de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler başlıklı araştırmamız sonuçlarını kamuoyuna açıkladığımız 19 Aralık 2008 tarihinden itibaren konu hakkında yazılı basın
DetaylıOrjinal Adı : First Steps - A Manual for Starting Human Rights Education Yayınlayan : Amnesty International AI İndeks : 32/002/2002
İlk Adım 1 Bu kitap, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi tarafından Hollanda Kraliyeti Ankara Büyükelçiliği nin katkılarıyla basılmıştır. Kitabın içeriğinden Hollanda Kraliyeti Ankara Büyükelçiliği sorumlu
DetaylıFARKLI BİR BAKIŞLA ANAYASA GERÇEĞİ - Sayfa 1
FARKLI BİR BAKIŞLA ANAYASA GERÇEĞİ - Sayfa 1 FARKLI BİR BAKIŞLA ANAYASA GERÇEĞİ - Sayfa 2 Ekip çalışmamız içinde kendileriyle gurur duyduğumuz Kahramanmaraşın değerli gençlerine, Ahmet Kazan, Osman Sığırgüden,
DetaylıAnayasaya Dair Tanım ve Beklentiler
Anayasaya Dair Tanım ve Beklentiler Saha Araştırması - Eylül 2012 Anayasaya Dair Tanım ve Beklentiler Saha Araştırması Eylül 2012 Anayasaya Dair Tanım ve Beklentiler Saha Araştırması - 2012 Türkiye Ekonomik
DetaylıSEMPOZYUM 16-17-18 Nisan 2010. CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINA DOĞRU ÜNİVERSİTE VİZYONUMUZ (Tebliğler)
SEMPOZYUM 16-17-18 Nisan 2010 CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINA DOĞRU ÜNİVERSİTE VİZYONUMUZ (Tebliğler) Türk Eğitim-Sen Genel Merkezi Ankara - 2010 SEMPOZYUM 16-17-18 Nisan 2010 CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINA
DetaylıORTA DOĞU DAKİ GELİŞMELERİN IŞIĞINDA TÜRKİYE NİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİK PERSPEKTİFİ
ORTA DOĞU DAKİ GELİŞMELERİN IŞIĞINDA TÜRKİYE NİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİK PERSPEKTİFİ 05 KASIM 2012 Editör: Özgür TONUS ADOM YAYINI NO: 02 Sempozyum Kayıt Deşifresi: Aslıhan İLHAN Cansu TAHAN Elif TEKİN Fatih
DetaylıAVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ NİN TARAF DEVLETLERE YÜKLEDİĞİ POZİTİF YÜKÜMLÜLÜKLER
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANA BİLİM DALI AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ NİN TARAF DEVLETLERE YÜKLEDİĞİ POZİTİF YÜKÜMLÜLÜKLER YÜKSEK LİSANS TEZİ Sadık KOCABAŞ
DetaylıSosyal demokrasinin temelleri
SOSYAL DEMOKRASİ EL KİTABI 1 Tobias Gombert ve diğer yazarlar Sosyal demokrasinin temelleri ISBN 978-3-86872-560-5 3., güncelleştirilmiş baskı Yayımlayan: Friedrich-Ebert-Stiftung Sosyal Demokrasi Akademisi
DetaylıTÜRKİYE'DE "KAMU KESİMİ VE ÖZEL KESİM" AYIRIMININ NORMATİF VE REEL PLANDA ÖNEMİ VE SINIRLARI
T.C MALİYE BAKANLIĞI BÜTÇE VE MALİ KONTROL GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TÜRKİYE'DE "KAMU KESİMİ VE ÖZEL KESİM" AYIRIMININ NORMATİF VE REEL PLANDA ÖNEMİ VE SINIRLARI ERTAN TOSUN DEVLET BÜTÇE UZMANLIĞI ARAŞTIRMA RAPORU
DetaylıKAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA DAVALARI YARGI KARARLARI VE HUKUKİ SORUNLAR
KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA DAVALARI YARGI KARARLARI VE HUKUKİ SORUNLAR BİRİNCİ BÖLÜM Av.Sedat KARTAL Kamulaştırmasız El Koyma Kavramı: Kamulaştırma yetkisine sahip bir idarenin, Anayasa ve yasalara uygun
Detaylı