FİNANSAL İSTİKRAR ve KRİZ: Faizsiz Finans Bir Alternatif mi?

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "FİNANSAL İSTİKRAR ve KRİZ: Faizsiz Finans Bir Alternatif mi?"

Transkript

1 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI FİNANSAL İSTİKRAR ve KRİZ: Faizsiz Finans Bir Alternatif mi? Yüksek Lisans Tezi Ziya CAN Ankara-2014

2

3 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI FİNANSAL İSTİKRAR ve KRİZ: Faizsiz Finans Bir Alternatif mi? Yüksek Lisans Tezi Ziya CAN Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Ferda DÖNMEZ ATBAŞI Ankara-2014

4 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI FİNANSAL İSTİKRAR ve KRİZ: Faizsiz Finans Bir Alternatif mi? Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı : Yrd. Doç. Dr. Ferda DÖNMEZ ATBAŞI Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası Yrd. Doç. Dr. Ferda DÖNMEZ ATBAŞI... Doç. Dr. Benan ERES... Doç. Dr. Serdal BAHÇE... Tez Sınavı Tarihi : 21/07/2014 ii

5 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ NE Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (22/07/2014) Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı Ziya CAN İmzası... iii

6 ÖNSÖZ Bu tezin temelleri yüksek lisans programının ders aşamasında yazdığım Finansal Kırılganlık başlıklı seminer çalışması sırasında oluştu. Bu tez çalışması sırasında da seminer okumaları sürecinde ilgimi çeken Minsky nin görüşlerine daha yakından bakma olanağı buldum. İslamî Finans ın, finansal kırılganlığa karşı bir araç olarak kullanabileceği yönündeki görüşleri tartışma fikri, aynı zamanda seminer çalışmasında da bana rehberlik eden tez danışmanımdan geldi. Benim için çalışması oldukça keyifli bir tez çerçevesi sunmasının yanında, programa başladığım günden beri bana her konuda yardımcı olan tez danışmanım Ferda DÖNMEZ ATBAŞI na, tüm çalışmam boyunca yanımda olan Ceren ÖZCAN a ve hem maddi hem manevi desteğiyle akademik çalışmamı yarıda bırakmama sebep olabilecek hiçbir kaygıya düşmememi sağlayan annem Gülden KANTEMİR e teşekkürü bir borç biliyorum. Çalışmanın maddi yapısıyla birlikte, içeriğindeki tüm kusur ve eksikliklerin sorumluluğu tabiatıyla bana aittir. Ziya CAN iv

7 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... iv İÇİNDEKİLER... v GRAFİK LİSTESİ... vii TABLO LİSTESİ... viii KISALTMALAR.... ix GİRİŞ... 1 I. BÖLÜM: FİNANS ın TEMEL DİNAMİKLERİ I.1. Para I.2. Zaman I.3. Faiz II. BÖLÜM: FİNANS ve FİNANSALLAŞMA II.1. Finans II.1.1. Finans Piyasaları ve Finansal Ürünler II.1.2. Finans Sistemleri ve Finansman Türleri II.2 Finansallaşma II.2.1. Finansallaşmanın Algılanışı II.2.2. Finansallaşmaya Tarihsel Bir Bakış II.2.3. Finansallaşmanın Toplumsal Etkileri II.2.4. Finansallaşmanın Uluslararası Etkileri II.2.5. Büyük Devlet İhtiyacı ve Nihai Borç Verme Edimi II.2.6. Finansal Kırılganlık, İstikrarsızlık ve Kriz II.2.7. Minsky nin Teorisinin Farkı ve Sonuçları II.2.8. Bölüm Sonu Değerlendirmeler v

8 III. BÖLÜM: FAİZSİZ FİNANS III.1. İslam da Faiz Kavramı III.2. Faizsiz Finans ın Ortaya Çıkışı ve Gelişimi III.3. Faizsiz Finans ın Yapısı III.4. Faizsiz Finans Ürünlerinin Yapısı III.5. Türkiye de Faizsiz Finans ve Katılım Bankacılığı III.6. Faizsiz Finans a Dair Bazı Göstergeler III.7. Ampirik Çalışma III.7.1. Ekonometrik Model ve Tahmin Yöntemi III.7.2. Sonuçların Yorumu SONUÇ KAYNAKÇA EK ÖZET ABSTRACT vi

9 GRAFİK LİSTESİ Grafik 2.1: ABD, Almanya, Fransa ve Britanya nın Kâr Hadleri Grafik 2.2: ABD de Finans ve Finans Dışı Kâr Oranları Grafik 3.1: Ülkelere Göre Faizsiz Bankacılığın Tüm Sektördeki Payı Grafik 3.2: Global Faizsiz Bankacılık Aktiflerinin Ülkelere Göre Dağılımı Grafik 3.3: Bazı Seçilmiş Ülke Grupları İçin Reel GSYİH Artışı Grafik 3.4: Geleneksel ve İslamî Bankaların Sermaye Oranları Grafik 3.5: Seçilmiş Konvansiyonel ve İslamî Piyasa Endeksleri Grafik 3.6: Global Sukuk Piyasası Grafik 3.7: Tüm Dünyada Yıllara Göre Sukuk İhracı Grafik 3.8: Katılılm Bankaları nın Gelişimi Grafik 3.9: Toplanan Fonların Kullandırılma Oranları Grafik 3.10: Banka Kredilerinin Takibe Dönüşüm Oranı vii

10 TABLO LİSTESİ Tablo 2.1: ABD'de Menkul Kıymet Yatırım Fonları İçin Ödenen Toplam Hizmet Ücretleri Tablo 2.2: ABD de Kredi Borcu Takas Sözleşmeleri Tablo 2.3: Türkiye de Hanehalkı Finansal Varlık ve Yükümlülüklerin Gelişimi Tablo 2.4: Türkiye de Hanehalkı Borçluluk ve Faiz Ödeme Oranları Tablo 2.5: ABD Gayri Safi Yurtiçi Yatırım ve Merkezi Hükümet Harcamaları Tablo 3.1: Katılım Bankaları nın Gelişimi Tablo 3.2: Mudi Sayısının Gelişimi ve Fonksiyonel Dağılımı Tablo 3.3: Kredi Kartı Sayısının Gelişimi ve Fonksiyonel Dağılımı Tablo 3.4: Türev İşlemler Yoğunlaşma Göstergeleri Tablo 3.5: Değişkenler Tablo 3.6: Banka Bilanço Verileri Tablo 3.7: Çalışmada Kullanılan Veriler Tablo 3.8: Tanımlayıcı İstatistikler. 119 viii

11 KISALTMALAR ABD akt. BAE BDDK Bkz. BNP çev. ed. GSMH GSYİH HSBC Hz. IDB IFSB IMF MSCI : Amerika Birleşik Devletleri : Aktaran : Birleşik Arap Emirlikleri : Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu : Bakınız : Banque Nationale de Paris : Çeviren : Editör : Gayri Safi Milli Hasıla : Gayri Safi Yurt İçi Hasıla : Hong Kong and Shanghai Banking Corporation : Hazreti : Islamic Development Bank (İslamî Kalkınma Bankası) : Islamic Financial Services Board (İslamî Finansal Hizmetler Kurulu) : International Money Found (Uluslar arası Para Fonu) : Morgan Stanley Capital International s. : Sayfa sun. TBB TCMB TKBB TL yy : Sunucu : Türkiye Bankalar Birliği : Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası : Türkiye Katılım Bankaları Birliği : Türk Lirası : Yüzyıl ix

12 GİRİŞ Kriz bir organda birdenbire ortaya çıkan fizyolojik bozukluk 1 anlamına gelen bir tıp teriminden günlük yaşamın her alanında karşılaştığımız bir kelime haline gelmiştir. Kalp krizi, siyasi kriz, yargı krizi, adaylık krizi, petrol krizi gibi, finansal ve ekonomik krizler de hemen her yerde ve her dönemde sıkça karşılaştığımız olgulardır. Hangi alanda olursa olsun krizlerin birçok ortak özelliği vardır. Birdenbire ortaya çıkmaları ve önemli gündem oluşturmaları en önde gelen ortak özelliklerdir. Herkes tarafından fark edilmeleri bir anda gerçekleşiyor olsa bile, yine bir ortak özellik olarak tüm krizlerin oluşması zamanla gerçekleşen küçük değişimlerin sonucudur. Bu küçük değişimler bazıları tarafından önceden fark edilebilir ve hatta fark edenlerin müdahil olabilmeleri durumunda krizler ertelenebilir veya oluştukları zamanki etkilerinin hafifletilmesi yönünde önlemler alınabilir. Ancak krizlerden sonra tekrar dönülen yerin, aynı nehirde iki kez yıkanılamayacağını söyleyen Heraklitos u 2 ve diyalektik felsefeyi anarak hiçbir zaman aynı yer olamayacağını söyleyebiliriz. Çünkü krizler gerçekleştikten sonra her şeyin kriz öncesindeymiş gibi gözüktüğü zamanlarda bile krizin muhatabı taraflar dönüşmüşlerdir. Üstelik bu dönüşüm her zaman olumsuz olmasa dahi ondan etkilenen yapının işleyişi asla kriz öncesiyle aynı olamaz. Krizden güçlenerek çıkan taraflar belki o yapıyı yeni bir kriz karşısında daha güvenli duruma getirecektir ancak bir daha asla yıkıcı bir travma yaşanmayacağının garantisini veremez. 1 2 Türk Dil Kurumu nun Güncel Türkçe sözlüğüne göre, Kökeni Yunanca Kρίση kelimesine dayanan crise kelimesi Fransızca dan dilimize geçmiştir. Antik Yunan Filozofu olan Heraklitos un evrendeki değişmenin sürekli olduğu ve karşıtların ikililiğine rağmen birbiriyle savaşımından çıkacak uyumun varlığı meydana getirdiği yönündeki fikirleri, bugün geniş bir yazını olan önemli düşünce sistemi diyalektiğin temelleri olarak kabul edilir. 1

13 Ekonomik kriz oldukça fazla yönüyle bir doğa krizi, en etkili afetlerden biri olan depremle benzer özellikler gösterir. Zaten konunun akademide ve medyada sarsıntı, yıkıcı, çöküş gibi kavramlarla birlikte ele alınıyor olması da bu benzerliğin pek fazla zorlanmadan kurulabileceğini göstermektedir. Bu benzerliği hangi yönlerden ele aldığımıza bakacak olursak; öncelikle deprem, en azından Türkiye gibi yerkabuğunun hareketli bir konumunda bulunan ülkelerde, tıpkı ekonomik kriz gibi zaman zaman daha yoğun olmakla birlikte her zaman gündemdedir Marmara Depremi ni takiben olduğu gibi ekonomik krizlerin ardından da insanlar hep bu konu üzerinde konuşurlar. Gazetelerde, TV yayınlarında ve sosyal medyada hep ekonomik kriz ile ilgili haberlere rastlanır. Aynen deprem sonrası herkesin yerbilimle ilgilenmesi gibi, ekonomik kriz sonrasında da toplumda iktisadi kavramlara olan ilgi artar ve bu kavramlarla birlikte iktisadi analizler sıradan insanların hayatlarının bir parçası olur. Deprem ve krizin yine ortak sayılabilecek özelliklerinden birisi de öncü ve artçı şoklarının olmasıdır. Her ikisinden de önce büyük şokun habercisi sayılabilecek, küçük, yıkıcılığı az sarsıntılar gerçekleşir ve yine her ikisinden de sonra büyük şok un etkilerini gün yüzüne çıkarabilecek, insanların büyük şok sayesinde edindikleri korkuları uyarabilecek artçı sarsıntılar yaşanır. Bir öncü deprem sonrası binayı sağlamlaştırmanın veya tahliye etmenin hayat kurtarıcı olması gibi, öncü bir ekonomik daralmadan sonra yapılacak müdahaleler, bireyler ve firmalar için hayati olabilir. Aynı benzerlik artçı şoklar için de kurulabilir. Büyük depremde ağır hasar almış bir binanın artçı depremde yıkılmasına benzer şekilde, ekonomik krizden zor kurtulan bir işletme de artçı bir ekonomik sıkışmada iflas edebilir. 2

14 Bir başka benzerlik de her iki olayın gerçekleştiği koşullar ile ilgili kurulabilir. İki farklı alanı basit bir soyutlamayla birbirlerine indirgeyerek her iki olayın da oynak zeminlerde gerçekleştiği ve bu oynaklık durumu arttıkça her ikisinin de daha yıkıcı olduğu görülebilir. Yukarıda aralarında biçimsel benzerlik kurmaya çalıştığımız bu iki olayın yıkıcılıkları insanların üzerinde kolay silinemeyecek psikolojik etkiler bırakır ve davranışlarında değişiklikler meydana getirir. Ekonomik kurumları binalar olarak düşünürsek, insanların büyük şoklardan sonra en azından bir süreliğine ne birbirleriyle ne de bu bina/kurumlarla kuracakları ilişki eskisiyle aynı olamaz. Bina/kurum ve insanlar ne kadar hasarsız kalsalar da sarsılmışlardır bir kere. Bu noktada değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyen Heraklitos vasıtasıyla diyalektik felsefeyi tekrar hatırlayabiliriz. Deprem ve ekonomik kriz arasındaki anıştırmaları daha işlevli kılmaya ve tartışmayı bu çalışmanın konusuna getirmeye çalışırsak her iki afetin de gerçekleşme zamanının, boyutlarının ve etkisinin önceden tahmin edilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Bilim ve teknolojinin yardımıyla, beklenmedik bir anda gelmesi muhtemel şoktan etkilenecek insanların riski azaltılmaya çalışılır. Her ikisinin de gerçekleşecekleri bilinir, hissedilir ama önlemler ya alınmaz ya da geç ve eksik alınır. Çalışmaların sonuçlarına göre ihtiyatlı davrananlar, güçlü kurum/binaları olanlar sarsılsa da yıkılmazlar. Ancak çok sağlam binaların bile bazı depremlere dayanamadığı gibi çok güçlü ekonomik kurumlar da bazı krizler karşısında yok olmaktan kurtulamazlar. 3

15 Bu noktada benzerlikleri bir yana bırakıp çalışmada üzerinde duracağımız konulara gelecek olursak; tüm ortak özelliklerinin yanında bu iki olay arasında önemli bir fark vardır. Daha doğrusu bu farkın olup olmadığı çalışmanın temel tartışma konusudur. Yer kürenin milyonlarca yıllık tarihinden öğrendiğimiz kadarıyla dünyanın bazı noktalarında depremler yaşanmaya kesinlikle devam edecektir. Bu doğanın bir gereğidir. Ya hâkim ekonomik sistem olan finansallaşmış kapitalizmin depremi olan krizler de kaçınılmaz mıdır? Depremle yaşamaya alışmak sloganı 15 yıldır Türkiye de herkesin dilindedir ve toplumda bir kabul görmüşlüğü vardır. Peki, kapitalist ekonominin de bir doğası var mıdır? Yani Ekonomik krizlerle yaşamaya alışmak gibi bir sloganı mı içselleştirmek gerekmektedir? Krizin deprem gibi kaçınılmaz olduğunu kabul etsek bile bu kabul sonrasında nasıl davranmalıyız? Kaderci bir şekilde yıkımları mı izlemeli yoksa etkileri hafifletecek önlemler mi almalıyız? Üstelik bu önlemlerin nasıl ve kimler tarafından alınabileceği de bir başka büyük tartışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışma boyunca adını sıkça anacağımız Hyman P. Minsky den yaptığımız aşağıdaki alıntı, bu çalışmanın konuya bakışını peşinen izah etmektedir. Ekonomik sistemler doğal sistemler değildir. Ekonomi, mevzuat ya da buluş ve yeniliğin evrimsel bir süreciyle yaratılmış toplumsal bir organizasyondur. İktisat politikası hem ayrıntıları hem de ekonominin genel özelliğini değiştirebilir ve iktisat politikasının şekillendirilmesi hem amaçların tanımı hem de ekonomik ve sosyal kurumlara bağlı olan mevcut süreçlerin farkındalığını kapsar (Minsky, 2013: 7). Klasik iktisatçılardan beri, istihdam ve istihdamın sürdürülebildiği denge temel tartışma konusu olmuştur. Bu konuyu ilk defa sistematize eden klasik iktisat 4

16 teorisindeki, tüm piyasalarda fiyatların tam esnek olduğu yönündeki varsayım, ekonominin arz ve talebin eşitlenmesi sonucunda her daim dengede olacağını söylüyordu. Bu varsayıma dayanan teoride, serbest piyasa mekanizmasının tam istihdamı sürekli kılacağı düşünüldüğünden; kriz olgusuna da yer verilmiyordu. Ancak 1873 ve 1929 bunalımları, teorinin sorunlu olduğunu ortaya çıkardı. Bu sorunla ilgilenen John Maynard Keynes in 1936 da yazdığı ve en bilinen eseri olan Genel Teori nin öne çıkan tezi; tüm piyasalarda fiyatların tam esnek olmadığı için eksik istihdamın kapitalist ekonomi için doğal bir sonuç olduğuydu. Onun, fiyatlardaki katılık nedeniyle piyasaların kendiliğinden tam istihdamı sağlayamayacağı yönündeki fikirleri Keynesyen Devrim olarak adlandırıldı. Keynes'e göre bir teori ekonominin neden dalgalanmalara maruz kaldığını açıklamalıydı. Bu yüzden de analizini, var olan sermaye varlıklarının kârlılığı, sermaye varlıklarına yatırım yapılması, bu sermaye varlıklarına sahip olmanın finansal koşullarına ve yatırımın arz koşullarının yatırımın talep teorisine bütünleştirilmesi konuları üzerinde yoğunlaştırmıştı. Keynes in çalışması piyasaların başarısızlığını gözler önüne sermişti. Kapitalizme ilişkin kuşkuların yükselmeye başladığı bu dönemde, insanları kendi halinde kusursuz işleyen bir ekonomiye inandırmayı sürdürecek, suçu dışsal problemlere atacak bir teoriye ihtiyaç vardı. John Hicks, Keynes in görüşlerinden etkilenerek finansal ve parasal değişkenler ile toplam talebin açıklanmasını bütünleştirmek gerektiğini fark etti yılında, IS-LM Modeli olarak bildiğimiz - mal, para ve finans piyasalarında eşanlı dengeyi sağlayan- modelinde, ekonomide denge dışı durumlar olabileceğini gösterirken Keynes i teorisine katmıştı. Ancak fiyatların esnek olduğu varsayımıyla adem-i merkeziyetçi piyasa ekonomisinin denge 5

17 dışı durumları aşabileceğini ortaya koyarak klasik teoriye bağlılığını gösteriyordu. Hicks in oluşturduğu bu modele Neoklasik Sentez adı verilmişti. Çağdaş Kapitalizm in Altın Çağı olarak adlandırılan arası yıllardaki ekonominin başarıları, neoklasiklerin kendi haline bırakılan kapitalist piyasa ekonomisinin tam istihdam ı sağlama eğiliminde olacağı görüşündeki iktisadi doktrinlerinin canlanmasına yol açtı. Bu fikirler yoğun matematik kullanılarak oluşturulan yapay modellerle desteklendi ve ders kitaplarında yer alan hâkim iktisat öğretisi haline geldi. Ancak teorinin paradoksal yapısı ortadan kalkmadı. Neoklasik Sentez çatallı bir dille konuşmaya devam etti. Teori bir yandan müdahaleci para ve maliye politikalarının, sürekli işsizliği ve kronik enflasyonu ortadan kaldırabileceğini söylerken, diğer taraftan adem-i merkeziyetçi piyasanın bir şey yapılmasa da kendi işleyişiyle tam istihdam ve fiyat istikrarı nı sağlayacağını ileri sürüyordu (Minsky, 2013: 101). Neoklasik Sentez in açtığı yolda 1960 lı yıllarda filizlenen, Milton Friedman öncülüğündeki Parasalcılık ekolü de yine aynı matematiksel tabanlı modelleri kullanarak, iktisadi dalgalanmaların temelinde para arzındaki hareketlerin olduğunu ve para arzının doğru kontrolü sayesinde ekonominin tam istihdam durumunda dengede tutulabileceğini söylüyordu lerde Robert Lucas ın çalışmalarıyla ortaya çıkan Yeni Klasik akım ise ekonomideki karar birimlerinin tümü Rasyonel Bekleyişler ile hareket ettiği için, yapılacak müdahalelerin ancak habersiz olması durumunda piyasaları etkileyebileceğini öngörüyordu. Ayrıca her iki akım savunucuları da tıpkı neoklasikler gibi dengenin yalnızca dışsal şoklarla bozulabileceğini savunuyorlardı (Ünsal, 2005). Neoklasik Sentez ve türevi iktisadi 6

18 modeller, ekonomilerde denge dışı durumların gerçekleşebileceğini kabul edip, bu duruma karşı politikalar üretmelerine karşın, problemlerin kapitalist ekonominin içsel özelliklerinden kaynaklanabileceğinin farkında değillerdi. Öyle ki bu akımların takipçileri, 1970 lerde ortaya çıkan ekonomik daralmayı öngörememiş, onların kriz gerçekleştikten sonra uyguladıkları politikaları ise kalıcı çözüm olamamış, yeni krizleri engelleyememişti. Hâkim iktisadın eksik analizinin tersine, piyasaların yine başarısızlığa uğraması, bir kez daha alternatif teoriler geliştirilmesi için zemin hazırladı. Ancak piyasa başarısızlıklarını analiz etmek için oluşturulacak bir teoride sadece kriz olgusunun varlığının kabul edilmesi ve onun tanımlanması yetmez. Kapitalist ekonomide sürekli ortaya çıkan istikrarsızlığın normal bir sonuç olduğunu gösteren ve onu kontrol etmekte yardımcı olabilecek bir teoriye ihtiyaç vardır. Bu nedenle mevcut iktisadi sistemin zaaflarını ortaya koyarak en kapsamlı kriz teorilerinden birini sistematize etmiş olan Post-Keynesyen İktisat ı ön plana çıkarma ihtiyacı duyduk. Kapitalizmin şaşaalı dönemlerinin ardından gelen kriz yıllarında, krizi oluşturan dinamiklerin neler olduğunu anlamaya yönelik oluşan bu iktisat okulu, kendisine Keynes i kılavuz olarak görmektedir. Bu akımın takipçileri, Keynes ten etkilenerek şekillendiği iddia edilen Neoklasik Sentez ile onun türevleri olan akımları, belirsizliği ve reel üretim düzeyinden bağımsız pahalı sermaye varlıklarının mevcudiyetini reddettikleri için yetersiz görmektedirler. Post-Keynesyen İktisat ın temellerinde Keynes in devrimci fikirlerinin yanı sıra onun Genel Teori sini yeniden inceleyen, daha 30 lu yıllarda ekonominin dinamik yapısını ortaya koyan Michael Kalecki nin düşünceleri de yer almaktadır. 7

19 Ortaya çıktığı dönemden günümüze çok sayıda iktisatçının içinde yer aldığı Post-Keynesyen ekolün en önemli temsilcilerinden birisi de kuşkusuz Hyman P. Minsky dir. Minsky ye göre Keynes, kapitalizmin zaaflarının farkındaydı, çünkü o, sermaye kullanan kapitalizmin finansal ve zamanla ilişkili aşamalarını öncüllerinden, çağdaşlarından ve takipçilerinden daha iyi anlamıştı. Neoklasik Sentez ekonominin kapitalist doğasını ihmal ederken, Keynesyen Teori nin bu olgunun her zaman farkında olduğunu söyleyen Minsky: Muhasebe özdeşliklerine dayanan, zamanı ve mekânı olmayan iktisat sunumu bir teori değildir ve herhangi bir nedensellik gösteremez der. Ona göre, işletmelerin yönetim kurulu odalarından ve Wall Street ten soyutlanmış modellere dayanan matematiksel iktisat, olumsuz olayları hep dışsal nedenlere bağlar. Bu yüzden Neoklasik sentezciler karşılaşılan problemleri maliye politikasının ince ayar hatalarına, maliye politikasını reddeden Parasalcılar da para arzı kontrolünün hatalarına mal ederler (Minsky, 2013: 46). Minsky ye (2013: 99) göre teorinin mercek ve at gözlüğü olarak ikili bir özelliği vardır. Yalnızca at gözlüğü işlevini yerine getirdiğini ima ettiği standart teorinin, içsel istikrarsızlığı açıklayamadığını ve bunu bir sorun olarak görmediğini söyler. Oysa Keynes'e dayandığı iddia edilen bir teorinin istikrarsızlığı açıklayamaması ironiktir. Genel Teori'nin en temel yönü finansal güçlerin üretim ve tüketimle etkileşim içinde; üretim, istihdam ve fiyatları nasıl belirlediğinin güçlü bir analizini sunmasıdır. Keynes'in teorisinde öne çıkan bir başka önerme de kapitalist ekonominin, zaman zaman kalıcı işsizlikle karşılaşacağıdır. Ekonomiyi cansız bir arena haline getiren mevcut teoriye göre, kişisel olmayan ajanlar soyut bir mezat ya da yeniden sözleşme oyunu oynarlar. Eksik bilginin ve 8

20 belirsiz eylemlerin olduğu dünyamızda, standart teorik analizler ya tam ve mükemmel bilgi ya da fantastik bir hesaplama kapasitesi varsayarlar. Soyut bir mübadele ekonomisi ile başlayan Walrasçı Neoklasik Sentez de, sermaye yoğun bir üretim, sermaye varlıkları ve kapitalist bir finansmana izin vermeyen bir model ile analiz edilerek sonuca ulaşılır. Ayrıştırarak ve her biri daha fazla açıklama gerektiren yeni değişkenler dâhil edilerek, entelektüel çok yönlülüğü asla basit tüketim ve çoğaltan modelinin ötesine geçmemesine rağmen, istenildiği kadar karmaşık tahmin modelleri yapmak mümkündür. Ticari ilişkilerin al-ver den oluşan yapay inşası kullanılarak, adem-i merkeziyetçi piyasa ekonomisinin uyumlu bir sonuca ulaştığı gösterilir. Hâlbuki mal piyasası için geçerli olan soyut denge, finansal piyasaları olan bir ekonomi için geçerli değildir. Karmaşık finansal yapılara sahip ekonomilerde hâkim iktisadın öngördüğü gibi sürdürülebilir bir dengeden söz etmek mümkün değildir. Yine post-keynesyen ekolün önemli figürlerinden biri olan Joan Robinson bu dönemleri denge değil, geçici sakin dönem olarak adlandırmıştır. Bahsedilen zaman diliminin bir sürecin parçası olduğunu ifade eden sakin dönem terimini kullanmak, Post-Keynesyen teori için daha doğrudur (Minsky, 2013: 104). Keynes in teorisi, ekonomilere yön verecek temel ilişkileri kavramak için bir ilham ışığı olarak görülürken, onu yorumlayan iktisatçılar tarafından toplam çıktının artırılması için yol gösteren sıradan reçeteler kümesi haline getirilmiştir. Onun dengesizlik yaratan içsel güçlere karşı duyarlı, her zaman hareket halinde olan ekonomi anlayışı ortadan kaldırılmıştır. Neoklasik teorinin görevi, üretim fonksiyonu tarafından temsil edilen ve kâr maksimizasyonu yapan firmalarla, tercih sistemleri içinde tanımlanan ve faydasını maksimize eden hanehalklarının piyasalarda karşılaştığını, bunun da uyumlu sonuçlar doğurduğunu göstermektir. Burada 9

21 kastedilen üretim fonksiyonu ise üretim tesisleri dir. Teknolojik bir birim olan üretim tesisleri, her ekonomide vardır ancak finansal bir birim olan firmalar, ancak kapitalist ekonomilerde mevcuttur ve bu birimlerin önemini kavramadan kapitalist ekonomi üzerine yapılacak analizler yetersiz kalacaktır. Mevcut teori yalnızca anlık fotoğraf çeker. Bu yüzden zaman ve belirsizlik kavramlarını içermeyen bu teori yaşama geçirildiğinde istikrarsızlık ortaya çıkar. Esasında piyasada değil, üreticiler tarafından maliyetlerin üzerine belli bir kâr marjı konularak belirlenen fiyat düzeyi, dışsaldır ve talebe çok duyarlı değildir. Oysa Neoklasik teoride fiyat teklif edilen ya da satın alınan miktarları belirleyen bir işarettir. Bu bakış açısı satın almanın yinelenen bir eylem olmadığı ve toplam bütçenin önemli bir kısmını oluşturmadığı ekonomide, geçmiş ve gelecekten bağımsız oluşan fiyatlarla, gelirden yapılan tüketim harcaması için yeterlidir. Ancak satın alma tekrar eden bir eylem olduğu zaman, yani harcamalar üzerindeki bütçe kısıtı finansal piyasa kararlarından bağımsız olmadığı zaman, bu bakış tarzı geçerli olamaz. Satın almanın tek bir eylem olmaması gelecekteki taahhütleri içeren büyük ölçekli finansmanı da işin içine katar. Bütçe denkleminin analize dâhil edildiği talep eğrileri belirlenirken, bütçenin finansman koşullarından ve gelecekle ilgili beklentilerden etkilendiğinde, birbiriyle ilişkili arz ve talep eğrilerinin dengeye ulaşılıncaya kadar deneme-yanılma yoluyla değişeceği varsayımı geçerliliğini kaybeder. Finansmanı ve yatırımları içeren piyasalar; fiyatların, miktarların ve gelecekteki talep ile kârların sürdürülemeyeceği ödeme yükümlülüklerine ulaşabilir (Minsky, 2013: 109). 10

22 Yatırım, kapitalist bir piyasa ekonomisinin izlediği yolda temel belirleyici unsurdur; kamu bütçesi, tüketim davranışı ve parasal ücret ikincildir. Bunlar istikrarsızlığı artırıp, azaltsa bile, konjonktürel özellikler; kârlar, sermaye-varlık fiyatları, finansal koşullar ve yatırım arasındaki ilişkiler tarafından belirlenir. Finansman koşullarının zorladığı ödeme yükümlülükleri, iç finansmanın ve yatırım finansmanının koşullarını belirler. Piyasada bugün karar alınırken gelecekte ne olacağı da önemseniyorsa denge bozulur. Ancak rasyonel bekleyişler hipotezi geleceği önemseyen edimlerin kusursuz yapılabileceğini varsayar. Oysa tüm birimlerin bu şekilde hareket ettiği varsayımı çok hayalidir. İçsel tek bir istikrarsızlığın var olması bile bu şekilde karar verilen bir ekonominin istikrarsızlığını artırır (Minsky, 2013: 108). Ortodoks teori ancak bir sapmanın piyasa içinde nasıl temizlenerek dengeye geleceğini gösterir, fakat dengeden sapmanın nedenini açıklamaz. Ortodoks önermenin önemli dayanaklarından biri olan Patinkin Çözümü ne göre; denge dışı durum olan eksik istihdam, ücret ve fiyat deflâsyonuna neden olduğundan, reel para balansları değerinde artış ortaya çıkacaktır. Böylece hiçbir müdahale gerekmeksizin tüketim malları talebi artacak ve nihayetinde istihdam artarak denge noktasına tekrar dönülecektir. Piyasa mekanizmalarının içsel işleyişiyle bir ekonomiyi eksik istihdamdan tam istihdama götüreceği yönündeki bu neoklasik önerme geçerli olsa bile, artışı sağlayacak süreçler tam istihdamda durmayacak, ekonomiyi spekülatif genişlemeye sürükleyecektir. Keynes in de tesadüf olarak nitelendirdiği tam istihdam, geçici bir durumdur. Bunun nedeni ise, yükümlülük yapıları ile yeni finansal varlıklara ilişkin spekülasyonların ve deneyimlerin ekonomiyi bir yatırım patlamasına sürüklemesidir. Bu yüzden, finansal yeniliklere açık kapitalist bir 11

23 ekonomide, fiyat istikrarı ile tam istihdam sürdürülemez, herhangi bir tam istihdam durumunda sakinliği bozacak tarzda işleyen içsel dengesizlik güçleri ortaya çıkacaktır (Minsky, 2013: 183). Merkez Bankaları ve diğer denetim aygıtları finansal piyasaların dinamik yapısına ve can sıkıcı uyumsuzluğuna tepki olarak ortaya çıkmışlardır. Çünkü politika koyucuya ekonominin toplam performansını ve kârları etkileyebilecek bir araç gerekmektedir. Parasalcı ekolün temsilcilerine göre bu araç para politikasıdır. Onlara göre merkez bankalarının tek görevi para arzını kontrol etmektir, ancak gerçekte para arzı içsel ve faiz oranına duyarlı olduğundan, merkez bankaları para arzını belirlemekte güçlü değillerdir. Üstelik para arzı geliri de kontrol edemez. Ancak para politikası gelir ve istihdamı, ilk olarak firmaların, hane halklarının ve finansal kurumların varlık değerlerini, onların likidite durumlarını ve ödeme güçlerini değiştirmek suretiyle etkiler. Kısa dönemde, finansın gelir üzerindeki etkisinin belirlenmesinde piyasa davranışı merkez bankasının davranışına hâkim olurken, uzun dönemde yeni finansal usûllerin uygulanması hem yeni hem de eski finansal uygulamaların her ikisinin birden gelişmesinde belirleyici olur. Aşırı genişleme ve enflasyonu kontrol eden para politikası, finansal piyasaları ve varlık değerlerini altüst edecek tarzda çalışır ve genişlemeyi uyarmak için para politikası faiz oranları ile kredi mevcudiyetini kullanır. Gerçekleşen ve tahmin edilen kârlar cesaret artıracak düzeyin altındaysa politika yatırımlarda artışı sağlayamayacaktır. Bütçenin yüksek gelir ve enflasyonla fazla verdiği durum ile düşük gelir ve enflasyonla açık verdiği durumda, ekonominin birinci etkin istikrar sağlayıcısı ve piyasalara gerektiğinde müdahale edebilmeyi mümkün kılan yalnızca büyük devlettir. Kalecki ye göre büyük devlet yalnızca istihdam ve geliri değil, aynı zamanda iş 12

24 dünyasının nakit akımlarını ve sonuç olarak varlık değerlerinin de istikrarını sağlar (Minsky, 2013: 14-15). Minsky nin, Kalecki den etkilenerek oluşturduğu büyük devlet kavramı ve onun nihai borç verme işlevi, çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı şekilde ele alınacaktır. Neoklasikler ve takipçisi akımların teorilerindeki çelişkili yaklaşımın aksine Keynes ve post-keynesyen iktisatçıların ekonomi-devlet ilişkisi üzerine olan fikirleri daha berraktır. Örneğin Keynes (1963: 344), politikanın üç işlevi bir araya getirmesi gerektiğini savunur: İktisadi etkinlik, sosyal adalet ve bireysel özgürlük. Sosyal adalet, bireysel onur ile özel ve politik güç merkezlerinden bağımsızlığa dayanır. Onur ve bağımsızlık en iyi gelirin doğru ya da adil değişim aracılığıyla alındığı bir ekonomik düzende sağlanabilir. Çalışma karşılığı ödeme herkes için başlıca gelir kaynağı olmalıdır. Genişleyen transfer ödeme sistemlerine sürekli bağımlılık, kazanılmamış gelirleri alanları küçük düşürücü ve toplumsal dokuyu bozucudur. Sosyal adalet ve bireysel özgürlük, bir fırsat ekonomisi yaratmak için müdahale gerektirir, böyle bir ekonomide ciddi engeli olanlar hariç herkes gelirini çalışma karşılığında kazanır. Tam istihdam ekonomik olduğu kadar toplumsal bir maldır (Minsky, 2013: 9). Neoklasik iktisadın güçlendiği dönemin ürünü olan refah devleti uygulamalarını eleştiren bir başka isim olan Minsky (akt. Papadimitriou ve Wray, 2013: xxi) de parasalcılara üç yönden karşı çıkmaktadır. Bunlardan birincisi; para arzının ince ayarının imkânsız olduğu, ikincisi; yaşam standardını yükseltmek için yatırım öncülüğünde gerçekleşmesi beklenen büyümeye güvenmenin istikrarsızlık ve 13

25 enflasyon yaratacağı, son olarak da refah devleti uygulamalarının enflasyonist olduğu ve işsizliği kurumsallaştırdığıdır. Sosyal devlet uygulamalarının en önemli harcama kalemlerinden olan transfer ödemeleri tek yönlüdür. Ödeme yapılan kişiler herhangi bir üretimde bulunmadığından, harcanabilir gelirin parçası olan transfer harcamaları GSYİH in bir parçası değildir. Keynes in 1929 Buhranı ndan çıkış için önerdiği devletin sorumluluk alarak yapması gerektiği harcamalardan farklı olan bu ödemeler enflasyonisttir ve ekonomileri kırılgan hale getirirler. Minsky ye (2013: 40) göre merkez bankalarının asıl işlevi nihai borç vermedir. Geleneksel iktisat, kapitalizmin zaman zaman finansal krizlerle karşılaşsa da ekonomik çöküş yaşayacağı düşüncesine açık olmadığından, merkez bankasının tek amacının para arzı kontrolü olduğu fikri asıl amacı nihai borç vermeyi unutturmuştur. Oysa nihai borç verme mercii olarak hareket eden bir kurum, ekonomik çöküş anlarında piyasa koşullarına ya da borçluların iş durumuna bakmaksızın, bazı sözleşmelerin yerine getirilmesini garanti eder, finans ilişkilerini rahatlatır. Bu yüzden nihai borç verebilecek bir büyük devlet kapitalist ekonomi için gereklidir. 70'lerin başlarında daraltıcı para politikasını, enflasyonu kontrol etmek amacıyla kullanmanın başarılı olmadığı görülmüştür. Politika yapıcılar, para arzının artış oranının kısıtlanmasının işletme ve hanehalkı harcamalarında belirgin bir azalmaya yol açacağını, bunun da enflasyonu artıran aşırı talebi ortadan kaldıracağını varsayıyorlardı. Oysa yaşadığımız dünyada, para politikası doğrudan talebi etkilemez; öncelikle finansman ve bunun koşullarını ve finansal piyasalarda alınıp satılan varlıkların fiyatlarını etkiler. Sonuçta gelir, istihdam ve fiyatlar artmaya 14

26 devam ederken, parasal sıkıntı finansal piyasada bozulmaya yol açar; talep nihai olarak azalmadan önce, finansal bir kriz uyarılmış olur. Kapitalist finansal kurumlara sahip ekonomiler için evrensel bir politika reçetesi olamaz. Karmaşık finansal yapıdaki istikrarsızlığı önlemek ve denetim altına almak amacıyla oluşturulan kurumlar kümesinin işlemesi için, onların faaliyetlerini yönlendirecek olan iktisat teorisinin, finansal istikrarsızlığın kapitalist bir ekonomideki finansal piyasaların işlemesinin doğal sonucu olduğunu hesaba katması gerekmektedir. Bir teori, olgunun ortaya çıktığı koşulları tanımlamadan, o olgunun denetlenmesini ve ortadan kalkmasını sağlayamaz. Yaşanan deneyimler ekonomilerin sağlam ve kırılgan yapılar arasında gidip geldiğini ve finansal krizlerin öncü bir kırılgan yapının varlığını gerektirdiğini gösterir. Ekonomiler sağlam bir yapıdaki kâr fırsatları sayesinde gelişen beklentinin yüksekliği sebebiyle, içsel bir olgu olarak kırılgan bir yapıya doğru değişir (Minsky, 2013: 214). Ancak Minsky burada sağlam yapının kırılgan yapıya evrileceği yönündeki tespitini yaparken, kazanç hırsından yanıp tutuşan kötücül bir insan doğasının varlığına değil, hâkim iktisadın yüklediği misyonla hareket eden rasyonel bireyin kâr koşullarını zorlaması sonucunda ortaya çıkan harekete dikkat çekmiştir. Düzenlemelerin olmadığı yerde, mevcut yapının ekonomi üzerindeki güdülemesi krize sürükleyen bir genişleme şeklinde sonuçlanacaktır. Onun finansal istikrarsızlık olarak adlandırdığı olgunun arkasında bu gerçek yatmaktadır. Minsky nin finansal istikrarsızlık hipotezini oluştururken ortaya koyduğu iki fiyatlı sistem, kâr oranlarındaki düşme eğilimi ve ekonominin genişleme evresinin bir kriz ortamını hazırladığı yolundaki görüşleri ile Karl Marx ın 19. Yüzyılda 15

27 yapmış olduğu çalışmalar birbirlerini anıştırmanın ötesinde benzerlikler taşımaktadır. Bu benzerliklere ilerleyen bölümlerde daha ayrıntılı bakılacaktır. Mevcut finans ilişkilerinin ve finans sisteminin yapısının, ekonomik krizlerin altında yatan temel sebep olduğunu söyleyerek, finansı istikrarsız hale getiren etkenlerin neler olduğunu ortaya koymayı hedefleyen bu tez çalışması, ayrıca bir soruya da cevap aramaktadır: Faizsiz Finans Bir Alternatif mi? Giriş ve sonuç bölümleri hariç üç ana bölümden oluşan çalışmada birinci bölüm, ilerleyen kısımdaki tartışmaları daha sağlıklı sürdürmeyi sağlamak amacıyla, finansın temel dinamiklerini oluşturan para, zaman ve faiz kavramlarını inceleyen bir literatür taramasına ayrılmıştır. Derinlemesine bir bakış içermeyen bu bölüm, temel olarak hâkim iktisadın ve ona karşı gelişen diğer akımların bu kavramlara yaklaşımlarındaki farklılıkları göstermeyi amaçlamaktadır. Minsky nin Finansal İstikrarsızlık Hipotezi nin inceleneceği ikinci bölümde, finans, finansallaşma ve finansallaşmış kapitalizmin krizi de ayrıntılı bir şekilde anlatılacaktır. Finansal İstikrarsızlık Hipotezi nin ayrılmaz parçaları olan finansal kırılganlık ve büyük devlet kavramları da yine bu bölüm içinde incelenecektir. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde ise ilk olarak, 1960'lı yıllarda ortaya çıkan, her geçen gün dünyada ve Türkiye'de faaliyet alanını genişleten Faizsiz Finans'ın gelişimi ve yapısı sunulacaktır. Yine aynı bölüm içinde faizsiz finans taraftarlarınca ortaya atılan, bu finansman türünün faizle işleyen geleneksel sisteme kıyasla daha güvenilir olduğu, ona karşı bir alternatif oluşturacağı ve böylelikle finansa bağımlı ekonomileri daha istikrarlı hale getireceği yönündeki iddiaların ne kadar anlamlı olduğuna bakılacaktır. Bazı genel gösterge tabloları ve grafikleri ile birlikte, Türkiye de faaliyet gösteren faizsiz kurumlar olan Katılım 16

28 Bankaları nın bilançoları üzerinden yapacağımız bir regresyonun sonuçları bu savın değerlendirilmesinde kullanacağımız başlıca araçlar olacaktır. 17

29 I. BÖLÜM: FİNANS ın TEMEL DİNAMİKLERİ Bu bölümde finansın temel dinamikleri olan para, zaman ve faiz kavramları kısaca incelenecektir. Her biri tek başlarına ayrı birer tez konusu olabilecek alt başlıklarda, yalnızca bu tez çalışması için ön bilgi oluşturabilecek düzeyde kategorik bilgilere ve temel karşılaştırmalara yer verilecektir. I. 1. Para Hâkim iktisadi görüş parayı, mal ve hizmetlerin alınabilmesi veya borçların ödenebilmesi için kullanılan, genel kabul görmüş herhangi bir şey olarak tanımlar. Adam Smith (akt. Itoh ve Lapavitsas, 2008: 22) teorik açıdan parayı, takasta karşılaşılacak sorunların üstesinden gelmek için diğer malları güvenilir bir şekilde satın alan bir meta olarak düşünmüştür. Hume'a (akt. Itoh ve Lapavitsas, 2008: 24) göre ise paranın yalnızca mübadele alanındaki emekle üretilmiş metaları temsil eden fiktif (sanal, kurmaca) bir değeri vardır. Paranın bu fiktif değeri de toplam meta miktarı ile toplam para miktarı arasındaki mübadele oranını yansıtır. Marx (2013: ) da bu değer ölçüsünün üç işlevi yerine getirerek toplumda para olarak kabul gördüğünü söylemiştir. Bahsi geçen üç işlev; gömüleme, ödeme aracı ve dünya parası olma özellikleridir. Paranın fonksiyonlarının, insanların ona gereksinim duyarken sahip olduğu güdülere göre belirlendiğini söyleyen Keynes (akt. Yay, 2012: 12), parayı banka mevduatlarını içeren, tüm kabul görmüş ödeme araçları olarak tanımlamıştır. Teorik olarak, para nedir sorusunun cevabı, ilk olarak, sadece doğrudan doğruya ödeme ve 18

30 mübadele aracı olarak hizmet eden araçların para olduğu şeklindedir. Ancak paranın değer deposu olma özelliğini ilk tanımlayan kişi yine Keynes (akt. Yay, 2012: 9) olmuştur. Keynes parayı, faiz oranının değişimleriyle dalgalanmayan bir sermaye değerine sahip, sabit nominal satın alma gücü olan ve bu nedenle acil durumlarda bir rezerv sağlayarak piyasa işlemlerindeki belirsizliği ortadan kaldıran bir aktif olarak değerlendirmektedir. Para tutmaya yol açan 3 güdü olduğunu belirten Keynes (akt. Itoh ve Lapavitsas, 2008: 209), bu üç güdüyü; işlemlerde kullanmak için para tutmak, ihtiyatlı olmak adına para tutmak ve spekülatif amaçlarla para tutmak olarak sıralar. Bunların ilki, mübadele aracı olarak paranın geleneksel işlevidir; dolayısıyla, işlemlerde kullanmak amacıyla tutulan para, diğer her şey aynıyken, meta üretimiyle doğrudan doğruya aynı yönde değişir. İkincisi, paranın üretimin ve mübadelenin maruz kalabileceği önceden kestirilemeyen şoklar karşısında iyi bilinen, kabul görmüş bir rezerv olma işlevidir. Keynes'in iktisat kuramına kazandırdığı yeniliği temsil eden üçüncüsü ise, Marx ın da yer verdiği para gömülemenin ve kendisine özgü likidite tercihi teorisinin temelidir. Likidite tercihi teorisi, parayı bir değer saklama aracı olarak görür. Bununla birlikte parayı metalarla mübadele edilebilecek ya da gelecek ödemeleri yapmakta kullanılabilecek, toplumsal refahın elverişli bir temsili olduğunu söyleyen Keynes'in gömülemeyi ele alış tarzındaki yenilikçi unsur, bunu spekülasyonla ilişkilendirmesi olarak görülebilir. Spekülatif likidite tercihi de, Keynes'in, yetersiz efektif talebin mümkünlüğünü göstererek Say Yasası'nı reddettiğini gösterir (Itoh ve Lapavitsas, 2008: 210). Hicks (akt. Yay, 2012: 7) ise, paranın yaptığı işlerle yani fonksiyonlarıyla tanımlanması gerektiğini söyler. Ona göre para, ister deniz kabuğu, ister taş, ister altın veya kâğıt olsun, daima üç önemli fonksiyona sahip olmuştur: Bir değişim/ödeme aracı olmak, bir hesap ve sözleşme 19

31 birimi olmak (veya ertelenmiş borçlar için standart oluşturmak) ve de bir değer deposu olmak. Parasalcılık akımının öncüsü Friedman (akt. Yay, 2012: 10) da, paranın ödeme/değişim aracı olma ve değer deposu olma özelliklerini birleştirerek parayı satın alma gücünün geçici bir mekânı olarak tanımlayan karma bir kavram geliştirmiştir. Neoklasik iktisata göre ise yukarıdaki yaklaşımların tam tersi geçerlidir: Para ne yapıyorsa odur ve soyut olarak belirlenmiş belirli işlevleri yapan herhangi bir şeye para diye bakılabilir (Itoh ve Lapavitsas, 2008: 55). Bu yaklaşım paranın ortaya çıkışındaki dinamikleri es geçer. Örneğin Carl Menger (akt. Yay, 2012: 10-11), 1892'de yayımladığı ünlü makalesi On the Origin of Money de paranın ortaya çıkışının bir toplumdaki bireyler tarafından, farklı satılabilirlik derecelerine sahip malları ayırt ederken tesadüfen ve bireysel çabaları sonucu buldukları, önceden tasarlanmamış kendiliğinden bir sonuç olduğunu öne sürmektedir. Marksist analize göre ise paranın ne yaptığı, paranın ne olduğundan anlaşılır. Paranın ne olduğundan türetilen, işlevlerinin katı sıralaması para biçiminin evrimini ortaya çıkaracak mantıki temelleri sağlar (Itoh ve Lapavitsas, 2008: 55). Marx a (2013: ) göre metalar, kullanım değerlerinin farklı fiziksel biçimleriyle çarpıcı bir karşıtlık içinde bulunan, ortak bir değer biçimine; para biçimine sahiptir. Değer olarak yalnızca, belirli miktarlardaki donmuş emek-zaman anlamına gelen meta, her şeyden önce, taşıdığı özelliklerle şu ya da bu türden insan ihtiyaçlarını gideren dışsal bir nesne, bir şeydir. Belirli miktarda insan emeği içeren ve üretilmesi için birinin, yalnızca kullanım değeri değil, başkaları için bir kullanım değeri, yani toplumsal kullanım değeri üretmesi gereken metanın aynı zamanda, 20

32 kullanım değeri olarak hizmet edeceği başkasına, mübadele yoluyla aktarılması zorunludur. Değeri ifade etmek için kurulacak en dolaysız ilişki, hiç kuşkusuz bir metayla, farklı türdeki bir başka meta arasındaki ilişkidir. Bu yüzden, iki metanın değerleri arasındaki ilişki bize bir metanın en basit değer ifadesini verir. Bu basit ilişki de onların içerdiği emek-zamanla, yani doğal değil tümüyle toplumsal olan bir ölçeklendirmeyle yapılır. Metaların eş değerle ifade edilebilmesi anlamına gelen bu durumda bir metanın değeri, diğer sayısız farklı metalarla temsil edilebilir ve aynı büyüklükte kalır. Böylece meta sahibi iki birey arasındaki rastlantısal ilişki ortadan kalkar. Metanın değer büyüklüğünü mübadelenin düzenlemediği, tersine metanın değer büyüklüğünün onun mübadele ilişkilerini düzenlediği açık hale gelir. Genel değer biçimi, ancak metalar dünyasının ortak eseri olarak ortaya çıkabilir. Bir meta, genel değer ifadesini, ancak, aynı zamanda bütün diğer metalar değerlerini aynı eş değerle ifade ettikleri için ve yeni ortaya çıkacak her metanın aynı şeyi yapmak zorunda olmasından dolayı kazanır. Bir metanın değerinin diğer bütün metalarla ifade edilmesi, bütün bu metaları farklı türden özel eş değerler biçimine sokar. Nihayetinde bütün diğer metalar, belli bir meta türünü genel değer biçimlerinin malzemesi yaptığı için, bu özel meta türü genel eş değer biçimi haline gelir. Hangi özgül meta türünün dışarıda bırakılacağının kesin olarak belli olduğu zaman metalar dünyasının tek göreli değer biçimi, nesnel sağlamlığa ve genel toplumsal geçerliliğe ulaşır. Fiziksel biçimi, eş değer biçiminin toplumsallık kazanmasına aracılık eden özgül meta türü, şimdi para-meta haline gelmiş olur ya da para olarak işlev görür. Metalar dünyasında genel eş değer rolünü oynamak artık onun özgül toplumsal işlevi ve tekeli haline gelir. Yalnızca toplumsal eylem, belli bir metayı genel eş değer yapabilir. Bundan dolayı, diğer bütün metaların toplumsal 21

33 eylemi, bunların hepsinin birbirleri karşısındaki değerlerini temsil eden belli bir metayı dışarıda bırakır. Böylece bu metanın fiziksel biçimi, toplumsal olarak geçerli eş değer biçimi haline gelir. Toplumsal süreç aracılığıyla genel eş değer olmak, dışarıda bırakılan metanın özgül toplumsal işlevi olur. Sözü edilen meta böylece para haline gelir (Marx, 2013: ). Para kristali, farklı türden emek ürünlerinin fiilen birbirlerine eşitlenmelerine ve dolayısıyla fiilen metalara dönüştürülmesine aracılık eden mübadele sürecinin zorunlu bir ürünüdür ve metanın içinde saklı bulunan değer-kullanım değeri çelişkisi ni geliştirir. Bu çelişkiye meta alışverişi için dışsal bir ifade kazandırma ihtiyacı, meta değerinin bağımsız bir biçiminin ortaya çıkması yönünde bir baskı oluşturur ve bu baskı metanın, sonunda meta ve para olarak farklılaşmasına kadar son bulmaz. Bundan dolayı, emek ürünlerinin metaya dönüşmesi ölçüsünde, özel bir metanın paraya dönüşümü de gerçekleşir. Metaların ortak bir ölçüye sahip olmaları, paranın eseri değildir. Tersine bütün metalar değer olarak nesnelleşmiş insan emeği olduklarından ve dolayısıyla da ortak bir ölçüyle ölçülebilir olduklarından, kendi değerlerini hep birlikte aynı özel metayla ölçülebilir hale getirirler. Böylece bu metayı kendi ortak değer ölçülerine, yani paraya dönüştürebilirler (Marx, 2013: ). Peki, toplumsal uzlaşıyla ulaşılan parasal ölçüm sisteminin dayanağı ne olacaktır? Yani neye para diyebiliriz. Marx (2013: ), milyonlar tutarındaki metaların değerini altın olarak takdir etmek için, gerçek altının zerresine bile ihtiyaç olmadığını söyler. Bu nedenle, paranın, değer ölçüsü olma göreviyle, yalnızca hayalî veya düşünsel para olarak iş göreceğini söyler. Keynes (2012: 72) de farklı para 22

34 standartlarının olduğunun altını çizerek bunun paranın satın alma gücünden ayrılması gerektiğini söyler. Birinci tür para standardında, farklı harcama nesneleri, yol açtıkları nakit işlemlerin miktarıyla orantılı olacak şekilde ağırlıklandırılırlar. Bu standart nakit işlemleri standardı olarak adlandırılabilir. Ancak ikinci tür para standardında, harcama nesneleri, para stokundan veya banka bakiyelerinden hangisiyle ilgiliyse, ona yönelik talebe referansla ağırlıklandırılırlar ki bu da nakit balansları standardı olarak adlandırılır. Bazı işlemler, vadenin ve miktarın ilerideki düzenliliği ve kesinliğine göre, aynı parasal değer için, ileriye dönük para bakiyelerini diğerlerinden daha fazla tutmayı gerektirir. Keynes in belirttiği bu farklılık belli bazı maddeler için gerçekleşen fiyat düşüşü veya yükselişinin, aynı hacimde nakit işlem yaratan başka maddelerin fiyatındaki benzer harekete kıyasla, halkın nakit bakiye miktarında daha büyük dalgalanmalar yaratacağı anlamına geldiğinden miktar teorileri olarak bilinen basit denkliklerin geçerliliğini ortadan kaldırır. Itoh ve Lapavitsas (2008: 30) da bu savı destekleyecek şekilde, Ricardo'ya ait paranın miktar teorisinin tutarlı olabilmesi için paranın yalnızca mübadele aracı olarak kullanılıyor olması gerektiğini söylerler. Kuşkusuz nakit para, metaların tek değer deposu değildir. Paradan farklı olarak yüksek faiz ve getiri avantajları olan diğer enstrümanlara kıyasla paranın avantajı ise, onun likidite özelliğidir. Ancak gelişmiş bir finansal sisteme sahip ekonomilerde, hızla transfer edilebilir satın alma gücü olarak tanımlanan paraya, yakın ikame olan çok sayıda yüksek likiditeli aktif vardır. Nakit paranın yanı sıra, özel ticari bankaların ortaya çıkması ve çekle transfer edilebilir vadesiz banka mevduatlarının tutulmasının zengin birey ve firmalar arasında yaygınlaşmasıyla, vadesiz mevduatın nakit paraya ikame olup olmadığı, para tanımı içine dâhil edilip edilmeyeceği tartışılmaya 23

35 başlanmıştır. Bunun yanında çeşitli finansal aktifleri içeren ve parayı finans teorisi içinde açıklayan yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımlardan biri olan Gurley-Shaw yaklaşımı, içsel para ve dışsal para ayrımını getirmiştir. İçsel para kavramı, finansal alıcılar tarafından yaratılmış olan değişim araçlarını tanımlamakta kullanılmaktadır. İçsel paranın en önemli özelliği, toptan değerinin bankaların toplam yükümlülüklerini tam olarak karşılamasıdır. Bu yaklaşıma göre dışsal para ise, devlet tarafından arz edilen paradır (Yay, 2012: 14). Para kavramıyla ilgili diğer bir tartışma konusu da, finansal yeniliklerin çok fazla arttığı, bütün alış-veriş işlemlerinin çeklerle ve kartlarla gerçekleştiği bir dünyada, klasik anlamdaki paranın ortadan kalkmakta olduğudur. Böyle bir dünyada para kelimesi, bir para miktarı olmadan ödemeleri yapmanın aracı olarak tanımlanmaktadır. Fakat bir para miktarı olmadan ne miktar teorisi ne de likidite tercihi teorisi işler. Bu nedenle fiyat seviyesi ve enflasyon oranı da belirsiz hale gelir. Fiyatların belirsizliğini ortadan kaldırmanın yolu olarak, parayı bir ödeme aracı değil de, karma bir mal demeti açısından açıklanabilecek bir hesap birimi olarak tanımlama fikri ortaya atılmıştır. Bu suretle, hükümetin baz para yaratması uygulaması ortadan kalkmakta, bankaların ve finansal sistemin yarattığı ödeme araçları piramidine izin verilmektedir. Bu sisteme dolaylı konvertibl para sistemi denilmektedir. Bu sistemin amacı fiyat istikrarı sağlamanın dışında, baz paranın ortadan kalkması ve bankaların kendi paralarıyla ödemeleri sağlaması yoluyla banka paniklerinin önlenmesi, bunun sonucunda da parasal istikrarsızlıkların bertaraf edilmesidir (Yay, 2012: 15). 24

36 Neoklasik anlayışa zıt bir şekilde para arzının içsel olduğunu savunan Post- Keynesyen yaklaşıma göre ise, bir yanda değer saklama aracı olarak, öte yanda mevcut dayanıklı yatırım malları stoku olarak para; bugün ile gelecek arasında köprü kurmanın yöntemidir. Ancak, Davidson'a (akt. Itoh ve Lapavitsas, 2008: 224) göre değiştirilemeyen geçmiş ile bilinemeyen gelecek arasında köprü kurmanın en önemli yolu, para cinsinden ifade edilen sözleşmeler kurumudur. Dolayısıyla para, sözleşmelerin denkleştirilmesi ve nihayetinde de sonlandırılmasını kolaylaştıran bir ödeme aracı (genel bir mübadele aracı) işlevi de görür. Paranın cepteki para gibi düşünülmesine karşı çıkan Minsky (akt. Papadimitriou ve Wray, 2013: xxv) de ekonomide yükümlülük ihraç edip varlık edinebilen herkesin, bankaymış gibi para yaratabilen birimler olduğunu söylemektedir. Paranın diğer değer ölçü birimlerinden farklı olarak, mallar cinsinden değerinin yıldan yıla değiştiği, bu özelliğinin de onu zayıf bir ölçü birimi yaptığı unutulmamalıdır. Bu nedenle, eğer sözleşmeler ve borçlar parasal olarak bir birimle ifade edilmişse, gelecekte paranın değerindeki (satın alma gücündeki) değişmenin tahminine ihtiyaç vardır (Yay, 2012: 9). Paranın yardımıyla, sözleşmeler sisteminin, finansal aracılığın ve kredi yaratmanın ortaya çıkmasına bağlı olarak finans sistemi giderek karmaşıklaştıkça, finansal varlık çeşitleri çoğalır ve karar birimleri, reel sermaye ile finansal varlıkların beklenen getirileriyle ilgili yargıda bulunmak zorunda kalırlar (Itoh ve Lapavitsas, 2008: 225). Bu yargıların ne ölçüde nesnel değerlendirmelerle yapılabildiği çalışmanın ikinci bölümünde irdelenecektir. Şimdi tartışmayı ileriye yönelik tahminlemede kullanabilecek belki de tek nesnel ölçü birimi zaman hakkında sürdürmeye çalışacağız. Daha doğrusu zaman ın ne ölçüde nesnel ele alınabildiğine bakacağız. 25

37 I.2. Zaman Bu kısımda zaman hakkındaki felsefi görüşlere veya iktisat alanındaki büyük tartışmalara derinlemesine girmeyeceğiz. 3 Döngüsel-çizgisel zaman, tarihselmantıksal zaman gibi karşılaştırmalara yer vermeden, makro anlamda zamanın hâkim iktisat için ne anlama geldiğine ve bu görüşlerin ne gibi olanakları ortadan kaldırdığına bakacağız. Ardından mikro boyutta zamanın, paranın değerine olan etkisi üzerinde durup, bölümün son başlığı olan faiz bölümüne geçişimizi sağlayacak yollar arayacağız. Doğa bilimleri yanında, antropoloji ve sosyoloji gibi toplum bilimleri ile birlikte iktisat da zaman kavramıyla ilgilenmiştir. İktisadi analizdeki zamana yönelik temel tartışma ise, analizin iktisadi hayatın- ki burada kastedilen kapitalizminolgusal gerçekliğine uygun bir zaman kabulü olup olmadığıdır. Bu sorun iktisadın çoğunlukla Newtoncu fiziğin kavramlarıyla çalışmasından kaynaklanır. Zamansal referansların anlamı olan an lar, iktisadi olaylarla örtüştürülerek analizlere de yansır. Bu nedenle denge analizleri zaman bakımından sorgulanmaya açıktır. İktisadi dünyada da tıpkı mekanik fiziğin dünyasında olduğu gibi geçmiş ve gelecek arasında kesin bir ayrım ortaya konur. İktisadi analizlerdeki patika bağımlılığı, batık maliyetler, kararların geri alınamazlığı gibi kabuller zamanın bu özelliğinden kaynaklanır (Öziş, 2010: 4). Batı Avrupa'nın feodalizmden kapitalizme geçiş sürecine denk gelen tarihi, burjuva sınıfının materyalist çıkarlarına aykırı olan kilisenin zamanı yerine tüccarın zamanının geçtiği dönemlerdir. Kendinden önceki sosyal yapıda sorgulanmayan bir 3 Kapsamlı bir çalışma için: Mustafa Öziş, İktisat Teorisinde Zaman, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, Doktora Tezi, 2010, Ankara. 26

38 gerçeklik olan zamanın Tanrı ya ait olduğu kabulüne dayanan zaman sistemi, toplumsal örgütlenme biçimi değiştikçe daha fazla sorgulanır hale gelmiş ve yeni zaman sistemi eskisi ile çatışmaya girmiştir. Tüccarlar tarafından ele geçirilen zamanın her 'an'ı artık kârın bir parçasıdır. Buna zamanın Tanrı dan alınıp metalaşması da denebilir. Tüccarın zamanını kullanan ana akım iktisat teorisi için, zaman kavramı kısıtlı, sürekli aktığı için her 'an'ı değerlendirilmesi gereken bir kaynağı ifade etmektedir. Bu yüzden zaman artık bir kıt mal olarak değerlendirilir. Oysa zamanın bu biçimde değerlendirilmeye açık olması için, zaman ile kazanç arasında kurulabilecek ilişkilerin net bir şekilde ortaya çıkmış olması gerekmektedir. Ancak bu durumda zaman akışı herhangi bir türden kazancın (kâr, faiz, spekülasyon vb) konusu olabilir. Aksi halde bir üretim biçiminde zaman, para ile özdeşleştirilemez (Öziş, 2010: ). Bahsi geçen sistemde vazgeçilemez olan asli unsur; sistemin tüm işleyişinde yer alan insan, Smith e göre bir doğaya sahiptir. Bir şeyi başka bir şeyle değiştirme güdüsüyle donatılmış bulunan bu insan, -ki zenginliğin ortaya çıkmasından, ilerlemesine ve uluslararası rekabete kadar, teorik uğraşında kritik öneme sahip pek çok alanda temel belirleyici konumdaki iş bölümünü ortaya çıkaran bu söz konusu takas güdüsüdür- Smith in analizindeki doğanın verdiği güdünün sonucu olarak açık ve doğal özgürlük sistemini oluşturur. Toplum, bu insan doğasının bir ürünü olarak görülür. İnsan sahip olduğu güdülerinin gereğini yaparak sonunda açık ve doğal özgürlük sistemine ulaşmıştır. Fakat bu süreçte toplumun geçirdiği aşamalarda ve gelinen nihai aşamada insanın sahip olduğu bu doğa değişmez. Yani toplumla, onu önceleyen insan doğası arasındaki ilişki yalnızca tek yönlüdür (Öziş, 2010: 237). 27

39 Denge durumunu doğal ve nihai, denge dışı durumları ise kazara ve geçici olarak nitelendirilen Smith in analizinin ulaştığı temel sonuç, piyasanın işleyişi ya da aynı anlama gelecek biçimde açık ve basit doğal özgürlük sisteminin işleyişi ile sağlanan söz konusu dengenin, aynı zamanda toplumsal alanda gerçekleşebilecek en iyi sonuç olduğudur. Bu anlayışa göre doğal fiyat, müdahale edilmeksizin bölüşüm probleminin en iyi biçimde çözülmesini sağlar. Çünkü piyasanın kendi kendini düzenleyen mekanizması, metaların piyasa fiyatlarını bir şekilde doğal fiyatlarına ulaştıracaktır. Bu sistemde bölüşüm probleminin, çeşitli aksaklıklar veya engeller ile karşılaşılmadıkça kendiliğinden çözülmesi beklenir (Smith den akt. Öziş, 2010: 113). Jevons un yolunu açan işte bu -analizi 'an'a sıkıştıran- yöntemsel bakış açısıdır. Analizin ilk aşaması sosyal alanın bir parçası olan iktisadi olayların diğerlerinden soyutlanmasıdır. Sonraki aşamada ise mekanizma üzerinde etkileri muhtemel olan şeyler veri alınarak dondurulur. Dondurulan şeyler, zaman-sız ekonomik sistem modeliyle üç sosyal sınıf için -ücretler, kârlar ve rantlar için- neredeyse kesin doğrulukta miktarlar ortaya çıkarır (Pribram dan akt. Öziş, 2010: 144). Analizin bir an a sıkıştırılması ve her şeyin o anda olup bitmesiyle de zaman gerçek anlamıyla ortadan kaldırılır. Üstelik analizin yapıldığı o 'an'ın tarihin akışından bir kesit olup olmadığı da belirsizdir. Şimdiki an da başlayan ve sonuçlarını yine şimdiki an da üreten mekanizma, veri alınan şeylerin -farklı tanımlamalara açık olsa bile- uzun dönemin sonunda başlangıçta tanımlanan ideal durumlarından farklı sonuçlar alınmasına izin vermez. Şimdiki an da çeşitli varsayımlarla şeyleri dondurarak başlayan analiz uzun döneme ulaşmak için şimdiki an dan gelecek zamandaki an a sıçrayarak ilerler. Dolayısıyla iki an arasında kalan herhangi bir süreci veya bu 28

40 sürecin sonuçlarının etkileriyle ortaya çıkacak bozucu etkiler söz konusu olmaz (Öziş, 2010: ). Herhangi bir teori için soyutlama kaçınılmazdır. Ancak, çeşitli başlangıç varsayımları soyutlanan şeylerin değişmeyen özellikleri olduğunu iddia ediyorsa, analiz zaman-sız ve mekânsızlaştırılır. Aynı zamanda o soyutlamaya dayanarak yapılan analiz de idealleştirilir. Soyutlamadan farklı olarak idealizasyon, şeylerin en saf ve doğal hallerine gönderme yapar. Bu nedenle şeylerin olabilecekleri en mükemmel hallerinde olduğunu varsayar. Bunun iktisat teorisi için varacağı sonuç şudur: Zaman ve mekân tanımaksızın olabilecekleri en mükemmel hallerinde olan şeylere müdahale edilmemelidir. İdeal hallerinde olan şeylere yapılacak müdahale onları daha iyiye götüremez. Mantıksal olarak mümkün olmayan bu durumda, yapılacak müdahale kendi kendini düzenleyen mekanizmanın işleyişini ideal halinden saptıran eylemler olarak değerlendirilir. Teorinin çizdiği ideal dünyanın ise yaşanan dünya ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Tarihte hiçbir üretim biçimi, kendisini aynı kalarak sürdürmez (Öziş, 2010: 94). Walras sonrasında popülerliği giderek artan denge, esasen klasik fiziğe ait bir kavramdır. The Oxford English Dictionary ye göre denge (equilibrium), Latince æquus (eş) ve lībra (tartım, bakiye) sözcüklerinin birleşiminden oluşan æquilībrium sözcüğünden gelmektedir. Kelimenin klasik fizikteki anlamı şöyle açıklanmaktadır: Karşıt güçler arasındaki eşitlenme durumu; maddi sisteme etki eden veya göz önünde bulundurulan güçlerin sonuçta birbirlerini karşılıklı olarak sıfırlamasıdır. 29

41 Klasik teorideki arz ve talebin eşitlenmeleri sonucunda oluştuğu söylenen denge durumunun bu fiziki anlamdan türediğini söylemek olasıdır. Çünkü arz ve talep eğrilerinin kesiştikleri noktada her iki güç birbirlerinin etkisini yok ettiği için sistemi harekete geçirebilecek herhangi bir güç kalmaz (Öziş, 2010: 214). İnsana ait doğanın değişemeyeceği kabulüyle yola çıkan teori için, dengenin teleolojik bir anlamı da vardır. Dengeye mutlaka ulaşılacaktır, dengeyi engelleyen veya ulaşılmasını geciktiren şeyler ise sistemde ancak dışsal unsurlar olarak incelenebilir. Bu yaklaşım, insanın içine doğduğu yapıdan etkilenen ve zamanla değişebilen bir canlı, tarihsel bir varlık olarak incelenmesini olanaksız kılar. Bu nedenle teori zamansız bir insan (şey) ile çalışır. Varsayımlarına aykırı tüm durumlar da doğal olarak dışsal öğeler olarak kabul edilir. Bu türden bir insan doğası varsayımı, teorinin zaman boyutu ile kuracağı muhtemel ilişkilerin baştan yok edilmesi sonucunu doğurur (Öziş, 2010: 244). Marx ın harekete, hareketsizlik karşısında öncelik vermesinden yola çıkarak, çelişkinin esas olarak şeylerin içlerinde olduğunu düşünen Ollman a (akt. Öziş, 2010: 166) göre denge geçicidir ve/veya hareketin -anlık- felç olması durumudur. Dengenin sürekli sağlandığı istikrar durumunun peşinde olan anlayış için Korkut Boratav, en nüktedan ifadelerden birini kullanmıştır. Ona göre bu istikrar sevdası, en istikrarlı durum olan ölüm e doğru yol almak demektir (Açık Radyo, 2005). Hareketten korkan, onun doğasını anlamak ve ona göre tahliller geliştirmek yerine ona karşı direnenler tarihin akışına engel olamayacakları için, muhtemelen bu akışa kapılıp yiteceklerdir. 30

42 Zamanın temel birimlerini kavramak herkes tarafından kolaylıkla yapılabilecek bir şeydir. İçinde bulunulan 'an'; şimdiki zaman, onun öncesindeki yaşanmışlıklar kümesi olan süreç; geçmiş ve an ın sonrasındaki, henüz belirsiz olan zaman; gelecek olarak adlandırılır. Geçmişi, araştırma faaliyetinin arttırılması, yeni bilgilerin elde edilmesi vb. ile yeniden yorumlayarak ona farklı anlamlar yüklemek mümkün olsa bile, bu onun değiştirilemeyeceği gerçeğini ortadan kaldıramaz. Gelecek ise gerçekleşene kadar, şimdide kurulan düşünsel ve hayali bir yaratıcı eylemi ifade eder. Geçmiş yaşanmışlıklar kümesi olarak, araştırma faaliyetinin arttırılması gibi uğraşlarla bilinebilme imkânı taşıması bakımından gelecekten farklıdır. Geleceğe ilişkin sahip olunan bilgi, araştırma faaliyetinin arttırılması veya entelektüel gelişim seviyesinin artırılması ile asla tam olarak sağlanamaz. Gelecek, bir başka deyişle zamanın geçişi konusunda ortaya çıkan asıl problem, onun bilinmiyor değil, bilinemiyor olmasıdır (Winston dan akt. Öziş, 2010: 242). Ancak geçmiş ve gelecek arasındaki bu paradoks bir çelişki değil, zamanın var oluş biçimidir ve dahi ortadan kaldırılamaz. Destekler nitelikte Keynes, iktisadi dünyada kesin matematiksel öngörü yapmanın mümkün olamayışını bu dünyanın verili ilişkilerinin devam edeceğine ilişkin bir öngörünün olanaklı olmadığına dayandırmıştır. Değişen, değişebilen, geçici ilişkilere yönelik kesin matematiksel hesaplamaların yapılması mümkün değildir (akt. Öziş, 2010: 13). Zaman süresinin uzunluğu bakımından bir dönemlendirme yapan Braudel in, teoriye bıraktığı katkı ise, zaman kategorileri arasındaki ilişkiye yaptığı vurgudan kaynaklanan yeni yaklaşımıdır. Ona göre kısa dönem, olayların tarihidir. İkinci kategoriyi ise olayların tarihinin yapıyı inşa ettiği dönemi temsil eden, çevrimsel tarih olarak ortaya koyar. Son zaman kategorisi olan uzun dönemin karşılığı ise, 31

43 yapıdır ve uzun dönem ile yapıyı sosyal bilimsel analize başlamanın iki anahtarı olarak görür. Tarihsel zamanın üç kategoriye ayrılması bunlar arasında herhangi bir ilişkinin olmadığı anlamına gelmez. Zaten Braudel bu üçü arasındaki canlı, derin ve sürekli ilişkinin varlığına yaptığı vurguyla metodolojik anlamda teoriyi zenginleştirmiştir (Braudel den akt. Öziş, 2010: 73-74). Kapitalizmde sorgulanan bütün iktisadi yaşamdır. Zaman üzerinden kazancı reddetmek ve bu pratiği tefeciliğin temel ahlaksızlığı ile özdeşleştirmek sadece faiz ilkesine yönelik saldırı değil aynı zamanda tüm kredi olanaklarını da yok eden bir saldırıdır. Tüccar için zaman, kâr için başlıca fırsattır. Tüccarın zamanın karşısına konulabilecek kilise zamanı ise, zamanın yalnızca Tanrı ya ait olduğu ve kazanç konusu yapılamayacağını varsayar (Le Goff ten akt. Öziş, 2010: 68). Fakat erken kapitalizm çağında yer alan bu tartışmada kazanan tarafın hangisi olduğu yukarıda belirtilmiştir. Faiz paraya zamanın karşısında direnmemesi karşılığında verilen bir ödüldür. Bu ödül paraya, sisteme o değil de bu zaman da dâhil olması karşılığında verilir. Peki ama bu zaman ı daha değerli kılan, insanları zamanlararası tercih yapmaya iten şey nedir ve bu tercihlerin etkileri neler olacaktır. Bölümün sonu olan faiz kısmında bu sorulara cevap aranacaktır. 32

44 I. 3. Faiz Faiz herkes için farklı bir anlama gelmektedir. Kimi onu, beklemenin fiyatı olarak tanımlar. Bu anlayışa göre faiz, şimdiyle gelecek arasında bağ kuran, dönemlerarası tercih yapabilmenin veya ekonomik kararları ertelemenin alternatif maliyeti olan bir kavram olarak ele alınır. Kimine göre de, yatırımın verimliliği dir. Bir başka bakış açısı faize paranın fiyatı derken, kimine göre ise, önemli bir iktisat politikası aracıdır. İşin gerçeği faiz bakıldığı yere göre bunların hepsi olabilir ve bir ekonomide çok sayıda işlevi yerine getirebilmektedir (Yay, 2012: 103). Alınan borç karşılığında ödenen fazla anlamında faiz, çok uzun zamandır, hatta kapitalizmden önceki üretim biçimlerine kadar uzanan bir zamandır kullanılmaktadır. Ancak bu kısımda, faizin bugün kazandığı kapitalist üretim biçimindeki anlamını irdelemeye çalışacağız. Kapitalizm öncesi tefeci ya da tüccar faizi ile ilgili olarak Aristoteles (akt. Marx, 2013: ) şöyle der: Krematistik 4, biri ticarete diğeri iktisada giren, iktisada dâhil olanı gerekli ve övgüye değer, ticarete dâhil olanı ise dolaşıma dayanan ve haklı olarak kınanan (çünkü bu, doğaya değil, karşılıklı aldatmaya dayanır) ikili bir bilim olduğundan, tefeciden pek haklı olarak nefret edilir, çünkü burada, kazancın kaynağı paranın kendisidir ve para, icat edilme amaçları doğrultusunda kullanılmaz. Para, metaların dolaşımı için meydana geldiği halde, faiz, paradan daha fazla para yapar. Adı da 4 Aristoteles in salt zenginleşmeyi amaçlayan faaliyetler bütünü olarak ifade ettiği kavramdır. Bu kavramın karşısına da, bir kişinin geçimini sağlamak ve yaşamak için gerekli kullanma değerlerini edinmesi ile ilgili -iktisadi- faaliyetini kapsayan Ekonomik adını verdiği bir diğer kavramı koyar. 33

45 buradan gelir (faiz ve döl) 5. Çünkü doğanlar doğuranlara benzer. Ama faiz paradan elde edilen paradır; bu nedenle de kazanç yolları arasında doğaya en aykırı olanı budur. Kapitalizm öncesi lanetlenen 6 faiz, yukarıdaki alıntıda bahsi geçen faizdir. Dolaşım alanında kalan, üretim alanına nüfuz edemeyen tüccar/tefeci faizidir. Kapitalist üretim biçiminde ise karşımıza başka bir faiz biçimi çıkar. Kredi faizi olarak anacağımız bu faiz için durum farklılaşır. Kapitalist anlamda faizi sermayenin artı değer yaratan kısmı olarak gören Marx a (2013: 54) göre hiçbir şey, bir kullanım nesnesi olmadan değer olamaz. Bir şey yararsızsa, onun içerdiği emek de yararsızdır; bu emek, emek sayılmaz ve dolayısıyla değer oluşturmaz. Faiz getiren sermayenin ürünü olan kredi faizine kendine has niteliğini veren fark da buradan kaynaklanmaktadır. Parasını faiz getiren sermaye olarak değerlendirmek isteyen para sahibi, onu bir üçüncü kişiye devreder ve dolaşıma sokar. Yani sermayeyi meta haline getirir; sadece kendisi için değil başkaları için de sermaye haline getirir. Para, yalnızca onu veren kimse için sermaye olmayıp, daha başlangıçta bir üçüncü kişiye sermaye olarak artı değer yaratan, kâr yaratan bir kullanım değeri ile yüklü bir değer olarak verilmiştir (Marx, 1990: 303). Sınaî birikim sırasında sistemli olarak durağan para yaratılır. Bu para, kredi sistemi tarafından faiz getiren sermaye haline dönüştürülür ve artık değerden pay almak amacıyla birikime geri gönderilir. Bu süreç, kredi sistemi için nesnel bir toplumsal temel sağlar ve faiz getiren sermayeyi, sermaye birikiminin hemen yanı başına konumlandırır. Geçici olarak atıl kalan para, 5 6 Soy aktarımının canlılara özgü olduğunu, faizin de soy aktarımı anlamına gelen döl kelimesiyle aynı kökenden geldiğini söyleyen Aristoteles e göre, bir metanın kendi benzerini yaratması eşyanın tabiatına aykırıdır. Faiz ve faiz kazancı pek çok inanç tarafından uzun süre yasaklanmıştır. İslam inanışı içinde faize nasıl yaklaşıldığı bu tez içindeki ilgili bölümde tartışılacaktır. 34

46 birikim sürecinden kaynaklanmasına ve ona geri dönmesine karşın, özünde bu sürecin dışında faiz getiren sermaye haline gelir (Itoh ve Lapavitsas, 2008: 73). Kredi sistemi oturduğu zaman, para artık yalnızca dolaşım aracı olmaktan çıkar. Bu sistemde belli metaların, örneğin bir evin kullanımı, belli bir zaman süresi için satılır. Ancak bu süre geçtiğinde alıcı, metanın kullanım değerini gerçekten elde etmiş olur. Bir meta sahibi var olan metayı satar, bir diğeri ise onu yalnızca paranın ya da gelecekteki paranın temsilcisi olarak satın alır. Satıcı alacaklı, alıcı borçlu haline gelir. Metaların başkalaşımı ya da değer biçimlerinin gelişmesi bu alanda değiştiği için, para yeni bir işlev kazanır: Ödeme aracı olur. Nasıl asıl kâğıt paranın kaynağında, paranın dolaşım aracı olma işlevi varsa, kredi parası da, paranın ödeme aracı olma işlevinin doğal bir ürünüdür (Marx, 2013: 131). Paranın ödeme aracı olma işlevi sayesinde yerleşebilen, üretken güçlerin maddi gelişmelerini ve bir dünya piyasası kurulmasını hızlandırmada yardımcı olan kredi sisteminin özünde iki karakteristik yatmaktadır. Birincisi, kapitalist üretimin temel itici gücüdür. Başkalarının emeğinin sömürülmesi yoluyla zenginleşmeyi, en saf ve dev boyutlara ulaşmış bir kumar ve sahtekârlık sistemi halini alıncaya kadar geliştirmek, nihayetinde toplumsal serveti sömüren azınlığın sayısını gitgide azaltmak. Diğeri ise, yeni bir üretim tarzına geçiş biçimini oluşturmaktır (Marx, 1990: 393). Bu yeni üretim tarzında da faizi ahlaksızlık olarak görmek anlamsızdır. Çünkü kâr yaratma koşullarının zorlanması anlamına gelen son üretim biçiminde, bu eylemin bir parçası olan faiz de ahlak dışı dır, daha doğru bir ifadeyle ahlak ötesi dir. 35

47 Klasik ekonomi politikçiler önceleri, kapitalizmin üç büyük sınıfıyla ilişkilendirdiği üç ana gelir kaynağı belirlemişti: Kâr, ücret ve rant. Faiz bunlarla eşit düzeyde değildi. Ancak sonra dördüncü bir toplumsal grup daha belirlediler: Para çevreleri (Smith den akt. Itoh ve Lapavitsas, 2008: 71); kapitalist sınıfın, sermayesini kendi başına işletme zahmetine katlanmayıp faiz karşılığı ödünç veren bir kesimi. Böylece faiz, sermayeden elde edilen kârların bir bölümü olarak, kâr oranı ise faiz oranının düzenleyicisi olarak görülmeye başlandı (Ricardo dan akt. Itoh ve Lapavitsas, 2008: 72). Faizin kapitalist kârın bir parçası olduğu zaman doğal faiz oranı diye bir şeyin gerçekleşmesinin imkânsız hale geleceğini söyleyen Marx a (1990: ) göre faiz, sermayenin kendi süreci dışında gerçekleştirdiği bir artı değerdir. Çünkü kâr oranlarıyla faiz oranları arasında güçlü bir ilişki yoktur. Klasik faiz teorisine göre faiz oranları, daha fazla gelecek tüketimi için cari tüketimi ertelemenin yani beklemenin bir ödülüdür. Schumpeter (akt. Yay, 2012: 104), klasik teori içinde faizi anlamlandırmak için uğraşan iki ekolün var olduğunu ve bunların faize farklı anlamlar yüklemekte olduğunu söyler. Ona göre bu anlamlar iki farklı analizden kaynaklanır; reel ve parasal analiz. Hume'dan Keynes'e gelinceye kadar klasik ve neoklasik yaklaşımlar, istisnasız olarak ve sarsılmaz şekilde reel analiz yaparlar ve faiz oranlarını da reel ekonomik güçler tarafından belirlenen reel bir değişken olarak ele alırlar. İkinci ekolün öncülerinden sayılabilecek Keynes'in analizi ise, Hume'dan beri gelen 200 yıllık geleneğin kırılmasına ve parasal analizin devreye girmesiyle reel analize kısa bir ara verilmesine yol açmıştır (Yay, 2012: 104). 36

48 Klasik iktisatçılara göre faiz oranı, paranın miktarıyla ilgisizdir. Faiz gelirden yapılan tasarrufu, yatırıma eşitleyen fiyattır. Keynes faizin, likidite tercihinin yönlendirdiği para talebini, verili para arzına eşitleyen fiyat olduğunu kabul eder. Keynes'in faiz teorisi klasik ekonomi politikten farklı olarak, parasal faiz oranı teorisidir (Itoh ve Lapavitsas, 2008: 210). Keynes (2012: ) faiz oranına bir politika aracı olarak önem vermesine rağmen, daralma dönemlerinde ekonomiye ilişkin beklentiler olumsuzsa, faiz oranlarındaki düşmelerin yatırımları teşvik etmekte tek başına yeterli olmayacağını belirtmektedir. Ona göre faizleri düşürmek, yatırımcının borçlanmasını ve yeni yatırımlara girişmesini sağlayamaz: Atları suya götürebilirsiniz ama onlara zorla su içiremezsiniz İçinde neyin yeni olduğu kadar neyin yeni olmadığı kavranmadıkça Keynes'in teorisi anlaşılamaz. Keynes'in Genel Teori'sini burjuva iktisatçıların değiştirip dönüştürdüğü doğrudur. Hatta onun doktrininden etkilenmeyen tek bir üniversite, tek bir iktisat profesörü de yoktur. Fakat Keynes'in teorisi bütünüyle yeni bir iktisat doktrini değildir. O temelleri bakımından kendinden önceki burjuva Ortodoks yaklaşımla tam bir uyum içindedir. Keynes temel burjuva önermelerinden olan sübjektif değer teorisini (marjinal fayda) kabul ederken, emek-değer teorisini reddeder. Sübjektif değer teorilerinin temel özelliği mübadele ve dağıtım süreci üzerinde yoğunlaşmaları ve insanların üretim sürecindeki ilişkilerini açıklayamamalarıdır. Emek-değer teorisi değerin, daha mallar mübadele edilmeden önce, üretken emek sarf edilerek bu malların içinde nasıl cisimleştiğini gösterirken, sübjektif teorilere göre mallar değerlerini ancak mübadele sürecinde kazanırlar (Eaton, 2009: 41-42). 37

49 Yukarıda incelenen üç başlığın da son derece önemli yer tuttuğu Post- Keynesyen iktisat çalışmalarında, bir yandan değer saklama aracı olarak görülen para, öte yandan mevcut dayanıklı yatırım malları stoku olması bakımından, bugün ile gelecek arasında köprü kurmanın bir yöntemi kabul edilir. Ancak Davidson'a (akt. Itoh ve Lapavitsas, 2008: 224) göre değiştirilemeyen geçmiş ile bilinemeyen gelecek arasında köprü kurmanın en önemli yolu, para cinsinden ifade edilen sözleşmeler kurumudur. Dolayısıyla para, sözleşmelerin denkleştirilmesi ve nihayetinde de sonlandırılmasını kolaylaştıran bir ödeme aracı (genel bir mübadele aracı) işlevi de görür. Ayrıca para, sözleşmeler sisteminin, finansal aracılığın ve kredi yaratmanın ortaya çıkmasına da izin verir. Finans sistemi giderek karmaşıklaştıkça, finansal varlık çeşitleri çoğalır ve karar birimleri, reel sermaye ile finansal varlıkların beklenen getirileriyle ilgili yargıda bulunmak zorunda kalırlar (Itoh ve Lapavitsas, 2008: 225). Bir başka Post-Keynesyen iktisatçı olan Minsky'nin finansal istikrarsızlık teorisi, belirsizliği, beklentileri ve spekülasyonları vurgulaması nedeniyle belirgin bir Keynesçi kökene sahiptir. Kapitalist ekonominin içkin zafiyetlerini tespit etmeye kalkışması sebebiyle de Marksist kriz teorisiyle birçok ortak yönü vardır (Itoh ve Lapavitsas, 2008: ). Bu noktaya kadar faizin kapitalist ekonomi için anlamını ve ona yönelik genel yaklaşımları inceledik. Kapitalist kârın bir parçası olan faizi, üretimin bir bileşeni olarak gördük. Fakat dünya kapitalizminin geldiği noktada tüketici kredilerinin oynadığı rol, emeğin menkul kıymetleştirilmesi ve hanehalkının tasarruf/borç oranlarındaki tüm teorilerin dışında kalan değişim nedeniyle faizi yalnızca üretime ilişkin yönüyle değil insanların gündelik yaşamıyla da birbirine geçmiş bir şekilde analiz edecek teorilere ihtiyaç vardır. Basitçe finans kârı olarak adlandırabileceğimiz 38

50 faiz, artık borç/alacak ilişkisi dışında çok farklı biçimlerde hayatın hemen her alanında karşımıza çıkmaktadır. Finansın geldiği konum ve bu konuma geliş süreci ilerleyen bölümde ayrıntılandırılmaya çalışılacaktır. 39

51 II. BÖLÜM: FİNANS ve FİNANSALLAŞMA Çalışmanın bu bölümünde finansın krizlere açıklığının, yapısındaki sistemik bir problemden kaynaklandığı gösterilmeye çalışılacaktır. Öncelikle günümüz finans dünyasının bileşenleri ve özellikleri kısa bir şekilde aktarılacak, ardından finansın yaygınlaşma süreci -finansallaşma- ve bunun etkileri ayrıntılı şekilde ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Bölümün sonu ise Minsky nin çalışmalarını temel alacak şekilde finansal kırılganlık, finansal istikrarsızlık hipotezi ve kriz gibi kavramları açıklamak için kullanılacaktır. II.1. Finans Finans, genel anlamda piyasadaki atıl paranın fonlanması ve bu fonların ihtiyaca göre hanehalkı, firmalar veya devlet tarafından etkin şekilde kullanılmasıyla ilgili faaliyettir. Ama bugün, bu dar anlamının dışında kâr maksimizasyonu için yapılan her türlü planın ve alınan her türlü kararın düğüm noktasını oluşturur (Sarıaslan ve Erol, 2008: 5). Finansal işlemler yüzyıllardır toplumların ekonomilerinde uygulanmakta olsa da bugün, yakın geçmişte yaşanan gelişmeler sonucunda, reel üretimi aşan büyüklükte işlem hacmi olan bir piyasa ve sayısız finansal araç halinde karşımızda durmaktadır. Finans piyasası ve finansal araçlar günlük hayatın içerisine öylesine yerleşmiştir ki; ailesinden aldığı harçlıkla geçinen bir öğrencinin kendisini ailesinin finanse ettiğini veya bir öğrenci topluluğunun yaptığı etkinliğe sponsor desteği aldığı zaman bu etkinliğin falanca firma tarafından finanse edildiğini söylemesine bile kolaylıkla şahit olunabilir. 40

52 II.1.1. Finans Piyasaları ve Finansal Ürünler Finansal sistem; tahvillerin, hisse senetlerinin ve diğer menkul kıymetlerin alım satımının gerçekleştirildiği, faiz oranlarının belirlendiği, finansal hizmetlerin elde edildiği piyasalar, kurumlar, yasalar, düzenlemeler, teknikler ve yaratılan yenilikler bütünüdür (Rose'dan akt. Yay, 2012: 19). Dünya finans sistemine entegre olmasa da, işlem hacmi çok düşük de olsa hemen her ülkenin bir finans sistemi vardır. Finansal enstrüman ya da araç olarak adlandırılan varlıkların değişimlerinin yapıldığı bu piyasalar ülkeden ülkeye küçük farklılıklar gösterse de, bu piyasaların sınıflandırılması ve kullanılan menkul değerlerin çeşitleri noktasında ortak bir değerlendirme yapabiliriz. Finansal sistem esas olarak, kısa vadeli fonların transferi veya değiş-tokuşunun yapıldığı para piyasaları ve uzun vadeli fonların alışverişinin yapıldığı sermaye piyasaları olarak iki alt bileşenden oluşmaktadır (Sarıaslan ve Erol, 2008:19). Sistemin likit tarafı olan para piyasalarının temel unsurları bankalardır. Mevduat toplama ve kredi verme gibi temel faaliyet alanları olan bankalar, yalnızca faktöring ve leasing 7 işlemleri yapan firmalarla birlikte bu alanlarda da faaliyet gösterirler. Finans piyasalarının ikinci bileşeni olan sermaye piyasaları, çokça enstrümandan meydana gelen karmaşık bir yapıdır. Bu piyasa finansal ürünlerin alım-satım aşamalarına göre ayrışır. Fon ihtiyacı olanların, fon sahibi olmak adına piyasaya sürdükleri yeni tahvil ve hisse senedi gibi belirli bir değeri olan finansal ürünlerin doğrudan alım-satımının yapıldığı piyasalara birincil 7 Bu iki yöntem temel olarak likit kaynak sıkışıklığı içine düşen işletmeler tarafından kullanılmaktadır. Leasing (finansal kiralama), finans kuruluşunun nakit sıkışıklığı olan firma için gereken bina, teçhizat, vs.. alıp firmaya kira karşılığında kullandırması, yani geleceğe dönük bir kârdan pay almasıdır. Faktöring ise bir işletmenin alacaklarını finans kuruluşuna nominal değerinden düşük bir düzeyde devretmesi yani geçmişten elde edilen kârdan pay vermesidir. Bazı ülkelerde ve dönemlerde sağlanan avantajlar sayesinde, esasında aynı yoksunluğu gidermeye yarayan krediler yerine tercih edilirler. 41

53 piyasa denmektedir. Devlet bu piyasada hem düzenleyici olarak pasif, hem de borç kâğıdı çıkararak ve piyasadan kâğıt toplayarak aktif bir biçimde yer alır. Piyasaya çıkan finansal ürünlerin el değiştirmelerine olanak tanıyan piyasalar da ikincil piyasa olarak adlandırılmaktadır. En bilinen ikincil piyasalar menkul kıymet borsalarıdır. Değerin daha göreli bir hal aldığı bu piyasalar spekülasyonlara çok açıktır. Borsaya sunulmuş menkul kıymetlerin borsa dışında işlem gördüğü piyasalara üçüncül piyasalar, gelişen iletişim teknolojileriyle birlikte varlıkların aracısız el değiştirdiği piyasalara ise dördüncül piyasalar denmektedir. Son iki piyasa türü diğer türlerin 100 yılı aşkın kullanımına nazaran kısa bir geçmişe sahiptir ve dünyanın tamamında geniş bir işlem hacmi oluşturmamaktadır (Sarıaslan ve Erol, 2008: 13-41). Bir diğer -görece yeni- finansal piyasa ise türev piyasalardır. Birincil ve ikincil piyasada işlem gören varlıklara dayalı olarak türetilmiş ürünlerin alım-satım işlemlerinin oluşturduğu bu piyasa, günümüz finans dünyasında önemli bir yer tutmaktadır. Ticari gelir riskinden korunmak için kullanılan eski bir yöntem olan vadeli işlem, Bretton Woods sisteminin çökmesiyle birlikte kur riskine maruz kalan işletmeler için de bir korunma yöntemi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu durum finans piyasalarını riskten korunma amaçlı yeni ürünler geliştirmeye itmiştir (Özcan, 2011: ). Piyasalarda yoğun işlem gören türev ürünler Forward, Future, Swap ve Opsiyon olmak üzere dört gruba ayrılmaktadır. Reel üretimden ya da finansal işlemden elde edilecek kazanç beklentisine göre yapılan bahsi geçen türev sözleşmeleri arasında vade sonu işlemleri ve tarafların hakları konusunda ufak farklılıklar vardır. İlerleyen kısımda görüleceği üzere, işletmelerin finans piyasalarına doğrudan girmeye başlamaları ile kur riskinden korunma amaçlı kullanılan türev 42

54 araçlar hızla yaygınlaşmıştır. Bu yaygınlaşmanın sonuçları da yine ilgili bölümde incelenecektir. Finans piyasaları için en yeni sayılabilecek ürün Bitcoin isimli sanal para birimidir. 3 Ocak 2009 da hayata geçen Bitcoin herhangi bir merkez bankası, resmi kuruluş vs. ile ilişkisi olmayan elektronik bir para birimidir. Noktadan sonra 100- milyonuncu basamağa kadar birimlere ayrılabilir (tr.wikipedia.org). Gelişen internet ağı sayesinde hızla büyüyen Bitcoin lerin Temmuz 2013 teki toplam değeri 1.2 milyar $ a ulaşmıştır. Ekim 2013 te hızla tırmanmaya başlayan bu değer Aralık ayında 14 milyar $ a kadar yükselmiş, ardından Mayıs 2014 e kadar 7 milyar $ a düşmüştür (blockchain.info). Kullanıcı sayısına ve rağbete göre değerlenen bu dijital para birimi, yatırım yapmak amacıyla gerçek para karşılığında alınıp satılabilmektedir. Hatta bazı elektronik ticaret sitelerinden Bitcoin karşılığı alışveriş yapmak da mümkün hale gelmiştir. Bir gün içinde dahi çok büyük dalgalanmalar gösterebilen Bitcoin sistemi hiçbir denetime tabi olmadığından büyük spekülasyonlara açık durumdadır. Denetimsiz finansın en uç örneğini oluşturan ve kısa aralıklarda çok büyük dalgalanmalar gösteren bu yapının seyrini izlemek geleneksel finans sektörünün de kendisine geri bildirim alabileceği bir fırsat doğurmaktadır. II.1.2. Finans Sistemleri ve Finansman Türleri Kullanım ve yayılma prensipleri birbirinden farklı, temel olarak iki farklı finans geleneğinden bahsedebiliriz. Bunlardan biri, Japon-Alman Finans Sistemi dir. Dolaylı finansman yöntemini benimseyen bu sistem, elde tutmak için yarat 43

55 stratejisiyle bankacılık kredisine dayanır. Bir diğer finans geleneği olan, doğrudan finansmana dayanan Amerikan-İngiliz Finans Sistemi ise, menkul kıymetler piyasaları aracılığıyla işler ve dağıtmak için yarat stratejisini kullanır. Aldıkları borçların karşılıklarını ödeyebilme ihtimali az olan düşük gelirlilere açılan, riski yüksek ikinci kalite krediler, bu finans anlayışı sayesinde paketlenip tekrar satılmak suretiyle ekonomilerde yayılabilmiştir. Japon-Alman tipi finans kişisel ilişkilere ve özel bilgiye dayanan, insan odaklı bir sistemken, Amerikan-İngiliz tipi finans, rekabetçi ve şeffaf (!) menkul kıymetler piyasalarına dayanan insansız bir sistemdir (Itoh, 2010: 210). Tezin üçüncü bölümünde ayrıntılı incelenecek diğer bir finans sistemi de İslamî Finans tır. İslamiyet in faizi reddediyor olması sebebiyle, temel olarak faiz geliri olmaksızın ticaret için gerekli olan finansmanı sağlamak amacını güden bu sistem son yarım yüzyılda örgütlenmiştir. Kâr-zarar birlikteliği ni amaç edinen sistemin ne ölçüde diğer sistemlere alternatif olarak işleyebildiği, üçüncü bir tür olarak faaliyet gösterebildiği de ilgili bölümde tartışılacaktır. Finans sisteminin yapısı dışında bir de ekonomideki karar birimlerinin, kazançlarını artırmak için tercih ettikleri finansman türlerinin ayrımından bahsedebiliriz. İlerleyen bölümlerde finansal kriz hakkında söyleneceklerin açıkça anlaşılabilmesi için bu finansman türlerinden birkaçının (hedge, spekülatif, Ponzi) farklılıkları aşağıda aktarılmıştır. Güvenilir finansman olarak da adlandırabileceğimiz Hedge finansman türü, iktisadi birimin elde ettiği nakit akımlarının ya da nakit birikiminin, borç anlaşmalarının anapara ve faiz ödemelerini karşılayacağı bir durumu ifade eder. 44

56 Genel nakit durumu borçları ödemeye yeteceğinden, iktisadi birim sahip olduğu finansal varlıkları satmak ya da borçlarını çevirmek için finansal piyasalardan borçlanmak zorunda değildir. Hedging (korunma) olarak bilinen yöntemle önceden tahmin edilemeyen risklerden kaçınmak hedeflenir. Diğer ifadeyle ile risk yönetimi olarak adlandırılan bu yöntem, küçük bir maliyete razı olarak büyük bir zarardan kaçınabilme mantığına dayanır. Bu tür finansmanın, krizlerin oluşması riskini azalttığı düşünülmektedir (Minsky, 2013: ). Spekülatif finansman türünde borçların çevrilmesi için yeniden borçlanmalara gerek duyulabilir çünkü nakit akımları borçların faizini karşılayabilir durumdadır fakat anaparayı ödemeye yetmeyebilmektedir. Spekülatif finansman vadesi gelen borcun yenilenmesini, uzun vadeli pozisyonların kısa vadeli finansmanını kapsar. Ticari bankalar tipik spekülatif finans kurumlarıdır (Minsky, 2013: 211). Adını İtalyan asıllı Amerikalı girişimci Charles Ponzi den alan 8 Ponzi finansman türünde ise, alınan borçların hem kendisini hem de faizini ödemek için elde edilmesi gereken nakit akımları olmadığı için giderek daha fazla yeni borca başvurulması ya da sahip olunan varlıkların artan oranda elden çıkarılması gerekir. Finansal istikrarsızlığa yol açan büyük ölçüde bu tür finansmandır. Faizler çok hızlı değiştikçe finansman türleri arasında geçiş olur. Örneğin artan faizler tereddütlü sayılabilecek spekülatif finansmanı Ponzi finansmanına dönüştürebilir (Minsky, 1995:11). Ponzi finansmanında finansman maliyeti gelirden fazladır, böylece ödenmemiş borçların nominal değeri artar. Geçmiş borçlarının faiz ödemelerini de 8 Charles Ponzi, Türkiye de saadet zinciri olarak da bilinen sistemin kurucusudur. Bu sistem katılımcılarına her hangi bir çıktı yaratmaksızın kazanç vaat eder. Para koyarak sisteme dâhil olan kişinin kazanç koşulu sisteme yeni girişler olmasıdır. Yeni girişler olmadığında yukarıya doğru kârlar kesilecek ve sistemin piramit yapısı çökecektir. 45

57 varlıklarının değeri içinde gösteren Ponzi türü finansman kullananlar, borçlarının faiz oranlarını yükümlülük yapılarını kapitalize etmek için kullanırlar. Böylece önü alınamaz bir borç büyümesinin fitili ateşlenmiş olur. Ponzi finansman çoğunlukla, niyet sahtekârlık olmasa bile, alternatif ya da hileli finansal uygulamalarla ilişkilidir (Minsky, 2013: ). Kâr yaratmak için risk alan girişimciliğin olumlandığı piyasa yapısı için bu durum hiç de şaşırtıcı ve beklenmedik değildir. Güvenli finansman türünde yükümlülükler yerine getirilirken finansal piyasa koşulları önemli bir rol oynamaz. Çünkü şarta bağlı borçlar, güvenli bir finans biriminin yükümlülüklerinin büyük bir bölümü olamaz ancak spekülatif ve Ponzi finansman türlerinde finans koşulları önemli bir etkendir. Kârların borçları karşılayamadığı, sorunlu finansal koşulların olduğu bir ortamda ancak iflas yoluyla spekülatif ve Ponzi birimleri sırasıyla güvenli ve spekülatif birimlere dönüşebilirler (Minsky, 2013: 211). II.2. Finansallaşma Finansallaşma literatürü oldukça geniştir. Özellikle yıllarında patlak veren son kriz bu alandaki çalışmaları artırmıştır. Kimilerine göre kapitalist ekonomide içinden geçilen- hatta bazıları için gerekli- bir süreç olan finansallaşma, kimilerince de kaynak dağılımını ve toplumun yaşayışını değiştiren, dönüştüren bir olgu olarak ele alınır. Nasıl ele alınırsa alınsın ekonominin finans ayağının reel sektörden ayrı düşünülememekle birlikte ondan daha kaygan bir zemine sahip olduğu ortak bir kabul görür. Finans sistemi böylesi kaygan bir zeminde varlığını nasıl sürdürmektedir? Yaşadığı her krizden bazen güçlenerek, bazen itibar kaybederek 46

58 çıkmayı nasıl başarmaktadır? Böylesi kırılgan bir yapı nasıl son derece güvenilir olarak gösterilebilir? Finansallaşan ekonomiyi gelecekte daha büyük krizler mi beklemektedir? II.2.1. Finansallaşmanın Algılanışı Günümüzün ekonomik sisteminde merkezi bir noktada bulunan finansın kullanımı günden güne yaygınlaşmaya devam etmektedir. Finansın kapsadığı alanın nasıl genişlediği ve bu genişlemenin sonuçları ilerleyen kısımlarda incelenecektir. Şimdi bazı iktisatçılarca bu genişlemenin, başka bir ifadeyle finansallaşmanın ne anlamda ele alındığına bakalım; Epstein a (2005: 3) göre finansallaşma; finansal güdülerin, piyasaların, aktörlerin ve kuruluşların, ulusal ve uluslar arası ekonomilerin işleyişinde artan rolü anlamına gelmektedir. Finansallaşmanın neoliberalizm ile başlayıp küreselleşmeyle devam eden sürecin üçüncü ayağı olduğu konusunda fikir birliği vardır. Ben Fine (2010: 18) bu süreci finansın, salt muhasebe işlemlerinden oluşan bir sistem gibi görüldüğü ana akım anlayışın geleneksel sınırlarının ötesine geçerek daha fazla yayılması anlamına geldiğini söylüyor. Ayrıca bu süreci, iktisadi ve toplumsal yapının yeniden üretim sürecinin en önemli aktörlerinden biri olarak tanımlıyor. Kâr yaratmanın spekülatif hamlelere bağlı olduğundan finans alanını güvenilmez olarak gören Walden Bello, finansallaşmanın bir sürecin parçası olduğunu söylüyor. 2. Dünya Savaşı sonrası özellikle Avrupa daki yeniden 47

59 yapılanmanın ürünü olan, arası Çağdaş Kapitalizmin Altın Çağı nın sona ermesiyle birlikte merkez ekonomiler düşük büyüme ve yüksek enflasyon sorunlarıyla karşılaşmışlardır. Bello (2008) da bu ekonomilerin sermayenin aşırı üretim açmazına karşı üç kaçış yoluna sarıldığını saptıyor; neoliberal yeniden yapılanma, küreselleşme ve finansallaşma. Arrighi (2003), dünya ekonomik yapısının dönemlere ayrılabileceğini öne sürer ve bu dönemler arasında bir döngünün varlığına işaret eder. Küresel sermayenin kârlılığının yüksek olduğu, büyük ölçüde meta üretimi ve ticarete yönelinmesiyle birlikte ortaya çıkan -refah ve kalkınmanın göreli yüksek olduğu- maddi genişleme dönemi bunların ilkidir. İkincisi ise, artan uluslararası rekabetle birlikte düşen kâr payları sebebiyle krize giren sermaye birikiminin, maddi yatırım yerine likit tercihlere ağırlık verdiği finansal genişleme dönemidir. Lapavitsas (2010a: 24) da, finansallaşmanın üç temel eğilimi olduğundan bahseder. Bunlardan birincisi, firmaların bankalara bağımlılığının azalarak kendi kârları için finansal işlemlere girebilecek kapasiteye erişmeleridir. İkinci eğilim, ticari bankaların alışılmış faaliyetleri dışında faiz geliri elde etmek yerine finansal piyasalarda fazlaca aracılık yaparak hizmet (harç ve komisyon) geliri elde etmeye ve şirketlerden ziyade bireylere kredi vermeye yönelmeleri. Üçüncüsü ise işçilerin finans sistemi içerisine çekilmesidir. John Bellamy Foster (2010: 2-3) ise, finansallaşmanın uzun dönemde kapitalist ekonominin merkezinde üretimden finansa doğru büyük bir kaymaya yol açtığını söyler. Ona göre ekonomide finansallaşmaya işaret edecek, farklı yönlerden beş gösterge şu şekilde sıralanabilir: 48

60 1) Finansal kârların,toplam kârlar içerisindeki artışı. 9 2) GSYİH nın yüzdesi olarak borçluluk düzeylerinde yükselme. 10 3) Finans, sigorta ve gayrimenkul sektörlerinin milli gelir içerisindeki artışı. 4) İlgi çekici ancak şeffaf olmayan finansal enstrümanların hızla yaygınlaşması. 11 5) Finansal balonların artan rolü. Baran ve Sweezy finansallaşmanın işlevini açıklarken, tekelleşme eğiliminin, artık değer sömürüsü ve emek üretkenliğini artırmasına karşın, yeterli talep yaratılamadığından artı değerin gerçekleşmesinde sorunla karşılaşıldığından, ekonominin durgunluk eğiliminin güçlendiğini, ama silahlanma harcamaları yanında, hem finansallaşma sayesinde borçlanma hem de reklam ve ideolojik şartlandırmayla güdülenen aşırı harcama eğilimi marifetiyle krizin geçici olarak ertelendiğini söylüyorlar (akt. Kozanoğlu, 2011: 26). Hyman Minsky de para yöneten kapitalizm olarak adlandırdığı ekonomik sistemin geldiği en son durumda, spekülatif hareketler ve deregülâsyon politikalarıyla güçlenen finans sisteminin kilit rolü olduğunu, ekonominin yoğun bir şekilde finansallaştığını belirtir (Tokucu, 2012: 99). Sakin genişleme dönemleri boyunca, kâr peşinde koşan finansal kurumlar, portföylerindeki parayı ikame etmek için yeni para biçimleri keşfederler. Finansal yenilikler ekonomilerin iyi zamanlarının bir özelliğidir (Minsky, 2013: 182). Birleşmeler, el koymalar ve Bkz: Grafik 2.2 Bkz: Tablo 2.3 Bkz: Tablo

61 devralmalar toplam çıktıyı ya da ekonominin üretken kapasitesini değiştirmeden yükümlülük yapısını değiştirir. Bu değişimlerin sonucu olarak büyük servetlerin birçoğu, ya alacaklı veya borçlu olarak finansal yenilik yapanlarda toplanır (Minsky, 2013: ). II.2.2. Finansallaşmaya Tarihsel Bir Bakış Kârların arttığı, 2. Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin Altın Çağı olarak adlandırılan dönemin sonucu olarak güçlü uluslar arası şirketler oluştu. Şirketlerarası birleşme ve devralma dalgaları hem üretimi hem de ticareti çok uluslu şirketlerin hâkimiyetine soktu ve batıdan Uzakasya ya kaydırdı. Bu yeni reel birikim biçiminde -kârların eski yüksek düzeylerinden çok uzakta seyretmeye başladığı dönemdepatlak veren petrol krizi yüzünden şirketler yeni kâr kaynakları arayışına girdi. Çözüm, 1960 ların sonundan itibaren yapılan kuralsızlaştırmalarla açık hale gelen finans piyasalarında bulundu. Finans piyasalarındaki deregülâsyonlar sonucunda, artık şirketler finans piyasalarına doğrudan başvurabiliyorlardı. Bu da, üretimin sürdürülebilmesi için eskiden gerekli olan parayı sağlayan ticari bankalara daha az yönelmek anlamına geliyordu (Lapavitsas, 2010: 40-42). Grafik 2.1, Grafik 2.2 ile birlikte okunduğunda, 1960 tan 1980 lerin başına kadar gerçekleşen kâr oranlarındaki düşmenin, finansallaşma dönemiyle birlikte nasıl tekrar toparlandığı görülebilmektedir. 50

62 (Yeldan, 2009: 6) Şirketlerin özfinansmana yönelmesi sonucunda faaliyet alanı daralan ticari bankalar, yatırım bankalarının faaliyetlerini yapmalarını yasaklayan yasaların lağvedilmesiyle değerin hayali bir şekilde yaratıldığı spekülatif piyasalara girdi. Birinin elinde tuttuğu varlığın değeri üzerine oynanan kumardan ibaret olan bu piyasalarda risk, teknoloji ve bilgi-işlem alanındaki ilerlemelerle birlikte gelişen matematiksel tabanlı modellerle birlikte bilimsel forma sokularak düşük gibi gösteriliyordu. Bu ortamda ticari bankalar kendilerine kâr sağlayacak iki yeni alan buldular. İlkin işçilerin gelirlerine yöneldiler ve krediler yoluyla konut, eğitim, sağlık, emeklilik gibi temel ihtiyaçların finansal mekanizmalara girmesini sağladılar. İkinci olarak da şirketlerin finansal piyasa işlemlerine aracılık ettiler. Böylece her iki alanda da borçların yalnızca faizlerinden değil hizmet ücretlerinden de yoğun kârlar kazanılmaya başlandı (Lapavitsas, 2010: 43-44). Tablo 2.1 bu kârların seyrini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. 51

63 Tablo 2.1: ABD'de Menkul Kıymet Yatırım Fonları İçin Ödenen Toplam Hizmet Ücretleri (milyar $) ,2 1,1 3,6 11 9,8 8,9 9 10,2 10,7 11,6 13,1 12,3 9,7 10,6 (Dos Santos, 2010: 143) 12 Finans sektöründe kârlar arttıkça finansal araçlar da hızla gelişiyordu. Belki de en büyük gelişme türev piyasalarda oldu. Finans alanındaki serbestleştirmeler ve bankacılık alanındaki düzenlemeler ticari bankalara, verdikleri ipotek kredilerini bilançolarında tutmadan harmanlayıp, piyasada alınıp satılabilen parçalar halinde paketleyerek finans piyasasına ihraç etme olanağını sağladı. Ücretleri bankalar tarafından sağlanan denetim kuruluşlarınca riski az olarak belirlenen bu ipotekler sayesinde, bankalar bilançolarının likit tarafını hep aktif tutup yeni kredi olanağı buluyorlardı. Menkul kıymetleştirme adı verilen bu yöntem, bankaları sermaye tutmanın yükünden kurtaran Basel II 13 düzenlemesi sonucunda arttı ve hemen her tür krediyi kapsadı (Lapavitsas, 2010: 57). Tablo 2.2 bu tür finans ürünleriyle krizler arasındaki ilişkiyi net bir biçimde ortaya koymaktadır den 2007 ye kadar olan türev ürünlerdeki artış, adeta son finansal krizin alarm zilleri çalarak geldiğini göstermektedir. Tablo 2.2: Kredi Borcu Takas Sözleşmeleri (trilyon $) ,92 2,19 3,78 8,42 17,1 34,42 62,17 38,57 30,42 26,26 28,6 25,1 (Dos Santos, 2010: 150) 12 Tablo 2.1 ve 2.2 yazar tarafından güncellenmiştir 13 Yeni Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel-II), bankaların sermaye yeterliliklerinin ölçülmesine ve değerlendirilmesine ilişkin olarak Basel Bankacılık Denetim Komitesi (Basel Committee on Banking Supervision BCBS) tarafından yayımlanan ve birçok ülkede yürürlüğe giren standartlar bütünüdür. Bu standartlar, risk değerlendirmesi konusunda kredi verenlerin daha serbest hareket edebilmesini içerdiğinden, kredi kalitesini düşürmüştür. 52

64 Karşılıklı etkileme olarak düşünebileceğimiz bir süreç de finansallaşma ile devlet yapısı arasında olmuştur. Finansallaşan ekonominin ihtiyaçlarına cevap veremeyen devlet dönüşüme uğramış, devletin dönüşümü finansallaşmanın genişlemesini ve kalıcılaşmasını sağlamıştır. Devletler kendi denetimindeki stratejik işletmeleri özelleştirirken ya da özerkleştirirken, merkez bankalarının faiz oranının belirlenmesinde ve para politikası uygulanmasında stratejik rol üstlenmesine izin verdiler. Böylece merkez bankaları arasında hâkim olan fiyat istikrarına yönelik enflasyon hedeflemesi politikaları ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi sayesinde, büyük miktarda tasarrufun daha önce görülmemiş bir şekilde sermayenin elinde toplanmasını sağlayacak koşullar yaratılarak kredinin mümkün olduğunca genişlemesinin yolu açılmış oldu (Camacho ve Nieto, 2010: ). (Yeldan, 2009: 7) 53

65 II.2.3. Finansallaşmanın Toplumsal Etkileri Finansallaşmanın toplumu iki farklı şekilde etkilediğini söylemek mümkündür. Bunlardan birincisi; finansın yaygın hale gelmesi sonucunda toplumun yaşayışında meydana gelen değişiklikler, ikincisi ise; finans kaynaklı krizler sonucunda yaşanan yıkımlar ve travmatik dönüşümlerdir. Finansallaşma sürecinde toplumun yaşayışındaki en büyük değişim, düşük ve orta gelirlilerin harcama-tasarruf dengelerinde olmuştur. Finansın yaygınlaşması sonucunda muazzam büyüyen sermaye sebebiyle oluşan likidite fazlası, yurtiçi kredileri artırmıştır. İşletmeler otofinansmana yöneldikçe finans kurumları, yeni kâr kaynağı olarak, emekçi halka tüketici ve konut kredileri açmışlardır. Kredi verilirken kullanılan ihtiyati normların gevşetilmesi sonucu tasarrufların yerini kredi kullanımı almış, bu durum da emek gücü metasını giderek finansallaştırmıştır. Kamunun, temel gereksinimlerin temininden çekilmesi de konut, eğitim, sağlık, emeklilik gibi ihtiyaçların finansal mekanizmalara girmesini sağlamıştır. Lapavitsas (2010: 25-26) bu sürece finansal müsadere (el koyma) adını veriyor ve finansal el koymanın dolaşım alanında ortaya çıkan ilave bir kâr kaynağı olduğunu, dolaşım alanında ortaya çıkmasına karşın sistemli bir biçimde ve iktisadi süreçler aracılığıyla gerçekleşmesi nedeniyle sömürücü bir yönü olduğunu söylüyor. Ayrıca Lapavitsas (2011: 49), finansal müsadere üzerinden elde edilen kârı, -ilgili bölümde faiz getiren sermayeden farklılığı ortaya konulan- üretim yapmayan tefeci kârına benzetiyor. 54

66 Finansın hayati önem taşımaya başladığı dönemde, merkez bankalarının enflasyon hedeflemesi politikaları sayesinde ücretler, beklenen düşük enflasyona endekslenerek yoğun biçimde baskı altında tutulmuştur. Aynı dönemde gelişen finans sistemi de işçileri kredi kullanımı ve kredili alışlara yönlendirerek hanehalkının borçlanmasını sağlamıştır. Ücretlilerin gelecekteki gelirlerinin büyük bir kısmının ipotek altına alınmasının sağladığı refah etkisi, hanehalkının tasarruflarını azaltırken borçlarını artırarak ekonomilerde hızlı büyümeler ortaya çıkarmıştır. Örneğin 2008 krizi öncesinde ekonomisi büyümekte olan Türkiye'de hanehalkı borcunun harcanabilir gelire oranı 2003 te %7,5 iken 2013 te %55,2 ye yükselmiştir. Kredi kartı borcunu ödeyemeyen kişilerin sayısı da aynı dönemde den ya çıkmıştır. Ergüneş (2010: 328), ekonomilerin ücretleri baskılamak ve hanehalkının borçlanmasını sağlayarak büyüyebilmesinde, işçi hareketinin tarihinde en zayıf olduğu dönemlerden birini yaşıyor olmasının etkisinin büyük olduğunu söylüyor. Tablo 2.3 hanehalkı borcunun tırmanışına dair verileri içermektedir. Türkiye nin rekor büyüme leri sağladığı refah yılları nı yaratan koşulları bu tablodan izlemek mümkündür. Tablo 2.3: Türkiye de Hanehalkı Finansal Varlık ve Yükümlülüklerin Gelişimi Milyar TL Finansal Varlıklar 190,7 216, ,8 353, ,3 514,3 572 Finansal Yükümlülükler 18, ,6 84,1 102,5 118,9 159,4 206,3 247,1 Tüketici Kredileri 12,8 29, ,9 85,2 97,4 132,7 171,6 198,5 Kredi Kartı Borç Bakiyesi 4,4 7,5 10,7 12,6 14,7 19,1 23,2 29,6 42,2 Fin. Şirketleri Kredileri 0,9 1,8 1,4 1,7 1,6 1,7 2,9 4,4 5,7 Bir. Fin. Kir. Borçları - - 0,5 0,9 1 0,7 0,6 0,6 0,7 Fin. Yük./Fin. Varl. (%) 9, ,7 29, ,6 35,4 35,4 43,2 Fin. Yük. / GSYİH (%) 3, ,9 12,5 14,5 14,5 17,7 (BDDK, 2012: 82) 55

67 Minsky (2013: 31) kişisel harcamaların, harcanabilir gelirin her zaman %91-95 i arasında olacağını, harcanabilir gelirin bir oranı olarak tasarruf oranı düştüğünde, tüketicinin ekonomiyi durgunluktan çıkaran bir kahraman haline geleceğini söyler. Ancak veriler, finansallaşma sürecinin hanehalkının bütçe yapısında meydana getirdiği büyük değişimi gözler önüne sermektedir. Bu da bize, son kriz döneminde ülkemizde de kampanyaları yapılan alıp vererek ekonomiye can verilebileceği yönündeki politikanın eskimiş ve geçersiz hale gelmiş olduğunu gösterir. Hâlihazırda borçluluğu çok fazla artmış olan hanehalkının, harcamaya dönüştüreceği tasarruflarıyla bir ekonomiyi krizden çıkarması günümüz şartlarında pek mümkün gözükmemektedir. Tablo 2.4 ten, diğer ülkelere benzer şekilde Türkiye de de hanehalkının borçluluğunun Minsky nin belirttiği %9 sınırını kat be kat aştığı, hatta korkutucu boyutlara ulaştığı okunabilmektedir. Tablo 2.4: Türkiye de Hanehalkı Borçluluk ve Faiz Ödeme Oranları % Faiz Ödemeleri / Harcanabilir Gelir Borç / Harcanabilir Gelir 2,1 3, ,4 5,6 5,9 4,8 4,4 4,9 5,4 7,5 12,9 19, ,7 36, ,5 47,4 48,8 55,2 (TCMB, 2013: 54) Özet olarak finansallaşma, neoliberal politikaları tamamlayan ve büyük ölçüde neoliberalizmin yarattığı düşük ücretler ve zayıf yatırım eğiliminin olumsuz sonuçlarını gidermeye yönelik bir strateji olarak görülebilir. Finansın tırmandığı son 20 yılda küresel ekonominin göreli bir canlılık sergilemesi de refah etkisine ve borca 56

68 erişimin kolaylaşmasına bağlı olarak, finansallaşmanın bir sonucu olarak kabul edilebilir. Finansallaşma, kârın maksimizasyonuna odaklanan hissedar değerinin egemenlik kazanması, giderek işçilerin reel ücretlerinin ve sosyal haklarının kısılması, gelir ve refah dağılımının daha da bozulması, kârları yüksek göstermek için her türlü yola başvurulması gibi olumsuz sonuçlara yol açmıştır. Jan Toporowski (2010), finans çağında yükselen varlık fiyatlarının, bu varlıklara sahip olan orta sınıfı toplumda bölünme yaratacak şekilde düşük gelirlilerden ayırdığını söyleyerek şu tespitlerde bulunur; 1) İnsanlık varlık piyasalarının bir uzantısı haline gelmiştir. 2) Yatırım bankacılarının bir toplumsal hegemonyası mevcuttur. 3) Orta gelirlilerde gelirlerini tasarrufa dönüştürerek değil, varlık fiyatları artışına bağlı olarak refaha erişileceği yönünde bir yanılsama vardır. 4) Şişkin mülkiyet ve finansal varlık piyasaları orta gelirliler arasında bir refah devleti gibi algılanır. 5) Alt gelirlilerin gelirlerinin ötesinde harcayabilmeleri, finansal varlıkları bulunan orta ve üst sınıflarla karşılaştırınca bilanço zengini ve bilanço yoksulu ayrımı yaratır. 6) Giderek orta gelirliler de devletin yönettiği toplumsal refah devletinin dışına çıktıkça, vergi mükellefi sıfatıyla sosyal programlardan yararlanan alt gelirlileri aşağılamak için kendilerinde hak görmeye başlarlar. 57

69 7) Finansal varlık zenginleri, risk alan sıfatıyla kendilerine bir değer atfederler. Hâlbuki finans profesyonelleri, başka insanların parasını tehlikeye atarak ve kendileri en az risk üstlenerek sistemin adaletsizliği yüzünden ödüllendirilirler. İnsanlar arasındaki ilişkileri giderek sözleşmeye dayalı mülkiyet ilişkilerine dönüştüren finansallaşma, meslek seçiminde de değişikliklere sebep olmuştur. Finans kullanımı yaygınlaştıkça, en iyi okullardan mezun olan en parlak öğrenciler finans sektörüne yönelmeye başlamışlardır (Kozanoğlu, 2011: 24). Finansallaşmanın toplum yaşayışında meydana getirdiği aşamalı değişikliklerin yanında bir de finans kaynaklı krizler sonucunda ortaya çıkan hızlı ve büyük dönüşümlerden söz edilebilir. Yapısal Keynesyen görüşe göre ücretlerdeki sıkışma ve gelir dağılımındaki bozulma reel ekonomiye de yansıyıp Keynesçi toplam talep sorununa yol açar (Kozanoğlu, 2011: 33). Finansallaşmanın mümkün kıldığı aşırı harcama eğilimi yoluyla bu sorun ötelenebilir ancak finans balonu artık daha fazla şişemeyeceği noktaya geldiğinde patlayarak, hem finans hem de reel ekonomi üzerinde sarsıcı etkiler ortaya çıkarır. Menkul kıymetlerin değerleri hızla erimeye başlar, yapılmış anlaşmaların yükümlülükleri yerine getirilemez ve yeni anlaşmalar yapmak çok güçleşir. Borçlanarak edinilen taşınır/taşınmaz mülkler kaybedilir. Huzursuzluk ve güvensizlik toplumun tamamına yayılır. Üstelik kriz yalnızca finans alanının sınırları içinde kalmaz. Yaşanan büyük finansal krizler bize krizden etkilenenlerin yalnızca ellerindeki kâğıtların değeri düşen varlık sahipleri olmadığını göstermiştir. Reel ekonomiye sıçrayan krizin istihdamı düşürmesinin yanında, ücretleri baskılayarak zengin-yoksul makasını açılmasını sağladığını da söyleyebiliriz. 58

70 Üstelik krizlerde yaşanan güçlükler kriz anıyla da sınırlı kalmaz. Menkul kıymetlerdeki fiyat düşüşlerinden kaynaklanan sermaye kayıplarının telafisi için, banka ve finans kuruluşlarını kurtarmak amacıyla yapılan kamu harcamalarının faturası, dünyada para ve maliyeyi yönlendiren kuruluşlar direktifindeki hükümetlerce, acı reçetelerle emekçi sınıfların sırtına yüklenmektedir (Lapavitsas, 2010: 222). Neoliberalizmle de bağdaşmayan bu uygulamalar 2001 krizi sırasında Türkiye de de görülmüştür. IMF direktifinde, hükümet tarafından garanti altına alınan fonların yükü ağır vergiler yoluyla vatandaşlarca karşılanmıştır. Son dönemde Güney Kıbrıs hükümetinin aldığı, bankalardaki fonların bir kısmına el koyma yönündeki tedbirler, krizin daha üst gelir grupları üzerinde de etkili olabildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca yine yakın dönemde Avrupa'nın bazı ülkelerinde görülen yüksek servet vergileri de işçilerin 20. yüzyıl sonunda iyiden iyiye yitirdiği sosyal haklarının tazminine harcanmadığına göre, belki de artık finans sistemini kurtarmak için düşük gelirlilerin sömürülecek bir şeylerinin kalmadığını düşünebiliriz. II.2.4. Finansallaşmanın Uluslararası Etkileri Finansallaşma, uluslararası dengeleri çok çabuk değiştirebilen ve kaynakları sermaye birikimin daha yüksek olduğu, gelişkin tarafa doğru aktaran emperyalist bir hamle olarak da görülebilir larda giderek daha çok ülkenin sermaye hesabını serbestleştirmesiyle birlikte, bu ülkelerin paralarının değeri giderek ticaretten ziyade, finans kurumlarının 59

71 çeşitli finansal araçlar vasıtasıyla piyasalar arasında yürüttükleri işlemlere bağımlı hale gelmiştir. Yükselen ülkeler tasarruflarını kendi ekonomilerinde üretken bir şekilde yatırım yaparak kullanmak yerine gelişmiş ülkelere ödünç vererek, yabancı sermaye girişlerini telafi edecek şekilde döviz yığmaya mecbur bırakılmışlardır (Camacho ve Nieto, 2010: ) Asya krizinden ağzı yanan gelişmekte olan ülkeler, döviz kurlarını korumak ve sermaye akımlarının ani akışlarından çok etkilenmemek için IMF nin de baskısıyla, ABD'nin devlet tahvillerini satın almak yoluyla rezerv biriktirmek zorunda kalmışlardır. Bu da dünyadaki ticaret fazlasının büyük bir kısmının finans yoluyla ABD ye akmasını sağlamıştır (Lapavitsas, 2010: 32). Gelişmiş ülkelerce başlatılan ve pek çok ülke tarafından devam ettirilen enflasyon hedeflemesi politikası, ülke içine yabancı sermaye çekmek için yüksek faiz oranlarına bağlılığı içermektedir. Örneğin Türkiye'de, 2001 krizi sonrası bankacılık, kamu ve özel sektörde uygulanan yapısal reformlar ve 2002 de örtük, 2006 da ise açık olarak uygulamaya konan düşük enflasyon politikası sonucunda ülkeye giren aşırı sermaye TL yi değerlendirmiş, düşük döviz kuru da ithalatta önemli düzeyde artışa yol açmış ve cari açığın büyümesine neden olmuştur. Ülke bu dönemde hızlı bir şekilde istihdam yaratmayan büyüme sürecine girmiştir (Ergüneş, 2010: 315). Finansal spekülasyona dayalı bu birikim, özellikle gelişmekte olan piyasalarda hızlı ve olağan dışı büyümeye yola açarak, bu piyasalara yönelen akımların sıcak para akımları şeklinde ortaya çıkmasına ve 1990 lar ile 2000 ler boyunca çevre ekonomilerin ciddi finansal krizlere sürüklenmesine neden olmuştur (Erdem ve Atbaşı, 2011: 34). 60

72 Lenin in emperyalizm formülâsyonunun temelini oluşturan, Hilferding in Finans Kapital Teorisi, üretim ölçeği büyüdükçe tekelci sınaî sermayenin, yatırımlarının finansmanı için bankalara yöneleceği ve bankaların egemenliği altında faaliyetlerin birbiriyle kaynaşacağı ve bu durumun rekabeti kısıtlayarak ekonomiyi bankaların çıkarlarına göre düzenleyeceğini öne sürer. Ancak büyük şirketlerin kendi finansal işlemlerini açık piyasalarda yürüterek bankalara bağımlı olmaktan giderek uzaklaşması, finansallaşmanın dışlayıcı ticaret alanları oluşturmak yerine gümrük tarifelerinin düşmesini sağlaması ve ticaretin homojen bir kurumsal çerçevede yapılması yönünde baskılar yaratması yanında, finans kapital teorisinde yer almayan devlet desteğinin finansın yükselişi için oldukça yoğun kullanılması ve altının uluslararası para sistemindeki önemini kaybetmesi gibi gelişmeler, bankaların sınaî faaliyet üzerinde hâkimiyet kurmasından ziyade, finans sektörünün özerkleştiğini göstermektedir (Lapavitsas, 2010: 70). Yine de günümüzde Hilferding'in teorisini hatırlatan gelişmelerle karşılaşmak mümkündür. Yerel bankaları satın alarak ya da onlarla birleşerek tüketici veritabanlarına ulaşan uluslararası bankalar, girdikleri ülkelerde özellikle tüketici kredileri üzerinden yoğun kârlar elde ediyor ve giderek daha güçlü hale geliyorlar. Ayrıca ücretleri düşük ve tüketimi az işçilerin sağladığı, gelişmekte olan ülkelerin sermayelerinin yüksek kârları, sermaye hareketlerine yön veren aynı bankalar ve onlarla ilişkili finans kuruluşları sayesinde çevrimin diğer cephesinin, yani ABD nin ayakta kalmasını sağlıyor. Papadimitriou ve Wray (2013: xxxv) dünyanın geri kalanının dolar cinsinden varlıklar talep ettiği sürece ABD nin bahsi geçen dış ticaret açığının, kendi ekonomisi için sorun olmayacağını söylemektedirler. Yukarıda 61

73 bahsedilen sebeplerle ülkeler dolar yığmaya devam ettiklerinden, finansın temel aktörü olan ABD hükümeti, en büyük sömürü mercii olmayı sürdürebilmektedir. Son yaşanan finansal kriz karşısında ABD, kamu müdahaleleriyle ekonomik çöküş tehlikesini hafifletmiştir. Ancak oluşan bütçe açığını kapatmak için eskisinden de fazla borçlanmak zorundadır. Bu da doların değer kaybetmesi riskini artırdığından ABD uluslar arası siyasi işbirliği arayışına girmeye mecburdur. Yakın zamanda finansal sistemde köklü değişiklikler beklenmediğine göre ABD'nin büyüyen borçlarının yeni dünya dengeleri oluşturacağını söyleyebiliriz. II.2.5. Büyük Devlet İhtiyacı ve Nihai Borç Verme Edimi Minsky nin teorisinin ayrıntılarına geçmeden önce, ona göre sistemin inşası ve devamlılığı için önemli olan Büyük Devlet kavramına bakmak faydalı olacaktır. Minsky ye (2013: 21) göre devletin üç önemli etkisi vardır. Bunlar mal ve hizmetler alımı yoluyla uyarılan gelir ve istihdam etkisi, kamuda sektörel fazla ve açıklar yaratarak işleyen bütçe etkisi ve son olarak bir açığı finanse etmek için kullanılan portföy etkisidir. Klasik görüş, teorisinde devlete yer vermezken, neoklasik sentezciler Keynes'in toplam talep teorisinden hareketle, yalnızca devletin gelir etkisi üzerinde durdular. Ancak kapitalist sistem özü gereği bütçe etkisini ve özellikle de portföy etkisini nüfuzlu bir şekilde kullanabilecek büyük devlete ihtiyaç duymaktadır. Günümüz ekonomik sistemi ancak, nihai borç verme merci görevini yerine getiren büyük -merkez- bankaları ve finans kuruluşlarıyla işleyen büyük devlet sayesinde sürdürülebilmektedir. Merkez bankası yükümlülüklerinin değeri önemli ölçüde verginin varlığına dayanır. Hükümet etkin bir vergileme otoritesi 62

74 olduğu sürece ve kamu harcamalarının önemli bir kısmı vergilerle finanse edildikçe, merkez bankası yükümlülüklerinin para işlevi görmemesi koşulları ortaya çıkamaz. Bu koşullarda merkez bankası etkin bir nihai borç verme merci olabilir. Minsky, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde devletlerin ekonomiye istikrar kazandıracak büyüklüklere kavuştuğunu belirtir. Bu sadece devletlerin toplam talebi arttırmasından değil, aynı zamanda ekonomideki borç vadelerinin, getiri vadelerinden kısa olduğu yatırımların düşmesini sağlayarak güvenlik sınırlarını 14 arttırmasından ve belirsizliği azaltmasından da ortaya çıkar. Minsky'yi farklı kılan yan, devletin ekonomi üzerindeki etkisini, bu şekilde finansal süreçler aracılığıyla açıklamasıdır (Karadağ, 2004: 85). Esasen nihai borç verme amacıyla kurulan merkez bankaları, dünyaya hâkim olan melez iktisat teorisi sayesinde yalnızca para arzı ayarlaması yapan atıl kurumlar haline gelmiştir. Ancak bu kurumlar ekonominin daralma dönemlerinde ve her bunalım anında ve 2008'de de olduğu gibi- birincil işlevi olan nihai borç vermeyi gerçekleştirmiştir. Bu durumu Minsky (2013: 258) şöyle açıklıyor; Sözleşme kısıtlamalarının ve banka rezervlerinin hacim ve etkinliğinin merkez bankaları tarafından belirlendiği rejim, bankacılık ve finansın doğasında olan istikrarsızlık güçlerinin kontrolünü amaçlar. Egemen iktisat teorisi, bu nedenle, düzenleyici ayarlamaların hurafe ve cehaleti yansıttığı görüşüne neden olur. Çünkü merkez bankası düzenlemeleri için keyfi güç gibi doğada olmayan görüngülerle 14 Firmalar, piyasadaki güven sınırlarını düsürmemek; yani borç yükümlülüklerini yerine getirebilmek için ellerinde daha çok para tutmak isteyeceklerdir. Bu sürecin kaçınılmaz sonuçlarından bir tanesi sermaye mallarının fiyatlarının düsmesi olacaktır. Standart ekonomide farklı bir kanaldan açıklanan bu durum, likidite tuzagı olarak adlandırılmaktadır. 63

75 ilgilenmek üzere tasarlanmıştır. Bu görüş, istikrarsızlığın -genişlemeler, enflasyon, çöküşler, durgunluklar ve krizler- esas olarak istikrarsızlığı sınırlamak ve telafi etmek için sarf edilen akılsız çabalar nedeniyle oluştuğunu öne sürer. Bu piyasalarda düzensiz koşulları kontrol etmek ve sınırlamak için oluşturulan merkez bankaları gibi kurumlar bu koşulların varlığını kabul etmeyen bir iktisat teorisinin esiri olmuştur. Para arzına odaklanmak gerektiğini öne süren standart teorisyenler ve onların güdümüyle hareket eden yetkililer, parasal olguların faaliyetini etkilediği finansal ilişkileri ihmal etme eğiliminde olurlar. Yetkililerin taktığı para arzı at gözlüğü, gerçekte portföy dönüşümlerinin ortaya çıkma biçimlerini ve bunların ekonominin istikrarını etkilediğini kabul etmez. Banka sermaye tabanının aşınması, yükümlülük yönetiminin büyümesi ve örtük yükümlülüklerin kullanılması neredeyse finansal piyasalar bozuluncaya kadar ihmal edilir. O zaman de merkez bankaları esas varoluş sebebi olan nihai borç verme işlemi ile bankacılık sistemine rezerv pompa ederek bankaları yeniden finanse eder. Büyük devlet muazzam bir açık yaratma kabiliyetiyle, ekonomilerin aşağıya gidiş sarmalına yüksek bir taban koyar. Bu yüksek taban kendi başına da önemli olmasının yanında, işletme ve hanehalkı borcunun olduğu bir dünyada özellikle önemlidir. Çünkü gayri safî kârlar ve hanehalkı tasarrufları böylesi birborcu geçerli kılmak içindir. İstihdam ve vergi tahsilâtında düşüş, transfer ödemelerinde artışa yol açan krizden ancak büyük devletin vereceği açık sayesinde çıkılabilir. Bu açık likiditeden mahrum kalmış, borcu tırmanan, yüksek genel ve ikincil giderleri olan sermaye-yoğun ve de çok borçlu işletmeleri azaltacaktır. Temelde büyük devlet tüm gelir ve kârların istikrarsızlığını azaltacaktır. Ancak bu etkiyi yaratabilecek devlet 64

76 çok büyük olmalıdır. Çünkü nihai borç verme faaliyeti altından kalkılması güç bir açık yaratır (Minsky, 2013: 33). Hali hazırda enflasyonist transfer harcamaları yapan bir devletin bu faaliyeti de yürütebilmesi çok zordur. Finansallaşma ilerledikçe ülkelerin sosyal devlet anlayışlarından vazgeçmeleri de bu bağlamda ele alınmalıdır. Sıkışan finans sistemini sürdürebilmek için nihai borç verme işlevini gerçekleştirecek devletin, elden geldiğince küçülerek enflasyonist harcamalarını azaltmak istemesi anlaşılabilir bir durumdur. İlerleyen kısımda anlatılmaya çalışılacak olan sermaye ve finansal varlıklar arasındaki ikili fiyat ilişkisinin bozulduğu durumlarda, son borç veren merci olarak büyük bir banka ya da finansal kuruluş, iş dünyasındaki borç taahhütlerinin yerine getirilmesi önündeki engelleri kaldırmaya ve sermaye mallarının fiyatına istikrar kazandırmaya yardım eder. Son borç veren merciler, finansal ve sermaye varlıklarının fiyatlarının düşmesini engelleyerek ve bankaların, dolayısıyla firmaların likit kalmasını sağlayarak bu göreli fiyat durumunu korumaya çalışırlar. Bu bir bakıma, sistemdeki kaybın son borç veren merci tarafından üstlenilmesidir. Bir başka deyişle, sistemde değer kaybeden varlıklar, son borç veren merci tarafından tekrar değer kazanana kadar tutulur. Son borç veren merci kendi risksiz ve likit varlıklarıyla, piyasada değer kaybeden varlıkları değiştirir. Bu yönüyle her zaman ödeme taahhütlerinin yerine getirilebileceği güvencesini verir. Böylelikle ekonominin finansman kapasitesi yükselir ve varlıkların fiyatları ve borçlanma artar (Karadağ, 2004: 89). Aşağıda yer alan Tablo 2.5 ten finansallaşma dönemi öncesi krizin ötelenebildiği veya gerçekleşen krizin etkilerinin azaltılmaya ve toparlanmanın başlatılmaya çalışıldığı dönemlerde, merkezi hükümet harcamalarının miktarının ve GSYİH içindeki payının nasıl hızla yükseldiğini rahatlıkla görebilmekteyiz. Bu 65

77 durum büyük devletin o yıllarda bile finansal istikrar için üstlendiği önemli yükümlülüğü net bir biçimde ortaya koymaktadır. Tablo 2.5: ABD Gayri Safi Yurtiçi Yatırım ve Merkezi Hükümet Harcamaları Milyar $ GSMH'nin Yüzdesi Olarak Yıllar GSMH GSYİ Yatırımlar Merkezi Hükümet Harcamaları Özel Yatırımlar Merkezi Hükümet Harcamaları ,4 16,2 2,6 15,7 2, ,8 1,4 4 2,5 7, , , ,2 53,8 40,8 18,8 14, ,4 68,1 17, ,5 75,9 93, , ,1 113,5 123,8 16,4 17,9 (Minsky, 2013: 307) Büyük devlet açık verdiğinde, ya mevcut finansal araçlar özümsenecek ya da yenileri yaratılacaktır. Açık verildiği zaman herkes -hanehalkları ve firmalar- açığı finanse etmek için kamu borcu edinmiş olur. Minsky (2013: 32), hükümetin para pompasının bir gecikmeyle hanehalkının gelire kıyasla borcunda ve likit varlıklarında artışa yol açacağını, imdada yetişen kamu sektörü olmasa özel yatırımların ve harcanabilir kişisel gelirin, kişisel harcamalardan daha hızlı düşerek tasarrufları azaltacağını söyler. Borçlanmanın hâkim olduğu günümüzde ise, kamu sektörünün gecikmesi de borcun daha büyümesi anlamına gelecektir. Üstelik etkili bir deflâsyon gerçekleşmedikçe, daha yüksek faiz oranından oluşacak bu borç sürekli devrederek kırılgan yapının ortadan kalkmasını engelleyecektir. 66

78 Eskiden kriz anlarında içine düşülen deflâsyonun yaptığı işi bugün merkez bankalarının müdahaleleri yerine getirmektedir. Müdahalenin ardından nakit akışının artması sonucu oluşan enflasyon, işletme, hanehalkı ve finansal kurumların, istikrarlı fiyatlarda yerine getiremeyecekleri borçlarını ödemelerini sağlar. Ancak bu müdahalenin anlamlı olabilmesi için son borç veren merciinin, kriz sebebiyle gelirin düşmesinden hemen önce ortaya çıkması gerekir. Borçların ödenememesi sonucunda iflasların yaşandığı bir andan sonra gerçekleşecek müdahalenin, enflasyonu artırmak dışında ekonomiye bir etkisi olmayacaktır. Dolayısıyla, bu mercilerin müdahalesi doğru zamanda ve biçimde olmalıdır (Minsky, 2013: 219). Artık kriz konusunda oldukça tecrübeli olan ABD de bu müdahaleler çok ustalıklı bir şekilde yapılmaktadır. Piyasadaki çürük kurumların temizlenmesi için beklendikten sonra, ekonominin toparlanabileceği noktalarda müdahalelerin geldiğini rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Bu kasıtlı gecikme şüphesiz bazı kesimleri olumsuz etkilese de, - krizlerin ücretli çalışan kesime yüklediklerine daha önce değinilmişti- en büyük devlet in finans gemisini bu sayede hala yüzdürebildiğini söyleyebiliriz. Bütün bunların yanında merkez bankası müdahaleleri finansal yapıyı bunalımdan çıkarsa dahi ona ölümcül bir miras bırakır. Finansallaşma döneminde ihtiyatlılık, merkez bankalarının büyük çöküşü engellemek için yardım sağlayacağına olan inanç sebebiyle dev bankaların yönetimleri ve çeşitli bankacılık yetkilileri tarafından ihmal edilmiştir. Yani kâr için çürük krediler çoğalmıştır. Minsky ye (2013: 203) göre, bu milyar dolarlık bankaların yönetimi bir kez yetkililerin her zaman kendilerini rehabilite etme yönünde hareket edeceklerini varsaydıklarında ve yetkililer bu varsayımı doğruladıklarında, bankacılar devlet yardımını bir güvenlik ağı olarak hesaba katacaktır. Çünkü merkez bankalarının uyguladığı nihai borç verme 67

79 işlemi, doğrudan ve dolaylı olarak varlık fiyatlarına taban ya da finansman koşullarına tavan getirir, dolayısıyla spekülatif finansmandaki bazı riskleri toplumsallaştırır. Ancak finansal piyasalardaki risklerin toplumsallaşması sermaye varlıkları pozisyonlarında risk alınmasını teşvik eder, bu uzun süre için yapılırsa istikrarsızlık potansiyelini artırır (Minsky, 2013: 44). Yine de büyük devletin nihai borç verme ediminde bulunmasını mevcut sistem için kaçınılmaz gören Minsky (2013: 53), bu işlemi ortadan kaldırmanın ekonomilerde yıkıma yol açacağını, ancak nihai borç verme faaliyetine yol açan uygulamalara müdahale edilmesi gerektiğini söyler. Finans kurumlarının düzenlenmesi, bölüm sonunda detaylandırılmaya çalışılacak müdahalelerin ilk ve en önemli adımı olacaktır. II.2.6. Finansal Kırılganlık, İstikrarsızlık ve Kriz Post-Keynesyenler başta olmak üzere heterodoks iktisat çevresinin çoğunluğu, krizin kapitalist ekonomi için sistemik bir sorun olduğu görüşündedir. Ekonomiyi istikrarsızlığa ve sonrasında da krize götüren etmenlerin başında ise belirsizlik kavramı gelmektedir. Ekonomilerin motoru olan parasal anlaşmalar bugün de yapılan, fakat geleceğe yönelik anlaşmalardır. Sözleşmelerin tarafları geçmişi ve bugünü bilebilirler fakat geleceği bilmek imkânsızdır. Gelecek, ancak tahmin edilebilen bir şeydir ve belirsizlik de tam bu noktada ortaya çıkar. Parasal anlaşmalar geleceğin belirsizliğini azaltmak veya yönlendirmek için yardımcı araçlardır (Tokucu, 2012). İstikrarsızlık borç-gelir ilişkisinin bozulmasından kaynaklanır. Tüketim ya da yatırım için alınan borcun geri ödenmesi, elde edileceği umulan gelire bağlıdır. 68

80 Belirsizlik koşullarının yoğun olduğu ekonomilerdeki öngörülemeyen gelişmeler, süreç içerisinde kendisini hissettirerek firmaların durumunu kırılgan hale getirir ve istikrarsızlığı ortaya çıkarır. Bir ekonomide eğer yükümlülüklerin yerine getirilmesi noktasında ortaya çıkan aksamalar, sistemde zincirleme olarak büyük değişimlere neden oluyorsa ve sistem kendini toparlamakta güçlük çekiyorsa o ekonomiye kırılgan yapıya sahip diyebiliriz. Sistemin geneli için geçerli olan bu yapı finansal kurumlar için de geçerlidir. Minsky ye göre finansal kırılganlığı ortaya çıkaran, kârlar, yatırım düzeyi, yatırımın finansmanı ve borç ödemeleri arasındaki ilişkilerin aksamasıdır (Tokucu, 2012: 196). Finans, yapısı gereği kırılgandır yani krize açıktır. Finansal kararların sübjektif olarak verildiği ve finans piyasalarında işlemlerin anlık hızda yapıldığı düşünüldüğünde finansal sistemde bir tutarlılık ya da istikrar beklemek zaten güç olacaktır. Finansın hem sermaye birikimini dalgalandırması hem de gelir dağılımını çok hızlı değiştirebilmesi de istikrarsızlığı artıran sebeplerdir. Finansallaşma olarak adlandırdığımız dönemdeki gelişmeler neticesinde daha kırılgan finansal piyasalar ortaya çıkmıştır. Neoliberal dönemde finans alanında yaşanan bu gelişmeler, hem kredilerin dağılımı hem de kredi riskinin toplumsallaştırılması üzerine etki yaparak finans piyasalarının kırılganlığını artırmıştır. Uluslararası ödemeler sistemine hâkim durumdaki büyük özel finans kuruluşlarının kârlarını artırmak için kullandıkları stratejiler de, yükselen ekonomileri krizlere daha açık hale getirmiştir. Finans yaygınlaştıkça, bireyler ve ülkeler borca gömülmüş, yaşanan ve kaçınılmaz olan her kriz karşısında zor duruma düşmüşlerdir. Paul Sweezy ve Harry Magdoff 70 lerden itibaren ABD de krizin ertelenmesi yönünde işlev gören en önemli eğilimin; hükümetler, şirketler, bireyler düzeyinde borçlanma olduğunu, bu durumun 69

81 ekonominin bütününün istikrarını giderek daha çok tehdit eden, devasa ve kırılgan bir üst yapıyı getirdiğini öne sürüyorlar (akt. Kozanoğlu, 2011: 26). İlk baştaki değerinin dayanağı da meçhul olan hayali sermayenin, biçim değiştirerek yeni finansal varlıklar oluşturduğu türev piyasalar yoluyla, borçlarla olan ilişki fark edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Bu tür varlıklar çeşitli yöntemlerle insanların karşısına risksizmiş gibi çıkarılabilmektedir. Buralarda işlemler anlık hızda olduğundan krizlerin önceden sezilmesi çok güçtür. Üstelik finansallaşma dönemi ürünleri olan -teknolojinin de yardımı sayesinde, bilgisayar programlarıyla desteklenerek nesnelleşmiş gibi gözüken- risk değerlendirme yöntemlerinin, aslında nasıl manipüle edildiği 70'lerden sonra reel geliri artmayan işçilerin ipoteklerini ödeyememesiyle ortaya çıkmıştır. Düşük gelirlilere verilen kredilerin yarattığı balon nihayet 2007 de patlamış, ödenemeyen ipoteklere endeksli menkul kıymetler, finansal piyasada hızla değer kaybetmiş ve satılamaz hale gelmiştir. Bir örnek olarak; konut kredilerinin içerdiği riskin ipoteğe dayalı menkul kıymetler sayesinde dağıtılabileceği ve bu riskin nesnel bir şekilde azaltılabileceği teorisinin temelsizliği bu dönemde anlaşılmıştır. Çünkü ABD deki Bear Sterns e bağlı riskten korunma fonunun batışı, Standard & Poor s ve Moody s gibi kredi derecelendirme kuruluşları tarafından düşük riskli olarak derecelendirilen binlerce ipoteğe dayalı menkul kıymetinin değer kaybetmesi sebebiyle gerçekleşmiştir (Itoh, 2010: 211). Finansallaşma olarak adlandırılan dönemde hâkim iktisat teorileri dışından gelen uyarılara rağmen finansal derinleşmenin devam etmesi ve ekonomilerin kırılganlığının artırılarak krizlere daha açık hale getirilmesi, hâkim iktisadın vizyonsuz, sığ bakış açısı ve de bunların ürünü olan politikalarının sonucudur. Çünkü 70

82 Neoklasik bakış açısına göre fiyat mekanizmasının tek işlevi, üretimi tayınlamak ve kaynakları dağıtmaktır (Minsky, 2013: 143). Ama Post-Keynesyen bakış tarzı bu mekanizmayı; yükümlülük yapılarını geçerli kılan, yatırım yapılmasını teşvik eden ve yatırım için gelecek finansmanı sağlayan işlemlerden nakit akımları yaratılması olarak ele almaktadır. Finansal istikrarsızlık ve kriz konuları üzerine yapılmış sayısız çalışma içerisindeki kuşkusuz en önemli çalışmalardan biri de, Post-Keynesyen okulun temsilcilerinden biri olan Minsky'nin, tüm olgunlaşmış düşüncelerini topladığı eseri İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı dır. Fiyat mekanizmasının ikili yapısını ve işlevlerini ayrıntılı anlatan bu eser, yazıldığı dönemde hak ettiği ilgiyi göremese de krizinden sonra tekrar hatırlanmış ve Türkçe dâhil olmak üzere pek çok yeni çevirisi yapılmış ya da yeniden basılmıştır. Öyle ki bu son kriz dönemine Minsky Çağı diyenler bile olmuştur. Çünkü kitap Minsky'nin, ölümünden yaklaşık 10 yıl sonra gerçekleşen bu krizi 20 yıl öncesinden sezebildiğini göstermiştir. Günümüzün kuralsızlaştırılmış finans sistemine fazlaca eklemlenmiş ekonomiler için finansal kırılganlık, kriz ile istikrar arasındaki paradoksal ilişkiyi de temsil eder. Minsky'ye (2013: 329) göre ekonomiler iyi gittiği dönemlerde, sağlam finansal ilişkilerden kırılgan ilişkilere doğru evrilme eğilimindedir. İstikrar döneminde risk düşük gözüktüğünden, kârlılığı artırmak amacıyla portföy yapıları değiştirilir. Minsky (2013: 224) bu finans ilişkilerini, normal işleyişi kısa vadeli borçların yeniden finansmanının hazır olacağı inancına dayalı ve piyasa performansına olan güveni pekiştiren hokkabazlık davranışı olarak görür. Ona göre aşırı iyimserlik bazen insanî, bazen sistemden kaynaklanan bir şekilde patlak verdikten sonra güven giderek artar. Refah ve mutluluk beklentisi zamanla kendini 71

83 doğrulayan bir kehanet halini alır. Fakat finansman ve yatırımları içeren piyasa fiyatları, miktarların, gelecekteki talebin ve kârların sürdürülemeyeceği ödeme yükümlülüklerine ulaşabilir. Bu durumda spekülatif finansman, yani eski borçları yenileme veya yeni borç alma beklentisi yerini Ponzi türü finansmana, yani borcun ancak eldeki varlıkların değerlenerek tasfiye edilmesi umuduna bırakır. Bir anlamda geri dönülemez noktaya gelinir ve nihayet ekonomideki balon infilak eder. Kriz bir kez patlak verdikten sonra varlıkların fiyatı, üretilmiş mal ve hizmetlere oranla ani ve büyük değişimler geçirir. Nakit akımları borçları ödemeye yetmediği noktada finansal kuruluşlar, çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalarak kredileri kısarlar ve zincirleme etki oluşur. Önce tüketim ve yatırım harcamalarının finansmanında azalma olur, ikinci aşamada finansmandaki bu azalma tüketim ve yatırım harcamalarının kendisinde bir azalmaya yol açar ve üçüncü aşamada da azalan tüketim ve yatırım harcamalarından dolayı kârlar ve gelir akımları azalır, böylece borç anlaşmalarındaki anapara ve faizler ödenemez duruma gelir (Tokucu, 2012: 201). Bir ekonomide istikrarın temel belirleyicisi güvenli, spekülatif ve Ponzi finansman biçimlerinin kompozisyonudur. Pozisyonların büyük bir kısmının spekülatif ve Ponzi finansmandan oluşması, finansal istikrarsızlığı beraberinde getirir. Spekülatif ve Ponzi finansmanın ağırlıklı olduğu istikrarsız bir finansal yapının nedeni ise olgunlaşan yatırım genişlemesiyle birlikte değişen faiz oranlarıdır. Yatırım genişlemesi sırasında finans ve mal piyasaları kâr fırsatlarına tepki verdikçe, finansman talebi faiz oranlarını artırır. Sonuç olarak, varlıkların şimdiki değeri ve yatırım malı fiyatı arasındaki marj azalır. Şayet kabul edilen fark yeterliyse şimdiki değer tersine döner; yani, sermaye varlıklarının değeri yatırımın arz fiyatının altına 72

84 düşer. Artan faiz oranları yatırımın finansmanını mümkün kılan güvenlik marjlarını azaltır ya da ortadan kaldırır. Bu durum, birimleri yatırımlarını azaltmaya ya da pozisyonlarını satmaya zorlar. Pozisyonlarını satarak yeni pozisyon alma ihtiyacı yaygınlaştığında, sermaye varlıklarının fiyatları yatırımın üretim maliyetlerine göre düşer. Varlık fiyatlarında böyle keskin bir düşüş hisse senedi piyasasında çöküş demektir. Varlık fiyatlarındaki dezavantajlı istikrarsızlık; azalan yatırım, düşen kârlar ve azalan varlık fiyatları sarmalına yol açabilir. Bu durum ödeme güçlüklerini de beraberinde getirir (Minsky, 2013: 219). Bilanço yükümlülüklerinin karşılanmasında gelir nakit akımlarının ağırlığının fazla olduğu ekonomiler krizlere dayanıklıyken, bilanço ödemelerini yapmak için borç çevirimini içeren portföy işlemlerinin geniş çapta kullanıldığı ekonomiler krize yatkındır, potansiyel olarak finansal anlamda kırılgandır. Yaşanan deneyimler ekonomilerin sağlam ve kırılgan yapılar arasında gidip geldiğini gösterir ve finansal krizler öncü bir kırılgan yapının varlığını gerektirir. Sağlam bir yapıdaki kâr fırsatları, kazanç beklentisinin yüksekliği sebebiyle içsel bir olgu olarak ekonomiyi kırılgan bir yapıya doğru değiştirir. Özellikle dışsal olarak finanse edilen bir yatırım genişlemesi olduğunda, ekonominin kırılganlığında çarpıcı bir artış olur. Finansal ilişkiler, bir yatırım patlamasının, pozisyonların spekülatif finansmana dönüştürmesi, bunun da daha sonra bir krize zemin hazırlamasını sağlar. Yani borç deflâsyonunun oluşacağı bir finansal yapı ve borç deflâsyonunun başlamasını tetikleyen olaylar, bir yatırım genişlemesine yönelten ve onun gerçekleşmesini sağlayan finansal ilişkilerin normal sonucudur (Minsky, 2013: 222). Bu noktada Minsky'nin tespitlerini yaparken insana bir doğa atfetmekten ziyade, mevcut yapının kâr etmek için risk alan bireyi erdemli göstermesinin ve hâkim iktisadın rasyonalist birey tanımlamasının toplum 73

85 nezdinde bulduğu kabulün sonuçlarına dayandığını söylemek gerekir. Bu husus anlaşılmadığı sürece ekonomideki tüm sorunların insanların hırsından ve açgözlülüğünden kaynaklanıyor olması gibi toplumdan ve bilimden uzak bir anlayışa yönelmek söz konusu olabilir. Ekonomiler karmaşık bir ilişki ağından meydana gelen yapılardır. Bu ilişki ağındaki davranışlardan sistemin içindeki tüm taraflar etkilenirler. Nakit akışı yükümlülükleri, şimdiki değer hesaplamaları ve likit varlık talebi, finansal piyasalardaki gelişmelerin ekonomik birimlerin davranışını ve finansal kapasitesini nasıl etkilediğini belirler. Sonuç olarak, ekonominin istikrarı sermaye varlıklarına yapılan yatırım ve sermaye varlıklarında alınan pozisyonlarının finanse edilme biçimine bağlıdır. İstikrarsızlık sistem dışından değil, sistem içindeki mekanizmalar tarafından oluşturulur. Ekonomiler petrol, savaşlar ya da parasal sürprizler gibi şoklar nedeniyle değil doğası nedeniyle istikrarsızdır (Minsky, 2013: 176). Ekonomideki toplam para miktarını, sanayinin ihtiyaçları için kullanılan sınaî dolaşım ve finansın ihtiyacı için kullanılan finansal dolaşım olarak ikiye ayıran Keynes'in (2012: 230), bu konuda söyledikleri aslında buraya kadar anlatılanları özetler gibidir:...finansal enstrümanların mübadele hacmi, yani finansal ticari faaliyet, sadece yüksek derece değişken olmakla kalmaz, aynı zamanda ister sermayenin malları ister tüketenin malları cinsinden olsun, çıktı hacmiyle sıkı biçimde ilişkili de değildir. Çünkü sabit sermaye çıktısı mevcut sermaye stokuna kıyasla küçüktür. Buradaki çerçevede servet stokunu (nakit üzerindeki likit alacaklar hariç olacak şekilde) menkul kıymet hacmi olarak adlandıracağız. Öte yandan bu menkul 74

86 kıymetlerin elden ele geçişlerindeki faaliyet düzeyi de mevcut stokun artış haddine bağlı değildir. Demek ki modern borsa aygıtına sahip bir toplumda, halen üretilen sabit sermayenin devri, toplam menkul kıymet devrinin oldukça küçük bir kesridir. Ayrıca mevcut menkul kıymetlerin fiyatı, ne üretimin maliyetine ne de yeni sabit sermayenin fiyatına kısa dönemde hiç de öyle sıkı bir şekilde bağlı değildir. Çünkü mevcut menkul kıymetler büyük ölçüde, hızla yeniden üretilemeyen mülkler ile hiçbir şekilde yeniden üretilemeyen doğal kaynaklardan ve bir de şu ya da bu türden imtiyaz avantajlarına sahip tekel benzeri mülklerin müstakbel gelirlerinin kapitalize edilmiş değerinden oluşur. Birleşik Devletler'de 1929'daki yatırım patlaması, yeni sabit sermayeye ait cari çıktının fiyatında herhangi bir artışın eşliği olmaksızın, menkul kıymetlerin artışında ortaya çıkan olağanüstü bütünsel artışa iyi bir örnektir. II.2.7. Minsky nin Teorisi nin Farkı ve Sonuçları Farklı coğrafyalarda başlayıp tüm dünyayı etkileyen finans kaynaklı bunalımlar, hem Japon-Alman tipi dolaylı, hem de Amerikan-İngiliz tipi doğrudan finansman türlerinin krizlerin önüne geçmekte etkili olmadığını göstermiştir. Bu krizlerin, patlak vermelerinden kısa zaman öncesinde bile fark edilememesi neoklasik yaklaşımların tahlil gücünün zayıf ve kusurlu olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Mevcut teori yalnızca durumun fotoğrafını çeker. Neoklasik sentezin ürünü bu teoride fiyat, yalnızca teklif edilen ya da alınan miktarları belirleyen bir işarettir. Satın almanın tekrar eden bir eylem olmadığı, ayrıca toplam bütçenin 75

87 önemli bir kısmını oluşturmadığı yerde ekonomiye bu bakış tarzı gelirden yapılan tüketim harcaması için yeterlidir. Ancak satın alma tekrar eden bir eylem olduğunda, başka bir deyişle, harcamalar üzerindeki bütçe kısıtı finansal piyasa kararlarından bağımsız olmadığında, bu bakış tarzı geçerli olamaz. Satın almanın tek bir eylem olmamasının zaman içinde sonuçları vardır; gelecekteki taahhütleri içeren büyük ölçekli finansmanı da işin içine katar. Talep eğrilerinin belirlenmesinde bütçe denklemi analize bir kez dâhil olduğunda, bütçe finansman koşullarından ve gelecekle ilgili beklentilerden etkilendiğinde, birbiriyle ilişkili arz ve talep eğrilerinin dengeye ulaşılıncaya kadar deneme yanılma yoluyla değişeceği varsayımı artık geçerli değildir (Minsky, 2013: 109). Kapitalist bir ekonomide kaynak dağılımı ve fiyat belirlenmesi, çıktıların finansmanı, sermaye varlıklarının pozisyonu ve yükümlülüklerin doğrulanması ile bütünleşmiştir. Bu nominal değerlerin (parasal fiyatların) önemli olduğu anlamına gelir. Yani klasik önermedeki gibi para yansız değildir (Minsky, 201: 145). Modern kapitalist ekonomideki zorunlu borçlanma ilişkisi, sistemdeki tüm ekonomik aktörleri (devlet, iş dünyası ve hanehalkı) banka ve ticari kredi yollarıyla birbirine bağlar. Çünkü kapitalist ekonominin temel özelliklerinden bir tanesi -belki de en önemlisi-, sermaye varlıklarının sahipliğinin borca dayanmasıdır. Yani her yatırım kararının bankalar için varlık iken firmalar için yükümlülük olmasıdır. Modern kapitalist ekonomide bu sonucun ortaya çıkmasının nedeni, sermaye mallarının pahalı ve uzun vadeli getiriye sahip olma özelliklerindendir (Karadağ, 2004: 86). Yatırım ilişkilerinin çeşitli kısımları farklı faktörlerin nasıl birbiriyle ilişkili olduklarını ve varlık fiyatları finansman koşullarının ve de gelir akımlarının yatırımı nasıl etkilediğini göstermek için tasvir edilebilir. Yatırım bu noktada belirli türdeki 76

88 sermaye varlıklarının darlığını giderme işini üstlenir. Bu yüzden yatırım finansal bir olgudur (Minsky, 2013: 192). Sermaye varlıkları yalnızca kâr elde ettikleri için değerlidir ve talebin düzeyi ile bileşimi sermaye varlıklarının kazandığı kârları belirler. Hemen yukarıda bahsedildiği özellikleriyle kapitalizm iki farklı fiyat kümesine yol açar, biri sermaye varlıklarının diğeri ise çıktının fiyatıdır. Bu iki fiyat kümesi birbirine sıkı sıkıya bağlıdır, çünkü yatırım malları cari çıktının bir parçasıdır ve mevcut sermaye varlıklarına benzeyecek olan bu yatırım mallarının, cari çıktı olarak sermaye varlıkları fiyatlarıyla tutarlı fiyatlara sahip olması gerekir (Minsky, 2013: 182). Hemen burada Minsky nin kuramının temeli olan ikili fiyat düzeyinin varlığının, girişimcileri yatırıma teşvik eden başlıca etken olduğunu, Minsky nin de tıpkı Marx gibi sermaye mallarının fiyatlarının konjonktüre ve kâr beklentilerine bağlı olduğunu savunduğunu söylemek gerekir. Bu yönüyle Marx ın ikili fiyat düzeyi analizi, Minsky nin finansal kırılganlık hipotezi için bir mikro temel oluşturmaktadır da denebilir (Keen, 2001: 116). Sağlıklı bir ekonomi için, üretimdeki bir yatırım malının ikamesi olan sermaye varlıklarının piyasa fiyatı, yatırım malının arz fiyatına eşit ya da ondan daha büyük olmalıdır. Ekonominin durgun ya da krizde olduğu dönemlerde sermaye mallarının fiyatlarının düşmesi durumunda, firma yükümlülükleri ve banka varlıkları arasında bir dengesizlik meydana gelecektir. Sermaye malının üretkenliğinin düşmemesine rağmen sermaye malından beklenen gelirin düşmesi, firmaların bankalardaki yükümlülüklerine olan güveni azaltacak ve finansal piyasalarda bir panik ortamı doğuracaktır (Minsky den akt. Karadağ, 2004: 87). Heterodoks iktisatçıların 77

89 uyarılarına rağmen adım adım gidilen, ikinci kalite finansal ürünler krizi, piyasanın, özellikle de finansal piyasaların etkinliğine yönelik neoliberal inancın temelsiz olduğunu göstermiştir. Bu dönemde herhangi bir doğal afetle ABD deki konutlar yıkılmamış olsa da, bu konutlara bağlı menkul kıymetler hızla eriyip piyasaları yıkılmanın eşiğine getirmiştir. Buraya kadar Minsky nin analizinden aktardıklarımız doğrultusunda bir sonuca varmaya çalışırsak; finans kendi haline bırakıldığında yapısı daha kırılgan hale gelecek ve krize daha açık olacaktır diyebiliriz. Piyasa mekanizmalarının içsel işleyişiyle bir ekonomiyi eksik istihdamdan tam istihdama götüreceği neoklasik önermesi geçerli olsa bile, bunu sağlayacak süreçler tam istihdamda durmayacak, ancak ekonomiyi spekülatif genişlemeye sürükleyecektir. Tam istihdama bir kez ulaşıldığında, birimler arasındaki etkileşim tam istihdamı sürdürmekten ziyade spekülatif genişleme yaratma eğilimindedir. Sermaye ve finans varlıklarındaki pozisyonların borçlanarak yeniden finansmanının mümkün olduğu bir ekonomide, bu pozisyon ve araçların borç finansmanında kullanılma derecesi, iş adamları ve bankacıların gelecekteki nakit akımları ve finansal piyasa koşulları üzerine spekülasyonda bulunma isteklerini yansıttığı ölçüde artan, spekülatif bir öğe vardır. Tam istihdama ulaşılma başarısıyla yüreklenen iş adamları ve bankacılar daha büyük dozlarda borç finansmanını kabul etme eğiliminde olurlar (Minsky, 2013: 182). Ekonomileri felakete sürükleyen bu eğilim bir hipnoz ya da kitlesel esrime halinden değil, kapitalist ekonominin içsel dinamiklerinden kaynaklanmaktadır. Richard Brenner ın anlatımıyla Marksist Kriz Teorisi ne bakıldığında, Minsky nin de bir temsilcisi olduğu Post-Keynesyen anlayışla benzerliklerini 78

90 görmek mümkündür. Brenner (2011: 16-17), 7-10 yıllık sınaî çevirimlerde değişir sermayeye oranla değişmez sermayeyi yükselterek artan üretkenliğin, kâr oranlarını düşüreceğini ve belli bir noktada yatırımın bir sonraki aşaması için yeterli kârı yaratamayacağını söyler. Bu noktada kâr oranları düştükçe, büyük yatırımcılar sermayelerini belirli alanlardan çekerek iş bırakmalara ve devirlere sebep olurken, bir taraftan da finans sisteminden geri çekilen sermaye kredi krizine yol açacaktır. Alınan krediler karşılığında talep edilen yüksek faiz oranları, iflasları ve diğer bir takım kredi sorunlarına sebep olur. Sermayenin aşırı birikiminden kaynaklanan kâr oranları üzerindeki baskı, değişir sermayenin değişmez sermayeye oranının görece yüksek olduğu sektörlerden kaçıp sermaye bileşiminin ters yönde oluştuğu alanlara, yani yoğun kredi kullanımı, hisse senedi ve daha karmaşık finansal araçlara doğru yönelmeyi beraberinde getirir. Bu durum sonuçta gerçek metaların temel değerleriyle ilgisiz olan fiktif sermayenin (hayali sermayenin) çok değişik biçimlerinin ortaya çıkmasına yol açar. Tüm bunların Marx ın deyimiyle kâr oranlarının düşme eğilimine engel olan veya bu eğilimi geciktiren karşı koyucu eğilimler olduğunu anlamak bu çalışma açısından oldukça önemlidir. Marx (akt. Brenner, 2011: 26) bu eğilimlerin kâr oranlarının düşüşünü engelleyemeyeceğini veya sonsuza kadar erteleyemeyeceğini, nihayetinde sermayenin aşırı birikiminin, yani sınaî çevirimin canlanma evresinin krizle sonuçlanan bir spekülatif ateşe dönüşeceğini vurgular. Yüksek getiri elde etme varsayımıyla tahmin edilenden çok daha düşük bir değeri olduğu ortaya çıkınca, aşırı değerlenmiş olan banka kredileri ve karmaşık finansal araçlar, kredi krizinin patlak vermesini sağlar. Sonuç olarak sermayenin dolaşım süreci birden durur. Bu görüşler de çalışmanın temel paradigmasıyla paralel şekilde kapitalizmin krizinin sisteme içkin olduğunu desteklemektedir. 79

91 II.2.8. Bölüm Sonu Değerlendirmeler Bölümün sonundaki bu kısımda, tüm bölümde anlatılanlar değerlendirilip bazı önerilere yer verilecektir. Başından beri söylediğimiz üzere, esasında sistemik bir sorun olan krizi dışsal olarak görüp, gerçekleştikten sonra müdahale edilmesi mevcut sistemin en büyük açmazlarından biridir. Örneğin; Neoliberal politikalarla yönetilen ülkeler, kendileriyle çelişerek finans alanının işlemesini sağlamak amacıyla yapılan ve özellikle kriz dönemlerinde artan harcamalar yoluyla kamu borçlarını büyütmüşlerdir. Bu borçların GSYİH ya oranının, yakın gelecekte %100 ü aşacağı öngörüldüğünden şu sıralar finansallaşma bayrağının kamu tarafından taşındığını söyleyebiliriz. Ancak borcun yükünün bu borcun oluşmasını sağlayanlardan ziyade emekçi kesime fatura edilmesi de bu politikaların garabetini göstermektedir. Minsky ye (2013: 299) göre bugünkü iktisat teorisi yamalıdır. Bazı eksiklikleri düzeltmek için tasarlanmış her değişikliğin ekonomik ve sosyal yaşamın diğer alanlarını olumsuz etkileyen yanları vardır. Bir defaya mahsus müdahale daha sonraki müdahaleleri besler ve gerekli kılar. Şimdi sahip olduğumuzu iyileştirmek istersek, istikrarsızlık ve enflasyona doğru olan eğilimleri düzeltecek kurumsal ve yapısal reformlar çağını başlatmamız gerekir. Finansal reform ancak genel bir sistem reformunun parçası olduğunda etkin olabilir. Uygun olmayan bir yatırım finansmanı ve sermaye varlık sahipliği rejimi, kapitalist bir ekonomide başlıca istikrar bozucu etkilerdir. Bu nedenle, iktisat politikasının birincil amacı olarak istihdamın yatırımla ikame edilmesi, istikrarsızlığı azaltmayı hedefleyen finansal reformların bir önkoşuludur (Minsky, 2013: 324). Ancak bu yöntem, politika koyucularca çoktan rafa kaldırılmıştır. 80

92 En kolay ulaşılan, herkesi kapsayan ve en yaygın olarak kullanılan finans alanı, bankacılık sektörüdür. Bu sektörün dayandığı bankacılık sistemi, yatırımların ve ekonomik büyümenin finansmanını sağlayan esas faktör olsa bile, istikrarsızlığa neden olan ve bunu büyütme eğiliminde olan yıkıcı bir güçtür. Çünkü bankacıların teminat değeri ve varlıkların beklenen değeri üzerinde durmaları, kırılgan bir finansal yapıya yol açar. Varlık ve yükümlülük faiz oranları arasındaki getiri farkını artırma girişimi, bankaların mevduat sahiplerine ve borçlulara daha fazla seçenek sunmak için yeni tür finansal araç yaratmalarına yol açar. Bu yeni finansal araçların yaratılması kâr baskısının bir sonucudur. Bu kâr arayışında bankaların riski, varlıkların, yükümlülüklerin seçimi ve kaldıraçtan -bilançonun borç ve varlık oranından- kaynaklanır. Ancak bankacılığın taşıdığı bu riskler nesnel olasılık olguları değil, tersine öznel olarak değerlendirilen belirsiz ilişkilerdir (Minsky, 2013: 245). Bankacılar kâr peşinde koştukça, varlık ve yükümlülüklerini değiştirirler; özellikle iyi zamanlarda bankacılar ve borçlu müşterilerin etkileşimleri, bankaların bilançolarındaki spekülatif ve Ponzi finansmanının ağırlığını artırır. Sonuç olarak, başlangıçta sağlam olan finansal sistem kırılganlığa doğru evrilir. Kolayca baskılanamayan, finansal olarak istikrarsız bir ekonominin gelişmesini önlemek için bankacılık sisteminin sürekli olarak denetlenmeye ve reforma ihtiyacı vardır. Bankacılıktan yayılan yıkıcı etkiyi kontrol için, izin verilen kaldıraç oranlarına sınırlar koymak ve bankanın öz sermayesinin büyümesini enflasyonist olmayan bir oranda sınırlamak gerekir. Ancak kâr fırsatlarına duyarlı olarak yeni finansal usûllerin ve kurumların ortaya çıktığı bir ekonomide bunu gerçekleştirmek çok zordur (Minsky, 2013: 250). Gözlemlenebildiği üzere başta ABD olmak üzere büyük ekonomi sahibi ülkelerin düzenleyici kurumlarının tutumu da bu yönde değildir. Bu 81

93 kurumlar, bankaları kârı daha düşük ancak riskten uzak çalışmaya yönlendirmekten ziyade, onların daha fazla kâr için risk alacak şekilde işlemelerine yol açacak deregülâsyonlar uygulamaktadır. Kırılgan finansal yapının bir başka aktörü de merkez bankalarıdır. Merkez bankaları finansal istikrarsızlığın baskılanmasından ve dengelenmesinden yükümlü olan kurumlardır ve ilave olarak bunu önleme sorumlulukları da vardır. Merkez bankaları finansal piyasalara müdahalede bulundukları için finansal yapının normal işleyişini de etkiler. Merkez bankalarının sorumluluğunun üye bankaların düzenlenmesi ve para arzının kontrolü ile sınırlanması yanlıştır. Diğer finans kurumlarının daha az önemli olduğu finansallaşma öncesi dönemde, ticari bankalar ya da paranın düzenlenmesi merkez bankalarının sorumluluğu hakkında yeterli bir tanım olabilirdi ama bu sınırlı sorumluluk mevcut durum için geçerli değildir. İşletme yükümlülüklerinin yeniden finanse edilme ihtiyacının olduğu bir finansal yapıda merkez bankacılığının önemi artar (Minsky, 2013: ). Hükümetlerin ve merkez bankalarının finans alanını düzenleme ve kontrol etmede etkin rol alması, yatırımların kaynağını borcun oluşturduğu günümüz ekonomisinde, borçlanma ilişkilerini düzenleyerek krizlerin oluşmasını veya oluşan krizlerin etkisinin azalmasını sağlayabilecek hamleler olabilir. Bu sürecin baş aktörü de kuşkusuz merkez bankaları olacaktır. Merkez bankaları, kırılganlığı teşvik eden uygulamaları engellemedikçe çok yakın gelecekte bir başka krizi fiilen garanti etmiş olurlar. Merkez bankaları politikasının sürekli olarak kırılganlığı artıran spekülatif ve Ponzi tipi finansmana karşı durması gerekir. Kapitalist bir dünyada sakin dönemlerde spekülatif finansman baskısı her zaman olmasına rağmen, en azından üretim 82

94 sürecinden kaynaklanan varlıklara bağlı finansal araçların teşvik edilmesi güvenli finansmanın yararınadır (Minsky, 2013: 337). Son bölümde incelenecek olan İslamî Finans ın istikrara katkısı, belki de bu noktadan ele alınmalıdır. Klasik anlayışta finans, üretim ve ticaretin işlemesini kolaylaştırmak için işleyen toplumsal bir mekanizma gibi görülürdü. Ancak günümüz ekonomik yapısında finans alanındaki gelişmelerin etkisi ticari ilişkileri aşan bir boyuta ulaşmıştır. Toplumun tümüne nüfuz eden finansallaşma, gelir dağılımını düşük gelirliler aleyhine değiştirmiştir ve sık yaşanan krizler sonucunda makas giderek açılmaktadır. Eskiden tasarruflar yoluyla fazla veren hanehalkı artık borçla yaşamak zorundadır ve bu borç giderek büyümektedir. Gelecekteki geliri ipotek altında olan emekçi kesim için büyük maddi ve manevi güçlükler ortaya çıkmıştır. Bu güçlükler kriz dönemlerinde derin depresyonlara dönüşmektedir. Borçlanabilmenin kolaylaşmasının yarattığı refah etkisi de bu dönemlerde bir anda yok olabilmektedir. Yönetenler, halk kitlelerinin borç batağında dibe vurup harekete geçmesinden önce, onları borçlanmak zorunda bırakan şartları ortadan kaldırmaya çalışmalıdır. Minsky ye (2013: 343) göre kronik iş gücü fazlası, sermaye yoğun üretim tekniklerinin egemenliğinin bir sonucudur. Şu anda atıl olan ve potansiyel olarak üretken işgücünü istihdam edecek girişimleri bulmak gerekir. Herkes için asgari yaşam standardı ve hizmeti garanti eden, ekonomiye asgariler sağlayabilen büyük devlete ihtiyaç vardır. Büyük devletin ekonomiye müdahalelerinin serbest piyasa ilkeleriyle çelişkilerini söylemekse konu dışıdır. Kuralsızlaştırma politikaları ve deregülâsyonlar, finans ile büyüme stratejilerini çok riskli hale getirmiştir. Dünya devleriyle aşık atmaya başlayacağını 83

95 düşünen gelişmekte olan ülkeler bir anda alaşağı olabilmektedir. Kalitesiz finansal varlıklara yapılan yatırımların batması veya anlık hızda ülkelere girip çıkabilen sermayeler sebebiyle istikrarlı büyüme sağlanamamaktadır. Büyüme, ekonomideki dinamiklerin iyi çalışmaları sonucunda gerçekleşen daimi bir süreç değil, hareketli sermayeye ne kadar taviz verildiğine bağlı, cari açık sorununun sümen altı edilebildiği zaman zarfında sürdürülebilen, geçici bir süreç haline gelmiştir. Geleceğini garanti altına almak isteyen ülkeler için sanayileşme çabası, demode gözükse de finans eşliğinde kendini talihin akışına bırakmaktan daha sağlıklı gözükmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi finansal sorunlar kapitalist üretim biçiminin iç dinamikleri sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Kırılganlığın en önemli nedeni olan Ponzi finansman, kapitalist bir toplumda borçla yatırım yapmanın normal bir yoludur. Ancak finansman biçimi değiştirildiğinde, yani istikrarsızlığa yol açan finansal uygulamalar kaldırıldığında kapitalizm bugünkü yaratıcılığından ve genişleyiciliğinden çok şey kaybedecektir. Felaket olasılığını azaltmak için yapılacak müdahaleler kapitalizmin süekliliği için gereken yaratıcılık kıvılcımının bir kısmını pekâlâ alıp götürebilir (Minsky, 2013: 338). Ekonomik krizler, kitlelerin yaşayışına yüklediği onca zorluğun yanında, iktisat bilimi ile uğraşanlar için, gözlem ve çalışma yapabileceği, tahlillerinin geçerliliğini sınayabileceği bir ortam fırsatını da beraberinde getirir. İrili ufaklı tüm bunalımlar literatüre yaptıkları katkının yanı sıra, geride o bunalımın özellikleri hakkında da birçok çalışma bırakır. Bu sayede ekonomiler kendini dönüştürme ve koruma olanağı bulurlar. Karşılaşılan güçlüklerin geçmiş krizlerle benzerlik ve farklılıklarına ortaya 84

96 koyma fırsatı doğar. Bu gibi çalışmalardan görebildiğimiz gibi günümüzde yaşayacağımız bir ekonomik krizin etkilerini 1929'daki Büyük Buhran'dan daha farklı hissetmemizi sağlayacak gelişmeler yaşanmıştır. Öncelikle, 1929 da geçerli olan altın standardı, döviz kurlarını sabitleyerek ve ülkeleri altın biriktirmeye zorlayarak para-maliye politikalarının etkinliğini sınırlamıştı. Ancak şimdiki esnek döviz kuru rejimleri sayesinde hükümetler krizin etkilerini hafifletici müdahaleler yapabilmekteler. Ayrıca şimdiki zamanda sermayenin o dönemdeki tekelciliği olmadığından, kârını korumak isteyen kapitalistlerce üretim ve istihdamda azalmaya gitme isteği 1929 dan daha az olacaktır. Kredi daralması öz finansmana yönelen büyük şirketlerden ziyade bankalara dayalı küçük ve orta büyüklükteki işletmeleri olumsuz etkileyecektir. Firmalar, finansallaşma yoluyla gelecekteki gelirlerine el konan işçileri istihdam etmeyi ve krizin atlatılması için onların emeklerini kullanmayı sürdürmektedirler. Son olarak, Çin gibi ucuz iş gücünü sürekli hareketlendirebilen ekonomiler sayesinde gerçekleşebilen ucuz ithalat, krizin patlak verdiği ülkelerdeki ücretlilerin ekonomik güçlüklerinin azalmasını sağlayacak ve tüketimi o zamanki kadar düşürmeyecektir (Itoh, 2010: ). Minsky ye (2013: 306) göre de bugünkü kapitalizmin, ekonomik güçlükler karşısında, Büyük Bunalım ı yaşayan kapitalizmden daha iyi performans gösteriyor olmasının daha doğrusu insanların en kötüyü görmeden bunalımın etkilerinin azaltılabilmesinin en önemli nedeni büyük devlet tir. Büyük devlet olduğunda derin bir krize doğru gidişe, işletme kârlarını sürdüren ve artıran büyük kamu açıkları eşlik eder. Minsky (2013: 306) 80 lerin sonundaki ortamı kastederek, büyük devletin gerekli olduğu önermesinin, kamunun o zamanki kadar büyük olması gerekliliği ya da o günün kamu harcama ve düzenleme yapısının gerekli ya da arzu edildiği 85

97 anlamına gelmediğini söyler. 90 larda ABD öncülüğünde başlayan ve hızla dünyaya yayılan kamu kesimini küçültme politikalarına rağmen yine de krizinde gördüğümüz kamunun etkin rolü bize Minsky yi onaylar. Yine o dönem için Minsky (2013: 96) geçmiş kriz dönemlerinden farkı ortaya koymak için şunu söyler;...yıllardır birbirinden ayrılmış olan finansal kriz ve derin bunalım yerine, kriz ve bunalım tehlikesi ortaya çıkmaktadır; derin bir bunalım yerine şimdi kronik bir enflasyona sahibiz. Şimdi ise Minsky nin yazdığı dönem olan 80 lerin sonu ve 90 ların başından farklı şekilde, -bahsi geçen kamu kesiminin küçültülmesi politikalarının bir sonucu olarak azalan transfer ödemelerinin de katkısıyla- kronik enflasyon durumu aşılmış durumdadır. Ancak riskin toplumsallaştığı günümüzde kriz tehdidi farklı görünümlerde yaşamımızda yer almaya devam etmektedir. 86

98 III. BÖLÜM: FAİZSİZ FİNANS Yukarıda bahsettiğimiz batı tipi geleneksel finans tamamıyla faiz üzerine kurulmuştur. Tarih boyunca birçok din, toplum veya öğreti faizi reddetmiştir. Ancak bugün Faizsiz Finans dediğimizde kastettiğimiz İslamî Finans tır. Toutounchian (2004) gibi İslamî Finans ın temel felsefe olarak, kapitalizme karşı bir meydan okuma ve ayrı bir kanal olduğunu savunan yazarlar vardır. Bunun yanında İslamî Finans ı genişlemiş ve derinleşmiş batı finans dünyasına eklemlenmiş, alt bir finans sistemi olarak aktaran görüşler de vardır. Bu tartışmalarla birlikte İslamî Finans ın, İslam toplumunun tamamına yayılamasa da son 50 yılda yerleşik kurumlarını oluşturmayı başardığını söyleyebiliriz. Daha önceki bölümlerde finansal istikrarsızlık ve krizin kapitalist ekonomiler için sistemik -kişiler ve kurumların tercihlerinden bağımsız, sistemin yapısından kaynaklı- bir sorun olduğunu anlatmaya çalışmıştık. İkili fiyat sisteminin varlığı ve birbiriyle ilişkisi, finansman biçimlerindeki riskli yapıya doğru gidiş eğilimi ve bunların önüne geçmek için gereken kuralların eksikliği ve de kriz anlarında ekonomiyi kurtaracak büyük devletin varlığı, finansal kırılganlığın sebepleri olarak karşımıza çıkmıştı. Peki, finans sisteminin yapısını bozan ve krize yol açan tek unsur faiz midir? Faizsiz Finans, örgütlenme biçimi ve işleyiş performansı bakımından bir alternatif sağlamakta mıdır? Ekonomilerin finansal krizlerden korunmak için yapması gereken faizden uzak durmak mıdır? Çalışmanın bu bölümünde İslamî Finans ın tarihine kısaca baktıktan sonra yapısı ve ürünleri incelenmeye çalışılacaktır. Yine bölüm içerisinde İslamî Finans ın dünya ve Türkiye deki durumu, bazı veriler ışığında incelenerek bir alternatif 87

99 yaratma ihtimali olup olmadığı değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ayrıca bölüm sonunda yapılacak küçük bir regresyon analiziyle de Türkiye deki faizsiz kuruluşlar olan Katılım Bankaları üzerinden, Faizsiz Finans ın yalnızca güvenilir maddi üretim alanını fonladığı için ekonomiye istikrar ve dinamizm getirdiği şeklindeki iddialar değerlendirilecektir. Ayrıca Minsky nin finansın kırılganlığı üzerine yaptığı tespitlerin Faizsiz Finans için de geçerli olup olmadığı, onun daha güvenli bir sistem için önerdiklerinin hangilerinin faizsiz çalışan kurumlar tarafından sağlanabileceği bu bölümden yapılacak çıkarımlarla sonuç bölümünde ele alınacaktır. III.1. İslam da Faiz Kavramı İslam dünyasında faiz yasağına temel olarak Kur an gösterilmektedir. Faizin karşılığı olarak kullanılan Arapça kelime riba sanal artış, şişme, kabarma anlamlarına gelir (Özsoy, 2012: 5). Belirsizliğin var olduğunu ve bu belirsizlik sebebiyle Tanrının buyruğunun ribadan uzak durmak olduğunu gösteren kutsal kitap ayetleri aşağıda Yaşar Nuri Öztürk (2001) meâliyle aktarılacaktır. Ayetlerin numaraları ve içinde bulundukları sureler dipnotlarla belirtilecektir. Sanayi öncesi bir ticaret toplumuna indirilmiş olan Kur an belirsizlik durumunu şu şekilde ortaya koyuyor. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. 15 İnsanların, hatta evrenin kaderinin zaten belirlenmiş olduğunu kabul etmenin inanan olmanın şartlarından biri olduğu İslamiyet in, faize karşı olmasının nedeni de 15 Lokman,34 88

100 işte bu belirsizlik durumundan kaynaklanmaktadır. İşin sonucunun ne olacağını bilmeyen bir kulun önceden belirleyeceği bir faiz miktarı, Allah a şirk koşmak olmasa bile en hafifinden kumar organize etmek olur, ki o da İslamiyet in yasakladığı şeylerin başında gelmektedir. Ey iman edenler! Uyuşturucu/şarap, kumar, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan; uyuşturucu ve kumara sokularak aranıza düşmanlık ve şiddetli nefret yerleştirip sizi Allah'ı anmaktan, namazdan/duadan geri çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi? 16 İslamî inanışa göre, piyasa şartlarının nasıl olacağını hatasız biçimde kestirmenin ve geleceği görmenin mümkün olmaması sebebiyle her faiz oranı ve faizin her çeşidi, mutlaka iki taraftan birini incitir ve haksızlığa uğratır. Üretkenlikleri doğal ve kesin, sınırları da belli olan üretim araçlarından emek, fiziki dayanıklı sermaye ve toprağın üretime katkısını önceden öngörmek olanaklıdır. Bunların üretimden alacakları payı, yani ücret ve kirayı, önceden belirlemek de mümkündür ve gereklidir. Faiz ise, üretime katkısı önceden öngörülmesi mümkün olmayan parasal sermayenin üretimden alacağı payın önceden belirlenmesinden başka bir şey değildir. Geleceği görmeden geleceği belirlemek anlamına gelen faiz oranı ile gerçekleşen reel getiri oranı arasındaki sapmalar, faizin en zayıf noktasını oluşturur ve finansal dengesizlik, istikrarsızlık ve krizlerin de kaçınılmaz sebebidir (Özsoy, 2012: 4). 16 Maide,

101 Ancak faiz yine de hemen yasaklanmamıştır. Önce faizin abartılı hali normalize edilmeye çalışılmıştır: Ey iman sahipleri! Ribayı öyle kat kat katlayarak yemeyin. Allah'tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz. 17 Türkiye de Faizsiz Finans alanında en çok üretim yapan yazarlardan olan Özsoy (2012: 4) bu durumu faizin yerine geçmesi önerilen kâr sisteminin henüz oturmamış olmasına bağlıyor. Kur an daha sonra aşırı olmayan faizden bile uzak durmaları için insanları ikna etmeye çalışır: İnsanların malları içinde artsın diye riba olarak verdiğiniz, Allah katında artmaz. Allah'ın yüzünü isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onu verenler kat kat artıranların ta kendileridir. 18 Daha sonra faizin kötü olduğunu belirtmek için başta kınama olmak üzere başka yollar denenir: Yaptıkları zulümler ve birçok insanı Allah yolundan alıkoymaları yüzünden daha önce kendilerine helal kılınmış tertemiz şeyleri, Yahudilere haram kıldık. Ve ribayı almaları yüzünden -oysaki ondan yasaklanmışlardı- ve haksız yollarla insanların mallarını yemeleri yüzünden onların küfre sapanlarına korkunç bir azap hazırladık Ali İmran, 130 Rum, 39 Nisa,

102 iletilir: Ve nihayetinde faizin kesin olarak yasaklandığı insanlara büyük bir tehditle O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar: "Alışveriş de riba gibidir." demişlerdir. Oysaki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'a kalmıştır. Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada. Allah, ribadan beklenen artışı mahveder, sadakalar karşılığında artışlar getirir. Allah, nankörlüğe batmış günahkârların hiçbirini sevmez. 20 Ey iman sahipleri, Allah'tan korkun. Ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanı bırakın. Eğer bunu yapmazsanız, Allah ve resulünden bir harp ilanını duymuş olun. Tövbe ederseniz, mallarınızın esasları/anaparalarınız sizindir; ne zulmeden olursunuz ne de zulme uğratılan. 21 Ancak görüldüğü gibi Kur an faizin biçimsel bir tanımını yapmamakta ve insanlara ekonomik ilişkilerde nasıl davranmaları gerektiğini söylememektedir. Özsoy a (2012: 7) göre Hz. Muhammed in Altı Eşya Hadisi bu boşluğu doldurarak insanlara ticari ilişkilerinde ne yapıp ne yapmaması gerektiğini ayrıntılı bir şekilde belirtir. Altın altınla, gümüş gümüşle; buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla, tuz tuzla, misli misline, eşit ölçüde ve peşin mübadele Bakara, Bakara,

103 edilmelidir. Sınıflar farklı olursa, peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi mübadele edebilirsiniz. 22 Bu hadisten hareketle aynı cins mallar arasındaki ticarette fazlalık ve vade olmaması yani faiz uygulamasının olmaması gerektiği, bir çeşit mal olarak kabul edilen paranın da faizle alış-verişinin yapılamayacağı anlaşılmaktadır. Ancak mal ticaretini güzelleyen bu sözlerden, ticaret esnasında yaratılan fazlanın kaynağına ya da nasıl bölüşüleceğine dair bir anlam çıkmamaktadır. Hatta ticari kârın uygun bir oranının olup olmadığından da bahsedilmemektedir. Müminlerin birbirlerini aldatmaması gerektiğine dair ayet ve hadisler vardır fakat bunlar piyasa koşullarında cereyan eden ticarette kolaylıkla es geçilebilmektedir. Yukarıda yer alan kaynakların sınırlı olması ve bunlar dışında var olan bazı hadislerin de şüpheli olması sebebiyle faiz konusu, İslam dünyasında sürekli yeniden yorumlanmaya çalışılmıştır. İslamiyet in ilk 1300 yılı bu uğraşlarla geçmiştir. Kaynaklar aynı olmasına rağmen farklı din adamlarının yorumları nedeniyle hangi işlemlerin faiz kapsamına girdiği, nelerden uzak durmak gerektiği ve nelerin cezalandırılacağı sürekli bir tartışma meselesi olmuştur. III.2. Faizsiz Finans ın Ortaya Çıkışı ve Gelişimi Çağdaş anlamda Faizsiz Finans ın temeli 1950 lerden itibaren Hindistanlı ve Pakistanlı bilim insanlarının, 20. yy da iktisadi doktrin ve ideolojilerin toplumlara yön verdiğini ve iktisadi faktörlerin kalkınmada öncelikli rolü olduğu düşüncesinden 22 Hz. Muhammed in bu sözlerinin kaynağı çağdaşı Ubâde b. es-sâmit tir. 92

104 hareketle; iktisat biliminin kavram, politika ve kuruluşlarını İslamî değerler ile yorumlayabilmenin yollarını aramalarıyla atılmıştır (Eskici, 2007: 15). 19. yy sonu ve 20. yy başında faizsiz çalışan iktisadi kurumlar olduğu bilinse de modern İslamî Finans ın başlangıcı, 1963 te Mısır da Mit Gamr İslam Bankası nın kurulması olarak kabul edilir (Shanmugam ve Zahari: 2009). Bu banka yalnızca dört yıl süreyle faaliyet gösterebilse de sergilediği performansla İslam coğrafyasında bir heyecan yaratmayı başarabilmiştir (Azarian, 2011: 264). İslamî Finans, izleyen yıllarda daha hızlı bir gelişme göstermiştir yılında Cidde de yapılan İslam ülkeleri dışişleri bakanları toplantısında, İslam ülkeleri arasında ekonomik işbirliğine gidilmesine karar verilmiştir. Daha sonra Karaçi de yapılan konferansta ise Mısır ve Pakistan temsilcileri milletlerarası bir faizsiz bankanın kurulması gerekliliğini ortaya koymuştur. Bu doğrultuda 1973 yılında Kahire de aralarında Türkiye nin de bulunduğu ülkeler, mali bir komite kurarak, faizsiz bir ekonomik sistemin oluşturulması ve İslam ülkelerindeki sermaye birikiminin tüm İslam dünyasının yararına sunulması konusunda anlaşarak, İslamî usûllere uygun işlem yapacak ortak bir bankanın kurulması yönünde karar almışlardır. Nihayetinde, 1975 yılında Kral Faysal ın teşebbüs ve desteği ile 43 ülkenin katılımı sonucunda İslam Kalkınma Bankası kurulmuştur. İslam Kalkınma Bankası nın varlığı, faizsiz bankacılık hareketinin gelişimini iyice hızlandırmıştır (Türkmenoğlu, 2007: 13). Türkiye %6,48 payla, halen faaliyetlerini sürdüren bu bankanın 8. büyük ortağıdır (IDB: 2013). Yirminci yy ın ikinci yarısında ortaya çıkan İslamî Finans a olan ihtiyaç salt dini sebeplere dayanmıyordu. Bu yıllarda petrolün kazandığı önem sayesinde Ortadoğu da biriken petrodolarlar bir şekilde atıllıktan kurtarılıp dünya finans sistemine dâhil edilmeliydi. Petrol kriziyle birlikte daha da artan sermayeye getiri 93

105 arayışı neticesinde İslamî bankacılık ve şeriata uygun yeni İslamî finansal ürünler piyasaya girmiştir. Faizsiz esasa göre çalışan İslam bankaları kısa sürede hem sayı, hem ürün çeşitliliği hem de işlem hacmi olarak hızla gelişmiştir. Takip eden yıllarda Malezya başta olmak üzere diğer Müslüman Güneydoğu Asya ülkelerinin de piyasaya girmesinin ardından bu ülkeler, petrol zengini Körfez ülkelerinden gelen sıcak paraya kapılarını açarak İslamî Finans ın merkezi haline gelmişlerdir. Bugün Orta Doğu ve Güney Asya ağırlıklı 75'ten fazla ülkede, 300'den fazla faizsiz finans kurumu bulunmaktadır. İslam ülkeleri dışında ABD, Almanya, Danimarka, Fransa, İsveç, İsviçre, Lüksemburg, İngiltere ve Güney Afrika Cumhuriyeti de faizsiz bankalara kapılarını açmıştır. Klasik faizli işlemlerinin yanında bünyelerinde faizsiz bankacılık birimi kuran büyük geleneksel bankalar arasında ise Citibank, Union Bank of Switzerland, Goldman Sachs, HSBC, Commerzbank ve BNP gibi dünyanın en büyük bankaları yer almaktadır. Günümüzde İslamî hukukla yönetilen 1-2 ülke dışındaki ülkelerde faizli ve faizsiz sistem bir arada yürütülmektedir (Kalaycı, 2011: 55) yılında Dow Jones İslamî Piyasa Endeksi nin kurulması ve takip eden yıllarda dünyanın diğer gelişmiş ülke borsalarında da benzer endekslerin oluşturulması ise İslamî Finans ın, dünya genelinde varlığının ve finans piyasası için potansiyelinin kabul gördüğü anlamına gelmektedir (Türkmenoğlu, 2007: 23). III.3. Faizsiz Finans ın Yapısı Finansın İslamîleştirilmesine olan ihtiyaç, temel olarak Körfez ülkelerinde biriken petrodolarlara zahmetsiz getiri alanları arayışından doğmuştu. İslamî bankacılık ve hızla geliştirilen şeriata uygun yeni İslamî finansal ürünlerle bu piyasa 94

106 büyük bir ivme kazandı ların ortasında İslamî finansal varlıkların büyüklüğü 150 milyar dolarken, 2011 de bu rakam 1 trilyon doları geçti ve büyük bir sıçrama yaşanan 2012 de de 1.6 trilyon dolara ulaştı (Karatepe, 2013). Shanmugam ve Zahari (2009: 8) son yirmi yılda böylesine büyük atılım kaydeden Faizsiz Finans ın çalışma prensiplerini beş başlık altında toplamıştır. Bunlar Kur an tarafından yasaklanan faizden (riba) kurtulmak, ticari faaliyette ortaya çıkan riski kâr/zarar ortaklığı mekanizması sayesinde paylaşmak, şeriat hükümlerinin yasakladığı -alkol, tütün, kumar, vs - faaliyetlerden ve bunların bulaştığı fonlardan kaçınmak, sözleşmenin kutsallığını temin etmek ve belirsizlikten kaynaklanan, sonucunda haksız kazanca yol açan spekülasyondan kaçınmaktır. İslamî Finans ın geleneksel finanstan ayrı düştüğü en önemli husus kuşkusuz ki faizdir. İslam içinde ayet ve hadislerin farklı yorumlarıyla, yasaklananın aslında basit değil bileşik faiz olduğu veya üretim faaliyeti için ortaya çıkan faiz ile tüketim için ortaya çıkan faizin birbirinden ayrılması gerektiği gibi alternatif görüşler oluştuysa da genel kanı faizin her çeşidinin yasaklandığıdır. Hatta bazı yazarlar her türlü kötülüğün kaynağını faiz olarak göstermektedir. Örneğin Özsoy a (1994: 39) göre faiz, karşılığı olmayan bir mal kazancıdır; insanlardaki erdem duygularını körelttiği gibi, toplumdaki yardımlaşma bilincini de ortadan kaldırır. İnsanların ticaret, zanaat ve tarım gibi ekonomik hayatın temeli olan faaliyetlerde bulunmasını engeller. Çoğunlukla borç verenleri zengin, alanları yoksul hale getirip sınıfsal çatışmayı körükler. Borçluların bireysel özgürlüklerini yok etmese bile, en azından sınırlar ve daraltır. İnsanı cimri, bencil ve fırsatçı yapar. Ülkeleri mali yönden zayıflatarak dışa bağımlı hale getirir. 95

107 Özsoy (2012: 3) bu savı desteklemek için son krizin sebebini faiz sistemi, finansal kurumlar ve onların yöneticilerinin kazanma hırsı olarak gösteren Vatikan ın 23, 2008 ve benzeri krizlerden kurtulmanın çaresini İslamî finansa yönelmek olarak gösteren açıklamasını kullanıyor. Vatikan ın resmî yayın organı günlük L Osservatore Romano gazetesinde 4 Mart 2009 da yayınlanan makalede, küresel krizden çıkış yolu olarak İslamî finans sistemi tavsiye edilmiş, İslamî finans sisteminin dayandığı etik kuralların, kapitalist finans sistemine güven ve nakit para akışı sağlayacağına dikkat çekilmiştir. Yazıda, İslam a uygun yatırım araçlarının ekonomik balonlarının oluşmasını engellediği, faizi, aşırı borçlanmayı, finans piyasalarında manipülasyon ve spekülasyonları önlediği ifade edilmiştir. Peki, faizden kaçınmak nasıl mümkün olacaktır? Yani bir işlemin faiz kapsamına girip girmediği nasıl değerlendirilebilir? Özsoy (2012: 5) faizi ortaya çıkaran, yani karşılıksız bir değer aktarımına yol açan uygulamaları anlamada iki temel ölçütün varlığından bahsediyor; birincisi, işlemin bir katma değer üretip üretmediği, ikincisi de, bu değerin taraflar arasında eşit paylaşılıp paylaşılmadığıdır. Ona göre paranın değeri ancak söz konusu malı temsil eder. İtibarî, yani mala nispeten varsayılan bir değerdir. Paranın özünde olmayan bir değer, onun mekân, zaman ya da el değiştirmesiyle ortaya çıkmaz, dolayısıyla da artmaz. Bu sebeple malla ilişkilendirilmemiş bir para hareketi hiçbir zaman değer üretmez. Faizsiz Finans ın ortaya çıkışının bir diğer sebebi de ticaretteki riskin paylaşılması gerekliliği olarak gösterilmektedir. Ekonomik kalkınmanın temel ilkelerinden birini, çeşitli nedenlerle ekonomi dışında kalmış atıl fonların farklı 23 Katolik Hıristiyanların dini erki olan Papa lık makamının bulunduğu şehir ülke, kişileştirme yapılarak bu mezhebin sözcüsü anlamında kullanılmıştır. 96

108 enstrümanlar aracılığıyla, reel sektöre kanalize edilmesi olarak gören bir anlayış vardır. Bu yüzden dini sebepler ile faiz almak ya da ödemek istemeyen kişilerin elindeki varlıkların fonlanabilmesini ve onların modern bankacılık hizmetlerinden yaralanmaları yoluyla sistem genişletilmelidir. Bu amaçla kurulan faizsiz bankacılık sisteminde temel olarak tüm finansal işlemlerdeki, kâr ya da zarar paylaşılır. Kâr söz konusu olduğunda bu gelir yatırımcılara kâr payı olarak dağıtılır. Bu şekilde sermaye ya da girişimcinin risk alma konusunda daha cesaretli olmasının önünün açıldığı savunulur. Özsoy (2012: 4) faizin, üretim sürecinin başında sabitlendiğinden, üretime katkıda bulunulmadan bile elde edilebilen, katkıda bulunulduğunda ise eşitsiz ve orantısız şekilde paylaşılan bir gelir olduğunu buna karşılık kârın, üretime katkıda bulunulması şartıyla ve o katkı oranında elde edilen bir gelir olduğunu söylemektedir. Ona göre parasal sermaye yalnızca potansiyel üretkendir, yani gerçekte üretken olan maldaki üretkenliğin aracıdır ve üretimden payını bu üretkenliğin gerçekleşmesi sonucunda ve onunla orantılı bir biçimde alması gerekir. Parasal sermayenin gerçekleşen ve onun üretkenliğiyle orantılı olan getirisinin adının da kâr olduğunu belirtmektedir. Geleneksel bankacılıktaki faiz sistemi ile İslamî Finans taki karşılığı olan kâr/zarar paylaşımı mekanizması arasındaki farkın kaynağını Özsoy (2012a: 58-61), iki sistem arasındaki bakış açısı farklılığı olarak göstermektedir. Ona göre nakdi sermayenin getirisine İslamî bakış ile kapitalist bakış arasındaki fark; İslamî Finans ın nakdi sermayenin getirisini doğrudan üretimle ilişkilendirip onu net hâsılaya oranlamasıdır. İslamî Finans ta, sermaye sahibi de girişimci de yatırımdan 97

109 doğan sonucu -pozitif ya da negatif- aralarında önceden belirledikleri oran üzerinden paylaşırlar. Yani kazanç ve kayıpta ortaktırlar. Buna karşılık geleneksel sistem ise sermayenin getirisi (faiz) ile üretim arasındaki ilişkiyi keser ve onu doğrudan sermayeye oranlar. Net hâsıla beklenenden az olduğunda emek/girişimci zararda; beklenenin üstünde ise sermaye zarardadır. Bu yüzden sermaye grupları ile üretken gruplar arasında bağ yoktur; birbirlerine yabancılaşmışlardır. Kâr/zarar ortaklığının günümüz faiz sistemine nazaran üstün özellikleri olduğu yönünde başka fikirler de vardır. Siddiqui (2006) de, kâr/zarar paylaşımına dayalı finansman sayesinde; faiz sisteminin ürettiği eşitsiz gelir ve refah dağılımının önemli ölçüde ortadan kaldırılacağını, büyük bir olasılıkla, mudileri zenginliğe götüren ve uygulamada faiz sisteminin mihenk taşı olan daha yüksek getirilerin elde edilebileceğini, faizli sistemin de hedefi olan düşük enflasyona büyük ölçüde ulaşılacağını ve kaynakların optimum dağıtımının daha kolay sağlanacağını belirtmektedir. Faiz, kapitalist sistemde makro iktisadi dengeleri kurabilme ve bozabilme yeteneğine sahip bir araç değişken, bir çapa olarak kullanılır. Bir başka anlamda faiz bir anahtardır; doğru kullanılırsa mali istikrar, kötü kullanılırsa mali kriz kapısı açılır. Buna karşılık sağlam ve sağlıklı kâr oranları, nakdi sermayenin gelecekteki getirisinin yani kâr oranının belirlenmesinde yardımcı olur. Bu noktada kâr oranı faizin fonksiyonunu görerek ona ihtiyaç kalmasını önler ve faizsiz ekonominin olabileceğini, fiilen de olduğunu kanıtlar. İslam tarihinde de faizli işlemler görülmüştür; ancak kapitalizmde olduğu gibi faiz hiçbir zaman bir para politikası aracı olmamıştır. Tasarrufların kredi olarak yatırıma dönüşmesi faiz oranlarından 98

110 çok, gelirin bir işlevi olarak düşünüldüğünde, para politikacılığında faize yer verilmesine gerek duyulmamaktadır (Kalaycı, 2011:68). Özsoy (2012: 5) da faizin iktisat politikası aracı olarak kullanılmasının reel sektörün bilgilendirilmesinden ziyade yönlendirilmesi demek olduğunu, üretime devam edilip edilmeyeceğinin yani mal piyasasında kalınıp kalınmayacağının bile, para piyasasında belirlenen faizdeki değişmelere tabi olduğunu, buna rağmen, çözümün faizi yasaklamak değil, kâr paylaşım sistemlerinin geliştirilerek faizin alanının daraltılması ve sonuçta ekonominin onun boyunduruğundan kurtulması olduğunu söylüyor. İslamî Finans ı dinî gerekçelerle kullananlar, İslamiyet tarafından yasaklanan faaliyetlerden uzak kaldıklarını düşünmektedirler. Bunu da ya bu faaliyetlere bulaşan fonların yer almadığı İslamî endekslere girerek, ya karışık endeksleri kendi filtrelerinden geçirerek ya da yasaklı faaliyetlerden uzak durduklarını söyleyen bankalara güvenerek gerçekleştirmektedirler. Ancak büyük ölçüde geleneksel finans sistemiyle birlikte faaliyet gösteren İslamî Finans ın bunu ne ölçüde başarabildiği tartışmalıdır. Ancak yine de çoğu ülkenin yazılı hukuk kurallarıyla da güvence altına alınmış olduğu İslamî Finans ın sözleşmenin kutsal kılınma amacını sağlayabildiğini söyleyebiliriz. İslamî Finans ile geleneksel finans arasındaki bir diğer fark ise türev piyasalarla olan ilişki ile ilgilidir. Faizsiz bankacılık sisteminde alacağın menkul kıymetleştirilmesi yoktur. Ayrıca riski yüksek olan finansal işlemlere ve spekülasyona izin verilmez (Aras ve Öztürk, 2011: 169). İslamî Finans taraftarlarınca, bu sistemin kâr/zarar ortaklığı mekanizması sayesinde reel sektörle birebir ilişkili olması sebebiyle ekonomik balon yaratmayacağı savunulmaktadır. 99

111 Faizsiz Finans ın son prensibi olan spekülasyondan uzak durmanın ne ölçüde sağlandığı ve sağlanabileceği de ilerleyen kısımlarda incelenmeye çalışılacaktır. III.4. Faizsiz Finans Ürünlerinin Yapısı Yerleşik finansal sistem ile ondan çok uzun süre sonra ortaya çıkan İslamî Finans sisteminin birbirine benzer ürünleri vardır. Bu benzerlik İslamî finansın geleneksel finansa bir alternatif olduğunu savunanlar tarafından da, geleneksel finansın bir alt kümesi olduğunu düşünenler tarafından da kabul edilmektedir. Şimdi görece yeni durumdaki bu finans sisteminin tüm dünyada Arapça isimleriyle kullanılan ürünlerinin neler olduğuna bakalım. Shanmugam ve Zahari (2009: 8) İslamî Finans ın uygulamalarını, değişim sözleşmeleri, kullanım hakkı sözleşmeleri, bağış sözleşmeleri, destek sözleşmeleri ve katılım sözleşmeleri olarak beş ana başlıkta incelemektedirler. Değişim sözleşmelerinin, hatta faizsiz finans sözleşmelerinin en çok kullanılanı üretim desteği olarak da adlandırılabilecek murabahadır. Geleneksel bankacılıktaki kredilere benzeyen bu sözleşmelere göre faizsiz banka, müşterisinin talep ettiği malı satın alıp, üzerine satın alma ve taksitlendirme maliyetlerini ekleyerek ona ileri bir tarihte satmaktadır. Selem ve istisna gibi geleceğe dönük satın alma sözleşmeleri de bu tür içinde yer almaktadır. Ancak bu tür sözleşmeler konut, taşıt gibi bireysel ihtiyaçları gidermeye yönelik de kullanılmaktadır. Değişim sözleşmeleri vade yapısı ve sahiplik devri bakımından küçük değişiklikler göstererek farklı isimler almaktadır. Kullanım hakkı sözleşmelerinin en önemlisi ise icaredir. Bu kontrata göre kuruluş müşterisine bina, teçhizat, vs ihtiyaçlarını sağlayıp, bunların kullanım hakkı karşılığında belirli 100

112 bir süre para alır. Tipik leasing yöntemi olan bu sözleşmeler de yine bazı farklılıklar sonucu değişik isimler alırlar. Adından da anlaşılacağı üzere ticari amaçlar içermeyen bağış sözleşmelerinin en ünlüsü hibedir. Dördüncü tip olan destek sözleşmeleri, en yaygın kullanılanın kefalet olduğu, müşterilerin ticari işlemleri için referans olunan işlemler için düzenlenmektedir. İslamî Finans ın özünü en çok yansıtan sözleşme tipleri ise katılım sözleşmeleridir. Son İslamî finansman türü olan katılım sözleşmelerinin en bilineni mudarebedir. Girişimcinin emek ve bilgisi, finans kuruluşunun da sermayesini ortaya koyduğu ticari ortaklık anlamına gelen bu finans formu, yapılacak faaliyet sonucunda oluşacak kâr veya zararın paylaşılması esasına dayanır. Bir diğer katılım sözleşmesi müşarekede ise yapılacak iş için her iki taraf da ortaya bir sermaye koyar ve işin sonucunda oluşan kâr/zarar paylaşılır. Musakaat da bu sözleşme türünün tarım için kullanılanına verilen addır. 24 Karz-ı Hasen adında, karşılıklı güven ilişkisine dayanan kâr paysız borç verme türü ve konvansiyonel sistemdeki sigortacılık ile küçük farklılıklar gösteren İslamî sigorta tekafül, Faizsiz Finans sisteminin diğer ürünleridir. Faizsiz sistemin tıpkı faizli sistemdeki tahvile benzer bir yatırım aracı da vardır. İslamî Bono da denen bu varlıklar Arapça adı sukuk ile anılmaktadır. Sukuk da tahvil ile aynı biçimde, satın alana belirli bir tarihte ödenecek bir gelir vaat etmektedir. Tek farkı; ödenecek paranın bir yatırımın kârı veya bir gayrimenkulün kirası üzerinden kazanılacağının garantisini veriyor olmasıdır. Çünkü kâr ve kira İslam da helâl kabul edilmektedir. Ancak sonuçta sukuk sahibi kişi paradan para 24 Adı geçmeyen alt sözleşme türleri ve adı geçenler hakkında ayrıntılı bilgi için: Shanmugam, B. ve Zahari, Z.R. (2009). A Primer on Islamic Finance The Research Foundation of CFA Institute Publications, Vol:2009, No:

113 kazanmakta ve bu para sabit veya değişken getirili olabilmektedir. Hatta son yıllarda İslam dünyasında iyice popülerleşen ve bu ülkeler arasındaki sıcak para akışının temelini oluşturan sukuk, alınıp satılması sonucu spekülatif kazanç bile getirebilmektedir. Tahvilden tek farkı sadece kâğıda reel bir karşılık gösterilmesi; böylece paradan para kazanmayı örtülü hale getirmesidir (Karatepe, 2013). Özel sektör veya devlet tarafından çıkarılabilen sukukların en yaygını gayrimenkule dayalı olanlardır. İslamî finansın hacminin 2014 yılı için 2 trilyon $ olması beklenirken, İngiltere sukuk ihracı yapan ilk Müslüman olmayan ülke olmayı planlamaktadır(ekonomi.milliyet.com.tr). Malezya nın %63,4 ile başı çektiği sukuk ihracında Türkiye binde 3 lük oranla çok gerilerde kalmıştır (Uyan, 2011). Görüldüğü gibi İslamî Finans kuruluşları müşterilerine -bir bakıma ortaklarınafaizli sistemin uyguladığı hemen her hizmeti farklı isimlerle ve biraz farklı şekilde uygulamaktadırlar. Hatta bu kuruluşlar yaygın bankaların verdiği kredi kartı hizmetini bile sağlamaktadırlar. Ayrıca günümüzde batı tipi krediyle, yani faize bulaşmış parayla ibadet -hac, kurban- yapıldığının görülebilmesi finansın İslamîleştirilmesinin sonuçlarının faiz konusunda insanlarda kafa karışıklığı oluşturduğu yönünde de yorumlanabilir. III.5. Türkiye de Faizsiz Finans ve Katılım Bankacılığı Türkiye nin de kurucu ortaklarından birisi olduğu İslam Kalkınma Bankası nın kurulduğu 1975 yılında açılan Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası, Türkiye nin ilk faizsiz finans kurumu olarak kabul edilir. Sanayi sektörüne fon sağlamak amacıyla kurulan bu banka 1978 yılında yönetim kurulunun aldığı karar sonrası faizli şekilde 102

114 faaliyetine devam etmiştir (Akın, 1986: 282). Başarısız sayılabilecek bu girişimin ardından, 24 Ocak kararları ve 1980 askeri darbesi sonrasında gelen liberal Anavatan Partisi hükümetinin sermaye serbestleşmesi hamleleri sonucunda 1983 te çıkarılan kanun hükmünde kararnameyle, Özel Finans Kurumları adı altında hayatımıza giren faizsiz bankalar, Türkiye nin finansal hayatını zenginleştirebilecek kurumlar olarak görülmüştü. Tüm bu yapılanma ve girişimler neticesinde 1984 yılında kurulan Albaraka Türk bu kapsamda faaliyete başlayan ilk banka olmuştu. Albaraka Türk ün ardından Faisal Finans Kurumu aynı yıl faaliyete başlayan ikinci kurum olmuştur. Bu kurumu 1989 da kurulan Kuveyt Türk Evkaf Finans Kurumu izlemiş ve ardından sırasıyla 1991 de Anadolu Finans Kurumu, 1995 te İhlas Finans Kurumu ve son olarak da 1996 da Asya Finans Kurumu faaliyete başlamıştır (Eskici, 2007: 27). Aras ve Öztürk (2011: 170), bu kurumların açılma amacının üç temel sebebi olduğunu söylüyorlar. Bunlar; ülkede faiz endişesi nedeniyle konvansiyonel bankalarla ilişki kurmayan tasarruf sahiplerinin atıl fonlarını ekonominin reel kesimine kazandırabilmek, Türkiye nin İslâm ülkeleri ile olan ilişkilerini geliştirmek ve İslam ülkelerinin petrol zengini olanlarından ülkeye fon girişini sağlamaktır yılındaki kriz faizsiz çalışan kurumları da derinden etkilemiş, hatta bu kurumların lokomotifi olan İhlas Finans batarak katılımcılarını zor durumda bırakmıştır. Takip eden süreçte Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sırasında çıkarılan yeni bankacılık kanunu çerçevesinde, Özel Finans Kurumları nın mevduatları da diğer bankalarınki gibi devlet garantisi altına alınmıştır. 2 Temmuz 2005 tarihli kanun, bu kuruluşların adlarını Katılım Bankaları şeklinde değiştirmelerini öngörüyordu. Türkiye ye özgü bu ada sahip bankalar Türkiye Kalkınma Bankaları Birliği ne (TKBB) bağlı bir şekilde faaliyetlerini sürdürmektedirler (TKBB, 103

115 2005:33). Wilson (2007: 18) geçmişteki başarısızlıklarına rağmen bu sektör için Türkiye yi en büyük potansiyel olarak görmektedir. Türkiye nin Avrupa yla olan kısmi entegrasyonu bu görüşünün önemli nedenlerinden biridir. Bir tür mali açılım olan katılım bankacılığı görece yeni bir olgudur. Liberalleşme ve deregülasyonun ürünü olan katılım bankalarının, kuramsal bağlamıyla birlikte aynı zamanda dünya ve Türkiye deki uygulamaları açısından birtakım özellikleri söz konusudur. Katılım bankaları, etkin olduğu piyasa türü anlamında, kısa dönem fonların karşı karşıya geldiği para piyasalarında aktif bir oyuncudur. Uzun dönemli fon arz ve talebinin buluştuğu sermaye piyasasına fon akışının sağlanmasında ve para-sermaye piyasalarının uzlaşmasında ise mütevazı bir rol oynarlar (Kalaycı, 2011: 60). Türkiye için 30 yıllık geçmişi olan ve 2005 yılından beri Katılım Bankası olarak adlandırılan faizsiz kurumların faizle çalışan geleneksel bankalardan faaliyet anlamında hiçbir farkları yoktur. Faizli bankaların müşterilerine sunduğu hemen her ürünü Katılım Bankaları da sunmaktadır. Ancak faiz yerine kâr payı, kredi yerine destek vermektedirler. Zaten TKBB (2014) de katılım bankalarının Türk Bankacılık Sisteminde alternatif değil, sistemi tamamlayıcı bankalar olduğunu söyler. İki sektör dünyanın çoğunda olduğu gibi Türkiye'de de iç içe yürümektedir. Ayrıca mevcut hükümet faizsiz esasla faaliyet gösteren bir kamu bankası kurmak için harekete geçmiştir (TKBB, 2012: 46). III.6. Faizsiz Finans a Dair Bazı Göstergeler Bu alt başlıkta bazı kuruluşların raporlarından edinilen bilgilere dayanarak Faizsiz Finans ın dünya ve Türkiye deki konumu anlaşılmaya çalışılacaktır. Bu tablo 104

116 ve grafikler, üstünde/altında yapılan değerlendirmeler dışında, Faizsiz Finans Bir Alternatif mi? sorusuna cevap vermek için, sonuç bölümünde topluca ele alınacaktır. Grafik 3.1 de görüldüğü üzere, faizli işlemlere izin verilmeyen İran ve Sudan dışında yalnızca petrol zengini ülkelerde faizsiz işlemler tüm finans piyasasında önemli bir konuma sahiptir. Hatta ilk sukuk ihraççısı ve bu piyasayı domine eden Malezya da bile bu oran %20 seviyesindedir. Grafik 3.2 de yer alan dünya çapındaki Faizsiz Finans varlıklarının 2012 yılı sonunda ülkelere göre dağılımı da bu veriyle paralellik göstermektedir. Büyük ekonomilere sahip İran, Suudi Arabistan ve Malezya gibi ülkeler Faizsiz Finans yüzdelerinin büyüklüğünde de benzer şekilde sıralanmaktadırlar. Grafik 3.1: Ülkelere Göre Faizsiz Bankacılığın Tüm Sektördeki Payı (%) İran Sudan Kuveyt S. Arabistan B.A.E. Malezya Suriye Bahreyn Yemen Filistin Ürdün Mısır Mauritius Türkiye Pakistan Endonezya Cezayir İsviçre Filipinler Tayland Lübnan G.Afrika B. Krallık Avustralya Singapur (IFSB,2013: 8) 105

117 Grafik 3.2: Global Faizsiz Bankacılık Aktiflerinin Ülkelere Göre Dağılımı Diğer %8,7 Endonezya %1,4 Bahreyn %2 Türkiye %3,1 Katar %4 Kuveyt %7,9 İran %42,7 B.A.E. %8 Malezya %10 S. Arabistan %12,2 (TKBB,2012: 36) Grafik 3.3 bazı seçilmiş ülke gruplarının GSYİH büyümelerini karşılaştırmaktadır. İslamî Kalkınma Bankası üyesi 56 ülkenin büyüme oranı ortalaması kriz sonrası yıllarda istikrarlı bir seyir izlemiştir. Ancak dünya ortalamasının üzerinde yer alan bu büyüme, gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyümesinin altında kalarak fark yaratamamıştır. 106

118 Grafik 3.3: Bazı Seçilmiş Ülke Grupları için Reel GSYİH Artışları 8% 7% 6% 5% 4% 3% 2% 1% 0% Gelişmiş Ülkeler Gelişmekte Olan Ülkeler IDB Üyesi Ülkeler Dünya Ortalaması (IDB, 2012: 11) Grafik 3.4 dünyadaki faizle çalışan geleneksel bankalar ile faizsiz çalışan İslamî bankaların sermayelerinin, varlıklarına oranıyla elde edilen yüzdeleri karşılaştırmaktadır de, yani kriz öncesi dönemde, hem toplam sermaye hem de öz sermayelerinin tüm varlıkları içindeki payı geleneksel bankaların çok üzerinde olan İslamî bankalar, krizden sonra sermaye oranları bakımından gerilerken, geleneksel esasla çalışan bankalarda bu oranlar artmıştır. Bu değişimin sebebi; krizden daha fazla etkilenen faizli bankaların, risklerini düşürmek için verdikleri kredileri kısarken, faizsiz bankaların hem pazarda daha yüksek pay alma çabası hem de geçmiş dönemde açtıkları kredilerinin güvenilir olduğu yönündeki inançlarıyla birlikte kalktıkları kredi verme atağıdır. Bu atak İslamî bankaların risk seviyesini de yükseltmiştir. 107

119 Toplam Sermaye Oranı Grafik 3.4: Geleneksel ve İslamî Bankaların Sermaye Oranları 25% 20% 15% % 5% 0% 0% 5% 10% 15% 20% 25% Öz Sermaye Oranı İslamî Bankalar Geleneksel Bankalar (IFSB,2013: 43) Gelişmiş ülke piyasalarında işlem gören İslamî endekslerin, diğer endekslerle çok benzer hareket ediyor oluşu iki sistemin yüksek entegrasyonunun bir göstergesidir. Grafik 3.5 her iki piyasanın da ekonomik konjonktürden etkilenmelerinin aynı şekilde gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. 108

120 Grafik 3.5: Seçilmiş Konvansiyonel ve İslamî Piyasa Endeksleri (IFSB,2013: 19) Grafik 3.6 dan anlaşılacağı üzere, İslamî Finans ın gözde ürünü ve son dönemdeki atılımının baş aktörü olan sukukun en büyük ihraççısı, dünyayı bu ürünle tanıştıran Malezya dır. Bu ülke 2012 verileriyle, yaklaşık 155 milyar $ lık arzla tek başına dünyadaki İslamî bonoların %64 üne sahiptir. Çoğunlukla gayrimenkule dayalı olan bu ürünlerin ihracında Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi son yıllarda sürekli lüks inşaatlar yapılan ülkelerin üst sıralarda yer alıyor olması da hiç şaşırtıcı değildir. 109

121 Grafik 3.6: Global Sukuk Piyasası (milyar $) S. Arabistan 8,55% (20,75) Diğer 17 ülke %5,91 (13,65) Endonezya %5,73 (13,88) Türkiye %0,3 (0,73) Katar %7,13 (17,26) B.A.E. %8,61 (20,85) Malezya %64 (154,9) (TKBB, 2012: 38) Ancak sukuk ihracı konusunda asıl dikkat çekici olan nokta, son kriz sonrasında devletler tarafından çıkarılan İslamî tahvillerin hızlı artıştır. Grafik3.7 bize geleneksel sistemde kriz zamanındaki devlet davranışlarının, İslamî Finans ta da benzer şekilde cereyan ettiğini göstermektedir. Grafik 3.7: Tüm Dünyada Yıllara Göre Sukuk İhracı Devlet Özel Sektör (IFSB,2013: 25) 110

122 Sukuk ihracında yeni ve dünya ölçeğinde şimdilik önemsiz aktör olan Türkiye, İslamî Finans açısından Katılım Bankaları nın performansıyla değerlendirilebilir. Şu an faaliyetini sürdüren dört bankanın tüm sektördeki toplam payı yükselen bir trende sahip olsa da halen %5,5 seviyesindedir. Tablo 3.1 bu konudaki verileri içermektedir. Tablo 3.1: Katılım Bankalarının Gelişimi Yıllar Büyüme (%) Sektör Payı (%) ,13% ,37% 1,08% ,53% 1,83% ,05% 2,01% ,75% 2,33% ,26% 2,44% ,05% 2,75% ,55% 3,35% ,59% 3,52% ,50% 4,03% ,88% 4,31% ,39% 4,61% ,33% 5,13% ,72% 5,55% (TKBB, 2014) Grafik 3.8, Katılım bankalarının büyümelerinin dalgalı bir seyir izlese de bankacılık sektöründeki paylarının yavaş fakat istikrarlı bir artış içinde olduğunu göstermektedir. 111

123 Grafik 3.8: Katılım Bankalarının Gelişimi 80% 70% 60% Büyüme Sektör Payı 50% 40% 30% 20% 10% 0% (TKBB, 2014) Tablo 3.2 ve Tablo 3.3 te yer alan veriler, katılım bankalarının mudi sayısındaki ve kredi kartı sayısındaki trendlerinin hem birbirleriyle hem de sektörün geneliyle uyumlu olduğunu ortaya koymaktadır. Tablo 3.2: Mudi Sayısının Gelişimi ve Fonksiyonel Dağılımı Toplam (bin kişi) Mevduat Bankaları Katılım Bankaları Yüzde Dağılım Mevduat Bankaları 98,8 98,6 98,3 97,9 97,1 95,7 95,2 Katılım Bankaları 1,2 1,4 1,7 2,1 2,9 4,3 4,8 (BDDK, 2011: 49) 112

124 Tablo 3.3: Kredi Kartı Sayısının Gelişimi ve Fonksiyonel Dağılımı Toplam (bin adet) Mevduat Bankaları Katılım Bankaları Yüzde Dağılım Mevduat Bankaları 98,8 98,1 97,9 97,7 97,3 96,9 96,7 96,4 95,3 Katılım Bankaları 1,2 1,9 2,1 2,3 2,7 3,1 3,3 3,6 4,7 (BDDK, 2011: 61) Atıl kalmış fonların piyasaya kazandırılmasının en önemli göstergelerinden biri olan mevduat kullandırma oranında da ilginç bir durum söz konusudur. Türkiye deki faizsiz kuruluşların en büyük övünç kaynaklarından biri olan mevduat kullandırma oranlarının yüksekliği yakın zamanda sektörün toplam oranının altında kalmıştır. Son 4 yılda gözlemlenen bu seyir Grafik 3.9 da yer almaktadır. Grafik 3.9: Toplanan Fonların Kullandırılma Oranı 120% 100% 80% 60% 40% 20% Katılım Bankaları Bankacılık Sektörü 0% (TKBB, 2014) 113

125 Tablo 3.4 dikkat çekici bir bilgi içermektedir. İslamî usûllere göre uygun olmayan, borcun varlık olarak gösterildiği ve spekülasyona neden olan türev ürünlerle ilişki, çok düşük şekilde gerçekleşse bile bu alanda da yine yükselen bir seyir gözlemlenebilmektedir. Mevduat Bankaları Kalkınma ve Yatırım Bankaları Tablo 3.4: Türev İşlemler Yoğunlaşma Göstergeleri (%) ,5 97,9 93,4 94,9 94,7 92,3 95,2 91,4 96,4 95,8 96,7 96,4 2,5 2,1 6,6 5,1 4,6 7,6 4 7,2 1,7 2,2 1,8 1,9 Katılım Bankaları ,7 0,1 0,8 1,4 1,9 2 1,5 1,7 (BDDK, 2011: 45) III.7. Ampirik Çalışma Faizsiz Finans taraftarlarının görüşlerine göre Katılım Bankaları, kullandığı finansman teknikleri yoluyla sadece üretime ve katma değer artırıcı üretken sınaî, ticari ve sabit sermaye yatırım şeklindeki reel ekonomiye fonlarını kullandırmaktadır. Kullandırılan fonlar üretim ve ticarî alan dışına, yani spekülatif alanlara kaymadığından, kullandırılan fonların geri dönmeme riski de düşük olmaktadır (Aras ve Öztürk, 2011: 169). Bu iddiaya göre katılım bankacılığı sadece faizsizlik özelliği olan bir bankacılık türü değil, aynı zamanda bilançonun pasifindeki yükümlülüklerin riskini azaltıcı, aktifindeki kredilerin emniyetini ve dolayısıyla aktif kalitesini arttırıcı özelliği olan bir bankacılıktır (TKBB, 2014). Çalışmanın ampirik kısmında, bu görüşü sınamak için Türkiye de faaliyet gösteren ve toplam aktif büyüklüğü 2 milyar TL'nin üzerinde olan 4'ü Katılım Bankası toplam 25 bankanın bilançolarında yer alan 114

126 takipteki kredi miktarı 25 kaleminin, bankanın türünden etkilenip etkilenmediğine bakılacaktır. III.7.1. Ekonometrik Model ve Tahmin Yöntemi Bu çalışmada kullanılacak ekonometrik model ve değişkenlerin açıklamalarını içeren Tablo 3.5 aşağıdadır. YTK = β 0 + β 1 MKO+ β 2 YK+ β 3 K + ε Tablo 3.5: Değişkenler YTK Takipteki kredi miktarının toplam kredi içindeki payı (%) MKO Mevduat kullandırma oranı (mevduat/kredi) YK Kullandırılan kredinin aktif içindeki payı (kredi/aktif) K Katılım Bankası olup olmadığı Bağımlı değişken olan Takipteki Kredi Miktarı, kullandırılan toplam kredi içindeki payının yüzde büyüklüğü olarak kullanılmıştır. İlk iki bağımsız değişken, bankaların kullandırdığı kredi miktarları, toplam aktif büyüklükleriyle ve topladıkları mevduatlarla -katılım bankaları için fonlarla- oranlanarak oluşturulmuştur. Bu değişkenlerin ikisinin de beklenen katsayı işaretleri pozitif tir. Çünkü kredinin genişlemesi, geri ödenmeme riskini de artırmaktadır. Son bağımsız değişken ise bankanın faizli ya da faizsiz çalıştığını göstermektedir. Bu değişken Katılım Bankaları için 1 diğerleri için 0 değerini almaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi 25 Ödenmediği için hakkında hukuki işlem başlatılan kredi borçları. 115

127 Katılım Bankaları, fonladıkları kesimin borçlarının geri dönmeme riskinin düşük olduğunu öne sürmektedirler. Çalışma bağlamında düşünürsek takipteki kredi miktarına olumlu yansıması olacağı düşünülen bu son değişkenin beklenen katsayı işareti ise negatif tir. Tahmin için kullanılacak veriler Türkiye Bankalar Birliği (TBB) ve Türkiye Katılım Bankaları Birliği (TKBB) internet sitelerinden ulaşılabilen banka bilançolarından, Mart Mart 2014 arasında kalan 25 dönemin ortalaması alınarak 26 oluşturulmuştur. Bu ortalamayı almaktaki amacımız ise yapacağımız kesit veri analizinin bir döneme sıkışmasını engelleyerek kısa zamanlı konjonktürel etkiden kurtulmasını sağlamaktır. Tablo 3.6, bankaların mevcut durumunu yansıtmak için Mart 2014 bilançolarından edinilen verilerle oluşturulmuştur. Tahmin için kullanılacak hale getirilmiş veriler de Tablo 3.7 de yer almaktadır. Hangi bankaların Katılım Bankası olduğu da yine Tablo 3.7 den görülebilmektedir. Tablo 3.8 ise karşılaştırma yapabilmek adına denklem değişkenlerinin tanımlayıcı istatistiklerini gösterecek şekilde oluşturulmuştur. 26 Her dö nemö nce kendi içerisinde öranlanmış sönra bu öranların örtalaması alınmıştır. 116

128 Tablo 3.6 Banka Verileri *1000 TL BANKA ADI TAKİPTEKİ KREDİ* AKTİF* MEVDUAT (FON)* TOPLAM KREDİ* Akbank T.A.Ş AlbarakaTürk Katılım Bankası A.Ş Alternatifbank A.Ş Anadolubank A.Ş Arap Türk Bankası A.Ş Asya Katılım Bankası A.Ş Burgan Bank A.Ş Citibank A.Ş Denizbank A.Ş Fibabanka A.Ş Finans Bank A.Ş HSBC Bank A.Ş ING Bank A.Ş KuveytTürk Katılım Bankası A.Ş Şekerbank T.A.Ş Tekstil Bankası A.Ş Turkland Bank A.Ş Türk Ekonomi Bankası A.Ş T. C. Ziraat Bankası A.Ş Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş Türkiye Garanti Bankası A.Ş Türkiye Halk Bankası A.Ş Türkiye İş Bankası A.Ş Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O Yapı ve Kredi Bankası A.Ş Verilerden görülebileceği üzere Katılım Bankaları'nın aktif büyüklüğü bakımından en büyük olanı Bank Asya, tüm bankalar arasında ancak 13. sıradadır. Hatta tüm Katılım Bankaları'nın aktifleri toplamı ilk 7 bankadan herhangi birinin aktif büyüklüğüne yaklaşamamaktadır. Bu durum faizsiz bankaların bankacılık sektöründe hayati önemde olmadıklarını göstermektedir. Takipteki kredi yüzdesine baktığımızda ise, Katılım Bankaları nın AlbarakaTürk hariç sektör ortalaması olan 117

129 4,0762 ye yakın oldukları görülmektedir. Gerek kredilerin aktif içindeki payı gerekse toplanan mevduatın ne kadarının kullandırıldığını gösteren diğer değişkenlerimizde de bu bankaların sektör ortalamalarından çok fazla ayrılmadığı görülmektedir. Tablo 3.7 Çalışmada Kullanılan Veriler BANKA ADI YTK MKO YK K Akbank T.A.Ş. 3,09 1,45 1,74 0 AlbarakaTürk Katılım Bankası A.Ş 2,51 1,13 1,36 1 Alternatifbank A.Ş. 4,46 0,82 1,41 0 Anadolubank A.Ş. 2,37 1,01 1,67 0 Arap Türk Bankası A.Ş. 2,76 1,08 3,19 0 Asya Katılım Bankası A.Ş. 4,99 1,04 1,35 1 Burgan Bank A.Ş. 5,85 1,21 2,32 0 Citibank A.Ş. 9,67 1,87 2,68 0 Denizbank A.Ş. 3,71 0,89 1,54 0 Fibabanka A.Ş. 1,18 1,12 1,42 0 Finans Bank A.Ş. 5,36 0,93 1,54 0 HSBC Bank A.Ş. 5,86 0,93 1,60 0 ING Bank A.Ş. 2,22 0,88 1,44 0 KuveytTürk Katılım Bankası A.Ş. 4,13 1,04 1,33 1 Şekerbank T.A.Ş. 6,84 1,20 1,74 0 Tekstil Bankası A.Ş. 4,23 0,88 1,46 0 Turkland Bank A.Ş. 3,16 1,03 1,57 0 Türk Ekonomi Bankası A.Ş. 2,48 1,00 1,60 0 T. C. Ziraat Bankası A.Ş. 1,99 2,47 3,11 0 Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş. 3,75 1,27 1,31 1 Türkiye Garanti Bankası A.Ş. 2,58 1,06 1,80 0 Türkiye Halk Bankası A.Ş. 5,16 1,56 2,06 0 Türkiye İş Bankası A.Ş. 3,63 1,28 2,07 0 Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O. 4,98 1,18 1,77 0 Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. 4,96 1,05 1,

130 Tablo 3.8 Tanımlayıcı İstatistikler Değişkenler YTK MKO YK Ortalama 4,0762 1,1746 1,7918 Standart Sapma 1,8375 0,3573 0,5209 En Yüksek Değer 9,6682 2,4685 3,1885 En Düşük Değer 1,1779 0,8188 1,3071 Bağımlı ve bağımsız değişkenler, kesit veri analizi yapmak için E-Views 5.0 programı yardımıyla regresyona sokulmuş ve En Küçük Kareler Yöntemi ile tahmin edilen modelin ayrıntılı sonuçları ekte sunulmuştur. III.7.2. Sonuçların Yorumu Modele yapılan tahmin neticesinde aşağıdaki denklem ortaya çıkmıştır; YTK = 3,84 + 0,37 MKO+ 0,32 YK 0,08 K (1,64) (1,59) (0,18) (1,20) n=25, R 2 =0,23 Tahmin sonucunda bağımlı değişkenlerin takipteki kredi miktarı üzerindeki etkileri beklenen yönde -negatif- gerçekleşmiştir. Sabit terim hariç diğer değişkenlerin katsayılarının istatistikî olarak anlamlı çıkmadığı bu modelde işaretler sadece etkinin yönüne dair bize bilgi verebilir. Bu sonuçlara göre bir bankanın Katılım Bankası olması kredi dönüş riskini biraz olsun düşürmektedir. Ancak bu düşüklüğün sebebinin bu bankaların faizsiz bankacılık esasına göre çalışmaları olduğunu söyleyebilmek zordur. Zaten Grafik 3.10 bize, takibe düşme oranının 119

131 geleneksel mevduat bankaları ve Kalkınma Bankaları için çok benzer şekilde takip ettiğini göstermektedir. Grafik 3.10: Banka Kredilerinin Takibe Düşme Oranı (%) (TKBB, 2012: 45) Faizsiz sistem finans piyasalarındaki balonlaşmayı önler ve istikrar sağlar, bu yüzden de krizler karşısında ekonomileri güçlü hale getirir. demek şimdilik kanıtlanamamış bir iddiadır. Analizini yapmaya çalıştığımız durum için, Katılım Bankaları nın borç verirken geleneksel bankalara kıyasla bir parça daha ihtiyatlı davranmalarının borç çevirim riskini bir nebze düşürüyor olabileceğini söyleyebiliriz. Kriz tehlikesinin kapıya dayandığı bu günlerde Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin yakın zamanda aldığı ve tüm sektörü ilgilendiren, kredi verilmesini ve taksitlendirmesini zorlaştıran tedbirlerin etkisini göstermesinden sonra yapılacak benzer bir analiz, Katılım Bankaları nın bu anlamda bir fark yaratıp yaratmadığına dair daha sağlıklı bilgiler sunacaktır. 120

132 SONUÇ Bir ekonomide istikrardan söz edebilmemiz için, o ekonomide bütçe dengesini sağlayan mali istikrar ve enflasyonu zararsız seviyelerde tutacak fiyat istikrarının yanında, finans piyasalarını çalkantılardan uzak tutacak finansal istikrarın da sağlanması gerekmektedir. Finans sektöründeki herhangi bir zamanda istikrar ve istikrarsızlık, kişi ve kuruluşların eş zamanlı hareketleri ile bağlantılıdır. Eş zamanlı hareket halinde olan finansın tarafları arasındaki ilişkiler; beklentiler üzerine kurulmuş, dinamik ve çok yönlü etkileşim halindedir. Finansal istikrarın en önemli karakteristiği ise insan unsurunu ve geleceğe ilişkin bir zaman boyutunu içeriyor olmasıdır. Bu özellik insanların taahhütlerini yerine getireceği ve borçların zamanında geri ödeneceği varsayımı ile ilgilidir. Bu nedenle finansal sektör ileriye yönelik temel belirsizlikler içerir. Finansal istikrarsızlığa neden olan bu belirsizlik koşulları, hâkim iktisat teorisi tarafından göz ardı edilmektedir. Bu yüzden de analizlerine dâhil etmedikleri bu durumla karşılaştıkları zaman, onu dışsal sebeplere bağlamaktadırlar. Giriş bölümünde kullandığımız kriz-deprem karşılaştırmasını anımsayacak olursak; Ortodoks iktisat teorisi, krizleri, tıpkı deprem gibi beklenmedik anda vuran doğal bir afet olarak ele alır. Kusursuzca işleyen mekanizmaları dışarıdan etkileyen etmenler sonucu kriz oluşmasını, ekonomilerin fıtratında var olan bir durum olarak görür. Post-Keynesyen iktisat başta olmak üzere birçok karşı iktisat akımına göre de krizler, -Ortodoks görüşle aynı şekilde- depremler gibi kaçınılmaz olaylar olarak görülmektedir. Fakat büyük bir farkla; ekonomilerin sarsıcı afeti krizler her koşulda değil, ancak kapitalist sistemin yapısı nedeniyle doğal bir sonuç olarak 121

133 yaşanmaktadır. Üstelik son 50 yıllık dönemde artarak etkisini gösteren finansallaşma sayesinde kapitalist ekonominin zemini, sarsıntıları daha sık ve yoğun şekilde hissedebileceğimiz oynak bir hale gelmiştir. Bu yüzden artık istikrarsızlığa sebep olan mekanizmaların kabul edilip incelenmesi ve sonra sürdürülebilir istikrar için gerekli olan müdahalelerin belirlenmesi gerekmektedir. Neoklasik Sentez takipçisi iktisatçılar, piyasaların içsel mekanizmalar sayesinde hep dengede seyredeceğini söylerken, bir yandan da denge dışı durumlara müdahaleleri teorize etmeye çalışırlar. Ancak denge dışı durumların ortaya çıkma nedenlerini anlamaya yönelik bir çaba göstermemektedirler. Buna karşılık bir Post- Keynesyen olan Minsky, günümüz ekonomik krizlerinin sebebini finansın yapısı gereği kırılgan olmasına bağlarken, kırılganlığın sebeplerini açıklamaya çalışmıştır. Minsky ye göre ekonomilerde ikili bir fiyat sistemi vardır. Bu ikili fiyat sisteminin parçaları, yatırım mallarının fiyatı ve onun ikamesi olan sermaye mallarının fiyatından oluşmaktadır. Bahsedilen iki fiyat arasında güçlü bir bağ olduğunu söyleyen Minsky, firmaların üretim kararını bu iki fiyat arasındaki dengeye göre belirlediklerini savunur. Yani artık ekonomilerdeki kâr maksimizasyonun önemli bir parçasını portföy yönetimi oluşturmaktadır. Finansın böylesine belirleyici olduğu bu yapıda kuralsızlık, istikrar bakımından tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Çünkü işlerin olumlu seyrettiği dönemlerde durumun aynı şekilde süreceği varsayımı, karar birimlerinin portföy yapılarını, edilen kârların daha küçük bölümünün borçları ödemekte kullanıldığı spekülatif ve Ponzi türü finansmana doğru değiştirmesine sebep olur. Yukarıda bahsedildiği gibi artık finansal kararlar yalnızca üretimi sürdürmenin değil, kâr yaratma koşulunun da çok önemli bir parçasıdır ve sözü geçen Ponzi türü finansmana doğru eğilim, kişi ve kurumların cehaleti veya 122

134 kötücüllüğünden değil, kapitalist üretim sisteminin doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Finansal kırılganlığı azaltmak için atılacak ilk adım bu durumu kabul etmek olmalıdır. Minsky de tıpkı Keynes gibi mevcut ekonomik sistemin zaaflarını teşhis etmek ve bu zaafları en aza indirmek için uğraşmıştır. Bu anlamda onun teoriye yaptığı en önemli katkılardan birinin de büyük devlet kavramı olduğunu söyleyebiliriz. Finans sistemine bağlı ekonomilerin kırılganlığına rağmen sürdürülebilmelerinin biricik koşulu olarak büyük devletin varlığını öne süren Minsky, finansal istikrarsızlığı azaltacak reformların da ancak büyük devlet tarafından gerçekleştirilebileceğini söyler. Fakat sistemin istikrarını sağlayacak yegâne kurumun da istikrarsızlık yaratması gibi garip bir durum da vardır. Öyle ki finans sisteminin her sıkışıklığında nihai borç verme faaliyeti yoluyla imdada yetişecek bir büyük devletin varlığı, o piyasalardaki güvenlik marjlarının düşük tutulmasına neden olarak kırılgan yapının devam etmesini sağlamaktadır. Kural ve kanun koyucu olarak devlet, nihai borç vermesini gerektiren koşulları ortadan kaldıracak önlemleri, onun bu ana faaliyetine gereksinim olmadan önce almalıdır. Keynes in belirttiği gibi paranın, işlemlerde kullanılma ve değer saklama özelliklerinin dışında, spekülatif amaçlarla da tutulabiliyor olması ve bugünle gelecek arasında köprü kuran sözleşmelerin dayanağının da yine para olması onu güvenilemez bir değer birimi haline getirmiştir. Finans sistemi de bu değeri güvenilir hale getirebilmek için faiz mekanizmasını ve birinin borcunun henüz ödenmeden başkasının varlığına dönüşebildiği türev araçları kullanmaktadır. Ancak 123

135 kuralların ve denetimin olmadığı yerde bu araçlar da istikrarsızlığın artmasını hızlandıran unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki, tezin başlığında da yer alan Faizsiz Finans ın bir alternatif olup olmadığı sorusunun cevabı nedir? Peşinen söylemek gerekirse Faizsiz Finans şu an için iddiaların aksine bir alternatif değil, mevcut sisteme bir damar daha açarak onun büyümesini sağlayan bir mecradır. Öncelikle İslam ın, faizin her türlüsünü yasaklıyor olmakla birlikte, aslında tanımladığı faizin, -karşılıksız değer yaratması sebebiyle haklı olarak karşı çıkılan- tefeci faizi olduğunun ve ondan korunmanın olanaklarının varlığının altını çizmeliyiz. Bunun yanında kapitalist üretimin bir parçası olan kredi faizini reddetmek için ise mevcut üretim biçimine toptan bir karşı çıkış gerekmektedir. Ancak görüldüğü üzere Faizsiz Finans (İslamî Finans) kapitalist ekonomiye karşı çıkmak yerine, kendi sistemini kapitalist finans sisteminin kavramlarının etrafından dolaşarak kurmuştur. Faizsiz Finans ın istikrarsızlığı engelleyecek güçlü bir alternatif olup olmadığından önce bir alternatif olup olmadığına bakalım. Faizin kanunen yasak olduğu iki ülke dışında yalnızca bir ülkede (Kuveyt) faizsiz işlemler hacminin toplam sektörün yarısından fazla olması gibi nicel bir değerlendirmenin yanında, Faizsiz Finans ın farklı isimlerle de olsa geleneksel finans ürünlerini birebir kullanıyor oluşu gibi nitel bir değerlendirme yapıldığında da görülen; bu sistemin güçlü, yaygın ve özgün bir sistem oluşturamadığıdır. Temel olarak faizden kaçınmak amacıyla örgütlenen bu sistemin geleceğe yönelik bir alternatif yaratma potansiyelini ise ancak şu ana kadar göstermiş olduğu performansa bakarak belirleyebiliriz. Faizsiz Finans ın kullanıldığı ülkelerin iktisadi 124

136 büyümelerinin fark yaratacak düzeyde olmaması, kriz anlarında İslamî Finans ürünlerinin ekonomilerinde önemli yer kapladığı ülkelerin de bu krizlerden diğer ülkelere benzer şekilde olumsuz etkilenmeleri ve İslamî endekslerin konvansiyonel endekslerle olan tıpkı hareketi, bize göre Faizsiz Finans ın makro boyutta güvenilebilecek alternatif bir mevziî olmadığını göstermektedir. Öte yandan zaten Faizsiz Finans tarafının da alternatif olmak yerine mevcut sistemin bir parçası olmaya daha yakın olduğuna işaret eden veriler vardır. Kredi genişletilmesiyle birlikte sermaye oranlarının düşüşünün yol açtığı riskin artırılması veya işler kötü gittiğinde finans piyasalarını devletin ayakta tutuyor olması gibi faizli sistemle aynı şekilde yürüyen uygulamalar, bu sistemin giderek geleneksel sisteme benzediğini göstermektedir. Türkiye de durum dünya genelinden farklılık göstermemektedir. Türkiye de kendine özgü adıyla faaliyet gösteren Katılım Bankaları, vadesiz mevduata karşılık gelen cari hesap, vadeli mevduata karşılık gelen katılım hesabı gibi fon toplama yöntemlerini ve yine geleneksel bankaların sağladığı hemen hemen tüm bankacılık hizmetlerini -taksitli satış yaptıran kredi kartları dâhil- müşterilerine sunmaktadır. Faaliyette bir farklılığı olmayan bu kurumların performansında da göze çarpan bir başarısı bulunmamaktadır. Sisteme dâhil olan en son yeniliği temsil eden Katılım Bankaları nın bazı göstergelerde (mudi sayısı, kredi kartı sayısı, aktif büyümesi) sektörün geri kalanından daha hızlı gelişim göstermesi ise son derece normaldir. Bu artışlar geleneksel bankacılığa tercih edilmekten ziyade sisteme yeni dâhil olan kişiler sayesinde oluşmaktadır. Fakat bizce Katılım Bankaları nın önemli bir fark yaratamadığının en önemli göstergesi, verilen kredilerin -ki burada bahsedilen 125

137 kredilerin dağılımı da geleneksel bankalarla hemen hemen aynıdır- geri ödenmesinde geleneksel bankacılık kurumlarına kıyasla belirgin bir başarısı olmamasıdır. Geleneksel anlamda faize dayalı finans, parayı sakla derken, öz olarak İslamî Finans sür demektedir. Yani atıl fonu borç vererek paradan para kazanmak yerine, onu ticaret yapacak kimselerle paylaşıp üretimi sürdür demektedir. Ancak gerek Türkiye deki (TKBB, 2013: 85), gerekse dünyadaki (Åström,2012: 11) faizsiz bankaların kullandırdığı fonların yapısına baktığımız zaman durumun pek de İslamî Finans ın özünü yansıtmadığını görürüz. Mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) ve müşareke (kâr-zarar ortaklığı) kullandırma oranlarının, tüm fonlar içinde %1 bile yer kaplamaması, yani savunulduğu şekilde faiz kullanmayan bankacılığın reel ekonomiyi canlandıran bir yöntem olmaması, yine faizsiz sistemin özgün bir çalışma prensibi geliştirerek fark yaratamadığının göstergesidir. Öte yandan Faizsiz Finans dünyasının son buluşu, İslamî Tahvil de denen sukuk, dikkatle takip edilmelidir. Gayrimenkul yatırım ortaklığına dayanan bu ürün spekülasyona açıktır ve konut balonu yaratarak kriz oluşturma potansiyeli vardır. Ancak geldiğimiz noktada, geleneksel finansın son krizine mortgage kredilerinin oluşturduğu konut balonunun yol açtığı düşünülürse, faizsiz sistemin de böyle bir sonuçla karşılaşması şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü geleneksel finans sisteminden ayrılamayacak şekilde, kuralsızlığın ve denetimsizliğin hüküm sürdüğü, kâr ençoklamasının esas hedef olduğu işleyiş biçimi, Faizsiz Finans kuruluşlarının da temel faaliyet ortamını oluşturmaktadır. Özetle bu çalışmanın sonucunda Faizsiz Finans ın mevcut sistem karşısında bir alternatif değil, -farklı amaçlarla ortaya çıksa bile- bilakis finansallaşma döneminin 126

138 bir ürünü, finansal derinleşmeye katkı sunan bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Bu sistemi başarılı sayabileceğimiz husus, yalnızca tüm finans sistemine daha fazla giriş sağlamaya yaptığı katkı olarak görünmektedir. Çalışma içinde de belirtildiği gibi istikrarsızlık, salt faiz veya ekonomideki karar birimlerinin davranışlarından değil, kapitalist üretim biçiminin içsel dinamikleri sebebiyle oluşmaktadır. Görüldüğü üzere aynı dinamiklerle çalışmakta olduğundan, Faizsiz Finans ın geleneksel sisteme farklı bir alternatif oluşturmak öte dursun, bir parçası olarak içinde yer aldığını söylediğimiz finans dünyasına tek başına istikrar kazandıracak bir sistem olmadığı açıktır. 127

139 KAYNAKÇA Açık Radyo (2005). Yeni Emperyalizm Ekonomisi. Ali Bilge (sun.) 6 Haziran Akın, Cihangir (1986). Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma. İstanbul: Kayhan Yayınları Aras, O. N., Öztürk, M. (2011). Reel Ekonomiye Katkıları Bakımından Katılım Bankaları nın Kullandırdığı Fonların Analizi. Ekonomi Bilimleri Dergisi, Cilt: 3, No: 2. s Arrighi, Giovanni (2003). The Social and Political Economy of Global Turbulence. New Left Review, No:20, (s. 5-71). Aytürk, Yusuf (2011). Finansallaşma ve Reel Ekonomi. Hayri Kozanoğlu (ed.), Uç(ur)amayan Balon: Finans içinde (s ). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Azarian, Reza (2011). Outline of an Economic Sociology of Islamic Banking. International Journal of Business and Social Science Cilt. 2 No. 17. s Åström, Zeyneb H. (2012). Risk Analysis for Profit and Loss Sharing Instruments. (Yayımlanmamış doktora tezi) International University of Sarajevo, Saraybosna. BDDK (2011). Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler bygr_2011.pdf BDDK (2013). Finansal Piyasalar Raporu. 02fpr_aralik2012_ bb.pdf Bello, Walden (2008). A Primer on Wall Street Meltdown. Brenner, R., Pröbsting, M. (2011). Marksist Kriz Teorisi ve Kredi Krizi. S. Çakmak Şahin, A. Şen Taşbaşı, (çev.). İstanbul: Yordam Kitap. Camacho, C.M., Nieto, J.A.R. (2010). Finansal Sermayenin Küreselleşmesi: Tuncel Öncel (çev.). Costas Lapavitsas (ed.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde (s ). İstanbul: Yordam Kitap. Dos Santos, Paulo L. (2010), Günümüz Kapitalizminde Bankacılığın İçeriği Üzerine. Tuncel Öncel (çev.). Costas Lapavitsas (ed.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde (s ). İstanbul: Yordam Kitap. Eaton, John (2009). Keynes'e Karşı Marx. Tonguç Ok (çev.). İstanbul: Evrensel Basım Yayın. 128

140 Epstein, Gerald (2005). Introduction: Financialization and The World Economy. Gerald Epstein (ed.), Financialization and The World Economy içinde (s. 3-16). Cheltenham: Edwar Elgar. Erdem, N., Atbaşı Dönmez, F. (2011). Finans Sermayenin Kriz Döngüsü: Merkez- Çevre Yakınsaması. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 66, No.4, s Ergüneş, Nuray (2010), Finansallaşma Döneminde Türkiye Ekonomisinin Küresel Bütünleşmesi. Costas Lapavitsas (ed.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde (s ). İstanbul: Yordam Kitap. Eskici, Mustafa M. (2007). Türkiye de Katılım Bankacılığı Uygulaması ve Katılım Bankaları nın Müsteri Özellikleri. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi) Süleyman Demirel Üniversitesi/Sosyal bilimler Enstitüsü, Isparta. Fine, Ben (2010). Neoliberalism as Financialization. A. Saad-Filho, G. Yalman (ed.), Economic Transition to Neoliberalism in Middle-Income Countries: Policy Dilemmas, Economic Crises, Forms of Resistance içinde (s ). Londra: Routledge. Foster, John B. (2010). The Financialization of Accumulation. Monthly Review, Cilt:63, No:5, (s. 1-17). IDB (2012). 38th Annual Report. DB/CM/Publications/Annual_Reports/38th/AnnualReport38.pdf IDB (2013). Statement of IDB Share Capital Subscription. fd8b547aa0e2027b7c9 IFSB (2013). Islamic Financial Services Industry Stability Report. %20IFSI%20Stability%20Report%202013%20(Final).pdf Itoh, M., Lapavitsas, C. (2008). Para ve Finans'ın Ekonomi Politiği. Tuncel Öncel (çev.). İstanbul: Yordam Kitap. Itoh, Makoto (2010), İkinci Kalite Finansal Krizinin Tarihsel Önemi ve Toplumsal Maliyeti: Japonya Deneyimi. Tuncel Öncel (çev.). Costas Lapavitsas (ed.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde (s ). İstanbul: Yordam Kitap. Kalaycı, İrfan (2013) Katılım Bankacılığı - Mali Kesimde Nasıl Bir Seçenek?. Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, Cilt 9, Sayı 19, 2013, s Karatepe, Umar (2013). Şeriatla Uyumlu Finansal Ürünler ve Malezyalaşma

141 Keen, Steve (2001). Minsky s Thesis: Keynesian or Marxian?,. R. Bellofiore, P. Ferri (ed.) Financial Keynesianism and Market Instability: the Economic Legacy of Hyman Minsky, Volume I. Edward Elgar Publishing Keynes, John M. (1963). Essays in Persuasion. New York: W.W. Norton & Company. Keynes, John M. (2012). Para Üzerine Bir İnceleme. Cihan Gerçek (çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Kozanoğlu, Hayri (2011). Finansallaşma ve Türkiye. Hayri Kozanoğlu (ed.), Uç(ur)amayan Balon: Finans içinde (s ). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Lapavitsas, Costas (2010), Finansallaşmış Kapitalizm: Kriz ve Finansal Müsadere, Tuncel Öncel (çev.). Costas Lapavitsas (ed.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde (s ). İstanbul: Yordam Kitap. Marx, Karl (1990). Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi III. Cilt: Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci (2. Baskı). Alaattin Bilgi (çev.). Ankara: Sol Yayınları. Marx, Karl (2013) Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi I. Cilt: Sermayenin Üretim Süreci (3. Baskı). M. Selik, N. Satılgan (çev.). İstanbul: Yordam Kitap. Minsky, Hyman P. (1982). Can "It" Happen Again? Essays on Instability and Finance. Armonk, N.Y.: M.E. Sharpe. Minsky, Hyman P. (1995). Sources of Financial Fragility: Financial Factors in the Economics of Capitalism. Hyman P. Minsky Archive, Paper No: Minsky, Hyman P. (2013). İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı. Oğuz Esen (çev.). Ankara: Efil Yayınevi. Özcan, Ahmet (2011) Türev Ürünler ve Finansallaşma. Kozanoğlu, H. (ed.), Uç(ur)amayan Balon: Finans içinde (s ). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Öziş, Mustafa (2010) İktisat Teorisinde Zaman. (Yayımlanmamış doktora tezi) Gazi Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Özsoy, İsmail (1994). Kredi Faizi: Kur ân a Göre Bir Değerlendirme. İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, Güz, 2(3), Özsoy, İsmail (2008). Reflections on the Nature of Interest and Some Evidence of Interest Rates Effect on Business Cycles. 1st International Conference on Management and Economics (ICME 08), Tirana. Konferans kitapçığı, Cilt.1, Özsoy, İsmail (2012). Vatikan İslâmî Finansı Öneriyor; İslâmî Finans Neyi Öneriyor?. Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu, 1-2 Ekim

142 Özsoy, İsmail (2012a). Türkiye de Katılım Bankacılığı.TKBB eğitim notları. Öztürk, Yaşar N. (2001). Kur an-ı Kerim Meâli. İstanbul: Yeni Boyut Papadimitriou, D. B., Wray, L (2013). Minsky nin İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı: Yirmi Yıl Sonra. Oğuz Esen (çev.). Hyman P. Minsky., İstikrarsız Bir Ekonominin İstikrarı içinde (s.xix-xlii). Ankara: Efil Yayınevi. Sarıaslan, H., Erol C. (2008). Finansal Yönetim. Ankara: Siyasal Kitabevi Shanmugam, B. ve Zahari, Z.R. (2009). A Primer on Islamic Finance The Research Foundation of CFA Institute Publications, Vol:2009, No:6 Siddiqi, Mohammed N. (2006). Shariah, Economics and Progress of Islamic Finance: The Role of Shariah Experts. TCMB (2013). Finansal İstikrar Raporu. TKBB (2005). Dünyada Ve Türkiye de Faizsiz Bankacılık TKBB (2012). Katılım Bankaları TKBB (2013). Katılım Bankaları TKBB (2014). Türk Finans Sisteminde Katılım Bankaları Tokucu, Erkan (2012). Hyman Minsky nin Finansal İstikrarsızlık Hipotezi Çerçevesinde Finansal Krizler ve Çözüm Önerileri, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 67, No.2, s Toporowski, Jan (2010) The Wisdom of Property and Politics of Middle Classes. Monthly Review, Cilt:62, No:4, (s ). Toutounchian, Iraj (2004). Islamic Banking: A last Ditch to Save Capitalism. London: New Horizon Türkmenoglu, Rüveyde E. (2007). Katılım Bankacılığı ve Türkiye deki Finansal Yapı. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi) Kırıkkale Üniversitesi/Sosyal bilimler Enstitüsü, Kırıkkale. Uyan, Ufuk (2011). Faizsiz Bankacılık ve Günümüz Bankacılık Uygulamaları 131

143 Ünsal, Erdal M. (2005). Makro İktisat (6. Baskı). Ankara: İmaj Yayıncılık. Wilson, Rodney (2007). Islamic Finance in Europe. RSACS papers, No: 2007/2 e=1 Yay, Gülsün Gürkan (2012). Para ve Finans Teori-Politikası. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Yeldan, Erinç (2009), On The Nature And Causes Of The Collapse Of The Wealth Of The Nations, 2007/2008: The End Of A Façade Called Globalization, /default.htm 132

144 EK: E-Views Tahmin Sonuçları Bağımlı Değişken: YTK Metod: En Küçük Kareler Tarih: 07/19/14 Saat: 17:30 Örneklem: 1 25 Kullanılan Gözlem: 25 Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği Olasılık C MKO YK K R Düzeltilmiş R E-Views 5.0 programıyla değişkenler regresyona sokulduğunda tablodaki sonuçlar elde edilmiştir. Olasılık değerlerine bakarak modeldeki katsayıların sabit terim haricinde anlamlı olmadığını görebilmekteyiz. 133

SORU SETİ 11 MİKTAR TEORİSİ TOPLAM ARZ VE TALEP ENFLASYON KLASİK VE KEYNEZYEN YAKLAŞIMLAR PARA

SORU SETİ 11 MİKTAR TEORİSİ TOPLAM ARZ VE TALEP ENFLASYON KLASİK VE KEYNEZYEN YAKLAŞIMLAR PARA SORU SETİ 11 MİKTAR TEORİSİ TOPLAM ARZ VE TALEP ENFLASYON KLASİK VE KEYNEZYEN YAKLAŞIMLAR PARA Problem 1 (KMS-2001) Kısa dönem toplam arz eğrisinin pozitif eğimli olmasının nedeni aşağıdakilerden hangisidir?

Detaylı

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120 Makro İktisat II Örnek Sorular 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120 Tüketim harcamaları = 85 İhracat = 6 İthalat = 4 Hükümet harcamaları = 14 Dolaylı vergiler = 12

Detaylı

DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI

DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI 1 DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI Durgunluk Tanımı Toplam arz ile toplam talep arasındaki dengesizlik talep eksikliği şeklinde ortaya çıkmakta, toplam talebin uyardığı üretim düzeyinin o ekonominin üretim

Detaylı

İçindekiler kısa tablosu

İçindekiler kısa tablosu İçindekiler kısa tablosu Önsöz x Rehberli Tur xii Kutulanmış Malzeme xiv Yazarlar Hakkında xx BİRİNCİ KISIM Giriş 1 İktisat ve ekonomi 2 2 Ekonomik analiz araçları 22 3 Arz, talep ve piyasa 42 İKİNCİ KISIM

Detaylı

Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom ve Denkleştirici

Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom ve Denkleştirici Ödemeler Dengesi Doç. Dr. Dilek Seymen Araş. Gör. Aslı Seda Bilman 1 Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom

Detaylı

YEDİNCİ BÖLÜM MAKROEKONOMİ: TANIM, KAPSAM VE GELİŞİM

YEDİNCİ BÖLÜM MAKROEKONOMİ: TANIM, KAPSAM VE GELİŞİM YEDİNCİ BÖLÜM MAKROEKONOMİ: TANIM, KAPSAM VE GELİŞİM Neler Öğreneceğiz? Makroekonominin tanımı Makroekonomi ve Mikroekonomi Ayrımı Makroekonominin Gelişim Süreci ve Tarihi Düşünce Okullarının Makroekonomik

Detaylı

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR ÖNSÖZ İÇİNDEKİLER III Bölüm 1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR 11 1.1. İktisat Biliminin Temel Kavramları 12 1.1.1.İhtiyaç, Mal ve Fayda 12 1.1.2.İktisadi Faaliyetler 14 1.1.3.Üretim Faktörleri 18 1.1.4.Bölüşüm

Detaylı

BÖLÜM I MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ

BÖLÜM I MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ İÇİNDEKİLER BÖLÜM I MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ Giriş... 1 1. Makroekonomi Kuramı... 1 2. Makroekonomi Politikası... 2 2.1. Makroekonomi Politikasının Amaçları... 2 2.1.1. Yüksek Üretim ve Çalışma Düzeyi...

Detaylı

Ayrım I. Genel Çerçeve 1

Ayrım I. Genel Çerçeve 1 İçindekiler Önsöz İçindekiler Ayrım I. Genel Çerçeve 1 Bölüm 1. Makro Ekonomiye Giriş 3 1.1. Ekonominin Tanımlanması ve Bir Bilim Olarak Ekonomi 4 1.2. Ekonomi Teorisi ve Politikası 5 1.3. Makro Ekonomi

Detaylı

Ödemeler Dengesi Doç. Dr. Dilek Seymen Araş. Gör. Aslı Seda Bilman 1 Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom

Detaylı

8.1 KLASİK (NEOKLASİK) MODEL Temel Varsayımlar: Rasyonellik; Para hayali yoktur; Piyasalar sürekli temizlenir.

8.1 KLASİK (NEOKLASİK) MODEL Temel Varsayımlar: Rasyonellik; Para hayali yoktur; Piyasalar sürekli temizlenir. 1 BÖLÜM 8: HASILA VE FİYAT DÜZEYİ: ALTERNATİF MAKRO MODELLER Bu bölümde AD ve farklı AS eğrileri birlikte ele alınarak farklı makro modellerde P ve Y düzeylerinin nasıl belirlendiği incelenecektir. 8.1

Detaylı

DERS NOTU 09 DIŞLAMA ETKİSİ UYUMLU MALİYE VE PARA POLİTİKALARI PARA ARZI TANIMLARI KLASİK PARA VE FAİZ TEORİLERİ

DERS NOTU 09 DIŞLAMA ETKİSİ UYUMLU MALİYE VE PARA POLİTİKALARI PARA ARZI TANIMLARI KLASİK PARA VE FAİZ TEORİLERİ DERS NOTU 09 DIŞLAMA ETKİSİ UYUMLU MALİYE VE PARA POLİTİKALARI PARA ARZI TANIMLARI KLASİK PARA VE FAİZ TEORİLERİ Bugünki dersin içeriği: 1. MALİYE POLİTİKASI VE DIŞLAMA ETKİSİ... 1 2. UYUMLU MALİYE VE

Detaylı

GENEL DEĞERLENDİRME TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI

GENEL DEĞERLENDİRME TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI GENEL DEĞERLENDİRME Küresel kriz sonrası özellikle gelişmiş ülkelerde iktisadi faaliyeti iyileştirmeye yönelik alınan tedbirler sonucunda küresel iktisadi koşulların bir önceki Rapor dönemine kıyasla olumlu

Detaylı

A İKTİSAT KPSS-AB-PS / 2008 5. Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden

A İKTİSAT KPSS-AB-PS / 2008 5. Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden 1. Her arz kendi talebini yaratır. şeklindeki Say Yasasını aşağıdaki iktisatçılardan hangisi kabul etmiştir? A İKTİSAT 5. Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli

Detaylı

İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri

İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri 1. Yıl - Güz 1. Yarıyıl Ders Planı Mikroekonomik Analiz I IKT751 1 3 + 0 8 Piyasa, Bütçe, Tercihler, Fayda, Tercih,

Detaylı

TOPLAM TALEP I: IS-LM MODELİNİN OLUŞTURULMASI

TOPLAM TALEP I: IS-LM MODELİNİN OLUŞTURULMASI BÖLÜM 10 TOPLAM TALEP I: IS-LM MODELİNİN OLUŞTURULMASI IS-LM Modelinin Oluşturulması Klasik teori 1929 ekonomik krizine çare üretemedi Teoriye göre çıktı, faktör arzına ve teknolojiye bağlıydı Bunlar ise

Detaylı

IS LM MODELİ ÇALIŞMA SORULARI

IS LM MODELİ ÇALIŞMA SORULARI IS LM MODELİ ÇALIŞMA SORULARI Soru KPSS 2001 Otonom tüketim harcamalarının artması aşağıdakilerin hangisine neden olur? a) Denge üretim düzeyinin artmasına, LM eğrisinin sağa doğru kaymasına b) Denge üretim

Detaylı

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ Problem 1 (KMS-2001) Marjinal tüketim eğiliminin düşük olması aşağıdakilerden hangisini gösterir? A) LM eğrisinin göreli olarak yatık olduğunu B) LM eğrisinin göreli olarak dik

Detaylı

IS-LM MODELİNİN UYGULANMASI

IS-LM MODELİNİN UYGULANMASI IS-LM MODELİNİN UYGULANMASI IS ve LM eğrilerinin kesiştiği nokta milli geliri belirliyor. Birinin kayması kısa dönem dengeyi değiştiriyordu. Maliye politikası Hükümet harcamaları artışı IS eğrisi sağa

Detaylı

1 MAKRO EKONOMİNİN DOĞUŞU

1 MAKRO EKONOMİNİN DOĞUŞU İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 MAKRO EKONOMİNİN DOĞUŞU ve TEMEL KAVRAMLAR 11 1.1.Makro Ekonominin Doğuşu 12 1.1.1.Makro Ekonominin Doğuş Süreci 12 1.1.2.Mikro ve Makro Ekonomi Ayrımı 15 1.1.3.Makro Analiz

Detaylı

FİYAT İSTİKRARI ACI KAHVE

FİYAT İSTİKRARI ACI KAHVE FİYAT İSTİKRARI ACI KAHVE Sevinç Karakoç Raziye Akyıldırım Yasemin Ağdaş Duygu Çırak NELER ANLATILACAK? FİYAT İSTİKRARI NEDİR? FİYAT İSTİKRARININ YARARLARI NELERDİR? TÜRKİYE DE FİYAT İSTİKRARI Bir toplumu

Detaylı

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ Problem 1 (KMS-2001) Marjinal tüketim eğiliminin düşük olması aşağıdakilerden hangisini gösterir? A) LM eğrisinin göreli olarak yatık olduğunu B) LM eğrisinin göreli olarak dik

Detaylı

15.433 YATIRIM. Ders 19: Menkul Kıymet Analizi. Bahar 2003

15.433 YATIRIM. Ders 19: Menkul Kıymet Analizi. Bahar 2003 15.433 YATIRIM Ders 19: Menkul Kıymet Analizi Bahar 2003 Giriş Piyasada gözlemlediğimiz fiyatlar nasıl açıklanır? Etkin bir piyasada, fiyat kamuya açık olan tüm bilgileri yansıtır. Piyasa bilgisini piyasa

Detaylı

İKTİSAT ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA DERS İÇERİKLERİ. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS

İKTİSAT ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA DERS İÇERİKLERİ. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS İKTİSAT ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA DERS İÇERİKLERİ 1. YIL GÜZ DÖNEMİ İleri Makroiktisat I IKT801 1 3 + 0 6 Makro iktisadın mikro temelleri, emek, mal ve sermaye piyasaları, modern AS-AD eğrileri. İleri

Detaylı

gerçekleşen harcamanın mal ve hizmet çıktısına eşit olmasının gerekmemesidir

gerçekleşen harcamanın mal ve hizmet çıktısına eşit olmasının gerekmemesidir BÖLÜM 5 Açık Ekonomi Açık Ekonomi Önceki bölümlerde kapalı ekonomi varsayımı yaptık Bu varsayımı terk ediyoruz çünkü ekonomilerin çoğu dışa açıktır. Kapalı ve açık ekonomiler arasındaki fark açık ekonomide

Detaylı

Tufan Samet ÖZDURAK THEMIS MAKRO İKTİSAT

Tufan Samet ÖZDURAK THEMIS MAKRO İKTİSAT Tufan Samet ÖZDURAK THEMIS MAKRO İKTİSAT İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... VII BİRİNCİ BÖLÜM Makro İktisat 1. MAKRO İKTİSATIN ANLAMI... 1 2. MAKRO İKTİSATTA KARAR BİRİMLERİ (SEKTÖRLER)... 2 3. MAKRO İKTİSATTA PİYASA

Detaylı

Ekonomi II. 20.Para Teorisi ve Politikası. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

Ekonomi II. 20.Para Teorisi ve Politikası. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından Ekonomi II 20.Para Teorisi ve Politikası Doç.Dr.Tufan BAL Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından faydalanılmıştır. 20.1.Para Teorisi Para miktarındaki

Detaylı

Giriş İktisat Politikası. İktisat Politikası. Bilgin Bari. 28.Eylül.2015

Giriş İktisat Politikası. İktisat Politikası. Bilgin Bari. 28.Eylül.2015 28.Eylül.2015 1 Giriş Temel Kavramlar Politika Etkilerinin Analizi 2 nın Yürütülmesi Tanımlar Giriş Temel Kavramlar Politika Etkilerinin Analizi İktisat kıt kaynakların etkin dağılımı üzerine çalışır.

Detaylı

İÇİNDEKİLER III. Önsöz

İÇİNDEKİLER III. Önsöz İÇİNDEKİLER Önsöz BİRİNCİ BÖLÜM PARA, EKONOMİ VE FİNANSAL SİSTEM 1.1.Paranın Doğuşu 1.2.Para ve Ekonomi 1.3. Finansal Sistem 1.3.1. Finansal Sistemin Tanımı Ve Yapısı 1.3.2. Finansal Sistemin Temel Fonksiyonları

Detaylı

PARA VE BANKA I.BÖLÜM. PARANIN TEMEL KAVRAMLARI ve TARİHSEL GELİŞİMİ

PARA VE BANKA I.BÖLÜM. PARANIN TEMEL KAVRAMLARI ve TARİHSEL GELİŞİMİ PARA VE BANKA I.BÖLÜM PARANIN TEMEL KAVRAMLARI ve TARİHSEL GELİŞİMİ Paranın Tanımı:Parayı en basit anlamıyla tanımlayacak olursak Bir toplumun ödeme aracı olarak kabul ettiği, herkes tarafından kullanılan

Detaylı

NDEK LER I. Finansal stikrarın Makroekonomik Unsurları II. Bankacılık Sektörü ve Di er Finansal Kurulu lar

NDEK LER I. Finansal stikrarın Makroekonomik Unsurları II. Bankacılık Sektörü ve Di er Finansal Kurulu lar İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... i İÇİNDEKİLER... iii TABLO LİSTESİ... v GRAFİK LİSTESİ... vii KUTU LİSTESİ... xiv KISALTMA LİSTESİ.... xvi GENEL DEĞERLENDİRME... xvii I. Finansal İstikrarın Makroekonomik Unsurları...

Detaylı

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık İÇİNDEKİLER FİNANS, BANKACILIK VE KALKINMA 2023 ANA TEMA SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA: FİNANS VE BANKACILIK ALT TEMALAR Türkiye Ekonomisinde Kalkınma ve Finans Sektörü İlişkisi AB Uyum Sürecinde Finans ve Bankacılık

Detaylı

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR...

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR... İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR... 1 1.1. EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER... 3 1.1.1. Romalıların Ekonomik Düşünceleri... 3 1.1.2. Orta Çağ da Ekonomik Düşünceler...

Detaylı

FİNANSAL YÖNETİME İLİŞKİN GENEL İLKELER. Prof. Dr. Ramazan AKTAŞ

FİNANSAL YÖNETİME İLİŞKİN GENEL İLKELER. Prof. Dr. Ramazan AKTAŞ FİNANSAL YÖNETİME İLİŞKİN GENEL İLKELER Prof. Dr. Ramazan AKTAŞ 1 İçerik Finansal Yönetim, Amaç ve İşlevleri Piyasalar, Yatırımlar ve Finansal Yönetim Arasındaki İlişkiler İşletmelerde Vekalet Sorunu (Asil

Detaylı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ 13 1.1.Türkiye Ekonomisine Tarihsel Bakış Açısı ve Nedenleri 14 1.2.Tarım Devriminden Sanayi Devrimine

Detaylı

Para Teorisi ve Politikası Ders Notları

Para Teorisi ve Politikası Ders Notları Para Teorisi ve Politikası Ders Notları A. YASEMIN YALTA TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ AÇIK DERS MALZEMELERİ PROJESİ SÜRÜM 1.0 (EKİM 2011) İçindekiler 1 Paranın Tanımı ve İşlevleri 1 1.1 Para Tanımı..............................

Detaylı

M2 Para Tanımı: M1+Vadeli ticari ve tasarruf mevduatları (resmi mevduatlar hariç)

M2 Para Tanımı: M1+Vadeli ticari ve tasarruf mevduatları (resmi mevduatlar hariç) PARA ARZI Dar tanımlı para arzı dolaşımdaki nakit ile bankacılık sisteminde vadesiz mevduatların toplamından oluşmakta, geniş tanımlı para arzı ise bu toplama bankacılık sistemindeki vadeli mevduatların

Detaylı

İÇİNDEKİLER YAZAR HAKKINDA

İÇİNDEKİLER YAZAR HAKKINDA İÇİNDEKİLER YAZAR HAKKINDA... ii ÖNSÖZ... iii 2. BASIM İÇİN ÖNSÖZ... iv İÇİNDEKİLER... v ŞEKİLLER... xi TABLOLAR... xiii KISALTMALAR... xv GİRİŞ... 1 BÖLÜM 1: FİNANSAL SİSTEMİN EKONOMİ İÇERİSİNDEKİ YERİ...

Detaylı

Finansal Piyasa Dinamikleri. Yekta NAZLI ynazli@yahoo.com

Finansal Piyasa Dinamikleri. Yekta NAZLI ynazli@yahoo.com Finansal Piyasa Dinamikleri Yekta NAZLI ynazli@yahoo.com Neleri İşleyeceğiz? Finansal Sistemin Resmi Makro Göstergeler ve Yorumlanması Para ve Maliye Politikaları Merkez Bankası ve Piyasalar Finansal Piyasalardaki

Detaylı

SERMAYE PİYASASI KURULU BAŞKANI SN. DOÇ. DR. TURAN EROL UN

SERMAYE PİYASASI KURULU BAŞKANI SN. DOÇ. DR. TURAN EROL UN BAŞKANI SN. DOÇ. DR. TURAN EROL UN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ NAZİLLİ İİBF İKTİSAT BÖLÜMÜ VE AVRUPA ARAŞTIRMALAR MERKEZİ TARAFINDAN DÜZENLENEN GÜNCEL EKONOMİK SORUNLAR KONGRESİ NDE YAPACAĞI Açılış Konuşmasının

Detaylı

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME PARA VE BANKA SORULAR

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME PARA VE BANKA SORULAR SORULAR 1- Değişimi yapılan finansal aracın hemen teslim edildiği ve ödemenin hemen yapıldığı piyasalar hangisidir? A) Birincil Piyasa B) İkincil Piyasa C) Organize Piyasa D) Tezgahüstü Piyasa E) Spot

Detaylı

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME MALİYE POLİTİKASI 1 SORULAR

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME MALİYE POLİTİKASI 1 SORULAR SORULAR 1- Genişletici maliye politikası uygulanması sonucunda faiz oranının yükselmesine bağlı olarak özel yatırım harcamalarının azalması durumuna ne ad verilir? A) Dışlama etkisi B) Para yanılsaması

Detaylı

Ders Notları Dr. Murat ASLAN. Bu notlar; Prof. Dr. ABUZER PINAR ın MALĠYE POLĠTĠKASI ders kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.

Ders Notları Dr. Murat ASLAN. Bu notlar; Prof. Dr. ABUZER PINAR ın MALĠYE POLĠTĠKASI ders kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır. Ders Notları Dr. Murat ASLAN Bu notlar; Prof. Dr. ABUZER PINAR ın MALĠYE POLĠTĠKASI ders kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır. genişleme trend Daralma Kriz, küçülme 12,00 Reel Büyüme Hızı Oranı 1950-2008

Detaylı

Finansal Krizler ve Türkiye Deneyimi. Nazlı Çalıkoğlu 11103567 Aslı Kazdağlı 10103545

Finansal Krizler ve Türkiye Deneyimi. Nazlı Çalıkoğlu 11103567 Aslı Kazdağlı 10103545 Finansal Krizler ve Türkiye Deneyimi Nazlı Çalıkoğlu 11103567 Aslı Kazdağlı 10103545 Finansal Krizler İkinci Dünya Savaşı ndan sonra başlayıp 1990 sonrasında ivme kazanan ulusal ve uluslararası finansal

Detaylı

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR 13 1.1.İktisadın Konusu ve Kapsamı 14 1.2. İktisadın Bölümleri 15 1.2.1.Mikro ve Makro İktisat 15 1.2.2. Pozitif İktisat ve Normatif İktisat

Detaylı

1. KEYNESÇİ PARA TALEBİ TEORİSİ

1. KEYNESÇİ PARA TALEBİ TEORİSİ DERS NOTU 06 IS/LM EĞRİLERİ VE BAZI ESNEKLİKLER PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ ETKİNLİKLERİ TOPLAM TALEP (AD) Bugünki dersin içeriği: 1. KEYNESÇİ PARA TALEBİ TEORİSİ... 1 2. LM EĞRİSİ VE PARA TALEBİNİN

Detaylı

Ulusal Finans Sempozyumu Dr. İbrahim M. Turhan Başkan Yardımcısı

Ulusal Finans Sempozyumu Dr. İbrahim M. Turhan Başkan Yardımcısı Ulusal Finans Sempozyumu Dr. İbrahim M. Turhan Başkan Yardımcısı 13 Ekim 2011 Malatya KÜRESEL KRİZ ORTAMINA NASIL GELİNDİ? Net Bugünkü Değer Yöntemi Varlık fiyatlarının indirgenmiş nakit akımları (Net

Detaylı

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4 FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4 Prof. Dr. Yıldırım Beyazıt ÖNAL 6. HAFTA 4. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE ULUSLAR ARASI FON HAREKETLERİ Gelişmekte olan ülkeler, son 25 yılda ekonomik olarak oldukça

Detaylı

ÇALIŞMA SORULARI TOPLAM TALEP I: MAL-HİZMET (IS) VE PARA (LM) PİYASALARI

ÇALIŞMA SORULARI TOPLAM TALEP I: MAL-HİZMET (IS) VE PARA (LM) PİYASALARI ÇALIŞMA SORULARI TOPLAM TALEP I: MAL-HİZMET (IS) VE PARA (LM) PİYASALARI 1. John Maynard Keynes e göre, konjonktürün daralma dönemlerinde görülen düşük gelir ve yüksek işsizliğin nedeni aşağıdakilerden

Detaylı

İKTİSADİ DALGALANMALAR ve MALİYE POLİTİKASI UYGULAMASINDA YÖNTEMLER

İKTİSADİ DALGALANMALAR ve MALİYE POLİTİKASI UYGULAMASINDA YÖNTEMLER İKTİSADİ DALGALANMALAR ve MALİYE POLİTİKASI UYGULAMASINDA YÖNTEMLER I. İKTİSADİ DALGALANMALAR Her ekonomi zaman içerisinde bazı dalgalanmalar gösterir. Başka bir deyişle ekonomik gelişme düz bir trend

Detaylı

BÖLÜM BANKALARIN FAALİYET ALANLARININ GELİŞİMİ

BÖLÜM BANKALARIN FAALİYET ALANLARININ GELİŞİMİ İÇİNDEKİLER SUNUŞ...xiii ÖN SÖZ... xv TABLOLAR LİSTESİ... xvii ŞEKİLLER VE GRAFİKLER LİSTESİ... xix BİRİNCİ BÖLÜM BANKALARIN FAALİYET ALANLARININ GELİŞİMİ 1. Bankacılık Faaliyet Alanları... 1 1.1. Mevduat

Detaylı

MAKROİKTİSAT BÖLÜM 1: MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ. Mikro kelimesi küçük, Makro kelimesi ise büyük anlamına gelmektedir.

MAKROİKTİSAT BÖLÜM 1: MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ. Mikro kelimesi küçük, Makro kelimesi ise büyük anlamına gelmektedir. 68 MAKROİKTİSAT BÖLÜM 1: MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ Mikro kelimesi küçük, Makro kelimesi ise büyük anlamına gelmektedir. Mikroiktisat küçük ekonomik birimler (hanehalkı, firmalar ve piyasalar) ile

Detaylı

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR -1- 109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR Yabancıların, 8 Haziran itibariyle Türkiye de 53 milyar 130 milyon dolarlık hisse senedi, 38 milyar 398 milyon dolar devlet iç borçlanma senedi (DİBS) ve 407

Detaylı

8. DERS: IS/LM MODELİ

8. DERS: IS/LM MODELİ 8. DERS: IS/LM MODELİ 1 Mal Piyasası ve Para Piyasası...2 2. Faiz Oranı, Yatırım ve IS Eğrisi...2 A.IS eğrisi nin özellikleri:...3 B.Maliye Politikası IS Eğrisini Nasıl Kaydırır?...5 3. Para Piyasası ve

Detaylı

İşsizlik Çeşitleri, Para Kavramı. Spor Bilimleri Anabilim Dalı

İşsizlik Çeşitleri, Para Kavramı. Spor Bilimleri Anabilim Dalı İşsizlik Çeşitleri, Para Kavramı Spor Bilimleri Anabilim Dalı Açık İşsizlik Çalışma isteği ve gücü olup, cari ücret seviyesinde ve ayrıca kanun yahut örf ve adetle belirlenmiş çalışma saatlerinde iş aradığı

Detaylı

ÜNİTE:1. Maliye Politikası: Kavramlar, Etkinliği ve Sınırları ÜNİTE:2. Maliye Politikasının Makroekonomik Temelleri ÜNİTE:3

ÜNİTE:1. Maliye Politikası: Kavramlar, Etkinliği ve Sınırları ÜNİTE:2. Maliye Politikasının Makroekonomik Temelleri ÜNİTE:3 ÜNİTE:1 Maliye Politikası: Kavramlar, Etkinliği ve Sınırları ÜNİTE:2 Maliye Politikasının Makroekonomik Temelleri ÜNİTE:3 Maliye ve Para Politikalarının Nispi Etkinliği ÜNİTE:4 İradi Politikalar ve Otomatik

Detaylı

ISLAMIC FINANCE NEWS ROADSHOW 2013-TURKEY

ISLAMIC FINANCE NEWS ROADSHOW 2013-TURKEY ISLAMIC FINANCE NEWS ROADSHOW 2013-TURKEY 3 EYLÜL 2013 DR. VAHDETTİN ERTAŞ SERMAYE PİYASASI KURULU BAŞKANI KONUŞMA METNİ Değerli konuklar, yurtdışından gelen değerli misafirlerimiz, finans sektörünün kıymetli

Detaylı

Sigorta Sözleşmeleri. Sunum / Açıklama Gereklilikleri. Standarda Referans

Sigorta Sözleşmeleri. Sunum / Açıklama Gereklilikleri. Standarda Referans UFRS 4 Standarda (standardın ilgili paragraflarına referans verilmiştir) Sigorta Sözleşmeleri Kontrol listesinin bu kısmı sigorta sözleşmesini düzenleyen (sigortacı olarak tanımlanan) herhangi bir işletmenin

Detaylı

Bölüm 1 Firma, Finans Yöneticisi, Finansal Piyasalar ve Kurumlar

Bölüm 1 Firma, Finans Yöneticisi, Finansal Piyasalar ve Kurumlar Bölüm 1 Firma, Finans Yöneticisi, Finansal Piyasalar ve Kurumlar Yatırım (Sermaye Bütçelemesi) ve Finanslama Kararları Şirket Nedir? Finansal Yönetici Kimdir? Şirketin Amaçları Finansal piyasalar ve kurumların

Detaylı

FİNANSAL PİYASALAR VE KURUMLAR. N. CEREN TÜRKMEN

FİNANSAL PİYASALAR VE KURUMLAR. N. CEREN TÜRKMEN FİNANSAL PİYASALAR VE FİNANSAL KURUMLAR N. CEREN TÜRKMEN cturkmen@sakarya.edu.tr 1 FİNANSAL SİSTEM Bir ekonomide fonları talep edenler, fonları arz edenler bunlar arasındaki fon akımlarını düzenleyen kurumlar

Detaylı

Bakanlar Medya A.Ş. Halka Arz Fiyat Tespit Raporuna İlişkin 2. Değerlendirme Raporu

Bakanlar Medya A.Ş. Halka Arz Fiyat Tespit Raporuna İlişkin 2. Değerlendirme Raporu Bakanlar Medya A.Ş. Halka Arz Fiyat Tespit Raporuna İlişkin 2. Değerlendirme Raporu Neta Yatırım Menkul Değerler A.Ş. 28.04.2014 1. Değerlendirme Raporu nun Amacı Sermaye Piyasası Kurulu nun ( SPK ) 22.06.2013

Detaylı

Bölüm 1. Para, Banka ve Finansal Piyasaları Neden Öğrenmeliyiz?

Bölüm 1. Para, Banka ve Finansal Piyasaları Neden Öğrenmeliyiz? Bölüm 1 Para, Banka ve Finansal Piyasaları Neden Öğrenmeliyiz? DR. HÜLYA ÜNLÜ 1-2 Sunumlar bilgi amaçlıdır. Tek başına yeterli değildir. Sunumlarda kullanılan Birincil Kaynak Mishkin in Kitabıdır. Finansal

Detaylı

1. Giriş Giriş...19

1. Giriş Giriş...19 İÇİNDEKİLER ikinci baskıya önsöz...v birinci baskıya önsöz...vıı İÇİNDEKİLER... Xı BİRİNCİ KİTAP ANALİZİN ÇERÇEVESİ I. YÖNTEM SORUNLARI...3 1. Giriş...3 2. Neden yöntem tartışıyoruz?...4 3. Mantıki Bilimler

Detaylı

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS MAKRO İKTİSAT TEORİSİ MAK214 4 3 + 0 3 5

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS MAKRO İKTİSAT TEORİSİ MAK214 4 3 + 0 3 5 DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS MAKRO İKTİSAT TEORİSİ MAK214 4 3 + 0 3 5 Ön Koşul Dersleri - Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü Türkçe Lisans Zorunlu Dersin Koordinatörü Dersi

Detaylı

REEL DÖVİZ KURU TEORİ VE UYGULAMA, KUR-ENFLASYON İLİŞKİSİ VE CARİ AÇIK

REEL DÖVİZ KURU TEORİ VE UYGULAMA, KUR-ENFLASYON İLİŞKİSİ VE CARİ AÇIK REEL DÖVİZ KURU TEORİ VE UYGULAMA, KUR-ENFLASYON İLİŞKİSİ VE CARİ AÇIK Doç. Dr. Cevdet Akçay 15 Haziran 2004 İstanbul Hilton Oteli Nominal Döviz Kuru Reel Döviz Kuru E = E TL/$ q = q TL/$ R Nominal Faiz

Detaylı

Makro Veri. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre -5,6 puan olan dış ticaretin büyümeye katkısını daha yüksek olarak hesaplamamızdan kaynaklandı.

Makro Veri. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre -5,6 puan olan dış ticaretin büyümeye katkısını daha yüksek olarak hesaplamamızdan kaynaklandı. Makro Veri Büyüme ve Dış Ticaret: Türkiye ekonomisi için yüksek büyüme=yüksek dış ticaret açığı İbrahim Aksoy Ekonomist Tel: +90 212 334 91 04 E-mail: iaksoy@sekeryatirim.com.tr TÜİK tarafından bugün açıklanan

Detaylı

PARA POLİTİKASI AMAÇLARI VE ARAÇLARI TÜRKİYE UYGULAMASI

PARA POLİTİKASI AMAÇLARI VE ARAÇLARI TÜRKİYE UYGULAMASI 1 PARA POLİTİKASI AMAÇLARI VE ARAÇLARI TÜRKİYE UYGULAMASI Para Politikasının Amaçları 2 1. Fiyat İstikrarı: Enflasyonu yıllık yüzde 1-2 seviyelerinde devam ettirmek. TCMB nin şu an izlediği politika enflasyon

Detaylı

MAKROEKONOMİ - 2. HAFTA

MAKROEKONOMİ - 2. HAFTA MAKROEKONOMİ - 2. HAFTA Ekonomik Faaliyetlerin Döngüsü Mal ve Hizmetler C HANEHALKLARI Tüketim Harcamaları Faktör Ödemeleri B A FİRMALAR Üretim Faktörleri GSYH ÖLÇME YÖNTEMLERI Üretim Yöntemi: Firmaların

Detaylı

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ... v İÇİNDEKİLER... vi GENEL EKONOMİ 1. Ekonominin Tanımı ve Kapsamı... 1 1.1. Ekonomide Kıtlık ve Tercih... 1 1.2.

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ... v İÇİNDEKİLER... vi GENEL EKONOMİ 1. Ekonominin Tanımı ve Kapsamı... 1 1.1. Ekonomide Kıtlık ve Tercih... 1 1.2. İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ... v İÇİNDEKİLER... vi GENEL EKONOMİ 1. Ekonominin Tanımı ve Kapsamı... 1 1.1. Ekonomide Kıtlık ve Tercih... 1 1.2. Ekonominin Tanımı... 3 1.3. Ekonomi Biliminde Yöntem... 4 1.4.

Detaylı

Maliye Politikası ve Bütçe

Maliye Politikası ve Bütçe Maliye Politikası ve Bütçe Giriş Bütçe ve kamu borcu arasındaki ilişki Bütçe açıklarının, vergi indirimlerinin ve artan kamu harcamalarının kısa veuzun dönem ekonomik etkileri Devlet Bütçesi Bütçe dengesi

Detaylı

N VE PARA ARZININ ÖZELL

N VE PARA ARZININ ÖZELL PARANIN MAKRO EKONOMİDEKİ ROLÜ 1-PARA TALEBİ, PARA ARZI VE FAİZ HADDİ (KEYNESYEN FAİZ TEORİSİ) Klasik ve neoklasik ekonomistlerce öne sürülen faiz teorisinde, faiz haddi, tasarruf arzı ve yatırım talebinin

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : MAKRO İKTİSADİ ANALİZ Ders No : 0020060027 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 3 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili

Detaylı

Bankacılık sektörü. 2011 değerlendirmesi ve 2012 yılı beklentileri

Bankacılık sektörü. 2011 değerlendirmesi ve 2012 yılı beklentileri Bankacılık sektörü 2011 değerlendirmesi ve 2012 yılı beklentileri Şubat 2012 İçerik Bankacılık sektörünü etkileyen gelişmeler ve yansımalar 2012 yılına ilişkin beklentiler Gündemdeki başlıca konular 2

Detaylı

3. Keynesyen Makro İktisat Teorisi nin Bazı Özellikleri ve Klasik Makro İktisat Teorisi İle Karşılaştırılması

3. Keynesyen Makro İktisat Teorisi nin Bazı Özellikleri ve Klasik Makro İktisat Teorisi İle Karşılaştırılması BOCUTOĞLU 109 yemek pişirirken yağı, salçayı, soğanı, eti, sebzeyi, suyu aynı anda tencereye doldurmaz; birinci adımda yağı ve salçayı hafifçe kızartır, ikinci adımda soğanı ve eti ilave ederek pişirmeye

Detaylı

DERS ÖĞRETİM PLANI. Dersin Kodu

DERS ÖĞRETİM PLANI. Dersin Kodu Dersin Adı Dersin Kodu DERS ÖĞRETİM PLANI Dersin Türü (Zorunlu, Seçmeli) Dersin Seviyesi (Ön Lisans, Lisans, Yüksek Lisans, Doktora) Dersin AKTS Kredisi 5 Haftalık Ders Saati 4 Haftalık Uygulama Saati

Detaylı

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar)

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar) İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar) Merkantilizm: 15. ve 16. yüzyıllardaki coğrafî keşiflerde birlikte Avrupa ülkeleri dünyaya açılmaya

Detaylı

Ö N S Ö Z...vü KISALTMALAR... xxv SİMGELER...xxvii GRAFİK LİSTESİ...xvü TABLO LİSTESİ... *xi KUTU LİSTESİ...xxiv

Ö N S Ö Z...vü KISALTMALAR... xxv SİMGELER...xxvii GRAFİK LİSTESİ...xvü TABLO LİSTESİ... *xi KUTU LİSTESİ...xxiv İÇİNDEKİLER Ö N S Ö Z...vü KISALTMALAR... xxv SİMGELER...xxvii GRAFİK LİSTESİ...xvü TABLO LİSTESİ... *xi KUTU LİSTESİ...xxiv ioöfüm i. s ir iş...3 1.1 Potansiyel Büyüme Hızı ve Para Politikası...4 1.2

Detaylı

Merkez Bankası 1998 Yılı İlk Üç Aylık Para Programı Gerçekleşmesi ve İkinci Üç Aylık Para Programı Uygulaması

Merkez Bankası 1998 Yılı İlk Üç Aylık Para Programı Gerçekleşmesi ve İkinci Üç Aylık Para Programı Uygulaması Merkez Bankası 1998 Yılı İlk Üç Aylık Para Programı Gerçekleşmesi ve İkinci Üç Aylık Para Programı Uygulaması Gazi Erçel Başkan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 1 Nisan 1998 Ankara I. Giriş Ocak ayı başında

Detaylı

Ekonomi II. 19.Para ve Bankacılık. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

Ekonomi II. 19.Para ve Bankacılık. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından Ekonomi II 19.Para ve Bankacılık Doç.Dr.Tufan BAL Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından faydalanılmıştır. 2 19.1.Paranın Tanımı ve Fonksiyonları Para,

Detaylı

Türkiye Ekonomisi 2000 li yıllar

Türkiye Ekonomisi 2000 li yıllar Türkiye Ekonomisi 2000 li yıllar Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü TÜRKİYE EKONOMİSİ DERS NOTLARI 1 1999 17 Ağustos 1999 depremi Marmara bölgesinde Üretim,

Detaylı

1 MAKRO EKONOMİ BİLİMİNE GİRİŞ

1 MAKRO EKONOMİ BİLİMİNE GİRİŞ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 MAKRO EKONOMİ BİLİMİNE GİRİŞ 11 1.1. Makro Ekonomi Biliminde Yöntem 12 1.2. Kavramsal Çerçeve 13 1.3. Makro Ekonomi Bilimi Literatürü 16 1.3. 1. Klasik Makro Ekonomi Bilimi

Detaylı

GRAFİK LİSTESİ. Grafik I.7.

GRAFİK LİSTESİ. Grafik I.7. GRAFİK LİSTESİ Grafik I.1. VIX Endeksi 1 Grafik I.2. itraxx Europe Crossover Endeksi 1 Grafik I.3. Gelişmiş Ülke Borsa Endeksleri 2 Grafik I.4. Seçilmiş Bazı Ülkelerde Büyüme Oranları 2 Grafik I.5. Seçilmiş

Detaylı

tepav Mart2011 N201139 POLİTİKANOTU Cari Açığın Sebebini Merak Eden Bütçeye Baksın Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

tepav Mart2011 N201139 POLİTİKANOTU Cari Açığın Sebebini Merak Eden Bütçeye Baksın Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı POLİTİKANOTU Mart2011 N201139 tepav Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Sarp Kalkan 1 Politika Analisti, Ekonomi Etütleri Cari Açığın Sebebini Merak Eden Bütçeye Baksın Cari açık, uzun yıllardan

Detaylı

TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI TABLO LİSTESİ

TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI TABLO LİSTESİ TABLO LİSTESİ Tablo I.1. Ödemeler Dengesi (Milyar ABD doları) 6 Tablo I.2. Cari İşlemler Açığını Finanse Eden Taraflar (Milyar ABD doları) 7 Tablo I.3. Seçilmiş Ekonomilerde Cari İşlemler Dengesinin GSYİH

Detaylı

1. Temel Finansal Kavramlar. 2. Finansal Analiz ve Planlama. 3. Yatırım ve Çalışma Sermayesi. 4. Fizibilite Etüdleri- Yatırım Kararının Alınması

1. Temel Finansal Kavramlar. 2. Finansal Analiz ve Planlama. 3. Yatırım ve Çalışma Sermayesi. 4. Fizibilite Etüdleri- Yatırım Kararının Alınması 1. Temel Finansal Kavramlar 2. Finansal Analiz ve Planlama 3. Yatırım ve Çalışma Sermayesi 4. Fizibilite Etüdleri- Yatırım Kararının Alınması 5. Girişimcilikte Finansal Destekler 1 6. Alternatif Finansal

Detaylı

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık İÇİNDEKİLER FİNANS, BANKACILIK VE KALKINMA 2023 ANA TEMA SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA: FİNANS VE BANKACILIK ALT TEMALAR Türkiye Ekonomisinde Kalkınma ve Finans Sektörü İlişkisi AB Uyum Sürecinde Finans ve Bankacılık

Detaylı

DERS İÇERİĞİ. Para-Banka Teori ve Politikası. Zorunlu DERS HEDEFİ

DERS İÇERİĞİ. Para-Banka Teori ve Politikası. Zorunlu DERS HEDEFİ DERS İÇERİĞİ Ders Adı Ders Türü Para-Banka Teori ve Politikası Zorunlu DERS HEDEFİ Para-Banka Teori ve Politikası dersini alan öğrenciler aşağıdaki becerileri kazanacaktır: Paranın tanımı, fonksiyonları

Detaylı

Doç.Dr.Gülbiye Y. YAŞAR

Doç.Dr.Gülbiye Y. YAŞAR Doç.Dr.Gülbiye Y. YAŞAR Paranın Fonksiyonları İktisadi analizde para, malların ve hizmetlerin satın alınmasında ve borçların geri ödenmesinde genel olarak kabul edilen şey olarak tanımlanmaktadır. Para

Detaylı

DERS PROFİLİ. İktisadi Düşünce Tarihi ECO419 Güz Yrd. Doç. Dr. Serhat Koloğlugil

DERS PROFİLİ. İktisadi Düşünce Tarihi ECO419 Güz Yrd. Doç. Dr. Serhat Koloğlugil DERS PROFİLİ Dersin Adı Kodu Yarıyıl Dönem Kuram+PÇ+Lab (saat/hafta) Kredi AKTS İktisadi Düşünce Tarihi ECO419 Güz 7 3+0+0 3 5 Ön Koşul Yok Dersin Dili Ders Tipi Dersin Okutmanı Dersin Asistanı Dersin

Detaylı

DERS PROFİLİ. Makroekonomi ECO202 Bahar 4 3+0+0 3 6. Yrd. Doç. Dr. Özlem İnanç

DERS PROFİLİ. Makroekonomi ECO202 Bahar 4 3+0+0 3 6. Yrd. Doç. Dr. Özlem İnanç DERS PROFİLİ Dersin Adı Kodu Yarıyıl Dönem Kuram+PÇ+Lab (saat/hafta) Kredi AKTS Makroekonomi ECO202 Bahar 4 3+0+0 3 6 Ön Koşul Dersin Dili Ders Tipi Dersin Okutmanı Dersin Asistanı Dersin Amaçları Dersin

Detaylı

GARANTİ EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. ALTIN EMEKLİLİK YATIRIM FONU 2013 YILI 6 AYLIK FAALİYET RAPORU 1-Ekonominin Genel durumu Dünya ekonomisi 2013 ü genel olarak bir toparlanma dönemi olarak geride bıraktı.

Detaylı

Finansal Piyasalar ve Bankalar

Finansal Piyasalar ve Bankalar Finansal Piyasalar ve Bankalar Genel Olarak Finansal Piyasalar Piyasa neresidir? Finansal Piyasaların Ekonomi İçindeki Yeri Finansal Sistemi Oluşturan Piyasalar Finansal Piyasalar Para Piyasaları Sermaye

Detaylı

PARANIN ÖZELLİKLERİ, PARA ÇEŞİTLERİ VE EMİSYON REJİMLERİ

PARANIN ÖZELLİKLERİ, PARA ÇEŞİTLERİ VE EMİSYON REJİMLERİ PARANIN ÖZELLİKLERİ, PARA ÇEŞİTLERİ VE EMİSYON REJİMLERİ 1 1.PARANIN TANIMI VE FONKSİYONLARI A.Paranın Tanımı Para bir ekonomide mal ve hizmetlerin alım satımında kullanılan herkes tarafından kabul gören

Detaylı

Sayı: 2006-34 26 Mayıs 2006. Toplantı Tarihi: 25 Mayıs 2006

Sayı: 2006-34 26 Mayıs 2006. Toplantı Tarihi: 25 Mayıs 2006 Sayı: 2006-34 26 Mayıs 2006 PARA POLİTİKASI KURULU DEĞERLENDİRMELERİ ÖZETİ Toplantı Tarihi: 25 Mayıs 2006 1. Para Politikası Kurulu (Kurul), kararlarını enflasyonun orta vadeli hedeflerle uyumlu olmasını

Detaylı

İZMİR TİCARET ODASI EKONOMİK KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ (OECD) TÜRKİYE EKONOMİK TAHMİN ÖZETİ 2017 RAPORU DEĞERLENDİRMESİ

İZMİR TİCARET ODASI EKONOMİK KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ (OECD) TÜRKİYE EKONOMİK TAHMİN ÖZETİ 2017 RAPORU DEĞERLENDİRMESİ İZMİR TİCARET ODASI EKONOMİK KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ (OECD) TÜRKİYE EKONOMİK TAHMİN ÖZETİ 2017 RAPORU DEĞERLENDİRMESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER MÜDÜRLÜĞÜ MART 2018 Hazırlayan: Yağmur Özcan Uluslararası

Detaylı

I. Uluslararası Parasal Ortam 1

I. Uluslararası Parasal Ortam 1 İÇİNDEKİLER Ön Söz Teşekkür Öğrenciye Editör ün Notu XI XIII XV XIX I. Uluslararası Parasal Ortam 1 1. Döviz Piyasası 3 Döviz İşlem Hacmi 3 Coğrafi Döviz Kuru İşlemi 4 Spot Döviz Kurları 7 Döviz Arbitrajı

Detaylı

Finansal Ekonometri. Ders 3 Risk ve Risk Ölçüleri

Finansal Ekonometri. Ders 3 Risk ve Risk Ölçüleri Finansal Ekonometri Ders 3 Risk ve Risk Ölçüleri RİSK Tanım (Oxford English Dictionary): Risk bir tehlike, kötü sonuçların oluşma şansı, kayıp yada şansızlığın ortaya çıkmasıdır. Burada bizim üzerinde

Detaylı

PARA TALEBİ VE KURAMLARI

PARA TALEBİ VE KURAMLARI PARA TALEBİ VE KURAMLARI Kişilerin servetlerinin bir kısmını ellerinde para olarak tutmalarına para talebi adı verilir. İktisadi düşünceler anlamında bakıldığında para talebi kuramları paranın fonksiyonlarına

Detaylı