Sahibi Publisher. Ankara Üniversitesi. Yayın Danışma Kurulu Advisory Board Nilgün Abisel Korkmaz Alemdar Aysel Aziz Seçil Büker Stuart Evren

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Sahibi Publisher. Ankara Üniversitesi. Yayın Danışma Kurulu Advisory Board Nilgün Abisel Korkmaz Alemdar Aysel Aziz Seçil Büker Stuart Evren"

Transkript

1

2 2006 4(1) Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi iletişim : araştırmaları Dergisi Çenter tor Communication Research Ankara Jniversity communication: research Journal iletişim : araştırmaları Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi tarafından çıkarılan hakemli bir dergidir. Derginin amacı iletişim alanının disiplinlerarası yapısı içinde düşünce üreten araştırmacılar için uluslararası bir forum oluşturmak; teorik analiz ve tartışmalar kadar ampirik araştırmaları yayınlayarak iletişim alanında bilgi/veri üretiminin sağlanmasına katkıda bulunmak; kitap ve araştırma raporları ile ulusal ve uluslararası konferans ve kongrelerin değerlendirilmesini yapmaktır. Bu amaçları gerçekleştirmek için derginin kendini konumladığı sınır bilimsellik, akla uygun olmak ve eleştirelliktir. iletişim : araştırmaları yılda iki kez. Nisan ve Kasım aylarında yayınlanır. Dergi Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerinde yazılmış yazılara yer verir. Hakemli bir derginin gereği olarak gönderilen yazılar, yazarın kimliğini bilmeyen uzman hakemler tarafından değerlendirmeye alınır. communication ; research is a refereed academic journal published by the Çenter for Communication Research Ankara University. The journal seeks to establish an international forum for communication researchers vvithin the interdisciplinary field of communication studies; to contribute to the production of knovvledge and data by publishing theoretical analyses as well as empirical research; and to assess national and international meetings in addition to publishing book and research report revievvs. İn order to attain these goals, the journal identifies its extent as the limits marked by scientificity, accountability, and critical thinking. communication : research is published tvvice a year in April and October. Journal's languages of publication are Turkish, English, French and German. Submissions are sent out to anonymous referees for blind revievv. Sahibi Publisher Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İLAUM) adına Doç. Dr. Nuran Yıldız, Müdür Yayın Danışma Kurulu Advisory Board Nilgün Abisel Korkmaz Alemdar Aysel Aziz Seçil Büker Stuart Evren Raşit Kaya Metin Kazancı Levent Kılıç Mehmet Küçükkurt Alois Moosmüller Vincent Mosco Filiz B. Peltekoğlu Dan Schiller Oya Tokgöz Ahmet Tolungüç Nuri Tortop Aydın Uğur Dilruba Çatalbaş Ürper Konca Yumlu Editörler Kurulu Editorial Board Editör Editör Editör Yardımcısı Assistant Editör Tasarım Design Mehmet Sobacı iletişim Adresi Contad Address TelPhone Faks Fax ISSN Doğu Akdeniz Üniversitesi Gazi Üniversitesi Arel Üniversitesi Gazi Üniversitesi The City University of Nem York (Hunter Collage) Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ankara Üniversitesi Anadolu Üniversitesi Gazi Üniversitesi Münih Ludvvig Maximilian Üniversitesi (Almanya) Oueen's University (Ottavva, Kanada) Marmara Üniversitesi Illinois Universilesi, ABD Ankara Üniversitesi Başkent Üniversitesi Başkent Üniversitesi Bilgi Üniversitesi Galatasaray Üniversitesi Ege Üniversitesi Nuran Yıldız B. Pınar Özdemir Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Çenter for Communication Research Ankara University Cebeci, 06590, Ankara Turkey <*90.312) C90312) ilefdrg@media.ankara.edu.tr ilefdergi.ilef.net İletişim : araştırmaları dergisi Ankara Üniversitesi iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi tarafından yayınlanmaktadır iletişim : araştırmaları. Tüm hakları saklıdır. communication: research journal is published by Çenter for Communication Research Ankara University communication: research. Ali rights reserved. Baskı: Ankara Üniversitesi Basımevi Incltaşı Sokak No: 10 Beşevler Ankara Tel: (0.312) Basım tarihi: 22 Ekim 2010

3 İçindekiler Nuran Yıldız 5 Editörden Melike Aktaş Yamanoğlu Zeynep Hamurdan Emrah Özen SevHay Çelenk \ Sinem Yeygel Çakır Ayşeıı Temel Eğinli Özen Okat Özdeın Besim Yıldırım Makaleler 9 Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ve Yoksulluğun Yeniden Üretimi 49 The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 67 Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: Hollywood Örneği 97 Hediye Verme Davranışı ve Alışveriş Merkezlerinde Deneyim Yaratma Stratejileri: Sevgililer Günü Örneği 121 Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek ; Zafer Kıyan Kitap Eleştirisi 153 Kapitalizm ve Modernlik 161 Bu Sayıdaki Yazarlar iletişim : araştırmaları (1)

4

5 5 Editörden Nuran Yıldız iletişim : araştırmaları dergisinin yedinci sayısını sizlere sunmaktan mutluluk duyuyoruz. Dergimizde özellikle iletişim alanından çalışmalara yer vermeye önem veriyor ve bu konuya özel bir özen gösteriyoruz. Sayfalarımızda kendine yer bulan çalışmalann sinemadan pazarlama iletişimine geniş bir skaladan olmasını önemsiyoruz. Ülkemizde iletişim alanına ilişkin dergi sayısının sınırlı olduğu göz önünde bulundurulduğunda iletişim : araştırm alarını bu içerikle yaşatmanın alan için sorumluluk olduğuna inanıyoruz. Dergimizin son sayısından bu yana bize ulaşan iletişimin farklı çalışma alanlarından çok sayıda makale arasından, yayın kurulundan ve hakem değerlendirmelerinden geçen beş çalışmaya dergimizin bu sayısında yer verdik. Dergimizde yer alan ilk çalışma Melike Aktaş Yamanoğlu'nun doktora tez çalışması kapsamında yaptığı alan araştırmasının bulgularından geliştirdiği "Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ve Yoksulluğun Yeniden Üretimi'' başlıklı makalesi. Yazar bu makalesinde kent yoksulu gençlerin yaşam koşullarını eğitim, işgücü piyasası koşulları, fiziksel ve sosyal çevre başlıkları altında inceliyor, görüştüğü gençlerin anlatımlarından örneklerle Türkiye'deki yoksulluğun yeniden üretim süreçleri üzerine değerlendirmelerde bulunuyor. İkinci makale Zeynep Hamurdan'ın "The İnternet Usage in the Political Canıpaigns: The Obama Campaign" başlıklı İngilizce çalışması. Barack Obama'nın 2008 yılında yürüttüğü seçim çalışması özellikle siyasal iletişiiletişim : araştırmaları (1): 5-8

6 6 iletişim : araştırmaları me kazandırdığı ivme nedeniyle üzerinde durulmaya değer bir konu. Hamurdan makalesinde, Obama'nın seçim kampanyası sürecinde interneti kullanma biçimine odaklanıyor ve interneti kullanım biçimini analiz ediyor. Böylece sadece seçim kampanyası yöneticileri için değil, pazarlama araştırmacıları, reklamcılar ve iş adamları için de ilham kaynağı olan Obama'nın seçim kampanyasının başarı nedenlerini irdeliyor. Dergimizin bu sayısında yer alan üçüncü makale Emrah Özen ve Sevilay Çelenk imzasını taşıyor. Özen ve Çelenk "Siııeınn Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşine Eğilimleri: Hollyıvood Örneği" başlıklı çalışmalarında medya kuruluşlarının devam eden küreselleşme ve yoğunlaşma eğilimlerinin ve dijital teknolojilerin sinemaya etkileri tartışıyorlar. Yöndeşine kavramına odaklanan çalışma, yöndeşmenin önemli bir biçimi olduğu kabul gören ekonomik yöndeşmenin Hollyvvood film endüstrisi çerçevesindeki sonuçlarını değerlendiriyor. Sinem Yeygel Çakır, Ayşen Temel Eğinli ve Özen Okat Özdem'in "Hediye Vernıe Davranışı ve Alışveriş Merkezlerinde Deneyim Yaratma Stratejileri: Sevgililer Güııii Örneği" başlıklı çalışması dergimizin dördüncü makalesi. Alışveriş merkezleri ile tüketim arasındaki ilişkiyi odağına koyan çalışma özel günlere özgü yaratılan planlanmış deneyimlere alışveriş merkezleri özelinde yaklaşarak 14 Şubat 2010 sevgililer gününe özel olarak İzmir'deki alışveriş merkezlerin gerçekleştirdikleri pazarlama iletişimi uygulamalarını analiz ediyor. iletişim : araştırmalarının yedinci sayısının son makalesi ise Besim Yıldırım'ın Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden

7 Yıldız Editör'den 7 Düşünmek" başlıklı çalışması. Yıldırım bu çalışmasında gazetecilik eğitimi veren fakültelerde egemen durumda olan klasik pedagoji anlayışına odaklanıyor ve alternatif olarak eleştirel pedagojik yöntemlerin gazetecilik eğitiminde nasıl ve neden kullanılması gerektiğine ilişkin öneriler geliştiriyor. Kitap değerlendirmesi bölümümüzde ise JackGoody imzalı Kapitalizm ve Modernlik kitabına ilişkin Zafer Kıyan tarafından yazılan bir çalışma yer alıyor. iletişim : araştırmaları nın son sayısına katkıda bulunan tüm yazarlarımıza, değerli zamanlarını ayırarak bize hakemlik yapan değerli hocalarımıza ve burada yer alan, yer alamayan yazıların değerlendirilmesinde büyük emek harcayan editör yardımcılarına, tasarım ve gerçekleştirmeye katkısı olan arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Sekizinci sayıda buluşmak dileğiyle...

8

9 9 Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ve Yoksulluğun Yeniden Üretimi Melike Aktaş Yamanoglu Özet Sosyal dışlanma yoksullukla ilişkili bir kavram olarak, yoksulluğun şok boyutluluğunun ve yoksulluğun nasıl deneyimlendiğinin anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır. Bu makale Ankara'nın kent merkezi dışında kalan alanlarında ve gecekondu bölgelerinde (Altındağ. Mamak. Sincan) yaşayan kent yoksulu gençlerin, yaşam koşullarını ve bu yaşam koşullarının ürettiği çeşitli sosyal dışlanma süreçlerini incelemektedir. Yaşları arasında değişen 65 gençle yapılan yarı-yapılandırılmış görüşmelere dayanan alan araştırmasının bulguları, yoksul yaşam koşullarının gençlerin yapabilirliklerini sınırlandırdığını ve yoksulluğun yeniden üretimine katkıda bulunduğunu göstermiştir. Yoksul yaşam koşullarının ürettiği sosyal dışlanma süreçleri, gençlerin yoksulluk döngüsünü kırabilmelerini güçleştirmekte, yoksulluğu çok boyutlu bir süreç olarak yaşamalarına neden olmaktadır. Diğer taraftan yoksul yaşam koşullarına erken yaşlardan itibaren maruz kalan gençler yoksulluğu içselleştirmekte, kendi başarı ve başarısızlık ihtimallerini varolan iktidar yapıları içerisinden tanımlamakta böylece toplumsal hiyerarşilerin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadırlar. Bu çalışmada kent yoksulu gençlerin yaşam koşulları eğitim, işgücü piyasası koşulları ve fiziksel ve sosyal çevre başlıkları altında incelenmiş, yoksulluğun bu bağlamlarda aldığı farklı biçimler gençlerin anlatımlarından örneklendirilmiştir. Living Conditiotıs o f Urban Poor Youth and Reproduction ofpoverty Abstract Social exclusion as a related concept with poverty, contributes to the understanding of multidimensionality of poverty and the way it is experienced by poor. This paper investigates poor young people's living conditions who are settled in the slums of Ankara and social exclusion processes developed by these conditions. The field research findings based on semistructured intervievrs with 65 young people betvveen the ages of 15-29, demonstrated that poor living conditions restrict the capabilities of these young people and contribute to the reproduction of poverty. Social exclusion processes produced by poor living conditions, complicate poor young people to break away poverty circle and lead them to experience poverty as a multidimensional process. On the other hand by being subject to poverty from the early stages of childhood, they internalize poverty, define their potential of successfulness and failure potential from inside of the established povver structure; hence contribute to the reproduction of social hierarchies. İn this study living conditions of poor young people are analyzed under the titles of education, labor market conditions and physical and social environment and different forms of poverty vvithin these contexts are exemplified by young people's narratives. iletişim : araştırmaları (1): 9-48

10 10 iletişim : araştırmaları Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ve Yoksulluğun Yeniden Üretimi Yoksulluk, yoksulluğu deneyimleyenler açısından maddi yoksunluğun ötesinde çeşitli sosyal dışlanma süreçlerini de içeren çok boyutlu bir sorun olarak yaşanmaktadır. Yoksulluğun gelir-tüketim ekseni etrafında kavramsallaştırılması, yoksulluk sürecine içkin olan farklı boyutların ihmal edilmesine neden olmakta, yoksulluğun toplumsal ilişkiler bağlamında ifade ettiği anlama odaklanmayı engellemektedir. Yoksulluğun ekonomik bir kategori olmanın ötesinde ilişkisel ve sembolik yönü, yoksulluğun ürettiği toplumsal eşitsizliklerin yoksullar tarafından nasıl anlamlandırıldığını açıklamaya katkıda bulunur. Bu bağlamda yoksulluk, konuşabilmekten yoksunluk, kişinin özsaygısına ve haysiyetine saygı gösterilmemesi, aşağılanma ve küçük görülme, utanç ve damga, hakların yok sayılması ve etkisizleştirilmiş olmak" demektir (Lister, 2004: 7). Sosyal dışlanma yoksulluğun nasıl yaşandığına ilişkin kavrayışları derinleştiren bir kavram olarak öne çıkmaktadır.1 Genel olarak sosyal dışlanmanın kavramsallaştırılmasında eğitim, sağlık, barınma gibi temel hizmetlere ulaşamama ya da ulaşım sürecinde dezavantajlı olma durumu- 1 Sosyal dışlanma yoksulluğun anlaşılmasında kullanılan temel kavramlardan birisi olmasına rağmen kavramın içeriğinin daha geniş olduğu belirtilmelidir. Bu çerçevede bazı toplumsal grupların yoksul olmamalarına rağmen cinsel tercih, etnik köken veya dinsel tercih gibi nedenlerle dışlanabileceği; temel haklardan yoksunlaştırılabileceği öne sürülebilir. Avrupa Topluluğu'nun sosyal dışlanma tanımı şu şekildedir: Sosyal dışlanma, kişilerin-yoksulluk, temel eğitim/becerilerinden mahrumiyet ya da ayrımcılık dolayısıylatoplumun dışına itilmeleri ve toplumsal hayata dilediklerince katılımlarının engellenmesi sürecine karşılık gelmektedir. Bu durumun bu kesimin bir yandan emek piyasasına, gelir getirici faaliyetlere, eğitim ve öğretim imkanlarına ulaşımında zorluklar yaşamasını getirirken, diğer yandan da toplumsal ve çevresel ağlar ve etkinlikler kurmasında engeller oluşturmaktadır. Bu kesimin elindeki güç oldukça sınırlı olup, karar alma süreçlerine katılımı sınırlı gerçekleşmektedir; dolayısıyla bu kesim kendisini güçsüz ve günlük yaşamını etkileyecek kararların atımında kontrolü elinde tutmaktan aciz hisseder" (Adaman ve Keyder, 2006: 6).

11 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları nun alb çizilmektedir (Yurttagüler, 2008: 384). Kavramın yoksulluğun anlaşılmasına eklediği "katma değer" temel olarak dört tema etrafında toplanır (Leister, 2004: 87-88). Buna göre sosyal dışlanma yoksulluğun ilişkisel boyutunu açıklar ve yoksulluğun anlamını kişilerin kendisini toplumsal ilişkiler içinde dışlanmış hissetmesini, sosyal haklarından yoksunlaşürılması, yetersiz toplumsal kafalımı içerecek şekilde genişletir. İkinci olarak sosyal dışlanmayı ilişkisel olarak ele almak, çeşitli toplumsal eşitsizliklerin (ırk, etnik kimlik, yaş, toplumsal cinsiyet, engellilik vb.) maddesel yoksunlukla ilişkisinin kurulmasına katkıda bulunur. Böylece farklı toplumsal eşitsizliklerin yoksullukla kazandığı farkı içerimleri, sosyal dışlanma bağlamında açıklanabilir. Üçüncü olarak yoksulluğun çok boyutluluğunun anlaşılmasına katkı yapar. Son olarak sosyal dışlanma kavramı yoksulluğun bir süreç olarak yaşandığına vurgu yapar. Amartya Sen tarafından geliştirilmiş olan "yapabilirliklerden yoksunluk" teorisi, yoksulluğun bu bağlamda kavramsallaştırılmasına katkıda bulunan önemli yaklaşımlardan birisidir. Bu yaklaşımın temelinde, yoksulluğu "toplumsal oluşumun sunduğu hak ve olanaklara ulaşabilme eksikliği" olarak tanımlayan yoksulluk anlayışı yatmaktadır (İnsel, 2001: 70). Bu çerçevede Sen'e göre yoksulluk, "temel gereksinimlerin karşılanmasındaki yoksunluk" olarak değil "kabul edilebilir bir hayat düzeyine ulaşmak için gerekli temel yapabilirliklerden yoksun olma" durumunu ifade etmektedir (Sen, 1992: 109). Sen'e göre yoksulluk, yaşam koşullarının yoksul olmasıdır (Sen, 2000). Sen'nin yaklaşımının yoksulluğun kavramsallaştırılması için önemi, insan yaşamında yoksulluğun süregitmesini

12 12 iletişim : araştırmaları ve yeniden üretilmesini sağlayan koşullar üzerine odaklanılmasını sağlamasıdır. Bu çalışmada kent yoksulu gençlerin yaşam koşulları; eğitim, işgücü piyasası, fiziksel ve sosyal çevre başlıkları altında, bu koşullar tarafından üretilen çeşitli sosyal dışlanma süreçlerinin açığa kavuşturulması ve yoksul yaşam koşullarının yoksulluğun yeniden üretimine nasıl katkıda bulunduğunun ortaya konması amacıyla incelenmiştir. Böylece yoksulluğun toplumsal ilişkiler içerisindeki kazandığı farklı boyutların ve yoksul yaşam koşullarının sınırlandırdığı yapabilirliklerin ya da sınırlandırılan hareket alanının açıklanması hedeflenmiştir. Gençlik dönemi sosyal dışlanma ve yoksulluk açısından önemli riskler taşıyan bir dönemdir (Yurttagüler, 2008: 386). Gençlerin ekonomik bağımsızlıklarını kazanabilmeleri önündeki engeller, toplumsal yaşama katılımlarının kısıtlılığı, diğer bireylere veya kurumlulara bağımlılıkları onları risk altında bırakmaktadır. Buna ek olarak gençler, yoksul yaşam koşullarını değerlendirmeleri açısından erişkinlerden de farklılaşmaktadır. Yoksul yaşam koşullarıyla genç yaşta karşılaşmak, gelecek beklentilerinin en yüksek olması beklenen bu kesimin ileriye dönük yaşam imkanlarının kısıtlılıklarını erken yaşta fark etmelerine neden olmaktadır. Ayrıca erken yaşlardan itibaren içinde yaşanılan yoksul yaşam koşullarının, gençlerin yapabilirliklerini önemli ölçüde sınırlandırmasından ötürü, bu gençlerin yoksulluk döngüsünü kırabilmeleri önündeki engeller daha kalıcı olabilmektedir. Diğer taraftan yoksulluk sadece kente özgü bir sorun olmasa da, yoksulluğun kente özgü bir takım özel koşulları kentlerde yaşanan yoksulluktan ayrı bir kategori olarak bahsedebilmeyi de olanaklı kılmaktadır. Çalışmanın alan araştırması, 2007 ve 2008 yılları içerisinde Ankara'nın kent merkezi dışında kalan alanlarında ve gecekondu bölgelerinde (Altındağ, Mamak, Sincan) yürütülmüştür. Alan araştırmasında yaşları arasında değişen toplam 65 gençle yapılmış yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Görüşülecek gençlerin seçiminde, çalışmada yoksulluğun nesnel bir ekonomik kategori olarak tanımlanmamasından ve kent yoksulluğunun çok boyutlu bir olgu olarak ele alınmasından hareketle, belirli bir gelir grubu ile araştırma sınırlandırılmamıştır. Ancak görüşülen gençlerin hane halkı gelirleri dört kişilik bir ailenin asga

13 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşullan ri geçim haddinin çok altındadır2. Yaşamlan yerin yoksulluk deneyimine olan katkısı gözetilerek, özellikle yoksulluğun mekansal olarak yoğunlaştığı bölgelerde, yaşam standartlarını yükseltebilecek her türlü kaynaktan belli ölçülerde yoksun olan kişiler araştırma için uygun örneklem olarak düşünülmüştür. Bu çerçevede görüşülen kişilerin büyük bir kısmını da, yaşam düzeylerini yükseltebilecek ekonomik, sosyal ve kültürel sermayeden3 yoksun gençler oluşturmuştur. Araştırmada gençlerin yaş ve cinsiyet dağılımına da özen gösterilmiştir. Katılımcıların mahremiyetlerini korumak adına, makalede görüşülen gençlerin isimleri değiştirilmiştir. Toplumsal yapıların yeniden üretiminin incelenmesinde Pierre Bourdieu tarafından geliştirilen "habitus" kavramından yararlanılmıştır. Bourdieu'nün sosyolojisinin temel kavramlarından birisi olan habitus, toplumsal yapılarla zihinsel yapılar arasındaki oluşumsal bağ, toplumsal koşullara sürekli maruz kalınarak dış gerçekliğe ilişkin zorlamaların organizmanın içine kaydedilmesi, böylece bireylerde toplumsal çevre gereğinin içselleştirilmesi, toplumsal hiyerarşilerin sürdürülebilmesini garanti altına almaktadır. Diğer bir ifadeyle, toplumsal koşulların içselleştirilme- siyle zihinsel yapılar ile toplumsal yapılar arasında bir örtüşme ortaya çıkmakta ve bu örtüşme toplumsal tahakkümün en sağlam güvencelerin- 2 Türkiye Kaıııu-Sen Araştırma Geliştirme Merkezi nin yapmış olduğu 2008 Mayıs ayma ait asgari geçim endeksi (yoksulluk sınırı) sonuçlarına göre, dört kişilik bir ailenin asgari geçim haddi YTL dir( ww\v.kamusen.org.tr/mevzuat.asp?menu=istatistik&konu=asgari&detay_id=98). Görüşmelere katılan gençlerin hane halkı gelirleri ise genellikle düzensizdir veya YTL civarında yoğunlaşmaktadır. Bu sonuçlar, görüşülen gençlerin önemli bir kısmının yoksulluk sınırının çok altında, hatta açlık sınırında yaşadıklarını göstermiştir. 3 Ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye kavramları, Bourdieu'nün ( 19S4, 1995, 1997; Bourdieu ve Wacqu- ant. 2003) kavramsallaştırılmasına uygun biçimde ele alınmıştır. Buna göre, ekonomik sermaye, taşınmaz malları, nakit parayı, hisse senetlerini vb içeren kişinin sahip olduğu mali kaynakları gösterir. Kültürel sermaye olarak ifade edilen sermaye türü Bourdieu nün çalışmalarında entelektüel sermaye, bilgi sermayesi, eğitimsel sermaye gibi kavramlarla da anılır. Featherstone (1996: 174) Bourdieırnlin kültürel sermaye kavramının, dolaysızca hesaplanabilir, mübadele edilebilir ve gerçekleştirilebilir olan iktisadi sermayeye paralel olarak, kültüre dayanan iktidar kiplerinin ve birikim süreçlerinin de var olduğunu gösterdiğini ifade eder. Kültürel sermayenin üç biçimi vardır; kültürel sermaye a) nesneleşmiş halde (resimler, kitaplar, makineler, binalar gibi kültürel ürünler), b) bedenselleşmiş halde (sunum tarzı, konuşma biçimi, bedene ilişkin özellikler-bronz ten, adaleli vücut, dövme, piercing vb.) ve c) kurumsallaşmış halde (eğitim düzeyi, akademik diplomalar vb) bulunur. Son olarak Bourdieu sosyal sermaye kavramıyla, bireyin ya da grubun, belli bir ilişkiler ağına dahil olmasıyla ve bu ilişki ağı içerisinde karşılıklı tanıma ve tanınma sayesinde elde ettiği gerçek ya da potansiyel kaynakların toplamını ifade eder. Bourdieu. bu üç tür sermaye biçimine son çalışmalarında simgesel sermaye olarak yeni bir kategori eklemiştir. Simgesel sermaye, diğer sermaye türlerinden herhangi birinin, algı kategorileriyle kavrandığında büründüğü biçimdir. Wacquant, Bourdieu'nün bütün çalışmalarının simgesel sermayenin çeşitli biçimlerinin ve sonuçlarının keşfedilmesine yönelik bir arayış olarak da okunabileceğini söyler (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 108).

14 14 iletişim : araştırmaları den birisini oluşturmaktadır (Wacquant, 2003: 23). Bourdieu'nün kavramsallaştırmasında habitus, kişinin eylemini varolan iktidar yapılarının sürebileceği şekilde biçimlendirir. Eyleyiciler yaşam koşulları içerisinde başarı ve başarısızlık ihtimallerini içselleştirir ve bunları kişisel hayal ya da beklentiler olarak ortaya koyarlar. Bunlar yaşam şansının nesnel yapılarını yeniden üretme eğiliminde olan eylemler biçiminde yeniden dışsallaştırırlar (Bourdieu 1997'den aktaran Bora, 2005: 28). Bu süreci mümkün kılan habitus olmaktadır. Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları Eğitim Eğitim sistemi genel olarak toplumsal hiyerarşilerin yeniden üretilmesine en temel katkılardan birini yapmaktadır4. Prensipte herkese eşit derecede açık olan eğitimsel fırsatlardan kent yoksulu gençler sahip oldukları bir dizi sınırlılıklar nedeniyle yeterince yararlanamamaktadırlar. Görüşülen gençler tarafından okulu erken terk etmenin veya eğitime ara vermenin en önemli gerekçesi olarak ailelerin maddi imkanlarının yetersizliği gösterilmiştir5. Örneğin Ali (16) maddi yetersizlikler nedeniyle eğitimine ara vermek zorunda kalmasını şöyle anlatmıştır: 4 Bourdieu eğitim üzerine yazdığı yazılarda, eğitim sisteminin toplumsal hiyerarşilerin üretilmesine ve yeniden üretilmesine nasıl katkıda bulunduğunu şöyle açıklar: "Okul kurumu, kültürel sermayenin dağılıma yaptığı katkı yoluyla toplumsal uzamın yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Toplumsal uzamın iki temel boyutuna (ekonomik ve kültürel sermaye), birbirinden farklı iki yeniden üretim mekanizması tekabül eder ve bunların bileşimi sermayenin sermayeye yönelmesini ve toplumsal yapının sliregitmesini sağlayan yeniden üretim tarzını tanımlar. Kültürel sermaye dağılımının yapısı, ailelerin stratejileriyle okul kurıımunun özgül mantığı arasındaki bağıntı aracılığıyla yeniden üretilir (2006: 35). Bourdieu ya göre (2006: 35) yeniden üretim stratejilerinden biri olarak eğitim stratejileri, ailelerin kültürel sermayesinin önem derecesine ve hacminin ekonomik sermayeye oranındaki büyüklüğüne göre, eğitime yaptıkları yatırım miktarını belirlemektedir. Bourdieu nün eğitim sistemi üzerine yaptığı araştırmalarda ulaştığı sonuç "demokratik toplumlarda halen özgürleştirici okul ideolojisinin geçerli olduğu (Bourdieu, 2001 den aktaran İdemen, 2008: 420) ve bu ideolojinin kendisinin de sosyal hareketliliği engelleyici ve var olan güç dengelerini koruyucu bir etken olduğudur (İdemen, 2008: 420). 5 Her ne kadar devlet okullarında ilköğretim ücretsiz olsa da. çocukları okula göndermenin ailelere getirdiği ekonomik bir takım yükler vardır. DİE 2003 yılında, bir çocuğun devlet okullarındaki bir senelik eğitim giderinin yaklaşık 500 dolar olduğunu hesaplamıştır (Müderrisoğlu. 2006: 55). Adaman ve Keyder in Türkiye nin altı ilinin gecekondu bölgelerinde yaşayan 1,863 kişi ile gerçekleştirdikleri anket çalışmasının sonuçlarına göre, 7-15 yaş arasındaki çocukların aileleri tarafından okula gönderilmeme nedenleri arasında en büyük pay okul masraflarının karşılanamamasf na aittir (%60). Aynı çalışmada okula giden çocukların karşılaştıkları en önemli sorunun okul masraflarının pahalı olması olduğu belirtilmiştir (% 37) (2006: 83-84).

15 Ahtaş Yarnanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları Yedinci sınıftayım maalesef, dört sene ara verdim okula...babam gönderemedi, maddi durumu iyi değildi, o yüzden... abimle ben çalıştık. Biz küçüktük o zaman, beş kardeş olduğumuz için bakamayacağım diye bunalıma girdi, bıraktı bizi kaçtı. Benle abimin sırtına bıraktı bütün yükü. Biz de çalışmak zorunda kaldık. İkinci sınıftan sonra okulu bıraktık. Sekiz yaşında, hayvan baklalığı, hamallık, ayakkabı boyaalığı, pazarda elemanlık, berberlik, garsonluk yaptık. Dört sene boyunca bayağı işlerde çalıştık...dört sene sonra babam geldi. Babam okula göndennek istemedi bizi, ben gitmek istedim. Kendim gittim, kaydoldum. (Ali, 16) Maddi imkanların sınırlılıkları gençleri okul-çalışma hayatı, okul-ev hayatı veya okul-evlilik hayatı gibi tercihlere yönlendirmektedir. Ayrıca sosyal çevrenin çeşitli özellikleri ile gençlerin geçmiş dönemlerindeki okul başarısızlıkları, iş hayatına erken atılıp meslek sahibi olabilme amacı, kendi parasını kazanabilme veya ailelere bağımlı olmak istememe arzusu gibi unsurlar gençlerin okuldan ayrılmalarında veya eğitimlerine devam etmemelerinde rol oynayan unsurlardır.6 Lise biri aslında geçemiyordum zayıflarımdan dolayı ama af çıktı, o zaman geçmiştim ailem göndermedi, devamsızlıktan kaldım, açık liseye gitmek istedim, izin vermediler...biraz cahil olduklarından, kız kısmı okur muymuş, ne yapacak, şu, bu, işte cahillik... (Müge, 18) Iskitler Meslek Lisesi'ndeydim, arkadaşlarım Abidinpaşa, o taraflarda olsa, belki onlarla okurdum, orada biraz yalnız kaldığımızdan, oradaki bebelere de ayak uyduramadığımızdan...evin büyüğü olarak önümüzde bir abi olmadığı için, annemin zaten okuması yazması yoktu, bize öyle derslerimize yardımcı olacak kimse yoktu. Kendi çabamızla ancak bu kadar oldu. (Korkut, 20) Babamın küçüklükten beri dükkânı olduğu için onun yanma gidip geldim tatillerde falan, okuldan soğuduk, derslerim iyi değildi. Bir de kendi mesleğimi düşünerek okusam dedim, lise üçe kadar okuyacağız, üç senem boşa gider diye okulu bıraktım, mesleğime devam ettim meslek öğrenmek için... (Atilla, 17) 6 UNDP tarafından hazırlanan ve 12 değişik bölgede, yaşları arasında değişen toplanı den fazla genç arasında yapılmış olan araştırmanın sonuçlarından oluşan 2008 yılı Türkiye de Gençlik" başlıklı rapora göre, liseye veya üniversiteye gitmeyen gençler bu durumun en önemli nedenlerini en yoğun olarak bir işe girip para kazanmak veya okul harcamalarını ödeyebilecek ekonomik durumu olmamak" (% 30) ile ilgi ve istek eksikliğine" (% 50) bağlayarak değerlendirmişlerdir. İlgi ve istek eksikliğine işaret eden grubun profiline yakından bakıldığında, bu gruptaki gençlerin % 60 ının düşük gelirli ailelerden geldiği ve bunların % 64.4 ünün, yani önemli bir çoğunluğunun bir önceki yılda okula gitmekten hoşlanmadığı görülmüştür. Eğitimlerine devam etmeyen bu gençlerin % 11 inin okula gitmelerine ise ailelerinin engel olduğu" belirtilmiştir. Para kazanmak üzere işe girmesi gerektiği için okulu bırakan genç erkeklerin sayısı, aynı durumda olan genç kızların sayısının iki katından fazla iken, aile baskısıyla okulu bırakmak zorunda kalan genç kadınların sayısının, aynı durumdaki erkeklerden yaklaşık dokuz kat fazla olduğu görülmüştür. Bu anlamda raporun sonuçlarında öne çıkan nokta, toplumdaki cinsiyet rollerinin genç erkekleri iş hayatına, genç kızları ise ev hayatına yönlendiriyor olduğudur (UNDP, 2008: 28).

16 16 iletişim : araştırmaları Okuldan ayrılıp sanayide çalışmaya başlayan gençlerden Selim (23), Ertan (19), Mustafa (23), koşulların zorlamasıyla çalışma hayabna yöneldiklerini belirtmişlerdir: Ortaokulu bıraktım, liseyi de düşünmedim, sanayide bir hevesimiz vardı...ailenin geçim sıkıntısı, bir de diyorum ya sanayide çalışmayı çok istiyodum, tamirci olmayı istiyodum ama kaportacı oldum...sanayi ortamını görüyordum, hoşuma gidiyordu. En azından meslek ya, şu an çoğu okuyan da meslek bulamıyo yani, sanat yani... ama kız kardeşimi okutacağını, hiç şansı yok, okuyacak o, o istekli. (Selim, 23) Ortaokuldan sonra okumadım...koşullanmız zor olduğu için, mecburen böyle olduk. Yoksa herkes ister okumayı ama olmadı...mesela çok okuyan var ama görüyoruz yani, herkes boş, geziyor, gelmiş yaş otuz, meslek falan yok, öyle...geriye dönüş yok artık çünkü adam otuz yaşma gelmiş, okumuş, okumuş hiçbirşey yok, meslek de yok, evlenmeye kalksa hiçbirşey adamda, ya tezgahtarlık yapacak ya da simit satacak...biz sonuçta bir meslek bulduk artık, biz mesleğimizi kaptık...(ertan, 19) İşte okuyamadığımız için, abim de bu işi yaptığı için (motor tamircisi), mecbur... mecbur bir iş yapacaktık, okuyamadığımız için, okula gittim ben, okuyamadık, kafamız almadı, artık öyle diyelim. (Mustafa, 23) Altındağ'da bir ilköğretim okulunda öğretmen olarak çalışan Gülşah (26), yoksul öğrencilerin maddi imkanlarının sınırlı olmasının okula olan ilgilerini nasıl azalttığına dair şöyle örnekler vermiştir: En basitinden derse getirilmesi gereken bir malzemeyi getiremediği için çocuk okula gelmek istemiyor, ya da araştırma için verilen ödevi araştıracak kaynağı nasıl bulacağını bilmiyor, alamıyor, mesela internete gidemiyor, okulda bir şey için para toplanıyor, veremiyor, gelmek istemiyor, giderek okuldan soğuyor, özgüvenini kaybediyor. (Gülşah, 26) Yoksul gençlerin ailelerinin maddi imkanlarının yetersizliği, bu gençlerin eğitimlerini genellikle bulundukları çevredeki veya yakın bir bölgedeki kurumlarda almalarına neden olmaktadır. Yoksul muhitlerdeki okullar ile görece yüksek refah seviyesine sahip olan muhitlerdeki okullar arasında eğitim kalitesi yönünden çeşitli farklılıkların olduğu gençler tarafından dile getirilmiştir. Örneğin Onur (16) Altındağ'daki okullar ile görece yüksek statüde kabul edilen Aydmlıkevler'deki okullar arasındaki farklılıkları şu şekilde anlatmıştır: Burada bir okul var ileride Ahmet Yesevi diye, oraya giden hep boş gidiyor, giden çok okumuyor, çok nadir. Abim orada okuyordu işte, zor bitirdi orayı...ben

17 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları Aydınhkevler'de İnönü Lisesi'ne gidiyorum...orası iyi bir okul, eğitimi güzel... ilkokula Ali Ersoy'da (Altındağ) gittim. Biraz çevresi kıt olduğu için okul pek önemsenmiyordu, zaten İnönü'ye gittiğim zaman, Ali Ersoy'dan geldim diye herkes şey yapıyordu, o okul pis, şey diye, seni nasıl bu okula aldılar diye... (Onur, 16) Dünya Bankası tarafından hazırlanan Türkiye'deki eğitim sektörü üzerine olan değerlendirme raporunda da yoksul ailelerin yaşadığı çevrelerdeki okulların düşük niteliklerine değinilmiştir (VVorld Bank, 2005: 9). Buna göre, bu bölgelerde görev yapan öğretmenler genellikle daha deneyimsiz ya da daha az eğitimli kişilerden oluşmakta ve öğrencilere daha az beklenti ile yaklaşmaktadırlar. Ayrıca bu bölgelerdeki okulların fiziksel şartları da oldukça kötüdür; bulunulan çevre güvensizdir, yeterli ısıtma ve ışıklandırma imkanlarından yoksundur (VVorld Bank, 2005: 10). Gençlerin arkadaş çevrelerinde yaygın olan düşük eğitimsel nitelikler, gençlerin de okula olan ilgilerini azaltmaktadır. Görüşmelere katılan gençlerden bazıları eğitimlerini yarıda bırakmalarında arkadaşlarının etkisini arkadaş kurbanı olmakla" (Hacer, 15; Gonca, 16), "arkadaşlarına uymakla" (İlkay,19) ilişkilendirerek açıklamışlardır. Görüşülen gençler eğitimlerini devam ettirmeme gerekçesi olarak bireysel tercihlere değinmiş olmalarına rağmen bu tercihleri de yönlendiren yine maddi sınırlılıkların dayatmalarıdır. Bireysel tercihler olarak değinilen okulu bırakıp çalışmaya başlamak, gençlerin yoksulluktan kaynaklanan geçinme stratejilerinden biri olarak değerlendirilebilir. Bazı gençler eğitimlerine devam etmelerinde veya yüksek eğitim almalarında aileleri tarafından yeterince desteklenmediklerini de dile getirmişlerdir^. Beril İdemen'nin (2008: 429) de belirttiği gibi, yoksul aileler için üniversiteye dek sürecek bir eğitim kariyeri, büyük yatırımlar ve fedakarlıklar gerektirmektedir ve aileler bir nevi içgüdüsel istatistik hesabı (habitus) ile bu süreçte karşılaşılabilecek engelleri kestirerek bunlara sıklıkla baştan boyun eğerler. Egemen sınıf kökenli çocuklar için yüksek eğitim almak sıradan bir yaşam perspektifi iken, nesnel engellere yönelik farkmdalık, tabi sınıfların kendi kendilerini dışlamalarına neden olmaktadır. Yoksul ailelerin habitusları bağlammda anlam kazanan bu süreçte, bireylerin çoğu buradaki sosyal dışlama mekanizmasını fark etmemekte, bu duru- 7 "Aile baskısı ile okuldan ayrılma" UNDPnin Türkiye'deki gençliği konu alan raporunda da, özellikle kız öğrenciler tarafından okula devam edememe gerekçelerinden biri olarak gösterilmiştir (UNDP, 2008: 28).

18 18 iletişim : araştırmaları mu bireysel bir tercih ve kişisel başarısızlık olarak yorumlamaktadır (İdemen, 2008: 429). Böylece başarılı olanların meşruiyeti tanınır ve onların kültürlerinin yüksek değer taşıdığı da kabul edilmiş olur (İdemen, 2008: 429). Öte yandan kent yoksulu gençlerin genel olarak eğitimsel başarılarının düşük olmasına rağmen, görüşülen gençler arasında her türlü maddi yetersizliklere ve hatta bazı durumlarda aile baskısına rağmen eğitimine devam etmek için çabalayan ve yüksek başarılar gösteren gençler de bulunmaktadır. Bu gençler kendilerini bulundukları sosyal çevreden ve yoksulluktan kurtarmak için eğitimlerine sıkıca sarılmış kişilerdir. Çoğu durumda kendi masraflarını çıkartmak için bazen yaz döneminde bazen de okul süresince çalışan bu gençlerin gelecek planlan yüksek eğitim alarak bir meslek edinebilmek üzerine kuruludur. Bu gençleri görüşülen diğer gençlerden ayıran en önemli özellik eğitimleri süresince öğretmenleriyle aralarında geliştirdikleri paylaşımlardır. Öğretmenlerin bu gençle-, rin eğitim başanlarına oluşturdukları rol modellerle de olumlu katkı yaptığı söylenebilir. Örneğin Ali (16) ve Umut (15) öğretmenlerinin kendileri üzerindeki etkilerini şu şekilde anlatmışlardır: Çocuk okula gidiyor, öğretmeni kibar konuşuyor, şivelere dikkat ederek konuşuyor, eve geliyor, babası değişik konuşuyor, tavırlan değişik, sosyal davranmıyor. Bu da çocuğun kafasında soru işareti uyandınyor. Hangisine uysam, hangi yola gitsem diye. Ben özellikle öğretmenlerimi dikkate alırım. Onların konuşmalannı... Öğretmenim Türkçe dersi verirken, "her zaman konuşmaya dikkat eden insan, her zaman herkesle anlaşabilir" demişti. Ben onu kendi kafama yazmıştım...ben öğretmenlerimi örnek alıyorum kendime, öğretmenlerimin hayatını. İleride de ya öğretmen ya da sava olmak istiyorum. Hiç yapamazsam, eğer elimden de gelmezse, ileride bir işçi de olsam, ben yine topluma yararlı bir insan olacağımı düşünüyorum, davranışlarımla, tutumumla... (Ali, 16)8 8 Ali nin (16) anlatımında da öne çıkan dilin doğru ve düzgün kullanımına verilen önem ve gösterilen özen, görüşülen gençlerin hemen hemen tümü için geçerlidir. Görüşmelere katılan gençlerin önemli bir kısmı, "toplumda saygın bir yer edinebilmek veya sözünü/kendisini dinletebilmek için şivesiz, doğru ve çeşitlendirilmiş kelime bilgisini içeren bir dil kullanımının gerekli olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca görüşmeler boyunca kendilerinin de doğru dil kullanımına özellikle dikkat ettikleri gözlenmiştir. Ancak gençler arkadaşlarıyla ya da aile içindeki konuşmalarında bu kadar dikkatli davranmadıklarını da belirtmişler; ben sizinle böyle konuşuyorum, ben nerede nasıl konuşmam gerektiğini bilirim veya ben dışarıda böyle konuşmuyorum gibi ifadelerle, bu türdeki dil kullanımlarının gündelik yaşamın bütününe yayılan rutinleşmiş bir dil pratiğinden farklılaştığını da ifade etmiş olmaktadırlar. Gençlerin bu anlatımlarından çıkartılabilecek sonuç, dilsel piyasa koşullarının farkında oldukları ya da Brdoğan nın da belirttiği gibi (2007: 60) dilsel sermayenin, toplumsal sınıflandırma şemalarının başkalarına ve kendilerine biçtiği konumdaki merkezi rolün farkında olduklarını gösterir.

19 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşullan Ben ilkokul öğretmeni olmak istiyorum, hepsini iyi yetiştirmek için...hepsini okutmak için çabalayacağım. Hocalarımız da bize fikir veriyor, okuyup onlar gibi olmamızı söylüyorlar. Ben babamı gördükçe okumam lazım diyorum. (Umut, 15) Çoğu kez okulu erken terk eden veya eğitimlerine ara veren gençler, daha sonra pişmanlık duymakta ancak süreci tersine çevirememektedirler. Eğitimin tamamlanamamasından duyulan rahatsızlık en fazla sosyal yaşama katılımın engellenmesi durumunda ve ağır çalışma koşulları nedeniyle hissedilmektedir. Bu durumlarda eğitimin kişiyi toplumda daha saygın bir konuma getirebileceği, daha nitelikli iş bulabilme olasılığını arttırabileceği veya sosyal hayata katılımı kolaylaştıracağı düşünülmektedir. Tabii, keşke okusaydım, okusaydım da yine bu işi yapsaydım (motor tamircisi). Bizim yetkili servis dediğimiz büyük servislere sanat okulu mezunu istiyorlar, lise diploması, daha iyi olacaktı. En azından belli bir saatin olacaktı öyle yerlerde çalıştığın zaman, gelişin gidişin belli, öğlen paydosun belli, daha düzgün. (Mustafa, 23) Çalışmaya başlayınca okumanın değerini daha çok anladım...bir de şöyle bir, askerlikte faydası oluyor lise diplomasının. Normal işyerlerine girerken lise diploması çok önemli. Lise diploman olsa istediğin her yerde çalışırsın. Ehliyet alırken diyorlar ya lise diploması olacak diye, öyle şeyler çıkıyor, ondan tedirgin oluyorum. Askerliği onbaşı olarak, çavuş olarak yapmak var...bir de sanayi ortamı sıkıcı, mesela soğukta çalışıyorsun dışarıda, sıkıntılı, çalışma şartları zor, öğrencilik çok iyiydi ya... (Atilla, 17) Ayrıca okulu erken terk eden gençler, düşük eğitimleri nedeniyle damgalandıklarına ve güçsüzleştirildiklerine inanmaktadırlar. Örneğin Semra (16) ve Gonca (16) için okulu bitirememiş olmak bir utanç kaynağıdır: Şimdi af çıksa bizi tekrar alsalardı falan, böyle iki sene üst üste tekrar alsalar diyoruz. Hani ÖSS'de falan en başarılı olan biz oluruz herhalde diyorum...bir şey kaybetmeyince insan değerini anlayamıyor. Kesinlikle anlayamıyor. Ben okul varken önemsemiyordum. Hatta okuldayken şey diyordum, derslerim kötü gidiyordu. Okumayız ya en kötü okumayız diyorduk. Bunu sadece dilimle söylüyordum. Kalbimde hiçbir zaman kendimi sorgulamamıştım, beynimi. Hani okumayız diyordum ama okumayınca hayatın nasıl olacağım hiçbir zaman düşünmedim. Arkadaşlarım soruyordu, sen kötü gidiyorsun ne yapacaksın falan diye. En kötü okumayız diyordum, geçiyordum... Okul hayatını yaşamak da güzel, meslek açısından da kesinlikle güzel bir şey. Toplumda da okumuş insan deyince şöyle bir

20 20 iletişim : araştırmaları duruyorlar, irkiliyorlar, bakıyorlar. Okumamış ya falan deyince, çok önemsemiyorlar, ben bunu hissettim bir de, bu yüzden okumayı kesinlikle isterim... En kötü açık liseden, kesinlikle diyorum lise mezunu olmam lazım benim. Öyle bakıyorum, çünkü ortaokul mezunu diye beni sınıflandırmalarını, o gözle bakmalarını kesinlikle istemem. (Semra, 16) Olmuyor böyle, kesinlikle olmuyor yani. Kendime yediremiyorum böyle. Okula gittiğimi sanıyorlar. Ne mezunusun diye sorduklannda, böyle böyle dediğim zaman kötü oluyor insan, kendine yediremiyor...salak olsam, tamam Gonca sen salaksın, otur, artık kımıldama derim ama hani öyle bir şey olmadığı için insanın gerçekten çok zoruna gidiyor. (Gonca, 16) Düşük eğitim seviyesi nedeniyle damgalanma, eğitimdeki başarısızlıkların arkasında yatan sosyal dışlanma mekanizmasının fark edilmemesine dayanan ve bu başarısızlıkları bireysel başarısızlık olarak değerlendiren yaklaşımın sonucu olarak değerlendirilebilir. Özellikle yoksul gençlerin yaşadığı sosyal çevrelerde hakim olan bu yaklaşım, egemen sınıf değerlerinin tabi sınıflar tarafından üstünlüğünün tanınmasının bir ürünü olarak, toplumsal hiyerarşilerin yeniden üretilmesine de katkıda bulunmaktadır. Eğitim sisteminin modern toplumlarda yerine getirdiği eleme süreci, alt sınıf insanlarının eğitimin üst düzeylerinden bertaraf edilmesini beraberinde getirir (Bourdieu, 1988'den aktaran Aktay, 2007: 482). Öncelikle Türkiye'de yüksek öğretim alabilme koşulları özellikle yoksul gençlerin aleyhine işlemektedir. Üniversite giriş sınavlarında başarılı olabilmek için Türkiye'de milyonlarca genç, ilköğretimden başlayarak yoğun bir hazırlık sürecine girmektedir9. İlköğretimden sonra daha nitelikli bir eğitim alabilmek için öğrenciler Ortaöğretim Kurumlan Giriş Smavı'na girmekte, bu sınav öncesinde destek eğitimler almaktadırlar10. Ayrıca lise eğitimi boyunca, üniversite giriş sınavlarında başarılı olabilmek için yine okul eğitimlerinin yanısıra ek eğitimsel destek almaktadırlar. Yoksul gençlerin maddi imkanlarının kısıtlılıkları, onları bu destek mekanizmalarından yoksun durumda bırakmakta ve sınavlarda onları daha dezavantajlı duru yılında üniversite öğrenimine başlayabilmek için merkezi Öğrenci Seçme Smavı'na (ÖSS) 1,7 milyondan fazla öğrenci katılmıştır. ÖSS için hazırlık kursları veren dershanelerin yıllık ücreti dolar arasında değişmektedir (UNDP, 2008: 32). Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre Türkiye'de dershane bulunmayan il yoktur. Ankara'da 2008 yılında toplam 496 dershane bulunmaktadır yılında Orta Öğretim Kurumlan Öğrenci Seçme Smavı'na girebilmek için toplam öğrenci başvurmuştur.

21 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ma getirmektedir. Türkiye'de liberal piyasa ekonomisinin eğitim alanında da kurumsallaşması, nitelikli eğitim alabilme ya da bunlara erişebilme imkanlarım ekonomik sermayeye bağımlı hale getirmektedir. Eğitim sisteminin toplumsal farklılıkların korunmasına yaptığı katkıyı Bourdieu (2006), fizikçi MaxwelTin ikinci termodinamik yasasının etkisinin nasıl askıya alınabileceğini anlatmak için kullandığı imge olan "MaxwelTin cini" örneği ile açıklar. Maxwell teorisinde az ya da çok sıcak yani az ya da çok hareketli tanecikler arasında bir cin olduğunu hayal eder. Bu cin tanecikleri ayırır, en hızlılarını ısısı artan bir kaba, en yavaşlarını da ısısı azalan bir kaba atar. Bunu yaparken de farklılığı korumuş olur. Bu imgeden yararlanarak Bourdieu (2006: 36-37) birbirine eşit olmayan kültürel sermayeyle donanmış öğrenciler arasındaki farkların, eğitim sistemi tarafından korunduğunu öne sürer. Bu ayıklama süreci kalıtımsal olarak (miras yoluyla) ailelerin kültürel sermayeye sahip olanları, bu sermayeden yoksun olanlardan ayırmaktadır. Yetenek farklılıkları ise, kalıtsal kültürel sermayeye göre oluşan toplumsal farklılıklardan ayrılamayacağından, eskiden var olan toplumsal farklılıkları ayakta tutmaktadır (Bourdieu: 2006: 36-37). Yoksul gençler açısından nitelikli bir eğitim alabilme olasılığının düşüklüğü, ilköğretimden sonra liseye devam etmeleri durumunda bu gençleri, genel eğitim veren liseler yerine meslek liselerine yönlendirmektedir. Genel eğitim veren liselere (düz liselere) devam etmek, gençler arasında ancak üniversiteye devam edebilme olanağının bulunması durumunda rasyonel kabul edilmekte aksi halde meslek lisesinin seçilmesinin kişiye daha önemli getirileri olduğuna inanılmaktadır. Yoksul aileler de çocuklarının uzun eğitimlerini karşılamakta güçlük çektikleri için, onları bir alanda kalifiye hale gelmeleri ve sertifika alıp biran önce çalışmaya başlamaları için meslek liselerine göndermeyi tercih etmektedirler (UNDP, 2008: 35). Türkiye'de tüm ortaöğretim öğrencilerinin %36'sı meslek lisesine devam etmektedir (UNDP, 2008: 35). Toplumda yaygın olarak kabul gören meslek liselerinin aşağı statülerine dair önyargılar, kent yoksulu gençler tarafından da paylaşılmaktadır. Bourdieu'ye göre teknik meslek eğitimine ilişkin tutumlar ve bunun karşısında genel eğitime tanınan ayrıcalığın yaygın kanılardır. Bourdieu'ye göre (2006: 46), kendileri büyük

22 22 iletişim : araştırmaları devlet üniversitesinden ya da "büyük okullardan" mezun olan üst düzey yöneticiler, bir tür "sığmak" ya da "çöplük" olarak görülen teknik eğitimin değer kazanması gerekliliği üzerinde dururken, kendi çocuklarının bu türden bir eğitim almak zorunda kalmasını bir felaket olarak değerlendirebilirler. Benzer bir durumun Türkiye için de geçerli olduğu söylenebilir. Ancak görüşülen gençler arasında tercihlerini meslek lisesinden yana kullanan/kullanmak durumunda bırakılan gençler, özellikle iş piyasasında genel lise mezunu gençlere göre edindikleri avantajlı konum olasılıklarının altını çizmekte, "en azından" bir iş imkanı yaratabildiği için meslek lisesine devam etmiş olmalarından ötürü kendilerini şanslı görmektedirler. Burada gençlerin genel liseye devam edilmesi durumunda, üniversite eğitimi alma olasılıklarının düşük olacağını öngörmeleri çarpıcıdır. Liseye başlayacağım yıl hangi liseye gideyim, mesleğe mi gideyim, düze mi gideyim baya bir tereddütte kaldım. O zaman ailem baya bir baskı yaptı, şuraya git, buraya git diye. En sonunda ablam geldi pişman olmayacağın bir yere git dedi. Ve ben düşündüm uzun uzun mesleğe karar verdim. İleriyi düşündüm, düze gitsey- dim şu anda sadece üniversitem vardı, mesleğim olmayacaktı. (Selçuk, 18)...meslek de okumak daha iyi. Neden derseniz, çünkü eğer üniversite okumazsanız, meslek de hiç olmazsa mesleğin olur ama düz lisede okuduğun zaman mesleğin de olmuyor, üniversite de zor. (Yavuz, 17) Diğer yandan, bir meslek edinebilmek ve iş piyasasında bir yer edinebilmek için tercih edilen meslek okulları11, üniversite giriş sınavlarındaki katsayı uygulamaları nedeniyle yoksul gençlerin üniversitede istedikleri bölüme girebilmelerinin önünde de engel oluşturmaktadır. Bazı bölümlere girişte sağladığı avantajlara rağmen meslek okullarından mezun olan gençler, ancak lisede aldıkları eğitimin uzantısı sayılabilecek bölümleri tercih edebilmektedirler. Bu durum onları toplumda daha üst bir statüye ulaştırabilecek meslekler edinebilme imkanlarından yoksun duruma getirmekte ve dezavantaja dönüşmektedir. Dolayısıyla yoksul gençler, çok erken yaşlarda hangi mesleği seçeceklerine dair bir seçim yapmak zorunda bırakılmaktadır. Bourdieu'ye göre kişinin eğitimsel başarısı ile toplumsal kökeni birçok açıdan birbiriyle ilişkilidir. Öncelikle Bourdieu erken dönem toplum- 11 TUİK verilerine göre meslek lisesi mezunları arasında da işsizlik yaygındır. Bu okullardan mezun ve hala işsiz olan gençlerin sayısı nin üzerindedir (UNDP, 2008: 34).

23 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşullan sallaşma deneyiminin, algı ve davramş şemalarının gelişimindeki önemine dikkat çeker. Bu bağlamda aileden alman birincil eğitimin toplumsal köken ile olan sistematik ilişkisi, çocuğun bireysel eğitim kariyeri üzerinde etkili olacaktır (İdemen, 2008: 423). Yoksul gençlerin ailelerinin kültürel sermayelerindeki düşüklük, hatta çoğu durumda özellikle annelerinin ancak okuma-yazma düzeyinde eğitim almış olmaları12, birincil eğitimin niteliğini belirleyerek, bu gençleri üst sınıftan gelen gençlere göre dezavantajlı durumda bırakmaktadır. Ayrıca Bourdieu'ya göre eğitim, egemen kültürün kodlarını içermektedir ve bu kodların alt sınıflardan gelen öğrenciler tarafından çözülmesi, bu bilgi ve becerileri okul öncesi yıllardan itibaren içselleştirmiş olan egemen sınıftan gelen çocuklara göre çok daha zor olmaktadır (Aktay, 2007: 482). Kültürel sermayeler arasındaki farklılıklar böylece eğitimsel başarılardaki farklılıklara dönüşmektedir (Aktay, 2007: 482). Bu bağlamda okul öncesi eğitimin eksikliği ve yoksul gençlerin egemen kültüre olan uzaklıkları, toplumsal köken ile doğrudan bağlantılı olarak yoksul gençlerin eğitimlerinde başarısız olmalarına neden olmakta ve kent yoksulu gençler açısından özgüven yitimi ile sonuçlanmaktadır (İdemen, 2008: 424). Kent yoksulu gençlerin başarısızlık olasılığını erken yaşlarda okul kültürüyle olan ilişkilerinde deneyimlemeleri, onların yaşamlarının bütününe yayılan şekilde kendilerine olan güvenlerini düşürmektedir. Eğitime değer veren ailelerden gelen çocuklar okulda geçerli kültüre olan aşinalıkları ve eğitim kariyeri hakkında sahip 12 Eğitim seviyesinin düşük olduğu ailelerde çocuklar evde okul eğitimlerine destek olabilecek yardımları görmemekte, bu durum onların okula olan ilgisini de azaltmaktadır. Zorunlu ilköğretim Türkiye'de 1997 yılında 5 seneden 8 seneye çıkartılmıştır. Buna rağmen Türkiye genelinde 2005 yılında yaşlan 6 ile 14 arasında olan çocukların yaklaşık olarak % 10 u temel eğitim almıyor durumdadır. İlköğretime katılmayan çocukların % 70 ini kızlar oluşturmaktadır ve bunların % 55 inden fazlasının annesi okuma yazma bilmemektedir. Dünya Bankası tarafından hazırlanan Türkiye nin eğitim sektörü çalışması raporunun sonuçlarına göre çocukların ve gençlerin eğitimlerine devam etmemelerini belirleyen nedenlerin arasında ebeveynlerin eğitim düzeyleri önemli bir sırada yer almaktadır (World Bank, 2005: 11). Musa İkizoğlu (2000) Ankara'nın Mamak bölgesinde yürüttüğü araştırmada bu bölgedeki bireylerin eğitim düzeyinin genelde oldukça düşük olduğunu tespit etmiştir. İkizoğlu nun (2000: 141) bulgularına göre, görüştüğü 117 kişinin yarısından fazlası hiç okula gitmemiş, yaklaşık olarak % 3 2 si ise ancak ilköğretim düzeyinde eğitim almıştır. Tevfik Erdem in (2003) Ankara nın değişik bölgelerinde gelir düzeylerine göre yoksul olarak kabul edilen toplam 225 kişi ile gerçekleştirdiği anket çalışmasında da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Görüşülen kişilerin % 30 una yakını okur-yazar durumda değildir ve yarısından fazlası ancak ilköğretim düzeyinde eğitim almışlardır (Erdem, 2003: 82). Erdem in çalışmasında yoksul aileler çocuklarını maddi imkansızlıklar nedeniyle okutamadıklarının altını çizmişlerdir. Ailelerin üzerinde durduğu bir diğer konu ise yoksulluktan kaynaklanan yetersiz beslenmenin çocukların okul başarılarını olumsuz yönde etkilediği üzerindedir. Bu durumu aç çocuğun gamına ders girer mi? veya kuru ekmekle kamı doyan çocuk okur mu? gibi ifadelerle dile getirmişlerdir (Erdem, 2003: 82).

24 24 iletişim : araştırmaları oldukları geniş bilgiyle, kent yoksulu gençlere göre kendilerine daha fazla güven duymakta ve böylece bu alanda başarılı olmak için daha fazla motivasyon göstermektedirler (İdemen, 2008: 425). Kent yoksulu gençlerin eğitimle olan ilişkilerinde öne çıkan motivasyon ve başarabileceklerine dair güven eksikliği, bu bağlamda toplumsal köken ile ilişkili olarak açıklanabilir. İşgücü Piyasası Koşulları Kent yoksulu gençlerin sahip oldukları pazar değeri olmayan ya da düşük olan eğitimsel nitelikleri, onların işgücüne katılmalarının önündeki en önemli nedenlerden birini oluşturmaktadır13. Bu durumda meslek lisesi mezunu gençler ya da okulu erken terk ederek küçük yaşta bir işe girenler, iş piyasasında görece daha avantajlı konumlar elde edebilir görünmesine rağmen, bu gençlerin sahip olabildikleri çalışma koşulları oldukça kötüdür. Düşük eğitimsel nitelikleri sebebiyle marjinal iş koşullarına sahip olabilen gençler, emek piyasasında daha az beceri gerektiren ve çeşitli güvencelerden yoksun işlerde çalışmakta, bu işler ise gençlerin kendilerini geliştirebilecekleri becerileri onlara katamamaktadır. Piyal'in (1994: 128) belirttiği gibi düşük ücretler ve esnek istihdam koşulları ile çalıştırılan çocuk ve gençler, "bedensel, ruhsal ve toplumsal gelişimleri nedeniyle bedensel incelik ve esneklik, el becerisi gerektiren sıradan, tekdüze, yineleyici iş türlerine iyi uyum sağlamakta; büyüyüp, bu özelliklerini yitirdiklerinde ise kolayca işten atılabilmektedirler" (aktaran Uyan- Semerci, 2008: 409). Diğer taraftan işgücü piyasasına giremeyen gençlerin uzun süreli işsizlikleri, onların ileride daha iyi işler bulabilmelerini de engellemektedir. Kısacası, yoksul gençlerin işgücü piyasası ile olan ilişkileri genel olarak uzun süreli işsizlikler, kısa/geçici dönemli işler, parasız çalışılan işler ve çeşitli güvencelerden yoksun, zaman zaman tehlikeli olabilen ve uzun çalışma saatlerine sahip işler ile tanımlanabilir. 13 Pınar Uyan-Semerci nin (2008: 408) Eurostat ve TUİK verilerine dayanarak aktardığı üzere, 2006 yılı verilerine göre Türkiye de 25 yaş altı işsizlik oranı %18,7 ve yaş aralığı eğitimi terk edenlerin kendi grubu içindeki payı % 50 dir. Ayrıca TUİK hanehalkı İşgücü Araştırmasına göre yaş aralığı işgücüne katılım oranı 2000 de %42,5 iken 2006 yılında %38,9 dur. Ancak Türkiye de bu yaş grubu gençlerin çalışma alanlarında kayıtdışı istihdamın geniş olduğu bilinmektedir. Yapılan araştırmalar ve istatistikler çocuk ve genç işçilerin kayıtdışı istihdamına ilişkin sorunları aktarmak konusunda oldukça yetersiz kalmaktadır (Uyan-Scmerci, 2008: 408).

25 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları Sanayi ortamı gerçekten çok zor bir iş, mesela yazın sıcağın altındasın, kışın soğuğun altındasın, zor yani hayat...ilk geldiğim zaman çocuktum, hiçbirşey bildiğimiz yok...mecburen ezileceksin, yoksa olmuyor...ben beş senemi vermişim bu işe, mecburen artık bu işi yapmak zorundayım, artık böyle olacak. (Ertan, 19) Bu işe devam etmeyi düşünüyorum, çünkü seviyorum zaten başka iş...başka iş olmuyor artık, en iyi iş bildiğin iş derler ya, yani buna devam ediyoruz. (Mustafa, 23) Şimdi iş arıyor değilim yani istesem iş var. Şu anda biraz hastayım, istesem gider çalışırım... Cebimde param bitse, giderim bir iki günlük, üç günlük, harçlığımı çıkarırım...boş kaldığım zaman esnaf hep diyor, boş kalınca gel diyor. Ayakkabıcıda tezgahtar olarak çalıştım üç ay, yetti zaten. (Ercüment, 17) Semra para almadan çalıştığı kuaförlük işini, ileride bu işi öğrenerek kendi salonunu açmak istediği için yaptığını söylemiştir: Çalışmayı çok isterdim. Buraya geliyorum, hoşuma gidiyor, önceden sürekli evde duruyordum. Kendi işimin olmasını çalışmayı isterdim. (Semra, 16) Ankara İskitler Endüstri ve Meslek Lisesi öğrencilerinin profilini çıkarttığı çalışmasında Kayaalp (2005: ), bu gençlerin dezavantajlı konumlarının özellikle çalışma deneyimleri ve şartlarından, ailelerinin içinde bulunduğu koşullardan, hayatın bir çok farklı alanlarında maruz kaldıkları şiddet biçimlerinden ve uyuşturucu madde kullanımı gibi zararlı alışkanlıklarına olan yakınlıklarından kaynaklandığını belirtir ve "bu şartlar altında hayal kurmak çok zor" alıntısı ile bu gençlerin "beklentilerinin mevcut ancak hayallerinin kayıp olduğunu" söyler (aktaran Uyan-Semerci, 2008: 410). Genç yoksulların okulu erken terk ederek çalışmaya başlamaları ve sahip olunan çalışma şartlarının olumsuzlukları, kendilerini diğer toplumsal katmanlardaki gençlerden farklı ve bir ölçüde dışlanmış hissetmelerine de yol açmaktadır. Özellikle sahip olunan iş koşullarının bedenlerine yansıyış biçimleri gençlerin kendilerini yaşıtlarından ayırmalarına neden olmaktadır. Aydın (2005: 145) mobilya üreticilerinin toplandığı bölge olan Ankara Siteler'de özellikle genç işçilerin şehre gittiklerinde vücutlarındaki izler nedeniyle kendilerini farklı hissettiklerini, özellikle ellerdeki yaralanmaların ve izlerin işçi olmanın kanıtı olması nedeniyle bunlardan utanç duyulduğunu ve saklandığını dile getirir. Görüşmelere

26 26 iletişim : araştırmaları katılan gençlerden Korkut (20), genç yaşta çalışmaya başlamasının onu yaşıtlarından nasıl ayırdığını şöyle anlatmıştır: Zor işte çalışma hayatı, burada ortam yok, sosyal bir faaliyetimiz yok, hep çalışıyoruz, vücut yoruluyor. Sabah erken geliyoruz işe yani, çok yorucu bir iş... Çocukluğumuzu yaşayamadık, gençliğimizi, gezme tozma olmadı. Geldik sanayiye kör kör, gözümüz açılmadan askere gideceğiz. (Korkut, 20) Atilla (17) çalıştığı için kendisini mahrum hissettiklerini anlatırken çalışıyor olmasının giyim-kuşamına yansıyarak kendisini ayırt ettiğine değinmiştir: Mesela bizim bazı arkadaşlarımız okuduğu için onlara özeniyoruz, onlar geziyor, okul ortamını özlüyoruz, onlara özeniyoruz. Onların yanında ben de olmak isterdim yani... giyim-kuşama da sanayi de çalıştığımdan fazla düşkün değiliz, ne bulursak onu giyiyoruz, dert etmiyoruz diğerleri gibi... (Atilla, 17) Öte yandan gençlerin yaşamları işgücü piyasasına dahil olamama süreciyle daha da zorlaşmaktadır. Ev içi ve ev dışı yaşam alanlarının kısıtlı olması, kendilerini geliştirebilecekleri, aile ve okul dışında sosyalleşebilecekleri çeşitli olanaklara sahip olmamaları ve maddi yoksunluklar gençlerin işsiz olmaları durumunda çok daha ağır yaşam koşulları üretmektedir. Hatta bazı durumlarda gençleri uyuşturucu madde satışı, hırsızlık, yankesicilik gibi yasadışı para kazanma yollarına da yöneltebilmektedir. Örneğin esrar bağımlısı olan Cemil, işsiz olduğu için uyuşturucudan kurtulamadığım, sıkıntıdan kullandığını söylemiştir: Şurada var ya beşyüz tane delikanlı var boş geziyor, hepsi esrar içiyor, hap içiyor boş geziyor. İş yok. Hep boşluktan yapıyorlar bunları. İçki içen adam bile boşluktan içiyor...bak şuraya kaç delikanlı var, bir tanesi çalışmıyor, akşama kadar oturuyor. İşi olsun kim istemez ki? Yeter ki düzenli bir iş olsun...sıkıntıya giriyorum, içmesem ne yapcam ki, otur boş boş otur. İşim olsa içmem neden içeyim ki? (Cemil, 26) Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta, çalışan yoksul gençlerin kendilerini üst sınıf gençlere bakarak "şanssız" görmelerine karşılık, kendi çevrelerindeki gençlere göre "şanslı" görüyor olduklarıdır. Çalışmak zorunda olmayan gençlerin okula devam edebilmeleri, gönüllerince gezip tozmaları, paralarının olması bu gençler açısından imrenilecek özelliklerdir. Öte yandan kendilerinin hiçbir zaman bu koşullara sahip

27 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları olamayacaklarını düşünmeleri nedeniyle, kendilerini kendi sınıflarından gençlerle karşılaştırarak daha avantajlı olduklarını düşünmektedirler. Çalışan yoksul gençlerin bu çelişkili konumları, onların üst sınıf gençlerin yaşam koşullarını değerlendirirken bir yandan onları şanslı görmelerine diğer taraftan ise onların yaşam olanaklarını anlayamamalarından kaynaklanan şekilde zengin gençlerin ileride düşebilecekleri olumsuz konumlara ilgi çekilmesinde de belirgindir. Zengin olduğu düşünülen gençlerin "baba parası yedikleri", "babalarının paralarına güvendikleri" ama ileride meslek sahibi olmamalarından dolayı geleceklerinin belirsiz olduğuna değinilmiştir. Bu nedenlerle genç yoksullar açısından bir işte çalışmak, koşullan ne kadar ağır olursa olsun, kendilerini yaşadıklan bölgedeki işsiz gençlerden ayırmalarını, kendilerine daha fazla güvenmelerini ve işleri aracılığıyla bir kimlik edinmelerini beraberinde getirmektedir. İşgücüne dahil olma, yoksul gençler açısından kendi bağımsızlıklarını elde edebilmelerine ek olarak özellikle kendilerini çevrelerindeki olumsuz alışkanlıklara sahip gruplardan uzak tutabilmeleri açısından önemsenmektedir. Ezgi (20) ve Atilla (17) çalışmaktan duydukları mutluluğu şöyle ifade etmişlerdir: Burada bir ortam var, saat 9Man 16'ya kadar, 555 YTL, asgari ücretin biraz üstü. Yani benim için neden maddi değil, tamamıyla kendimi bunalımdan çıkartıp sosyalleşmek, çok iyi oldu, ilaç gibi geldi. (Ezgi, 20) Çalışmak her şeyden iyi, ekmek parası kazanıyorsun sonuçta. Onları düşündükçe kendimle gurur duyuyorum yani. Eski hocalarımın yanma gidiyorum, ne yapıyorsun diyorlar, çalışıyorum diyorum. Beni çok takdir ediyorlar...böyle daha iyi çalışmadığın zaman babandan para istersin, bir gün istersin, iki gün istersin, üçüncü gün utanırsın. Ama çalışıyorsun, hakkın olduğu için istersin hakkım istiyorsun yani, tutup da öyle şey değil, hakkın olanı alıyorsun. (Atilla, 17) Görüşülen gençler, kendi eğitimsel niteliklerini ve istihdam piyasasının yapısal sorunlarını iş bulmaları önündeki en büyük engeller olarak tanımlamalarken ayrıca yaşadıkları çevrenin "damgalanmış" olmasının yarattığı sorunlara da dikkat çekmişlerdir. Altındağ Kale Mahallesi'nde oturan Cemil (26) ve Halil (19), yaşadıkları çevreye ilişkin önyargıların iş bulmalarını zorlaştırdığını şöyle anlatmıştır:

28 28 iletişim : araştırmaları Kimliğini getir, diplomanı getir, ikametgah getir. Burası Kale, ismi Kale. Adı çıkmış. (Cemil, 26) Adam bilmiyor, tepki oluyor ister istemez. Adam hırsız mı, arsız mı ne bu adam belli değil (diye düşünüyorlar). İki üç kişi ismini çıkartmış buranın, herkesi suçluyorlar. Beş parmağın beşi bir değil ya. (Halil, 19) Biz her yerde işimizi aradık zaten ama Yenidogan-Çinçin çevresinde oturduğumuz için kimse iş imkanı sunmadı... Yenidoğan-Çinçin'in ismi Türkiye'nin her yerinde var. (Kemal, 19) Eğitimsel nitelikleri düşük olan gençlerin düzenli çalışma saatlerine sahip, yüksek ücretli iş bulabilme olanaklarına sahip olmamaları veya uzun süre işsiz kalmaları, çoğu gencin ileride ancak kendi işletmesine sahip olma yoluyla yoksulluktan kurtulabilecekleri düşüncesini onlara kazandırmıştır. Üniversiteye gidebilme ve meslek edinebilme şansına sahip olmadığını düşünen gençlerin çoğu kendi işyerini açabilme umudunu taşımaktadır. Ancak çoğu zaman bunun nasıl bir iş olabileceğini ya da gerekli sermayeyi nasıl elde edebileceklerini bilmemekte, kendi sahip oldukları becerileri paraya dönüştürebilmenin yollarını aramaktadırlar. Kendi hayatımı kurmam için bazı şeyler olması lazım, işte ne bileyim kendi işimi yapmam lazım, ticaret yapmam lazım, düzgün bir gelirimin olması için, düzgün bir hayat yaşamam için...mesela kendime bir pet-shop açmayı düşünüyorum veya ne bileyim pet-shop olmaz da aklıma yatacak bir iş olabilir. Şöyle bir elimde nakit otuz milyar lira olsa, eğer kafamı kullanırsam o parayı işletirim. Mesela bizim memleketten davar alıp satabilirim...mesela güvercin alım-satımı. Eskiden yapıyordum... (Mehmet, 21) Yoksul gençlerin sahip oldukları dezavantajlı konumlar, onları nerede nasıl iş aramaları gerektiği bilgisinden de yoksun bırakmaktadır. Bulunabilen işler genellikle çevrenin, akrabaların ya da ailelerin desteğiyle sağlanmaktadır. İşgücüne katılım açısından kadınlar ile erkekler arasında çeşitli farklılıklar mevcuttur14. Görüşmelere katılan genç kadınların arasında çalışmanın yapıldığı dönemde bir işte çalışarak para kazanan dört kişi vardır. Ancak araştırmanın yapıldığı dönemde okula devam etmeyen gençlerin önemli bir kısmı halen ücretsiz işlerde çalışan (staj eğitimi gibi) veya geçmiş dönemlerde kısa dönemli de olsa bir işte çalışmış kişilerdir. Genç 14 Türkiye'de kadın ve erkeklerin işgücüne katılım oranları tüm eğitim katmanlarında birbirinden oldukça farklıdır. Ancak alt eğitim düzeylerinde oranlardaki farklılık en fazladır (UNDP, 2008: 56).

29 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları kadınlar iş yaşamına katılmama veya işi bırakma gerekçelerinin kendi seçimleriyle ilgili olmadığını, kendileri dışındaki unsurlara atıfta bulunarak açıklamışlardır. Görüşülen genç kadınların tümü iş yaşamına katılmayı istediklerini ancak sahip olunan koşulların çoğu zaman çalışmayı zorlaştırdığını hatta imkansız hale getirdiğini belirtmişlerdir. Genel olarak genç kadınlar düşük eğitimlerinin yanısıra, bulundukları çevrenin koşullarının, ailelerinden gelen baskının ve iş yaşamının güçlüğünün üzerinde durmuşlardır. Bu genç kadınların eğitim seviyelerindeki düşüklük, onları hizmet sektöründe düşük ücretli işlere yöneltmektedir. Bulunulabilen iş imkanları genç kadınların genellikle ancak yol paralarına karşılık gelmekte ve çoğu zaman bu nedenle çalışmaları aileleri tarafından desteklenmeırıektedir. Geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle çalışmakta güçlük çeken Leman (21) kendi iş deneyimini şu şekilde anlatmıştır: Kızılay'da Kolej'de çiçek yapılıp satılan bir dükkanda iki ay çalıştım, sonra da çıktım. Maaşı güzel değildi 250 lira, bir de yol parasını ben veriyordum, o yüzden çıktım. Bir de sabah 7.30'dan akşam 7.30'a kadardı, annem genelde on iki saat ayaktaydık, yorulmamı istemiyordu. O yüzden çıktım... Bir işim olsun istiyorum, ama bulamadım kendime göre bir iş...yapabileceğim, çalışabileceğim, masraflarımı karşılayabileceğim bir iş istiyorum ama karşıma böyle bir iş çıkmadığından kalıyor. (Leman, 21) Bir dönem turizm sektöründe çalışan Ahu (21), bu sektördeki iş koşullan nedeniyle zorlandığını ve düşük profildeki bu tarz işleri kendisine gelecek vaat etmemesinden dolayı bıraktığını şöyle anlatmıştır: Ben işin zorluklarını gördüm ve alt üst meselesi, ezen ezilen, bu ortamları gördüm ve turizm ortamı bir bayan için çok zor. Bir de bu yaştaki tempoyu ben on yıl sonra bulamayacağım, şimdi çok iyiyim. Bir insanın bir saatte yapacağı işi ben on dakikada yapıyorum. Ama on yıl sonra ben iki saatte yapacağım o işi, çok zor. Ben en fazla on beş yıl dayanabilirdim o sektöre, sonra işsizim. Turizmin bayana zor olması, erkeklere karşı, bir tabir var hani, diş geçirmek gerekiyor, onların üstünde bir baskı kurmanız gerekir ki sizi ezmesinler...müşteriler de sizi çok eziyor. Gelen müşteriler genelde parasıyla ezmeye çalışan insanlar, bir de diliyle ezenler var, müşteriyle uğraşmak zor, memnun etmek çok zor...baktım turizm bana hiçbirşey katmayacak, katacağı iki tane değişik yemek tarifi bıraktım... (Ahu, 21) Genç kadınlar ailelerinin ve bulundukları sosyal çevrenin kadınların çalışmasını desteklememesi nedeniyle çalışamadıklarım da belirtmişlerdir.

30 30 iletişim : araştırmaları Ben bekarken çalışıyordum, kreş öğretmeniydim, keşke yine çalışsam... Hiçbir uğraşısı olmayınca insan çok sıkılıyor, evde oturuyorum. (Aysel, 25) Kendi paramı kendim kazanmak isterdim, elimde bir maddi imkanım olsun isterdim, o da olamadı. Nişanlım olduğu için, nişanlım izin vermez. Evlendikten sonra ne olur bilmem. Bir yönden de ailem çalıştığım zaman daha sıkı oluyor, işe gidiyorum mesela, beş dakika geç gelsem, niye geç kaldın, neredeydin... Burada kız kısmı evde oturur, erkek okulu bitirir, bir yerde çalışmaya başlar... (Tülay, 19) Benim babam biraz şey, istemiyor çalışmamı, izin vermiyor. (Tuğçe, 18) işgücü piyasasına katılım önündeki engeller, genç kadınlar ve erkekler açısından farklı açılardan yorumlanmaktadır. Az eğitimli genç kadınlar, düşük vasıflı ve az gelir getiren işlerde çalışmamayı kendileri için "normal" kabul edip, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini benimseyerek ev içinde kalmayı uygun görürken, erkekler açısından bu durum daha olumsuz sonuçlar yaratmaktadır. Genç kadınlardan aileleri, genellikle bir işte çalışıp aile bütçesine katkıda bulunmalarından daha çok ev içindeki işlerin yürütülmesini ya da bunlara yardım edilmesini talep etmektedirler. Görüşülen genç kadınlar arasında çalışanlar ve çalışmayı isteyenler, çalışarak kazanacakları parayı en çok kendi masrafları ve kendi ihtiyaçları için kullanacaklarını belirtmişlerdir. Yoksul kadınların çalışarak kazandıkları parayı kendi gereksinimleri için harcama talepleri, onların tüketimlerinde kendilerini düşünmelerinin değil, genellikle kadınların gereksinimlerinin hane içinde önemsenmemesinin sonucudur. Funda Şenol-Cantek'in belirttiği gibi, yoksul kadınlar giyim-kuşam, seyahat, kültürel/sosyal faaliyetleri gibi ihtiyaçlarını, hanenin harcama kalıpları içine sokmakta zorluk çekmektedirler (2001: 118). Yoksul kadınların hane içinde değersiz ve gereksiz olarak görünen ve karşılanmayan tüketim talepleri, kadınların yoksulluktan dolayı çekilen sıkıntılarını arttırmaktadır. Kendi bireysel gereksinimlerinin hane bütçesine getireceği yükten dolayı talepte bulunmaktan çekinen genç kadınlar, bir işte ücretli olarak çalışarak kazanacakları parayı bu amaç doğrultusunda kullanabileceklerini düşünmektedirler. Erkekler ise çalışarak kazandıkları parayı daha çok aile bütçesine katkı bağlamında değerlendirmektedirler. Burada belirleyici olan toplumsal cinsiyet rolleri, erkeklerin kendilerini çalışmamaları durumunda "işe yaramaz", "değersiz" hissetmelerine neden olmaktadır. UNDP'nin Türkiye'deki Gençlik konulu raporunda da kadınlar ve erkekler arasındaki bu farklılığa değinilmiştir (2008: 67). Raporda işsiz kalmak genç erkek

31 Aktaş Yamanoglu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşullan ler için yetersiz, yarım, eksik kalmış adam" anlamına geldiği belirtilmiştir. Aynı durumdaki kadınlar içinse, kadınların eğitim düzeylerindeki farklılıklarla biçimlenen değişik değerlendirmeler mevcuttur. Az eğitimli kadınlar çalışmayı veya ücretli bir işi yalnızca para kazanma aracı olarak görürken daha iyi eğitim alan kadınlar bir işte çalışmayı bağımsızlıkları ile ilişkilendirerek yorumlamışlardır (UNDP, 2008: 67). Görüşmelere katılan genç erkekler, ileride daha iyi maddi koşullara ulaşılabilmesi durumunda eşlerinin çalışmasını istemediklerini dile getirirken, kadınların çalıştıkları işlerin yorucu ve ağır olmasından bahsetmişlerdir. Görüşülen gençler açısından kadınların işgücüne katılımının en önemli gerekçesi "geçim derdi"dir. Bazı gençler, maddi durumlarını düzeltmezlerse evlenmek istemeyeceklerini ve böylece eşlerinin çalışmasına "göz yummak" zorunda kalmayacaklarını da belirtmişlerdir. Örneğin Haldun (26) nişanlısının çalışma gerekçesini maddi imkansızlıklara bağlayarak şöyle anlatmıştır: Paran yoksa bittin. İşsizlik çok, bir düşünsene iş bulamıyorsun, çoluğun çocuğun aç bekliyor. Ne yapacan mecbur çalacaksın ya. Mecbur bir yere zarar vereceksin. Örneğin ben bu işten çıktım. Evlendim de... Ben çocuğumu ve eşimi göz göre göre açlığa mı bırakacağım? Ama maddi durumum iyi olsa eşimin çalışmasını istemezdim, niye benim eşim başkasının ağız kokusunu çeksin? Benim evimde yemeğimi yapsın, çocuğuma baksın o bana yeter. (Haldun, 26) Ben eşimin çalışmasını istemem, onun ezilmesini istemem, dışarıda çalışmasını istemem, seviyorsam kıyamam diyebilirim, o yüzden ben kendime bir ev bir iş kurana kadar kimse beni evlendiremez. (Mehmet, 21) Özellikle eğitimlerine devam etmemiş yoksul gençlerin çalışabileceklerini düşündükleri işler düşük profilli ve fiziksel gücün kullanımına dayalı, rutin ve düşük ücretli işler olduğu için, kadınların bu iş koşulları altında "ezileceği" düşüncesi yaygındır. Ancak bundan daha önemlisi görüşülen genç erkeklerin, kadınların ev çevresinden uzaklaşmalarından duydukları rahatsızlığı bunu bir "iyi niyet, sahiplenme ve koruma söylemi" (Şenol-Cantek, 2001: 121) inşa ederek yapıyor olmalarıdır. Şenol- Cantek'in belirttiği gibi, kadını korumaya yönelik bu söylem erkeklerin kadınlara bir armağanı veya sağladıkları bir ayrıcalık gibi sunulmakta ancak yaratılan bu güvenlik hissi aynı zamanda kadını akıp giden hayatın renkleri ve coşkusundan mahrum etmektedir (2001: 121).

32 32 iletişim : araştırmaları G. Demet Lüküslü ve Kezban Çelik eğitimlerine devam etmeyen, ücretli iş katılımı olmayan, ailesiyle birlikte yaşayan, evlilik deneyimi hiç yaşamamış ve yaşlan aralığında olan kadınları ev kızı" olarak tanımlayarak, ev kızlarının kamusal alandaki görünmezlikleri üzerine bir çalışma gerçekleştirmişlerdir (2008:102). Ankara'nın Altındağ ilçesinde ve İstanbul'un Kayışdağı semtinde gerçekleştirilen bu araştırma çerçevesinde gerçekleştirilen otuz görüşme sonucunda, ev kızlarının kendilerini "sınırlandırılmış olarak hissettikleri, özgürlüklerinin kısıtlı olduğu, ailelerinin ve toplumun ev kızlarına saygı duymadığını hissettiklerini, çalışan, okuyan kadınlara hatta annelerine kıyasla daha dezavantajlı durumda olduklarını ve de bütün gün rutin bir şekilde evde olma hissiyatının kendilerini 'işe yaramaz' olarak değerlendirmelerine neden olduğunu, evde oturmanın iç sıkıntısından sıklıkla bahsettikleri" gözlemlenmiştir (Lüküslü ve Çelik, 2008: 108). Görüşmelere katılanlar arasında da Lüküslü ve Çelik'in "ev kızı" tanımlamasına uyan genç kadınlar bulunmaktadır. Bu gençlerin kendi yaşamlarına ilişkin anlatıları, yazarların bulgularıyla benzerlik taşımaktadır. Örneğin Müge (18) ile Melda (17) okula devam etmedikleri ve çalışmadıkları için yaşamlarının ne kadar sınırlandırılmış olduğunu ayrıca ailelerinin onlardan beklentilerinin, onlara yeterince güvenmemelerinin kendilerini nasıl bunalttığını şöyle anlatmışlardır: Evde duramıyoruz, birbirimize gidip geliyoruz, bir yere gitsek laf oluyor. Neye gidiyorsun her gün her gün, evde dursak olmuyor. Zaten evde ev işi, insan sıkılıyor artık bunalıyor. Yüzümde sivilceler çıktı sıkıntıdan, patlıyoruz evde, birbirimize gidip geliyoruz anca yani... Ev işi, yemek, el işi, başka hiçbir şey, onların (ailelerin) gözünde bir numara o zaten... Her şeyi eline al, ev işini tam yap, yemek bil, el işini yap, tamam, ondan sonra evlenebilirsin. Kızlara öyle rol biçiyorlar... Som : Yaşnnıın ııasıl olsun isterdin peki? Başta ailemin çok anlayışlı olmasını isterdim. Sonuçta bir arkadaşıma, mesela bir izin istesem vermiyorlar, bazen izinsiz gidiyorum çünkü niye; sonuçta arkadaşımın ailesi de çok iyi insan, tanımasam zaten gitmem. İnsan arkadaşlarına imreniyor. Bazı arkadaşlarımız var, istediği yerlere gidiyorlar, istediği zaman izin alıp gidebiliyorlar ama benimkiler hiç izin vermiyorlar... Bizim komşular bile bizim, bu niye gidiyor diyorlar yani, sanki kötü bir şey mi yapıyorum, arkadaşlarıma gidiyorum sonuçta, ben kendimi bildikten sonra... Şimdi gelirken bile arkadaşla konuştuk, keşke liseye gitseydik beraber, ne kadar güzel olurdu diye... Şimdi dizi bile izlemeye vakit bulamıyorum akşamları. Annem geliyor dörtte falan, yemek yapalım, beş altıya kadar, altıdan sonra babam geliyor, sofrayı hazırla, kaldır, bulaşıklar hep

33 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları benim zaten, annem ablam hiç yıkamaz. Çay demle, onları yapana kadar... Onun için kumanda bana gelip de şunu izleyeyim falan olmuyor. (Müge, 18) Yeri geliyor arkadaşımıza gidip gelmemiz bile laf oluyor yani, ne çok geziyorsunuz, dışarı çıkıyorsunuz, o bile laf oluyor. S oru : Rnlmt bir ıinşam ın olsa nerelere gitm ek isterdin? İnsan ne istemez ki? Mesela insan rahatça sevgilisiyle gezmek ister, dolaşmak ister. Hiçbir şey olmuyor, sadece evde otur, başka bir şey yok... Televizyonda Serap Ezgü falan var, kız kaçmış, kaçırılmış, aileler onlardan çok etkileniyor. Benim evde dedem, babaannem onları izliyor, çok etkileniyor. Bir gün sizi de kaçırırlarsa, birisinin aklına uyarsanız... İnsan şöyle, eve kapattıkça daha çok dışarı çıkmak istiyor. Gözü dışanda oluyor yani... İçimizde kalıyor yani, tabii ister insan, gider yani, kafeye gitmek ister, arkadaşlarıyla bir gün Kızılay'a, şuraya, buraya... (Melda, 17) Müge kendisinden iki yaş büyük olan ablasının çalışıyor olmasından dolayı kendisi gibi ailesinin baskılarına maruz kalmadığını düşünmektedir: Ablam çok rahat hareket ediyor. İşe gidiyorum diye çıktığı zamanlar, iş rahat olduğu için istediği zaman çıkıyor işten, istediği zaman istediği yeri geziyor, ediyor. Ben gidince laf oluyor, sen niye gidiyorsun, sen her gün geziyorsun... Ailemle tartışmalarımızda, hep ablamı iddia ederim çünkü ablam her istediğini alır, çalışıyor sonuçta... Bir gardırobu vardır, benimkinde üç kişinin kıyafeti, onunkinde bir tane, kendisinin... Bir de ablam şöyle, istediği yere gider. Yemeğe gideceğiz der, arkadaşlarıyla buluşmaya gider mesela, gider tiyatroya falan, gider ama hiçbir şey olmaz. (Müge, 18) Lüküslü ve Çelik (2008: 110), ev kızlarının çalışan kadınları kendilerine göre daha "özgüvenli" bulduklarını ve toplumda daha "saygın" konumda olduklarını düşündüklerini belirtmişlerdir. Yazarlara göre kadına ekonomik güç kazandıran, çok ağır şartlarda olmayan, bir şeyler öğrenilebilecek, kadını evden dışarıya çıkartacak işler her genç kızın rüyasıdır (Lüküslü ve Çelik, 2008: 110). Ancak bu genç kadınların eğitim seviyelerindeki düşüklük, istedikleri nitelikte işler bulmalarını güçleştirmektedir. Bu durumda belediyelerin ya da çeşitli merkezlerin düzenledikleri beceri kursları, genç kadınlar tarafından hem ileride bir iş imkanı yaratabilme potansiyeli açısından hem de evden dışarıya çıkmayı sağlaması açısından tercih edilmektedir. Örneğin Gonca (16) okuldan ayrıldıktan sonra kendisini çok "değersiz" hissettiğini ancak meslek edindirme kurslarına devam ederek yaşamının az da olsa değiştiğini anlatmıştır. Semra (16) bu kurslara

34 34 iletişim : araştırmaları devam etmenin hayatının monotonluğunu bir ölçüde kırdığını ifade etmiştir: Şu an boş geliyor hayat bana. Psikolojim iyice bozulmuştu, artık yaşamamın bir anlamı kalmadı diyordum. Okul bitti, benim hayatım bitti yani. Gonca, hiçbir şeyin yok senin, bir önemin yok, değersizsin falan diye böyle... Bu kursa gelmeden önce (belediyenin meslek edindirme kursunu kastederek) evden dışanya adımımı atmıyordum. Evde bir kanepe var, tek kişilik, televizyonun yanında oraya oturuyordum. Annem, babam mesela bir yere gidiyorlar, dayımlara gidiyorlar, gel Gonca çıkalım diyorlar... Sırf beni evden çıkartabilmek için gel gezmeye gidelim, şöyle böyle, kesinlikle çıkamıyorum evden. Televizyona bakılır mı? Televizyona bakmak için bakıyordum. Öyle çok şeydim, kurs birazcık şey yaptı. Eğer kurs olmasaydı, yani, şu affı duydum (liseden aynlan veya kaydı silinen öğrencilere yönelik affı kastederek), o kadar ümit bağladım ki eğer af da çıkmazsa o zaman yine halim harap diyorum. (Gonca, 16) Ben haftanın üç günü buraya geliyorum (belediyenin meslek edindirme kursunu kastederek), eve gidince ağabeylerim işten gelecek oluyor, yemek hazırlama telaşı oluyor, anneme yardım ediyorum, yemek hazırlıyorum, bazen internete takılıyorum, akşam oluyor, ağabeylerim geliyor, babam geliyor, onlarla beraber oturuyoruz, televizyon izliyoruz, sohbet ediyoruz falan... Hayatım biraz monoton. Sorıı: Farklı olarak ne yapmak isterdin mesela? Çalışmak isterdim. Buraya geliyorum hoşuma gidiyor, önceleri hep evde duruyordum. Kendi işimin olmasını çalışmayı isterdim. (Semra, 16) Leman (21) yalnızca belediyenin gençlik merkezindeki kurslara katılmak ve buranın kütüphanesinden kitap almak için evden dışarı çıktığım anlatmıştır. Aynı şekilde Tuğçe (18) ve Aysel (25) bu merkezlerin kendilerini geliştirmeleri için imkan yarattığını ve sıkıntılarını giderdiğinden bahsetmişlerdir: Eskiden burası böyle değildi, şimdi bir sürü kurs açıldı mesela bilgisayar, diksiyon, güzel konuşabilme dersi... Buraya gelen herkes kendisini geliştirmek istiyor... Burası olmadan hep evde otururduk. (Tuğçe, 18) Buradaki spor iyi oldu, geçen sene de geldik, haftada iki gün bile olsa...buraya geldiğim zaman biraz sıkıntım geçiyor. (Aysel, 25) Üç yıldır buraya geliyorum, el sanatlarından mezun oldum. Günlük iki saatlik ders aldım oradan. Ben de el sanatı dersi verebilirim artık. Ben aslında dışarı çıkmıyorum. Sırf buraya geldiğim için çıkıyorum. Evdeyim sürekli oturuyorum. Evde ne yapıyorum, anneme yardım ediyorum, ev işi falan yapıyorum. Bazen boş

35 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları kaldığımda kitap okuyorum. Kardeşime bakıyorum. Buradan kitap alıyorum, buradaki hoca bize kitap veriyor. Ben o kitabı iki günde bitirip tekrar alıyorum. (Leman, 21) Lüküslü ve Çelik (2008: 117), farklı ev kızlığı tanımlamaları ve durumları olmasına rağmen bu genç kadınların hiçbirinin yaşadığı hayattan memnun olmadığını ve diğer gençlere göre çok daha dezavantajlı durumda olduklarını, gençliklerini yaşayamamaktan şikayet ettiklerini ve çıkış yolları aramaya çalıştıklarını belirtirler. Ancak bu çıkış yolunun bulunması ve ataerkil sistemin alt edilmesi hiç de kolay olmamaktadır. Yaşanılan Fiziksel ve Sosyal Çevre Kent yoksulu ailelerin ekonomik kısıtlılıkları şehir merkezleri dışında kalan, çoğu durumda sınırlı sosyal imkanlara ve altyapı olanaklarına sahip, çoğunlukla hala gecekondu alanları olan bölgelerde yaşamaları sonucunu yaratmıştır. Çeşitli kentsel olanaklardan yoksun olan bu bölgelerin şehir merkezine olan uzaklıkları çeşitli ulaşım, şehir merkezindeki faaliyetlere katılamama ve gettolaşan bannma sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Bu bölgelerde kamusal hizmetler de çoğunlukla (okul, sağlık hizmetleri, güvenlik destek hizmetleri vb.) istenilen düzeyde değildir. Örneğin Ruken (20), yaşadığı bölgenin şehir merkezine uzaklığının yarattığı problemlerden birini şöyle anlatmıştır: Buranın ulaşımı çok zor. Mesela 7.30'da durağa çıkıyorum, 8.30'da biniyorum. Bir saatte falan, ayakta gidiyorsun zaten. Ayakta gitmeyi geçtim, binmen çok zor. Ulaşım çok problemli, şehir merkezine çok uzak bir yer burası. Yaşanacak yer değil. (Ruken, 20) Yoksulların yaşadığı bu alanlar çoğu zaman yasadışı faaliyetlerinde merkezi durumuna gelmiştir. Uyuşturucu madde satışının ve kullanımının yaygın ve suç oranlarının yüksek olduğu bölgelerde gençler, bu tarz olumsuz davranış biçimleriyle erken yaşta tanışabilmekte, aileleri onları koruyabilmek için ve bunlardan uzak tutabilmek için ekstra önlemler almak zorunda kalmaktadır. Bulunulan çevredeki kötü alışkanlıklar ve suça eğilimin yüksek olması ayrıca eğitim düzeyinin düşüklüğü, görüşülen gençler açısından yaşadıkları çevrenin en olumsuz özellikleri olarak betimlenmiştir. Bu nedenler onların yaşadıkları bölgeleri beğenmemelerinin ve orada yaşamak istememelerinin en önemli gerekçeleri olarak sunulmuştur.

36 36 iletişim : araştırmaları Buraya baktığın zaman, Ankara Kalesi dediğin zaman, bir esrar, iki bali, üç kabadayılık, dört serseri, psikopat. Şuradaki adamlar kollarını açsın, kesik olmayan insan yok, benim bile kollarım, şuralarım kesik. Burada özenti çok abla. Hep abi denilen insanlar özeniyoruz biz. Niye? Burada kültürlü, seviyeli insanları ideal almamışlar. Burada hep serserilik gelmiş, çakallık gelmiş, burada anca öyle. Burada temiz olan insan çok az. Şöyle baktığın zaman, serserilik istemeyen insan çok az. Mesela yüzde 90'ı serserilik ister. Böyle görmüştür. (Halil, 19) Sevmiyorum bir kere buranın insanlarını. Hepsi kabadayı. Aslında, oturup konuşarak çözülebilecek sorunlar var. Buranın insanları, kadını bohçaya gönderir, kendisi kahvede oturur veya çocuğa bakar. Bence bu hayat değil. (Atakan, 18) Hem havası, yani her yer sobalı olduğu için havasından dolayı bir de insanlar burada nasıl desem, mesela bir Batıkent'teki gibi değil burası, ya da Keçiören. Hırsızlık olayları oluyor...yoksul olduğu için insanlar böyle aç oluyorlar. (Tuğçe, 18) Bu çevredeki insanlar gecekonduda doğmuş, büyümüş, genellikle hep gün yüzü görmemiş insanlar diyelim. Böyle her şeyi eski tabirden uyguluyorlar. (Sertaç, 18) Kayseri'nin bir köyünden evlenerek Ankara Altındağ'a gelen Elif, bulunduğu çevreyi köy yaşantısına kıyasla şöyle anlatıyor: Ben de şehir deyince, hayal ettiğim bir ortam zannettim, farklı beklentilerle geldim, gelince de çok şaşırdım. Bana biraz da öyle aksettirdiler, görmeyince falan biraz süslemişler galiba. Gelince de fark ettim. Ne köy ne şehir. Hani baktım köy gibi de değil, köydeki gibi rahat değilim, şehir gibi de değil. Özgür değilim. Dışarı pek açılamadım da... (Elif, 21) Kent yoksulu gençlerin yaşadıkları dezavantajlı bölgelerde uyuşturucu madde satışının yaygın ve suç oranın yüksek olması, bu gençlerin bu türden faaliyetlere yakın olmaları sonucunu doğurmaktadır. Kent yoksulu gençler, diğer toplumsal katmanlardan gençlerin yaşamları için bu denli yakın bir tehdit oluşturmayan bu türden faaliyetlerden kendilerini uzak tutabilmenin yollarını aramaktadırlar. Eğitimin yarıda kesilmesi, çalışılmaması, ailelerinin onlara sahip çıkmaması veya askere gidilmemesi durumunda kendilerinin bu eğilimlere kapılabileceklerinden endişe duymaktadırlar Eylem Ümit, çocuk suçluluğunun farklı boyutlarım analiz ettiği çalışmasındaki bulgulan, kentte suça karışmış çocuk ya da gençlerin çoğunlukla okulu erken terk eden ya da eğitim seviyesi düşük kişlerden oluştuğu (2007: 225), ailelerinde ve akrabalarında daha önce cezaevi deneyimi olan kişilerin yoğun olarak bulunduğunu (189), arkadaşlarının da daha önce suça karışmış kişilerden oluştuğunu (185) ve madde kullanımının yüksek olduğunu (154) göstermektedir. Dolayısıyla gençlerin belirttikleri bu endişelerinin, çevrelerinde suça karışmış gençler üzerindeki gözlemlerinin sonucu olduğu belirtilebilir.

37 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları Okumazsam bu çevrede ben de bir sürtük olur çıkabilirim. Tabii biraz insana da bağlı, istemezsen uzak durabilirsin... (Umut, 15) Askerliği bekliyorum bir an önce gitsem, burada gezdiğin zaman sürekli tehlike. Ben 5-6 ay ceza aldım uyuşturucudan, benim suçum olmadan, suçsuz yere gittim Ulucanlar'ı gördüm. Ben cezaevine boş yere girdim, hayatım değişti öyle söyleyeyim yani. Ondan sonra üç dört kere daha girdim cezaevine... Şimdi Allah'a şükür hiçbir şeyle uğraşmıyorum, yapmıyorum. Askerliği bekliyorum... Başımı derde sokmadan bir gitsem diye bakıyorum... (Orsan, 20) Neymiş yani, merak ediyor insan, birkaç sefer denedim. Ama baktım bana göre değil, ne bileyim çok daha şey oluyor, rahatsız edici, alışmamıştım. Ondan sonra da ne oluyor, senin gözünün önünde işte ne bileyim 200 metre 300 metre ileride satılıyor... (Mehmet, 21) Bu bölgelerde yaşayan gençlerin devletin güvenlik birimlerine duydukları güven de sınırlıdır. Polisin suç oranı yüksek bölgelerde çoğu zaman elinin kolunun bağlı kaldığından veya sorunlara müdahale etmek istemediklerinden bahsedilmektedir. Burada kavga olduğu zaman, polis geldiği zaman polis de korkuyor bize zarar gelir diye... (Onur, 16) Polis burada anca devriye gezer. Yaptıkları bir şey yok, devlet devlet mi güvenelim? Burada herkes kendisine güvenir. Burada polise güvenilmez. (Halil, 19) Polis çeviriyor, lan diyor, bu nedir? Diğer insanlara böyle yaklaşmıyor. Biz de ona ne kimliği lan diyoruz, böyle kimlik istenmez, böyle soru sorulmaz. Vatandaşa aynı davranması gerekmiyor mu? (Kemal, 19) Görüşmeye katılan gençlerin çoğu yaşadıkları bölgelerin suçla ve şiddetle anılmasından duydukları rahatsızlığı ifade etmekte ancak bunun yaşanılan çevrenin bir gerçekliği olduğunu da düşünmektedir. Kentin bazı yoksul bölgelerinin (Altındağ ilçesinin Yenidoğan, Çinçin, Kale gibi semtleri) "damgalanmış" olması16, burada yaşayan gençlerin kendilerini 16 Sanal bir sözlükte bu semtler için yazılanlar, bu bölgelerin kamuoyu tarafından nasıl göründüğüne dair fikir verebilir: Kale için 'Türkiye nin en ünlü gecekondu semtlerinden ; Çinçin için Ankara nın Kasımpaşa sı olarak bilinen serseri tayfasının cirit attığı mahalle, Ankara da uğramak istemeyeceğimiz bir semt, polis giremez, kimse olan bitene karışamaz, orada yaşayanlara yan gözle bakılamaz. Psikopattırlar, içki içerler, kumar oynarlar. Ceplerinde en kötü kelebek bulundururlar ve her şeye olay çıkartırlar, güvenlik açısından Kuzey İrak la yarışacak bölge, "polisin bile giremediği mahalle olması nedeniyle duvarlarında Çinçin Şeddi* yazdığı rivayet edilir, güvensizlik veren bir yer, bunun sebebi ise etrafınızda kıtır kıtır adam doğramalarından ziyade orayı sahiplenişleridir ; Yenidoğan için Ankara nın Harlem i yaşında çocukların saklambaç, evcilik yerine, torbacılık. gaspçılık oynadıkları Ankara mahallesi gibi ifadeler kullanılmıştır (

38 38 iletişim : araştırmaları sosyal ve ekonomik hayattan önemli ölçüde dışlanmış hissetmelerine neden olmaktadır. Gençler yaşadıkları bölgelerin "damgalı" olmasının, kendilerinin ve diğer birçok gencin toplum tarafından hak etmedikleri şekilde yargılanmalarına yol açtığını vurgulamışlardır. Gençlere göre yaşadıkları bölgelerdeki "temiz" ve "düzgün" insanlar bu süreçten olumsuz şekilde etkilenmektedirler. Örneğin Atakan (18) görüşme sonunda kendisinin çok kibar bir genç olduğunun ifade edilmesi üzerine şunları söylemiştir: Burada benim gibi insanlar da var ama. Mesela bugün 1 milyar parayı unutun gidin, ertesi gün size o parayı getirecek olanlar var. Diyorum ya beş kişinin adı çıkınca, böyle işte... (Atakan, 18) Atakan ile Kale'de kahvehanede yapılan görüşmeyi dinleyen bir genç yaşadığı bölgenin damgalanmış olmasının kendisine yansıtılmasından duyduğu rahatsızlığı şu şekilde anlatmıştır: Ben güvenlik görevlisiyim...bakanlığında. Evraktaki arkadaşlarla 51 oynamaya gittik. Üst üste üç el çift joker geldi, yenildi, sonra bana ne dedi biliyor musun? "Kale'de oturuyor ya çalmıştır" dedi... Ben yedi yıldır oradayım. Beni orada işten alsalar, bütün kurum imza toplar geri dönsün diye, anahtarlarını emanet ederler. Öyle bir şeyim var yani. Adam bana kalktı, onu söyledi ya... Ankara'nın özellikle Altındağ ilçesinin Çinçin Bağları17, Yenidoğan, Doğantepe ve Kale bölgeleri "polisin bile giremediği", "kumarın, uyuşturucunun, gaspın kol gezdiği", "girilemeyen", "sakıncalı", "uğranılmak istenmeyecek" olarak nitelendirilerek damgalanmış olması18, bu bölgelerdeki yoksulluğun ve işsizliğin nedenleri üzerine düşünülmesini engellerken, bu bölgede yaşayan insanların "yoksulluğu hak ettikleri" algısını da güçlendir- mektedir. Bu bölgelerin damgalanmasına da katkıda bulunan "buradaki insanların iş bulamadıkları için değil çalışmak istemedikleri için çalışmadıkları", "hırsızlığı birer meslek olarak benimsedikleri", "bu şekilde yaşamayı rahat buldukları" düşünceleri, bu çevrelerde yaşayan gençler tarafından da paylaşılan düşüncelerdir. 17 Çinçin Bağlarfnın girilemez bir bölge olarak kabul edilmesi, yakın bir dönemde Google tarafından yayınlanmaya başlanmış olan dijital Türkiye şehirler haritasını hazırlayan ekibin mahalleye girmesine izin verilmediği haberleriyle tescillenmiştir. Ekip yöneticilerinden biri Çinçin'de yaşadıklarını şu şekilde anlatmıştır: Ankara 'da saha çalışması yaparken ekiplerimiz oraya da gitti. Kalaşnikoflu biri, ekip otomuzu durdurup silah doğrulttu. 'Geri dönün' dediler. Üzerinde önemli noktalar olmasa da buradaki sokaklar haritamıza giremedi. Dijital haritayı hazırlayan ekibin üzerinde çalıştıkları toplam 30 ilde giremedikleri tek mahallenin Çinçin olduğu belirtilmiştir (Zaman Gazetesi, 2007). 18 Buradaki ifadeler sanal bir sözlük olan Ekşi Sözlük ten alınmıştır.

39 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşullan Kimileri işte zevk için yapıyor. Bazıları da parayı buluyor zevk için gidip yapıyor hırsızlığı, yani bir meslek gibi olmuş hırsızlık. (Orsan, 20) Semt olarak Altındağ ya da Çinçin dediğiniz zaman herkes aaaaa! diyor. Genelde böyle bu. Bilen insanlar yadırgıyor. S o m : Ne\/i y a d ırg ıy o rla r? Kötü bir yer olduğu için yadırgıyorlar. Öyle bir imajı var. Altındağ bölgesinin suç oranı yüksek. Mesela yılbaşından önce bir program olmuştu, biz gösteri için cezaevine gitmiştik. Orada baktım tanıdığım çok çocuk vardı. Yani yatanların %50'si Altındağ bölgesindendi. Sorıı: S en ce bıııııııı ned en i ned ir? Bilmiyorum. Kendilerini geliştirmemişler. Öyle diyebilirim ya da istekli değiller. Öyle olmaya meyilliler yani. Çünkü baktığınızda küçük büyükten ne görüyorsa onu yapıyor. Çocuk on yaşında her şeyi biliyor. Çevre etkiliyor tabii ki ama iyi insanlar da çıkıyor. O imajın biraz doğru tarafı da var tabiî ki. Bizden değil de çevreden kaynaklı. Ben on yaşında futbola başladım ve o yönden kendimi geliştirdim. Eğer ben de futbol oynamasaydım eminim şimdi kötü bir insan olurdum. (Eray, 22) Herkes ister düzenli bir iş, ek gelir. Zaten paranın sıcaklığını, paranın tadını alsın bir insan işten çıkmak istemez. Buradaki insan para kazanmaya gerçekten çok hevesli, yarısı hevesli, ama yarısı ne yapar biliyor musun, üç gün beş gün çalışır, cebine koyar, ondan sonra işten çıkar... (görüşülen gençlerin düzenli bir iş istediklerinin hatırlatılması üzerine) Sorsan çalışırım der ama çalışmaz... Burada herkes laf kalabalığını sever. Her şey lafta. Lafa gelince mangalda kül bırakmayan insanlar buradakiler. İş icraata dökülsün, yarı yolda satarlar adamı...lafa gelince herkes çalışırım diyor, işin zorluğunu görsünler, hemen işten çıkarlar... (Halil, 19) Seçil (19) yaşadığı bölgenin "mimlenmiş" olduğunu söyleyerek bazı insanların oturduğu bu bölgenin adını vermemesini ya da yanlış söylemesini böyle gerekçelendirmiştir. Seçil'e göre yoksullukla ilişkilendirilen bölgelerden "adam çıkmadığına" inanılmaktadır. Çevre çok önemli, insan geriye gidiyor...ben kimsenin kimsenin hayatına karışmadığı, özgür olabileceğim, bu kız çok geziyo, kötü ayak denmeyecek bir yerde oturmak istiyorum... Ben söylüyorum Tuzluçayır'da oturduğumu, ben de eziklik yok, ama gocunanlar var, 'nerede oturuyorsunuz' ıuı Dikimevi diyenler var buraya, söylemek istemiyorlar... Burası mimlenmiş, çok eskiden mimlenmiş, buradanadam mı çıkar diye, biraz karışık burası işte..." (Seçil, 19).

40 40 iletişim : araştırmaları Ümit'in araştırmasında görüşme yaptığı suça karışmış çocuklar da yaşadıkları bölgelerin "damgalanmış" olduğunun altını çizmişlerdir. Çocukların yaşadıkları mekânlar için sık sık "polisin bile giremediği yer" tanımlamasını yapmaları anlatılarda şöyle dile getirilmiştir (2007:195): "Evde otururken deriz, 'hadi Kurtlar Vadisi yapalım'. Çıkıyoruz sokağa. Birine sataşıyoruz. İllaki çatışma çıkıyor. Sallamalar, silahlar, takım elbiseler...polis gelir mahalleye giremez. Uzaktan sıkar polis bize. Ancak sivilse Çinçin e girebilir. Ama arabasına sıkarız. Kurtlar Vadisi yapmış oluruz" (Elmadağ, 46). Ümit'e göre çeşitli mekânların polislerin ulaşamadığı düşünülen "kurtarılmış bölge" olarak algılanması, suça eğilimli çocuklar açısından onları polisten saklayan birer "kale vazifesi" görmektedir. Ümit'e göre bu çocuklar ya da gençler mekânı, "meşru ve gayri meşru iktidar odaklarının mücadele alanı olarak algılamakta", çeşitli mekânlar arasındaki ayrımları meşru-gayrimeşrunun hâkimiyet alanı üzerinden kurmaktadırlar. Bunları yapılan görüşmelerde şöyle ifade etmişlerdir (2007: ): "Beni Çinçin'de herkes bilir. Çinçinli Yiğit, deyin Ankara'nın her yerinde namım vardır, bilirler. 300'e yakın dosyam var. 2,5 yıl yattım çıktım 2 ay gezdim geri geldim...çinçin'de olsaydım polis beni alamazdı. Gülveren'de yakalandım" (Elmadağ, 3). "Keçiören'de işe çıktık. Okul bebesinin telefonunu melodisine bakayım diye aldım. Vermedim. Dayıoğluyla gidiyoruz. 'A Takımı' bakıyormuş oraya. Aşağıdan geldiler. 'Gasp mı yapıyorsunuz' dediler. Dayıoglunun kafasını masaya geçirdiler. Çok dövdüler. Çinçin'de olsak dokunamazlardı" (Elmadağ, 23). Ümit'in bulgularına göre, "polisin giremediği düşünülen bu tür mahalleler, bir taraftan onları koruyup yakalanmaktan korurken diğer taraftan da gayrimeşru yaşam biçiminin damgasını taşımalarına neden olmaktadır" (2007:196). Bu "damgalanma" süreci daha önce de belirtildiği gibi, suça karışmamış ancak o mahallelerde oturan gençlerin de ortak problemi olarak dile getirilmiştir. Ancak Ümit'in bulgularından yola çıkarak, yaşanılan bölgenin suçun yoğunlaştığı mekânlar olarak "damgalanmış" olmasının suça karışmış ya da eğilim gösteren çocuklar/gençler açısından "daha sonraki sapmayı tetikleyen bir işlev gördüğü" de söylenebilir (Ümit, 2007:285). Ümit'in araştırmasında ulaştığı sonuçlara bakarak suça karışmış gençler ile görüşmelere katılan ve herhangi bir suça karışmamış gençler arasında kurulabilecek temel bir ayrım, suça karışmış olanların kendilerini

41 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşullan ileride "gayrimeşru faaliyetten sıyrılmış olarak" görememelerine karşılık, diğer gruptaki gençlerin kendilerini bu süreçlerden uzak tutma gayretleridir. Görüşmelere katılan gençlerin, kendilerini yaşadıkları bölgelerdeki gayrimeşru faaliyetlerde bulunan gençlerden ayırmaya özellikle dikkat ettikleri gözlenmiştir. Bu durum bu gençlerin yaşadıkları bölgelerin suçun yoğunlaştığı bölgeler olarak "damgalanmış" olmasından duydukları rahatsızlığın bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Görüşülen gençler, yaşadıkları bölgelerin onları çeşitli yönlerden sınırlandırdığını belirtmişlerdir. Özellikle kadınlar açısından gecekondu alanları, istenilen şekilde hareket edilmesinin mümkün olmadığı bölgelerdir. Güvenliğin düşük olduğunun düşünülmesi nedeniyle kadınlar akşam saatlerinden sonra evin dışına çıkamadıklarını söylerken, ailelerinin de (özellikle babalarının ya da eşlerinin) buna izin- vermeyeceğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda bulunulan çevrenin tehlikeli olduğuna duyulan inanç, erkeklerin kadınlar üzerinde baskı kurmasının bir aracına dönüşmektedir. Öte yandan gecekondu bölgelerindeki sosyal imkanların kısıtlılığı, kadınların ancak belediyeye ait hanımlar lokallerine gidebilmelerine ve burada kurslara katılabilmelerine olanak tanımaktadır. Bunların dışında özellikle kadınların sosyalleşebilecekleri mekanların sayısı oldukça sınırlıdır. Akşamları sokağa çıkamıyoruz mesela, başka yerde çıkarsın ama burada çıkamazsın. (Sevilay, 23) Buradaki hayat çok sıkıcı hiçbir sosyal aktivite yok, hep aynı, sürekli aynı aktiviteler, aynı şeylerin tekrarı. (Aysel, 25) Burada pek rahat değiliz, biz bu çevreyi sevmiyoruz, insanları, gençleri, dışan çıktığın zaman seni rahatsız edebiliyorlar, kesinlikle parka gideyim, yürüyüş yapayım gibi bir eğlencemiz yok...park olsa bile, buradaki insanlar onu da bırakmazlar...gençler çok, çoğu da iyi yolda değiller, o yüzden zarar verebiliyorlar, çok da duyuyoruz yani öyle haberler. Kesinlikle yalnız çıkamıyoruz o yüzden gündüz gözüyle olsa da hep annem ya da kardeşimle beraberiz, tek kişi olmuyor... (Nurgül, 20) Diğer taraftan, gençler yaşadıkları bölgelerin kendilerini gerçekleştirebilecekleri veya ilerletebilecekleri olanaklardan yoksun olduğunu, çevrenin eğitim ve kültür seviyesinin düşüklüğüne bağlayarak da açıklamaktadır. Bu durum gençlerin yaşadıkları bölgelerde eğitimli ve düzgün yaşayan kişilerin örnek alınabilmesini de engellemektedir.

42 42 iletişim : araştırmaları Mamak çevresinde doğup büyümüş insan, zaten o çevrede yetiştiği için neyin ne olduğunu bilmiyor... Bulunulan yer insanın davranışını etkiler... İnsan küçükten ne görürse onu yapıyor, başka hiçbir şey değil yani, çevrenden gördüğün sen başka bir şey görmemişsin ki, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyorsun. Sadece gördüğün kadarıyla. Bizim çevremizde mesela, kavga yapmadığın zaman yanlış, dayak yediğin zaman yanlış. O şekilde. (Mehmet, 21). Bu çevreyi asla beğenmeyen bir insanım, yani kendimi bildim bileli bu çevredeyim ama hiç hoşlanmadığım bir çevre. Eğitim düzeyi çok düşük, cahil insanlar çok fazla. Hani yapı olarak bir şeyler öğrenelim, yapalım tarzda da değil insanlar. Kendi kabuklarına çekilmişler, kendi halinde yaşayanlar, dünyadan bir haber, o tarz, hiç hoşlanmıyorum. (Ebru, 26) Buradan memnun değilim, etrafta çok şey var, boş gezen...bu çevrenin gençleri ben bu alemde bişey olacağım diye vazgeçiyor (okumaktan), arkadaş çevresine uyuyor...onlara (kötü alışkanlıkları olanlara) bulaşmak istemiyorum hiç, o yüzden uzak duruyorum. (Onur, 16). Bu çevredeki insanlar hep kendi eksenlerinde dönen insanlar... (Hakkı, 24) Görüşmelere katılan gençlerin önemli bir kısmı çevre koşullarının olumsuzluklarından dolayı başka semtlere taşınmak istemektedirler. Yaşamak istedikleri yerleri, genellikle kültür seviyesi daha yüksek, güvenli, temiz, daha canlı sosyal hayata sahip olduğunu düşündükleri mekanlardan seçmektedirler. Yaşamayı tercih ettikleri bölgeler, belli vasıtalarla tanıma imkanı buldukları bölgelerdir. Genellikle akrabaların ve arkadaşların oturduğu bölgeler ziyaretler sırasında gözlemlenmekte ve yaşanılan yere kıyasla tercih edilmektedir. Ancak çalışan gençler, çalıştıkları iş aracılığıyla Ankara'nın çok çeşitli semtlerini tanıyabilmekte, karşılaştırmaları farklı ölçeklerle yapabilmektedirler. Zira çalışmayan ve okula gitmeyen gençlerin Ankara'nın farklı semtlerine ilişkin bilgileri oldukça sınırlıdır. Örneğin Hacer (15) ve Esma (15), doğup büyüdüğü yer dışına hiç çıkmamasından ötürü, yaşadığı bölgeden memnun olmamalarına rağmen "nereyi tercih ederdin" sorusuna belirli bir cevap verememiştir: İyi bir yerde yaşamayı isterdim, ama burası kötü...cennet gibi bir yer olmasını isterdim, güzel bir yer olsun, saygılı, sevgili. (Hacer, 15) Bilmiyorum aslında daha başka yerlerde yaşamak isterdim gibi geliyor çünkü daha sosyal yerlerde yaşamak her zaman için herkesin istediği bir şeydir. Ankara'da (nerede yaşamak isterdim) pek öyle düşünmedim...(esma, 15)

43 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşullan Çeşitli imkanlarla daha başka yerleri görebilmiş gençlerin verdikleri cevaplar ise daha belirli olmaktadır: İmkanım olsa, Keçiören tarafını seviyorum, Pursaklar tarafını seviyorum. Daha gelişmiş her açıdan, örneğin Keçiören'de çok rahatlıkla bir bayan saat dokuz, onda sokağa çıkabilir ama burada mümkün değil...akrabalarım çok orada...ondan dolayı sürekli gidiyoruz, geliyoruz, çok hoş, çok düzgün bir bölge. (Ebru, 26) Bizim kafamızda Aydınlıkevler var, inşallah Allah nasip ederse, orası çok hoşumuza gidiyor, her şey ayağının altında yani çıktığın zaman, biz buradan sürekli oraya gidiyoruz her şey için. (Nurgül, 20). Görüşmeye katılan bazı gençler ise, yaşadıkları bölgelerin koşulları olumsuz olmasına rağmen, bulundukları çevreyi değiştirmek istemediklerini söylerken özelikle alışkanlıklara vurgu yapmaktadırlar, ancak aynı zamanda şehrin diğer bölgelerine uyum sağlayamayacakları ve orada dışlanacakları endişesi de belirleyici olmaktadır: Seviyorum ya, orada yaşamaktan memnunum çünkü ben orada doğdum, orada büyüdüm, on yedi seneden beri orada oturuyorum. (Atilla, 17) Biz yıllardır orada olduğumuz için bize gayet normal geliyor. Güzel yani. Çankaya tarafı bizi aşar. (Yıldırım, 19) (Bizim mahalle) güzel, büyüdük, yetiştik orada, başka mahalleleri görmediğimiz için kendi mahallemiz güzel yani. (Korkut, 20) Benim dedelerim, babalarım Altındağ'da doğmuş büyümüş, Yani Altındağ'ın ortamını hiçbir ortamda bulamıyorum ben açıkçası. Çünkü Altındağ'da kendimi güvende hissediyorum. Ne bileyim, başka bir semte gittiğim zaman, sevdiğim semtlerde var tabii ki ama Altındağ'da kendimi daha huzurlu hissediyorum, Altındağ sınırları içerisinde... Altındağ'ın yeri bende her zaman ayrıdır. İleride çok iyi durumum olur, çok çok iyi olur, ben yine Altındağ'ı tercih ederim. (Hakkı, 24) (Çankaya'nın insanları) hep modern ya, öyle gariban insan yok yani. Ne bileyim gariban insan Çankaya'da yaşayamaz, kirası yüksek, domates burada 2 liraysa orada 4 lira... O tarafta yaşamak istemezdim açıkçası. Ne bileyim bana şey geliyor, bi de alışmışım bu tarafa, kendi insanımdan kopmak istemem. (Haldun, 26) Ben bu ortamda yükselemem, ama buradan gitmek lazım değil aslında ama kendimizi değiştirmemiz lazım ya, yani forrnat atmamız lazım kendimize. Ne bileyim bazı alışkanlıklarımızı bırakmamız lazım... (Sertaç, 18) Gençler yaşadıkları bölgeleri, daha düzgün yaşam koşullarına sahip olduğunu düşündükleri yerleşim yerleriyle kıyaslayarak değerlendirmek

44 44 iletişim : araştırmaları tedirler. Çeşitli vesilelerle Ankara'nın Çankaya İlçesi'ni görebilmiş olan gençlerin kendi yaşam alanlarını değerlendirme kriterleri farklılaşmaktadır. Görüşmeye katılan gençler, özellikle Çankaya bölgesinde kendilerini dışlanmış hissettiklerini, orada yaşayan kişilerden kendilerini daha farklı gördüklerini ve hissettiklerini bu nedenlerle çok rahatsız oldukların ve orada yaşayanların kendilerine olumsuz tavırlarla yaklaştıklarını düşünmektedirler. Çoğunlukla "zengin muhiti" olarak değerlendirilen yaşam mekanlarına ancak bir iş vasıtasıyla ya da sadece meraktan gidilmekte, çoğunlukla oralardan uzak durulmaktadır. Çankaya, Yıldız, Oran gibi muhitlerin farklı davranış kodlarına sahip olduğu, bu kodlar bilinmediğinde dışlanma sürecinin daha sert bir şekilde yaşandığı belirtilmektedir. Kendi adıma konuşayım ben Çankaya'da yaşayamam. Her şeyi farktı geliyor bana... Benim düşüncem, kapalı bir bayan Keçiören'de Pursaklar'da daha rahat hareket eder, daha rahat şeyini yapar ama Çankaya'da gezdiği zaman, bakıyorsun mesela gidiyorsun, herkes şeyli şeyli bakıyor. Alışveriş merkezlerinde mesela, nedir, Batıkent'te öyle. Ben bakıyorum, eşimin arkadaşları var, o topluma gidiyorum, o ortama gidiyorum, herkes açık, herkes mini etekli, badili, ben bir tek kapalıyım, bu beni rahat ettirmiyor veya böyle seni gözlemliyorlar, bakıyorlar öyle, tedirginlik oluşuyor. (Ebru, 26) Benim buradakilerden ayrılacağım tek özellik, ben nerede ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyorum. (Halil, 19) Gençler zengin muhiti olarak adlandırdıkları bölgelerde yaşayan insanların konuşma biçimlerine ve dil kullanma becerilerine vurgu yaparak onları, kendi yaşadıkları bölgedeki insanlardan ayırmaktadırlar. Gençler kendi dil kullanma pratiklerinin bir dışlanma biçimine dönüştüğünü gözlemlemektedirler. Çankaya tarafı, yani sosyete tarafları değişik geliyor ya...buradaki insanlar kaba biraz, kaba olarak karşılık verir. Ama oradaki insanlar bir şeyi anlamaya çalışır, anladıktan sonra tamam der. Onlar daha kibarlar. (Sertaç, 18) Biz başka yerde yetişseydik daha farklı olurdu. Mesela bir yere girdiğimizde daha kibarca "merhaba" diyebilirdik. Şimdi bize "merhaba" diyorlar biz de "maraba!" diye kaba bir sesle söylüyoruz. Ben bundan rahatsızlık duyuyorum mesela. (Kemal, 19) Her yerin başka kuralı var. Çankaya'da kimse çok küfür etmez, burada baba oğluna, oğlan babasına, anasına, bacısına, herkese küfür eder. Oradaki yolda giderken tükürmez, buradaki yola her şeyi yapar... (Halil, 19)

45 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları Yoksul gençlerin yaşadıkları bölgelerdeki olumsuz yaşam koşulları, sosyal dışlanmanın bir boyutu olan mekansal dışlanma biçimlerini de üretmektedir (Yılmaz, 2006: 36). Yaşanılan bölgelerin olumsuz fiziksel koşulları, kentsel olanakların eksikliği ve bu alanlarda yoğunlaşan yasadışı faaliyetler gençlerin sosyal dışlanma döngüsünü kırmalarını güçleştirmektedir. Bediz Yılmaz'm İstanbul Tarlabaşı'nda gerçekleştirdiği araştırma bulgularına benzer şekilde, kentin dezavantajlı bölgelerinde yaşayan gençler, kendilerine yakın olan yasadışı faaliyetlerden kendilerini uzak tubnak için büyük çaba göstermek zorunda kalmaktadır (2006: 37). Mahalle etkileri bu çerçevede her ne kadar bazı avantajlar sunsa da (ucuz kira ve iş olanakları gibi), nüfus ve mekanın etkileşimi dolayısıyla yaşayanları dibe çekmek gibi bir işlev de görmektedir. Gençler bulundukları çevrede kendilerini geliştirebilecekleri olanakların bulunmadığını, kendilerine örnek olarak alabilecekleri kişilerin az olduğunu söyleyerek, yaşadıkları mekanın üzerlerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekmişlerdir. Sonuç Kent yoksulu gençlerin belirtilen bu yaşam koşulları, maruz kalman sosyal dışlanma süreçlerinin aldığı farklı biçimleri göstermektedir. Kent yoksulu gençlerin eğitimsel süreçlerle olan ilişkileri, yaşamlarının ileriki safhalarındaki tercih şanslarını azaltmakta, yaşam koşullarını iyileştirebilmeleri önünde engel oluşturmaktadır. Eğitim sistemi aracılığı ile üretilen bir dizi dışlama mekanizması, gençlerin toplumsal tabakalaşma sistemi içerisindeki hareket kabiliyetlerini iyice kısıtlamakta ve yaşam koşullarını içselleştirmelerini kolaylaştırmaktadır. Öte yandan eğitim dönemiyle kazanılan erken dönem toplumsallaşma süreci içerisinde gençler, kendi yaşamları için nelerin mümkün olabileceğine ilişkin algılarını geliştirmektedirler. Eğitim süreci içerisinde okul başarısızlığı ile erken dönemlerde şekillenen özgüven eksikliği, çoğu durumda gençlerin yaşamlarına yayılan şekilde onları etkilemektedir. Yoksul yaşam koşullarının ürettiği eğitim süreçlerinden dışlanma, dönüşümlü olarak düşük eğitim seviyesi nedeniyle toplumsal yaşamdan dışlanma ile sonuçlanmaktadır. Kent yoksulu gençlerin işgücü piyasasıyla ilişkileri, onların yoksulluklarını alt edebilecekleri kaynaklarını azaltmakta ve sosyal dışlanmaya neden olmaktadır. Emek piyasasının dışında kalmak, ekonomik olarak

46 46 iletişim : araştırmaları kısıtlayıcı ve riskli yaşam şartları ile bireyleri daha fazla yüzleştirmektedir. Bu durum gençleri daha fazla risk altında bırakmakta gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan sahip oldukları dezavantajlı konumlarını pekiştirmektedir. Çalışılan işlerin ise çoğu zaman geçici işler olması ve uzun vadeli ilerleme imkanı tanımaması riski azaltmamaktadır. Kent yoksulu gençlerin yaşadıkları fiziksel ve sosyal çevrenin koşulları, gençleri yaşam olanaklarını iyileştirebilecek çeşitli mekanizmalardan yoksun bırakmaktadır. Bulunulan çevrede yaygın durumda olan olumsuz alışkanlıklar ve suça eğilimin yüksekliği, bu gençleri daha fazla ve farklı biçimlerde risk altında bırakmaktadır. Kentin bazı yoksul bölgelerinin "damgalanmış" olması, gençlerin kendilerini gerek sosyal gerekse ekonomik hayattan dışlanmış hissetmelerini beraberinde getirmektedir. Yaşanılan bölgelerin olumsuz yaşam koşullarından türeyen mekansal dışlanma, gençlerin kentin diğer bölgeleriyle bütünleşememe durumlanna da işaret etmektedir. Şehir merkezine fiziksel olarak oldukça yakın olunmasına rağmen, gençler kendilerini toplumsal olarak çok uzak hissetmektedirler. Kent yoksulu gençlerin kentin olanaklarından büyük ölçüde haberdar olmalarına rağmen bunlara ulaşama durumları, onları kent dışında kırsal alanlarda yaşayan gençlere göre daha fazla dezavantajlı konumda bırakmaktadır. Kent yoksulu gençlerin bu yaşam koşullarına çocukluklarından itibaren sürekli maruz kalmaları onların kendi yoksulluklarını ve yoksul konumlarını içselleştirmelerine neden olmaktadır. Bourdieu'nün habitus kavramıyla ifade ettiği, zihinsel yapılar ile toplumsal yapıların arasındaki karşılıklı ilişki, kent yoksulu gençlerin yapabileceklerinin, mümkün olan ve olmayana ilişkin sınırlılıkları, kendi yaşam şanslarını ve çeşitli konulardaki eğilimlerini ve yatkınlıklarını belirlemektedir. Çocukluktan itibaren sosyal çevreye özgü koşullar, bilişsel ve motivasyonel şemalar olarak içselleştirilir ve böylece onlann belli bir pratik duyusuyla hareket etmelerini sağlar. Bireyin farklı alanlarındaki etkinliklerine biçim ve tutarlılık kazandırır (Wacquant, 2007: 62). Bireysel eylemi şekillendiren habitus aynı zamanda bu eylemler aracılığıyla nesnel yapıların yeniden üretilmesine de katkıda bulunur. Kent yoksulu gençlerin kendi madun durumlarından geçerek üretilen pratikler bu anlamda sınıfsal yeniden üretim işlevi görmektedir. * Bu makale yazarın 2008 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı nda tamamladığı "Kent Yoksulu Gençlerin Tüketim 'Ioplumunda Yaflama Deneyimleri: Ankara Örneği" başlıklı doktora tezi çalışmasından üretilmiştir.

47 Aktaş Yamanoğlu Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları Kaynakça Adaman, Fikret ve Çağlar Keyder (2006). 'Türkiye'de Büyük Kentlerin Gecekondu ve Çöküntü Mahallelerinde Yaşanan Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma." http: / / ec. europa.eu / employment_social / spsi/ docs/social_inclusion/2006/study_ turkey_tr.pdf. (Erişim tarihi: ). Aktay, Yasin (2007). "Pierre Bourdieu ve Bir Maxwell Cini Olarak Okul." O ca k v e Z a n a a t: P ie rre B o ıırd ieıı D e rle m e s i. Güney Çeğin vd. (der.) içinde. İstanbul: İletişim Aydın, Mustafa Berkay (2005). "Yoksullaşma Tartışmaları Ekseninde Küçük Sanayi İşçilerinin Yaşam ve Çalışma Koşulları: Ankara Hüseyingazi Mahallesi'nde Oturan Siteler İşçileri Örneği." K a p ita liz m v e T ü r k iy e U. Fuat Ercan ve Yüksel Akaya (haz.) içinde. Ankara: Dipnot Yayınları Bora, Aksu (2005). K a d ın la rın S ın ıfı: Ü c re tli E v E m e ğ i v e K a d ın Ö z n e lliğ in in in şa sı. İstanbul: İletişim Bourdieu, Pierre (1984). D istiııctio ıı: A S o cia l C r it u p ıe o f tlıe Jııd g e ıııen t o ft a s t e. Çev., Richard Nice. London: Routledge. Bourdieu, Pierre (1995). Pratik N edenler. Ç ev., Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık. Bourdieu, Pierre (1997). T o p lu m b ilim S o r u n la r ı. Çev., Işık Ergüden. İstanbul: Kesit Yayıncılık. Bourdieu, Pierre (2006). P ra tik N e d e n le r. (2.baskı). Çev., Hülya Uğur Tanrıöver. İstanbul: Hii Yayın. Bourdieu, Pierre ve Loic J.D. Wacquant (2003). D iiş iin iim se l A n tro p o lo ji iç in C ev a p la r. Çev., Nazlı Ökten. İstanbul: İletişim. Erdem, Tevfik (2003). Y o k su llu k Ü z e rin e S osy o lo jik B ir Ç a lışm a. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Erdoğan, Necmi (2007). "Yok-sanma: Yoksulluk-Maduniyet ve Fark Yaraları." Y o k su llu k H a lle ri: T ü r k iy e 'd e K e n t Y o k s u llu ğ u n u n T o p lu m sa l G ö r ü n ü m le r i. Necmi Erdoğan (der.) içinde. İstanbul: İletişim Featherstone, Mike (1996). P o stn ıo d ern iz m v e Tiiketiııı K ü lt ü rü. Ç e v., Mehmet Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. İdemen, Beril (2008). "Sosyal Köken, Habitus ve Eğitim: Pierre Bourdieu'nün Yeniden- Üretim Kuramı." T ü r k iy e 'd e G e n ç lik Ç a lışm a sı v e P olitikaları. Nurhan Yentürk, Yörük Kurtaran ve Gülsesin Nemutlu (der.) içinde. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları İkizoğlu, Musa (2000). Y o k su llu k v e S o sy a l Y a rd ım ilişk isi: A n k a ra M a ın a k Ilç e s i'n d e A m p irik B ir A ra ştırın a. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

48 48 iletişim : araştırmaları Lister, Ruth (2004). P overty. Cambridge: Polity Press. Lüküslü, Demet ve Kezban Çelik (2008). "Sessiz ve Görünmez, 'Genç' ve 'Kadın': Ev Kızı." T o p lu m v e B ilim 112: Müderrisoğlu, Serra (2006). "Çalışmak ya da Çalışmamak: Bütün Mesele Bu!" T ü r k iy e 'd e B iiy iik K e n tle rin G e c e k o n d u v e Ç ö k ü n tü M a h a lle le rin d e Yaşanan Yoksu llu k v e S o sy a l D ış la n m a, /ec.europa.eu/employment_sotial/spsi/ docs/social_inclusion/2006/study_turkey_tr.pdf. (Erişim tarihi ) Sen, Amartya (1992). Ineıjııality R eexnınined. Massachusetts: Harvard University Press. Sen, Amartya (2000). S o cia l E x c lu s io n : C o n c e p t, A p p lica tio n a n d S c r n t in y. Social Development Papers No.l. Asian Development Bank. Şenol-Cantek, Funda (2001). "Fakir/Haneler: Yoksulluğun 'Ev Hali'." T o p lu m v e B ilim 89 (Yaz): UNDP (2008). T ürkiye 'de G ençlik : T ürkiye İnsani G elişm e Rııporıı. Ankara. Uyan-Semerci, Pınar (2008). "Çocuktan Yetişkine: Genç Olamayanlar." T ü r k iy e 'd e G e n ç lik Ç a lışm a sı v e P o litikaları. Nurhan Yentürk, Yörük Kurtaran ve Gülsesin Nemutlu (der.). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Ümit, Eylem (2007). M e k a n d a n lıııkaıın: Ç o c u k S u ç l u l u ğ u n u n H a b itu s u C ez a E h liy eti İlişkisi. Ankara: Ankara Barosu. Wacquant, Loic J.D. (2003). "Giriş." D ü ş ü n iim s e l A n tro p o lo ji iç in C ev a p lar. P. Bourdieu ve L.J.D. Wacquant (der.). Nazlı Ökten (çev.) içinde. İstanbul: İletişim Yayınlan Wacquant, Loic J.D. (2007). "Pierre Bourdieu: Hayatı, Eserleri ve Entelektüel Gelişimi." O ca k v e Z a n a a t: P ie rre B o u rd ie u D e rle m e s i. Güney Çegin vd. (der.) içinde. İstanbul: İletişim VVorld Bank (2005). Turkey-Education Sector Study. Document of World Bank, http: / / siteresources.worldbank.org/intturkey/resources/ / ESS_Main_Report_Vl.pdf. (Erişim tarihi ). Yılmaz, Bediz (2006). "Yakındaki Uzak: İstanbul'un bir Kent İçi Mahallesinde Sosyal Dışlanma ve Mekansal Sürgün." T ü r k iy e 'd e B ü y ü k K en tle rin G e cek o n d u ve Ç ö k ü n t ü M a h a lle le rin d e Y a şa n a n Y o k su llu k v e S o sy a l D ış la n m a, eu / employment_social/ spsi / docs/ sociamnclusion/ 2006/ study_turkey_tr. pdf. (Erişim tarihi ) Yurttagüler, Laden (2008). "Sosyal Dışlanma ve Gençlik." T ü r k iy e 'd e G e n ç lik Ç a lışm a sı v e P o litikaları. Nurhan Yentürk, Yörük Kurtaran ve Gülsesin Nemutlu (der.). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Zaman Gazetesi, 'Türkiye'deki Bütün Adresler Google'a Girdi, ÇinÇin Hariç.". 22 Eylül 2007.

49 49 The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign Zeynep Hamurdan Abstract One of the most important events of 2008 was the election of Barack Obama as the first African American president of the United States. His victory was stunning. Voting levels were unprecedented as 80% of the American population voted. The U.S. citizens chose the person v»ho promised to change the status guo. We cannot explain Obama's victory only with his intellectual background and today's economic situation. though. Obama's presîdential campaign managers created a media campaign that was unigue and successful in many ways. They used nevy media efficiently. They raised more than $500 million through online donations. At the end of the campaign. there were two million users, who had organized more than 200,000 campaign events. YouTube, Facebook and another 14 social netrvork sites were also used as tools in the campaign. Many studies and analyses of this topic have said political campaigns are not going to be the same again; this campaign entirely changed media usage in political campaigns. Not only campaign managers. but also marketing researchers, advertisers and businessmen have been inspired by its success. This study consists of analytical and descriptive research. Its aim is to describe and explore Obama's media usage, especially the new media. during the 2008 presidential campaign. This work tries to explain the reasons of the Obama team's success. Politik Kampanyalarda İnternet Kullanımı: Obanıa'nın Seçim Kampanyası Özet 2008 yılının en önemli olaylarından birisi Barack Obama'nın Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk Afrikalı Amerikalı başkanı olarak seçilmesiydi. Obama, seçimlerde gerçek bir zafer kazandı. Amerika'nın oy verebilen nüfusunun %80'i oy kullanmak üzere sandık başına gitti. Amerika vatandaşları kendilerine mevcut durumu değiştireceğine söz veren kişiyi seçti. Obama'nın zaferini sadece onun donanımlı kişiliğine ve Amerika'nın o zamanki ekonomik durumuna bağlayamayız. Obama nın seçim kampanyasının yöneticileri pek çok bakımdan benzersiz ve başarılı bir kampanya yürüttüler, internetin getirdiği olanakları etkin bir şekilde kullandılar, internet üzerinden yapılan bağışlarla 500 milyon dolar topladılar. Kampanyanın sonunda Obama'nın internet sitesinde Obama'nın başkanlığını desteklemek üzere 200 bin'in üzerinde aktivite düzenlemiş iki milyon üye vardı. Kampanya için YouTube, Facebook ve 14 diğer sosyal iletişim sağlayan internet sitesinde Obama'nın sayfası açıldı. Pek çok araştırma ve analize göre artık Amerika'da hiçbir seçim kampanyası eskisi gibi olmacak çünkü Obama'nın kampanyası, seçimlerde medya kullanımı anlayışını tamamen değiştirdi. Bu kampanya sadece seçim kampanyası yöneticileri için değil, pazarlama araştırmacıları, reklamcılar ve iş adamları için de ilham verici oldu. Bu araştırma tanımlayıcı ve analize yönelik bir çalışmadır. Araştırmanın amacı, Obama'nın seçim kampanyasındaki medya kullanımını, özellikle internet kullanımını, tanımlamak ve analiz etmektir. Böylece Obama'nın seçim kampanyasının başarı sebeplerini açıklanmak istenmiştir. iletişim : araştırmaları (1): 49-66

50 50 iletişim : araştırmaları The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign Since the Internet usage is increasing day by day, its importance has also increased in the community and changed the vvay we live and communicate. This has also affected politics. Political campaign managers have started to build more öpen and interacti ve campaigns. During the presidential campaign in 2008, we witnessed the efficient usage of new media technologies. Especially the Obama campaign showed what could be done with the Internet7s povver when people really want to cooperate with the candidate. The Obama campaign became an example for marketers, advertisers, and businessmen as well as political campaign managers. This research aims to investigate the usage of the Internet during the Obama campaign. First, the relation betvveen the Internet and political campaigns is discussed, and then second, the usage of the Internet's effects is explored, and last, the internet usage during the Obama campaign is investigated. Literatüre Revievv Campaigns and the Internet As Internet use increases among the society, its role in political campaigns is also increasing. During the 2004 presidential election 10% of the American people used the Internet as a resource; this percentage increased to 33% in the 2008 election. Television is stili the primary resource for a majority of people at 72%, but the main tool of campaigns is becoming the Internet (Pew Research, 2008). The increase in spending on new media technologies is another proof for this. In the 2000 presidential election,

51 Hamurdan The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 51 only five million dollars were spent, but in 2008, spending increased to 42.4 million dollars (Lieberman, 2006; see Gueorguieva, 2008; Bachman, 2008). After the Obama campaign's success, it is expected that many campaigns in diverse areas vvill start to use the Internet to reach their audiences. The Internet's povver vvas discovered by political campaign managers as early as 1996 when candidates started to create informative web sites to promote their candidacy. s vvere used as political campaign tools for the first time during the Jesse Ventura campaign in 1998 (Gueorguieva, 2008). From 1996 to 2000, campaign managers set up Internet tools mainly to display information. There vvas a limited amount of interactivity, and there vvere almost no organizaüonal features. Credit card companies vvere using secure servers for transactions by 2000 and John McCain's presidential campaign benefited from online fund-raising in the 2000 election. Hovvever, during the 2000 presidential election, this tool vvas not used extensively. Interestingly enough, even though minör parties' candidates did not have as many resources as majör parties had, they did not prefer to use the Internet as a cost effective communication tool. While the Internet's usage decreases the cost of the campaigns, even novv, if we compare minör candidates vvith majör candidates who have more resources, the latter are using the Internet extensively and efficiently during their campaigns (Gulati & VVilliams, 2007). In 2000, campaign managers used vveb sites to maintain the excitement for their campaigns and tried to build strong relations vvith their volunteers. For example, they offered dovvnloadable materials to print and distribute. Managers encouraged support-

52 52 iletişim : araştırmaları ers to forvvard s to their friends. Since organizational tools were not discovered fully in those years, activists operated individually (Gulati & VVilliams, 2007). Interactivity of the campaigns sharply increased in A few campaigns enabled supporters to chat vvith campaign leaders. Hovvard Dean's campaign managers used blogs in 2003 and In addition, net-organized house parties became popular; 450,000 supporters met at more than 25,000 informal gatherings vvhich were organized through the MeetUp. com vvebsite (Herrnson, Stokes-Brown, & Hindman, 2007). The click rates of the presidential web sites doubled compared to four years earlier. Just on election night alone, 317,000 people clicked on Bush's vvebsite vvhile only 306,000 supporters checked Kerry's site. Betvveen August and November 2004, 1.4 billion s related to the campaign were sent to supporters. The Kerry campaign attracted one million volunteers through his vveb site, vvhile Bush drew 1.4 million e-activists. Online fundraising vvas also very successful, for the first time small donations made up the largest part of the total donation. For instance, Hovvard Dean's campaign raised $54 million vvhich vvas a majör portion of its small donations gathered through the Internet (Herrnson, Stokes-Brovvn, & Hindman, 2007). Kerry collected 82 million dollars betvveen March and the end of July, vvhile Bush raised 17 million (see Politics Online, 2005). As another innovation during the 2004 election, the Bush campaign's team decided to encourage its supporters to make independent door- todoor canvassing. Instead of getting a vvalk üst from the party, they used the Internet and enabled supporters to dovvnload people's addresses in their neighborhoods. In return, the campaign team vvanted them to report the results of their activities. Besides this, the Bush campaign managers also applied micro targeting methods to reach voters. By doing so they were able to increase the effectiveness of their messages "by matching activists vvith target voters vvith vvhom they could be most persuasive" (Vaccari, 2008: 661). In addition to tools that vvere used in 2004 elections, in 2006, political campaigns took advantage of the popular social netvvorking sites such as YouTube, MySpace and Facebook (Cornfield & Rainie, 2006; see

53 Hamurdan The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 53 Gueorguieva, 2008). For example, during the 2006 Senate campaigns half of the Senate candidates created a Facebook account (Gulati & VVilliams, 2007). Videos that were uploaded to YouTube caused troubles for some of the candidates, such as Conrad Burns and George Ailen (Republican senators from Montana and Virginia) who were caught by cameras while making racial jokes. MySpace became partners vvith a nonpartisan group, Declare Yourself, and enabled its members to register to vote through its page (Gueorguieva, 2008). Furthermore, like Facebook, MySpace became a place that enabled candidates to introduce themselves to voters and recruit new volunteers. From the very beginning of the 2008 elections, the Internet was one of the main media outlets of the campaigns. New York Senatör Hillary Clinton formally announced her presidential intentions for the Democratic Party 2008 elections with a video on her vveb site. Furthermore, Illinois Democratic Senatör Barack Obama and New Mexico Governor Bili Richardson also declared their intentions to ran for president through the Internet (Panagopoulos, 2008). Social nehvorking sites took more serious roles from early on in the 2008 election: "On July 23, 2007, Google and YouTube partnered vvith CNN to sponsor the first presidential debate sanctioned by the Democratic National Committee. MySpace and YouTube announced they vvould hoşt önüne town hail meetings vvith presidential hopefuls in January 2008" (Panagopoulos, 2008: 423). How did the Internet Change Political Campaigns in the United States? Initially some scholars vvere reluctant to accept that the Internet vvould change the landscape of political communication (Bimber & Davis, 2003; Margolis & Resnick, 2000). After the 2004 and 2008 elections no one can claim that, because campaigns have become more personaüzed, frag- mented, decentraüzed as a result of the impact of the Internet över the campaigns. The Internet's povver has already been recognized by political campaign managers because global activists started to use nevv media tech-

54 54 iletişim : araştırmaları nologies as organization tools long before the politicians did (Bennet, 2003). On the other hand, the nature of politics was not the same with the nature of social movement. A social movement does not have to be centralized, and global activists do not need ideological bounds to keep their organization together. Politicians cannot build as öpen and flexible campaigns as activists do because they have to be consistent on their message and trying to do so is against the hierarchical structure of political parties. For these reasons, politicians resisted using nevv media technology opportunities for a long time. Hovvever, with the increase in usage of these media tools within society, they had to build more öpen and interactive campaigns. The 2008 presidential elections, especially the Obama campaign, showed and proved the beneficial side of using these tools. Before starting to analyze the Obama campaign, the beneficial sides and challenges of using these tools should be discussed to get a deeper understanding of Obama's presidential campaign. The latest innovations in new media make it a lot easier for people to get involved in political campaigns. There are no longer time limitations or geographical difficulties preventing people from supporting their candidate. VVhenever they have time, they can go online and get involved in their candidates' campaign (Vaccari, 2008). This way the campaigns can reach more people with a lot less effort, and people's political avvareness increases. In addition, since it is free to and use social netvvorking sites, candidates can spread their message much faster to millions of people. Hovvever, having control över campaign messages has become harder. VVhile the messaging speed has increased, the spread of rumors has also increased. For this reason, campaign managers use pre-written s vvhenever they ask volunteers to forvvard information about their campaigns to their friends (Klotz, 2007). In addition to using their ovvn web sites, candidates log on to as many social netvvork vveb sites as they can to spread their messages and control rumors. As mentioned before, YouTube became a political arena both in 2006 and For instance, in 2006 Montana Democratic Party staffer Kevin O'Brien was hired to follovv Conrad Burns, Republican Senatör from

55 Hamurdan The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 55 Montana, and catch his vveak moments and film them (Gueorguieva, 2008). As a result of this effort, O'Brien could catch Burns "joking about the legal status of the 'nice liftle Guatemalan man' who works at his house, and a dip that has him vvarning constituents about a faceless terrorist enemy vvho is a 'taxi driver in the daytime but a killer at night'" (Gueorguieva, 2008: 292). The Burns' campaign also did the same thing to his 2006 Democratic opponent, Jon Tester. In 2008, the McCain campaign uploaded a video to make fun of Obama girb's videos which supported Obama's candidacy. In addition, each party encouraged their supporters to submit two-minute videos explaining vvhy they were supporting either McCain or Obama. The vvinner received a trip to his/her party's conven- tion. Since many people have the ability to film and upload videos, candi- dates have to be more careful than ever before. Moreover, they have to be consistent in their messages. They cannot measure the impact of specific messages in one state and then change them according to results because voters everywhere can learn easily vvhat their candidates are saying (Lizza, 2006). In traditional campaigns (TV centered, generalist, unidirectional communication), campaign managers were focusing on convincing unde- cided voters to vote. Hovvever, in the new era, campaign managers pay more attention to mobilizing their hard core supporters because only supporters go and check their candidate's vvebsite. In this case, a campaign's managers try to establish a strong connection with its supporters and make them a part of the campaign. In 2004, Dean's campaign used infor- mal language in its web site. Candidates became "friends" with their supporters through Facebook and MySpace. The Kerry campaign tried to create a community environment while sending s to supporters by using their names in the message, but at the same time it always empha- sized that they are the part of a larger group (Vaccari, 2008). This informal connection increases the expectations of the campaign supporters since they are a part of the campaign. Campaign managers try 1 Obama girl is Amber Lee Ettinger vvho was hired by Barely Political is an online video and entertainment vvebsite that creates left-vving politically themed videos and parodies.

56 56 iletişim : araştırmaları to send more progress-based and more explanatory s about the campaign to keep that connection with their supporters. As we have seen in the Obama campaign, political campaigns are turning into continuous campaigns because of voters' expectations. The Obama Campaign This study focuses on the Internet usage of Obama's campaign; hovvever, it is important to keep in mind that the Obama campaign's success cannot be understood without analyzing the overall campaign. On the other hand, since the campaign was built around new media, to understand what the campaign team did through the Internet can give us a great deal of understanding about this campaign. Throughout his campaign Obama vvorked vvith an experienced group. One of Facebook's cofounders, Chris Hughes, helped Obama. David Plouffe created the overall strategy of the campaign. Blue State Digital (BSD), which was founded by alumni of the Dean campaign, built Obama's social technologies. Jascha Franklin-Hodge, one of the cofounders of BSD, explains vvhat they did in this campaign: "on every metric, this campaign has operated on a scale that has exceeded vvhat was done before" (Talbot, 2008:1). Indeed, when vvhat they did is examined, most of their strategies had been done before, such as using blogs and social netvvorking sites, fund-raising, enabling voters to organize meetings, sending s, enabling voters to dovvnload phone numbers of potential voters in the neighborhood, ete. The most impressive part of the campaign was people's vvillingness to cooperate vvith Obama. These numbers shovv the success of the mobilization of the campaign. He gathered more than $500 million from three million people, a great portion of vvhich came from small donations. The campaign succeeded in mobilizing more than tvvo million people vvho promoted and created more than 200,000 events. (MyBO, 2009) His video's click numbers and Facebook, MySpace, Tvveeter friends' numbers also exceeded McCain's numbers. For example, Obama's YouTube channel, BarackObama.com, had 21,2 million vievvs; JohnMcCaindotcom had 2,3 million vievvs. VVill.i.am's song vvritten to support Obama had more than 10 million vievvs, plus many other supporters made their ovvn songs and uploaded them to support Barack Obama.

57 Hamurdan The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 57 The mastery of this campaign vvas the campaign managers could combine ali the new media tools and strategies. They kept the balance betvveen the önüne and offline events. In this vvay, they could cope vvith the difficulties of an öpen and interactive campaign. Obama had a presence not only on the popular ones, but also on every possible social net- vvorking site.2 Beside these vveb sites, he got his ovvn web site, MyBO (my. barackobama.com), which was built vvith Web 2.0 tools. These tools turned his vveb site into a social netvvorking site that allovvs users to vvrite to the blog, find their friends, and organize meetings. In addition, his team also created vveb sites üke the Obama Ansvver Çenter and Fight the Smears to be able to ansvver and counter any kind of rumors or questions about his personal life and his campaign. Obama's campaign team, broadcasted through YouTubç vvhich gave him an opportunity to öpen his ovvn channel. This vvay people could dis- tinguish betvveen Obama fans' videos and his ovvn official videos. In spite of such efforts, both McCain and Obama faced difficult times controlling campaign messages. For example, Joe Anthony, a supporter of Barack Obama, drevv 160,000 "friends" to his "Barack Obama" fun page on MySpace. Obama's campaign managers got in touch vvith MySpace and prevented him from using Barack Obama's name, but Anthony kept his "friends" at the end of this conflict (McGirt, 2008). McCain faced a differ- ent kind of problem. A Facebook prankster punked him by vvriting the follovving on his online profile: "Dear supporters, today I announce that 1 have reversed my position and come out in flail [sic] support of gay mar- riage... particularly marriage betvveen tvvo passionate females" (Fraser & Dutta, 2008: 42). The Obama campaign succeeded in giving accurate messages to vot- ers. Change, hope, "Yes, vve can" and believe were the slogans of the campaign. From the very beginning of the election, Obama gave the same simple messages. These also prevented any misunderstanding of his campaign messages. Obama easily created a positive image in people's minds. In contrast, McCain gave various messages: "1) Country first. 2) Maverick. 3) Don't listen to those ridiculous, un-american, liberal, intellectual, 2 Facebook, MySpace, Twitter, Linkedln, Digg, Ev.entful, YouTube, BlackPlanet, Faithbase, Mi- Gente, AsianAve, and MyBatanga.

58 58 iletişim : araştırmaları coastal elites. 4) Barack Obama is a superficial celebrity. 5) Tested. 6) Change. 7) Obama is a dangerous unknovvn quantity. 8) Obama is a socialist" (Garfield, 2008: 42). Obama talked about what he was going to do if elected. Hovvever, McCain vvas unable to get his message out because he was reactive to Obama and fighting against the Bush administration's bad image. Since Obama vvanted to create his campaign around the new media, he chose to say "Yes, we can." His messages were accurate throughout to create a grassroots movement. With his biography, campaign strategy and speeches during the campaign, he set the image that he is an idealist who wants to work for his country and his people. People believed his truthfulness and supported him. When MyBo is checked, it can be seen that most of the people say, "I supported Obama because in doing so I did something for myself and for my children." Obama's intimacy cannot be discussed here, but if someone vvants to use the Internet as the main tool of a political campaign, (s)he has to create a grassroots movement, (s)he has to convince people that (s)he vvants to vvork for them and vvith them. Othervvise, mobilization fails easily. McCain and Clinton also used similar media tools to promote their candidacy and to collect money, but they gave messages about themselves, and they kept the image that they vvere at the top of their party establishment. This difference vvas reflected in their online donations; according to the Çenter for Responsive Politics, 33 percent of Clinton's funds came from donations of less than $200, compared vvith 48 percent of Obama's (Talbot, 2008). Obama's team tried to reach voters in every possible vvay. While the McCain campaign had no text message strategies, the Obama campaign just on the announcement of Obama's running mate alone sent more than 2.9 million messages, according to estimates from Neilsen Mobile. This vvas a clever strategy since 255 million people have mobile phones in America (The Economist, 2008). During the campaign, iphone enabled its users to dovvnload an application that allovved users to make free calls to their friends and to advertise the campaign, get text messages about it and learn about events in their neighborhood. These tools helped Obama's team keep strong rela-

59 Hamurdan The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 59 tions with its supporters and make the campaign a part of their daily life. An interesting point, after the Obama campaign the music band Nine Inch Nails started to use a similar iphone application that lets fans exchange messages and photos with other fans in their neighborhood and around the vvorld. In addition, it gives users the opportunity to have access to nevvs, photos and custom vvallpapers of the group.3 Basically, the aim of the online campaign managers is to build emotional campaigns and create close relationships vvith voters to get constant support from them (Vaccari, 2008). In addition to this, managers try to teli people that they are part of a larger group and are part of the campaign. Obama's campaign achieved this goal vvith a fevv clever strategies. First of ali, he became "friends" of his voters through the social netvvorking sites. He logged on each possible social netvvorking site, even the ones for specific social groups, such as AsianAve, MyBatanga, ete. s and text messages vvere signed as "Barack." He "listed his pastimes as basketball, vvriting and Toafing vv/kids' (note the hip shorthand to appeal to young voters)" (Fraser & Dutta, 2008: 42) on Facebook. His team regularly updated information on his blog that kept alive the interest of his supporters. Besides, the campaign team encouraged people to share their feelings and their experiences about the campaign. Donating and collecting money became a social event and enabled people to meet likeminded people in their neighborhoods. In this vvay, people felt that they vvere really a part of a community. Since people vvere getting to knovv more supporters in their neighborhood, that inereased the chances of their vvorking together. The Obama campaign trained and organized its grassroots army through uploaded videos vvhich made the campaign team's job a lot easier. For example, in a vvritten statement of the Obama campaign that vvas given to Technology Revieıu, it vvas explained that vvhen campaign staff vvent to later-voting States, such as Texas, Colorado and VVisconsin, they found an already-built infrastrueture and volunteer netvvork (Talbot, 2008). Another proof of the Obama's team's success on usage of the Internet vvas his vvinning 70% of the vote of young people (the highest percentage 3

60 60 iletişim : araştırmaları since U.S. exit polling began in 1976) of vvhich 90% are active users of the Internet while 75% of ali adults are Online according to the New Politics Institute's research (The Economist, 2008). Obama's team has turned his presidential campaign into a continuous campaign. This vvas inevitable because of Obama's promises to his voters; he has to keep up a strong and close relationship vvith his voters. Besides, this strategy vvill help him also during his presidency. The campaign's team collected a huge database of supporters' Information that can benefit Obama. As the database grows bigger, it increases the chance of the next Democratic Party presidential candidate tor the 2012 election. Here are a fevv examples of how he has used this opportunity. He asked his supporters to get together and find possible Solutions tor economic crisis and also tor the other social problems. He has asked to hear about the stories of people fired from their jobs because of the financial crisis. He has also wanted the support of volunteers (he asked them to make phone cali s to congressmen that are living in their neighborhoods) to pass the budget from the Congress. Discussion As has been seen, the landscape of politics and political campaigns is changing vvith the empovverment of regular people through the nevv media tools. Political campaigns are becoming more flexible, dynamic, cheaper and decentralized and are constantly reshaping themselves and losing their old hierarchical structures. This nevv structure has its nevv challenges and benefits tor political campaigns. In this study, these benefits and challenges have been explored especially in light of the Obama campaign vvhich has shovvn and continues to shovv vvhat can be done vvith the nevv media tools in a postmodern campaign. The main success of the campaign managers vvas that they could manage the difficulties of a grassroots movement. They could stay betvveen a top to bottom movement and an unrestricted one. Another success of the campaign vvas that it used nevv media to eliminate or counter any potential difficulties. For example, in the 2008 election some of his

61 Hamurdan The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 61 opponents tried to say that Obama vvas not born in America and there for does not have the legal right to be a candidate. Obama's team could easily fight against these rumors by publishing documents proving his citizenship on his web sites. Obama's campaign team sent clear slogans and kept accuracy from the beginning of the campaign. This clearness was one of the reasons of its success; hovvever, if the campaign team had not put those messages on every possible media, they would not be in the same position they are in today. In the middle of October 2008, Obama's campaign ads even appeared on billboard spaces within the nine videogames, such as Nascar 09 and Need for Speed Pro Street, produced by designer Electronic Arts (Brandvveek, 2008). The main beneficial side of using new media tools during political campaigns is it enables campaign managers to reach people vvithout limitations of time and geographical boundaries. Because of the nature of Internet based campaigns, their success depends on the number of people they can mobilize through the campaign (Vaccari, 2008). VVhen the Obama campaign is analyzed, it is seen that it mobilized three million people to donate and two million people to become social netvvork participants. These numbers are ahead of the 2004 election campaign results upon vvhich similar interactive campaigns have been built. At this point, it should be said that these electronic tools can be used by anyone, but the key is to be able to mobilize people. This is only possible if voters have a belief in the truthfulness of the candidate. In this case, Obama vvas more fortunate than McCain. The Bush Administration had become one of the most hated administrations in American history. An economic crisis vvas threatening many families in the United States. Most of the American people vvere thinking their country vvas on the vvrong track. Barack Obama vvas not new in the political arena, but he vvas a nevv face for most of the American people. He vvas different and attractive at the same time. He promised that if he got elected he vvas going to change the stnlus quo. The beneficial part of interactive campaigns is political avvareness increases vvith nevv media tools, vvhich is a good thing for the future of democracy in the United States. In the 2008 election, 80% of the American population voted vvhile the participation rate vvas 63.8% in the 2004 elec-

62 62 iletişim : araştırmaları tion (Panagopoulos, 2008). It may not be the only reason tor this increase in voter participation, but Obama's grassroots movement certainly had an impact on this participation. Social political avvareness has the possibility of increasing because interactive campaigns tend to turn into continuous campaigns, vvhich the Obama campaign demonstrated. As previously stated Obama has used his vvebsite to ask people's opinions and encouraged them to ask questions about recent economic situations. Even if his team vvere to disregard people's ansvvers, they vvould be politicizing society by asking people to think about possible Solutions to recent problems. It is expected that more political campaigns are going to build interactive campaigns, vvhich also means more and more politicians will try to mobilize the masses in their bid to become president in the future. Although the povver of decision is stili in the hands of the elite, this tendency heralds healthier democracies in vvhich regular people hold more povver. As some of the studies have shovvn (Tolbert, Bovven &Donovan, 2009), in direct democracies political avvareness increases, vvhich can lead to the emergence of societies that have more social responsibilities. The Obama campaign triggered more than one million people to engage in political activity, but Matthevv Hindman's study shovvs that traffic to political vvebsites is about one-tenth of one percent of ali vveb traffic. He also says vvhile the top 10 political blogs attract 50 percent of political site traffic, the top five get 28 percent. These blogs are mainly Ivy League educated lavvyers and academics' blogs. This shovvs people prefer to read highly educated vvhite men's ideas instead of marginalized groups or minorities' ideas (Hindman, 2009). Hovvever, political blogs cannot be our only indicator since there are many mail groups and alternative media vvebsites for activists. In stating these facts, Hindman shovvs the Internet gives many opportunaties, but stili as people are using it, it is ali up to them to use it to democratize the political system and increase their political avvearness. Peter Dahlgren advocates education is the main tool to increase young people's participation in political activities (Dahlgren, 2007). Additionally, Brian Loader States, "it is not young people vvho have

63 Hamurdan The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 63 become disaffected with politics but rather that our political representatives appear distant and self-absorbed and unable to empathize with young people's experiences" (Loader, 2007: 2). The Obama campaign by using social interaction vvebsites eliminated this distance; hovvever, the main question is can both young and old people maintain and increase this political interest. The latest innovations in nevv media technologies are also heralding more transparent structure in political parties. Politicians have to be more honest since people are getting more involved in campaigns and want to learn more details about how their candidates spent the money that they gathered. From now on, to lie becomes more risky for candidates because they need the support of the regular people. If their lies are discovered, their campaigns can fail. There are many resources for people to get information about candidates in this era. Politicians have to be accurate in their messages because they are more apparent in the public arena vvith these nevv communication tools. These media tools are being used not only by politicians running campaigns but also by private interest groups advertising their products. Nine Inch Nails groups iphone application is one example of this. Future studies can be done on the efficacy of those interactive continuous campaigns to increase social political avvareness and develop healthier democracies. Bibliography Bachman, Katy (2008). "A lesser record-breaker." M e d ia W eek 18: 40. Bennet, Lance W. (2008). "Communicating global activism." In fo rm a tio n, C o m m u n ic a tio n & S o ciety 6: Bimber, Bruce & Davis, Richard (2003). C a ın p a ig ııin g O n lin e : T h e I n t e r n e t in U S electio ııs. Oxford and Nevv York: Oxford University Press. Bush, Michael (2008). "VVhat's next for database of 3M Barack fans?" A d v e r t is in g A g e 79: 42. Cornfield, Michael & Rainie, Lee (2006). 'T he impact of the Internet on politics." P eıo In tern e t a n d A m e r ic a n L ife P ro ject. h ttp ://u m a o.p e w in t e r n e t.o r g /p p t /p ip _ in t e r n e t_ and_ politics.pdf (Retrieved on January 12, 2007).

64 64 iletişim : araştırmaları Dahlgren, Peter (ed.) (2007). Y oııııg C itiz e n s a n d N e m M eçtin: L e a rn itıg f a r D e m o c ra tic P a rticip a tio n. New York: Routledge. Ewen, Sam (2008). "Can Obama teach you? Yes he can." B ra ııd ıa eek 49: 43. Fraser, Matthevv & Dutta, Soumitra (2008). "Obama and the Facebook effect." M e d ia W e e k 18: 42. Garfield, Bob (2008). "McCain's most vicious attack vvas on his ovvn brand name." A dvertisiııg A g e 79: 42. Gueorguieva, Vassia (2008). "Voters, MySpace and YouTube: The impact of alternative communication channels on the 2006 election cycle and beyond." S ocinl S c ie n c e C o m p u t e r R ev ieıu 2 6 : Gulati, Girish J. "Jeff" & VVilliams, Christine B. (2007). "Closing the gap, raising the bar: Candidate vveb site communication in the 2006 campaigns for congress." Socinl Scien ce C om puter R eviem 25: Healy, Patrick (2008, November 2). "Campaign diary: the podium vievv." T lıe N e m York Tim es, p. AR.l. Herrnson, Paul S., vd. (2007). "Campaign politics and the digital divide: Constituency characteristics, strategic considerations and candidate Internet use in State legislative elections." Politicnl R esearch Q uarterly 60(1): Hindman, Matthevv (2009). T h e M y t h o f D ig ita l D e ın o cra cy. Princeton, NJ and Oxford: Princeton University Press. Ives, Bili (2008a). "How Barack Obama is using vveb and enterprise 2.0 in the US primary campaign through Central desktop." P o rtn ls a n d K M., from h tt p :/l b illiv e s.ty p e p n d.c o m /p o r t n ls jin d _ k m / /0 3 /h m v -b n rn c k -o b a ın n.h tm l. (Retrieved on March 15, 2009). Ives, Bili (2008b). "Rolling Stone Magazine and more on Obama's use of the new vveb." P o rtn ls a n d K M. h ttp ://b illiv e s.ty p ep n d.co in /p o rtn ls_ n n d _ k m / /0 3 /ro llin g -s to n e - m. htm l. (Retrieved on March 15, 2009). Klotz, Robert J. (2007). "Internet campaigning for grassroots and astroturf support." S o cin l S c ie n c e C o m p u t e r R ev iem 25: Lieberman, David (2006, November 2). "Elections produce big bucks for media outlets. USA Today." h ttp ://m in v.u s n to d n y.c o m /m o n e y /a d v e rtis in g / ll politicnlspend-usat_ x.htm l (Retrieved on July 15, 2007). Lizza, Ryan (2006, August 20). 'The YouTube election." T h e N e ıo York T im es. Iıttp://urw m. n y t im e s.c o m l /0 8 l2 0 /ıu e e k in r e v ie w /2 0 liz z a.h t m l? e x = & e n = a fa b fc b 8 le e b f& e i= & p a r t r ıe r = r s s n y t & e m c = r s s. (Retrieved on December 15, 2006).

65 Hamurdan The Internet Usage in the Political Campaigns: The Obama Campaign 65 Loader, Brian (ed.) ( 2007). Yoııııg C itiz en s in tlıe D ig ita l A g e P o litical E n g a g e ın e n t Y oııııg P eo p le a nıl N e w M eçtin. London: Routledge. Lcnvry, Tom (2008, July 7). "Obama's secret digital weapon." B u s in e s s W eek Mark, Roy (2008, January 14). "Tech's so-so showing in politics." eweek h ttp :// u m r w.e w e e k -d ig it n l.c o ın /e w e e k / _ s t n d /? p g = 1 9. (Retrieved on March 15, 2009). Margolis, Michael & Resnick, David (2000). P o litics as ıısııal: tlıe cy b e rs p a c e 'R ev o lııtio n '. London: Sage. McGirt, Ellen (2008). "The brand called Obama." Fast C o ıııp a m /124: 1-5. Mitchell, Greg (2008). "Can old media vvin in 2008 campaign?" E d itö r & P ııb lis h e r 141: 8. MyBO (my.barackobanıa.com).(2009). Case study: my.barackobama.com. h ttp ı/lum n v. b lııe s t a t e d ig it a l.c o m lc a s e s t ııd ie s lc lie n t /o b a ın a jb r jıın e r ic a _ l. (Retrieved on April 11, 2009). Nagourney, Adam (2008, November 4). 'T he '08 Campaign: See change tor politics as we know it." T he N ew York Tim es,pg. Al. Panagopoulos, Costas (2008). "Technology and transformation of political campaign Communications." Social Science C o m p uter Revieıo 25: Pevv Research Çenter tor the People and the Press. (2008). "Internet's broader role in campaign 2008: Social netvvorking and online videos take off." h ttp ı/lp eo p le- p ress.org /report/384/. (Retrieved on April 15, 2009). Politics Online. (2005). Election '04cyber-stats. h ttp :llw u rw.p o liticso n lin e.co m /g lo b a lco n ten tl e lec tio ııs/ele ctio n s (Retrieved on April 15, 2009). Ponievvozik, James (2008). "The 24-minute nevvs cycle." T h e C lıo ice 172: 19. Robert, Klara (2008). "Sign, sign, everytvhere is sign." B raııdu eek 49: 39. Talbot, David (2008). "How Obama really did it." T e c h n o l o g y R e v i m 19: Iıttp :/ m in v.tec h n o lo g iirev ie w.c o m /w e b / l. (Retrieved on March 15, 2009). Text of Barack Obama's acceptance speech, (2008). The Associated Press. Iıttp:/urw w. b a lt im o re s n n.c o m /n e w s ln n tio n /p o lit ic s /b a l- te x tll0 5, starı/. (Retrieved on March 15, 2009). The Economist. (2008, August 14). "Flicking here, tvvittering there." h ttp ://m v w. e c o n o m ist.co m /u ro rld /n n ited sta te s/d is p h n /sto n i.cfm 7 sto ri/j d = (Retrieved on March 15,2009).

66 66 iletişim : araştırmaları Thornton, Lee (2009). "Nevv media and the man: How will an internet-savvy president deal with the VVhite House press corps?" A m e r ic a n ]o ıım n l R ev ieıu. h ttp :/u rm u. ajr.org /A rticle.asp? id = (Retrieved on March 15, 2009). Tolbert, Caroline }., vd. (2009). "Initiative campaigns: Direct democracy and voter mobilization." A m erican Politics R esearch 37: Vaccari, Cristian (2008). "From the air to the ground: The Internet in the 2004 US presidential campaign." N eu> M e d ia S ociety 10: Vargas, Jose Antonio (2008). "Obama raised half a billion online." T h e W a s h in g to n P ost. h ttp ://v o ic e s.w a s h in g t o n p o s t.c o m /4 4 / /ll/2 0 /o b a m n _ r a is e d _ h a lf_ a _ b illio ii_ o n. htm l. (Retrieved on March 15, 2009).

67 67 Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: Hollyıuood Örneği Emrah Özen Sevilay Çelenk Özet Bu çalışmada medya kuruluşlarının devam eden küreselleşme ve yoğunlaşma eğilimlerinin ve dijital teknolojilerin sinemaya etkileri tartışılmaktadır. Bu genel bağlam etrafında, özel olarak, dünya sinema endüstrisinde dikkat çekici bir eğilim olan yöndeşme konusuna odaklanılmaktadır. Sinema alanındaki bu, görece yeni olguyu açıklayabilmek amacıyla, Hollyvvood film endüstrisinin geçmişten günümüze geçirdiği yapısal değişiklikler İncelenmektedir. Makalede öncelikle, yöndeşme olgusunun temel nitelikleri tartışılmakta ve yöndeşmenin önemli bir biçimi olduğu kabul gören ekonomik yöndeşmenin Hollywood film endüstrisi çerçevesindeki sonuçları değerlendirilmektedir. Anahtar Sözcükler: Sinema endüstrisi, Hollyvvood. yöndeşme, küreselleşme, yoğunlaşma, yeni iletişim teknolojileri. Teııdeııcies Toıvards Economic Convergeııce in the Cinema Industry: Hollyıuood Case Abstract This study is an attempt to analyse the influences of continuing tendencies tov/ards globalisation and concentration in media corporations and of digital technologies on cinema. Around this general framevvork, a special focus is given to the issue of convergence as a remarhoble tendency within the world film industry. İn order to explain this relatively new fact in the cinema, this study explores structural changes in the Hollyvvood movie industry starting from its early days fiil today. The article primarily discusses the main characteristics of the convergence and, vvithin the context of Hollyvvood film industry, it evaluates the results of economic convergence which is considered as an important form of convergence. Keyvrords: Cinema industry, Hollyvvood. convergence. globalisation, concentration, new communication technologies. iletişim : araştırmaları (1): 67-96

68 68 iletişim : araştırmaları Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşine Eğilimleri: Hollyıvood Örneği1 İnsanlık tarihi ve uygarlık süreci, teknoloji alanında yaşanan gelişmelerin, hem bir dizi ekonomik, sosyal ve kültürel değişime yol açtığını, hem de bizatihi bu dönüşümlerin "itme"si ile ortaya çıktığım gösteren sayısız örnekle doludur. Bu nedenledir ki teknolojik gelişmeler, bu gelişmeleri yaratan toplumun ekonomik ve sosyal hayatının ürünü olduğu kadar, o toplumun yapısını dönüştüren bir etkiye de sahiptir. Dünyanın birbirinden uzak ve farklı kültürel coğrafyalarındaki farklı toplumların hayat pratiklerinin giderek daha fazla birbirine benzemesinde, teknolojik gelişmeler etrafındaki bu iki yönlü etkileşmenin önemli bir rolü vardır. Bu gelişmeler arasında, yeni iletişim teknolojileri ve yeni iletişim ortamları (bundan böyle Yeni Medya) toplumsal pratikleri türdeşleştirme bakımından hayati bir role sahip olmuştur. Yeni medya bir yandan haberleşmeden eğlenceye, boş zaman kullanımlarından çalışma ve üretme biçimlerine kadar, farklı kamusal ve özel alan deneyimlerini birbirine yaklaştırırken, bir yandan da bu deneyimleri yoğunlaştıran, hızını ve kapsamım genişleten bir biçimde kendisi de yakınlaşmaya; başka bir deyişle, farklı iletişim imkanlarını tek bir medya üzerinden işler/erişilir hale getirecek bir biçimde yöndeşmeye (convergeııce) başlamıştır. Yeni medya söz konusu olduğunda, yöndeşmenin küreselleşme ile birlikte düşünülmesi zorunludur. Yöndeşine olgusu küreselleşmenin medya alanındaki en önemli belirleyenlerinden biri olduğu gibi, küreselleşme karşısında da, medyanın hiçbir 1 Bu yazı, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı doktora programında Prof. Dr. Bülent Çaplı tarafından verilen İletişim Politikaları ve Yöndeşine dersi kapsamında, Emrah Özen'in 2005 yılında başladığı çalışmanın, daha sonra Sevilay Çelenk ile birlikte, 2010 yılına kadar olan kimi önemli gelişmeler ve sinema alanının televizyon endüstrisiyle ilişkileri dahil edilerek güncellenmiş ve bir hayli geliştirilmiş bir versiyonudur.

69 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: alan ve ortamı artık tek başına, bağımsız bir yapı olarak değerlendirilemeyecek ölçüde karmaşık ilişkilerin alanı haline gelmiştir. Çünkü ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda dünya ölçeğinde yaşanan gelişmeleri, emeğin, sermayenin, bilimsel ve sanatsal üretimin ulusal sınırları aşarak dolaşıma ve etkileşime geçmesini ifade eden küreselleşmenin yol açtığı en önemli değişimlerden biri, farklı sektörler ya da yapılar arasındaki geçirgenlik, iç içe geçmişliktir. Küresel medya pazarlarında yaşanan ve liberalleşme, deregülasyon, yoğunlaşma gibi kavramlarla tanımlanan eğilimlerin, yöndeşmenin ekonomik, siyasi ve kurumsal boyutlarının şekillenmesinde çok önemli payı vardır. Dolayısıyla ilk başlarda teknolojik değişimlerle sınırlı olarak tanımlanan yöndeşme kavramı, zamanla farklı sonuçları dikkate alınarak, farklı perspektiflerden tartışılmaya başlanmıştır. Bu çalışmanın amacı medya alanındaki bütün sektörleri; teknolojik, kurumsal, ekonomik ve kültürel açıdan farklı biçimlerde etkileyen yöndeşme olgusunun, sinema endüstrisi bakımından sonuçlarını incelemektir. Sinema, 19. yüzyılın son dilimindeki en önemli keşiflerden biri olarak, bugün neredeyse tüm dünyada eş zamanlı dolaşıma giren ürünleriyle, küreselleşmenin de en yaygın kültürel içeriklerinden birini sunmaktadır. Yöndeşme Olgusu: Farklı Kuramsal Perspektifler Henry Jenkins (2010), Amerikan Yapımcılar Derneği'nin resmen kabul ettiği "medya-aşırı yapımcı" (trcmsmedia producer) ünvanından

70 7 0 -iletişim : araştırmaları bahisle, medya-aşırı anlatıları ya da üretimleri tanımlarken, bu tür bir anlatı projesinin film, televizyon, kısa film, yayıncılık, geniş-bant, çizgi roman, çizgi film, cep telefonu, özel gösterim, DVD/Blu-ray/CD-ROM, anlatısal reklam ve pazarlama ya da henüz mevcut olan ya da olmayan teknolojik yenilik alanlarından herhangi biri üzerinde yer alacak aynı kurmaca evren için tasarlanmış, üç ya da daha çok anlatısal öykü çizgisinden oluşması gerektiğini söyler. Jenkins, eğlence endüstrisinin yeni bir eğilimi olan medya-aşırılığın, aynı hikayenin bir platformda başlayıp diğerlerine geçmesinden farklı olduğunu ve burada aynı kurmaca evreni anlatan hikaye çizgilerinin faklı platformlar dikkate alınarak en başından tasarlandığını veya üretildiğini de ekler. Jenkins'in tarif ettiği medya-aşırı anlatı tasarımları, medyadaki yöndeşme olgusunun en yakın zamanlı sonuçlarından biridir. Bu çerçevede Jenkins'in "yöndeşme" tanımı, kavramdan bugün için ne anlaşılması gerektiğini de çok iyi ifade eder: "Yöndeşme, ne kadar sofistike olursa olsun medya aygıtları aracılığıyla gerçekleşmez; yöndeşme, bireysel tüketicilerin zihinlerinde ve başkalarıyla olan kültürel etkileşimleri aracılığıyla ortaya çıkar" (2006: 3). Gerçekten de, yöndeşme kavramının zihinsel karşılığı, kullanımımızda olan yeni teknolojilerin niteliklerinden ve ne olduklarından farklı olarak, içselleşmiş bir yöndeşme deneyimidir. Vizyona giren yeni bir filmi sinema salonlarında izleme şansını kaçırmanın yol açtığı "kayıp" duygusu birçoğumuz için uzun sürmez. Söz konusu filmin -bunun da bir tür "yöndeşme" olduğunu henüz bilmediğimiz zamanlarda olduğu gibi- televizyondan yayınını da beklememiz gerekmez. Filmi "internetten indirmek", "indirmeden Online izlemek" veya DVD kopyasını bulmak gibi seçeneklerin var olduğu bilgisi, bu kayıp duygusunu, daha yaşanmadan telafi eder. Bununla birlikte, yöndeşme olgusu ile ilişkili daha erken tariflerin, yöndeşmeyi bir telafi imkanı ya da bireysel tüketicilerin zihniyet örüntülerinin bir parçası olarak değil, aygıtlara atfedilen bir yetenek olarak tarif ettiğini bilmek de önemlidir. Birçok iletişim uzmanı yöndeşme teriminin iletişim teknolojilerindeki çığır açan yeniliklerle birlikte kullanılmaya başladığını söylemektedir (Herman ve McChesney, 1997; Murdock, 2000; Vince, 2000). Yöndeşme kavramı, 1997 tarihli Avrupa Komisyonu Raporu'nda, teknolojik bir olgu olarak iletişim şebekelerinin aynı tür servisleri taşıyabilme yeteneğini ifade eden bir kavram olarak kullanılmakta ve telefon, televizyon ve kişi

71 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: sel bilgisayarların çeşitli işlevlere sahip ve farklı hizmetler sunabilen yeni ev içi cihazlar yaratmak amacıyla bir araya gelmesi biçiminde tanımlanmaktadır (aktaran Çakır, 2006: 85; Taş, 2004: 12). Medya alanındaki teknolojik yenilik anlamında yöndeşme eğilimlerine bakıldığında, farklı alanlarda hizmet veren iletişim araçlarının benzer sistemlere sahip olabilmesini sağlayan sayısal yayıncılığın ortaya çıkışının en önemli gelişme olduğu söylenebilir. Graham Murdock'un ifade ettiği gibi (2000: 35), önceleri fotoğraf, sinema, telefon, radyo ve televizyon gibi modernitenin medya haritasını oluşturan başlıca teknolojiler, anolog sistemin kodlama ve iletimine tabi idiler. Bu durum her iletişim aracının kendine özgü bir teknolojik alt yapı ve kurumsallaşma ile gelişimini devam ettirdiği bir durumu getirmekteydi. Ancak sayısal yayıncılığın gelişmesi ile birlikte anolog yayıncılık döneminin de sonuna gelinmiştir. Sayısal yayıncılık basitçe, söz, müzik, yazılı metin, grafik, sabit ve haraketli resim gibi bütün enformasyon formlarını bilgisayarın evrensel diline çevirmektedir. Bu dilden de bütün iletişim alt yapıları yararlanabilmekte ve böylece farklı medya yapıları her tür enformasyonu taşıyabilme yeteneğine sahip olmaktadır. Bu gelişmenin yol açtığı bir diğer önemli durum da "iletişim içeriğinin belirli altyapılar üzerinden iletimi ve belirli araçlar dolayımıyla erişimi zorunluluğu"nun sona ermesidir (Taş, 2004: 46). Genel olarak yöndeşme olgusuna iki temel yaklaşım söz konudur: Bunlardan birincisi, insanlığın girdiği yeni "Altın Çağ Tn sonucu olarak medya alanında da yeni bir döneme girilmiş bulunduğu yönündedir. Jenkins de, 2000'lerin başında, bu yaşanmakta olanı, "yeni medya sisteminin doğuşu" olarak tarif eder (2001). Artık çoklu kanallar ve bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler sayesinde, medyanın her yerde olduğu yeni bir evreye girilmiştir. Bu anlamda yöndeşme bir sonuç değil, farklı ve yeni medya teknolojilerinin, endüstrilerinin, içerik ve izleyicilerinin kesiştiği devam eden bir süreçtir. Jenkins yaşamakta olduğumuz bu süreçte medya araçlarının her yere girebilirliği ve bulunabilirliği sayesinde, artık alt kültürel hareketlerin (grassroots) medyada temsil edilme olanağını daha fazla yakalayabildiği ve bu anlamda medya alanına da demokratikleşme getirdiğini ileri sürerek yöndeşmeyi olumlamaktadır. Süreç içinde yaşanan -medya endüstrilerindeki dikey bütünleşme de, kültürel ürünlerin ticarileşmesi ya da homojenleş

72 72 iletişim : araştırmaları mesi gibi- kimi olumsuzluklar vardır belki ama sonuçta bütün bunlar, yeni kültürel düzenin ortaya çıkmasını sağlayacak çelişkili süreçlerden ya da "karşıt güçler"den bazılarıdır (Jenkins, 2001: 93). Arsenault ve Castells (2008) bu yeni dönemi küresel medya kavramı çerçevesinde tartışırlar. Yazarlara göre bu kavram genel olarak dünya ölçeğindeki birçok ülke ve bölgeye yayılmış muazzam gelirlere ve en geniş çeşitliliğe sahip holdinglerin oluşturduğu multimedya kuruluşlarını ifade etse de esas olan bazı medya sahiplerinin diğerlerine göre uluslararası alanda daha güçlü bir varlık göstermesinden ibarettir. Bu anlamda da "küresel medya" kuruluşları hakikaten küresel değildir. Tıpkı yerel medya kuruluşlarının hakikaten yerel olmadığı gibi. " Küresel olan sndece medya şirketlerinin ağ-biçinıli örgütlenmesidir."2 (711). Yazarlar bu noktada küresel medya kuruluşlarının yerel içeriklere ve yerel medyanın küresel aidiyetlere olan ihtiyaçlarını vurgulayarak, bu çerçevede gelişen küreselliğin üç büyük ve birbiriyle ilişkili eğiliminden söz ederler: 1. Medya sahipliğinin giderek yoğunlaşması, 2. aynı zamanda, medya konglomeralarının tek platformdan birçok ürün sunabildikleri kadar aynı ürünü birçok platformdan dağıtabil mel eri, 3. iletişim ürünlerinin platformlar boyunca gösterdiği bu akışkan hareketin reklam gelirlerini artırabilmek için izleyiciyi segmentlere ayırması ve ihtiyaçları temelinde özelleştirmesi (cııstonıize) (711). Arsenault ve Castells'in bu tariflerinin küreselleşme ve yöndeşine olgusunu birlikte ele alarak, bu eğilimleri Batı merkezli kapitalist genişlemenin bir aşaması olarak değerlendiren eleştirel bir ekonomi politik perspektifi yankıladığı açıktır. Nitekim yazarlar "küresel" olarak anılan medya kuruluşlarının Batı kökenli olmaya devam ettiğini de vurgularlar (708). Yöndeşme olgusuna eleştirel açıdan bakan ekonomi-politikçilerin, genellikle Arsenault ve Castells gibi, yöndeşmeyi kapitalizmin küreselleşmesinin olmazsa olmazlarından olan küresel medya sistemine ait bir olgu olarak görme eğiliminde oldukları söylenebilir. Ekonomik ve kültürel küreselleşme ise, küresel piyasaları teşvik eden ve tüketimciliği cesaret- 2 İtalik vurgu yazara aittir.

73 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: lendiren küresel medya sistemi olmadan düşünülemez (McChesney, 2001). Küresel medya pazarı olarak da adlandırılan bu sistem pazara hakim dev şirketler, küresel sistemlerin maliyetini verimli kılan yeni teknolojiler, Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü ile küresel ticari medyanın düzenleyici engellerini ortadan kaldıran ve Amerikan hükümeti tarafından desteklenen neoliberal ekonomi politikalarının bir sonucudur (McChesney, 1999). Amerikan ekonomi politik okulunun önde gelen kuramcılarından olan McChesney'e göre, günümüzde medyayı anlamak için küresel sistem ve onun ulusal ve lokal bazda farklılıklarını anlamak gerekmektedir. Yaşananları küresel oligopoli olarak değerlendiren McChesney'e göre, bu durumun birbiri ile ilişkili iki farklı yönü bulunmaktadır (2001: 1-2). Bunlardan birincisi, hemen hemen tamamı Amerikan menşeli olan hakim şirketlerin, oldukça hızlı bir şekilde bütün gezegene yayılmasıdır. McChesney burada temel eğilimin, ekonomik ve teknik şartların da yardımı ile şirketlerin dışarıya açılmaya odaklanmaları olduğunu belirtir. Bu durumun şirketler açısından getirdiği yenilik ise şirketlerin artık çok uluslu olması ya da ulusötesi bir karaktere bürünmesidir. Nitekim günümüzde alana hakim olan medya devlerinin sadece üç tanesi ABD çıkışlıdır. Örneğin Alman medya devi Bertelsmaıın'm üst düzey yöneticilerinden Thomas Middeloff, Amerikan kitap ve müzik piyasasının %15'ini ele geçirdikleri 1998 yılında durumu şu sözlerle açıklar: "Biz yabancı değiliz. Biz uluslararasıyız. Ben Alman pasaportlu Amerikalıyım." Aynı kişi 2000 yılında artık Bertelsmaıın'm bir Alman şirketi olmadığını ilan etmektedir. "Biz dünyanın en küresel medya şirketiyiz." Medya tarihinin en büyük birleşmesini gerçekleştiren AOL-Time Warner'm yöneticisi Gerald Levin de Bertelsmnmı daki meslekdaşını şu sözlerle doğrulamaktadır: "Biz artık Amerikan şirketi olarak görülmek istemiyoruz. Biz küresel düşünüyoruz". McChesney'e göre ikinci faktör ekonomik yöndeşme ve şirket yoğunlaşmasının egemenliğidir. Artık spesifik medya endüstrileri daha fazla yoğunlaşmaya başlamakta ve her bir endüstrideki hakim oyuncular artan bir şekilde dev medya konglomeralarına tabi olmaktadır. Günümüzün rekabetçi kapitalist ortamında medya şirketlerine hakim olan zihniyet şöyledir: "Ya en kısa zamanda büyü ya da birisi tarafından yutul!" (2001: 1-2).

74 74 iletişim : araştırmaları Doğal olarak böyle bir ortamda ayakta kalabilen şirket sayısı oldukça azdır yılında yazdığı Media Motıopoly adlı kitabında, Ben Bagdakian, o zaman için Amerika'da medya alanında egemen yaklaşık 50 şirketin bulunduğunu belirtir. Oysa daha yakın tarihli pek çok kaynak alanda hakim olan şirketlerin sadece -Big 7 olarak anılan- yedi şirket olduğunu belirtmektedir: Time Warner, Disney, Neıvs Corp., Bertelsmann, NBC Uııiversnl, Vincoın ve CBS (Arsenault ve Castells, 2008; Pruet, 2004). Öte yandan yöndeşme kavramına daha sistematik olarak bakan yaklaşımlar da bulunmaktır. Örneğin iletişim bilimcisi Graham Murdock'a (2000: 35-37) göre yöndeşme olgusunu üç değişik açıdan ele almak mümkündür: Kültürel formların yöndeşmesi İletişim sistemlerinin yöndeşmesi Şirket sahipliklerinin yöndeşmesi Murdock'un kültürel formların yöndeşmesi olarak tanımladığı durum, bütün kültürel içeriklerin tek bir araçta bir arada olması ve kullanıcının bu içerikler arasında seçim yapabilecek bir konuma gelmesidir. Murdock'a göre böyle bir durumda izleyici artık "pasif izleyici" konumunu terk ederek, daha aktif bir konuma geçmiş olacaktır. İletişim sistemlerinin yöndeşmesi ise, daha önce yukarıda değinilen sayısallaşma ve internet ve mobil telefon alanındaki gelişmeler ile birlikte artık her tür enformasyonun her grup müşteriye taşınabildiği açık sistemleri işaret etmektedir. Murdock bazı teknik engellerin aşılmaya başlandığını; bilgisayar, telekomünikasyon ve internet alanındaki gelişmelerin alanda hakim geleneksel yapılara karşı savaş açhğını; ama büyük şirketlerin bu alandaki gelişimlerin getireceği kârı görüp kendi sistemlerini derhal bu yeni duruma adapte etmeye giriştiklerini belirtir. Murdock'un formülasyonundaki yöndeşmenin üçüncü anlamı ise şirket sahipliklerinin yöndeşmesidir. Ona göre dijital teknolojideki girişimcilik sayesinde, şirketler birleşme, iktisap ve ortaklık anlaşmalarına gitmeye başlamışlar ve değişik medya sektörleri arasındaki mevcut sınırların ortadan kalkması, ayrı olan şirket çıkarlarının yakınlaşması ile benzeri görülmemiş bir dalga meydana gelmiştir (35-37). Artık bir çok medya devi gelecekte atacağı adımlar konusunda avantaj elde edebilmek için

75 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: kendi pozisyonunu ve etki alanlarını genişletmenin stratejilerini üretmeye başlamıştır. 1990'h yıllarda önce ülke ve daha sonra da bölge bazında başlayan bu rekabet günümüzde küresel ölçekte yaşanmaktadır. Yöndeşme olgusuna olumlamacı ya da kötümser perspektiften bakan yaklaşımlar yanında, yeni medya ile olan etkileşimin niteliği temelinde ayrıma giden çalışmalar da vardır. Örneğin Çakır (2006: 85-86), televizyon yayıncılığı bağlamında yöndeşme olgusunu değerlendirdiği çalışmasında, Kim ve Savvhney'e göndermeyle, medya alanındaki devrim niteliğindeki bu etkileşimlerin, "iletişim yaklaşımı" ve "medya ortamı yaklaşımı" olmak üzere iki farklı görüş çerçevesinde tanımlandığından söz eder: Etkileşimi mesajların karşılıklı değişimi olarak tanımlayan ve içerik üzerine yoğunlaşan iletişim yaklaşımı daha çok kişilerarası etkileşim üzerinde durur. Etkileşimli medyanın izleyicilere sadece dinleyici olma değil, aynı zamanda konuşma ve yapım sürecine kahlma olanağını da veriyor olması bu görüş çerçevesinde önem kazanmaktadır. Medya aracılığı ile etkileşim yaklaşımında ise, [televizyon söz konusu olduğunda] etkileşimin bir araç olarak televizyonun özelliği olduğu vurgulanır ve kişilerarası iletişime değil izleyiciye odaklanılır; böylelikle mevcut medya ortamında izleyiciler deneyimlerini, sadece seçici dikkat ve algı yoluyla değil, doğrudan teknolojik etkileşim yoluyla da kontrol etmektedirler (Çakır, 2006: 86). Sinema: Yeni İletişim Teknolojileri ve Yöndeşme İnternet, mobil teknolojiler ve telekomünikasyon alanındaki gelişmeler; basın, fotoğraf, radyo, sinema ve televizyon benzeri medyanın planlama, üretim, dağıtım ve tüketim gibi farklı aşamalarının her birinde çok önemli sonuçlara yol açmıştır. Yeni medya geleneksel medyayı bu etkileşimler çerçevesinde "yenilerken" en önemli etki; yurttaş gazeteciliği, kişisel yayın akışı, ev sineması, e-günlükler, bloglar, e-zinler, sosyal ağlar, sosyal forumlar ve e-sözlüklerin -ki bu sonuncusu "sözlük" kavramının anlamını değiştirmiştir- gelişimiyle ilişkili olmuştur. Sözü edilen yeni medya ortamları, tekil bireyler bakımından tüketim zamanını planlama, üretim, paylaşım ve erişim anlamında geniş bir özgürlük alanının kapısını aralamıştır. Bu özgürlük alanının elbette satın alma gücü, eğitim, kültürel art-alan ve benzeri koşullar tarafından sınırlandığını ve sınırlanmaya

76 78 iletişim : araştırmaları Hollyvvood, kuruluşundan itibaren yoğunlaşma, dikey bütünleşme ve sıkı kontratlara bağlı ayarlamalarla karakterize olan bir ortamla tanımlanagelmiştir. Sessiz sinema döneminde başlayan pazara hakim olma mücadelesi sesli sinema döneminde de devam etmiş ve Hollyvvood 1930'larm sonunda dikey bütünleşmesini tamamen tamamlamış, beş majör şirketin egemenliğine girmiştir. Dikey bütünleşme, sözkonusu şirketlerin film yapımının üç aşaması olan üretim, dağıtım ve gösterim aşamalarını kontrol etmesini ifade etmektedir (Triebvvasser, 1998). Böylece Hollyvvood majörleri sektöre bütünüyle hakim bir konuma gelmişlerdi. Olumsuz sonuçları, 1930 yılı itibarıyla bütün Amerika'da hissedilen "Büyük Kriz"den önceleri etkilenmeyen sinema sektörü, 1931 yılında gecikmiş biçimde bu etkiyi hissetmeye başlamışta arasında, haftalık salon gelirleri 90 milyondan 60 milyona, toplam endüstri gelirleri ise 730 milyon dolardan yaklaşık 480 milyon dolara düşmüş ve ülkedeki salondan çoğu kapanmıştı. 1935'e gelindiğinde ise salonların sadece 'ü çalışmaktaydı (Schatz, 2003: 259). Bu durum karşısında Hollyvvood, seyirciyi salonlara çekebilmek için, "B-Film" (B-Movie) adı verilen, genellikle aksiyon tarzında düşük bütçeli filmler ile, özel olarak kadın izleyici için üretilen ve "kadın filmleri" olarak adlandırılan melodramlar gibi yine düşük bütçeyle üretilebilecek film türlerine yönelmiş, "iki film birden" programları hazırlamıştır. Fakat majörleri kurtaran asıl destek Wnll Street ve ABD hükümetinden gelmiştir. Hollyvvood'a her zaman ilgi duyan Wnll Street finansörleri, firmaların batmakta olan film stüdyolarını yeniden örgütleyip finanse ettikçe, yönetim ve işleyişlerine daha fazla karışmaya başlamış ve bu firmalara müdahaleleri artmıştır. Öte yandan 1933 yılında devlet başkanlığına seçilen F. D. Roosvvelt döneminde Hollyvvood sektörü için bir ekonomik iyileştirme programı başlatılmıştır (Schatz, 1996: 261). Bu amaçla yürürlüğe giren "Ulusal Endüstriyel İyileşme Yasası" ile, sinema şirketlerinin uzun yıllardan bu yana geliştirmeye çalıştıkları ekonomik kolaylıklara, hükümet onayı alınmıştır. Thomas Schatz'a göre "bu yasa, blok satış, görmeden fiyat artırma ve bölgeden bölgeye geçirme izni gibi uygulamalarla stüdyoların mali riskini en aza indirip, iyi filmlerin kârlılığını artıran ticari uygulamaları resmi bir sisteme bağlamaktaydı" (262). Bu şekilde film sektörünün düzene girmesi film yapım işlerine bir denge getirerek ekonomik iyileşmeyi güçlendirmiş ve stüdyoların endüstrinin her evresi üzerindeki denetimini artırmışta. Dikey

77 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: bütünleşmelerini tamamlayan majörler, 1930'ların sonuna gelindiğinde, ABD'de piyasaya sürülen ve toplam gişe gelirlerinin %90'ını oluşturan filmlerin %75'ini üretmekte, dağıtımcı olaraksa tüm kiralama gelirlerinin %90'ım almaktaydılar. Aynı zamanda çoğunu büyük kentlerdeki lüks salonlann oluşturduğu gösterim zincirlerine de sahip olan beş büyük şirket, hem buralardan gelir elde ediyor; hem de bu, stratejik öneme sahip ilk gösterimler" sayesinde piyasayı yönlendirmiş oluyordu. Böylece üretimden yıldız seçimine, dağıtımdan senaryoya kadar şirketlerin söz sahibi olduğu ünlü stüdyo sistemi ortaya çıkmıştı (262). Fakat bağımsız yapımcıların ve diğer şirketlerin piyasaya girmesini engelleyen film şirketlerinin dikey bütünleşmesi, 1938 yılında Amerikan Adalet Bakanlığı anti-tröst bölümünün çabaları ile üretim-dağıtım ile gösterim aşamalarının birbirinden ayrılması sonucu bir nebze de olsa değişti. Çıkarılan yasa nedeniyle film stüdyoları ya salonları elden çıkardılar ya da ayrı şirketler kurmaya başladılar. Öte yandan Hollywood, kurulduğu günden itibaren dünya sinema pazarının tartışmasız hakimi olmuştur. Zaten rakamlar da bu gerçeği doğrulamaktır. Örneğin 1914 yılında dünya film izleyicisinin %85'i Hollyvvood filmi izlemektedir (Herman ve McChesney, 1999). Gomery'nin belirttiği gibi, 1920'lerin ortasına gelindiğinde Hollyvvood sadece İngilizce konuşulan Büyük Britanya, Kanada ve Avustralya pazarlarına değil, Almanya ve Sovyetler Birliği dışında Kıta Avrupası'nın bir çok pazarına da egemendi; aynca Güney ve Orta Amerika ile Karayipler'e de girmişti. Sesli sinemanın gelişi ile bu üstünlük bir ölçüde sarsılsa da Hollyvvood II. Dünya Savaşı sonrasında pazara yeniden hakim olmuş ve savaş sonrasında yabancı pazarlardaki hakimiyetini daha da güçlü biçimde sürdürmüştür. Bu dönemde bir avuç film şirketi -20th Century-Fox, Warııer Bros, Metro Goldzuyn Mayer, Columbia, United Artist, MCA (Universal) ve Paramountbütün dünya pazarına hükmetmektedir. Bu dönem süresince ancak Hindistan ve Çin gibi ülkeler Hollyvvood'un bu hakimiyetine karşı koyabilmiştir. 1960'ların ortalarına gelindiğinde, Amerikan stüdyolarının bazılarının filrpı ihracından elde ettikleri gelir, iç pazarda kazandıklarından daha fazla olmaya başlamıştır (Gomery, 1996: 70). Endüstrinin iç işleyişinde ise savaş sonrası döneme damgasını vuran olay televizyonun yaygınlaşması oldu. Önceleri televizyonu rakip olarak

78 80 iletişim : araştırmaları gören sinema sektörü işi onu boykot etme ve televizyonda görünen sözleşmeli yıldızlarını ihraç etmeye kadar götürmüştü. Fakat 1950'lerin ortalarından itibaren bu durum değişti. Çünkü film dağıtımcıları televizyonun, filmlerin üçüncü tur gösteriminin yerini aldığını fark ettiler. Sinema filmleri birinci gösterimlerini takiben -iş yaptıklarında- ikinci kez gösterime girmekte, daha sonra ise televizyona satılmaktaydı (Triebvvasser, 1998). Televizyonun film stüdyolarını kullanmaya başlaması anti-tröst yasası sonucu kendi gösterim birimlerini satmak zorunda kalan film stüdyoları için yeni bir kazanç kapısı olmuştu. Öyle ki, 1965'e gelindiğinde prime-time programlarının %70'i, büyük ve küçük stüdyoların dönüştürülmüş televizyon birimlerinden çıkmaktaydı (Hilmes, 2003: 529). Günlük yayın akışını doldurmak için filmlere ihtiyaç duyan televizyon yayıncıları, önceleri Hollywood'un büyük bütçeli ve starlı filmleri gibi filmler yapmaya çalışmış ama bütçeleri buna yeterli olmadığı için bu durumdan vazgeçmişlerdi. Bu durum Hollywood açısından iki yeni kazanç imkânı doğurdu: Bunlardan birincisi, televizyon şirketlerinin daha küçük bütçeli film formatına benzer filmler yapmaya başlamasıydı. "TV filmi" (TV-movie) denilen özel tür buradan doğdu. Tabii bu filmler için de sinema sektöründeki stüdyolar ve oyuncular kullanılmakta idi. İkinci olarak da, televizyon kuruluşları, bir film gösterime girmeden önce haklarını satın alma pratiğine yöneldiler. Böylece film üretici ve dağıtımcıları gişede -başarılı olsun olmasın- filmlerden gelecek geliri garantileyen bir alıcı bulmuş oluyorlardı (Triebvvasser, 1998). Bunun yaraşıra Hollyvvood ülkenin her tarafında, doğrudan televizyona satış yaparak alternatif bir şebeke programı sağlayan "ajanscılık" (televizyon kuruluşlarına dizi satımı) işine de girdi. Artık 1970'lere girildiğinde Amerikan film şirketleri ile televizyon yayın firmaları arasında filmlerin üretiminden başlayarak bir işbirliği yerleşmiş bulunmaktaydı. 1960'lardan sonra görülen bir diğer gelişme ise stüdyo sisteminin çözülmeye başlaması oldu. Öncelikle kriz yıllarının özel koşullarında ortaya çıkan B-filmlerin üretimi azaltılırken, haber ve belgeseller televizyonlara kaydığı için haber filmlerinin yapım ve gösterimi durduruldu. Bunu, televizyonun hem gündüz hem de prime-time kuşağına kaydığı için artık sinema filmi olarak üretilmemeye başlayan, daha çok kadın izleyicilere seslenen "kadın filmleri" (düşük bütçeli melodramlar) izledi.

79 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşime Eğilimleri: Bütün bunların yanı sıra, kökleri Hollyvvood'un geçiş yıllarında bulunan, Büyük Yap, Büyük Göster, Büyük Sat" felsefesine dayalı, gişelerde patlama yapan büyük prodüksiyonlarda da -ünlü yıldızlara ödenen astronomik paralar ve yapım maliyetlerinin artmaya başlaması sebebi ile- tasarrufa gidildi. Öte yandan "ilk gösterimi görkemli sinema saraylarında, ikinci gösterimler mahalle salonlarında" sistemi, kentleşmeye paralel olarak çok katlı alışveriş merkezlerinin ve arabalı seyir yerlerinin açılmaya başlaması ile ortadan kalkmaya başladı (Hilmes, 2003: 530). Bu arada piyasaya 1960'larda giren American International Pictııres gibi yeni şirketler, arabalı seyir yerlerinde gösterilen düşük bütçeli ve daha önce yapılmamış türlerde -yol filmi gibi- filmler üretmeye başladılar. Bununla birlikte, stüdyo sistemindeki çözülüş ve iç pazar pastasına daha fazla rakip çıkması gibi gelişmeler bile Hollyvvood'un dünya film pazarındaki hakimiyetini etkilemedi. Hatta 1960 sonrasında Hollyvvood, yapımlarının çoğunu -Amerikan vergi yasalarındaki iyileştirmelerin de yardımı ile- yurt dışına kaydırmaya başladı. Artık Hollyvvood firmaları dış pazara sadece film ihraç etmiyor aynı zamanda yabancı sinema salonlarını da satın almaya başlıyordu. Hollyvvood filmlerinin uluslararası pazar paylarına ilişkin en ilginç nokta ise, pazar paylarındaki gelirlerin ülkelerin ya da bölgelerin ekonomik durumları ile olan paralelliği noktasındadır. Örneğin 1970'lerin başına kadar Amerika'nın en önemli ihraç piyasası olan İngiltere, yaşadığı ekonomik bunalım yüzünden 70'li yıllardan başlayarak, 80'lerin başlarına kadar bu pozisyonunu kaybetmişti. Tam tersi bir örnek olarak, Hollyvvood'un her zaman girmekte zorlandığı bir pazar olan Japonya ise 1980'lerin ortalanndan itibaren, yaşadığı ekonomik tırmanışa paralel bir biçimde, Hollyvvood'un en kârlı pazarı haline gelmiştir (O'Regan, 1990). 1970'lerden Günümüze Yeni Hollyvvood Hollyvvood film endüstrisi bir taraftan dünya sinema piyasalarındaki yayılımını sürdürürken diğer taraftan da 1970 sonrasında önemli yapısal değişikliklere uğrayacağı yeni bir döneme giriyordu. Douglas Gomery'nin "Yeni Hollyvvood" olarak adlandırdığı bu dönemin en önemli özelliği, Hollyvvood yapımlarının izlendiği yerlerdeki değişimdir: "Televizyon için

80 82 iletişim : araştırmaları yapılan filmlerin artışı, kablolu ve uydu kanallarına geçiş özellikle video devrimi, 1970'ler ve 80'lerde film izlenme alışkanlıklarını değiştirdi" (Gomery, 1996: 538). Dikkat edilirse Gomery'nin işaret ettiği gibi, buradaki değişim, yeni iletişim teknolojileri ile birlikte yeni izleme kanallarının ortaya çıkmasıyla birlikte gelmektedir. Bu da kaçınılmaz olarak yeni kurumlan doğurmaktadır. Bir önceki dönem, televizyonun gelmesi ile birlikte belli bir bocalamadan sonra, sinema sektörünün bu durumla nasıl başa çıktığını ve koşulları nasıl lehine çevirdiğini gösteren bir dönem olmuştur. 1970'lerdeki gelişmeler de sürecin benzer şekilde yaşandığım göstermektedir. Sinema endüstrisi bir yandan televizyonla kurduğu ortaklıkları daha da ileri götürerek sürdürürken, bir yandan da, yeni bir teknoloji olan videodan yararlanarak kendine yeni bir kazanç kapısı yaratmayı başarmıştır. Televizyonla kurulan ilişkide dönüm noktası Time İne.'in şirketi Home Boz Office'in 1972 yılında kablolu televizyondan film yayınma başlamasıdır. Bu sayede seyirci vizyondan çıkan filmleri artık evinde, sinemaya gitmeden izlemeye başlamıştır. Bu durum diğer firmaları da harekete geçirir. Televizyondan yayınlanacak filmlere sahip olan sinema şirketleri televizyon pazarındaki paylarını arttırmak isteyen televizyon yayıncıları için daha cazip hale gelmeye başlamıştı. Nitekim 1986'da Ted Turner'm Turner Inc.'i, çok da iyi bir durumda olmayan MGM'i, gösterime soktuğu filmlerinin başarısından çok dünyanın en büyük film arşivine sahip olduğundan dolayı satın aldı (Forbes ve Pierce, 1994: 43). Öte yandan bu döneme damgasını vuran diğer bir olay ise videonun keşfi ve yaygınlaşması olmuştur. Sony şirketi 1975 yılında video kaydedicisini tanıttığında, cihazın fiyatını 1500 ABD doları olarak belirlemişken, bu fiyat 1980'lerde 300 dolara kadar gerilemiş ve 1989'a gelindiğinde, Amerikan halkının üçte ikisi kayıt yapabilecek video cihazlarına sahip olmuştu. Tıpkı televizyonun ortaya çıkışında olduğu gibi, Hollyvvood videoya da önceleri karşı çıktı. Nitekim ünlü Motion Pictnre of Association (Film Yapımcıları Derneği) başkanı Jack Valenti, videonun "Hollywood'un gişe gelirlerini soyan bir asalak" olduğunu ilan etti (Gomery, 1996: 539). Ama dış girişimcilerin önceden kaydedilmiş filmlerin çok sayıda kopyasını satın alıp halka kiraya vermesi sonucunda, her köşebaşmda açılan video dükkânlarıyla halkın bu alandaki talebini karşılayacak olan yine

81 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: Hollywood oldu. Böylece Hollywood firmaları televizyon ve dış pazarların dışında, vizyondan kalkan filmlerini satacak yeni bir kazanç kapısı bulmuş oluyordu. Burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta, Hollywood'un yoğunlaşma stratejilerindeki dönüşüm ve gelişmelerdir. Medya ekonomisi üzerinde çalışan Albarran ve Dimnick, iletişim endüstrilerindeki yoğunlaşmayı analiz ettikleri bir çalışmada yoğunlaşmayı iki farklı kategoride ele alırlar. Bunlardan birincisi endüstri içi yoğunlaşmadır (luithin indııstry concentration). Diğeri ise endüstrilerarası yoğunlaşma (across indııstry coııcentrntioıı) olarak tanımlanmıştır. Her iki tür yoğunlaşma da birleşme ve iktisapları (mergers & acguisitions) içermektedir. Buna göre, endüstri içi yoğunlaşmada piyasa liderleri aynı endüstriye hakim olmaya çalışırken endüstrilerarası yoğunlaşmada bir firmanın davranışları bütün endüstriyi kontrol etmeye yönelmiştir. Albarran ve Dimnick, Time VJarner, Viacom ya da Disney gibi değişik yatay piyasalarda iş yapan ve tekil piyasalar içinde piyasa paylarını görece kontrol edebilen büyük medya konglomeralarına bakıldığında, endüstrilerarası yoğunlaşmanın daha problematik olduğunun görüldüğünü de belirtirler (aktaran Albarran ve Mierzejevvska, 2004: 3-4). Bu yoğunlaşma formülasyonu ışığında, başlangıçtan itibaren yayılma çabası içinde olan Hollywood şirketlerine bakıldığında, benzer bir tablo görülebilir. Janet VVasco'nun da belirttiği gibi, 1950'lerden itibaren Hollyvvood majörleri değişik konglomeraların bir parçasıydı ve artık gelirlerini sadece filmlerden sağlamıyordu. Ancak 1980'lerin sonuna kadar film şirketleri konglomera görünümüyle karşımıza çıksalar da, bu durumu doğuran birleşme ve iktisaplar daha çok endüstri içi yoğunlaşmalar şeklinde tanımlanabilir. Nitekim 1980'lerde Hollywood endüstrisine baktığımızda bunu görebilmek mümkündür. O dönemde Hollyvvood üç katmanlı bir cemaat görünümünde idi. Tepede, başlangıçtan itibaren yerlerini koruyan majörler -Paramount, 20th Century-Fox, Wnrııer Bros, Universal, Disney ve Colıımbia- vardı. İkinci katmanda, alana daha sonradan dahil olmuş ve etkileri fazla olmayan -MGM/UA, Orion, Carolco ve New Line Cinrnıa- yapım ve dağıbm şirketleri bulunmaktaydı. En altta ise her zaman en küçük ve hep sorunlarla boğuşmak zorunda kalan bağımsız yapım ve dağıbm şirketleri vardı. İkinci katmandaki kimi şirketlerden başarı gösterip majörler tarafından sabn almanlar çıkbğı gibi (Miramax,

82 84 iletişim : araştırmaları New Line), Orion gibi kimi firmalar da bir ara parlayıp sonra ortadan kayboldu (Janet Wasco, 2003). Fakat 1980'lerin sonundan itibaren bu durum değişmeye başladı. Film şirketleri teker teker alan dışı şirketlerle evlilikler" yapmaya başladı. Deregülasyon, özelleştirme, teknolojik yenilikler ve yeni uluslarararası pazarlara açılma sayesinde giderek daha karlı hale gelen sinema sektörü, diğer alanlardan ve dışarıdan firmalar için çekici hale geldi yılında AvustralyalI medya devi Rupert Murdoch'un firması Neıus Corporation, 20tlı Century-Fox'u satın alarak ilk adımı atmış, bunu, 1986 yılında MGM'i satın alan Tıımer İne. takip etmişti. 1989'da Time İne. ile Warner Bros'un 20 milyar dolarlık birleşmesi ile o zamana kadarki en büyük birleşme gerçekleşti. Aynı yıl Japon elektronik devi Sony 3 milyar dolardan fazla bir ödemeyle Columbia Pictnres'ı satın aldı. Bunu bir yıl sonra Japonya'nın bir başka devi olan Matsııshita'nm,4 Universal stüdyoları ve film arşivini elinde bulunduran MCA firmasını satın alması izledi. Görüldüğü gibi, bu yoğunlaşmalardaki en çarpıcı nokta satın alan şirketlerin çoğunun yabancı şirketler olmaları idi. Böylece Hollyvvood 1990'lara yine alana hakim bir grup şirketle girdi fakat bir farkla; bu kez şirket sahipleri yalnızca film stüdyolarına değil kablolu televizyon servis sağlayıcıları, elektronik cihaz üretim firmaları, televizyon şirketleri, video kiralama servisleri ve telekomünikasyon şirketlerine de sahipti. Herman ve McChesney, 1990'larda küresel medya endüstrisinin en gelişmiş üç alanının kitap basımı, müzik kaydı ve film üretimi olduğunu söylemektedirler. Yazarlara göre, 1980'lerin başında tırmanışa geçen film ihracı 1990'larla birlikte patlama yapmıştır. Gerçekten de dış pazarlardan elde edilen gelirler 1984'de %33'den 1990'da %50'ye fırlamıştır. Herman ve Chesney film gelirlerindeki bu artışı çeşitli nedenlere dayandırırlar. Buna göre; birinci neden, dünyanın her tarafında çok salonlu film merkezlerinin inşa edilmeye başlanması nedeniyle birden fazla filmin gösterime girme olanağı bulmasıydı. Gösterime giren filmlerin büyük çoğunluğu kuşkusuz Hollyvvood yapımıydı. Bazı ülkelerde bu salonların bizzat Hollyvvood majörleri tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. İkinci sebep ise, tüm dünyaya büyük bir hızla yayılan video cihazları sayesinde video 4 Matsushita Inc., o günlerde Japan Victor Compcmy'nin (JVC) %52.41ük hissesine sahip aralarında Panasonic, Technics, N ational gibi markalarında bulunduğu Japon elektronik cihaz üreticisi idi. (Forbes ve Pierce, 1994: 44).

83 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: film gelirlerinin artmasıdır. Öyle ki 1995 yılında video film ihracından elde edilen yıllık gelir 8.8 milyon dolardır. Bu rakam toplam film stüdyolarının yıllık gelirinin yarısını teşkil etmektedir. Herman ve Chesney'nin öne sürdükleri üçüncü neden ise, tüm dünyada çok kanallı televizyon devrine geçilmeye başlanmasıdır. Böylece Hollyvvood firmaları, kendi stüdyolarında üretilen film, sahne şovu, televizyon dizileri ve video ürünlerini satacak yeni ve tükenmez bir kaynak bulmuş olmaktadır. Bu etkenlerin yanı sıra, küresel film pazarındaki eğilimler de Hollyvvood ürünlerinin gelirini arttırmaktadır. Hollyvvood majörlerinin büyük reklamlarla dolaşıma soktukları dev bütçeli, ünlü yıldızlarla dolu "blocbuster"lar (büyük gişe hasılatı yapan film) bütün dünyada ilgi görmekte, ülke sinemalarında en çok izlenen "top 10" film listelerinin üst sıralarını işgal etmektedirler.5 Vnriety dergisinin 1996 yılındaki raporuna göre 164 filmden elde edilen gelirlere göre bütçesi 60 milyon doları bulan filmlerin daha fazla gelir getirdikleri görülmektedir (Herman ve McChesney, 1997: 44). 1990'ların sonlarına gelindiğinde ise endüstrilerarası yoğunlaşma artarak devam etmiştir. Artık Hollyvvood'un endüstriyel yapısına bakıldığında alanında söz sahibi şirketler değil, küresel medya alanınında hakim konumda bulunan medya devleri görülmektedir yılında küresel medya alanına hakim olan on şirket vardı; bunlar Disney, Time Warııer, Bertelsmaıın, Viacom, Neıos Corporation, TC1, Sony, General Electiric, PolyGrnm ve Seagraın idi. Bunlardan TC1 hariç hepsinin ya film şirketleri ya da hisseleri bulunmaktadır. McChesney, birinci tabaka devleri olarak tanımladığı bu firmaların yıllık satışlarının 1997 itibanyla 10 milyar dolarla 25 milyar dolar arasında değiştiğini belirtmektedir. İkinci tabakada yer alan ve çoğunluğu Batı Avrupa ve Kuzey Amerika orijinli şirketlerden oluşan kırk ya da daha fazla şirketle küresel medya sistemi tamamlanmaktadır (1999: 20). Küresel medya endüstrilerindeki yoğunlaşma 2000'lerde de devam eder ve günümüze kadar gelir. Bir çeşit üçüncü evre diyebileceğimiz bu dönemin en sembolik olayı Haziran 2001'de Amerika nın en büyük inter- 5 Franco Moretti'nin farklı bölgelerden toplam 46 ülke de yılları arasında yaptığı araştımaya göre Amenkan filmleri 24 ülkede en çok izlenen filmlerin %75 ila %90'ını oluşturmakta, 13 ülkede bu oran %90'a çıkmaktadır (2002:164).

84 86 iletişim : araştırmaları net servis sağlayıcısı American On Line'm (AOL) Time-Warner ile birleşmesi olmuştur. İkisinin mal varlıklarının toplam değeri 327 milyar dolardır ki bu, o güne kadar kaydedilmiş en büyük rakamdır (Taş, 2004: 30). Bu birleşmenin nedeni, bir servis sağlayıcı olarak AOL'un içerik" ihtiyacıydı. "İçerik üretimi alanında yoğunlaşan bir şirket, bu içeriği pazara sunabileceği araçları-altyapıyı da bünyesinde toplama stratejisi izlemektedir. Ya da geniş iletişim altyapısına sahip olan servis sağlayıcılar tercih edilebilir olmak için içerik alanında da yoğunlaşma yolunu seçmektedir" (31). İçerik/altyapı birleşmesi olarak tanımlanan bu durum diğer medya devlerinin ortaklıklarında en çok görülen birleşme nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde küresel medya endüstrisinin aktörleri yedi isimden oluşmaktadır. Bunlar AOL-Time-Wnrner, Disney, Viacom, Vivendi, Universal, Bertelsman, Sony ve Neıvs Corporation'dır. Bu devlerin hakimiyeti alfanda küresel medya oldukça aktif bir ortama sahiptir. Daha önceden belirttiğimiz gibi, bu devlerin yayılma stratejileri artık tüm endüstriye yöneliktir. Günümüzün bu medya devleri hem yönetim yapılanmaları hem işleyişleri açısından farklıdır. McChesney'in belirttiği gibi, bu firmalar kendilerini uluslararası şirketler olarak tanıtan firmalardır. Gerçekten de bu konglomeraların sahip olduğu şirketlere bakıldığında dünyanın her yerinden firmalarla karşılaşılabilmektedir.6 Öte yandan bu firmaların yönetim sistemleri de diğerlerinden farklıdır; bunlar "Interlocking Directorates" olarak adlandırılan ve idare heyetlerinde genellikle aynı üyelerin olmasından ötürü birlikte yönetilen şirketlerdir. Bagdikian'a göre, bu tip bir yönetim anlayışı çıkar çatışmalarına yol açmakta bu da medya devlerinin alacağı kararları etkilemektedir. Ona göre, böyle bir konglomera içinde bulunan medya biriminin editoryal bir özgürlüğü de olamayacak, bu da söz konusu medya biriminin güvenilirliğini zedeleyecektir (Bagdikian, 2000: 35-36). Küresel medya endüstrisine ilişkin değinilmesi gereken diğer bir nokta da, medya devlerinin sahip oldukları şirketler arasında "çapraz satış" ve "çapraz destekleme"ye (cross-selling, cross promotiııg) dayalı bir 6 Burada tek bir örnek yeterli olacaktır. Rupert Nlurdoch'un şirketi N ew s C orporation bünyesinde, Param ount Pictures ve United Cinem as International gibi film yapım şirketleri, 100'den fazla Avustralya menşeli gazete ve dergi, F ox T V, F ox N ew s, Asya'da 300 milyonluk bir nüfusun seyrettiği Star TV, Latin Amerika, Endonezya ve Japonya'ya yayın yapan bazı kanallar bulunmaktadır (

85 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: ürün politikası ve yatırım stratejisi izlemeleridir. Küresel medya devlerinin bir alandaki üretimleri, şirket bünyesindeki diğer alanları da harekete geçirmektedir. Özellikle de filmler ve televizyon programlarıyla ilgili yan ürünler piyasaya sürülmekte, bu içeriklerin tanıtımında medya devlerinin etkinlik gösterdiği her tür mecra kullanılabilmektedir7 (Herman ve McChesney'den aktaran Taş, 2004: 33). Dolayısıyla böyle bir ortamda yaratılan ürünün -bu çalışma bağlamında bir Hollyvvood prodüksiyonununbaşarısız olma olasılığı nerdeyse yok gibidir. Çünkü böyle bir prodüksiyon daha gösterime girmeden önce film şirketinin bağlı bulunduğu medya devinin sahip olduğu basın grubunda ve televizyon programlarında yoğun bir reklam kampanyası ile tanıtılmakta, yapılacak film ve başrolde oynayacak yıldızlarla ilgili bilgiler verilmekte, onlarla yapılan röportajlar sunulmakta, dolayısıyla seyirci filme hazırl anmaktadır. Bu şekilde tanıtımı gerçekleştirilen film daha gösterime girmeden majörlerin dış temsilcilikleri vasıtasıyla dış ülkelere satılmakta, büyük kampanyalarla gösterime sokulmakta ve hazırlanan film, maliyetinin 3-4 katı gelir elde etmektedir. Medya Devlerinin Kontrolü Altında Film Endüstrisi Genel özellikleri yukarıda tanımlanmaya çalışılan medya çevresinin içinde kalan Hollyvvood film endüstrinin klasik yapım-dağıtım ve gösterim süreçleri de bu yeni durumdan etkilenmiştir. Küresel medya devlerinin bir parçası olan film şirketleri artık diğer sektörlerle daha bağımlı ve daha karmaşık bir ilişki içindedir. Bir Hollyvvood filminin yapımından gösterimine kadar olan süreçteki her aşama daha ince stratejilerin ve taktiklerin ürünü olmak zorundadır. Çünkü artık küresel medya çağında bir Hollyvvood ürünü sadece bir film değil bir çok yan ürünün doğmasını ve bundan kar elde edilmesini sağlayacak olan çok verimli bir "içerik" konumundadır. Yapım süreci ve ilişkileri Daha önce de belirttiğimiz gibi, küresel medya devlerinin bir parçası haline gelen Hollyvvood sinema endüstrisinde karar verme konumunda bulunanların profili de değişiklik arzetmektedir. McChesney, günümüz medya ortamına sahip olan çok uluslu medya devlerinin temel yönelimi- 7 Disney'in Lion K iııg filminden elde ettiği gişe hasılatı toplam gelirin sadece dörtte biriydi. Film gösterime girdikten sonra bir Broadvvay şovu, çizgi-diziler, soundtrack albümü, kırtasiye ürünleri, 186 çeşit oyuncak ve "hatıralık" piyasaya sürülmüş ve gişe hasılatının 3 katı gelir sağlanmıştır.

86 88 iletişim : araştırmaları nin kâr maksimizasyonu olduğunu belirtmektedir. Çokuluslu şirket kültürünün de tamamen kâr amaçlı ve ticari olmasının getirdiği bir durum söz konusudur burada. Stratejilerini tamamen kâr maksimizasyonu doğrultusunda kuran bu karar vericilerin yönettiği şirketlerin temel hedefi de kayıtsız şartsız kâr elde etmek olacaktır. Bu durum film şirketlerinin karar alma süreçlerinde de aynı şekilde işlemektedir. Burada, Iııterlocking Directorates denilen, daha önce bahsettiğimiz, bir şirket yöneticisinin, aynı konglomeranın çatısı altındaki başka bir şirketin de yönetim kurulunda olması durumunun da etkisi vardır. Artık Hollyvvood'da film şirketlerinin karar alma mekanizmalarında söz sahibi olan isimler medya konglomeralarının diğer şirketinde de yer almaktadır. Öte yandan, günümüzün çokuluslu şirketlerinde şirket stratejileri ve kültürü genellikle o şirketin gelişimi ve misyonunu üstlenmiş olan kişi yada kişilerin denetimindedir. Genel olarak CEO (Chief Executive Officer) olarak adlandırılan bu kişiler bir bütün olarak organizasyonun beklentilerini, motivasyonunu ve düşüncelerini şekillendirmeden sorumludur (Gershon ve Alhassan, 2004).8 Dolayısıyla günümüzün medya devleri bakımından CEO'nun önemi büyüktür. Nitekim çeşitli medya organlarında farklı medya devlerinin birbirlerinden transfer ettiği CEO'lar ile ilgili bilgiler mevcuttur. Öte yandan CEO'lar tarafından yönetilen bir medya devinin başarısız olmasına da nadiren de olsa rastlanmaktadır. Örneğin AOL ile birleşmek Tiıne-Warııer'a yaramamış, şirket 2002 yılında 98.7 milyar dolar zarar etmiş, bu durum birleşmenin mimarlarından Time- Warner'ın CEO'su Gerard Levin'in sonunu getirmiştir. Yapım ile ilgili bir diğer konu ise dijital teknolojinin gelişmesi ile birlikte yapımcılığın alacağı yönle ilgilidir. Bu konuda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bu görüşleri kabaca olumlu ve olumsuz görüşler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Olumlu görüş sunanlar dijital teknolojinin gelmesi ile stüdyolann film yapım masrafından önemli ölçüde kurtulacağım belirterek, George Lucas'm Klonlann Saldırısı (The Attack ofthe Clones)9 filmini örnek gösterirler (Katz, Frelinghuysen ve Bhatia, 2002). Öte yan- 8 A O L T im e Y Jarn er ve VVorldcom İn e. şirketlerindeki yönetim başarısızlığının nedenlerine dair bir inceleme için bkz: Gershon ve Alhassan, Lucas'ın Y ıldız S avaşları serisinin ikinci bölümü olan bu film tamamen dijital olarak çekilen ilk büyük bütçeli film olarak sinema tarihine geçmiştir. Film 2002 senesinde vizyona girmiş ancak sinema salonlarında dijital perdenin yaygın olmamasından dolayı Lucas filmi sonradan peliküle aktarmış ve film bu şekilde gösterilmiştir.

87 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: dan, dijitalle çekilen filmlerin görüntü kalitesi de kimyasal görüntüden aşağı kalmamaktadır. Olumlu görüş bildirenler dijital teknolojinin getireceği bir diğer katkı olarak, filmlerin çok daha ucuza çekilebilmesi sayesinde artık düşük bütçeli filmlerin de Hollyvvood blockbuster\ar\ ile rahatça yarışabilmesi olanağına dikkat çekmektedirler. Artık bir filmin gösterime girebilmesi mali kararlardan çok piyasa kararlarına dayanacak, bu da bağımsız yapımcılar için avantaj anlamına gelecektir (Culkin vd., 2005). Dağıtım sisteminin dönüşümü Janet VVasco'nun belirtiği gibi eğer Hollyvvood'un nasıl çalıştığını anlamak istiyorsak dağıtım sistemi ile Hollywood majörleri arasındaki ilişkiye bakmamız gerekmektedir "(2003). Gerçekten de, geçmişten günümüze kadar dağıtım, film sisteminin işleyişinde merkezi bir öneme sahip konumdadır. Dağıtım geçmişte olduğu gibi günümüzde de Hollyvvood majörlerinin elinde bulunmaktadır. Ama geçmişteki dağıtım sisteminden farklı olarak günümüzde dağıtım sadece film satışı ve kiralamasından elde edilen gelire bağlı değildir. Artık Hollyvvood majörlerinin dağıtım gelirleri sinema, DVD, televizyon ve diğer alanlardan gelmektedir. Janet VVasco, Hollyvvood dağıtım sisteminde gelir elde edilen dokuz ayrı kaynak olduğunu belirtmektedir. Bunlar; sinema gösterimi, video [günümüzde bunu DVD olarak almak gerekir], ödemeli televizyon, free iv, sinema dışı gösterimler (uçaklarda, okullarda, kolejlerde vb.), yabancı piyasalar (dış satım), ticari yan ürünler (video oyunları, müzik, kitap vb.), faiz gelirleri, muhtelif gelirler (poster satışı, filmin nasıl yapıldığını gösteren programlar vb.) (2003). Dağıtım sistemi ile ilgili bir diğer değinilmesi gereken konu, teknolojik yeniliklerin dağıtımı nasıl etkileyeceği konusudur. Bu, dijital teknolojinin gelecekte sinemayı şekillendireceğini iddia edenlerin çok önem verdikleri bir konudur. Buna göre, artık makaralı film dönemi kapanmıştır. Bir filmin kopyalanması, dağıtımı, yeniden dağıtımı, gönderileceği yere kadar olan kargo masrafı ve nihayet imha edilmesinin maliyeti milyon dolarlarla ifade edilen bir meblağdır. Oysa dijital sinema teknolojisinde stüdyo bu masrafların hepsinden kurtulacaktır; çünkü artık filmler elektronik olarak yaratılacak, saklanacak, dağıtılacaktır10 (Katz vd., 2002) yılının Mayıs ayında Atlanta'da bir deneme yapılmış, 80 dakikalık bir bilim kurgu animasyonu olon Titan A.E. filmi, 42 Gb.lık bir dijital dosya olarak, Los Angeles'dan Atlanta'daki sinema salonuna online olarak aktarılmış ve burada başarı ile gösterim gerçekleşmiştir (Brian Quinton, 2000).

88 90 iletişim : araştırmaları Dijital efekt tasarımcısı Scott Billups, bu avantaja dikkat çekildiği 2000 başlarında, stüdyoların yılda 155 milyon dolar kopyalama ve ortalama 47 milyon dolar kargo masrafından tasarruf sağlayacağını vurgulamıştır (Culkin ve Randle, 2002). Öte yandan dijital teknolojinin getirecekleri konusunda Hollyvvood majörleri hala temkinli davranmaya devam etmektedirler. Dağıtım alanında kurdukları geleneksel sistemi bir anda değiştirmek konusunda pek de istekli görünmemektedirler. Kuşkusuz bu temkinliliklerindeki en önemli neden online olarak dağıtımı yapılacak filmlerin korsanların eline geçmesidir. Konu ile ilgili bir şirket başkan yardımcısının dediği gibi, "stüdyoların tek stratejisi içeriklerini çaldırmamak yönündedir" (Dougherty, 2002). Diğer taraftan, Hollyvvood şirketleri yıllar öncesinden konu ile ilgili bazı girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Örneğin Dreaımvorks SKG firması lınagine Entertainment ile bir ortaklık kurarak, filmleri internet üzerinden seyredilebilecek Pop.com sitesini kurmuştur. Benzer şekilde Urıiversnl, Sony, Wnrner Bros, Paramoıınt ve MGM bir araya gelerek isteyenin parasını ödemek suretiyle kendi kişisel bilgisayarından filmleri izleyebildiği Movielink'i kurmuştur (Dougherty, 2002). Fakat sonuç yine de pek iç açıcı gözükmemektedir. Bunda internet servis sağlayıcılarının hızının düşük olmasının da etkisi vardır. Gösterim aşaması Film sektörünün üçüncü önemli ayağını gösterim oluşturmaktadır. Hollyvvood'un başlangıç yıllarında dikey bütünleşme doğrultusunda gösterim sürecine de egemen olan majörler, daha sonra çıkarılan anti tröst yasası ile bu üstünlüklerini kaybetmişler ve gösterim, yapım-dağıtımdan ayrılmıştır. Bu şekilde sinema salonu sahipleri ayrı bağımsız yapılar olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Günümüzde gelinen noktada, gösterimlerin yapılacağı sinema salonları, çok salonlu yapılara çevrilmiş ve böylece gösterime çıkacak film sayısı da artmıştır. Daha önce değinildiği gibi, bu süreçte Hollyvvood majörleri, özellikle Amerika dışında bu tip sinema salonlarının açılmasını dış ülkelerdeki temsilcilikleri aracılığı ile desteklemiş, hatta bazıları kendileri bizzat salon inşa etmişlerdir. Dijital teknolojinin gelişimi açısından gösterim sektörünün durumu oldukça belirsizdir. Dijital teknoloji ile elektronik projeksiyon aletinden perdeye yansıyacak olan görüntünün kimyasal görüntüden daha iyi ola

89 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: cağı yolundaki olumlu görüş ile hiç bir elektronik görüntünün kimyasalın yerini tutamayacağım bildiren olumsuz görüş arasında bu gün de devam eden bir tartışma mevcuttur.11 Bununla birlikte konunun sinema salonu sahipleri açısından asıl önemli yanı dijital teknolojiye dayalı gösterimin getireceği mali bilançodur. Mayıs 2005 tarihli bir rapora göre o gün için dünya üzerinde 33 ülkede toplam 517 adet dijital sinema ekranı bulunmaktadır. Bu sayının düşüklüğünde, dijital gösterim donanımının doları bulmasının temel etken olduğu ifade edilmektedir. Sinema salonu sahipleri böyle büyük bir harcama yapmakta hevesli değildir. Ancak bu tereddüt çok kısa sürer ve takip eden yıllarda dijital sinema ekranı olan sinemaların sayısı hızla artar. Nitekim 2007 yılı sonunda sadece ABD'de 4000 salon dijital ekrana kavuşturulmuştur (Culkin, 2008: 51). MEDIA Salles verilerine göre ise, 2008 yılında sadece Avrupa Birliği üyesi ülkelerde dijital sinema ekranı sayısı 1500'dür yılına gelindiğinde ise bu sayı 4700'e ulaşır.12 Değerlendirme Görüldüğü üzere, günümüzün medya devlerinin ortaya çıkmasını sağlayan birleşme ve iktisaplara dayalı endüstri içi ve endüstrilerarası yoğunlaşma, Hollywood sinema endüstrisine yön veren gelişmelerin başlangıcından beri temel niteliği olmuştur. Hollyvvood neredeyse ilk yıllarından itibaren büyük şirketlerin alana egemen olduğu, dışarıdan kolay kolay girilemeyen monopolistik bir yapıya sahiptir. ABD hükümetleri tarafından da desteklenen bu yapılanma sonucu Hollyvvood, hem içeride hem de dışarda büyük bir etki ve güç kazanmıştır. Bu anlamda Hollyvvood ABD'nin gerçekte ilk küreselleşen medya sektörüdür. Teknolojik yeniliklere paralel olarak kapitalizmin ulaştığı yeni bir evre olan çok uluslu kapitalizm döneminde, şirketlerin devlere dönüştüğü bir dünyada, Hollyvvood da gelişmelerden nasibini almış ve küresel medya konglomeralarının bir parçası olmuştur. 11 Konu ile ilgili olarak yapılan ilginç bir tartışma, İngiliz T h e G u ardian gazetesinde Hertfordshire Üniversitesi iletişim bilimcileri Nigel Culkin ve Keith Randle ile film yönetmeni Alex Cox arasında geçmiştir. (Bkz: The G uardian, 20 Mayıs Mayıs 2002). 12 "Indian Company Trains Small Army to Meet 3D Surge" D igital V isual E ffect an d F ilm T ribü ne. 17 Mayıs / philipkochfilm.blogspot.com/2010/05/worth-mention html

90 92 iletişim : araştırmaları Bu durum Hollyvvood endüstrisinin işleyişinde de değişikliklere yol açmış, endüstrinin yapım-dağıtım ve gösterim aşamalarında da değişiklikler meydana gelmiştir. Hollywood artık sadece film üretiminin gerçekleştiği bir yer değil bu filmlerle birlikte çok sayıda ve çok farklı nitelikte ürünün de dolaşıma sokulduğu devasa bir endüstridir. Gelinen süreçte bir diğer önemli konu, dijital teknolojinin Hollywood'un geleceğinde nasıl bir etkisinin olacağıyla ilişkilidir. Culkin, 2006 yılında Gerbrandt tarafından yapılan bir araştırmaya referansla, izleyicilerin % 66'sının eğer bir filmi eş zamanlı olarak sinema perdesinden ya da DVD kaydından izleme tercihi ile karşı karşıya kalsalardı, DVD kopyadan izlemeyi tercih edeceklerini belirttiklerini ifade eder. Culkin, sözünü ettiği araştırmanın ortaya koyduğu gibi, sinemada film izleme deneyimine yönelik özel bir bağlılığı olmayan genç izleyicilerin, gösterim işinde olanlar bakımından en büyük tehdidi oluşturduğunu belirtir. Ancak yazara göre, bu tehdit sinema salonlarına alternatif platformlar üzerinden film sunanlar bakımından da bir fırsat yaratmaktadır (2008: 47). Sinemanın endüstriyel geleceğini bu paradoksun açığa vurduğu durumun belirleyeceğini söylemek mümkündür. Sinema endüstrisi, küresel-ekonomik gelişmeler ve dijital teknolojilerin yarattığı tehdit karşısında, kârını maksimize edecek stratejiler üretmeye de devam etmektdir. Bu bağlamda Culkin, sinema salonlarında yapılan gösterimlerle diğer formatlarda filmi dolaşıma sokma arasındaki zamanın ortadan kalkması eğilimine işaret eder. Yazara göre, bu konudaki geleneksel tutum; salon gösterimleri ile filmin DVD vb. formatlarda dolaşıma sokulması arasında altı aya kadar ulaşılabilen bir süre gözetilmesidir. Culkin bu bağlamda benzeri bir eğilimin bizzat Hollywood tarafından yıllar evvel terkedilmeye başlandığını belirtir. Yeni filmlerin ABD'de ve dünyanın farklı coğrafyalarında farklı zamanlarda gösterime girmesi eğilimi terkedilmeye başlanmış ve tüm dünyada aynı günde gösterime girme stratejisi benimsenmiş; Yüzüklerin Efendisi (2001), Mntrix (1999) ve Karaı/ip Korsanları (2003) gibi büyük gişe hasılatı yapan filmler, dünya ölçeğinde aynı dönemde gösterime giren filmler olmuştur. Culkin, bu yeni stratejinin korsan kopyaları azaltma etkisi yanında, film için yapılan reklamın pazarlama etkisini de arttıracağından söz eder. Aynı günde gösterime girme, filmle ilişkili olarak kulaktan kulağa yayılan olumsuz görüşlerin gişe hasılatına etkisini

91 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: de azaltacaktır. Yazar, eleştirmenlerin ağır saldırılarına hedef olan X-Men: Son Direniş13 14ve Dn Vinci Şifresiu filmlerinde uygulanan bu eş-zamanlı gösterimin, izleyicinin bu eleştirilerden haberdar olmamasını sağlayarak, negatif etkiyi savuşturduğunu örnek verir. Bu noktada Culkin, Hollywood'un uyguladığı eş zamanlı gösterim stratejisinin, filmi, DVD vb. farklı formatlar ve farklı platformlardan eş-zamanlı dolaşıma sokmada da uygulanabilecek bir strateji olduğuna dikkat çekmektedir (2008: 47). Hollyvvood film endüstrisinin, küresel-ekonomik ilişkilerin dönüşümü ve dijital teknolojilerin endüstriyi karşı karşıya bıraktığı paradoksal durumları yöneten stratejiler geliştirmek bakımından zafiyet gösterdiği durumlar olsa da bunun uzun sürmediği de açıktır. Korsan kopyalama ve korsan platformlardan film izleme deneyiminin izleyici bakımından düşük ya da sıfır maliyeti, sinemada film izlemeye bağlılığı zayıf olan izleyici sayısıyla birleştiğinde, Hollyvvood film endüstrisine önemli bir tehdit yöneldiği anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda değinilen stratejiler ve belki henüz hiç öngöremediğimiz yollarla Hollyvvood'un bu dönüşümleri kontrol altında tutacağı ve bu yeni ekonomik ve teknolojk imkanlarla yöndeşmeye devam edeceği de aşikar görünmektedir. Bu yöndeşmenin yakın gelecekteki sonuçlarını irdeleyebilmek için, bu yazının sınırlarını aşan ve çalışılması gereken pek çok spesifik konu var. Bu makalede, sadece Hollyvvood örneği üzerinden, medya kruluşlarının küreselleşme-yoğunlaşma eğilimleri ile dijital teknolojilerin sunduğu ve bu eğilimlere çok yönlü biçimde eklemlenen imkânların genel bir değerlendirmesini yapmakla yetinildi. Bitirirken, yeni medyanın, izleme deneyimini ve genel anlamda da bir kültürel üretim alanı olarak sinemayı demokratikleştirici boyutunun, küresel medya endüstrilerinin kâr maksimizasyonu hedefi karşısında törpülenmemesini ummak elzem görünüyor. 13 "Film, ABD ve Kanada'da 26 Mayıs 2006'da, iki gün içinde de 22 farklı ülkede daha gösterime girmiştir. Gösterime girdiği ilk günde 45.5 milyon dolar, ilk haftasında 103 milyon dolar, toplamda da milyon dolar hasılat elde etmiştir." 14 D a V inci Ş ifresi 19 Mayıs 2006 tarihinde tüm dünyada aynı anda gösterime girmişti. Film, dünya sinemaları sıralamasında açılış hasılatı bakımından Yıldız Savaşları 3'ü takiben ikinci sıraya yerleşti (bkz: http :// tr.wikipedia.org/\vıki/da_vınri_%c5%9eıfresı_(film)

92 94 iletişim : araştırmaları Kaynaklar Arsenault, Amelia H., ve Manuel Castells (2008). "The Structure and Dynamics of Global Multi-Media Business Netvvorks." International Journal of Commnnication 2: Albarran, Alan B.ve Bozena I. Mierzejevvska (2004). "Media Concentration in the U.S and European Union: A Comperative Analysis." (6. Diiııya Medya Ekonomisi Konferansına Sumılaıı Bildiri), mierzejewska.pdf (Erişim tarihi: 15 Haziran 2010). Bagdakian, Ben (2000). The Media Moııopoly, 6. th. ed, Boston: Beacon Press. Cox, Alex (2002) "Why We Should Join in an Attack on the Digital Clones." The Guardian, 27 May. http: / / film.guardian.co.uk/features/ featurepages/0,4120,723114,00.html. (Erişim tarihi: 5 Mayıs 2005). Culkin, Nigel, Morawetz, Norbert ve Keith Randle (2005) Faciııg the Digital Futun: Digital Technology and the Film Indııstry. Hatfield: University of Hertfordshire Business School. (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2005). Culkin, Nigel ve Randle Keith (2002). "Digital Star Wars Heralds New Davvn." The Guardian, 20 May. internetnevvs.film (Erişim tarihi: 5 Mayıs 2005). Culkin, Nigel (2008) "Digital Cinema: No Country for Old Entrepreneurs?" Journal of Retail Marketing Management Research 1 (2): https: / / uhra.herts.ac.uk/ dspace/bitstream /2299/2257/l/ pdt (Erişim tarihi: 20 Haziran 2010). Çakır, Vedat (2006). "Etkileşimli TV ve Etkileşimli Drama." Yeni İletişim Ortamları ve Etkileşim Uluslararası Konferansı /1-3 Kasım İstanbul http :// perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/ fua_1667/1667_52810.pdf (Erişim tarihi: 18 Haziran 2010). Dougherty Conor (2002). "Studios Go Slovv in Embracing New Content Channels." http: / / / technology / technology-services / l.html (Erişim tarihi: 25 Haziran 2010). Fırlar, F. Belma ve Şadiye Deniz (2010) "Dijital Gazeteler ve Pazarlama: Türkiye'deki Dijital Gazetelerin Pazarlama Dinamiklerinin Değerlendirilmesine İlişkin Bir Analiz." Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 3 (11): Forbes, Elliot ve David Pierce (1994). "Who Owns The Movies." Filin Comment 30 (6):

93 Özen ve Çelenk Sinema Endüstrisinin Ekonomik Yöndeşme Eğilimleri: Gershon, Richard A. ve Abubakar A Alhassan. (2004). "AOL Time VVarner and VVorldCom Corporate Governance and Diffusion of Authority." (6. Diinyn Medya Ekonomisi Konferansına Sunulan Bildiri), gershon_alhassan.pdf (Erişim tarihi: 18 Haziran 2010). Gomery, Douglas (2003). "Yeni Hollywood." Dünya Sinema Tarihi. Geoffrey Nowell- Smith (der.) içinde. Çev., Ahmet Fethi. İstanbul: Kabala Yayınevi. Hepdinçler, T., (2010). "Fotoğraf Ajansları Ekseninde 1950'li Yıllardan Günümüze, Dönüşen Fotoğraf Üretimi, Dağıtımı ve Mülkiyet İlişkileri -1." http: / / www. fotomuhabiri.com/fotokultur/tolga01.html (Erişim tarihi: 28 Haziran, 2010). Herman, Edward ve Robert. McChesney (1997). The Global Media: The New Missionaries of Corporate Capitalism. London: Cassell. Hilmes, Michele (2003). 'Televizyon ve Film Endütrisi." Dünya Sinema Tarihi. Geoffrey Novvell- Smith (der.) içinde. Çev., Ahmet Fethi. İstanbul: Kabala Yayınevi. Jenkins, Henry (2001). "Convergence? I diverge." Technology Revieıo. June /web. mit.edu/cms/people/henry3/converge.pdf (Erişim tarihi: 30 Haziran 2010). Jenkins, Henry (2006). Convergence Cullure: Wlıere old and nem media collide. New York: Unversity Press. Jenkins, Henry (2010). "Hollyvvood Goes 'Transmedia'." /04/hollywood_goes_transmedia.html (Erişim tarihi: 16 Haziran 2010). Katz, Michael S., Frelinghuysen John B. ve Bhatia G. Krishan (2002). "Digital Cinema: Promising Future, Dicey Debut." enevvsarticle/22337 (Erişim tarihi: 14 Haziran 2005). McChesney, Robert W. (1999). "Küresel İletişimin Politik Ekonomisi." Kapitalizm ve Enformasyon Çağı. Robert W. McChesney, Ellen Meiksins Wood ve John Bellamy Foster (der.) içinde. Çev., Nil Senem Çmga, Erhan Baltacı ve Özge Yalçın. Ankara: Epos Yayınlan, McChesney, Robert W. (2001). "Global Media, Neoliberalism, and Imperialism." Moııthly Revieıo, March. i_m ll32/ is_10_52/ai_ (Erişim tarihi: 10 Haziran 2010). Moretti, Franco (2002). "Hollywood Gezegeni." New Left Revieıo Türkiye Seçkisi. Osman Akınhay (der.) içinde. Çev., Serhat Uyurkulak. İstanbul: Everest Yayınları Murdock, Graham (2000). "Digital Futures: European Television in the Age of Convergence." Television Across Eıırope. Jan VVieten, Graham Murdock ve Peter Dahlgren (der.) içinde. London: Sage.

94 96 iletişim : araştırmaları O'Regan Tom (1990). "Too popular by far: on Hollyvvood's International popularity." Contiunnm: The Aııstralinıı Journal of Media & Cnltnre 5 (2). /vvvvvvmcc. murdoch.edu.au/readingroom/5.2/0'regan.html (Erişim tarihi: 17 Mayıs 2010). Pruett, Elizabeth (2004). "Bevvare Media Conglomerates." T lıe O klahoıııa D a ily, January vnevvs/ di spl ay. v / A RT /2005/12/01 / 438fd452f4238& (Erişim tarihi: 22 Nisan 2010). Quinton, Brian (2000). "İs Digital Cinema in the Picture?" Connected Planet / connectedplanetonline.com/mag/telecom_digital_cinema_picture/ (Erişim tarihi: 8 Haziran 2010). Schatz, Thomas (2003). "Hollywood: Stüdyo Sisteminin Zaferi." Diinya Sinema Tarihi. Geoffrey Nowell- Smith (der.) içinde. Çev.( Ahmet Fethi. İstanbul: Kabala Yayınevi. Shah, Anup (2004). "Media Conglomerates, Mergers, Concentration of Ovvnership." / (Erişim tarihi: 11 Mayıs 2005). Taş, Oğuzhan (2004). Yöndeşine ve Medya Endüstrisi: iletişim Alanında Yöndeşine Eğilimleri, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Triebwasser, Marc A. (1998). 'The Movie Industry." Movies.htm (Erişim tarihi: 11 Mayıs 2005). Vince, John (2001). "When The Media Meet As One-Digital Convergence." Uııesco Coıırier, October, http :// (16 Mayıs 2005). Wasco, Janet (2003). "Dissin' the Distribs: Hollywood's Questionable Distribution Policies." Film International 1 (4): (Erişim tarihi 17 Haziran 2005).

95 97 Hediye Verme Davranışı ve Alışveriş Merkezlerinde Deneyim Yaratma Stratejileri: Sevgililer Günü Örneği Sinem Yeygel Çakır Ayşen Temel Eğinli Özen Okat Özdem Ege Üniversitesi iletişim Fakültesi Özet Günümüzün hızlı yaşam temposu içinde yaşayan bireyi için tüketim bir boş zaman geçirme olgusu, eğlence biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Alışveriş etmek sadece ihtiyaçları satın almak için gerekli bir eylem olarak tanımlanmamakta. ailecek ya da arkadaşlarla birlikte boş zamanı değerlendirmenin bir yolu olarak da görülmektedir. Günümüz insanın bu tanımlamasının farkında olan pazarlamacılar ve reklamcılar alışveriş olgusunu bir yaşam biçimi haline dönüştüren ve tematik parklar olarak da adlandırılan özel yaşam alanları şeklinde tasarlanmış "alışveriş tapınakları" oluşturmaktadırlar. Bu büyük alışveriş merkezleri tüketimin yanında boş zaman geçirme alanları olmakta ve tüketicilere hoş vakit geçirten deneyimlerin yaşandığı alanlar olarak da değerlendirilmektedir. Özel günlere özgü yaratılan planlanmış deneyimler, büyük alışveriş merkezlerini bir cazibe merkezi haline getirmekte ve hedef kitlenin algısında bu alanlara özgü imajların oluşmasına da zemin hazırlamaktadır. Bu çalışma kapsamında 14 Şubat 2010 Sevgililer Günü ne yönelik olarak tematik alışveriş parkları olarak da değerlendirilebilecek İzmir'deki büyük alışveriş merkezlerinin gerçekleştirdikleri pazarlama iletişimi uygulamaları değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Hediye verme, tematik alışveriş merkezleri, deneyimsel pazarlama The Behavior ofd oin g Promotiotı and the Strategies o f Creatiııg Expcrince in Shopping Centers: The Exam ple O fst. Valentine's Day Abstract Shopping for today's customers. who live in a busy tempo of life, is a way of spending free time and having fun. Shopping is considered as not only an action vrhich is essential to buy the needs but also a way to make the free time vvorthy together with the family or friends. Sellers and advertisers who are aware of that description of today's people have created Shopping Temples" also called'' Thematic Parks", vvhictı have been designed as private life fields and have changed the fact of shopping to a life style. These big shopping centres have become the places vvhere free time is spent besides consumption and are considered as the places vvhere the customers can have fun, too. The activities planned for special days transform the big shopping centres into to attraction centres and prepare the conditions for creating images related to these fields in target crovvd's perception. İn this concept of the study, communication applications of marketing that the big shopping centres in İzmir, vvhich may be considered as Thematic centres, too. have carried out for the purpose of February the 14'th St.Valentine's Day will be evaluated. Key words: giving present, thematic shopping çenter, experience marketing iletişim : araştırmaları (1):

96 98 iletişim : araştırmaları Hediye Verme Davranışı ve Alışveriş Merkezlerinde Deneyim Yaratma Stratejileri: Sevgililer Günü Örneği Hedef kitlelerin yaşamında markaları anlamlı bir konuma yerleştirebilmek için pazarlama çalışmaları ile tüketiciler ve markalar arasında yaşanmışlıklar/deneyimler yaratmaya çalışılmaktadır. Markanın tüketiciye sunduğu fiziksel ya da psikolojik yönlü yarann anlam kazanmasında deneyim pazarlaması ile yaratılan marka-hedef kitle etkileşimleri, kalıcı ve güçlü marka algılarının oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Markalara özgünlük katacak imgelerin hedef kitlelerin beyninde şekillenmesi ve duygusal bir bağın kurulabilmesi noktasında markaların fiziksel özelliklerine vurgu yapan duyusal unsurlarla (koku, ses, dokunuş, tat vb.) oluşturulan deneyimlerin yanı sıra toplumsal ve bireysel açıdan insanların etkileşim içine girdikleri özel günlerde markaların hedef kitleleri ile kurdukları etkileşim olarak tanımlanabilecek yaratılan deneyimler de etkili pazarlama stratejileri olarak değerlendirilebilmektedir. Yılbaşı, sevgililer günü, bayramlar gibi özel günlerde hediye alıp-verme olgusunu güçlendiren ve bu tema üzerinden hareket eden pazarlama stratejileri, markalar ve büyük alışveriş merkezleri için göz ardı edilemez stratejiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Hediye Verme Davranışı ve Kişilerarası İlişkiler Özelliği Hediye alma ve verme davranışı, bir tüketim objesi aracılığıyla kişide hem zihinsel hem de duygusal etkiler yaratan, kişinin iç dünyasında yaşananların dışa vurulmasını sağlayan motor bir reaksiyondur (Clarke, 2007: 9). Hediye verme; değerlendirme, seçme ve değişim olmak üzere üç aşamalı, gönüllü ya da zorunlu olarak gerçekleşen bir süreci açıklamaktadır.

97 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı ve Hediye verme davranışı, bir zorunluluk olarak görülse de hediye alan ve veren kişi açısından kişisel bir memnuniyet duygusu yaratmaktadır (Qian vd., 2007: ). Hediye verm»-ve alma davranışı, somut ürünler söz konusu olduğunda, ürünün/markanın değerinin kişiler arasındaki ilişkinin önemi ve değeri açısından da belirli anlamları yaratmasında etkili olabilmektedir. Sembolik etkileşim teorisine göre, kişiler diğerleri ile olan ilişkilerini kendilerine yönelik gerçekleştirilen eylemler aracılığı ile değerlendirmektedir. Bu nedenle de hediyeye ilişkin bir anlam yarablması da tamamıyla hediyeye içinde bulunduğu çevrenin yüklediği sembolik anlamlarla yakından ilişkili olmaktadır (Solomon, 1983: 320). Hediye vermek kişide "ben çok iyi bir hediye verdim" duygusunu uyandırmakta ve aynı zamanda duygularını karşısındaki kişiye ifade etmesi için bir fırsat sunmaktadır. Bununla birlikte, hediye alan kişinin hoşuna gitmeme, beğenmeme ya da reddetme gibi olumsuz durumlarla da karşılaşılması olası olduğundan aynı zamanda da riskli olabilmektedir (Goodvvin vd.,1990:690). Bu anlamda hediye verme davranışı kişinin tüketim ile sosyal deneyim yaşaması, ortak ilgileri paylaşması vb. duyguları daha derin bir şekilde hissetmesi söz konusu olduğu için hedonizm ile ilişkilendirilebilmektedir (Odabaşı, 1999: 79-80). Hediye vermek ve almak kişilerde hoş duygular yaratan ve memnuniyet veren bir eylem olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda hediye, sosyal ilişkilerin oluşmasında sembolik bir anlam taşımakta ve kişiler arasında belirli günlerin ve olaylann anlamlandırılmasını ve vurgulanmasını sağlamaktadır (Sherry, 1983:157).

98 100 iletişim : araştırmaları Hediyeye kişiler tarafından yüklenen anlamlar nedeniyle hediye seçimi, veren ve alan açısından oldukça kritik bir öneme sahiptir. Seçilen hediye ekonomik değeri, markası, anlamı vb. özelliği nedeni ile mesaj taşımakta ve bu nedenle de kişiler arasında ilişkinin anlamlandırılmasını doğrudan etkilemektedir. Bu noktada hediyenin aktardığı mesajlar nedeniyle belirli yararları olduğu görülmektedir. Bu yararlar, sembolik, deneyimsek fonksiyonel ve tutumsal olarak açık!anmaktadır. Hediye, kişilere kullanışlılığı, markası, ekonomik değeri, fonksiyonelliği, prestiji, farklılığı, kalitesi, moda olması, geleneksel ya da modern olması vb. özelliği ile bu yararları aktarmaktadır (Parsons, 2002: 239). Hediye verme davranışı genel olarak, hediye verme öncesi (gestntioıı), hediye verme (prestntion) ve yeniden yapılandırma (reforıııulation) olarak tanımlanan üç aşamada açıklanmaktadır. Hediye verme öncesi aşama, kişinin hediyeyi sosyal bağlarını güçlendirecek bir araç olarak görmesi ile başlamaktadır. Bu aşamanın başlangıcı genellikle belirli kutlamaların varlığı ile nedenselleştirilmekte, ancak çoğu zaman da kişinin gönüllü bir biçimde hediye alma isteği ile hareket kazanmaktadır. Bu motive olma ile birlikte araştırma yapılmaya ve hediye alınacak kişiye ilişkin spesifik özellikler değerlendirilmeye başlanmaktadır. Bu aşamada kişiler arasındaki rol, statü, yakınlık, ilişkinin zaman süreci vb. unsurlar ele alınmaktadır. Bundan sonra ise hediye alternatifleri araştırılmakta, uygun görülen seçeneklerden biri tercih edilebilmekte ya da düşünülen hediye yaratılmakta/ yapılmaktadır. Hediye verme aşaması genellikle bir etkileşim ritüeli olarak adlandırılmaktadır. Hediye vermenin yeri ve zamanı belirlenmekte, bu plan doğrultusunda hediye verilmektedir. Üçüncü aşama olan yeniden yapılandırma ise, yoğunluklu olarak hediye alan kişinin aldığı hediyenin içeriği ve ritüele ilişkin değerlendirme yapması, bu değerlendirme sonucunda onaylama, güçlendirme ya da uygun bulmama, ilişkiyi kesme gibi olumlu ya da olumsuz tepkilerini sözlü, yazılı ya da sözsüz bir biçimde belirtmesini içermektedir. Hediye verme davranışı olumlu olarak değerlendirildiği zaman bir rol değişimi söz konusu olmakta bu durumda hediye alan kişi veren konumuna geçerek yeni bir sürecin işlerliğini sağlamaktadır (Sherry, 1983: ). Hediye verme davranışını, kişilerarası ilişkilerin yaratılması bağlamında güçlendirici bir eylem ve zorunluluk/karşılıklılık gereği ortaya çıkan bir eylem olarak değerlendiren iki farklı bakış açısı bulunmaktadır.

99 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı v e Hediye verme davranışını kişilerarası ilişkiler açısından değerlendiren görüşe göre, hediye vermek ilişkinin durumuna ve geleceğine ilişkin bir mesajdır. İki kişi arasındaki ilginin ve bağlantının bir ritüel ile ifade edilmesi, aynı zamanda hediye veren kişinin kendi kimliği ile ilgili bilgileri paylaşmasıdır (Goodvvin vd., 1990: 691). Bununla birlikte, hediye verme, kişisel ihtiyaçlardan daha çok kültürel ve sosyal ihtiyaçların tatmin edilmesini sağlamakta, aynı zamanda yaşam stili, kimlik, zevklerle ilgili farklı sembolik anlamlar yaratılmasını desteklemektedir. Bir anlamda toplumsal yaşam içinde kişinin kendini kavraması ve sosyal ilişkilerdeki yerini tanımlaması açısından adeta yapıştırıcı bir nitelik taşımaktadır. Hediye değişim süreci kişilere aidiyet duygularını güçlendirme fırsatı sunduğu için karşılıklı olarak bu değişimi yaşayan kişilerin bu süreci tüketim olarak değil de ilişkilerine yatırım olarak değerlendirdiği görülmektedir (Clarke, 2006: ). Hediye verme davranışını zorunluluk olarak değerlendiren görüş ise, hediye vermenin karşılıklılık yaratması ve kişilerde ritüelleri takip etmesini gerektirmesi açısından zorlayıcı bir niteliğinin bulunduğunu açıklamaktadır. Hediye alan kişinin, mutlaka hediye vermesi gerektiğine ilişkin bir hisse kapılmasının, niyet etmediği ya da istemediği halde birtakım ritüellere dahil olmasının ilişkiyi giiçlendirmekten daha çok olumsuz duyguların yaratılmasına neden olabileceği belirtilmektedir. Diğer yandan, hediye verme davranışının hediye veren ve alan arasında sembolik bir ilişkinin varlığını ifade etmekte olduğu, ilişkilerin oluşturulmasını, aidiyet duygusunun güçlenmesini sağlayarak, kişilerarası ilişkilerin sürdürülmesine yardımcı olduğu da kabul edilmektedir (Laroche vd., 2000: 505). Bunun temel nedeni, hediye veren kişi, hediye aldığı kişi ile ilgili tanıma sürecini gözden geçirmekte, kişi ve ilişki için uygun bir seçim yaparak, ne kadar tanıdığını bir anlamda sembolik olarak ifade etmektedir. Hediye alan kişi de, hem kendisinin bu hediyeden ne kadar memnun kaldığını değerlendirmekte, hem de hediye veren kişi ile arasındaki ilişkinin önemini, değerini, uygunluğunu vb. anlamlandırmaktadır (Sherry, 1983:159). Bununla birlikte, kişilerarası ilişkilerde duygusal bağlılık, koşulsuz kabul edilme ve olumlu güçlendirme ile ilişkilendirilmektedir. Bir anlamda hediye değişim süreci, kişilerarası ilişkilerde birtakım psikolojik ihtiyaçların karşılanmasını ve bunun sonucunda memnuniyet duyulmasını sağlayarak olumlu ilişkiler yaratılmasında etkili olmaktadır (Clarke, 2006: ).

100 102 iletişim : araştırmaları Hediye alma ve verme davranışı, tüketicilerin markalarla ve reklamlarla doğrudan bir ilişki kurmasını sağlayan, hem kişiler hem de markalarla/ürünlerle ilgili olumlu duygular ve yargılar gelişmesine aracılık eden tutumların gelişmesini de sağlamaktadır. Bu nedenle hediye verme davranışı, pazarlama çalışmalarında tüketicinin haz talebini karşılamaya odaklanmaktadır. Tüketicilerin davranışları ürün kullanma deneyimleri çoklu duyusal, fantastik, duygusal etkiler üzerine konumlandırılmaktadır (Polonsky vd., 2000: 1001). Bu noktada hediye tüketimi tamamıyla kişilerin çeşitli ve farklı tatlar, yaşam stilleri ve kimlik şekillendirilmesinde önemli bir aracı olarak değerlendirilmektedir. Hediye tüketimi eğlencenin, barışın, dostluğun, neşenin vb. olumlu duyguların paylaşımına dayanmaktadır. Bir anlamda deneyimsel tüketimle ilişkilendirilen hediye alışverişi, fantastik duygular ve eğlence içeren süreçlerin oluşturulması ve kişilerin hafızalarında olumlu etkiler yaratmayı amaçlamaktadır. Evrensel bir davranış olan hediye vermeye ilişkin her kültürün kendine has özellikleri bulunmaktadır. Örneğin; Amerika'da yılbaşı, doğum günleri, anneler ve babalar gününde hediye verme ve alma çok önemsenmekte; Singapur, Çin ve Hindistan'da ise düğünlerde ve yeni doğan bebek ziyaretinde hediye vermek ve almak çok önemli görülmektedir. Çin'de kişilerarasmdaki yakın ilişkiler ve bağlar çok değerli olduğu için hediye vermek yoluyla karşılıklılığı hissetmek ve gelecekte de ilişkinin devamlılığına ilişkin bir mesaj yaratmak söz konusu olmaktadır (Qian vd., 2007: 215). Bununla birlikte, hediye vermeye ilişkin verilen önem, kültürden kültüre farklılık göstermektedir. Düşük bağlamlı kültürlerde hediye, başarılı bir iletişim için gerekli görülürken aynı zamanda ilişki süreci üzerine kısa dönemli bir etki yaratma özelliğine sahiptir. Yüksek bağlamlı kültürlerde ise hediye, bir gelenek olarak kabul edilmekte bu anlamda da anlamlı faaliyetlerden biri olarak değerlendirilmektedir. Özellikle yakın arkadaşlar, aile üyeleri ve akrabalar arasındaki bağlılığın sürdürülmesi için gerekli görülmekte ve uzun süreli güçlü ilişkilerin anahtarı olarak değerlendirilmektedir (VVidboon vd., 1994: 47). Hediye verme davranışı, alışveriş ile birlikte değerlendirildiği için genellikle bir kadın davranışı olarak kabul edilmektedir. Kadınların daha fazla alışveriş becerilerinin olduğu ve kadınların erkeklerle karşılaştırıldığında hediyeye daha fazla önem verdikleri görülmektedir. Bu nedenle de

101 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdeni Hediye Verme Davranışı v e hediye vermeyi düşünen kadınların erkeklere göre, hediye ile ilgili bilgi araştırmayı daha çok gerçekleştirdiği, daha çok alternatifi değerlendirdiği, aynı zamanda pazarlık yaptığı bir diğer ifade ile hediye alma ve verme sürecini çok fazla önemsediği açıklanmaktadır (Laroche, 2000: 513). Özellikle belirli özel günlerde hediye vermek, modern toplumun tüm üyeleri tarafından oldukça sık bir biçimde gerçekleştirilen ve genele yayılan bir özellik göstermektedir. Bu özel günlerden biri olan sevgililer günü, normal bir hediye alıp vermekten daha çok, partnerler arasında romantik bir paylaşım ve sevginin geleceğine ilişkin bir yatırım olarak da kabul edilmektedir. Sevgililer günü Avrupa'dan Afrika'ya kadar dünyanın birçok ülkesinde anneler günü ya da babalar günü gibi yılın bir gününün kutlanmasını sağlamaktadır. Sevgililer günü pazarlama ve reklam çalışmalarının odak noktası olarak çikolatalar, çiçekler, mücevherler vb. hediyelerle organize edilen kampanyaların yaratılması için de bir çıkış noktası olmaktadır (Polonsky, 2000:1000). Bu anlamda özel günlere ilişkin düzenlenen kampanyalar ve özellikle tüketiciler için fiziksel ve duyusal deneyimler yaratan alışveriş merkezleri bu dönemin odak noktasını oluşturmaktadır. Alışveriş merkezleri, kişilerin ne zaman, nereden, nasıl alışveriş yapacağına ilişkin tüm sorularının yanıtlarını alabildiği, tüm satın alma kararlarını vermelerini yönlendiren, farklı alışveriş aşamalarının bir ortamda gerçekleştirilmesine olanak sunan mekânlardır. Tüketiciler bu mekânlarda çok çeşitli ürünlerin stil, model, renk, boyut vb. özelliklerini bir arada bulmakta ve karşılaştırma yapma olanağı elde etmektedirler. Alışveriş merkezlerinin tüketicilerde yarattığı kişisel ve sosyal olmak üzere iki motiv bulunmaktadır. Kişisel motivler; rol oynama, günlük yaşamdan farklı bir alan yaratmak, kişisel ve duygusal bir tatmin sağlamak; sosyal motivler ise, yeni trendleri takip etmek, fiziksel bir aktivite gerçekleştirmek, ortak ilgileri olan kişilerle karşılaşmak, grup ilişkileri kurmak, fikir alışverişinde bulunmak biçiminde açıklanabilir (Lee vd., 2009: 424). Alışveriş merkezlerinde yaşanan hediye alma deneyimi sadece bir ürün almak değil, aynı zamanda kişinin kendisine sunulan olanakları ve fırsatları görmesi açısından da tamamıyla kişisel bir değer yaratma sürecidir. Farklı perakende satış olanakları arasından, ilgilerine göre tercih yapa

102 104 iletişim : araştırmaları bilme fırsatını yakalayan tüketicilerin algılarını uyaran bilgilendirmelerin yaratılması oldukça önemlidir. Bu noktada pazarlama ve reklam çalışmaları alışveriş merkezlerinin odağında yer almakta ve tüketicinin genel bilgilerden daha spesifik bilgilere ulaşmasını sağlayarak, araştırma sürecini hızlandırmakta ve karar vermesi için ortam yaratmaktadır. Alışveriş merkezlerinin sevgililer gününe yönelik kampanyalarında hediye alma ve verme davranışı çok daha kişisel bir deneyim haline dönüştürülmekte ve böylece özel deneyimler yaşamanın hazzı ortaya çıkarılmaktadır. Sevgililer gününde hediye verme davranışının genel olarak; kişisel doyum, aşkın/sevginin ifade edilmesi, ilişkinin güçlendirilmesi olarak üç temel işleve sahip olduğu açıklanabilir. Sevgililer günü dolayısıyla kişiler hediye alma ve verme süreci içinde tüm dünyadaki sevgiye ilişkin duyguları tatmakta, birçok zaman belirsiz olan sevginin açıklanmasını sağlamakta, hatta birçok kişi tarafından bilinmesi için anons edilmesine aracı olabilmektedir. Aynı zamanda partnerlerin ilişkilerinde karşılıklı aidiyet duygusunu hissetmeleri için bir fırsat tanınmaktadır. Partnerlerin birbirlerine karşı olan duygularının somutlaştırılmasını sağlamakta, bunun yanı sıra sözlü iletişimle birlikte sözsüz iletişim kurulmasına da aracı olmaktadır. Bir anlamda sevgililer gününde hediye alma ve verme, kişinin kendi ile içsel bir iletişim kurmasını sağlamakta, kutlama yaparak birlikteliğin önemini güçleııdirmektedir (Huang ve Yu, 2000: ). Bu noktada sadece tüketicilerinin ihtiyaçlarını satın alabildikleri alanlar olmanın ötesine geçmiş ve günümüzde mimari-çevresel tasarımlarından içerdikleri alanlara kadar bir takım temalar bağlamında inşa edilen alışveriş merkezleri, boş zamanın geçirildiği, birçok yaşamsal ihtiyacın aynı anda karşılandığı, yaşam biçimlerini, imajları sunan deneyim alanları olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu deneyim alanları yılbaşı, anneler ve babalar günü ya da sevgililer günü gibi özel günleri de sadece bir tüketim zamanı olarak planlamamakta, o günlere özel sundukları aktiviteler, deneyimler ile tüketicilerin yaşamlarında alışveriş merkezi ve markaları konumlandırdıkları stratejik pazarlama karar süreçleri olarak görmektedirler. Alışveriş Merkezleri ve Yaratılan Deneyimler Günümüzde alışveriş, ekonomik teoriyi temel alan bir arz ve talep eğrisinden daha derin bir olgu olarak değerlendirilmekte ve bu anlamda

103 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı v e da bir sosyalleşme alanı olarak ifade edilmektedir. Alışveriş, taraflardan biri olan müşterilerle kurulan karşılıklı ilişki ve empatidir, daha geniş bir anlamda ürünleri piyasaya süren üreticilerin bu ürünleri satın alacak insanlara ve ürünlere özgü yarattıkları özel alanlarda kurdukları iletişim ve ilişkidir. Dolayısıyla yaratılan bir deneyim ve bu deneyim temelinde şekillendirilen bir pazarlama anlayışından bahsetmek söz konusu olup, temel amaç; alışveriş yapan insanların mutluluğu ve memnuniyetini sağlamaktan Yaratılan bu memnuniyet tüketici olarak bireye haz verecek bir deneyimdir (indirimin verdiği mutluluk, ürüne/hizmete sahip olmanın kazandırdığı fiziksel ya da duygusal tatmin vb.) ve dolayısıyla akılda kalıcıdır. Bu noktada alışverişin sadece bir ürünü/hizmeti satın almaya dayanan mantıksal temelli bir olgu olmadığını, fiziksel tatmin kadar içinde umut, beklentiler ve heyecanlar taşıyan bir duygusal tatmin ortamı olduğunu açıklamak da mümkün olmaktadır (Roberts, 2007: ). Belirli bir yaşam biçimini yansıtan ve tematik parklar olarak değerlendirilen alışveriş merkezleri günümüzde farklı tasarımları ve yaşama dair birçok alanı kapsayan yapıları ile hedef kitlelerin hayatlarında önemli boş zaman değerlendirme alanları olarak görülmektedirler. Alışveriş merkezlerinin kapalı ve açık alan düzenlemeleri ile işlevsellikleri ve yansıttıkları anlamı da kuvvetlendirmeleri söz konusudur. Bu unsurlar bağlamında alışveriş merkezlerini genel anlamda iki temel kategori etrafında sınıflandırmak olasıdır (Let's Talk Business, 2003): Boş zaman/yaşam biçimi merkezleri: Bu tarz alışveriş merkezlerinde, çeşitlendirilmiş deneyimler topluluk ve olumlu bir duygu yaratmak için teşebbüs de bulunmak yoluyla alışveriş merkezi deneyimi yaratılmaktadır. Bu tarz niş merkezler daha küçük ve yiyecek, eğlence, müzik, kitap ve ev gereçleri gibi unsurlar üzerine odaklanmış alanlardır. Bu merkezler, zengin pazarlar ve "sadece satın almak" değil "alışveriş yapmak ve zaman geçirmek isteyen"lere yönelik pazarlarda başarılı olmaktadır. Kazanç/değer sunan alışveriş merkezleri: Hedeflenmiş alışveriş bölgeleri ile zaman yokluğu çeken tüketicileri bir araya getirmeyi hedefleyen merkezlerdir. Tüketiciler neyi satın almaya ihtiyaçları olduğunu bilirler, açık alan alışveriş merkezlerinde mağazaların önüne arabalarını park edebilirler ve satın alma eylemini gerçekleştirip hemen ortamdan ayrılırlar.

104 106 iletişim : araştırmaları Tematik alışveriş merkezleri ve tüketim olgusu üzerine yapılan araştırmaların da ortaya koyduğu üzere, müzik, farklı aktiviteler, özel günlere has uygulamalar, alışveriş merkezinin tasarımında yansıttığı hava ve kimlik unsurları vb. faktörlerin birleşimi tüketicilerin söz konusu alışveriş merkezlerine yönelmelerinde hedonik motivler ve boş zaman geçirmeye yönelik uyarıcıların etkili olduğunu göstermektedir. Bu harekete geçirici unsurlara, özel günlerde sosyalleşme ya da karşı tarafa beslediği değeri aktarma amacıyla gerçekleştirilen hediye alma eylemini eklediğimizde, alışveriş merkezleri işlevsel olarak taşıdıkları değer ve sundukları yaşam biçiminin bir göstergesi olan deneyimsel motivlerle birlikte hedef kitleleri satın alma davranışı için kendilerine daha kolay bir şekilde yönlendirebilmektedirler. Duygusal anlamda sağlanan tatmin, tematik alışveriş merkezinde edinilen alışveriş deneyiminin etkisini ve sağladığı memnuniyetin derecesini de arttırmaktadır. Hem hedonik hem de boş zamanı değerlendirme temelinde tematik alışveriş merkezlerine yönelen tüketiciler için hedonik satın alma motivleri, ürünün satın alınması ve fiziksel tatmin sağlanması yerine, saün alma deneyiminin kendisinin taşıdığı kaliteyi temel almaktadır. Dolayısıyla araştırmaların da ortaya koyduğu üzere tüketiciler alışveriş merkezlerini sadece bir alışveriş yeri olarak görmemekte, aynı zamanda satın alma niyetleri olmaksızın eğlence, arkadaşları ya da yakınları ile sosyalleşme gibi diğer aktiviteler için de bu alanları tercih etmektedirler (İbrahim ve Wee, 2002: 241). Çok çeşitli pazarlama faaliyetleri ile çevrelenen bir ortamda tüketicileri etkilemek ve onların algısında kendilerini farklılaştırmak isteyen markalar, geleneksel iletişim faaliyetleri ve satış stratejilerinin ötesinde hedef kitleleri ile daha yakın temas ve etkileşim içine girdikleri stratejiler ve pazarlama iletişimi çabaları geliştirmek zorundadır. İşte bu noktada hedef kitlelerin yaşamları içine markaların konumlandırılması ve deneyimlerle ilişkilendirilmesi olarak görülen deneyim pazarlaması kavramı ortaya çıkmaktadır. Deneyimsel pazarlama anlayışında amaç; ürünler ve hizmetler ile tüketicilere sağlanan deneyimlerde farklılaştırmaları sağlamak ve tüketicilere hem soyut hem de somut nitelikli ihtiyaçlarını tatmin edecek deneyimi yaşatmaktır. Deneyimsel pazarlama stratejileri bu amaçları yerine

105 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı v e getirecek ve aşağıda ana hatları ile açıklanan stratejileri içermektedir (Kim ve Sullivan, 2005: 129): Markalama: Markalama, tüketicilerin gözünde işletmeye yönelik imajın güçlü ve pozitif bir algılama ile yaratılmasıdır. Geleneksel yaklaşımda marka pazarlaması Coca-Cola, Sony ve Nike gibi belirli ürünler için bireylerin tercihlerine odaklanmaktadır. Tüketici davranışlarındaki değişim aracıların daha çok sosyo-kültürel faktörler, değişen boş zaman algısı gibi unsurların yansıtıldığı marka topluluklarına önem vermesini gerektirmekte ve paylaşılan tüketici deneyimlerinin öğrenilmesini gerekli kılmaktadır. Tematik/Eğlenceli Perakendecilik/Satış: Tematik alışveriş merkezlerinin bu adı almasında, gerek mimari tasarım gerekse pazarlama iletişimi anlayışı bağlamında belirli bir yaşam biçimi, zaman, hikaye ya da gelenek etrafında tasarlanmış olması etkili olmaktadır. Marka Genişlemesi: Tematik nitelikli deneyimsel pazarlama anlayışını temel alan alışveriş merkezleri, yarattıkları ve gelenek haline getirdikleri alışveriş deneyimlerini ulusal ve/veya uluslararası genişlettikleri ağlarla yaygınlaştırmakta ve marka deneyimlerini çok sayıda hedef kitle ile buluşturmak için stratejik kararlar almaktadırlar. Yaşam Biçimi Mağazacılığı: Tüketim, bireylerin yaşam biçimlerini yansıtır ve işlevsel ya da duygusal değerleri içeren arzularını karşılar. Perakendecilerin hedef kitlelerine yönelik geliştirdikleri ve ihtiyaçlarını karşılayan iyi işleyen müşteri hizmetleri, müşteri sadakat programları, müşteri veri tabanlarını şekillendiren ve birebir müşteriye ulaşımı sağlayan bilgi iletişim teknolojilerinin kullanımı hedef kitle beklentisine uygun yaşam biçimini alışveriş merkezinde vücuda getirme çabalarını oluşturmaktadır. Günümüz tüketicisi fiziksel yararlar için tüketmek ya da satın alma eylemini gerçekleştirmenin ötesinde, eğlendiren, yaşamına anlam katan, haz veren, kimliğini tamamlayan, psikolojik yarar sunan markalara daha çok dikkat etmektedir. Burada sözü edilen eğlence, haz, psikolojik yarar gibi unsurlar ise markalar tarafından yaratılan deneyimlerin sonucunda ortaya çıktığında tüketiciler üzerindeki etkisi güçlenmektedir. Bu bağlamda özel günler kapsamında değerlendirilen yılbaşı, anneler günü ve sevgililer günü gibi evrensel nitelikli kutlamalar, alışveriş

106 108 iletişim : araştırmaları merkezlerinin tüketicilerini etkilemek ve kendi alanlarına çekmek için söz konusu edilen haz, psikolojik yarar temelindeki deneyimleri bir tür sosyalleşme unsuru, mutluluk kaynağı, sevme ve sevilme duygusunun bir ifadesi olan hediye verme olgusu ile birleştirdiği zamanlar olarak görülmekte ve deneyimsel pazarlamanın uygulama alanı içinde özel olarak planlanan stratejik faaliyetleri içermektedir. Bu noktadan hareketle pazarlama bağlamında sözü edilen markatüketici etkileşiminin ortaya koyduğu deneyim birkaç farklı boyutta yeni değerler üretebilmektedir. Söz konusu boyutlar ve üretilen değerler aşağıdaki gibi sıralanabilir (Valencia ve VVestberg, 2005: 3): Duygusal Bağ: îyi bir deneyim tüketicileri markaya daha yakın hissettiren ve deneyimin yarattığı bağdan ötürü marka-tüketici ilişkisinde sürekliliği geliştirmeye yardım eden deneyimdir. Markaya yakın olan tüketiciler daha uzun süre bağlılıklarını korurlar, üriin/hizmet satın alım miktarları daha fazladır, daha yüksek miktarlar ödeyerek, değer satın almaya daha isteklidirler ve marka için olumlu ağızdan ağza pazarlama yaratırlar. Katılıma İsteklilik: Müşteriler deneyimin içine dahil olmayı istemekte, bu durumda mesajların kabul edilme oranları ve hızları daha yüksek olmaktadır. Eğlence, ilişkilendirilen marka deneyimleri, müşterinin içinde yer aldığı uygulamalar hedef kitleler tarafından daha çok tercih edilmektedir. Diyalog: Deneyim, hedef kitleler ve markalar arasında sadece uzun soluklu ve derin ilişkiler ortaya çıkarmakla kalmaz aynı zamanda da iki yönlü iletişimi geliştirmektedir. Bundan dolayı markalanmış deneyimler tüketicilerden bilgi toplanması için işletmelere yardımcı olmakta dolayısıyla etkili bir müşteri ilişkileri yönetimi aracı haline de gelmektedir. Tüketicinin yaşamına sadece bir satın alma deneyimi olarak girmekle kalmayıp aynı zamanda da yaşanan anın özel bir gün haline getirilmesi ile tüketiciye bir değer sunan markalar için marka-tüketici etkileşimi daha güçlü bir şekilde inşa edilebilmektedir. Bu noktada da tüm bunları ortaya koyan deneyimlerin, sıradan bir günü özel bir hale getirmesinin yanı sıra sevgililer günü gibi özel bir günü tüketiciler için unutulmaz bir anı haline getirmesi de önem taşımaktadır. Bu dönemlerde bir yaşam alanı, eğlence mekânı, boş zaman geçirme noktası olarak değerlendirilen alışveriş mer

107 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdeni Hediye Verme Davranışı ve kezleri kurguladıkları özel faaliyetler ile döneme ve bazen kişiye özel bir atmosfer ve zaman dilimi yaratabilmekte, yaratılan bu özel hava ise unutulmaz bir anı halini de alabilmektedir. Söz konusu deneyim tüketicilerin birebir katılımını içeren etkileşimli bir hal aldığında yarattığı etki de bu oranda güçlü olabilmektedir. Deneyimse! pazarlama kavramını ortaya atan Pine ve Gilmore pazarlama stratejisi olarak deneyimleri ortaya koyan altı aşamadan bahsetmektedir. Bu aşamalar ana hatlarıyla aşağıdaki gibi özetlenebilir (Petkus, 2004: 52-54): Bağlayıcı, bütünsel bir tema geliştirmek: Söz konusu bu tema markaya has, tek bir imaj ve anlamlara odaklanan temel bir vaadi sunmalıdır. Böyle bir temayı yansıtan deneyim hedef kitlenin aklında kalacak ve markaya olumlu yönde bir rekabet üstünlüğü sağlayacaktır. Etkiyi biçimlendirmek: Burada önemli olan akılda kalıcı duygusal bir uyarıcının belirlenmesidir. Tecrübenin paketlenmiş hali bir bütün olarak etkiyi oluşturmaktadır. Deneyimsel pazarlamanın yarattığı etki; zaman, coğrafi olarak alan, teknoloji, otantiklik/orijinallik, çok yönlülük/zenginlik ve sunulan deneyimin büyüklüğü ya da kapsamı olarak tanımlanan boyutların bir bileşkesinden oluşmakta ve her bir boyutun hedef kitlelerde istenen etkiyi yaratacak şekilde dengeli ve uyumlu olarak bir araya getirilmesi gerekmektedir. Dikkati dağıtan unsurların ortadan kaldırılması: Deneyimin gerçekleştiği mekan ve alanda ana temayla tutarlı olmayan her türlü uyarıcının ortadan kaldırılması ve tüm unsurların (mekanla ilgili fiziksel özellikler, çalışanlar, müzik vb.) stratejik olarak deneyimi belirleyen ana temayla ilişkili olmasının sağlanması gerekmektedir. Hatırlanırlığı sağlamak: Deneyimin hedef kitlelerin zihinlerinde ve hatıralarında bir yer edinmesinin sağlanması gerekmektedir. Deneyimin ortaya çıkmasında etkili somut unsurlar bu durumu yaratmaktadır. Çeşitli eğlenceler, hediyelik eşyalar, tematik sunumlar deneyimin hatırlanırlığmı sağlayacak uygulamalardan sadece bir kaçıdır. Tüm duyuları meşgul etmek: Eğer deneyim çok sayıda duyuya seslenirse daha çok hatırlanır olmaktadır. Görselliğin yanı sıra işitme, koku, dokunma ve hatta tatma duyularına birden seslenen bir deneyimin müşteride

108 110 iletişim : araştırmaları yaratacağı etki çok yüksek olacak ve markanın algılanmasını sağlayan çağrışımlar çok güçlü olacaktır. Sürekli gelişme için geribildirimlerin alınması: Deneyimsel pazarlamanın etkisini ortaya koymak ve hedef kitlede oluşan izlenimin ne düzeyde olduğunu belirlemek için çeşitli araştırmaların yapılması, uygulamaların doğruluğunu ortaya koymak ve gelecekteki çalışmalara veri toplamak açısından yararlı olacaktır. Markaların hedef kitleleri ile etkileşimlerini geliştiren deneyimler çok çeşitli şekillerde yaratılabilmektedir. Marka ile ilişkili olan deneyim hedef kitleler arasında ağızdan ağıza sözlü pazarlama kampanyalarının ortaya çıkmasını sağlayacak hakkında konuşmaya değer bir aktivite, bir spor ya da kültür-sanat aktivitesine markanın sponsor olması yoluyla yaratılan deneyim ya da özel günlere has planlanan tüketici etkileşimini sağlayan aktivitelerin yarattığı deneyim olarak tanımlanabilir. Bu deneyimlerle harekete geçen tüketicileri belirli bir eyleme doğru yönlendiren alışveriş motivleri ise literatürde çok çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. VVestbrook ve Black'ın (1985) tanımladıkları satın alma motivleri üç kategoride incelenebilir: ürün yönelimli, deneyimsel, ürün ve deneyimim kombinasyonu. Ürün yönelimli motivde, mağaza satın alma ihtiyacı ile motive olmuş olarak ziyaret edilir ya da ürün bilgisi elde edilmesi amacıyla satış yerine gelinir. Deneyimsel motiv, hedonik ya da boş zaman geçirme, dinlenme, eğlenme yönlüdür. Alışveriş merkezi eylemin kendinden kaynaklanan hoş zaman geçirmek amacıyla ziyaret edilir. Ürün ve deneyimsel motivlerin kombinasyonunu içeren üçüncü kategori ise, tüketici satın abırundan tatmin olmaya uğraşırken aynı zamanda da boş zaman ya da eğlence deneyiminden memnun olmayı da istediği durumlarda ortaya çıkmaktadır (İbrahim ve Wee, 2002: 241). Tüketicileri harekete geçiren unsurların yanı sıra markaları deneyimsel aktiviteleri yapmaya yönlendiren bazı motive edici unsurlardan da bahsetmek mümkündür. Bu unsurlar bazı markaların özellikle deneyim yoluyla tüketicilerle etkileşim kurma yönündeki stratejik yönelimlerinin nedenlerini de ortaya koyan harekete geçirici unsurlardır. Söz konusu harekete geçirici unsurlar aşağıdaki gibi sıralanabilir (Valencia ve VVestberg, 2005: 6-7):

109 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı v e Marka Mirası/Geçmişi: Başarılı olarak nitelendirilen deneyimler bir hikaye etrafında kurulan deneyimlerdir. Bir geçmişi olan ve geçmişten bu güne bir marka mirası, markaya özgü hikaye ve kahramanları taşıyan işletmeler, deneyimi ortaya çıkarırken ya da tasarlarken güçlü bir başlangıca sahip olmaktadırlar. Markanın geçmişinden getirdiği mirası niteliğindeki unsurlar (hikayeler, kahramanlar, ilkler vb.) markayı rakiplerinden farklılaştıracak deneyimlerin yaratılmasında pazarlamacılara çok önemli avantajlar sunabilmektedir. Farklılaştırmanın Sağlanması: Müşteri ile etkileşimin sağlanmasına yönelik oluşturulan deneyimler, markaların rekabetin yoğun olduğu günümüz pazar yapısında rakipleri karşısında kendisini farklılaştırabilmesinin de en önemli sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Otomobil markalarının "sürüş testleri" olarak nitelendirdikleri ürün-kullanıcı arasındaki teması sağlayan deneyim aktiviteleri, markanın hedef kitlesine kendisini en etkili şekilde anlatabilmesi ve hedef kitlede bir marka algısı yaratabilmesi açısından pazarlama stratejilerinde yoğun olarak kullanılmaktadır. Duygusal Etki: Deneyimler, hisler ve istekler ile ilişkilidir. Bu nedenle markalar, birey için önemli duygular ve yaşam biçimi öğeleri ile ilgili ürün ve hizmetlerinin varlıklarını kuvvetlendirmek için deneyimlerin kullanılmasına yönelmektedir. Mobil telefonlar, erken uyum, topluluk ve eğlence ile ilişkilendirilen bireysel beklentileri sunar, bu nedenle de operatörler müzik ve aktiviteler gibi deneyimsel faktörleri desteklemeyi tercih etmektedirler. Çocuk-gençler ve genç yetişkinler için sembolik öğeler oldukça önemlidir ve belirli yaşam biçimlerini yansıtmaktadırlar. Bu nedenle markalar oyunlar, spor aktiviteleri gibi yaşam biçimleri ile ilişkili deneyimsel içerikleri kuvvetlendirmeye çalışmaktadırlar. Prada gibi moda markaları kendileri için amiral gemisi niteliğindeki iyi tasarlanmış deneyimsel aktiviteleri içeren mağazaları yoluyla imajlarını kuvvetlendirmektedirler. Disney ve Lego gibi markalar ise, çocukların duygulan ve istekleri ile ilişki kurmakta ve bu durum da marka ile ilişkili eğlence aktivitelerini içeren deneyimsel mağazaların tasarlanması yoluyla hedef kitlelerinin beyninde güçlü ve hatırlanmaya değer bir durum oluşturmalarını sağlamaktadır. Sınırlar/Kısıtlamaların Üstesinden Gelmek: Geleneksel pazarlama ve pazarlama iletişimi faaliyetlerini kullanmanın yarattığı engellerle karşı karşıya

110 112 iletişim : araştırmaları kalan şirketler, risk almayı ve geleneksel olmayan, deneyimsel nitelikli pazarlama ve pazarlama iletişimi aktivitelerini kullanmayı göze almak durumundadırlar. Zorlukların Üstesinden Gelmek: Pazar ve markalara yönelik rekabet koşullan bir markanın iletişim kurmasının alternatif yollarını işletmek için uyarıcılar sağlamaktadır. Markayı temsil eden unsurlar, markayı tanımlayan kavramların deneyimsel pazarlama uygulamalarında bir takım planlanmış aktiviteler, gerilla uygulamalar ile birleştirilmesi yoluyla markayı hedef kitlelerin gözünde farklılaştıracak ve rekabette üstünlük sağlayacak durumlar yaratılmaktadır. Alışveriş Merkezlerine Yönelik Örnek Olay İncelemesi 14 Şubat 2010 Sevgililer Günü kapsamında İzmir'deki alışveriş merkezleri (Forum Bornova, Agora, Özdilek) ve bu merkezlerde yer alan mağazaların/markaların etkinlikleri incelenmiştir. Etkinliklerin içeriğinin değerlendirilmesinde deneyim pazarlaması bağlamında deneyimsel pazarlama stratejileri, deneyim aşamaları, harekete geçirici unsurlar, yaratılan değer ve bu pazarlama uygulamalarının kişilerarası ilişkilere yansıması ele alınmaktadır. Örnek olay kapsamında değerlendirilen etkinliklerin incelenmesi sonucunda elde edilen bulgular tablo l'de gösterilmektedir. İzmir'deki alışveriş merkezlerinin sevgililer günü kapsamında farklı içeriklerde gerçekleştirdikleri etkinlikler incelendiğinde, Agora Alışveriş Merkezinin boş zaman değerlendirme ve yaşam biçimi ortaya koyma özelliğini etkinliklerinde vurguladığı ve alışveriş merkezi içinde yer alan mağazaların ise kendi düzenledikleri etkinlikleri ile müşteri-marka iletişimini güçlendiren bir etki yaratma amacı üzerinde durdukları görülmektedir. Agora Alışveriş Merkezi'nin müşteriye yönelik deneyim yaratma konusunda etkili pazarlama stratejileri ve bu doğrultuda harekete geçirici unsurları kullandığı ifade edilebilir. Bu durum, boş zaman ve yaşam biçimi sunan bir alışveriş merkezi olarak değerlendirilebilen Agora'nın kimliğine de uygun olarak açıklanabilir. Özdilek Alışveriş Merkezi ise kazanç ve değer sunan nitelikte bir alışveriş merkezi olma özelliği göstermekte bu durum da gerçekleştirdiği

111 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı ve sevgililer günü etkinliklerinde yoğun bir biçimde hissedilmektedir. Kazanç ve değer sunan niteliğe sahip olan alışveriş merkezleri, müşteri ile onun ihtiyacını karşılayacak ürün/hizmetleri en uygun şekilde buluşturmak üzerine kurulu olduğu için, Özdilek Alışveriş Merkezi'nin de bu tarzda etkinlikler düzenlemesinin stratejik açıdan uygun olarak değerlendirilmesi mümkündür. Forum Bornova Alışveriş Merkezi boş zaman değerlendirme ve yaşam biçimi sunma özelliği olan bir alışveriş merkezi olarak değerlendirilebilir. Ancak sevgililer günü kapsamında hediye almanın gerekliliği üzerine vurgu yapan " Eğer hediye almayı unutursanız sevgiliniz bunu hiç unutmaz" sloganlı etkinliği ile özel gün- hediye alma- alışveriş merkezi etkileşimine odaklanmaktadır. Bu durumun, Forum Bornova'nın boş zaman değerlendirme ve yaşam biçimi sunma özelliği taşıyan bir alışveriş merkezi olmasına karşın, tam olarak bu özelliği yansıtmadığını yönünde yorumlanabilir. Buna rağmen alışveriş merkezi içinde yer alan İkea alışveriş mağazasının ve bir marka olarak Cocn-Coln'mn sevgililer günü etkinliklerinin deneyimsel pazarlama stratejileri açısından boş zaman ve yaşam biçimi sunma bağlamında değerlendirilebilecek çalışmalar gerçekleştirdikleri görülmektedir. Kipa Alışveriş Merkezi, sevgililer günü etkinlikleri kapsamında 14 Şubat'ta evlenmek isteyen üç genç çift için nikah töreni düzenlemiş, ayrıca Dr. Oetker'in işbirliği ile düzenlenen marifetli çiftler yarışması yapılarak, hediye olarak çiftlere akşam yemeği verilmiştir. Palmiye Alışveriş Merkezi'nde ise, "Sadece sevmek yetmez" sloganı ile Palmiye Alışveriş Merkezi kapısından giren çiftlere belirli sayılara ulaşıldığında markalardan hediye kazanma şansı sunulmuştur. Orkide Alışveriş Merkezi'nde 14 Şubat Sevgililer Günü etkinlikleri 12 Şubat ta başlamış ve canlı müzik, dans gösterileri ile sevgi ile eğlence birleştirilmiştir. Kipa ve Palmiye alışveriş merkezlerinin sevgililer günü kapsamında düzenledikleri etkinliklerin genelde müşterilerine kazanç sunmayı hedefleyen etkinlikler olduğu ve hediye almayı hatırlattığı görülmektedir. Kipa ve Orkide alışveriş merkezleri sevgililer gününü eğlenceli bir hale getirmişler ve müşterilerin yeni deneyimler edinmeleri için bir fırsat sunmayı amaçlamışlardır.

112 114 iletişim : araştırmaları Alışveriş Merkezi ve Kategorisi Deneyimsel Pazarlama Stratejileri Deneyim Aşamaları Harekete Geçirici Unsurlar Yaratılan Değer Kişilerarası İlişkilere Yansıması AGORA Boş zaman/ yaşam biçim Agora AVM de yer Kitchentte etkinliği Sevgililere özel menüsü ve programı ile eğlence ve yaşam biçimi mağazacılığı sunmakta. Agora AVM'nin de eğlence ve yaşam biçimi sunmasında destek yaratmakta. Özel bir an Kişilere özel Kişilerin özel Kişilerin özel yaratması bir kutlama paylaşımı olan bir günü açısından için hazırlanan bir iletişim hatırlaması bağlayıcı bü- konsept kurmasını açısından tünsel bir tema ile birlikte sağlaması hem kendi geliştirmekte duygusal nedeniyle ilişkilerinin ve özel bir anın etki harekete duygusal bir gelişimine hatırlandığını geçirilmekte. bağ yaratmakta hem de güçlendir- ve marka tüketici-marka mekte. ile tüketici arasında bir diyalog oluşturmakta. arasındaki etkileşime olumlu katkı sağlamakta. KIKlElEl\l AGORA Boş zaman/ yaşam biçim Agora AVM de yer alan De Facto mağazasına ait satış yeri etkinliği De Facto kişiler için özel bir günü kutlaması açısından markalama etkisi yaratmakta. Sevgililer gününü tüketicisi ile marka arasındaki aşk/ sadakat ilişkisi olarak konumlandırmama. De Facto De Facto De Facto De Facto markaya yö- müşterileri müşterileri için müşterisinin nelik bağlayıcı açısından bir özel bir güne özel günlerinde bütünsel bir farklılaştırma özgü bir satış daima yanında tema yaratır- sağlamakta yeri uygulaması olduğunu ken, sevgililer ve mizahı kullanarak belirterek günü olgusunu kullanarak duygusal bir destek müşteri-marka duygusal etki yaratmakta vermekte. etkileşimine bir etki ve müşterisi müşterisinin dönüştüre- yaratmakta. ile diyalog çevresindeki rek etkiyi kurmakta. kişileri de biçimlendiren marka ile önemsediğini duygusal bir etkileşimin belirtmekte. bağ yaratmak- kurulmasında bu nedenle de ta. hatırlandığı isteklilik ilişki ağlarının sağlamakta. yaratmakta. önemine değer verdiğini açıklamakta. AGORA Boş zaman/ yaşam biçim Agora AVM sevgililer günü etkinlikleri Sevgililer günü etkinlikleri (beş çifte yemek ve tatil fırsatı, sevgililer günü konseri, sevgililerin burç yorumları) ile Agora ya yönelik olarak eğlence olanağı sunmakta ve yaşam biçimi yaratmakta. Agora Agora Agora Agora bu sevgililer günü sevgililer günü sevgililer günü etkinlik ile etkinlikleri ile etkinlikleri etkinlikleri hem sevgilileri müşterilerinin ile diğer duygusal bir birbirine tüm duyularına AVM'lerden etki. Agora yakınlaştırarak hitap etmekte. farklılaşarak markası bu etkiyi sürekli müşterisi ile diyalog markanın gelişimi için ile arasında yaratmakta. müşterileri geribildirimi duygusal ile arasındaki elde etmekte. bir bağ etkileşime yaşanılan bu deneyimin etkisini güçlendirmece, marka açısından bağlayıcı bütünsel bir tema geliştirmekte. Bu etkinliği ile dikkati dağıtan unsurları ortadan kaldıracak bütünsel bir tema oluşturmakta. yaratmakta ve güçlü rekabet koşullarının üstesinden gelmeye yönelik bağlantılar sağlamakta. yöneltmekte.

113 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı v e Alışveriş Merkezi ve Kategorisi Deneyimsel Pazarlama Stratejileri Deneyim Aşamaları Harekete Geçirici Unsurlar Yaratılan Değer Kişilerarası İlişkilere Yansıması ÖZDİLEK Kazanç/ değer sunan R \ \»[ ] fs özdilek 14 Şubat sevgililer günü etkinliği özdilek özdilek özdilek özdilek indirim Özdilek sevgililer müşterileri rekabetin olanaklarını hediye alma gününde için yarattığı yarattığı bildirerek davranışını hediye alma bu olanak kısıtlama ve katılıma kişilerarası ilişdurumunda sayesinde zorlukların isteklilik kileri geliştiren müşterilerine sürekli gelişim üstesinden yaratmakta. bir araç olarak Maksimum için geribildirim gelmek için konumlankart ile taksitli alışveriş imkânı yaratarak markalamaya etki sağlamakta. elde etmekte. sevgililer gününe özel olanaklar yaratmakta. dırmakta ve buna ilişkin olanakların var olduğu konusunda vurgu yapmakta. 6 M T i T i l 12 ÖZDİLEK Kazanç/ değer sunan m " özdilek 14 Şubat sevgililer günü etkinliği özdilek özdilek özdilek diğer özdilek etkinliği özdilek sevgililer günü etkinliği ile AVM'ler ile katılıma müşterileri restaurant ve müşterilerinin arasında isteklilik ile arasında mağazalardaki geribildirimde farklılaşmayı yaratmakta. sevgililer günü (fiyat indirimle- bulunmasını sağlayarak nedeni ile bir rini duyurmaya hedeflemekte markayı bağ yaratarak ilişkin, en yaşlı ve hatırlanırlığı güçlendirmeye alışverişe çiftlere akşam yemeği imkanı) yaratılan olanaklar ile eğlence yaratmakta ve markasını güçlendirmece. sağlamaya destek olmakta. çalışmakta. özendirmekte, özellikle de günün kutlanması gerektiğini hatırlatmakta. AGORA Boş zaman/ yaşam biçim Agora AVM'de So Chic etkinliği So Chic So Chic etkinliği So Chic etkinliği So Chic etkinliği yer alan So Chic ile sevgilileri sevgililer ile diğer müşterileri hem marka mağazasının Paris seyahati gününde Paris markalardan ile arasında hem de kişi sevgililer günü kazanmalarına imkanı sunduğu farklılaştırmayı duygusal bir açısından yarar etkinliği yönelik bir için aşk ile sağlayarak bağ kurmayı sunarak, hediye kampanya ger- marka arasında rekabet sağlamakta vermenin çekleştirerek anlamlı bir üstünlüğü ve katılıma zorlayıcı markalamayı bağ yaratarak kazanmaya isteklilik özelliğini sağlamakta. hatırlanırlığı çalışmakta yaratmakta. ortadan markadan ürün güçlendirmekte ve marka ile kaldırmakta. satın alma ve müşterilerin müşteriler tamamen davranışı ile eğ- tekrar markayı arasında müşterisi lence anlayışını tercih etmele- duygusal için etkileşim yansıtmakta. rini sağlayacak geribildirimi sağlamakta. bir etki yaratmakta. ortamı yaratmayı hedeflemekte.

114 116 iletişim : araştırmaları Alışveriş Merkezi ve Kategorisi FORUM BORNOVA Boş zaman/ yaşam biçim FORUM BORNOVA Boş zaman/ yaşam biçim Görsel Etkinlik Deneyimsel Pazarlama Stratejileri Jl* Forum Bornova ikea Aşk Haftası Forum Bornova AVM sevgililer günü satış yeri uygulamaları İkea Aşk Haftası etkinliği kapsamında "her şeyde aşk var" sloganı ile markalama yapılmakta ve markaya farkındalık sağlanarak müşterilerine aşkı merkeze alan bir yaşam biçimi sunmakta. Forum Bornova" Eğer hediye almayı unutursanız sevgiliniz bunu hiç unutmaz" sloganlı satış yeri uygulamaları kapsamında markasını güçlendirmek için alışverişin önemini vurgulamakta, böylece tercih edilirliğini arttırmakta. Deneyim Aşamaları ikea Aşk Haftası kapsamında mağaza içinde aşk köşesi hazırlayarak kırmızı renkteki ürünlerini ön plana çıkartan düzenlemeler yaparak bütünsel bir tema oluşturmakta, dikkat dağıtan unsurları ortadan kaldırmakta. Aynı zamanda tüm duyulara hitap etmekte. Forum Bornova sevgililer günü satış yeri uygulamaları ile müşterilerine hediye almanın gerekliliğini ön plana çıkararak hatırlanırlığı arttırmakta ve satın alma devamlılığı açısından geribildirim almayı hedeflemekte. Harekete Geçirici Unsurlar ikea Aşk Haftası etkinliği ile mağaza içinde duygusal bir etki yaratarak belirli ürünlere yönlendirme yapmakta ve farklılaşma yaratmakta. Forum Bornova sevgililer gününde hediye almaya dikkat çekerek davranışı belirli bir gün ile bağlantılandırmakta ve duygusal bir etki yaratmakta. Yaratılan Değer İkea Aşk Haftası etkinliği ile marka ile müşterisi arasında duygusal bir bağ yaratarak, aynı zamanda da satın almaya yönlendiren katılıma isteklilik yaratmakta. Forum Bornova sevgililer günü ilanları ile satın alma davranışı açısından katılıma isteklilik yaratmakta. Kişilerarası ilişkilere Yansıması Mağaza içinde sevgililere yönelik aşk köşesi hazırlayarak birliktelikte özel anların önemini ortaya koymakta, bu doğrultuda da hediye almanın önemine gönderme yapmakta. ilişkiyi güçlendiren bir unsur olarak hediye seçiminde müşterilerine yardımcı olarak bir bağlılık yaratmakta. Sevgililer gününe özel olarak hazırladığı satış yeri uygulamaları ile hediye almayı adeta bir zorunluluk olarak hissettirmekte ve bunun sonucunda ortaya çıkabilecek kötü anlardan kaçınmak için hediye almaya yönlendirmekte. Duygusal bir etkiden yola çıkarak alışveriş ile bütünleştiren bir atmosfer yaratmakta. FORUM BORNOVA Boş zaman/ yaşam biçim Forum Bornova AVM'de Coca- Cola etkinliği Coca-Cola sevgilier gününe özel, dart tahtası oyunu ile sevgililerin hediyeler kazanmasına olanak yaratarak markalama yapmakta ve tematik bir eğlence ortamı yaratmakta. Coca-Cola etkinliği ile marka ile müşteri arasında bütünsel bir tema yaratmakta, akılda kalıcı duygusal uyarıcılarla etkiyi biçimlendirirken. dikkat dağıtan unsurları ortadan kaldırmakta ve böylece hatırlanırlığı sağlamakta. Coca- Cola etkinliği ile kazanan çiftlere Coca- Cola markasını yansıtan hediyeler (kutup ayısı, bardak vb.) vererek marka mirasını aktarmakta, markayı farklılaştırarak duygusal bir etki yaratmakta. Coca-Cola etkinliği ile müşterileri ile diyalog ortamı yaratarak duygusal bir bağ kurmakta ve katılıma isteklilik yaratmakta. Coca-Cola etkinliği ile eğlence teması sunarak hediye alışverişini eğlenceli bir davranış olarak yansıtmakta ve kişilerarası ilişkileri güçlendiren bir unsur olarak ön plana çıkarmakta. Tablo 1: Sevgililer Günü Alışveriş Merkezlerindeki Deneyim Yaratmaya Yönelik Etkinlikler

115 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı ve Bununla birlikte Forum Bornova Alışveriş Merkezi'nde özellikle kuyumculuk ve aksesuar ile ilgili mağazaların sevgililer gününe ilişkin pazarlama stratejilerinde hediye olarak tercih edilebilecek ürünlerinde indirim kampanyaları uygulandığı görülmektedir. Aynı zamanda D&R ve TeknoSA gibi eğlence ve teknoloji odaklı mağazaların da sevgililer gününe özel kampanyalar düzenledikleri belirlenmiştir. Bu mağazaların her biri sevgililer gününde hediye almanın önemini göstermekte ve belirli ürünlerini vurgulayarak hediye almayı planlayan müşterilerine alternatifler sunmaktadır. Aşağıda resim l'de söz konusu bu mağazaların Sevgililer Günü'ne ilişkin uygulamalarına ait düzenlemeler yer almaktadır. Sonuç 2010'lu yıllarda alışverişi merkezlerinin, yaşama dair birçok ihtiyacın yanı sıra temelde boş zaman geçirme ve sosyalleşme gibi ihtiyaçların karşılanması bağlamında önemli bir işlev üstlendiği gözlenmektedir. Tasarımları ve sundukları alternatif yaşam biçimleriyle adeta bir tapınak olarak ifade edilen alışveriş merkezlerinin özel günlere özgü deneyimleri Resim 1: Forum Bornova Alışveriş Merkezinde Yer Alan Mağazalardan Örnekler

116 118 iletişim : araştırmaları ön plana çıkarmaları ve böylece tüketimi güçlendiren stratejiler geliştirmeleri söz konusu olmaktadır. Özel olarak planlanmış ve stratejileri ortaya konulmuş olan bu tarz deneyimler, öncelikle tüketicilerin eğlence amacıyla alışveriş merkezlerine yönelmelerine neden olmaktadır. Bununla birlikte, bu deneyimler alışveriş merkezinin ziyaretçilerini tatmin ederse bu alanlarda daha çok vakit geçirmeleri söz konusu olmakta, bu durum da bir zincirleme reaksiyon şeklinde özel günlere ilişkin tüketim olgusunun ortaya çıkması ve satan alma eylemlerinin gerçekleşmesi ile sonuçlanabilmektedir. Etkili deneyimler yaratan, markayı tüketici algısında üst sıralarda ve özel bir tema bağlamında konumlandırmayı başarmış markaların sadece ürünleri değil, yaratılan güçlü marka algısının taşıdığı soyut değer de satın alınmaktadır. Satan alınmaya değer görülen söz konusu soyut değer, markanın taşıdığı mirastan ya da tüketicilere özel yaratılan bir deneyimden kaynaklanan güçlü marka değeridir. Bu değer ne kadar tüketici için anlamlıysa ve stratejik olarak doğru planlandıysa, o oranda satın alınmaya değer güçlü bir marka farklılığı da ortaya koymaktadır. Bir tematik park olarak tasarlanan ve adeta bir tapmak olarak algılanan alışveriş merkezleri, sadece ihtiyacın giderilmesi için gereken ürünlerin ve hizmetlerin alışverişine olanak yaratan mekânlar olarak değil, aynı zamanda kişilerin boş zaman geçirdiği, eğlendiği, o mekânda bulunmaktan dolayı bir statü kazandığı, sosyal kimliğine arta bir değer elde ettiği "sosyal bir ortam" olarak inşa edilmektedir. Alışveriş merkezlerinin bu anlamda sunduğu deneyim; kişisel olarak kendini ifade etme, beğenme/ beğenilme ifadesi ve sosyal kabul gibi işlevleri olan hediye verme ritüelinde hediyenin alındığı alışveriş merkezini de ritüelin değerini arttıran bir noktaya getirmektedir. Bundan dolayı anneler, babalar günü, yılbaşı ve sevgililer günü gibi tüm dünyaca bilinen özel günlerde alışveriş merkezlerinin ziyaretçilerine özel gerçekleştirdikleri aktiviteler, özel mekân süslemeleri ya da düzenlenen o güne özgü çeşitli etkinlikler bu alanların tüketici gözündeki değerini arttırmakta, buraların daha fazla ziyaret edilmesine neden olmaktadır. Bu durum ise satın alma sürecine katkıda bulunurken, bu alanların basit birer alışveriş mekâm olmaktan öte birer yaşam alanı olarak değerlendirilmesine de neden olmaktadır. Bununla birlikte bu

117 Yeygel Çakır, Temel Eğinli ve Okat Özdem Hediye Verme Davranışı ve özel günleri hatırlamak isteyen ve özel anların paylaşımını önemseyen kişiler için temaların hazırlanması alışveriş açısından önemli bir kolaylık yaratmakta, aynı zamanda birçok farklı alternatifin sunulması karar verme sürecinin işlerliğine hız kazandırmaktadır. Bu anlamda kişilerin söz konusu alışveriş merkezinin önemi ve değeri konusundaki algısına ilişkin bir değer elde etmesi söz konusu olabilmektedir. Ayrıca kişinin "tam bana göre, benim için" gibi ifadelerle alışveriş mekanını tanımlaması kendini özdeşleştirdiğini, bu olumlu duygu nedeni ile bağlılık hissetmesi söz konusu olabilmektedir. Kaynakça Arunthanes, VVİdboon, vd. (1994). Cross-cultural Business Gift Giving, A Ne\v Conseptualization and Theoretical Framevvork. In tern a tio n a l M a rk e tin g R ev iew 11(44): Clarke, Peter (2007). A measure for Christnıas spirit." J o u r n a l o f C o n s u m e r M a rk e tin g 2(41): Goodwin, Catlıy, vd. (1990). Gift Giving: Consumer Motivation and the Gift Purclıase Process. A dvances in C o n su m er R esearch 17: Huang, Ming-Hui ve Shihti Yu (2000). Gift in a Ronıantic Relationshi: A Survival Analysis. J o u r n a l o f C o n s u m e r P s y c h o lo g y 9(3): İbrahim, Muhammad F. ve Ng C. Wee (2002). The Importaııce of Entertainment in the Shopping Çenter Experience: Evidence from Singapore. J o u r n a l o f R w a l E sta te P o rtfo lio M a n a g e m e n t (8) 3: Kim, Seeun ve Pauline Sullivan (2005). Experiental Reta.il: Shopping in Recreation Tourism at the Venetian Resort. e-r eview o f Tourism R esearch (er TR ) 3 (6 ) : Laroche, Michel, vd. (2000). Gender differences in information searclı strategies for a Christmas gift. J o u r n a l o f C o n s u m e r M a rk e tin g 17(6): Lee, Hyun-Hvva ve Jihyun Kim (2009). Gift Shopping Behavior in a Multichannel Retail Environment, the Role of Personal Purhase Experiences. In tern a tio n a l J o u r n a l o f Retail& D istribution M anagem ent 3 (75): Odabaşı, Yavuz (1999). Tüketim K ü ltü rü : Yetin en T o p lum u n T ü k eten T o plum a D ö n ü şü m ü. İstanbul: Sistem Yayıncılık. Parsons, Adrevv G. (2002). Brand choices in gift-giving: recipieııt influence. J o u r n a l o f P roducta B ra n d M anagem ent 11 (4): Petkus Jr, E. (2004). Enhancing The Application of Experieııtial Marketing in The Arts. In tern a tio n a l J o u r n a l o f N o n p ro fıt a n d V oluntary S e c t o r M a rk e tin g (1):

118 120 iletişim: araştırmaları Polonsky, Michael Jay, vd. (2000). Motivations tor Male Gift Giviııg on Valentines Day. A N ZM A C , V isio n a ry M a r k e t in g fo r ıh e 2 l s l Ç en ttir) : F a c i n g Ihe C h a lle n g e : Roberts, Kevin (2007). M a rk a la rın Ö tesin d ek i G e le c e k L o v em a rk s. Çev: İnci Berna Kalınyazgan. İstanbul: MediaCat Kitapları. Qian, Wang, vd. (2007). Chinese Cultural Values and Gift-Giving Behavior." J o u r n a l o f C o n s u m e r M a rk e tin g 24(4): Sherry, John F. (1983). Gift Giviııg in Anthropological Perspective. J o u r n a l o f C o n s u m e r R e s e a r c h 10: Solomon. Michael R. (1983). The role of products as social stimuli: A symbolic interactionisnı perspective. J o u r n a l o f C o n s u m e r R e s e a r c h 10: Valencia, Juaıı Pablo ve Taryn Westberg (2005). Experience and the Braııd. Iondon.edu./assets/documents/facultyandresearch/Experience_and_the_Brand(l).pdf. (Erişim tarihi: ). (January 2003). Trends in Retail and Shopping Centers. L e t 's Talk B u sin ess Issue 77.

119 121 Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek Besim Yıldırım Özet Gazetecilik eğitimini, gazetecileri toplumun demokratikleşmesinde önemli bir kilometre taşı olarak görerek, düşünmek gereklidir. Bu yüzden de toplumda yaşayan bireylerin dünyayı algılamalarında önemli bir işlevi olan gazetecilerin eğitimi büyük önem taşımaktadır. Bu makalenin üzerinde durduğu nokta gazetecilik eğitimi veren fakültelerde klasik pedagoji anlayışının aşılması ve bu anlayışın yerine eleştirel ve analitik düşünce yapısı geliştirme ve demokratik gelenekleri içselleştirme zemininin hazırlandığı eleştirel pedagojik yöntemlerin belirlenmesi gerektiğidir. Bu bağlamda, çalışmada öncelikle gazetecilik eğitiminin ortaya çıkış nedenleri ana hatlarıyla özetlenerek, gazetecilik eğitiminde tartışıla gelmiş ve eğitimin niteliğini etkileyen unsurlara yer verilmiş ve bu sorunların aşılması noktasında bir yol olarak önerilen eleştirel pedagoji üzerinde durulmuştur. Anahtar kelimler: Gazetecilik eğitimi, gazetecilik, iletişim eğitimi, eleştirel pedagoji Rethinkiııg Jourııalism Eciucatioıı in Terms o f Criticnl Pedngogy Abstract Journalism education must be considered through the fact that journalits are crucial milestone for the democratization of society. Therefore education of journalits vvhose have a significant function in the vvorld perception of individuals living in a community are critically important. Main point of this article is that instead of dassical pedagogic comprehension. in journalism schools, a critical pedagogical methods that provide bases for to develop the critical and analytical thought and to internalize the democratic tradition must be set, İn this context, this article firstly is presenting the basic reasons of the egemergence of journalism education in summary and then taking up some factors which continued in the discussions about journalism education and which have influence on quality of education. Finally it is focusing on critical pedagogy that is suggested as a formula for general matters in the area. Keyvrords: Journalism education, journalism, communication education, critical pedagogical iletişim : araştırmaları (1):

120 122 iletişim: araştırmaları Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek Bu makale, 'gazetecilik eğitiminde kullanılan klasik pedagoji anlayışıyla, profesyonel gazetecilik ideolojisi iletişim eğitimi veren kumrulardaki uygulamalı dersler çerçevesinde pekiştirilmektedir' ya da 'mevcut pedagojik anlayış profesyonel statükonun daha okul yıllarında öğrencinin kullandığı dil ve uygulamalar üzerinde etkili olmasına olanak tanımaktadır' varsayımlarından yola çıkılarak kaleme alınmıştır. Gazetecilik eğitimini, gazetecileri toplumun demokratikleşmesinde önemli bir kilometre taşı olduklarından hareketle düşünmek gereklidir. Özgür ve demokratik bir toplum, öncelikle özgürlüğü ve demokratikliği içselleştiren gazetecilerden geçmektedir. Dolayısıyla gazetecilik okullarındaki pedagoji, öğrencileri özgürleştirici bağlamda yeniden yapılandırılmalıdır. Böylelikle makalenin üzerinde duracağı nokta gazetecilik eğitimi veren fakültelerde klasik pedagoji anlayışının aşılması ve bu anlayışın yerine, karşılıklı etkileşimin olduğu, diyaloga dayalı, öğrencinin eleştirel ve analitik düşünme yetisini geliştirebileceği ve kendi dili içinde çıkan toplumsal konumunu ders sırasında ortaya özgürce koyabileceği bir ortamın oluşturulmasının ileride medyayı özgürlükçü yönde dönüştürecek medya profesyonellerinin yetiştirilmesinde önemli bir adım olacağıdır. Makalenin konusunun belirlenmesinde etkili olan unsur gazetecilik eğitimi veren kurumlardaki uygulamaya yönelik derslerde, gazetecilik eğitimine sadece mesleki kaygılarla yaklaşıldığı yönündeki egemen düşüncedir. Bu durum, iletişim fakültelerinin sektörün beklentileri çerçevesinde bir işgücü ortaya çıkardığı tartışmalarının kaynağı olmaktadır. Öte yandan sektörden gelen görüşler ise, akademik kaygıların tam tersine, iletişim fakültesi mezunlarının sosyal ve mesleki beceriler bakımından

121 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 123 donanımlı olmadıkları yönündedir. Bu noktadan yola çıkıldığında makalenin önemi, iletişim/gazetecilik eğitimi veren fakültelere, özellikle uygulama derslerine yönelik, mevcut klasik pedagoji dışında eleştirel pedagoji anlayışından hareket edilen bir model öneriyor olmasıdır. Türkiye'de iletişim fakültelerinde verilen lisans düzeyindeki teoriye ve uygulamaya yönelik derslerin ağırlıklarının ve işlenme biçimlerinin müfredat içinde nasıl olması gerektiğine ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerin bir kısmı uygulamaya ağırlık verilmesi gerektiğini ifade ederken, diğer kısmı ise kuramsal derslere ağırlık verilmesinin daha yararlı olacağına inandıklarını belirtmektedirler. Ayrıca uygulamalı ve kuramsal derslerin, ders izlencesi içerisinde eşit bir biçimde dağılmasının gerektiğini ifade edenlerde vardır. Şüphesiz bu görüş ayrılıkları iletişim fakültelerinin ders müfredatının daha çok medya sektörünün talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda mı, yoksa fakültelerin kendi belirlediği hedefler ve üniversite eğitiminin gerektirdiği ahlaki sorumluluk çerçevesinde mi olması gerektiği yönündeki tartışmaları sürekli gündemde tutmuştur. Ancak ne şekilde tarhşılsa tartışılsın akademik eğitimin amacı, piyasanın ihtiyaçlarına göre işgücü yetiştirmek değil, kendi akademik düzeyine uygun donanımlı insanlar yetiştirmektir. Bu noktada makalenin üzerine gittiği temel sorun, iletişim fakültelerinde verilen eğitimin kuram ve uygulama olarak ikiye ayrılması ve bu aynmın medya endüstrisi içinde egemen olan temsil biçimlerini yeniden üretiyor olmasıdır. Kuram ve pratik ikiliğini ortadan kaldırmak için, kuramsal yaklaşımlarla beslenen eleştirel bir bakış açısının uygulamalı derslere taşınması yeterli değildir. Bu ikiliğin aşılmasında seçilecek peda

122 124 iletişim : araştırmaları gojik anlayışın önemi büyüktür. Geleneksel pedagoji anlayışında sınıf ortamında oluşan söylemsel yapılanma, eğiticinin otoriter konumu ve tek yönlü aktarıcılığı gibi olgular; eğitim kurumlarının piyasaya pratik donanımı olan işgücü sürmenin ötesine geçememelerine neden olmakta, bu durum ise güç/iktidar ilişkilerini pekiştirmektedir. Zira geleneksel pedagoji, gazetecilik pratiklerini haberin söylemsel yanından ve habercilik sürecini de toplumsal bağlamından yalıtarak salt bir meslek olarak ele almaktadır. Bu açıdan, gazetecilik eğitimi özgürleşimci ideallere yönelik olarak yeniden gözden geçirilmelidir. Öte yandan gazetecilik alanında eleştirel olduğunu vurgulayan yaklaşımları savunan akademisyenlerin de, derslerini, aslında eleştirel pedagojinin karşı olduğu, öğrencilerin isteklerinin ve konumlarının göz ardı edildiği ve metaforik anlamıyla öğrencilerin içlerinin bilgiyle doldurulduğu 'bankacı eğitim modeli'yle yapılandırdıklarını söylemek mümkündür. Oysa öğrenci eleştirel pedagoji açısından bilgi aktarılacak bir nesne olarak değil, katılımcı ve etkileşime girilecek bir özne olarak değerlendirilir (İLEF Rapor, 2007: 21). Bu çelişkili durumun giderilmesi açısından da eleştirel pedagojik yöntemin benimsenmesi önem taşımaktadır. Çalışma, iletişim eğitimin baskın paradigmaların etkisinden kurtulması bağlamında tartışmayı amaçlayan ve sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden faydalanarak oluşturulmuş niteliksel bir değerlendirmedir. Sosyal bilimlerdeki her araştırmada olduğu gibi bu araştırmada da bütüncül bir bakışın oluşturulabilmesi için konu tarihsel ve güncel bağlamda; gazetecilik eğitiminin temelleri ve gelişim koşulları, hangi sosyal gereksinimlerden kaynaklandığı, gazetecilik eğitiminde zamanla ortaya çıkan sorunlar, medya endüstriyle ilişkileri ve tüm bunların şekillendirdiği eğitim modelinin ortaya çıkardığı mezun profili gibi konular ilgili literatürde belirli bir öneme sahip akademik çalışmalardan yararlanılarak oluşturulmuştur. Makalenin ilk kısmında gazetecilik eğitiminin ortaya çıkış nedenleri ana hatlarıyla özetlenmiş, ikinci kısımda iletişim eğitiminde tartışıla gelmiş ve eğitimin niteliğini etkileyen unsurlara yer verilmiştir. Burada ayrıca gazetecilik eğitimindeki sorunların aşılması noktasında bir yol olarak önerilen eleştirel pedagoji üzerinde durulmuş ve bir takım öneriler sunulmuştur.

123 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 125 Gazetecilik eğitiminin temelleri ve gerekliliği Genel olarak gazetecilik eğitiminin amacı iş pratiklerinde toplumsal sorumluluk taşıyan nitelikli gazeteciler yetiştirmek ve üretilen enformasyon kalitesini arttırmak şeklinde ifade edilebilir. Özellikle, toplumda yaşayan bireylerin dünyayı algılamalarında önemli bir işlevi olan gazetecilerin eğitimi büyük önem taşımaktadır. Kamusal alanın demokratikleştirilmesi yönünde toplumun dönüştürülmesine ön ayak olacak, iletişim ve haberleşme özgürlüğünü tesis edecek gazetecilerin yetiştirilmesi, alana yönelik eğitimin önemini arttırmıştır. Bu yönüyle gazetecilik okullarının toplumun demokratikleşmesi yönünde önemli bir işlevi vardır. UNESCO, gelişmekte olan ve demokrasisi yeni gelişen ülkeler için hazırladığı müfredat modelinde gazetecilik okullarında ülkelerinin demokrasisinin gelişmesini destekleyecek, gazetecilerin kişisel ve profesyonel yönlerini, becerilerinin gelişimini sağlayacak derslerin yer almasını önermiştir (UNESCO, 2007: 5). Üniversite düzeyinde gazetecilik eğitiminin başlaması bazı etkenlerin oluşturduğu itici güçle gerçekleşmiştir.119. yüzyılın başlarından itibaren çözülmeye başlayan bilimdeki hiyerarşik yapılanma sonucunda felsefe fakültesi içinde bulunan çeşitli sosyal bilim dalları ayrılarak, kendi yapılanmaları içinde ayrı birer bilim dalı olmuşlardır. Ayrıca kapitalist ekonominin oluşumu, kamuoyunun ve basının önem kazanması, basının bir sektör olarak ortaya çıkışı ve hızlı büyümesiyle birlikte alana yönelik pratik eğitim kaygısı gibi unsurlar iletişim biliminin ortaya çıkması ve gazetecilik okullarının kurulması için gerekli toplumsal çerçeveyi oluşturmuştur (Alver, 2007: 12-13). İletişim/gazetecilik eğitimi dünyanın her tarafında medya içeriğinin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla yola çıkmıştır. Buna ek olarak gazetecilik eğitimi üçüncü dünya ülkelerinde demokratik geleneğin yerleşmesi misyonunu taşımıştır. Gazetecilik eğitimi genel itibariyle gazeteciliğe hazırlık dönemi ve mesleği düzeltici bir süreç olarak görülmekle bir- 1 Üniversite düzeyinde gazetecilik eğitimi YVillard G. Bleyer tarafından 1905'de Amerika YVisconsin Üniversitesı'nde ortaya çıkmış ve girişimin etkisiyle de ilk ayrı gazetecilik okulu, 1908'de gazete sahibi YValter YYilliams'ın dekanlığında kurulan Missouri Üniversitesi Gazetecilik Okulu olmuştur (Adam, 2001: 320; Hachten, 2005:159; Medsger, 2005: 206). Türkiye'de üniversite düzeyinde ilk gazetecilik eğitimine ise 1950 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü'nde; 1965'te ise Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nin önerisi ve UNESCO'nun desteğiyle Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda başlanmıştır (Abadan-Unat, 1972:76; Tokgöz, 1975:118; Tokgöz, 2006:2, Altun, 1995:109).

124 126 iletişim: araştırmaları likte, demokrasi dışı yönetilen ülkeler açısından gazetecilik eğitiminin mevcut sistemin propagandasını yapan kamu görevlisi yetiştirmek amacıyla yapılandırıldığını söylemek mümkündür (Beate, 2009). Diğer yandan gazetecilik okullarının ve yüksekokulların kurulmasında bilimsel etkenlerin yanında basının endüstri haline gelmesine bağlı olarak sürekli artan nitelikli işgücü talebi etkili olmuştur. Zira bir meslek olarak nitelendirilen tüm alanlarda çalışacakların, o mesleğin gereklerini yerine getirebilmeleri için özel bir eğitime gerek duydukları kabul görmektedir. Bu nedenle gazetecilik eğitimi de iletişim alanının önemli konularından biridir. Buna göre gazetecilik pratik ve uygulamalarında etik, bilgi, entelektüellik ve olaylara karşı derin bir bakış açısının eksikliği hissedildiği için üniversite düzeyinde gazetecilik eğitiminin gerekliliği kendini göstermiştir. Ayrıca basın da daha nitelikli personele ihtiyaç duymuş ve bu yolla saygınlığını artırmayı hedeflemiştir. Bunun yanında basma yurttaşlık ve politika açısından sorumluluk yüklenmesi ve modern toplumda basının bu anlamda önemli bir yere sahip olması gazetecilik enstitülerinin ve yüksek okullarının kurulması konusunda önemli mihenk taşlarıdır (Hachten, 2005: 159). Gazeteleri ticari kimliklerinden ve siyasi faktörlerden ayırmanın mümkün olmadığını belirten Hallin (1997: ) ise, üniversite temelli bir gazetecilik eğitiminin gazetecilerin profesyonel kimliğini ticari amaç güden baskılardan ve siyasi odaklardan koruma noktasında belli miktarda süzgeç görevi üstlendiğini vurgulamıştır. Yayıncıların ve basın kuruluşlarının saygınlık kazanma konusunda daha nitelikli personel çalıştırma istekleri, gazetecilik okullannı maddi yönden desteklemelerini doğurmuş, hatta bu okulların müfredat biçimleri, bilgi yapıları, araşürma metotları ve bölümleri tarihsel olarak sektörün ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir. Bu durum da zaman içinde akademik dünyanın basın endüstrisi tarafından araçsallaştırıldığı ve akademinin sektöre iş gücü yetiştirdiği tartışmalarının kaynağı olmuştur. Bu sebepten dolayı birçok Batı Avrupa ülkesinde gazetecilik; tarih, siyaset, hukuk, iktisat ya da işletme gibi önceki lisans çalışmalarına ek olarak verilen lisansüstü eğitim alanı olmuştur (Fröchlich ve Holtz-Bacha, 2003: ). Gazetecilik eğitiminin talep oranı yüksektir. VVeaver (1998: 459) 21 ülkede gazetecilerin eğitim durumlarım belirlemeye yönelik olarak yaptığı araştırmasında gazetecilerin yüzde 40'ının önlisans diplomasına sahip

125 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 127 olduğunu ortaya koymuştur. Daha yakın tarihlerde 30 yaş ve altındaki gazetecilere bakıldığında büyük bir kısmının iletişim/gazetecilik lisans mezunu olduğu görülmektedir (Deuze ve Dimoudi, 2002: 87). Türkiye'de ise, medyada çalışanların eğitim düzeylerine ilişkin sağlıklı veriler olmamakla birlikte, Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdür- lüğü'nün (BYEGM) verilerinden hareketle san basın kartı sahiplerinin eğitim durumlarından yola çıkarak bir tespitte bulunulabilir tarihli BYEGM verilerine göre Türkiye'de toplam 9 bin 832 basın kartı sahibi gazeteci bulunmaktadır. Bunlann 6 bin 793'ü (%69) yüksek öğretim, 2 bin 367'si (%24) ortaöğretim ve 672'siz (%7) ise ilköğretim mezunudur. Ancak BYEGM kayıtlannda eğitim düzeyine ilişkin verilerin bölüm ve fakülte türlerine göre kategorize edilmemiş olması eğitim düzeyinin türüne ilişkin verilerin eksikliğine yol açmaktadır. Diğer taraftan basın kartı sahiplerinin medyadaki mevcut çalışanların tamamını temsil etiğini düşünmek yanlış olacaktır. Çünkü endüstride yer alanların sayısal olarak çoğunluğunun basın karta olmayan hatta iş ve sosyal güvenceden yoksun olarak çalışanlar (Altun, 2005: 78) olduğu düşünüldüğünde sektördeki yükseköğretim mezunu çalışanların oram daha da artacaktır3. Ayrıca sadece sarı basın kartı sahibi gazetecilerin eğitim düzeylerine ilişkin yapılan bir başka değerlendirmeye göre mevcut çalışanların sadece yüzde 25,6'smı iletişim fakültelerinden mezun olanlar oluşturmaktadır (Kaya, 2005: 69). Bu açıdan Türk medya sektöründe yüksek öğretim mezunları arasındaki iletişim fakültesi mezunu oranına ilişkin sağlam veriler bulunmamaktadır.4 Ancak yine de yüksek öğretim mezunu gazetecilerin oranının fazla olma- 2 Bu savının hemen hemen tamamı yerel medya çalışanlarını kapsamakla birlikte, içinde genelde sarı basın kartını bir prestij ve gündelik yaşamında bir avantaj olarak kullanan yerel medya sahipleri ya da yakın akrabaları da vardır (Tokgöz, 2001; Girgin, 1997 ve Yıldırım, 2003). 3 Fakat burada yerel ve yaygın medyada çalışanların eğitim durumları bakımından, yerel medyada çalışanların eğitim durumlarının ilk ve orta düzeyde yoğunlaşması, yaygın medyada yüksek ögretirh mezunu oranının artması yukarıda oranın değilse bile yaygın ve yerle medyanın istihdamındaki eğitim durumlarının değişmeyeceğini göstermektedir. Zira yaygın basında çalışan ve sosyal güvenceden yoksun, basın kartı olmayan üniversite mezunu genç nüfusun fazlalığı ve her geçen yıl iletişim fakültelerinden mezun olanların oranına göre artması dikkate alındığında yaygın basındaki üniversite mezunu işgücü fazlalığı normaldir. 4 Genelde medya çalışanlarının sayısı, konumu, eğitim seviyeleri, iş ve sosyal güvence durumları gibi genel görünümlerini ortaya çıkaracak güncel ve sistematik verileri elde etmenin bu alanda yapılan çalışmaların azlığı noktasında kendisini göstermiştir. Medya kuruluşların bu verilere ilişkin bilgileri almanın zorluğu yanı sıra konu hakkında bilgi toplamanın diğer bir zor tarafı B.B.Y.E.G.M'nün veri toplama sistemindeki eksiklikler ve güncellenmemesidir.

126 128 iletişim : araştırmaları sı ve her geçen yıl artması gazetecilik eğitimine yönelik talebin ve gerekliliğin göstergesi sayılabilir. Özellikle 1970'lerden sonra iletişim endüstrisinin yükselişi sektörün ihtiyaçlarına yönelik istihdam olanaklarının artmasına yol açmış, bu durum da bütün dünyada iletişim eğitimi ile ilgili akademik kurumların sayısının artmasını tetiklemiştir. Öte yandan bilhassa Birmingham Kültürel Çalışmalar Okulu gibi Kıta Avrupa'sı geleneğine bağlı sosyal bilimcilerin, yükselen iletişim endüstrileri ile birlikte ortaya çıkan yeni iletişim biçimlerini sorgulamaya ilişkin eleştirel çalışmalarının bir akademik eğilim olarak biçimlenmesi, iletişim eğitimi alanında Amerikan hegemonyasını belli ölçüde kırmıştır (Mutlu, 1997). Ancak zamanla yeni ve farklı alanların çoğullaşması, eleştirel düşüncenin bütüncül bakış açısının altını oyan bir gelişme olarak iletişim çalışmalarında verimsizleşmeye yol açtığı, eklektisizm ve spekülatif bir çalışma anlayışının yaygınlaşmasına neden olduğu söylenebilir (1997). Şüphesiz bu durumun oluşturduğu parçalanmışlık eğitim müfredatlarına ve hatta ders içeriklerine yansıyarak toplumbilimin çekirdek alanlarına yabancılaşmış, birbiriyle ilgisiz, asimetrik, dersler topluluğu iletişim/gazetecilik eğitiminin kronik sorunu haline gelmiştir (VVeaver, 2006: 13; Carey, 2000: 13-22; İLEF Rapor, 2007: 18). Gazetecilik Eğitiminin Açmazları5 Kuram mı Pratik mi? i yıllardan itibaren yükselen bir endüstri alanı haline gelen iletişim sektöründe günümüzde ilgili alt ve yan sektörlerle iş alanları çeşitlenerek, bu iş alanları arasındaki geçişkenlikler artmıştır. İletişim endüstrisinin son dönemdeki mülkiyet, organizasyon, istihdam yapısının radikal biçimde dönüşümü, alana ilişkin iki temel sorunu ortaya çıkarmıştır. Bunlar; 1. Sektörler arasındaki geçişkenliklerin artmasına bağlı olarak geleneksel ayrımların bu alana özgü eğitim/öğretim ve araştırma 5 Gazetecilik eğitiminde öğrenci seçme sınavından, eğitimci nitelikleri, fakültelerin teknik ve fiziki altyapı eksikliklerine kadar geniş bir yelpazede ifade edilebilecek problemler vardır. Ancak burada, makalenin ele aldığı konunun sınırlılıkları itibariyle, gazetecilik eğitimindeki açmazlar sadece kurum-pratik ve sektör-akademi gerginliği çerçevesinde ele alınmıştır.

127 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 129 faaliyetlerinde de işlevini yitirmesi ve böylece mevcut akademik disipliner çerçevelerin yetersiz kalması. 2. Sektördeki dönüşümle birlikte istihdam biçimlerinin farklılaşmasının, iletişim eğitimini yeniden biçimlendirilmesini/inşasını gerektirmesi (İLEF Rapor, 2007: 18). Gazetecilik eğitimin verildiği iletişim fakültelerinin ortaya çıkması, eğitim mantığı ve bölümlendirmelerin gelişmesinde yaşanan sorunlar genel olarak 'iletişim olgusu ve onunla ilgili çeşitli kavramlaşürma biçimlerini gelişimi (epistemolojik ayrımlar) ve iletişim endüstrisinin mevcut istihdam yapısı' (İLEF Rapor, 2007: 19) ile ilgili olduğu söylenebilir. Genel olarak davranışçı okulun deneyci yaklaşımını temel alan Amerikan iletişim eğitimi modeli, 1940'lı yıllardan itibaren, çeşitli revizyonlara uğrasa da radikal bir değişimi içermeyen etki paradigmasının belirlenimi altında gelişmiş ve bölümlendirmenin mantığı da bu epistemolojik sınırlar içinde şekillenmiştir. Öyle ki iletişim/gazetecilik okullarının bölümlendirmeleri ve eğitim programlarını, iletişimi iletişim araçlarına, teknolojiye ve kurumsal hizmetlere indirgeyen bir anlayışla kitle iletişim araçları ve meslek esaslarına göre kurması meslek-akademi, kuram-pratik ayrımlarının temelini oluşturmuştur (Özbek, 1992). Zaman içerisinde kuram pratik karşıtlığıyla temsil edilen bu durum, gazetecilik eğitiminde yapılaşmış sorunlan ve çözümsüzlüğü beraberinde getirmiştir. Bu perspektif çerçevesinde ortaya çıkan müfredatlar pek çok noktada tarihsel anlayıştan, eleştirellikten ve bireysel bilinçten yoksun hale gelmiştir (Carey, 2000: 13). Bu durum, hem Amerika'da hem de Anglo Amerikan modelinin etkin olduğu ülkelerdeki iletişim/gazetecilik okullarındaki ikili yapının oluşmasına neden olmuştur. Amerikan pragmatizminin bu alandaki eğitim modelleri üzerinde baskılayıcı rolü (Curran, 2005: VI) olmasının en önemli nedeni Afrika, Asya, Ortadoğu ve hatta Avrupa'da birçok ülkenin hatırı sayılır gazetecilik eğitimcilerinin Amerika'daki üniversitelerde eğitimi görmeleridir (Lo, 2006: 180). Zaman içinde bu baskınlıktan rahatsız olan kimi eleştirel akademisyenler müfredatta yeni açılımlar, radikal değişimler oluşturma çabası içine girmişlerdir. Bu bağlamda Curran (2006) iletişim müfredatında medya tarihinin, iletişim eğitimcileri ve araştırmacıları tarafından giderek ihmal edildiğini belirterek, liberal, feminist, popülist, liber-

128 130 iletişim : araştırmaları teryan, antropolojik, radikal görüş şeklinde ifade edilen altı anlatıyı kapsayıcı bir yaklaşımla iletişim/gazetecilik müfredatlarına bütünleştirmesi gerektiğini ifade etmiştir. Mutlu ise (1998), iletişim fakültelerinin müfredatında görülen "parçalanma" sorununu, bilimsel bir disiplin olarak iletişimin kuramsal temellerindeki yetersizliğine bağlamaktadır. Gazetecilik eğitimine ilişkin olarak bir tarafta mesleki pratiklerin daha yoğun bir şekilde verilmesi gerektiğine inanan bir kesim, diğer tarafta ise gazetecilik öğrencilerinin felsefi bir temelde, daha çok düşünce yapılarını güçlendirmeyi; dünyayı anlayabilmelerini, sorgulayabilmelerini ve eleştirel bakabilmelerini sağlayacak teorik yönün ağırlıkta olduğu bir eğitimi savunan akademisyenler vardır. Bu görüşlerin dışında profesyonel pratik eğitime paralel bir şekilde gazetecilikle ilgili becerileri destekleyecek olan tarih, politika, ekonomi, dış ilişkiler ve felsefe gibi derslerinde verilmesi gerektiğini savunanlar da bulunmaktadır. Mesleki eğitimin gerekli olduğuna inananlar da kendi içinde "nasıl bir gazetecilik eğitimi" yapılması gerektiği konusunda ikiye bölünmüş durumdadırlar. Bir tarafta gazeteciliğin zanaat yönü olduğundan hareketle bir takım tekniklerin ve pratik becerilerin öğretilmesinin önemli olduğu mesleki bir eğitimi savunanlar yer almaktadır. Diğer tarafta ise gazeteciliğin dünyayı anlama ve yorumlama işi olduğundan hareketle genel formasyona yönelik, kuramsal bilgilerle, sorgulayıcı ve eleştirel düşünceyi ön plana çıkaran bir akademik eğitimi savunanlar bulunmaktadır. Bu yüzden de iletişim/gazetecilik eğitimi iletişimin disiplinlerarası bir çalışma alanı olduğundan, çok farklı kaynaklardan beslenen bir teorik araka planla desteklenmesi gerekmektedir (Mutlu, 1994; Kejanlıoğlu, 1995). Genel-kuramsal eğitim ile mesleki-pratik arasında nasıl bir denge kurulacağı en tartışmalı konulardan biridir. ABD'de gazetecilik ve kitle iletişimi eğitim kurumlarının yeterliliklerine onay veren Gazetecilik ve Kitle İletişimi Eğitimi Akreditasyon Konseyi'nin (Accrediting Council on Edııcation in Journalism and Mass Commıınication: ACEJMC) genel eğitim ile mesleki eğitim için %75 genel %25 mesleki eğitim şeklinde bir oran belirlemiş ancak bu oran neyin genel neyin mesleki olduğu tartışmalarıyla eleştirilmiş, daha sonra 1985 yılında getirilen 90/65 kuralı ise 1992 ve 1993 yıllarında yeniden gözden geçirilmek durumunda kalınmıştır. Buna göre,

129 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek saatlik bir eğitim programının 90 saati medya dışı derslere ayrılacaktır. Bu 90 saatin ise en az 65 saati tipik olarak libernl arts diye adlandırılan medya dışı derslerden oluşmalıdır. Bazı eğitim kurumlannın, bir kısım medya derslerinin aslında genel (liberal) dersler arasında sayılması gerektiği yönündeki itirazları ise, ancak 90 saatlik medya dışı ders kapsamında değerlendirilebilecektir. Amerika'da (Glasser, 1992; Reese ve Cohen, 2001), Hollanda'da (Deuze, 2001) ve Afrika'da (Ogundimu 1990; Rhoodie, 1995) gazetecilik eğitimini ele alan araştırmacılar gazetecilik programlannda teori ve pratiğin bütünleşmesinin faydalı olacağını savunurken İngiltere'de (Herbert, 2000) ve Amerika'da (Medsger, 1996) bazı yazarlar tercihen medya endüstrisi tarafından desteklenen, daha profesyonel ve mesleki bir odaktaki gazetecilik eğitiminin daha iyi olacağını ifade etmişlerdir. Sadece mesleki eğitime odaklanmayı savunanların yanı sıra gazetecilik eğitimindeki müfredatı en çekişmeli ve sorunlu konular haline getirerek (Morgan, 2000: 4), gazetecilik öğrencilerinin daha geniş bir çalışma programını izlemeleri gerektiğini savunanlar da vardır (Skinner vd.:, 2001: 341). Öte yandan, dünya çapında gazetecilik eğitiminde tartışılan kurampratik dengesi, alana ilişkin eğitim veren okulların öğretim metotları ve pedagojilerinde de farklılıkların oluşmasına yol açmıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, gazetecilik eğitiminin, sertifika programlarından verilebileceği ya da ikinci bir lisans eğitimi olarak gerçekleşmesi gibi somut örnekler ortaya çıkmıştır (Reese ve Cohen, 2001). Avrupa'daki birçok yeni gazetecilik eğitim kurumunda ağırlıklı olarak böyle yaklaşım izlenmektedir (Medsger, 1998: 56). Bunun önemli bir nedeni olarak, bu yeni eğitim kurumlannın genelde kamu üniversitelerinin dışında özel sektör tarafından finanse edilmesi gösterilebilir. Bu gelişmelere paralel olarak bir tarafta bu yaklaşımı benimseyen ve eğitim politikalarının istihdam kaynaklarına göre yapılandırması gerektiğini düşünen bir kesim, diğer tarafta ise tüm bu olanların, üniversitelerdeki araştırmaları giderek eğitimden kopardığım ve üniversiteleri büyük oranda uygulamalı doğa bilimlerinin ve daha küçük oranda uygulamalı sosyal bilimlerin tahakkümünde, pazar ekonomisine hizmet eden kurumlar haline dönüştürdüğünü savunan diğer bir kesim oluşmuştur.

130 132 iletişim : araştırmaları "Üniversite, sermayeye işgücü olacak öğrenciler mi yetiştirmelidir?" gibi sorularla bu tartışmalar alevlenmiş, eğitim programlan ve öğrencilerde adeta kör dövüşü haline dönüşmüş böylesi bir ortamda sıkışıp kalmışlardır. Dennis (1988: 4), bu tartışmayı sağırlar diyaloguna benzetmekte ve tartışmanın bu haliyle ne akademi ne de medya endüstrisi için bir faydası olmayacağını ifade etmektedir. Gaunt, (1992: 124) profesyoneller ve gazetecilik akademisyenleri arasındaki bu uyuşmazlığı nedenlerini Latin Amerika örneğinde ele almış ve bu durumun en önemli sebebi olarak endüstri içerisindeki statükoyu göstermiştir. Buna göre profesyonellerin gazeteciliği sadece 'usta gazetecilerin' yaptıklarını içselleştirerek öğrenebileceği görüşü akademi ve meslek uygulayıcıları arasındaki bağı zayıflatmaktadır. Bunun yanında akademisyenler ve fakülte yöneticileri arasında eğitim müfredatların mesleki derslerle eklenmesinin, programların entelektüel düzeyinin sorgulamaya açık hale getireceği düşüncesinin yaygınlık göstermesi de akademi ve endüstri arasındaki çaüşmanın nedenleri arasında yer almaktadır. Teori/pratik, özel/kamu, sanayi/okul gibi keskin ikilemler gazetecilik eğitiminin verildiği iletişim fakültelerinin karşı karşıya kaldıkları sorunları tartışmada gerçek tercihleri yansıtmamaktadır. Ayrıca gazetecilik eğitimini tartışırken bu tür ikilemlere yönelmenin, geliştirilecek eğitim anlayışı açısından uzun dönemli verimli sonuçlar doğuracağını beklemek de yanlış olacaktır. Bu ikilemlerdeki temel mantık bir tarafın göz ardı edildiğinde ya da dengelendiğinde daha nitelikli eğitim yapılacağı öncülüne dayandırmaktadır ki, bu da özü kaçırmak anlamına gelmektedir. Akademisyenlerin gazetecilik eğitiminde öncelikli olarak "teori mi pratik mi/uygulama mı kuram mı?" gibi bir soru etrafında tartışma eğilimlerinin, sorunun özünü kavramaktan çok uzak olduğu söylenebilir. Dünyada ve Türkiye'deki medya ortamı göz önüne alındığında teori/ kuram ya da pratik/uygulama arasında bir seçimi ima eden bu tartışmaların alandaki eğitime ilişkin sorunları daha da belirginleştirdiği kesindir (Dağtaş, 2003; Arık, 2007). Öteden beri devam eden bu tartışmalarda belli bir görüşün haklılığını ispatlamaya çalışmanın geliştirilecek eğitim anlayışı açısından verimli sonuçlar doğuracağını ummak yerine, gazetecilik eğitimi veren akademik birimlerin neyi hedeflediklerinin ortaya konulmasının ardından eğitim anlayışlarının, müfredatlarının ve pedagojik yön

131 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 133 temlerinin bu hedefle ne ölçüde uyuşup uyuşmadığının belirlenmesi daha anlamlı olacaktır. Ayrıca hedeflerle uygulanan eğitim modeli arasında ciddi bir uyuşmazlık varsa, bunun nasıl ortadan kaldırılabileceği konusunda çaba harcanması çok daha mantıklı görünmektedir (İLEF Rapor, 2007:10). Kısaca gazetecilik eğitiminde, kuram ve pratik algılayışı, medya içinde eleştirel ve analitik profesyonel pratiklerin yerleştirilebilmesi açısından, bir 'tercih sorunu' olarak değil de bir 'denge sorunu' olarak şekillendirilmeli ve buna göre politikalar geliştirilmelidir. Fayda getirmeyen bu tartışmalar gazetecilik eğitim ve öğretimi alanındaki derin bir bilgi birikiminin eksikliğinin doğrudan bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Burada asıl önemli olan artık eskiyen ve hiçbir faydası olmayan teori mi, pratik mi tartışmasının dışına çıkarak gazeteciliği ve gazetecilik eğitimini yeni gelişmeler bağlamında yeniden ele almaktır. Sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik bir faaliyet olan gazetecilik mesleği uygulamalannda pratik ile teori arasında net bir ayrım yapmak imkânsızdır. Bu yüzden gazetecilik eğitiminde de teorinin nerede durup, pratiğin nerede başlayacağının ayrımını yapmaya çalışmak gereksiz bir gayretin ürünüdür. Örneğin gazeteciliğin en temel pratiği olan haber ve bilgi toplama işinin belli bir teorik bilgi bağlamına oturtmadan yapılaması anlamsız olacaktır (Kovach ve Rosenstiel, 2001: 86). Ya da Özbek'in (1992) de belirttiği gibi gazetecilik eğitiminde mesleğe yönelik teknik donanımların kullanılmasının ve pratiklerin nasıl yapılması sadece teknik bilgiye indirgenemez. Çünkü teknik kullanımın anlamlı olabilmesi için güçlü bir sosyal ve iletişimsel bilgi birikimi gereklidir. Bu noktada gazetecilik eğitimindeki teori ve pratik eğitimin ayrılmazlığı önem kazanmaktadır. Teorik bilgiye ek olarak bu bilgiyi meslek uygulamaları içinde etkinleştirebilecek meslek eğitimi gerekmektedir. Gazetecilik programlarının tartışılan diğer bir unsuru ise medyanın ve gazetecinin işlevinin müfredatta hangi anlayış çerçevesinde oluşturulduğudur. Bu durum genelde ülkelerin siyasi yapısıyla açıklanmaktadır. Bu bağlamda Beate (2009) gazetecilik eğitimin çerçevelendiği iki olgudan birinin sadakat, diğerinin nesnellik ideolojisi olduğunu vurgulamaktadır. Amerika'daki gazetecilik ders kitaplarına ilişkin yapılan bir incelemede (Brennen, 2000) ders kitaplarının büyük çoğunluğunun aynı ideolojik perspektiften gazeteciliğin uygulama alanına yön verdiği sonucu çıkmış

132 134 iletişim : araştırmaları tır. Öyle ki bu kitapların tümünde gazeteci, devlet erkleri arasındaki gerekli kontrolü sağlayan "dördüncü güç" çalışanı olarak sabitlenmiştir (110). Ne var ki, bunun statükoyu koruduğu üzerinde pek az durulmuştur. Gazetecilerden beklenen şey bağlılık, politik ve ideolojik sadakatin de ötesinde, çalıştıkları televizyon kanalının veya gazetenin savunduğu fikirleri göz önünde bulundurarak konsensüs oluşturmada beceri sahibi olmaktır (Ettema ve Glasser, 1998). Bu bağlamda profesyonel gazeteci olmamn gerekliliği gazetenin yönetiminde söz sahibi kişilerin veya doğrudan kontrol sağlayan bir parti veya kişinin çıkarlarına ters düşecek pratiklerden uzak durmaktır (Mancini, 2003: 97). Gazeteciliğin ve dolayısıyla gazetecilik eğitiminin demokrasi dışı güç ve odaklar açısından araçsallaştırılması, bugün de varyasyonlar halinde birçok ülkede kendini göstermektedir. Böylesi bir durumda kuram-pratik ayrımın ortadan kalkması durumunda bile sorunlu bir hal alacağını söylemek mümkündür. Öyle ki bir yanda eleştirel bir tavrı özendiren, öneren bir bilgi, diğer tarafta profesyonel ideolojinin dayattığı aktarma ve sadakat kültürü burada kaçınılmaz bir gerginliğe yol açmaktadır. Gazetecilik uygulamalarındaki kalite sektördeki çeşitli yapısal bileşenler, sosyal gerçekliğe uygun konuların incelenmesi, uygun araştırma tekniklerin kullanılması, haber ve bilgilerin okuyucunun ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir ileti formunda sunulması gibi etkenlerin yanında iyi bir öğrenim ve meslek eğitimi ile mümkün olabilmektedir. Bu yüzdendir ki gazetecilik pratikleriyle bu pratiklerin gerçekleştirilmesindeki zihinsel süreç; olayların çok boyutlu bir şekilde sorgulayıcı, analitik düzlemde değerlendirebilmesi, toplumsal ve tarihsel bağlama oturtulması, kullanılan donanımın bu yönde verimli bir şekilde kullanılabilmesi açısından teori ile pratik birbirinden ayrılamaz. îşte bu noktada iletişimsel ve sosyal yetkinliğe sahip mezunlar yetiştirebilmek için gazetecilik eğitiminin üniversite temelli verilmesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Kamusal alanın dönüştürülmesi, ifade alammn genişletilmesi ve nihayetinde toplumun demokratikleştirilmesi bağlamında üniversite ortamında verilen ve teorikuram ayrımını aşmış bir gazetecilik eğitimi şattır. Sektör-Akademi Gerginliği Kuram-pratik ayrımını katmerleştiren nedenlerden en önemlisi akademi ve sektör arasındaki gerilimdir. Gazetecilik programlarındaki bu

133 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 135 dağılım çoğu kez sektörle akademi arasında gerilime neden olmuştur. Müfredatlarını teorik bir perspektifle yapılandıran okullar profesyoneller tarafından öğrencileri meslekten uzaklaştırdığı ya da mesleğe yeterince hazırlamadığından dolayı; eğitim modellerini mesleki pratik ve uygulamalar çerçevesinde inşa eden eğitim kurumlan ise akademisyenler tarafından öğrencilerin yeterince eleştirel ve gözlemci reflekslerinin gelişmeden piyasaya sürüldüğü gerekçesiyle eleştirilmektedir (Fedler vd., 1998: 6-7; Morgan, 1999: 70). Bu durum gazetecilik eğitimini baştan beri süregelen bir gerilimin içine sokmuş, eğitim programlarının sektör ve akademi arasındaki tek boyutlu tarbşmalar arasında bir tarafı memnun etmeye ya da bir tarafın haklılığına dayanan bir anlayışla dengesiz biçimde oluşturulmasına neden olmuştur (Servaes, 2009: 372). Ancak son yıllarda istihdam sorunun artması ve sektörden gelen eleştirilerin etkisiyle bazı okullarda -özellikle vakıf üniversiteleri/özel üniversitelerde- gazetecilik eğitimi alanında meslek uygulamaları ve profesyonelleşme anlamında öğrencileri meslek hayaüna hazırlayacak alanlara ağırlık verilmeye başlanmıştır. Bu çerçevede özellikle Amerika ve Avrupa'da bizzat medya kuruluşları tarafından başlatılan ya da medya gruplarından maddi destek alan gazetecilik programları görülmektedir (Deuze: 2006: 20). Hatta okulların programlarının web üzerindeki tamücı yazılarında kurs sonrası alanda yerleşmelerinin ne kadar büyük ihtimal olduğu ifade edilmektedirler. Ayrıca bazı okullar bu konuda doğrudan endüstri ile birlikte çalıştıklarını ifade etmektedirler. Üniversitelerin bulundukları şehirlerdeki yerel medya kuruluşlarıyla bir nevi atölye anlaşması yaparak öğrencilerin ürettikleri ürünlerle gerçek bir yayın kuruluşu, gerçek izleyicileri karşısına geçmiş olarak gerçek profesyonelliğe adım atacakları belirtilmiştir. Öte yandan birçok araştırmacı da gazetecilik eğitiminin sektörle belli bir mesafe koyularak yapılandırılmasının daha iyi olacağı görünüşü paylaşmıştır (Adam, 2001; Reese ve Cohen, 2001; Skinner vd., 2001; Bacon, 1999; de Burgh, 2003; Deuze, 2006). Ayrıca yüksek lisans düzeyinde gazetecilik eğitimi veren sayılı üniversitelerden birisi olan New York'taki Columbia Üniversitesi öğretim tekniklerine ya da bilgisine ilişkin tartışmaların nasıl çözümlenmesi gerektiği konusunu okul için yapılan yeni

134 136 iletişim : araştırmaları vizyon arayışı çerçevesinde halka açık bir araştırmada ortaya konmuştur. Bu bağlamda Nisan 2003'te Columbia Üniversitesi Rektörü Lee Bollinger üniversitenin yeni vizyonunu açıklamıştır. Buna göre: ideal bir üniversite bünyesinde bulunan ideal bir gazetecilik okulu her zaman mesleğin kendisinden belli bir uzaklıkta durmalıdır. Gazeteciliğin kendisi gibi gazetecilik eğitimi veren okullar da mesleğe ve dünyaya bakış açılarında bağımsız bir tutum sergilemelidirler. Bunlar mesleğin olduğu kadar alana ilişkin eğitim veren okulların da olmazsa olmaz ölçütleridir. Zira akademik ortamda geliştirilen düşünce tutumları profesyonel hayatın bazı noktalarına vurgu yaparak mesleğin çarpıklarını gidermeye yönelik bir amaç gütmelidir. Bu eleştirilere katılmakla birlikte, üniversite eğitiminin dünyadaki değişim ve gelişmeleri dikkate alarak yeni eğitim politikalan ve buna bağlı olarak müfredat geliştirme gerekliliğinin de göz önüne alınması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki herhangi bir eğitim alanının, ele alınan konu itibariyle özellikle de gazetecilik eğitiminin en önemli boyutlarından birisi de mezun olan öğrencilerin iş yaşamına başlayacağı medya endüstrisidir. Dolayısıyla gazetecilik eğitimine yönelik düzenlemelerde sektörün görüşleri önem kazanmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde kuram-pratik tartışmasının ürünlerinden olan sektör-akademi karşıtlığı da gazetecilik eğitiminin sağlam bir zemine oturması açısından engel teşkil ettiğini söylemek mümkündür. Medya kuruluşlarının iletişim/gazetecilik okullarına, medya endüstrisi ile ilişkilendirerek, sadece sektöre işgücü yetiştiren kurumlara indirgeyen bakış açısı ve bu perspektifin doğurduğu beklenti, sektör temsilcilerinin sıklıkla gazetecilik eğitimin niteliği ve staja gelen öğrencilerin beceriksizliğinden yakınmalarını doğurmuştur. Genel olarak iletişim eğitmenlerinin kuramsal, eleştirel teoriye dayanan bir eğitimin vermek istemelerinin yanı sıra, sektörün iletişim fakültelerinden ağırlıklı olarak belirlenen piyasa gereksinmelerine göre adam yetiştirilmesini istemesi de akademi-sektör arasındaki ilişkiyi bozan unsurlar arasında sayılabilir (Tokgöz, 2003: 14). Ayrıca endüstrinin işçi politikası, sendikasızlaştırma, sosyal güvence yoksunluğu ve çalışma hayatının düzensizliğine dair çarpıklıkları ve medya kuruluşlarının bu çarpıklıkları kurum politikası olarak benimse

135 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 137 mesi akademik çevrelerin sektörle ilişkisini önemli ölçüde zedeleyen unsurlardır. Gerginlik oluşturucu diğer bir faktör de mesleğe girebilmenin pazar-piyasa koşullan içinde belirlendiği ve insan kaynakları politikası tam olarak yerleşmeyen medya sektörünün iletişim fakülteleri ile sektörün ve piyasanın iyi yönde dönüşmesi bağlamında bir işbirliğine yanaşmamasıdır. Bu gerilimleri tetikleyen etkenler, yukarıda ifade edilen kuram-pratik tartışmasının yol açtığı karşıtlıklar ve sektör-akademi arasında sağlıklı bir diyalog kurulamaması olarak gösterilebilir. Dolayısıyla sektör-akademi gerginliğinin giderilerek, her iki tarafın kaygılarının dikkate alındığı ve müzakerelerle çözülebileceği ve her iki kesimin de birbirlerine karşı önyargılı bakış açılarını değiştirdiği bir sinerjiyle, gazetecilik eğitimi sektör deneyimi ve akademik disiplinin buluştuğu bir ortamda yeniden düzenlenebilir. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin 'İletişim Sektöründe/ Eğitiminde Durum Saptaması ve Eğilimler' adlı raporunda akademi ve sektörün bir araya gelme yolları şu şekilde ifade edilmiştir: 1. Sektörde deneyimli kişilerin, formasyonları güçlendirmek üzere iletişim eğitimi veren kurumlarda eğitime başlamaları, 2. Akademik formasyonu olanların sektörü daha yakından görecekleri araştırma programlarına ya da projelerine katılmaları, 3. Sektör temsilcilerinin ve akademisyenlerin bir araya geldiği bilimsel toplantılar, programlar ve seminerler, vb. (2007: 26). Ancak Türkiye'de akademi ile endüstri arasında işbirliği ve ilişkilerin ya bazı akademi üyelerinin ya da kurumların üniversite-sanayi işbirliği çerçevesinde eklemlenmesiyle gerçekleştiği söylenebilir. Böylesi bir ilişkinin dışında her iki tarafta birbirini dışlamaktadır (26). Türkiye'de endüstri ve akademi arasında kurulan bir başka ilişki biçimi de zorunlu denilebilecek, özellikle Anadolu'da büyük merkezler dışında kurulan iletişim fakültelerinde mesleki dersleri verebilecek akademik formasyona sahip öğretim elemanlarının yoksunluğundan doğan ilişkidir. Bu tür fakültelerdeki mesleki dersleri çoğunlukla yerel medyada

136 138 iletişim : araştırmaları çalışan gazeteciler ya da bölgede bulunan Anadolu Ajansı ve TRT muhabirleri vermektedir. Akademik formasyonu olmayan meslek erbaplarının iletişim fakültelerinde mesleki dersleri vermesi, yukarıda bahsedilen eleştirel bilgi ile profesyonel ideoloji arasındaki çelişkinin kaynağı olmaktadır. Gazetecilik okulları bir taraftan mezunlarını bu yolla sektöre emanet ederken diğer tarafta endüstri ile olan gerginliğin çözümü konusunda genelde pasif kalmaktadır. Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki, o da, gazetecilik okullarının gazetecilik uygulama alanı olarak kendi teknik ve atölye imkanlarının dışında sektörden sağladıkları stajyerlik fırsatlarına bağlı olduklarıdır (Skinner vd., 2001: 356). Stajlar ise, sadece öğrencinin sektörde deneyim kazanması açısından değil aynı zamanda öğrencinin okul sonrası profesyonel yaşama geçmesinde bir bağ ve bağlantı noktalarının oluşması açısından önem kazanmaktadır. Bu yüzden burada üzerinde durulması ve sektörle akademinin birlikte çözmesi gereken bir konuda stajyerlik sürecidir. Profesyonellerin stajyerliği mesleğe adaptasyon ve mesleki eğitimin bir parçası olarak değerlendirmeden ziyade stajyer öğrencileri bir ayak bağı olarak görerek amaç dışı 'getir, götür' işlerinde kullanmaları stajyer öğrencilerin motivasyonlarını kırmakta ve mesleğe bakışlarını olumsuz yönde değiştirmektedir. Ayrıca fakülteler de stajyerlik sürecinin takibi ve denetiminde özensiz davranmaktadır. Bu açıdan stajyerlik sürecinin öğrencilerin eğitimi sürecinin önemli bir parçası olduğu gerçeğinden hareketle hem akademi hem de sektör tarafından yeniden değerlendirilerek, sürecin iyileştirilmesi konusunda adımlar atılmalıdır. Öte yandan profesyonellerin endüstri içerisindeki statükonun ideal olduğu ve bu yüzden de gazeteci olabilmek için sadece üst düzey meslektaşlarının sürekli yaptıklarını içselleştirmelerinin yeterli olacağı noktasındaki, akademi-sektör ilişkilerine gölge düşüren, sorunlu bakış açısının değişmesi gerekmektedir. Öyle ki hem akademi hem de sektör birbirine bağımlıdır denilebilir. Çünkü gazetecilik eğitimi gazeteciliğin kalitesi ve mesleğin toplumdaki önemini artırmıştır. Ayrıca gazetecilik mezunları sektördeki çeşitli alanlarda çalışma fırsatı bulmaktadırlar. Sınıf içi eğitimiyle gerçek dünya ihtiyaçları arasında iletişimsizliğin giderilmesinde sektörle girilen ilişki, eğitimin kalitesinin yükseltilmesinde önemli katkı

137 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 139 sağlayabilir. Bu çerçeveden değerlendirildiğinde eğitim kurumlan ve endüstri arasındaki gerginliği giderecek adımların atılması her iki tarafa da fayda sağlayacaktır. Ayrıca, iletişim ve medya sektörünün iş gücü potansiyeli olarak üniversitelerin herhangi bölümünden mezun olanlar gibi diğer tüm kaynaklardan beslendiği göz önünde bulundurulursa iletişim/gazetecilik mezunlarının gelecekleri açısından, akademi ve endüstri arasında çalışma koşullarına ilişkin gazetecilik mezunlarının lehinde gelişecek bir işbirliği çok daha fazla önem kazanmaktadır. Birçok batı ülkesinde gazetecilerin yaş ortalaması giderek gençleşmektedir (Deuze, 2002 ve 2006). Türkiye için de geçerli olan bu durum sektörde daha fazla gazetecilik mezununu istihdamının olduğunun/olacağının bir göstergesi sayılabilir ve gazetecilik okullan medyanın dönüşümü açısından bu durumu bir fırsat olarak görebilirler. Ancak yine de medyadaki mülkiyet ilişkileri, çalışanların çalışma koşulları, ücret durumları, özlük hakları ve sosyal güvencelerinin olumsuzluğu hem akademik kadroların ve hem de öğrencilerin motivasyonları bozacak biçimde durmaktadır. Gazetecilik akademisyenlerinin bu konular üzerine gidip, gazetecilerin çalışma koşullarının düzeltilmesi yolunda fikir birliği ederek gerekli merciler nezdinde somut adımlar atması gazeteciliğin ve gazetecilik eğitiminin devamlılığını, gelişmesini ve giderek daha kaliteli olmasını sağlayabilir. Bir Mücadele Alanı Olarak Eleştirel Pedagoji Eleştirel pedagoji kamusal, bütüncül ve kapsayıcı bilginin oluşturulması anlayışından hareket etmektedir (Dursun, 2006). Eleştirel pedagojinin en önde gelen savunucularından birisi Paulo Freire'dir. Freire'ci eleştirel pedagoji teknikleri, katılımı cesaretlendirme ve öğretenle öğrenci arasındaki hiyerarşik uçurumu kaldırmayı hedeflemektedir. Freire, eğitimin amacının öğrencilerin kendi ezilmişliklerinin kaynaklarıyla mücadele etmelerini sağlayacak olan eleştirel bilincin geliştirilmesi olduğunu söylemektedir. Buna göre eğitim sadece belirli bilgilerin kazanılması demek değildir; eğitim, bir insanın bağımsız ve eleştirel düşünme kapasitesini gerçekleştiren bütünsel bir gelişimdir (Freire, 1995: 52).

138 140 iletişim : araştırmaları Toplumsal değişmenin nedenlerinden birisi eğitimdir. Eğitimin toplumsal değişmede öncelik kazanması ise toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Bu yüzden de var olan eğitim sisteminin eleştirisi ve alternatif, özgürlükçü bir eğitim sisteminin nasıl olabileceği üzerine çalışmalar yapılması hayati önem taşımaktadır. Eğitimde eleştirel anlayışı benimseyen kuramcılar eğitim sistemi ile sosyoekonomik ve politik sistem arasındaki ilişkinin asla bire bir ilişkiye indirgenemeyeceğini ve böylece eğitim alanında, hâkim sınıf ve yapılar arasında daima dengesizlikler, uyumsuzluklar, çatışmalar ve direnmeler yaşanabileceğini iddia etmişlerdir. Bu görüşlere dayanarak eğitim ve toplumsal değişme arasındaki ilişkinin eğitimin girdi ve çıktılarına bakılarak anlaşılmadığı söylenebilir. Bu ilişkiyi anlamak için, aynı zamanda sınıf ortamlarının içi ve dışındaki güçler arasındaki karmaşık ve dinamik ilişkilere bakmak gereklidir (Tezcan, 1994). Eğitimde eleştirel anlayışın gerekliliğini savunan araştırmacıların bu direkt ve dolaylı ilişkileri araştırmaya yönelik çabaları, onları, kapitalist sistemde eğitimin mevcut sosyoekonomik ve politik yapılardan bir parça bağımsız olduğu görüşüne götürmüştür. Bu eğitim kuramcıları, öğretmen ve öğrencilerin tamamıyla dışarıdaki faktörler tarafından kontrol edilmediklerini ve kendilerine serbest hareket edecekleri alanlar oluşturabileceklerini vurgulamışlardır (Taşkaya ve Yıldırım, 2008). Buna göre okullar sadece ekonomik ve kültürel yeniden üretim alanları değil, aynı zamanda çelişme ve çatışma sahalarıdır. Örneğin, VVillis (1977) Learning to Lnbor (İşçiliği Öğrenme) adlı kitabında, tlıe lads (asi gençler) diye tanımladığı işçi sınıfına mensup gençlerin, kendilerine sunulan hâkim sınıfların bilgi ve ideolojilerini her zaman kabul etmediklerini, bazen bunlara karşı çıkarak reddettiklerini ve işçi sınıfı gençlerinin alternatif bir kültür (karşı kültür) geliştirdiklerini, okulun da bunda önemli bir payımn olduğunu vurgulamıştır. Bu saptamalar Bovvles ve Gintis (2001) tarafından ileri sürülen bire bir ilişkilendirme yaklaşımlarını da çürütmektedir. Okullar her zaman resmi ideolojilerin ve toplumdaki hâkim sınıfların kontrol mekanizmaları olmayabilir. Okul içinde de bağımsız harekete imkân tanıyacak alanlar bulunabilir. Okullardaki bağımsız kültürel dinamiklerin varlığı VVillis'in (1977) çalışmasında oldukça net olarak ortaya konulmaktadır.

139 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 141 Eleştirel pedagoji, öğrencilere toplumsal dinamiklere karşı duyarlılık ve sosyal değişme eylemleri açısından bakmayı sağlayarak onlara, yaşamlarına uygun biçimde sosyal problemlerle birleştirecek alternatifler vermeye çalışmaktadır. Eleştirel pedagojinin en iyi taraflarından birisi, öğretmenlerin ve diğer kişilerin görüşlerine açık olmasıdır. Bu pedagojik anlayışta okul, çevresi ile demokratik ilişkiler kurar. Eğitim ortamının tüm aktörlerinin birlikteliğiyle, zihinsel dönüşümler üzerinde durularak farklı fikirlerin bir arada olabileceği bir program ve sınıf ortamı oluşturulur. Toplumun demokratik yaşam felsefesinin geliştirmesine özen gösterilir. Farklı fikirlere saygı ile bakılarak, gelişmeleri sağlanır ve bilgi ile güç arasındaki ilişkinin ortadan kaldırması hedeflenir (Chomsky, 1994). Eleştirel pedagojik perspektif öğrencilerin zihinsel süreçlerinin gelişmelerine katkıda bulunacak birçok şeyle uğraşmalarını, farklı kültür kurallarını, tecrübeleri ve dilleri öğrenmelerini tavsiye eder. Hatta öğrencilerin eleştirel olarak kendi yaşam öykülerini ve tarihlerini de içeren eleştirel bir toplumsal okuma yapmasının gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Öğrenciler sınırlı da olsa farklı söylemler hakkında bilgili olmalı ve bunlara sorgulayıcı ve eleştirel olarak bakabilmeli, farklı fikirleri karşılaştırılabilmelidirler (Cohen, 1993: ). Aynı zamanda eleştirel pedagoji, öğrencilerin kendi fikirlerini ve toplumsal kimliklerini oluşturmalarına kaynaklık eder. Öğrencilerin bilgi ve tecrübelerle bireysel ve kolektif fikirlerini oluşturmalarım, kendi yaşamları ve kültürleri ile ilgili eleştirel bir bakış kazandırmayı amaçlar. Eğitim süreçlerinin eleştirel ve sorgulamacı pedagojik anlayışla yeniden yapılanması bilgi, eğitimci ve diğer güç odaklarının hegemonik ilişki biçimlerini su yüzüne çıkartarak, eğitimin demokratik değişimci bir güç olarak görülmesine neden olmaktadır (Hobbs, 1998:135). Eleştirel pedagojide öne çıkan unsurdan birisi de geleneksel pedagojide baskın olan öğretmen rolünün öğrenci lehinde değişerek, öğrencinin aktif olarak eğitim sürecine katılmasıdır.6 Bilişsel alanda yapılan araştırmalar, öğrenme sürecine aktif olarak kaülan öğrencilerin daha iyi öğren 6 Geleneksel pedagojinin yöntemleriyle tasarlanan eğitim modelinde öğrenci bir bidon gibi öğretmenin belirlediği konularda aktardığı bilgilerle doldurulmayı bekler. Ayrıca bu pedagojik anlayışta öğretmenin sınıf içinde tartışılmaz bir iktidan vardır (İnal, 1999).

140 142 iletişim : araştırmaları diklerini göstermektedir. Bu nedenle öğrencilere bilginin kaynağı ve bu bilgileri nasıl elde edecekleri, bunları nasıl değerlendirecekleri ve problemi çözmek için bu bilgiyi nasıl kullanacakları öğretilmelidir. Geleneksel öğretimde ise öğrencilerin beceri ve yetenekleri dikkate alınmadan, bütün öğrencilerin aynı yeterliklere sahip olduğu varsayımıyla eğitim verilmektedir. John ve Joanne Hochheimer'm (1997) da belirttiği gibi mevcut ders programları öğrencilerin toplumun dışında bir gözlemci ve yorumcu konumunda durabilmenin yollarını öğrendikleri, yani 'bu dünyada olup, ama ona ait olmamayı' öğrendikleri bir ortamı yaratan gazetecilik süreçleri ve uygulama biçimleri üzerine odaklanmaktadır (Hochheimer ve Hochheimer, 1994). Bu durum, öğrencilerin yaratıcı düşünme, eleştirel düşünme, problem çözme, araştırma yapma gibi becerilerinin gelişmesine engel olmaktadır (Ngeovv ve Kong, 2001). Öğrencilerin duyuşsal ve bilişsel becerilerin geliştirilmesine yönelik uygulamalar geleneksel pedagojinin çok ötesinde öğrenci merkezli bakış açısına sahip aktif katılımının hakkını teslim eden bir eğitim anlayışıyla mümkün olabilir (Çakmak, 2003). Bu anlayışın hakim olduğu bir eğitim sisteminde eleştirel, bilgiye dayalı, çok boyutlu, dünyayı iyi okuyan, yaşanan sorunlara ve taleplere uzun dönemli yanıtlar geürme kapasitesine sahip, düşünsel tartışmalara ve vizyon üretmeye yatkın öğrencilerin ortaya çıkması daha kolay olacaktır. Gazetecilik eğitimi alanındaki literatür genel olarak müfredatın hangi derslerden hangi oranda oluşması gerektiğine dair öneriler ve akademisyenlerin geliştirdikleri ve derslerde uyguladıkları kendi deneyimlerinden oluşmaktadır. Buna karşın pedagojik yöntemlerle ilgili araştırma ve öneriler yok denecek kadar azdır. Oysa gazetecilik eğitimi alanındaki pedagojik tercihler özgürlükçü bir toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak, toplumun egemenlik ve tahakküm arayışlarına karşı direnç göstererek müzakereci bir yapılanmayı önplana çıkaracak gazetecilerin yetişmesi için önem taşımaktadır. Özgür ve demokratik bir toplum için öncelikle özgürlüğü ve demokratikliği içselleştiren gazetecilerden geçmektedir. Dolayısıyla gazetecilik okullarındaki pedagoji de öğrencileri özgürleştirici bağlamda yeniden yapılandırılmalıdır.

141 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 143 Bu bağlamda, eleştirel pedagojinin yöntemleriyle yeniden yapılandırılan bir eğitim modelinde öğrenciler sorgulayıcı bir yaklaşımla konulara bakma, yorum yapma ve karar verme, olay ve olgulardaki sebep-sonuç ilişkilerini bulma, ayrıntılarda benzerlik ve farklılıkları yakalama, çeşitli ölçütleri kullanarak sıralama yapma, verilen bilgilerin kabul edilebilirliğini, geçerliliğini belirleme, analiz etme, değerlendirme, anlamlandırma, çıkarımda bulunma gibi bir takım etkinlikleri içselleştirebileceklerdir. Eğitim sürecindeki öğrenciyle kurulan diyalog (hiyerarşik ya da hiyerarşik olmayan) ve seçilen pedagojik yaklaşım, aslında, gazeteciliğin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin anlayışın temsilidir. Bu haliyle gazetecilik eğitiminde baskın olan geleneksel pedagojik eğitimin yöntemleri özgürlükçü toplumun oluşumuna katkı sağlayacak gazetecilerin yetiştirilmesinden ziyade sadakat ve itaaat ideolojisinin hâkim olduğu mevcut medya sistemine eklemlenmiş personel yetiştirmeye daha yakın görülmektedir. Bu durumda gazetecilik eğitmenlerinin müfredatı ve programlarını profesyonel gazetecilik ideolojisinin baskınlığında çizdiği, bu da eleştirellik içinde tartışılan 'nesnellik' ideolojisi bağlamında politik, ekonomik, askeri, sosyal seçkinlerin görüşlerinin aktarıcılığını yaparak, bir ölçüde konum olarak güçlü olanın dünya görüşünü meşrulaştırma işlevinin gazetecilik okullarından başladığı şeklinde düşünülebilir (Dursun, 2003). Diğer taraftan son yıllarda gazetecilikte eğlence ve bilgi arasındaki her geçen gün silikleşen çizgi ve yoğun tekelleşme eğilimleri gazeteciliğin profesyonel ideolojiyle ilgili birçok değerin reklam gelirlerinden ve çeşitli ekonomik ilişkilerden etkilendiğini göstermektedir. Reklam gelirlerine, ekonomik iş birliklere ve politik bağlantılara aüfta bulunulan önem, gazetecinin editöryal bağımsızlığına vurulan bir kelepçe olarak olaylar arkasındaki gerçeklerin ortaya çıkmasına engel olmakta, haberler siyaset, iküdar, ekonomik olayla ilişkin perde arkalarını ortaya koymaktan ziyade toplumun ilgisini olayların eğlence ve magazin boyutlarına çekmeyi amaçlamaktadır (Deuze, 2001:12). Aynı zamanda din, dil, etnisite gibi çok kültürlü töplumlarm barış, huzur ve sağlıklı beraberliğinde ve cinsiyet ve toplumsal cinsiyet açısından ayrımcılığın ortadan kalkması ya da en azından azalması, ayrıca çeşitli toplumsal ve mesleki grupların ifade özgürleri konusundaki adaletsizliğin giderilmesi (Meier, 1995: 146) açısından gaze

142 144 iletişim : araştırmaları tecilerin görev ve sorumluluklarının payı büyüktür. Şüphesiz bu durum gazetecilik öğrencilerinin yukarıda ifade edilen konuların eleştirel ve daha eşitlikçi biçimde ele alındığı çağdaş bir eğitim almaları gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu da gazetecik okullarının müfredatları yanında mevcut pedagojik yöntemlerini de gözden geçirmesi gereğini ortaya çıkarmıştır. 11 Eylül saldırıları ve Amerika'nın Irak'ı işgali modern gazeteciliğin farklı din, dil, etnik köken arasında bağlantı kurulabilmesi, uluslararası düzeyde politikaları ve coğrafyaları tanıyabilmesi biçiminde anlamının güçlenmesi, özellikle Amerika'da gazetecilik programlarında da bu yönde derslerin yer almasına neden olmuştur (VVillnat ve VVeaver, 2006:47). Bu açıdan değerlendirildiğinde ileride medya alanında çalışacak olan gazetecilik öğrencilerinin eleştirel pedagojik anlayışla tasarlanmış eğitim programlarında eğitim almaları zorunlu görülmektedir. Ancak bu şekilde eğitimin kalitesi artacağı gibi, toplumun demokratikleşmesi yönünde bir dönüşümü sağlayacak, toplumda yaşayan her kesimin sesini duyurabilecek ideal gazetecilerin yetişmesi mümkün olabilir. Eleştirel pedagoji yukarıda belirtildiği gibi sadece ders programının oluşturulması, öğretim ve değerlendirme yöntemlerinin geliştirilmesinden ibaret değildir. Tüm bunların yanında eleştirel pedagojiyle asıl amaçlanan, güç iktidar ilişkilerinin içinde bilginin nasıl ve hangi amaçla oluşturulduğuna yönelik bir perspektif geliştirmektir. Bu çerçevede mevcut eğitim siteminde verilen uygulamalı derslerin dışında, eleştirel medya pedagojisiyle şekillendirilmiş; özgürlükçü bir kamusal tartışmanın oluşacağı üniversite eğitimine uygun, söylemsel ve dilsel pratikler içinde otoritenin nasıl kurulduğuna duyarlı, eleştirel dil bilincinin gelişmesine ve karşılıklı diyaloga önem veren, öğrencilerin yeni gelişmelere uyumlarının sağlanabileceği, sınıf içerisinde oluşan anlam üretim sürecine öğrencinin de dâhil edileceği, ders içerisinde kullanılacak kaynak ve malzemeleriyle birlikte eğiticinin dersteki konumunun eşitlikçi biçimde ayarladığı eğitim modellerinin yapılandırılması gereklidir. Bu bağlamda gazetecilik eğitiminde eleştirel pedagojinin benimsenmesi ve uygulanması, geleceğe yönelik toplumu daha katılıma, özgürlükçü ve eşitlikçi bir şekilde dönüştürebilecek gazetecilerin yetiştirilmesinin önkoşuludur. Öte yandan eleştirel pedagojinin ve onun yöntemlerinin dikkate alınarak, değişen/dönüşen ihtiyaçlar doğrultusunda geliştirilen eğitim poli-

143 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 145 tikalannın, üniversitelerin öğrencileri sermayeye işgücü olarak yetiştirme kaygısını büyük oranda gidereceği söylenebilir. Gazetecilik okullarının mevcut medya sisteminin düzenin çıkar ve beklentilerine, egemenlik arayışlarına uygun ideolojik ve teknik donanıma sahip mezunlar verdiği eleştirilerinden kurtulmak, öğrencilere insanlar ve kurumlar arasındaki güce dayalı örtülü ilişkileri görme ve medyanın ekonomik, politik, sosyal ve kültürel rolünü anlama bilincini kazandırabilmek ancak eleştirel pedagojik anlayışla yapılandırılan bir eğitimle mümkün olabilir. Bu çerçevede öğrencilerin alımlamalarmda analitik yeterliğe ulaşabilmeleri ve gerekli değerlendirmeleri yapabilmeleri için bilgi birikimine sahip olabilecek ve çeşitli bağlamlarda kendilerini ifade edebilecek yetilere sahip olabilmeleri açısından genelde mevcut eğitim siteminde, özelde ise pedagojik seçimlerde radikal değişikliklere ihtiyaç vardır. Bu yüzden de gazetecilik müfredatındaki en önemli sorun kuram ve pratik derslerinin hangi yoğunlukta verildiği değil, eğitimde seçilen geleneksel pedagoji olduğunu söylemek mümkündür. Eleştirel pedagojinin uygulanmasıyla sorgulayıcı ve demokratik refleksleri gelişmiş öğrencilerin sayısının artacağını ifade edilebilir. Üniversitede müfredatlarında mesleki yeteneklerin öğretilmesine ilişkin derslerin olması şüphesiz önemlidir, ama asıl önemli olan eleştirel farkındalık ve genel bilgi düzeyinin güçlendirilmesidir. Bu perspektiften değerlendirildiğinde gazetecilik eğitiminde; Gazetecinin toplumsal konumunun baskın paradigmaların etkisinden sıyrılıp, yeniden gözden geçirildiği, Öğrenci ve eğitimcilerin kendi aralannda ve birbirlerine karşı iletişime açık olduğu demokratik bir örgüt ortamı oluşturulduğu, Ders, okul kısaca eğitimle ilgili her kararda öğrenci görüş ve fikirlerinin alınması, katılımının sağlandığı, Öğrencinin merkeze alınarak bilgi ve becerinin aym önemde tutulduğu, deneyimleyerek öğrenmenin ön plana çıktığı, Değişen öğrenci demografisine (çok kültürlülük bağlamında) göre programlarına farklı yazınlar ekleyerek, öğrencilerin kendi bilgisini inşa edeceği öğrenme stilleri üzerinde yeni stratejilerin geliştirildiği,

144 146 iletişim : araştırmaları Öğrencinin kendini, yaşadığı toplumu ve farklı toplumları anlama ve çevresinde olan biteni, diğer olay ya da kişilerle olan bağlantısını kurabilecek şekilde, fark edip, bunlar üzerinde yorum yapabilme ve yazabilme yöntemlerini geliştirebileceği, Eğitimcilerin öğretim ve öğrenim stratejileri ile ilgili yeni yaklaşım ve bilgiler konusunda daha bilinçli duruma gelmeleri, meslektaşlarıyla aralarındaki diyalog ve dayanışmayı güçlendireceği ve stratejilerini geliştireceği çeşitli organizasyon ve hizmetçi eğitim programların yapıldığı, Öğrencilerin zihinsel yetenekleri geliştirmek, olay ve olgular hakkında akıl yürütme ve anlama kapasitelerini geliştirmek için tartışma zeminlerinin oluşturulduğu, Öğrencilerin olay ve olgulara sorgulayıcı bir yaklaşımla bakma, yorum yapma ve karar verme, olay ve olgulardaki sebep-sonuç ilişkilerini bulma, bunlar üzerindeki benzerlik ve farklılıkları yakalama, uygun ölçütleri kullanarak sıralama yapma, verilen bilgilerin kabul edilebilirliğini, geçerliliğini belirleme, analiz etme, değerlendirme, anlamlandırma, çıkarımda bulunma ve ortaya çıkan bilgiyi yaşadığı toplumun tarihsel ve toplumsal düzleminde bağlamsallaştırabilme gibi sosyal becerileri edinebileceği ve bu becerilerini mesleki pratiklerle bütünleştireceği bir takım etkinlikleri barındıracak eğitim modellerinin geliştirildiği, Olay ya da haberi yüzeysellikten çıkarıp, derinleştiren, yorumlayan ve genel bir çerçeveye oturtan habercilik tarzının önplana çıkartıldığı, Öğrencilerin medya içeriklerine karşı eleştirel bir tavır alabilmeleri ve medya örgütünün üretim esaslarım, çalışma biçimlerini ve medya bağımlılığını anlayabilmeleri için medyanın ekonomi potilik bağlantılarını anlamalarını sağlayacak derslerin tasarlandığı,7 Din, dil, etnik köken, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet açısından ayrımcılığın ortadan kalkması ya da en azından azalması, ayrıca 7 Bu çerçevede medya okuryazarlığı derslerinin en başta sıkı bir biçimde iletişim fakülteleri öğrencilerine verilmesi gerektiği yönünde görüşler vardır.

145 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 147 çeşitli toplumsal ve mesleki grupların ifade özgürleri konusundaki adaletsizliğin giderilmesi açısından bir farkındalık oluşturabilecek, Gazeteciliği özgürlük ve sorumluluk gibi felsefi kavramları ile birlikte ele alan ve mesleki eğitimin yanında öğrencinin sosyalleşmesini, aynı zamanda öğrencinin kendi düşünsel potansiyelini oluşturabilmesini amaçlayan, Öğrenci merkezli, öğrencinin özne olarak kurulduğu, kendini güncelleyen, gelenekseli zorlayan ve dışına çıkan gazetecilik programların geliştirilmesi gereği açık bir şekilde görülmektedir. Sonuç Gazetecilik eğitimindeki, kuram-pratik/sektör-akademi gerginliği gibi yapay tartışmaların kısırlığı eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemekte, öğrencilerin aldıkları eğitime olan memnuniyetsizliklerini beslemektedir. İletişim/gazetecilik okulları ne endüstri için iş gücü yetiştiren bir meslek okulu, ne de sektördeki yapılanma ve işbölümüne karşı gözlerini kapatmış, kendini mesleki gelişmelerden soyutlamış eğitim kurumlandır. Bu yüzdende gazetecilik okullarının üniversite eğitiminin gerektirdiği akademik ve entelektüel eğitimin yanı sıra bu entelektüelliği meslek uygulamalannda nasıl uygulanacağına dair eğitim modelleri geliştirmeleri zorunludur. Bu noktada düşünüldüğünde özellikle toplumsal konumu demokratik işlevinden alan gazeteciliğin eğitimin sürecinde eleştirel pedagojinin benimsenmesi, uzun vadede toplumun demokratikleşmesi yönünde dönüşmesi umuduyla atılacak önemli adımlardan birisi olarak düşünülmelidir. Yukarıda ifade edilen, öğrencilere düşünebilme, düşündüklerini bağlamsal biçimde değerlendirip, uygun form ve platformda ifade edebilme konusunda ufuklarını açacak pedagojilerin seçilerek müfredatların geliştirilmesi için de öncelikle bu anlayışı benimseyen, diyaloga açık, sınıf içi hiyerarşik yapılanmaya izin vermeyen, özgürlükçü ve eleştirel düşünmeyi içselleştirerek her ortamda teşvik eden eğitimcilerin varlığıyla gerçekleşebilir. Aksi halde eleştirel bilgilerin depolandığı eğitim modelinin dışına çıkılması mümkün olmayacaktır.

146 148 iletişim : araştırmaları Kaynakça Abadan-Unat, Nermin (1972). Batı A v rııp n v e T ü r k iy e 'd e B a sın Yayın Ö ğ retim i. Ankara: Sevinç Matbaası. Adam, G. Stuart (2001). "The education of journalists." Jo ıırııa lism 2(3): Altun, Abdulrezak (2005). "Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü." İletişim A raştırm aları 3(1-2): Altun, Abdülrezzak (1995). T ü r k iy e 'd e G a z etecilik v e G a z eteciler. Ankara: Çağdaş Gazeteciler Demeği Yayınlan. Alver, Füsun (2007). G azeteciliğin K uram sal Tem elleri. İstanbul: Beta Yayınları Ank, M. Bilal (2007). 'Türkiye'de Gazetecilik Eğitimi: Tespitler ve Açmazlar." B ir S o r u n O la ra k G a zetecilik. Bilal Ank ve Mustafa Şeker (der.) içinde. Konya: Tablet Yayınevi Bacon, VVendy (1999). "What is a journalist in a university?" M e d ia In tern a tio n a l A ııstra lia 90: Bollinger, Lee (2003). President Bollinger's statement on the future of journalism education. / cu/news/03/04/lcb_j_task_force.html. (Erişim tarihi: ). Bowles, Samuel ve Gintis, Herbert (2001). Schooling in Capitalist America Revisited. (Erişim tarihi: ). Brennen, Bonnie (2000). "What the hacks say. The ideological prism of US journalism texts." Jo u rn a lis m 1(1): Carey, James (2000). "Some notes on journalism education." Jo ıırııa lism : T lıeo ry, P ra c tic e a nd C riticisın 1(1): Carey, Jarey (2009). Where Journalism Education Went Wrong. http: / /frank.mtsu. edu/~masscomm/seig96/carey/carey.htm. (Erişim tarihi: ). Chomsky, Noam (1994). "Demokrasi ve Eğitim". Laloya Ü niversitesi K onuşm ası. zhttp :// (Erişim tarihi: ). Cohen, Mel (1993). "Making critical thinking a dassroom reality." P o litical S c ie n c e a n d P o litics 26(2): Curran, James. (2005). "Foreword". M a k in g jo u rn a lis ts. de Burgh. (der.) içinde. London: Routledge. xi-xv. Çakmak, Osman (2003). Bilgi Ç ağında E ğitim ve Ü niversite. İstanbul: Nesil Yayınlan. Dağtaş, Erdal (2003). "Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye'deki İletişim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma." İletişim Bahar (17): De Burgh, H. (2003). "Skills are not enough. The case for journalism as an academic disdpline." Jo u rn a lis m 4(1):

147 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 149 Dennis, Everett (1988). "VVhatever Happened to Marse Robert's Dream? The dilemma of American joumalism education/'gnıımıff Ç en ter ]oıırıınl 2 (2): Deuze, Mark ve Christina, Dimoudi (2002). "Online joumalists in the Netherlands: Tovvards a profile of a new profession." J o u m a lis m 3(1): Deuze, Mark (2001). "Educating 'Nevv' Joumalists: Challenges to the Curriculum." Joum alism m ut M ass Com m urıicalion Educator 56 (1): Deuze, Mark. (2006). "Global joumalism education. A conceptual approach." Jo u m a lis m S tu d ie s 7(1): Dursun, Çiler (2003). "Haber ve Habercilik/ Gazetecilik Üzerine Düşünmek." G a zetecilik ı>e H a b ercilik : H a b e rcin in E l K ita b ı. Sevda Alankuş (der.) içinde. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Bağımsız İletişim Ağı (BİA) Yayınlan. Dursun, Çiler (2006). "İletişim Eğitimi Quo Vadis?". vvww.bianet.org. (Erişim tarihi: ) Ettema, James S. ve Glasser, Theodore L. (1998). C n sto d ia n s o f C o n s c ie n c e. lııv estig a tiv e Joum alism a nd P ublic Virtııe. Nevv York: Columbia University Press. Fedler, Fred, vd. (1998). "Joumalism's status in academia: A candidate tor elimination?" Journalism & M ass C om unication Educator 53 (2): Freire, Paulo (1995). E z ile n le rin P ed a gojisi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Fröhlich Romy ve Holtz-Batha Christina (2003). J o u m a lis m E d u ca tio n Iıı E ııro p e a n d N ortlı A m erica an International Coıııparision. Cresskill. NJ: Hampton Press. Gaunt, Philip. (1992). M a k in g the n eıo sm a k e rs. In te rn a tio n a l h a n d b o o k on jo u m a lis m tra in in g. Westport. CT: Greenvvood Press. Gezgin, Suat (2005). "Türkiye'de Gazetecilik Eğitimi." tr/ 10suat.pdf. (Erişim tarihi: ). Girgin, Atilla (1997). T ü rk iy e 'd e k i Y ere! B a sın ın G elişm esi. İstanbul: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınlan. Hachten, A. VVilliam (2005). T h e Troııbles o f Jo ıırn a lis ın : A C ritica l Look A t W!ıat's R iglıt and VVroııg W ith The Press. Mahwah. NJ: Lawrence Erlbaum Associates. Hallin, Daniel (1997). "Commercialism and professionalism in the American news media." M a s s ıııedia a n d society. James Curran ve Michael Gurevitch (der.) içinde. London: Amold. Herbert, John (2000). "The Changing Face of Joumalism Education in the UK." A sia P acific M ed ia E d u ca to r 8: Hobbs, Rende. (1998). "The seven great debates in the media literacy movement." Çev., Melike Türkân Bağlı. Medya Okuryazarlığı Hareketinde Yedi Büyük Tartışma. A nkara Ü niversitesi Eğitim Bilim leri Fakültesi D ergisi 37 (1):

148 150 iletişim : araştırmaları Hochheimer, John L. ve Hochheimer, Joanne D. (1994). "Uygun olan bütün haberler: Gazetecilik eğitimine baslarken öğrencilerin yaşamları da önemlidir". Çev., Ayşe inal. A nkara Ü niversitesi İL E F Yıllık 94: İLEF Strateji Raporu (2008). Uzun Dönemli (2020) İLEF Stratejisini Oluşturmak Amacıyla Hazırlanan "Medya ve İletişim Eğitiminde Uluslararası Üniversitelerin Temel Eğilimleri Raporu İçin İletişim Çalışmaları, Kitle İletişimi, Gazetecilik ve Medya Çalışmaları Birimleriyle İlgili Alt Rapor İnal, Ayşe (1997). "Türkiye'de Gazetecilik Eğitiminde Karşılaşılan Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri." O D T Ü G elişine D ergisi (24) 2: İnal, Ayşe (1999). "Derslikleri Kamusal Tartışmanın Oluştuğu Bir Mekan Olarak Yeniden Düşünmek." D oğıı Batı D ergisi 7: Josephi, Beate (2009). "Journalism Education." T h e H m ıd b o o k o f Joıırn n lisııı S tııd ies. Karin Wahl-Jorgensen. Thomas Hanitzsch (der.) içinde. UK: Routledge. Kandemir, Ceyhan (2007). "Türkiye ve Almanya'da Gazetecilik Eğitimi Alan Öğrencilerin Eğitim Kalitesi ve Beklentilerine Yönelik Alan Araştırması." İstanbul Ü niversitesi İletişim Fakültesi D ergisi 30: Kaya, Burcu (2005). B a sın K artı Y ö n e tm e liğ i B a ğ la m ım la T ü r k iy e 'd e G a z etecile r v e B a sın M e s le ğ in i T em sil E d e n le r. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını. Kejanlıoğlu, D. Beybin (1995). "iletişim Alanı Üzerine." A n k a ra Ü n iv ersitesi İletişim F a k ü ltesi Y ıllık : 1-8. Kovach, Bili ve Rosenstiel, Tom (2001). T h e E leıııeııts o f Jo ıırııa lism. New York: Crown Publishers. Lo, Ven-hwei (2006). "Communication Research in Taivvan." G lo ba l T ren d s in C om ıııııııicn tio ıı E d ııca tio ıı a n d R esea rch. Kenneth W.Y. Leung. James Kenny (der.) içinde. Paul S.N. Lee Mantini, Paolo (2003). "Behveen literary roots and partisanship: Journalism education in Italy". Jo ıırııa lism ed u ca tio n in E ıır o p e a n d N o rtlı A m e ric a. A n interııa tioııa l co m p a riso ıı. Romy. Fröhlich ve Christina. Holtz-Bacha (der.) içinde. Cresskill. NJ: Hampton Press. Medsger, Betty (1996). VVinds of Change: challenges confronting journalism education. The Freedom Forum Report. resources/ journalism / journalism_edu/ winds_of_change/. (Erişim tarihi: ). Medsger, Bety (1998). Educating for thinking: journalism educators'most important challenge. K e y n o te sp eech a t the c o n v e tılio n o f S ca n d in a v ia n jo ıırııa lism ed ııca fo rs in A arlıııs. Denmark.

149 Yıldırım Eleştirel Pedagoji Açısından Gazetecilik Eğitimini Yeniden Düşünmek 151 Medsger, Betty (2005). 'The Evolution Of Journalism Education İn The United States." M a k in g Jo u rn a lis ts D iv e r s e M ociels. G lo bal Issııess (der.) içinde. Canada: Routledge. Meier, Deborah (1995). The panter o ftlıeir idens. Boston: Beacon Press Morgan, Frank (1999). "The moving finger vvrites: Conditions for a theory of journalism?" Aııstraliaıı Journalism R evieıv (21)1: Morgan, Frank (2000). "Recipes for success: Curriculum for professional media education." A siapacific M edia -Edııcator 8: Mutlu, Erol (1994). "İletişim Çalışmalı Alanına Aykırı Bir Bakış: Bir Üst İletişim Olarak İletişim Çalışmaları." İL E T Yıllık 1994: Mutlu, Erol (1997). K ille İletişim i O kum a P arçalan. Ankara: AÜ Yayınlan. Mutlu, Erol (1998). 'Tartışma: İletişim Eğitimi." K ü ltü r ve İletişim 1 (2): Mutlu, Erol (2000). Türkiye de İletişim Eğitimi. G.Ü. İletişim D ergisi 8: Ngeovv, Karen ve Kong, Yoon-San (2001). Learning to learn: Preparing teachers and students for problem-based learning. ER IC D igest (Report No. EDO-CS_01-04). Ogundimu, Folu (1990). "They Don't Teach Survival Skills: journalism education in Africa". G annett Ç en ter Journal 4(4): Özbek, Meral (1992). "İletişim Eğitimi Üzerine." İL E F Yıllık : Reese, Stephen ve Cohen, Jeremy (2001). "Educating for journalism: The professionalism of scholarship." Jo u rn a lis m S tn d ie s 1(2): Rethinking Journalism Education: Preparing Journalists for the 21st Century http: / / (Erişim tarihi: ). Rhoodie, Dan (1995). "Nevvs-editorial Journalism Education at Higher Education Institutions in the USA and the RSA." Ecqııid N ovi 16(1/2): Servaes, Jan (2009). "We are ali journalists now!" Jo u rn a lis m 10 (3): Skinner, David, vd (2001). "Putting theory into practice. A critical approach to journalism studies." Journalism. 2(3): Taşkaya, Merih ve Yıldırım Besim (2008). "Program-Reklam Ayınmı İlkesinin İhlalinin Yol Açtığı Sorunlara Çözüm Getirme Yeterliliği Bakımından Medya Okuryazarlığı Projesi." II. U lu sla ra ra sı D u y g u s a l Z ek â iv iletişim S e m p o z y u m u. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi. Proceeding Book: Tezcan, Mahmut (1994). Toplum sal D eğişm e ve Eğitim. Ankara: A.Ü.E.B.F.Yayınları. Tokgöz, Oya (1975). 'Türkiye'de Mesleki Eğitim Yapan Okullarda Mesleki Eğitim ve Stajın Önemi." 2. T ü r k B asın K u r u lta y ın a S u n u la c a k T eb liğ ler. Ankara: Basın Yayın Genel Müdürlüğü. Ayyıldız Matbaası: Tokgöz, Oya (2001). "Türkiye'de Yerel Medyanın Yapısı ve Örgütlenişi." iletişim 9: 5 41.

150 152 iletişim : araştırmaları Tokgöz, Oya (2003). "Türkiye'de İletişim Eğitimi: Elli Yıllık Bir Geçmişin Değerlendirmesi." K iiltiir ve iletişim 6(1): Tokgöz, Oya (2006). "Türkiye'de İletişim Araştırmalarında İletişim Eğitiminin Rolü ve Önemi." K üresel iletişim D ergisi 1: Tokgöz; Oya (2006) 'Türkiye'de iletişim fakültelerinde eğitim kadrosunun konumu: Eleştirel bir bakış ile değerlendirme." K ü ltü r ve İletişim 9(1): UNESCO (2007). " M o d e l c u r ric u la f o r jo u r n a lis m ed ııcn tio n f o r d e v e lo p in g co u ııtries & em erg in g deınocrncies." Paris: UNESCO. Uzun, Ruhdan (2007). "İstihdam Sorunu Bağlamında Türkiye'de İletişim Eğitimi ve Öğrenci Yerleştirme." İletişim Kurnııı ve A raştırm a D ergisi 25: YVeaver, David H. (1998). T h e G lo ba l J o u r n a lis t: N ezvs P eo p le A ro ııııd th e W o rld. New Jersey: Hampton Press VVeaver, David H. (2006). "Mass Communication Research at the end of the 20th Century: Looking Back and Ahead." G lo bal T reııd s iıı C o m m u n ic a tio n E dııcatioıı a n d R esea rch. Kenneth VV.Y. Leung, James Kenny (der.) içinde. Paul S.N. Lee.l- 16. VVillis, Paul (1977). Learııiııg to labor. VVestıııead: Saxon H oııse. England: Famborough. VVillnat, Lars ve VVeaver, David (2006). "Journalism and Mass Communication Education in the United States." G lo bal Treııd s in C o m m u n ic a tio n E d ııca tioıı a n d R esearch. Kenneth VV.Y. Leung, James Kenny (der.) içinde. Paul S.N. Lee Yıldırım, Besim (2002). Doğu Anadolu Medyasının Genel Görünümü (Erzurum, Elazığ ve Van örneğinde). Y a y ın la n m a m ış Y ü k sek L isans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

151 153 Kitap Eleştirisi Zafer Kıyan Kapitalizm ve Modernlik Jack GOODY (2008) İstanbul: Küre yayınları. 199 sayfa "Batıdaki Doğu" ve "Yaban Aklın Evcilleştirilmesi" gibi kitapların yazarı Jack Goody, "Kapitalizm ve Modernlik" adlı yeni bir çalışmayı daha okuyucularına ulaştırdı. Geneli itibariyle tartışmacı bir tarzda kaleme alınan bu kitapta, öteden beri tartışılagelen kapitalizm, modernlik ve sanayileşme kavramları üzerinde durulmaktadır. Yazar, kitabında esas olarak söz konusu kavramlara ilişkin yapılan Avrupa-merkezli tarih anlayışını yanlı ve yetersiz bularak reddetmektedir. Zira ona göre Batı perspektifli yorumlamaların bütünü, Batı dışı toplumlarda kapitalizm, modernlik ve sanayileşmeye ilişkin benzer gelişmeleri görmezden gelmekte ve Batı'nın elde ettiği gelişmeyi bu coğrafyaya özgü bir nitelik olarak görmektedir. Kitap bu bağlamda kapitalizm, modernleşme ve sanayileşmenin kökenleri ile ilgili tartışmaların mevcut durumunu gözden geçirmekte, özellikle de Batılı yorumcuların çoğunun Batı'ya atfettikleri önemin niteliği üzerinde eleştirel olarak durmaktadır. Kitapta ayrıca Batı'nın üstünlüğü ne zaman ve ne şekilde ele geçirdiğiyle ilgili de etraflıca bir tartışma yer almaktadır.1 Goody altı bölümden oluşan bu kitabında söze, tarihçi ve toplumbilimcilerin neredeyse tamamının Avrupa'nın2 on dokuzuncu yüzyıldan beri ekonomik büyüme hususunda diğer tüm kıtaları geride bıraktığı ve üstünlüğü ele geçirdiği konusunda hemfikir olduğu önkabulüyle başlamakta ve Avrupa'nın söz konusu üstünlüğünün mahiyetini tartışmaya 1 Kitapta anlatılanları özetlemeye çalıştığımız bu yazıda, yazarın kullandığı kavram ve deyimlerin kullanılmasına özen gösterildi. 2 Yazar kitapta boyunca sık sık Avrupa ve Batı kavramlarını birbirlerinin yerlerine kullanmaktadır. iletişim : araştırmaları (1):

152 154- iletişim : araştırmaları geçmeden önce kapitalizm, modernlik ve sanayileşme kavramları üzerinde durmaktadır. (1-20) Yazar ilk olarak modernleşme kavramını ele alırken, bu kavramın herhangi bir yere uygulanmasının mümkün olmadığı ve pek de fayda sağlamayan bir özelliğe sahip olduğu üzerinde durur. Bu anlamda hem modernleşme kavramının hem de onun yerine kullanılan çağdaşlaşma kavramının kullanılması pek anlamlı değildir ona göre. Her iki kavram da sürekli değişim halindeki şeyleri ifade etmesi ve herhangi bir dönemi em e- yi veya tarzı ancak geçici ve ya da müphem bir anlamda temsil etmesi dolayısıyla kapsayıcı değillerdir. Hele ki, modern kavramı geleneksel karşıtı olarak değerlendirilmektedir ki, bu tarz bir yaklaşım da modern kavramı ile gelenekten kopuk olunmasını ima etmesi dolayısıyla yanlış bir yaklaşımdır yazara göre. Goody her nedense modernleşme kavramına gösterdiği alakayı kapitalizm ve sanayileşme kavramlarına göstermez. Örneğin kapitalizmi kısaca, geniş anlamda düşünüldüğünde sadece Batı'da değil ama dünya çapında ortaya çıkan bir sermaye birikimi olarak; sanayileşmeyi de, İngiltere'de henüz bir sanayi devrimi gerçekleşemeden önce başka coğrafyalarda da örneklerine rastlanan bir gelişme olarak belirtir ve geçer. Kısa denebilecek bu giriş bölümünde yazarın vurgulamaya çalıştığı temel nokta, hem kapitalizm, modernlik ve sanayileşme aşamalarının; hem de bu kavramların şemsiyesi altında düşünülen ve Batı'ya özgü kabul edilen "özgürlük", "çoğulculuk", "hümanizm" ve "aydınlanma" gibi değerlerin Batı'dan bağımsız olarak düşünülmeleri ve bu türden değerlerin Batı dışı toplumlarda da var olduğu gerçeğinin dikkate alınması gerektiğidir. Bunun tersi yönde ortaya konan bir tutum, yazarı ziyadesiyle rahatsız etmektedir. Örneğin Batı'nın elde ettiği başarıya neden olarak teknolojik ve kültürel üstünlüğün gösterilmesi bunlardan biridir. Bu nedenledir ki Goody, Avrupa'ya atfedilen üstünlüğün teknolojik ve kültürel boyutunu sert bir üslupla eleştirir. (21-55) Bu bölümde yazar önce Avrupa'nın gelişmesindeki teknolojik boyutu inceler. Burada karşısına tarihçi yazar Lynn VVhite'ı ve iktisat tarihçisi

153 Kıyan Kapitalizm ve Modernlik 155 yazar Joel Mokyr'i alır. Goody VVhite'ın ve Mokyr'in teknolojik determinist olmalarından fazlaca bir rahatsızlık duymaz, aksine teknolojik başarıları olayların önemli bir nedeni olarak görür. Bununla birlikte VVhite'ın ve Mokyr'in hem modern teknolojinin hem de bilimin garbi olduğu fikrine karşı çıkar. Ona göre yel değirmeni, dümen, barut, pusula, dökme demir, matbaa ve kâğıt gibi çok sayıda buluş ilk olarak Doğu'da ortaya çıktı. Dolayısıyla, Avrupa'nın eşsiz olduğu varsayılan teknik yaratıcılığına maledilen bu ürünlerin birçoğunun icadı Doğu'da gerçekleştirilmiş ya da itici gücünü Doğu oluşturmuştur. Goody teknolojik boyuttan sonra Avrupa'nın başarısındaki ikinci değişken olan kültürü konu edinir. Burada da karşısına iktisat tarihçisi David Landes'i alır. Landes "bazı ülkeler zenginken neden bazı ülkeler fakirdir?" sorusuna, kültürü temel değişken olarak gösterir. Ona göre Britanya, Hollanda, Güney Kore ya da Tayvan gibi ülkelerin başarısındaki sır ancak kültürle açılanabilitr Landes, Doğu ile ilgili olarak gelişmenin yokluğu problemini de kültüre bağlar. Ona göre Doğu kültürü bilgili ve yetenekli bir iş gücü üretemez ve batıdan gelen yeniliklere kapalıdır. Goody, tüm tartışmanın kabul edilemez bir aşın genelleme derekesinde yapılmasına itiraz eder. Kültürün değişen bir yapıya sahip olduğuna inanır ve nasıl tanımlanmış olursa olsun, kültürün her şeyi kapsayıcı bir eylemle bütün bu başarı ya da başansızlık sonuçlanna yol açtığı savını kabul etmekte zorlanır. Öte yandan Goddy, Landes'in özellikle Doğuya atfettiği; despotik yönetimlerin mevcudiyeti3, halkların tembel ve yaratıcılıktan uzak köleler olması, erkeklerin önüne gelenle yatması, doğumu önlemek için anal seksin yaygın olması ve oğlancılığın yaygın olması türünden eğilimleri, benzerlerinin Baüda da görüldüğünü belirterek, her fırsatta üstünlüklerini vurgulamaya hevesli AvrupalIlar tarafından yöneltilen karalamalar olarak değerlendirir. Goody, Landes'in bu türden değerlendirmelerini eleştirmekle kalmaz, ayrıca iki öneride de bulunur. Aslında Landes üzerinden dile getirilen bu öneriler, yazarın aynı zamanda kitap boyunca okuyucudan yapma- 3 Goody, Doğuda olduğu varsayılan despotik yönetimlerin varlığına karşılık, Batı da varolan Felemenk, Cermen, İtalyan, İspanyol, Portekiz, İngiliz imparatorluklarını örnek gösterir ve Hitler ve Mussolini örneğini vermekten de geri durmaz.

154 156 iletişim : araştırmaları sıra istediği şeydir. Söz konusu önerilerden birincisi kültüre ilişkin Avrupa merkezci önyargılardan uzaklaşma, İkincisi ise kültür kavramını, özellikle diğerleri aleyhine olarak Batı'yı öne çıkaran düşünce ve uygulamalara dikkat çekmek için kullanmaktan kaçınmaktır. Yazar kitap boyunca bu önerilere sadık kaldığını her fırsatta göstermeye çalışır. Örneğin özellikle Max Weber ve Anthony Giddens tarafından dile getirilen Batı dışı toplumlarm geleneğe sıkı sıkıya bağlı oldukları, dini meselelere körü körüne iman ettikleri, cinsellikle ilgili herhangi bir bilgiye sahip olmadıkları türünden görüşleri şiddetle eleştirmesi yazarın bu tavrının açık göstergesidir. Diğer taraftan kitapta kapitalizm açısından önemli olan 16. yüzyıl üzerinde etraflıca durulduğu görülmektedir (57-70). Bu dönemde meydana gelen gelişmeler, Doğu ile Batı arasındaki eski dengeyi ikinci lehine değiştiren olaylar olarak görülmesinden dikkate alınmaktadır. Örneğin bu olayların başında Rönesans gelmekteydi ki, bu gelişme belli bir ölçüde sekülerleşme sağlamış ve bilimsel devrime zemin hazırlamıştı. İkinci olarak kurumlaşmış dinin reformasyonu gelmekteydi ve bu gelişme de sekülerleşmeye ve öteki gelişmelere zemin hazırlamıştı. Yine Avrupa'nın bu dönemdeki yayılmacı politikası da Batı'daki merkantilist kapitalizmi teşvik etmişti. Aslında Avrupa'nın söz konusu yayılmacılığı, kitapta adı geçen bazı çalışmalarda, genel olarak Sanayi Devrimi'nden önce uluslararası ticaretten ve Amerikalıların kolonizasyonundan elde edilen can alıcı kazanımlar olarak değerlendirilmektedir. Bu yorumun biraz daha sertleştirilmiş hali, Sanayi Devrimi'nin arka planında Protestan tasarrufları, yağmacı bir üretim, Amerikan gümüşünün sömürülmesi, yerel hâzinelerin iç edilmesi, Afrikalı kölelerin emeğinden ve satışından elde edilen katkılar olduğu şeklinde kendini göstermektedir. Goody bu türden değerlendirmelerin özüne ilişkin temel bir itirazda bulunmaz. Dahası Marks, I. VVallerstein, A.G. Frank ve M. Blaut gibi isimlerin benzer türden yorumlarına katılmaktan da geri durmaz. Ancak O, bu gelişmelerin hiçbirinin Avrupa'mn kapitalizme geçişteki ana nedeni olarak görmez. Rönesans'ın Avrupa'daki bilimsel bilgiye geçişteki etkisi çok önemli olabilir, ancak bunların hiçbiri tek başına temel neden olarak görülmemelidir ona göre.

155 Kıyan Kapitalizm ve Modernlik 157 Tam da bu tartışmaların yapıldığı sırada yazar, Avrupa'nın gelişimine ilişkin gerçek nedenin ne olduğunu dile getirmeye çalışır. Bunu yaparken de kitabın özüne ilişkin can alıcı bir soru sorar. Kitapta üzerinde durulan bu soru, Avrupa'nın (Batı Avrupa, özellikle de İngiltere'nin) bir sıçrayış gerçekleştirerek moderniteye, sanayileşmeye veya kapitalizme neden dünyanın geri kalan kısımlarından önce ulaşbğı meselesidir. Belki de bütün çalışma, bu soruya verilebilecek mantıklı bir cevap oluşturma çabası üzerine kurulmuştur diyebiliriz. Yazar bu önemli soruya, değerlendirmelerinin mitralyözü olarak da gördüğü, Batı ile Doğu arasındaki iletişim ve bilgi inşası tarzlarındaki farklılığı cevap olarak gösterir. Ona göre bilgi sistemlerinin gelişimi Avrupa'nın modernleşmesine, özellikle de bilimin ilerlemesine esaslı bir katkıda bulundu. Dolayısıyla 1500 yılı itibariyle, iktisadi açıdan Doğu ile Avrupa aşağı yukarı eşit durumda olmasına rağmen, ki bu tarihe kadar Avrupa ile Doğu kapitalizme geçişte de eşit derecede hazır iki ayrı medeniyet olarak görülmekteydi, bilgi sistemleri itibariyle durum farklıydı. Goody sık sık Müslüman Ispanya'nın medreselerinde yüksek öğretimin yayıldığına dikkati çeker. Yakındoğu'da da aynı gelişmelerin mevcut olduğunu belirtir. Ancak kısa bir süre sonra da on üçüncü yüzyılda Avrupa'da ilk üniversiteler kurulur. Yazara göre bu üniversiteler, Baü dışındakilerden farklı olarak, kısmen sekülerleştikten sonra, Avrupa'da bilim de ilerleme kaydetmeye başlar. Buna ilaveten matbaa ve tipo baskı da esaslı gelişimini Avrupa'da bulur ve bu gelişme öğretime, yazmaya ve okumaya kesin bir biçimde katkıda bulunur. Bu gelişmeler doğal olarak dini bilginin otoritesinin zayıflamasına, seküler sorgulamanın hayata geçmesine, hümanist etkinliğe geçişe, aydınlanma ve birikimin, öğrenimin bağımsız gelişimine olanak sağlar. Dolayısıyla Batı'daki bilgi, on üçüncü yüzyılın başlarında üniversitelerin kuruluşu ve eğitimin gelişmesiyle ileriye doğru bir aşama kaydeder. Avrupa'nın on beşinci yüzyılda yayılması da Bah'nın bilgi sistemlerinde ilerleme kaydeder, zira her yayılışta kendi coğrafyası dışındaki bilgi ve becerileri görme, öğrenme olanakları doğuyordu. Avrupa'nın bu yayılışı, yelkenliler ve toplar alanında elde edilen teknolojik üstünlüklerden yararlanılarak gerçekleştirilir ve birçok fayda temin edecek olan merkantilist

156 158 iletişim : araştırmaları kapitalizmin ve ganimet ediniminin gelişmesine yol açar. Öte yandan aynı dönem, önce Rönesans ve Aydınlanma'daki bilgi sistemlerinin, on sekizinci yüzyılın sonu itibariyle ise, sanayi üretiminin gelişimine tanıklık eder. İşte Goody'ye göre tüm bu gelişmeler birbiriyle ilintiliydi ve on dokuzuncu yüzyılın başlarında belirgin bir hal alacak olan, Avrupa'nın Doğu'ya karşı kesin üstünlüğüne götüren unsurlar olarak öne çıkmaktaydı. Yazara göre Batı ile Doğu arasındaki farkı yaratan şeyin Sanayi Devrimi olduğuna kuşku yoktur. Kapitalizmi geliştiren4 de Sanayi Devrimi'nin kendisidir. Ancak Goody'e göre burada dikkat etmemiz gereken nokta, Avrupa'nın bu devrime giden süreçte, Doğu'dan farklı olarak bilgi ve iletişim tarzlarındaki kendini geliştirme yönüdür. Nitekim barut, pusula, kağıt ve matbaa gibi gelişmeler ilk olarak Doğu'da ortaya çıkmasına rağmen, esaslı gelişimlerini Batı'da kaydettiler. Çünkü Batı, Doğudan farklı olarak, bilgi ve iletişim alanındaki gelişiminden dolayı bu gelişmelerden (ki matbaadan sonra tipo baskının geliştirilmesi bunun en açık örneğidir) en yüksek verimi elde etmişti. Bu gelişmeci tavır kuşkusuz öteki icatlar için de geçerliydi ve bu yönde gelişme gösteren süreç nihayetinde Baü'yı sanayileşme çağma taşımıştı. Kitapta ortaya konan kapitalizmin, modernleşmenin ve sanayileşmenin kökenlerine ilişkin Avrupa merkezci ya da daha ilerisi olan etnik merkezci yorumlamalardan uzaklaşıldığı oranda Goody'nin görüşlerine yaklaşmış oluruz. Nitekim okuma boyunca yazarın bizden istediği budur. Zira yukanda da belirtildiği gibi, Batı'daki gelişmenin kökenlerine ilişkin ortaya ahlan teknik ve kültürel üstünlük, ticari kültürün oluşması, burjuvazinin gelişmesi, kentleşme ve iş gücünün ortaya çıkması türünden nedenlerin hepsi de zaten Batı dışındaki coğrafyalarda da görülmekteydi yazara göre. Yani Batı, diğer yerlere göre daha ileride olduğu gibi kendinden menkul bir gerçeği sahip değildi. Bununla birlikte fark, bilgi ve iletişim alanındaki üstünlükte kendisini göstermekteydi. Dolayısıyla, Goody'e göre dünyadaki gelişmelere ilişkin Avrupa'ya gösterilen teveccühe kuşkuyla bakmamız gerekir. Ancak bu yönde bir yaklaşım bizi Batı'ya ilişkin 4 Yazarın burada ortaya çıkarma yerine geliştirmekten söz etmesi, kapitalizmin çok daha önce diğer coğrafyalarda da zuhur etmiş olmasına inanmasından kaynaklanmaktadır.

157 Kıyan Kapitalizm ve Modernlik 159 antikiteden feodalizme, daha sonra da kapitalizme geçişte evrensel bir evrimci çizgiye sürüklemekten koruyacaktır. Kitabın önemli özelliklerinden biri hiç kuşkusuz kapitalizm ve modernlik üzerine hatırı sayılır bir kaynakça sunmasıdır. Öte yandan sunulan bu kaynakça üzerinde yazarın farklı perspektiflerden yaptığı yorumlamalar okuyucuya özellikle kapitalizm ve modernlik kavramları açısından geniş bir açılım olanağı sunmaktadır. Ayrıca yazarın tartışmacı üslubu, hazır cevaplılığı ve anlaşılması kolay, akıcı dili de okumayı oldukça kolaylaştırmaktadır.

158

159 161 Bu Sayıdaki Yazarlar Ayşen Temel Eğinli Lisans öğrenimini 2002 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'nde fakülte birincisi olarak tamamladı yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler Yüksek Lisans Programına başladı yılında "Kişilerarası İletişim Temelinde Aile ve Yaşam Dengesi" konulu Yüksek Lisans tezi ile bitirdi. Eğinli 2009 yılında "Örgütsel Bağlılığın Geliştirilmesinde Farklılık Yönetimi" adlı tez çalışması ile doktora programını bitirdi. Halen Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde Dr. Araştırma Görevlisi olarak görev yapmaktadır. Demet Gürüz ile birlikte Kişilerarası İletişim, Bilgiler- Etkiler-Engeller; İletişim Becerileri- Anlamak- Anlatmak-Anlaşmak; Işıl Karpat Aktuğlu ve Sema Misci ile birlikte Reklamveren ve Ajans İlişkileri kitapları, İletişime Yeni Yaklaşımlar adlı kitabında Demet Gürüz ile birlikte kitap editörlüğü bulunmaktadır. Besim Yıldırım Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik araştırma görevlisi. Selçuk Üniversitesi Gazetecilik İletişim Fakültesi Gazetecilik Mezunu sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun 35. Maddesi gereği lisansüstü eğitimi için Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı'nda görevlendirilen yazar, yüksek lisansını ve doktorasını burada tamamladı, iletişim : araştırmaları (1):

160 162 iletişim : araştırmaları Emrah Özen ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim dalında yüksek lisans yaptı. Halen aynı anabilim dalının doktora programında tez çalışmasını sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde ulusal sinemalar, Türk sineması, küresel sinema endüstrileri konularında makale ve çevirileri yayımlanmıştan Halen Türkiye Cumhuriyeti Tallinn Büyükelçiliği'nde görev yapmaktadır. Melike Aktaş Yamanoğlu Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'nden 2000 yılında mezun oldu. University of Nottingham'da pazarlama yüksek lisans eğitimini 2002 yılında tamamladı yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı'ndan doktora derecesini "Kent Yoksulu Gençlerin Tüketim Toplumunda Yaşama Deneyimleri: Ankara Örneği" başlıklı tez çalışmasıyla aldı yılından bu yana Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı'nda görev yapmaktadır, melike.aktas@medin.nnkarn.edu.tr Özen Okat Özdem 2003 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nde lisans eğitimini tamamladı. Eğitimi sırasında katıldığı 13. Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması'nda bir dalda birincilik, bir dalda da ikincilik ödülü kazandı. Lisans eğitimini tamamladıktan sonra Ege Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü'nde Grafik Tasarım Sorumlusu olarak görev yapmaya başladı yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Reklamcılık Anabilim Dalında başladığı yüksek lisans eğitimini, 2006 yılında "Açıkhava Reklam Ortamlarında Görsel Tasarım" adlı tez çalışmasıyla tamamladı yılında Ege Üniversitesi Ege Meslek Yüksekokulu'nda öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Aynı yıl doktora eğitimine başlayan Özen Okat Özdem halen doktora eğitimine "Doğrudan Tepki Reklamlarının Tüketicilerin Satınalma Eğilimlerine Etkileri" adlı tez çalışmasıyla devam etmekte ve Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.

161 Kıyan Kapitalizm ve Modernlik 163 Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Japon Uluslararası İşbirliği Kuruluşu'ndan aldığı bursla Okinavva ve Tokyo'da radyo ve televizyon programcılığı konularında eğitim gördü yılında, tarihleri arasında Estonya Tallinn Üniversitesi, Baltık Film ve Medya Okulu'nda konuk öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürdü. AÜ İletişim Fakültesi öğretim üyesidir ve televizyon eleştirisi, televizyon program endüstrisi, anlatı türleri, gündelik hayat incelemeleri, popüler kültür, görsel kültür ve ideoloji konularında dersler vermektedir, Sinem Yeygel Çakır Sinem Yeygel Çakır, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Flalkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'nden 1998 yılında mezun oldu yılında Halkla İlişkiler ve Tanıtım ana Bilim Dalında yüksek lisans eğitimine başladı yılında "Kurum Kimliğinin Oluşturulmasında Halkla İlişkilerin Rolü" başlıklı yüksek lisans tez çalışmasını tamamladı yılında "Bir Reklam Ortamı Olarak Web Sitelerinin Müşteri Memnuniyetine Etkisi" başlıklı doktora tez çalışmasını tamamlayan Yeygel Çakır, 2008'den bu yana Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü'nde yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır. Yeygel Çakır'ın reklam, internet reklamcılığı, kurumsal web siteleri kurum kimliği, reklam ve çocuk, reklam ve etik pazarlama alanlarında kitap, çeşitli kitaplarda bölümleri ve makaleleri bulunmaktadır. (Sanal Ortamda Bütünleşik Pazarlama İletişimi- Belma Güneri Fırlar ile birlikte-, Şimdi Reklamlar- Müge Elden, Özkan Ulukök ile birlikte-, Kurumsal Reklamın Anlattıkları- Müge Elden ile birlikte, İnternet Çağında Kurumsal İletişim-Ebru Uzunoğlu, Ferah Onat ve Özlem Alikılıç ile birlikte)

162 164 iletişim : araştırmaları Zafer Kıyan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi lisans mezunu. Halen aynı fakültede master öğrencisidir. "Yeni Bir e-iş Modeli Olarak B2B: Firmadan firmaya e-ticaret" başlığım taşıyan yüksek lisans çalışmasını yapmakta ve "Firmadan Firmaya Internet Temelli e-ticaret: Türk Dış Ticareti Açısından Olanaklar ve Sınırlar" konulu bilimsel araştırma projesinde çalışmaktadır. Başlıca ilgilendiği konular; iletişim kuramları, kapitalizm, küreselleşme, yeni iletişim teknolojileri, bilgi ekonomisi ve e-ticaret üzerinedir. z_kiyan@hotmail.com Zeynep Hamurdan Üniversite eğitimini Hacettepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde tamamladıktan sonra Amerika Birleşik Devletieri'ne Kitle İletişimi (Mass Communications) bölümünde yüksek lisans yapmak üzere gitmiştir. Halen Southern Illinois University Edvvardsville'de eğitimine devam etmektedir, zeynep.hmnmdan@gmnil.com

163 165 Yazı Teslim Kuralları 1. Dergiye gönderilecek yazılar MS YVord programında yazılmış olmalıdır. 2. Times New Roman karakteriyle 12 punto olarak, iki aralık yazılan ve A4 sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 2 adet kopya olarak ve bir adet disket kaydıyla birlikte teslim tarihine kadar yayın kuruluna ulaştırılmalıdır. 3. Yazılar kelimelik bir İngilizce ve Türkçe özetle birlikte gönderilmelidir. Yazıların ve özetlerin üzerinde yalnızca yazının başlığı bulunmalıdır. Ayrı bir kapak sayfasında yazarın ismi, açık adresleri, telefon ve faks numaraları ile varsa elektronik-posta adresleri yer almalıdır. 4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, anlaşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar girintili olmalıdır. 5. Yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir. 6. Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede hakemlere gönderilecektir. Hakeme gönderilen yazı yazarın kimlik bilgilerini içemeyecektir. Hakem değerlendirmesi sonucunda yazılar yayınlanabilecektir. Hakem değerlendirmesi sonucu yazarlardan yazılarını geliştirmeleri ya da gözden geçirmeleri istenebilir. Yayın konusundaki son karar Yayın Kuruluna aittir. Yayın Kurulu'nun yazı hakkındaki değerlendirmesi, hakem raporu ile birlikte yazarlara gönderilir. Yazıların Gönderileceği Adres Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi İLAUM (İletişim Araştırmaları Dergisi) Cebeci Ankara ilefdrg@media.ankara.edu.tr Tel: ( ) '254 / 249 / 283 iletişim : araştırmaları (1):

164 166- iletişim : araştırmaları Kaynakçaların Düzenlenmesi Metin içinde kaynak gösterme 1. Metin içindeki tüm referanslar metin içinde uygun yerlerde ve parantez içinde belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır. Örnek: (Morley, 1997:1-5). 2. "vs.", "vb.", "a.g.e", "bkz." gibi kısaltmalar metin içerisinde ve dipnotlarda kullanılmaz. 3. Alıntılanan yazarın adı metinde geçiyorsa ve yazarın kaynakçada sadece bir eseri varsa parantez içinde yazarının adını ve eser yılını tekrar etmeye gerek yoktur. Yalnızca sayfa numarası yeterlidir. Örnek: Randall, kendi hikayelerimizi anlatarak... (12-19). Ancak metinde adı geçen yazarın kaynakçada birden fazla eserine atıfta bulunuluyorsa yıl ve sayfa numarası yer almalıdır. Örnek: (1980: 29). 4. Alıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Morin ve Kem, 2001). 5. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonra "vd." ibaresi kullanılmalıdır. Örnek: (Bennet vd., 1986). 6. Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Morin, 1998: 12; VVilliams, 1987: 25). 7. Notlar ve referanslar ayrılmalıdır. Notlar metin içinde numalarandırılmalı ve metnin sonunda numara sırasına göre ve referanslardan önce yerleştirilmelidir. 8. Kaynakçada yalnızca yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıra izlemelidir. 9. Bir yazarın birden çok çalışması aynı kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre yeniden eskiye göre sıralanmalı, aynı yılda yapılan çalışmalar için "a,b,c..." ibareleri kullanılmalıdır. 10. Metin içindeki alıntılar için çift tırnak, alıntının içindeki alıntılar için tek tırnak işareti kullanılmalıdır. 40 kelime ya da 5 satırdan uzun alıntılar, tırnak kullanılmadan, bir küçük punto ile ("10") girintili paragrafla verilmelidir.

165 Kıyan Kapitalizm ve Modernlik 167 Kitap Mutlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara: Ark Yayınları. Çeviri Kitap Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş. Çev., Süleyman İrvan. Ankara: Ark Yayınlan. Derleme Kitap Holmes, David (der.) (1997). Virtual Politics. London: Sage. Derleme Kitapta Makale Hutchby, lan (1991). 'The Organization of Talk on Talk Radio." Broadcast Talk. (der.) Paddy Schannel. London: Sage Dergide Makale Çaplı, Bülent (2001). "Media Policies in Turkey Since 1990." Kültür ve İletişim 4(2): Bildiri Kejanlıoğlu, D. Beybin (2000). "Kitle İletişim Tarihyazımlan Üzerine." 1. Ulusal İletişim Sempozyumu 3-5 Mayıs Ankara. İnternette Yazı Kellner, Douglas (2003). "Critical Theory and the Crisis of Social Theory." Iıttp:// Erişim tarihi:

166

Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ve Yoksulluğun Yeniden Üretimi

Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ve Yoksulluğun Yeniden Üretimi 9 Kent Yoksulu Gençlerin Yaşam Koşulları ve Yoksulluğun Yeniden Üretimi Melike Aktaş Yamanoğlu Özet Sosyal dışlanma yoksullukla ilişkili bir kavram olarak, yoksulluğun çok boyutluluğunun ve yoksulluğun

Detaylı

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi. ANKET SONUÇLARI Anket -1 Lise Öğrencileri anketi. Bu anket, çoğunluğu Ankara Kemal Yurtbilir İşitme Engelliler Meslek Lisesi öğrencisi olmak üzere toplam 130 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya

Detaylı

Dershane Algısı Araştırması Mayıs 2012

Dershane Algısı Araştırması Mayıs 2012 Dershane Algısı Araştırması Mayıs 2012 KÜNYE Proje Adı Araştırma Sahibi Araştırma Evreni Adayların Dershane Algısı Araştırması İKSara A.Ş. Toplumsal Gündem Araştırmaları Nisan 2012 Türkiye de üniversiteye

Detaylı

KALKINMANIN SÜREKLİLİĞİ KALİTELİ BEŞERİ SERMAYE İLE MÜMKÜN

KALKINMANIN SÜREKLİLİĞİ KALİTELİ BEŞERİ SERMAYE İLE MÜMKÜN 2016 TEMMUZ AĞUSTOS - SEKTÖREL KALKINMANIN SÜREKLİLİĞİ KALİTELİ BEŞERİ SERMAYE İLE MÜMKÜN Bilişim teknolojilerinin ucuzlaması ve yaygınlaşması bilgi akışını hızlandırdı. Bunun sonucunda da yoğun bilgi

Detaylı

Politika Notu 09/2 ÇALIŞAN ANNELERİN ÇOCUKLARI DAHA BAŞARILI. Yönetici Özeti

Politika Notu 09/2 ÇALIŞAN ANNELERİN ÇOCUKLARI DAHA BAŞARILI. Yönetici Özeti Politika Notu 09/2 20.03.2009 ÇALIŞAN ANNELERİN ÇOCUKLARI DAHA BAŞARILI Mehmet Alper Dinçer 1 ve Gökçe Uysal Kolaşin 2 Yönetici Özeti OECD, 2000 den beri üç senede bir OECD ülkeleri ve diğer katılımcı

Detaylı

Araştırma Notu 16/191

Araştırma Notu 16/191 Araştırma Notu 16/191 7 Mart 2016 REİSİ KADIN OLAN 1,2 MİLYON HANE YOKSUNLUK İÇİNDE YAŞIYOR Gökçe Uysal * ve Mine Durmaz ** Yönetici özeti Gerek toplumsal cinsiyet eşitliği gerekse gelecek nesillerin fırsat

Detaylı

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ Kendinizden biraz bahseder misiniz? -1969 yılında Elazığ'da dünyaya geldim. İlk orta ve liseyi orada okudum. Daha sonra üniversiteyi Van 100.yıl Üniversitesi'nde okudum. Liseyi

Detaylı

2. En başarılı olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri? 3. En başarısız olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri?...

2. En başarılı olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri? 3. En başarısız olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri?... ANKET-1 (LİSE) Türk İşaret Dilinde izlemek için tıklayınız. Ad Soyad:. Okul -Sınıfı:. 1. Okul başarınızı nasıl yorumluyorsunuz? Kötü Orta İyi Çok iyi 2. En başarılı olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri?

Detaylı

Katılımcının Yaşı n % 21-30 114 21.6 31-40 152 28.8 41-50 208 39.5 51+ 53 10.1 TOPLAM 527 100.0

Katılımcının Yaşı n % 21-30 114 21.6 31-40 152 28.8 41-50 208 39.5 51+ 53 10.1 TOPLAM 527 100.0 12 Eczacı Profili-1998-2007 II. 1998 ARAŞTIRMASI BULGULARI ll.l.toplumsal VE EKONOMİK ÖZELLİKLER Katılımcının Yaşı n % 21-30 114 21.6 31-40 152 28.8 41-50 208 39.5 51+ 53 10.1 TOPLAM 527 100.0 Tabloda

Detaylı

GÜMÜŞHANE TİCARET VE SANAYİ ODASI

GÜMÜŞHANE TİCARET VE SANAYİ ODASI (2015) GÜMÜŞHANE TİCARET VE SANAYİ ODASI GÜMÜŞHANE DEKİ MESLEKİ EĞİTİMİN MEVCUT DURUMU, SORUN ALANLARI VE BU SORUNLARI GİDERMEYE YÖNELİK GELİŞTİRİLEBİLECEK POLİTİKALARA İLİŞKİN BİLGİ NOTU GÜMÜŞHANE DEKİ

Detaylı

EK-2: İnşaat Mühendisliği Öğrenci Anketi

EK-2: İnşaat Mühendisliği Öğrenci Anketi 80 EK-2: İnşaat Mühendisliği Öğrenci Anketi Sayın İnşaat Mühendisi Adayı, İnşaat Mühendisliği Eğitimi Kurulu, İMO 40. Dönem Çalışma Programı çerçevesinde İMO Yönetim Kurulu nca İnşaat Mühendisliği Eğitimi

Detaylı

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor Türkiye deki üniversite imkanlarının zorluğu ve kontenjan sıkıntısı öğrencileri değişik arayışlara itiyor. Her yıl 50 binin üzerinde

Detaylı

KADINLARIN ÇOK YÖNLÜ GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ KATILIMCI PROFİLİ RAPORU

KADINLARIN ÇOK YÖNLÜ GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ KATILIMCI PROFİLİ RAPORU KADINLARIN ÇOK YÖNLÜ GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ KATILIMCI PROFİLİ RAPORU AĞUSTOS 2009 Kadınların Çok Yönlü Güçlendirilmesi Projesi Kursiyerlerinin Demografik Özellikleri Kadınların Çok Yönlü Güçlendirilmesi

Detaylı

EĞİTİM İŞ ANNE BABALARIN ÖSS SINAVI SONRASI BEKLENTİ VE KAYGILARININ TESPİT EDİLMESİ ARAŞTIRMA NO:2 GENEL EĞİTİM SEKRETERLİĞİ 14.06.

EĞİTİM İŞ ANNE BABALARIN ÖSS SINAVI SONRASI BEKLENTİ VE KAYGILARININ TESPİT EDİLMESİ ARAŞTIRMA NO:2 GENEL EĞİTİM SEKRETERLİĞİ 14.06. 2009 EĞİTİM İŞ EĞİTİM VE BİLİM İŞGÖRENLERİ SENDİKASI ANNE BABALARIN ÖSS SINAVI SONRASI BEKLENTİ VE KAYGILARININ TESPİT EDİLMESİ ARAŞTIRMA NO:2 GENEL EĞİTİM SEKRETERLİĞİ 14.06.2009 ARAŞTIRMANIN AMACI Araştırmanın

Detaylı

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI Prof. Dr. Nezih Güven (ODTÜ, Rektör Danışmanı) Doç. Dr. Ayşe Gündüz Hoşgör (ODTÜ,Sosyoloji Blm.) Y. Doç. Dr. Mustafa Şen (ODTÜ, Sosyoloji Bölümü) Bağlantı

Detaylı

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Hangi okullarda

Detaylı

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3 KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3 Issue #: [Date] MAVİSEL YENER İLE RÖPOTAJ 1. Diş hekimliği fakültesinden mezunsunuz. Bu iş alanından sonra çocuk edebiyatına yönelmeye nasıl karar verdiniz?

Detaylı

Araştırma Notu 14/163

Araştırma Notu 14/163 g Araştırma Notu 14/163 7 Mart 2014 REİSİ KADIN OLAN HER DÖRT HANEDEN BİRİ YOKSUL Gökçe Uysal * ve Mine Durmaz ** Yönetici özeti Gerek toplumsal cinsiyet eşitliği gerekse gelecek nesillerin fırsat eşitliği

Detaylı

HANGİ MAKALE HANGİ DERGİYE?

HANGİ MAKALE HANGİ DERGİYE? KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ-SENATURK MAKALE HAZIRLAMA VE SUNUM KURSU 11 Ocak 2013 HANGİ MAKALE HANGİ DERGİYE? Bahadır M. GÜLLÜOĞLU Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı ÇALIŞMA İÇİN DOĞRU

Detaylı

Proje Adı: Türkiye Akademisinde Toplumsal Cinsiyet Algısı ve Yansımaları. Araştırma Şirketi Araştırma Veren Veri Toplama Firması

Proje Adı: Türkiye Akademisinde Toplumsal Cinsiyet Algısı ve Yansımaları. Araştırma Şirketi Araştırma Veren Veri Toplama Firması Proje Adı: Türkiye Akademisinde Toplumsal Cinsiyet Algısı ve Yansımaları Araştırma Şirketi Araştırma Veren Veri Toplama Firması Araştırmanın Künyesi Kullanılan yöntem(ler) Kalitatif Kantitatif Diğer (açıklayınız)

Detaylı

Araştırma Notu 16/202

Araştırma Notu 16/202 Araştırma Notu 16/202 20 Aralık 2016 ÇOCUKLARA KİM BAKIYOR? KADIN İŞGÜCÜNE KATILIMI VE TOPLUMSAL CİNSİYET Hande Paker ve Gökçe Uysal Yönetici Özeti Bu araştırma notunda çocuk bakımıyla ilgili çeşitli görevlerin

Detaylı

Araştırma Notu 15/176

Araştırma Notu 15/176 Araştırma Notu 15/176 3 Şubat 2015 57 BİN ÇOCUK HAFTADA 40 SAATTEN UZUN ÇALIŞIYOR Gökçe Uysal, Melike Kökkızıl ** Yönetici Özeti 2012 Çocuk İşgücü Anketi verileri Türkiye'de 292 bin çocuğun hala ekonomik

Detaylı

Kulüp sayesinde tanınan, bilinen bir insan oldum - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Kulüp sayesinde tanınan, bilinen bir insan oldum - Genç Gelişim Kişisel Gelişim Cumhuriyet Üniversitesi Genç Akademi Kulübü Başkanı Çağrı Aktaş Kulüp sayesinde tanınan, bilinen bir insan oldum. Üniversite öğrencileri kulüplere üye olarak kulüplerden faydalansınlar SORU-Bize kısaca

Detaylı

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder.. Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder.. SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? hangi okullarda okudunuz bugüne kadar?

Detaylı

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor!

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor! Amway Avrupa nın Dünya Girişimcilik Haftası na özel 16 Avrupa ülkesinde yaptırdığı Girişimcilik Anketi sonuçları açıklandı! Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor! Amway Avrupa tarafından yaptırılan

Detaylı

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi Sayı : Tarih : 11.1.216 Diploma Program Adı : MEDYA VE İLETİŞİM, ÖNLİSANS PROGRAMI, (UZAKTAN ÖĞRETİM) Akademik

Detaylı

Kadınlar ikinci bir şansı hak ediyor!

Kadınlar ikinci bir şansı hak ediyor! Kadınlar ikinci bir şansı hak ediyor! Hem kadınlar kazansın, hem ülkemiz. Çünkü Biz Büyük Bir Aileyiz. www.aile.gov.tr www.gonulelcileri.gov.tr Toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin yapılan pek çok hukuksal

Detaylı

6. BÖLÜM: BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

6. BÖLÜM: BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ 6. BÖLÜM: BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Bu bölümde araştırma bulgularının değerlendirilmesine yer verilecektir. Yerleşik yabancılara yönelik demografik verilerin ve ev sahibi ülkeye uyum aşamasında gereksinim

Detaylı

Araştırma Notu 13/159

Araştırma Notu 13/159 Araştırma Notu 13/159 27 Aralık 2013 1,4 MİLYON GENÇ NE OKULDA NE İŞTE Seyfettin Gürsel, Gökçe Uysal-Kolaşin ve Melike Kökkızıl Yönetici Özeti TÜİK tarafından açıklanan Hanehalkı İşgücü Anketi 2012 verilerine

Detaylı

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri Eflref Ar kan Bildiğiniz gibi Almanya aile birleşiminin gerçekleşmesi konusunda göç yasasında bazı değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikleri eleştirenler ve olumlu görenler bulunmaktadır. Ben göç yasasının

Detaylı

BURDUR İLİNDE SPORA KATILIMIN SOSYO EKONOMİK BOYUTUNUN ARAŞTIRILMASI

BURDUR İLİNDE SPORA KATILIMIN SOSYO EKONOMİK BOYUTUNUN ARAŞTIRILMASI 996 I.BURDUR SEMPOZYUMU BURDUR İLİNDE SPORA KATILIMIN SOSYO EKONOMİK BOYUTUNUN ARAŞTIRILMASI Kemal FİLİZ * Kadir PEPE ** ÖZET Araştırmada, Burdur ilinde aktif spor yapan sporcuların sosyoekonomik profillerinin

Detaylı

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi Sayı : Tarih : 11.1.216 Diploma Program Adı : MEDYA VE İLETİŞİM, ÖNLİSANS PROGRAMI, (UZAKTAN ÖĞRETİM) Akademik

Detaylı

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK Ceylan Işık, Hacettepe Türkçe Öğretmenliği Biliyor musunuz, ben bir çocuğun kalbine dokundum? Hatta bir değil birçok çocuğun kalbine dokundum. Onların sadece ellerine, yüzlerine

Detaylı

ÖĞRETMEN ADAYLARININ MESLEK BİLGİSİ DERSLERİ ÜZERİNE BAKIŞ AÇILARI

ÖĞRETMEN ADAYLARININ MESLEK BİLGİSİ DERSLERİ ÜZERİNE BAKIŞ AÇILARI ÖĞRETMEN ADAYLARININ MESLEK BİLGİSİ DERSLERİ ÜZERİNE BAKIŞ AÇILARI Çiğdem ŞAHİN TAŞKIN* Güney HACIÖMEROĞLU** *Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü **

Detaylı

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi Sayı : Tarih : 11.10.2016 Diploma Program Adı : HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM, LİSANS PROGRAMI, (UZAKTAN ÖĞRETİM)

Detaylı

GIDA ZİNCİR MARKETLER SEKTÖRÜ

GIDA ZİNCİR MARKETLER SEKTÖRÜ Native Media iletişim bültenidir. GIDA ZİNCİR MARKETLER SEKTÖRÜ Native Media bu ay Gıda Zincir Marketler sektörünün medya iletişimlerini mercek altına aldı. Bu raporda, pazarda yer alan markaların medya

Detaylı

ULUSAL EĞİTİM PPROGRAMI (UEP) NEDİR?

ULUSAL EĞİTİM PPROGRAMI (UEP) NEDİR? ULUSAL EĞİTİM PPROGRAMI (UEP) NEDİR? Ulusal Eğitim Programı, iki yıllık bir çalışma sonucunda ve çok sayıda akademisyen ve eğitimcinin görüşleri alınarak ülkemiz eğitim sisteminin iyiye ve doğruya dönüşmesi

Detaylı

Kitap Okuma Alışkanlığı ve Tercihleri Araştırması

Kitap Okuma Alışkanlığı ve Tercihleri Araştırması Kitap Okuma Alışkanlığı ve Tercihleri Araştırması Tüketicilerin kitap okuma alışkanlıklarını ölçmek ve bu alışkanlıkların kazanımında ailelerin ne kadar etkili olduğunu öğrenmek için yapılmıştır 1 Kitap

Detaylı

- TERCİHLERDE ROL OYNAYAN BİRİNCİ FAKTÖR: İSTİHDAM İMKANLARI

- TERCİHLERDE ROL OYNAYAN BİRİNCİ FAKTÖR: İSTİHDAM İMKANLARI -YÖK ÜN YAPTIĞI ANKET SONUÇLANDI - TERCİHLERDE ROL OYNAYAN BİRİNCİ FAKTÖR: İSTİHDAM İMKANLARI -ADAYLARIN %94 Ü DEVLET ÜNİVERSİTELERİNİ, %6 SI İSE VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİ TERCİH EDEBİLECEKLERİNİ BELİRTTİ

Detaylı

ÇORLU MESLEK YÜKSEKOKULU GELENEKSEL EL SANATLARI PROGRAMI FAALİYET RAPORU

ÇORLU MESLEK YÜKSEKOKULU GELENEKSEL EL SANATLARI PROGRAMI FAALİYET RAPORU ÇORLU MESLEK YÜKSEKOKULU GELENEKSEL EL SANATLARI PROGRAMI FAALİYET RAPORU 1. Genel Bilgiler a) Misyon Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, bilim ve teknolojiden yararlanan, evrensel ve toplumsal değerlere

Detaylı

Ülkelere göre öğretmen yetiştirme modelleri

Ülkelere göre öğretmen yetiştirme modelleri On5yirmi5.com Ülkelere göre öğretmen yetiştirme modelleri Öğretmenlerin yetiştirilmesi kapsamında üniversitelerin kabul koşulları, alınan eğitimin niteliği, değerlendirilme sistemleri her ülkede farklılıklar

Detaylı

İyi ki vardın Melike, bizim için hep var olacaksın. Sanırım İletişim Fakültesi ndeki bütün dostların bunu söylememi isterdi.

İyi ki vardın Melike, bizim için hep var olacaksın. Sanırım İletişim Fakültesi ndeki bütün dostların bunu söylememi isterdi. Melike için Doç. Dr. İnci Çınarlı ve Doç. Dr. Halime Yücel'in editörlüğünde bir araya getirilen sağlık iletişimi temalı yazılardan oluşan İleti-ş-im Dergisi nin bu özel sayısı, 16 Haziran 2011 de zamansız

Detaylı

Reklam Tasarımı ve Uygulamaları I (PR 421) Ders Detayları

Reklam Tasarımı ve Uygulamaları I (PR 421) Ders Detayları Reklam Tasarımı ve Uygulamaları I (PR 421) Ders Detayları Ders Adı Ders Dönemi Ders Uygulama Laboratuar Kredi AKTS Kodu Saati Saati Saati Reklam Tasarımı ve Uygulamaları I PR 421 Güz 0 3 0 3 5 Ön Koşul

Detaylı

1. SOSYAL SERMAYE 1. (1) (2) 2. (3). (4) 3. (5) (6) 4.

1. SOSYAL SERMAYE 1. (1) (2) 2. (3). (4) 3. (5) (6) 4. 1. SOSYAL SERMAYE 1. Sosyal sermaye OECD tarafından grup içerisinde ya da gruplar arasında işbirliğini kolaylaştıran anlayışlar, paylaşılan değerler, normlarla birlikte ağlar olarak tanımlanmaktadır (1).

Detaylı

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1 İşgücü Piyasasında Gelişmeler: 04-06 Döneminde lar ve lerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? KEİG Platformu Türkiye de kadınların işgücüne ve istihdama katılım oranları benzer gelişmişlik seviyesindeki

Detaylı

Seminer (PR 403) Ders Detayları

Seminer (PR 403) Ders Detayları Seminer (PR 403) Ders Detayları Ders AdıDers Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Seminer PR 403 Bahar 3 0 0 3 6 Ön Koşul Ders(ler)i Dersin Dili Dersin Türü Dersin Seviyesi

Detaylı

Proje: COMPASS 510858-LLP-1-AT-LEONARDO-LMP. Proje hakkında açıklayıcı bilgiler

Proje: COMPASS 510858-LLP-1-AT-LEONARDO-LMP. Proje hakkında açıklayıcı bilgiler Proje: COMPASS 510858-LLP-1-AT-LEONARDO-LMP Proje hakkında açıklayıcı bilgiler Bu anketin amacı, niteliksel bilgilerin toplanıp, belirli formlarda yardım ve ihtiyacı olan, 15-25 yaş arası göçmen yada farklı

Detaylı

Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek

Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek Tarih: 19.01.2013 Sayı: 2014/01 İSMMMO dan Türkiye nin Yaratıcı Geleceği / Y Kuşağı Raporu Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek İSMMMO nun Türkiye nin Yaratıcı Geleceği / Y Kuşağı adlı

Detaylı

PESA International Journal of Social Studies PESA ULUSLARARASI SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ

PESA International Journal of Social Studies PESA ULUSLARARASI SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ October / Ekim 2015, Volume / Cilt:1, Issue / Sayı:2 PESA International Journal of Social Studies PESA ULUSLARARASI SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ ISSN: www.sosyalarastirmalar.org Address: Arabacı Alanı Mah.

Detaylı

City Security Group STADYUM GÜVENLİĞİ ARAŞTIRMASI

City Security Group STADYUM GÜVENLİĞİ ARAŞTIRMASI City Security Group STADYUM GÜVENLİĞİ ARAŞTIRMASI Ağustos 2013 Araştırma Künyesi PROJE ADI ARAŞTIRMA EVRENİ AMAÇ SAHA ÇALIŞMASI ÖRNEKLEM SAYISI CSG STADYUM GÜVENLİĞİ ARAŞTIRMASI İstanbul da Yaşayan 18

Detaylı

Araştırma Notu 17/206

Araştırma Notu 17/206 Araştırma Notu 17/206 7 Mart 2017 REİSİ KADIN OLAN HANELERDE YOKSUNLUK ARTIYOR Gökçe Uysal * ve Selin Köksal ** Yönetici özeti Gerek toplumsal cinsiyet eşitliği gerekse gelecek nesillerin fırsat eşitliği

Detaylı

Özürlülere Yönelik KPSS ve Diğer Kamu Sınavlarına Hazırlık Kursu

Özürlülere Yönelik KPSS ve Diğer Kamu Sınavlarına Hazırlık Kursu Özürlülere Yönelik KPSS ve Diğer Kamu Sınavlarına Hazırlık Kursu Amaç ve İçerik 1. Özürlü bireylerin akranlarıyla iletişimini güçlendirmek, öğrencilerimizin özürlüler ile ilgili olarak bilinç ve duyarlılık

Detaylı

Öğrenci Memnuniyet Anketi

Öğrenci Memnuniyet Anketi 1 / 13 15.12.2018 13:20 Sevgili Öğrenciler; Bu çalışmanın amacı, Kalite Değerlendirme Raporu kapsamında, meslek yüksek okulumuzda öğrenim gören öğrencilerin genel memnuniyet düzeylerinin belirlenmesidir.

Detaylı

Araştırma Notu 18/229

Araştırma Notu 18/229 Araştırma Notu 18/229 18 Mayıs 2018 15-19 YAŞ ARASINDAKİ 700 BİN GENÇ NE İŞGÜCÜNDE NE EĞİTİMDE Gökçe Uysal * ve Yazgı Genç ** Yönetici Özeti 2012-2016 dönemine ait Hanehalkı İşgücü Anketi verileri kullanılarak

Detaylı

Veri Toplama Araçları

Veri Toplama Araçları Veri Toplama Araçları 0 Görüşme 0 Odak grup görüşmesi 0 Gözlem 0 Araştırma problemine hizmet edecek her nevi doküman (soru formları, katılımcı ve/veya araştırmacı günlüğü, fotoğraf, resim vb) GÖRÜŞME Önceden

Detaylı

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi Sayı : Tarih : 1.1.216 Diploma Program Adı : SOSYOLOJİ, LİSANS PROGRAMI, (AÇIKÖĞRETİM) Akademik Yıl : 21-216 Yarıyıl

Detaylı

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller Y jenerasyonunun internet bağımlılığı İK yöneticilerini endişelendiriyor. Duygusal ve sosyal becerilere sahip genç profesyonel bulmak zorlaştı. İnsan

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 İstanbul Milletvekili Oran dan LYS ye girenlere doğru tercih uyarısı Tarih : İstanbul Milletvekili Umut Oran, Ağustos a kadar tercih yaparak üniversiteye girmeye çalışan yaklaşık milyon öğrenciye ileride

Detaylı

Nitekim işsizlik, ülkemizin çözümlenemeyen sorunları arasında baş sırada yer alıyor.

Nitekim işsizlik, ülkemizin çözümlenemeyen sorunları arasında baş sırada yer alıyor. Ekonomi İyileşiyor, İşsizlik Artıyor Hande UZUNOĞLU Şubat ayında Türkiye İstatistik Kurumu nun yayınladığı hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarının ardından işsizlik yine Türkiye nin gündemine yerleşti.

Detaylı

İkinci Öğretim. Küreselleşme ve Yoksulluk

İkinci Öğretim. Küreselleşme ve Yoksulluk İkinci Öğretim Küreselleşme ve Yoksulluk Küreselleşme, özellikle 1980 li yılların sonları ve 1990 lı yılların başlarından itibaren dünyada yaygın olarak kullanılan çok boyutlu bir kavramdır. Küreselleşmenin

Detaylı

KURAN IN ANLAMI İLE BULUŞMAK ARAŞTIRMASI

KURAN IN ANLAMI İLE BULUŞMAK ARAŞTIRMASI KURAN IN ANLAMI İLE BULUŞMAK ARAŞTIRMASI Kasım 2007 İÇİNDEKİLER Metodoloji I. Araştırmanın Metodoloji ve Örneklemin Yapısı II. Örneklemin Mezhep Bağlılığı ile İlgili Yapısı III. Dindarlık Algısı IV. Din

Detaylı

Üniversiteler Tercih ve Algı Araştırması Basın Bülteni Özet Değerlendirmeler

Üniversiteler Tercih ve Algı Araştırması Basın Bülteni Özet Değerlendirmeler . Temmuz 2010 Üniversiteler Tercih ve Algı Araştırması Basın Bülteni Özet Değerlendirmeler Bu özet Işık Üniversitesi için hazırlanmıştır İrtibat: Nuran Aksu, GfK Research Consultant Tel: +90 212-368 07

Detaylı

Araştırma Notu 17/212

Araştırma Notu 17/212 Araştırma Notu 17/212 18 Mayıs 2017 15-19 YAŞ ARASINDAKİ 850 BİN GENÇ NE İŞGÜCÜNDE NE EĞİTİMDE Gökçe Uysal * ve Selin Köksal ** Yönetici Özeti 2014 ve 2015 Hanehalkı İşgücü Anketi verileri kullanılarak

Detaylı

5. BÖLÜM: BULGULAR Yerleşik Yabancılara Yönelik Bulgular

5. BÖLÜM: BULGULAR Yerleşik Yabancılara Yönelik Bulgular 5. BÖLÜM: BULGULAR Bu bölümde proje süresince belirlenmiş hedefler ışığında ulaşılan bulgulara yer verilmiştir. Bulgular, yerleşik yabancılar ve halk kütüphaneleri olmak üzere iki farklı bölümde sunulmuştur.

Detaylı

Popülasyon Ortalamasının Tahmin Edilmesi

Popülasyon Ortalamasının Tahmin Edilmesi Güven Aralıkları Popülasyon Ortalamasının Tahmin Edilmesi Tanımlar: Nokta Tahmini Popülasyon parametresi hakkında tek bir rakamdan oluşan tahmindir. Popülasyon ortalaması ile ilgili en iyi nokta tahmini

Detaylı

Yrd.Doç.Dr. Serap YÜKRÜK GİRİŞ. Geleneksel Türk Müziği

Yrd.Doç.Dr. Serap YÜKRÜK GİRİŞ. Geleneksel Türk Müziği GELENEKSEL TÜRK MÜZİĞİYLE AMATÖR OLARAK İLGİLENEN BİREYLERİN ORTAÖĞRETİM DERS SÜREÇLERİNDE YER ALAN GELENEKSEL ÖĞRETİ VE UYGULAMALARI DEĞERLENDİRME DURUMLARI Yrd.Doç.Dr. Serap YÜKRÜK GİRİŞ Sanat eğitiminin

Detaylı

Devlet okullarında İngilizce eğitiminde sorunlar British Council-TEPAV İhtiyaç Analizi Çalışması Sonuçları

Devlet okullarında İngilizce eğitiminde sorunlar British Council-TEPAV İhtiyaç Analizi Çalışması Sonuçları tepav Devlet okullarında İngilizce eğitiminde sorunlar British Council-TEPAV İhtiyaç Analizi Çalışması Sonuçları Efşan Nas Özen Ankara, 07.05.2014 Çerçeve Neden böyle bir çalışmaya ihtiyaç duyduk? İngilizce

Detaylı

Özet Değerlendirme 1

Özet Değerlendirme 1 Özet Değerlendirme 1 SURİYELİ MÜLTECİ HAYATLAR MONİTÖRÜ ÇALIŞMANIN KAPSAMI İNGEV ve Ipsos Sosyal Araştırmalar Enstitüsü işbirliğinde hazırlanan Mülteci Hayatlar Monitörü, Türkiye de kamp dışında yaşayan

Detaylı

Örnek Araştırma Tek Ebeveynli Aileler

Örnek Araştırma Tek Ebeveynli Aileler Örnek Araştırma Tek Ebeveynli Aileler 9 Kasım 2010 Nobody s Unpredictable Çalışmanın Amacı 2010 Ipsos Türkiye de boşanma, ayrılık, ya da vefat nedeniyle ebeveynlerden birinin yokluğunun psikolojik ekonomik

Detaylı

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR.YAPTIĞIN İŞİ ADAM GİBİ YAPMAYI VE GELİŞİMİN ÖNEMİNİ ONUN HAYATINDA ÖĞRENDİM SORU-Bize kısaca kendinizi

Detaylı

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi Sayı : Tarih : 11.1.216 Diploma Program Adı : MEDYA VE İLETİŞİM, ÖNLİSANS PROGRAMI, (UZAKTAN ÖĞRETİM) Akademik

Detaylı

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni GSO-TOBB-TEPAV Girişimcilik Merkezinin Açılışı Kredi Garanti Fonu Gaziantep Şubesi nin Açılışı Proje Değerlendirme ve Eğitim Merkezi nin Açılışı Dünya Bankası Gaziantep Bilgi Merkezi Açılışı 23 Temmuz

Detaylı

PROJE SAHİBİ KURUM : Erzurum Cumhuriyet Kız Teknik Ve Meslek Lisesi (Erzurum Cumhuriyet Girl Technical And Vocational High School)

PROJE SAHİBİ KURUM : Erzurum Cumhuriyet Kız Teknik Ve Meslek Lisesi (Erzurum Cumhuriyet Girl Technical And Vocational High School) PROJE SAHİBİ KURUM : Erzurum Cumhuriyet Kız Teknik Ve Meslek Lisesi (Erzurum Cumhuriyet Girl Technical And Vocational High School) PROJE ADI : İletişim Ve Etkileşimde Avrupa Deneyimi (European Experience

Detaylı

Mevsimlik Çalışma Arttı, İşsizlik Azaldı: Nisan, Mayıs, Haziran Dönemi

Mevsimlik Çalışma Arttı, İşsizlik Azaldı: Nisan, Mayıs, Haziran Dönemi Mevsimlik Çalışma Arttı, İşsizlik Azaldı: Nisan, Mayıs, Haziran Dönemi HAZIRLAYAN.0. Prof. Dr. Mustafa DELİCAN İnsan Kaynakları Araştırma Merkezi Doç. Dr. Levent ŞAHİN - İnsan Kaynakları Araştırma Merkezi

Detaylı

İntörn Mühendislik Yelpazesini Genişleteceğiz

İntörn Mühendislik Yelpazesini Genişleteceğiz İntörn Mühendislik Yelpazesini Genişleteceğiz KMTSO Başkanı Kemal Karaküçük, intörn mühendisliğin Türkiye de ilk kez Kahramanmaraş ta başladığını belirterek, Gelecek yıllarda da diğer mühendislik fakültelerinin

Detaylı

ÇALIŞMA EKONOMİSİ II

ÇALIŞMA EKONOMİSİ II ÇALIŞMA EKONOMİSİ II KISA ÖZET KOLAYAOF DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ.

Detaylı

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri, 3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ 9.11.2017 Sayın Bakanım, STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri, 1 İş Dünyamızın Değerli Temsilcileri, Kıymetli Basın Mensupları, Global

Detaylı

Kayhan Karlı kayhankarli@gmail.com Twitter.com/kayhankarli

Kayhan Karlı kayhankarli@gmail.com Twitter.com/kayhankarli Kayhan Karlı kayhankarli@gmail.com Twitter.com/kayhankarli İnovasyonun tanımı konusunda uluslararası düzeyde kabul gören kaynakların başında OECD ile Eurostat ın birlikte yayınladığı Oslo Kılavuzu gelir.

Detaylı

TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM

TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM 7 Mart 2018, İstanbul Giriş tarafından hazırlanan ve özet sonuçları kamuoyuna açıklanan Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Maliye Hacettepe Üniversitesi İİBF Y. Lisans İktisat Akdeniz Üniversitesi SBE 2003

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Maliye Hacettepe Üniversitesi İİBF Y. Lisans İktisat Akdeniz Üniversitesi SBE 2003 ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı Doğum Yeri/Tarihi Unvanı :Servet AKYOL : Merzifon/1976 :Dr. İletişim: E-Posta :sakyol@akdeniz.edu.tr Telefon :(242) 227 44 00/6421 Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans

Detaylı

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS SİNEMADA SEÇME KONULAR RTC Sinemada dağıtım sistemi, sansür, ulusal sinema tezi

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS SİNEMADA SEÇME KONULAR RTC Sinemada dağıtım sistemi, sansür, ulusal sinema tezi DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS SİNEMADA SEÇME KONULAR RTC 580 2 3 + 0 3 6 Ön Koşul Dersleri - Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü İngilizce Master Seçmeli Dersin Koordinatörü

Detaylı

TÜRKİYE'NİN EN KAPSAMLI GENÇLİK ARAŞTIRMA RAPORU YÜZLERCE GENCİN ÖNÜNDE AÇIKLANDI

TÜRKİYE'NİN EN KAPSAMLI GENÇLİK ARAŞTIRMA RAPORU YÜZLERCE GENCİN ÖNÜNDE AÇIKLANDI Basın Bülteni 16 Mayıs 2017 TÜRKİYE'NİN EN KAPSAMLI GENÇLİK ARAŞTIRMA RAPORU YÜZLERCE GENCİN ÖNÜNDE AÇIKLANDI Türkiye de bugüne kadar gerçekleştirilmiş en kapsamlı araştırma olan Türkiye deki Gençlerin

Detaylı

Beyin Gücünden Beyin Göçüne...

Beyin Gücünden Beyin Göçüne... On5yirmi5.com Beyin Gücünden Beyin Göçüne... Beyin göçü, yıllardır pek çok ülkenin kan kaybı... Peki gençler neden ülkelerini tekederler? Hangi sebepler ülkelerin beyin gücünü kaybetmesine sebep olur?

Detaylı

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR III. Sınıf Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Risk Gruplarına Yönelik Sosyal Politikalar Dersi Notları-VI Doç. Dr. Şenay GÖKBAYRAK İçerik Engellilere

Detaylı

AİLE EĞİTİM PROGRAMLARI (AÇEV)

AİLE EĞİTİM PROGRAMLARI (AÇEV) AİLE EĞİTİM PROGRAMLARI (AÇEV) Eylül, 2009 Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Kongresi, Ankara Uzm. Seda YILMAZ İNAL AÇEV Ankara Temsilcisi Ailenin Önemi Anne-babalar, ilk eğiticiler olarak çocukların

Detaylı

TEMEL EĞİTİMDEN ORTAÖĞRETİME GEÇİŞ ORTAK SINAV BAŞARISININ ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ

TEMEL EĞİTİMDEN ORTAÖĞRETİME GEÇİŞ ORTAK SINAV BAŞARISININ ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ VERİ ANALİZİ, İZLEME VE DEĞERLENDİRME DAİRE BAŞKANLIĞI TEMEL EĞİTİMDEN ORTAÖĞRETİME GEÇİŞ ORTAK SINAV BAŞARISININ ÇEŞİTLİ

Detaylı

NÜKLEER SİLAHLAR ARAŞTIRMASI - SONUÇ RAPORU RAŞTIRMASI - S

NÜKLEER SİLAHLAR ARAŞTIRMASI - SONUÇ RAPORU RAŞTIRMASI - S NÜKLEER SİLAHLAR ARAŞTIRMASI RAŞTIRMASI - S V.01A - 18 HAZİRANH 2004 - SONUÇ RAPORU Nükleer Silahlar Araştırması - Sonuç Raporu v.01a - 18 Haziran 2004 Proje Ekibi Güçlü Atılgan Proje Sorumlusu Infakto

Detaylı

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri 1 Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri Bugün kızla tanışma anında değil de, flört süreci içinde olduğumuz bir kızla nasıl konuşmamız gerektiğini dilim döndüğünce anlatmaya

Detaylı

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO: A1 DÜZEYİ ADI SOYADI: OKUL NO: NOT OKUMA 1. Aşağıdaki metni -(y/n)a, -(n)da, -(n)dan, -(y/n)i ve -(I)yor ekleriyle tamamlayınız. (10 puan) Sevgili Ayşe, Nasılsın? Sana bu mektubu İstanbul dan yazıyorum.

Detaylı

İNSANİ GELİŞMEYİ SÜRDÜRMEK:! EĞİTİM VE İŞGÜCÜ PİYASASI GÖSTERGELERİ İTİBARİYLE TÜRKİYE NİN PERFORMANSININ DEĞERLENDİRİLMESİ!

İNSANİ GELİŞMEYİ SÜRDÜRMEK:! EĞİTİM VE İŞGÜCÜ PİYASASI GÖSTERGELERİ İTİBARİYLE TÜRKİYE NİN PERFORMANSININ DEĞERLENDİRİLMESİ! İNSANİ GELİŞMEYİ SÜRDÜRMEK:! EĞİTİM VE İŞGÜCÜ PİYASASI GÖSTERGELERİ İTİBARİYLE TÜRKİYE NİN PERFORMANSININ DEĞERLENDİRİLMESİ!! IŞIL KURNAZ" GAZİ ÜNİVERSİTESİ UNDP 2014 İNSANİ GELİŞME RAPORU# TÜRKİYE TANITIM

Detaylı

Araştırma Notu 16/195

Araştırma Notu 16/195 Araştırma Notu 16/195 18 Mayıs 2016 HER ÜÇ GENÇTEN BİRİ EĞİTİMİNE DEVAM ETMİYOR Gökçe Uysal *, Melike Kökkızıl ** ve Selin Köksal *** Yönetici Özeti 2013 ve 2014 Hanehalkı İşgücü Anketi verileri kullanılarak

Detaylı

İkinci baskıya önsöz...5 BİRİNCİ KISIM: İLİŞKİLER VE İLİŞKİ SORUNLARI İlişkiler hakkında İlişkileri anlama: Teoriler...

İkinci baskıya önsöz...5 BİRİNCİ KISIM: İLİŞKİLER VE İLİŞKİ SORUNLARI İlişkiler hakkında İlişkileri anlama: Teoriler... İçindekiler İkinci baskıya önsöz...5 BİRİNCİ KISIM: İLİŞKİLER VE İLİŞKİ SORUNLARI...7 1. İlişkiler hakkında...9 2. İlişkileri anlama: Teoriler...31 3. Seks, cinsiyet ve çiftler...49 İKİNCİ KISIM: NE YAPMALI?...73

Detaylı

İ Ç E R İ K. M i s y o n & V i z y o n. N e d e n İ n g i l i z D i l i v e E d e b i y a t ı B ö l ü m ü?

İ Ç E R İ K. M i s y o n & V i z y o n. N e d e n İ n g i l i z D i l i v e E d e b i y a t ı B ö l ü m ü? A D I Y A M A N Ü N İ V E R S İ T E S İ F E N E D E B İ Y A T F A K Ü L T E Sİ İ N G İ L İ Z D İ L İ V E E D E B İ Y A T I B Ö L Ü M Ü T A N I T I M K İ T A P Ç I Ğ I 2018-2019 İ Ç E R İ K B ö l ü m ü

Detaylı

Türkiye, OECD üyesi ülkeler arasında çalışanların en az boş zamana sahip olduğu ülke!

Türkiye, OECD üyesi ülkeler arasında çalışanların en az boş zamana sahip olduğu ülke! Türkiye de İnsanlar Zaman Yoksulu, Kadınlar Daha da Yoksul 1 KEİG Platformu 3 Ocak 2019 Zaman kullanımı ile ilgili karşılaştırmalı istatistiklere bakıldığında, Türkiye özel bir konuma sahip. İstihdamda

Detaylı

Türkiye, Avrupa nın en girişimci ülkesi

Türkiye, Avrupa nın en girişimci ülkesi Amway Avrupa nın Dünya Girişimcilik Haftası na özel 12 Avrupa ülkesinde yaptırdığı Girişimcilik Anketi sonuçları açıklandı! Türkiye, Avrupa nın en girişimci ülkesi Amway Avrupa tarafından yaptırılan 2011

Detaylı

DERS 4. Yardım Kampanyalarına Eleştirel Bakmak

DERS 4. Yardım Kampanyalarına Eleştirel Bakmak DERS 4 Yardım Kampanyalarına Eleştirel Bakmak DERS 4 Yardım Kampanyalarına Eleştirel Bakmak * Seviye: 5-8. sınıf Süre: 40-60 dakika Amaçlar: 1. Engellilere yönelik toplumsal algının farkına varmak ve bu

Detaylı

TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ

TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ 445 TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ Aydeniz ALİSBAH TUSKAN* 1 İnsanların bir biçimde sınıflanarak genel kategoriler oturtulması sonucunda ortaya çıkan kalıplar ya da bir

Detaylı

Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı

Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi genel Başkanı Selim Işık tarafından açıklanan raporda çok dikkat çekici sonuçlar elde edildi. Raporun Kahramanmaraş Onikişubat

Detaylı

Türkiye'de Yerel Medya (PR 329) Ders Detayları

Türkiye'de Yerel Medya (PR 329) Ders Detayları Türkiye'de Yerel Medya (PR 329) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Türkiye'de Yerel Medya PR 329 Güz 3 0 0 3 5 Ön Koşul Ders(ler)i Dersin Dili

Detaylı

Araştırmacı Gazetecilik (PR 436) Ders Detayları

Araştırmacı Gazetecilik (PR 436) Ders Detayları Araştırmacı Gazetecilik (PR 436) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Araştırmacı Gazetecilik PR 436 Bahar 0 3 0 3 5 Ön Koşul Ders(ler)i Dersin

Detaylı