Gaziosmanpaşa Üniversitesi SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Gaziosmanpaşa Üniversitesi SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMALARI DERGİSİ"

Transkript

1

2 Gaziosmanpaşa Üniversitesi SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMALARI DERGİSİ YIL: 2013 CİLT: 8 SAYI: 1 SAHİBİ / OWNER Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü adına On behalf of Gaziosmanpasa University Institute of Social Sciences Prof. Dr. Ali AÇIKEL ali.acikel@gop.edu.tr EDİTÖR /EDITOR Yrd. Doç. Dr. Ali Osman SOLMAZ sbad@gop.edu.tr YAZI İŞLERİ / EDITORIAL SECRETARY Turgut AKARSLAN sbad@gop.edu.tr YAYIM KURULU / EDITORIAL BOARD Prof. Dr. Ali AÇIKEL Doç. Dr. Alpay Doğan YILDIZ Doç. Dr. Halit ÇİÇEK Yrd. Doç. Dr. Tuncay BÖLER Yrd. Doç. Dr. Yusuf TEMÜR ISSN: X Baskı / Printing Gaziosmapaşa Üniversitesi Rektörlüğü Matbaası / Gaziosmanpasa University Press Yazışma Adresi / Correspondence Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Taşlıçiftlik Yerleşkesi. Tokat Tel: ( ) E-posta: sbad@gop.edu.tr Web: Kapak Tasarım / Cover Design Öğr. Gör. Hadi ESMERAY Dergimiz ASOS Sosyal Bilimler İndeksi tarafından dizinlenmektedir. Her hakkı saklıdır. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi yılda iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir. Dergide yayımlanan makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarların kişisel görüşleri olup, hiçbir şekilde Sosyal Bilimler Enstitüsü nün veya Gaziosmanpaşa Üniversitesi nin görüşlerini yansıtmaz. Dergide yer alan yazıların dil ve bilim sorumluluğu yazara aittir.

3 Gaziosmanpaşa Üniversitesi SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Bu Sayının Hakemleri/Advisory Board Prof. Dr. Dilaver GÜRER Prof. Dr. Fatih YÜKSEL Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE Prof. Dr. Mehmet KARAOSMANOĞLU Prof. Dr. Nevnihal ERDOĞAN Doç. Dr. Abdulkadir GÜL Doç. Dr. Bahir SELÇUK Doç. Dr. Beyhan KESİK Doç. Dr. Hasan Bülent KANTARCI Doç. Dr. Meral UZUNÖZ Doç. Dr. Vedat KELEŞ Yrd. Doç. Dr. Deniz ŞAHİN Yrd. Doç. Dr. Fethiye Emel ARDAMAN Yrd. Doç. Dr. Köksal BÜYÜK Yrd. Doç. Dr. Mahmut HIZIROĞLU Yrd. Doç. Dr. M.Said DÖVEN Yrd. Doç. Dr. Necati ÇAVDAR Yrd. Doç. Dr. Oğuz PARLAKAY Yrd. Doç. Dr. Rüştü YAYAR Yrd. Doç. Dr. Sinan SARISOY Yrd. Doç. Dr. Ümit KILIÇ Yrd. Doç. Dr. Yusuf TEMÜR

4 Gaziosmanpaşa Üniversitesi SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMALARI DERGİSİ İÇİNDEKİLER/CONTENTS Şengül Dilek FUL Mysia Bölgesi nde Apollon Kültü..1 Emine Saka AKIN Hamiyet ÖZEN Tarihi Yapılarda Yeniden Kullanım Sorunları Tokat Meydan ve Sulu Sokak...23 İbrahim AYKUN Bağdat Valisi Necip Paşa nın Kerbela Üzerine Yaptığı Askeri Harekât ve Bunun Osmanlı-İran İlişkilerine Etkisi..49 Hakkı YAPICI İslam Tarihinde Vakıf Kültürü Üzerine Bir İnceleme...66 Nazmi ÖZEROL Klasik Şiirde Uyku.77 M.Mustafa ÇAKMAKLIOĞLU Hâce Muhammed Lütfî nin (Alvarlı Efe) Şiirlerinde Cemâl Müşahedesinin Yansımaları 99 Uğur KARAKAYA Çimento Sektöründe Özelleştirmelerin İşletme Performansına Etkileri (Türkiye Uygulaması) 125 Halil KIZILASLAN H.Gökhan DOĞAN AB ve Türkiye de Tarım Sektöründe Örgütlenme ve Üretici Birlikleri.146 Bilge GÖZENER Murat SAYILI Tüketicilerin Açık Süt ve Süt Ürünleri Tüketim Tercihlerinin İncelenmesi: Tokat-Turhal İlçesi Örneği..160

5 Gaziosmanpaşa Üniversitesi SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Aysun YILMAZTÜRK Türkiye de Sağlık Reformlarının Tarihsel Gelişimi ve Sağlıkta Dönüşüm Programı nın Küresel Niteliğinin Değerlendirilmesi..176 M.Said DÖVEN Şehir Rekabetçiliğinin Ölçümü: Literatür İncelemesi..189 Polat TUNÇER Örgütsel Değişim Sürecinde Öğrenen Örgütler ve Örgüt Geliştirme...214

6 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Mysia Bölgesi nde Apollon Kültü Şengül Dilek Ful 1 Özet Anadolu nun birçok bölgesinde tapınım gören Apollon Mysia bölgesinde de oldukça sevilmiş ve tapınım görmüştür. Bölgeden ele geçen sikkeler ve yazıtlar bunu kanıtlamaktadır. Tanrı steller üzerindeki kabartmalarda genellikle sağ tarafta, cepheden ve ayakta, vücut ağırlığını sağ bacak üzerine vermiş sol ayak dizden hafif bükülerek yanda ve geride tasvir edilmiştir. Üzerinde kollu, göğüs altından kemerli uzun bir khiton giymiştir. Sol elinde kithara veya lyre, sunağa doğru uzattığı sağ elinde ise patera tutmaktadır. Ortada bir sunak ve arkasında da bir ağaç yerleştirilmiştir. Kabartmalarda elinde taşıdığı kithara nedeniyle genellikle kitharodos olarak adlandırılan Apollon a, farklı epithetlerle tapınıldığını taşların üzerindeki yazıtlardan anlamaktayız. Daphnousios, Deonteios, Germenos ve Krateanos bunlardan bazılarıdır. Anahtar Kelimeler: Mysia, Din, Apollon, Kült,Yazıt The Apollon Cult in Mysia Abstract Apollon liked and worshipped in many regions of Anatolia was also considerably liked and worshipped in Mysia. The coins and tablets found in this region attested this situation clearly. On the reliefs on the stel, God is generally on the right, standing from facade, lying body weight on his right leg and depicted as his left legbunt from knee in side and back. He wears a sleeved belted tall khiton from under his breast. He holds a kitharaor lyre on his left hand and patera on his right hand toward an atlar. It is placed in atlar in the center and a tree back the altar. Because Apollon holds kithara on the reliefs He was called kithariodos. We understand from this incriptions that Apollon was worshipped with various epithet such as Daphnausios, Deonteios, Germenos, Krateanos, Libotenos. Key Words: Mysia, Religion, Apollon, Cult, Inscription 1 Yrd.Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, dilekful@yahoo.com 1

7 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 GİRİŞ Aydın, durgun ve ölçülü bir gücü simgeleyen, kehanette bulunan yani bilinmeyenden haber veren, iyilik ve koruyuculuğu, yardımseverliği fakat aynı zamanda kinciliği ve öç almaya olan düşkünlüğü ile de bilinen, müziğin, sanatın ve şiirin tanrısı olan Apollon (Erhat 1989: 47 vd.; Can 1994: 52 vd.; Grimal 1997: 79 vd.; Karaosmanoğlu 2005: 52 vd.; Kaplan 2007: 471vd.); bu özellikleriyle Anadolu da çok sevilmiş ve birçok bölgede olduğu gibi Mysia Bölgesinde de yoğun bir tapınım görmüştür. (Harita: 1) Mysia Bölgesi ndeki varlığı ele geçen sikkeler ve yazıtlar ile kanıtlanan Apollon kültü, daha çok Kyzikos (Koçhan: 2011: 43) ve civarında yoğun olarak görülmektedir. Tanrının burada özel bir yere sahip olduğunu ele geçen kabartmalı ya da kabartmasız yazıtların çokluğundan anlayabilmekteyiz. Kabartmalarda elinde taşıdığı kithara nedeniyle genellikle Kitharodos olarak adlandırılan (Taşlıklıoğlu, 1963: 127 vd.; Karaosmanoğlu 2005: 64) Apollon a farklı epithetler altında tapınıldığını eserlerin üzerlerindeki yazıtlardan anlaşılmaktadır. Bu epithetlerden bir tanesi Bathylimenites dir. Kyzikos ve Artake civarında ele geçen iki adak steli ve bir mermer sunak üzerinde tanrıya bu isim altında seslenilmektedir. İlk olarak L. Robert, Hellenica adlı eserinde tanrıyı bu epitheti ile tanıtmıştır (Robert 1955: 125). Apollon Bathylimenites i tanıtan diğer yazıtı ise Schwertheim bilim dünyasına kazandırmıştır ( Schwertheim, 1983b: ). Bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi nde korunan bu iki adak steli akroterli ve üçgen alınlığa sahiptir. Figürler bir niş içerisinde alçak kabartma olarak tasvir edilmişlerdir envanter numaralı adak steli iki kabartma alanlı olup, üstteki kabartma alanında cepheden ve ayakta dört tane tanrı tasvir edilmiştir. Altta ise kurban töreni sahnesi canlandırılmıştır. Burada bir sunak üzerinde diz çökmüş bir boğa resmedilmiştir. Bu motifler bize tamamen, Mysia adak taşlarını hatırlatmaktadır. Adak, Zeus Megistos, Apollon Bathylimenites ve Artemis e yapılmış olmasına rağmen kabartmada dört tanrının tasvir edilmesi ilginçtir. Bunlar soldan sağa doğru, elinde meşalesi ile Artemis, çıplak ve phialesi ile Apollon, sol elinde kithara ile bir başka Apollon ve sol elinde asasını taşıyan Zeus tur envanter numaralı adak steli (Resim 1) üzerinde ise bir niş içinde sağ tarafta cepheden, uzun khiton giyimli tanrı Apollon, ortada bir sunak ve solda adak adayan kişi görülmektedir. Apollon sol elinde kithara, sunağın 2

8 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 üzerine doğru uzattığı sağ elinde ise sunu tası tutmaktadır. Podyumdaki yazıtta ise: Diokl w ÉApÒllvni Ba- yullimene t eèxæn. Diokles, Apollon Bathylimeneites e adağı (sundu) Bugün Bandırma da Necmi Tolunay a ait özel koleksiyonda koruma altına alınan mermer bir sunak üzerinde de tanrı yine bu sıfat ile anılmaktadır (Schwertheim, 1983b: ; SEG 33, 1983, no: 1054). (Resim 2a-b). Arka yüzünde merdiven şeklinde bir kaya bloğu üzerinde oturan ve sol elini hafifçe bükerek yukarı doğru kaldıran bir erkek figürü bulunmaktadır. Muhtemelen tanrı Apollon betimlenmiştir. Ön yüzde ise yazıt görülmektedir. ÉApÒllvni Bayulime- n t eèxæn MhnÒdvrow. Menodoros, Apollon Bathylimeneites e adağı (sundu) Bathylimeneites, Bathys Limen (derin liman) olarak adlandırılan yerde oturan anlamına gelmektedir (Robert, 1955: 125). Bu yer adı, antik dünyanın farklı bölgelerinde bilinen bir addır fakat burası Kyzikos ve Anadolu da bilinmemesine rağmen bilim adamları, bu yerin Artake Limanı na uygun olduğunu savunmaktadırlar (Hasluck, 1910: 17; Robert, 1955: 128, dn: 2). (Harita: 2) Bathys Limen ismi, limanın az çok büyük veya derinliğinden kaynaklanmamaktadır. Yunanistan da Vathy diye adlandırılan koylar ve limanlar bugünkü fiyord coğrafi terimi ile eşdeğerdedir. Bir görüşe göre bunlar, incelendiğinde burada söz konusu olan liman Artake-Erdek değildir (Robert, 1955: 131). Ancak, Kapıdağ yarımadasının güney kıyısı, yani kıstağı ve Edincik civarındaki ana kayanın kuzey kıyısı arasındaki Kyzikos un batı koyu söz konusudur. Başka bir görüşe göre ise, Kapıdağ yarım adasının kuzey kıyısı üzerinde Kiepert in haritasındaki gibi Vathy Limanı diye adlandırılan yarık biçiminde bir koy, güneye doğru girmektedir. Bu yarık biçimindeki koy, Fiyord: Denize dik bir buzul vadisini denizin doldurmasıyla meydana gelen derin koy veya vadi. (Çağbayır, 2007:1603). 3

9 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Vathy adındaki bir koyun kıyısında yer alan küçük bir vadi vasıtasıyla güneye doğru uzanmaktadır. Bu açıklamalar doğrultusunda kesin olan tek şey vardır; o da ismin modern oluşudur (Robert, 1955: 131, dn: 1). O halde, Baths Limanı nın Kyzikos un batı koyu veya yarımadanın kuzey kıyısındaki Vathy Limanı olup olmadığına karar vermek biraz zordur. L. Robert, yerin lokalizasyonu hakkında, ele geçecek diğer yazıtlar sayesinde kesin bir şeyler söylenebileceği üzerinde durmaktadır (Robert, 1955: 131). Fakat elimize geçen üçüncü yazıt ta, Bathys Limen in neresi olduğu hakkında maalesef bilgi verememektedir. Koleksiyoncunun verdiği bilgiye göre bu taş, Manyas Gölü civarındaki bir köyde bulunmuştur. Bu nedenle, Bathys Limen in kesin lokalizasyonu yapılamamaktadır (Harita: 3). Apollon un bu epithet altında, bölgede yerel bir kült olarak tapınım gördüğünü söyleyebiliriz. Ulubat Gölü kıyısındaki Akçapınar Köyü civarında bulunan ve 1991 yılında Bursa Müzesi ne getirilen bir dekret ve beş adet adak steli üzerinde ise, Apollon u Daphnousios epitheti ile görmekteyiz (Tanrıver-Kütük, 1993: , Lev ). Bu yazıt gurubunun, Apollonia ad Rhyndacum kentinin hem kült hem de tarihi coğrafyası hakkında önemli bilgiler vermesinin dışında, bugüne kadar Mysia da çok karşılaşılan Apollon Kitharodos un yerel bir tapınağının lokalizasyonuyla ilgili bilgiler sağlaması açısından da önemlidir. M nandrow ÉAndrom nouf ÉApÒllvni Dafnous ƒ eèxæn. Andromenes oğlu Menandros Apollon Daphnousios a adağı (sundu) Stellerin üzerindeki bu yazıtlar bölgedeki Apollon Daphnousios un varlığını kanıtlamaktadır (Resim 3). ÖEdojen to w katoikoësin n DafnoËti: stefan«sai toáw eè- 4 ergethkòtaw tøn katoik an ka énagrãcai efiw stælhn liy nhn ka st sai efiw tú toë ÉApÒllv- 8 now flerún Polema on ÉAsklhpiãdou strathgún ka ZÆnvna SimÊlou t«n dorufòrvn 4

10 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Daphnous taki Katoikia karar aldı: Katoikia ya armağanlar vermek yoluyla iyilikleri dokunmuş olan Asklepiades oğlu strateg Polemaios ve Smylos oğlu Zenon çelenk takılarak onurlandırılmalıdırlar ve (karar) taş stele yazılarak Apollon un tapınağına konmalıdır. Yazıtın 1-2. satırlarında geçen DafnoÊsiow şeklindeki etnik isim olan Daphnous katoikias ı, Polybios un V 77, 3-5.I de Attalos un Mysia içlerindeki İ.Ö. 218 deki yürüyüşünü anlatırken bahsettiği katoik ai t«n Mus«n dan biri olabilir. Schwertheim, bunların askeri koloniler olduğunu (Schwertheim, 1985: 83 vd., no: 7), Robert ise, yerlilerin köyleri olduğunu savunmaktadır (Robert 1970, 191 vd.). Oysa, yazıtta geçen strathgòw kelimesi, kesin olmamakla birlikte, Alpagut ta bulunan ve Bursa Müzesi nde korunan Hermias isimli bir strategosun iki kotaikia tarafından onurlandırıldığı yazıttaki (Schwertheim,1983a: no: 22) gibi kotoikia nın bir askeri koloni fikrini destekliyor olabilir. Üstelik 11. satırda geçen DorufÒrow (mızraklı muhafız) terimi de bu fikri destekliyor görünmektedir. Her ne kadar fonksiyonu tam olarak anlaşılamasa da doryphoroi un, Hellenistik dönemde aynı strategos (general-komutan) gibi şehir yönetimindeki resmi görevliler arasında oldukları fikri ihtimal olarak ortaya çıkmaktadır (Tanrıver, 1995: 22). Apollon un bu sıfatı yazıtta geçen Daphnous katoikiası ndan aldığı anlaşılmaktadır. Stilistik özellikleri açısından Mysia Bölgesi ne ait olduğu düşünülen ve bugün Bursa Müzesi nde koruma altına alınan mermerden, üçgen alınlıklı adak levhası üzerindeki yazıtta ise tanrıyı Deonteios epitheti ile görmekteyiz (Şahin, 1999: 384, no: 2, Res. 2; Şahin, 1997: 179 vd., Lev ; Şahin, 2000, , LA 2, Lev. 8) (Resim 4). Cepheden sol ayağını dizden bükerek geriye atmış, göğsün hemen altından kalın kemerli uzun khiton ve mantosu ile sol elinde kithara, sağ elinde sunu tası taşıyan Apollon, Kitharodos tipinde tasvir edilmiş (Taşlıklıoğlu, 1963: ) olmasına rağmen adak levhası üzerinde yer alan yazıtın yardımıyla tanrının burada yerel bir adla tapınım gördüğünü anlamaktayız. MenÒdvrow Sasaro[u] ÉApÒllvni Deonte vi eèxæn. Sasaros oğlu Menodoros Apollon Deonteios a adağı (sundu) 5

11 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Tanrının bu sıfatı ile bölgede Apollon a ait bir kült merkezi olduğu da ortaya çıkmaktadır (Şahin 1999, 398). Ancak yazıtın buluntu yerinin kesin olarak bilinmemesinden ve müze envanter kayıtlarında yeterli bilgi olmamasından dolayı kült alanının yeri hakkında bilgi edinilememektedir. Konuyla ilgili bilgi edinebilmek için, tanrının bu epitheti ile ilgili başka yazıtlara ihtiyaç duyulmaktadır yılında İzmir de ele geçen ve buluntu yeri tam olarak saptanamayan fakat üzerindeki yazıtın içeriği ve kabartmanın stilistik özellikleri (Robert 1955, Pl. XIX 3, XXX 2) açısından Mysia Bölgesi ne ait olduğu düşünülen üçgen alınlıklı mermer adak stelinde Apollon, bugüne kadar görmediğimiz bir epithetle (Germenos) karşımıza çıkmaktadır (Resim 5). Tanrıver e göre stel, bugün yeri tam olarak belirlenemeyen antik Germe kentindeki, Apollon a ait bir kutsal alanda bulunmuş olmalıdır (Tanrıver 1996, 193 vd.). MhtrÒbiow Te mvnow ÉApÒllvni Germhn«i eèxæn. Teimon oğlu Metrobios bu adağı Apollon Germenos a (sundu). Germenos (=GermhnÒw) şeklindeki etnik isim, Germe sikkeleri üzerinde, antik gramerci olan Stephanos Byzantios da ve Germe dışında yaşayan bazı mezar taşlarında da geçmektedir (Tanrıver, 1996: ). Kentin sikkeleri üzerinde tanrının tasvirlerinin kullanıldığı görülmektedir (BMC Lydia, 79, 82, no: 4, 14; BMC Mysia, 64, no: 4). Sonuç olarak, Germeli anlamına gelen bu epithet ile tanrı, kentte Germeli Apollon olarak tapınım görmekteydi. Stephanos Byzantios tarafından G rmh: pòliw ÑEllhspont a plhs on Kuz kou, n ÑHrvdianÚw ÉAs aw fhs n: ı pol thw GermhnÚw ka GermhnÆ (Germe: Kyzikos yakınında bir Hellespontos kenti. Herodianos a göre Asia dadır. Vatandaşlarına Germenos ve Germene denir. ) diye tanımlanan, Ptolemaios tarafından Mysia içlerinde yer aldığı belirlenen antik Germe kentinin yeri hala tartışmalıdır. Bazı araştırmacılar kuzeybatı Anadolu da, biri Kaikos (Bakırçay) üzerinde, diğeri ise Mysia nın iç kesimlerinde iki farklı Germe kenti olduğunu söylemektedirler (Ayrıntılı bilgi için bkz: Robert 1962, ; Germe nin bugünkü Soma da veya Susurluk civarında yer aldığını savunanlar da vardır: Ricl 1991, 46 ve 51). 6

12 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Robert ise, elinde kesin ipuçları olmamakla birlikte, bu adı taşıyan tek bir kentin var olduğunu ve bunun da Balıkesir in batısındaki Savaştepe civarında lokalize edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir (Robert 1962, ). Stel üzerindeki kabartmaya baktığımızda bir kurban töreni sahnesi canlandırılmaktadır. Ayrıca, Apollon burada kardeşi Artemis Dadophore (=meşale taşıyan) ile birlikte tasvir edilmiştir (LIMC II, 1, Artemis, 654 vd.; Robert, 1955, Lev. XIX 3, XXX 2 ). Bazı Germe sikkeleri üzerinde Artemis le Apollon un birlikte tasvir edildiği de görülmektedir (BMC Lydia, 86, no: 32). Kurban törenlerinin canlandırıldığı adak stellerinin üzerindeki kabartmalarda tek başına veya bir kurban törenine katılır durumda gösterilen tanrı Apollon, Kitharodos tipinde tasvir edilmiştir. Bu adak taşlarında görülen Apollon kabartması tipi için, Linfert, heykeltraş Bryaksis in bir eseri olan Apollon Daphnaios kült heykelinden kaynaklandığını ileri sürmektedir (Linfert, 1983: ). Fakat yerel ustalar tarafından orijinali taklit edilerek birbirinden bazı farklarla ayrılan Apollon tasvirli adak taşları üretilmiştir. Tanrıver e göre, orijinalin yapılış tarihi olan yaklaşık İ.Ö. 300, tüm bu türdeki adak taşları için bir terminus ante quem oluşturmaktadır (Tanrıver, 1996: 195). Bilinen steller de en erken İ.Ö. 2. yüzyıla tarihlenmektedir. Buradaki adak stelleri de plastik özellikleri ve harf özellikleri bakımından bu döneme tarihlenebilir. Karacabey de ele geçen bir adak takviminden ise tanrıya Karneios epitheti ile tapınıldığını anlamaktayız (Schwertheim, 1983a: 2-3, no: 1, Res. 4). (Resim 6). Bu kült daha çok Anadolu da Karia Bölgesi nde Knidos antik kentinde görülmektedir (Taşlıklıoğlu, 1963: 63-64, 75-76; LeBas-Waddington, 1972: , no: 1572). Dorlar ın Karia Bölgesi ni iskan etmelerinin bölgede her alanda olduğu gibi din konusunda da etkileri olmuştur. Peloponnesos tan getirdikleri Apollon Karneios kültünü aynı özelliklerle Karia da da devam ettirmişlerdir. Bölgeden ele geçen eserlerden bu kültün burada önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Yazıtta geçen ÉApÒllvni Karne vi boëw, taërow, rifow ifadesiyle tanrıya bir öküz, boğa ve oğlak kurban edilmektedir. Yazıt beraberinde bazı soruları da akla getirmektedir. Anadolu da sadece Karia bölgesinde tapınım gören tanrı burada, nasıl tanındı? Ne şekilde tapınım gördü? Şu andaki bilgilerimiz bu soruları net olarak açıklayamamaktadır. 7

13 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Tanrı Apollon u Krateanos epitheti altında sadece Mysia Bölgesi nde Kyzikos ve civarında ele geçen adak stellerinde görüyoruz (Benndorf-Niemann, 1884: 154, no: 128; Hasluck, 1903: 87, no:39; Wiegand, 1905: 329, Res. 1; Robert, 1955: 138, dn. 2, 139, 140, Pl. XV 2; Taşlıklıoğlu, 1963: 123, 124, 125; Şahin, 2000: , LA 10, Lev. 85, , LA 14, Lev. 87, 239, LA 15, Lev. 88). Bu steller üzerinde de tanrıyı yine Kitharodos tipinde görmekteyiz (Robert, 1955: 151vd., Lev ve 30.5; Taşlıklıoğlu, 1963: 133; Schwertheim, 1983a: 11, no: 7, Res. 8; Şahin, 2000, 234, 235, 236, 238, 239, LA 5, 7, 9, 13, 16,Lev. 83, 84, 85, 87, 88) (Resim 7). Apollon Krateanos epithetli yazıtlarda tanrı istisnasız Apollon Kitharodos tipinde tasvir edilmiştir. ÉApollÒdvtow ÉAsklhpiãdou ÉApÒllvni Kratean xaristærion. Asklepiades oğlu Apollodotos Apollon Krateanos için adağı (sundu). Glauk aw ÉApÒllvni Kratean«i eèxæn. Glaukias, Apollon Krateanos için adağı (sundu). Taşlıklıoğlu, Krateanos sıfatının toponimik veya demotik olduğu üzerinde durmaktadır (Taşlıklıoğlu, 1963: 128). Bu yüzden Kyzikos kentine yakın bir yerde bu isimde bir yerleşim yerinin aranması gerektiğini de söylemektedir. Bu durum birçok araştırmacının da ilgisini çekmiş ve bu yönde araştırmalar yapılmıştır. Epithetin bağlı bulunduğu yerin isminin de Krateia olabileceği ihtimali üzerinde durmuşlardır. Örneğin Plew (1876: 113) Krateanos sıfatı ile ilgili Krateia adındaki yerin ancak Bithynia da olabileceğini öne sürerken, Mordtman (1874: 162) ve Benndorf-Niemann (1884: 162) ise bu yerin, Balıkesir den dokuz, Manyas tan üç saat mesafede Kyzikos un batısında olduğunu söylerler. Mordtmann, Söve den bahseder fakat yerini tam olarak saptayamamaktadır. Robert de, bu antik yerleşimin yerini Balıkesir in Susurluk ilçesine bağlı Göbel nahiyesinin Söve Köyü sınırlarında bulunduğunu savunmaktadır (Robert, 1955: ). Buradan şu sonuca varabiliriz: Kültün asıl merkezi bugünkü Söve sınırları içinde olan Krateia antik yerleşimidir. Aynı zamanda bu kült Kyzikos ta da görülmektedir. Taşlıklıoğlu, ayrımı yazıtlarda geçen eèxæn ve xaristærion ifadeleriyle yapar. Ona göre, eèxæn kelimesi 8

14 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 kültün asıl merkezi olan Krateia yazıtlarında; xaristærion kelimesi ise Kyzikos yazıtlarında geçmektedir (Taşlıklıoğlu, 1963: 128). Susurluk civarında ele geçen bir adak steli üzerinde ise tanrıyı Leonteios sıfatı ile görmekteyiz (Taşlıklıoğlu, 1963: 133). G. E. Bean tarafından bulunan yazıtı, harflerin şekline göre Hellenistik döneme tarihleyebilmekteyiz. Yazıtın çevirisi şöyledir: Levn dhw ÉApollvn dou ÉApÒllvni Leonte vi. Apollonides oğlu Leonides bu adağı Apollon Leonteios a (sundu). Bursa Müzesi envanter kayıtlarından İnegöl kökenli olduğu öğrenilen mermer adak steli, Libotenos epithetini taşıyan elimizdeki tek örnektir (Mendel, 1909: 277, no: 35, Fig. 15; LIMC II, 1984, 299, no: 963; Corsten, 1991: 62, no: 40; Şahin 1997, 179 vd., Lev. 27.4; Şahin, 1999: 384, no: 3; Şahin, 2000: 233, LA 3, Lev. 82). (Resim 8). Üzerindeki kabartmanın ve yazının stilistik özelliğinden dolayı stel İ.Ö yıllarına tarihlenir. Çevirisi ise şöyledir: Dhmhtriow Dionusiow ÉApÒllvni LibotÆnƒ eèxæn. Dionysios oğlu Demetrios bu adağı Apollon Libotenos a (sundu). Stel üzerindeki kabartmada bir kurban töreni sahnesi canlandırılmıştır. Apollon sağda, cepheden vücut ağırlığını sol bacak üzerine vererek tasvir edilmiştir. Uzun khiton ve sırt mantosu giyen tanrı, sol elinde kithara, sunağa doğru uzattığı sağ elinde ise sunu tası taşımaktadır. Sunağın önünde kurbanlık koç ve tapınan kişiler bulunmaktadır. Böylece, bu kültte tanrı için bir hayvanın, özellikle küçükbaş hayvanın kurban edildiğini söyleyebiliriz. Tanrı, Libotenos ismini tapınan halktan ya da yer isminden almış olabilir. Ancak, Corsten in belirttiği gibi (Corsten, 1991: 62), ne Mysia ne de Bithynia bölgesinde Libot adında bir yer adı henüz bilinmemektedir. Şahin ise, Libotenos kutsal alanını Miletupolis in kuzeydoğusunda, İnegöl yakınlarında aranmasının doğru olacağını savunmaktadır (Şahin, 1999: 398). İstanbul, Bebek Robert Koleji nde bulunan adak steli üzerinde tanrı, Mekastenos sıfatı ile geçmektedir (Hasluck, 1904: 20, no: 1; Taşlıklıoğlu, 1963: 125 (o)). Yazıttan Menodoros un steli, Apollon Mekastenos için adadığını anlayabiliyoruz. Ancak yazı oldukça silinmiş ve eksiktir. O yüzden bu stelin ne için dikildiğini ve tanrının işlevini de öğrenemiyoruz. Hasluck a göre epithet, Makestus, Mekistos nehri ile ilgilidir (Hasluck, 1904: 20). O halde, Makestus vadisi civarında oturan 9

15 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 halkın tanrıya bu sıfat altında tapındıklarını ve yerel bir kült olduğunu söyleyebiliriz. Kısacası, Yunan tanrılar dünyasından tanıdığımız Apollon, burada yerel bir isimle birleştirilmiştir. Stel üzerindeki kabartmaya baktığımızda tanrı, yine kitharodos tipinde tasvir edilmiştir. Mysia da Kyzikos civarında ele geçen bir başka mermer adak steli üzerinde tanrıyı Tadokomeites epitheti ile görmekteyiz (Taşlıklıoğlu, 1963: (a), GIBM no: 1008). Bu taş, Tadokomeites sıfatını içeren elimizdeki tek örnektir. Yazıtın çevirisi şöyledir: ÉAsklhpiÒdow Dif lou ÉApÒllvni Tadokvme t eèxæn. Diphilos oğlu Asklepiodos bu adağı Apollon Tadokomeites e (sundu). Elimizde tanrının bu sıfatını içeren başka yazıt olmadığı için, Apollon Tadokomeites in işlevi hakkında bilgi edinemiyoruz. Ayrıca, yazıt bize doyurucu bilgi vermemektedir. Yazıttan sadece Asklepiodos adlı kişinin tanrıya bir adak sunduğunu öğrenebiliyoruz fakat bunu neden ve nasıl yaptığı hakkında bilgi edinemiyoruz. Stel üzerindeki kabartmada kurban töreni sahnesi canlandırılmıştır. Ortada bir sunak ve kurbanlık koç bulunmaktadır. Sunağın solunda tapınan iki kişi, sağında ise bir köle görünmektedir. Kabartma, Kyzikos ve civarında ele geçen Apollon Krateanos a (Robert, 1955: 134 vd.; Taşlıklıoğlu, 1963: ) adanmış olan kabartmalara benzerlik göstermektedir. Tadokomeites ismin ise, tanrıya tapınan halktan veya yer isminden almıştır. Muhtemelen bu sıfat, Tadas veya Tatas ismini taşıyan bir yerleşim yerinden gelmiş olabilir. Mysia Bölgesi nden Soma da ele geçen bir mektupta tanrının ismi Tarsenos epitheti ile geçmektedir (Conze-Schuchhardt, 1899: , no: 36; Holleaux, 1924: 42; Robert, 1929: 151; Taşlıklıoğlu, 1963: 132-3; Welles, 1934: 190, no: 47; Piejko, 1989: ; SEG XXXIX, 1989, no: 1337; SEG L, 2000, no: 1220; Müler, 2000: ). Attalos mektupta, Apollon Tarsenos un rahibinden, kurdukları Panegyris de (=panayır) koyunlar için vergi muafiyeti (=ateleia) istemektedir. Zaten bu tür organizasyonlarda yerel tapınaklara bazı ayrıcalıklar verilmekteydi. Büyük ihtimalle vergiden muaf tutulan koyunlar pek çok adak töreninde kullanılmaktaydı. (Welles, 1934: 190, 10

16 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 no: 47; Sokolowski, 1958: 138; Piejko, 1989: ). Koyun, Anadolu nun ekonomik hayatında büyük bir yere sahipti. Panegyris (Light, 1993: 35-39; Ful, 1998: 44 vd.) veya festival düzenleyenler bunun gibi istek mektuplarını ya bir mali memura ya da bir tapınak görevlisine verirlerdi (Piejko, 1989: 399) Böylece, tapınakların bu tür organizasyonlarda önemli bir yeri olduğunu anlayabiliyoruz. TarshnÒw epitheti sadece Apollon için kullanılan bir sıfat değildir. Apollon Tãrsiow veya TarseÊw (Tarsi li Apollon) Lydia yazıtlarında sık geçmektedir (TAM VI, 196, 202, 448, 460). Bu sıfatın dişil hali olan TarshnÆ ise, Kula yakınlarında ele geçen bir yazıtta, Ana Tanrıça nın (MÆthr) epitheti olarak kullanılmıştır (Welles, 1934: 192). Bu epithet muhtemelen Tarsios (Troas da çok dönmeçli bir nehir) nehrinden doğmuş etnik bir kelimedir ve Tyrrhenia lı anlamındadır (Welles, 1934: 192; Piejko, 1989: 398). Apollon Kitharodos ise bir tasvir tipidir. Mysia da ele geçen hemen her stelde tanrı bu şekilde tasvir edilmiştir (Resim 9). Bazı stellerde yazıt korunmadığı için, muhtemelen değişik yerel Apollon lara adanmışlardır. Anadolu nun İonia (Head 1892: 67, 79, 102, 104 (Ephesos), no: 238, 174, 274, 361, Lev. 12.8), Phrygia (Head, 1906: 228, 229, , 242, 243, 245, 246, 249, 250, 254, 256, 257, 269, 325 (Hierapolis), no: 1-3, 8, 9,18-20, 22-24, 32-34, 39, 45, 54-58, 65-89, 90, 94, 95, 105, 106, 110, 134, 151, 154, , , 270, Lev. XXIX 1, 3, XXXII 9, XXX 1, 6, 10, 11, XXXI 6, 7, LI 4, 7, 8, 10, LIII 1. Karia (Head, 1897: 102, , 112, (Halikarnasos) no: 3, 48, 58, 62, 64, 74, 91, Lev. XVIII 3, 16, 20, XLIV 4), Lydia (Head, 1901: 238, 139 (Sardes), no: 10-36, Lev. XXIV 7-9.), Pamphylia (Hill, 1897: 142 (Perge), no: 107; Robinson 1914, 44, no: 105) ve Mysia (Wroth, 1964: 9-12 (Apollonia), no: 13-19, 21, 23, 27, 28, 29, 54, Lev. II 7, 8, 10, 11, 15) gibi birçok bölgelerinden ele geçen sikkeler üzerinde tanrıyı, Apollon Kitharodos tipinde görmekteyiz. Özellikle Mysia bölgesinden ele geçen stellerde tanrı bu tipte karşımıza çıkıyor (Robert, 1955: 151vd., Lev ve 30.5; Schwertheim 1983a, no: 7, Res. 8; Şahin 2000, 234,235, 236, 238, 239, LA 5, 7, 9, 13, 16,Lev. 83, 84, 85, 87, 88). Sonuç olarak; Anadolu nun her bölgesinde çok sevilen ve tapınım gören Apolon, Mysia Bölgesi nde de sevildiği ve tapınım gördüğü bölgeden ele geçen adak taşları üzerindeki yazıtlardan anlaşılmaktadır. Burada daha çok da yerel epitetlerle karşımıza çıkan tanrı, Daphnosios, Deonteios, Germenos, Krateanos, 11

17 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Leonteios, Libotenos, Makestenos ve Tadokemeitos gibi, ismini ya tapınım gördüğü yerin ya da ona inanan halkların adından almıştır. Yine bir yer isminden aldığı düşünülen Bathylimenites sıfatıyla limanların ve denizcilerin koruyucu tanrısı olarak karşımıza çıkar. Stellerin üzerindeki kabartmalarda adak törenin canlandırılması ortak bir konu olarak işlenmiştir. Bu sahnelerden tanrı için hem büyükbaş hem de küçükbaş hayvanların yani boğa ve koç kurban edildiğini öğrenmekteyiz. Ayrıca bir stel üzerindeki kabartmada başının üzerinde yiyecek dolu sunu tepsisini taşıyan hizmetçi kız figürü de bulunmaktadır. Buradan yola çıkarak, kurbanın yanı sıra tanrı için muhtemelen kurabiye, çörek veya ekmek gibi farklı sunuların yapılmış olabileceğini düşünebiliriz. Kabartmalara tanrı Apollon; genellikle sağda, cepheden ve ayakta, vücut ağırlığını sağ bacak üzerine vermiş, sol bacak ise dizden hafif bükülerek yanda ve geride tasvir edilmiştir. Üzerinde kollu, göğüs altından kemerli uzun khiton ve kısa bir manto giymiştir. Yüz cepheden ve seyirciye dönüktür. Sol elinde kithara veya lyra, sunağa doğru uzattığı sağ elinde ise, sunu tası (patera) tutmaktadır. Apollon, steller üzerinde Kitharodos tipinde tasvir edilmiştir. Sunak genellikle ortada tasvir edilmiş arkasına da bir ağaç yerleştirilmiştir. Burada tasvir edilen sunak, kült etkinliği içersinde önemli bir etkinliğe sahiptir. Törene katılanlar arasında toplantı noktası, kült alanını işaret eden bir simge, kurbanın kesilmesi için önemli bir objedir. Mysia Bölgesi nde yaşayan halkın yaşam tarzlarına, kültürlerine, toplumu oluşturan bireylerin kişisel ve toplumsal dünya görüşlerine ve düşsel sınırlarına göre biçimlendirilmiş soyut bir dünyanın, steller üzerindeki izlerinin değerlendirilmesi, ancak, yine bu steller üzerinde yazıtlardaki bilgilerin yetersiz olması nedeni ile sınırlı kalmıştır. KAYNAKLAR ve KISALTMALAR Benndorf, O.-Niemann, G. ( 1884), Reisen in Südwestlichen Kleinasien I:Reisen in Lykien und Karien, Wien, BMC: British Museum Catalogue of Greek Coins. Can, Ş. (1994), Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul. Conze, A.-C.Schuchhardt (1899) Die Arbeiten Zu Pergamon , Mitteilungen des Deutschen Archaologischen Institutes. Athenische Abteilung 24: Corsten, T. (1991), Die Inschriften vonf Prusa Ad Olympum I, Bonn. Çağbayır, Y. (2007), Ötüken Türkçe Sözlük, Cilt 2, İstanbul. 12

18 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Erhat, A. (1989), Mitoloji Sözlüğü, İstanbul. Ful, Ş.D. (1988), Antik Devirde Lydia da Panayırlar, Fuarlar ve Pazar Yerleri, Ege Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). GIBM: Collection of Ancient Greek Inscriptions in the British Museum, Grimal, P. (1997), Mitoloji Sözlüğü. Yunan ve Roma, İstanbul. Hasluck, F.W. (1903), Inscriptions From Cyzicus Journal of Hellenic Studies 23: Hasluck, F.W. (1904), Unpublished Inscriptions From Cyzicus Neighbourhood Journal of Hellenic Studies 24: Hasluck, F.W. (1910), Hasluck, Cyzicus, Cambridge. Head, B.V. (1892), Head, British Museum Catalogue of Greek Coins: Grek Coins of Ionia, London. Head, B.V. (1897), British Museum Catalogue of Greek Coins: Grek Coins of Caria, Kos, Rhodes etc., London. Head, B.V. (1906), British Museum Catalogue of Greek Coins:Grek Coins of Phrygia, London. Head, B.V. (1901), British Museum Catalogue of Greek Coins: Grek Coins of Lydia, London. Hill, G.F. (1897), Catologue of the Greek Coins in the British Museum. Lycia, Pamphilia and Psidia, London. Holleaux, M. (1924), Inscription Trouvée A Brousse Bulletin Correspondence Hellenique 48: 1-57, Lev Kaplan, D. (2007), Apollon un Kökeni. Doğudan Yükselen Işık. Arkeoloji Yazıları. Atatürk Üniversitesi 50. Yıl anı Kitabı, Edi.: B. Can-M. Işıklı, 2007, , İstanbul. Karaosmanoğlu, M. (2005), Mitoloji ve Ege nin Tanrıları, Erzurum. Koçhan, N. (2011), Kyzikos. Tarihi ve Mimari Kalıntıları, Bursa. LeBas, P.-Waddington, W.H. (1972), Inscriptions Grecques et Latines, New York. de Light, L. (1993), Fair and Markets in the Roman Empire, Amsterdam. LIMC: Lexicon Iconographicum Mythologiae Classicae Linfert, A. (1983), Der Apollon von Daphne des Bryaxis, Damaszener Mitteulungen 1:

19 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Mendel, G. (1909), Musée de Brousse. Catalaque des Monuments Grecs, Romains etbyzantins du Musée Impérial Ottoman de Brousse, Bulletin Correspondence Hellenique 33: Mordtmann, A.D. (1875), Apollon Krateanos Archaeologische Zeitung 32: 162. Müler, H. (2000), Der Hellenistische Arhiereus Chiron 30: Piejko, F. (1989), Two Attalid Letters on the Asylia and Ateleia of Apollo Tarsenus. 185 B.C. Historia 38: Plew, E. (1876), Apollon Krateanos Archaeologische Zeitung 33: 113. Ricl, M. (1991), Hosios Kai Dikaios. Premire Partie: Catalague des Inscriptions Epigraphica Anatolica 18: 1-72, P1. I-XVI. Robert, L. (1929), Notes D epigraphie Hellenistique Bulletin Correspondence Hellenique 53: Robert, L. (1955), Dédicaces Et Reliefs Votifs Hellenica X: Robert, L. (1962), Villes D Asie Mineure, Paris. Robinson, ESG. (1914), Coins from Lycia and Pamphylia Journal of Hellenic Studies 34: Schwertheim, E. (1983a), Die Inscriften von Kyzikos und Umbebung. Tell 2: Inscriften und Denkmäler, Bonn. Schwertheim, E. (1983b), Die Inscriften aus Der Samlung Nemci Tolunay in Bandırma Epigraphica Anatolica 1: , Lev Schwertheim, E. (1985), Neue Inscriften aus Miletupolis Epigraphica Anatolica 5: 77-88, Lev SEG: Supplementum Epigraphicum Graecum Sokolowski, F. (1958), On the Lex Sacra of Physcus Transactions and Proceedings of the American Philological Association 89: Şahin, M. (1997), Figürliche Grabstelen und Weihreliefs aus Miletupolis Istanbuler Mitteilungen 47: Taf Şahin, M. (1999), Miletupolis Adak Levhaları Üzerinde Apollon Kitharodos Anadolu Araştırmaları XV: Şahin, M. (2000), Miletopolis Kökenli Figürlü Mezar Stelleri ve Adak Levhaları, Ankara. TAM: Tituli Asie Minoris Tanrıver, C. (1995), Mysia da Epigrafi Araştırmaları Arkeoloji Dergisi III: , Lev. XI-XIII, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. 14

20 Ful, Ş. D. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Tanrıver, C. (1996), Apollon Germenos a Bir Adak Arkeoloji Dergisi IV: , Lev. XLI, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. Tanrıver, C.-Kütük, S. (1993), The Katoikia of Daphnous and The Sanctuary of Apollon Daphnousios in the Territory of Apollonia ad Rhyndacum Epigraphica Anatolica 21: , Pl Taşlıklıoğlu, Z. (1963), Anadolu da Apollon Kültü İle İlgili Kaynaklar, İstanbul. Welles, C.B. (1934), Royal Correspondance in the Hellenistic Period, New Haven. Wiegand, Th. (1905), Inschriften Aus Kleinasien Mitteilungen des Deutschen Archaologischen Institutes. Athenische Abteilung 30: Wroth, W. (1964), Cataloque of the Greek Coins in the British Museum. Mysia. Bologna. 15

21 Ful, Ş. D./ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Harita 1: Mysia Bölgesi nde Apollon Kült ünün dağılımı Harita: 2 16

22 Ful, Ş. D./ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Harita: 3 17

23 Ful, Ş. D./ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Resim 1: Apollon Bathylimenites Resim 2a: Apollon Bathylimenites Resim 2b: Apollon Bathylimenites 18

24 Ful, Ş. D./ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Resim 3: Apollon Daphnousios Resim 4: Apollon Deonteios Resim 5: Apollon Germenos 19

25 Ful, Ş. D./ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Resim 6: Apollon Karneios 20

26 Ful, Ş. D./ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Resim 7: Apollon Krateanos 21

27 Ful, Ş. D./ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): 1-22 Resim 8: Apollon Libotenos Resim 9: Apollon Kitharodos 22

28 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Tarihi Yapılarda Yeniden Kullanım Sorunları Tokat Meydan ve Sulu Sokak Emine Saka Akın 1, Hamiyet Özen 2 Özet Günümüzde farklı coğrafik alanlarda ve kültürlerde küreselleşmenin yansımaları olarak geçmişten koparılmış, kültürel mirasını yansıtmayan ve birbirlerine benzeyen kentlerin sayısı artmaktadır. Dolayısıyla, küreselleşmenin etkisi altında bozulan kentlerin kimliklerinin korunması ve yaşatılması günümüzün önemli kentleşme sorunlarından birisidir. Küreselleşen dünyada eski kent kimliklerinin kaybolmasındaki nedenler arasında yaşam koşulları ve teknolojik değişimler önemli bir yer tutmaktadır. Değişen ve gelişen kentlerde yeni işlevlere ihtiyaç duyulmakta ve bu işlevlere göre kentler şekillenmektedir. Bu şekillenmeler devam ederken eski kentleri oluşturan yapı ve yapı grupları yeni işlevlere cevap veremediğinden terk edilme sürecindedir. Aynı zamanda eski mekânlar yeni yapıların baskısı altındadır. Tarihi yapıları yeni yaşam alanları ve biçimleriyle bütünleştirmen en iyi yöntemlerinden birisi, onlara yeni bir hayat vermektir. Yapı için güncelliğini kaybetmiş işlevinin yerine yeni işlev vermek yeni bir yaşamın başlangıcıdır. Tarihi yapılarda yeniden kullanım sorunlarının irdelendiği bu çalışmada Anadolu da pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış Tokat Kenti örnek olarak alınmıştır. Kentte yeni işlev verilmiş ya da sadece onarılmış restorasyon uygulamaları devam etmektedir. Hem literatür hem de alan çalışması şeklinde yürütülen bu çalışmada, seçilen örnekler üzerinden koruma ve yeniden kullanım sorunlarının analiz edilmesi hedeflenmiştir. Anahtar Kelimeler: Küreselleşme Yeniden Kullanım, Restorasyon, Kimlik, Tokat. Re-use problems of Historical Building in Meydan and Sulu Street of Tokat Abstract Today, the number of cities in various geographical regions and cultures resembling to each other and detached from their past are increasing as reflections of 1 Yrd.Doç.Dr. Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, Tokat. eminesaka.akin@gop.edu.tr 2 Yrd.Doç.Dr. Karadeniz Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Trabzon. ozen@ktu.edu.tr 23

29 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): globalization. Therefore, conservation and perpetuating the identities of the cities deteriorated by globalization is one of the important today s issues of urbanization Technological changes and living conditions have important roles in causing the city identity to lose in globalizing world. In developing and changing cities, new functions are needed and the cities are shaped according to these functions. While these shaping processes continue, the buildings and group of buildings constituting the old cities are in the process of being abandoned because of not responding to these new functions. In addition to this, the old places are under pressure of new buildings. One of the best methods integrating the historical buildings with new living areas and their forms is to give them a new life. Converting the outdated functions of buildings into new functions is a beginning of new life for the buildings. In this study, the city of Tokat that has been home to many civilizations in Anatolia was taken as an example for the evaluating the problems of re-use historic buildings. The applications of converting the buildings into new functions or restorations consisting of only reparations are continuing in the city. This study conducted in the form of both field work and literature aimed to analyze the problems of conservation and adapted reuse on the selected examples of historical buildings. Key Words: Globalization, Re-use, Restoration, Identity, Tokat 1.GİRİŞ Moderleşme sürecine bağlı olarak gelişen küreselleşme olgusunun en belirgin etkileri kentler ve yaşamları üzerinde olmuştur. Kentsel alanlar uygarlığın geliştiği ve toplumsal dönüşümlerin geçekleştiği yerlerdir. Ancak günümüzde kürselleşme ve hızlı değişim, kentlerin geçmişten taşıdığı değerleri tehdit altına alan bir sürece girmiştir. Kontrolsüz kentsel gelişmeler, hem yapısal hem de doğal çevrelerinin sağlıksız bir biçimde büyüyüp gelişmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda değişen yaşam koşulları ve teknoloji tarihi nitelikteki kültürel mimari mirasın işlevsel olarak eskimesini hızlı bir biçimde sürdürmektedir. Zamana bağlı olarak işlevsel ve fiziki olarak eskimiş tarihi yapıların restorasyon ve koruma çalışmaları sadece yapının fiziksel olarak iyileştirilmesi olarak kalmamalıdır. Yaşam döngüsünü devam ettirecek bir işleve göre bakımı ve onarımı yapılmalıdır. Ancak koruma çalışmaları toplumun kültürel yapısına, çevresine ve ihtiyaçlarına uygun bütünsel bir yaklaşımla olmalıdır. Kentlerin yenilenmesinde bir kimlik bilincinden yola çıkan Güvenç (1974), ilk ve temel ilkenin; kentin varlığını, kimliğini, geçmişten geleceğe bir süreklilik olarak 24

30 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): algılamak ve kavramak olduğunu ifade etmektedir. Yapıya uygun koruma, zamanının gerekçelerine de cevap verebilmeli ve bunu da süreklilik içinde yapmalıdır. Zamanının sürekliliği içinde mimar, yaşamı ve çevreyi güzelleştirmeye çalışırken bunu geçmişe ve geleceğe bağlayan devamlılık içinde yapmalıdır (Erder,1999). Kentsel mekânlarda yapılan koruma geçmişi dondurmak, çağın insanı için yaşanmaz duruma getirmek koruma olarak nitelendirelemez (Bektaş,1992). Korumada eski ve yenin yan yana bir bütün içinde varlığını sürdürdüğü bir anlayışı benimsemek esas olmalıdır. Eski ve yeniyi birbirinden izole ederek eskiyi korumak zordur. Çünkü bu tutum, tarihi yapıyı bugünün bağlamından soyutlayarak bir kent mobilyası haline getirmektedir (Kuban, 2000). Çevresinden soyutlanan yapı, her geçen gün toplum tarafından daha az kullanılan önemsiz nesneye dönüşmekte ve ait olduğu kentsel mekânın ve kültürün bir parçası olma niteliğini yitirmektedir (Asiliskender, 2005). Çağdaş koruma kavramı bilgiden estetiğe, halkın bilincinden ahlaka, parasal kaynaklardan politikalara kadar geniş bir kapsama sahip olmak zorundadır. Ya da etkinlik alanı olarak çağdaş korumada; her türlü korumanın temelde bütünleşmesinden yeniden kullanım için değiştirilmesine, arkeolojik korumadan kentsel yenilemeye, peyzaj düzenlemeden doğal çevre korumasına, mimarlık alanı içindeki her çeşit ürünün yenilenmesine, bakımına, onarımına kadar var olan yöntemlerin, kuramların ve uygulamaların birbiriyle dolaylı-dolaysız ilişkileri bulunmaktadır (Görgülü,1993). Dolayısıyla Amsterdam Bildirgesi nde (1975) ilk defa gündeme getirilen bütünleşik koruma yaklaşımı başarılı koruma uygulamaları için benimsenmelidir. Bu bildirgeyle tüm ulusların ortak malı olduğu vurgulanan mimari miras, günümüzde ülkelerin üzerinde önemle durduğu, sorunlarına çözüm getirmeye çabaladığı bir alan halini almıştır (Akın, 1998). Madran (2009), korumada noktasal çözümlerden ziyade bütünleşik koruma politikaların, uluslar arası kuram ve kavramların benimsenmesini, ancak Türkiye nin kendine özgü değer ve koşullarına göre uyarlanması gerektiğini ifade etmektedir. Yaşatarak koruma yaklaşımı toplumu etkileyici ve eğitici, onları yüceltici birer anlam kazandırmanın en etkin yoludur. Önemli olan yapıları yaşayan birer varlık konumuna getirebilmektir. Bu ancak yapıya bir işlevsel içerik kazandırmak, onu topluma yararlı kılmak, toplumun onda yaşamasını, çevrenin ondan yararlanmasını sağlamakla mümkündür (Altınoluk, 1998). Günümüzde tarihi yapı ve çevrelerinin korunması bir zorunluluktur. Çünkü 25

31 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): değişme hızı içinde, eski ve yeninin ortak yaratacakları yeni bir bütünün oluşturulması için bu gereklidir (Kuban, 2000). Günümüzde tarihsel çevrenin korunmasında takınılacak tavır ise belirlenecek ilkeler ve hedefler doğrultusunda geçmişten gelen değerleri geleceğe aktarmak olmalıdır (Kiper, 2006). Tokat, tarihi M.Ö lere inen, sırasıyla Comana Pontica (Komana), Med, Pers, Helenistik, Pontus, Roma (Texier, 2002) çağlarında varlığını sürdürmüş, Bizans, Danişmend, Anadolu Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapmış bir kenttir. Bütün bu medeniyetlerin izlerini taşıyan kentte son yıllarda restorasyon çalışmaları hız kazanmasına karşın, yapılan restorasyonlar ile anıtsal yapıların yeniden kullanılması konusunda ciddi sorunlar gözlemlenmektedir. Bu çalışmada örnek alan olarak seçilen Tokat Meydan ve Sulu Sokak ta restore edilen anıtsal yapıların yeniden kullanımları üzerine saptama ve önerilerin geliştirilmesi amaçlanmıştır. 2.Çalışma Alanı Anadolu Selçuklu Dönemi nde, Anadolu nun 6. büyük şehri olan Tokat doğu-batı yönündeki ticaret kervanlarının konakladığı kervansaraylar, hanlar ile düzenli yol ve köprülerin inşa edildiği ekonomik ve ticari hayatın gelişmiş olduğu bir kentti (Baykara, 2004). Süreyya Faroqhi (1994), 16. Yüzyılda Afyon, Tokat ve Beypazarı nda kayıtlara geçmiş olan 5-6 hanın bulunduğunu, Tokat ve Afyon un bölgelerarası ticaret merkezi olduğunu belirtmektedir. Tokat kentinin en eski ticaret merkezi kalenin güneyinde bulunan Sulu Sokak ve çevresidir. Zamanla büyüyen kent Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Dönemi nde 3 önemli alan oluşturmuştur (Şekil 1), (Akın, 2009). Biri Sulu Sokak ve çevresi (Şekil 2), diğeri günümüzde Cumhuriyet Meydanı denilen Ali Paşa Camii ve çevresi, üçüncüsü de Hatuniye (Meydan) Camii, Taşhan ve Gökmedrese arasında kalan alandır (Şekil 3). Ali Paşa ve çevresinde 1914 yılında çıkan bir yangınla bu alandaki birçok yapı yok olmuştur (Beşirli, 2001). Dolayısıyla, çalışmada bu alan ele alınmamıştır. 26

32 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Şekil 1. Tokat tarihindeki üç önemli alan (Akın, 2009). Şekil 2. Meydan eski (Erdem, 2007) ve günümüz görüntüsü (Akın, 2012). Şekil 3. Sulu Sokak eski (Erdem, 2007) ve günümüz görüntüsü (Akın, 2012). 27

33 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Meydan Bölgesi: Kentin Toplanma Noktası Halk arasında Meydan adı ile anılan ticaretin yoğun olduğu ve eski dönemlerde panayırların kurulduğu alandır. Günümüzde alanı çevreleyen yapılar arasında fiziki ve mekânsal bağlar yoktur. Bu yapıların etrafında gelişen çarpık ve plansız ticaret ve konut dokusu tarihi yapıların algılanmalarını güçleştirmektedir (Şekil 4). Melikgazi Camii Sünbül Baba T. ve Z. Halef Sultan T.ve Z K Gökmedrese Hatuniye Camii ve İmarethanesi KALE Taşhan Pervane Hamamı Pir Ahmet Bey T.ve Z. Şekil 4. Meydan ve çevresi (Akın, 2009). Tarihi merkezde bulunan bu yapıların bir arada bulunuşları ve konumlanışları kentin geçmişini günümüze taşıyan önemli özellikleridir yılların sonunda birçok yapının yıkımı ile yapılan ve günümüzde kentin ana trafik arterini oluşturan Gaziosmanpaşa Caddesi tarihi merkezi ikiye bölmüştür. Bölünme tarihi merkezin bütüncül bir şekilde planlanmasına engel teşkil etmektedir. Halen mevcut olan anıtsal yapılar ve tarihi arka plan göz önünde bulundurulunca bu alanın günümüz kent planlaması ve kentsel yaşamında büyük bir önemi olduğu anlaşılmaktadır. Bu alandaki tarihi yapılar (Şekil 5); Hatuniye (Meydan) Cami; Sultan II. Mehmet tarafından Tokat ta annesi adına yaptırılan caminin kapısı üzerindeki kitabesine göre 1485 tarihlidir (Aslanapa, 2004). Hatuniye Cami plan ve hacim biçimlenişi açısından klasik dönemde çok karşılaşılan tek kubbeli anıtsal cami tipinin bir varyasyonudur (Uysal, 1986) depreminde son cemaat yerine kadar yıkılmış, kubbeleri hasar görmüştür ve kullanılamayacak hale gelmiştir. Bu yapının restorasyonu halk tarafından 1953 yılında yapılmıştır. Yapı daha sonra 1999 da Vakıflar 28

34 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Bölge Müdürlüğü nce basit bir onarım geçirmiştir (Akın, 2011). Osmanlı Dönemi nde yapılan cami halen ibadet yapısı olarak kullanılmaktadır. Hatuniye Meydan Cami Hatuniye İmarethanesi Gökmedrese Pir Ahmet Bey Türbe ve Zaviyesi Halef Sultan Türbe ve Zaviyesi Sünbül Baba Türbe ve Zaviyesi Melikgazi (Garipler) Taş Han Pervane Hamamı Cami Şekil 5. Meydan bölgesinde bulunan tarihi yapılar (Akın, 2012). Hatuniye İmarethanesi; Osmanlı Dönemi nde Hatuniye Cami ile birlikte 15.yüzyılda inşa edildiği düşünülen yapı 1939 depreminde oldukça hasar görmüş ve kullanılmayacak hale gelmiştir yılında restorasyonu yapılmış ve halen çay evi olarak kullanılmaktadır. İşlev değişikliği etkin kullanımını arttırmakla birlikte çevresinde bulunan çarpık konut ve ticaret yerleşimi, tabela ve dış eklentiler görsel olarak cephe estetiğine zarar vermektedir. 29

35 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Gökmedrese; Yapının kitabesinde tarih bulunmamakla birlikte araştırmacılar 1275 tarihinde inşa edildiğini belirtmektedirler. Bir Selçuklu taç kapısının açıldığı eyvan ile karşısındaki ana eyvan ve eksene göre sağ taraftaki geçit eyvanlarıyla üç eyvanlı Anadolu Selçuklu medresesi şemasındadır (Cantay, 1992). İki katlı medresenin beden duvarları moloz taştan inşa edilmiştir, taç kapı kesme taştır (Bakırer, 1981) ye kadar müze olarak kullanılan yapı Gaziosmanpaşa Bulvarı nın kenarında olduğu için kentli tarafından dış görünüş olarak bilinmektedir. Ancak medreseden ziyade daha çok müze olarak tanınan yapı genellikle turistlerin ziyaret ettiği ve günümüzde işlev verilmeyi bekleyen bir yapıdır. Taşhan; Osmanlı Dönemi nde 1631 yılında inşa edildiği düşünülmektedir (Mercan vd., 2003). Kuzey güney konumunda, kesme taş ve tuğladan, dikdörtgen ve iki katlı inşa edilen hanın ortasında, büyük bir avlu yer almaktadır. Müze arşivlerinde 1930 yılından bu yana Taşhan ın bir hayli değişikliğe uğradığı görülmektedir depreminden sonra doğu yönündeki revak tonozların ve avlu sundurmanın bir bölümü yıkılmıştır (Yavi, 1986) de yapılan restorasyonla han son durumunu almış ve orijinal hale getirilmiştir. İşlev düşünülmeden restorasyonu yapılan hana orijinal işlevinden farklı işlev verilmiştir. Han odalar küçük el sanatları dükkânlarının bulunduğu küçük dükkânlara, ortasındaki avlu da çay bahçesine dönüştürülmüştür. Bu işlevler yapının bütünlüğüne uygun olmuştur ve kentli tarafından yoğun kullanılan bir mekân haline dönüşmüştür. Pervane Hamamı; 1275 yılında çifte hamam olarak inşa edilen yapının zemin katı bugünkü sokak kotundan takriben 3 m aşağıda kalmıştır. Yapı en büyük tadilatını 16. yüzyıl sonu veya 17. yüzyıl başlarındaki depremden sonra geçirmiştir (Önge, 1995). Anadolu Selçuklu Dönemi yapısı olan hamam günümüzde de hamam olarak kullanılmaktadır. Yapı yoğun ticaret alanı içinde bulunmasına rağmen yol kotunun altında kaldığı için güçlükle algılanmaktadır. Sünbül Baba Türbe ve Zaviyesi; Anadolu Selçuklu Dönemi nde tarihleri arasında inşa edilmiştir (Önal, 1996). Zaviyenin giriş kapısı, geniş çerçeveli ve mukarnas yaşmaklı mermer bir taç kapı içinde yer almaktadır. Zaviyenin batı cephesine bitişik geleneksel bir konut bulunmaktadır. Bu evin yapımında muhtemelen batı cephede değişiklikler yapıldığı düşünülmektedir. (Emir, 1994). Orijinalinde eğitim işlevine uygun olarak planlanan yapı, restorasyon sonrası 2012 yılının ortalarına kadar ayakkabı dükkanı olarak 30

36 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): kullanılmıştır. Bu işlev yapının mekânsal ve mimari özelliklerine uygun değildi. Aynı zamanda dış cephe özellikleri bozulmuş ve kötü bir görüntüye dönüşmüştü. En son yapıya aile danışma bürosu olarak işlev verilmiştir. Halef Sultan Türbe ve Zaviyesi; Anadolu Selçuklu Dönemi nde tarihleri arasında inşa edilmiştir (Emir, 1994). Taç kapı ile girilen zaviye 2004 yılına kadar toprağa gömülü kalmıştır. Yol kotundan yaklaşık 4-5 m aşağıda olan binanın restorasyonu yapılıp yeni işlev verilmiş ve gençlik merkezi-kütüphane olarak kullanılmaktadır. Bu işlev hem yapının mimarisine hem de kentin yapısına uygun bir işlev olarak karşımıza çıkmakta ve halen yoğun bir kullanıma sahiptir. Buna karşın yapı yüksek yapılar ve yoğun konut dokusu içinde kaldığı için güçlükle algılanmaktadır. Melikgazi (Garipler) Cami; Kentin en eski camisidir ve kitabesi yoktur. Ancak 14. Anadolu Vakfiye defterinde, Danişmend Ahmed Gazi nin Tokat ta 1074 yılında bu camiyi yaptırdığı kayıtlıdır (Anonim, 2001). Minare ve gövdesinde sırlı ve sırsız tuğlaların birlikte kullanılışı ve özellikle yeşil renkli sırlı tuğlalar 13. yüzyıl sonunda eklenmiş olabileceğini düşündürmektedir (Bakırer, 1981). Danişmend Dönemi nde inşa edilen yapının restorasyonu 2011 yılında aslına uygun olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü nce yapılmış ve cami olarak kullanılmaktadır. Pir Ahmet Bey Zaviyesi; 15. Yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edildiği düşünülen yapının girişi, kuzeye bakan sivri kemerli geniş bir eyvan içindedir (Mercan vd., 2003). Restorasyonu yapılmış ve 2012 yılının başlarına kadar aşevi olarak kullanılmıştır. Lokantaya dönüştürülecek yapının restorasyonu bu işleve uygun olarak devam etmektedir. Pir Ahmet Bey Türbesi; Türbeye ait mezar taşlarındaki tarihlerden, 15. Yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edildiği düşünülen Osmanlı Dönemi yapısıdır (Mercan vd., 2003). Eyvan şeklinde dışa açılan türbe; 5.30x7.55 m. ölçülerinde kareye yakın dikdörtgen planlı bir yapıdır. Tablo 1 de bu yapıların restorasyon ve işlev durumları verilmektedir. 31

37 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Tablo 1. Meydan Bölgesi Yapıların Restorasyon ve İşlev Durumları. Yapının Adı R. Edildi Hatuniye İmaretha nesi Hatuniye Camii Halef Sultan T. ve Zaviyesi Sünbül Baba T. ve Zaviyesi Restorasyon Durumu R. Edilmedi Yeni R. Öncesi R.Sonras ı İşlev Durumu Orijinal Verilmemiş Uygun İşlev Verilmiş X X X X X X X X X X X X Taşhan X X X Gökmedr ese Pir Ahmet Bey Türbe ve Zaviyesi Melikgaz i Camii Pervane Hamamı X X X X X X X X X X X X Verilmemiş 32

38 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Tarihi Sulu Sokak Tarihinde kentin ana ulaşım arteri (doğu-batı) üzerindeki ticaret merkezinin bulunduğu Sulu Sokak ve çevresi ise Tokat kentinin en yoğun anıtsal yapılarının mevcut olduğu bir alandır (Şekil 6). Bu alan Osmanlı Dönemi nin son zamanlarına kadar kentin ticaret merkeziydi (Özen ve Akın, 2009). Şekil 6. Sulu Sokak ve çevresi (Özen ve Akın, 2009). Bu alan içinde buluna tarihi yapılar (Şekil 7): Yağıbasan Medresesi; 12. Yüzyıl ortalarında Danişmend Dönemi nde inşa edilmiştir (Kuran, 1969). Kitabesi 1939 depreminde parçalanmıştır (Yavi, 1986). Tokat Çukur (Yağıbasan) Medresesi ve Niksar (Tokat ın ilçesi) Yağıbasan Medresesi Türkmen Bölgesi nde yapılan ve en eski Anadolu medreselerindendir. Diğer kapalı medreselerde olmayan mekânsal özelliği vardır. Konya da Karatay ya da İnce Minareli gibi ünlü kapalı medreselerde orta hacme açılan eyvanlar kubbe tavanına kadar yükselir ve yapıya tümel mekân etkisi katarlar. Oysa Tokat ve Niksar da bulunan medreselerde kubbeli merkez basık eyvanlara göre mekân etkisine egemendir (Kuban, 2002) yılında yeni işlev verilmeden restorasyonu yapılan yapının açık kubbesinin üst kısmı kapanmıştır yılından günümüze yeni işlev verilmeyi beklemektedir. 33

39 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Çukur Medrese Deveci Han Sulu Han Arastalı Bedesten Takyeciler Cami Ulu cami Paşa Han Sultan Hamamı Alaca Mescit Paşa Hamamı Mustafa Ağa Hamamı Şekil 7. Sulu Sokak ta bulunan tarihi yapılar (Akın, 2012). 34

40 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Deveci Han; Kitabesi bulunmayan yapının mimari planlamasından ve yapı malzemesinden 15 veya 16. yüzyılda inşa edildiği düşünülen bir Osmanlı dönemi yapısıdır (Yavi, 1986) depreminden sonra oldukça kötü durumda olan yapının 2007 yılına kadar batı cephesine bitişik konutlar vardı yılında başlanan restorasyonu hala devam etmekte olan yapının yeni işlevi Güzel Sanatlar Fakültesi idari binası olarak düşünülmüştür. Sulu Han; Osmanlı Dönemi nde inşa edilen yapının kitabesi bulunmadığından yapılış tarihi tam olarak bilinmemektedir yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bir onarım geçirmiştir (Yavi, 1986). Batı cephesi Arastalı Bedestene bitişiktir. Aşevi olarak kullanılan yapı orijinalliğini kaybetmiş ve sadece girişteki taç kapısı ile dikkat çekmektedir. Arastalı Bedesten; Osmanlı Dönemi nde inşa edilen yapının tarihi bilinmemektedir. Polonyalı Simeon yapının 16. Yüzyıl sonlarının yapısı olabileceğini söylemektedir (Cezar, 1985). Plan açısından üç hacimli bir yapı olan bedestenin arasta kısmı etrafını çevirmeyip iki yanda uzanmaktadır. Oldukça kötü durumda olan yapının restorasyonu 2008 de tamamlanmıştır. Ancak hiçbir işlev verilmeden restorasyonu yapılan yapıya 2012 yılında müze olarak işlev verilmiş ve müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. Takyeciler Cami; Kareye yakın derinlemesine dikdörtgen planlı ve çok kubbeli bir yapı olan cami tarihinde inşa edilmiştir. I. Dünya Savaşı yıllarında onarım yapılan caminin kubbe üstleri kırma çatı ile kapanmıştır tarihlerinde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından orijinal durumuna getirilmiştir (Uysal, 1986). Doğu cephesi Arastalı Bedesten e bitişik olan Osmanlı Dönemi yapısı orijinal işlevinde cami olarak kullanılmaktadır. Ulu Cami; Bugün doğu cephe kapısı üzerinde 1678 tarihi yazmakta ise de bu tarih onarım tarihine aittir. Caminin Anadolu Selçuklu Dönemi nde inşa edildiği, fakat yangın, deprem vb. nedenlerle tahrip olan cami IV. Sultan Mehmet zamanında, eski temelleri esas alınarak yeniden yaptırılmıştır (Erdemir, 1986). Baykara (1986), Tokat Ulu Cami nin kaleye giden yolda olması, kalenin ana giriş kapısına yakın, büyüklüğü ve döneminin Ulu Camilerinin özelliklerini göstermesi bakımından Anadolu Selçuklu ve hatta 35

41 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Danişmend Dönemi ne kadar gittiğini ifade etmektedir. İyi durumda olan yapı orijinal işlevinde cami olarak kullanılmaktadır. Paşa Han; 1752 tarihinde Osmanlı Dönemi yapısı olan hanın sadece kesme taştan yapılmış bir portali ve dış duvarları günümüze kadar gelmiştir (Acunsal, 1947). Portalin üst köşelerinde iki hayvan figürü bulunmaktadır. Özel mülkiyette bulunan yapının avlusu içinde hiçbir yapı izi yoktur. Bilinen bir onarım tarihi yoktur. Sultan Hamamı; Hamamın plan tipolojisi 13. Yüzyıldan başlayarak Anadolu da yoğun olarak görülen bir plan tipine sahiptir. Çifte hamam özelliğine sahip yapının tam olarak inşa tarihi bilinmemektedir. Tahminen 13. yüzyıl yapısı olduğu düşünülen yapı bugünkü görünümünü 19. yüzyılda almıştır (Eravşar, 2004). Anadolu Selçuklu yapısı olan hamam orijinalliğine uymadan çok kez onarım geçirmiştir. Özel mülkiyette olan yapı hala hamam olarak kullanılmaktadır. Alaca Mescit; Anadolu Selçuklu zamanında tarihlerinde inşa edilmiştir (Bakırer, 1981). Daha sonra 1505 yılında minaresinin dışında kalan bölümleri onarım görmüştür (Yavi, 1986). Orijinal işlevinde kullanılan yapının 1939 depremi sonrası minaresinin üst kısmı yıkılmış ve yeniden yapılmıştır (Acunsal, 1947). Orijinal işlevinde cami olarak kullanılmaktadır. Paşa Hamamı; 1435 tarihli Osmanlı Dönemi yapısıdır. Tek hamam olarak inşa edilen yapı dört eyvanlı, köşe halvetli plan tipindedir (Eravşar, 2004). Uygun olmayan onarımlar geçirmiş yapı günümüzde kullanılmamaktadır. Mustafa Ağa Hamamı; Çifte hamam olarak yapılan yapının inşa tarihi bilinmemektedir tarihli Arapça vakfiyede vakfın gelirleri arasında hamamın ismi geçmektedir yılında geçirmiş olduğu onarımda hamamın zemini ve duvarları değiştirilmiş, bunun sonucu olarak sıcaklık bölümü yeterince ısınmamış ve hamam kullanılmaz hale gelmiştir (Eravşar, 2004). Günümüzde kullanılmayan bu Osmanlı Dönemi yapısı oldukça kötü bir durumdadır. 36

42 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Tablo 2 de bu yapıların restorasyon ve işlev durumları verilmektedir. Tablo 2. Sulu Sokak taki Yapıların Restorasyon ve İşlev Durumları. Mustafa Ağa Hamam Yapının Adı Uyg Restorasyon X İşlev Durumu X un X Durumu İşlev Yeni R. Edildi R. Edilmedi R. Öncesi R. Sonrası Orijinal Verilmemiş Ulu Camii X X X Sulu Han X X X Arastalı Bedeste X X X n Takyeci ler X X X Camii Alaca Mescid X X X Paşa Han X X X Paşa Hamam X X X ı Deveci Han X X X Yağıbas an Med. X X X Sultan Hamam X X X 3. Alanda Yeniden Kullanım Sorunları Verilmiş Verilmemiş 37

43 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Tarihi kentler anıtsal mimari miras bakımından zengin mekânlardır. Dolayısyla bu anıtlar için yapılan koruma çalışmaları kültür, çevre ve ihtiyaçlar bağlamından soyutlanarak sadece fiziksel onarımlar şeklinde yapılırsa restorasyonu yapılan yapıların kent kullanımına verimli olarak sunulması noktasında aşağıda tanımlanan türden sıkıntılar ortaya çıkabilmektedir. Kentsel ölçekte sorunlar Yeni işlev verilmeden kaynaklanan sorunlar 3.1. Kentsel Ölçekte Sorunlar 1980 li yıllardan sonra, küreselleşme sürecindeki serbestlik, esneklik, kuralsızlık politikaları mekânsal yapıda da kendini göstermiştir. Bunun ülkemiz kentlerine yansıması ise planlı gelişimin neredeyse tamamen terk edilmesi şeklinde olmuştur. Planlamanın değil, piyasanın gereği olarak oluşturulan ve rant doğrultusunda proje tercihleri ile kentsel gelişmeler yönlendirilmektedir. Kamu yönetimleri ise, yerleşme politikalarına ağırlığını koyamayıp bir kuralsızlıklar düzeni içinde sorumluluklarını bile yerine getirememekte, kamusal yetkilerini giderek piyasaya devretmektedir (Kiper, 2006). Ülkenin tamamına hâkim olan bu anlayış, Tokat kentinde benzer şekilde gelişmiştir. Kentin gelişim yönünü kent planlarından çok, çok katlı alışveriş merkezleri ya da mevzi planlarla geliştirilen lüks konut siteleri belirlemektedir. Kent merkezinde bulunan tarihi çekirdek bu nedenlerle giderek yok olmaktadır. Tarihi çekirdeğin korunması, kentliye faydalı kılınmasından çok kent turizminde ne kadar faydalı kılınır öncelikli düşünülen bir olgudur. Oysa tarihi çevre korumanın öncelikli amacı, tarihi yerleşmeyi yok olmaktan kurtarmak, kültür mirasını günümüz yaşamıyla bütünleştirmek olmalıdır (Ahunbay, 2004). Meydan bölgesi için kentsel ölçekteki sorunlar irdelendiğinde en önemli sorunun alanın kentin ana trafik arteri Gaziosmanpaşa Caddesi ile ikiye bölünmesi olduğu görülmektedir (Şekil 8). Bu cadde ile yapılar arasındaki bütünlük bozulmuş ve birbirinden bağımsız kalmıştır. Birbirlerinden ayrı kalan bu yapıların çoğu, kentin en yoğun ticaret alanında uzun yıllar bakımsız kalarak kullanılmaz hale gelmişlerdir. Vakıflar Bölge Müdürlüğü son 10 yıl içinde bu yapıların büyük bir bölümünü çevresinden kopuk tekil olarak restorasyon yapmıştır. Kentin çöküntü alanı haline gelen bu tarihi merkez halen niteliksiz konut ve ticaret alanı durumundadır. Ayrıca alanın tarihi önemi ve dokusuna aykırı, hızlı ve çarpık yeni yapılaşma süreci kontrolsüz bir şekilde devam etmektedir. Dolayısı ile köhne, bakımsız, çok katlı binalar ve ticaret alanı ile 38

44 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): çevrelenmiş olan bu tarihi merkez, fiziki olarak algılanmamaktadır (Şekil 9). Şekil 8 de görüldüğü gibi Taşhan ve Gökmedrese arasında yapılan uygun olmayan kütledeki yapı her iki yapının kütlesini ezmekte ve dış cephelerinin algılanmalarını güçleştirmektedir. Yine çarpık ve plansız ticaret ve konut dokusu, köy minibüs duraklarının bu alan içinde olması yoğun bir karmaşaya sebep olmakta ve tarihi Meydanda bulunan anıtsal yapıların algılanmalarını engellemektedir. Şekil 8. Meydan bölgesinden geçen Gaziosmanpaşa Caddesi ve niteliksiz konut ve ticaret alanları (Akın, 2012). Anıtsal yapıların yakın çevresinde mevcut olan yapıların ve yerleşmenin iyileştirme ve sağlıklaştırma yoluna gidilmesi gerekmektedir. Tarihi yapıların tek başlarına restorasyonu ve işlevlendirilmesi sorunu çözmekten öte daha karmaşık bir duruma getirmektedir. 39

45 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Şekil 9. Çok katlı binalar ve niteliksiz konut alanı içindeki Halef Sultan Türbe ve Zaviyesi (Akın, 2012). Sulu Sokak için kentsel ölçekteki sorunlar irdelenirse en önemli sorunun bakımsızlık ve terk edilme olduğu görülmektedir. Bu süreç, günümüzde alanın tamamen gecekondu konut yerleşimi içinde kalması sonucunu doğurmuştur. Bu alanın tekrar değer kazanması ve kentin yaşayan bir parçası olabilmesi için çevresiyle birlikte yapılara farklı işlevler verilerek alanın tarihi yüzünün ortaya çıkarılması sağlanmalıdır. Ayrıca çarpık bir kentleşmenin sonucu olarak bu tarihi alanda kontrolsüz ve bilinçsiz bir şekilde yeni yapılaşma sürmektedir. Sulu Sokak ta Yağıbasan Medresesi yanında, Arastalı Bedesten karşısında yeni yapılan Vakıf İşhanı bu alandaki yapıları kütlesel olarak ezmektedir (Şekil 10). Şekil 10. Sulu Sokak ta gecekondu konut yerleşimi ve yeni yapılan bina (Akın, 2012) Yeni İşlev Verilmeden Kaynaklanan Sorunlar Meydan ve Sulu Sokak çevresinde yapılan restorasyon çalışmaları salt yapının fiziksel onarımından öteye gidememektedir. Planlama ve yeni işlev verilme sürecinde yapıların en çok karşılaştıkları sorunlar; restorasyondan sonra işlev verilmesi ve uygun işlev verilmeyip tekrar işlev değişikliği olarak göze çarpmaktadır. Restorasyon yapıldıktan sonra işlev verilmeye çalışılan yapılar verilen işleve göre yeniden bir onarım sürecine girmektedir. Aynı şekilde orijinal mekânsal kurguya ve mimari yapıya uygun olmayan işlevler değiştirildiğinde de yapı tekrar bir onarım sürecine girmekte ve daha çok zarar görmektedir. Çünkü yeni işlevler, yeni mekânsal düzenlemeler ve ekleri de beraberinde getirmektedir. Özellikle cephe estetiğini ve oranlarını bozan 40

46 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): eklentiler yapının bütünlüğünü bozmaktadır. Ayrıca eklentilerde malzeme ve yapım sistemi seçimi de önemli bir faktördür. Bu konuda da tutarlı bir yaklaşım sergilenmesi gereklidir. Bu yaklaşım ya zıtlık ya da uyum şeklinde olabilir. Ayrıca uygun olmayan işlevler Şekil 11 de görüldüğü gibi dış cephe görüntüsünü oldukça bozmaktadır. Aynı zamanda yoğun ticaret alanlarında bulunan bu yapıların dış cephelerindeki tabelalandırmalar çoğu zaman yapıların büyüklüğünü ezmektedir. Şekil 11. Tarihi yapıların cephe görüntülerini bozan kötü görünümler (Akın, 2012). Meydan Bölgesi nde bulunan Taşhan uzun yıllar farklı işlev değişiklikleri geçirerek günümüze kadar gelmiştir. Uygun bir restorasyon ve uygun bir işlev verilemediğinden tarihleri arasında kapısı kapalı, kentten kopuk bir dönem geçirmiştir. Gökmedrese uzun yıllardır müze olarak işlevlendirilmiş ve halk arasında medrese olduğu unutulup müze olarak anılmaya başlamıştır. Medrese içinde yeterli mekâna sahip olmayan müze 2012 yılında Arastalı Bedestene taşınmıştır. Şu anda yeni işlev beklemektedir. Sulu Sokakta bulunan Arastalı Bedesten in restorasyonu işlev verilmeden yapıldığından 3 yıl yeni işlev beklemiş ve en son müze olarak işlev verilmiştir. Müze olarak işlevlendirilen yapı yeniden onarım sürecine girmiştir. Yine Yağıbasan Medresesi nin onarımı 2007 de tamamlanmış ve hala yeni işlev beklemektedir. Bu alanların kentin cazibe merkezleri konumuna getirilmeleri için yapılara işlev verilirken o bölgelerin kalkınmalarına yardımcı olacak, gecekondu ve çarpık kent dokularından çıkarılıp kentin kültürel alanlarına dönüştürülmeleri de önemli bir süreçtir. Bu eylem planlama ve yeni 41

47 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): işlevlendirme sürecinde ele alınıp çözümlenmelidir. Bu nedenle yeniden kullanım ile ön plana çıkarılan anıtsal binaların, gerek restorasyonları ve gerekse yeni işlevleri kentin kültür ve sosyal yaşamına göre titizlikle ve bilimsel veriler sonucunda yapılmalıdır. 4.Öneriler ve Değerlendirme Korumada istenilen hedefe ulaşmak için tarihi çevrenin yaşam standartlarının yükseltilmesi, tarihi dokuyu bozan trafiğin ve olumsuz baskıların merkezden uzaklaştırılarak yerine kültürel işlevlerin çekilmesi, sürekli bakımı sağlayacak kaynak sorunlarının çözümlenmesi gerekmektedir (Ahunbay, 2004). Korumayı gerçekleştirebilmek için yapılan kentsel yenileme çalışmaları, bir stratejiler bütünü dâhilinde gerçekleştirilebilecek bir süreçtir. Bu stratejiler oluşturulduktan sonra uygulamada yerel yönetimlere önemli görevler düşmektedir. Yerel yönetimler, bu görevlerini, alanın sosyo-kültürel, ekonomik ve fiziki-mekânsal niteliklerine göre, farklı kurum ve kuruluşlarla paylaşarak, bir iş bölümü yaparak gerçekleştirmelidirler (Özden, 2001). Bu aşamada kaynaklar üzerindeki baskıları azaltacak ve bütün çevrenin daha iyi algılanmasını sağlayacak ve çevresel kaliteyi yükseltecek planlama önlemlerinin bir bileşkesi olan alan yönetimi gündeme gelmelidir ( Ayrancı ve Gülersoy, 2009). Alanda yapılan çalışmalar sonucunda Meydan ve Sulu Sokak ta bulunan anıtsal yapıların sorunları ve bu sorunları çözebilecek öneriler analiz edilerek özetlenmiştir (Tablo 3, 4). Tablo 3 ve 4 te her iki alanda bulunan tarihi camiler orijinal işlevlerinde kullanıldıklarından dolayı verilmemiştir. Tablo 3. Meydan Bölgesi nde bulunan anıtsal yapıların değerlendirilmesi. Yapının Adı Sorunlar Öneriler Hatuniye İmarethanesi -Gecekondu bölgesinde bulunduğu için tarihsel niteliği yitirme -Uygun olmayan tabelalandırma -Çevresindeki yapıların biçim, tabela ve işlevlerinin yapıyı ön plana çıkarılacak şekilde düzenlenmesi -Çevresindeki çarpık ticaret dokusu en kısa zamanda kaldırılmalı -Belediyenin kapsamlı meydan projesi hazırlaması Halef Sultan -Yüksek katlı yapılar -Kent dokusu içine sıkışmış 42

48 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): T. ve Zaviyesi Sünbül Baba T. ve Zaviyesi Taşhan Gökmedrese Pir Ahmet Bey Zaviyesi Pervane Hamamı arasında -Yoğun ticaret merkezi içinde -Yanında yapılan yeni yapının kütlesel olarak binayı ezmesi -Gaziosmanpaşa Caddesi nin Meydan Bölgesini İkiye bölmesi -Yanında yapılan yeni yapının kütlesel olarak binayı ezmesi, -Gaziosmanpaşa Caddesi nin Meydan Bölgesini ikiye bölmesi -Uygun işlev verilememesi -Gecekondu bölgesinde bulunduğu için tarihsel niteliği yitirme - Çarpık ve plansız ticaret ve konut dokusu içinde bulunması -Yapının yol kotu altında kalmasından dolayı algılanmasının zorlaşması - Çarpık ve plansız ticaret ve konut dokusu içinde bulunması yapının tanıtımı daha iyi yapılmalı - Kent dokusu içine sıkışmış yapının tanıtımı daha iyi yapılmalı -Bu yapının diğer yapılarla ve Meydan Bölgesi ile bütünleşmesini sağlayabilecek bütünleşik bir planlamaya gidilmesi -Bu yapının diğer yapılarla ve Meydan Bölgesi ile bütünleşmesini sağlayabilecek bütünleşik bir planlamaya gidilmesi -Yapının mimarisine uygun işlev seçimi -Çevresindeki çarpık ticaret dokusu en kısa zamanda kaldırılmalı -Belediyenin kapsamlı meydan projesi yapması -Yapıyı açığa çıkaracak yeni bir restorasyon çalışması yapılması 43

49 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Tablo 4. Sulu Sokak ta bulunan anıtsal yapıların değerlendirilmesi. Yapının Adı Sorunlar Öneriler -Gecekondu bölgesinde -Yapı bulunduğu tarihi alanda bulunması diğer yapılarla bir bütün olarak -Uygun olmayan işlev ele alınarak bölgenin Sulu Han nedeniyle yapıya uygun kalkındırılması sağlanmalı. olmayan ek ve eklentilerin yapılması -Yeni işlev verilerek restorasyon yapılması -Bakımsız cephe Arastalı Bedesten Paşa Han Paşa Hamamı Deveci Han -Gecekondu bölgesinde bulunması -Gecekondu bölgesinde bulunması -Kişisel mülkiyette olması -Yapının içinin tahrip edilmesi -Gecekondu bölgesinde bulunması -Kullanılmaz atıl durumda -Gecekondu bölgesinde bulunması -Yapı bulunduğu tarihi alanda diğer yapılarla bir bütün olarak ele alınarak bölgenin kalkındırılması sağlanmalı. -Yapıya uygun işlev verildi -Yapı bulunduğu tarihi alanda diğer yapılarla bir bütün olarak ele alınarak bölgenin kalkındırılması sağlanmalı. -Yapının kamulaştırılması sağlanmalı -Kalan han duvarlarının restore edilerek uygun işlev verilmesi sağlanmalı -Yapı bulunduğu tarihi alanda diğer yapılarla bir bütün olarak ele alınarak bölgenin kalkındırılması sağlanmalı. -Restoresi yapılıp orijinal işlevinde kullanılmalı -Yapı bulunduğu tarihi alanda diğer yapılarla bir bütün olarak ele alınarak bölgenin kalkındırılması sağlanmalı. -Uygun işlevle kullanılması 44

50 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Yağıbasan Medresesi Sultan Hamamı -Gecekondu bölgesinde bulunması -Yapı restore edilmiş olduğu halde kullanılmamakta -Gecekondu bölgesinde bulunması -Onarımların uygun olmayışı -Yapının dış cephesinin uygun olmayan malzeme ile kaplanması -Yapı bulunduğu tarihi alanda diğer yapılarla bir bütün olarak ele alınarak bölgenin kalkındırılması sağlanmalı. -Uygun işlev bulunarak kullanılır hale getirilmeli -Yapı bulunduğu tarihi alanda diğer yapılarla bir bütün olarak ele alınarak bölgenin kalkındırılması sağlanmalı. -Dış cephesi orijinal duruma getirilerek hamam olarak kullanılmasına devam edilmeli Tokat kentinde son dönemlerde yapılan iyileştirme çalışmaları ve planlamalar kapsamında yerel yönetimlerin bu bağlamda yapılar arasında fiziki ve işlevsel bağı güçlendirici çalışma ve planlama uygulamaları olmadığı saptanmıştır. Tarihi yapıların tekil olarak ele alınmasından dolayı, kentsel ölçekte bütüncül bir koruma yaklaşımı mümkün olamamaktadır. Oysaki koruma, özellikle uygulamaya yönelik olarak bir yerel yönetim sorunu olmalıdır (Madran, 2009). Her iki alanda tarihi yapılar kentsel ölçekte ve tekil olarak uygun olmayan onarımlara, işlev verilmeden yapılan restorasyonlara maruz kalmıştır. Yoğun trafik, gecekondu ve ticaret alanları içinde sıkışmış tarihi yapılar kent ölçeğinde bir bütünün parçası şeklinde bulunmamaktadır. Kentin çöküntü alanlarında bulunan tarihi yapılara verilecek işlevler ve çevrelerindeki yeni planlamalar bir bütün olarak ele alınarak bölgenin kalkındırılması sağlanabilir. Yerel yönetimlerin bu konuda kentsel ölçekteki sorunlara daha bilimsel ve kalıcı düzenleme çalışmalarının olması uygun olacaktır. Bu bağlamda bütünleşik koruma için yerel yönetimlerin alan yönetimi esaslı planlama yapması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Bütün içinde tarihi yapıların cephe ve mekânsal özelliklerine uygun işlev ve düzenlemelerin yapılarak kentte bu yapıların ön plana çıkarılması ve görünürlüğünün sağlanması önemlidir. Kentsel mekânda yapılan her türlü koruma ve yeniden işlevlendirme çalışmaları geçmiş 45

51 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): ve günümüz yaşam koşullarına, kentsel çevreye saygı duyan bütünleşik planlama anlayışı ile yapılmalıdır. Sonuç olarak, tarihinde Anadolu nun önemli kentlerinden biri olan Tokat kentinin kültür varlıklarına yapılan restorasyonlarda yeni işlevlerin seçimi ve oluşturulan yeni çevrelerin anıtsal yapılarla ilişkileri kurulurken, bütünleşik koruma yaklaşımıyla ele alınıp yaşatılarak koruma anlayışı çerçevesinde planlama ve uygulama çalışmalarının benimsenmesi amaç olmalıdır. KAYNAKLAR Acunsal, F., (1947), Gerçeklerin Diliyle Tokat, Tanin Basınevi, İstanbul. Ahunbay, Z., (2004), Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, Yapı Yayın-28, Üçüncü Baskı, İstanbul. Akın, E.S., (2009), Tokat Kenti Anıtsal ve Sivil Mimari Örneklerinin Analizi ve Değerlendirmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, K.T.Ü., Trabzon. Akın, N., (1998), 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Galata ve Pera, Literatür Yayınları, İstanbul. Altınoluk, Ü.,(1998), Binaların Yeniden Kullanımı, I.Baskı, YEM Yayını, İstanbul. Anonim, (2001), Tokat İl Turizm Müdürlüğü. Aslanapa, O., (2004), Osmanlı Devri Mimarisi, İnkılap Kitabevi, Anka Basım. Asiliskender, B., Gökmen, H. ve Yılmaz, N., (2005), Anıt Kavramı, Kimliğin Sürekliliği Değişim: Gevher Nesibe Medresesi Deneyimi, Mimarlık Dergisi, 322: Ayrancı, İ. ve Gülersoy, N.Z., (2009), Dosya-14, Tarihi Çevrede Koruma: Yaklaşımlar, Uygulamalar, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yayını, Ankara. Bakırer, Ö., (1981), Selçuklu Öncesi ve Selçuklu Dönemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, I. Metin, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Basım Atelyesi, Ankara. Baykara, T., (1986), Tokat Ulu Cami Üzerine Bazı Düşünceler, Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu, Temmuz, Gelişim Matbaası, Ankara, Bildiriler Kitabı, Baykara, T., (2004), Türkiye Selçuklularının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, IQ Kültür Sanat ve Yayıncılık, Araştırma - İnceleme Dizisi, 69, İstanbul. 46

52 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Bektaş, C., (1992), Koruma Onarım, Birinci Baskı, YEM Yayını, İstanbul. Beşirli, M., (2001), 14 Mayıs 191 Tokat Mahkeme Çarşısı Yangını,Tokat Kültür Araştırma Dergisi, Tokat Kültür Araştırma Geliştirme ve Yaşatma Vakfı, Tokat. Cantay, G., (1992), Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifaları, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı 61, Ankara. Cezar, M., (1985), Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, Mimar Sinan Üniversitesi Yayını, No: 9, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Emir, S., (1994), Erken Osmanlı Mimarlığında Çok İşlevli Yapılar : Kentsel Kolonizasyon Yapıları Olarak Zaviyeler I Öncül Yapılar: Tokat Zaviyeleri, Akademi Kitabevi, Baskı; Yeniyol Matbaası, İzmir. Eravşar, O., (2004), Tokat Tarihi Su Yapıları (Hamamları), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Baskı Erman Ofset, Konya. Erdem, H., Kişisel Fotoğraf Arşivi. Erdemir, Y., (1986), Tokat Yöresindeki Ahşap Camilerin Kültürümüzdeki Yeri, Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu, Temmuz, Gelişim Matbaası, Ankara, Bildiriler Kitabı, Erder, C., (1999), Tarihi Çevre Kaygısı, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayını, Ankara. Faroqhi, S., (1994), Osmanlı da Kentler ve Kentliler, İstanbul Türkiye Araştırmaları 3, Numune Matbaacılık, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. Görgülü, Z., (1993), İmar Planlama, Koruma ve Plancı İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme,Yapı Dergisi, 137. Güvenç, B., (1974), İnsan ve Kültür, İkinci Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul. Kiper, P., (2006), Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Tarihsel- Kültürel Değerlerinin Korunması; Türkiye- Bodrum Örneği, Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul. Kuban, D., (2000), Tarihi Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu, Birinci Baskı, YEM Yayını, İstanbul. Kuban, D., (2002), Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, I. Baskı, Yapı Kredi Yayınları-1567, Sanat-89, İstanbul. Kuran, A., (1969), Anadolu Medeniyetleri, I. Cilt, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Yayın 9, Türk Tarih Kurumu Vakfı, Ankara. 47

53 Akın, E. S.; Özen, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Madran, E., (2009), Dosya-14, Tarihi Çevrenin Tarihi - Osmanlıdan Günümüze Tarihi Çevre: Tavırlar-Düzenlemeler, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yayını, Ankara. Mercan, M. ve Ulu, M., E., (2003), Tokat Kitabeleri, Türk Hava Kurumu Basımevi İşletmeciliği, Ankara. Önal, H., (1996), Anadolu Selçuklu Türbeleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı 91, Ankara. Önge, M. Y., (1995), Anadolu da XII - XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. Özden, P.P., (2001), Kentsel Yenileme Uygulamalarında Yerel Yönetimlerin Rolü Üzerine Düşünceler ve İstanbul Örneği, İ.Ü. Siyasal BilgilermFakültesi Dergisi, No: 23-24, (Ekim Mart 2001), İstanbul. Özen, H. ve Akın, E.S., (2009), Rehabilitation of the Historic Urban Quarter in Tokat, Iaps-Csbe&Housing Network, October 2009, İstanbul. Texier, C., (2002), Küçük Asya, Üçüncü Cilt, Enformasyon ve Dökümantasyon HizmetleriVakfı, Ankara. Uysal, O., (1986), Tokat taki Osmanlı Camileri, Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu, Temmuz, Tokat, Gelişim Matbaası, Ankara, Bildiriler Kitabı, Yavi, E., (1986), Tokat, Baskı: Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş., İstanbul. 48

54 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Bağdat Valisi Necip Paşa nın Kerbela Üzerine Yaptığı Askeri Harekât ve Bunun Osmanlı-İran İlişkilerine Etkisi İbrahim Aykun 1 Özet Osmanlı Devleti ile doğu komşusu İran, tarih boyunca bazı sorunlar yüzünden sık sık savaşmışlardır. İlk defa Rusya ve İngiltere nin arabuluculuğunda Erzurum da barış yoluyla meseleleri halletme yoluna gitmişlerdir. Bağdat eyaletine bağlı olan Kerbela kasabası bir Osmanlı toprağı olmasına rağmen kasabanın Şiilerce kutsal sayılması nedeniyle burada İran ın nüfuzu artmış, Bağdat valilerinin burada idare yetkisi kalmamıştır. Bağdat valisi Necip Paşa nın Kerbela da Osmanlı otoritesini yeniden kurma teşebbüsüyle askeri bir operasyon yapması, Erzurum da başlayan barış hayallerini bir anda suya düşürmüştür. Askeri harekâtta haklı olmasına rağmen Erzurum konferansının toplandığı bir sırada böyle bir teşebbüste bulunması tasvip edilmemiştir. Bölgenin öneminden dolayı da azl edilmemiştir. Rusya ve İngiltere nin yoğun gayretleri sunucunda Erzurum konferansına devam edilmiş ve 1847 Erzurum Antlaşması imzalanmıştır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı, İran, Necip Paşa, Kerbela, Namık Paşa Military Operation on Kerbela of the Governor of Baghdad Necip Pasha and Its Effect on the Ottoman-Persian Relations Abstract Ottoman State and the Eastern neighbor country, Iran had made wars due to various problems throughout the history. They tried to solve the problems between them for the first time by the intervention of Russia and England. Although Kerbela, belonged to Baghdat goverment was a land of Ottomans, Iran s influence became strong in the city as it was desecrated by Shias, thus Ottoman governors power was lessened there. Baghdat governor Necip Pasha started a military operation in order to reestablish the Ottoman authority in the city, but it destroyed the dreams of peace initiated in Erzurum. Although the governor was right for his military operation, this was disapproved thanks to its timing which was at the same time when Erzurum conference was gathered. He was not dismissed for the significance of the region. By the vigorous efforts of Russia and England, the continuation of Erzurum conference was provided and Erzurum Treaty was signed in Key Words: Ottoman, Iran, Necip Pasha, Kerbela, Namık Pasha 1 Yrd.Doç.Dr. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. 49

55 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): GİRİŞ Osmanlı-İran ilişkileri çeşitli meseleler yüzünden sık sık bozulmuş, iki devlet tarihte pek çok savaş yapmıştır. Özellikle aşiretlerin sebep oldukları sınır meseleleri, tüccarlardan alınacak vergiler, İranlı hacıların Osmanlı topraklarında karşılaştıkları güçlükler, taraflar arasındaki çatışmaların nedenlerinden bazılarıdır. İkinci Mahmut un Yunan isyanını bastırmaya çalıştığı sırada İran ile ilişkiler gerilmiş ve İran Osmanlı Devleti ne savaş açmıştı yılında başlayan savaş sırasında İran, Doğu Anadolu da bazı yerleri ele geçirmiş ise de orduda baş gösteren kolera salgınından dolayı barış istemek zorunda kalmış ve 1746 tarihli antlaşmayla belirlenen sınırın esas alındığı 1823 tarihli Erzurum Antlaşması nı imzalamak zorunda kalmıştır. Bu antlaşma sorunları tam olarak çözmemiştir. Feth Ali Şah ın 1834 yılında ölmesi üzerine oğulları arasında başlayan taht mücadelesinden galip çıkan Muhammed Mirza, şehzadelerden bir kısmını öldürtmüş bir kısmını da hapsettirmiştir. Şehzadelerin bir kısmı önce Rusya ya ardından da Osmanlı Devletine sığınmıştır. Bunların İran a yakın Bağdat ta ikamet ettirilmelerinden dolayı İran ile yaşanan sorunlara bir de şehzadeler meselesi eklenmiştir yılında başlayan Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında Osmanlı Devleti, İran a karşı ılımlı politikalar izlemiştir. Bu politikanın bir gereği olarak Kemal Efendi ve daha sonra İbrahim Sarim Efendi diplomatik temaslar kurmak üzere İran a yollanmıştır yılında Mısır İmtiyaz Fermanıyla Mehmet Ali isyanı sona erince artık Osmanlı Devleti İran la yaşanan sorunlara ciddiyetle eğilmiş, iki devlet arasında ilişkiler gerginleşmiştir ve iki devlet sınır valilerine savaşa hazırlıklı olmaları konusunda uyarılar yapılmıştır. Hazırlıkların hızla yürütüldüğü ve savaşın patlamasının an meselesi olduğu bir sırada Rusya ve İngiltere devletlerinin, sorunların kendi gözetimleri altında toplanacak bir konferansta görüşülmesi için yaptıkları teklif, Osmanlı ve İran devletleri tarafından kabul edilmiştir. Konferansın toplanma yeri olarak da Erzurum seçilmiştir. Konferansın 2 toplanılmasına karar verildiği ve temsilcilerin Erzurum da toplanmaya başladıkları sırada Bağdat tan gelen bir haber şok etkisi yaratmıştır. 2 Erzurum konferansı için bkz. İbrahim Aykun, Erzurum Konferansı ve Osmanlı-İran Hudut antlaşması (Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum 1995.) 50

56 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Bağdad valisi Necip Paşa 3, Şiiler tarafından kutsal sayılan Kerbela üzerine bir tedip harekâtı yapmıştı. Bu harekat Osmanlı-İran ilişkilerini bir kez daha germiş, toplanmasına karar verilmiş olan Erzurum Konferansı'nın geleceği de tehlikeye girmişti. a) Kerbela Kasabası: Bağdat eyaletine bağlı bir kasaba olan Kerbela, vilayetin 90 km. güneybatısında, Fırat Nehrinin sağ kenarına 25 km. lik bir mesafede ve bu nehirden ayrılan bir kanalın üzerinde bulunmaktaydı (Ş. Sami, 1314:3832). Kerbela'nın XIX. yüzyıl ortalarındaki durumu hakkında en sağlıklı bilgiyi, Necip Paşa nın Kerbela harekâtından sonra tahkikat için gönderilen Tırhala eski kaymakamı Namık Paşa vermektedir. Namık Paşa nın İncelemelerinin sonucunu içeren rapor (BOA. İMM. 1840/18) hem olay hem de Kerbela'nın coğrafi ve etnik durumunu ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Rapora göre Kerbela, Bağdat eyaletine 16 saat mesafede bir kasaba idi. Kasabada 865 İranlı, 1977 Arap ve 8 de Hintli yaşamaktaydı. Toplam 2850 hanede kişinin yaşadığı kasabada nüfus bazen , bazen de 'e kadar çıkıyordu. Ziyaretçiler haricinde yani normal zamanlarda yaşayan nüfusun yarıdan fazlası Arap, kalanları da Acem, İranlı, Türkmani, Hindistanlı ve Bahreynli idi. Halkın yerleşmek için burayı tercih etmelerindeki sebeplerin en önemlisi Âl-i Beyt sevgileriydi. Başka nedenlerden ötürü de buraya gelenler çoktu. Asıl vatanlarını terk ederek, kasabaya gelen bu kimseler ev ve bahçe gibi emlak almışlardı. Dışarıdan gelenlerle yerliler birbirleriyle o kadar kaynaşmışlardı ki bunların tümüne birden Kerbelalı demek yerinde idi (BOA. İMM. 1840/18). Yine Kerbela olayını incelemek üzere Rus ve İngiltere sefaretleri tarafından gönderilen Mösyö Farent in hazırladığı raporda nüfus ile arasında verilmektedir (BOA. İMM. 1840/20). Arabistan çölünün kenarında bulunan kasaba, Urbanlar ve Vehhabilerin 3 Necip Paşa, Kalemden yetiştikten sonra 1811 de piyade mukabelecisi, sonra da Baruthane nazırı oldu. Mora isyanını bastırmak için giden orduda görevlendirildi. Ağa Hüseyin Paşa kumandasındaki orduya Defterdar olarak tayin edildi. Surre Eminliği, Deavi Nazırlığı, Mühimmat-ı Harbiye Nazırlığı görevlerinde bulunduktan sonra 1840 da Şam ve 1849 da Bağdat valiliğine tayin edilmiştir. Oğulları Mahmud Nedim Paşa, Ahmed Şükrü Bey ve İbrahim Bey dir. Bkz. Mehmet Süreyya, Sicill-i Osmani IV, İstanbul, s Mahmud Nedim Paşa, Abdülaziz döneminde sadarette bulunmuş ve Rus yanlısı politikasından dolayı Nedimof diye de anılmıştır. 51

57 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): saldırılarına uğrar ve yağmalanırdı. Hatta Seyyidü ş-şüheda türbeleri 4 de zarara uğrardı. Kasabayı korumak için Bağdat eski valilerinden Süleyman Paşa, hisar yapmaya teşebbüs etmiş ve inşaat Hint şahlarından birisinin yapmış olduğu para yardımları sayesinde bitirilmiştir (BOA. İMM. 1840/18). Kasabanın sur ile çevrilmesi başka sorunları da beraberinde getirmiştir. Halk kendini güven altında hissedince bu sefer de Bağdat valilerinin emirlerini dinlememeye başlamıştır. Kasabanın geliri keseden fazla olmasına rağmen, Abdülvehhab adında birisi, Bağdat hazinesine kese gönderip, kalan parayı da kasabadaki eşkiyanın ileri gelenleri ile paylaşmıştı. Kasabada bugünki anlamda mafya diye adlandırabileceğimiz birtakım eşkiya yaşamaktaydı. Bunların liderleri Seyyid İbrahim Zagrefani, Hacı Arap Ta'me, Mehmed Ali Han ve Mirza Salih Damat Acem di. Her birisinin onar on beşer silahlı adamları vardı. Namık Efendi, raporunda eşkiyanın kasabada halka zulme şu örmeği vermektedir: İran'da yaşayan Türk âlimlerinden ve Şiilerin meşhur müctehidlerinden Seyyid İbrahim Kazvinî, eşkıyanın birisi tarafından, halkın kalabalık olduğu bir sırada sokak ortasında, başından imamesini çekilip çamura düşürülmüştü. Şiilerce kutsal sayılan bir kasabada bir müctehidin bu çeşit bir hakarete maruz kalması zorbaların cüretlerini de göstermektedir (BOA. İMM. 1840/20). Kasabanın surla güvenliğinin sağlanmasıyla Bağdad eyaletine bağlı yerlerde suç işleyen kimseler Kerbela ya kaçarak kurtulduklarından, diğer bölgelerdeki suçlular örnek alarak kasabaya sığınmışlardı (BOA. İMM. 1840/18). Mösyö Farent in velhasıl şehr-i Kerbela her ne kadar aziz ve muhterem bir mahal ise de kaffe-i mücrimînin makarrı olarak ve yaramazlar namına olanlar molla takımına istinad ile dilediklerini icraya ve hükümet-i devleti adem-i ısgaya mütecasir olurlar idi (BOA. İMM. 1840/20) şeklindeki tespiti kasabanın o zamanki iç durumunu göstermektedir Kasabanın İran a yakın olması, Şiiler tarafından kutsal sayılması nedeniyle bir Osmanlı toprağı olmaktan çıkmış adeta muhtar bir idareye kavuşmuştu. Vehhabiler Kerbelayı istila ettikleri sırada halk, Feth Ali Şah tan yardım istemişlerdi. Kasaba daki zorbalardan biri olan Mehmet Ali Han da Şah ın gönderdiği askerler içerisinde kasabaya gelmiştir. Mehmet Ali Han bir 4 Vehhabilerin türbelere saldırmalarındaki sebep de mezarlar üzerine kubbeler yapmanın, onlara adaklar adamanın ve evliya kabrini ziyaret etmenin küfür olduğuna inanmalarıdır. Kabir ziyaretini de sapıklık olarak nitelemektedirler. Bkz. Neşet Çağatay, İA. Vehhâbîlik maddesi. s

58 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): zaman sonra şahtan, maaşsız olarak kasabanın muhafızlığının kendisine verilmesi için bir ferman gönderilmesi ricasında bulunmuştur. Namık Paşa da raporunda bilmem hangi hukuk ve nasıl kaide-i düveliyeye tatbiken merkuma bir kıt a ferman vererek iade eylemiş. (BOA. İMM. 1840/18) diyerek bir devlet toprağına bir başka devlet hükümdarının görevli tayin etmesini şaşkınlıkla karşıladığını ifade etmiştir. Kasabayı Osmanlı hâkimiyetine almayı amaçlayan Necip Paşa'nın harekâtı buraya yapılan ilk harekât değildi. Bağdat eski valilerinden Davut Paşa da burayı on bir ay muhasara etmiş, birkaç yüz akçe verilmesi ve içeriye bir miktar asker bırakılması şartıyla kuşatmayı kaldırarak Bağdat a dönmüştür. Bırakılan askerler de eşkıya tarafından öldürülmüştür. Yine Ali Rıza Paşa, Kerbela civarında bulunan Hz. İmam Hüseyin ve Hz. Abbas türbelerini ziyaret etmek istemiş ancak kasabaya asker ile girmesine izin verilmemişti (BOA. İMM. 1832/2). b) Kerbela'nın Şiiler Açısından Önemi: Kerbela nın Şiiler açısından önem kazanması, hilafet mücadeleleri sırasında yaşanan olaylardan sonradır. Hz. Peygamberimizin vefatından sonra Hulefa-yı Raşidin olarak anılan Hz. Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali sırasıyla halife olmuşlardır. Hz. Ali'nin bir Harici tarafından şehit edilmesi üzerine Hz. Muaviye halife olmuş ve Hz. Hasan ile yaptığı antlaşmaya göre ölünceye kadar hilafet makamında kalacak ölümünden sonra Hz. Hüseyin halife olacaktı (Üçok,1983:28). Muaviye nin 680 de Şam'da ölümü üzerine antlaşmaya aykırı olarak oğlu Yezit halife olmuştur. 10 Muharrem 680 de Hz. Hüseyin halifelik hakkını almak için Mekke den Irak a yürürken Kufe naibinin ordusuna karşı yaptığı savaşta yenilmiş ve şehit edilmiştir. Cenazesi de el-hair e defnedilmiştir (Kaya, 2004:2). Yezid'in Hz. Hüseyin'in kesik başı önünde "Allah'a yemin ederim ki ey Hüseyin, eğer seninle çarpışan ben olsaydım seni öldürmezdim." 5 (İbnü l- Esir, 1986: 86.) sözleriyle üzüntülerini belirtmesi de pek bir şey ifade etmemişti. Artık Hz. Hüseyin öldürülmüş ve bu olaydan sonra İslam dünyası Şii ve Sünni olmak üzere kesin olarak iki kutba ayrılmıştır. 10 Muharrem, bütün şiiler tarafından matem günü olarak kabul edildi ve Hz. Hüseyin'in türbesi de şiiler için kutsal sayılan bir ziyaretgâh oldu. Kerbela nın yılın belli 53

59 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): mevsimlerinde nüfusunun aşırı artmasına bir sebep de Zeynelâbidin Muhammed el-bâkır ve Cafer es-sâdık ın, Hz. Hüseyin in mezarını ziyaret etmenin meşruluğuna ve faziletine dikkat çekmeleridir (Kaya, 2004:2). Ziyaretgahlar Sadece Kerbela da Hz. Hüseyinin mezarı değil, Necef, Kazımeyn ve Samarra da bulunan mekanlardı. Buralar Şiilerce Atabat 6 olarak anılan mukaddes yerlerdi. Mezhep dolayısıyla Osmanlı Devleti nin zayıflamasına paralel olarak İran ın bölgedeki nüzufu da artmıştır. c) Necip Paşa'nın Kerbela Harekatı: Necip Paşa Kerbela üzerine askeri harekâttan önce yapması gereken önemli bir işi daha vardı. Fırat Nehri (Murad Suyu) yatağını değiştirerek yeni yatak edinmiş, Hille Ovasını sulayan eski yatağını terk etmişti. Fırat'ın Hille'den geçen eski yatağını değiştirmesi, sulamada kanalların suyunun azalmasına sebep olmuş, ziraat dağılma noktasına gelmişti. Bağdad'ın kileri konumunda olan Hille de sulama sorunlarından dolayı üretimin azalması her şeyin fiyatının kat kat artmasına sebep olmuştu 7. Hille de sulamadan kaynaklanan sorunlardan dolayı halk, Necip Paşa ya suyun eski yatağına döndürülmesi için müracaatta bulunmuşlardı. Vali hem halkın müracaatı hem de tarımın gerilemesinden kaynaklanan sorunları göz önüne alarak 24 Ekim 1842'de Bağdad'dan hareketle Hindiye'ye yakın Nasıriyye'ye gelerek suyun tekrar Hille tarafına döndürülmesi için çalışmalara başlamıştı. 28 Kasım'da suyu döndürecek set tamamlanmıştı. Yağan yağmur sebebiyle yapılan seddin yıkılma tehlikesine karşılık, seddin hemen yukarısında Hille tarafına doğru, m. uzunluğunda, 60 m. genişliğinde ve 7 m. derinliğinde yeni bir kanalın açılmasına başlanmıştı (BOA. İMM. 1832/2). Suyun Hille tarafına döndürülmesi çalışmaları tamamlandıktan sonra Kerbela'yı tekrar Osmanlı hâkimiyetine almak için askeri operasyona başlamıştır. Harekete geçmeden önce Kerbela halkının kendi arzularıyla itaate alınmaları için teşebbüslerde bulunmuştur. Önce halka yazı göndererek, Hz. İmam Hüseyin ve Hz. Abbas türbelerini ziyarete geleceğini ve Kerbela'ya mütesellim tayin edeceğini, maiyyetine de yeteri kadar asker bırakacağını, karşı 6 Şemseddin Sami Kamus-ı Türkî de atabâtı Necef, Kerbela, Kazimiye cihetlerindeki makamat-ı mübareke hakkında müsta meldir şeklinde izah etmektedir. Bkz. Şemseddin sami Kamus-ı Türkî. 7 Farent nehrin eski yatağına döndürilmesinde asıl amacın oluşan küçük adalar üzerinde yaşayan, hırsızlık ile tanınan ve Osmanlı Devletine isyan etmek üzere olan Mervan 54

60 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): çıkılır ise bunu zorla yapacağını bildirmiştir. 20 Kasım 1842 tarihinde bu mealde birer resmi yazıyı, İran şehbenderi Molla Abdülaziz ile İngiltere ve Fransa konsoloslarına göndermiştir. Sonra İran tarafından yapılacak bir iddiaya fırsat vermemek için, İran halkının kasabayı terk etmelerini istemiştir. Valinin gönderdiği yazıya halk, Kerbela da ikamet eden Ali Şah ı göndererek cevap vermişlerdir. Cevaplarında ziyarete ancak beş adam ile gelebileceğini belirtmişler, diğer şartlardan da vazgeçmesini istemişlerdir. Yani mütesellim ve asker bırakma isteklerini reddetmişlerdir. Ancak Necip Paşa nın burasının Osmanlı toprağı olduğu konusundaki kararlılığını görünce, Ali Şah a, aslen İranlı olup, seneden beri Kerbela'da oturan Şii âlimlerinden müctehid Seyyid Kazım Efendi yi katarak bir kaç yüz akçe ile göndermişler ise de Necip Paşa, şartlarından taviz vermemiştir. Bundan sonra halk kendi belirleyecekleri bir yere 200 asker yerleştirilmesini, kasabanın idaresinin yine kendilerinde kalmasını kabul etmişler ise de vali, Davud Paşa zamanında yerleştirilen askerlerin akibeti bilindiğinden reddetmiştir. Şartları ne zaman kabul ederlerse aman verilmesi emriyle Sadullah Paşa Kerbela üzerine görevlendirilmiştir (BOA. İMM. 1840/18). 20 Kasım-14 Aralık arası, Kerbela halkı ile Necip Paşa arasında bu şekilde yazışma ve görüşmeler devam etmiştir. Kasabanın altı kapısından birisinin, Kerbela ya yerleştirilecek askerlere teslimi ve mütesellim tayini isteğinin kabul edilmemesi üzerine, Sadullah Paşa komutasındaki ordu, kasaba üzerine sevk edilmiştir. Namık Paşa nın tespitine göre Kerbelalıların, askere karşı koymalarının altında yatan bir sebep de hilafet meselesiydi. Yani Sünni-Şii meselesiydi. Şiilerin inançlarına göre, 12 imamdan, Hasan Askeri'nin oğlu, 12. imam İmam Mehdi, Abbasi halifelerinden biri tarafından öldürüleceğini anlayınca, Samire şehrine "koyunları güdüp, bakacağım" diyerek gitmiş, sonra da kaybolmuştu. Şiilere göre İmam Mehdi, yakın zamanda gelip, halifeliği gasıplardan tekrar alacaktı. Onlara göre, Kerbela'ya gelen bu askerler gasıp askerleridir ve onlara karşı koymak vaciptir. Kasabaya asker koymaktan maksat ise "şii mezhebine taarruz ve tasaddiden ibarettir" (BOA. İMM. 1840/18) şeklinde fetvalar yayınlamışlardı. Valinin şartlarını kabul etmemeleri yönünde halkı tahrik eden başkaları kabilelerinin itaate alınması olduğunu söylemektedir. BOA. İMM. 1840/20. Aynı görüşü Namık Paşa da raporuna almıştır. BOA. İMM. 1840/18. 55

61 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): da vardı. Bunlardan biri İmam Abbas Camii görevlisi Seyyid Kasım dı. Bu zat, şartların kabulü yönünde bir temayül belirince ayağa kalkarak başından imamesini yere atarak siz kendünüzü şiiyyü l-mezheb dersiniz, dönüb sonra şehri ve gerek evlad ve iyalinizi haric-i mezheb bir takım küffara terk etmek istersiniz demiştir (BOA. İMM. 1840/20). Sadullah Paşa, askere kaleye yürüyüş emrini vermesinden bir gün önce de Yarın yürüyüş olacak. İnad etmesünler, şerayit-i ma lumeyi kabul etsünler, cümlesine aman verelim ve ma vaki i keenlem yekun hükmüne koyalım, bunca akacak kanın veballerini boyunlarına almasunlar. tavsiyesiyle Alvan kabilesi ileri gelenlerinden bir Arabı kaleye göndermişti. Halk elçinin başına toplanıp şartları kabule meyyal iken eşkıya liderlerinden Mirza Salih Damad biz çok etdik, bizim işimiz Allah a kaldı. Nafile ne olacak ise olsun. (BOA. İMM. 1840/18) diye bu toplantıya son vermiştir. Kerbela yakınına gelen Sadullah Paşa, halka şartların kabul edilmesi için tekrar bir şans vermiş ve üç gün süre tanımıştı. Halkın geri adım atmayacağını anlayınca da askere yürüyüş emri vermişti. İlk anlarda, halkın askerler üzerine açtığı ateş sonucunda bir kaç asker ölmüş, bir kaçı da yaralanmıştı. 25 günlük muhasaradan sonra 14 Ocak 1843 sabah vakti, askere yürüyüş emri verilmiştir. Halk arasından asker üzerine ateş açılması neticesinde çok sayıda can kaybı meydana gelmişti. Mansureden 60 asker şehit olmuştu. Çok sayıda da yaralı vardı. Halktan ölenlerin çoğu da kaçmak için askerlerden uzak olan ve sadece bir kanadı açık olan kapıya koşmalarından dolayı sıkışarak ölmüştür. Bir kısmı da duvarlardan atlama sonucu hayatını kaybetmiştir. Askerin açtığı ateş sonucunda ölenler de vardı (BOA. İMM. 1840/18). Yine Hz. Abbas türbesi minarelerinden asker üzerine ateş açılmıştı. İran şahının dayısı, Allahverdi Han'ın evine toplanan kadar şahsın silahlı saldırılarında 15 mansure, 32 başıbozuk askeri ölmüş ve birazı da yaralanmıştı. Bundan sonra askerin de halk üzerine ateş açması üzerine, çok sayıda kişi ölmüştü. Kumandadan çıkan askerler, sokak aralarına dağılarak, ateş edilen evlere girerek yağmalamışlardı. Yağmaya ihtiyaten ordunun gerisinde bırakılan askerler ile güya Kerbelalıların yardımına gelen Urbanlar da katılmışlardı. Necip Paşa'nın Hindiye'ye gelmesinin haber alınmasının da etkisiyle halk, değerli mallarını kasabının dışına çıkarmış veya gömmüş olduğu için, yağma edilecek pek de değerli mal kalmamıştı (BOA. İMM. 1840/18) Çatışmalar başlayınca ellerinde yeterli kurşun olmayan halk türbelerin 56

62 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): içerisini çevreleyen tunçtan yapılmış şeyleri sökerek kurşun ve gülle dökmüştür (BOA. İMM. 1840/20). Yani türbelerin tahribine sebep olmuştur. Osmanlı Devletine iltica eden ve Kerbela da ikamet eden İran şehzadelerinden İmamverdi Mirza ile Rükne'd-devle, muhasaradan önce kasabadan ayrıldıkları için zarar görmemişler sadece kasabada bulunan evleri yağmalanmıştır. Hulegu Mirza'nın yakınlarından biri, Necip Paşa'nın, Kerbela dan ayrılarak Kazimeyn e gitmesi teklifini kabul etmemiş, koiundan yaralanmıştı. Allahverdi Mirza Kerbela'yı terk etmemiş ve çatışmalar sırasında su kuyusuna gizlendiğinden zarar görmemişti. Bu olaydan sonra da ailesiyle birlikte Tahran a dönmüştü. Askerler tarafından yağmalanmış olan bütün mallar ve esirler alınarak sahiplerine derhal iade edilmişti. Şehzadelerin ve önemli kimselerin evlerine muhafızlar konulmuş, şehrin korunması için üç taburdan oluşan Musul Alayı, türbelerin hücrelerine yerleştirildikten sonra, kalan askerler surların dışarısına çıkarılmış ve tekrar içeri girmemeleri için de kapılara nöbetçiler konmuştu. Sadullah Paşa'ya İmam Abbas Türbesi'nin, Ferik Hamdi Paşa'ya da İmam Hüseyin Türbesi'nin korunması görevi verilmişti. Vefat edenlerin cenazelerinin defni için, İmam Hüseyin türbesi Kilitdarı Hacı Mehdi görevlendirilmişti (BOA. İMM. 1840/18). Necip Paşa bir mütesellim ve yeteri kadar asker ile mühimmat bırakarak Kerbela dan ayrılacağını açıklamasının ardından (BOA. İMM. 1832/4), Tımarlı süvari miralaylarından Raşid Bey i mütesellim atayarak maiyetine 2 tabur piyade, 2 bölük süvari ve 32 top bırakarak Bağdat a dönmüştür (BOA. İMM. 1840/18). Kerbela halkından ve askerlerden ölenlerin sayısı hakkında kesin bir sayı vermek zordur. Askerlerden ölenlerin sayısı, nizamiyeden 120, başıbozuktan 271 tane olmak üzere toplam 391 kişidir. Halktan ölenlerin sayısı ise tahmini kadardı. Ölenlerin kimliklerinin tespiti için muhtarlar görevlendirilmişti. Kerbelalılara yardıma gelen Urbandan da 209 Arap ve 157 mücavir, toplam 366 kişi ölmüştü 8. 8 BOA. İMM. 1840/18. İngiltere'nin İstanbul elçisi, Osmanlı Hariciye Nezaretine verdiği bir yazıda, Bağdad'taki konsolosların bir Osmanlı subayının ifadesine dayanarak ölenlerin sayısını olarak vermektedir. BOA. İMM. 1833/1. Ancak bu rakam çok abartılı olması akla gelmektedir. Çünkü Namık Paşa tarafından yukarıda verilen rakamlar bizzat muhtarlar tarafından belirlenmiştir. 57

63 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Çatışmalarda Rusya idaresi altında bulunan Dağıstan halkından bir kadın vefat etmiştir. İngiliz vatandaşlarından kimse ölmemiştir (BOA. İMM. 1840/18). Namık Paşa Kerbela ahalisinin eşkıyanın zulümlerinden kurtuldukları için müteşekkir olduğunu ifade etmiştir (BOA. İMM. 1840/21). Gerçekten de mütesellim tayin edilen Raşit Bey in güvence vermesinden sonra Necef ve Kazimeyn tarafına göçen halk geri gelmiş, evlerine yerleşmişlerdir. ve dükkanlarını açmışlardır. Arap, Acem herkes keşke hükümet ve asayişi evvel bulaydık (BOA. İMM. 1840/18) sözleriyle hem Raşid Paşa ya hem de Namık Paşa ya teşekkürlerini sunmuşlardır. Necip Paşa Kerbela ya yapılan askeri harekâtın başarıyla tamamlandığını Bağdat daki Fransa ve İngiltere konsoloslarına bildirmiş ve onlardan da tebrik cevapları gelmiştir (BOA. İMM. 1832/6). d) Kerbela Harekâtının İran'daki Akisleri Kerbela'da meydana gelen bu olaylar, İran'da infiale sebep olduğundan gereğinde abartılı şekilde anlatılmıştır. Hatta müctehitler halkı cihada çağırmaya başlamışlar, Kerbela hadisesini bir mezhep çatışmasına dönüştürmeye çalışmışlardır. İran'dan alınan haberler, Şii1erin Osmanlı teb asından ellerine geçirdiklerini öldürseler bile teselli olmayacak şekilde kinle dolu oldukları yönündeydi. İran'da yaşayan Sünniler bile rahatsız edilmekteydi (BOA. İMM. 1075/2). Sınır boylarındaki idarecilerden de İstanbul a, İran ın Kerbela olayından sonraki faaliyetleri hakkında bilgiler gönderiliyordu. Bayezid Mutasarrıfı Behlül Paşa nın Makü de ikamet eden İsmail isimli birisinden aldığı haber, Ali Han ın askerini toplayıp Bayezid üzerine hareket etmek üzere olduğu yönündeydi. Behlül Paşa Bir Kerbela sözü çıkmış. Ne olub olmadığını bilemedim. O gayrete sebeb bu tarafa eli kılıç tutar var ise cümlesi peyderpey gelmekde imişler. Yani efendim bu havadisden anlaşılan bu madde sair vakitlere benzemez. (BOA. İ. MM. 1835/4) diye uyarılarda bulunuyordu. İran da halk Kerbela nın intikamını almak hırsıyla doluydu. Aslen Sivas, Amasya, Tokat sakinlerinden olup, Süleymaniye Mutasarrıfı Ahmet Paşa'nın hizmetinde çalışan ve izinli olarak memleketlerine gelmek için yola çıkan altı kişi, İran'ın Soğukbulak kasabasına uğramışlardı. Handa gecelerken bir kısım İranlı para, silah, at ve diğer değerli eşyalarını aldıktan sonra, "siz de Kerbela'da şiileri telef eden takımdansınız." diyerek onları öldürmek istemişlerse de, kasaba halkından Şeyh İbrahim in Soğukbulak hâkimi Abdullah 58

64 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Han dan istediği yardımla canlarını kurtaşrabilmişler çalınan malları da kendilerine iade edilmiştir (BOA. İMM. 1075/2). Osmanlı ve İran ın Harp Hazırlıkları İran ın Kerbela da yaşananları bahane ederek askeri hazırlıklara girişmesinin haber alınması üzerine Osmanlı tarafında da gerekli hazırlıklara başlanmış, Erzurum ve Bağdat valilerine gerekli yazılar yazılmıştı (BOA. imm. 1837/4). Savaş çıkmasına ihtimal verilmese de İranlıların ortaya çıkan durumu bir mezhep meselesine dönüştürerek intikam alma hırsıyla sınır olaylarına sebebiyet verecekleri düşünülerek temkinli olunması düşünülmüştü (BOA. İMM. 1834/15). Erzurum Valisi Kâmili Paşa nın İran ın hazırlıkları hakkında uyarı yazısı, Meclis-i Hass-ı Vükela da tartışılmış Livane, Acara ve Trabzon taraflarından başıbozuk askerinin hazırlanması istenmişti (BOA. İMM. 1837/6). Yine Kâmili Paşa, İran tarafından yapılacak saldırı durumunda, Cizre ve Buhtan taraflarının Van sınırına yakınlığı hasebiyle bunların Van aşiretleriyle birleştirilmesi durumunda İran a daha karşı güçlü olunacağından Cizre Beyi Bedirhan Beyin Erzurum valiliği idaresine verilmesini istemiştir (BOA. İMM. 1837/1). Tebriz Şehbender vekili Ali Rasim Efendi, 13 Mayıs 1843 tarihli yazısında, Şah'ın, müfti makamında bulunan müctehitlere, harp yapabilecek kimseleri hazırlamalarının istenildiği yolunda haberler aldığını bildiriyordu (BOA. İMM, 1835/10). Bayezid Mutasarrıfı Behlül Paşa, 13 Mart 1843'te Bayezid'e gelen Hoy lu Molla Mehdi'den Kerbela hadisesinin İran da halkın dilinde anlatımı hususunda şu bilgileri edinmişti: Halkın arasında Kerbela'da çok sayıda Şiinin öldüğü, bunların arasında iki müctehit ve bir miktar öğrencinin bulunduğu, Hz. Hüseyin'in türbesindeki ziynetin yağmalandığı rivayetleri dolaşıyordu. Isfahan'da bulunan Reis-i Müçtehidin Ağa Seyyid Bakır, İran ahalisini cihada çağırmış ve asker toplamıştı. Behlül Paşa almış olduğu bu haberlerin doğruluğunu araştırmak için, Ali Rasim Efendi tarafına bir adam göndermişti (BOA. İMM. 1835/8; 1835/9). 30 Mart'ta dönen bu adamın verdiği bilgiler de İranlıların hazırlıklarla meşgul oldukları yönündeydi (BOA. İMM. 1836/12). Hoy ve Makü taraflarında da gizlice asker yazıldığı alınan haberler arasındaydı (BOA. İMM. 1835/8; 1835/9). 59

65 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): İran'dan alınan istihbarata göre, Azerbaycan bölgesi askerlerini toplamak üzere Şehzade Behmen Mirza, 2 Nisan 1843'te 200 asker ile Tebriz önlerindeki Bağ-ı Sefa isimli yere gelmişti (BOA. İMM. 1837/5). Bağdat ve Erzurum taraflarına gönderilecek askerler ve komutanlar da Erzurum'da bulunan Mirza Taki Han'dan gönderilip-gönderilmemesi hususunda alacakları haberlerin sonucuna göre hareket etmek üzere bekletiliyorlardı (BOA.İMM. 1837/1). İranlıların, Tahran'dan Tebriz'e getirilmek üzere yola çıkardıkları 24 tane topun Sultaniye'ye ulaştığı ve her gün hazırlık yapmakla meşgul oldukları, Şah'ın müçtehitlere gönderdiği hükümle, bulundukları yerlerde savaş yapabilecek bütün adamların yazılarak harbe hazırlanmaları istendiği rivayetleri, daha önce alınan bilgileri doğrulayacak nitelikteydi (BOA. İMM. 1836/19). Alınan bilgilere göre İranlıların, Osmanlı topraklarına göndermek için hazırladıkları ve savaş sırasında nereye gönderilecekleri şu şekilde belirlenmişti: 23 top ve 800 asker ile Hüseyin Han Süleymaniye tarafına, 15 top ve asker ile Hanım Baba Han Süleymaniye tarafına, 14 top ve asker ile Mutemedü'd-devle Bağdad tarafına, 27 top ve asker ile İlhani Bayezid tarafına (BOA. imm. 1837/6). İranlılar her ne kadar harp hazırlıklarına başlasalar da bazı iç meseleleri vardı. Bunlardan birisi Şiraz havalisinde İlhani taifesinden bin hane göçebe, Pars halkıyla birlikte ayaklanmışlar ve Şah tarafından tahsilat için gönderilmiş 4-5 yüz kadar tahsilat memurunu kılıçtan geçirmişlerdi (BOA. İMM. 1836/9) Diğeri de 18 Nisan 1843 tarihinde yaşanan depremdi. Saat üç civarında Tebriz ve Hoy'da hissedilen depremde çok miktarda can ve mal kaybı meydana gelmişti. Hoy'un yarıdan fazlası harap olmuştu. Ali Rasim Efendi'nin verdiği bilgiye göre depremden sonra Hoy'un yakın köylerinin birinde "karasu" çıkmış ve pek çok Tebriz'de haraplık olmuş ise de ahalisinin ittikadınca Tebriz batacak diyerek bağlarda vesair açıklık olan mahallerde çadır kurup eğlenmekde" imişler (BOA. İMM. 1836/10). Behlül Paşa'nın, Kerbela harekatından sonra, İranlıların tavırlarını araştırmak için gönderdiği adamın raporuna göre "Hoy'da dahi bina asarı kalmayarak bütün bütün harap olmuş ve üç binden mütecaviz adamları telef" olmuştu (BOA. İMM. 1836/10). 60

66 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Kerbela Hadisesinin Osmanlı-İran İlişkilerine Etkileri Yukarıda da bahsedildiği gibi Erzurum Konferansı'nın toplanmasına karar verildiği, murahhasların geldikleri ve oturumların başlayacağı bir sırada Necip Paşa nın Kerbela askeri harekâtının, haberi gelmişti. Şiilerce kutsal sayılan bir yere böyle bir operasyonun yapıldığı ve çok sayıda kimsenin öldüğü yolunda haberlerin geldiği bir ortamda İran murahhasının oturumlara devam etmesi beklenemezdi. Konferansın geleceğinin tehlikeye girmesi, Osmanlı-İran ilişkilerinin düzelmesine arabuluculuk yapan İngiltere ve Rusya yı endişeye düşürmüştür. Osmanlı ve İran devletleri savaş kelimesini tekrar telaffuz etmeye başlamışlardı. Uzun emekler sonucunda İki devleti Erzurum da görüşmeye ikna yolunda yapılan emekler boşa gitmek üzereydi ve tekrar başa dönülmüştü. Arabulucu devletlerin yoğun gayretleri neticesinde konferans ve Kerbela olayı ile ilgili yazışmalar uzun süre devam etti. Haberin İstanbul a ulaşması üzerine İngiliz ve Rus elçileri endişeye düştüler. İngiliz elçisi, Sarim Efendi den bilgi almak istemiş, böyle bir şeyin aslı olmadığı bilgisini almıştı. Gerçekten de Necip Paşa İstanbul dan habersiz olarak bu harekâta girişmişti. İngiltere ve Rusya elçileri Hariciye Nazırı Rıfat Paşa'ya ulaştırılmak üzere ayrı ayrı tercümanlarına verdikleri talimatlarda, Rıfat Paşa'nın İran'ın hazırlıkları karşısında endişelenmesine karşın, sorunun savaşsız aşılması için yaptıkları çabaya değinerek Osmanlı ve İran devletlerinden birinin veya her ikisinin barışı bozacak hareketlerine izin vermeyeceklerini belirtmişlerdir. Aynı şekilde Tahran daki elçiler de İran'ın sulhu bozacak hareketlerine izin verilmeyeceği hususunda, Osmanlı Devleti ne güvence veriyorlardı (BOA. imm. 1838/9 Rus; BOA. imm. 1838/10 İngiliz). Başkentler haricinde Erzurum da konferans için hazır bekleyen Rusya ve İngiltere temsilcileri de Erzurum Valisi Halil Kamili Paşa görüşerek, İranlıların, Osmanlı topraklarına tecavüzî bir harekette bulunmaları halinde, meydana gelebilecek zararların İran'a ödettirileceği konusunda teminat vermişlerdi (BOA. imm. 1085/11). Rus ve İngiliz elçilerinin iki tarafı da teskin etmeye çalıştıkları sırada bazı sınır ihlalleri de devam ediyordu. Tarsus'ta bulunan Rusya Konsolosu, Osmanlı Kürtlerinden yüz kadarı, Gezizli civarında, İran sınırını tecavüz ile İran toprağına girerek, bir miktar at çaldıklarını, Kelbali Han ın, topladığı süvarilerle dönüş yollarını keserek atları geri aldığını rapor etmiştir. Bu çatışmada, Kürtlerden dördü ölmüş, biri de yaralanmıştı. Aynı konsolos bir başka yazısında da Şerif Ağa'ya bağlı bir takım kişilerin, İran'ın Selmas civarına yaptıkları 61

67 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): yağmada Küli ile Karakışlak mevkilerinden kadar hayvan çaldıklarını Erzurum daki Rus temsilcisi Daniese ye bildirmişti, Rus memur bu gibi hareketlerin iki devlet arasında bir mücadeleye sebep olmasından korkuyordu (BOA. İMM. 1839/12). Arabulucu devletler Rusya ve İngiltere açısından, ortaya çıkan bu beklenmedik durum nasıl aşılacağı ve İran temsilcisinin Erzurum da kararlaştırılmış olan görüşme masasına nasıl oturtulacağı konusu iki önemli açmazdı. Bu açmazları aşmak için birkaç adım atılabilirdi. Adımların ilki İran da meydana gelen öfke ve kini yatıştırmak için Necip Paşa nın azledilmesi olabilirdi. Zira Rusya ve İngiltere elçileri Necip Paşa'nın Bağdat valiliğinden azledilmesinin faydalı olacağı kanaatindeydiler. Osmanlı devleti valinin görevden alınmasına kesinlikle karşı çıkmıştı. Böyle bir yolu tercih etmek bazı yönlerden sakıncalı olabilirdi. Bir kere eşkıyayı yola getirmek bir valinin görevi olduğundan, bunda başarılı olan bir valinin azli uygun olamazdı. İkinci sakınca Kerbela askeri harekâtının amacının kesinlikle İran devleti olmadığı halde görevden alınma durumunda böyle bir yorumun ortaya çıkacağı, en önemlisi de bölgenin aşiret ve urban yatağı olması hasebiyle eşkiya karşısında başarılı bir valinin azlinin devletin bölgedeki nüfuzunu olumsuz yönden etkileyeceği düşüncesiydi (BOA. imm. 1840/21). Elçiler, valinin görevden alınması hususunda Osmanlı tarafının isteksiz davrandığını ve bu yolu kesinlikle tercih etmeyeceğini anladıklarından bu öneriden vazgeçerek (BOA. imm. 1840/5) hiç değilse kendisinden ileride bir şikâyet gelmesi halinde azledileceği şeklinde uyarılmasını istiyorlardı. Necip Paşa nın yeterli hazırlık yapmadan ve Erzurum da görüşmelere başlanacağı sırada böyle bir teşebbüse girişmesi hatalı olarak görülmüştür. Namık Paşa ve Albay Farent in raporlarında askeri operasyonun haklılığı vurgulanmıştır. Buna rağmen Osmanlı Devleti elçilerin azil isteklerini kabul ederek valiyi görevden aldığında hem Necip Paşa suçlu ilan edilmiş olacak ayrıca yabancı devletlerin isteğiyle görev değişikliğinin olduğu kanaati hâkim olacaktı ki bu da bağımsız bir devletin onuruna yakışır bir durum olmayacaktı. Mösyö Kirikov ve Mösyö Piraki elçilerinden izinsiz gizli olarak Hariciye Nezaretine gönderdikleri yazıda Osmanlı Devletinin Kerbela da zarara uğrayanlara tazminat olarak belli bir miktar para vermekten, İran'a mektup yazmaktan ve Necip Paşa'ya gönderilecek ihtarnamenin suretini vermekten çekindiğinden bahisle, bu tavrın, İran tarafından duyulmasının, sulh işini 62

68 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): güçleştireceğini ve suçun bütünüyle Osmanlılarda olduğu kanaatini uyandıracağı konusunda ihtarda bulunuyorlardı. Bu sakıncaları ortadan kaldırmak için yukarıda belirtildiği gibi elçilerinin isteklerine paralel doğrultuda, İran'a aşağıdaki bir mektup yazılmasını tavsiye ediyorlardı. Kerbela'da yapılanların vahşet olduğu, bundan Osmanlı Devleti nin büyük üzüntü duyduğu, amacın İran halkına zarar vermek olmadığı, Necip Paşa'nın bazı yönlerden kabahatli olduğu, bundan sonra kendisinden bir şikâyet geldiği takdirde azledileceği, Maliye Nazırı tarafından gönderilecek bir memur vasıtasıyla zararların tespit ettirileceği ve zarara uğrayanlara tazminat ödeneceği ayrıca çatışmalar sırasında tahrip olan kutsal binaların onarılacağı, kasabaya gelen ziyaretçilerin korunacağı konularını kapsamalıydı (BOA. imm. 1840/15). Gerçekten de elçilerin ve elçilik görevlilerinin tavsiyeleri doğrultusunda, Sadr-ı Devlet-i İran Hacı Mirza Akasi'ye bir mektup yazıldı. Mektupta, İran tarafından gönderilen yazıda yer alan bilgilerin rivayete dayandığı ve oldukça mübalağalı olduğu bildiriliyordu. Kerbela'da meydana gelen olayları incelemek için, Namık Paşa'nın oraya gönderildiği, incelemelerini yaptıktan sonra İstanbul'a döndüğünden bahsediliyordu. Namık Paşa'nın incelemeleri hakkında da bilgi veriliyordu. Kerbela halkının Osmanlı Devletine karşı isyan halinde bulundukları ve fiilen karşı koymaya da başladıkları belirtiliyordu. Kerbela üzerine yapılan hareketin İran ziyaretçilerine ve halkına bir zarar vermek için yapılmadığının incelemeler neticesinde daha iyi anlaşıldığı bildiriliyordu. Her devletin içerisinde bulunan asileri te'dip ve terbiye etmesinin en tabii hakkı olduğu gibi, Osmanlı Devletinin de iç huzurunu korumasının olağan işlerinden olduğu ifade ediliyordu. Halkın, yapılan nasihatler ve verilen teminatları kabul etmemesi nedeniyle, Kerbela üzerine yürünmek zorunda kalındığı, çatışma esnasında suçsuz kimselerin de öldüğü, bundan dolayı Osmanlı Devletinin büyük üzüntü duyduğu, bunlara tazminat ödeneceği ve zarar gören kutsal yerlerin onarılacağı belirtiliyordu. Ayrıca Kerbela'ya ziyaret amacıyla gelen Osmanlı tebaası ile İran halkının barınma ve korunmaları için gayret sarfedileceği, asayişi bozucu şeylerden kaçınılması, memleketin huzur ve refahı için çalışılması, aykırı hareketlerden sakınılmasının zorunlu olduğu dile getiriliyordu. Bu konularda Bağdat valisine de gerekli talimatların verildiği ve Osmanlı-İran arasındaki dostluğun devamı temenni ediliyordu (BOA. imm. 1839/1). 63

69 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): SONUÇ Necip Paşa nın kendi idaresi altında bulunan bir yerde yani Kerbela da devlet otoritesini kurma girişimi, istenmeyen durumlar meydana getirmiştir. Şiiler için önemli bir bölge olan Kerbela da çok sayıda kimsenin ölmesi İran tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Aynı zamanda Erzurum da Rusya ve İngiltere devletlerinin arabuluculuğunda Osmanlı-İran anlaşmazlıklarını görüşmek için toplanan konferansın geleceğini de tehlikeye girmiştir. İki devlet başkentleri nezdinde bulunan arabulucu devlet elçilerinin yaptıkları yoğun çalışmalar hem hadisesinin İran'da uyandırdığı infialin savaşsız geçiştirilmesini sağlamış hem de Erzurumkonferansı tekrar çalışmalarına başlamıştır. KAYNAKLAR A) Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Mesail-i Mühimme İradeleri (İ. MM) imm. 1075/2 imm. 1085/11 imm. 1832/4 imm. 1832/2 imm. 1832/4 imm. 1832/6 imm. 1834/15 imm. 1835/4 imm. 1835/8 imm. 1835/9 imm. 1835/10 imm. 1836/9 imm. 1836/10 imm. 1836/12 imm. 1836/19 imm. 1837/1 imm. 1837/4 imm. 1837/5 imm. 1837/6 imm. 1838/9 imm. 1838/10 imm. 1839/1 64

70 Aykun, İ. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): imm. 1839/12 imm. 1840/5 imm. 1840/15 imm. 1840/18 imm. 1840/20 imm. 1840/21 B) Basılı Eserler Çağatay, N. (1986), İA. Vehhabilik maddesi. C. 13, İstanbul. Kaya, D. (2004), XIX. Yüzyılda Osmanlı İdaresinde Kerbela Sancağı, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans tez, İstanbul. Üçok, B. (1983), İslam Tarihi. Emeviler-Abbasiler, Ankara. Şemseddin Sami, (1314), Kamusu l-alam C. V, İstanbul. Şemseddin Sami, (1317), Kamus-ı Türki, İstanbul. Mehmet Süreyya, (1308), Sicill-i Osmanî IV, İstanbul. İbnü l-esir, (1986), El-Kamil Fi t-tarih Tercümesi-İslam Tarihi (Çev. M. Beşir Eryarsoy), İstanbul. 65

71 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): İslam Tarihinde Vakıf Kültürü Üzerine Bir İnceleme Hakkı Yapıcı 1 Özet İslam tarihinde vakıf müesseseleri, insanların ve diğer canlıların yararına olan muhtelif hizmetleri ifa etmek için tesis edilmişlerdir. İnsanlığa karşılıksız hayır yapmanın, yardım etmenin, uzlaşmanın, varlıklı olandan muhtaç olana kaynak tahsis etmenin en güzel örneğini sergilemektedir. Vakıflar, bütün bunların gönüllülük esasına dayanan tarzda yerine getirildiği bir kültür ve sosyal güvenlik kurumu olmuşlardır. Vakıf geleneğinin devamını sağlamak maksadıyla bu tesislerin giderlerini karşılayan akar nitelikli ticarî ve ziraî işletmeler tahsis ederek sağlıklı bir toplum hayatının devamına hizmet etmişlerdir. Aynı zamanda vakıf müesseseleri, İslâm memleketlerinin, dolayısıyla Osmanlı nın sosyal ve iktisâdî hayatının gelişmesinde ehemmiyetli bir rol oynamıştır. Anahtar Kelimeler: Vakıf, Hayır, İslam, Toplum, Kültür. A Research on Waqf Culture in İslamic History Abstract Within Islamic history, waqfs have been established in order to fulfill various services to the benefit of both humans and other living beings. These waqfs set the best example of doing voluntary charity work for humanity without demanding anything, helping people, contributing to social reconciliation, as well as ensuring a flow of funds from the rich to the poor. They have been cultural and social security institutions where aforementioned services have been performed on a voluntary basis. In order to ensure the continuance of the tradition of waqfs, these waqfs have been provided with commercial and agricultural enterprises having the quality of real property to meet their expenses, as a result of which these waqfs have served the continuance of a healthy social life. Additionally, they have played a significant role in the development of social and economic life of the Islamic countries, including that of the Ottoman Empire. Key Words: Waqf, Good, Islam, Community, Culture. 1 Dr., Erzurum Yakutiye Şair Nefi Ortaokulu, hyapici25@hotmail.com 66

72 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): GİRİŞ Vakfın Tanımı Vakf kelimesi Arapça bir isim olup, durdurma, alıkoyma, ayırma, bağlama, bir malı veya mülkü satılmamak kaydıyla- bir hayır işine bağışlama, bırakma anlamlarına gelmektedir (Akgündüz, 1988: 29; Develioğlu 1995: 1134). Bilhassa hukuki anlama yakın manadaki vakıf mastarının çoğulu, evkaf ve vukûf şeklinde telaffuz edilmektedir. İslâm hukukunda ise, bir mülkün bütün faydasını karşılık beklemeden insanların yararına bırakarak, kıyamete kadar başka birinin mülküne geçmeyecek şekilde kullanımının sürekliliğini temin etmektir (Akbulut, 2007: 64). Vâkıfın Dayandığı Ana Kaynaklar a. Kuran-ı Kerim Kuran-ı Kerim de doğrudan doğruya vakıf terimi yer almamaktadır. Ancak vakıf konusunu içeren hayrî ve sosyal hizmetler birçok ayetlerle teşvik edilmiştir. Vakıf geleneğinin olgunlaşmasında Kuran-ı Kerim de iyilik yapmak, sadaka vermek, infak etmek ve ihsanda bulunmak gibi yardımı teşvik eden pek çok ayet bulunmaktadır (Öztürk, 1983: 40). Konuyla ilgili şu ayetleri verebiliriz: İbadet, yeri olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Mekke deki Kâbe dir; o pek feyizlidir, insanlar için hidayet rehberidir. Orada apaçık alâmetler ve deliller, İbrahim in makamı vardır 2 Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe cennete giremezsiniz. Allah yolunda her ne harcarsanız muhakkak Allah onu bilendir. 3 Hayır işleyiniz ki kurtulabilesiniz. 4 İyilik yapmak ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın 5 Kuran-ı Kerim de vakıftan terim olarak ayrıca söz açılmaması buna lüzum duyulmamasıdır. Çünkü İslâm, vakıfların göreceği işleri esasında devlete bir görev olarak vermiştir. Ayrıca yardımlaşmanın bütün kurallarını saymış ve fertleri de, devlete verilen ödevin yerine getirilmesinde, devlete yardımcı olmaya, insanî ve diyanî 6 öğütlerle teşvik etmiştir. Vakıf kelimesinin terim 2 Kur an, Âl-i İmrân, 3/ Kur an, Âl-i İmrân, Kur an,el-hac, Kur an, el- maide, 2. 6 Diyanî ; Diyanetle ilgili şeyler... 67

73 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): olarak Kur anda geçmemesi nedeniyle vakıf kurumunun doğrudan doğruya bu ana kaynağa dayandırılmasının kolay olmadığını iddia edenler varsa da; kurumun tarihi gelişimi ve tatbikatına bakarak kıyas ve istidlâl yoluyla Kuran-ı Kerime dayandırılabileceği; hatta vakıfların kendisine gaye olarak seçtiği çalışma sahalarının birçok ayetlerle izah edilmiş bulunduğunu ve insanların bu konulara israrla teşvik edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz (Öztürk, 1983: 41 44). a. Hadis ve Rivayetler Vakıf bırakmayı özendiren ve yaygınlaşmasına vesile olan Hz. Peygamberin bu konu ile alakalı pek çok Hadis-i Şerifi de bulunmaktadır. Ebû Hüreyre (R.A) den rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak, devam eden sadaka (sadaka-i câriye), faydalanılan ilim ve kendisine duâ eden sâlih bir evlad bırakanlarınki kesilmez. 7 Bu hadisten de açıkça anlaşılacağı gibi sadaka-i cariye ifadesi hayır işi kabul edeceğimiz vakıf konusuna vurgu yapılmaktadır. Bu müjdeye mazhar olmak isteyen Müslümanlar güçleri ölçüsünde hayır yolunda adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Vakıf konusu Müslümanlar için gerçek bir cömertlik aynı zamanda karşılıksız verme noktasında büyük bir imtihan aracı olmuştur. Böylece dünyada iken kendi nefislerini de terbiye etmeye muvaffak olmuşlardır. Kur an ayetlerine nazaran hadiste vakıf kurumu daha geniş yer almıştır. Mescid yapmayı, su akıtmayı, yolda kalmışları gözetmeyi, yolcular için han ve kervansaray yapmayı, hayatında ve sıhhatli halinde malından sadaka ayırmayı öğütleyen ve bu gibi davranışları öven hadisler çoktur. Bunların hepsinde de topluma sağladığı fayda sürekli olan, sadaka-i câriye den söz edilmektedir ki bu vakıftan başka bir şey değildir. Fıkıh ve hadis kitaplarının konuya ilişkin bölümleri ile müstakil olarak vakıf hakkında yazılan eserlerle, bizzat Hz. Peygamberin vakıf yaptığından bahsedilmektedir. Sahîh-i Buhârî den nakledilen bir hadîs, bir arazinin, Resulullah tarafından, menfaati yolculara ait olmak üzere vakfedildiğini göstermektedir. Amr bin Hâris in rivayet ettiği hadis şöyledir: Resûl-i Ekrem (s.a) vefat ettiği vakit, arkasında ne gümüş, ne köle, ne cariye, ne de başka bir şey bırakmadı. Yalnız, binmekte olduğu beyaz bir katır ile silahını ve birde yolculara vakfettiği Fedek ve Hayber deki hurmalığı bıraktı (Öztürk, 1983: 44 45). 7 Tirmizî, Ahkâm, 36; Ebû Dâvud, Vesâyâ, 14; Müslim, Vasiyye,

74 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Hz. Peygamber in (s.a.) huzurunda, Medinede ki semg adıyla anılan mülkünü vakfetmek suretiyle Hz. Ömer ashap arasında ilk vakıf yapan sahabi olmuştur. İbni Ömer in (r.a.) rivayet ettiği bir hadisten öğrendiğimize göre Hz. Ömer, vakfetmek istediği Hayber deki öz malı hurmalığı hakkında, Peygamber e (s.a.) danışmış O da istersen aslını habs yani vakfedip, hâsılatını tasadduk et buyurmuştur. Hz. Ömer de o yerin aslını satılmaz, satın alınmaz, bağışlanmaz ve miras yoluyla intikâl etmez şekilde vakfedip; gelirini Allah yolunda gaza eden mücahitlere, esâretten kurtulmak isteyen kölelere, yolculara, misafirler ve muhtaç akrabaya tasadduk etmiştir (Öztürk, 1983: 46 47)..Hz. Ömer, Hz. Osman, Ebu Talha ve Sa d (r.a), Peygamber in (s.a.) irşad ve tavsiyeleri üzerine Resul-i Ekrem huzurunda; Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali, Zübeyr, Sa id, Enes, Hakim bin Huzzam, Amr İbn ül-as (r.a) da Peygamber in (s.a.) irtihalinden sonra hayırlı vakıflar yapmış sahabelerden bazılarıdır (Öztürk, 1983: 49)..İslam Ülkelerinde Vakıf İslamî yardımlaşma prensibinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını gördüğümüz vakıflar, Hz. Peygamber in Medine döneminden günümüze kadar uzanan bir sürede İslam dünyasının kültürel ekonomik ve sosyal hayatında önemli roller üstlenmiş dinî ve hukukî müesseselerdir. Bu bakımdan İslam ülkelerinin tamamında, çok sayıda vakıflar ihdas edilmiştir (Kazıcı, 2003: 41 46). Emeviler zamanında vakıflar büyük bir gelişme gösterdi. Bu dönemde ilk defa yeni bazı teşebbüslerde bulunuldu. Nitekim Emevi halifesi Velid b. Abdülmelik Şam da Ümeyye Cami için ilk defa köy ve mezraları gelir getiren birer kaynak olarak vakfetti. Emevilerden sonra gelen Abbasi devletinde vakıflar daha bir gelişme gösterdi. Bu dönemde vakıflar o derece önemli bir müessese haline geldiler ki bunların yönetimi için Vakıflar Nezareti adında bütün vakıfları kontrol edebilen belli bir statüye bağlanmasını sağlayan bir teşkilat kuruldu (Kazıcı, 2003: 45 46). Büyük Selçuklu Devleti nin kurulmasıyla vakıf müessesesinin bir kat daha geliştiği görülmektedir. Selçuklular zamanında vakıf müesseselerine verilen bu önemden sonra İslam dünyasının hemen her yerinde sultanlar, vezirler, beyler, hatunlar ve varlıklı kişiler medrese açma hususunda birbirleriyle yarışmaya başladılar. Büyük Selçuklulardan sonra medrese kurma faaliyetleri durmaksızın devam etti (Uzunçarşılı, 1970: 10). 69

75 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Osmanlı döneminde, devletin siyasî ve ekonomik gücüne paralel olarak gelişip artan vakıfların ilk kurucusu Sultan Orhan Gazi dir. Orhan Gazi, İznik te ilk Osmanlı medresesini kurarak Osmanlı da vakıf müessesesini devam ettirmiştir (Uzunçarşılı, 1941: 281). Osmanlı ülkesinin dört bir yanında mescitler, medreseler, mektepler, ribatlar, tekkeler, türbeler, köprüler, sulama kanalları, hastaneler, kervansaraylar, imâretler, kütüphaneler, hamamlar vs. gibi birçok dinî-hayrî tesis, hep vakıflar sayesinde insanlığın hizmetine sunulmuştur. Bu vakıf geleneği devletin yıkılışına kadar çeşitlenerek varlığını sürdürmüştür (Köprülü, 1942: 12). Vakfın Kuruluşu İçin Aranan Şartlar Dinî ve hukukî bir müessese olan vakıf işleminin meydana gelebilmesi için gerek vakfı tesis eden vâkıfta, gerekse vakfedilen malda bazı şartların bulunması gerekmektedir. Bilhassa vakfın ihdasında belirtilen ifadeler oldukça büyük önem arz etmektedir. Zira bu ifadeler, vakfın rüknünden sayılmaktadırlar. Bunlar: Malımı vakfettim, Malımı habs ettim, tasadduk ettim veya Sadaka-i müebbede ile sadaka ettim gibi sözlerdir. Vakfın kuruluşu ile ilgili şartlar; vakıfta aranan şartlar ve vakf edilen malda aranan şartlar olmak üzere iki kısımda ele alınmalıdır (Kazıcı, 2003: 42 46): a. Vakıfta (Vakfeden) Bulunması Gereken Şartlar 1- Vakıfın, temlik ve teberrua ehil olması gerekir. Temlike ehliyet, kendi malını bir başkasına bedel veya bedelsiz olarak (satabilme) edebilme ehliyetidir. Teberrua ehliyet ise, bir şahsın kendi mülkünü ve hakkını karşılıksız olarak temlik veya ıskat edebilmesi ve muamelenin hukuken geçerli sayılmasıdır. 2- Vâkıf, borcundan dolayı mahcur olmamalıdır. 3- Vâkıfın, vakfa rızası bulunmalıdır. Bu bakımdan, hangi şekilde olursa olsun zorlama sonucu yapılan vakıf, sahih değildir. Zira vakfın sıhhati, rızaya bağlıdır. 4- Vâkıf, vakfettiği mülkü, inancına göre hayır ve sevap kazanmak niyeti ile yapmış olmalıdır. Zira vakıfta gözetilen gaye, Allah ın rızası ve toplumun menfaatidir. Vakfın nihai hedefi de Allah ın rızasıdır (Kazıcı, 2003: 42 44). b. Vakfedilen Malda Bulunması Gereken Şartlar 1. Vakfedilen mal, vakıf esnasında vâkıfın mülkü olmalıdır. Zira bir şahıs, başkasının mülkünde vakıf suretiyle bir tasarrufta bulunamaz. 2. Vakfedilen mal deyn (alacak) veya menfaat olmamalıdır. Bu bakımdan bir kimse, başkasından alacağını vakfedemez. 70

76 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Vakf olunacak malın akâr olması gerekir. Akâr, ev, daire, dükkan, ağaç ve arazi gibi gelir getiren taşınmaz (gayr-ı menkul) mülk olmalıdır. 4. Vakfedilecek mal, malum ve muayyen olmalıdır. Vakfa konu teşkil eden malın, sonradan meydana gelebilecek anlaşmalıkları önleyecek kadar bilinmesi ve belirli olması gerekir. 5. Vakfedilecek bina ve ağaçlar müstahikku l-lal (yıkılmaya veya sökülmeye mahkum) olmamalıdır. 6. Vakıfta muhayyerlik olmaz. Mesela bir kimse belli bir zaman içinde vakfı yapma veya yapmama hususunda muhayyer olmak üzere bir malı vakf etse bu vakıf sahih bir vakıf olamaz. 7. Vakıf, gelecekteki bir duruma bağlı olmamalıdır. Başka bir ifade ile vakıf müncez olmalıdır. Sözgelimi, bir kimse şu işim olur veya şu hastalıktan kurtulursam şu mülküm vakıf olsun dedikten sonra arzusu yerine gelse bile, yaptığı vakıf sahih bir vakıf olmaz. Zira vakfın kurulması, gelecekte meydana gelebilecek olay ve kazançlara bağlanamaz. 8. Vakfın ebedî olması şarttır. Vakfın, hedef ve gayesi bakımından bunun devamlı olması gerekir. Belirli bir süre ile kayıtlı bulunan vakıflar, hukukî bakımdan sahih bir vakıf olamaz. 9. Vakfın meşrutun lehi (vakıftan yararlanacak olanlar) belli olmalıdır. Tarihî bir müessese olarak ele alınan vakıfların tesisi ve hukukîlik kazanması, hem vakfı kuran, hem de vakfedilen malda bazı şartların bulunması ile mümkündür. Binaenaleyh bu şartlardan birinin eksik veya hiç olmaması, sahih bir vakfın oluşumu için engel sayılmaktadır. (Kazıcı, 2003: 44 46). Vakfın kuruluş şekilleri de çeşitlilik arz eder ki üç farklı kuruluş dikkatimizi çekmektedir: Tescil Suretiyle: Vâkıf, kadıya (hakim, yargıç) müracaat edip bir vakıf kurmak isteğini bildirir. Bunun üzerine kadı, yaptığı araştırmada müsbet bir sonuç elde ederse o zaman şahitlerin huzurunda ve onların da karara iştiraki ile, vakfın kurulduğunu karara bağlayıp tescil eder (kayda geçer). Vasiyet Etmek Suretiyle: Vakıf yapmak isteyen kimsenin, ölmeden önce vasiyet etmesi suretiyle kurulan vakıftır. Şayet vakfın mirasçıları yoksa bütün mal varlığının tamamı, varsa üçte birini vasiyet etmek suretiyle vakf edebilir. Fiil ve Hareketle: Bir kimse mülkü olan bir arsa üzerine cami inşa ettirip, ezan okutturup halkın, camide cemaatla namaz kılmasına izin verir, 71

77 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): kendisi de bu cemaatin içinde yer alırsa bu cami, vakf-ı lazım suretiyle vakıf olur (Kazıcı, 2003: 47 48). Vakfın İdaresi Nezaret kavramı kelime anlamı itibari ile, bir şeye basiretle bakıp tetkik etmek ve düşünmek manalarını ifade eder. Hukuk termolojisinde ise iki anlamı mevcuttur; velâyet ve tevliyetin eş anlamlısı olarak bunların ifade ettiği manaları ifade eder. Bu anlamda vakfın nazırı, vakfı idare eden mütevellinin vakıf hakkındaki tasarruflarını kontrol eden ve vakıf işlerinde mütevellinin görüşüne müracaat mecburiyetinde bulunduğu görevliye denir (Akgündüz, 1988: 276). Bir vakfın mütevellisi mevcut iken hiç kimse o vakfın tasarruflarına karışamaz. Ancak mütevellilerin tasarrufları belli makam ve kişilerce teftiş ve kontrol edilir. Bu teftiş ve kontrol işini yani nezaret görevini yürüten iki organ vardır: Birincisi; bir vakfı kuran vâkıf, vakfına mütevelli tayin ettiği gibi, onun tasarruflarını kontrol edecek bir nâzır da tayin edebilir. Hem nâzır hem de mütevellisi olan vakıflarda, nâzırın re yi alınmadıkça, mütevelli vakıf üzerinde tasarrufta bulunamaz. Nezâret görevi de diğer vakıf görevleri gibi vâkıfın tayini veya hâkimin tevcihi ile elde edilir. İkincisi; bilindiği gibi yargı erkine sahip olan hakimlerin, bütün vatandaşlar ve mallar üzerinde olduğu gibi, vakfın malları üzerinde de velâyet-i ammeden gelen bir kontrol ve teftiş yetkileri vardır. Hatta vakıf mütevellileri, ayrı bir nâzırı bulunsa da, bazı tasarrufları yapabilmek için, velâyet-i amme sahibi olan hâkimlerin reylerini almak mecburiyetindedir. İşte hâkimlere tanınan bu umumi teftiş ve murakebe yetkisi de nezâret adı ile adlandırılmaktadır (Akgündüz, 1988: ). Devletin velâyet-i âmmesini kullanarak vakıfları kontrol etmek demek olan nezâret görevini üstlenen evkâf teşkilâtı, tarihin muhtelif devirlerinde ve hususen Osmanlı Devleti nin son zamanlarında, birçok vakıfların (özellikle mazbut vakıfların) bizzat idaresi demek olan tevliyet görevini de üstlenmişlerdir. Böylelikle evkâf teşkilâtları, hem nezaret hem de tevliyet görevlerini kendilerinde toplamışlardır (Akgündüz, 1988: 277). Vakfiye Vakfiye veya vakıf-name, vâkıfın vakfın teşekkülü ve işleyişi hususunda tanzim ettiği hüküm ve kaideleri ve bunların kadı tarafından tescilini ihtiva eden hukukî bir nizamnâme (yönetmelik) dir. Bu vakfiyeler, kağıt ve parşömen 72

78 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): tomarlara, veya hacmi bir ilâ dört yüz sayfa arasında değişen defterlere yazılmıştır (Yediyıldız 2003: 4; Sümer 1977: 15). Vakfiyeler, Allah a hamd ve senâ, Resûlullah a salât ve selâm ile başlar (Gökbilgin, 1977: 20). Bu başlangıçtan sonra vakfiyelerde, insanlara yardım ile hayrı teşvik edici, âyet ve hadisler bulunur. Vakfiyelerde umumiyetle şu hususlar yer alır (Kazıcı, 2003: 50 51): 1. Vakf olunan malların neler olduğu, 2. Vakf olunan bu malların nasıl idare edileceği, 3. Vakıf gelirlerinin nerelere ve kimlere sarf edileceği, 4. Vakfın, kimler tarafından yönetileceği, müesseselerde kaç kişinin çalışacağı, bunlara ne kadar ücret ödeneceği, bu ücretlerin hangi gelirlerden elde edileceği, eşyanın fiyatı vs. gibi konular teferruatlı bir şekilde açıklanır. 5. Kadının, vakfın sıhhat ve lüzumuna dair olan hükmü yer alır. 6. Sonunda da tarih ve şuhûdu l-halin mühürleri ve üst kısmında kadının mührü yer alır (Kazıcı, 2003: 51). İslam tarihinde ilk vakfiyenin, Hz. Ömer tarafından yazıldığı söylenmekle birlikte, Hz. Peygamber devrinde mi yoksa Hz Ömer in halifeliği zamanında mı olduğuna dair kesin bir bilgiye henüz sahip değiliz. Büyük bir ihtimal bunun, Hz. Ömer in kendi hilâfeti zamanında olmasıdır. Sosyal hayatımıza dinamizim kazandıran, toplumsal yardımlaşma ve birleşmeye vesile olan hayırlı işler yapma noktasında insanlarımızı teşvik eden vakıf kültürümüze örnek bir vakfa ait vakfiye 8 şu şekilde tanzim edilmiştir: Bağışlayan ve esirgeyen Tanrı adıyla Övgü, âlemlerin Rabbi olan Allah a özgüdür. Mizan durdukça salât ve selam da sürekli olarak öncekilerle sonrakilerin efendisi ve yıldızların önderi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed e, onun insanların teşvikçileri ve inananların önderleri olan yakınları ile arkadaşlarına olsun Bu vakıf satılamaz, rehin olarak verilemez, miras olarak alınamaz. Hicret yılının 772 Şabanı (Şubat-Mart, 1371) Duruma tanık olanlar: 8 Vakfiyeler ile ilgili daha detaylı bilgi için bkz: Fuat Köprülü, Vakıf müessesesi ve vakıf vesikalarının tarihî ehemmiyeti, Vakıflar Dergisi, Sayı: I, Ankara 1938, s. 1 6; İbrahim Ateş, Vakfiyelerde Duâ ve Bedduâlar, Vakıflar Dergisi, Sayı: XVIII, Anakara 1983, s. 5 54; Ziyâeddin Efendi, Câmi -i envâru s-sukûk ve lâmi z-ziyâ lizevi s-sükûk, İstanbul 1284, s. 184 vd. 73

79 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Buna tanık oldu: Bu satırları yazan Buna tanık oldu: Cemşid Ağa Buna tanık oldu: Sülüce Bolad Ve burada bulunan başkaları (Çağatay, 1978: 12) Örnek bir başka vakfiye de şu şekilde düzenlenmiştir: Vakfedilen Alan Köyü nün gelirinden aşçıya yılda 4, ekmekçiye 4, onarımcıya 4 ve nazıra yine 4 mud (1 mud: kg) buğday verilmektedir. Vakfiyede tedris ciheti için 40, yardımcılar için 10 mud buğday tahsis edilmiştir (Kayaoğlu, 2000: 52). Görüldüğü gibi vakfiyeler en ince teferruata kadar açıklama içeren bir resmi belge hüviyeti taşımaktadır. Vakıf müesseselerinin bu şümullü hizmetleri umumiyetle altı kısımda mütalâa edilebilir : 1- Vâkıfın (vakıf tesis yapanın) servet ve parasının beyhude ve fuzuli yerlere sarfına mâni olmak 2- Fakr-u zarurette olanlara iktisadi, mali, içtimai yardım sağlamak. 3- Bütçesiyle âmme hizmetlerini tam manasıyla göremeyen devletlere âmme hizmetlerinin görülmesinde ve şümulünde ferdî mâmelekenin 9 iştirâki suretiyle yardım etmek. 4- Milletin dinî ihtiyaçlarını âyin ve ibadet arzularını tatmin ve bu uğurda yapılan âbideler dolayısıyla, milletin tarihini ve turistik imkanlarını zenginleştirmek. 5- Millî servetin daimî surette işletilmesi ile muattal kalmasına engel olmak. 6- Millî Eğitim sahasında rol almak (Berkli, 1965: 85). SONUÇ Vakıf, insanla beraber mevcut olan karşılıklı dayanışma ve başkalarına iyilik yapma duygusunu, hukukî statüye kavuşturan ve ona süreklilik kavramını sağlayan, tüzelkişiliğe sahip hukukî ve sosyal bir müessesedir. Vakıflar, devamlılık vasfını haiz ve sağlam bir hukukî yapıya sahip olma özelliğini, İslam ile kazanmıştır. Vakıfların İslam toplumuna sunduğu hayrî ve sosyal hizmetlerin bir sonucu, hukukî kurumlaşması İslam hukukçuları tarafından tedvin edilmiş ve ona hükmî şahsiyet tanınmıştır (Öztürk, 1983: 152). Vakıflar, toplumsal huzursuzlukların giderilmesi ve toplumda sosyal refahın sağlanması, kültürel bozuklukların giderilmesi, ekonomik dengenin 9 Bir şahsın hayır konusunda varını yoğunu ortaya koyması anlamına gelmektedir. 74

80 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): sağlanması, kısaca toplum düzeninin oluşturulm,asında önemli bir görev ifa eden müesseselerimizdendir. Vakıflar, toplum içindeki dayanışmanın arttırılması, aile ve toplum içinde kuşaklar arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi açısından önemli bir görev üstlenmiştir. İşte bu yolla, halkın ibadeti için camiler; eğitimi için medrese ve mektepler; okumak ve bilgi ve görgüyü arttırmak için kütüphaneler; hastalara şifa bulmak için dar üşşifalar, hastaneler; akıl hastaları için bimarhaneler; açları doyurmak amacıyla imarethaneler; ticari temin için bedestenler, arastalar; susuzluğu gidermek ve temizlenmek için, suyolları-şadırvanlar-sebiller-hamamlar; kervancılar için kervansaraylar; yolcular için hanlar-tabhaneler; saati öğrenmek ve takip etmek için muvakkithaneler; ulaşım için köprüler inşa ederek yerleşik düzene geçmişler ve şehirleşmeyi tamamlamışlar, bu eserlerin devamlı ayakta kalması için de gelir getirici mülkler bırakılmış, personel atamaları yapılmış; dolayısıyla birçok kişiye iş imkanı ve devamlılık temin edilmiştir (Akbulut, 2007: 72). Ayrıca vakıfların ülke ticaretine ve ekonomik hayatın gelişmesine önemli tesirleri olmuştur. Vakıflar, büyük sanat eserlerinin, hat, taş, ağaç, maden işçiliği, tezhip, çini, kitap cilt, ebru gibi sanat dallarının gelişmesine, şaheserler verilmesine katkıda bulunmuşlardır. Vakfiyelerin dil, kültür, tarih, hukuk, iktisat, sosyoloji hatta folklor açısından da önemi bulunmaktadır. Temelinde Allah rızası, hayır duygusu, insanlık ve yurt sevgisi yatan vakıfların gelişmesinin başlıca sebeplerinden biri de İslam dininin hayri ve içtimai hizmetlere verdiği önemdir. Hz. Muhammed zamanından itibaren Müslümanlar arasında adeta bir yarışma hamlesi ile kurulmuş olan vakıflar, Türk-İslam toplumunda büyük ilerleme kaydederek, yüzyıllarca milletimizin ortak yardımlaşma duygularına tercüman olmuştur. Bugün bile bütün canlılığı ve haşmeti ile varlığını sürdüren vakıflar, toplumun ihtiyaçlarıyla birlikte hizmet alanlarını arttırarak yaşatmaktadırlar. Amacı ne olursa olsun, bir vakfın çalışmaları, Allah ın rızasına ters ve toplumun zararına olmamalıdır. KAYNAKLAR Akbulut, İ. (2007), Vakıf kurumu, mahiyeti ve tarihi gelişimi, Vakıflar Dergisi, Sayı: XXX, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. Akgündüz, A. (1988), İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. Ateş, İ. (1983), Vakfiyelerde Duâ ve Bedduâlar, Vakıflar Dergisi, Sayı: XVIII, Ankara. 75

81 Yapıcı, H. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Berkli, Ş. (1965), Vakıfların gördüğü çeşitli hizmetler, Vakıflar Dergisi, Sayı:VI, Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı, İstanbul. Çağatay, N. (1978), Sultan Murad Hüdavendigâr adına düzenlemiş bir Vakfiye, Vakıflar Dergisi, Sayı: XII, Ankara. Develioğlu, F. (1995), Osmanlıca-Türkçe Ansiklobedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara. Gökbilgin, M. T. (1977), Osmanlı Müesseseleri Teşkilâtı ve Medeniyeti Tarihine Bir Bakış, İstanbul. Kayaoğlu, İ. (2000), Turumtey Vakfiyesi, Vakıflar Dergisi, Sayı: XII, Ankara. Kazıcı, Z. (2003), Osmanlı Vakıf Medeniyeti, Bilge Yayınları, İstanbul. Köprülü, F. (1938), Vakıf müessesesi ve vakıf vesikalarının tarihî ehemmiyeti, Vakıflar Dergisi, Sayı: II, Ankara. Köprülü, F. (1942), Vakıf Müessesesinin Hukukî Mahiyeti ve Tarihî Tekâmülü vakıf vesikalarının tarihî ehemmiyeti, Vakıflar Dergisi, Sayı: I, Ankara. Öztürk, N. (1983), Menşe i ve Tarihi Gelişimi Açısından Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. Sümer, F. (1977), XIV Yüzyılda Türkiye, Yüzyıllar Boyunca Türk Sanatı, Ankara. Uzunçarşılı, İ. H. (1941), Gazi Orhan Bey Vakfiyesi Belleten, Sayı: V/19, Ankara. Uzunçarşılı, İ. H. (1970), Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, Ankara. Yediyıldız, B. (2003), XVIII. Yüzyılda Türkiye de Vakıf Müesseseleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. Ziyâeddin Efendi, (1284) Câmi -i envâru s-sukûk ve lâmi z-ziyâ li-zevi ssükûk, İstanbul. 76

82 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Klasik Şiirde Uyku Nazmi Özerol 1 Özet Uyku, bireyin bedeninin ve bilincinin dinlenmesini, psikolojik ve fizyolojik yönden dengeli hayat sürmesini sağlayan bir etkinliktir. İnsan, hem uykuya ihtiyaç duyan hem de bu ihtiyacı giderebilecek ruhsal yapı ve koşullara sahip olarak yaratılmış bir varlıktır. İnsan yaşamında önemli bir role sahip olan uykuya Kuran da da dikkat çekilir. Tasavvufta da uykuyla ilgili genel bir algı oluşmuş, gereğinden fazla uyumak gaflet olarak görülmüş ve bu bağlamda az uyumak tavsiye edilmiştir. Edebî eserler, kurmaca metinler olsalar da hayatın gerçekliğinden izler taşırlar. Klasik şiirde aşk konusu işlendiği zaman ikili insan ilişkilerinde karşımıza çıkabilecek hemen hemen bütün davranış modellerinin şiirlere yansıdığı görülür. İnsan hayatının neredeyse üçte birinin uykuda geçtiği bilinmektedir. Bireyin fiziksel ve ruhsal açıdan dinlenmesini sağlayan uyku esnasında çevreyle ilişki kesildiği için edebiyatta âşıksevgili ilişkilerinde uyku olgusu doğrudan ya da dolaylı olarak sık sık konu edilmiştir. Sevginin son derece abartılı ve aşkın bir şekilde anlatıldığı klasik şiirde uykuyla ilgili çeşitli imajlar geliştirilmiş, uykunun sevgili için ayrı, âşık için ayrı anlamsal çağrışımlar ifade ettiği tespit edilmiştir. İnsan, sosyal bir varlık olduğu için bazı duygular ve gerilimler uykuyu engeller. Âşık-sevgili ilişkisinin bazen doğal bir sonucu olan uykusuzluk hâlinin özellikle âşıkta ortaya çıkardığı tepkiler üzerinde durulmuş, uykunun kaderle, dinî ve tasavvufî bağlamda dünya hayatıyla ilişkilendirilerek bazı mesajları aktarmada etkili bir şekilde kullanıldığı tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Klasik şiir, uyku, aşk, din-tasavvuf, çağrışım. Sleep in Classical Poetry Abstract Sleep is an activity that enables the invidual to rest his/her body and conscience, and to live a balanced life in psychological and physiological way. Sleep, having an important role in individual s life, is also remarked in the Qoran.The human being is a creature who both needs sleep and is created with the state of having spiritual structure and conditions through which he/she can satisfy this need. 1 Yrd.Doç.Dr., Adıyaman Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. nazmiozerol@hotmail.com 77

83 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): A general perception is also formed about sleep in Sufism. Too much sleep is regarded as a negligence according to Sufism and in this respect less sleep is advised. Literary works contain evidences from the reality of life although they are fictional texts. It can be seen that, when the love subject is studied in classical poetry, almost all behaviour models which we can face in the course of human relations between two people, are reflected in poetry. It is known that the human beings spend almost one third of their life in sleeping. As the relation with environment stops during the sleep, which enables the individual to rest his psychology and soul, the concept of sleep in the relations of lover-beloved in literature is often mentioned either directly or indirectly. In classical poetry, in which love is narrated in a very exaggrated and excessive way, various images about sleep are developed and it is seen that sleep expresses different semantic connotations for the lover and the beloved. As human is a social creature, some emotions and tensions prevent sleeping. Special emphasis has been put on the reactions of the lover s state of lacking sleep, which is a natural result of lover and beloved relation; and it has been seen that sleep has been used effectively in giving some messages by associating sleep with world life in sufistic and religious terms. Key Words: Classical poetry, sleep, love, religion-sufism, connotation. GİRİŞ Uyku, insan hayatının temel ve vazgeçilmez etkinliklerinin başında gelir ve hayatın önemli bir kısmı uykuda geçer. Buna rağmen uykunun işlevleri tam olarak anlaşılamamış ve uyku hakkında şu ana kadar çok çeşitli kavramsal ve psikolojik tanımlar yapılmıştır: Uyku, şuurun kaybolması ve organik faaliyetin çok azalmasıyla ortaya çıkan normal geçici dinlenme hâli (ÖTS, 2000: 2989), Periyodik bir ihtiyaç olarak kendini gösteren ve nispî bilinçsizlik ile istemli kasların devre dışı kalmasıyla tanımlanan kendisi de belli bir periyodik düzene sahip olan fizyolojik durum (Budak, 2000: 789) ya da Organizmanın dış uyaranlara karşı duyarlılığının azaldığı merkezi sinir sistemi ve bedenin pasif dinlenmeye geçtiği, bio-ritimsel olarak kendiliğinden ortaya çıkan, bilinçsizlik durumu (Erkuş, 1994: 176). Uyku anında dış uyaranlara karşı bilincin uyuşması, dış dünyaya olan duyarlılığın ve farkında oluşun en aza inmesi, nispî bilinçsizlik hâlinin ortaya çıkması, bilinç faaliyetlerinin ve gerçek bilincin askıya alınması, duyusal verilerin son derece azalıp algısal etkinliğin kaybolması, bireyin çevreyle iletişiminin kesilmesi gibi dikkat çeken önemli durumlar ortaya çıkar. Uyku, bedenin pasif dinlenmeye geçtiği bir faaliyetsizlik 78

84 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): hâlidir. Uyku, bireyin bilincinin ve bedeninin dinlendiği fizyolojik bir ihtiyaçtır. Uyku doğal bir ihtiyaç olduğu hâlde bazı duygular, gerilimler, korku, endişe, aşırı uyarılma sonucu dış dünyadan ilgilinin çekilememesi beraberinde uykusuzluğu getirir; uykusuzluk da organizmanın dengesini bozduğu için yorgunluğa ve huzursuzluğa sebep olur (Adler den akt. Kasapoğlu, 2004: 47-53). İnsan hem uykuya ihtiyaç duyan hem de bu ihtiyacı giderebilecek ruhsal yapı ve koşullara sahip olarak yaratılmış bir varlıktır. İnsan yaşamında önemli bir role sahip olan uykuya Kuran da da dikkat çekilir. 2 Kuran da uykuyla ilgili ayetler, uykunun insan yaşamındaki yeri, uykunun ölümle ilişkilendirilmesi, uyku ve uyuklamanın beşere özgü oluşu, uyku-bilinç ve uyku-rüya ilişkisi, uyuklama, Ashâb-ı Kehf in uykusu, sirkadiyen ritim (insanların yatma kalkma saatleri) şeklinde sınıflandırılabilir (Kasapoğlu, 2004: 54). Tasavvufta da uykuyla ilgili genel bir algı oluşmuş ve bu bağlamda dünyaya karşı duyulan her türlü rağbeti gönülden söküp atmak anlamına gelen zühde ulaşabilmek için az uyumak (kıllet-i menâm) tavsiye edilmiş, fazla uyumak gaflet olarak görülmüştür (Eraydın, 2011: 175). Bilindiği gibi klasik Türk şiirinde en çok işlenen konu aşktır. Bu aşkın iki kahramanı vardır âşık (seven) ve sevgili. Şair tarafından hemen hemen bütün kurgulamalar bu iki kahraman üzerinden yapılır. Âşıklık kolay değildir, insanın sevdiği şeylerden, uykudan, yemeden içmeden, maldan mülkten, makamdan mevkiden, şandan şöhretten, gerekirse canından vazgeçmesi demektir (Kurnaz, 2010: 452). Âşık, sevgiliyi kendi canından üstün tutar. Sevgili ise sürekli âşığa acı ve ıstırap çektirir, acı çektirmede sınırları zorlar. Âşık tarafından bazen taş gönüllülükle suçlanır, asla âşığa yar olmaz; âşığıyla buluşmak, kavuşmak gibi bir düşüncesi yoktur; âşığa hep ayrılık ve hasret düşer. Sevgili; yalvarmadan, ağlamadan, inlemeden anlamaz çünkü merhametsizdir. Âşığın ağlaması ona zevk verir ama sevgili ne yaparsa yapsın kınanmaz, ayıplanmaz. Âşık, ona kızsa bile bu geçicidir çünkü sevgili gönül tahtının sultanıdır. Bazen sevgilinin eziyetten vazgeçmesi ilgisizlik gibi görüldüğünden böyle bir şey istenmez. Eziyet görmek, horlanmak da neticede ilginin alametidir. Âşık, hâlinden şikâyet etmemelidir, etse bile hemen tavrını değiştirmelidir. Sevgili kendisine iltifat etmeyip yabancılarla buluşur, yan bakışlarıyla ortalığı birbirine katar; nazı, 2 Furkan/47, Nebe/9-11, Rum/23, Zümer/42, En am/60, Bakara/ 255, Âl-i İmrân/154, Enfâl/11, Kehf/11, Kasas/72-73, En am/96, Yûnus/67, Neml/86, Mü min/61 79

85 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): cilvesi, işvesi bitmez. Âşık, çoğu zaman ona kavuşamaz onun hayâliyle yaşar (Pala, 1989: 437). Klasik şiirde aşk konusu işlendiği zaman ikili insan ilişkilerinde karşımıza çıkabilecek hemen hemen bütün davranış modelleri, söz konusu edilmiştir. Her ne kadar edebî eserler kurmaca metinler olsalar da hayatın gerçekliğinden izler taşırlar. Uyku da hayatın en önemli gerçeklerinden biridir. İnsan ömrünün neredeyse üçte birinin uykuda geçtiği bilinmektedir (Şenel, 2005: 4). Bireyin fiziksel ve ruhsal açıdan dinlenmesini sağlayan uyku esnasında dış uyaranlara karşı bilincin kapalı olması, çevreyle ilişkinin kesilmesi söz konusu olduğu için edebiyatta âşık-sevgili ilişkilerinde uyku olgusu doğrudan ya da dolaylı olarak sık sık konu edilmiştir. Sanatçı, düşüncelerini sözlü ya da yazılı olarak ifade ederken dile yeni yeni anlamlar yükler, sözcüklerin çağrışım zenginliğinden yararlanarak duygu ve coşkularını ortaya koyar (Aksan, 1999: 24). Sevginin son derce abartılı ve aşkın bir şekilde anlatıldığı klasik şiirde fizyolojik bir ihtiyaç olan uykuyla (uyhu, hâb, nevm) ilgili de çeşitli imajlar geliştirilmiştir. Uykunun sevgili için ayrı, âşık için ayrı anlamsal çağrışımlar ifade ettiği tespit edilmiştir. İnsan, sosyal bir varlık olduğu için bazı duygular ve gerilimler uykuyu engeller. Âşık-sevgili ilişkisinin bazen doğal bir sonucu olan uykusuzluk hâli de şiirlerde sıkça konu edilmiştir. Uyku ve uykusuzluk hâlleri anlatılırken bu kavramlarla doğrudan ilgili olan pister (döşek), bâliş, bâlîn (yastık), bûrîyâ (hasır), yorgan, câme-hâb (gecelik) kavramlarına da yer verilmiştir. I. Aşk Bağlamında Uyku a. Sevgilinin Uykusu Sevgili naz uykusundadır Aşk merkezli klasik Türk şiirinde sevgiliye nispet edilen uyku aslında âşığın psikolojisinin yansımasıdır. Âşık kendisiyle ilgilenmeyen, yüzüne bakmaya tenezzül etmeyen, etrafında olup bitenlerden habersiz olan sevgilinin bu tip tavır ve davranışlarını uykuyla özdeşleştirir. Uyku esnasında bireyin çevreyle ilişkisi kesildiği için sevgilinin nazı, işvesi, âşığa karşı ilgisiz oluşu çoğu zaman dolaylı anlatımlarla uykuya benzetilir. Âşık, sevgiliden ayrı olduğu için üzüntü içerisindedir, sevgili ise naz uykusunda eğlenmektedir: Gice fikr-i fürkat ile gönül âh u zâr iderken 80

86 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Hele hâb-ı nâzişinde o begim safâ iderdi (Antepli Aynî G. 217/4) Bâkî, aşağıdaki beyitte sevgilisinin güzelliğiyle naz uykusunda olduğunu, âşığın ise feryat ve figanının halkı uyutmadığını söyleyerek sitemini dile getirir: Sen yatursın mesned-i hüsn üzre hâb-ı nâzda Halkı uyutmaz figân u nâle-i şeb-hîzler (Bâkî G. 86/2) Âşık, sevgilinin yan bakışını gözlerine nasıl şikâyet edebilir ki sevgilinin duyarsızlığı ağır bir uyku gibidir; bu hâl, sevgilinin âşığı dinlemesine engeldir: Gamzesinden çeşm-i dildâra şikâyetler abes Ol girân-hâb-ı tegâfül dinlemez efsâneyi (Kâmî G. 210/5) Âşığın çektiği acılardan dolayı vücudu kanlı gözyaşıyla kırmızıya boyansa da belki de bir bakışıyla ona derman olacak sevgili, naz uykusundan vazgeçmemektedir: Kanlu yaşum vücudumı surh itdi mis gibi Ko hâb-ı nâzı bak berü ey kimyâ-nazar (Mesîhî G. 88/4) Uyku derin olduğu zaman insanın çevrede olup bitenleri algılaması imkânsız hale gelir. Sevgilinin nazı da uyku gibi o kadar derindir ki dünya yıkılsa onun umurunda değildir, bu durum âşığın sitemine sebep olur: Şöyle nâz uyhusına varmış o mestâne bu dem Aynına almaz o derd ile yıkılsaydı cihân (Rezmî G. 371/2) Âşığın feryatları, inlemeleri bütün dünyayı uyandırmışken sevgili hâlâ zevk içinde naz uykusundadır: Âlemi bîdâr ider her dem figân u nâlemüz Hâb-ı nâzda zevk ile sen sevdügüm bâlîndesin (Rezmî G. 386/4) Şeyhülislam Yahyâ, aşağıdaki beyitte sabah olduğu hâlde uyanmayan sevgilisinin hâlini gül bahçesindeki taze goncaya benzetir: Hâbdan kalkup sehergâhî açılmaz nâz ider Gülşenün benzer hemân bir gonce-i nev-hîzine (Ş. Yahyâ G. 362/4) 81

87 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Sevgili uykuda bile aktiftir Yapılan bilimsel çalışmalarda uykunun fiziksel dinlenmeden çok ruhsal dinlenmeye hizmet ettiği fark edilmiştir. Ancak beynin uyku sırasındaki tepkileri izlenince beynin tam anlamıyla kendini kapatmadığı ve çalışmaya devam ettiği gözlemlenmiştir (Dee den akt. Evginer, 2010: 11). Günümüzde tespit edilen bu bilimsel gerçekliğin yüz yıllar önce yazılan şiirlerde dillendirilmesi ilginçtir. Âşık, bazen sevgilinin uykusunun göstermelik olduğunu uykudayken bile uyanıkken sergileyebileceği davranışları ortaya koyduğunu belirtir. Sevgili, bazen uykudayken gözleriyle ortalığı karıştırmaya devam eder: Görün ol çeşm-i siyeh-dil nice câzuluk eder K uykusuyla uyarır âleme yüz türlü fiten (Ahmed Paşa G. 237/7) Nedîm, aşağıdaki beyitte sevgilinin gözünü uykuda zannedenlerin yanıldığını, sevgilinin uyusa bile aslında uyanık bir şekilde gammazlık yaparak sırları keşfetmekte olduğunu söyler: Çeşmini hâbîde zanneyler gören ammâ Nedîm Keşf-i râz etmekdedir her lahza bin gammâz ile (Nedîm G. 141/7) Sevgilinin uyuması, uyanıkken gerçekleştirdiği eylemleri yapmasına engel görülmemektedir. O uykudan sarhoş olmuş gözlerin bir bakışı, binlerce canı harap etmeye yeter: Bir nigâh-ı germ ile bin cân u dil eyler harâb Fitneden hâlî yatur sanma o çeşm-i mest-i hâb (Nehcî G. 39/1) Nesimî, aşağıdaki beyitte sevgilinin uykulu olduğu hâlde naz ve işvesiyle ortalığı birbirine kattığını ve cihanı ateşe verdiğini açık bir şekilde dile getirir: Neçe nâz u şîve ilen oda yakasın cihânı Bu gün uykulu gözünden yine fitneler uyandı (Nesimî G. 403/6) Sevgili naz uykusundayken gözleri kapalıdır ama yine de zamanın fitnesidir: 82

88 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Çeşmin ki hâb-ı işve ile nâ-küşûdedir Bir fitne-i zamânedir ammâ gunûdedir (Neylî G.47/1) Sevgilinin uyuması âşık için bir fırsattır Uykuda dış dünyayı algılama ve dış dünyanın farkına varma hâli en aza indiği ve fiziksel bir tepkisizlik ortaya çıktığı için bazen sevgilinin uyuması âşık için bir fırsata dönüşür. Âşık, sevgilinin uyumasını sabırsızlıkla bekler ve sevgili uyanıkken yapamadıklarını o uyurken yapmaya çalışır. Sevgili, sarhoşluktan dolayı uykuya dalınca elbisesinin kemeri çözülmüş, gümüş renginde olan sinesi açılmıştır. Bu sevgilinin yanına varmak için âşığa bir fırsattır: Terennüm eyleyürek hâba vardı mest oldı Açıldı sîne-i sîmîn çözüldi bend-i kabâ (Amrî G. 3/6) O güzelliğiyle etrafa ay ışığı saçan sevgilinin gecelikle bile gelmesi bütün dünyayı manevî olarak nura gark etmeye yeter: Cihân âlem-i manâda gark olur nûra Kaçan ki ol meh-i tâbende câme-hâba gelür (Antepli Aynî G. 48/5) Âşığın derdine derman olacak sevgilinin dudağıdır, âşık ona kavuşup derman bulmak için sevgilinin uyumasını sabırsızlıkla beklemektedir: Bir devâ sor dil-i bîmâra lebinden Bâkî Hele sabr eyle biraz varsun o yâr uyhuya (Bâkî G. 479/6) Sevgili naz uykusuyla sarhoş olunca gözlerini süzerek baygın bakacak, böylece sevgilinin her bir kirpiğinin ucunda bulunan gönlün parçaları bir araya toplanmış olacaktır, yani sevgilinin uykuya varması sonucu âşık da rahatlığa kavuşacaktır: Mest-i hâb-ı nâz ol cem et dil-i sad-pâremi Kim anun her pâresi bir nevk-i müjgânındandır (Fuzûlî G. 85 /5) Sevgili uyumadan âşığın gözüne uyku girmez çünkü âşık onu öpmek istemektedir, bunu yaparken sevgilinin uyanmasını da istemez: Dilber ki uyhuya vara gelmez gözüme hâb Öpsem tuya mı diyü çeker cânum ıztırâb ( Amrî G. 6/1) 83

89 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Klasik şiirde sevgiliye kavuşmak, onunla olmak âşık için o kadar uzak görülür ki bir gece sevgiliyi uykudayken kucağa almak için âşık kıyamete kadar uykusuz kalmaya razıdır: Tâ haşr güni göz yuma şâhum dü cihândan Bir gice seni hâbda kim itse der-âgûş (Ş. Yahyâ G. 165/3) Sevgilinin dalgalı ve kıvrım kıvrım olan saçları alnına dökülmüştür; sevgili, tatlı uykudayken onun badem gibi gözleri çok güzeldir: Ne hoşdur mest-i şekker-hâb iken bâdâm-i çeşm-i yâr Cebîn pür-mevc-i çîn-i işve çün pâlûde-i terdür (Sâmî G. 11/77) Âşık, sevgilinin uyanmasından tedirginlik duyar Âşık, bazen kendi kendine kızarak ağlamasıyla sevgiliyi uyandıracağından endişe eder. Sevgili uyanmamalıdır çünkü fettan gözlerin uykusu uyanıklıktan daha iyi görülür: Ey Mesîhî zâr ile uyarma ol âhû-veşi Yeg durur bîdârlıkdan çeşm-i fettân uyhusı (Mesîhî G. 265/6) Âşık, sevgilinin uykuda olmasını dileyerek sessizce mahallesine gider: Şöyle pinhân gidesin kuyuna cânânın kim Râh ol hem-demin ammâ o da hâbide gerek (Nedîm G. 57/3) Sevgilinin eşiğinde korkusuzca feryat etmek naz uykusunda olan sevgiliye zarar vereceğinden âşık bu yaptığından korkmuştur: Yâr korkum bu ki nâz uyhusına varmış idi Âsitânında gice nâleyi bî-bâk itdüm ( Ş. Yahyâ G. 243/3) b. Âşığın Uykusu/Uykusuzluğu Sevgilinin bazı hâlleri âşığı uyutmaz Klasik şiirde âşık, sürekli aşk derdiyle ıstırap çektiği halde sevgili ise genellikle âşığı umursamaz, bazen sevgili âşığa iltifat etse bile arkasından yine acı çektirmeye devam eder. Sevgilinin aşırı derecede güzel olması, âşığın sevgiliden ayrı olması, âşığın ona kavuşmayı hayâl etmesi, sürekli onu özlemesi, onu beklemesi, sevgilinin rakiplere iltifat etmesi, ilgisizliği ve başka 84

90 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): başka hâlleri, âşığın uykusuzluğuna sebep olur. Âşık, bu durumdan bazen şikâyetçi olur bazen de uykusuzluğu bile bir nimet olarak görür. Âşığın rahatlığı düşte görmesi bile hayâldir, bir anlık uyku bile can gözü için şifalı bir ilaç görülmektedir: Ne mümkin düşde görmek râhatı şeb-tâ-seher şimdi Bana bir lahza uyhu tûtiyâ-yı çeşm-i cân oldı (Neylî G. 163/4) Âşık, bazen uykusuzluğundan hiç şikâyetçi olmaz uykusuzluğu huzur vesilesi sayar: Dirligüm eşk iledür hergîz uyumasun gözüm Kim ziyân olur bana çeşm-i dür-efşân uyhusı (Mesîhî G. 265/2) Bazen de âşık, sevgiliden ayrıyken feryat ve inlemeden başka bir şey istemediğini rahatı ve uykuyu kendine haram kıldığını mertçe dile getirir: Figân u nâleden gayri bana şeb-tâ-seher sensiz Harâm olsun eger bir lahza hâb u râhat istersem (Şeref Hanım G. 117/4) Âşığın uykusuzluğuna neden olan pek çok duygu vardır. Bazen zıt olarak görünse de bu karşıtlar, âşığın karamsar ve ikilem içindeki ruh hâlini yansıtmaktadır. Firkat acısı, âşığın uykusuzluğuna neden olur Sevgilinin âşığından ayrılıp gitmesi, âşığın uykusuzluğuna sebep olur: Çıkdı gitdi gözümüzden bu kadar müddetdür Ayrılup yâr gideli girmedi hîç dîdeme hâb (Rezmî G. 39/2) Âşığın gözüne sevgiliden ayrı olduğu için gam döşeğinde uyku girmemekte ve âşık, sabahlara kadar döne döne inlemektedir: Pister-i gamda gözüm giceler uyhu görmez İderin subha degin nâleleri döne döne (Bâkî G. 464/3) Sevgilinin hayâli bile âşığa uykuyu unutturur ve âşık, bu düşünceyle uykusuz olduğu için gece yıldızları sayar: Encüm-şümârdır heme şeb fikr-i hâl ile Yârin hayâli çeşmime hâbı unutdurur (Hâzık G. 89/3) 85

91 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Ayrılık üzüntüsü açlığa, susuzluğa ve uykusuzluğa sebep olur ve bazen âşık bu durumdan kurtulmak için Allah tan yardım diler: Susuz aç uykusuz dil-ber beni yakar gam-ı hicrin Girem Beytü l-harâm içre kılam tâ secde bâbından (Nesimî G. 332/6) olur: Vuslat arzusu âşığı uyutmaz Bazen sevgiliye kavuşmayı hayâl etme bile âşığın uykusuzluğuna sebep Bir şeb visâl-i yâri getürdüm hayâlüme Ol gice subha dek gözüme hâb gelmedi (Nev î-zâde Atayî G. 254/3) Şeyh Gâlib uyumaz redifli gazelinde gönül ve can gözünün kavuşma müjdesiyle uyumadığını söyler: Müjde-i vuslat ile çeşm-i dil ü cân uyumaz Hâhiş-i îd ile etfâl-i sebak-hân uyumaz (Ş. Gâlib G. 116/1) Sevgiliyi başkasıyla düşünmek âşığı uyutmaz Klasik şiirde rakip âşığın en büyük düşmanıdır. Sevgili rakiple beraber olur, ona sevgi gösterirken âşığa eziyet eder. Bu durum âşığın huzursuzluğuna, uykusuzluğuna neden olur. Aşağıdaki beyitte âşık, kendisini muhabbet sırlarının hazinesini bekleyen bir bekçi olarak görür ve ona zarar verecek olan rakibi düşünmekten gözüne uyku girmez: Hâb görmez çeşmimiz endîşe-i ağyârdan Pâs-bânız genc-i esrâr-i mahabbet bekleriz (Fuzûlî G. 123/4) Âşık, rakibin (sevgiliye yakınlaşma) korkusundan dolayı gözyaşı dökmekte, su uyusa da düşman uyusa da ayrılık hastası olan âşığın gözlerine uyku girmemektedir: Dîdesi havf-ı rakîb ile olup eşk-efşân Su uyur düşman uyur haste-i hicrân uyumaz (Ş. Gâlib G. 116/5) Sevgiliyi düşünmek âşığı uyutmaz Âşık, sevgilinin hayâlini rüyada görmek istese bile onun ayrılığının üzüntüsü uykusuzluğa sebep olduğu için onu rüyada görmek bile artık hayâl olmuştur: Veh ne mümkin hâbda görmek hayâl-i hüsnüni 86

92 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): K'oldı hecründe hayâl ey meh gözüme hâb da (Helâkî G.133/4) Sevgilinin saçının hayâli bile âşığın uykusuzluğuna sebep olmaktadır: Fikr-i zülfün ile uçdı bu dil ü cân uyhusı Gelmese olmaz aceb hâl-i perişân uyhusı (Mesîhî G. 265/1) Sevgilinin bizzat kendisiyle görüşmek değil hayâliyle bile hasret gidermeye çalışmak âşığı deli divane ettiğinden âşık, uykuya hasrettir: Dîvâne-sıfat hasret olur hâb-ı huzura Dil olsa hayâlinle eğer hem-dem-i hasret (Nedîm G. 12/3) Nazlanma anlamına da gelen istiğnanın uykuya benzetildiği aşağıdaki beyitte Nev î, sevgilisinin istiğna uykusunda olduğunu, kendisinin ise uykusuz olduğunu söyleyerek sevgiliden merhamet istemektedir: Hâb-ı istiğnada bî-pervâ yatup sen her gice Dîde bîdâr olmasun lutf eyle sultânum benüm (Nev î G. 312/3) Uyku, âşık için bazen huzur vesilesidir Âşık için uyuma eylemini gerçekleştirirken ortamın rahat olması bazen hiç de önemli değildir. Uyumaya engel olacak bazı unsurlar bile sevgiliye kavuşma ve âşığın sadakatini ortaya koyma adına güzel görülür. Âşık, bazen kendisi için büyük kıymet ifade eden uykuyu şuurlu bir şekilde ister; aslında bunun temelinde uyku vesilesiyle rüya âlemine dalma özlemi vardır çünkü rüyalar, var olmanın acımasızlığını, akılcı davranışı ve sıradanlığı yok ettiğinden şairler ve yazarlar gerçek dünyanın kısıtlamalarından kurtulmak ve hayâli dünyalar yaratmak için rüyaları kullanmışlardır. Rüya sanatçı için umudun, dileğin, özlemin, olması istenen şeyin hayâlidir (Akarsu, 2010: 141). Âşık, Uykuda sevgiliye kavuşma hayâli olmasa uyku, kıyamete kadar gözümüze haram olur. diyerek uykuyu sevgiliye kavuşmak için bir vesile olarak görmektedir: Hâbda olmasa ümmîd-i visâlün ey şûh Haşre dek olur idi dîdemüze hâb harâm (Vecdî G. 41/2) Âşık, sevgiliye hiç olmazsa rüyada kavuşmak arzusunda olduğu için onun bütün gecesi bu hülyalarla geçmiştir: Vaslına hâbda vâsıl olabilsem diyerek 87

93 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Geçdi hulyâ ile evkât u zamânım bu gice (Şeref Hanım G. 196/2) Sevgili, gül renkli yastıklarda ve altın işlemeli döşeklerde uyurken âşığa kana bulaşmış taş yastık ve hasır döşek düşmüştür ancak âşık yeter fiilini kullanarak bu durumdan şikâyetçi olmadığını gösterir: Sana gül-gûn bâliş ü zer-beft pister âşığa Seng-i hûn-âlûd bâlîn bûriyâ pister yeter (Âhî G. 35/4) Sevgilinin gül yanağı ve lal gibi kırmızı dudaklarının hayâliyle âşıklara diken ve çalı bile yastık, döşek gibi olur: Gül-i ruhsârı vü la l-i lebi fikriyle dil-dârun Olur erbâb-ı ışka hâr u hârâ bâliş ü pister (Azmizâde Hâletî G. 224/2) Sevgilinin eşiği bile bazen dünyanın kederlerinden kurtulup rahat bir şekilde uyumak için bir yastık olarak görülür: Âsûde-dil olmaga cihânun eleminden Olmaz işigün gibi bana bâliş-i râhat (Azmizâde Hâletî G. 16/3) Bazen âşığın uyuma ümidi hayâl olduğundan sevgiliyi düşte bile görmesi imkânsız olur: Ümmîd-i hâb âşıka olmaz hayâl imiş Bî-çâre yâri düşde de görmek muhâl imiş (Ş. Yahyâ G. 160/1) Âşık, sevgilinin yasemin kokulu saçını rüyada görmek ümidiyle uykuya dalsa da bazen bu boş sevda yüzünden kötü düşler görür: Hâba varsam heves-i zülf-i semensâlar ile Kara düşler görürem bu kurı sevdalar ile (Amrî G. 108/1) Sevgilinin lütuf kucağında rahat eden âşık, kıyamete kadar bu mutluluk uykusundan uyanmak istemez: 434aÜaHâb-ı safâdan açmaya tâ haşr çeşmini Râhatgeh ola ana ki âgûş-ı lutf-ı yâr (Vahyî G. 48/3) Sevgilinin taş eşiğine uyumak için başını koyan âşığın hâli, gül bahçesinde altın işlemeli yastığa yaslanmış şekilde tasavvur edilir: Şu kim taş işigüne baş koyup rûhın revân itdi Uyur gülşende san bir bâliş-i zer-kâra yadsanmış (Vecdî G. 155/4) 88

94 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Hasret derdiyle gözüne uyku girmeyen âşık, sevgiliyi düşte görebilme ümidi taşımaktadır: Yârı ol vech ile seyrin eyler idük düşde biz Gelse idi derd-i hasretden eger çeşmüme hâb (Rezmî G. 49/3) Âşık, sevgiliyi düşünde görmeyi hayâl ettiğinden bu defa uyuyamamakta, sevgiliyi görme hayâli de hayâl olmaktadır: Kıldum heves hayâlüni düşümde görmege Çün uyhu yoh hayâldur irmek hayâlüne (Ahmedî G. 547/6) II. Âşık-Sevgili İlişkisinde Baht ve Uyku Klasik şiirde kaderle (baht, tâlih, tâli, alın yazısı) ilgili inançlar ve bazı telakkiler yansıtılırken bakış açısının genellikle olumsuz olduğu görülür. Âşık, başına gelmiş ya da gelebilecek olan her türlü kötü durumdan dolayı kaderden şikâyet eder. Uyku ile bahtın ilişkilendirildiği beyitlerde çağrışımların olumsuz olduğu görülür. Uyuma eyleminde bir bilinmezlik, hareketsizlik, ölüme benzeme söz konusu olduğu için bahtının kendilerine gülmediğini somutlamak isteyen şairler, genellikle kişileştirme sanatından yararlanarak uykunun çağrışım gücünden yararlanmışlardır. Fuzûlî, uyanmaz mı redifli gazelinde ayrılık gecesinde canının yandığını, ağlayan gözlerinden kanlar aktığını, inlemelerinin bütün halkı uyandırdığını ancak kara bahtının bir türlü uyanmadığını (yüzüne gülmek) sitemli bir şekilde dile getirir: Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı (Fuzûlî G. 264/4) Aşağıdaki beyitte âşık, bahtının kötülüğünü olumsuzluğu çağrıştıran siyah sıfatıyla ifade ederken bahtı kişileştirir ve kıyamet kopsa da bahtının uykudan uyanmayacağını söyler: Başına kopsa kıyâmet dahi bîdâr olmaz Ayniyâ baht-ı siyâhım ebedî hâbdadır (Antepli Aynî G. 62/5) Bâkî, kara bahtının gaflet uykusundayken feryat ve figanlarının halkı uykusuz bıraktığını yine kişileştirme sanatını kullanarak dile getirir: Hâb-ı gafletde yatur baht-ı siyâhum ammâ 89

95 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Giceler âlemi bî-dâr iden efgânumdur (Bâkî G. 118/2) Âşığın bahtı da sevgilinin naz sarhoşluğundan dolayı uyuyan yan bakışları gibi uyanmamakta; talih, aşk derdinden hasta ve uykusuz olan âşığın yüzüne gülmemektedir: Çünkü her bimâr olan bî-hâb olur ey mest-i nâz Gamzenin bahtım gibi n için uyanmaz uykusı (Ahmed Paşa 348/2) Âşık, kaderinin kendi yüzüne gülmeyeceğinden o kadar emindir ki Mesîhî bu psikolojiyi şöyle ifade eder: Ney gibi kıyamete kadar ağlayıp inlesem de uykuda olan bahtımı uyaramam. : Ney gibi ger tâ kıyâmet nâle vü zâr eyleyem Sezmezem kim baht-ı hâb-âlûdı bîdâr eyleyem (Mesîhî G. 166/1) Bu tersine dönmüş bahtım uykudan uyanır bir gün, bu devlet (baht) hep böyle sarhoş kalmaz uyanır bir gün. şeklinde dillendirilen söylemde âşığın baht noktasında bazen umudunu yitirmediği de görülür: Bu baht-ı ser-nigûnum hâbdan bîdâr olur bir gün Bu devlet böyle kalmaz mest iken hüşyâr olur bir gün (Nev î G. 365/1) Bahtla uyku arasında ilişki kurulduğunda bu genellikle kişileştirme sanatı yoluyla yapılır. Aşağıdaki beyitte insana ait bazı özelliklerin -kulak, duyma, uyuma- baht için kullanıldığı görülür. Bahtı, o denli uyumuş kimseler vardır ki onların bahtı ancak İsrafil Sûr a üflediği zaman uyanır: Gunûde bahtum uyanmaz kulagına çalsa Derâ-yı çarhı Sirâfîl sûrdan gayrı (Emrî G. 569/2) Bahtın çoğu zaman âşığın arzularının gerçekleşmesini engelleyen bir rakip gibi görüldüğü ve âşığın şikâyetlerine, serzenişlerine maruz kaldığı görülür. Âşık, ay yüzlü sevgilisini kucağına alamadığı için gam uykusunda yatan ve kendisine yardım etmeyen bahtı suçlar: 90

96 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Ol mehi çokdan çekerdük Rezmîyâ âgûşa biz Bahtumuz yâver olup ger hâb-ı gamda yatmasa (Rezmî G. 423/5) Ancak bu kara bahtın uykulu sarhoş gözünü açacak sevgilinin merhamet edici bakışıdır: Dîde-i mest-i hâb-ı baht-ı siyâh Nigeh-i lutf-ı yâr ile açılur (Vahyî G. 78/3) Âşık, göğsündeki okların yarasını görüp kendisine acıyan sevgilinin bu davranışını bahtının uykudan uyanmasına bağlar: Bana rahm itdün görüp sînemde tîrün zahmını Dîde-i bahtum benüm gûyâ uyandı hâbdan (Vasfî G. 54/2) III. DİNÎ-TASAVVUFÎ BAĞLAMDA UYKU Dünya Hayatı ve Uyku Tasavvufî düşüncede dünya insanı Allah tan uzaklaştıran ve gaflete düşüren her şey olarak ifade edilir (Uludağ, 1999: 155). Tasavvufta dünya söz konusu edildiğinde onun ahirete nazaran daha az kıymet ifade ettiği söylenebilir. Nitekim Kuran-ı Kerîm de dünyanın aldatıcı bir geçinme 3 oyun ve oyalanmadan ibaret 4 olduğu söylenmektedir. Tasavvufun Kuran temelli dünya algısında doğrudan doğruya kötülenen dünya nın kendisi değildir. Nitekim buradaki dünya kavramının coğrafî değil ahlâkî nitelik taşıyan bir kavram olduğu unutulmamalıdır. Klasik şiirde gerek mutasavvıf şairler gerekse şiirlerinde dünya ile ilgili bazı gerçekleri tasavvufi unsurları kullanarak ya da kullanmadan dile getiren şairlerin dünya-uyku ilişkilendirmesi aşağı yukarı aynı bakış açısıyla yapılmıştır. Dünya zenginliğinin, makamın, şöhretin hep geçici olduğuna vurgu yapılmış, çoğu zaman dünya hayatı çabuk geçtiği için uykuya benzetilmiştir. Yine Kuran da: Şüphesiz Allah a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdikleri şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi. Geceleri pek az uyurlardı, seherlerde bağışlanma dilerlerdi. 5 şeklinde ifade edilen İlâhî hitabı idrak eden bazı şairlerimiz fazla uykuyu gaflet, yani insanın Allah tan 3 Âl-i İmrân, 3/ Muhammed, 47/36. 5 Zâriyât 51/

97 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): uzaklaşmasına sebep olacak bir unsur olarak görmüşler ve az uyumayı tavsiye etmişlerdir. Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamberimiz: Bütün İnsanlar, uykudadır ancak öldüklerinde bu uykudan uyanırlar. 6 diyerek gerçek zannedilen dünya hayatının uyku gibi olduğuna dikkat çekmiştir. Hayat, gaflet uykusunda geçen bir hayâl gibi olduğundan dünya mutluluğunun ömrü geçicidir ve dünya mutluluğunu kıskanmak yersizdir: Reşk itme ömr-i devlet-i dünyâya Bâkiyâ Kim hâb-ı gaflet içre hemân bir hayâldür (Bâkî G. 96/59) Aşağıdaki beyitte Nuh Peygamber in çok uzun yaşamasına telmihte bulunan şair, dünyada ayların yılların geçişini ırmağın akışına benzetir. İnsan, Nuh Peygamber kadar yaşasa da hayat, uykudaki rüya gibidir: Meh ü sâlin güzerân cûşiş-i seyl-âb gibi Ömr-i Nûh olsa gelir vâkı a-i hâb gibi (Hâzık G. 212/1) Allah ın rızasını kazanmayı gaye edinen bu doğrultuda iki cihan mutluluğunu da gözden çıkaran gönül erlerine göre dünyanın zevk ve eğlencesi uykudaki rüya gibidir: Demiş iki cihânı terk eyleyen erenler Zevk u safâsı dehrin bir seyr-i hâba benzer (Hayâlî G. 92/4)) Seyyid Nesimî, gaflet uykusuna dalan âşığın, Cemşid in kadehini kaybettiğini, yani İlâhî aşk şarabını içmekten mahrum kaldığını söyleyerek uykunun insana bir şey kazandırmayacağını söyler: İtirdin câm-ı Cemşîdi uyan uykudan ey gâfil Ne buldun uykudan göster ne kıldın uykudan hâsıl (Nesimî G. 225/1) Fuzûlî ye göre dünya hayatı doğrudan doğruya gaflet uykusu gibidir; insan gayretle çalışarak kalbini uyanık tutmalıdır, yani gönül uyumamalıdır: Dâr-i dünyânı gönül cehd kılıp terk edegör Hâb-ı gaflette iken özünü bîdâr eyle (Fuzûlî G. 249 /5) 6 Aclûni, Keşfü l-hafâ C. 2, s

98 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Büyük mutasavvıf şair Niyazî-i Mısrî ye göre seher vakitlerinde insan uyanmalı, gözyaşı döküp Allah a yalvarmalıdır: Uyan gafletden ey nâ im Hak a yalvar seherlerde Döküp acı yaşı dâ im Hak a yalvar seherlerde (Niyazî-i Mısrî G. 154/1) Bâkî, seher vakitlerinde insanın nasıl davranması gerektiğini çok açık bir şekilde dile getirir: Can gözü rahat uykusundan sabah erkenden kalkıp çemen bülbülleriyle Allah ı zikretmelidir. : Uyandur çeşm-i cânı hâb-ı râhatdan seher-hîz ol Çemen bülbülleriyle subh-dem zikr eyle Mevlâ yı (Bâkî G. 15/2) Yaşlılıktaki gaflet uykusu nasıl ki insanın hâlini perişan ederse sabahın feyzinin tecellisinden istifade etmeye de uyku engel olur: Salâh-ı hâli mahv eyler dem-i pîrîdeki gaflet Tecellî-i füyûzât-ı sabâha hâb olur mâni (Antepli Aynî G. 107/4) Uyumak ile muradına eren hiç görülmüş müdür? Düşünen bir kalp, bu uykudan vazgeçmelidir: Gördün mi ki uyumak ile kim irdi murâda Fikr eyle dilâ bî-hûde bes bu nice hâbdır (Nigârî G. 183/3) Ashab-ı Kehf in uykusu Kuran da mağara arkadaşları anlamına gelen Ashâb-ı Kehf in uykusundan bahsedilen Kehf Sûresi nde 7 içerik ve özellik açısından normal uyku olarak anlatılan fakat süre olarak doğa koşullarının dışına çıkan bir uyku olayından bahsedilir. Süresinin tam olarak verilmediği, fakat uzun yıllar sürdüğü aktarılan bu uyku, ölüp de sonradan dirilme olayı da değildir. İnsanlar normal doğa koşulları gereği günün belli zaman dilimlerinde uyur ve uyanırlar. Bu süreç periyodik bir şekilde devam eder gider ancak Kuran da uyku formunda olmakla birlikte normalde insanların tecrübe etmediği türden süre olarak çok uzun süre uyuyan insanlardan söz edilir (Kasapoğlu, 2004: 69). Klasik şiirimizde mağarada uzunca bir süre uyuyan Ashâb-ı Kehf in uykusunun bazen çeşitli telakkilerle konu edildiği görülür. Kuran da tam olarak ne kadar sürdüğü belirtilmeyen ancak bazı rivayetlere göre üç yüz dokuz yıl 7 Kuran da 18. Sûre 93

99 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): sürdüğü söylenen bu uyku, daha çok uzun sürmesi dolayısıyla şiirlerde ele alınır: Yetüp üç yüz tokuz yıl gâr içinde Dirilüp uyanup andan turaydun (Karamanlı Aynî G. 298/4) Âşık, bazen kendi durumunu Ashâb-ı Kehf le kıyaslayarak ortaya koymaya çalışır. Ayrılık acısını abartılı bir şekilde dile getirmek isteyen şair, ayrılık mağarasında kendisinin binlerce yıl yattığını Ashâb-ı Kehf in ise kısa bir süre yattığını söyler: Ben gar-ı hecrde niçe bin sâl yatdugum Ashâb-ı Kehf işideli bir pâre yatdılar (Sun î G. 29/2) Sevgilinin çene çukurunun mağaraya benzetildiği aşağıdaki beyitte âşık, sevgilinin çene çukuru mağarasında bela çeken gönüller varken Ashâb-ı Kehf kıssasının okunmasının garip olduğunu söyler: Senün gâr-ı zenahdânundaki diller belâ-keşdür Okunmak kıssa-i Ashâb-ı Kehf ammâ acâibdür (Hasan Ziyaî G. 91/4) Aşağıdaki beyitte Azmizâde Haletî, bulunduğu mekânı mağaraya benzetir ve bu mağaranın özelliklerini Ashab-ı Kehf in duyması hâlinde kıskançlık uykusundan akıllarını kaybedeceğini söyler: Bu gârun eylese Ashâb-ı Kehf vasfını gûş Olurdı her birisi hâb-ı reşkden bî-hûş (Azmizâde Haletî Müfredat 211) Klasik şiirde sevgili kutsallaştırıldığı için onun özellikleri anlatılırken benzetmelerde sınır tanınmadığı görülür: Aşağıdaki beyitte âşık, tarihçilerin Ashâb-ı Kehf olarak bahsettikleri kişilerin aslında sevgilinin çene çukurunda uykuya dalan âşıklar olduğunu tecahül-i arif yaparak ortaya koyar: Aceb Ashâb-ı Kehf andukları ehl-i tevârîhün Zenahdânunda hâb-ı râhata varan gönüller mi (Hasan Ziyaî G. 473/3) SONUÇ İnsan hayatının vazgeçilmezlerinin başında gelen uyku, bedensel ve ruhsal yönden bireyin dengesini sağlayan bir etkinliktir. Uyku bedenin ve bilincin dinlenmesini sağlar. Sürekli ve belirli aralıklarla tekrarlanan uyku bedenin enerji toplamasına vesile olur. Uyku esnasında bireyin algı etkinliği 94

100 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): zayıfladığı için geçici olarak bir faaliyetsizlik, tepkisizlik hâli ortaya çıkar. İnsanın günlük hayatta yaşadığı bazı sorunlar, olumsuzluklar sonucu ortaya çıkan uykusuzluk hâli ise bireyde gerginliğe ve huzursuzluğa neden olur. Uykunun önemine psikolojik yönden dikkat çekilmesi, dini boyutta Kuran da uykuyla ilgili ayetler bulunması, tasavvufta uykuyla ilgili çeşitli düşüncelerin ortaya konması konunun ehemmiyetini göstermektedir. İnsan hayatının neredeyse üçte birinin uykuda geçtiği düşünülürse edebî eserleri ortaya koyan sanatçıların da uyku ve uykuyla ilgili kavramlara, davranışlara eserlerinde yer vermesi son derece doğaldır. Âşık-sevgili ilişkisinin yoğun bir şekilde işlendiği, sevgiliye yönelik bütün güzellik unsurlarının ve davranışların en ince ayrıntısına kadar dilendirildiği klasik şiirde doğal bir ihtiyaç olan uykuyla ilgili de çeşitli imajlar geliştirilmiş, bu faaliyete çeşitli anlam yüklemeleri yapılarak uyku kavramının çağrışım zenginliği artırılmıştır. Uykunun sevgili için ayrı, âşık için ayrı anlamlar ifade ettiği tespit edilmiştir. Âşık, kendisiyle ilgilenmeyen, yüzüne bakmaya tenezzül etmeyen sevgilinin davranışlarını uykuyla özdeşleştirir çünkü uyku esnasında bireyin çevreyle ilişkisi kesildiği için sevgilinin nazı, işvesi, ilgisizliği çoğu zaman dolaylı anlatımlarla uykuya benzetilir. Sevgili, bazen göstermelik uykularla uyanıkken sergilediği davranışları ortaya koyabilir. Sevgilinin uyuması, âşık için sevgili uyanıkken yapamadığı birçok şeyi yapmada bir fırsata dönüşür. Sevgili, âşık için en değerli varlık olduğundan âşığın sevgilinin uykusuna zarar verecek davranışlardan kaçındığı görülür. Âşığın hassasiyetine rağmen sevgili, pek de olumlu davranışlar sergilemez. Sevgilinin bazı hâlleri, aşırı derecede güzel olması, âşığın sevgiliden ayrı olması, âşığın ona kavuşmayı hayâl etmesi, sürekli onu özlemesi, onu beklemesi, sevgilinin rakiplere iltifat etmesi, ilgisizliği âşığın uykusuzluğuna sebep olur. Âşık bu durumdan bazen şikâyetçi olur bazen de uykusuzluğu bile bir nimet olarak görür. Âşık-sevgili ilişkisinde çoğu zaman bahtın uykuyla ilişkilendirildiği görülür. Uyuma eyleminde bir bilinmezlik, hareketsizlik, ölüme benzeme söz konusu olduğu için bahtının kendilerine gülmediğini vurgulamak isteyen şairler, genellikle kişileştirme sanatından yararlanarak uykunun çağrışım gücünden yararlanmışlardır. Dinî-tasavvufî bağlamda dünya hayatı genellikle uykuyla özdeşleştirilir. Zenginliğin, makamın, şöhretin hep geçici olduğuna vurgu yapılarak çoğu zaman dünya hayatı, çabuk geçtiği için uykuya benzetilir. Aşırı uyku ibadete, Allah ı zikretmeye engel görüldüğünden hoş karşılanmaz. 95

101 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Kuran da bahsi geçen Ashâb-ı Kehf, uzun uykuları dolayısıyla şiirlerde söz konusu edilir. KAYNAKLAR Aclûnî, (1988), Keşfü l-hafâ, Beyrut. Âhî Divanı, (Haz: Mustafa Kaçalin, Ali Tanyeri), Metin Bankası. 8 Akarsu, P. (2010), Sürrealizm ve Rüya Marmara Ünv. Güzel Sanatlar Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul. Akdoğan, Y. (1979), Ahmedî Divanı ve Dil Hususiyetleri (İstanbul Ünv. Doktora Tezi), Metin Bankası. Aksan, D. (1999), Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, 3. Baskı, Ankara: Engin Yayınevi. Akyüz, K.; Beken, S. vd., (1990), Fuzûlî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları Amrî Divanı, Metin Bankası. Antepli Aynî Divanı, (Haz: Mehmet Arslan), Metin Bankası. Ayan, H. (1990), Nesimî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları. Azmizâde Haletî Divanı, (Haz. Bayram Ali Kaya), Metin Bankası. Bilgin, A. (2004), Nigârî Divanı, Metin Bankası. Budak, S. (2000), Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Ceylan, Ö. (1994), Âsaf Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı nın Transkripsiyonlu Metni, (Trakya Ünv. Yüksek Lisans Tezi), Metin Bankası. Çavuşoğlu, M. (1980), Vasfî Divan Tenkitli Basım, (İstanbul Ünv. Edebiyat Fak.), Metin Bankası. Çavuşoğlu, M. (1982), Helâk Divanı, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Yayınları. Devellioğlu, F. ( 1990), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, 4.Baskı, Ankara. Emrî Divanı, (Haz: Yekta Saraç), Metin Bankası. Eraydın, S. (2011), Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: M. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları. Erdoğan, K. (2008), Niyâzî-i Mısrî Divânı, Ankara: Akçağ Yayınları. Erkuş, A. (1994), Psikolojik Terimler Sözlüğü, Ankara: Doruk Yayınları. 8 Metin Bankası ibaresi bulunan divanlar, aşağıda belirtilen adresten temin edilerek taranmıştır. Metin Bankası (ET: 16/06/2013), 96

102 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Evginer, N. (2010), Psikolojik ve Dinî Bir Fenomen Olarak Rüya, Selçuk Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya. Güfta, H. (1992), Hâzık Mehmet Efendi nin Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Eserleri ve Divanı nın Tenkitli Metni (Atatürk Ünv. Yüksek Lisans Tezi), Metin Bankası. Hasan Ziyâi Divanı, (Haz. Müberra Gürdengereli), Metin Bankası. Kâmî Divanı, (Haz: Ali Yıldırım), Metin Bankası. Karaköse, S. (1994), Nevîzâde Atâyî Divanı Kısmî Tahlil-Metin İnönü Ünv.Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Doktora Tezi), Malatya: Metin Bankası. Kasapoğlu, A. (2004), Kuran ın Amaçları Açısından Uyku Hakkında Bir Değerlendirme,KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.4, s Kavruk, H. (2001), Şeyhülsilâm Yahyâ Divânı, Ankara: MEB Yayınları. Kılıç, A. (1994), Ahmed Neylî Divanı, (Ege Ünv. Doktora Tezi), Metin Bankası. Koç, N. İ. (2003), XVII. Yüzyıl Divan Şairi Nehcî: Hayatı, Eseri, Edebî Kişiliği ve Divanı nın Tenkitli Metni (Gazi Ünv. Yüksek Lisans Tezi), Metin Bankası. Komisyon, (2000), Örnekleriyle Türkçe Sözlük, İstanbul: MEB Yayınları. Kuran-ı Kerîm Meâli (2008), Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Kurnaz, C. (2010), Vuslat Yolculuğu,Turkish Studies International Periodical For the Langauges, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/3 Summer. Kutlar, F. S. (2004), Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî Divan, Metin Bankası. Küçük, S. (1994), Bâkî Divanı Tenkitli Basım, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Macit, M. (1997), Nedîm Divanı, Ankara Akçağ Yayınları. Mengi, M. (1995), Mesîhî Divanı, Ankara: AKM Yayınları. Mermer, A. (1997), Karamanlı Aynî ve Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları Mermer, A. (2002), XVII. Yüzyıl Divan Şairi Vecdî ve Divançesi, Ankara: MEB Yayınları. Okçu, N. (1993), Şehy Gâlib Divanı, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Pala, İ. (1989), Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, 2. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara. Parlatır, İ. (2011), Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, 3.Baskı, Yargı Yayınevi, Ankara. 97

103 Özerol, N. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Rezmî Divanı, (Haz: Mehmet Gürbüz), Metin Bankası. Şenel, F. (2005), Yeni Ufuklara Uyku ve Rüya, Bilim ve Teknik. Şeref Hanım Divanı, (Haz: Mehmet Arslan), Metin Bankası. Tarlan, A. N. (1992), Hayâlî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları. Tarlan, A. N. (1992), Ahmed Paşa Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları. Tulum, M.; Tanyeri, A. (1977), Nev î Divanı, Metin Bankası. Uludağ, S. (1999), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Maârifet Yayınları. Vahyî Divanı, (Haz: Hakan Taş), Metin Bankası. Yakar, H. İ. (2002), Gelibolulu Sun î Divanı ve Tahlili (İstanbul Ünv. Doktora Tezi) Metin Bankası. 98

104 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Hâce Muhammed Lütfî nin (Alvarlı Efe) Şiirlerinde Cemâl Müşahedesinin Yansımaları 1 M. Mustafa Çakmaklıoğlu 2 Özet Bu makalede, Hâce Muhammed Lütfî nin Hulâsâtu l-hakâyık isimli Divân ında yüce Allah ın insana ve âleme yakınlığını ve merhametini ifade eden cemâl tecellilerini yansıtan şiirlerini incelemeye çalıştık. Diğer taraftan Muhammed Lütfî nin, bu tür tecellileri, insan üzerindeki tesirlerini ve bunlara erişmek için yapılması gerekenleri ifade ederken şiirlerinde kullandığı sembollere değinmeye çalıştık. Alvarlı Efe, gerek yoğun sûfiyane tecrübe esnasında, gerekse başta insan olmak üzere, âlemdeki tüm güzellikleri müşahede etmekten elde edilen söz konusu bu estetik tecrübeyi aşk, eşsiz güzellikteki dilber, şarap, kadeh ve meyhane gibi farklı birçok edebî sembolle ifade etmeye çalışır. Alvarlı şiirlerinde, İlk etapta beşerî güzelliği ve aşkı çağrıştıran tüm bu sembolleri, birçok dînî ve tasavvufî kavramla birlikte vermek sûretiyle, bu şiirlerinde gerçek, ezelî, ilâhî aşk ve güzelliği kastettiğini hissettirir. Aşk. Anahtar Kelimeler: Tenzih, Teşbih, Tecellî, İlâhî Cemâl, Müşahede, İlâhî The Reflections of The Contemplation of The Absolute Divine Beauty (Camâl-i Ilâhî) in Hâcah Muhammad Lutfi s Poems Abstract In this essay, we made an attempt at dwelling on the reflections of the disclosure of the Absolute Divine Beauty that expresses the proximity and the mercy of Allah to universe and human being, in Hâcah Muhammad Lutfî s Diwân entitled Hulâsât al-haqâyıq. On the other hand, we attempted to address the symbols used by Muhammad Lutfî in his poems while he is expressing the such divine-disclosures, its effects on human beings and what requires to access them. Muhammad Lutfî tries to express this aesthetic experience that derived from intense mystical experience and during the observation of all beauties of the universe, especially of human being, through a large number of different symbols such as love, uniquely beautiful woman, wine, glass and pub. Muhammad Lutfî, by giving all these symbols 1 Bu makale, Nisan 2013 tarihleri arasında Erzurum da düzenlenen Uluslararası Hâce Muhammed Lutfî (Alvarlı Efe) Sempozyumu nda sunulan tebliğin gözden geçirilip genişletilerek makaleye dönüştürülmüş halidir. 2 Doç. Dr. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, mcakmaklioglu@erciyes.edu.tr 99

105 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): that evokes the beauty and love of human being in the first place along with many religious and mystical concepts, make us feel that he is actually referring to the real, eternal divine love and beauty in his poems. Key Words: Transcending, Similarity, The Self-Disclosure, Absolute Divine Beauty (Camâl-i Ilâhî), Contemplation, Divine Love. Giriş İslam ın tevhid ve ulûhiyet anlayışında, yüce Allah ın âlemden, her türlü eksiklikten beri ve yüce oluşunu, her türlü kayıttan uzak olarak bilinemezliğini ve karşılaştırılamazlığını ifade eden tenzih anlayışı sûfiler de dâhil genel olarak bütün Müslümanların ittifak ettikleri bir husustur. Kelam âlimlerinin ısrarla vurgu yaptığı bu ilkeyi sûfiler, ihtiva ettiği hakikatten aslâ taviz vermeden, yüce Allah ın her yerde hazır ve nazır oluşunu, âleme ve insana yakınlığını ifade eden teşbih anlayışı ile birlikte mütalaa etmişlerdir. Bu anlayış çerçevesinde sûfîler, yüce Allah ın, her hangi bir yaratılmışa benzemek anlamına teşbihten münezzeh olduğu gibi mutlak ya da aklî tenzihten de münezzeh olduğunu dile getirirler. (Bk., İbn Arabî, ts.: 40; 1999: IV/51, 168, 169; 1946: 68-70) Buna göre, hakikatin sadece bir vechesine mutlak anlamda yönelmek sûretiyle oluşturulan ulûhiyet anlayışı, yüce Allah ı başka bir cihetten kayıtlandırmaktan ibarettir ve insanı, salt soyut, sıfatları açısından keyfiyetsiz, bu itibarla da İslam ın Zâtî Tanrı anlayışına halel getirebilecek bir Tanrı tasavvuruna götürür.(sûfilerin tenzih-teşbih anlayışlarının detayları hakkında bk. Çakmaklıoğlu, 2007: 438 vd.) Sûfiler, kelam metodolojisi içerisinde sıkça vurgulanan tenzih ilkesini eksik ve salt rasyonel kanıtlamaya dayalı oluşu cihetinden de kusurlu bularak eserlerinde, özellikle de şiirlerinde yüce Allah ın tecellileriyle sürekli yüz yüze olduğumuz gerçeğini adeta haykırırlar. Bir diğer ifadeyle sûfiler, ulûhiyet tasavvuru noktasında insanı Allah'tan uzaklaştıran, aslî kaynağıyla irtibatını kopartan bir yaklaşım sergilemezler. Aksine, tasavvufî düşüncede Allah-insan ilişkisi kurbiyet, aşk, rahmet, ünsiyet ve ihsan merkezlidir. Öyle ki bu aslî yakınlık ve cemâlî yön insanın başta dini yönelişleri olmak üzere hislerine, düşüncelerine ve yapıp etmelerine sirayet eder, onlara estetik bir yön ve dinamizm katar. Tasavvufî gelenekte, yüce Allah ın sonsuz güzellik ve mükemmellikteki sıfatları, bir birinden kesin çizgilerle ayrıştırılmaksızın celâl 100

106 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): ve cemâl olmak üzere iki kategoride mütâlaa edilir. Celâl ve azamet sıfatları O nun bizden ve âlemden müteâl oluşunu ifade ederken cemâl sıfatları, daha açık ifadeyle yüce Allah ın sonsuz güzelliğini, rahmet ve şefkatini ifade eden sıfatları ise O nun bize çok yakın olduğunu haber verir. Bu hakikat, genel olarak güzel ve sevimli olanın çekiciliğiyle ilişkilendirilir. Gerçek ve mutlak anlamda güzel olan sadece yüce Allah olduğu için bizi hakkıyla çeken ve Kendisine bağlayan da O dur.(koç, 2008: 55) Rûhânî tahakkukunu gerçekleştirmek sûretiyle gerek bütünüyle âlemde, gerekse kendi iç dünyasının derinliklerinde bu karşı konulmaz cazibeye kapılarak söz konusu bu yakınlığın farkına varan kâmil bir veli, Hak Teâlâ'nın tecellilerini müşahede eder ve bunun yansımaları onun hayatında, davranışlarında ve sözlerinde açıkça görülür. Yüce Allah ın Mutlaklık vasfı tüm kemâl niteliklerin aslî ve en mükemmel manada sadece O na ait olduğu anlamına gelir. Bu itibarla O, Mutlak Vücûd, İzzet ve Azametin olduğu kadar Mutlak İyilik, Cemâl, Hüsn ve Rahmetin de sahibidir. Maddi müşahede âleminde gördüğümüz her türlü güzellik ise Mutlak Vücûdun eşsiz cemâlinin ve kemâlinin birer yansımalarıdır. Sûfi, bu yansımaları âlemde, insanda ve bizzat kendi ruhunun derinliklerinde müşahede eder. Buna bağlı olarak tasavvufî gelenekte tüm güzellik ve kemâlât Mutlak Vücûda, tüm izâfî eksiklik, kusur ya da kötülük de zuhur yerlerine atfedilir. Bu itibarla, her estetik ve güzellik tecrübesinde Allah ın hatırlanması ve bu güzelliklerle mutlak anlamda yüce Allah arasında bir irtibat kurulması tasavvufî gelenekte olağan bir şeydir. En mücerret ve yoğun haliyle ruhlar âleminde, ilâhî huzurda bulunma ve ilâhî hitaba muhatap olma anında gerçekleşen ve insanın ruhunun derinliklerine sirayet eden cemâl müşahedesi, bu dünya hayatında da sûfinin bizzat yaşamış olduğu tasavvufî tecrübesinde ilâhî tecellileri müşahede ederken yaşanır. Diğer taraftan bu aslî, ezelî ve kuşatıcı tecrübeye göre cüzî ve izâfî olan, gündelik hayatta rastlanılan her güzellik tecrübesi, sûfîlerce bu aslî tecrübenin hatırlatıcısı ya da birer yansıması şeklinde mütalaa edilir. Kısaca, âşığın, kökleri ezelde bulunan ve maddi müşahede âleminde de dünyevî kayıtlardan kurtulduğunda yaşadığı bu tasavvufî tecrübeleri rûhânî hayat açısından önemlidir. Zira tüm bu tecrübeler sûfiye yön verir, onu halden hale sokar, kimi zaman söz söyletir, kimi zaman sükûta sevk eder. Bazen semaa, devrana kaldırır, bazen de sarhoş ederek şathiyane ifadeler söyletir. Sûfi, ruhen tecrübe etmiş olduğu bu kemâli ve cemâli ifade etme aracı doğrudan bulamadığı için bunları, diğer beşerî tecrübelerine referansla daha çok sembollerle anlatır. 101

107 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Alvarlı Efe nin şiirlerinde de bu tür müşahedeleri yansıtan çok canlı tasvirler bulmaktayız. O, söz konusu bu tecrübelerini, âşık-maşuk, eşsiz güzellikteki Sevgili, Dilber ve mey, bâde, şarap-sarhoş-meyhane metaforlarıyla çok canlı bir şekilde resmeder. (Divân daki bu tür semboller için bk., Eroğlu 2010: 409 vd., 791 vd.) Biz bu makalemizde, Alvarlı Efe nin, kurbiyyet-ünsiyyet ve cemâl tecellilerini müşahedeye ilişkin bu benzersiz şiirlerini üç boyutta tahlil etmeye çalışacağız: 1. Cemâl-i ilâhîyi ruhlar âleminde aslî ve ezelî olarak müşahede. 2. Başta insan olmak üzere âlemin belirli bir biçime bürünmüş izâfî güzelliklerinde müşahede. 3. Seyr u sülûkun farklı aşamalarında yaşanan derin tasavvufî/rûhânî tecrübeler esnasında gerçekleşen müşahede. I. Bezm-i Elest te Cemâl-i İlâhiyi Müşahede Malum olduğu üzere A raf Sûresi 172. âyette, yüce Allah ın ruhlar âleminde henüz bedene girmemiş ruhları huzurunda toplaması, onlara hitap ederek rubûbiyetini ikrar hususunda bir söz almasından bahsedilir. Allah ile ruhlar arasında vuku bulan bu mîsâk istisnasız bütün beşerî ruhların yüce Allah ın huzurunda bulunuşunu, O nun hitabını işitmelerini ve buna cevap vermelerini ifade eder. İnsanın henüz ruhlar âleminde müşahedeyle müşerref olduğunu müjdeleyen bu âyet, tasavvufî eserlerin, özellikle şiirlerin vazgeçilmez teması olmuştur. Söz konusu bu aslî tecrübe, insanın fıtratını ve aslî kulluğunu belirler. Dahası insanın, bu maddi dünyadaki tüm çaba ve gayretleri, âdetâ bu hitabı tekrar işiterek ezelde verdiği ahdi tecrübî olarak hatırlamaktan, aslî fıtrat ve kulluğuna dönmekten ibarettir. 3 Sûfilere göre bu tecrübe aslında, başta ilâhî aşk olmak üzere insanın tüm varoluşsal tecrübelerinin nüvesini oluşturur. 4 İnsanın marifet, muhabbet, tevhid, kulluk, rububiyeti idrak, cemâl-i ilâhîyi müşahede gibi tüm kazanımları aslında bu aslî tecrübede bir nüve halinde mündemiçtir. Alvarlı ya göre de muhabbet, marifet ya da müşahedenin mahalli olan gönül, ta bezm-i elestte Mevlâ nın ezelî 3 Zünnûn Mısrî, bu tecrübeyi dünyada iken de çok canlı bir şekilde yaşadığını, o ilâhî hitabın sanki hâlâ kulaklarında olduğunu söyler. Bk. İbn Arabî, 1999: II/ Meselâ mûsıkînin insan üzerindeki tesirinin bu ezelî tecrübeden kaynaklandığı hususunda bk. Kuşeyrî, 2001: 368. Yine İbn Fârız da, ilâhî aşkın ezelîliğini, bu aslî tecrübeye atıfla şu şekilde ifade eder: Sevgiliyi anarak yaşarken biz ezelde sürekli bir sarhoşluğu Henüz yaratılmamıştı, ne şarap hatta ne de asma çubuğu. İbn Fârız ın bu beyiti ve şerhi için bk., el-kayserî, 2011:

108 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): sevgisinin kurulduğu bir taht, bir tecelli mahalli olmuş ve O nun sonsuz füyûzâtı âdetâ bir hazine gibi gönülde gizlenmiştir: (Alvarlı, 2011: 221) Gönül bezm-i elestden tahtgâh-ı hubb-i Mevlâ dır Tecellîhânesinde feyz-i Mevlâ sın nihân eyler. Kısaca, tüm bu tesirleriyle söz konusu bu tecrübe, insanın ruhunun derinliklerine kazınmıştır. Öyleyse insan, kendini keşfetmek ve tanımak sûretiyle, adeta deruni bir arkeoloji yaparak ruhunun katmanlarında tüm bu varoluşsal tecrübelerini keşfetmelidir. Bu hakikat, Alvarlı Efe nin şiirlerinde, ilâhî aşkın sırlarını ancak, bezm-i elestte vahdet şarabını içip kananlar bilirler şeklinde ifadesini bulur. (Alvarlı, 2011: 222) O, insanın ezelde yaşamış olduğu bu tecrübeyi hatırlamanın insana verdiği manevi zevki mahzende yıllanmış bir şarap ile sembolize ederek izah etmeye çalışır. Buna göre muhabbet, kurbiyet ve müşahede şarabı bezm-i elestte ruhlara bahşedilmiş ve gönül mahzeninde saklı bir şekilde yıllanıp durmaktadır. Ruhlar âleminde yaşanmış olmasıyla çok kadim bir şarap olan ilâhî aşk şarabı, âşığın gönül mahzeninde yıllandıkça daha da tatlanmaktadır. Aslında seyr u sülûktan, marifetten maksat da hep bu manevi zevke erişmektir. Zira bu kadim mahzenden şarap men aref kadehiyle içilir. Daha açık ifadeyle, bu yıllanmış şarabın zevkine âşık, bizzat kendini, ruhunun derinliklerindeki âyetleri tanımakla tecrübî olarak varır. Sûfinin bu maddi âlemdeki tüm serencamı, yaşadığı tüm deruni tecrübeler aslında ezelde yaşanan bu aslî tecrübenin tekrar hatırlanması çabasıdır. İşte tüm estetik ve deruni tecrübesinde âşık bu yıllanmış aşk şarabını tadarak eşsiz rûhânî zevkler elde eder. Bu ezelî ve aslî tecrübenin adeta yeniden tecrübe edilmesi sûfi üzerinde o kadar etkilidir ki sûfi söz konusu o meclise ve zamana hayran kalır. Alvarlı nın ifadesiyle, o meclisi bir an hatırlayıp tecrübe eden kimse, tıpkı ruhlar âleminde olduğu gibi mâsivâ nedir bilmez, sadece O nu görür, O nun güzelliğini müşahede eder ve O nun hitabını işitir. (Alvarlı, 2011: 235) Üstelik Alvarlı Efe, bazı şiirlerinde, bizzat kendisinin bu anlamda derûnî bazı tecrübeler yaşadığını üstü kapalı ifade ederek, bu mecliste vuku bulan bir vuslat vaadinden bahseder. Aslında ruhlar âleminde gerçekleşen bu buluşmanın bizzat kendisi, daha sonra bir vuslatın gerçekleşeceğinin vaadidir diyebiliriz. Bu sebeple Alvarlı, nûr-i Hüdâ nın bir tecellisi anında bizzat o vaadin tahakkunu müşahede ettiğini hissettirir tarzda şöyle söyler: (Alvarlı, 2011: 396, 397) Ey şâhid-i kudsî yine cevlâne mi geldin 103

109 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Ya nûr -i hüda şem ine pervâne mi geldin Sen bezm-i elest va d-i visâl eyledin ammâ Ey şân-ı vefâ va dini ihsâne mi geldin Alvarlı Efe ye göre bu, ruhlar âleminde yaşanmış bitmiş, bu itibarla da dünya hayatında insan üzerinde hiçbir tesiri olmayan bir tecrübe değildir. Aksine bezm-i elestin şarap kadehi her an insana hidayet nurları bahşetmektedir. Tıpkı güneş gibi her an tefeyyüz etmekte, insana bir aydınlık ve nur sağlamakta, nida edip çağrıda bulunmaktadır. (Alvarlı, 2011: 102) Ancak bunu idrak edebilmek için insanın bedenin karanlık hicaplarından kurtulması gerekmektedir. Ruhlar, tevhidin hakikatini ifade eden vahdet ve aşk şarabını bu ilk buluşma ve kavuşma gününde tatmışlardır. Bu sebeple tasavvufî eserler, insanın bu dünyadaki serüvenini, ayrılık ve bu ayrılık acısıyla inleme temasıyla zengin bir şekilde anlatır. Ayrılık hicaplarını aradan kaldırarak tekrar vuslata erme ise insana eşsiz bir manevi zevk verir. Alvarlı Efe de bu hakikati, söz konusu bu ilk kavuşma ve buluşma anını hatırlayan arifin kalbini ezelî, ilâhî aşk şarabıyla dolu bir kadehe benzeterek ifade etmeye çalışır. Âşık, onu hatırlamanın vermiş olduğu manevi sarhoşlukla meyhanede, yani tekkede işret eder durur. Bu manevi sarhoşluğun verdiği hazla kendinden geçer, başka hiçbir şeye yönelmeden tüm benliğini Sevgilisine vakfeder: Şerâb-ı vahdet-i rahmet içer rûz-i elest elbet Eder meyhânede işret gezer peymânemiz vardır. (Alvarlı, 2011:198) Mey-i sahbâ-yı ezel mesti müdâm gözlerini Vakfeder dâr-i yâre civâre ülfet mi eder. (Alvarlı, 2011: 209) II. Âlemin Geçici Sûretlerinde Cemâl Müşahedesi İnsanın ilâhî aşk, cemâl ve vahdet tecrübesi, sadece ruhlar âleminde yaşanmış olarak beşerî ruhun derinliklerinde kuvve halinde bulunmaz. Bir diğer ifadeyle, gizli bir hazine, ya da nefsin dünyevî yönelişleri sebebiyle üzeri küllenmiş bir kor ateş şeklinde kalmaz. İnsanın bu maddi müşahede âlemindeki serüveni esnasında bizzat kendi nefsinde ve dış dünyada o gizli hazineyi ortaya çıkartacak, o ateşi tekrar alevlendirecek sebepler ve işaretler vardır. Bu işaretler ise, Mutlak Vücûdun bir tecellisi olması hasebiyle, başta insan olmak üzere 104

110 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): âleme sirayet etmiş olan izâfî güzellik ve âlemdeki farklı birçok sûret arkasındaki vahdetten ibarettir. Tasavvufî gelenekte âlem, bütünüyle sonsuz güzellikteki ilâhî sıfatların tecelli ettiği bir ayna, bir zuhur yeri şeklinde görüldüğü için Hak Teâlâ nın Mutlak Vücûduna ve Cemâline işaret eden âyet ve alâmetlerden ibarettir. Bütün mükemmellik ve güzellik mutlak anlamda sadece Allah a aittir. Zîrâ cemâl, hakikatte ezelî, ilâhî bir niteliktir. O nun bu sonsuz güzelliğinin haricinde, belirli biçimlerde, izâfî olarak tecrübe ettiğimiz güzellik ise, hakikati itibarıyla, ancak O nun güzelliğinin bir yansıması ve bu güzelliği aksettiren bir aracı, bir ayna konumundadır. Bu itibarla da sûfiler cemâli, manevi ve sûrî olmak üzere ikiye ayırırlar. Birincisi, sonsuz güzellikteki ilâhî isim ve sıfatların manası olup sadece Hakkın müşahedesine has iken, ikincisi, Hakkın güzelliğini yansıtan bir ayna, bir zuhur yeri olması hasebiyle âlemde görünen güzelliktir.(et-tehânevî, 1996: I/570) Bu cihetten bakıldığında âlem, Hakk Teâlâ nın varlığına delâlet ettiği gibi O nun eşsiz Cemâlini de yansıtır. Başta beşerî düzeyde olmak üzere âlemdeki bütün güzellik, asıl anlam ve değerini yüce Allah ın göklerdeki ve yerdeki nurunun (Nur 24/35) bir tezahürü olmasından (Koç, 2008: 76) ve daha sonra üzerinde durulacağı üzere Alvarlı Efe nin şiirlerinde eynema şarabı şeklinde sembolize edilen yüce Allah ın Vechi nin her yerde bulunması hakikatinden alır. Kısaca, âlem, yüce Allah ın ilim, irade, kudret ve yaratma sıfatlarının olduğu kadar cemâl sıfatının da bir zuhur ve tecelli yeridir. Bu itibarla tüm bu güzelliklerin temaşası kula Allah ın cemâl sıfatını tecrübe etme noktasında eşsiz imkânlar tanır. Güzel bir sûret, hoş bir ses, bir nâme, muvazene ya da ritim şeklinde âlemin farklı sûretlerinde, hususiyetle insanda tecrübe edilen bu güzellik; yoğun, karmaşık tasavvufî tecrübeler için adeta bir başlangıç noktası ve basamak olur. Cemâl-i ilâhînin üst düzeyde, latif bir sûrette temaşası ise vecd, huzur ve fena hali üzere tasavvufî tecrübenin kompleks yapısı içerisinde gerçekleşir. Seyyid Hüseyin Nasr ın ifadesiyle, güzellik tecrübesi insan ruhundaki katılıkları âdeta yumuşatarak eritir ve vahdet sırrının zevkini açığa çıkarır. Meselâ bir insan yüzünün, bir tabiat manzarasının ve ya kutsal bir sanat eserinin güzelliği insan ruhunda ömür boyu silinmez izler bırakır ve insan egosunun sert kabuğunu eritir. (Nasr, 2001: 283, 284) İşte bu sebeple genel olarak sûfiler, Alvarlı Efe nin şiirlerinde de sıkça gördüğümüz gibi, güzelliği hep Allah la irtibatı çerçevesinde mütalaa ederler. Meselâ Evhadüddin Kirmânî şöyle der: (Nasr, 2001: 284) Yâ Râb! Sen bilirsin ki şimdi ve yine 105

111 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Senin güzel Yüzünden başkasına bakmadık, Cihanın güzelliği Senin Güzelliğinin aynalarıdır Bu aynalarda sadece Melik in Yüzünü gördük. Âlemdeki estetik boyut, muvâzene, denge ve nizam, İslam düşüncesinde Allah ın varlığı hususunda ileri sürülen delillerden gaye nizam delilini hemen akla getirir. Bu delilin kavramsal ve aklî yönü olmakla birlikte, temelde bizim burada ifade etmeye çalışacağımız tecrübî bir içeriği de vardır ki sûfiler konuya genelde bu tecrübî içerikten yaklaşırlar. Bir diğer ifadeyle sûfiler, âlemdeki nizam ve güzellikten hareketle aklî çıkarsamalar yapmak sûretiyle Allah ın varlığı hakkında soyut bir delil ortaya koymaktan ziyade temelde ve mutlak anlamda yüce Allah a ait olan bu güzelliği âlemin izâfî sûretlerinde bizzat tecrübe ederler. Dolayısıyla tasavvufî şiirde estetik yönü ağır basan bu tecrübî içerik ön plana çıkar. Alvarlı Efe nin de ifade ettiği gibi, hiç şüphesiz bu tarz bir idrake ulaşmak için her şeyden önce kalpten mâsivâ sevgisi çıkartılmalı ve eşyaya ibret nazarıyla bakmalıdır. İşte o zaman âlemi nakış nakış, inceden inceye süsleyen Nakkâş görünür. Alvarlı Efe nin, aşağıda iktibas ettiğimiz şiirinde yüce Allah için Kadir, Halik vs. gibi isimlerini değil de özellikle Nakkâş ismini kullanması, âlemin vücûdunun her bir zerresine sirayet etmiş olan cemâlî vecheyi göstermesi bakımından önemlidir. Bu cihetten bakıldığında eşyanın her bir sûreti sadece cemâl vechesini değil aynı zamanda tevhidin sırlarını ve hakikatlerini de gösterir, böylece tevhid de tecrübî bir içerik kazınmış olur ve âşığın tasdikini kuvvetlendirir. Sûfi için tevhid salt bir tasdikten ibaret değildir tecrübî bir içeriği vardır. İşte tevhidin hakikatini ve tecrübî içeriğini de sûfiye tevhidin gül bahçesi gibi olan vech-i ilâhînin cemâli bahşeder. (Alvarlı, 2011: 102) Fakat böylesi bir idrak ve marifet için de kalbin yüce Allah ın tecelli ettiği deruni mahallinin (sırr-ı süveydâ) tüm kirlerden temizlenmesi ve buna bağlı olarak da gönülde sürekli yenilenen tecellilerle irfanın da yenilenmesi gerekecektir. Ancak o zaman gönülde eşsiz nuru ve güzelliğiyle ulvi bir güneş ya da dolunay gibi parlayan ilâhî tecelliler görülebilir. Alvarlı Efe bunu şiirlerinde şu şekilde açıkça ifade eder: (Alvarlı, 2011: 219) İbret nazarıyle bir nazar eyle Bu kâinât bir Mevlâ yı gösterir Hubb-i mâsivâdan sen hazer eyle Bu nukûşât bir Nakkāşı gösterir 106

112 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Sûret-i eşyâda esrâr-ı tevhîd Bu seyr ile olur kuvvet-i tasdîk Gönülde irfânı edersen tecdîd Dilde mihr-i muallâyı gösterir Mutahher olunca sırr-ı süveydâ Doğunca gönlüne hurşîd-i hüdâ Görünür gözüne nûr-i tecellâ Dilde mâh-ı muzayyâyı gösterir Tasavvufî gelenek içerisinde insanın yaratılmışların en şereflisi ve bir halife olarak tüm ilâhî sıfatların tecellisini kendisinde toplayan bir kevn-i câmî, bu yönüyle de küçük bir âlem oluşundan sıkça bahsedilir. (Konuyla ilgili detaylı bilgi için bk., Kartal, 2003: 193 vd.; Küçük, 2011) Cemâl-i ilâhî, mahlûkat içerisinde en kâmil neşet olarak insanda, özellikle de kadında eşsiz bir şekilde tecelli eder. Bu hakikate binaen, Alvarlı Efe nin şiirlerinde de sıkça rastlandığı gibi, tasavvufî edebiyatta kadın sembolizması cemâl-i ilâhîyi ifade etmek üzere çokça kullanılır. Sûfilere göre Hakk Teâlâ, her hangi bir formdan mücerret bir şekilde Zâtî olarak müşâhede edilemez. Ancak O nun eşsiz güzelliğinin yansımaları âlemde ve insanda tecrübe edilir. Hakk Teâlâ nın en mükemmel ve en tam müşâhedesi ise, hakikatinde Hakk ın tekvîn sıfatının tezâhürü olmasından dolayı kadında görülür.(bk. İbn Arabî, 1946: 217,218; Mevlânâ, 1960: I/195, byt. 2435) Kısaca, sûfilere göre zuhur yerleri çok olsa da Mahbûb birdir, yansıdığı izâfî sûretler farklı ve fazla olsa da hakikatte Güzel birdir. Bu sebeple, Alvarlı Efe nin şiirlerinde genel olarak da sûfilerin Divanlarında eşsiz tasvirlerle anlatılmaya çalışılan bütün güzellik ve mükemmellikler aslında, Hakk ın sonsuz güzellikteki sıfatlarının bir yansımasıdır. Diğer bütün ilâhî sıfatlarda olduğu gibi Cemâl sıfatı da kâinatta müşâhede ettiğimiz bütün güzelliklerin kaynağıdır. Eşyada idrak ettiğimiz her sıfat, ilâhî sıfatın veya ilâhî bir ismin özel bir görünümüdür. Her sevilen şey de, Mahbûb-u Mutlak ın bir görünümüdür. Bu sebeple sûfiler; hissî, rûhânî ya da mânevî sûrette olsun bütün sevilen şeylerde hakikatte sevilenin, sonsuz güzellikte tecellî eden Hakk olduğu görüşündedir. Bazı hissî ifadelerle elemden, kederden, ayrılıktan, inlemekten, uzak kalmaktan bahsetseler bu hep gerçek Sevgilinin cemâline duyulan hasretten dolayıdır. Aynı şekilde tasavvufî şiirde sıkça bahsi geçen vuslat, üns, muhabbet, mutluluk, 107

113 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): neşe, şevk ve fenâ hep gerçek Mâşûka yakınlıktan ve kavuşmaktan kaynaklanır.(eş-şutûrî, 1984: 440, 441) Tasavvuf edebiyatında ilâhi aşka ulaştıran bir köprü olarak mecâzî aşktan da sıkça bahsedilir. Çünkü sûfîlere göre Hakk Teâlâ mutlak ezelî güzelliktir ve bütün güzelliklerin kaynağıdır. Bu sebeple de her hoşa giden, güzel görülen ve sevilen şeyin arkasındaki hakîkî Mâşûktur. Hakk Teâlâ güzel olan her bir sûrette tecellî eder. Beşerî aşk da hakikatte, ilâhî aşka ulaştıran bir berzahtan başka bir şey değildir.(nicholson, 1969: 92) Ancak sûfiye göre, her ne kadar Cemâl-i İlâhîyi yansıtan bir ayna konumunda olsa da, belirli bir sûretle kayıtlanmış olan ve bu yönüyle de dünyevî ve izâfî olan bu güzellik, zaman ve mekân kaydına bağlı olması hasebiyle geçici, sonlu ve mecâzîdir. Sonlu olan her güzellik ise ancak, temâşâ ve tefekkür gibi yollarla zaman ve mekân kaydından azade olan hakiki Güzelliğe taşıyan bir köprü olması halinde önemi haizdir. Esas olan mecazdan hakikate ulaştıran o köprüyü aşmaktır. Aksi halde her mecâzî köprü, hakikat yolcusunun önünde bir kuyuya dönüşür. Dolayısıyla burada hakiki Güzelliğin kendisinden değil gölgesinden mest olma söz konusudur. (Kemikli, 2011: 43) Alvarlı Efe de, Divan ında; Sultan, Şah, Cânân, Yâr, Dilber, Nakkâş, Sâki vs. gibi çeşitli adlar ya da mefhumlarla teşbih, mecaz ve istiâre yollarını kullanmak sûretiyle hep yüce Allah ı kasteder.(kemikli, 2004: 73) Ayrıca yüce Allah ı (c) ay yüzlü, kirpikleri ok, zülüfleri altın, kaşları keman yayı ya da kılıç, teni gümüş gibi beyaz, dudakları kızıl, ilâhî aşk meyhanesinde âşıklara şarap sunan sâkî gibi eşsiz güzellikte, bakışları insanı derinden etkileyen yakıp kavuran, yanaklarındaki allığın bahşettiği lütuf cennet nimetlerine değen, servi gibi uzun boylu, genç bir dilber şeklinde tasvir eder. Ancak burada kullanılan benzetmeler sıradan semboller olmayıp sûfilerin varlık ve insan anlayışlarının bir yansımasıdır. Sûfilerin yaşadıkları tecrübeleri ifade etmede ne tür bir sembolizm tercih edeceği onun mizaç ve şahsiyetine bağlıdır. Bu sûretlerin hepsi bir hakikati ve manayı sembolize eder. Söz gelimi, Sevgilinin gül yanağı, sıfatlarıyla tezahür eden ilâhî Hüviyeti temsil eder. O nun siyah saçlarının büklümleri kesretle perdelenmiş Bir i işaret eder. Nefsinden kurtulman için şarap iç derken ilâhi temaşanın cezbesi içerisinde maddi varlığını terk et! demek ister. (Nicholson, 1975: 103, 104) Bu tür rûhânî tecrübeler sûfinin kendi iç dünyasında yegâne tecrübeler olduğu ve ifade kalıpları da bunları doğrudan aktarmaya elverişli olmadığı için sûfi bu hallerini beşerî tecrübesinin en yakın formları ve sembolleriyle ifade 108

114 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): eder. Bu kaçınılmaz durumun yanı sıra insanların ilgi duydukları şeylerle dikkatlerini çekme amacı da güdülür. Bu sembolizmin doğru anlaşılmadığı durumlarda, sûfiler bizzat kendi şiirlerinin ve kullandıkları sembollerin nasıl rabbani marifetler ve hakikatler ihtiva ettiğini izah etmek üzere şerhler de kaleme almışlardır.(bk., İbn Arabî, 2000) İşte Alvarlı Efe de tüm bu tecrübelerini tasavvufî şiirde sıkça rastlanan sevgili, dilber, aşk ve şarap sembolleriyle mecâzî aşk formunda cismani aşk temaları kullanarak ifade etmeye çalışır. Aslında tüm bu tasvirler de Alvarlı nın bizzat kendi dini/rûhânî tecrübe ve inanç dünyasından bağımsız değildir. Özellikle, zahiri itibarıyla beşerî güzellikle alakalı tüm bu tasvirler ve semboller, eynemâ, men aref, bezm-i elest, belâ, küntü kenz, vahdet gibi İslam ın aslî kaynaklarından alınarak sembolleştirilen ifadelerle iç içe verilir. Böylece, burada asıl kastedilen güzelliğin hakiki Sevgilinin mutlak Cemâli olduğu okuyucuya hissettirilir. Ya da diğer bazı sûfi şairlerde görüldüğü gibi, sûrete intikal eden güzelliğin tasvir edilen dilberin iç güzelliğini sağlayan inanç, iman ya da marifetlerle doğrudan bir ilişkisinin olduğu vurgulanır. 5 Daha açık söylemek gerekirse, aslında Cemâli İlahiyi resmetmek, tasvir etmek mümkün olmadığı için yaşanan rûhânî tecrübelerin tam tasvirini sunmak da mümkün değildir. Cemâl-i İlahi yi tasvir etme kudreti insanda yoktur, ancak insan zihnine biraz olsun yaklaştırmak için farklı tecrübelerinden semboller kullanmak sûretiyle tasvir edebilmektedir. Öyle olur ki sûfi yaşadığı bu engin tecrübeyi ifade ederken farklı din ve kültürlerden sembolleri bile kullanabilir. Söz gelimi bir güzel uğruna beline zünnâr 6 bağladığından bile bahsedebilir. Ancak her ne kadar kullandığı bu semboller başka kültür, din ya da tecrübeleri akla getirse de âşığın Mâşûkuyla yaşadığı söz konusu bu tecrübesi kendine has, çok özel ve biricik bir tecrübedir.(kemikli, 2011: 42) 5 Meselâ İbn Arabî, Şeyh Mekînüddin Ebî Şüca ın kızının güzelliklerini tasvir ederken onun ahlaki ve rûhânî özelliklerinden, âlim, âbid ve zahid oluşundan bahseder. Konuşmasının oldukça veciz ve fasih, cömertlikte ve vefada dengi bulunmayışından bahseder. Bk., İbn-Arabî, 2000: 8, 9. Bu hususta ayrıca bk., Kemikli, 2011: Zünnâr, papazların bir alâmet olarak bellerine bağladıkları kendine has özellikleri olan bir kuşaktır. Klasik şiir geleneğimiz içerisinde ucu püsküllü olan zünnâr, bu yönüyle saça benzetilirken, bunu takınan ruhbanlardan mülhem olarak tasavvufî dilde hizmet ve riyazet anlamına da kullanılmıştır. Bk., Kemikli, 2011:

115 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): III. Kurbiyyet ve Tasavvufî Tecrübe Esnasında Estetik Tecrübe Her ne kadar âlemin farklı sûretlerindeki izâfî ve sûrî güzelliklerde cemâl müşahedesi gerçekleşse de söz konusu bu müşahedenin en yoğun hali kurbiyet ve vuslat temelli olarak insanın bizzat kendi ruhunda gerçekleşir. Tasavvufî literatürde, Zâtı itibarıyla münezzeh olan yüce Allah ın âleme ve insana, sıfatları ve tecellileri itibarıyla bir cihetten yakınlığından ve nüzûlünden bahsedilir. Bu yakınlık özellikle Her nerede (eynemâ) olursanız olun O, sizinle beraberdir (Hadid 57/4) ya da Her nereye yönelirseniz yönelin Allah ın Vechi oradadır (Bakara 2/115) ayetleri esas alınarak sıkça vurgulanır. Bu yakınlık Alvarlı Efe nin Divan ında eynemâ şarabı şeklinde ifadesini bulur. Alvarlı ya göre bu kurbiyetin mahalli, âşıklar için bir sâkî, tevhid zevki bahşeden bir meyhane ve bu dünyada hemen peşinen elde edilen bir cennet şeklinde tasvir edilen gönüldür. (Alvarlı, 2011: 226) Ayetlerde de ifade edildiği şekliyle her nerede olursanız (eynemâ) ifadesiyle kula açık bir yakınlık müjdelendiği için Alvarlı Efe nin şiirlerinde şarab-ı eynemâ ifadesiyle sembolize edilen bu yakınlık âşık için çok şey ifade eder. Kula Allah a yönelme, ibadet etme, âşık olma, O nu tanıma, O na doğru yükselme imkânını tanıyan hep yüce Allah ın âleme ve insana olan bu aslî yakınlığıdır. Alvarlı nın ifadesiyle din, iman, İslam ve ihsan nuru, nur-i Kur an, sırr-ı Yezdân, aşk, muhabbet, Rahmanın feyzi, Küntü Kenz sırrını âlemlere ifşâ eyleyen irfan nuru, vahdet şarabının özü, zübdesi hep bu şarab-ı eynemâ dır, hep bu kurbiyyettir. Alvarlı ya göre bir damlası bile Hakkın sonsuz bir lütfu olan bu yakınlık şarabı tende candır, canda Cânândır. Eşyanın, karanlık bir hicap iken Hakka delalet eden bir alâmet ve bir ayete dönüşmesi de hep bu yakınlıktan kaynaklanır. (Alvarlı, 2011: 105, 105, 242) Zira sûfiye göre Hak Teâlânın bir cihetten bu aslî yakınlığı, yönelişi ve muhabbeti olmasa, bir diğer ifadeyle O nun Kendi Zati mertebesinden bir cihetten nüzulü söz konusu olmasa kulun O nu tanıması, O na muhabbet duyması, O na yönelmesi, O na iman edip ibadet etmesi, tevhidin sırrına ermesi ve hatta vücûd bulması mümkün olmayacaktır. 7 7 İbn Arabî, yüce Allah ın mahlûkatı yaratması ve vahiy yoluyla insanla konuşmasını bir nevî tenezzül ve kula yaklaşma kabul eder. Bu anlayışa göre, kimi zaman ilâhî lütuf, ihsan ve cömertlik ya da tecellî şeklinde de zuhur eden bu aslî ilâhî nüzûl ve yakınlaşma söz konusu olmasa kulun yapıp etmeleri çok da bir anlam ifade etmeyecektir. Şeyh-i Ekber in bu minvaldeki görüşleri için bk., İbn Arabî, Kitâbu t-terâcim, ts.: 263, 264; 1999: IV/310; VI/

116 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Tüm kemâl makamlarını, velayet ve nübüvveti de izhar eden hep bu yakınlıktır. Başta Hz. Peygamber olmak üzer tüm nebi ve velilerin şanını yücelten işte bu eynema şarabıdır. Bu kurbiyetin sırını ise en mükemmel manada Hz. Peygamber bilir, zira Allah a yakınlığın zirvesini ifade eden Mirac ın sırrı da bu eynema şarabı dır. Dahası yeryüzü ve gökyüzü tüm âlem Yüce Allah ın âleme olan rahmet ve merhametini ifade eden bu yakınlık sayesinde bir aşk ve şevk ile devreder durur ve varlıklarını sürdürürler.( (Alvarlı, 2011: 106, 242) Görüldüğü gibi Hak Teâlâ nın bu yakınlığı sadece insani şuur düzeyinde olmayıp varoluşsal düzlemde de kâinatı ayakta tutan ezelî bir ilkedir. Alvarlı Efe, Allah ın âleme ve insana olan bu yakınlığını ve bunun, gerek varoluşsal düzeyde gerekse insan açısından marifet ve dini şuur düzeyindeki önemini şu şiiriyle çok güzel ifade eder: (Alvarlı, 2011: 242) Hurşîd-i meârif doğar Feyz-i Feyyâz kalbe sığar Emtâr-ı muhabbet yağar Şerâb-ı eynemâdandır Cânândan ki hitâb olur Derûn-i dil kitâb olur Reh-i aşka şitâb olur Şerâb-ı eynemâdandır Men arefden dersin alan Mârifete tâlib olan Esrâr-ı tevhîdi bulan Şerâb-ı eynemâdandır Dürr-i derûnuna ârif Olanlar ehl-i meârif Hakîkat nefsini kâşif Şerâb-ı eynemâdandır Dünyevî endişe, kaygı, sıkıntı ve meşgaleler içerisinde ruhu varoluşsal olarak terk edilmişlik, yalnızlık, gurbet ve çaresizlik içerisinde bırakmayıp ona sürekli bir enerji sağlayan ve ona hakikatini ve mertebesini hatırlatan bu yakınlığın nihai derecesi yine Hz. Peygamberin bir hadisinde, onun manevi 111

117 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): şahsiyetinde gerçekleşen hususi yakınlığa atfen şu şekilde ifade edilir. Benim Allah ile öyle vakitlerim olur ki, o yakınlığa ne Allah a yakın bir melek, ne bir nebi ve ne de bir resul yetişemez. Her ne kadar bu, Hz. Peygamberin hususi yakınlığını ve bir beşerin Allah a olan yakınlığının nihai derecesini ifade etse de, sûfinin kendi imkânınca bu yakınlıktan nasibi vardır. Alvarlı Efe bu hakikati, Serây-ı lî me al-mevlâ ifadesiyle kendine has üslubu içerisinde gayet veciz bir şekilde dile getirir. Buna göre âşığın yüce Allah ile hususi yakınlığının mahalli nazargâh-ı İlâhî olan, yere göğe sığmayan sonsuz ilâhî tecellilerin yansıdığı bir saray, ya da bir arş konumunda olan gönüldür: (Alvarlı, 2011: 197) Serây-ı lî-me a l-mevlâ dil-i vîrânemiz vardır Nazargâh-ı İlâhî dir tecellîhânemiz vardır Sûfi, bu aslî ve ezelî kurbiyyet hakikati üzere, maddi âlemin bağlarından, nefsinin hicaplarından kurtulup yakınlığı bizzat kendi nefsinde, şuur düzeyinde tecrübe ederek cemâl-i ilâhîyi müşahede etmeye çalışır. Bu rûhânî tecrübe gerçekleştiğinde âşığın gönlü vahdet âleminde uçup duran bir mana kuşu gibidir. Sevgilinin nurunu müşahede ettiğinde varlığından soyunur, tıpkı ışığın aşkıyla yanıp tutuşan, en nihayetinde de ateşe düşüp yanıp yok olan pervaneler gibi, âşık da cemâl-i ilâhînin nuru içinde yanıp yok olur. Sûfinin bu halde yaşadığı sermestliğini, Mecnun gibi çöle düşüşünü, ıstırap çekişini fakat yine de Sevgilinin diyarına deli divane oluşunu Alvarlı Efe şöyle ifade eder: (Alvarlı, 2011: 198) Gönül bir mürg-i mânâdır uçar âlem-i vahdetde Cemâl-i şem- i cânâne yanar pervânemiz vardır Gezer sahrâ-yı Leylâ da olur Mecnûn-veş sermest Sabâ-veş kûy-i dildâre dil-i dîvânemiz vardır Hiç şüphesiz bu tür tecellileri müşahede, doğrudan zahirî, hissî düzlemde olmayıp tasavvufî tecrübenin kompleks yapısı içerisinde kalpte, gönül gözünde gerçekleşir. Bu anlamda şiirlerinde, insanın bazı edeplerle edeplenip, hallerle hallendiğinde gerçek Sevgilinin cemâlini göstereceğini müjdeleyen Alvarlı Efe, bunun gerçekleşmesinin vazgeçilmez esaslarını hatırlatır. Bu esaslar, sûfilerin bilgiye ulaşma yöntemlerinde olduğu gibi soyut, aklî olmaktan çok amelî ve tecrübîdir. Kısaca, Hakkın cemâlini gönül gözüyle müşahede etmek için hizmet, edep, tevazu, rağbet, gayret, cömertlik vs. gibi insanı 112

118 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): kurtuluşa ve gerçek saadete götüren tasavvufî ahlakı eksiksiz yerine getirmek ve buna mukabil cimrilik, haset, riyâ ve kibir gibi ilâhî tecellilere perde olan ve insanı helâke götüren niteliklerden de uzaklaşmak gereklidir. En nihayetinde de sekr, fenâ, mahv gibi hallerle hâllenerek Allah (c) dışındaki tüm meşgalelerden, hatta varlıktan, izâfî benliğinden vazgeçip fani olmak gerekir: (Alvarlı, 2011: 262, 316) Mir ât-ı kalbe kıl nazar Cânân cemâlin gösterir Vâriyyetinden et güzer Cânân cemâlin gösterir Yüz yere sür sular gibi kurbân ol âhûlar gibi Rağbetde hûb-rûlar gibi Cânân cemâlin gösterir Hizmete eyle gayreti hizmet ile al himmeti Her dü-cihân bul devleti Cânân cemâlin gösterir Olur isen ehl-i edeb edeb seâdete sebeb Edeb ile ol müntehab Cânân cemâlin gösterir Kibr ü riyâdan ol berî buhl ü hasedden kal geri Hak yoluna ver bu seri Cânân cemâlin gösterir Arifin gönlüne yansıyan bu tecelliler, sadece hislere hitap eden bazı rûhânî tecrübelerden ibaret değildir. Bütün bu tecrübelerin bilgisel içeriği vardır ve bunlar insana birçok çeşit marifetler bahşeder. Sûfinin varlığa, kâinata, insana, dine vs. bakış açısını değiştirir, tüm bunların hakikatlerini anlamada ona zengin perspektifler sunar. Bu tecellilerin mahalli olan kalp artık yüce Allah ın mukaddes bir evidir, ariflerin tavaf yeridir. İnsanı hakikate ve gerçek saadete götüren ilim ve hikmet hazineleri hep gönüldedir. Sûfiyi kendini tanımaktan Rabbini tanımaya götürecek olan hakiki ve kuşatıcı bilgi de hep bu hazinededir. Alvarlı Efe, gizli güzelliklerini ve kemâlatını ilâhî tecellilerin ortaya çıkardığı bu hazineyi yine kendine has üslubuyla aref dershanesi olarak nitelendirir. Yani cemâl-i ilâhîyi müşahede, marifetten, tecrübî olarak kendini tanımaktan hali değildir. Alvarlı Efe nin ifadesiyle, ölüleri, yani ölü kalpleri dirilten bu ilâhî tecelliler Mevlâ nın kapısında bir yoksul dilenci olan garip âşıkları marifet sırrıyla bu âleme sultan yapar. Zirâ insan, nefsini tanımak sûretiyle varlık içerisindeki yerini, Allah karşısındaki konumunu, O nun mutlak zenginliği 113

119 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): karşısındaki aslî kulluğunu ve fakirliğini idrak ettiğinde gerçek zenginliği ve saltanatı elde eder: (Alvarlı, 2011: 198) Metâf-ı ârifân olmuş mukaddes beyt-i Mevlâ dır Künûz-i ilm-i hikmetdir aref dershânemiz vardır Gedâ-yı dergeh-i Mevlâ olan emîr-i âlemdir Mey ile mürdeyi ihyâ eder meyhânemiz vardır Adem âlemine cân at yüzün sür yerlere LUTFÎ Bu meydân-ı hidâyetde yine merdânemiz vardır Bahşettiği sır, marifet ve zevk itibarıyla bu cemâl müşahedesi sûfiye, yoğun rûhânî hazlar verir, âdeta bu dünyada cennet nimetleri sunar. Mutlak cemâlden yansıyan ve Alvarlı Efe nin şiirlerinde, sevgilinin kızıl gülleri kendisine hayran bırakan kırmızı yanağı ve dudakları ile sembolize edilen ilâhî tecelliler, Kevser ırmağı gibi âşığa ebedi hayat ve zevk bahşeder. Yaşanan tecrübeler sûfiyi o kadar derinden etkiler ki cemâl-i ilâhînin tüm güzellikleri sûfinin tasavvur ve tahayyül gücüne, gönül gözüne, kısacası ruhunun derinliklerine tıpkı perilerin yüzü gibi latif ve lahuti bir sûrette silinmez bir şekilde nakşolur. Ve artık sûfi, bu güzelliğin zincire vurulmuş bir esiridir. Her nereye gitse, her neye baksa hep O nu görür. Tıpkı Leylâ nın aşkından aklı başından giden ve bu kalbî bağlılığıyla adeta ayağı zincirlerle bağlı bir köle gibi derinden bir esaret yaşayan Mecnun gibi deli divane olur ıssız vadilere ve sahralara düşer. Ancak zahiren eza, cefa ve sıkıntı diyarı olsa da, o ıssız sahra ve vadiler sûfinin gönlü için bir gül bahçesi gibidir, onu eşsiz zevklere ve marifetlere sevk eder. Elbette yine paradoksal bir şekilde söz konusu bu rûhânî hazlar acıdan, ıstıraptan uzak değildir. Bu dünyada tam bir vuslat gerçekleşemeyeceği için ayrılık acısı âşığın kalbinden hiç eksik olmaz. Bu sebeple inlemesi, hatta kimi zaman haykırması, gözünün yaşı, ayrılık ateşiyle pare pare olduğu için ciğerlerinin kan yaşı da hiç eksik olmaz. (Alvarlı, 2011: 102, 105) Alvarlı nın ifadesiyle, masiva sevgisi aşığın kalbinden kaybolur, hep asıl Sevgilinin iline kavuşmak için can atar durur. Zira onun kalbi artık, Hak Tealânın sonsuz nurlarından gıdasını alıp gelişmektedir. O nsuz gönlü karar kılmaz, varlığını sürdüremez. O nun eşsiz benzersiz güzelliği âşıkları yakalayıp adeta darağacına çeker, peşinden sürükleyip götürür. (Alvarlı, 2011: 103, 105) Âşığın zahiren düştüğü bu belalar, imtihanlar adeta uçsuz bucaksız çölün 114

120 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): sıkıntıları, belâları gibidir. Fakat tüm bu sıkıntılar, muhabbet ateşi dört bir tarafını sardığı zaman aşığa bir gül bahçesinin ya da cennetin rahatlığını ve zevkini bahşeder. (Alvarlı, 2011: 105, 244) Dîde-i dildâre dîde-i hayrân Bir nazar-endâzı cennet-i cândır Bezm-i dilberlere olursa şâyân Cânân merhabâsı zevk-ı cinândır Tasavvuf tarihi boyunca bazı sûfiler, sadece yüce Allah ın müşahedelerinin talibi olma, başka her hangi bir nefsânî sâik sebebiyle değil, sadece O nun için O na yönelme şeklinde bir tavır geliştirmişlerdir. Rabiatü l- Adeviyye ve Yunus Emre nin şahsında adeta zirveye taşınan bu tavrın yansımalarını Alvarlı nın şiirlerinde de açıkça görüyoruz. Zira yukarıdaki şiirinde görüleceği üzere o da, hakiki Sevgilinin sadece bir nazarının, bir merhabasının verdiği rûhânî hazzı sonsuz cennet nimetleriyle eşdeğerde görür. Dahası, Cânân ile beraber olduktan sonra cehennem ateşinin her kıvılcımının insana cennet zevkleri bahşedeceğini, buna mukabil hakiki Yâr olmaksızın cennetin de cân için bir cehennem ateşi olacağını söyler. (Alvarlı, 2011: 176) Görüldüğü gibi Alvarlı da bu hususta tıpkı Rabiatü l-adeviyye ya da Yunus gibi açık sözlüdür. Medrese geleneğinin güçlü olduğu bir bölgede ve küçük bir beldede yaşamasına (hayatı hakkında bk., Kutlu, 2006) rağmen kendisine muhtemelen gelebilecek tepkilere pek itibar etmez. Zaten sûfilere göre cennetteki nimetlerin en üstünü de yine Hakkın tecellileri ve müşahedesidir. Bu sebeple sûfiler, O nun Vechinden başkasına iltifat edip yönelmezler. Zira tecrübe ettikleri güzellik, dünyevî güzelliklerle mukayese edilemeyeceği gibi ahiretteki cennet nimetleri ve güzellikleriyle de mukayese edilemeyecek kadar eşsizdir. Alvarlı Efe, âşığın, cemâl-i ilâhîyi müşahede ettikten ve bu eşsiz rûhânî hazza eriştikten sonra, O ndan başka bir şeyle mutmain olmayışını şu şekilde ifade eder: (Alvarlı, 2011: 270) Güneş-veş dilber-i dildâr gönül eylenmez eylenmez Gören gözler olur bîdâr gönül eylenmez eylenmez Kemân-ebrûleri kudret kaleminden nedir hikmet Cinân seyrine ne minnet gönül eylenmez eylenmez Cemâli cennet-i cândır kelâmı dürr ü mercândır 115

121 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Bu cângâhe heyecândır gönül eylenmez eylenmez Âşıklar gerçek Sevgiliyle samimi dost olup ülfet etmeleri sebebiyle masivaya yönelmezler. Tıpkı sevgilisinin kapısına gelmiş olan cesur, yiğit âşığın gözünün, kapıdaki kapıcı, muhafız vs. gibi engellerden hiçbir şey görmeyip sevgilisine kavuşmak için can attığı gibi âşık da yaşadığı bu engin manevi tecrübe esnasında tüm sûretlerden, geçici güzelliklerden, dünyevî zenginlik, saltanat, nam, şan ve mevkiden, hatta benliğinden vazgeçer. Sadece Sevgilisinin cemâline yönelir. Gözlerini, tasavvur, tahayyül ve tefekkür gücünü, kısaca tüm bâtınî his ve melekelerini, bütün benliğiyle Sevgilisinin kapısına vakfeder, başka şeyleri görmez, onlara ülfet etmez. Artık Sevgilinin mahalline, ikamet ettiği yere, diyarına meftun olmuştur, sürekli oraya kavuşmak için can atar durur. Bir kere o belde ye kavuştu mu artık tek bir hayali vardır, oradan başkasını gözü görmez, sürekli orayı arzular. Alvarlı Efe nin şiirlerinde de Sevgilinin söz konusu bu yurdu kûy-ı Yâr: Sevgilinin köyü, der-i Dildâr: Sevgilinin kapısı, dâr-ı Yâr: Sevgilinin evi şeklinde sembolize edilir. Alvarlı Efe, sûfinin müşahede esnasında bu şekilde nasıl yoğun bir tecrübe yaşadığını ve bu tecrübesinin tesiriyle de Sevgilinin diyârı na yönelişini şöyle ifade eder: (Alvarlı, 2011: 208, 209) Yâr ile hem-dem olan ağyâre ülfet mi eder Ahyer ile yâr olan eşrâre ülfet mi eder Der-i dildârı bulan âşık-ı serbâzların Cânı cânâna gider derbâne ülfet mi eder Mey-i sahbâ-yı ezel mesti müdâm gözlerini Vakfeder dâr-i yâre civâre ülfet mi eder Ayrıca Alvarlı Efe ye göre bu kadar yoğun bir tecrübe yaşayan âşık sadece garip bir fakir değildir. Fütüvvet, mürüvvet yiğitlik, erlik ve civanmertlik gibi bütün tasavvufî hasletler kendisinde gözükür. Hz. Ali nin erliğini ve şecaatini ifade eden Hayder-i Kerrâr (Allah yolunda döne döne vuruşan yiğit) ve Zülfikâr sembollerini zikretmek sûretiyle âşığın, yaşadığı bu ilâhî aşkı uğruna meydân-ı Hüdâ da ne kadar da gözü pek olduğunu, gerek enfüsî gerekse âfâkî tüm engel, hicap ve düşmanlara karşı nasıl cesurca mücadele ettiğini açıkça ifade eder. Zira sadece Sevgilisine kalben bağlanan ve canından bile vazgeçebilen âşık artık psikolojik olarak, her türlü bağdan, korku ve kaygıdan kurtulmuştur. Bu durum, Alvarlı nın şiirlerinde de gördüğümüz 116

122 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): gibi, tasavvuf edebiyatında genel olarak aşk şehidi Hallâc-ı Mansûr un bu husustaki şecaati ve fedakârlığıyla ilişkilendirilir ve dâr-ı Mansûr da (Mansur un darağacı) canından geçmek 8 şeklinde sembolik olarak ifade edilir. Alvarlı Efe, âşığın, Sevgilinin yolunda canından bile vazgeçmesini, şu şekilde ifade eder: (Alvarlı, 2011: 209) Mîr-i meydân-ı hüdâ Hayder-i Kerrâr velî Zülfikār ı bırakıp küffâre ülfet mi eder Der-i dergâh-ı İlâhî de mülâzim olanın Rızâsın gözlemeyüp bir kâre ülfet mi eder Cemâl ım cân ile cânân yoluna varmalıdır Cânâne kurbân olan cânına ülfet mi eder LUTFİYÂ cân ile düş yâr-i kadîm dergâhına Fakr u fenâyı bulan sultâne ülfet mi eder IV. Cemâlî Tecellilerin Sûfi Üzerindeki Tesiri Bu dünyada cemâl-i ilâhîyi müşahedeye imkân tanıyan mahal gönüldür. Allah dostu kendisine müjdelenen bu yakınlık doğrultusunda arınmış bir gönül ile kâinattaki her bir sûrette ya da ruhunun derinliklerinde Allah ın Vechini arar. Bu yönelişi sayesinde eşsiz rûhani tecelliler yaşar. Bu tecelliler peş peşe, farklı farklı gelir ve sûfiyi halden hale sokar. Sûfinin arınmış kalbi de değişik şekillerde gelen bu tecellileri almaya elverişlidir, zira kalp de buna paralel olarak değişme özelliği gösterir. Sûfinin tecrübe ettiği ilâhi tecelliler âlemde, bir beşer sûretinde ya da eşsiz güzellikteki bağ ve bahçelerde tecrübe edilen tüm güzel ve güzelliklerin çok ötesindedir. Alvarlı nın ifadesiyle, mutlak cemâl ve kemâl üzere gelen bu tecelliler insanı derinden etkiler, gönlüne nurlar doldurup can verir, onu halden hale sokar, en nihayet şiddetli bir hayrete sevk eder. (Alvarlı, 2011: 234, 243, 252, 253) Tecellîler sadece Sevgilinin eşsiz 8 Alvarlı Efe, Hallâc-ı Mansur un ilâhî aşkı uğruna varlığından vazgeçmesini şiirlerinde çeşitli vesilelerle zikrederek adeta sembolleştirir. Evlâd ü ıyâl gibi hüsn-i cemâli müşahedeye engel olan perdeleri terk etmeyi tavsiye ederken en büyük engel olarak insanın kendi varlığından geçmesi noktasında da Hallâc ı örnek olarak gösterir: Evlâd ü ıyâl perde çeker husn-i cemâle Terkeyle vârın Mansûr -i berdâre nazar kıl. Bk., Alvarlı, 2011:

123 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): güzelliğinden kaynaklanan ünsiyet, muhabbet, kurbiyyet halleri üzere olmaz. Kimi zaman da yüce Allah ın Azîz, Celîl ve Kahhâr isimlerinden neşet eden heybet, havf ve kabz halleri üzere olur. Sürekli peş peşe gelen ve tekrar etmeyen tecellilerle sûfi, kimi zaman şen şakrak olur gönlünde güller açar, kimi zaman da ihtiyarını kaybeder, sinesi param parça olur canından bezer, tüm varlığından vazgeçer: (Alvarlı, 2011: 226) Şûh u şengim tîr-i müjgân bir urur bin pâreler Yâr gülende gönlüme güller açar gülpâreler Şöyle bir ebrû-kemân mihr-i zemân meftûniyem Terk-i cân eyler görende âşık-ı âvâreler Gözlerin âfet-i devrân kaşların tîğ-ı kazâ İhtiyârsız âşıkın bin câme-i cân pâreler Zevk-ı cennetden değerli Dilberin gülberleri Katl eder LUTFÎ yi elbet bu kılınc-ı hâreler Alvarlı Efe, bir başka beytinde bu tecelliler karşısındaki konumunu bizzat kendi hali üzere paradoksal bir düzlemde anlatır. Zira Sevgilinin cemâlini müşahede kendisini sahralara salsa da, yine Yârı canına kastetse de, Sevgilinin yolunda canını vermek ona göre gerçek saadettir ve gerçek kârdır: (Alvarlı, 2011: 345) Ol kemân-ebrûleri mihrâb-ı kudret mâh-ı nev Dürr ü mercân lebleri gülnârı gördüm ben bugün Mey-i mânâ cur asıyla mest-i medhûş bir güzel Katmer-i sahrâ gibi dür-bârı gördüm ben bugün Kays-veş sahrâlara saldı sanem-rûler beni Cân verüp cânân yolunda kârı gördüm ben bugün LUTFİYÂ bâr -ı belâdır düşme dâr-ı dilbere Cânıma kasd eyleyen bir Yâri gördüm ben bugün Bu noktada sûfi derin deryalara dalma, belalara müptela olma ile cemâli ilâhîyi müşahede etmenin cazibesi arasında kalır. Kimi zaman manevi 118

124 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): sarhoşluğu gidip de aktüel bilincine kavuştuğunda kendine derin deryalara dalmama yönünde telkinlerde bulunsa da onun için Sevgilinin huzurunda bulunmakla yaşanan engin rûhanî tecrübe, belâ sûretinde olsa da her şeyden daha değerlidir. (Alvarlı, 2011: 103) Lütfî derin deryalara salma sefinen gark olur Taht-ı Süleyman-ı değer Cânân civârında belâ. Gerçek Sevgili kimi zaman Bâtın ismiyle tecelli eder, nazlanır, Kendini gizler. Alvarlı Efe, O nun bu tecellilerinin o kadar müptelası ve müştakı olmuştur ki O, Bâtın ismiyle gizlendiğinde merhamet dilenerek kendisine eynemâ şarabı, yani her an her yerde olan Vechinin sonsuz güzellikteki tecellilerini sunmasını ister. (Alvarlı, 2011: 235) Bu şekilde âşıkların gönüllerini kimi zaman mamur, kimi zaman da harap eden-ki hakikat cihetinden her ikisi de imar ve lütuftur-birçok marifet ve estetik tecrübeler sunan bu tecellilerden bahsetsek de bu ifadeler genel olarak sûfilerin marifet ve ru yet anlayışlarına paralel olarak paradoksal zeminde ilerler. Buna göre, her ne zaman bilmeden ve idrakten bahsedilse hemen beraberinde bir bilinemezlikten ve hayretten, yine her ne zaman ru yetten ve müşahededen bahsedilse hemen gizlenmekten ve perdelenmekten bahsedilir.(tasavvufî gelenekte yaygın olan bu paradoks hakkında bk., Chittick, 2003: 277 vd.) Alvarlı da bu durumu şiirlerinde hicâp ve nikâp sembollerini kullanmak sûretiyle ifade etmeye çalışır. Her ne kadar Sevgilinin çok canlı tasvirleri yapılsa da O nun latif perde ve peçelerinden de bahsedilir. Zira tasavvufî gelenekte sıkça zikredildiği üzere, nurdan ve zulmetten sonsuz hicapları bulunan Hak Teâla ne kadar derin, rûhânî, latif tecrübelerle idrak edilir ya da müşahede edilirse edilsin Zâtı ve kemâlâtı gereği mutlak manada idrak ve ihata edilmekten uzaktır. Bu hususta Alvarlı Efe, genel olarak tasavvufî literatürde olduğu gibi, biri Hak Teâla, diğeri de insan cihetinden olmak üzere iki önemli hicâp/nikâptan bahseder: Yüce Allah ın kemâlâtı ve bizzat insanın beşerî varlığı. (Alvarlı, 2011: 285, 316) Görünce şevkı şems-i dil cemâl-i zü l-celâlî den Yüzünü yerlere koymuş türâb-ender -türâb olmuş Meallah ârifün billâh olan erbâb-ı tecrîddir Görünmez hurşîd-i mânâ beşeriyet nikāb olmuş Hüve l-evvel hüve l-âhir hüve z-zâhir hüve l-bâtın Cemâl-i zü l-celâl ine kemâlâtı hicâb olmuş 119

125 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Cemâl-i ilâhîyi müşahedenin sûfi üzerinde birçok yönden tesiri vardır. Alvarlı nın ifadesiyle, tıpkı saba rüzgârının nemiyle açılan güler gibi gönüller de bu tecellilerle, ilâhî aşk şarabının tesiriyle muhabbet ve marifetle dallanıp açılır. Bir damlası bile bir cana bedel olan bu aşk şarabı gönülleri cilalar, paslarından, kirlerinden arındırır, onları ilâhî nurlarla aydınlatarak marifet ve muhabbet mahalli yapar. (Alvarlı, 2011: 102, 235) Ona eşsiz bir manevi zevk verir, kâl ehli iken hale sevk eder, çok tesirli hitap ederken, çok güzel vaaz ve nasihatlerde bulunurken adeta dilsiz olur, her şeyi terk eder, kendisini derin bir sükûnet kaplar. Hz. Musa yı kendinden geçirip baygın düşüren de, Hz. Yusuf u bir kuyuya attıktan sonra Mısır a sultan yapan da hep bu tecellilerdir. (Alvarlı, 2011: 227, 235) Burada Alvarlı Efe, Bir gün olur çâhe atar Lutfî yi, sonra Mısır şahlığına aldırır demek sûretiyle doğrudan Hz. Yusuf u değil kendini zikreder ve Kur an da geçen peygamber kıssalarına dolaylı referansla bizzat sûfinin kendi manevi kemâl yolculuğunu anlatır. Dolayısıyla bu beyitlerde, Kur an kıssalarını ferdî, psikolojik düzeyde yorumlamaya imkân tanıyan bir referans çerçevesi vardır. Alvarlı Efe burada çâh/kuyu ifadesiyle muhtemelen mevhûm/izâfî benliğini kastetmektedir. Bu kuyu, insanın ruhunu beden ve dünya zindanına hapseden, sahip olduğu hazineleri görmesine engel olan derin ve karanlık bir kuyudur. İşte Alvarlı ya göre insanı bu karanlıktan, Hakkın tecellilerini, cemâl-i ilâhîyi müşahedenin nurları kurtarıp aydınlığa çıkartır. Bu şekilde insan da bir insan-ı kâmil ve mana âleminde bir sultan olur. Diğer taraftan burada kuyu sembolüyle seyr u sülûk boyunca çekilen zorluklar, sıkıntılar ya da Allah ile kulu arasındaki eza ve cefa kaynağı tüm hicaplar da kastedilmiş olabilir. Kendi gayreti ve nihâî olarak da ilâhî lütuf ile tüm bu engellerden kurtulan sûfi, insan-ı kâmil olarak gönül ikliminde sultan olur. Cemâl-i ilâhî den yansıyan bu nurlar âşık için çok değerlidir, onun gözünde bu nurlar âlemin ruhudur. (Alvarlı, 2011: 392) Aslında bu nur âşığın her şeyidir, onun bütün amellerine de yansır, dini, imanı, kıblesi, kâbesi, mihrabı vs. hep bu nurdur. Zira tüm ibadetlerde arzulan huzuru ilâhîyi bu nur sağlar. Aslına 120

126 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): bakılırsa sûfiye eşsiz şiirler, gazeller, rubailer söyleten 9 de hep bu tecelliler ve yaşadığı aşk tecrübesidir. 10 Cemâl-i ilâhîyi müşahede, sıradan eşyayı görme gibi baş gözüyle değil de gönül gözüyle olduğu için donuk, statik değildir. Tecellileriyle sûfiyi halden hale sokar. Bu durum tasavvufî literatürde hallerin geçiciliği ve sürekli değişimi ile ifade edilir. Haller makamlar gibi kalıcı ve kesbi değildir, vehbi olup sûfinin iradesi söz konusu değildir.(kuşeyrî, 2001: 91, 92) Sûfiyi ansızın kaplar hemen yine sûfinin kendi iradesi olmaksızın yerini başka bir hale bırakır. Bu haller Alvarlı Efe nin müşahedeyi canlı bir şekilde tasvir ettiği şiirlerine de yansır. O eşsiz güzellikteki Sevgili, şefkat ve merhamet gösterir de bir an perdesini kaldırır, seyr-i cemâl ile kemâlini gösterirse âşığı eşsiz bir neşe ve mutluluk kaplar. Gönlündeki tüm manevi hastalıkları söküp atar, Sevgilisiyle hem-dem olur, çok yakın dost olur, ülfet ile sohbet eder. Sevgilinin tecellileriyle Vücûd ve tevhid deryasının derinliklerine dalar, onun inci mercanlarıyla süslenir. Bu esnada sohbeti de insanı serinleten içimi hoş serin, tatlı su gibidir. Sevgilinin gül sinesi bazen nurlarıyla öyle parlar ki masiva güneşini zail eder yok gösterir. Sıradan şuuru esnasında, kendi varlığını sûfinin bilincine dikte eden mâsivâ, yüce Allah ın sonsuz tecellilerinin müşahedesi esnasında yok hükmünde görünür. Sevgili kimi zaman nazlıdır, nezaketlidir, âşığın gönlünü aşk şarabıyla doldurup onu kendinden geçirir. Kimi zaman da sinesinden oklar atarak kahr ile eza cefa çektirir, dertlerine bin dert katar. Bu durumda sûfi öyle bir hale bürünür ki gözünde hiçbir şeyin değeri kalmaz. Sûretâ doğru olan şeyler bile kendisine vebal görünür. Bir diğer ifadeyle, hakikati itibarıyla bir hicap olduğu için âlemdeki tüm doğru, güzel sûretler bile kendisi için bir ağırlık, bir ıstırap kaynağı olur. Bizzat kendi varlığı da vuslata mani en büyük hicap olduğu için başta kendi vücûdu olmak üzere kendisinden sadır olan tüm güzel fiiller 9 Sûfilerin asıl gayelerinin mana, hakikat ve bizzat yaşadıkları tecrübeler olduğu yoksa kafiye, vezin vs. gibi şeylerle sözü güzelleştirme gibi bir gayelerinin olmadığı, bu itibarla da şiirlerinin yaşadıkları engin rûhânî tecrübelerden neşet ettiği hususunda detaylı tahliller için bk., Kılıç, Meselâ Mevlânâ bir rubaisinde bu hakikati şöyle ifade eder: Ben âşıklığı Senin kemâlinden öğrendim Beyit ve gazel söylemeyi Cemâlinden öğrendim Gönül perdesinde hayalin raksetmede Ben en güzel raksı Senin hayalinden öğrendim. Bk. Mevlânâ, 1994: 216, nu:

127 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): kendisine günah, vebal görünür. Kimi zaman bu müşahedeler o kadar açık, daha doğru bir tabirle o kadar latif perdeler arkasından olur ki âşığı haremine alır en gizli sırlarını ona öğretir. Bazen Kendine o kadar yaklaştırır ki Rengine boyandırır, ilâhî niteliklerle nitelendirir. Bazen de o kadar hicap ile perdelenir ki âşığı yanına yanaştırıp beldesine almaz. Hatta öyle olur ki katline ferman eder, darağacına çeker. Fakat gerçek Sevgilinin aslâ tekrar etmeyen, sûfiyi halden hale sokan farklı tecellileriyle bu şekilde pek çok ıstırap, dert ve kedere düşse de âşığın can gözüne bunlar hep güzelliğin, hüsnün, cemâlin ta kendisi görünür. Kısaca, müşahede sürekli cemâl ve celal tecellileri arasından değişir gider, fakat tıpkı Hak Teâlâ nın sonsuz güzellikteki sıfatlarını bir birinden ve en temelde de Zât-ı İlâhiden mutlak manada ayıramadığımız gibi tecelliler de mutlak olarak ayrıştırılamaz. Cemâlde Celâl, Celâlde Cemâl, bir diğer ifadeyle lütufta kahır, kahırda da lütuf söz konusudur. İlahi rahmet ve şefkatten uzak salt kahr ve çile söz konusu değildir. Bazen öyle olur ki aşığa bütün bildiklerini unutturur, her şeyi terk ettirir, âlim iken cahil, ermiş iken tekrar talip ve mürid kılar. Alvarlı Efe, âşığın derununda gerçekleşen tüm bu değişmeleri şöyle ifade eder. (Alvarlı, 2011: 227, 241, 242) Bir gün olur Yâr cemâlin gösterir Şefkat eder ayn-i kemâl gösterir Şân u şerâfâtı kadîm bir güzel Sohbetiyle âb-ı zülâl gösterir Bir gün olur âşıka nazlar satar Sahn-ı sînesin gözedir ok atar Derdlilerin derdine bin derd katar Resm-i savâbları vebâl gösterir Bir gün olur elden alur ezberin Bir gün olur kara eder defterin Bir gün olur pür-nûr eder gülberin Mihr-i sivâ dâre zevâl gösterir Bir gün olur deftere ismin yazar Bir gün olur sûretâ bozar yazar Çünkü olur dildeki derdin hezâr Cân gözüne ayn-i cemâl gösterir 122

128 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): SONUÇ Genel itibarıyla sade bir üslupla yazan, şiirlerinde kimi zaman hitap ettiği kitleyi de dikkate alarak halk kültürüne ilişkin yöresel ifadeler de kullanan Alvarlı Efe nin, tasavvufî derinliği olan ve yoğun sembolik örgüsü bulunan şiirleri de mevcuttur. Bu şiirler, Allah ile insan arasında ünsiyet ve kurbiyyet merkezli münasebetin zengin örneklerini takdim eder. O, bu münasebeti, tasavvuf edebiyatında sıkça rastlanıldığı üzere, şiir dilinin zengin sembolizminden ve tesir gücünden faydalanarak aşk, güzellik, şarap ve meyhane gibi sembollerle ifade etmeye çalışır. Alvarlı Efe, tüm bu sembolizm içerisinde, Zâtı itibarıyla âlemden ve insandan münezzeh olan yüce Allah ın, sıfatlarının tecellileri itibarıyla insana ne kadar yakın ve onu nasıl kuşatmış olduğunu vurgular. En nihayet, bu ilâhi tecellilerin insanın ruhunda nasıl silinmez izler bıraktığını ve onu nasıl halden hale soktuğunu ifade eder. Yoğun sûfiyâne tecrübeleri ifade etmede sıkça başvurduğu sembolizm ve yine bu tür tecrübelere atıfla sıkça Hallâc-ı Mansur u âdeta bir sembol olarak zikretmesi, Alvarlı Efe nin, sadece hayatını sürdüğü bölgenin ve ilmî geleneğinin ya da bizzat temsil ettiği tasavvufî geleneğin sınırlarında kalmayıp aşk, vecd meşrebine de yöneldiğinin göstergesidir. KAYNAKLAR Alvarlı Efe, Hâce Muhammed Lutfi (2011), Hulâsatü l-hakâyık, (Damla Yay.), İstanbul. Chittick, William C. (2003), Tasavvuf, Kısa Bir Giriş, çev. Turan Koç, (İz Yay.), İstanbul. Çakmaklıoğlu, M. M. (2007), İbn Arabî de Ma rifetin İfadesi, (İnsan Yay.), İstanbul. Eroğlu, Farsakoğlu A. (2010), Hâce Muhammed Lutfî nin Şiirlerinde Din ve Tasavvuf Kültürü, (Akademi Yay.), İzmir. İbn Arabî, (1999), Muhyiddin, el-fütûhâtü l-mekkiyye, haz., Ahmet Şemsettin, (Daru l-kütübi l-ilmiyye), Beyrut. İbn Arabî, (1946), Fusûsu l-hikem,thk. Ebu l-alâ Afifi, (Dâru İhyâi l-kütübi l- Arabiyye), Kahire. İbn Arabî, (2000), Zehairu l-â lâk Şerhu Tercümâni l-eşvâk, hz. Halil İmran Mansur, (Dârü l-kütübi l-ilmiyye), Beyrut. 123

129 Çakmaklıoğlu, M. M. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): İbn Arabî, Ankâu Mugrib, thk. Ahmed Seyyid Eş-Şerif, (Mektebetü l-ezheriyye li t-türas), Kahire, ts. İbn Arabî, Kitâbu t-terâcim, Resâilu İbn Arabî, thk., Muhammed İzzet, (Mektebetü t-tevfikiyye), Kahire, ts. Kartal, A. (2003), Abdülkerim el-cîlî, Hayatı Eserleri, Tasavvuf Felsefesi, (İnsan Yay.), İstanbul. el-kayserî, (2011), Dâvûd, Aşk Şarabı ve Hayat, Kasîde-i Hamriyye Şerhi, terc. Turan Koç-Mehmet Çetinkaya, (İnsan Yay.), İstanbul. Kemikli, B. (2011), Sûfi Şâirin İzinde Şiir ve İrfan, (Kitabevi Yay.), İstanbul. Kemikli, B. (2004), Dost İlinden Gelen Ses, (Kitabevi Yay.), İstanbul. Koç, T. (2008), İslam Estetiği, (İSAM), İstanbul. Kılıç, M. E. (2004), Sûfi ve Şiir, (İnsan Yay.), İstanbul. Kuşeyrî, (2001), er-risâletü l-kuşeyriyye, tahk. Halil Mansur (Daru l-kütübi l- İlmiyye), Beyrut. Kutlu, H. (2006), Hâce Muhammed Lutfî, Hayatı, Eserleri ve Şahsiyeti, (Damla Yay.), İstanbul. Küçük, O. N. (2011), Fusûsü l-hikem ve Mesnevî de İnsan-ı Kâmil, (İnsan Yay.), İstanbul. Mevlânâ, Celâleddin Rumi, (1960), Mesnevî, çev. Veled İzbudak, (MEB. Yay.), İstanbul. Mevlânâ, Celâleddin Rumi, (1994), Rubâiler I-II, çev. M. Nuri Gençosman, (MEB. Yay.), İstanbul. Nasr, Seyyid Hüseyin, (2001), Bilgi ve Kutsal, çev. Yusuf Yazar, (İz. Yay.), İstanbul. Nicholson, Reynold A. (1969), fi t-tasavvufî l-islâmî ve Târîhuhu, Arapça ya çev. Ebu l-alâ Afîfi, (Lecnetü t-te lîf ve t-tercüme ve n-neşr), Kahire. Nicholson, Reynold A. (1975), The Mystics of Islam, (Schocken Books), New York. eş-şutûrî, Ali Hatîb, (1984), İtticâhü l-edebi s-sûfî Beyne Hallâc ve İbn Arabi, (Dârü l-meârif), Kahire. et-tehânevî, Muhammed Ali, (1996), Keşşâfu Istılâhâti l-fünûn ve l-ulûm, tahk., Refîk el-acem, (Mektebetü Lübnân), Beyrut. 124

130 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Çimento Sektöründe Özelleştirmelerin İşletme Performansına Etkileri (Türkiye Uygulaması) Uğur Karakaya 1 Özet Bu çalışmada Türkiye de, çimento sektöründe özelleştirmelerle ortaya çıkan performans değişimi, biri statik diğeri dinamik olmak üzere iki ayrı yöntemle analiz edilmiş, işletme performansı özelleştirme öncesi, özelleştirme yılı ve özelleştirme sonrası olmak üzere üç ayrı dönem haline incelenmiştir. Bu amaçla 23 çimento şirketi seçilerek bunların özelleştirilme sürecinde değişen kârlılıkları araştırılmıştır. Kârlılık ortalamalarını dönemlere göre karşılaştıran statik analizde işletmelerin çoğunda özelleştirme sonrası döneme ait kârlılığın, özelleştirme öncesi döneme göre arttığı tespit edilmiştir. Dinamik analiz, özelleştirmenin kârlılığa etkisine ilişkin daha detaylı sonuçların ortaya çıkmasını sağlamış, özelleştirmeyle birlikte oluşan eşik etkisiyle, istatiksel olarak anlamlı bulunan 16 şirketten 10 unda kârlılık artışı tespit edilmiştir. Ancak, özelleştirme sonrası dönemde bu şirketlerden 9 unda kârlılık istikrarını kaybederek düşme eğilimi göstermiştir. Kârlılıktaki bu düşüşe rağmen kârlılık oranları özelleştirme öncesi döneme ait seviyelere gerilememiş, bu seviyelerin bir hayli üzerinde kalmıştır. Özelleştirmeyle birlikte artan kârlılık daha sonraki süreçte birtakım başka faktörlere bağlı olarak azalma eğilimi gösterebilmektedir. Nitekim, kârlılığı etkileyen tek faktör mülkiyet değişimi olmayıp, işletmelerin özelleştirmeye hazırlanma sürecinde yapılanların yeterliliği; özelleştirme sonrasında işletmenin yönetim ve organizasyon yapısı, mevcut iktisadi konjonktür, krizler vb. faktörler işletme kârlılığını etkileyebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Performans, Verimlilik, Etkinlik, Özelleştirme sonrası kârlılık, Kamu ve özel sektör işletmeleri The Effects of Privitazition on Company Performance in Cement Sector (Turkish Sample) Abstract In this study, performance change caused by privatization in cement industry was analyzed using two different methods; one static and the other dynamic, and company performance was investigated in three different periods as pre-privatization, 1 Dr. Gaziosmanpaşa Üniversitesi, ugurkarakaya@hotmail.com 125

131 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): privatization year and post-privatization. 23 cement companies were chosen and their changing profitability during the privatization period was studied. As a result of the static analysis which compares profitability means of the periods, it was found that in most of the companies profitability increased in post-privatization period when compared to that of pre-privatization period. Dynamic analysis provided more detailed results about the effects of privatization on profitability, and with the threshold effect caused by privatization, profitability increase was found in 10 companies out of 16 that were found to be statistically meaningful. However, in post-privatization period profitability in 9 of these companies lost its stability and showed a decrease. Despite the decrease in the profitability, the profitability rates did not go back to pre-privatization levels but remained quite above these levels. Profitability that increased with the privatization can show a decrease depending on some other factors in later periods. Thus, property change is not the only factor that affects profitability; whether it is enough or not what the companies did in privatization preparation period, the administration and organization structure of the company after the privatization, present economic conjuncture, crisis etc. can also affect the profitability of a company. Key Words: Performance, Productivity, Efficiency, Post privatization profitability, Public and private companies GİRİŞ 1980 li yıllarda küreselleşmeyle birlikte neoliberal görüş ve politikaların giderek popüler hale gelmesi, bu doğrultuda kamu kuruluşlarının yeniden yapılandırılması, devletin ekonomideki yetki ve müdahalelerinin azaltılması vb. düşüncelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan özelleştirme 1980 li yıllarda birçok ülkede sistemli olarak uygulama alanı bulmuş, önemli ve güncel bir konu haline gelmiştir. Özelleştirmeler hemen her sektörü etkilemiş, özelleştirmelerden önemli ölçüde etkilenen sektörlerden birisi de çimento sektörü olmuştur. Ekonomik yapı içinde doğrudan ya da dolaylı birçok sektörle ilişki içinde olması, ulaşım, enerji, giyim, gıda vb. birçok sektörü etkilemesi çimentoya, inşaat sektöründe henüz alternatifi bulunmayan, önemli ve vazgeçilemez bir ürün olma özelliği kazandırmıştır. Türkiye de çimento sektöründe ilk özelleştirme uygulaması, 1989 yılında ÇİTOSAN a bağlı birer ortaklık olarak faaliyet gösteren 5 çimento 126

132 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): fabrikasının Ciment Francais firmasına blok satışıyla başlamıştır. Çimento sektöründe yatırımın kârlı olması ve özelleştirme kapsamına alınan fabrikaların satış bedellerinin makul düzeyde belirlenmesi uygulamaları hızlandırmıştır de devlete ait çimento fabrikalarının sayısı 24 iken, bu fabrikaların 1989 da 5 i, 1992 de 7 si özelleştirilmiştir. Geri kalan 12 fabrikanın mülkiyeti ise 1998 yılında özel sektöre devredilmiştir. Özelleştirme uygulamalarına, 1999 yılında tüm fabrikaların özelleştirilmesi ve ÇİTOSAN ın Ticaret Sicili nden tüzel kişiliğinin silinmesiyle son verilmiş ve devlet bu alandaki işletmecilikten tamamen çekilmiştir (Saygılı Ş., Taymaz E., 1996). Bu çalışmada, Türkiye de çimento sektöründe faaliyet gösteren KİT lerin özelleştirilmeleriyle değişen performanslarının incelenmesi amaçlanmış; özelleştirme sonrasındaki performansları ile önceki durumları biri statik diğeri dinamik olmak üzere iki farklı yöntemle karşılaştırılmıştır. Bu çerçevede ilk olarak özelleştirmeyle değişen işletme performansını konu alan, daha önce yapılmış araştırmaların bir özeti sunulmuş, sonra kullanılacak ekonometrik model ve yöntem tanıtılarak çimento sektöründe faaliyet gösteren işletmelerden seçilen örneklere ait veriler analiz edilmiştir. Son olarak da araştırmanın genel bulguları özetlenerek ortaya çıkan sonuçlar değerlendirilmiştir. Çimento sektörünün imalat sanayi içinde önemli bir yere sahip olması, özelleştirmelerin ilk ve ağırlıklı olarak bu sektörde gerçekleşmesi, karşılaştırma ve değerlendirme yapılmasını sağlayacak verilerin mevcut ve kolay ulaşılabilir olması vb. nedenler araştırma için bu sektörün seçilmesinde önemli rol oynamıştır. 1. Kamu ve Özel Sektörde İşletme Performansını Karşılaştıran Çalışmalar Literatürde mülkiyet biçimi ve özelleştirmenin ekinlik ve verimlilik üzerindeki etkilerini inceleyen çok sayıda araştırma yapılmıştır. Kamu ve özel sektör işletmelerinin performanslarının karşılaştırıldığı bu çalışmalarda iki farklı yöntemin izlendiği göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisinde, özel sektöre devredilen işletmelerin birtakım performans göstergeleriyle özelleştirme öncesi ve sonrasındaki verimliliklerinin ölçülerek özelleştirmenin etkinlik ve verimlilikte bir artışa neden olup olmadığı sorgulanmaktadır. İkinci yöntemde ise, aynı sektörde faaliyet gösteren bir grup kamu sektörü işletmesiyle, özel sektörde faaliyet gösteren diğer bir grup işletmenin performansı karşılaştırılmaktadır (Bozec R., 2004). Bu çalışmada işletmelerin özelleştirme öncesi ve sonrası performanslarını karşılaştıran birinci yöntem izlendiğinden, 127

133 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): çalışmanın bu bölümünde bu yönteme dayalı olarak yapılan çalışmalar üzerinde durulacaktır. Özelleştirme sonrası işletme performansının incelenmesinde kullanılan en basit yöntem, halka arz edilerek özelleştirilen çok sayıda işletmenin, istatistik bilimindeki ortalama ve medyan hesaplarıyla finansal ve operasyonel performanslarındaki değişimin çeşitli açılardan ölçülmesidir. Bu tür bir çalışmanın ilk örneği Megginson, Nash ve Van Randerborg tarafından 1994 yılında yayınlanmış, çalışma MNR yöntemi olarak anılmış, o tarihten sonra MNR yöntemini temel alan ve bu çalışmanın farklı varyasyonlarını içeren birçok çalışma yapılmıştır (Megginson vd., 1994). MNR yönteminin kullanıldığı çalışmada 6 sı gelişmekte olan 12 si sanayileşmiş toplam 18 ülkede, 32 farklı endüstriden, yılları arasında halka arz edilerek kısmen veya tamamen özelleştirilmiş 61 şirketin özelleştirme öncesi ve sonrası finansal ve operasyonel performansları karşılaştırılmıştır. Çalışmada net kârdan hareketle verimliliği ve üretkenliği ölçen performans göstergeleri kullanılmıştır. Her firmanın performansı özelleştirme öncesi üç ve sonrası üç, özelleştirme yılı da bir olmak üzere, toplam yedi yıllık bir süre için ölçülmüştür (Jerome A., 2008). Araştırmacılar özelleştirme sonrasında firmaların kârlılık, gerçekleşen satışlar, yatırım harcamaları ve verimliliklerinin arttığını, borçlarının da azaldığını gözlemlemişlerdir. Ayrıca firmaların borç seviyesinin düştüğünü ve daha fazla kâr payı dağıttıklarını tespit etmişlerdir. Beklentilerin aksine, özelleştirme sonrasında incelenen firmaların % 64 ünde istihdamın arttığı sonucuna ulaşmışlardır. Bununa birlikte araştırmacılar, gelişmekte olan ülkelerdeki firmalarla yapılacak benzer bir çalışmada, elde edilecek sonuçların farklılaşabileceğini vurgulamış, ulaştıkları sonuçların genellenmesinden kaçınılmasını istemişlerdir (Yaya H., S., 2005). MNR yöntemine benzer bir yöntemin izlendiği bir diğer araştırma da Boubakri ve Cosset tarafından 1998 de yapılmıştır. Boubakri ve Cosset yılları arasında özelleştirilen 21 gelişmekte olan ülkenin 32 endüstrisinden 79 şirketin finansal ve operasyonel performansını incelemişlerdir. Çalışmalarında, çıktıda etkinlik, kârlılık, sermaye, yatırım harcaması ve kâr payı ödemelerinde önemli artışlar ve borçluluk (kaldıraç) oranında önemli düşüşler tespit etmişlerdir. Bir önceki çalışmaya ait istihdam artışı ile ilgili sonuçlar bu 128

134 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): çalışmada da benzerlik göstermiş, yazarlar özelleştirme sonrasında toplam istihdamın arttığı tespitini yapmışlardır (Boubakri N., Cosset J., 1998). Diğer yandan, Dewenter ve Malatesta 2001 de yayınladıkları araştırmalarında yılları arasında özelleştirilen 63 farklı firma üzerinde çalışmışlardır. Yazarlar çalışmalarında, satışların getiri oranından (Net kâr /Satışlar) hareketle hesapladıkları kârlılıkta önemli bir artış tespit etmişlerdir. Bunların ötesinde, söz konusu çalışmada vurgulanan en önemli noktalardan birisi, özel sektöre ait işletmelerin kamu işletmelerine göre daha verimli ve kârlı olduğu iddiasıdır (Dewenter K. L, Malatesta P.H., 1997). Bu konuda 1999 da yayınlanan bir başka çalışma D Souza ve Megginson tarafından kaleme alınmıştır. Araştırmacılar, 28 farklı ülkede (15 i sanayileşmiş 13 ü sanayileşmemiş) yılları arasında halka arz yöntemiyle kısmen veya tamamen özelleştirilen 85 firmanın özelleştirme öncesi ve sonrası finansal ve operasyonel performansını karşılaştırmışlardır. Yazarlar, özelleştirme sonrasında kârlılık, satışlar, teknik etkinlik ve kâr payı ödemelerinde artış, kaldıraç oranında azalış tespit etmişlerdir. Toplam istihdamın düştüğünü, ancak bu durumun istatistiksel olarak anlamlı çıkmadığını vurgulamışlardır. Çalışma bütünüyle değerlendirildiğinde mülkiyet yapısındaki değişimin firma performansına etkisinde anlamlı bir sonucun ortaya çıkmadığı söylenebilir. Özellikle rekabetçi olmayan sektörlerde kamunun yönetimi devretmesi ya da devretmemesi durumlarında performansın değiştiğine ilişkin anlamlı bir sonuca ulaşılamamıştır. Çalışmada ayrıca, sanayileşmiş ülkelerde özelleştirme sonrasındaki istihdam azalışının sanayileşmemiş ülkelere göre daha fazla olduğu tespiti yapılmıştır (D souza J., Megginson W. L., 1999). Söz konusu çalışmalar göz önüne alındığında özelleştirmenin finansal ve operasyonel performansta artış sağladığı, buna karşın istihdamda belirgin kayıplara yol açmadığı söylenebilir. Özelleştirmelerin verimlilik üzerine etkilerinin incelendiği bir diğer araştırma J.David Brown ve Almos Telegdy tarafından yapılmıştır yılında yayınlanan çalışmada Macaristan, Romanya, Rusya ve Ukrayna da gerçekleştirilen özeleştirmelerden sonra şirketlerde verimliliğin; Romanya da % 28, Macaristan da % 22, Ukrayna da % 3 arttığı, Rusya da % 4 düştüğü tespit edilmiştir. Yabancılara yapılan satışların özelleştirme sonrası etkinlikte önemli bir rol (% 44) oynadığı da tespitler arasındadır (David J., Almos T., 2004). 129

135 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Bozec vd yıllarını kapsayan 26 yıllık dönemde Kanada da özelleştirme öncesinde yönetim ve organizasyon reformuna tabi tutulmuş 13 kamu şirketinin performansını incelemiş, özelleştirmelerin firmaların teknik etkinliği üzerinde önemli bir etkiye sahip olmadığını ileri sürmüşlerdir. Performans göstergesi olarak kârlılığı kullanmak koşuluyla firma performansını olumlu etkileyebilecek tek faktörün firma amaçlarındaki değişim olduğu tespitini yapmışlardır (Bozec vd., 2006). Bir diğer çalışma 2007 yılında Laura Cabeza García ve Silvia Gómez Ansón tarafından yapılmış, çalışmada İspanya da yılları arasında özelleştirilen 58 firmanın özelleştirme sonrası performansları araştırılmıştır. İlk özelleştirmelerin gerçekleştirildiği döneme ait incelemede şirketlerin % 50 sinden fazlasında kârlılığın, % 45 ten fazlasında etkinliğin arttığı görülmüştür. Ancak, incelenen dönemin bütününde şirketlerin üçer yıllık dönemsel kârlılık ortalaması baz alındığında kârlılık ve etkinlikte anlamlı bir artışın gerçekleşmediği saptanmıştır. Yazarlar özelleştirme sonrası performans değişimine etki edebilecek faktörleri de araştırmış; rekabetin bu süreçte önemli bir rol oynayacağı, etkinlik kazanımlarının rekabetçi piyasalarda gerçekleşebileceği tespitlerini yapmışlardır. Çalışmada ayrıca, performansa etki edebilecek diğer faktörlerin (piyasaya yabancı yatırımcı girişi, özelleştirilen şirketin kamusal kontrol açısından tamamen serbest hale gelmesi, şirket ölçeği vd.) varlığına da vurgu yapılmıştır (García L.C., Ansón S. G., 2007). Bir diğer araştırma Amerikan petrol şirketlerine ilişkin veriler kullanılarak 2008 yılında Christian Wolf ve Michael G. Pollitt tarafından yapılmıştır. Araştırmada halka arz edilerek özelleştirilen 28 petrol şirketinin, satışı gerçekleşen 60 hissesi veri olarak kullanılmış, elde edilen sonuçlar özelleştirmelerin işletme performansını anlamlı ve istikrarlı olarak iyileştirdiğini ortaya koymuştur. Araştırmaya göre, özelleştirmeleri izleyen 7 yıl içerisinde işletmelerdeki kârlılık % 36, toplam çıktı % 40, sermaye giderleri % 47 oranında artmış, istihdam % 35 oranında azalmıştır (Wolf C., Pollitt Michael G., 2008) yılında Saul Estrin vd. tarafından yapılan bir başka çalışmada ise, eski Sovyetler Birliği ne bağlı iken bağımsızlıklarını kazanmış, piyasa ekonomisine geçiş sürecini yaşayan ekonomilerde özelleştirmelerin firma performansı üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Yabancılara satılarak özelleştirilen kuruluşlarda özeleştirme sonrası performansın hızla arttığı tespit edilirken, yerli sermaye ile özelleşen şirketlerde performans anlamında fazla bir 130

136 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): şeyin değişmediği, bulguların kurumsal yapı ve izlenen politikalara bağlı olarak bölgeden bölgeye değiştiği vurgulanmıştır. Çin için yapılan analizde ise yerli sermaye ile özelleşen şirketlerde performans artışının sağlandığı belirtilmiştir (Estrin vd., 2009). Özelleştirmenin firma performansına etkisi Türkiye de de araştırmacıların ilgisini çekmiş, bu bağlamda çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Halit Suiçmez ve Şevket Yıldırım ın yaptıkları çalışmada çimento sektöründe gerçekleştirilen özelleştirme uygulamaları sonucunda özelleştirme öncesi ve sonrası çimento fabrikalarında kârlılık ve verimlilik analizleri yapılmıştır. 5 çimento fabrikası için yapılan araştırmada Afyon, Ankara, Balıkesir, Söke ve Trakya çimento fabrikalarında özelleştirme sonrasında performansın (Gösterge olarak satış kârlılığı, özsermaye kârlılığı, aktif kârlılık, işgücü verimliliği, sermaye verimliliği kullanılmıştır.) genel olarak düştüğü tesbit edilmiştir(suiçmez H., Yıldırım Ş., 1993: 1). Ökten ve Arın panel veri yöntemiyle yılları arasında özelleştirilen 23 çimento şirketinde özelleştirmenin firma etkinliği ve üretim teknolojisi üzerindeki etkilerini araştırmışlar, özelleştirme sonrasında birim maliyetin ve fiyatın düştüğünü, emek verimliliği ve üretim düzeyinin önemli ölçüde arttığını tespit etmişlerdir. Özelleştirme sonrasında sermaye ve sermaye emek oranındaki artışla birlikte firmalarda sermaye yoğun teknolojiye geçişin hızlandığı da araştırmacıların tespitleri arasındadır (Arın K. P., Ökten Ç., 2003). Çolak ve Kara tarafından yapılan bir diğer araştırmada özelleştirmeye konu olan KİT lerden seçilmiş çimento endüstrisi örneğinden hareketle, kaynak kullanım etkinliği ölçülerek etkinlik skorları ile çalışma değerleri arasındaki etkileşimin ortaya konulması amaçlanmıştır. Çalışmada, çimento endüstrilerine ilişkin birincil ve ikincil veri tabanı esas alınarak, etkinlik ölçme tekniklerinden ve çalışma değerleri analizinden yararlanılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre, KİT lerin özelleştirme sonrasındaki mülkiyet değişimine bağlı olarak ortaya çıkan etkinlik değişimi, çalışma değerleri üzerinde etkilidir şeklindeki temel hipotez doğrulanmıştır (Çolak M., Kara O., 2012). Son 40 yıl içerisinde, özelleştirme ve mülkiyet biçiminin işletme performansını (verimlilik-etkinlik, kârlılık) belirleyen önemli bir belirleyici olduğu iddialarının sınanmasına yönelik birçok çalışma yapılmıştır. Bunlardan bazıları yukarıda, araştırmacılar, kullanılan yöntemler ve sonuçları itibarıyla kısaca özetlenmiştir. 131

137 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): İşletme performansının sayısal bir değerle ifadelendirilmesi için araştırmalarda performans göstergeleri kullanılmıştır. Bu araştırmanın hipotez, yöntem ve modelinin açıklanmasından önce performans kavramı ve kavramın içerdiği diğer unsurların kısaca üzerinde durulması uygun olacaktır. 2. Performans Kavramı ve Unsurları Bir görevi, amacı, taahhüt edileni başarmak, tamamlamak, ulaşılmak istenilen hedefe ulaşmak (The Oxford Dictionary, 1978: 689) şeklinde tanımlanan performans kavramı, bir işi yapan bir bireyin, grubun ya da kurumun bunu yaparak hedeflediği şeyi ne kadar gerçekleştirdiğinin nitelik ve nicelik olarak ifadelendirilmesi anlamına gelmektedir (Falay, 2000). Bu çerçevede kavram, amaçlı ve planlı bir faaliyet sonucunda elde edileni ifade etmektedir. Performans çok çeşitli unsurların ya da boyutların bir araya gelmesinden oluşan bir kavram olup verimlilik, etkinlik, etkililik, ekonomiklik, kârlılık vb. kavramlarını da içermektedir. Etkililik kavramı literatürde kaynakları en iyi şekilde değerlendirerek mümkün olan en iyi sonucun alınması biçiminde yer almaktadır. Kavram daha çok işletmenin istediği sonuçlara ulaşma düzeyi ve derecesini ifade etmektedir. Sonuç, fiziksel değerlerle ifade edilen çıktıdan daha farklı bir anlam taşımaktadır. Örneğin; bir işletmenin araştırma ve geliştirme bölümünün geliştirdiği yeni ürün sayısı çıktıdır, ancak bu ürünler içinde talebi ya da pazarı hazır olanların sayısı da sonuçtur. (Akal, 2005: 37) Etkililiğin teknik ve ekonomik anlamda ölçülmesinde şu göstergeler yaygın olarak kullanılmaktadır: a) Üretim Etkililiği = Gerçekleşen Üretim / Beklenen Üretim b) İktisadi Etkililik = Gerçekleşen Kâr / Beklenen Kâr Örgütsel etkinlik, örgütsel amaçlara ulaşma, onları elde etme derecesidir. İşletme açısından etkinlik; işçilik, hammadde, malzeme ve diğer girdilerin işletme içinden saptanan amaçlar doğrultusunda ne denli etkin ya da yeterli kullanıldığını gösteren bir değerlendirme kriteridir. Fiili (gerçekleşen) performans, önceden saptanan standart (olması gereken) performans ile karşılaştırıldığında gerçekleşen performansın standart performansa ne ölçüde yaklaştığını ya da uzaklaştığını ifade eder. Teknik Etkinlik (Randıman Oranı), Girdilerden elde edilen yararlı çıktıdır. Teknik etkinlik, çıktı/girdi ilişkisini tanımlaması nedeniyle bir 132

138 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): verimlilik göstergesi özelliği taşımaktadır. (Akal, 2005: 43). Etkinliğin ölçülmesinde ise genellikle şu formüller kullanılmaktadır: a) Teknik Etkinlik = Yararlı çıktı / Girdi = Girdiler Kayıplar /Girdi 1 b) Ekonomik Etkinlik = Yararlı çıktı / Girdi = Girdi + Kar / Girdi 1 Performansın bir diğer önemli boyutu ise verimliliktir. Verimlilik, firmanın hedeflerini göz önünde tutarak, belirli girdilerle en yüksek çıktının elde edilmesini ya da sabit değer ve miktardaki çıktının en az girdiyle elde edilmesini ifade etmektedir. Bu tanıma göre, verimlilik iki şekilde sağlanabilir: Birincisi, aynı girdiler kullanılarak çıktı artırılabilir; ikincisi ise, belirli bir orandaki çıktıya, girdilerin azaltılması ile ulaşılabilir (Köseoğlu, 2005: 215). Verimlilik ölçümleri; tek bir girdi (kısmi verimlilik), birden fazla girdi (çoklu faktör verimliliği) veya bütün girdiler (toplam verimlilik) için yapılabilmektedir. Kısmi verimlilik, üretim faktörlerinin ortalama verimliliklerini gösterir. Toplam faktör verimliliğinin hesaplanmasında ise tüm üretim faktörleri göz önüne alınır. İşletmeler tarafından işgücü verimliliği (çıktı/işgücü) ve makine verimliliği (çıktı/makine) gibi kısmi verimlilik ölçümleri sıklıkla kullanılmaktadır Bununla birlikte, bir işletmenin genel performansını ölçmede kullanılacak ölçüt, tüm girdi ve çıktıları dikkate alan toplam verimlilik değeri olmalıdır (Yavuz İ. 2003: 13). Performans unsurlarından bir diğeri de kârlılıktır. Firmanın belirli bir dönemde elde ettiği kârın, o dönemde işletmede kullanılan sermaye oranına kârlılık (rantabilite) denir. İşletme içerisinde birçok karar ve politikalarla oluşan net bir sonucu ifade eden kârlılık, işletmenin ne ölçüde etkin yönetildiği konusunda da bilgi edinilmesini sağlamaktadır. Kârlılık da diğer performas unsurları gibi teknik açıdan, satış kârlılığı, özsermaye kârlılığı, brüt satış kârı, net dönem kârı, işletme faaliyet kâr/zararı, vergi öncesi/sonrası kâr vb. alt unsurlara ayrılabilir ve ölçülebilir (Celep H., 2010: 16). Aşağıda belli başlı bazı kârlılık göstergeleriyle bunların hesaplanmasında kullanılan formüller yer almaktadır. a) Öz Kaynak Net Kârlılık Oranı = Dönem Net Kârı / Öz Kaynaklar b) Öz Kaynak Kârlılık Oranı = Dönem Kârı / Öz Kaynaklar c) Olağan Kâr Oranı= Olağan Kâr / Net Satışlar d) Dönem Kârı Oranı = Dönem Net Kârı / Net Satışlar 3. Araştırmanın Amaç ve Yöntemi Özelleştirme politikalarının amaçlarından birisi de, kamu işletmelerinin özel sektöre devredilmesiyle, makro düzeyde kaynakların daha etkin 133

139 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): kullanılmasının sağlanmasıdır. Özelleştirmeler sonucu kaynakların üretimde makro ekonomik istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmuş olacağı varsayılmaktadır. Özelleştirme sonrası kamu işletmelerinin ekonomik amaçlarla yönetileceği ve bu durumda politikacılar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak verilen görevlerin yerine getirilmesinin gerekmeyeceği ileri sürülmektedir. Böylece işletme içi performansın artacağı ve üretimde etkinliğin sağlanmış olacağı düşünülmektedir (Vickers J., Yarrow, G.K.,1998 : 2). Özelleştirmenin yukarıda bahsi geçen amacından hareketle bu çalışmada, Türkiye de çimento sektöründe gerçekleştirilen özelleştirmelerin, özelleştirme süreci ve sonrasında işletme performansını etkileyip etkilemediği, performans değişimi meydana geldiyse bu değişimin ne yönde gerçekleştiğinin araştırılması amaçlanmıştır. Bunun için halka arz veya blok satış yöntemleriyle özelleştirilmiş 23 çimento şirketi seçilmiştir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ndan elde edilen veriler doğrultusunda, çalışmada performans göstergesi olarak satış kârlılığı (Dönem Net Kârı / Net Satışlar) göstergesi seçilmiş, analizlerde performans göstergesi olarak bu gösterge kullanılmıştır. Şirketlerin yıllık satış kârlılık oranları, her şirket için yıllık net dönem kârının yıllık satışların parasal değerine oranlanmasıyla hesaplanmıştır. Ampirik çalışma birincisi statik, ikincisi dinamik analizin yapıldığı iki aşamayı kapsamıştır. Birinci aşamada özelleştirme öncesi, özelleştirme yılı ve özelleştirme sonrası olmak üzere üç dönemde her bir şirket için kârlılıkların ortalamaları hesaplanarak birbirleriyle karşılaştırılmış, böylece özelleştirmeyle kârlılığın ne ölçüde değiştiği araştırılmıştır. Ampirik çalışmanın ikinci aşamasında özelleştirmenin satış kârlılığı üzerindeki dinamik etkileri incelenmiştir. Özelleştirmenin işletme performansına etkisi, özellikle büyük ölçekli, karmaşık organizasyon yapısına sahip ve birden çok faaliyet kolunda çalışan işletmelerde bir anda ortaya çıkmamakta, zaman içinde görülebilmektedir. Bu etkinin detaylı olarak ortaya konulabilmesi için olası performans kayıp ve kazanımlarının zaman içindeki değişiminin incelenmesi gerekmektedir (Alexandre H., Charreaux G., 2001: 21). Bu yaklaşım, çalışma için satış kârlılığının özelleştirmeye bağlı değişimini dinamik olarak açıklayan ekonometrik bir modelin kurulumunu gerektirmiştir. Analizde katsayı tahminleri ve diğer istatiksel ve ekonometrik testler için SPSS 20 isimli bilgisayar yazılımı kullanılmış, elde edilen sonuçlar tablo halinde düzenlenmiştir. 134

140 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Çalışmada Kullanılan Model Çalışmada çoklu doğrusal bir regresyon modeli kullanılmış, modelin oluşturulmasında özelleştirmelerin firma performansı üzerindeki dinamik etkilerini açıklayabilen Villalonga tarafından geliştirilmiş ekonometrik bir modelden esinlenilmiştir (Villalonga, B., 2000: 43-74). Villalonga nın kullandığı model değişkenleriyle (Model 1) birlikte aşağıda açıklanmıştır. Model 1: Perf + T + P + TP + Ölçek + GSYIH + u it = β 0 β1 i it β2i it β3 i it β4 it β5 Modelde; Perf it t yılında i işletmesinin performansını ifade eden bağımlı değişkeni; T it, i firması için t zamanını ifade eden, özelleştirme öncesi ve sonrası iki dönemi ve özelleştirme yılını kapsayan yedi yıl için 1 den 7 ye kadar değer alan bağımsız bir değişkeni; P it, özelleştirme öncesi ilk üç yıl için 0, özelleştirme yılı ve bunu izleyen son üç yıl için 1 değerini alan bir gölge değişkeni; TP it, T ve P değişkenlerinin birlikte etkisini ortaya koyan ve özelleştirme sonrası dönemin etkisini açıklayan bir interaksiyon (etkileşim) terimini, Ölçek it, i işletmesinin t yılındaki satışlarının getirisinin bir önceki yıla göre artış oranını ifade eden işletme büyüklüğündeki değişimi; GSYİH it i firması için t yılındaki büyümeyi (GSYİH artışını) ifade etmektedir. Villalonga nın modelinde bağımsız değişkenlerden son iki değişkenin (GSYİH artışı ve ölçek) işletme performansına etkisinin bir firmadan diğerine değişmeyeceği varsayılmıştır. Bu iki unsurun firmanın kontrolünde olmadığı ve özelleştirmeyle bu değişkenler arasında doğrudan bir bağ olmadığı düşünülmüştür. Buna karşın modeldeki T, P ve TP bağımsız değişkenlerinin bağımlı değişken üzerindeki etkilerinin bir firmadan diğerine değişeceği vurgulanmıştır (Villalonga B.,2000: 58). Her ne kadar yukarıdaki modelin son iki değişkeninin (GSYİH artışı ve ölçek) performansa etkisinin firmadan firmaya değişmediği varsayılmışsa da, bu değişkenlerin verimlilik üzerinde pozitif ve anlamlı bir etkiye sahip olduğu söylenebilir. Bu iktisadi teorilerdeki beklentilere de uygun bir etkidir. Villalonga çalışmasında bu değişkenlerin her ikisinin de işletme performansını olumlu etkilediğini saptamıştır. Ayrıca, Dewenter ve Malatesta araştırmalarında GSYİH artışının performans üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğunu göstermişlerdir (Dewenter K, Maletesta P.H., 1997: ). Villalonga nın analizine benzer bir dinamik analizin yapıldığı bu çalışmada, performansa etkilerinin bir işletmeden diğerine değişmediği it it 135

141 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): varsayılan son iki bağımsız değişken (Ölçek ve GSYİH artışı) modelden çıkarılarak çimento şirketlerinde performansı etkileyebileceği düşünülen kapasite kullanım oranı bağımsız değişken olarak modele alınmış, böylece Model 2 elde edilmiştir. Model 2 değişkenleriyle birlikte aşağıda detaylandırılmıştır. Model 2: Perf + T + P + TP + KKO + u it = β 0 β1 i it β2i it β3 i it β4 Modelde bağımsız değişkenlerden T değişkeninin katsayısı diğer bağımsız değişkenler sabit tutulduğunda, incelenen dönemin tamamında i işletmesinin performansının zaman içerisinde ne ölçüde değiştiğini göstermektedir. T değişkenine ait katsayının pozitif yönlü olması, incelenen dönem boyunca i işletmesinin performansının arttığına işaret etmekte, katsayıdaki negatif değer ise, aynı dönemde performansın düştüğünü göstermektedir. P bağımsız değişkenine ait katsayı, özelleştirme sonrası performansın özelleştirme öncesine göre ne ölçüde değiştiğine (eşik etkisine) ilişkin statik bir bilgi vermektedir. P değişkeni özelleştirme öncesi yıllarda 0, özelleştirme sonrası dönemde 1 değerini alan bir gölge değişkendir. Değişkenin katsayısının pozitif işaretli olması özelleştirmeyle birlikte bir performans artışına, negatif işaretli olması ise özelleştirmeyle birlikte bir performans azalışına işaret etmektedir. Özelleştirme sonrası dönemde performans üzerindeki dinamik etkinin değerini TP bağımsız değişkenine ait katsayı ölçmektedir. Burada TP bağımsız değişkeni T değişkeninin bir fonksiyonudur. T ye ait katsayının negatif değerli olması yıllara göre i işletmesinin performansının azalma eğilimi gösterdiğini, buna bağlı olarak TP nin katsayısının negatif bir değere sahip olması ise özelleştirme sonrasında bu etkinin azaldığını göstermektedir. Aynı şekilde, T ye ait pozitif değerli bit katsayı, incelenen dönem boyunca bir performans artışına işaret etmekte, TP ye ait pozitif bir katsayı ise özelleştirme sonrasında işletme performansının arttığını göstermektedir. Modelin son bağımsız değişkeni kapasite kullanım oranıdır (KKO). Kapasite kullanım oranının yıllara göre artış göstermesinin işletme performansını da arttıracağı düşünülmektedir. KKO nın katsayısının pozitif işaretli olması, incelenen dönem boyunca bu değişkenin, i işletmesinin performansını arttırdığını göstermektedir. Aynı şekilde, KKO na ait negatif it i t 136

142 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): değerli bir katsayı, KKO nın incelenen dönemde işletme performansı üzerinde, performansı azaltmaya yönelik bir etki yaptığına işaret etmektedir. 5. Statik Analizin Sonuçları Tablo 1 ve Tablo 2 de statik analizden elde edilen sonuçlar yer almaktadır. Tablo 1 de araştırma kapsamına alınan tüm şirketlerinin üç dönem halinde satış kârlılıkların ortalaması verilmiştir. Tablodan, şirketlerin özelleştirme sonrası kârlılıklarının genel ortalamasının özelleştirme yılı ve özelleştirme öncesi döneme göre belirgin olarak arttığı anlaşılmaktadır. Nitekim satış kârlılıklarının genel ortalaması özelleştirme öncesinde % 12,5 iken, özelleştirme yılında % 15 e, özelleştirme sonrası dönemde ise % 33,5 e yükselmiştir. Tablo 1: Türkiye de Özelleştirilen 23 Çimento Şirketinin Dönemlere Göre Satış Kârlılıklarının Genel Ortalaması Performans Göstergesi Özelleştirme Öncesi Dönemin Ortalaması (%) Özelleştirme Yılının Ortalaması (%) Özelleştirme Sonrası Dönemin Ortalaması (%) Net Kâr/ Satışlar 12, ,5 (Ortalamalar, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ından elde edilen verilerle hesaplanmıştır.) Tablo 1 şirketlerin özelleştirmeyle değişen kârlılıklarını içeren genel bilgiler sunmaktadır. Kârlılık değişiminin şirketlere göre ayrıntılı dağılımı ise Tablo 2 de detaylandırılmıştır. Tablo 2: Özelleştirme Öncesi ve Sonrası Satış Kârlılığının 23 Çimento Şirketine Göre Dağılımı Özelleştirilen Şirket Adıyaman Çimento S.an. Tic.. A.Ş Afyon Çimento San.Tic.A.Ş Ankara Çimento San. Tic. A.Ş Aşkale Çimento San Tic. A.Ş Balıkesir Çimento San Tic. A.Ş Bartın Çimento San Tic. A.Ş Özelleşt. Öncesi Dönem Özelleşt.Yılı Özelleşt. Sonrası Dönem Özelleşt. Öncesi Dönemde Ort. Satış Kârlılığı (%) Özelleşt. Yılında Ort. Satış Karlılığı (%) Özelleşt. Sonrası Dönemde Ort. Satış Kârlılığı (%) , , ,4 38, ,4 29,8 23, ,9 10,6 29, ,7 1,5 62,9 137

143 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Çorum Çimento San. Tic. A.Ş Denizli Çimento San. Tic. A.Ş Elazığ Çimento San Tic. A.Ş Ergani Çimento San Tic. A.Ş Gaziantep Çimento San. Tic. A.Ş Ladik Çimento. San. Tic. A.Ş Lalapaşa Çimento San. Tic.. A.Ş Niğde Çimento San. Tic. A.Ş Sivas Çimento San. Tic. A.Ş Söke Çimento San. Tic. A.Ş Şanlıurfa Çimento San. Tic. A.Ş Trabzon Çimento San. Tic. A.Ş Trakya Çimento San. Tic. A.Ş Van Çimento San. Tic. A.Ş Kars Çimento San. Tic. A.Ş Siirt-Kurtalan Çimento San. Tic. A.Ş İskenderun Çİmento San. Tic. A.Ş , ,6 5, ,9 1,3 12, , ,2 31,6 43, , , , ,2 21,6 29, , , ,1 7,2 14, ,8 7,2 89, ,9 1,7 74, ,9 8,5 15, ,4 0,1 7, ,4 12,1 10, ,6 39,6 26, ,5 0,5 19,4 (Tabloda yer alan ortalamalar Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ndan temin edilen verilerden hareketle hesaplanmıştır.) Tablo 2 de 18 şirkette özelleştirme sonrası dönemde kârlılığın arttığı görülmektedir. Buna göre, 23 şirketin 2/3 ünden fazlası özelleştirme sonrası süreçte kârlılığını arttırmıştır. Bu sonuç, özelleştirmeyle birlikte kârlılığın artacağına ilişkin teorik beklentiyi doğrular niteliktedir. Tablo 2 ye göre ayrıca, özelleştirme yılında sadece 9 şirketin kârlılığı artmıştır. Özelleştirme yılındaki kârlılık oranı, şirketlerin özelleştirmeye hazırlık süreci ve bu süreçte yapılanların yeterliliği, özelleştirme yılındaki ekonomik konjoktür vb. unsurların etkisinde kalabilmektedir. Kârlılık oranındaki değişim özelleştirme yılında birden ortaya çıkmamakta özelleştirme sonrası bir süreç içerisinde belirginleşmektedir. Bu nedenlerle, özelleştirme yılını temel alarak 67,2 138

144 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): performansın artıp artmadığına ilişkin bir değerlendirme eksik ve yanıltıcı olabilmektedir. 6. Dinamik Analizin Sonuçları Satış kârlılığındaki dönemsel ortalamaların karşılaştırılmasını dikkate alan statik analiz, özelleştirmenin işletme performansına etkisiyle ilgili genel bilgiler vermekle birlikte zamanla ortaya çıkan dinamik etkiyi açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Dinamik etkinin anlaşılması için daha önce değişkenleriyle birlikte açıklanan regresyon modeliyle yapılan analizde ayrıntılı sonuçlara ulaşılmış, bu sonuçlar Tablo 3 te detaylandırılmıştır. Tablo 3: 23 Çimento Şirketinin Özelleştirilmeleriyle Değişen Kârlılıklarının Dinamik Analizi Şirket Adı Dönem Sabit T P TP KKO F R² DW Adıyaman 0,397 0,083 0,728-0,122-0,685 Çimento (0,064) (0,008) (0,016) (0,013) (0,004) 0,960 2,320 San. Tic ,000*** 0,000*** 0,000*** 0,000*** 0,000*** 0,000*** A.Ş Afyon Çimento San.Tic.A.Ş Ankara Çimento S.T. A.Ş Aşkale Çimento San Tic. A.Ş Balıkesir Çimento San Tic. A.Ş Bartın Çimento San Tic. A.Ş Çorum Çimento San. Tic. A.Ş Denizli Çimento San. Tic. A.Ş Elazığ Çimento San Tic. A.Ş Ergani Çimento San Tic. A.Ş Gaziantep Çimento ,009 (0,25) 0,944 0,630 (0,550) 0,267-0,537 (0,203) 0,021** 0,772 (0,399) 0,074** 1,375 (0,295) 0,001*** -0,568 (0,308) 0,085** 0,642 (0,297) 0,053** -0,174 (0,138)) 0,235 0,306 (0,103) 0,032** 2,183 (0,841) -0,046 (0,016) 0,010** 0,077 (0,081) 0,358 0,074 (0,034) 0,049** 0,025 (0,040) 0,538 0,010 (0,042) 0,817-0,042 (0,033) 0,223 0,043 (0,043) 0,333-0,034 (0,015) 0,053** 0,035 (0,015) 0,065** -0,112 (0,167) -0,370 (0,076) 0,000*** 0,198 (0,414) 0,638-0,207 (0,179) 0,268-0,365 (0,140) 0,021** 1,603 (0,262) 0,000*** -0,413 (0,158) 0,059** 0,936 (0,367) 0,027** -0,201 (0,194) 0,326 0,141 (0,151) 0,933 0,951 (0,810) 0,054 (0,015) 0,003*** -0,063 (0,084) 0,466-0,084 (0,035) 0,032** 0,039 (0,043) 0,367-0,115 0,041 0,018** 0,088 (0,038) 0,036** -0,102 (0,054) 0,083** 0,048 (0,020) 0,035** -0,054 (0,021) 0,055** 0,035 (0,169) 0,371 (0,171) 0,003*** -1,115 (0,851) 0,206 0,683 (0,276) 0,029** -0,667 (0,392) 0,111-1,594 (0,271) 0,000*** 0,962 (0,368) 0,020** -0,849 (0,325) 0,024** 0,534 (0,212) 0,030** -0,812 (0,174) 0,006*** -2,272 (0,703) 6,466 0,002*** 1,265 0,320 4,368 0,021** 11,208 0,000*** 20,058 0,000*** 3,827 0,025** 2,630 0,092** 2,739 0,089** 8,301 0,020** 3,381 0,042** 0,590 1,402 0,219 1,243 0,593 3,104 0,762 2,220 0,879 2,347 0,505 1,853 0,489 1,924 0,523 1,556 0,869 2,350 0,510 2,

145 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): San. Tic. A.Ş İskenderun Çimento San. Tic. A.Ş Kars Çimento San. Tic. A.Ş Siirt- Kurtalan Çimento San. Tic. A.Ş Ladik Çimento. San. Tic. A.Ş Lalapaşa Çimento San. Tic.. A.Ş Niğde Çimento San. Tic. A.Ş Sivas Çimento San. Tic. A.Ş Söke Çimento San. Tic. A.Ş Şanlıurfa Çimento San. Tic. A.Ş Trabzon Çimento San. Tic. A.Ş Trakya Çimento San. Tic. A.Ş Van Çimento San. Tic. A.Ş ,022**,0513 0,261 0,839 0,007*** -0,302 (0,138) 0,051** 0,179 (0,160) 0,289-0,244 (0,233) 0,330 2,509 (0976) 0,025** 0,928 (0,170) 0,001*** 0,240 (0,267) 0,391 0,245 (0,118) 0,062** 0,111 (0,070) 0,134 0,495 (0,149) 0,008*** 0,913 (0,193) 0,000*** 0,233 (0,148) 0,133 0,615 (0,113) 0,000*** 0,041 (0,015) 0,018** -0,071 (0,028) 0,031** - 0,063 (0,036) 0,117 0,563 (0,256) 0,048** -0,093 (0,034) 0,026** 0,066 (0,027) 0,040** 0,084 (0,023) 0,004*** 0,006 (0,008) 0,478-0,015 (0,012) 0,244 0,010 (0,020) 0,481 0,008 (0,013) 0,531-0,072 (0,020) 0,005*** 0,298 (0,108) 0,019** -0,377 (0,119) 0,014** 0,273 (0,138) 0,088** 2,762 (1,287) 0,053** -0,695 (0,311) 0,056** 0,260 (0,133) 0,083** 0,310 (0,121) 0,026** -0,014 (0,071) 0,842 1,063 (0,158) 0,000*** 0,889 (0,201) 0,001*** -0,056 (0,098) 0,571-0,467 (0,157) 0,016** -0,036 (0,016) 0,036** -0,086 (0,030) 0,016** 0,057 (0,042) 0,215-0,669 (0,301) 0,038** 0,100 (0,042) 0,046** -0,063 (0,033) 0,013** -0,103 (0,027) 0,003*** -0,002 (0,007) 0,818-0,061 (0,018) 0,006*** -0,059 (0,026) 0,045** -0,001 (0,013) 0,894 0,083 (0,023) 0,006*** 0,286 (0,134) 0,057** 0,182 (0,194) 0,370 0,383 (0,325) 0,276-5,945 (1,673) 0,004*** -0,404 (0,236) 0,125-0,421 (0,405) 0,326-0,372 (0,125) 0,012** -0,040 (0,058) 0,501-0,501 (0,212) 0,040** -0,961 (0,197) 0,000*** -0,096 (0,169) 0,574-0,249 (0,101) 0,036** 11,179 0,001*** 2,747 0,089** 2,206 0,170 4,156 0,024** 5,748 0,018** 5,970 0,013** 5,121 0,014** 0,913 0,480 17,511 0,000*** 16,933 0,000*** 0,875 0,498 5,823 0,014** 0,803 1,729 0,524 2,555 0,558 2,190 0,581 2,156 0,742 2,629 0,726 2,250 0,651 1,789 0,186 2,152 0,875 2,438 0,849 2,484 0,163 2,478 0,721 1,829 (Tabloda katsayı değerleri satırların üstünde, standart sapma ve olasılık değerleri altında gösterilmiştir. ** ile işaretlenen p değerleri % 5, *** işaretine sahip p değerleri ise % 1 anlamlılık düzeyine göre anlamlıdır.). Dinamik analiz için kullanılan modelde T değişkeninin pozitif işaretli olması, işletmelerin incelendikleri dönemde diğer bağımsız değişkenler sabit tutulduğunda, ortalama olarak işletme kârlılığının arttığını göstermektedir. İşletmelerde kârlılığın zamanla artması arzulanan bir durumdur. Tablo 3 e göre incelenen örneklerden 14 ünde T değişkeninin katsayısının işareti pozitif bulunmuş, bunlardan 7 si istatistiksel olarak anlamlı çıkmıştır. 9 şirket için 140

146 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): T nin katsayısı negatif işaretli olup bunlardan 5 i istatistiksel olarak anlamlıdır. İncelenen şirketlerin yaklaşık % 50 sinde zaman içerisindeki ortalama kârlılık değişimi anlamlı olarak açıklanmıştır. Buna göre, 7 şirkette zamanla ortalama olarak kârlılık artmış, 5 inde azalmıştır. Modelde T katsayısı performansın zamanla değişimini ortalama olarak ölçmekte, özelleştirmeyle ilgili etkiler daha çok P ve TP katsayılarının büyüklük ve yönleriyle anlaşılabilmektedir. Özelleştirme öncesinde 0, özelleştirme sonrasında 1 değerini alan P gölge değişkeni özelleştirmeyle birlikte ortaya çıkan eşik etkisiyle ilgili statik bilgi vermektedir. Eşik etkisi, mülkiyet biçimi değişimindeki anlık etkiyi ifade etmekte olup, özelleştirmenin gerçekleştiği dönemde oluşan etkidir. Değişkenin katsayısının pozitif çıkması, özelleştirmeyle birlikte kârlılık artışının sağlandığına, negatif çıkması, kârlılığın azaldığına işaret etmektedir. Analizde P değişkenin katsayısı seçilen 23 örnekten 13 ünde pozitif, 10 unda pozitif ve anlamlı, 10 unda negatif, 6 sında negatif ve anlamlı çıkmıştır. Pozitif ve anlamlı P katsayısına sahip 10 şirketin özelleştirmeyle birlikte kârlılığı artmıştır. Değişkenin katsayısının negatif ve anlamlı çıktığı 6 şirkette ise özelleştirmeyle birlikte kârlılık azalmıştır. Özelleştirme sonrasındaki performans artış veya azalışının hızını modelde TP etkileşim değişkeni belirlemektedir. Tablo 3 e göre, 8 şirket için TP katsayısı pozitif, 5 şirket için pozitif ve anlamlı, 12 şirket için negatif ve anlamlı çıkmıştır. Buna göre, pozitif işaretli TP katsayına sahip şirketlerde özelleştirme sonrası dönemde performans hızı artmış, negatif değerli katsayıya sahip şirketlerde azalmıştır. TP katsayısının negatif ve anlamlı çıktığı 4 çimento şirketinde (Adıyaman Çimento San. Tic. A.Ş., Kars San. Tic. A.Ş., Lalapaşa San. Tic. A.Ş. ve Van San. Tic. A.Ş.) statik analizden de anlaşılacağı üzere, özelleştirme sonrası dönemde ortalama kârlılık düşmüştür. Geriye kalan 8 şirkette, özelleştirme sonrasında kârlılık artmış, ancak zaman içerisinde azalma eğilimi göstermiştir. Özelleştirme sonrasında performansın giderek azalması arzu edilmeyen bir durum olup, bu duruma şirketin özel sektöre devrinden sonra ortaya çıkması muhtemel yönetim ve organizasyon problemleri, girdi-çıktı fiyatlarındaki veya arz-talep miktarlarındaki dalgalanmalar vb. olumsuz ekonomik gelişmeler yol açmış olabilir. Dinamik analizde çimento şirketlerinin kârlılıklarının yıllara göre kapasite kullanım oranındaki değişimlerden etkilenip etkilenmediği de araştırılmıştır. Analiz sonucunda, KKO değişkeninin katsayısı 7 şirket için 141

147 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): pozitif, 5 şirket için pozitif ve anlamlı, 10 şirket için ise negatif işaretli ve anlamlı çıkmıştır. Buna göre, sadece 5 çimento şirketinde kârlılık, kapasite kullanım oranındaki değişimden olumlu, 10 şirkette ise olumsuz etkilenmiştir. İncelendikleri dönemde yıllara göre kapasite kullanım oranının düşmesiyle şirketlerin kârlılıklarının da düşmesi beklenir. Analizde 10 çimento şirketi için elde edilen sonuç, bu beklentiyi doğrulamıştır. Bu çalışmada Türkiye den seçilen şirketlerin analizleriyle ortaya çıkan tahminlerin geçerliliğine ilişkin gerekli testler de yapılmış olup, 18 şirkette F testine ait olasılık değerlerinin anlamlı çıktığı görülmüştür. R² değerlerinin hemen hepsi kabul edilebilir sınırların üstünde çıkmış, özelleştirmeyle ortaya çıkan performans değişimi büyük ölçüde açıklanmıştır. Yapılan otokorelasyon ve çoklu doğrusal bağlantı testleri sonucunda, tahminlerin hemen hepsinde otokorelasyonun olmadığı görülmüş, katsayıların işaretlerini etkileyebilecek büyüklükte çoklu doğrusallığa rastlanmamıştır. 7. Genel Değerlendirme ve Sonuç Özelleştirme işletme performansında artış meydana getirecek önemli faktörlerden biridir. Bununla birlikte bu tür bir etkinin birdenbire ve otomatik olarak gerçekleşmesinin beklenmesi pek doğru değildir. Esasen, beklenen etki, özelleşen işletmeye ilişkin iki temel duruma bağlıdır. Bunlardan birincisi, özelleştirme öncesi dönem ve özelleştirmeye hazırlık sürecinde işletmenin içinde bulunduğu şartların oluşturduğu, ikincisi ise yeni yönetim stratejilerinin performans üzerinde etkisini göstereceği özelleştirme yılı ve sonrası dönemde işletmenin içinde bulunacağı konjonktürdür. Aritmetik ortalamaların kullanıldığı statik analiz özelleştirme sonrasında kârlılık artışının sağlanacağına ilişkin görüşleri büyük ölçüde desteklemiştir. Nitekim Tablo 1, özelleştirme öncesinde %12,5 olan genel kârlılık ortalamasının özelleştirme sonrasında % 33 5 e yükseldiğini, Tablo 2 ise 23 şirketin 18 inde özelleştirme sonrasında özelleştirme öncesi döneme göre ortalama kârlılığın arttığını göstermiştir. Dinamik analizin ortaya çıkardığı sonuçlara göre, özelleştirme sonrasındaki kârlılık değişimini ölçen TP değişkeni toplam 17 (12 si negatif, 5 i pozitif işaretli) P değişkeni ise 16 şirkette (10 u pozitif, 6 sı negatif değerli) istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Negatif değerli TP katsayısına sahip 12 şirketin 10 unda özelleştirmeyle birlikte (P değişenine ait eşik etkisi) kârlılık artmış, ancak daha sonra dönem içerisinde istikrarını koruyamayarak azalma eğilimi göstermiştir. Ancak, karlılık oranlarındaki bu yavaşlama karlılığın 142

148 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): özelleştirme öncesindeki değerlerin altına gerilediği anlamına gelmemektedir. Nitekim, 9 şirkette kârlılık (Adıyaman Çimento Sanayi Tic. A.Ş. hariç) özelleştirme öncesi döneme ait ortalama değerlerin altına düşmemiş, bir hayli üstünde kalmıştır. Bu çalışmada özelleştirmenin performans üzerine etkilerine odaklanılmış ve kısmen de olsa çimento sektöründe özelleştirmeyle birlikte kârlılığın arttığı tespiti yapılabilmiştir. Bununla birlikte özelleştirmelerin işletmelerin yönetim ve organizasyon yapısını etkileme biçimi ve buna bağlı performans değişimini açıklayan farklı değişken ve modellerle yapılacak daha kapsamlı analizler daha tatminkâr sonuçların elde edilmesini sağlayabilecektir. Burada işletmelerde kârlılığı etkileyen tek faktörün özelleştirme olmadığı da göz ardı edilmemelidir. Nitekim, özelleştirmenin yapıldığı yıl ve sonrasındaki genel ekonomik konjonktür, ülkenin içinde bulunduğu makro ekonomik koşullar, ekonomik krizler, işletmelerin özelleştirilmeye yeterli şekilde hazırlanıp hazırlanmadıkları, yönetim ve organizasyonun yapısı vb. birçok faktör işletme kârlılığını etkileyebilmektedir. KAYNAKLAR Afeikhena, J. (2008), Privatization and Enterprise Performance in Nigeria: Case Study of Some Privatized Enterprises, Nairobi: African Economic Research Consortium Research Paper ( ) Akal, Z. (2005), İşletmelerde Performans Ölçüm ve Denetimi: Çok Yönlü Performans Göstergeleri, M.P.M Yayını, No:473, Ankara. Alexandre, H., Charreaux, G. (2001), Les Privatisations Françaises Ont-elles été Efficaces?, F.A. Grassini (coord.), Guido Carli e le Privatizzazioni Dieci Anni Dopo, Associazione Guido Carli et Luiss Edizioni Arın, K.P., Ökten, Ç. (2003), How does privatization affect efficiency, productivity and technology choice? Evidence from Turkey, Massey University, Department of Commerce Working Paper Series Bozec, R. (2004), L analyse Comparative de La Performance entre Les Entreprises Publiques et Les Entreprises Prıvées : Le Problème de Mesure et Son İmpact sur Les Résultats Revue d Analyse Economique,Vol:80,No:4, ar.pdf ( ) 143

149 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Bozec, R., Dia, M., Breton, G. (2006), townership Efficiency Relationship and the Measurement Selection Bias Accounting and Finance, 46(5) Boubakri, N., Cosset, J. C. (1998), The Financial and Operating Performance of New Privatized Firms: Evidence from Developing Countries, The Journal of Finance, Volume: LIII, No: 3, ( ) Celep, H. (2010), Kamu Sektöründe Performans Yönetimi ve Ölçümü Mesleki Yeterlilik Tezi), T.C Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme aşkanlığı Çolak, M., Kara, O. (2012), Özelleştirmenin Etkinlik ve Çalışma Değerleri Üzerindeki Etkisi: Çimento Endüstrisi Örneği Çalışma İlişkileri Dergisi, Cilt:3, No:1, Ocak 2012: David, J., Almos, T. (2004), Does Privatization Raise Productivity? Evidence from Comprehensive Panel Data on Manufazturing Firms in Hungary, Romanıa, Russia, and Ukraine, IMF Reseach Paper, December 2004 Dewenter K., Maletesta P.H. (1997), Public Offering of State-Owned And Privaletely-Owned Entreprises: An İnternational Comparison, Journal of Finance, Volume: 52, No: 4 ( ) Estrin S., H. Jan, K. Evzen, S. Jan (2009). "The Effects of Privatization and Ownership in Transition Economies." Journal of Economic Literature, 47(3): /download/4811.pdf?expires= &id=id&accname=guest&ch ecksum=fcd9204fdc9f0de547e6dfda21e800aa ( ) Falay, N. (2000), Yerel Yönetimlerde Performans Ölçümü: Bir Ön Çalışma, 15. Maliye Sempozyumu Mayıs 2000, Antalya. García L. C., Ansón S. G. (2007) Governance and Performance of Spanish Privatised Firms Corporate Governance: an International Review, Vol: 15, No: 4, /doi/ /j x/pdf ( ) Köseoğlu, Ö. (2005), Belediyelerde Performans Yönetimi,Türk İdare Dergisi, Haziran 2005 :

150 Karakaya, U. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Megginson. W. L., D souza Juliet (1999), The Financial and Operating Performance of Privatized Firms during the 1990s The Journal of Finance, Vol. No. 4, /dataoecd/48/41/ pdf ( ) Megginson William L., Nash Robert C., Randenborgh Matthias Van (1994), The Financial and Operating Performance of Newly Privatized Firms : An İnternational Empirical Analysis, The Journal of Finance, Vol. :5, No:1, Vol.: 49, No : 2, 1994 : Saygılı, Ş., Taymaz E. (1996), Türkiye Çimento Sanayinde Özelleştirme ve Teknik Etkinlik, ODTÜ Gelişim Dergisi, Ankara Suiçmez, Halit., Yıldırım, Ş. (1993), Dünya da ve Türkiye de Özelleştirme Uygulamaları, Ankara: MPM Yayını The Oxford Dictionary, 1978 Vickers John, K. Yarrow George (1988), Privatization: An Economic Analysis, Cambridge M.A: Massachusetts Institute of Technology (MIT) Press Villalonga, B. (2000), Privatization and Efficiency : Differentiating Ownership Effects from Political, Organizational, and Dynamic Effects, Journal of Economic Behavior & Organization, Vol: 42: Wolf Christıan, Pollitt Michael G. (2008), Privatising National Oil Companies: Assessing the İmpact on Firm Performance Cambridge Working Papers in Economics, Number: 0811 Yaya Hachimi Sanni (2005), Des limites de l État aux Vertus du Marché: Effets de la Privatisation Sur la Performance des Entreprises Publiques - Une Etude de Cas Multiples au Bénin, Perspectif Afrique, V: 1, No: 1 Volume1/Numero1/PA_Vol1_Mai-05_pp pdf ( ) Yavuz, İ. (2003), Verimlilik ve Etkinlik Ölçümüne Yeni Yaklaşımlar ve İllere Göre İmalat Sanayinde Etkinlik Karşılaştırmaları, No: 667, Ankara : MPM Yayını. Yükçü, S., Gülşah Atağan (2009), Etkinlik, Etkililik Ve Verimlilik Kavramlarının Yarattığı Karışıklık, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi Cilt: 23, Sayı: Aralık

151 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): AB ve Türkiye de Tarım Sektöründe Örgütlenme ve Üretici Birlikleri Halil Kızılaslan 1, Hasan Gökhan Doğan 2 Özet Bu çalışma, Türkiye ve AB deki tarımda örgütlenme modellerini ve üretici birliklerinin yapısını ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Bu konuyla ilgili yapılmış çalışmalar, araştırma makaleleri, tezler ve raporlar araştırmanın ana materyalini oluşturmaktadır. Türkiye de geçen yıl içinde tarımda örgütlenme ile ilgili sorunların çözülemediğini ve uzun zaman önce tarımda örgütlenme sorununun büyük kısmını çözen AB nin bu konuda Türkiye ye bir örnek teşkil ettiği söylenebilir. Bu durum dikkate alınarak, üretim maliyetlerinin düşürülmesi, tarımsal ürünlerde kendi kendine yeterli duruma gelinmesi için üretici örgütlerinin yapısının yeniden gözden geçirilmesi önemli görülmektedir. Anahtar Kelimeler: AB, Türkiye, Tarımda örgütlenme, Tarımsal üretici birlikleri Organization and Producer Assocations of the Agricultural Sector of EU and Turkey Abstract This study aims at presenting the organization models and the structure of producer associations in agriculture in Turkey and EU. Studies carried out on this topic, research papers, theses and research reports make up the main material of the study. Turkey has been unable to solve its problems regarding agricultural organization in the last years and it can be said that EU, which solved the largest part of its agricultural organization problems long time ago, is a good example for Turkey in this issue. With this situation in mind, it is important to reconsider the structure of producer organizations so that production costs can be reduced and the country can become selfsufficent in agricultural products. Key Words: EU, Turkey, Agricultural organization, Producer association. 1 Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, halil.kizilaslan@gop.edu.tr 2 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, gokhan.dogan@gop.edu.tr). 146

152 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): GİRİŞ Tarımda modern teknoloji uygulamalarını geliştirmek, verimliliği ve kaliteyi yükseltmek ve standartlara uygun üretim yapabilmek için, Üretici- Üretici Örgütleri-Sanayici-Devlet-Üniversite işbirliğinin sağlanması gerekmektedir. Türkiye de halen yaklaşık 4 milyon çiftçi ailesi tarım sektöründe üretim faaliyetinde bulunmakta ve geçimlerini sağlamaktadır. Diğer sektörlerde olduğu gibi, çiftçilikle uğraşan kişilerin de, gerek işletme bazında ve gerekse sektörel bazda çeşitli sorunları bulunmaktadır. Kırsal kesimde yaşayan nüfusun sorunlarını, sadece tarımsal üretimle ilgili kapsam içerisinde sınırlamak bir bakıma yanıltıcı olmaktadır. Çünkü kırsal kesimde yol, su, elektrik, haberleşme ve sağlık gibi hizmetlerin de büyük ölçüde eksikliğinin duyulduğu bilinmektedir. Tarım sektörünün tüm bu sorunları nedeniyle çiftçiler geleneksel işbirliği ve yardımlaşma anlayışı içinde, mevcut sorunlarının çözümüne bir ölçüde yardımcı olmak, bu konulardaki isteklerini ilgili kişi ve kuruluşlara iletmek amacıyla, örgütlenme gereğini duymuşlardır. Gerçekten de çiftçilerin mevcut sorunlarının çözümü için, birlikte hareket etmeleri etkili bir yol olarak görülmektedir (Karamürsel vd., 2008). Tarımsal verimliliği arttırmak, tarım ürünlerinin kalitesini yükseltmek ve üreticilerin gelir düzeyini istikrara kavuşturarak belli bir oranda tutmak için tarım kesimine büyük miktarlarda destek aktarmak gerekmektedir. Tarımın bu kadar çok desteklenmesinin en önemli nedeni, tarımın doğa koşullarından büyük ölçüde etkilenmesi, bu durumun da elde edilecek ürün miktarı ve kalitesi üzerinde önemli etkiler, dalgalanmalar yaratabilmesidir. Bu durumun tüketici fiyatlarında ve dolayısıyla çiftçi gelirlerinde istikrarsızlık yaratmasının önüne geçebilmek ancak bir örgütlenme modeli yaratılarak mümkün olmaktadır. Günümüzde tarımda örgütlenme konusu, tarımın ülke ekonomisindeki öneminin farkında olan gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tümünde önemli bir çalışma alanıdır. Nitekim dünyadaki en önemli ve başarılı entegrasyon hareketlerinden biri olan Avrupa Birliği de kuruluşundan itibaren tarım sektörüne gerekli önemi vererek Ortak Tarım Politika sını belirli amaçlar, ilkeler ve araçlar üzerine kurmuş ve dinamik bir örgütlenme modeli oluşturmuştur (Yazgan, 1999). 147

153 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Sürekli olarak büyüyen dünya ekonomisinde tarımın payının küçümsenemeyecek boyutta olduğu görülmektedir. Tarım sektöründeki üreticiden tüketiciye kadar geçen süreçteki ekonomik kayıplar üreticiyi her geçen gün zarara uğratmaktadır. Bu süreçteki kayıpları en aza indirmek ve istikrarlı bir fiyat politikası oluşturmak için örgütlenmeler ve üretici birlikleri ön plana çıkmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye ve Avrupa Birliği ülkelerindeki gelişen örgütlenme yapıları incelenerek, karşılıklı değerlendirmeler sonucunda Türkiye açısından olumlu sonuçlar verebilecek değerlendirmeleri ve önerileri ortaya koymaktır. 2. MATERYAL VE YÖNTEM Bu çalışmanın ana materyalini bugüne kadar ki konu ile ilgili yapılmış akademik çalışmalar, makaleler, resmi gazetede yayınlanan kanun ve yönetmelikler oluşturmuştur. Ayrıca çalışmanın amacına ulaşmasında bazı internet sitelerinden de yararlanılmıştır. 3. ÖRGÜTLENME ve ÖRGÜTLENME GEREĞİ Örgütlenme çok farklı şekilde anlaşilabilecek geniş bir kavramdır. Örgütlenme ortak yaşama, birlikte hareket etme, işbirliği yapma ve kurumsallaşma olarak tanımlanabilir. Bir ülkenin sahip olduğu siyasi ve ekonomik yapı ve gelişmişlik düzeyi örgütsel yapısıyla yakından ilgilidir. Bir toplumda örgütlenmenin yaygın ve güçlü olması gelişmişliğin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan incelendiğinde gelişmiş batı dünyasının örgütlü bir yapıya sahip olduğunu belirtebiliriz. Örgütlenme en genel anlamda kamu örgütlenmesi ve sivil örgütlenme olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüz küreselleşen dünyasında, toplumsal örgütlenme içinde kamu örgütlenmesinin ağırlığının giderek azaldığı, sivil örgütlenmenin öne çıktığı ve daha etkin hale geldiği açıktır. Dünyada her alanda olduğu gibi, kırsal alanda ve tarımsal faaliyetlerde de yaygın bir örgütlü yapı söz konusudur. Tarım alanında da kamu örgütlenmesi ve sivil örgütlenme ayrımı yapılabilir. Sivil örgütlenme ana hatlarıyla mesleki örgütler ve ekonomik amaçlı örgütler şeklindedir. Dünya çiftçileri mesleki açıdan uluslar arası düzeyde de örgütlenmiş bulunmaktadırlar. Türkiye Ziraat Odaları Birliği nin de üyesi olduğu Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu (IFAP) 1946 yılından beri, 80 ülkeden 600 milyon çiftçinin ortağı olduğu 115 örgütün ortak kuruluşudur. Avrupa Birliği nde de benzer bir örgütlenme söz konusudur. Türkiye Ziraat Odalan Birliği ninde ortak üye olduğu Avrupa 148

154 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Profesyonel Tarım Örgütleri Komitesi (COPA) 1959 den beri faaliyette olup, günümüzde 25 üye ve Türkiye nin de arasında bulunduğu 7 diğer ülkeden olmak üzere 53 üretici örgütünün ortak olduğu bir list kuruluştur (Rehber, 2007) Üretici örgütleri çiftçilerin gönüllü katılımlarına dayanmakta, ancak mutlaka devletin onayı ile kurulmaktadır. Kuruluşu için örgütün belli bir üye sayısına ulaşmış olması, asgari bir miktarda ürün pazarlıyor olması, üyelerine çevre dostu üretim yapmaktan, depolama, tasnif, pazarlama, defter tutma ve bütçe tekniğine kadar çeşitli konularda bilgi aktarma ve bir eylem planı yapmış olma gibi kurallar aranmaktadır. Örgüt işlerini bu eylem planına göre yürütmektedir. Burada üretimin iyileştirilmesi, pazarlamanın teşviki, tüketiciye yönelik ürün pazarlaması, çevre dostu ve ekolojik üretim ve örgütün piyasada satılmayan ürünleri geri çekmesi gibi hedeflerden en az biri esas alınır (Eraktan,2007) Üretici Birliklerinin, tarımsal üretimin gelişmesini sağlamak, bu maksatla teknik ve ekonomik yönden üreticilere rehberlik yapmak, üreticilere her türlü tarımsal girdinin uygun şartlarda teminini sağlamak, üreticilerin haklarını korumak, gerekli araştırmalar yapmak, çiftçi eğitim ve yayım hizmetlerini gerçekleştirmek gibi amaçları bulunmaktadır. Üretici Birlikleri; her türlü bitkisel ve hayvansal üretim yapan çiftçilerin ürün ve ürün gruplarında bir araya gelerek oluşturdukları organizasyondur. Özellikle batılı ülkelerde, üreticilerin teşkilatlanması ve desteklenmesinde üretici birliklerinin önemli bir yeri bulunmakta, geçmişten günümüze kadar faaliyetlerini başarıyla sürdürmektedirler. Avrupa Birliği ne giriş için hazırlık ve entegrasyon çalışmalarının hız kazandığı şu günlerde, daha çok ürün ve ürün grubuna dayalı olan, ilgili olduğu alanın sorunlarını derinlemesine araştırabilen, uzmanlaşmaya bağlı olarak yüksek teknolojiyi gerekli kılan ürün işleme ve değerlendirme tesisleri kurmada kolaylık sağlayan üretici birliklerinin Türkiye de de kurulmalarına ihtiyaç duyulmuştur (Karamürsel vd.,2008). 4. DÜNYADA VE AB DE TARIMSAL ÖRGÜTLENME VE ÜRETİCİ BİRLİKLERİ Bugün, gelişmiş ülkelerin ulaştıkları sosyal ve ekonomik refahın temelinde tarım alanındaki gelişme yatmaktadır. Tarım, zenginlik üreten bir sektör olarak ülkelerin sanayileşmesinde büyük rol oynamıştır. Tarım sektörünün oynadığı bu roldeki en büyük pay ise üretici örgütlerinindir. Üretimden pazarlamaya kadar örgütlü bir yapıda hareket eden üreticiler, gerek kendileri ve gerekse ülkeleri için yararlar sağlamışlar ve güçlü üretici örgütleri 149

155 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): sayesinde, tarım-sanayi entegrasyonunu başarı ile kurmuşlardır. Kurdukları pazarlama yapısı ile de pazardan daha fazla pay almışlar ve ürettikleri ürünlerden daha fazla gelir elde etme imkanına kavuşmuşlardır. Günümüzde, tarımsal örgütlenmenin en yaygın olduğu ve geliştiği ülkelerin başında Avrupa Birliği (AB) ülkeleri gelmektedir. Avrupa Birliği nde, tarım kesimine yönelik politikaların oluşturulmasında ve bu politikaların uygulanmasında tarımsal örgütlerin önemli bir yeri vardır, tarıma dayalı sanayiinin yaklaşık %50 si de bu örgütler aracılığıyla yürütülmektedir. AB ülkelerindeki tarımsal örgütlenme modellerinin geçmişi, uzun bir sürece dayanmaktadır; yaşanan deneyimler neticesinde her ülke kendi koşullarına uygun bağımsız demokratik çiftçi örgütlerini oluşturmuştur. Eğitim ve yayımdan başlayarak bilinçlenme sürecini tamamlamış olan bu örgütler, kendi sorunlarına sahip çıkarak serbest piyasa ekonomisi içersinde var olan pazarlara göre üretimlerini gerçekleştirmekte ve bu süreçte hükümetler tarafından maddi olarak desteklenmektedirler (Erdoğan, 2000). AB de tarım üreticilerinin kurdukları örgütler, izledikleri farklı hedeflere göre üretim ve pazarlama ile ilgili olabildikleri gibi, çiftçinin üretim ve piyasa koşulları hakkında bilgilendirilmesi ve çıkarlarının korunması gibi faaliyetlerle ilgili de olabilmektedir. Çiftçi kuruluşları, rekabet hukukunu ilgilendirmediği sürece, ülkelerin ulusal düzenlemeleri ile yönlendirildiği için tüm Avrupa Birliği bünyesinde aynı özellikleri taşımamakta, hatta federatif yapıdaki üye devletlerde bir eyaletten diğerine üretici kuruluşlarının işlev ve yöntemleri farklılık gösterebilmektedir. Bu bakımdan tüm ülkeleri üretici kuruluşları açısından bir şablon altında toplamak mümkün değildir. Ancak yapısal olarak farklılık gösterseler de, AB genelinde tarımsal örgütlenme oldukça iyi işleyen bir mekanizmaya sahiptir (Köroğlu, 2003). Bu çerçeve içinde örneğin Ziraat Odaları farklı yapılarda bulunmaktadır. Genelde çiftçinin çıkarlarını savunan, devlet ile çiftçi arasında bilgi ve yönlendirme açısından aracılık yapan, çiftçi kayıtlarını tutan, çiftçi eğitim ve tarımsal araştırma hizmetlerini gören, hatta AB politikalarının yürütülmesini izlemekle sorumlu kuruluşlardır. Bu yönleri ile üretimde yol gösterici, araştırıcı, denetleyici, ama pazarlama hizmetlerine girmeyen bir faaliyet biçimleri vardır. Buna karşılık üretici örgütleri/grupları/toplulukları üretimi yönlendirme ve ürünü pazara hazırlama görevini üstlenirler. Tarım kooperatifleri üretimden pazarlamaya ve üretilen ürünlerinin işlenerek satılmasına kadar her aşamada etkindirler. Çiftçi birlikleri ise (Ziraat Odaları 150

156 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): gibi) üreticilerin haklarını korumak, onlara bilgi aktarmak, eğitmek gibi farklı bir alanda faaldirler. Bütün bu kuruluşlar birbirinden, bir kuruluş da başka bir ülkedeki kuruluştan farklı özellikler taşır. Üretici kuruluşlarının faaliyet amaçları şunlardır: Planlı, özellikle kalite ve kantite açısından talebi karşılayacak şekilde bir üretim gerçekleştirmek, arzın daha ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesi, üyelerinin ürünlerini pazarlamalarının teşviki, üretim maliyetlerinin kısılması, üretici fiyatlarının düzenlenmesi, çevre dostu üretim teknikleri geliştirilmesi, ürünlerin işlenmesi ve atıklarının değerlendirilmesinde çevreyi koruyucu tekniklerin uygulanmasının teşviki, su ve toprak kaynakları ile peyzajın korunması, çeşit zenginliğinin sürdürülmesi ve/veya teşvikidir. Var olan üretici örgütleri 1996 yılında yapılan düzenleme ile ilgili üye ülkelerin onayını alma durumu ile yükümlü tutulmuşlardır. Aynı zamanda yeni kurulacak örgütler de üye ülke onayıyla yasal bir statü kazanmaktadırlar. Bu onay için gerekli olan kurallar şu şekilde sıralanabilir: Asgari bir üye sayısına ulaşmak, asgari bir miktarda ürün pazarlıyor olmak (bu miktar komisyon ca belirlenecektir), üyelerine çevre dostu üretim yöntemleri uygulamaları, depolama, tasnif, pazarlama, ticaret, defter tutma, bütçe tekniği konularında yardım sağlama taahhüdü altında girmek, beş yıllık bir geçiş dönemi içinde yürütülecek bir faaliyet programı sunmak. Üretici örgütlerinin kuruluşunu kolaylaştırmak için üye ülkeler kuruluşunun ilk beş yılında kuruluşu teşvik ve yönetimi kolaylaştırmak için yardım yapabilmekte ve yardım harcamalarının bir kısmını karşılamak üzere doğrudan veya kredi kuruluşları eliyle özel koşullarla kredi açabilmektedirler. Buna karşılık üye ülkeler üretici kuruluşlarının işlevlerini yerine getirmeleri için gerekli önlemleri almakta ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen kuruluşlar için yaptırım uygulamaktadırlar (Eraktan, 2007). Üreticiler hangi üretici grubuna giriyorsa yalnız o örgüte üye olarak, ürettiği ilgili ürünün tamamını üretici örgütüne teslim etme durumundadır. Bununla beraber, üretici örgütüyle var olan anlaşmaya göre, örneğin meyvesebze üreticileri örgütü üretimlerinin %25 ine kadar olan kısmını ve diğer üretici örgütleri kategorilerinin üyesi olan üreticiler üretimlerinin %20 sine kadarını kendi gereksinimleri için çiftlik avlusundan doğrudan tüketiciye satabilirler. Örgüt tarafından pazarlanan ürün miktarının ufak bir bölümünün üretici örgütü tarafından bir diğer üretici kuruluşuna satılması da mümkündür. 151

157 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Ürünler üretici kuruluşunun ticari markasını taşıdığından, bunda bir sakınca görülmemektedir. Kuruluşların pazarlama süreçlerinde güçlenmelerini sağlamak için 1996 dan sonra bir işletme fonu kurulmuştur. Bu fon üreticilerin aidatları ve FEOGA (Avrupa Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu) yardımlarından oluşmaktadır. Üretici kuruluşlarının piyasadan ürünün çekilmesi ve üye devlet tarafından onaylanan faaliyet programının finansmanı amacıyla kullanacakları bu fon, üretici kuruluşlarının gelecekteki pazar konumunun iyileştirilmesini hedeflemektedir. Bu fonun azami %50 si FEOGA tarafından karşılanır. Ancak FEOGA yardımları üretici kuruluşunun satış tutarına bağlı olarak verilmektedir. Bununla beraber topluluk harcamalarının disiplin altına alınabilmesi için geliştirilen bir önlem olarak AB çerçevesinde kamu yardımlarının tüm üretici kuruluşlarının satışlarının %2,5 ini aşmaması kurala bağlanmıştır. Üretici örgütlerinin kuruluşunda belli hedefler konulmakta ve kuruluşun üye devlet tarafından onaylanması ancak bu programa kabulü ile olmaktadır. Bu hedefler şunlardır: Üretimin geliştirilmesi, pazarlamanın desteklenmesi, tüketiciye yönelik ürün pazarlaması, entegre ekim veya diğer çevre dostu üretime geçilmesi, ekolojik üretim, geri çekmelerin azaltılması. Programda bu hedeflerden en az birisinin esas alınması gerekmektedir (Eraktan, 2007). Üye devletlerde yürütülen pazar politikasının bir unsuru olarak düşünüldüğü için üretici örgütleri/toplulukları/ gruplarının tabi olduğu kimi yönetimle ilgili kurallar birbirinden farklı olabilir. Almanya dakine göre Fransa da devletin üretici örgütlerine etkisi daha fazladır. Almanya da sözleşmeli tarımı düzenleyen bir yasa bulunmayıp, bu Medeni Kanun çerçevesinde ele alınırken, Fransa da bunu düzenleyen bir yasa bulunmaktadır. Almanya ve Fransa da üretici toplulukları özel hukuk kurallarına tabi iken, Hollanda da kamu hukuku içinde ele alınırlar. Özel hukuktan farklı olarak kamu hukukunun geçerli olduğu durumlarda ilgili ekonomik faaliyet alanına giren teşebbüslerin ilgili kuruluşa katılmaları mecburidir. Almanya da kamu hukukuna tabi olan kuruluş tarım ürünleri ve gıda maddelerinin yurtiçi ve yurtdışı piyasalarının merkezi olarak teşviki, piyasa ve fiyat raporlarının tutulduğu merkezi teşkilatlardır ve bunlar branş birliklerinin yerini tutarlar. Fransa da ise kamu hukukuna bağlı olarak çalışan çeşitli piyasalara yönelik kurulmuş pazar daireleri bulunmakta, bunlar OPO (Ortak Pazar Oluşumu) nun çerçevesinde alınan önlemleri düzenlemektedirler. Hollanda da 152

158 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): ekonomik örgütler adını taşıyan üretici örgütleri 1950 yılında ayrı bir yasa ile oluşturulmakta olup, diğer sektörler yanında daha çok da tarımda ve gıda sanayiinde kurulmaktadır. Ama perakende ve toptan ticaret ve el sanatları alanında da oluşturulmuş kuruluşlar vardır. Bunlar ya yatay (tek bir piyasa aşaması için) veya dikey (aynı ürün veya ürün grupları için bütün ekonomik aşamalarda olan) birleşmelere girmektedir. Yatay birleşmelerde, örneğin üretim, işleme veya pazarlama aşamalarından birinin ele alındığı aynı ürün veya ürün grubunu yetiştiren işletmeler veya bu ürün veya ürün gruplarının perakende satışı ile uğraşan birleşmeler gündeme gelmektedir. Dikey birleşmelerde ise aynı ürün veya ürün grubunun üretiminden diğer bütün pazar aşamalarına kadar uğraşan işletmelerin hepsinin bir araya geldiği kuruluşlar anlaşılmaktadır. Hollanda daki sistem daha karışıktır. Ama hem yasalarının daha OTP (Ortak Tarım Politikası) diye bir kavramın bulunmadığı zamanlardan beri yürürlükte olması ve yerleşmiş olması, hem hitap edilen tarımsal nüfus miktarının azlığı (toplam ) sistemin işleyişini kolaylaştırmaktadır. Aynı ülke içinde olsalar bile, birbirinden bu kadar farlı özellikler gösteren bu birliklerin çoğu zaman birbirleri ile ilişkileri kopuktur ve rekabet halindedirler. Ancak Almanya gibi bazı ülkelerde, birlikler siyasi ve sosyal herhangi bir bağıntı olmaksızın bütün tarım üreticilerine açıktır. Bu birlikler, köy, ilçe, bölge, eyalet, federal düzey gibi idari bölünmeler şeklinde üst örgütlenmelerini oluşturmuşlardır (Köroğlu, 2003). Çiftçi birlikleri, çiftçilere yardım verilmesi, girdi sağlanması yada pazarlama konularında bir rol oynamaz. Bunların faaliyetleri ana hatları itibariyle, sorunlara çözüm aramak, lobi faaliyetleri yürüterek politikacılara etki yapmak, çiftçiye danışmanlık hizmetleri yapmak, pazarlamadaki halkla ilişkileri yürütmek ve reklam yoluyla ürünlerin kalitelerini yükseltmeye çalışmaktır. Çiftçi birlikleri aynı zamanda, Tarım Bakanlığı nın gözetiminde yürütülen tarım eğitimine katkıda bulunur. Örneğin Almanya da 9 yıllık ilk öğretimden sonra bir yıl tarım meslek eğitimi gören gençler 2 yıl da pratik tarım eğitimi yaparlar. Birlikler ayrıca isteğe bağlı olarak yetişkin eğitimi de yapmakta, bilgisayar, pazarlama, vergi, muhasebe ve diğer çeşitli alanlardaki kurslarla çiftçiler eksik yönlerini geliştirmektedir. Bütün AB üye ülkelerindeki çiftçi birlikleri, aynı zamanda AB düzeyinde bir komite olan COPA ya katılarak, daha üst bir örgütte de temsil edilmektedirler. COPA, çiftçiler için ortak çıkar anlamına gelen tarım konularındaki kararlara temel oluşturan Komisyon tekliflerinin hazırlanmasına bir lobi kuruluşu olarak etkide bulunmakta ve satış kaygısı olmaksızın, birbirinden çok farklı sorunları olan çiftçi kitlelerinin ortak çıkarlarını 153

159 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): savunmaya çalışmaktadır (Köroğlu, 2003). 5. TÜRKİYE DE TARIMSAL ÖRGÜTLENME VE ÜRETİCİ BİRLİKLERİ Türkiye de, küçük tarım işletmelerinin hakim olduğu, finansman ve teknoloji kullanımının yetersiz olduğu dolayısıyla optimal verimin sağlanamadığı ve tarımın gelir dağılımından aldığı payın diğer kesimlere göre çok düşük olduğu bir tarımsal yapı görülmektedir. Ülke çapında yaygın ve çok dağınık bir kırsal yerleşim yapısı, küçük üreticilerin ürün fiyatı belirlemede söz sahibi olmasını engellemekte ve pazar koşullarına direnemeyen üreticiler ürünlerini düşük fiyatla pazarlamak zorunda kalmaktadır. Ayrıca, uzayan üretici-tüketici zincirinde tüketici fiyatları çok yükselmesine rağmen, bu zincirdeki dağıtım payı büyük ölçüde aracılara kalmakta ve üreticinin eline ancak maliyetlerini karşılamaya yetecek çok düşük miktarlar geçmektedir. Tüm bu nedenler, Türkiye de tarım ürünleri üreticilerin mevcut yapı içerisinde yenilikleri izleyebilecekleri, dayanışma içinde olabilecekleri ve haklarını koruyabilecekleri güçlü bir örgütlenmeyi gerekli kılmaktadır (Yazgan, 1999). Türkiye'de tarım kesiminin örgütlenmesinde, kooperatifler, ziraat odaları, birlikler, vakıflar ve dernekler ile tarıma hizmet sunan kamu kuruluşları esas yapıyı oluşturmakta ancak bu oluşumlar yapılan ve işlevleri itibariyle tarım sektörümüzün gereksinimlerini karşılamakta çok yeterli olamamaktadır. Türkiye deki mevcut tarımsal örgütlenme yapısını şu şekilde özetlemek mümkündür; Ekonomik Amaçlı Kuruluşlar; Tarım kooperatifleri Birlikler (yetiştirici, ihracatçı) Şirketler Politika Oluşturan Mesleki Amaçlı Örgütlenmeler; Türkiye Ziraat Odaları Birliği Baskı Grubu Oluşturan Gönüllü Kuruluşlar; Vakıflar Dernekler Sosyal Amaçlı Örgütlenmeler; Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası Türkiye Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği 154

160 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Veteriner Hekimler Odası Türk Veteriner Hekimleri Birliği Gıda Mühendisleri Odası Ziraatciler Birliği Ziraatciler Derneği Veteriner Sağlık Teknisyenleri Tarıma hizmet sunan kamu kuruluşları; Bakanlıklar (Tarım ve Köyişleri, Sanayi ve Ticaret, Orman, Çevre, Maliye), KİT'ler (ÇAYKUR, TEKEL, TİGEM, TŞF AŞ, TMO, TZDK, TÜGSAŞ) Devlet Su İşleri, Devlet Planlama Teşkilatı, Türk Standartları Enstitüsü, GAP Bölge Kalkınma idaresi. Bu yapı içinde en önemli kısmı kooperatifler, ziraat odaları ve birlikler oluşturmaktadır (Hekmen, 2003). Türkiye de, mevcut tarımsal örgütlenme yapısını, ekonomik amaçlı tarım kooperatifleri, yetiştirici ve ihracatçı birlikleri, çiftçilerin ortaklığındaki şirketler, daha çok sosyal amaçlı meslek odaları (Veteriner Hekimler ve Ziraat Mühendisleri Odaları v.b) dernekler, vakıflar ve mesleki amaçlı Türkiye Ziraat Odaları nın oluşturduğu söylenebilir. 6 Temmuz 2004 tarihinde çıkan 5200 sayılı Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu ve bu kanuna dayalı olarak ürün bazında kurulan üretici birlikleri hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse; Kanunun amacı, ürün bazında üreticileri bir araya getirmek suretiyle üretimi pazara göre planlamak, ürün kalitesini iyileştirmek, üreticilerin iç ve dış pazarlarda rekabet gücünü artırmak olarak özetlenebilir. Bu kuruluşlar üreticilerin ürün veya ürün grubu bazında gönüllülük esasına göre oluşturdukları tüzel kişiliği haiz organizasyonlardır. Birliklerin organları genel kurul, yönetim kurulu ve denetleme kuruludur. Gelirleri üye aidatları, değişik kaynaklardan sağlanan bağış, fon ve yardımlar, üyelere sağlanan hizmetler karşılığı alınan ücretlerden oluşmaktadır. Aynı ürün ya da ürün grubunda faaliyet gösteren en az yedi tarımsal üretici birliği bir araya gelerek Merkez Birliği kurulabilir. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı nın üretici birliklerini idari yönden denetleme yetkisi vardır. Halen 5200 sayılı yasaya göre değişik ürün bazında kurulmuş 422 adet üretici birliği ve 8 adet merkez birliği bulunmaktadır. Bu Birliklere üye 28 bin üretici bulunmaktadır (Sungur, 2009). 155

161 Kızılaslan, H.; Doğan, H.G. / Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. I, (2013): Çizelge 1. Türkiye deki Üretici Birlikleri 156

globalization. Therefore, conservation and perpetuating the identities of the cities deteriorated by globalization is one of the important today s iss

globalization. Therefore, conservation and perpetuating the identities of the cities deteriorated by globalization is one of the important today s iss Tarihi Yapılarda Yeniden Kullanım Sorunları Tokat Meydan ve Sulu Sokak Emine Saka Akın 1, Hamiyet Özen 2 Özet Günümüzde farklı coğrafik alanlarda ve kültürlerde küreselleşmenin yansımaları olarak geçmişten

Detaylı

Diokl w ÉApÒllvni Ba- yullimene t eèxæn. Diokles, Apollon Bathylimeneites e adağı (sundu)

Diokl w ÉApÒllvni Ba- yullimene t eèxæn. Diokles, Apollon Bathylimeneites e adağı (sundu) Mysia Bölgesi nde Apollon Kültü Şengül Dilek Ful 1 Özet Anadolu nun birçok bölgesinde tapınım gören Apollon Mysia bölgesinde de oldukça sevilmiş ve tapınım görmüştür. Bölgeden ele geçen sikkeler ve yazıtlar

Detaylı

Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Antik Yerleşimler......................... 4 0.2 Roma - Bizans Dönemi Kalıntıları...............

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ. Konu:14.YÜZYIL BEYLİKLER DÖNEMİ MİMARİSİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ. Konu:14.YÜZYIL BEYLİKLER DÖNEMİ MİMARİSİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ Konu:14.YÜZYIL BEYLİKLER DÖNEMİ MİMARİSİ İran üzerinden geçerek Batı Anadolu'ya yerleşen Türk boyların dan bir bölümü 13. yüzyıl sonlarında

Detaylı

KONURALP TEKNİK GEZİ RAPORU

KONURALP TEKNİK GEZİ RAPORU KONURALP TEKNİK GEZİ RAPORU Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü lisans programında yer alan Arch 471 - Analysis of Historic Buildings dersi kapsamında Düzce nin Konuralp Belediyesi ne 8-14 Ekim 2012 tarihleri

Detaylı

SULTAN IZZETTIN KEYKAVUS TÜRBESİ, 1217, SİVAS

SULTAN IZZETTIN KEYKAVUS TÜRBESİ, 1217, SİVAS SELÇUKLU MİMARİSİ Selçuklular Orta Asya dan Anadolu ve Ön Asya ya yolculuklarında Afganistan, İran, Irak, Suriye topraklarındaki kültürlerden ve mimari yapılardan etkilenmiş, İslam dinini kabul ederek

Detaylı

Yrd.Doç.Dr. MURAT ÇEKİLMEZ

Yrd.Doç.Dr. MURAT ÇEKİLMEZ Yrd.Doç.Dr. MURAT ÇEKİLMEZ Arkeoloji Bölümü Klasik Eğitim Bilgileri Arkeoloji Bölümü 2001-2005 Lisans Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Pr. 2005-2008 Yüksek Lisans Adnan Menderes ÜniversitesiSosyal

Detaylı

SANAT TARİHİ SANAT TARİHİ NEDİR? Sanat Tarihi, geçmişte varlık göstermiş uygarlıkların ortaya koyduğu her tür taşınır ve taşınmaz maddi kültür varlıklarını inceleyen bir bilim dalıdır. Güzel Sanatlar ve

Detaylı

Abd-i Kethüda (Cücük) Camisi

Abd-i Kethüda (Cücük) Camisi Eski Mağara Camisi'ne Yeni Mağara Camisi'nin batı duvarının yanından gidilerek ulaşılmaktadır. Tamamen terk edilmiş olan yapının içinin ve cephesi her geçen gün daha fazla tahrip olduğu görülmektedir.

Detaylı

Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir.

Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir. Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir. Kuzeyde Sırbistan ve Kosova batıda Arnavutluk, güneyde Yunanistan,

Detaylı

Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur.

Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur. Çekerek ırmağı üzerinde Roma dönemine ait köprüde şehrin bu adı ile ilgili kitabe bulunmaktadır. Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur. Antik Sebastopolis

Detaylı

ANTİK ÇAĞDA ANADOLU ANATOLIA AT ANTIQUITY KONU 3 FRİGLER 1

ANTİK ÇAĞDA ANADOLU ANATOLIA AT ANTIQUITY KONU 3 FRİGLER 1 ANTİK ÇAĞDA ANADOLU ANATOLIA AT ANTIQUITY KONU 3 FRİGLER 1 Frigler Frigler Troya VII-a nın tahribinden (M.Ö. 1190) hemen sonra Anadolu ya Balkanlar üzerinden gelen Hint Avupa kökenli kavimlerden biridir.

Detaylı

görülen sanat görülmektedir? dallarını belirtiniz.

görülen sanat görülmektedir? dallarını belirtiniz. Karahanlılar Dönemine ait Kalyan Minaresi (Buhara) Selçuklular Döneminden kalma bir seramik tabak Selçuklulara ait "Varka ve Gülşah adlı minyatür Türkiye Selçuklu halısı, XIII. yüzyıl İlk dönemlere Türk

Detaylı

Muhammet ARSLAN KARS KÜMBET CAMİİ (ONİKİ HAVARİLER KİLİSESİ)

Muhammet ARSLAN KARS KÜMBET CAMİİ (ONİKİ HAVARİLER KİLİSESİ) Muhammet ARSLAN KARS KÜMBET CAMİİ (ONİKİ HAVARİLER KİLİSESİ) Oniki Havariler Kilisesi olarak da bilinen Kümbet Camii, Kars Kalesi nin güneye bakan yamacında bulunmaktadır. Üzerinde yapım tarihini veren

Detaylı

içindekiler Bölüm I Planlama Sürecine İlişkin Öneriler... 15

içindekiler Bölüm I Planlama Sürecine İlişkin Öneriler... 15 içindekiler GEÇMİŞİMİZ İÇİN BİR GELECEK...VII GİRİŞ...IX Bölüm I KÜLTÜREL MİRAS KAVRAMI VE TARİHSEL ÇEVRE KORUMASININ ÖNEMİ Kültürel Miras Kavram ve Tanımları...4 Kültürel Mirasın Korunmasının Önemi...5

Detaylı

ADANA SEYHAN - ULU CAMİ MEDRESESİ ULU CAMİ MEDRESESİ

ADANA SEYHAN - ULU CAMİ MEDRESESİ ULU CAMİ MEDRESESİ ULU CAMİ MEDRESESİ Ulu Cami Medresesi, kuzey-batı köşesine sokulmuş olan Küçük Mescit ve onun bitişiğindeki muhdes bir yapı sebebiyle düzgün bir plân şeması ve âbidevi bir görünüş arz etmez. Bununla beraber

Detaylı

- 61 - Muhteşem Pullu

- 61 - Muhteşem Pullu Asaf Bey Çıkmazı Kabaltısı Sancak Mahallesindedir. Örtüsü sivri tonozludur. Sivri kemerle güneye ve ahşap-beton sundurmalı sivri kemerle kuzeye açılır. Üzerinde kesme ve moloz taşlardan yapılmış bir ev

Detaylı

KÜLTÜR VARLIKLARI, ANITSAL YAPILAR, SİTLER vb. ÇEVRE VE PEYZAJ TASARIMI

KÜLTÜR VARLIKLARI, ANITSAL YAPILAR, SİTLER vb. ÇEVRE VE PEYZAJ TASARIMI KÜLTÜR VARLIKLARI, ANITSAL YAPILAR, SİTLER vb. ÇEVRE VE PEYZAJ TASARIMI Kültür varlıkları ; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi

Detaylı

Doç. Dr. Serdar AYBEK

Doç. Dr. Serdar AYBEK Doç. Dr. Serdar AYBEK ÖĞRENİM DURUMU Derece Üniversite Bölüm / Program Lisans Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi 996 Y. Lisans Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü,

Detaylı

Prof.Dr. ASLI SARAÇOĞLU

Prof.Dr. ASLI SARAÇOĞLU Prof.Dr. ASLI SARAÇOĞLU Arkeoloji Bölümü Klasik Eğitim Bilgileri 1985-1989 Lisans Atatürk Üniversitesi 1989-1991 Yüksek Lisans Atatürk Üniversitesi 1992-1997 Doktora Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü

Detaylı

Ramazanoğlu Medresesi: 1540 yılında yapılmış klasik Osmanlı medresesidir.

Ramazanoğlu Medresesi: 1540 yılında yapılmış klasik Osmanlı medresesidir. Atatürk Müzesi Müze binası, eski Adana nın merkezi olan tarihi Tepebağ da, 19. yüzyılda yapılmış geleneksel Adana evlerindendir. İki katlı, cumbalı, kırma çatılı, kâgir bir yapıdır. Bu özellikleri nedeniyle

Detaylı

ĐSTANBUL KÜLLĐYELERĐ (FATĐH / SULTAN SELĐM / ŞEHZADE MEHMET) TEKNĐK GEZĐSĐ RAPORU

ĐSTANBUL KÜLLĐYELERĐ (FATĐH / SULTAN SELĐM / ŞEHZADE MEHMET) TEKNĐK GEZĐSĐ RAPORU ĐSTANBUL KÜLLĐYELERĐ (FATĐH / SULTAN SELĐM / ŞEHZADE MEHMET) TEKNĐK GEZĐSĐ RAPORU Fakültemiz lisans programında açılan MĐM 376 Anadolu Uygarlıkları Teknik Seçmeli Dersi kapsamında yapılması planlanan Đstanbul

Detaylı

GEÇ ANTİK ÇAĞDA SMYRNA NIN SU YOLLARINA İLİŞKİN BAZI BELGELER

GEÇ ANTİK ÇAĞDA SMYRNA NIN SU YOLLARINA İLİŞKİN BAZI BELGELER GEÇ ANTİK ÇAĞDA SMYRNA NIN SU YOLLARINA İLİŞKİN BAZI BELGELER Ergün Laflı 1 Özet Bu kısa bildiride Geç Antik Çağ Smyrnası nın elimizde kalan en önemli kalıntılarından olan Yeşildere ve Kızılçullu su yollarına

Detaylı

02 Nisan 2012. MĠMARLIK BÖLÜM BAġKANLIĞINA,

02 Nisan 2012. MĠMARLIK BÖLÜM BAġKANLIĞINA, 02 Nisan 2012 MĠMARLIK BÖLÜM BAġKANLIĞINA, Amasra Teknik Gezisi 12-13 Mart 2012 tarihleri arasında, ARCH 222 - Arhitectural Design 4 dersi için Bir Sanatçı İçin Konut, ARCH 221 - Arhitectural Design 3

Detaylı

BİLDİRİCİ AİLESİ ANTALYA GEZİLERİ

BİLDİRİCİ AİLESİ ANTALYA GEZİLERİ BİLDİRİCİ AİLESİ ANTALYA GEZİLERİ Benim Antalya ya ilk gezim 1962 yılı Şubat tatilinde henüz İstanbul Teknik Üniversitesi nde öğrenci iken oldu. Tatbiki Mekanik Kolu ndan arkadaşlarımız, hocamız Sacit

Detaylı

Edirne Köprüleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Köprüleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Köprüleri Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Edirne Köprüleri......................... 4 0.1.1 Gazimihal Köprüsü.................... 4 0.1.2 Beyazid Köprüsü.....................

Detaylı

Kalem İşleri 60. Ağaç İşleri 61. Hünkar Kasrı 65. Medrese (Darülhadis Medresesi) 66. Sıbyan Mektebi 67. Sultan I. Ahmet Türbesi 69.

Kalem İşleri 60. Ağaç İşleri 61. Hünkar Kasrı 65. Medrese (Darülhadis Medresesi) 66. Sıbyan Mektebi 67. Sultan I. Ahmet Türbesi 69. İÇİNDEKİLER TARİHÇE 5 SULTANAHMET CAMİ YAPI TOPLULUĞU 8 SULTAN I. AHMET 12 SULTAN I. AHMET İN CAMİYİ YAPTIRMAYA KARAR VERMESİ 15 SEDEFKAR MEHMET AĞA 20 SULTANAHMET CAMİİ NİN YAPILMAYA BAŞLANMASI 24 SULTANAHMET

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ BAHÇELERİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ BAHÇELERİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ BAHÇELERİ ANADOLU SELÇUKLU CAMİİLERİ Konya Alâeddin Camii - 1155-1219 Niğde Alâeddin Camii 1223 Malatya Ulu Camii 1224

Detaylı

T.C. ŞIRNAK VALİLİĞİ 1990 ULUDERE

T.C. ŞIRNAK VALİLİĞİ 1990 ULUDERE T.C. ŞIRNAK VALİLİĞİ 1990 ULUDERE Mir (Cencekir) Kalesi:...9 Geramon Kilisesi...40 Halmun (Elamun) Kilisesi...4 Beyaz Köprü...46 Köprü...47 AVRUPA KONSEYİ DOĞAL VE KÜLTÜREL VARLIKLARI KORUMA ENVANTERİ

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ Doktora İstanbul İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

ÖZGEÇMİŞ Doktora İstanbul İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, ÖZGEÇMİŞ GENEL Adı-Soyadı : BUKET AKÇAY GÜVEN Unvanı : Klasik Arkeolog, Dr. Doğum tarihi ve yeri : 09.12.1982 İstanbul E-posta : buketakcay@hotmail.com EĞİTİM 2007-2015 Doktora İstanbul İstanbul Üniversitesi,

Detaylı

Üç Şerefeli Camii. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Üç Şerefeli Camii. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Üç Şerefeli Camii Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Üç Şerefeli Cami......................... 4 0.1.1 Osmanlı Mimarisinde Çığır Açan İlklerin Buluştuğu Cami............................

Detaylı

Turizmde Arz (Tarihsel Çekicilikler)

Turizmde Arz (Tarihsel Çekicilikler) Turizmde Arz (Tarihsel Çekicilikler) TARİH Miras ilişkileri T O P L U M MİRAS K Ü L T Ü R DOĞA ÇEVRE MİRASIN KAPSAMI MİRAS ÇEKİCİLİKLERİ ÇEVRE MEKAN YER İNSAN PEYZAJLAR YAPISAL UNSURLAR ÇALIŞMA ALANLARI

Detaylı

URARTU UYGARLIĞI. Gülsevilcansel YILDIRIM

URARTU UYGARLIĞI. Gülsevilcansel YILDIRIM URARTU UYGARLIĞI Gülsevilcansel YILDIRIM 120213060 Urartular MÖ birinci yüzyılın başında, Van Gölü ve çevresinde önemli bir devlet Kuran ve günümüze kadar buradaki uygarlıkları etkilemiş bir kavimdir.

Detaylı

AR&GE BÜLTEN. Kültür Turizmi ve İzmir

AR&GE BÜLTEN. Kültür Turizmi ve İzmir Kültür Turizmi ve İzmir Ümit ÇİÇEK Ege Bölgesi, Anadolu nun batısında, tarihin akışı içerisinde birçok farklı medeniyete ev sahipliği yapmış, suyun hayat verdiği nehirleri ile bereketli ovalara sahip bir

Detaylı

PERVARİ İLÇESİ. Siirt deki Kültür Varlıkları

PERVARİ İLÇESİ. Siirt deki Kültür Varlıkları PERVARİ İLÇESİ Siirt deki Kültür Varlıkları 185 3.6. PERVARİ İLÇESİ 3.6.1. PALAMUT KÖYÜ UMURLU MEZRASI HANI Han Umurlu Mezrasının hemen dışındadır. Yapı üzerinde kim tarafından ve ne zaman yaptırıldığını

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ MİMARLIK BİLGİSİ YUNAN UYGARLIĞI

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ MİMARLIK BİLGİSİ YUNAN UYGARLIĞI ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ MİMARLIK BİLGİSİ YUNAN UYGARLIĞI İÇİNDEKİLER Yunan Uygarlığı Hakkında Genel Bilgi Yunan Dönemi Kentleri Yunan Dönemi Şehir Yapısı Yunan Dönemi

Detaylı

1950 LERDEN GÜNÜMÜZE GELEN BİR ALIŞVERİŞ KOMPLEKSİ: BALIKESİR KASAP VE SEBZE HALİ. Gaye BİROL Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Mimarlık Bölümü

1950 LERDEN GÜNÜMÜZE GELEN BİR ALIŞVERİŞ KOMPLEKSİ: BALIKESİR KASAP VE SEBZE HALİ. Gaye BİROL Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1950 LERDEN GÜNÜMÜZE GELEN BİR ALIŞVERİŞ KOMPLEKSİ: BALIKESİR KASAP VE SEBZE HALİ Gaye BİROL Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Mimarlık Bölümü Yüksek Mimar Orhan Ersan tarafından tasarlanmış olan Balıkesir

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Klasik Arkeoloji Ankara Üniversitesi (DTCF) 1991

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Klasik Arkeoloji Ankara Üniversitesi (DTCF) 1991 ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı: Nalan Eda Akyürek Şahin 2. Doğum Tarihi: 14 Temmuz 1968 3. Unvanı: Profesör 4. Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Klasik Arkeoloji Ankara Üniversitesi (DTCF) 1991

Detaylı

COĞRAFYA BÖLÜMÜ NDEN EDREMİT KÖRFEZİ KUZEY KIYILARINA ARAZİ ÇALIŞMASI

COĞRAFYA BÖLÜMÜ NDEN EDREMİT KÖRFEZİ KUZEY KIYILARINA ARAZİ ÇALIŞMASI COĞRAFYA BÖLÜMÜ NDEN EDREMİT KÖRFEZİ KUZEY KIYILARINA ARAZİ ÇALIŞMASI Fen Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü 4. Sınıf öğrencilerine yönelik olarak Arazi Uygulamaları VII dersi kapsamında Yrd. Doç. Dr.

Detaylı

En eski uygarlıklardan biri olan Mısır Uygarlığı Nil nehri vadisinde gelişmiştir. Mısır mimarisinin en önemli yapıtları Mısır Piramitleri dir.

En eski uygarlıklardan biri olan Mısır Uygarlığı Nil nehri vadisinde gelişmiştir. Mısır mimarisinin en önemli yapıtları Mısır Piramitleri dir. MISIR BAHÇELERİ En eski uygarlıklardan biri olan Mısır Uygarlığı Nil nehri vadisinde gelişmiştir. Mısır mimarisinin en önemli yapıtları Mısır Piramitleri dir. pramitler Mısırlıların kralarına yaptıkları

Detaylı

TARİHİ AMASYA CADDESİ ÜZERİNDEKİ ZİLE EVLERİ. Emine Saka AKIN 1 Adnan SEÇKİN 2 ÖZET

TARİHİ AMASYA CADDESİ ÜZERİNDEKİ ZİLE EVLERİ. Emine Saka AKIN 1 Adnan SEÇKİN 2 ÖZET TARİHİ AMASYA CADDESİ ÜZERİNDEKİ ZİLE EVLERİ Emine Saka AKIN 1 Adnan SEÇKİN 2 1 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tokat, eminesaka.akin@gop.edu.tr 2 Yüksek Mimar, Tokat, seckinad@gmail.com ÖZET Tokat il merkezinin

Detaylı

KRONOLOJİK İSLAM MİMARİSİ 3 FATIMİLER-GAZNELİLER

KRONOLOJİK İSLAM MİMARİSİ 3 FATIMİLER-GAZNELİLER KRONOLOJİK İSLAM MİMARİSİ 3 FATIMİLER-GAZNELİLER Fatımiler Hz. Muhammed in kızı Fatma nın soyundan geldiklerine inanılan dini bir hanedanlıktır.tarihsel olarak Fatımiler İspanya Emevileri ile Bağdat taki

Detaylı

COĞRAFİ YAPISI VE İKLİMİ:

COĞRAFİ YAPISI VE İKLİMİ: TARİHİ : Batı Toroslar ın zirvesinde 1288 yılında kurulan Akseki İlçesi nin tarihi, Roma İmparatorluğu dönemlerine kadar uzanmaktadır. O devirlerde Marla ( Marulya) gibi isimlerle adlandırılan İlçe, 1872

Detaylı

AYASULUK TEPESİ VE ST. JEAN ANITI (KİLİSESİ) KAZISI

AYASULUK TEPESİ VE ST. JEAN ANITI (KİLİSESİ) KAZISI AYASULUK TEPESİ VE ST. JEAN ANITI (KİLİSESİ) KAZISI AYASULUK (SELÇUK) KALESİ Ayasuluk Tepesi nin en yüksek yerine inşa edilmiş olan iç kale Selçuk İlçesi nin başına konulmuş bir taç gibidir. Görülen kale

Detaylı

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri (Sumeroloji) Anabilim Dalı, 2001.

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri (Sumeroloji) Anabilim Dalı, 2001. ÖZGEÇMİŞ YRD. DOÇ. DR. ESMA ÖZ I. Adı Soyadı Esma ÖZ E-posta: (kurum/özel) eoz@ybu.edu.tr; esmao443@gmail.com Cep Telefonu: 0506 934 32 13 İş Adresi: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Esenboğa Merkez

Detaylı

KURTALAN İLÇESİ. Siirt deki Kültür Varlıkları

KURTALAN İLÇESİ. Siirt deki Kültür Varlıkları KURTALAN İLÇESİ Siirt deki Kültür Varlıkları 163 3.5. KURTALAN İLÇESİ 3.5.1. ERZEN ŞEHRİ VE KALESİ Son yapılan araştırmalara kadar tam olarak yeri tespit edilemeyen Erzen şehri, Siirt İli Kurtalan İlçesi

Detaylı

The Byzantine-Era Daily Use Pottery Found in the Thermal Spring in Allianoi

The Byzantine-Era Daily Use Pottery Found in the Thermal Spring in Allianoi ALLIANOI ANTİK ILICASI NDA ÜRETİLEN ERKEN BİZANS DÖNEMİ GÜNLÜK KULLANIM KAPLARI* **Hande YEŞİLOVA Öz Allianoi antik ılıcası içersinde, Geç Roma Erken Bizans Dönemi yerleşiminde bulunan, seramik fırınlarında

Detaylı

AKDENİZ İN KUCAĞINDAKİ TARİH ;MAMURE Kapıdaki gişeye yaklaşıp kaleye girmek için ücret ödemek istedim. O sırada gişede oturan hanım görevlinin

AKDENİZ İN KUCAĞINDAKİ TARİH ;MAMURE Kapıdaki gişeye yaklaşıp kaleye girmek için ücret ödemek istedim. O sırada gişede oturan hanım görevlinin AKDENİZ İN KUCAĞINDAKİ TARİH ;MAMURE Kapıdaki gişeye yaklaşıp kaleye girmek için ücret ödemek istedim. O sırada gişede oturan hanım görevlinin elindeki Posta Gazetesi ne takıldı gözüm.görevli hanımın gözü

Detaylı

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik OSMANLI YAPILARINDA İZNİK ÇİNİLERİ Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik Çinileri, KültK ltür r Bakanlığı Osmanlı Eserleri, Ankara 1999 Adana Ramazanoğlu Camii Caminin kitabelerinden yapımına 16. yy da Ramazanoğlu

Detaylı

SELANİK ESKİ CUMA CAMİSİ

SELANİK ESKİ CUMA CAMİSİ SELANİK ESKİ CUMA CAMİSİ BAKİ SARISAKAL SELANİK ESKİ CUMA CAMİSİ (AHEİROPİİTOS KİLİSESİ) Ahiropiitos Kilisesi, Egnatia Caddesinin kuzeyinde Ayasofya Sokağında bulunuyor. M.S. 451 yılında Halkidona da Selanik

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ. Selçuklu Dönemi Yapıları ile Bahçe ve Peyzaj Sanatı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ. Selçuklu Dönemi Yapıları ile Bahçe ve Peyzaj Sanatı ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ Selçuklu Dönemi Yapıları ile Bahçe ve Peyzaj Sanatı Selçuklu Dönemi (1071-1308) Oğuzların devamı olan XI. yüzyılın yarısında kurulan, merkezi Konya olan Selçuklular

Detaylı

Aynı Duvarda Düzlenmiş ve Düzlenmemiş Yüzeyler

Aynı Duvarda Düzlenmiş ve Düzlenmemiş Yüzeyler Aynı Duvarda Düzlenmiş ve Düzlenmemiş Yüzeyler PRİENE NİN KONUTLARI BERGAMA ANTİK KENTİ YUNAN DÖNEMİ ŞEHİR YAPISI MÖ 1050 yıllarından sonra ise genelde Polis adı verilen ilk kent devletleri kurulmaya

Detaylı

SİVEREK'TE TARİHİ ESERLER VE CAMİLER

SİVEREK'TE TARİHİ ESERLER VE CAMİLER SİVEREK'TE TARİHİ ESERLER VE CAMİLER» Genel Bilgi» Ulu Camii» Gülabibey Camii» Sulu Camii» Haliliye Camii» Eski Hükümet Konağı ve Gazipaşa İlkokulu» Yeraltı Hamamı» Abdalağa Hamamı» Hanlar» Serap Çeşmesi...»

Detaylı

HABERLER ÖZBEKİSTAN-TÜRKİYE ULUSLARARASI ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR PROJESİ: ÖZBEKİSTAN DA YERKURGAN MERKEZ TAPINAĞI 2013 YILI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI

HABERLER ÖZBEKİSTAN-TÜRKİYE ULUSLARARASI ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR PROJESİ: ÖZBEKİSTAN DA YERKURGAN MERKEZ TAPINAĞI 2013 YILI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI HABERLER ÖZBEKİSTAN-TÜRKİYE ULUSLARARASI ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR PROJESİ: ÖZBEKİSTAN DA YERKURGAN MERKEZ TAPINAĞI 2013 YILI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI İlk Özbekistan-Türkiye uluslararası arkeolojik çalışmalar

Detaylı

SELANİK HAMZA BEY CAMİSİ

SELANİK HAMZA BEY CAMİSİ SELANİK HAMZA BEY CAMİSİ BAKİ SARISAKAL SELANİK HAMZA BEY CAMİSİ Hamza Bey Camisi Hamza Bey Camisi diğer adıyla Alkazar, Alkazar ismini ünlü sinema salonundan almaktadır. Hamza Bey Camisi 20. yüzyılda

Detaylı

EYÜPSULTAN MEVCUT DURUM TESPİTLERİ

EYÜPSULTAN MEVCUT DURUM TESPİTLERİ SUNUŞ EYÜPSULTAN MEVCUT DURUM TESPİTLERİ İslam aleminin en önemli ziyaret merkezlerinden olan Eyüp Sultan, İstanbul daki ilk Osmanlı yerleşkesidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminden günümüze kadar kentsel

Detaylı

MİMARİ RESTORASYON ÖĞRENCİLERİ EĞİTİM GEZİSİ

MİMARİ RESTORASYON ÖĞRENCİLERİ EĞİTİM GEZİSİ MİMARİ RESTORASYON ÖĞRENCİLERİ EĞİTİM GEZİSİ Maltepe Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Mimari Restorasyon Programı olarak 01 Kasım 2013 Cuma günü Koruma Kuramı ve Geleneksel Yapı Bilgisi I dersleri kapsamında

Detaylı

Yrd.Doç.Dr. 2014- Bağdatlı, F., Roma Döneminde Angareia, Ege Üniversitesi, 1997 (Prof.Dr. Hasan MALAY)

Yrd.Doç.Dr. 2014- Bağdatlı, F., Roma Döneminde Angareia, Ege Üniversitesi, 1997 (Prof.Dr. Hasan MALAY) 1. Adı Soyadı: Fatma BAĞDATLI ÇAM 2. Doğum Tarihi: 17.08.1976 3. Unvanı: Yrd. Doç. Dr. 4. Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Lisans Klasik Arkeoloji Ege Y. Lisans Doktora Y. Lisans Doktora

Detaylı

MAĞARALARI VE YERLEŞİM ALANI

MAĞARALARI VE YERLEŞİM ALANI TÜRKİYE DOĞAL VE KÜLTÜREL VARLIKLARI ENVANTERİ ENV. NO. 58.01.0.02 ÇİMENYENİCE KÖYÜ, KÖROĞLU TEPELERİ, I39-a4 MAĞARALARI VE YERLEŞİM ALANI İL SİVAS İLÇE HAFİK MAH.-KÖY VE MEVKİİ Çimenyenice Köyü GENEL

Detaylı

İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu

İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu Prof. Dr. Bülent Yılmaz Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü E-posta : byilmaz@hacettepe.edu.tr

Detaylı

Haçlı Seferlerinin hızının azaldığı 13. yüzyılın ilk yarısı Anadolu Selçukluları için bir yayılma ve yerleşme dönemi olmuşken, İlhanlı vesayeti

Haçlı Seferlerinin hızının azaldığı 13. yüzyılın ilk yarısı Anadolu Selçukluları için bir yayılma ve yerleşme dönemi olmuşken, İlhanlı vesayeti Selçuklular, 1100 KAPALI MEDRESELER Haçlı Seferlerinin hızının azaldığı 13. yüzyılın ilk yarısı Anadolu Selçukluları için bir yayılma ve yerleşme dönemi olmuşken, İlhanlı vesayeti altında geçen ikinci

Detaylı

T.C. İZNİK KAYMAKAMLIĞI Kılıçaslan İlkokulu Müdürlüğü İLÇEMİZİ TANIYOR, TANITIYORUZ

T.C. İZNİK KAYMAKAMLIĞI Kılıçaslan İlkokulu Müdürlüğü İLÇEMİZİ TANIYOR, TANITIYORUZ T.C. İZNİK KAYMAKAMLIĞI Kılıçaslan İlkokulu Müdürlüğü İLÇEMİZİ TANIYOR, TANITIYORUZ ŞUBAT 2015 1. PROJENİN TANIMI 1 2. PROJENİN İSMİ. 1 3. PROJE ALANI 1 4. PROJENİN AMACI.. 1 5. PROJENİN DAYANAĞI 1 6.

Detaylı

Konya İli Beyşehir İlçesi Fasıllar Anıtı ve Çevresi Yüzey Araştırması 2013 Yılı Çalışmaları

Konya İli Beyşehir İlçesi Fasıllar Anıtı ve Çevresi Yüzey Araştırması 2013 Yılı Çalışmaları Konya İli Beyşehir İlçesi Fasıllar Anıtı ve Çevresi Yüzey Araştırması 2013 Yılı Çalışmaları Yrd. Doç. Dr. Yiğit H. Erbil, Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Konya İli Beyşehir İlçesi Fasıllar Anıtı

Detaylı

SELANİK AYASOFYA CAMİSİ

SELANİK AYASOFYA CAMİSİ SELANİK AYASOFYA CAMİSİ BAKİ SARI SAKAL SELANİK AYASOFYA CAMİSİ Aya Sofya (Azize Sofya) tapınağı Selanik in merkezinde, Ayasofya ve Ermou sokaklarının kesiştiği noktadadır. Kutsal İsa ya, Tanrının gerçek

Detaylı

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015 155 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015 KARADENIZ TECHNICAL UNIVERSITY INSTITUTE of SOCIAL SCIENCES JOURNAL of SOCIAL SCIENCES Year:

Detaylı

PRT 403 Geç Asur-Geç Babil Arkeolojisi

PRT 403 Geç Asur-Geç Babil Arkeolojisi PRT 403 Geç Asur-Geç Babil Arkeolojisi 12. Babil Arkeolojisine giriş. Nabupolazar ve Nabukadnezar Dönemi Babil, İştar Kapısı Babil Kenti Kentin Geç Babil Dönemi plan şeması, 1.8 km. uzunluğunda şehrin

Detaylı

VI.ETAP ÇARŞI CADDESİ

VI.ETAP ÇARŞI CADDESİ VI.ETAP ÇARŞI CADDESİ PROJE ÖZETİ PARSEL ALANI PROJE KAPALI ALANI PROJE TANIMI Çanakkale; tarihinin her döneminde birçok kültüre ev sahipliği yapmış, coğrafi konumu, zengin tarihi ve kültürel mirasıyla,

Detaylı

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 9 Haziran 2015

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 9 Haziran 2015 KTÜ SBE Sos. Bil. Derg. 2015, (9): 9-23 1 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 5 Sayı: 9 Haziran 2015 KARADENIZ TECHNICAL UNIVERSITY INSTITUTE of SOCIAL

Detaylı

Nikaia dan Yeni Yazıtlar III. New Inscriptions from Nikaia III

Nikaia dan Yeni Yazıtlar III. New Inscriptions from Nikaia III Mediterranean Journal of Humanities mjh.akdeniz.edu.tr II/2, 2012, 189-203 Nikaia dan Yeni Yazıtlar III New Inscriptions from Nikaia III Hüseyin Sami ÖZTÜRK Ceren PİLEVNELİ Özet: Makalede, 2010 ve 2012

Detaylı

T.C. ŞIRNAK VALİLİĞİ 1990 SİLOPİ

T.C. ŞIRNAK VALİLİĞİ 1990 SİLOPİ T.C. ŞIRNAK VALİLİĞİ 990 SİLOPİ Yeşiltepe Höyüğü... Nuh Nebi Camii ve Medresesi... Şerif Camii...6 Görümlü Camii...7 Mart Şumuni Kilisesi...9 Dedeler Köyü Kilisesi...0 Han Kalıntısı... Tellioğlu Kasrı...

Detaylı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Camileri - Eski Cami Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Eski Cami (Cami-i Atik - Ulu Cami).............. 4 0.1.1 Eski Cami ve Hacı Bayram Veli Söylencesi.......

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi Y. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1998

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi Y. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1998 1. Adı Soyadı: Sedat Bayrakal 2. Doğum Tarihi: 17.08.1969 3. Unvanı: Prof. Dr. 4. Öğrenim Durumu: ÖZGEÇMİŞ Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1995 Y. Lisans Sanat Tarihi Ege

Detaylı

Urla / Klazomenai Kazıları

Urla / Klazomenai Kazıları Urla / Klazomenai Kazıları Oniki İon kenti arasında anılan Klazomenai, Urla-Çeşme yarımadasının kuzey kıyısında, İzmir Körfezi'nin ortalarında yer almaktadır. Klazomenai arazisinin (khora) doğuda Smyrna

Detaylı

H+Bredgatan H+ BREDGATAN KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ. Erik Giudice Architects sunar. Helsingborg, İsveç

H+Bredgatan H+ BREDGATAN KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ. Erik Giudice Architects sunar. Helsingborg, İsveç Görseller: EGA H+ BREDGATAN KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ Helsingborg, İsveç İsveç in en iddialı planlama ve kentsel dönüşüm projelerinden biri olan H+ projesi, Helsingborg kentinin güney kısımlarının mavi-yeşil

Detaylı

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU KAZI DESTEĞİ: POLEMAİOS ONUR ANITININ KAZI, RESTİTÜSYON VE RESTORASYON RAPORU

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU KAZI DESTEĞİ: POLEMAİOS ONUR ANITININ KAZI, RESTİTÜSYON VE RESTORASYON RAPORU ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU KAZI DESTEĞİ: POLEMAİOS ONUR ANITININ KAZI, RESTİTÜSYON VE RESTORASYON RAPORU Kutsal alanlardaki Onur Anıtları, kente ya da kentin kutsal alanlarına maddi ve

Detaylı

Aphrodite nin Kenti Aphrodisias

Aphrodite nin Kenti Aphrodisias Aphrodite nin Kenti Aphrodisias Kenan Eren Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Aphrodisias antik kenti ve Aphrodisias Müzesi, antik kentte son 50 yılda yoğunlaşan kazı

Detaylı

Mitosta, arkaik anaerkil yapı Ay tanrıçalığı ile Selene figürüyle sürerken, söylencenin logosu bunun tersini savunur. Yunan monarşi-oligarşi ve tiran

Mitosta, arkaik anaerkil yapı Ay tanrıçalığı ile Selene figürüyle sürerken, söylencenin logosu bunun tersini savunur. Yunan monarşi-oligarşi ve tiran Ay tanrıçası Selene, Yunan mitolojisinde, Güneş tanrısı Helios un kız kardeşidir. Ay ı simgeler. Selene de Helios gibi bir arabayla dolaşırdı. Selene nin arabasını iki at, katır ya da boğa çekerdi. Zeus

Detaylı

Ankara da SELÇUKLU MİRASI. Arslanhane Camii. (Ahi Şerafeddin) 58 YEDİKITA

Ankara da SELÇUKLU MİRASI. Arslanhane Camii. (Ahi Şerafeddin) 58 YEDİKITA Ankara da SELÇUKLU MİRASI Arslanhane Camii (Ahi Şerafeddin) 58 YEDİKITA Çizim: Yük. Mim. Mehmet Emin Yılmaz 11. yüzyıldan başlayarak Anadolu ya yerleşmeye başlayan Türkler, doğuda Ermeni ve Gürcü yapıları,

Detaylı

nzeyrek@uludag.edu.tr Tel: (224) 294 02 47-294 02 48 Tel iç hat: 402 47 Faks: (224) 294 09 29 Faks iç hat: 409 29 temel terim, kavramlar.

nzeyrek@uludag.edu.tr Tel: (224) 294 02 47-294 02 48 Tel iç hat: 402 47 Faks: (224) 294 09 29 Faks iç hat: 409 29 temel terim, kavramlar. ARKEOLOJİ 1 Ders Adi: ARKEOLOJİ 2 Ders Kodu: MRES215 3 Ders Türü: Seçmeli 4 Ders Seviyesi Önlisans 5 Dersin Verildiği Yıl: 2 6 Dersin Verildiği Yarıyıl 3 7 Dersin AKTS Kredisi: 3.00 8 Teorik Ders Saati

Detaylı

SELANİK ALACA İMARET CAMİSİ

SELANİK ALACA İMARET CAMİSİ SELANİK ALACA İMARET CAMİSİ BAKİ SARISAKAL SELANİK ALACA İMARET CAMİSİ (İSHAK PAŞA CAMİSİ) Selanik Alaca İmaret Camisi Alaca İmaret Camisi Selanik şehir merkezinin kuzey bölümünde bulunmaktadır. Aziz Dimitris

Detaylı

ANADOLU UYGARLIKLARI (RÖLYEF) KABARTMA ESERLERİ. Burcu Aslı ÖZKAN

ANADOLU UYGARLIKLARI (RÖLYEF) KABARTMA ESERLERİ. Burcu Aslı ÖZKAN ANADOLU UYGARLIKLARI (RÖLYEF) KABARTMA ESERLERİ Burcu Aslı ÖZKAN İlk Çağda Anadolu da kurulan bazı uygarlıklar Hitit, Frig,Urartu, Lidya. HİTİTLER MÖ(1700) Başkenti Hattuşa (Boğazköy) Malatya Orta Anadolu

Detaylı

Eski Mısır Tarihi Kaynakları

Eski Mısır Tarihi Kaynakları Eski Mısır Tarihi Kaynakları Eski Mısır tarihinin araştırılmasında hem yazılı hem de yazısız kaynaklar kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Mısır medeniyetinden günümüze dek ulaşmış olan tüm kalıntılar

Detaylı

HİERAPOLİS, 06/08/14-21/08/14 ÇALIŞMALARI MERMER RESTORASYONU ÇALIŞMALARI

HİERAPOLİS, 06/08/14-21/08/14 ÇALIŞMALARI MERMER RESTORASYONU ÇALIŞMALARI HİERAPOLİS, 06/08/14-21/08/14 ÇALIŞMALARI MERMER RESTORASYONU ÇALIŞMALARI 1- Aziz Philippus Kilisesi ait mermerlerin üzerindeki restorasyon uygulamaları. Aziz Philippus Kilisesi nin mermer levhalarının

Detaylı

FAYLARDA YIRTILMA MODELİ - DEPREM DAVRANIŞI MARMARA DENİZİ NDEKİ DEPREM TEHLİKESİNE ve RİSKİNE FARKLI BİR YAKLAŞIM

FAYLARDA YIRTILMA MODELİ - DEPREM DAVRANIŞI MARMARA DENİZİ NDEKİ DEPREM TEHLİKESİNE ve RİSKİNE FARKLI BİR YAKLAŞIM FAYLARDA YIRTILMA MODELİ - DEPREM DAVRANIŞI MARMARA DENİZİ NDEKİ DEPREM TEHLİKESİNE ve RİSKİNE FARKLI BİR YAKLAŞIM Ramazan DEMİRTAŞ Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi, Aktif Tektonik

Detaylı

Tarihi Evlerin Restorasyon ve İmar Projesi Projenin Önemi: Projenin amacı: Projenin Uygulanması: Projenin Maliyeti:

Tarihi Evlerin Restorasyon ve İmar Projesi Projenin Önemi: Projenin amacı: Projenin Uygulanması: Projenin Maliyeti: Tarihi Evlerin Restorasyon ve İmar Projesi Kutsal Mescid in kutlu komşularının evlerini restore ederek onlara karşı vefa borcumuzu öderken Aksa dan Müslümanları uzaklaştırıp Yahudilere yer açmaya çalışan

Detaylı

PLAN AÇIKLAMA RAPORU

PLAN AÇIKLAMA RAPORU BALIKESİR İLİ, KARESİ İLÇESİ, ATATÜRK MAHALLESİ, ADA 4324/PARSEL 30, ADA 4325/PARSELLER 8-9-10 VE 11 DE KAYITLI TAŞINMAZLAR İÇİN HAZIRLANAN 1/5000 ÖLÇEKLİ NAZIM İMAR PLANI DEĞİŞİKLİĞİ PLAN AÇIKLAMA RAPORU

Detaylı

Adıyaman'ın İsmi Nereden Geliyor?

Adıyaman'ın İsmi Nereden Geliyor? ADIYAMAN Adıyaman'ın İsmi Nereden Geliyor? Rivayete göre; Adıyaman şehrini doğu, batı ve güney yönlerinde derin vadiler çevirmiştir. Bu vadilerin yamaçları zengin meyve ağaçları ile kaplı olduğu gibi,

Detaylı

KVK101 KORUMA-ONARIM KAVRAM VE İLKELERİ

KVK101 KORUMA-ONARIM KAVRAM VE İLKELERİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA VE ONARIM BÖLÜMÜ KVK101 KORUMA-ONARIM KAVRAM VE İLKELERİ DERS 2 DOÇ. DR. CENGİZ ÇETİN KÜLTÜR VARLIKLARININ KORUMA VE ONARIMI CONSERVATİON

Detaylı

MANİSA İLİ SARUHANLI İLÇESİ

MANİSA İLİ SARUHANLI İLÇESİ MANİSA İLİ SARUHANLI İLÇESİ UYGULAMA İMAR PLANI DEĞİŞİKLİĞİ PLAN AÇIKLAMA RAPORU ÖLÇEK:1/1000 Pafta No: K19-d-02-a-3a / K19-d-02-a-4b PİM PLANLAMA BÜROSU Yılmaz Şevket KOCATUĞ / Şehir Plancısı Yarhasanlar

Detaylı

İstanbul-Aksaray daki meydanı süsleyen, eklektik üslubun PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ İBADETE AÇILDI. restorasy n

İstanbul-Aksaray daki meydanı süsleyen, eklektik üslubun PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ İBADETE AÇILDI. restorasy n A Ç I L I Ş L A R A Ç I L I Ş L A R A PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ İBADETE AÇILDI İstanbul-Aksaray daki meydanı süsleyen, eklektik üslubun en güzel örneklerinden birini oluşturan Pertevniyal Valide

Detaylı

MED SANATI: Arkeolojik kaynaklar ise çok sınırlıdır. Iran arkeolojisinde Demir Devri I I I. safhasıdır (Orta Batı İran da: ).

MED SANATI: Arkeolojik kaynaklar ise çok sınırlıdır. Iran arkeolojisinde Demir Devri I I I. safhasıdır (Orta Batı İran da: ). MED SANATI: Arkeolojik kaynaklar ise çok sınırlıdır. Iran arkeolojisinde Demir Devri I I I. safhasıdır (Orta Batı İran da: 850-500). Ö n e m l i M e d merkezleri: Nush-i Jan, Godin II Safha, ve Baba Jan

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI TARİHİ BAHÇELERDE RÖLÖVE VE RESTORASYON

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI TARİHİ BAHÇELERDE RÖLÖVE VE RESTORASYON ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI TARİHİ BAHÇELERDE RÖLÖVE VE RESTORASYON Rölöve, bir yapının, kent dokusunun veya arkeolojik kalıntının yakından incelenmesi, belgelenmesi, mimarlık

Detaylı

2419 ADA 45 PARSEL MİMARİ PROJE RAPORLARI

2419 ADA 45 PARSEL MİMARİ PROJE RAPORLARI UNESCO DÜNYA MİRASI ALANI İÇERİSİNDE YER ALAN ZEYREK BÖLGESİNDE 2419 ( 13,34,35,42,45,50,51,52,58,59,68 PARSELLER) NO'LU ADADA SİVİL MİMARLIK ÖRNEĞİ YAPILARIN RÖLÖVE, RESTİTÜSYON, RESTORASYON PROJELERİ

Detaylı

SURUÇ İLÇEMİZ. Suruç Meydanı

SURUÇ İLÇEMİZ. Suruç Meydanı SURUÇ İLÇEMİZ Suruç Meydanı Şanlıurfa merkez ilçesine 43 km uzaklıkta olan ilçenin 2011 nüfus sayımına göre toplam nüfusu 100.912 kişidir. İlçe batısında Birecik, doğusunda Akçakale, kuzeyinde Bozova İlçesi,

Detaylı

Tarihi Mekanların Analizi (MMR 444) Ders Detayları

Tarihi Mekanların Analizi (MMR 444) Ders Detayları Tarihi Mekanların Analizi (MMR 444) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Tarihi Mekanların Analizi MMR 444 Seçmeli 2 0 0 2 3 Ön Koşul Ders(ler)i

Detaylı

AKROPOLİS de ONARIM YÖNTEMLERİ Eylül-2011

AKROPOLİS de ONARIM YÖNTEMLERİ Eylül-2011 Bilgi Paylaştıkça Değerlenir AKROPOLİS de ONARIM YÖNTEMLERİ Eylül-2011 Tarihi eserlerin onarım ve güçlendirmesi ile ilgili önemli bilgi ve tecrübe birikimine sahip olan ACIBADEM Restorasyon Mimarlık İnşaat

Detaylı

T.C. MALTEPE BELEDİYESİ ÖRNEK ERİŞİLEBİLİRLİK UYGULAMASI: ÇAM SOKAK ENGELSİZ ERİŞİM PİLOT BÖLGE PROJESİ

T.C. MALTEPE BELEDİYESİ ÖRNEK ERİŞİLEBİLİRLİK UYGULAMASI: ÇAM SOKAK ENGELSİZ ERİŞİM PİLOT BÖLGE PROJESİ T.C. MALTEPE BELEDİYESİ ÖRNEK ERİŞİLEBİLİRLİK UYGULAMASI: ÇAM SOKAK ENGELSİZ ERİŞİM PİLOT BÖLGE PROJESİ 1. MALTEPE ERİŞİLEBİLİRLİK SORUNLARI Maltepe ilçesi 400.000 den fazla nüfusu ile İstanbul un en büyük

Detaylı

ARK433 Güz S - 3. Doç. Dr. Haluk Çetinkaya

ARK433 Güz S - 3. Doç. Dr. Haluk Çetinkaya T.C. MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ LİSANS DERS TANITIM FORMU Dersin Adı Bizans Sanatı I Kodu Dönemi Zorunlu/Seçmeli MSGSÜ Kredi AKTS ARK433 Güz S - 3 Ön

Detaylı

BEÇİN KALESİ KAZISI KALE ÇEŞMESİ SONUÇ RAPORU

BEÇİN KALESİ KAZISI KALE ÇEŞMESİ SONUÇ RAPORU BEÇİN KALESİ KAZISI KALE ÇEŞMESİ SONUÇ RAPORU Prof. Dr. Kadir PEKTAŞ* Muğla İli, Milas İlçesi, Beçin Kalesi nde 20.05.2013 tarihinde başlatılan kazı çalışmaları 24.12.2013 tarihinde tamamlanmıştır. Kazı

Detaylı

Edirne Çarşıları. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Çarşıları. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Çarşıları Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Edirne Çarşıları ve İş Merkezleri................ 4 0.1.1 Alipaşa Çarşısı(Kapalı Çarşı).............. 4 0.1.2

Detaylı