ERZURUM E. Öztürk AKKÖK

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ERZURUM E. Öztürk AKKÖK"

Transkript

1

2

3

4 ERZURUM E rzurum, Anadolu nun özü, Emrah ın sözü, Reyhani nin acılı yüzü, Sümmani ni ağlayan gözüdür. Sevginin yudum yudum içildiği, ana nın, ata nın, vatanın, bayrağın, ezanın karşılıksız sevildiği, Doğu nun sınırtaşı, yiğitlerin otağı, cumhuriyetin adıdır Erzurum. Tarihin ağladığı, vatanın yandığı en acılı devirde, ilk sesi haykıran şehirdir Erzurum. Gönüllerin en kuytu yerinde, darda kalanın, sıkıntıda olanın, bi çarenin, mazlumun, ah edenin, Hak kın ve haklının yanındadır Erzurum. Yetişin denilen en çaresiz anında, vatanın emrindedir Erzurum. Sır dır Erzurum, sırdaştır, gardaştır, yâr dır. bar dır ve illa ki, Dadaştır Erzurum. Kırmızı gül dür Erzurum. Çarşı, pazar dır, har dır, kar dır, hazan dır ve dertlere derman yazandır Erzurum. Minarelerinden peygamberine sabahtan yatsı ya selam gönderen can şehir, canan şehir, aşk ile yanan, Mevla ya emanet şehirdir o. O,Erzurum dur... O, Huma Kuşu... O, çift başlı kartal... O, Mülk-i İslam kilidi... O, ülkenin can simidi... O, ögünde öldüğüm, taşına toprağına gurban olduğum, özüm, gözüm, canım memleketimdir benim. Öztürk AKKÖK

5 Şehr-i Kadim Aziziye EDEBİYAT TARİH KÜLTÜR SANAT YIL:1 (2015) SAYI:2 NİSAN-MAYIS-HAZİRAN ÜCRETSİZDİR İÇİNDEKİLER Başkandan...4 Editörden...6 Bir Medeniyet Tasavvuru Işığında Erzurum (Yaşar Bayar)...7 Ejder (Tacettin Şimşek)...11 Klasik İslam Coğrafyacılarına Göre Erzurum-2 (Prof.Dr. M.Hanefi Palabıyık)...12 Beklerken Seni (Mehmet Yaşar Genç)...22 Doğu nun İki Büyük Seyyahı İbn-i Battuta ve Evliya Çelebi (Şahin Torun)...23 Gurbetteki Erzurumlular - Şeref Akbaba (Abdulkadir Öğdüm)...26 Feryat (Tahsin Kaya)...31 Kur an-ı Kerim de Tevafuk (Yrd.Doç.Dr. Yusuf Bilen)...32 Erzurum Kasidesi (Nazir Akalın)...42 Erzurum da Lâla Mustafa Paşa Camii (Lâla Paşa Camii) (Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş)...44 Fuat İğdebeli (Erdal Güzel)...49 Mendil Deyipte Geçmeyin (Öztürk Akkök) Yılında Hareket in Ruhu ve Erzurum (Muammer Çelik)...54 Kaf Dağının Ardında Kalan Masallar (Sermin Nurcan Azizoğlu)...62 Necip Fazıl ın Erzurum u (Doç.Dr. Abdullah Şengül)...68 Geleneksel Erzurum Evleri (Yrd.Doç.Dr. Zerrin Köşklü)...72 Unutulmaması Gereken Erzurum lu Tarihçi Abdürrahim Şerif Beygu (Naci Elmalı)...76 Ata Yurdum Erzurum (Halide Nusret Zorlutuna)...82 Tortum Gölü ve Balıklı Göl Efsaneleri (Abdulkerim Dinç)...84 Feyyaz Efendi (Belkıs İbrahimhakkıoğlu)...92 Tuvaldeki Erzurum - Ressam Memduha Satır ile Söyleşi (Neslihan Arzu Keteci)...95 Erzurum Ulemasından Yunus Kaya Hocaefendi (Dr. Zeki Koçak) - (İbrahim Aydemir) - (Ali Akbulut) Eyvah (Tahsin Kaya) Tortum Muharebelerinin 100.Yılı (Cavit Marancı) II.Abdülhamid Döneminde Erzurum Eğitimine Bakış (Abdurrahman Zeynal) Kazım Yurdalan (Süreyya Çarbaş) Bir Doktorun 93 Harbi Anıları (Charles S. RAYN) Milli Mücadelenin Unutulan Kahramanları - Kara Fatma (Mehmet Dağıstanlı) Erzurum Mutfağı - Demir Tatlısı Aziziye Belediyesi Yayınları Adına Sahibi Muhammed Cevdet Orhan Genel Yayın Yönetmeni Halil Özcan Yazı İşleri Müdürü Recai Pak Yayın Kurulu Prof.Dr. Haldun Özkan Prof.Dr. Erol Kürkçüoğlu Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş Doç.Dr. Rıdvan Canım Doç.Dr. Murat Küçükuğurlu Yrd.Doç.Dr. Abdulkerim Dinç Yrd.Doç.Dr. Tacettin Şimşek Yrd.Doç.Dr. Yusuf Bilen Yrd.Doç.Dr. Zerrin Köşklü Abdurrahman Zeynal Abdulkadir Öğdüm Erdal Güzel M.Yaşar Genç Naci Elmalı Neslihan Arzu Keteci Şahin Torun Tahsin Kaya Fotoğraf Öztürk Akkök - İsmail Cemil Özyazıcı Emrah Hemşinli - Onur Özsoy Fatih Aktaş - Soner Eker - İbrahim Demir Cahit Arpacık - Yalçın Özmen Eski Erzurum Fotoğrafları Metin Diler - Murat Türker Tüfekçi Tashih Mustafa Çomaklı Hukuk Danışmanı İbrahim Küçükoğlu - Onur Sertaç Gök Resim İllüstrasyon Erdal Toygun Görsel Yönetmen / Tasarım / Hazırlık Muhammet S. Karaca Rana Medya ranaajans@gmail.com ISSN: Koordinasyon - İletişim Erzurum Aziziye Belediye Başkanlığı Erzurum / Aziziye Gönderilen yazıların yayımlanmasına yayın kurulu karar verir. Yayımlanmayan yazılar iade edilmez. Yayımlanan yazılara telif ücreti ödenmez. Yazılarla ilgili sorumluluk yazara aittir. Şehr-i Kadim Aziziye dergisi basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Şehr-i Kadim Aziziye dergisi ismi belirtilerek alıntı yapılabilir.

6 Şehr-i kadim Aziziye den merhaba.. Kadim şehir Erzurum dan hemşerilerime ve tüm Türkiye ye merhaba. Tarihiyle, kültürüyle, irfanıyla, sanatıyla, örfüyle Anadolu nun en kadim şehirlerinden biri olan Saltuklu, Selçuklu, İlhanlı, Osmanlı ve Cumhuriyet şehri Erzurum dan merhaba.. Geçmişin derinliklerinden gelen bir muhabbet ve yürek sevinciyle merhaba.. Dergimizin yazarlarından, ediplerinden, şairlerinden, akademisyenlerinden, sanatkarlarından merhaba.. Eskiler, "Marifet iltifata tabidir/müşterisiz meta zayidir" demiş. Biz sizlere üç ay önce bir dergi takdim ettik.. Ve sizler bizlere teşekkürlerle, iltifatlarla, takdirlerle döndünüz.. Böylesi hizmetler için neden geç kaldınız? Bugüne kadar neden beklediniz? Ne güzel bir hizmete imza attınız diye telefonlarımız susmadı, mesajlarınızla bizleri mutlu ettiniz, yüreklendirdiniz.. Bu kalitede, bu baskıda, bu içerikte bir dergiyi Erzurum da hazırlamaktan ve Türkiye ye örnek olmaktan bizlerde mutlu olduk.. Sizler her şeyin en güzeline, en iyisine, en kalitelisine layıksınız. Ve inşallah sizlerin dua ve destekleriyle bu güzel faaliyetimizi Erzurum un ve Türkiye mizin dört bir tarafındaki Erzurumlulara kavuşturmanın mutluluğunu hep beraber yaşayacağız. Aziziye Belediyesi olarak, Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın ülkemiz ve milletimiz için koymuş olduğu hedefe; 2023 hedefine yürürken Yahya Kemal Beyatlı nın "Kökü mâzîde olan âtî düsturuyla hareket ediyor, ecdadımızın bize bıraktığı mirası tanımak ve tanıtmak, onlara sahip olmak ve korumak, bu zengin mirası gelecek kuşaklara taşımanın bilinci ile bir dergi yayınlıyor olmaktan ve tarihi bir görevi yerine getirmekten son derece gururluyuz. Aziziye Belediyesi düzenlediği programlar ve desteklediği organizasyonlarla, Erzurum un kültür hayatına katkıda bulunmaktadır. Bir tarih ve kültür şehri olan Erzurum un tarih, kültür ve sanatının tanıtılması ve yaşatılmasına katkıda bulunmayı belediye hizmetlerinin arasına koymakla sorumlu ve kaliteli bir kamu hizmeti yapmanın bilincinde olan belediyemiz tarihi bir sorumluluğu da yerine getirmektedir. Şehrimiz bir üniversiteler kenti olarak, edebiyattan müziğe, geleneksel sanatlardan modern kültür eserlerine, tarih ve sosyal bilimlerden plastik sanatlara tüm renkleri barındıran bir zenginliğe sahip bulunmaktadır. Erzurum üniversitelerinde ve diğer okullarında eğitim gören kabiliyetli ve kapasiteli genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Belediyemiz, yayınlamış olduğu Şehr-i kadim Aziziye Dergisi ile Erzurumdaki genç nüfusun çalışmalarının en iyi şekilde değerlendirilebilmesi, gençlerin gelişimine katkıda bulunarak onların çalışmalarının sergilenmesi, halkımıza ulaştırılmasına araç olacak böylesi bir dergiye destek vererek ve yayınlayarak çok önemli bir kamu hizmetine de vesile olmaktadır.. Biz gençliğimizde o ruhu görmekte ve gençliğimize güvenmekteyiz. Namık Kemal in dediği gibi; Ecdadımın heybeti maruf-i cihandır,/fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır. Bu duygu ve düşüncelerle size ikinci sayımızı sunuyor, hepinize hürmet ve muhabbetlerimi arz ediyorum. Ramazanın ve Bayramın feyzinden, bereketinden güzelliklerinden doya doya yararlanmanızı dilerken, bizleri de dualarınıza ortak etmenizi, katmanızı temenni ediyorum. İyi okumalar diliyorum.. Muhammed Cevdet ORHAN Aziziye Belediye Başkanı

7 FOTOĞRAF: Oğuzhan AVLİ

8 Editörden... FOTOĞRAF: Emrah HEMŞİNLİ Besmele ile.. Üç ayların rahmeti ve bereketiyle. İkinci sayıyı sizlere ulaştırmanın mutluğu içindeyiz. Erzurum a ve Erzurum dan Türkiye ye edebiyat, sanat, tarih ve kültür hayatımıza ışık tutan şehr-i kadim AZİZİYE dergimizin ikinci sayısını yepyeni konularla sizlere ulaştırmayı tarihi bir sorumluluk bilerek yola çıktık ve işte huzurunuzdayız. Kapak fotoğrafındaki Tortum şelalemiz gibi gürül gürül, gök kuşağı gibi renkli bir sayı ile üç aylarınızı tebrik ediyoruz. Erzurum da baskı, mizanpaj ve içerik olarak bir benzeri bulunmayan dergimiz Türkiye çapında ses getirdi. Erzurum un düşünen, yazan, çizen, fikir üreten, güzel sanatlar dallarında eser ortaya koyan entelektüellerine sayfalarını açan dergimiz bu insanlarımızın Erzurum ve Türkiye ye açılan penceresi olarak birinci sayıda çok önemli yazıları şehrimiz ve ülkemizin gündemine taşıdı. Geçmişle gelecek arasında köprü kurmayı ilke edinen dergimiz bu şehrin manevi dinamikleri, ilmi ve edebi şahsiyetleri, tarihi ve siyasi kişilerini rahmetle, minnetle anma görevini üstlenerek her sayısında bu insanlara sayfaları ölçüsünde yer verecektir. İkinci sayımızda geçtiğimiz aylar içinde aramızdan ayrılarak ebedi âleme göçen, Müftü Yunus Kaya Hocaefendi ve Erzurum un sanat adamlarından Fuat İğdebeli ye yer verdik. Dr. Zeki Koçak, Ali Akbulut ve Erdal Güzel in vefa yazılarını okurken fatihalarınızı bekliyoruz. Ve yine yıllar önce aramızdan ayrılan Erzurum tarihine imza atan Kazım Yurdalan ı Süreyya Çarbaş ın kalemiyle sizlere hatırlatıyoruz. Erzurum un dar-ül İslam oluşunu Hanefi Palabıyık hocamızdan okumaya devam edeceğiz, Hüseyin Yurttaş Hocamız Lala Paşa Camisini anlatırken, Muammer Çelik Erzurum da doğan ve Türkiye ye mal olan Hareket Dergisi nin serancamını anlatacak. Masallar artık gündemimizden çıktı. Kendi hayal dünyamız karardığı gibi, çocuklarımızın hayal dünyasının oluşmasının önünde çağdaş araçlar, teknolojiler var. Biz size bu sayıda bir sürpriz yapıyor ve Kafdağının Ardında Kalan Masalları, Sermin Nurcan Azizoğlu nun kaleminden önünüze seriyoruz. Umarız çok beğeneceksiniz. Bir şehir efsanesi Balıklı Gölü hiç böyle okumamışsınızdır. Abdulkerim Dinç hocamızdan bu efsaneyi, efsane satırlar olarak okuyacaksınız.. Şahin Torun üstadımız yolu Erzurum dan geçen iki seyyahımız Evliya Çelebi ve İbn-i Batuta nın dünyasından sizlere seslenirken, Abdulkadir Öğdüm ün Şeref Ay üstadımızla yapmış olduğu söyleşiyi ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Dergimiz tarih, sanat, kültür ve edebiyat başlığı ile çıktığı için her dört alanda yazılara yer vermeye dikkat ediyoruz. Yusuf Bilen Hocamızın Kur an-ı Kerim de Tevâfuk isimli önemli makalesi ve Kazım Karabekir Eğitim Fakültemizin sanatkâr hocalarından Memduha Satır ile röportaj ve sanatından örnekleri de dergimiz aracılığı ile gündeminize taşıyoruz. Zerrin Köşklü Erzurum evlerine bizi misafir ederken, Belkıs İbrahimhakkıoğlu Feyyaz Efendi yazısı ile tarihe bir pencere açacak.. Metin Diler ve Murat Türker Tüfekçi nin tarihi fotoğrafları sizi mazide yolculuğa çıkaracak. Yaşar Bayar, Bir Medeniyet Tasavvuru Işığında Erzurum Belleği ile bize yeni ufuklar açarken, Öztürk Akkök yazı ve fotoğrafları ile dergimize renk katmakta, Mehmet Yaşar Genç, Cavit Marancı, Abdurrahman Zeynal, Mehmet Dağıstanlı, Tahsin Kaya, şairlerimiz, fotoğrafçılarımız bu sayımızda sizi yeni ufuklara taşıyacaklar. Üçüncü sayıda buluşmak üzere gönlümüzün ve dergimizin sayfalarının herkese açık olduğunu yazı, şiir, fotoğraf göndermek isteyenlere ifade etmek istiyorum. Allah a emanet olunuz

9 FOTOĞRAF: İbrahim DEMİR Bir Medeniyet erzurum Tasavvuru Işığında Belleği Yaşar BAYAR İnsanlar daha güvenli ve huzurlu yaşamak, daha çok iş bölümünün oluştuğu medeniyetin rahat ve imkânlarından faydalanmak için şehirler kurdu. Her toplum şehirlerini, kendi medeniyetinin insan, doğa ve öteki ile ilişkisi tasavvuruna göre yapılandırdı. Bizim medeniyetimiz de şehirlerini rabbani olanın ekseninde yapılandırdı. Şehirlerimiz, cami, medrese ve pazarın merkezde olduğu, mahallerin iç içe geçtiği, her ekonomik ve sosyal çevreden insanların birbirini hissederek ve görerek yaşadığı sürekli iletişimin olduğu açık uçlu yapılardı. Modernleşme, daha fazla tüketme isteği, büyük şehirlere göç, şehirlerimizin o dingin ve huzurlu yapısını bozdu. Bugün gelinen noktada özellikle büyük şehirlerimizde planlama yoksunluğunun meydana getirdiği karmaşa ve keşmekeş, zaman ve mekân yetersizliğinin meydana getirdiği stres ve gelir adaletindeki bozulma şehirlerimizdeki huzur, güvenle birlikte yaşama azmini tehdit eder duruma gelmiştir. 1 Turgut Cansever, Ev ve Şehir, İstanbul, 1994, s.32 Küreselleşen bir dünyada, yerel kültürler giderek kaybolmaya yüz tuttu ve adeta tek tip insan olarak nitelendirebileceğimiz bir anlayış hâkim olmaya başladı. Karşı konulması oldukça zor olan böyle bir süreç, olumlu gibi görünen yönlerinin yanında pek çok kaygıyı da beraberinde getirmiştir. Bunların başında, yerel kültür değerlerinin ciddi anlamda kaybolması ve buna bağlı olarak da bir anlamda köksüz ve kimliksiz bir kuşağın ortaya çıkıp, hızla yaygınlaşması gelmektedir. Oysa bizim, kökleri yüzlerce yıllık geçmişe dayanan bir şehir kültürümüz ve milli mimarimiz vardı. Merhum bilge mimar Turgut Cansever in ifadesiyle 20. asrın dengesizlik ve tutarsızlıklarının aşılması için Osmanlı şehirleri tarih boyunca vücuda getirilmiş çok önemli bir örnek teşkil etmektedir. 1 Ne yazıktır ki, günümüzde bu model yeterince örnek alınmadı ve şehirlerimiz giderek özünden ve kimliğinden uzaklaştı. 20. yüzyılda, yeni teknikler, yapı malzemeleri ve yeni anlayışla birlikte şehirlerimiz yüzyılların birikimi olarak edindiği oluşumunu ve mimari kimliğini hızla yitirmeye başladı. Bu bağlamda, dünya evlerinin en insanisi olarak nitelendirilen gele-

10 8 / 9 Aziziye Belediyesi nekli evlerimizin çoğu birer birer yıkılarak, yerlerine betonarme, çok katlı yenileri inşa edildi. Bunların sayısı çoğalınca, şehirlerimizin de silueti değişmeye, kimliği giderek yok olmaya yüz tuttu. Fakat değişen sadece, gelenekli mimarimiz ve şehirlerimiz değildi. Bu durum, toplumumuzun temeli olan aile yapısını, dolayısıyla toplum hayatımızı değiştirerek bir anlamda milli kimliğimizi olumsuz etkiledi. Çünkü bu kimlik öncelikle ailede daha sonra yaşanılan çevrede oluşup şekilleniyordu. Yeni yapılan evlerimiz, eskiden olduğu gibi artık üç kuşağı bir araya getirebilecek ve aile yapımızı parçalanmadan bir arada tutabilecek niteliklere sahip değildi. Sözde modern bir çehreye bürünebilmek için, insanımız kendi inanç değerlerinden ve geleneklerinden hızla uzaklaşmak için adeta yarış halindeydi. Batının parçalanmış aile yapısı, evlerimizin mimarisinin değişimi ile kendini gösterdi. Aile bireyleri arasındaki saygınlık giderek azaldı. Buna bağlı olarak, iyi komşuluk ilişkileri, dayanışma gibi değerler birer birer aşınmaya ve giderek unutulmaya yüz tuttu. Bugün modernlikte epey yol katetmiş şehirlerimizde bu sorunlar had safhaya ulaşmış bulunmaktadır. Bırakın üç kuşağın bir arada yaşamasını, çekirdek aile olarak şekillenen günümüz aile yapısında, aileyi bir arada tutarak evliliğin devamını sağlamak bile sorun haline gelmiştir. Hatırlar mısınız ya da hiç düşündünüz mü? Daha düne kadar Erzurum da analarımız, haydi onları bırakalım ninelerimiz besmelesiz, duasız hiçbir işe başlamazlardı. İçi ve dışı ile mübarek bir hayattı onlarınki. Sofralarımızda ekmek kırıntıları kalmaz, hepsi toplanırdı. Ele avuca gelmez olanları ise örtüleri ile evlerin hayat denilen bölümlerinin bir köşesine silkelenirdi. Oralara insan ayağı basmazdı. Her bir canlı mahlûkatın nimeti dahi onların iç kaygısıydı. İçlerini sevap duygusu kaplamıştı. Tuttukları her iş, attıkları her adım öyleydi. Kendileri mübarek insanlardı. İçiyle, dışıyla mübarek bir âlem içinde dünyaya geliyordu çocuklarımız. O hayatın içinde kötülük kolay kolay yer bulmaz, barınamazdı. İnsanı kötülüğe ve şerre sürükleyen itici güç şeytanında yalnız adı vardı. Kendi ipine dokunacak insanları bulamazdı bile. İnsanlarımız meleklerle içi içe idi. Biz meleklere imrenirdik, melekler bize. Kucak kucağa bir muhabbet, inançların insanı kardeş ettiği; kıskançlığın, hasedin, haramın barınamadığı mübarek bir hayattı bizim hayatımız. Evet bu bizim hayatımızdı! Bizim hayatımız Söylenişi, mânâsı ve uyandırdığı bütün çağrışımlarla beraber bizim hayatımız. Bizi bu hayatı yaşamaya zorlayanlar da yoktu. O derunî hayatlara dıştan müdahalelerin şekil verdiğini düşünmek bile insanı adeta ürkütüyor. Onlar gönülden, severek, imrenerek bu hayatın içinde yerlerini alıyorlardı. Dıştan bakınca silik ve renksizdi onların hayatları. Anlamayanlar için, o hayata yabancı olanlar içinse bir biteviyelik arz ederdi. Yahut tek düzen monoton bir hayat FOTOĞRAF: İbrahim DEMİR

11 İçtimai dalgalanmalar içinde istikrar nedir bilmeyen, ruhi huzur ve sükûnun yabancısı olan günümüz insanı o hayatı yabancı da bulacaktır. Devamlı arayış içinde olmak ve her seferinde aldanmak Bizi bu günümüzle en güzel anlatan tarif. Ne arayışlardan usanmak ve ne de aldanışlardan bir sonuç çıkarmak. Biz böyle değildik ve böyle de olmamalıydık. Batılı toplumların asırlardır içine düştüğü sonuçsuz iç çalkantılarından, ihtilal denemelerinden, sınıf mücadelelerinden kaybolan ruhumuza şifalar bulmaya kalktık. Aslında kaybolan ruhumuz değil, onu besleyen ve ona şekil veren inançlarımızdır. Çevremize, dünyamıza şekil veren, daha doğrusu kültürümüzü şekillendiren o idi. Onu kaybettik. Yüz elli, iki yüz yıldır onun yerini tutacak bir şeylerin peşindeyiz. Bu sürekli arayışlar, bizi sürekli bir macera ortasında bıraktı. Ve bu maceralarda apayrı bir tat bulduk. İnsan ruhunun karanlık yönleri bu maceralara kendini kaptırdı gitti. İşin içine nefislerimiz girdi. Maceralar yanlış şöhret kapıları açtı önümüze. Sahte şöhretler, uydurma kahramanlar, sırtı sıvazlanmış aferin delileri bu maceralar içinde türedi. Yeni tipte kahramanlar şöhretlerini her dem taze tutacak, kendilerinin de vakıf olmadıkları, büyük sanılan ve fakat bize yabancı görüşlerin avukatlığına girmiştir. Zaten bu tiplerin fonksiyonları hep avukatlık oldu. Bizden olmayan, bizim içtimai yapımızdan gelmeyen her şeyin avukatlığı. Bu tipler, hayatının manasını sonu gelmez maceralarda arayanlardan daha suçlu ve daha günahkârdılar. Günahları onları daha büyük günahlara sürükledi. İçinde bocalayıp kaldıkları ve kendilerinde hayatlarını yeniden tanzim gücünü de bulamadıkları için, günahlarını, yeni ve orijinalitesi yabancılığından gelen kelimelerle kamufleye kalktılar. Hürriyet, eşitlik onların tekelinde kaldı. Onlarda yeni rejimler arama fikri, kendi milli ve dini hususiyetlerini muhafaza eden hayatımızdan kaçıp kurtulmak arzusunda doğuyordu. Onlar için yeni rejimler ve yeni kelimeler günahlarının yüzlerine vurulmayacağı, suçluluk komplekslerini unutturacak apayrı bir dünya idi. Bu kaçış duygusu sadece kendilerinde kalsa pek bir şey ifade etmeyebilirdi. Kendi üzerlerinde hissettikleri bütün milletin nazarları önce yüzlerini kızarttıysa da, sonra onu da kaybettiler. Ar namus tertemiz diye ifade edebileceğiniz yunmuş arınmış çehrelerle bize, bizim hayatımıza küçümseyen nazarlarla bakmaya başladılar. Onlar bir milletin kendi bünyesinden savurup attığı fazlalıklar mıydı? Yahut da onlar bizi redde kalkmıştı? Her neye sayılırsa sayılsın, sonuç hiç değişmeyecekti. Ne garip bir benzerlik!... Eskiden de her gönülde bir Leyla özlemi yanar tutuşurdu. Onlar ideal sevgililerdi. İnsana ve cemiyete fedakârlık örneği olup, mukayeselerimizde bize ölçü oluyorlardı. Ne var ki herkes kendi dünyasında yalnız ve kendi dünyasının şehzadesi olarak yaşar da kimseler fark etmezdi. Çünkü onların hayatlarına, onların maceralarına istemeyerek de olsa, biz de ortak olduk, o hayatı biz de yaşadık. Onların hayatları bizim de maceramız oldu. Zira istesek de, istemesek de aynı ülkede ve ortak zamanların içinde idik. Son asır tarihimiz onlarındır. O tarihte biz yokuz. Ve yahut o tarih bizim tarihimiz değildir. Ya şimdi ne haldeyiz, ne yapıyoruz? Bir de bu yönümüze bakmalı değil miyiz? Günümüz insanı da sosyal hadiseler arasında münasebetler kuruyor. Bu münasebetler ne inançlarımıza ve ne de törelerimize dayalı. Öyleyse neye göre oluyor veya halen nasıl olmaktadır? Artık dilimizden düşürmediğimiz bazı anahtar kelimeler var. Demokrasi, hürriyet gibi, eşitlik gibi Bu kelimelere, bu anahtar kelimelere terim diyoruz. Onlar terimden ziyade dilimizde sloganlaşmış kelimeler haline geldi. Peki, mesele nedir? Aynı kelimelere farklı mânâlar vermek, aynı konularda ihtilaflar nereden doğuyor? Bir asrı aşan bir zamanı gün gün, ay ay, yıl yıl tüketerek geldik bu günlere. Nice yıldır bu büyülü kelimelerin peşindeyiz. Eski sevda hikâyelerimizin Aslı sı, Leyla sı, Züleyha sı vardı. Onları unuttuk. Kalbimizde yeni sevdalar depreşti. Yeni sevdalar ve onun hasretiyle yanılıp cazibesiyle tutuşulan sevgilileri; eşitlik, demokrasi ve hepsinden önde hürriyet. Ne garip bir benzerlik!... Eskiden de her gönülde bir Leyla özlemi yanar tutuşurdu. Onlar ideal sevgililerdi. İnsana ve cemiyete fedakârlık örneği olup, mukayeselerimizde bize ölçü oluyorlardı. Ne var ki herkes kendi dünyasında yalnız ve kendi dünyasının şehzadesi olarak yaşar da kimseler fark etmezdi. İçten, sürekli ve issiz-dumansız bir yanış Yukarıda ne garip bir benzerlik demiştik. Evet, ne garip bir benzerlik? Fakat bir de fark var. Onu ihmal etmemek gerekir. Âşık, maşuk aynı; sevdanın tezahürü farklı. Eski mahremiyet duygusu, yerini aleniyete terk etti. Artık sevgi gösterileri mehtaplı gecelerde, yıldızlı semaların altında değil; gün ortalarında, meydanlarda oluyor. Herkes bir arada, alkışlar içinde Alkışlarımızla, naralarımızla aşkımızı ifade ediyoruz. İçimizin yangını ancak öyle soğuyor. Kim daha çok bağırırsa, kim daha çok yırtınırsa aşkının sadakatini daha iyi ispatlamış sayılıyor. Bu nevi aşkların şiirleri eskileri aratmayacak derecede boldur. Âşık-ı sadık menem Mecnun un ancak adı var diyen Fuzuli, yeni sevda zedeleri görmüş olsaydı yazdığı mısralardan hicap duyar, meydan-ı aşkı tamamen onlara terk ederdi.

12 10 / 11 Aziziye Belediyesi Bu derece bağlısı olduğumuz, onlarsız edemediğimiz kelimelere özellikle Anahtar sıfatını kullandık. Hepimiz en çok onları kullanırız. Dilimizden onlar hiç düşmez. O kelimeler ki lügatimizde en çok yeri işgal ederler. Ağırdırlar, kapladığı yerler geniştir. Lügatimizde nice kelimelerin yerine oturdular. Kelimelerimizden bir kısmı altta kaldı, ezildi gitti. Bir kısmı da kendilerine daha emin ve daha kuytu yerler aramak için bizim hayatımızla birlikte bizden çok uzaklara sessizce çekip gittiler. Hafızalarımızda lügatlerimiz gibi aynı akıbete uğradı. Biz şimdi sadece eşyaların ismini biliyoruz. Üçbeş de ibadete bağlı kelime Günümüz Erzurumluları iç âlemlerini yüceltecek kurumları ihya ederek dış dünyalarını mamur edecek bir Erzurum kurmayı ibadet telakki etmek zorundadır. Şehir ve mimari; toplumların kültürel kodlarını yansıtan, onların derinliklerini dışa vuran en önemli eserleridir. Anahtar kelimeler aslında sayıları itibariyle azdır. Çok zannetmemeliyiz. Fakat tabiatlarında eşkıyalık, içinden çıkıp geldiği batılı toplumların sınıfsal tezadından süzülen barbarlık yatar. Fakat ilk bakışta ne bu eşkıyalığı ve ne de bu barbarlığı fark edersiniz. Ne var ki onların muhtevalarındaki despotizm, sürekli bir akşamüstü yaşayan zihinlerimizi, hafızalarımızı altüst etti. Zihnimizin en mutena köşelerine yerleştiler. Şimdiki aydın kelimesinin yerine birkaç nesil eskilerde münevver tabiri kullanılırdı. Lügatine bu kelimeler giren insanların kafalarında kandiller yandı. Kelimeler, daha doğrusu kandil oldu. Karanlığın içinde boğulmuş kafalarımız güya nura kavuştu. Bu kişiler Tanzimat ta münevverliklerini, şimdi de aydın olduklarını iddiaya kalktılar. Tarihimizde ilk defa karşılaştığımız bir durumdu bu. Bizim okumuşumuz halkımızın içinden süzülüp gelirdi. Ondan ayrı olduğu, üstün olduğu vehmine hiçbir zaman kapılmamıştı. Kendi ülkesinin insanıyla aynı safta diz dize, omuz omuza idi. Meşhur ve mühim hikâyedir, Dr. Faust un hikâyesi. Bizim eski Divan ve Halk hikâyelerimiz gibi o da Avrupa da defalarca yazılıp, dilden dile söylene gelmiş. Bizden çok farklı insanların ve onların problemleri ile dolu. Hiçbir zaman kendini şeytanın iğvalarından kurtaramamış Avrupalının, Dr. Faust un şeytanla pazarlığı anlatılır o hikâyede. Rahmetli Peyami Safa bir yazsısında Faust tan bir sahne aktarır bize. Dr. Faust Helen adındaki güzele yalvarır: Beni ber kere öp ve ebedileştir. Helen onu öper ve kaçar. Dudakları ruhunu emdi. Bakınız nasıl kaçıyor! Gel, Helen Gel, Ruhumu geri ver... Ve yazısını Peyami Safa şöyle bitiriyor: Bizi de yabancı medeniyetler öptü. Bağırıyoruz: Busen çok tatlı. Fakat ruhumu emdin. Geriye ver! Ruhumu geriye ver. Halimiz bu, tamamıyla bu, bu hikâyedeki gibi. Bu ama artık çâresiz feryatları geride bırakan, meselelerimizin derinliğine nüfuz eden bir nesil yetişti. Ruhumuzu emip bizi kuru kadavralar haline getiren Helen lerin paçasına yapışma demindeyiz. Çaldıkları ruhumuzu geri alacağız. Artık onlarla düşünür olduk. Aklımızın kılavuzu onlardır. Mantığımıza terazi, problemlerimize anahtar onlardır. Her türlü davranışımız onların izni olursa meşrutiyet kazanır. Gözümüze gözlüktürler: geçmişi ve geleceği onlarla görür, onlarla izah ederiz. Geçmişin hatalarını onlar türettiler. Geleceğimizi onlar aydınlatır; devir, artık devri demokrasidir. Radyolar, gazeteler onları nerelere ulaştırmadılar ki? Issız yamaçlara, en uzak dağ başlarına kadar ülkeyi bu yeni sloganlarla fetih ettik sayılır. Bilmem nerede iki köy demokratik hakları için kavga ediyorlarmış. Muhtarlık seçiminde bile demokratik hakları kullanma yarışı varmış. Günümüz Erzurumluları iç âlemlerini yüceltecek kurumları ihya ederek dış dünyalarını mamur edecek bir Erzurum kurmayı ibadet telakki etmek zorundadır. Şehir ve mimari; toplumların kültürel kodlarını yansıtan, onların derinliklerini dışa vuran en önemli eserleridir. Anka, varlığını tescilleyip kendisine veya ilgisine bir yuva arasaydı her hâlde, hâlden anlayan Erzurum u seçerdi. Palandöken Dağı nın tepelerinden birine konar, çöreklenir, hayat ağacını tüylerinin rengiyle süslerdi. İçindeki kuşları salıverip ruhunu kanatlandıracağı inancıyla Erzurum un eski mukimleri de öyle yapmamışlar mıydı?

13 Ejder Her bünyede bir yırtıcı arslan yüreği; Gözlerdeki fer, ruhtaki aşkın gereği. Ejder dediğin, Erzurum un tarihte Özgürlük için diktiği bayrak direği. Tacettin ŞİMŞEK

14 KLASİK İSLAM COĞRAFYACILARINA GÖRE ERZURUM -2 * 12 / 13 Aziziye Belediyesi Prof. Dr. M. Hanefi PALABIYIK ** * Bu makale Türk-İslam Düşünce Tarihinde Erzurum Sempozyumu (26-28 Haziran Erzurum) na sunulan tebliğin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir. ** Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi. (hanefim@atauni.edu.tr, hanefim@yahoo.com)

15 5. Kalikala İbn Fakîh, İrmîniye yi anlatırken şehirleri ve özelliklerini sayar ve daha sonra Kâlîkalâ yı şöyle anlatır: Kâlîkalâ şehrini inşa eden bir kadındır. Bu şehir adı geçen kadına nispet olunmuştur. Manası, Kâlî nin İhsanı demektir. et-tarrîh gölünün avlanması umuma açıktı. Muhammed b. Mervan b. Hakem İrmîniye ve Cezire ye vali olduğu zaman onun avını kendine hasretti. Daha sonra oğlu Mervan b. Muhammed başa geçince, oradan ilgi kesildi. Habîb b. Mesleme, Osman b. Affân namına İrmîniye den birçok şehri fethetti. Sonra buraya Muaviye tarafından Abdullah b. Hatem b. Numan b. Amr vali tayin edildi. Sonra bunun oğlu Abdulaziz, Debîl ve Berza a şehirleri başta olmak üzere birçok şehir yaptırdı. Aynı zamanda Habîb b. Mesleme, Osman b. Affân namına İrmîniyeden... şehirleri fethetti. 1 İrmîniye nin hayret uyandıran şeylerinden biri şudur: Kâlîkalâ da Hıristiyanlara ait bir kilisede Şi ânîn gecesinde bir yerden sabaha kadar beyaz bir toprak çıkar. Sabah olunca orası, çıkan toprak miktarınca doldurulur. Bu toprağı papazlar alır ve halka dağıtırlar. Bu toprağın özelliği, zehir, akrep ve yılan sokmaları için olmasıdır. Ondan bir danik toprak alınıp, suyla karıştırılır, onu yılan veya akrebin soktuğu kişi içer ve acısı diner. Buradaki bir diğer acayiplik de bu toprağın satılması veya karşılığında bir dünya malı alınması durumunda, toprağın bir fayda sağlamaması ve acıyı iyileştirmemesidir. Buradaki bir başka gariplik de, Hilât gölünde oluşur. O da, burada on ay boyunca ne kurbağa, ne yengeç ne de balığın görülmesidir. Daha sonra iki ay balık çıkar ve tüm balıkların gecikmiş, kartlaşmış oldukları görülür. 2 En soğuk altı bölgeden 3 bahsedilir: Kâlîkalâ, Erdebil, Hemedân, Kazvîn, Cevânk (Nihavend dedir), Hârezm ve Merv. 4 Yine, en soğuk üç şehir vardır. Bunlar Hemedân, Kâlîkalâ, Hârezm dir. 5 Kudâme b. Ca fer: Bu suğurun (Malatya) kuzey cihetindeki Kâlîkalâ suğuru, ayrıca bununla öbürü arasındaki mesafenin uzaklığından dolayı tek gibi olan bu suğur ve Rum vilayetlerinden bu suğurun karşısındaki Erminyâk vilayeti ve Hâlidiye vilayetinin bir kısmı ve Hazar beldesine bitişik Eflâğûniye vilayetinin ona yakın yerleri ve bu suğurun yukarısı, yılda bir milyon üç yüz bin dirhemdir. Buraların nafakası, barış masrafı, korunması, erzakı, nakliyesi, bu miktardır veya en fazla olarak bir milyon yedi yüz bin dirhemdir. 6 Hudûdu l- Âlem: Kâlîkalâ güçlü kalesi olan dâhilî bir şehirdir. Kalede her biri bir yerden gelmiş daima inanç için savaşanlar vardır. Oraya ilgi duyan çok sayıda tüccarlar da vardır. 7 Makdîsî: Kuteybe b. Muslim, Fîrûz b. Kisrâ yı yendiğinde oğlu Şâhîn i yanına aldı. Onun yanında bir sepet vardı. Sepeti Haccâc a gönderdi. O da onu Velid e gönderdi. O, sepeti açınca Musavvir Allah ın adıyla yazısını gördü. Kubaz b. Fîrûz bir bölgesini kendine ayırıp oraya gideceği bir şehir yapması için suyla toprağı dengeledi. Toprağın en temizini o bölgede buldu. Daha sonra bölgenin merkezi olan Irak la işe başladı. Bölgede en temiz 13 yer buldu. Medâyîn, Sûs, Cundişâpûr, Tuster, Sâbûr, İsfehan, Rey, Belh, Semerkand, Ebiverd, Mâsebâzân, Mihrcânkazak, Karmâsîn. Bölgenin en soğuk yerleri olarak Debîl, Hemedân, Kazvîn, Cevânk, Nihâvend, Hârezm, Kâlîkalâ yı buldu. En vebalı bölge olarak da.. 8 Suğur ve Rıbatlar: Bil ki, her kavmin, kendinden sakındığı bir takım düşmanları vardır. Şam, Azerbaycan ve Cezire nin düşmanı Rum ve İrmîniye dir. Onların suğurları ise, Sevâhil, Tarsus, Mesisa, Aynızerbe, Kâlîkalâ, Sumeysat ve Ahlât tır. Aynı şekilde batıdakilerin 1 İbn Fakîh, Muhtasaru Kitâbi l-buldân, s. 292; Tercüme-i Muhtasar-ı Buldân, s. 135 (Ayrıca bkz., Yörükan, 249) 2 İbn Fakîh, Muhtasaru Kitâbi l-buldân, s. 295; Tercüme-i Muhtasar-ı Buldân, s. 138 (Ayrıca bkz., Yörükan, 251) 3 Müellif altı yer demesine rağmen, metinde yedi yer sayılmaktadır. 4 İbn Fakîh, Muhtasaru Kitâbi l-buldân, s ; Tercüme-i Muhtasar-ı Buldân, s İbn Fakîh, Muhtasaru Kitâbi l-buldân, s. 229; Tercüme-i Muhtasar-ı Buldân, s Kudâme b. Ca fer, s Hudûd al- Âlam The Regions of the World, A Persian Geography, İngilizce ye çeviren: V. Minorsky, London, 1970, s Makdîsî, Ahsenu t Tekasim, s

16 14 / 15 Aziziye Belediyesi Murat Türker Tüfekçi Arşivi düşmanı da Rumlardır. Cebel, Cürcân, Cîl, Deylem el- Gaziye halkınınkiler için Türklerdir. Kazvin, Deylem in suğuru; Dihistan ise Türklerin suğurudur. 9 Yâkût: Kâlîkalâ nın iklimi 5. iklimin özelliklerini gösterir. Kâlîkalâ da, Kâlî (çşr^) diye adlandırılan halılar (kilim) imal edilir. Bazı isimlerin nisbetinde ağırlıktan dolayı kısaltma yoluna gidilir. Edip, âlim Ebû İsmail b. el-kasım el-kâlî Bağdad a geldi, İbn Dureyd, Ebûbekr b. el-enbârî, Neftaveyh vb. büyük zatlardan dersler aldı. Endülüs e gidip, Kurtuba ya yerleşti ve ilmini sergiledi. Burada 356 yılında öldü. İbn Fakih in dediğine göre Kâlîkalâ daki bir ev, Ermîniye nin acayipliklerindendir. Bunu bana, uzak ülkelere elçi olarak giden, anlattığında doğru olan Ebû l- Heycâ el-yemâmî anlattı. Kâlîkalâ da Nasârâ nın bir kilisesi vardır. Orada onların büyük bir odası vardı. O odada kitapları ve haçları bulunurdu. Şi ânîn gecesi olunca, bu evin bir yeri açılır ve oradan beyaz bir toprak çıkar. Bu toprak sabaha kadar çıkmaya devem eder, sabahleyin kesilirdi. Bu durumda gelecek yılın aynı gününe kadar, o bölge tıkanırdı. Rahipler o toprağı alarak halka dağıtırlardı. Özelliği, zehire karşı faydalı olmasıdır. Akrep ve yılan sokmasını önler. Onunla bir danik su karıştırılır, zehirlenmiş kişiye içirilir ve anında tesir gösterir. Buradaki diğer bir gariplik de, bu 9 Makdîsî, Kitabu l-bed ve t-tarih, IV,91 10 Yâkût, IV,20 11 Yâkût, IV,19 12 Yâkût I, Bkz.: İbn Hallikan, I, topraktan bir şey satıldığında, onun sahibine fayda getirmemesi ve amelini boşa çıkarmasıdır. 10 Kâlîkalâ, Hilât bölgesinden büyük Ermîniye dendir, sonra 4. Ermîniye nin Manazcirt bölgesindendir. Ahmet b. Yahya der ki: Ermîniye, Enûşirvân zamanından İslam gelinceye kadar Farslıların elindeydi. Dünyanın işleri bazen bozulur ve küçük devletçikler zuhur eder. Ermîniye ye Kuss, melik oldu. Bu zat Ermîniyeliydi. Bölgenin yükü onun elinde toplandı. Ölümünden sonra da bölge, Kâlî adlı bir kadının eline geçti. Bu kadın, adına Kâlî Kâle Jlâ) denen ve Kâlî nin İhsanı anlamına gelen bir şehir yaptırdı. Onun kapılarından bir kapıya resmini yaptırmıştı. Araplar Kâlîkâle yi Kâlîkalâ olarak Arapçalaştırdılar. 11 Kâlîkalâ Ermîniye nin 4. nahiyesindendir. Orada Şimşât, Kâlîkalâ, Erciş, Bâcuneys (Errân ın bir kasabasıdır), Sîscân, Debîl, Neşevâ, Siractayr, Bağervent, Hilât vardır. 12 Ebu l-fidâ: Kâlîkalâ 4. hakiki iklimdendir. İbn Havkal a göre ise İrmîniye dendir. el-lubâb da Kâlîkalâ nın Diyarbekir den olduğunu söyler. Onun nisbesi Kâlî dir. İbn Hallikân, 13 İsmail b. el-kâsım el-kâlî el-luğavî nin tercümesini el-imâdu l-kâtib el-isfehânî den nakille bahsederek şöyle dedi: Kâlîkalâ aşağıda zikri geçecek olan Erzenu r-rum dur. Belâzûrî nin Kitâbu l-

17 Buldân da zikrettiğinin aynını bahsederek şöyle der: Rum un işleri bazı zamanlarda bozulmuş ve mulûku ttavaif gibi olmuştu. Onlardan biri olan Ermînâkus melik oldu. Öldükten sonra ise karısı melik oldu. İsmi Kâlî idi. Kâlî bir şehir yaptırdı ve ona Kâlî Kâle ismini verdi. Bunun manası Kâlî nin İhsanı demekti. Onun resmi, kapılardan birinin üzerindedir. Arapçalaştırılarak Kâlîkalâ denmiştir. 14 Hamdullâh-ı Müstevfî: Kâlîkalâ 5. iklimdendir. Büyük bir şehirdir. Zîlûkâlî buraya mensuptur. Mu cemu l-buldân da geçtiğine göre, burada Hıristiyanların bir kilisesi varmış. Her yıl Şi ânîn (Fısh bayramının bir günü) gecesinde -ki o gece, onların oruç tuttukları son Pazar günüdür- belli bir yer açılır ve oradan beyaz birtoprak çıkarmış. Bu toprak, panzehir gibi zehri def ediyormuş ve altıda birinden fazlasını yemek uygun değilmiş, helak ediyormuş. 15 Kazvini: Kâlîkalâ Ermîniye de bir şehirdir. İsmi Kâlî olan bir kadına nispet edilir. Dâra Ebcerd denmesi gibi, Kâlîkalâ ya da sanki Kâlî Benet demişlerdir. O kendi resmini şehrin kapısına yaptırdı. Oradan kâlî denen zulâlî ve halı getirilir, halkı iyi sanatkârdır, başka şehirlere de götürülürler. Kâlî idi. Bu kadın Kâlîkalâ şehrini yaptırdı ve bu şehre Kâlî Kâle adını verdi. Bunun manası, Kâlî nin ihsanı, hediyesi demektir. Bu kadın şehrin kapılarından birisi üzerine resmini yaptırdı. Araplar bu kelimeyi Arapçalaştırarak Kâlîkalâ demişlerdir. 18 Yukarıdaki bazı bilgileri teyit eden benzer bir ifade de, İbnu l-esir de mevcuttur: Patrik Ermînâkus un karısından dolayı bu şehre Kâlîkalâ denmiştir. Kadının ismi Kâlî olup, bu şehri yaptırmış, adını da Kâlî nin ihsanı anlamında Kâlî Kâle koymuştu. Araplar bunu Kâlîkalâ şeklinde Arapçalaştırmışlardır. 19 Selçuklular zamanında Erzurum da yerleşip ticaret yapan Kazvinli Emir Şemseddin Ömer bu şehirde geçen hayatının başlangıcını hikâye ederken onun hakkında da mühim bir tasvir yapar: Hadiselerin tesiri ile kadîm vatanımı terk edip ticarete başladım. Erzenu r-rum a gelince türlü nimetlerle dolu ve süslü bir şehir olduğunu gördüm ve cennete benzeyen bu şehirde oturmaya karar verdim. Burada bir ev satın alıp bir müddet bu hoş şehri kendime vatan yaptım ve muradıma uygun günler geçirdim. Mal, kumaş ve birçok servetlere kavuştum. Nihayet Türkistan seferine çıkıp çok mücevherat ve çeşitli inciler elde ettim. der. 20 Orada Şi ânîn kilisesi vardır. İbn Fakîh der ki, orası Hıristiyan kilisesidir. Orada, mahzeninde kitaplar ve haçlar olan büyük bir ev vardır. Şi ânîn gecesi olunca, burada belli bir yerden bir gedik açılır, oradan beyaz bir toprak çıkar ve gece sabaha kadar çıkmaya devam eder ve sabahleyin kesilir. Rahipler onu alır ve halka dağıtırlar. Özelliği, zehri defetmesi akrep ve yılan sokmasını önlemesidir. O, bir danik ölçüsünde suyla karıştırılır, zehirlenen ondan içer ve o anda rahatlar. Diğer bir acayiplik de bu topraktan bir şeyin alınıp satılmasının sahibine fayda getirmeyip işlerini bozmasıdır. 16 Aslında isimlendirmeyle ilgili tüm bu rivayetlerin menşei olduğu anlaşılan Belâzûrî, eyalet hakkında bilgi verirken, Şimşât, Kâlîkalâ, Hilât, Erciş ve Bâcuneys in 4. İrmîniye; veya Şimşât ın 4. İrmîniye; Kâlîkalâ, Hilât, Erciş ve Bâcuneys in ise 3. İrmîniye olarak bilindiğinden bahseder. 17 Şu rivayet de onundur: Ravilerin dediklerine göre, zaman zaman Rumların idaresi parçalanmış ve çeşitli beyliklere ayrılmıştır. Ermenyakos bu emirlerden birisiydi. O öldükten sonra karısı emir oldu; onun adı Avrupalı meşhur seyyah Marco Polo (v. 1324) nun verdiği bilgiler de yukarıdakileri teyit edicidir: Büyük Ermenistan büyük (geniş) bir ülkedir. Dünyadaki en iyi pamuklu bezin imal edildiği Erzincan denen bir şehirle başlar. Diğer sanat becerilerinin her türlüsü de bulunur. Yeryüzünde en iyi kaplıcalar buradadır. Halk Ermeni dir ve Tatarlara (Moğollara) tâbîdir. Birçok şehir ve kasaba vardır. En iyisi, içinde bir başpiskoposun oturduğu Erzincan dır. Daha sonra bol miktarda gümüş çıkarılan geniş bir şehir olan Erzurum (Arziron) ve Arzizi (Erciş) gelir. Önemli bir gümüş yatağı da, Trabzon dan Tebriz (Toris) e giden yol üzerindeki Bayburt şehrinde bulunur. Burası çok geniş bir eyalettir. Ve bilmelisin ki, yazın doğulu Moğollar bölgenin mükemmel otlakları için buraya gelirler, bu duruma göre yazları onlar burada yaşarlar. Fakat kışın değil, çünkü sığırlar soğuktan dolayı yaşayacak hiçbir şey bulamazlar. Buraya çok fazla miktarda kar yağar. Moğollar hayvanlarına daha iyi otlaklar bulmak için sıcak yerlere giderler de kışın burayı terk ederler te Mengü Kagan nezdinden dönüp, Nahçıvan a gelen ve oradan Erzincan yolu ile iç Anadolu ya giren 14 Ebû l-fidâ,, s Hamdullâh-ı Müstevfî, s Kazvini, Belâzûrî, Ahmed b. Yahyâ b. Cebbâr Dâvûd el-bağdâdî, tahk.: A. Enis et-tabba, Futûhu l-buldân, Beyrut, 1987/1407, s (Bkz.: Türkçe çeviri, Futûhu l-buldân (Ülkelerin Fetihleri), çev.: Mustafa Fayda, Ankara, 1987, s. 278) 18 Belâzûrî, s. 277 (Bkz.: Türkçe çeviri, s. 282) 19 İbnu l-esîr İzzeddin Ebû l-hasen Ali b. Ebi l-kerem Muhammed b. Abdi l-kerim b. Abdi l-vahid eş-şeybânî, el-kâmil fi t-târih I-XIII, Neşr: Carolus Johanes Tornberg, Beyrut, 1385/1965, III,84 20 (İbn Bîbî, s den naklen) Turan, s L. F. Benedetto, The Travels of Marco Polo, İngilizce ye çeviren: Aldo Ricci, London, 1931, s

18 16 / 17 Aziziye Belediyesi rahip Wilhelm von Rubruk, Erzurum un Türkiye sultanına tâbi güzel bir şehir olduğundan bahsetmiştir. Bu şehrin dağlarından Aras nehri ve fazla uzak olmayan bir mesafedeki Gürcistan dağlarının eteklerinden de Fırat Nehri doğmaktadır. Wilhelm von Rubruk, Fırat Nehrinin kaynağını çok görmek istemesine rağmen, kar ve kötü yolların buna geçit vermediğinden yakınır. 22 Selçuklular hakkındaki çalışmalarıyla tanınan Osman Turan, bölge hakkında bilgi verirken, konumuzla alakalı olarak şunları nakleder: XIII. asır coğrafyacısı İbn Sa îd el-mağribî Anadolu yu şark-garp istikametinde kesen bu kervan yolunun faaliyeti üzerinde dururken yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak için pek çok kervan saray bulunduğunu, sadece Kayseri-Sivas arasında yirmi dört han olduğunu, Erzincan ve Erzurum arası yolun hep sulak, otlak ve ekili tarlalar kenarından geçtiğini söyler; hatta tüccarın mallarını arabalarla Konya-Tebriz arasında naklettiklerini de ilave eder. 23 Avrupalı seyyah Odoric, 1318 senesinde, Trabzon dan Tebriz e giderken Erzurum (Artiron) a da uğramış; bu şehrin çok büyük, zengin ve güzel olduğunu, Tatarlar tahrip etmese idi, daha mamur ve iyi kalacağını ifade eder. Ona göre Erzurum da bütün gıda maddeleri çok bol bulunmakta, fakat soğuk iklimi dolayısıyla meyve ve şaraba rastlanmamaktadır. 24 İtalyan B. Pegolotti, XIV. asır başlarında, Akdeniz sahilinden Tebriz e kadar uzayan kervan yolu boyunca konak yerlerini, kervansarayları, bac veya tamga adı ile ödenen resimleri eserinde göstermiştir. O, Saltuk ilinde meşhur Mama Hatun kervansarayından ve dağ üzerinden köprü yanında bir konak yerinden (Aşkale civarında) bahseder. Nihayet Erzurum yakınında kervansaray ve hamamları bulunan yani Ilıca mevkiinde gümrük dairesini belirtir. Erzurum dan Tebriz e giderken de tekrar hamamları ve gümrük dairesi bulunan bir konak yerini zikreder, ki burası da Uzun Hasan dan sonra Hasankale adını alan kasabadır. Oradan Aras nehrini Çobanköprüden geçen kervan Sarmısaklı (Sermesacolo), Karakilise (Karaköse) ve üç kiliseden Tebriz e varır. 25 Kâtib Çelebi sınır şehri Erzurum hakkında şu kısa bilgileri sunar: Şehir sur içinde olup, eski ve yeni camileri, hamamları, sokakları ve bedesteni vardır. Ziraat yapılmasına rağmen, ağaçsızdır. Tahta iki günlük mesafeden getirilmektedir ve halk genelde tezek yakmaktadır. Cennet Pınarı denen meşhur bir suyu vardır. Tebrizkapı semtinde meşhur bir kilise vardır, ki bu kilisenin kubbesinin çapı elli zira dır. Bu kubbenin bazı takları Hz. Peygamber in doğduğu gün düşmüş ve bir daha da tamir edilememiştir. Bunun karşısında eni ve boyu Kâbe ölçüsünde bir mescid yapılmış ve ona Kabe Numunesi demişlerdir.. Bu şehrin yakınındaki bir dağda, uzaktan bakınca görünen, kayalıkların oluşturduğu tabii bir ejderha sureti vardır. Kâlîkalâ denen yer, Erzurum dur. Bazı Rum Emirleri parçalanıp melikliklere dönüşünce, bir adam Erminiye meliki oldu. Ölünce de Kâlî isimli karısı şehre melik oldu ve Kâlî şehrini yaptırarak kapılarından birinin üzerine kendiresmini yaptırdı. Bu şehre çok sayıda tüccar gelmektedir. Şeyh Abdurrahman ve ve Ebû İshak ziyaretgâhları vardır. 26 Coğrafyacıların Kâlîkalâ hakkında verdikleri bilgiler, Erzenu r-rum hakkında anlatılanları teyid edicidir ve örtüşmektedir. Burada başta gelen bilginin Kâlîkalâ nın Ermenistan toprakları dâhilinde ve Rum suğuru olduğunun vurgulanmasıdır ve bu yüzden cihad beldesi olduğu için mücahitleri barındırmaktadır. Ayrıca dünyanın en soğuk şehirlerinden biri olduğuna dair vurgu, belki tüm kitaplarda rastlanması beklenen bir bilgiyken, bu detay sadece İbn Fakîh te vardır. Bölgenin fethi, Habib b. Mesleme tarafından gerçekleştirilmiştir. Bir kısım coğrafyacı ve tarihçiler, Kâlîkalâ kelimesinin tahlilini yaparak, ismin bu şehre hakim olan Kali isimli kadına nisbetinden bahsederler. Aşağıda temas edeceğimiz gibi, bu iddianın kabul edilebilirliği bir yana, burada dokunan halılardan (halı=kali) dolayı şehrin böyle adlandırıldığından bahsetmek de mümkün görünmemektedir. Yine Erzurum ortaçağda, yeşilliği bol, sulak, ekili, müreffeh, kaplıcalı, huzurlu, Trabzon la ticarî irtibatı olan merkezi bir şehirdir. Katip Çelebi, Kâlîkalâ nın Erzurum olduğuna vurgu yaparken, diğer müellifler gibi, şehirde hakimiyetlerin el değiştirdiğinden de bahseder. 6. Evliya Çelebi ve Tavernier Coğrafya eserlerindeki az ve sınırlı bilgiye nazaran, seyyahlar daha fazla ve doyurucu bilgiler sunmuşlardır. Birbiriyle çağdaş olan Evliya Çelebi ve Tavernier, yukarıda anılan seyyah ve coğrafyacılara göre daha sonraki dönemlere ait hatıralarını bizimle paylaşmış olsalar bile, XVII. yüzyıl Erzurum unu bize tanıtan oldukça önemli bilgiler sunmuşlardır. 22 nanç, IV, Wilhelm von Rubruk, Moğolların Büyük Hanına Seyahat ( ), çev.: Ergin Ayan, Kitabevi-Ayışığı Yay., İstanbul, 2001, s ; Yı 24 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, 3. Baskı, İstanbul, 1993, s Turan, s Turan, s

19 Evliya Çelebi meşhur eserinde Erzurum ve ona bağlı yerler hakkında fazlaca malumat sunar. Erzurum un o zamanki vaziyetini aksettirmesi bakımından, bu bilgilerin tamamının önemli olduğunu düşünmekle birlikte, sadeleştirerek ve kısaltarak, aşağıdaki bilgileri sunmayı yeterli görmekteyim. (. ) Herkes dua ederek evine gitti. Ondan sonra Paşa kendi devlet işlerine başladı. (. ) Erzen-i Rum yani Erzurum, Bazıları Erzulum da derler, Azerbaycan civarında geniş bir eyalettir. Bazı tarihlerde Nuşirevan-ı Adil tarafından kurulmuş denirse de doğrusu Akça koyunlu Padişahlarından Gündüzbay oğlu, Soktar oğlu Erzenbay tarafından yapıldığıdır. Ataları Mahan ülkesinden gelip Van Gölü kıyısında Ahlat Kalesi ni yaparak orada oturdular. Hala Erzenbay ın bütün ataları Ahlat ta gömülüdür, Erdal Toygun Arşivi. Ilıca: Erzurum Kazası nın batı yönünde ibretle bakılacak bir ılıcadır. Her yıl içinde mutlaka bir adam boğulur ama çok faydalıdır. Suyu sıcaktır. Fakat ka rıştırılan soğuk su ile mutedil olur. Uyuz hastalığına çok faydalıdır. Eski padişahlardan biri üzerine büyük bir kubbe, camekân içine de büyük bir havuz yaptırmıştır. Suyu ve havası çok güzeldir.. 1 Şaban 1050/16 Kasım 1640) tarihinden itibaren 70 konakta durak vererek Ilıca ya girdik. Ilıca dan Erzurum a kadar 6 saat süren yol vardı. (. ) Alayın ucu Erzurum Kalesi ne girince önce, kalenin içindeki Kesik Kule adlı göğe yükselmiş kulenin tepesinden şahî toplarla selam topları atılmaya başladı. Yeniçerilerin iç kalesinden de toplar atıldı.. (. ) Bu divanda 27 Kale Ağası na, Yeniçeri Ocağı, Topçu, Cebeci vesair Ocak Ağaları na, İş Erleri ne, Gümrük Emini ve Dizdar a 70 tam güzel hil at giydirildi. Herkesin huzurunda Emir Buhari Damadı Molla Çelebi Efendi ye bir yeşil çukalı samur elbise ihsan olundu. Ben dahi Gümrük Kâtipliği hil ati ile şereflendirildim. Osmanlı Hanedanı nın yüce ataları Ertuğrul ve Süleymanşah bu Ahlat taki Padişahlar neslindendir. Sonra bu Erzurum şehri ve Azerbaycan, Uzun Hasan ın eline girip o da sağlamlığı meşhur olan Hasan Kalesi ni yaptırmıştır. (. ) Eyalet 12 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini ve Çavuşlar Kâtibi vardır. Alaybeğisi, Çeribaşısı da vardır. Sancakları şunlardır: Şarkı Karahisar, Kiğı, Pasin, lspir, Hınıs, Malazgird.,Tekman, Kurucan, Tortum, Meçengird, Mamruvan, Erzurum. Erzurum, Paşa Sancağıdır. Mal Defterdarı nın hası , Zeamet Kethüdası nın hası 50,000, Tımar Defterdarı nınki akçadır. Erzurum Sancağı nda 56 zeamet, 2219 tımar vardır. Eyaletin bütününde olan zeamet ve tımar kılıçlarının sayısı 5269 dur. Sultan Süleyman Kanunu üzere Cebelileri ile Hüseyin Ağaoğlu Alaybeğleri nin bayrağı altında bayraklarıyla asker olur. Paşasının dahi hasına göre Cebelile-

20 18 / 19 Aziziye Belediyesi Lala Mustafa Pas a Erzurum da ok meydanında talim yapan su varileri izlerken-1584 NUSRETNAME

21 ri ile 2000 askeri olur. Erzurum un gayet seçkin, silahlı, yiğit, bahadır askerleri vardır. Nahiye ve Yayabaşılar dan Yeniçeri Ağası, 7 Oda Yeniçerileri, 1 Oda Topçu, 1 Oda Cebecileri vardır. Bunların hepsi kale içinde oturur. İşte Abaza Paşa bu Erzurum da ansızın cezalı oldu. Bu iç kaleyi bir gece basıp bütün Yeniçerileri kılıçtan geçirdi. (...) Sonra Abaza Paşa üzerine büyük ordu ile Hüsrev Paşa gibi cesur ve tedbirli bir vezir gönderildi. Aman vermeyerek kalesinde topla gedikler açtı ve Abaza yı boynunda keteni olduğu halde teslime mecbur etti. Hüsrev Paşa, Abaza yı Dördüncü Sultan Murad Han a götürdü. Suç defterleri yakılıp suçu bağışlandı. Sonra kendisine Bosna ve Budin, daha sonra Özi Eyaletleri ihsan olundu. Abaza bu Erzurum a sığınalıdan beri Osmanlı Hanedanı buraya ehemmiyet verip hesapsız cebehane koyup Altı Bölük Ağası askerlerini ziyade eylediler Kulu ile Dizdarı, 12 Ağası, iç kalesinde buğday ambarları, 180 tane topu, Tebriz Kapısı nda iki küçük hisar arasında Murad Han ın 12 balyemez topu var. Kalesi, Eğerli Dağı nın dibinde bir top atımı uzak, bayırlı, sarp kayalı sağlam bir topraktadır. Kuzey ve batısı Erzurum Ovası dır ki, uzunlamasına, enlemesine ikişer fersah çimenli, çiçekli bir ovadır. Yüzlerce mamur köyle süslüdür. Evliya Çelebi nin Erzurum hakkında verdiği diğer sayfalarca bilgileri, başlıklar halinde tanıtmanın konumuz açısından yeterli olacağı kanaatindeyim: Erzurum Kalesi, Erzurum sarayları, mahalleleri (70 Müslüman, 7 Ermeni mahallesi vardır), camileri, medreseleri, çarsı ve pazarları, esnafı, sanatkârı, zanaatkârı, ahalisi (halkın, Türk, Kürt, Türkmen, Ermeni, Gök Dolak Acemler den mürekkep olduğunu söyler, fakat bir rakam ve oran vermez. Ayrıca Arap, Acem, Hind, Sind, Hıtay ve Hotan tüccarlarından da Erzurum a yerleşenler olduğundan bahseder.) Erzurum gümrüğü, İstanbul ve İzmir gümrüğünden sonraki en işlek gümrüktür. Ş ehirde 13 adet kilise olup, Ermeniler kendi giyim adetlerini sürdürürler. Müslüman erkek ve kadınların giyimleri de bellidir. Ayrıca, halkın dili, yetişen sebze ve meyveler, iklim ve hava şartları, hayvancılık ve sosyo-ekonomik bazı durumlardan bahseder. Burada özetle sunulan bu bilgilerin, aslında Erzurum un o zaman devlet içerisinde ne kadar önemli bir mevki işgal ettiğini, devletin yapılanması içerisinde nasıl bir konumda bulunduğunu gösteren önemli bilgiler olduğu aşikârdır. Yine Evliya Çelebi nin anlattığı Bel am b. Ba ûr hikâyesinin ise, ya tespit edilmemiş bir kaplıca veya madeni bir kaynak hakkında olması gerektiğini düşünmekteyim. Evliya Çelebi, 1057 tarihindeki (= 6 Şubat Ocak 1648) Revan a gidişi ve dönüşü esnasında, Erzurum la ilgili olarak gördüğü birçok şeyi yine not etmiş; civar iller, ilçeler, kaleler, camiler, kiliseler ve ilgi çekici efsaneler hakkında bilgiler sunmuştur. 27 Tavernier ise, özetle şu malumatları vermektedir: 28 Bu dağı (Acıdağ) geçtikten sonra, Cioganderesi adı verilen bir ovada konakladık; bu ovadan Erzurum a kadar, sadece üç köy var: Aşkale, Cinis ve Ilıca. Bunlar aynı zamanda kervan menzilleri. Bu son üç gün boyunca, henüz cılız olan ve kaynağı Erzurum un kuzeyinde bulunan Fırat boyunca ilerledik. Bu ırmak boyunca yetişen, birçok deveyi yükleyebilecek kadar bol ve iri kuşkonmazı görmek çok harika. (. ) Türkiye nin İran tarafındaki sınır kenti Erzurum güzel köylerle dolu büyük bir ovanın sonunda kurulmuş ve yüksek dağlarla kuşatılmıştır. Surdışı mahalleler ve hisar da kente dâhil edilirse büyük bir kent sayılabilir; ne var ki, evleri kötü inşa edilmiş, yalnızca tahta ve toprak kullanılmış, başka bir düzenlemeye gerek görülmemiştir. Burada yalnızca eski Ermenilerden kalma birkaç kilise kalıntısına ve yapıya rastlanmaktadır; bunlara bakarak kentin pek güzel bir yanı olmadığı yargısına varılabilir. Kale, bir yükseltinin üstünde ve çift surla çevrili; kötü bir hendeği ve birbirlerine çok yakın, kare biçimli burçları var. Paşa burada oturuyor ve kale içindeki yapıların hepsi kötü durumda olduğu için, çok kötü koşullarda barınıyor. Aynı surun içinde, bir tepenin üstüne küçük bir hisar yapılmış; burası yeniçeri ağasının evi ve paşa buraya hiç karışamıyor. (. ) Erzurum Türkiye nin en büyük kavşak noktalarından biri olduğu için, tıpkı Tokat gibi, bu kentte de birçok kervansaray var. Kentin çevresinde şarap üretilmekteyse de çok güzel şarap bulunmuyor; şarap içmek kesinlikle yasakolduğu için, şarabı gizlice almak ve kadıya bunu duyurmamak gerekiyor. İlgi çekici bir olay var: Erzurum da hava hemen hemen hep soğuk olduğu için, arpa kırk günde, buğday altmış günde yetişiyor. Buradan altın, gümüş ve her tür malı çıkarabilmek için büyük bir gümrük vergisi ödemek gerekiyor. (. ) Şemahi den, Gence den, Tiflis ten gelen ipekler 27 Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu-Dizini, I-X, II. cildi yay. haz.: Zekeriya Kurşun, S. Ali Kahraman, Yücel Dağlı, YKY, İstanbul, 1999, II, (Ayrıca bkz.: Atsız, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi nden Seçmeler I, MEB Yay.,28 İstanbul, 1990, I, ) 28 Jean-Baptiste Tavernier, Tavernier Seyahatnamesi, ed.: Stefanos Yerasimos, çev.: Teoman Tunçdoğan, Kitap Yay., İstanbul, 2006, s

22 20 / 21 Aziziye Belediyesi için batman başına iki ekü ödeniyor. Bir batman on altı livre ve bir livre de on altı ons çekiyor: Gilan dan gelenler için, çok daha ince, çok daha pahalı olmalarına karşın, batman başına bir buçuk ekü ödeniyor. Bunun nedeni, bütün Gilan ipeğinin Tebriz e gönderilmesi ve Avrupalılara satılan ipeklerin taşındıkları Halep ve İzmir kentlerine Erzurum dan geçmeden, başka yollardan gidilmesi. Bu arada Gilan dan üç çeşit ipek geldiğini de söyleyeyim. Birincisi şarbasi, ikincisi hervari, üçüncüsü loci. İpeklerin fiyatına gelince, sabit bir fiyat yok; yıllara göre fiyat yükseliyor ya da düşüyor. Şemahi, Gence ve Tiflis ten iki çeşit ipek geliyor. İnce olanına şarbasi, kalın olanına ardaşi deniyor; ardaşinin fiyatı on ise şarbasininki on sekiz oluyor. Erzurum gümrük emini olağan tarifenin üstünde gümrük resmi almak isteyecek olursa (buradan geçen kervanlar bu durumu yaşamışlardır), tüccarlar bu yolu izlemek yerine Tokat tan Diyarbakır a, Diyarbakır dan Van a, Van dan Tebriz e gidiyor ve böylece adaletsizliğinden ötürü gümrükçüyü cezalandırıyorlar. 29 Ne var ki, bu durum işine gelmediği için gümrükçü onları geri getirmek amacıyla Revan hanının avucuna büyük bir miktarda para sayar ve bu olay onun ilerde tüccarlara katı davranmayacağını gösteren bir teminat oluşturur. Murat Türker Tüfekçi Arşivi 29 Tavernier, bir başka yerde Erzurum gümrüğünü, gümrüklerin en serti olarak saymaktadır, bkz., s. 154 Erzurum eskiden Ermenistan ın başlıca kentlerinden biriydi. Bugün de hala kentin surdışı mahallelerinde, çok eski bir kilisede kendi dinlerinde özgürce ibadet eden birçok Ermeni ailesi yaşıyor. Bu kent Türkiye den İran a geçilen başlıca kapılardan biri olduğu için, buranın yönetimi çok önemli ve kârlı. Kalabalık kervanların geçişi, daha ileride anlatacağım gibi, hem paşayı hem gümrükçüyü zengin eder ve tüccarlar ne tür kurnazlıklara başvururlarsa başvursunlar, onları aldatmak güçtür. Tüccarlar gümrük resimlerini öderken ellerindeki bütün hafif şeyleri ayrı bir yerde toplarlar; kimi zaman gümrükçü buna göz yumacak kadar yumuşak olur, bu hafif şeyleri sanki ağırmış gibi kabul eder. Buralarda göz hastalıklarına yakalanma tehlikesinin fazla olduğunu gözlemledim; ne var ki, bu hastalıkları iyileştirme konusunda uzman insanlar yok: Son seyahatim sırasında bana hizmet etmesi için Fransa da yanıma aldığım cerrah, Erzurum da kaldığım süre içinde birçok hastaya baktı. Hiçbir şeyi unutmamak için, fazla kullanılmayan başka bir İstanbul-Erzurum yoluyla ilgili birkaç sözcük söylemem gerekiyor.

23 Erzurum dan bugün Tarabozan adıyla anılan, Karadeniz kıyısındaki eski Trapezos a gitmek beş gün sürer; İstanbul dan gemiye bindiğinizde, rüzgârlar elverişliyse dört ya da beş günde Trabzon a ulaşabilirsiniz. Böylece, on-on iki günde ve az masrafla İstanbul dan Erzurum a gidebilirsiniz; bazıları bu yolu denediler, ama pek memnun kalmayarak bir daha denemek istemediler. Bu çok tehlikeli bir deniz yolculuğu ve ender olarak başvurulabilir, çünkü geçilen deniz sislerle dolu ve fırtınalara sahne oluyor; kumlarının renginden çok, işte bu nedenden ötürü o, 30 Karadeniz adıyla anılıyor: Uğursuz ve karanlık olan her şey, yaşayan ve ölü bütün dillerin evrensel öngörüsüyle kara diye adlandırılır. (. ) Kervanın konakladığı bu sonuncu yerden sonra, Hasankale adı verilen bir kaleye gidildi. Erzurum dan Revan a giderken, burada her deve ya da at yükü için yarım kuruş ödemek gerekiyorsa da, dönüşte bunun yarısı ödeniyor. Bu kaleden sonra, Çobanköprü adı verilen bir köyün yakınındaki bir köprüde konakladık. Yol boyunca rastlanan en güzel köprülerden biri olan bu köprüyle, birleşen iki ırmak aşılıyor: Kars ırmağı ve Bingöl dağından doğan ikinci ırmak (bunlar daha sonra Aras a kavuşuyorlar). Kervan genellikle bu köprüde bir-iki gün kalıyor, çünkü kervanda seyahat edenler bu noktada kervandan ayrılıyorlar: Tüccarlardan bazıları ana yolu izlemeye devam ederken diğerleri Kars yolunu tutuyorlar ve birbirlerinden ayrılmadan önce bir güzel eğleniyorlar. Hem öbür yol geçit yerlerinde birçok kez Aras ı geçmeyi gerektirdiği (bu çok rahatsızlık verici bir şey), hem de ana yol üstünde her at için dört kuruş ödemeyi gerektiren bir gümrük bulunduğu için (oysa Kars ta bunun yarısı ödenmekte), daha çok bu Kars yolu yeğleniyor. (. ) Söz konusu köprünün iki mil uzağında, güneye doğru sağ kolda, yöre halkının Mingol adını verdiği yüksek bir dağ var. Birçok ırmak bu dağdan doğuyor: Bir yanda Fırat ırmağı; öte yanda, Revan a on dört-on beş mil uzaklıkta Aras a kavuşan Kars ırmağı. Eskilerin Araxes adını verdikleri Aras, Bingöl dağlarının doğusundaki başka dağlardan doğar; Yukarı Ermenistan da kıvrıla kıvrıla akarken birçok başka ırmağı alarak büyüdükten sonra, Şemahi ye iki günlük yolda, eski Medlerin sınırlarında Hazar denizine dökülür. Bu Aras ve Kars ırmaklarının geçtiği bütün ülkelerde ve bunlara eklenen birçok başka ülkede yalnızca Hıristiyanlar yaşadığı için, buralarda bulunan az sayıdaki Müslüman köyü boş inançlara kapılmışlar: Bu ırmakların Hıristiyanlarca kirletilerek pislendiğine inandıkları için, hiçbirinden su içmezler, hiçbirinin suyuyla yıkanmazlar. Onların kuyuları ve özel sarnıçları var ve Hıristiyanların bunlara yaklaşmasına izin vermezler. İşte bu bölgenin Müslümanlarında buna benzeyen birçok boş inanca rastlanıyor. Culfa daki Ermeni kadınlar arasında da boş inançlar eksik değil, ama bunlardan seyahatnamemin ileriki bölümlerinde söz edeceğim. Ermeni kadınlar boş inançlara öylesine bağlanmışlar ki, Müslümanlar yıkanıyor diye İsfahan dan geçen Senderu ırmağından asla su içmek istemezler, yalnızca kendi kuyularının suyunu içerler ve Müslümanların öldürdüğü hayvanların etlerini de yemezler. Kumasur, Çobanköprü den Revan a giderken konaklanan ilk köy. Halikarkara, Komasor dan sonraki ilk barınma yeri. Burası, bütün halkı Hıristiyan olan büyük bir köy ve evleri mağaralar gibi yerin altına yapılmış. İran a yaptığım üçüncü seyahatin dönüşünde, 7 Mart 1655 te buraya gelirken yerdeki kar o kadar yüksekti ki, karlara gömülen balyaları çıkarmak hayli güç olmuştu. Burada tam sekiz gün kalmamız gerekti; kötü havanın kervanı zor bir duruma düşürdüğünü haber alan Erzurum gümrükçüsü beş yüz süvarisiyle birlikte yolu açmaya geldi ve malları karların içinden çekip çıkarmak için çevreden birçok köylü topladı. Ne var ki, gümrükçüyü harekete geçiren bize hizmet etmek arzusu değil, bütünüyle kendi çıkarıydı: Çünkü 22 Mart ta yeni bir gümrükçü görevi devralacaktı ve kervanımız da çok büyük olduğundan eğer o tarihe kadar Erzurum a ulaşamazsa şimdiki gümrükçü en az yüz bin ekü kaybedecekti. Bu yürüyüş sırasında çok güçlük çektik; kar ilerlememizi engellediğinden sık sık bütün kervan dağılıp durdu. Adamlarımızın çoğu bu karlardan kaynaklanan ve gözleri bozan şiddetli yansıma nedeniyle göremez hale geldiğinden ve mart ayında bu kadar kar yağacağını düşünemediklerinden, bu yörede adet olan önlemleri almamışlardı. Karlarla kaplı bu yörede günlerce yürümek gerektiğinde, yolcular gözlerini korumak için siyah bürümcük tarzında dokunmuş beyaz bir ipek mendille yüzlerini örterler. Kimileri de kenarları keçi kılından yapılmış ve uzun kılları yüzlerine kadar düşen kürklü büyük takkeler giyerek bürümcüğün sağlayacağı yararı elde ederler. 30 Metinde ona şeklindedir s. 62

24 Sırdır sakladığım çocukluğumdan Beslendim, taşıdım koynumda seni İzdir bıraktığın çağa doğumdan Süslendim, taşıdım koynumda seni Şehri Erzurum'un ıslak taşında Vefayı soludum kara kışında Nice yenilgiler ekmek, işinde Hislendim, taşıdım koynumda seni El açmış bekleyen mazluma murat Ömrünü kemiren ağrıya inat Ocakta sönmeyen yangına imdat Seslendim, taşıdım koynumda seni Issız gecelerde rüyana daldım Her şafak sökerken ben seni andım Gökler hu çekerken, haberin aldım Yaslandım, taşıdım koynumda seni. Mehmet Yaşar GENÇ Beklerken Seni

25 Doğu nun İki Büyük Seyyahı : İbn-i Battuta ve Evliya Çelebi İbn-i Battuta nın Garip Seferleri ve Tuhaf Emsalleri

26 24 / 25 Aziziye Belediyesi Şahin TORUN Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim et-tanci; Ebu Abdullah diye de bilinen İbn-i Battuta. Batı nın gezmekten yorgun düştüğü yerden yürümeye devam eden Kuzeybatı Afrika lı Müslüman Seyyah. Yorulup kaldıkları yerden seyahat tarihini izleyip bilen Batılılar onu Seyahlar Prensi olarak anlandırıyorlar. 14 Haziran 1325 te eğitimini tamamlayıp Hacc maksadı ile Tanca dan ayrılırken kendine rehber olacak çok eski bir birikimin üzerinde ilerleyerek boyunca gezip dolaşmadık yer bırakmayacaktır İbn-i Battuta. Önü sıra ilerleyen yol üzerinde her biri yolculuk tarihine serpilmiş küçük inci taneleri gibi dizilen Müslüman Seyyahlara ait kültürel birikimin içerisinde 912 de İstanbul a esir olarak gelen Harun İbn Yahya dan yine aynı dönem içerisinde dünyanın pek çok yerini gezip dolaşan Ebu l Hasan bin El- Hüseyin Mesudi ye, XII. yüzyılda Suriye, İran, Mezopotamya, Irak, Bizans,Yemen, Hicaz, Mısır ve Ege adalarını gezerek Byzantion a uğrayıp İstanbul a kadar gelen Hasan Ali el-herevi ye, 1120 de Ceuta- Septe den yola çıkarak Arap Coğrafyasının tamamını,anadolu yu ve Trakya yı adım adım dolaşan ve ardında Kitabü n - Nüzhetü l-müştâk fi İhtiraki l Âfâk adlı eserini bırakan Ebu Abdullah Muhammed bin Muhammed İdrisi ye kadar birçok seyyahın bilgi ve görgüsüyle de ilerleyecektir İbn Battuta. Yaşadığı çağda dünyanın belli başlı bütün ülkelerini gezip dolaşan Seyyahlar Prensi İbn-i Battuta, Umman üzerinden Bahreyn e oradan da Suriye ye geçerek deniz yoluyla Alaiyye ye kadar ilerlemiş, bundan da öte, Anadolu yu boydan boya gezip dolaşarak Sinop tan Kırım a kadar gelmiş ve Kıpçak Hanı nın Bizanslı Hatununun İstanbul a yaptığı doğum yolculuğuna katılarak yanında bir Türk le birlikte İstanbul a ulaşmıştır. Semavi Eyice Hoca dan öğrendiğimiz kadarıyla hem yolculuk sırasında hem de İstanbul da zamanın Hristiyan hoşgörüsüzlüğünden, doğum yolculuğuna katıldığı Bizanslı Hatun un özel emriyle kurtulabilen İbn-i Battuta bu seyahati sırasında 14.yüzyıl Avrupa sının demokrasi ve nezaket kuralları hakkında da çoğunlukla emirle düzenlenen klasik Avrupa alışkanlığına ilk eleştirel şerhi düşenlerden biri olacaktır. Belki de onun bu eşsiz tavrından dolayı seyahat in prensi olması bir yana hem seyahat eden hem de gördüklerini yazan seyyahlar arasında diğer gezme ve yazma sebeplerinden çok seyahat etmek için seyahat eden gezginler arasında da en başta gelen isimdir İbn-i Battuta. Eğer böyle olmasa sözgelimi; 1346 da Çin e yaptığı seyahatten 22 yıl sonra Ming hanedanlığına mensup bir prensin Moğol-Yuan Hanedanlığını yıkarak başa geçeceğini ve Ming Prensine yardım eden Zheng He isimli Müslüman bir gencin Amiral rütbesiyle onun geçip gittiği yerlerde tam 7 sefere çıkarak Hindistan, Tanzanya, Somali ve hatta Amerika ya kadar gideceğini nereden bilebilir ki zaten. Tam 25 yıl İspanya dan Hindistan a, Orta Afrika dan Güney Rusya ya yürüyerek seyahat edip; çağdaşı sayılan Marco Polo dan daha fazla yürümüş bir adamdan söz ediyoruz. Oldukça gariptir ama öyle de kaydedilmiştir; onun yarısı kadar yer gezmiş olsa da geriye döndüğünde yurttaşlarında en küçük bir ilgi bile uyandıramadan Ceneviz hapishanelerini boylamıştır Marco Polo. Anlatmaya çalıştığı dosdoğru Doğu o dönemin Avrupalı insanına hiçte inanılır gibi görünmemiş olacak ki, zavallı Marco Polo dan rüyalarının aynasındaki narsist beklentilerine uygun yalanlar söylemesini istemişler sürekli olarak. Bir romanesk örnek; Marco Polo nun hatırasını kıskandığı için kaleme aldığı Bendeniz ve Marco Polo isimli romanında Paul Griffiths sırf sanat olsun diye söylemiyor olsa gerek ; bir kurguda olsa Polo yu dinleyen,dudak büken,değiştirerek süsleyen Pisa lı mahpus Rusthicello bunu yaparken bir başka anlamda da Batılı bir yazar nezdinde düşünce biçimine musallat olan bütün bu Avrupa menşeli ironilerin belirsizliklerin, konu ve kurgu kaymalarının nasıl bir dünya tezahürüne yaslandığını da açık edecektir çok sonradan.

27 Söylemekte hiçbir beis yok; Marco Polo nun değiştirilip dönüştürüldüğü böylesine şaşırtıcı gerçeklikler karşısında İbn-i Battuta nın sırf seyahat olsun diye çıkmış olduğu yolculuk boyunca devşirdikleri de; o yüz binlerce fersah yoldan getirerek yolunu gözleyenlere hediye etiği gerçek ise hayli manidardır. Tufet-ün Nuzzar fi Garaib-il Emsal vêl Acaib-il Esfar : Rıhle diye de bilinen Tuhaf Emsallerle Tanışanların Armağanı Bir yanda tuhaf emsallerle tanışan bir seyyah ın hem kendisine hem de kendini dinleyenlere uzattığı bir armağan hükmündedir çünkü. Diğer yanda ise onca yolun tozundan sonra hapishane duvarlarına işlenen bir başka tuhaf emsal çıkar karşımıza. Ve Evliya Çelebi nin Büyük Yolculuğu İbn-i Battuta nın getirdiği armağandan payını alan Evliya Çelebi nin seyahati ise bu tuhaf emsalleri hem zamanındaki hem de zamanından sonraki insanlara iletmesi bir yana; gezip gördüklerini yorumlayabilmesi ve özgün bir dille yazarak anlatması açısından da bir seyahat delili konumundadır. Oturduğu yerde duramayan Çelebi nin ilk işi yaşadığı şehri gezip anlatmak olmuştur; karış karış dolaşmış bütün İstanbul u, kaçırdığı şefaatten elinde kalan seyahatin hakkını vermek içinde Bursa dan çıkıp İzmit ve Trabzon üzerinden Kırım a kadar giderek Bahadır Giray ın yanına vasıl olup; savaş mektupçuluğu bile yapmıştır bu sevdayla. Seyahatin yanındaki bir diğer arzusu da bilgi dir çünkü ve bu nedenle de bilmediği bir şey kalmasın, görüp bildiği her şeyi herkes bilsin diye zaman içinde zaman kotarmaktan, abartmaktan, süslemekten kaçınmamış, övgüde sınır tanımadığı gibi yergide de sınır tanımamış, 300 yıl öncesinden derin ve acılı bir dünyevileşme sürecine girerek Doğu nun önüne geçen Batı nın kütüphaneler dolusu kitapları karşısında duyduğu hayranlığı bir serzenişle yükleyerek kendi toplumunun özeleştirisine bile girişmiştir. Belki de Çelebi nin farkı bu geniş yorumu çerçevesinde elde ettiği bilgiyi gizlemeye gerek duymadan istediği ya da olması gerektiği gibi ifade edebilmesinde aranmalıdır. O kadar çok yer gezmesine, o kadar çok şey anlatmasına rağmen kendisine dair hemen hemen hiçbir bilgi vermemiş, sanki gizlenmek ve gizlendiği yerden konuşmak isteyen bir kuyu gibi saklanmış, kimi zaman Evliya (Çelebi / Efendi) İbn Derviş Mehmed Zılli kimi zamanda Seyyah ı âlem ve nedîm-i beni âdem evliyâ-i bi riyâ olarak bilinsin istemiştir. Yusuf Paşa ile Yanya nın fethine katılmış, yakınlardaki Erzurum a uğrayıp Erzurum Beylerbeyi Defterdar Mehmet Paşa ya muhasiplik etmiş. Ve sonrasında Rumeli, Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik derken imparatorluğun bütün yörelerini kat etmiştir. Türk Edebiyatı incelemecileri onun seyahatini kaleme alırken dikkat ettiği bir hususun altını çizerler ki bu husus Çelebi nin hem bir yazar hem de bir seyyah olarak yaptığı işe ne kadar önem verdiğini gösterir. Döneminin yaygın Divan dilinden daha ayrı, günlük konuşma diline önem veren ve okunmasından haz alınan keyifli ve eğlenceli bir üslupla birlikte yürümüştür Evliya Çelebi.

28 Eserleri: Ay Olun İnsanlar (Şiir) Kar Mumu (Deneme) Ay Vakti nde Konuşmalar (Söyleşi) Uluslararası İletişim (Kolektif) Meşhur Kumandan Sahabeler (Muhammed Halid den Tercüme) II. Meşrutiyet Dönemi Türk Basın Hayatında Beyan ül-hak Gazetesi (Doktora tezi. Yayına hazırlanıyor.) SÖYLEŞİ Abdulkadir ÖĞDÜM

29 Kıymetli hocam; biz sizi, yükseldiğine hiç şahit olmadığımız sesinizle ikram ettiğiniz sohbetlerinizden ve eserlerinizden hisse alabildiğimiz kadarıyla tanıyoruz; fakat tercümeihâlinize dair birkaç cümle ile sizi dinlemeye başlamak isteriz. Bismillah yılında, Erzurum da, Ömertepe (Pulur) köyünde dünyaya geldim. Önceden Ilıca dan söz ediyorduk, şimdi Aziziye ilçemiz. Ailemiz 1947 de Ovacık tan (Üçköse) Pulur a göç etmiş. Orada Mollalar diye biliniyoruz. Geniş bir aileyiz. İstiklal Gazisi dedemin odasında büyüdük ailenin genç ve çocukları olarak. Hususileştirerek anlatayım. Cuma akşamı, bitirdiği hatmin duasını aile toplanır öyle yapardı dedem. Kendine has makamıyla okuduğu mevlid hala kulaklarımdadır. Hacı İsmail dedem, (1975) vefatına kadar her yıl binbir hatim için Erzurum a giderdi. Sabah Dervişağa, Yatsı da Ayazpaşa camilerinde cüz okurdu. Allah ona da, geçenlerde vefat eden Yunus Kaya Hocamıza da rahmet eylesin. Yunus Hocam geçen yıl ziyaretimizde, dedemin içten, iştiyakla binbir hatimlerde Kur an okuyuşundan sitayişle bahsetmişti. Amcalarımın, özellikle Hacı Yusuf un ve yıllarca Almanya da işçi olarak çalışan babamın, ailemizin hanımlarının, insanlara faydalı olmak adına, bize örnek olacak nice meziyetleri vardı ki, anlatmakla bitmez. Annemin dedesi Hafız Mustafa Hoca, Gez köyünde uzun yıllar imamlık yapmış ve Ninemiz Fadime hanımla, diğer anne tarafı aile fertleriyle Gez mezarlığında medfun. Annemin babası, dedem Hafız Ahmet Hoca hayatta, doksan beş yaşında ve şelale evlerinin girişinde, Akdağ mescidinde emeklilik sonrası otuz yıla yakın imamlık yaptı ve orada mûkim. İki dedem de hafızlar yetiştirdiler, hep Hadim ül Kur an oldular. Allah bizleri onlara layık nesiller eylesin. İlkokulu Pulur da, yani kendi köyümüzde okudum. Ama bir okul daha var ki, köydeki büyüklerimiz. Her biri aile büyüğümüz gibiydi. Onlar diploması olmayan bilgelerdi ve bizlere her zaman örnek ve ışık oldular. Allah hepsine rahmet eylesin. Erzurum İmam-Hatip Lisesi ve Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunuyum. Üzerimizde emeği olan bütün hocalarımızdan Allah razı olsun. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi nde de doktora çalışmasını tamamladım. Özel Birikim Eğitim Kurumları nın kuruluşunda yer aldım ve yedi yıl yönetim kurulu başkanlığı yaptım. Adana da ve İstanbul da çeşitli okullarda öğretmenlik ki, Kadıköy Anadolu İmam hatip Lisesi nde bu göreve halen devam etmekteyim. Söyleyeyim, iki kızımız evli ve diğer iki mahdum okula devam ediyor. Bir aksilik olmazsa, inşallah, Haziran sonrası Kırklareli Üniversitesi nde Yardımcı Doçent Doktor olarak eğitim ve öğretime devam edeceğim. Eğitim ve Kültürü merkeze alan, öğrenci faaliyetlerine katkı sağlayan çalışmalar içinde olmak hep mutlu etmiştir beni sözümü tekrar edeyim. On beşinci yılını tamamlayan Ay Vakti nin yönetmeniyim. Yürüyüşe devam inşallah Düşünceye, kültüre ve edebiyata hizmette on beşinci yılını geride bırakan matbu eğitim kurumunuz Ay Vakti dergisine biraz sonra etraflıca değinmenizi rica edeceğiz; fakat bu uğurlu yolda ilk deneyimleriniz olan Genç Kuşak ve Yeni Sıla dergilerinden biraz bahsedebilir misiniz? Ve ilk edebi metinleriniz Genç Kuşak, Erzurum da, 1983 yılında üniversitede okurken, o dönemde öğrenci olan arkadaşlarımızla dört sayı yayınladığımız bir dergi. Geriye doğru baktığımızda, bugün yaptığımız çalışmaların bir ön hazırlığı gibi. Genç Kuşak ı birlikte yayınladığımız Nurullah Genç, Mustafa Yürekli, Necdet Subaşı ve diğer arkadaşlar halen aktif olarak kültür ve sanatın içindeler. O dönemin birikimi, o dönemi yansıtması açısından da önemlidir Genç Kuşak ve diğer yayınlar. Matbaa masraflarını kardeşlerimle işlettiğimiz bir kahveden karşılamıştık, gücümüz olsa devam edebilirdik. Bir Erzurum hatırası olarak çıkış süreci de dâhil, birçok hatırasıyla Genç Kuşak bizde hep canlılığını korumuştur ve koruyacaktır yılında öğretmen olarak Adana ya atanmıştım. Recep Garip benim belletmen olarak kaldığım Erkek Lisesi nde idareci ve öğretmendi. Orada tanıştık ve birçok sosyal aktivitede beraber olmakla beraber, ortak düşünce ve çalışmaların ürünü olarak bir dergi boşluğundan bahsediyorduk hep. Sonunda Yeni Sıla doğdu. Ben İstanbul a öğretmen olarak atanmıştım ve özgün anlamda şiirimin doğumu da Yeni Sıla ile olmuştur. Ve ilk sayıda yayınlanan Seni Azledemem Yüreğim şiiriyle... Biraz geriye doğru gidecek olursak, ilk edebi metin Erzurum İmam-Hatip Lisesi duvar gazetesine yazdığım Madde mi, Maneviyat mı yazısıdır. Her merdivenden inişimde okuyordum, ama başka okuyan var mıydı, en azından ben bilmiyorum. Kitap okumaya aşırı muhabbetim, dergi ve gazetelere olan ilgim, dahası keşfedilmemiş olmam. Dergi çıkardığım, üreten insanlarla hep muhatap olduğum için söylüyorum. Yetenekleri imkânsızlıktan körelmiş maden ocakları sayısız. Onlar mutasyona uğruyor ve yok oluyorlar. Onların elinden tutulması lazım. Pelit Meydanı nda, Çortan da oturuyoruz. 70 li yıllarda Hür Söz Gazetesi de orada çıkıyordu. Gazetenin sahibi, rahmetli Ahmet Polat ın oğlu Arif Nihat Polat la Erzurum İmam Hatip te, orta bölümde beraber okuyorduk ve aynı mahallede de oturuyorduk, yakın arkadaştık. Zaman zaman rahmetli Arif le matbaaya gidi-

30 28 / 29 Aziziye Belediyesi yorduk. Matbaadakiler beni tanıyordu. Her mübarek gecede gazetenin ilk sahifesine konulan şiirler ve zaman zaman makaleler yazdım. Ancak, ulusal anlamda ilk şiirimi o zaman edebi niteliği de olan Sur Mecmuası na göndermiştim, onlar da yayınlamışlardı. Liseyi yeni bitirmiştim ve bu yazı serüveni Sur da şiir olarak üç dört yıl devam etti. Erzincan ın Muştu sunda da denemeler yazmıştım. İlk çalışmalarımız bunlar Ve Ay Vakti... Bir edebiyat dergisini on beş yıl boyunca ciddi bir aksama olmadan onlarca şehirdeki ayrı ayrı okuyucuya ulaştırabilmiş olmak bahtiyarlığını, gerçekten, gönüllülükten ve hiç dinmeyen bir heyecandan başka şartlar ile açıklayamazsınız sanırım. Ve 156. sayıdayız Bir de Ay Vakti Kitaplığı Elbette birkaç cümleye sığacak bir serüven değildir bu; fakat neler anlatmak istersiniz? Ay Vakti 2000 yılında, İstanbul da yayın hayatına başladı. Altı sahife ve katlamalı bir dergiydi. İlk söyleşiyi şimdilerde televizyonda dizi olarak yayınlanan Yedi Güzel Adam dan biri olan Alaaddin Özdenören le yapmıştık. Güneş Donanması üzerine. Sonrasında, vefatına kadar şiir ve yazılarıyla Alaaddin Abi bizimle beraber oldu. Recep Garip, Nurettin Durman, Âdem Özbay, Özcan Ünlü ve genç kuşak. Burada da genç kuşak yine karşımıza çıkıyor. Derginin oluşumunda bir yanımda liseyi yeni bitirmiş bu gençler vardı, diğer yanımda yazar arkadaşlarım. (Öğrencilerim olan bu gençlerin hikâyesi uzun ) Bismillah dedik ve yola koyulduk. Bırakın bir yıl sonrasını, bir sonraki ay çıkıp çıkmayacağımızı dahi kestiremiyorduk. On altı sahife olduk, yirmi dört sahife olduk, sonrasında da kırk sekiz sahifede karar kıldık. Son iki yıla kadar aylık yayınlanıyorduk, sonrasında iki aylık. Hamdolsun bugün evet 156. sayı ve 15. yıl... Yaklaşık altı yüz isme yer verdik. Bunların kahir ekseriyeti yeni isimler. Teşvik amaçlı çalışmalarını yayınladıklarımız var, nitelikli ve uzun soluklu devam edenler de... Üniversiteli ve genç kuşakla hemhal olan yanı ağır basan bir dergiyiz... Dolayısıyla, dostlarımızın çalışmalarını ihmal ettiğimiz için ben de bu durumdan şikâyetçiyim, ama gençler için feda olsun. Binlerce çalışma geliyor, inceliyoruz, yüzde sekseni geri dönüyor. Feda olsun dediğimiz gençler kızıyor, alınıyor ve sonrasında anlıyorlar bizi. Ay Vakti kitaplığı var evet. Zaman zaman kitaplar yayınladık, fakat şimdilik kitap yayınlamıyoruz. Gün olur, bu alanda da aktif olmayı isteriz tabiî ki Özel sayı olarak sadece Medeniyet Özel Sayısı nı yayınladık. Dört yüz seksen sahife ve alanında orijinal bir çalışma. Darısı çıkacak özel sayıların başına diyelim. Hemen her Cuma, on yıldır, namaz sonrası Üsküdar da dergi bürosunda oluyorum. Sıcak bir ortamdır, gelenlerin bir daha arzuladığı, gelmek istediği. Ve Eskader, 15. yılında Ay Vakti ni Türkiye de yılın dergisi olarak seçti. Hayırlı olsun diyelim. Sohbetinizin yönünü biraz Erzurum a çekmek istiyorum müsaadeniz olursa Erzurum ve Edebiyat veya Erzurum ve Sanat diyecek olursak neler dinleyebiliriz sizden? Ve her ne kadar ülke genelinde okuyucusu olan bir dergi olsa da Erzurum ve Ay Vakti diye bir başlık açsak, tespit ve tavsiye anlamında veya sizin eklemek istediğiniz anlamlarda nasıl bir bilanço ve reçete sunarsınız bize? Kültür, sanat, edebiyat deyince Erzurum Türkiye de ilk akla gelen şehirlerden. Geçmişte de öyle bu gün de Dergiler yayınlanmış ve yayınlanmakta. Şehrimizde çıkan gazetelerin ve yazar arkadaşların bu meyanda gayretleri, radyo ve televizyonlarda yayınlanan kültürel programlar. Ve dahası, Erzurum un suyunu içen, günümüzde her mahfilde varlığını hissettiren şairler, yazarlar, akademisyenler, farklı alanlardaki sanatçılar. Alvarlı Efe ve İbrahim Hakkı Hazretleri nden tutun, ilim, irfan, ihsan ehli sayısız manevi şahsiyetin mü-

31 messili olduğu bir şehirden bahsediyoruz. Alvarlı Efe göl yerinde elbet sular bulunur der. Her geldiğimde ne yapabiliriz gayreti içinde olan genç arkadaşları gördükçe, geleceğe dair ümitlerim artıyor. Şehrin dokusunu bozmazsanız, kültürel mirasa sahip çıkarsanız daha da mümbitleşir. Şehri ayakta tutan manevi iklimi, ruh dokusunu muhafaza etmek lazım. Gerisi kendiliğinden gelir. Ay Vakti olarak, kendilerini tanımadan birçok Erzurum lu arkadaşımızın çalışmasına yer verdik. Esere bakarak tabiî ki, şehre bakarak değil. Sonrasında tanıştık. Bu beraberlikler aralıklı da olsa devam ediyor. Özellikle genç arkadaşlarımızdan ümitliyim, hasretle özgün çalışmalar bekliyoruz onlardan. Erzurum dan Ay Vakti ne ulaşan bir nefes, darlığımızı gideriyor, soluklanıyoruz. Liselerde öğretmen ve yönetici, üniversitede aktif olan her kim varsa, lütfen Ay Vakti ile öğrencileri buluştursunlar. Atölye dergisiyiz. Bu arkadaşlarımızın fedakarane tutumlarına ihtiyacımız var. Memleketimizde birkaç adım daha yürüyelim isterseniz Her yıl en az bir kere Erzurum a geldiğinizi biliyoruz. Yılda bir iki kere geliyor olmanın size asla yetmediğini ve doğup büyüdüğünüz şehirden ruhen de bedenen de kopmanızın mümkün olmadığını ve olmayacağını rahatlıkla hissedebiliyoruz; fakat biraz ayrıntıya girmenizi rica ediyoruz: Erzurum sizin için neler ifade ediyor? Mesela; kaç yaşınızda ayrıldınız bilmiyorum ama köyünüz Ömertepe ye, içime daha çok sinen ismiyle Pulur a dair hatırladıklarınızdan bugüne, film şeridinde ön plana hangi fotoğraflar çıkıyor? Başta, Hüsamettin Ceylan a Adaçay, Balıklı, Söğütlü, Pulur diye, Erzurum Ovasına, bizim köyü de katarak yaptığı besteden ötürü buradan teşekkür ediyorum. Erzurum; doğduğum şehrin adını duymak bile beni her zaman heyecanlandırıyor. Üniversiteyi bitirip, öğretmen olarak Adana ya atanınca 1985 te, haliyle ayrılmış olduk. Şehre ve köyümüze dair anlatacağım çok çok şey var. Uzaklardan bakınca, burada örf-adet diye muhalif olduğumuz nice şeylerin diri toplum adına üretildiğini müşahede etmiş olduk. Merkeze imanı, inancı aldığınız zaman tahribatlar olsa da omurga sağlam olduğundan kimlik kaybolmuyor. Köyümüz, 1961 de hususi kazı yapılan ve adına kitap hazırlanan tarihi bir köy. Tepesi ihmal edildiğinden yok oluyor. Köprü onarıldı, Pulur çayı arzu ediyoruz ki doğal özelliğiyle akıp gitsin. Mezarlık da tarihi eserdir. Unutmadan söyleyeyim, ilk hususi mezbahahane de bizim köyde yıllarca faal olmuştur. Bir dönemin eğitimine damga vuran köy enstitülerinden biri de köyümüzün adıyla anılan Pulur Köy Enstitüsü dür. Cennet yüzlü annelerimiz, ninelerimizdi köyümüzün kadınları. İhtiyarlar bilge, büyükleri gençlere örnek olacak şahsiyetlerdi. Vefat edenlere Allah tan rahmet diliyorum. Gerek anlattıklarından, gerek örnek yaşamlarından hareketle onlardan çok çok şey öğrendik.

32 30 / 31 Aziziye Belediyesi Dua akıt akıt yüreğime içim dolsun nur Allahım benim iki küreğime mühürünü vur Allahım nedir hesap nedir hece yok içimde bir bilmece gündüzümü yapma gece ver kalbime sur Allahım yol ver içimdeki fecre yükselişim yalnız ecre hira menzilinden hicre şu yuvanı kur Allahım Şeref Akbaba Hayat şartları zor olsa da, doyumsuz, mutsuz insanımız yoktu. Paylaşmak adına anlatılacak örnek yaşamları vardı. Kendimi anlatmak yerine, genele dair betimlemelerde bulunmayı yeğledim. Varlık içinde yalnızlaşan insanımız bir nefs muhasebesi yapsın diye. Her yıl üç-beş defa hem Erzurum, hem de köye geliyorum. Sıla-ı rahimi kesenden Allah da rahmetini keser buyuruyor Peygamberimiz (s.a.v). O niyetle gelip, ziyaretler yapıp dönüyorum. Biraz da şiir sanatına dair dinlemek isteriz sizi. Şiirin, sizin için çok özel bir sanat olduğunu ve ancak yeri ve zamanı gelince konuşabileceğinizi işitmiştim sizden. Şiir sanatına belki talebeniz seviyesinde bir yolcu olabilmiş veya henüz olamamış bir kardeşiniz olarak; şiir alanında etkinlik adına, yarışma ve ödülleri geçerek, en büyük payı şiir dinletileri aldığı için bu kapıdan açmak istiyorum sorumu. Haddimi aşarak şahsi bir tespitimi sunmak istiyorum size: En hakiki şiir dinletisi -metne döksün veya dökmesin- şairin, içsesini duyup dinliyor oluşundaki hâl-eylem değil midir? Şiir olduğu iddia edilerek sunulan metinler eğer duyulmadan yazılmışsa nedir? Başkalarının dolu dolu yaşadığı his ve fikirleri hissetmediği ve benimsemediği halde Elbet müşterisi çıkar... düşüncesiyle, fabrika misali bir üretimle topluma sunan kimselerin unvanı, sizin en iyimser bakış açınızla ne olabilir? Şiir edebiyat ürünlerinin zirvesinde yer alır. Şairin dinlenmek, tanınmak gibi kaygıları olmamalıdır. Bezeyerek, süslenerek okunan metinler, elbiseleri çıkınca ortada kalıyor. Hasılı şiir makyaj kabul etmiyor. İnsanız, elbette yazdıklarımız beğenilsin, okunsun, taşınsın isteriz. Lakin bu isteğin ötesinde bir taşındığı yer vardır şiirin. İçimizde ve edebiyat dünyasındaki yeri. Taşıma ofisleri şiirden anlamıyor ve kulağa hoş gelen ne varsa kitlelere ulaştırıyor, suni gündemler oluşturuyorsa, orada durmak lazım. Has bahçedeyseniz, sabırla yolunuza devam edin. Hakikat hangi saatte neşvünema bulur bilemezsiniz. Alvarlı Efe Hazretleri 1957 de dünyasını değişti. Bir köy imamı... Şehre uzak bir muhitte yaşadı. Yarım asır sonra Hulâsatü l-hakâyık ve Mektubat ı Türkiye nin her yerinde okunmuyor mu? Okunuyor. Mesele eserse, yaşarken de, yaşam sonrasında da sesini, soluğunu bulur. Biz kendi şiirimizi yazmaya devam edelim, işimiz hakikat olsun yeter ki Belki bir gün bir dergide veya kitapta yayınlanması ihtimaliyle veya kat ettiği mesafeyi ileride anlayabilmek düşüncesiyle, şiir hazzıyla işittiği içsesini defterine veya bilgisayarına kaydeden gençlere nasıl bir yol tarifi sunmak istersiniz? Denemeler, mektuplar veya küçük küçük paragraflar yazıp da kimsenin görmesini istemeyen, kendi ifadeleriyle kendilerine yazan ve öyle sanıyorum ki şair ve yazarların da en sevdiği okuyucu türünden olan ve bu bakış açısıyla henüz açmamış çiçekleri anımsatan heveslilere hangi cümlelerle nasihatte bulunmak istersiniz? Gizli hazineler değil mi? O arkadaşlarımızın korkularını yenmesi lazım. Güzel bir meziyet ama ortaya çıkmak lazım. Hikmet kırıntısı diye biriktirdikleri çok değerlidir, amenna. Kendince maden ama ya maden değilse Siz yıllarca antika diye bir şeyi saklıyorsunuz, sonra korkarak bir gün piyasaya gösteriyorsunuz, değersiz. Bunu da yaşamamak lazım. Sanat mahreçli çalışmalar yapan arkadaşlar, kendilerine yazsınlar, kendileri okusunlar, ama ehline sunsunlar çalışmaları. Eskiler ne güzel demiş, fazla tevazu rızka manidir diye Bu sohbette ve geçmişteki sohbetlerinizde sunduğunuz bilgilerden, yol tariflerinden ve samimi nasihatlerinizden hissesini hep almış biri olarak huzur içerisindeyim. Şehr-i Kadim Aziziye dergisi okuyucuları ve şahsım adına, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Ben de teşekkür ederim. Söz uçar, yazı kalır. denir. Kalıcı bir çalışmaya imza atıyorsunuz. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. Hocam, Derûnî hürmetle Dua beklentisiyle

33 Feryat Tahsin KAYA Kırlaşmış bıyıklarına konan kırağılar, dudaklarının arasından çıkan buharla damla olup düşerken, yüreğinde yanan ateşe çare olamıyordu. Suratını, kırbaç gibi yalayan ayaz, gözlerinden süzülen hasret bakışlarına ö e kusuyordu. Ayrılığın ö esi büyüktü! Sızısı derindi, sessiz feryatları bahar seli rengine bürünmüş, Nisan yağmurlarına nazire yapar gibi deli dolu yalıyordu yanaklarını. Bir süre yürüdü zemheri ayazının yakıcılığında, sonra durdu ve ağzını sonuna kadar açtı semaya doğru. Dudaklarının arasından gırtlağına inen kar taneleri de söndürmeye yetmiyordu yürek yangınını. Çömeldi bir kenarına ıslak mermerlerin ve dizlerine oturttu bakışlarını! Gitti geride bırakılan uzaklara. Hayretle bakıyordu yanından geçenler, bu kış günü, bu ıslak zemine onu oturtan, ne olabilirdi ki? Bir zamanlar, onunda henüz saçlarına aklar düşmemiş, bıyıklarına beyazlar oturmamıştı. Umutları vardı, gözlerinde sevda çiçekleri açardı her sabah yeniden. Mecnun bile sevmemişti Leyla sını onun gibi. Bir sigara çıkardı cebinden ve üşüyen parmaklarına emanet etti! Yakamadı bir türlü. Bir daha denedi yine yakamadı. Avuçlarının içine sakladı çakmağını, paltosunun yakalarını kaldırdı ve yeniden denedi, şimdi oldu işte. Öğle bir nefes çekti ki, ciğerleri isyan etti bir, bir hücrelerini yok eden o zalim dumana. Bu zulüm nedendi, kimeydi bu sitem? Kimler yoktu ki o dumanın içerisinden hançer gibi ciğerlerine saplan! Dostları, dost bildikleri, sevdikleri, sevmek istedikleri! Herkes oradaydı kendinden başka, herkes Usulca başını kaldırdı yukarı doğru, uzaklardan geçen sevdalıları gördü kol, kola. Hep öyle olurdu, nerde mutlu bir çi görse, içi yanardı ama üzülmez tebessümle arkalarından bakardı. Bir zamanlar oda bu mutluluğu yaşamıştı. Yaşamış mıydı? Yaşlı delikanlı, oturduğu yerden kalktığında yanaklarından süzülen yaşlar, altını ıslatan soğuk mermerlerin üzerindeki sulardan daha çok iz bırakmıştı dizlerine. Başını gökyüzüne dikti ve Allah ım, her şeyin en doğrusunu mutlaka sen bilirsin diyerek yavaş adımlarla kar fırtınasının içinde gözden kayboldu. İster şükret, ister şikâyet. Alnına ne yazılmışsa o olur. Yalvarmakla, ağlayıp sızlamakla iş değişmez. Ağzından şükür sedası da, şikâyet iniltisi de çıksa, bin defa ah etsen de kaderi değiştiremezsin.

34 Yrd.Doç.Dr. Yusuf BİLEN*

35 Giriş Tevâfuk, iki şeyin birbirine uygun ve denk gelmesi demektir. Tesadüfe verilme ihtimali olmayan ve arkasında ilâhî bir kasıt ve iradenin varlığı hissedilen nükteli denk gelmelere tevâfuk denir. Kur ân da bulunan 2806 adet Allah lafzının çok azı müstesna (onların da kendilerine mahsus manidar tevâfukları vardır) alt alta, karşı karşıya veya sırt sırta, 846 adet Rab ve 69 adet Kur ân kelimelerinin tamamı ile her sayfada bulunan ve aynı kökten türeyen kelimeler de birbiriyle tevâfuk etmektedir. 1 (Hayrât, 2006: 2) Kâinatta var olan hiçbir şeyde tesadüf olmadığı gibi fizikten kimyaya, insan anatomisinden astronomiye bütün bilim dallarının ele aldığı konularda bilinçli bir tercihin olduğu âşikâr olarak gözükmektedir. Kâinatı yaratan Allah, Kelâmullah ında da ilâhî bir kasıtla görsel bir mucize ortaya koymuştur. Materyalist felsefenin insanları derinden etkilediği, akılları gözlerine inmiş ve görmediğine inanmayan veya inanmakta zorlanan insanların yaşadığı, Kur ân harflerinin yasaklandığı bir asırda Kur an-ı Kerim in gözlere hitap eden tevâfuk mucizesinin ortaya çıkması gayet manidardır. Kur an-ı Kerim in yazısında olan bu mucize Bediüzzaman Said Nursi ( ) 2 tarafından sistematik ve harika bir şekilde Kur ân a hizmet programına dönüştürülmüştür. Risale-i Nur Külliyatı nda hem Kur ân-ı Kerim de bulunan tevâfuklardan hem de Risale-i Nur Külliyatı ndaki tevâfuklardan bahsetmiştir. Kur ân-ı Kerim bitmez tükenmez bir hazinedir. Biz burada sadece hattındaki harikalardan bahsedeceğiz. Asrısaadetten itibaren ibadet aşk ve şevkiyle yazılan Kelâmullah ın hattı binlerce hattatın gayretleriyle tekâmül ederek ilâhî mesajın gönüllere iletilmesine vâsıta olmuşlardır. Allah ın Kelâmı nı en güzel şekilde yazmak aşk ve arzusu, altın gibi kıymetli şeylerle tezyîn edilmesiyle tezhip sanatını doğurmuştur. Yazılan ve tezhiplenen Mushaf, her biri birer şâheser olan, gönülleri okşayan ciltlerle evleri, cami, müze ve kütüphaneleri donatmıştır. İlk önceleri ciltlerin yan kâğıdı olarak kullanılan ebrulu kâğıtlar zamanla su üstünde hüner satmak mahiyeti kazanmıştır. Yine ilahî vahyi tertil ve tecvidle okuma yüksek seviyede ulvi bir musikiyi netice vermiştir. Bu sayıyı daha çoğaltabiliriz ki ortaya çıkan harikulâde eserler Kur ân medeniyetinin mahsulleridir. 1100/1680 li yıllarda yaşamış Hindistanlı Hattat Muhammed Ruhullah b. Muhammed Huseyn el-lâhorî otuz varak halinde yazdığı Mushaf ın her varakına bir cüz yerleştirmiş ve her satırı elif harfiyle başlatmıştır. (Çögenli: 14) Şumnu donağı denilen ve muhtemelen ilk defa Şumnu da yazılmış olan Mushaflarda karşılıklı sayfalarda tevâfuklar ortaya çıkmıştır. Hüsrev Efendi nin yazdığı Mushaf ta ise bir sayfa içindeki Allah, Rab lafızları, aynı kökten türemiş veya tamamen benzer kelimeler, karşılıklı sayfalarda, bir önceki veya sonraki sayfalarda ya da sayfalar sonra birbirine tevâfuk etmiştir. Tevâfuklu Kur ân ı Kerim in Yazılması Nursi nin tevâfuklu Kur ân ı yazdırmadaki gayesi, Kur ân ın gözlere hitap eden yönünü, gözlü tabaka dediği manayı anlamayan avam tabakasının dahi görebilecekleri harika bir görsel ziyafeti herkese göstermek ve Kur ân yazısına dikkatleri çekmekti. Bunu: (Bu Kur ân ı yazdırmaktaki maksadım) Hutut-ı Kur âniye nin (Kur ân yazısının) muhafazasına hizmettir (Nursi, Rumûzât-ı Semâniye Osmanlıca el yazma: 13) sözleriyle ifade etmektedir. Bediüzzaman Said Nursi, karşılıklı sayfalarda tevâfukların olduğu bir Kur ân-ı Kerim i önceden gördüğünü ve o anda Kur ân-ı Kerim in hattında da i câzın bir numunesinin olabileceğini fark ettiğini söylemektedir. Kur ân ın birbirine bakan iki sahifesinde birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur ân ı ben gördüm. Şu vaziyet dahi bir nev mu cizenin emâresidir, o vakit dedim. Daha sonra baktım ki Kur ân ın müteaddid yapraklar arkasında birbirine bakar çok cümleleri var ki ma nidâr bir surette birbirine bakar. İşte tertîb-i Kur ân irşâd-ı Nebevî ile münteşir ve matbû Kur ân larda ilhâm-ı ilâhî ile olduğundan Kur ân-ı Hakîm in nakşında ve o hattında bir nev alâmet-i i câz işareti var. Çünkü o vaziyet ne tesâdüfün işi ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür (Nursi, Zülfikar Mecmuası, Osmanlıca nüsha, 2010: 308). Burada bahsedilen Kur ân ın birbirine bakan iki sahifesinde birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur ân ı ben gördüm dediği Kur ân-ı Kerim muhtemelen bu nüshalardan birisidir. Çünkü bahsi geçen Kur ân-ı Kerim den şu anda iki adet tespit edilebilmiştir. Birincisi Erzurum un asil ailelerinden Hoca Tayyar Efendi den oğlu Hoca Lütfü Efendi ye ondan da oğlu Vasfi Kumbasar beyefendi ye intikal etmiştir. (Müsennâ Tevafuklu Kur ân-ı Kerim, 2014: 2). Bu Mushaf ın ketebe kaydı olmadığından hattatının kim olduğu bilinmemektedir. * Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi ve Sanatları Bölümü, Türk-İslâm Sanatları Tarihi Anabilim Dalı. ybilen@atauni.edu.tr 1 Hayrat Neşriyat, Kur ân ve Tevâfuk, İstanbul, 2006, s.2 2 Geniş bilgi için bkz. Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru l-halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak (I,II,III), Isparta, 2013

36 İkincisi ise Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, no: 6330 bulunan Ali İlmî Efendi ye 3 ait olan Mushaf tır. Bu Mushaf Süleymaniye Kütüphanesi ne sonradan alınmıştır. İki Mushaf mukayese edildiğinde hangisinin önceden yazıldığı tam bilinememektedir. Şumnu donağı diye önceden bilindiğinden bu tasarım oradan alınmış olabilir / 35 Aziziye Belediyesi Foto 1: Ali İlmî Efendi nin yazdığı Mushaf ın ketebe kaydı Ali İlmî Efendi nin ketebe kaydında şu ifadeler yer almaktadır: Ketebehu el-hakîr el-fakîr ilâ rahmeti llâhi Aliyyu l-ilmî min telâmîzi Hâşîm el-keşfî ğaferellâhu lehu velivâlideyhimâ velimen nezara fihimâ ve duau biduai l-hayri likâtibihi Diğer sayfasında ise Kalem aldım elime, başladım Kelâm-ı Kadîm e, onbeşinci Kelâm-ı Kadîm, Hak müyesser etti bi t-temâm (Allah tamamlanmasına muvaffak etti) ifadeleri yer almaktadır ki Süleymaniye Kütüphanesi ndeki Mushaf ın hattatın yazmış olduğu 15. Kur ân-ı Kerim olduğu anlaşılmaktadır. 3 Ali İlmî Efendi, ketebe kaydında belirttiği hocası Haşim el-keşfî nin aynı zamanda kardeşidir. Ali İlmî Efendi hakkında bilgi bulunmamakla beraber hocası ve ağabeyi Mehmed Haşim el-keşfî, Tuhfe-i Hattatîn de kayıtlıdır. Seyyid Mehmed Hâşim Efendi, Mehmed Efendi isminde bir zatın oğludur ve Rusçukludurlar. Sülüs ve nesih hatlarını Mirahor (İmrahor) Camii imamı Emir Efendi den (Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi ö. 1731) meşk etmiştir. Aynı zamanda Hoca Mehmed Rasim Efendi den de yazının usul ve kaideleri üzerine öğrenim görmüştür.1139/1756 tarihinde vefat etmiştir. Saat-i hicret ibaresi ile vefatına tarih düşürülmüştür. Atik Ali Paşa Camii haziresine defnedilmiştir. Kız kardeşinin oğlu İsmail Şeref Efendi de hattattır. (Müstakîmzâde, Süleyman Sadeddîn, Tuhfe-i Hattatîn, İstanbul 1928, s. 446.

37 Foto 2: Ali İlmî Efendi nin yazdığı Mushaftan bir numune Donak, süs, bezek, ziynet (Çağbayır, 2007: 2/1275) anlamlarına gelmektedir. Muhtemelen karşılıklı sayfalar adeta siyah ve kırmızı renkle süslenmiş gibi olduğundan bu isim verilmiştir. Bu da gösteriyor ki bu Kur ân-ı Kerimler ilk defa Şumnu da yazılmıştır 4. Hoca Tayyar Efendi de 1290/1873 tarihinde aldığı Kur ân-ı Kerim in sonunda sayfanın alt kısmına Şumnu donağı denilen bu Kur ân-ı Kerim 1290 tarihinde alınmıştır. İmza Tayyar notunu düşmüştür. Foto 3: Hoca Tayyar Efendi nin notu (Çögenli) 4 Şumnu, önceleri Osmanlı Devleti sınırları içerisinde olup, günümüzde Bulgaristan da bir şehirdir.

38 36 / 37 Aziziye Belediyesi Said Nursi, I. Dünya Savaşı nda Erzurum Pasinler cephesinde avcı hattında yazdığı İşârâtu l-i câz fî Mezânni l-i câz isimli tefsirinde ve daha başka eserlerinde Kur ân-ı Kerim den çok dakik i câz numuneleri tespit etmiştir. Kur ân-ı Kerim deki tevâfuklu kelimelerin ilahi bir kasıtla olduğunu, tam bir i câz olmayıp ancak i câzın görevini yapan, i câza destek veren bir durum olduğundan ve harika dizaynın tesadüf işi olamayacağından bahisle Kur ân-ı Kerim e ait bir mucize olduğunu şöyle anlatmaktadır: Bu tevâfukât-ı gaybiye tabir ettiğimiz san at-ı bedîa (harika sanat), i câzın eczâ-yı hakîkiyesinden (mucizelerin hakiki kısımlarından) değil belki bir nev i câzın vazifesini gördüğü için i câzın eczası içine dâhil olmuştur. Çünkü i câz gösteriyor ki Kur ân Kelâmullahtır (Allah kelâmıdır). Beşerin kelâmı (insan sözü) değildir. Şu tevâfukât-ı gaybiye dahi madem tesâdüf işi olamıyor ve fikr-i beşerin düşünüşü değildir. O da delâlet eder ki o kelâm gaybdandır, beşerin sözü değildir. (Nursi, R. Semâniye 12) Yine tevâfukta ittifak, ittihada ve vahdet nükteleri tevhide işaret etmekle Kur ân ın dört esasından biri olan tevhide delalet ettiği için nazarında kıymetli olduğuna dikkat çeker: Kudsî bir şeyin zarfı ve kılıfı ârızî (sonradan olma) bir kudsiyet aldığına binâen ve tevâfukta bir işaret-i kudsiye gördüğümüzden tevâfuk nazarımızda mübarek olmuştur. Hem tevâfuk (denk gelme) ittifaka (uyuşma) işâret, ittifak ise ittihada (birleşmeye) emâre, ittihad ise vahdete (birliğe) alâmet, vahdet ise tevhîde (Allah ın birliğine) delâlet, tevhîd ise Kur ân ın dört esasından en mühim esası olduğundan tevâfuk nazarımızda yüksek bir meymenet (bereket) almıştır. Hem tevâfuk, şevki tezyîd (arıtırıp) ve kelâmını tezyîn ettiğinden (süslediğinden) nazarımızda güzelleşmiştir. (Nursi, R. Semâniye, 64) 18. yüzyılın sonlarından itibaren bazı hattatlar bütün sayfalarının âyetle başlayıp âyetle bittiği şekilde Mushaflar yazmışlardır ki bu tarz Mushaflara âyetberkenar denir. Âyetberkenar, Kur ân-ı Kerim in yazısındaki harikulâde bir özelliğidir. Kur ân daki âyetlerin uzunlukları farklı farklıdır. Tek kelimelik, birkaç kelimelik âyetler olduğu gibi, yarım sayfalık hatta bir sayfalık âyetlere kadar pek çok uzunlukları vardır. Buna rağmen hiçbir sayfanın sonunda bir âyet bölünerek diğer sayfaya geçmez. 18. yüzyıldan önce de âyetle başlayıp âyetle biten Mushaflar yazılmakla beraber, âyet-berkenar Mushaflar Hasan Rıza (ö. 1920) ve Kayışzâde Hafız Osman (ö. 1894) gibi hattatlar elinde kıvam bulmuş ve böylece Mushaf yazımında hem kolaylık hem de bir nevi standart ortaya çıkmıştır. Bu ölçü, Kur ân-ı Kerim in kendinde mevcut olan mikyaslar esas alınarak oluşturulmuştur. Sayfa yapısı, 15 satır olmak üzere Bakara suresi 282. âyet (Müdâyene/borçlanma âyeti), satır düzeninde İhlâs ve Kevser sureleri esas alınmıştır. Günümüzde Mushaflar tamamen bu ölçü ile yazılmaktadır. Kur ân-ı Kerim de görülen tevâfuklara bu açıdan bakıldığında da şöyle bir orijinalitesi görülüyor ki Kur ân ın sayfa ve satır yapısı bozulmadan görsel bir harikâsı ortaya çıkmaktadır. Bediüzzaman bu gerçeği Sahife ve satırlarını değiştirmedik. Yalnız biz tanzim ettik (düzenledik). O tanzimden hârika bir tevafuk göründü. (Nursi, 29. Mektub:, 3. Risale) şeklinde ifade etmektedir. Rumûzât-ı Semâniye isimli eserinde ise şöyle demektedir: Hafız Osman hattıyla matbû Kur ânda ne gibi meziyetler görünse, kâtiblerin ve müstensihlerin (çoğaltanların) hüneri olamaz. Doğrudan doğruya Kur ân ın meziyetleridir. Çünkü en büyük âyet olan âyet-i müdâyene, o Mushaf ın sahifelerinde ölçü alınıp ona göre sahifeler belirlenmiş ve onlarda çok meziyetler görünmüş. Meselâ, bütün sahifelerin sonunda güzel bir şekilde âyet tamam oluyor. Hem o Mushaf ın satırları için ölçü, en kısa sûre olan Sûre-i Kevser ile Sure-i İhlâs esas tutulmuştur. Madem Kur ân ın âyet ve sûresinin mikyasıyla olmuştur. O hatta (yazıda) ne kadar meziyetler varsa doğrudan doğruya Kur ân a aittir. (Nursi, R. Semâniye, 15) Nursî, 1351/1932 yılında talebelerine tevâfuklu bir Kur ân yazdırmak istediğini bir mektupla aşağıdaki şekilde bildirmiştir: Kur ân-ı Mu cizu l-beyân ın iki yüz aksâm-ı i câziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda, Kur ân-ı Azîmüşşân ı, Hâfız Osman hattıyla tayin eden ve âyet-i müdâyene mikyas tutulan sahifeleri ve sûre-i İhlâs vâhid-i kıyâs tutulan satırları muhafaza etmekle beraber o nakş-ı i câzı gösterecek tarzında bir Kur ân yazmaya dair mühim bir niyetimi; hizmet-i Kur ân daki arkadaşlarımın nazarlarına arzedip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzâc etmek ve beni îkaz etmek etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum. (Nursi, R. Semâniye, 13) Bu teklife Kur ân-ı Kerim yazabilecek nesih hattını bilen Şamlı Hâfız Tevfik, Hoca Sabri, Hâfız Ali, Hâfız Hâlid, Muallim Galip, Hâfız Zühdü, Hakkı Efendi ve Ahmed Hüsrev Efendi gibi talebeleri Tevâfuklu Kur ân ın yazılmasına namzet oldular. Çoğu hattat, hafız veya hoca olan on talebesine Kur ân daki tevâfukları gösterir tarzda yazmaları için üçer cüz verdi.

39 Foto 4: Bakara sûresi 282. âyet (Müdâyene âyeti)

40 38 / 39 Aziziye Belediyesi Bediüzzaman, ön çalışma sonucunda talebelerinden Ahmed Hüsrev Altınbaşak ın ( ) 5 nesih hattı zayıf olmasına rağmen tevâfukun tertibinde muvaffak olduğunu, istenilen şekilde yazdığını belirtilerek bu işle vazifelendirildiğini ve yazarken dikkat edeceği noktaları aşağıdaki mektupla kendisine bildirdi: Mübârek, sıddık, kıymetdâr kardeşim! Yazdığın Kur ân-ı Hakîm in iki cüz ü bana ispat etti ki bu hizmet-i kudsiyede baş kitâbet senin hakkındır. Arkadaşımızdan Arabî hattı çok mükemmel burada iki zatın yazdıkları iki cüz senin yazdıklarınla mukâyese edildi. Çok geri kalmışlar. Gittikçe senin hattının güzelliği daha ziyâde oluyor. İnşaallah bu hayr-ı azîme ve bu hizmet-i kudsiyeye tamamıyla muvaffak olacaksın. Yalnız başta tevâfukatta az inhiraf var. Gittikçe intizama girmiş. (Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, 2013: 1429) Onun hattında bir müstesnalık var. Onun hatt-ı Arabîsi ne kadar noksan olursa olsun en yüksek hat onun hattını görüyorum. Bu hizmet-i mukaddesede baş kitâbetlik onundur. Onun için başta herkesten evvel ona gönderdim ki çabuk başlasın. (H.V.İ.A. Heyeti, 2013: 1430) Talebelerinden Ahmed Hüsrev Altınbaşak ın yazdığı cüzlerde tevâfuk istenilen şekilde ortaya konulmuş ve bu şekilde uzun bir emek mahsulü olarak toplam dokuz defa yazılarak son şekli verilmiştir. Bunlardan 6 tanesi 1960 tan önce yani Bediüzzaman Said Nursi hayatta iken diğer üçü ise sonraları yazılmıştır. Tevâfukların tamamen ortaya çıkmasından sonra Hüsrev Efendi bir vakıf kurarak tevâfuklu Kur ân-ı Kerim in basılmasına çalışmış ancak Mushafın basımı 1984 yılında vefatından 7 yıl sonra gerçekleştirilmiştir. Allah hattat olmayan bir zatın eliyle Kur ân-ı Kerim in gözleri ve gönülleri ferahlatan, yazısında görülen bir çeşit i câzını bu asrın insanlarına ikram etmiştir. Dikkat edilmesi gereken husus, tevâfukların bir hattatın veya şahsın mahareti, tasarımı, tasarrufu olmayıp bilakis doğrudan doğruya Kur ân a ait bir güzellik olduğudur. Hüsrev Efendi nin yazdığı tevâfuklu Kur ân-ı Kerim in üçüncü nüshasını esas alarak Hattat Hamid Aytaç Bey ve bilahare Hattat Mehmed Özçay Bey ve birkaç hattat daha tevâfuklu Kur ân-ı Kerim yazmışlardır. Tevâfuklu Kur ân-ı Kerim den örnekler Tevâfuklu Kur ân-ı Kerim dikkatle incelendiğinde Allah lafızları başta olmak üzere, Kur ân, Resul kelimeleri ve aynı fiil kökünden türeyen manidar ve hikmetli bir çok kelimenin de sayfa yapısı bozulmadan harika bir şekilde tevâfuk ettikleri görülecektir. Kolayca fark edilebilmeleri için lafz-ı Celâller kırmızı ve diğer tevâfuklar ise pembe renkte basılmışlardır. Birkaç numune ile göstermeye çalışalım. Hüsrev Efendi nin yazdığı tevâfuklu nüshada, Kur ân-ı Kerim deki 2806 adet Allah lafzının hepsi ya bir sayfa içinde alt alta veya karşılıklı sayfalarda yüz yüze ya da başka sayfalardakilerle sırt sırta gelerek harika bir şekilde tevâfuk etmektedirler. Meselâ Resim 5 te görülen Kur ân-ı Kerim 422. sayfa, Allah lafzının en çok geçtiği sayfadır ve 16 tanedir. Bu sayfada geçen Ey imân edenler! Allah ı çok zikrediniz! (Ahzâb Sûresi 41) âyetinde çokça zikir manasında olup, tam arkasındaki Allah lafzı bu zikrin kimin namına yapılacağına işaret eder. Yine bu sayfada 11 lafza-i Celâl, latif bir tenasüple beşli ve altılı olarak birbiriyle aynı hizaya gelirken en altta kelimesi he harfinin beş ve vâv harfinin altı rakam değeriyle âdetâ üstündekilerin toplam adedine işaretle bu letâfete renk katmaktadır. Resim 6 da görülen Kur ân-ı Kerim 13. sayfada kelimeleri sırasıyla kâfirler, inkâr etmeleri, inkâr ediyorlar, küfürleriyle anlamlarında olup hepsi de inkâr etmek manasındaki (kfr) kökünden türemişlerdir. Kelimeleri de yine aynı sayfada geçip birbiriyle tevâfuk eden kelimelere örneklerdir. 5 Ahmed Hüsrev Altınbaşak; Rumî 1315 /miladi 1899 senesinde Isparta nın Senirce Köyü nde dünyaya geldi. Osmanlı Devleti nin son dönem Isparta valilerinden Hacı Edhem Bey in oğlu Ali Efendi nin torunudur. Babası Mehmet Bey (d ö.1340), annesi ise Ayşe Hanım (d ö ) dır. Isparta da Rüştiyeyi okuyan Hüsrev Efendi idadi eğitimine devam etmekte iken Birinci Dünya Savaşı başladı. Mezun olduktan sonra askere çağrılarak vatan hizmeti için 17 yaşında 1916 da İstanbul a geldi. Yaşının küçüklüğünden dolayı tekrar Isparta ya gönderildi. Ancak 1919 yılında İstiklal Savaşı başladı ve teğmen olarak batı cephesine sevk edildi. Yunanlılarla savaşta Manisa civarında esir düştü. Esâret dönüşü İzmir de muayene olduğu hastanede gayr-ı Müslim bir doktor tarafından zehirlendi. Tedavisinden sonra saçları beyazladı ve dişleri döküldü yılında üç yıl sürecek memuriyet hayatına başladı. Isparta, Şarkîkaraağaç ve Keçiborlu da üç sene tapu memurluğu yapan Hüsrev Efendi 1930 yılında kendiişleriyle meşgul olmak için memuriyeti bıraktı. Hüsrev Efendi, 1931 senesinde Bedîüzzaman Said Nursî ile Barla da yaşadığı dönemde tanıştı ve risalelerini yazmada yardımcı oldu. Bedîüzzaman Said Nursî nin varisi olarak bilinmektedir. Bediüzzamanın keşfetmesiyle ortaya çıkan tevâfuklu Kur ân ı 9 defa yazdı. Bediüzzamanın eski said döneminde (maaşlarından) biriktirdiği altınlarını vakıf kurması için verdiği Hüsrev Efendi, 1974 yılında Hayrat Vakfınının temellerini attı ve kurmuş olduğu matbaa ile dünyanın dört bir yanına tevâfuklu Kur ân ı neşretti. Günümüzde Türkiye nin en büyük Kur ân-ı Kerim matbaası olarak yayın faaliyetine devam etmektedir. Geniş bilgi için bkz. Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru l-halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak (I,II,III), Isparta 2013

41 Foto 5: Allah lafızlarının en çok geçtiği sayfa olan 422. sayfa FOTOĞRAF: Nurullah GENÇ

42 40 / 41 Aziziye Belediyesi Foto 6: Allah lafızları ve aynı kökten türeyen kelimelerin tevâfukları

43 Sayfa 294 te hidayet ehli, kalpleri imanla dolu, Rablerine inanmış birkaç gencin kıtmir adındaki köpekleri ile birlikte sığındıkları bir mağarada uzun yıllar uyutularak dinden uzak zalimlerin şerrinden böylelikle muhafaza edilmesinden bahseden meşhur kıssa, Ashâb-ı Kehf ten haber vermektedir. Bu âyetlerde o gençlerin uyandıklarında kendi hallerindeki acayipliği fark ederek birbirlerine sordukları; Onlardan biri dedi: mağarada ne kadar kaldınız? sorusuna 11. satırda şöyle cevap verilmektedir: Rabbiniz daha iyi bilir, ne kadar kaldığınızı. Bu âyete ise; hemen karşıki 295. sayfada aynı satırda: Onlar, mağaralarında üç yüz sene kaldılar ve dokuz sene ilave ettiler, şekliyle yapılan kuvvetlendirme ne kadar güzel düşmüştür. Yine Sure-i Kehf te 294. sayfa 7. satırda onların köpeği anlamında olup, bu kelime altında yapraklar delinse tam 140 sayfa sonra sure-i Fâtır, 435. sayfada, yine 7. satırın aynı yerinde gelen kıtmîr kelimesi tam tevâfukla görünerek o köpeğin ismi de anlaşılmaktadır. Kur ân-ı Kerim in bütün sayfalarda benzer tevâfukların olması elbette bize bu işin kişi veya kişilerin marifeti olmadığı, aksine İlahî bir kasdın ortaya çıkarılması olduğunu gösterir. Ortaya bir güzellik çıkmışsa ki apaçık gözükmektedir, o da doğrudan doğruya Kelâmullah olan Kur ân-ı Kerim e aittir. Sonuç: Kur an-ı Kerim in yazısında görülen tevâfuk, ilk olarak sistematik bir şekilde 1932 yılında Bediüzzaman Said Nursi ( ) tarafından keşfedilmiş ve talebelerinden Ahmed Hüsrev Efendi tarafından yazılmıştır. Kur ân da bulunan 2806 adet Allah lafzının çok azı müstesna alt alta, karşı karşıya veya sırt sırta, 846 adet Rab ve 69 adet Kur ân kelimelerinin tamamı ile her sayfada bulunan ve aynı kökten türeyen kelimeler de birbiriyle tevâfuk etmektedir. Uzun bir emek mahsulü olarak A. Hüsrev Altınbaşak tarafından toplam dokuz defa yazılarak son şekli verilen tevâfuklu Kur ân-ı Kerim esas alınarak Hamid Aytaç, Mehmed Özçay gibi birçok hattat tarafından tevâfuklu Kur ân-ı Kerim yazılmıştır. Burada özellikle dikkat edilmesi gereken husus, tevâfukların bir hattatın veya şahısların mahareti, tasarımı, tasarrufu olmadığı bilakis doğrudan doğruya Kur ân a ait bir güzellik olduğudur. Hüsrev Efendi kırk yıl samimi bir şekilde Kur ân-ı Kerim in yazılmasına gayret etmiş ve kurduğu vakıf matbaa yoluyla vefatından sonra basılmıştır. Aynı zamanda bin yıllık tarih ve medeniyetimizin kayıtlı olduğu Osmanlı Türkçesi nin bütün vatan sathında yayılması için de büyük gayretler sarf etmiştir. Tevâfuklu bir Kur ân-ı Kerim yazılmıştır ve meydandadır. Kur ân Hicaz da nazil oldu, Mısır da okundu, İstanbul da yazıldı sözü tevâfuklu Kur ân-ı Kerim le tekrar tahakkuk etmiştir. İlâhî yardımlarla, ilhamlarla geçen asırlarda Şeyh Hamdullah (Ö: 1520), Hafız Osman (ö:1887) v.b. büyük sanatkârlar elinde tekâmül etmiş olan Kur ân yazısı günümüzde de tevâfukla görsel bir zirveye ulaşmıştır. Kaynakça: Altıkulaç, Tayyar, Hz. Osman a İzâfe Edilen Mushaf-ı Şerîf (Topkapı Sarayı Müzesi Nüshası), İstanbul, 1428/2007 Antik A.Ş. Kültür Yayınları, Yılında Kur ân-ı Kerim, İstanbul, 2010 Derman, M. Uğur, Doksan Dokuz İstanbul Mushafı, İstanbul, 2010 Hayrat Neşriyat, Kur ân ve Tevâfuk, İstanbul 1996 Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru l-halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak (I,II,III), Isparta, 2013 Çağbayır, Yaşar, Ötüken Büyük Sözlük (I-V), İstanbul, 2007 Çöğenli, M. Sadi, Bakırcı, Selami, Müsennâ Tevâfuklu Kur ân-ı Kerim, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları no: 14, Erzurum, 2014 Müstakîmzâde, Süleyman Sa deddîn, Tuhfe-i Hattatîn, İstanbul Nursi, Bediüzzaman Said, Rumuzât-ı Semâniye (Osmanlıca el yazma), İşârâtü l-i câz fî Mezânni l-i câz, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul, Mektûbât Mecmuası, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul, Zülfikar Mecmuası, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul, 2011 Rado, Şevket, Türk Hattatları, İstanbul, tarihsiz.

44 Bir mahmur sarsıntıyla seslendim dağlarına Yere diz, vurmak için geldim kutlu kapına Leylalar büyümeden girdiğim çıkmazların Göklerini buladım mehtapların kanına Vakitsiz şarkıların dalgalandı dilimde Yüzümü tutuşturdum beyaz alınyazına Mecnûnun hikâyesi gökçekimli değildi Mumyalanmış köpükler sızarken her yanına Karanfiller kokuna yeni şerhler düşerken Kanımdan renkler serptim dağlarının başına Akşamların yakamı gül çağına düşürdü Darağacı kurarak beklediğim yarına Nerede kar kışının göğsüme vuran sesi Sevda olup sıkıştım serçe yuvalarına Bir daha yorumlasam eflatun tarihini Yitip giderim senin kanlı ıslaklığına Omuzlarım karanlık devranlara çarparak Başımı taşıyor bak Palandöken dağına Nerede yeryüzünün koynumda titremesi Düşlerimi ıslatıp girdim senin yasına Çıplak kirpiklerimde dalgınlığına mahrem Mecidiye dönüyor kalbimin enkazına O kardelen yankını dur bir daha duyayım Bulutlar çılgın çılgın düşmeden ilkyazına Yitirdiğim şarkıyı dağlarında bulamam Otuzüç kelle ile cürm işledim adına Alının nallarına yapışan bir toz gibi Ne oyunlara geldim düşüverdim kıyına Ey sen ki rüzgârını saçlarıma dolayan Bir kutlu tövbe için yine geldim kapına Fotoğraf: Cahit ARPACIK - Erzurum Ovası

45 Nazir AKALIN Erzurum Kasidesi

46 44 / 45 Aziziye Belediyesi ERZURUM LÂLA MUSTAFA PAŞA CAMİİ (LÂLA PAŞA CAMİİ) Prof.Dr. Hüseyin YURTTAŞ Erzurum şehir merkezinde, Cumhuriyet Caddesi üzerinde yer alan Lâla Paşa Camii, günümüze ulaşamayan eski Şehir Surlarının da içerisinde, merkeze yakın bir konumda inşa edilmiştir. Lâla Paşa Külliyesi olarak nitelendireceğimiz yapılar topluluğundan geriye kalan, cami ve hamam yapısıdır. Mektep ve sarayı tamamen ortadan kalkmıştır. Cumhuriyet Caddesi nin kuzeyinde yer alan Cami nin batısında mektebi, yol aşırı güneyinde de sarayı yer alıyordu. Hamamı hakkında kesinlik olmamakla birlikte, Lâla Paşa nın hayratı arasında kabul edilirse, günümüzde Tebriz Kapı nın doğusunda, Dabakhane Çeşmesi yakınında çalışır vaziyettedir. Erzurum un Osmanlı döneminden kalan en güzel eseri Lâla Paşa Camii, Osmanlı Mimarisinin geliştirdiği merkezi plânlı camilerin bir örneğidir. Bu türün en görkemli örnekleri İstanbul Şehzade, İstanbul Süleymaniye ve İstanbul Sultan Ahmet camileridir. Ölçülerin ne denli üst noktalara çekildiğini göstermesi açısından bu eserler birer şaheser olarak karşımızdadır. Lâla Paşa Camii nde ölçüler küçük tutulsa da mekânsal etki anıtsal örneklerle benzerdir. Amaç cemaati olabildiğince bölünmeden tek bir kubbe altında toplayabilmektir. Caminin banisi olan Lala Mustafa Paşa, 1510 tarihinde Bosna/Sokoloviç köyünde doğmuştur. Kara lakabı ile de anılır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında devşirilerek, saraya getirilmiş ve eğitimini müteakip daha sonra çeşitli görevlerde bulunmuştur. Şehzade Selim in lalalığını yapmış, 1562 yılında Erzurum Beylerbeyliğine atanmıştır. 13 ay sonra 1563 yılında Halep Beylerbeyliğine nakledilmiştir. Kıbrıs, Gürcistan ve Şirvan ın fethini gerçekleştirdiği için Kıbrıs, Gürcistan ve Şirvan fatihi olarak anılır yılında İstanbul da vefat etmiş Eyüp Sultan Camii haziresine defnedilmiştir. Külliyenin ana yapısı olan cami mihrap üzerinde yer alan üç satırlık sülüs kitabesine göre 970 H./ M. yılında yaptırılmıştır. Kitabe metni şu şekildedir: Ammere Haze l-cami raciyen lirahmeti r-rahim fi

47 eyyami zılli l-âlîmi es-sultan Süleyman Han ibni s-sultan Selim. Mustafa Paşa bin Abdülmûkim Lâlayı ibni s- Sultan Selim meddallahu zıllehu bi imdadi inayeti l-kadîm Tekabbelallahu hayri amirihî bil keremi el-amîm ve ulhime li beyânı tarihihi binâ ül-mescidi üssise ale t-takvâ Fi sene sebîn ve tis e mieh- Sene 970. Anlamı: Bu cami, Rahim Allah ın rahmetini dileyerek, Alim Allah ın gölgesi Sultan Selim oğlu, Sultan Süleyman Han ın günlerinde, Sultan oğlu Selim in -Allah kadim inayetinin imdadiyle gölgesini uzatsın- Lâlası Abdülmukîm zade Mustafa Paşa tarafından yaptırıldı. Allah yaptıranın hayrını umumi olan keremiyle kabul buyursun. Tarihini beyan etmek için Allah Mescidin binası takva üzere tesis kılındı yı ilham etti. Sene 970. Bu kitabede Mescidin binası takva üzere tesis kılındı ibaresinden, ebced hesabına göre 970 rakamı çıkmaktadır ki bu tarih aynı zamanda yazıyla ve rakamlarla da yazılmıştır. Kitabeye göre Lala Mustafa Paşa Camii, H.970 / M yılında Kanuni Sultan Süleyman ın oğlu şehzade Selim in Lâlası Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mimar Sinan ın kaleme aldırdığı Tezkiretü l-bünyan ve Tezkiretü l- Ebniye adlı eserlerde Lâla Paşa Camii nin ismi geçmektedir. Ancak caminin plân ve projesinin Mimar Sinan tarafından İstanbul da yapıldığı, uygulamasının ise gönderilen bir ekip tarafından Erzurum da gerçekleştirildiği ve Sinan ın bu caminin yapımına, kendisinin doğrudan katılmadığı kaynaklarda belirtilmektedir. Evliya Çelebi eserinde, Lâla Paşa Camii nde Vâni Efendi nin vaaz verdiğini, güzel sesli imam ve müezzinlerinin bulunduğunu belirtmektedir. Lâla Paşa Camii günümüze gelinceye kadar birçok onarım geçirmiştir. Cami ilk olarak Lâla Paşa evkaf nazırı Hamdi Efendi tarafından 1581 yılında onartılmış ve bir de onarım kitabesi konmuştur. Ancak kaynaklardan öğrenebildiğimiz bu onarım kitabesi günümüzde mevcut değildir H./1694 M. yılında Pervizzade Feyzullah Efendi tarafından caminin giriş kapısı yenilenmiş ve kapının süslü kitleyi yaptırılmıştır yılında III. Ahmet tarafından Kadı Mevlana Feyzullah a gönderilen fermanla caminin yanmasına sebep olan çevredeki kahvehaneler yıktırılarak cami onarılmıştır yılları arasında Erzurum Valisi olan Osman Nuri Paşa tarafından yeniden onartılmış ve bir muvakkithane yaptırılmıştır. Ancak bu yapı günümüze ulaşamamıştır yılında da Vali Mehmet Emin Paşa tarafından kubbe eteğindeki kandilliğin demir parmaklığı yaptırılarak buraya kandiller astırılmıştır yılında caminin son cemaat yerinde üç yönde ve doğu, batı girişleri üzerindeki ahşap payandalara oturan saçak ve sundurmalar sökülmüştür. Kalem işleri, kemer ve duvarlardaki eriyen taşlar yenilenmiştir yılında caminin pencere, kapı ve kubbesi onarılırken ön kısma da bir şadırvan eklenmiştir ve 2005 yıllarında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından onarılmıştır yılındaki çevre düzenlemesinde caminin kuzeyindeki şadırvan kaldırılmış, yerine yine ahşap bir şadırvan kurulmuştur. Eski şadırvana ait bezemeli ahşap sütunlar (Kilise Kapısı nda yıkılan bir kiliseye ait olduğu bilinen yüksek ka-

48 46 / 47 Aziziye Belediyesi bartmalı on dört ahşap sütun üzerinde, figürlü ve bitkisel süslemeler bulunmaktadır.), Vakıflar Bölge Müdürlüğü nün deposunda muhafaza altına alınmıştır. Plan ve Mimari Özellikleri: Lâla Paşa Külliyesi; cami, saray, mektep, hamam, muvakkithane ve şadırvandan oluşan bir Osmanlı külliyesidir. Külliyeden günümüze cami ve hamam ulaşmıştır. Cami merkezi planda inşa edilmiştir. Kuzey cephede, mukarnas başlıklı sütunlara oturan, sivri kemerli, kubbelerle örtülü beş gözlü son cemaat yeri bulunmaktadır. Caminin en önemli cephesi olan kuzey cephede bulunan taçkapı çok sayıda silme ile çerçevelenen mukarnas kavsaralı ve mihrabiyelidir. Bu ana girişten başka doğu ve batı cephelerinde kuzeye yakın birer girişi, ayrıca güney cephenin doğu ucunda da bir hünkâr mahfili girişi bulunmaktadır. Kuzey cephede girişin sağında ve solunda altlı üstlü şekilde düzenlenen dörderden sekiz pencere bulunmaktadır. Pencerelerin arasında paralel olarak birer mukarnas kavsaralı mihrap yer almaktadır. Alt sıradaki pencerelerin alınlıklarına sır altı tekniğinde çini panolar yerleştirilmiştir. Sağ taraftaki mihrap nişi üzerinde Sultan IV. Mehmet tarafından yazdırılan on dört satırlık Emirname tarihlidir. Emirnamenin yazıları hattat Ömer tarafından yazılmıştır. Güney cephe pencere düzeniyle, kuzey cepheyle paralellik göstermektedir. Bu cephede farklı olarak, üst kısımda ortada altıgen iki pencere ve bugün iptal edilen yuvarlak kemerli bir hünkâr girişinin olmasıdır. Caminin batı cephesinin alt sırasında iki, üst sırasında da sivri kemerli alçı şebekeli beş pencere bulunmaktadır. Doğu cephesi, düzenlenişi ile batı cephesinin bir tekrarıdır. Caminin minaresi son cemaat yerinin kuzeybatı köşesindedir. Gri, beyaz ve kırmızı renkli taşların alternatif dizilmesiyle oluşan minare, kısa kaideli ve kalın silindirik gövdelidir. Minarenin gövdesinin kısa ve kalın oluşu bölgenin iklim şartları ve deprem kuşağında bulunmasıyla ilintilidir. Ayrıca Mimar Sinan ın minarelerinde yapıyla bir uyum görülür. Minareye, batı kapı arasındaki duvar içinden taş merdivenle çıkış sağlanmaktadır. Caminin asıl ibadet mekânı kareye yakın x m. boyutlarında olup, ortada m. çapındaki kubbe, sekizgen dört ayakla taşınmaktadır. Kubbenin dört köşesi 4.50 m. çapındaki küçük kubbelerle, ara kısımlar ise dört yönde yarım çapraz tonozla örtülmüştür. Mekân bütünlüğüne katkı sağlayan örtü dış kısımda aynı şekilde yansıtılmıştır. Kubbe ve tonozların içerisi klasik anlayıştaki kalem işleri ile bezenmiştir.

49 Çift sıra pencerelerle aydınlatılan caminin harim kısmında kuzeyde girişin sağ ve solunda üstte sivri kemerli dört pencere yer alırken, altta ise dikdörtgen çerçeveli sivri kemer alınlıklı pencereler bulunmaktadır. Alınlıklarda çini sır altı tekniğinde nefis sülüs hatla ayet ve hadisler yazılıdır. Girişin solundaki iki pencere ile doğu ve batı girişlerin çini alınlıkları kırıldığından bu kısımlar kalem işi ile yeniden bezenmiştir. Güney duvarında üstte altıgen iki pencere ile sivri kemerli dört pencere şemse motifli vitraylıdır. Alttaki pencerelerin sivri kemerli alınlıkları çini panoludur. Üstteki pencereler içten vitraylı dıştan alçı şebekelidir. Kıble duvarının ortasındaki taş mihrap mukarnas kavsaralı olup, üzerinde üç satırlık sülüs yapım kitabesi bulunmaktadır. Beş profille hareketlendirilen mihrap en dışta bitkisel başlıklı sütuncelerle sınırlandırılmıştır. Oldukça geniş bir alanda değerlendirilen mihrap nişi içerisinde de iki satırlık mermer üzerine yazılmış 1870 tarihli bir onarım kitabesi bulunmaktadır. Lalapaşa Cami nin ahşap minberi XX. Yüzyıl başlarında yapılmış olup, orijinal mermer minberi, caminin çinilerinin bir kısmıyla birlikte Ruslar ve Ermeniler tarafından parçalanmıştır. Caminin içerisinde, mihrabın sağında yer alan sekizgen müezzin mahfili, güneybatı köşede paşa (hünkâr) mahfili ve kuzey duvar boyunca uzatılan mahfil olmak üzere üç mahfil bulunmaktadır. Caminin içerisindeki vaaz kürsüsü de son yılların eseridir. Süsleme Özellikleri: Camide süsleme unsuru olarak çini ve kalem işi süsleme ön plandadır. Caminin iç ve dış cephedeki alt pencerelerin sivri kemerli alınlıkları ayet ve hadislerden oluşan çiniler, XVI. yüzyıl desen ve renkleriyle sır atlı tekniğinde uygulanmıştır. Özellikle mercan kırmızısı, yeşil, lacivert, beyaz, mavi gibi renklerle bahar dalları, narçiçeği, gül, menekşe, hançer yaprakları, rumiler, kıvrık dallar ve yazı ile belirtilen panoların bezemeleri oluşturulmuştur. Alınlıklardaki orta alana ayet ve hadisler yazılmış diğer boş kısımlar da bitki motifleri ile doldurulmuştur Camide kullanılan diğer süsleme ise kalem işidir. Harimi örten büyük kubbe, köşelerde ve son cemaat yerindeki küçük kubbeler ve tonozların içleri ile geçiş elemanları klasik üsluba uygun kalem işi ile bezenmiştir. Çeşitli onarımlarla günümüze gelen kalem işleri renk ve motif olarak çini süslemeyle paralellik göstermektedir. Cami içerisinde yer alan levhalardan biri, Erzurum Beylerbeylerinden ve aynı zamanda hattat olan Çeteci Abdullah Paşa ya aitti. Yazdığı büyük boy levha son zamanlarda kaldırılarak yerine yine aynı ibare yazdırılıp asılmıştır.

50 48 / 49 Aziziye Belediyesi Lala Mustafa Paşa, yaptırdığı cami için vakfiye düzenletmiş, pek çok menkul ve gayr-i menkul mal vakfetmiştir. Vakfettiği taşınmaz mallar arasında Erzurum da evler, 36 dükkân, 10 mağaza, 7 hücreli ahır, Şavşat nahiyesinde ve başka yerlerde 20 den fazla köy, 10 değirmen, Gümüşhane de hamam, han, dükkânlar, gümüş madeni yakınında tarlalar, Ardanuç ta ve Malazgirt civarında tarlalar, değirmenler, bağlar ve bahçeler gelir olarak vakfiyeye dâhil edilmiştir tarihli vakfiyeye yapılan eklentide, Trabzon ve Gürcistan da köyler ve dükkânlar da yer almaktadır. Camiine taşınır eşya olarak, rahleleri ile 6 büyük Kuran ı-kerim, iki bakır şamdan, 1 adet üç kollu şamdan, 4 çırağpâye (kandil ayağı), 3 adet nakışlı kandillik, 14 parça büyük halı, 1 devetüyünden nakışlı halı, mihrap için iki seccade, 7 adet mihraplı kilim. Vakfedilen Kuran ı-kerimlerin bazılarının hattatları Erzurumludur. Lala Mustafa Paşa, yaşadığı yüzyılın hareketliliğine ve görkemine ayak uydurmuş, kısa süre Beylerbeylik yaptığı Erzurum da, adının sonsuza dek anılmasını sağlayacak bir eser bırakmıştır. Ruhu şad olsun. KAYNAKÇA A. KURAN, Mimar Sinan, İstanbul, İ.H. KONYALI, Abideleri ve Kitabeleri İle Erzurum Tarihi, İstanbul, Ş. TURAN, Lala Mustafa Paşa Hakkında Notlar ve Vesikalar, Belleten, C. XXII, S. 88, Ankara, 1958, s D. AYDIN, Erzurum Beylerbeyiliği ve Teşkilatı Kuruluş ve Genişleme devri ( ), Ankara, H. GÜNDOĞDU, Erzurum Lala Paşa Külliyesi, Ankara, H. YURTTAŞ, H. ÖZKAN, Z. KÖŞKLÜ ve Diğerleri, Suların Yolların ve Kültürlerin Buluştuğu Şehir Erzurum, Ankara, 2006.

51 Erdal GÜZEL

52 50 / 51 Aziziye Belediyesi Koca bir çınar daha devrildi. Erzurum un yetiştirdiği ama kıymetinin farkında olmadığı, değerli hocamız Fuat İğdebeli aramızdan ayrıldı. Şehrin derin hafızalarından biri daha toprak oldu. Birikimi, kabiliyeti ve çağdaş bakış açısıyla farklı bir kişilikti Fuat Hoca. Düşünceli bakışları, sessiz ve anlamlı konuşması, zevkli giyimi, kibarlığı ve filozofları hatırlatan görüntüsüyle Fuat Hoca, Erzurum da eşine az rastlanan bir büyüğümüzdü. Fuat Hocayı ortaokul da resim öğretmenim olarak tanımış, ilerleyen yıllarda aynı mahallede kendisiyle komşuluk yapmış, aradan geçen uzun bir irtibatsızlıktan sonra hoş bir tesadüfle tekrar buluşmuş, son yıllarda sık görüşür olmuştuk. Hoca sorulduğunda cevap veren ve az konuşan bir insandı. Ağzından çıkacak olan her kelimeyi ölçer biçer öğle konuşurdu. Her sanatçı gibi işin derinliklerinde dolaşır dururdu. Onu, mütevazi kişiliği, mertliği, dürüstlüğü,ve sanatçılığı ile tanımıştık. Ortaokulda okurken, resim dersimize gelen Fuat Hoca, bize resimdeki düşünceyi ve felsefeyi öğretmişti. Yani, her kesin beğenisini kazanan, kart postal resimler yerine, insanı düşündüren, meraklandıran resimleri bize tanıtmıştı. Hocanın, sınıfta, elini çenesine koyarak iki ders boyunca bu resme baktığı olurdu. Resmin ortasındaki tek bir ağaç veya her hangi bir renk, onu farklı yerlere götürürdü. Hoca, bir gün sınıfa suluboya bir resim getirmişti. öğrencilerden birini kaldırarak resmin ortasında bulunan sarı rengin üzerine parmağını koymasını söylemiş ve uzaktan bu resme uzun uzun bakmıştı. sonra,sınıfa dönerek Bu sarı rengi buraya koysa mıydı? koyma samıydı? diye iki senedir düşünüyorum demişti. Hocamızın,resim yapmak için bize vermiş olduğu konularda hayli ilginç olurdu. Bir defasında, bostan korkuluklarının resmini yapmamızı ödev vermişti,ödevleri getirdiğimizde bir hayli garip resimler ortaya çıkmıştı,hocada bu resimlere bakarak bir hayli keyiflenmişti. Hoca, beyaz gömlek, siyah takım elbise ve siyah rugan ayakkabı giyerdi. Giyimi ruh hali gibi titizdi. Bekar bir hayat yaşaması belki de bu titizliğindendi O sanatçı olarak doğmuş, dünyayı sanatçı bakış açısıyla algılamıştı Bir sohbetimiz sırasında, çocukluğunda köyde Kuran öğrenmeye giderken, eline bir kalem geçince suparasının boş yerlerine manzara resimleri yaptığını, yani resme olan yatkınlığının doğuştan geldiğini, ilk okul, ortaokul ve liseyi Erzurum da okuduğunu, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisine gittiğini ve İstanbul da Bedri Rahminin atölyesinde çalıştığını, bu dönemlerde 6 aylık bir Diyarbakır cezaevi macerasının olduğunu söylemişti. Fuat Hoca, okulda daha ziyade fakir ve yoksul öğrencilerle ilgilenirdi bu ilgilenme, O günün koşullarında, kendisine Komünist damgası vurulmasına yetmişti. Biz, Cumhuriyet Caddesindeki Vakıf apartmanlarında oturuyorduk, Fuat Hocada annesiyle birlikte yanımızdaki blokta kalıyorlardı. Komşusu ve öğrencisi olmam münasebetiyle hoca ile aram çok iyi idi. Hocanın nur yüzlü bir annesi vardı, annesinden haberdar olmamız için evinin anahtarını bazen bize bırakırdı, dolayısıyla evine gidip geldiğimiz olurdu.

53 Fuat Hoca, evin duvarlarını tuval yerine kullanırdı, eve her gidip geldiğimizde duvarların farklı renklerde boyandığını görürdük yani evi atölye gibi kullanırdı. Yaz tatiliydi, arkadaşlarımla top oynarken, yanımıza gelen hoca, yarın, okula erkenden gelmemi tembihledi ve gitti. Eve geldim, rahmetli anneme durumu anlattım, o da sabah ben seni uyandırırım ve üzerine temiz bir şeyler veririm gidersin dedi. Eski durumlar malum, canım anam bana uygun pantolon bulamamış,ağabeyimin pantolonunu giydirip,üzerime birkaç beden büyük olan bu pantolonun çok yakıştığın söyleyip beni yolcu etmişti. Okula gidince, ikmale kalan öğrencilerin sınavları olduğunu anlamıştım, bu arada hocam beni karşılamış ve bir sınıfa götürmüştü. Sınıf öğrenci doluydu,ortada bir masa vardı.hoca beni masanın üzerine çıkardı ve elime bir kürek verdi, kımıldamadan durmamı, öğrencilerinde bana bakarak resim yapmalarını söyledi. Kısacası, bir nevi canlı model olmuştum. Hoca gittikten sonra, gözüm öğrencilerin yaptıkları resimlere ilişti, bir de ne göreyim,her kes benim pantolonu şalvar şeklinde çizmişti. O anda pantolonun büyüklüğünün farkına vardım ama iş işten geçmişti, görüntüm kağıtlara resmedilmişti. Bu güzel hatırayı anneme hiçbir zaman söylememiştim. Hocamız boş zamanlarında Erzurum daki iş yerlerinin boya ve dekorasyon işleriyle de uğraşırdı, bu gün bile bazı iş yerlerinde hocanın bu eserlerini görmek mümkündür. İnsanlara yafta vurulduğu o dönemlerde, Fuat Hocada Erzurum dan ayrılmış ve İstanbul a göç etmişti. Zaten, Erzurum çeşitliliğini o günlerde kaybetmeye başlamıştı,hülasa, şehrin demokratları, farklı düşünenleri tek düzey anlayış için feda edilmişlerdi ihtilalı ve yaşanan olaylar, insanların bir birleriyle olan münasebetlerini kesmeye yetmişti. İstanbul a göç eden hocanın, Taksim de,tünel e yakın bir yerde kaldığının haberlerini alıyorduk. Aradan çok uzun yıllar geçmişti, bir gün eczaneme, saçları ağarmış,yaşlıca bir müşteri gelmişti. Elini öptüğüm hocama, kendimi tanıtmış ve ikimizde bir hayli mutlu olmuştuk. Hocam, TOKİ de bir ev almış, artık Erzurum a yerleşmişti, yaz geldiği zamanda en büyük zevki Köprüköy de ki, Deli Çermiğe gidip, orada kalmaktı. Şehrin aydınlık yüzlerinden biri olan ve yakında kaybettiğimiz rahmetli Baki Akçay, Hoca nın en yakın arkadaşlarındandı. Baki abi ve arkadaşlarla birlikte hocanın evinde veya Burak Kazan ın işlettiği Itır Kitabevi nde bir araya gelir sohbet ederdik. Fuat Hoca,Yunan Felsefe tarihini ve Rus edebiyatını çok iyi bilirdi. Geçen hafta yenilenen Temelli kıraathanesine hocayı getirip, bir belgesel yapmak aklımızdan geçmişti, ne yazık ki bu düşüncemizi hayata geçiremedik. İtiraf etmeliyim ki, diğer büyüklerimizde olduğu gibi şehre ait ciddi bilgileri olan hocamızdan da yeteri kadar faydalanamadık. Fuat Hocamızın en büyük arzularından biri, sanatın merkezi olan Paris e gitmekti. En son kendi evinde yaptığımız sohbet esnasında, gençliğinde Paris e gitmek için çok önemli bir teklif aldığını ama annesine bakacak kimse olmadığından dolayı bu teklifi geri çevirdiğini söylemişti. Hocanın Paris benim için fantezi, annem ise hakikatti demesi bizi bayağı hüzünlendirmişti. O Paris i unutup, İstanbul u terk edip, kendi baba ocağına, ana kucağına gelmiş, öldüğümde beni Köse Mehmet Köyü ndeki anamın mezarının yanına gömün diye vasiyet etmişti. Öylede oldu. Öğrencilerinin resimleriyle bir sergi açacaktı olmadı, belki birileri bu görevi yerine getirir diye ümit etmekteyim. Bu şehir onu ve onun gibileri anlayamadı veya anlamak istemedi. Biz öğrencileri ve tanıyanları, onu anladık ve anlatmaya devam edeceğiz. Fuat Hoca, başı dik,onurlu ve düzgün bir hayat yaşadı, her canlı gibi ölümü tadıp, aramızdan ayrıldı. Makamı cennet olsun İlaç isteyen bu beyefendiye yakından bakınca,onun Fuat Hoca olduğunu anlamıştım.

54 MENDİL 52 / 53 Aziziye Belediyesi DEYİPTE GEÇMEYİN Öztürk AKKÖK

55 Burnunun direği sızlayan her insanın en yakın dostudur mendil. *** Yaşaran gözler, onunla silinir mesela. Sanatkârın alnından dökülen boncuk boncuk ter, kıvrımlarında gizlenir mendilin. Bunalan hastanın, yorulan yolcunun yelpazesidir o. Istırabımızın içli, buruk damlalarını ona emdirir... Vedalaştığımız dostlarımıza, sevgililerimize hüzünlü sallayışlarla buseleri, özleyişleri yine onunla göndeririz. *** Gönlün sırlarını sarmalayan mendil, güneşe siperlik, tepede gölgelik olduğu gibi, bazen de büklüm büklüm bükülür de; yağ satanların, bal satanların kahkahaları altında sırtlara iliştirilen bir işarete dönüşür. *** Kibar efendisinin göğsünde yaprak yaprak açan bir gül dür mendil, ya da hanımefendilerin çantalarında zarafetin oyalı ipeklisi. *** Davul a, zurna ya, bar a gelindiğinde... Dadaş ın parmakları arasında enerjiye dönüşür mendil! Ve tey tey lerin, can can diye yankı bulduğu ortamlara; her mendil sallayışı ruh katar, anlam katar, güzellik katar. *** Onunla cilveleşir, onunla oynaşır, onunla coşar Dadaş! *** Dadaşım ın beyaz mendili neyse, ana sının yazma sı, baba sının mahrama sı da odur, fark yoktur aralarında! *** Mendilin büyük boylu olanın adıdır mahrama. İnce pamuklu dokumalardan yapılır/dı genelde. Evin ağasının, dedesinin, babasının filesi, poşeti, torbası gibiydi bir zamanlar. *** Çarşı - pazardan alınan sebze, meyve ya da benzeri ürünler, mahrama ya bohçalanır, öyle taşınırdı evlere. Alınanı kimse görmesin, imrenmesindi amaç. *** O mahrama, yeri gelir besmele ile salınan abdestin suyuna havlu olur... Yeri gelir sofra bezi gibi kurulurdu orta yere. *** Mahrama yı bilenimiz var mı, bilemem. Ya mendilin asaletini hatırlayanınız? *** Unuttuğumuz kesin! *** Şimdi kağıt mendiller var elimizin altında! Kullanışı çok da kolay! Ama yapay. *** Ne oyalı beyaz mendilin büyüsü var ruhunda, ne Dadaş ın bar ına heyecan katan enerjisi. *** Çoğu bir kullanımlık. Ucuz da. Sil ve at! Öylesine kolay işte! Sil ve at, nereye denk gelirse artık. Tıpkı buruşturup, sokağın kirli kaldırımlarına fırlattığımız insanlığımız gibi. *** Yazık!... Önemli not: Bu yazı, dostum, ağabeyim, bir kültür adamı, Erzurum Barları dendiğinde ilk akla gelen isimlerden birisi olan Atila Ağrılı tarafından kulağımıza fısıldanmış, bizim de karınca kararınca katkı yaparak son şeklini verdiğimiz hale dönüşmüştür.

56 54 / 55 Aziziye Belediyesi 76.YILINDA HAREKET İN RUHU VE ERZURUM Hareket Dergisi, 1939 Şubat ında İzmir de Nurettin Topçu Hocanın sahibi ve umumi neşriyat müdürü olduğu fikir sanat ve ahlâk dergisi olarak yayın hayatına başlamış. Nurettin Topçu nun 1909 doğumlu olduğuna bakılırsa otuz yaşında İzmir de öğretmenlik yaparken Hareket Dergisi ni çıkarmıştır.

57 Muammer ÇELİK Felsefe doktorasını yaptığı Fransa dan 1934 te memlekete döndüğünde üniversiteye alınmadığını, liselere felsefe öğretmeni olarak tayin edildiğini görüyoruz. Onu dergi çıkarmaya iten sebeplere baktığımızda Hocayı, okutan ve Fransa ya gönderen devlete, vatana ve millete kendini borçlu hissetmesi bu borcunu ülkesine, düşünerek, fikir ve çözüm projeleri ortaya koyarak ödemeye çalıştığını, yine bir Müslüman olarak İslâmî harekete bir katı sağlamak amacında olduğunu anlıyoruz. Nurettin Topçu Hocaya biraz derinlemesine baktığımızda, her şeyden önce dava sahibi, meselesi ve derdi olan bir aydın olduğunu yazdığı yazılarında görüyoruz; Hak adına yüz yıllarca cihat etmiş bir milletin çocuklarıyız. Bin yıllık tarihimiz, adımında ilimle ahlâkın, şerefle adaletin tarihi olmuştur. Ecdadımız bu topraklarda asırlarca aşk ve imanın saltanatını yaşattı. Bu yurtta her ocak mukaddes bir ocaktı ve insanlar birbirlerinin kardeşi idiler. Sonra ne olduk? Bin yıllık iktidarımız yerini nasıl acizlere terk etti? Asırlarca süren Haçlı saldırılarıyla zerre kadar sarsılmayan benliğimiz, Haçlılar bizim içimize nüfuz ettikten ve bizim kendi yumruklarımızın şeklini kazandıktan sonra, varlığımızı yere serdiler. Bir gün geldi ki müesseselerimizde düşman ruhunu barınır gördük. Hoca yazılarını her zaman bir muhalif kalem olarak kullanmıştır: Bize hayat hakkımızı bile koruyabilmek için, ruhumuzu riyakârlıkla korkaklık batağında boğmak isteyen yumruklar yağdırıldı. Muazzam bir Rönesans ın fecrinde kurulmuş bir millettik. Sonra birkaç asır içinde dünyamız karardı. Ve bizim dünyamız kararırken eski barbar garplıların çocukları yenidünyaların keşfine başlıyorlardı. Yakın tarihimizin fedakâr çocukları, selamet çareleri aramaya koyuldular. Kimisi orduda ıslahatın, kimisi devlet müesseselerinde yenileştirme hareketinin, kimi de garp âlemine ayak uydurmanın derdimize devâ getireceğini umdular. Bunlar samimi idiler. Fakat görüşleri dardı ve ufukları henüz doğan buhranın sisleriyle örtülmüştü. Ancak araştırmalarındaki samimiyet, kalplerindeki vatanperverlik duygusu tabii inkişa-

58 56 / 57 Aziziye Belediyesi Murat Türker Tüfekçi Arşivi fına bırakılsaydı, selâmetimizi doğuracak güneşe ulaşabilirdik. Temel meselelerle sisteme itirazını görüyoruz. Rönesans hareketleri üzerine yazdığı diriliş yazılarında Nesillerimizi bir rönesansa kavuşturmak vazifesini omuzlarınıza yükleneceksiniz: Her rönesans bir hikmet getirir. Bizim rönesansımızın hikmeti, bin yıllık tarihimizin ruh cephesini araştırmakla meydana çıkaracaksınız. Elde edeceğiniz bir felsefe sistemi olacaktır. Bu felsefenin özü, manevi varlığımızda barınıyor. Biz ruha inanıyoruz. Ruhun hareketiyle içtimai bir nizamın kurularak çürümüş bir hayata son verilmesini istiyoruz. Hoca İslâm dünyası ile ilgili gelişmelere ait yazılar da ortaya koyar: Onuncu asırda Harran da doğan İslâm rönesansı ahlâkî feyzini, İslâm ın mevsuk şekli, Muhammed in samimi tarikatı olan tasavvufta verdi ve bu hareket ilk hamlesinde İslâm dinine giren Türkmen den o asırlarda Anadolu da bir millet yarattı. Bu rönesans ahlâkı kıymetlerini her yerde olduğundan fazla onuncu asırda başlayan millî tarihimiz içinde bu tarihin, on beşinci asırda Bizans ın alınmasına kadar varlığımızı temsil eden asırlarında yaşattı. Asya ve İslâm ülkeleri ile ilgili düşüncelerini şu şekilde ortaya koyar: Asya kavimlerinin bütün bilgileriyle kendi benliklerine ulaşmalarına ve Asya içinde bir rönesans yapmalarına engel, fikir ve zekâyı fayda ve pratiğin vasıtası yapmış olmalarıydı. Bunların bütün bilgileri dinle sihrin dünya hayatında bizi idare eden kuvvetlerini iyi kullanabilmek için birer pratik vasıtası idiler. İnsan zekâsı pratik hayatın bu tazyikinden, bu esirlikten ilk defa eski Yunanistan da kurtuluşu âleme ilan etti. X. asrın İslâm rönesansı ise üç asırlık Emevi ve Abbasi saltanatlarının istibdadından kurtulan İslam zekâsı mahsullerinin bu istibdattan uzak bir yerde, Harran da yeni bir hayata kavuşturmaları idi. Nurettin Topçu Hocaya göre çağımızda Batı dan rönesans beklenemez. Çünkü Batı, geliştirdiği sanayi ile insanları köleleştirmiş, sömürgecilikle de zorbalığını pekiştirmiştir. Bunun için gelişme şartlarımız Avrupa dışındadır. Yanı kendi içimizdedir. Her rönesansın bir romantizmi, ruhtan çıkararak bütün kâinatı kucaklayan sonsuz bir hamlesi vardır. Anadolu nun çocuklarından bu hamlenin iradesini âleme tanıtacak bir kımıldayış, ilim, ahlâk sanat ve inançlar dünyasında böyle bir seferberliğin ilanını bekliyoruz. Her rönesans, akıldan fışkıran güneş ışıkları gibi, yine aklın ortaya koyduğu metotlarla ilerler. Kuruluşunuzun ilk gayesi, aklın aydınlıklarını kullanmasını bilmek olmalıdır. Hareket Dergisi nin bu ilk döneminde itirazını ve ortaya koyduğu fikirleri bu şekilde anlatmaya çalışır. Onun vicdanı, mesuliyeti ve imanı güçlere boyun eğmekte değil, Allah tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 59/18 ayetin işaret ettiği gibi Rabbine boyun eğmekti. Tıp ta ağrı yı tedavi etme yöntemi vardır. İşte muhalif duran millî aydınlar da yaşadıkları cemiyetlerin ağrı larını tedavi ederler. Ahlâkla, bilimle sistemi sıkıştırarak düzene sokmaya çalışırlar. Nurettin Topçu Hoca da böyle bir aydındır. Hareket Dergisi nin birinci döneminde yanında bulunan arkadaşları şunlardır. Cahid Okurer, Ali Ölmez, Mehmet Kaplan, gibi memleket severlerle rejimin otoritesine boyun eğmeden mücadelelerini vermişler. Bu dönemi, yarınki Türkiye nin kurucularına şöyle seslenerek tamamlamışlardır. Hep kendiniz olarak yaşamaya azmedeceksiniz. Türlü endişelere şahsiyetini feda eden ve çeşitli temayüllerle uzlaşma siyasetini kullanan teşekküllere, milliyetçilik dairesi içinde bulunsalar bile, asla el uzatmayınız. En kıymetli metaınız karakter olsun. Hakkın sahipleri oldukları halde sesleri boğulmak, kalpleri gömülmek istenen, vicdanları tehdit altında bulunan milletlerin yanında yer alınız. Millet vicdanının sizinle beraber olacağından şüphe etmeyiniz. Kuvvetiniz ruh ve hakikatin kefaleti, şiarınız samimiyetle cesaret olsun! Hareket Dergisi, Mart 1947 de ikinci dönem olarak

59 yayın hayatına şu şekilde başlar: İnsan idealimizi yeter derecede belirttikten sonra, ikinci safhada insan ruhunun pak zemininde yükselmesini istediğimiz milliyetçilik dâvamızı ortaya koyduk. Batı nın barbar milliyetçiliğinden ayırdığımız Anadolu Türkü nün milliyetçilik dâvasının bir devrin şaşkınlığı içinde zannedildiği gibi, yirmi otuz yıllık olmayıp bin yıllık tarihi olduğunu gösterdik. Müslüman olan Türk ün Anadolu nun doğu kapısından Malazgirt ten sonra girerek mübarek yurdu İslâm ruhuyla doldurduğunu anlattık. Bu devirde Osmanlı tarihi diye adlandırılan millî tarihimizin en muhteşem bölümünün, Peygamber ve Ashab devrinin, uzun bir zaman fasılasından sonra, adeta devamı olduğunu açıkladık. Çoğunluk milletle dini yan yana hatta iç içe düşünmekte güçlük çekiyordu. Bunlardan biri beden, diğeri ruhtur. Bedensiz ruh düşünülemeyeceği gibi, ruhsuz beden de bir iskeletten ibarettir dedik. Bu dönem Hoca nın yazar kadrosu biraz genişler. Bunlar, İ. Hakkı Aladağ, A. Rıza Alp, Şevket Arı, K. Fikret Arık, R. Oğuz Arık, Oktay Aslanapa, Mustafa Ateş, Cevdet Aydemir, A. İhsan Balım, Selami Başkurt, Lütfü Bornovalı, Tarık Buğra, H. Basri Çantay, Z. Ömer Defne, Ahmet Kabaklı, Mehmet Kaplan, Cahit Okurer, Mehmet Ulaş, Muzaffer Uyguner, H. Ziya Ülken, gibi yazar kadrosuyla l949 da yirmi sekiz sayıyla ikinci dönemini şöyle tamamlar: Harp meydanında Bedr in aslanları nasıl döğüştülerse, ruh cephesinde sizde öyle döğüş meye Allah ın huzurunda and içeceksiniz. Her sahadan gelecek yıldırıcı tazyiklere rağmen, bir an için olsun yolunuzdan duraklamadan, kuvvet karşısında eğilmeden, siyaset yapmadan, namerde yaklaşmadan, bir kelime ile ruhunuzu vücuda ve vücudun esaretine teslim etmeden yürüyecek ve muzaffer olacaksınız. Metin Diler Arşivi Hareket Dergisi nin üçüncü dönemi Ocak 1966 da başlıyor. Bu dönem bir okuldur. Derginin kurucusu olan Nurettin Topçu Hocadır. Derginin sahibi ise Ezel Erverdi dir. Derginin sunuşu şöyledir: Geçen yıllar içinde Hareket çilesini doldurdu. Tohum meyve verdi. Olgunlaşan gövdeden, çürük dallarla zehirli yemişleri ayıklamak zamanı geldi. Şunu öğrendik ki kendi varlığının sınırları içerisinde daralan kalb kendi kendine zulmeder. Hakîm diyor ki Hesabın faydalı olduğu düşüncesi, aldatıcı bir vehimdir. Egoizm çok kere kendi hesaplarının hilafına yol alır. Hareketlerimiz, sade bizim kendi hareketlerimizden ibaret değildir. Hareketlerimizi, kendi en kıymetli hazinemiz halinde, bilinmeyenlere, nankörlere, hatta hırsızlara doğru fırlatıp atmamız lâzım geliyor. Hareketimizi enginliğe fırlatarak bu enginliğin verdiği cevabı dinlemeliyiz. Hareket, bu enginliği kendinde yaşatan ferdin hem ona çağrısı, hem de enginliğin bu sese cevabıdır. Dergi çevresinde büyük yazarlar ve edebiyatçılar yetişir. Bazı yazarları şunlaradır; Niyazı Adalı, Sacit Adalı, Mehmet Aksoy, Şerif Aktaş, Ziya Bakırcıoğlu, Kemal Berk, Fuat Belli, Muammer Bilge, Çetin Baydar, Ali Birinci, Sami Boz, Ali Bulaç, Şevket Bulut, Muzaffer Civelek, Mehmet Coşar, İ.Hami Danişmend, İsmail Dayı, Ahmet Debbağoğlu, D. Mehmet Doğan, Saadettin Elibol, Sabahat Emir, Mehmet Doğan, Celal Erçıkan, Ezel Erverdi, Emel Esin, Necati Fazıloğlu, T.Fikret Göncüler, Abdulkadir Güler, H.Hüsrev Hatemi, H.Perviz Hatemi,Emin Işık, Mehmet Kaplan, Mustafa Kara, İsmail Kara, Bahattin Karakoç, Ali Karamanlıoğlu, Hihat Keklik, O. Selim Kocahanoğlu, Ercüment Konukman, Cemil Kuanç, Mustafa Kutlu, Atilla Maraş, M. Ünal Mengüşoğlu, Cemil Meriç, Orhan Okay, Cahit Okurer, Dursun Özer, İhsan Sezal, Ayhan Songar, Mehmet Sılay, M. İlyas Subaşı, Tamer Şuer, Hasan Tanrıöver, A. Nihad Tarlan, Nurettin Topçu, Abdullah Uçman, Mehmet Ulaş, Durali Yılmaz, Aynan Yücel gibi zengin kadrosuyla fikri yazıların yanında sanat ve edebiyat yazıları da vardır. Bu bazı yazarların eserleri Hareket yayınları adı altında yayınlanır. Hareket yayınlarının ilk ki-

60 58 / 59 Aziziye Belediyesi tabı olarak Mehmet Kaplan ın Nesillerin Ruhu yayınlanır. Geniş bir yazar kadrosu vardır. Ezel Erverdi nin önderliğinde bereketli bir dönem yaşanır. Anadolu ya açılım başlar. Bu açılımın başını Erzurum çeker. İşte yazımızın bir konusu da budur. Hareket Dergisi nin İstanbul da yayın ve faaliyetleri devam ederken Erzurum da da Anadolu Fikir Derneği nin bir şubesini Ezel Erverdi açar. Derneğin ağırlık merkezi kültür ve sanata yöneliktir. Rüstem Paşa Çarşısı nda (Taşhan) derneğin idare hanesi açılır. Burada sinema filmleri getirilerek üniversitede ve Arı Sineması nda oynatılırdı. Bu filmlerden bazıları şunlardır; Birleşen Yollar, Bir Türk e Gönül Verdim, Kuyu gibi filmlerin yanında sanat filmleri de gösterilmiş, o zamanlar sinema etkili olduğu için bu tür faaliyetlere devam edilmiştir. Derneğin idarehanesinde hafta sonları sohbetler ve paneller düzenlenir. İşte derneğin yayın organı olan Adımlar Dergisi, Hareket Dergisi nin çizgisinde yayın hayatına başlar. Dergi yirmi dört sayı çıkar. Derginin sahibi ve mesul müdürlüğünü Mutlu Binol, Yazı İşler Müdürlüğünü M. Atilla Maraş, Yöneticiliğini ise Cahit Çollak yapar. Derginin ortaya koyduğu fikri görüş, Hareketle aynıdır. Anadolu davasını, İslâm davasını geniş şekilde işlerler. Adımlar Dergisi, Erzurum daki istidatlı gençleri açmış olduğu hikâye, şiir, deneme gibi yarışma faaliyetleriyle bir araya toplarlar. Onlara teşvik olsun diye yarışmada başarılı olan şiir ve yazılar yarışma özel sayısı adı altında yayımlanır. Dergi, Ezel Erverdi nin çeşitli mahlaslarla yazdığı başyazılarla devam eder. Derginin, zengin yazı kadrosunda şu isimler vardır; Şevket Bulut, Fahrettin Kırzıoğlu, Saim Sakaoğlu, Oyhan Hasan Bıldırki, Rıfkı Kaymaz, Fazıl Döğücü, Dursun Temir, Yusuf Reha, Sadettin Kaplan, Mustafa Çetin, Şerif Aktaş, K. Fedai Coşkuner, D. Mehmet S. Meramlı, Gürcan Banger, Korkut Akbaş, Mustafa Kutlu, Atife Sezer, Ömer Küçükağa, İhlami Çiçek, İbrahim Kaygusuz, Nevin Ötügen, Muzaffer Taşyürek, Sevgi Gürtunalı, Ayla Yılmaz, Bünyamin Yılmaz, Sevgi Gürtunalı, Mehmet Sılay, Feyyaz İbrahımhakkıoğlu, İzzettin Ören, Hasan Yıldız, İlhami Özkaya, Orhan Aktepe, Yavuz Akpınar, Aziz Bor gibi genç kalemlerle seslerini duyururlar. Amaçlarını şu ifadelerle ortaya koyarlar: Yeni öz nerede? Biçim ithalatçılarının harıl harıl çalışmaları hangi millete mal oldu? Batı kuyrukçuluğunu en geride sürdürmek ve Milli Sanat dendi mi göklere sıçramak, hırsından dudaklarını kanatmak neye yaradı? Sonuç olarak bir başka ideolojinin emrinde olarak yine o horlanan, bayağı kabul edilen değerleri, davranışları, inançları, gelenekleri maskeler arkasında alay konusu edilen halka mecbur kalmadılar mı? İyi niyetliler bir tarafa, devrim adına halkı sömürenler, halkçı geçinenler neler veriyor? Devrimci sanat ile halkın arasında ne gibi bir alış-veriş var? Derginin hemen hemen her sayısında millî edebiyat ve halkın ruhu yansıtılmaya çalışılmıştır. İster devrimci, ister muhafazakâr olsun halka doğru yönelik hareketlerin halkın ruhunu yansıtması lâzımdır. Halka rağmen bir eserin tutulacağı ve tesir edeceği söylenemez. Köksüz olduğu için değer taşımayacaktır. Gelenekler ve tarih, halkçı sanatın kaynağıdır. Bu kaynağın kuruması Millî Sanatı yok eder ve sanatçılar bugün olduğu gibi havada kalırlar. Sanat ve edebiyatımızın kök kazanması, mazı ile kurulacak organik bağın bu günkü hayatta görünmesidir. Sanatçı bu milletin ruhunu yansıtmak istiyorsa, bu milletin değerlerini, inançlarını, geleneklerini yaşamalı, ölçmeli, ortaya çıkarmalıdır. Gibi derginin çizgisi belirtilir. Bu kültür faaliyetlerin yanında zengin bir aile çocuğu olan Ezel Erverdi nin çabalarıyla sanayi ve ticarete başlanılır. Şehrin sanayi ve ticaretini ayağı kaldırmak için örnek kuruluşlar kurulur. Bunlar; kültür, sanat ve edebiyat sahasında Dergâh kitabevi, köylünün mahsulünü değerlendireceği Erzurum Gıda ve Hayvancılık Kooperatifi, Köylümüze yeni bir iş kapısı olsun diye Anadolu Tavukçuluk Tesisleri ni kurdular ve uzun yıllar örnek çalışmalarıyla memleket ekonomisine katkı sağladılar.

61 Hareket Dergisi, üçüncü dönemini de 1976 yılına kadar yüz akıyla getirir. On yılda büyük bir birikim kazanır. Bu arada Dergâh Yayınları kurulur, Hareket yayınları, Dergâh yayınlarına dönüştürülür, yayın sahası genişler. Dergâh yayınlarının bir dizisi de Hareket kitaplarıdır. Anadolu nun birçok şehrinde Dergâh Kitabevleri açılır. 10.Temmuz 1975 te Nurettin Topçu nun vefatı ile Hareketçiler hocaları için bir anma sayısı yayımlarlar. Nurettin Topçu Hocasız üç yıl sonra, dördüncü dönem Hareket Dergisi, Mart 1979 da yayın hayatına şu sunuşla başlar: Bu dergi Hareket yeni bir ad değil. Gerçi yeni yi zaman kavramı ile düşünmek yanıltıcı. Sesi Anadolu nun manevi iklimi ile neredeyse aynileşmiş, Yunus Emre nin: Her dem yenileriz / Bizden kim usanası beyti yeni kavramı için güzel bir çerçeve veriyor. Bu yüzden Hareket hem yepyeni, hem de uyandırdığı çağrışımlarla kırk yıl öncesine kadar götürülebilecek bir isim. Türkiye de kendi çizgisini daima doğrultarak, her kesilişten sonra daha gürleşerek kırk yıl devam ettiren bir başka fikir organı yoktur. Son sayısı iki yıl önce yayınlanmış olan bu derginin elinizdeki sayısı 40. Yılını idrak ettiği günlerde çıkıyor. Hareket bu devresinde de inancının ve fikrinin mücadelesini her vasatta verecek, tebliğini karşıtlarına bile ulaştırmaya gayret edecektir. Bu dergi, inancımıza ve fikrimize sağlam, tesirli bir mücadele zemini hazırlamak azmiyle yayımlanıyor. Yaşadığımız günlerin hesabı omuzlarımıza yüklenmiştir. Gücümüz oldukça bu yükten mesulüz. Bu yüzden, bu dergiyi çıkarmak bir mecburiyetti. Sadece bunu söylemek mevkiindeyiz. Gayret bizden Derginin yayın çizgisi çok zengindir. Ayın Hareket i, Fikriyat, Araştırma-İnceleme, Sanat-Edebiyat, Yayın Hareketleri gibi konu başlıklarını taşır. Derginin künyesi şu şekildedir. Kurucusu: Nurettin Topçu, Sahibi: Ezel Erverdi, Yazı İşleri Müdürü: D. Mehmet Doğan, Yayım Kurulu: Mustafa Kutlu, Ezel Erverdi, Ebubekir Erdem, D. Mehmet Doğan, Ahmet Debbağoğlu, Cahit Çollak, İsmail Kara, gibi geniş bir yayım kulu ile dergi Mart 1982 yılına kadar yirmi dört sayı yayımlanır. Dergide şu yazarlar bulunur: Süleyman Uludağ, Mehmet Kaplan, Rekin Ertem, Abdullah Uçman, Mustafa Kutlu, Nihat H. Azamat, Ali Osman Şahin, Mustafa Miyasoğlu, Zeynep Kerman, Saadettin Elibol, Ezel Erverdi, D. Mehmet Doğan, Ahmet Debbağoğlu, Mustafa Kara, İsmail Kara, Muzaffer Civelek, M. Atilla Maraş, Hayati Hökelekli, İnci Enginün, Durali Yılmaz, Hüsrev Hatemi, gibi yazar kadrosuna sahip olduğunu görüyoruz. Dergi Mart 1982 de son sayısını çıkarır. Bir yayın döneminin daha geride bırakıldığı, gelecekte daha güçlü bir dergi için iktisadi faaliyetlere yönelineceği belirtiliyordu. Böylece Hareket Dergisi, 186 sayılık (Şubat 1939 Mart 1982) bir dönemi de şu şekilde kapatır: 43 yıl içinde yayımlanan Hareket koleksiyonları göz önüne getirildiğinde süren bir mücadele içinde Hareketin yeri daha kolay anlaşılır. Hareket, her merhalede İslâm ı aydınlara ve kitlelere tebliğin çileli yolunu seçmiş kolaya kaçmamış, ucuz kahramanlık ve sahte şöhret heveslerine yer vermemiş örnek bir dergi olmuştur. Hareket in beşinci dönemi veya Edebiyat Sanat Kültür Dergisi Dergâh ve Ülke Düşünce ve Fikir Dergisi: Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen başka işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.94/5-8 Hareketçiler için seksenli yıllar çok sıkıntılı geçer. Kitabevleri bir bir kapanır. Ağırlık olarak kitap yayını yapılır. Dergicilikten uzak sekiz yıl sonra, Mart 1990 da Dergâh Dergisi yayın hayatına başlar. Dergi sanat, edebiyat, kültür ağırlıklıdır. Derginin çıkış amacı şu şekilde ortaya konulur. Dergâh gördüğünüz üzere hacmi küçük, mütevazı bir dergi. Esas itibarı ile edebî verimleri ( şiir, hikâye, deneme, tahlil vb. ) öne almak istiyor. Biz bir edebiyat dergisinin öncelikle yayımlayacağı şiirler, hikâyeler vb.nin kalitesi ile ayakta durabileceğine, bir varlık göstereceğine inanıyoruz. Dergâh ta yayımlanacak yazıların akademik üslupta olmaktan çok, edebî tat verebilen deneme tavrını sürdürmesini; açık ve anlaşılır bir ifade taşımasını arzu ediyoruz. Bu derginin sayfaları herkese açıktır. Edebî verim ve yazıların seçiminde tek bir ölçümüz olacaktır: Seviye. Derginin

62 60 / 61 Aziziye Belediyesi künyesi şöyledir; Sahibi: Dergâh Yayınları a.ş. adına Ezel Erverdi, Yazı işleri: Mustafa Kutlu dur. Dergi bir okul orak Mustafa Kutlu nun öğretmenliğinde, genç nesilden, dört kuşak yetiştirmiş, yetişen kuşaklar kendi dergilerini çıkarmışlardır. Bugün üç yüzüncü sayısında bulunan Dergâh dergisi yirmi beş yıldır aralıksız maşallah yayımlanmaktadır. Dergi kültür, sanat ve edebiyat dünyamıza büyük bir katkı sağlamaktadır. Dergâh Dergisi nde yazan yazarların bazıları şunlardır: İsmet Özel, Hayriye Ünal, Hakan Aslanbenzer, Fazıl Gökçek, Orhan Okay, Beşir Ayvazoğlu, Mehmet Erdoğan, Ali K. Metin, Cevat Akkanat, Turan Karataş, Nihat Hayri Azamat, Furkan Çalışkan, Mustafa Aydoğan, İbrahim Tenekeci, Mustafa Akar, Osman Özbahçe, Mustafa Kutlu, Alpay Doğan Yıldız, Muzaffer Civelek, Ercan Yıldırım, Sezai Coşkun, Selçuk Orhan, Suavi Kemal Yazgıç, Necip Tosun, Hayrettin Orhanoğlu, Mehmet Solak, Ali Ayçil, Işık Yanar, Abdullah Harmancı, Hasan Öztürk, Mustafa Özel, M.Fatih Andı, Nihan Kaya, Abdullah Uçman, Ramazan Gülendam, Fikret Uslucan, Ali Akyurt, Cihan Aktaş, İnci Enginün, İbrahim Sadrı, Ahmet Turan Alkan, Ayşe Şasa, Hüsrev Hatemi, Ali Birinci, Mustafa Armağan, Mustafa Şahin, Süleyman Çobanoğlu, Mustafa Ruhi Şirin, Mustafa Kara, İsmail Kara, Hasan Akay, Süleyman Uludağ, Nuray Mert, Muhsin Macit, Mehmet Aycı, Sücaattin Erdem, İbrahim Kalın, Beraat Demirci, İdiris Demirel, D.Mehmet Doğan, Melek Paşalı, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Nazan Bekiroğlu, Kamil Yeşil, Hülya Aktaş, Sibel Eraslan, Gülçin Durman, Nermin Tenekeci, Pınar Zengin, Aslı Togay, Levent Sunal gibi şair, hikâyeci ve yazarların eserleri aynı zamanda kitaplaştırılarak edebiyatımıza kazandırılmıştır. Haziran 1996 da düşünce ve fikir hayatımıza Ülke Dergisi sunulur. Derginin künyesi şöyledir: Emek gazete ve matbaacılık ltd. şti. adına sahibi ve yazı işleri sorumlusu: Ezel Erverdi dır. Dergi amacını şu şekilde ortaya koyar: Ülke yaşamaya değer bir Ülke yi konuşmak, konuşturmak istiyor. Ülke bu vazifeyi üslenmeye talip olanların dergisi olmak için çıkıyor. Ülke biz ve ötekiler yok, herkes var diyor. Ülke, ülkenin bütününe uzanan bir sorumluluk taşımak, tartışmak, sormak, gözlerden kaçıranları izlemek istiyor. Ülke şu temel ilkelerle yola çıkıyor: Bağımsızlık, adalet, tek yüzlülük, düşünce ve inanca saygı Milletten ve emekten yana tanıklık yapmak, geleceğin tarihçilerin elinde yalnızca, kalpazanların düzenlediği sahte belgeler olmasın istiyor. Ülke, gerçeğin geleceğe kalacak belgelerinden olmak amacında. Ülke siyasetin aldatıcı yönüne, devletin korkulan yüzüne, milletin sahipsiz sesine yönelmek istiyor. İnandığını, inandığı gibi söylemek isyan ahlâkı nın sesi olmak için çıkıyor. Ülke Dergisi de pamuk ipliklerine bağlı olan millî dergiciliğin kaderini yaşar. Haftalık yayınlanan dergi yirmi beşinci sayıda ara vermek zorunda kalır. Haziran 1997 de bu kez aylık olarak yine aynı künye ile yayına şu sunuşla başladılar: İslâm bizim ebedî aşkımızdır. Onun İ sini iktidarınıza, ekmeğinize katık yapmayacağız. Uzun bir yolu seçtik. Hakikate doğru bütün kalbimizle yürümek niyet ve azmindeyiz. Kasım 1999 da kırkıncı sayıda yayına ara verir. Ülke Dergisi, bir kez daha Nisan 2007 de şu künye ile yayın hayatına başlar: Kurucusu: Ezel Erverdi, Sahibi, Ülke Yayın Haber tic. Ltd. şti. adına Asım Onur Erverdi, Yazı İşleri Müdürü; M. Mesut Ballı dır. Derginin sunuşu şöyledir: Biz karınca misali yola çıkıyoruz. Yollara büyük aydınlatma getiremesek de bir ışık yakmak, inanan ve düşünenleri bir araya getirmek istiyoruz. Sabahı beklemeden azığımızı yanımıza alarak yola çıkıyoruz. Dergi, umuttur, mücadeledir, harekettir, daha büyük toparlanmaların başlangıcıdır. Derginin yazar kadrosu: Fatih Gökdağ, Ali İzzet Ak, Yılmaz Tezkan, Cengiz Coşkun, Fuat Ortatepe, Nadir Emrehan, Ezel Erverdi, Muammer Çelik, Burhan Metin, Ergün Yıldırım, Altay Ünaltay,Baykan Sezer, Süleyman Uludağ, M. Serhan Yücel, İlker Jandar, Mehmet Doğan, Hakan Aslanbenzer, Murat Kapkıner, Suavi Kemal Yazgıç, Mustafa Everdi gibi yazarların, zengin yazı metinleri yayınlanır. Üç

63 dönemin toplam sayısı kırk beştir. Ayrıca dergi, merkezi Ankara da olmak üzere Ülke Düşünce Derneği ni kurarak gençliği bir araya toplayıp dünya ve memleket meseleleri üzerine fikir alış verişinde bulunurlar. Dergiden sonra Ülke yayınevi olarak, tarih, strateji, sanat, edebiyat, kültür yayınları yaparak yayın dünyasında yerini almıştır. Doksanlı yıllar Erzurum için şanslı ve güzel yıllardır. Ezel Erverdi nin Dergâh yayınları içinde kurduğu Anadolu Kitaplığı serisinden, Erzurum Kitaplığı nı oluşturdu. Erzurum un tarihinde, devletin ve kurumların yapamadığını Ezel Erverdi yaptı. Serinin ilk kitabı M. Sıtkı Aras ın Erzurum un Manevi Mimarları ile yayına başladı. Bugüne kadar otuz iki eser yayınlandı. Eserler şunlardır: Erzurum un Kara Günleri, Tellibeyzade Hacı Faruk Efendi, Hazırlayan Yunus Zeyrek. Erzurum da Ramazan, H. Ömer Özden. Erzurum Fıkraları, Yaşar Atnur, Mehmet Zeki Kılıç. Bir Şehrin Ruhu: Erzurum Sıtkı Aras. Erzurum Belediyesi Tarihi 1-2 cilt, Murat Küçükuğurlu. Bir Köy Tarihi: Cinis, Enver Konukçu, İbrahim Atnur. Bir Vakitler Erzurum, İbrahim Aydemir. Çıkmaz Sokak, Şadi Tansu. Erzurum da Ziraat Kültürü, Sıtkı Aras, Adem Yavuz Sönmez. Erzurum Efsaneleri, Bilge Seyidoğlu. Erzurum Masalları, Bilge Seyidoğlu. Erzurum Kitabı, Muammer Çelik. Erzurum Kongresi, Muzaffer Taşyürek. Erzurum Şairleri Hasan Ali Kasır. Erzurum ve Çevre Köylerinde Dini Hayat, Ünver Günay. Erzurum Yazıları Çetin Baydar. Erzurumlu Sıtkı Bey Hazırlayan, Mehmet Karataş. Erzurumlu Şair Hâzık, Hüseyin Güfta. Erzurum un Manevi Mimarları, Sıtkı Aras. Hoca, Şeyh Siyasetçi Erzurumlu Yeşilzade Mehmet Salih Efendi, Ömer Hakan Özalp. Hüseyin Avni Ulaş Muammer Çelik. Mahmut Vehbi Efendi, Selman Demir. Milli Mücadele de Erzurum Cevat Dursunoğlu. Süleyman Necati Güneri nin Hatıra Defteri, Ali Birinci. Türkülerde Yaşayan Şehir Erzurum, İsmail Bingöl. Uymazsa Eyyam Bana Uyarım Eyyama, Ahmet Erverdi. Güzel Erzurum, Erdal Güzel. Naim Hoca, Ömer Özden. Rasim Efendi, Ezel Erverdi. Hareket in beşinci dönemi içine alacağımız iki ilmî dergi: Birincisi; Kutadgubilig Felsefe-bilim araştırmaları dergisi, Ocak 2002 de yayan hayatına başlar, yılda iki kez yayınlanan derginin yayım dili Türkçe dir. Yayım yönetmeni: Şaban Teoman Duralı, Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Dergâh Yayınları a.ş. adına: Asım Onur Erverdi, Yayın Koordinatörü: Sadık Türker. Derginin amacı şöyle sunulmuştur: Her toplum, bir kültür bütünlüğü oluşturur. Ama her kültür çevresi, medeniyetleşmiş değildir. Türklük, medeniyetleşmiş kültürlerdendir. Her medeniyet, felsefileşmiş değildir. Ne var ki, Türk kültürünün mensûbu olduğu İslâm medeniyet dairesi felsefileşmiştir. Tarihte üstün kültürler, medeniyetleşmiş olanlardır. Dergimiz sayfalarını bir felsefileşmiş kültür inşâasına katkıda bulunmak iddiasını taşıyor. Derginin, bilim insanlarında oluşan geniş bir yayım kurulu ve hakem danışma kurulu vardır. Ekim 2014 yılı ve 26. Sayısı ile yayın hayatına devam etmektedir. İkincisi; Yeni Türk Edebiyatı hakemli altı aylık inceleme dergisidir. Dergi Mart 2010 da yayın hayatına başlamıştır. Derginin yayım danışmanları; Prof Dr. İnci Enginün, Prof Dr. Yavuz Akpınar, yayın koordinatörü Dr. Sabahattin Çağın Sahibi ve yazı işleri; Dergah yayınları A.Ş. adına, Asım Onur Erverdi. Dergi amacını şu şekilde ortaya koyuyor: Türk edebiyatı araştırmalarında ortaya konulan sonuçları bu alana ilgi duyan kimselerle paylaşmak amacıyla hareket eden bir dergi çıkarmaya karar verdik. Derginin zengin bilim insanlardan oluşan bir kadrosu vardır. Ekim 2014 ve 10. Sayısı ile yayım hayatına devam etmektedir. Yaşadığımız bu dünyayı kirleten ve kötülükler bırakanlara karşı yalnızca, iyilik ve güzelliklerle beraber vatan ve millet davasını ayakta tutmaya çalışan hiçbir güç ve kuvvet karşısında eğilmeyen Rabbinden başka ilahı olmayan, mertçe yaşayan, yeryüzünün bütün delikanlılarına selam olsun. Varlığımıza, düşünce tarihimize fikir üreterek eserler ortaya koyan, kültür, sanat ve edebiyatımıza her zaman bir mektep gibi büyük katkı sağlayan, içimizdeki çırpınışları ve yaşadığımız hayatı kıymetlendiren Sevincimizi bulmamıza vesile olan, yayın dünyamıza temel eserler kazandıran Hareketçileri (Dergâh Yayınlarını) Rabbim sağlıklı, mutlu ve başarılı kılsın. Amin

64 62 / 63 Aziziye Belediyesi Sermin Nurcan AZİZOĞLU Evvel zaman içinde, masal masal içinde, devler cirit oynarken masalların içinde. Masalları kaybettim samanlığın içinde. Samanlık dediğime bakmayın, samanyolu dense yeri var. Bir samanlık ki ucu yok bucağı var. Burada masalların aslı yok astarı var. Derken efendimin ağası, samanlığın samanını bir kalbura doldurdum. İnce eleyip sık dokudum. Samanlıkta masal aramaya koyuldum.

65 Masalları ararken bula bula bir iğne buldum. İğnenin yıldızından Hindistan ı seyre koyuldum. Al gözüm seyreyle, ırakları yakın eyle. Hindistan da sular seller akar. Hint fakiri Everest e bakar. Everest ten öte Palandöken dağları. Bu dağların soğuğu hasta eder sağları. Derken efendim, konaraktan göçerekten, Palandöken Dağı na tırmanmaya koyuldum. Su buldum, buz tutmuştu içemedim. Köprü buldum kıldan inceydi geçemedim. Kızak buldum, kılıçtan keskindi kayamadım. Birde baktım ki Palandöken in tepesinde ejder başlı bir kız. Ağzında var kırk sakız. Yazık, bu kızcağız yapyalnız, demeye kalmadı. Gördüğüm şey aklımı başımdan aldı. Oy pirpirim pirpirim. Ejderhanın altında kan kırmızı bir kilim. Çanağında bir insan, doğranmış dilim dilim. Korkudan kurudu ağzım dilim. Bu dağın başında ne iz, ne yol bilirim. Fare deliği ararken dolandım dört bucak yedi iklim. Ejderha beni fark ederse, gerisine artık Allah kerim. Derken efendim, olacak oldu, ölecek öldü; ejderha kız beni gördü. Ey insanoğlu şimdilik korkma! Az önce yemek yedim, karnım tok. Birden pek şirin göründün gözüme, galiba seni sevdim. Amma velakin son kararımı henüz vermedim. Bakarsın tatlı niyetine yemeğin üstüne seni de yerim. diyerek bir hamlede beni yakaladı. Bir kundağa sarıp kollarında salladı. Daha ağzın süt kokuyor, ana kuzusu. Bu dağın başında Mevla nı mı arıyorsun yoksa belanı mı? diyerek ağzımı yokladı. Var varandan sor sorandan. Kaybettiğim masallarımı arıyorum, kötü bir niyetim yok inan! dedim. Ey insanoğlu! Gözüm tuttu seni. diyerek kundağımı açtı, yanı başına oturttu beni. Aşık Kerem den ödünç aldı sazı; Öykümü dinle benden, ince telden. Söyleşelim tatlı dilden. Bir zamanlar ben de masalların içinde yaşıyordum. Günün birinde nasıl olduysa oldu, insanlar masal dinlemez oldu. Masallar küstü, tası tarağı toplayıp bu dünyadan göçtü. Bana gelince, kiminin yüzüne, kiminin huyuna doysam da insan etine doyamam ki ben. Masallardan yuvarlandım yumak oldum. Palandöken in başına kondum. Bu dağın efsanesinde kendime yer buldum. İşte böyle, kör topal yaşıyorum diyen ejderha başlı kız beni alladı. Birazcık da pulladı. Kayıp masalların peşinden Erzurum a yolladı. Erzurum çarşı pazar. İçinde bir falcı gezer. Üç otuzluk falcının adı Güllü. Bizim Güllü yedi düvelde ünlü. Falları dersen kendinden ünlü. Aman falcı, seni Allah çıkardı karşıma. Palandöken de ararken çarşı pazarda rast geldim sana. Kaybettiğim masalları bul bana. Canım feda olsun sana! demeye kalmadı, Güllü şöyle bir dudak büktü, bir de burun kıvırdı; bir solukta sözü ağzıma tıktı: Kırmızı meşin para peşin! Kuru canın senin olsun. Masallarını bulurum, ama parmağındaki altın yüzüğü alırım peşin peşin. dedi. Hiç düşünmeden parmağımdaki yüzüğü çıkartıp verdim ona. Yüz verince astarını da istedi. Yüzük yetmez, kulağındaki küpeleri de vermelisin. dedi. Elini veren kolunu da kaptırır elbet. Gönülsüz kulağımdaki yakut küpeleri de çıkarıp verdim. Yüzü gülmeyen Güllü beni yanı başına oturttu. Bileğimden sıkı sıkıya tuttu. Avucumdaki çizgilere baka baka yalanın birini yalayıp birini yuttu. Yetmezmiş gibi, yalanlarının üstüne bir de kuş kondurdu: Hay maşallah maşallah! Kısmetinde varsa, üç vakte kadar kaşığına çıkar inşallah! Masalların tozdan dumandan ferman okunmayan bir ülkede saklanıyormuş meğer. Ağzınla kuş tutarsan eğer, masallarına kavuşmaya bu kadarı yeter. deyip ortalıktan toz oldu. Seni gidi Güllü. Seni gidi gavur dölü! Yalancısın pek yalancı! Laf kalabalığında boğulasın falcı. diye ilene ilene yolumda

66 64 / 65 Aziziye Belediyesi yürürken derinden derine bir ses çalındı sağ kulağıma: Tozdan dumandan ferman okunmayan ülkede ne masal okunur ne de martaval. Karınca kararınca, bulsan bulsan masalları kendi ilinde bulursun anca. Derken efendim, ne olup bittiğini anlamaya kalmadı, bu sefer de sol kulağıma bir ses çalındı: Masal masal martaval. Kimi saz çalar kimi kaval. Bir ninem var başı bitli. Aklında dolaşır kırk tilki. Başı bitli ninem masal satar. Çat o akılda çat bu akılda, aslında masallar kendi aklında yatar. Sağıma baktım, soluma baktım; kimsecikleri göremeyince sağım solum sobe, dedim. İn mi fısıldadı, cin mi, yoksa yel mi üfürdü kulağıma? Bilemedim. Var varanın sür sürenin destursuz çarşı pazar gezenin hali budur efendim. Bir velvele kopardım, teker meker yuvarlandım. Derken efendimin ağası, kendimi belleğimin kapısında buldum. Bir de baktım ki belleğimin kapısına bir örümcek ağ kurmuş. Ağına düşürdüğü pireleri berber, develeri tellal, horozları çalgıcı tutmuş. Kurulmuş hamağına kurum kurum keyif çatıyor. Hemen bir süpürge kiraladım. Örümceğin ağını oracıkta paraladım. Gelin havası eşliğinde bizim örümceği güveyi evine uğurladım. Sonra, başımı uzatıp içeri baktım. Gördüğüm manzara karşısında şaştım kaldım. Bellek denen yer samanlık desem, samanlıktan beter. Bitpazarı desem, şimdilerde bitpazarına nur yağıyor. Çıfıt çarşısı desem yeri var. Dört değil on dört elle temizliğe koyulsam, hallaç pamuğu gibi atıp ortalığın altını üstüne getirsem; birkaç masal olsun kurtarsam; hayal mi düş mü? Ne hayal ne düş, kolları sıva masalların ardına düş. Az gittim, uz gittim. Derelerden seller gibi, tepelerden yeller gibi geçtim. Bir de dönüp ardıma baktım ki bir çuvaldız boyu yol gitmişim. Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur. Yol yolak bilmeden masalların izine düşünce, dönüp dolaşıp aynı yere vardığımı gördüm. Dolayı dolayı fır dolayı, bir tavşanın dört yoldan izini sürdüm. Kendimi köyümde buldum. Bizim köyün turnaları katar katar dizilir. Turnaların kanatları süzüm süzüm süzülür. Derken efendim, çerden çöpten bir kulübede yaşayan aksakallı dedemin evine gittim. Birde baktım ki dedem tilki uykusuna yatmış, beşiğinde horul horul uyuyor. Ya Allah ya Bismillah! dedim, kör şeytanı taşladım. Uyusun da büyüsün. Tıpış tıpış yürüsün. Masal olmazsa martaval olsun. Benim dedem sağ olsun. diye diye dedemin beşiğini zangır zangır sallamaya başladım. Birkaç masal döküldü şangur şungur beşikten. El attım tutamadım, koştum masalların ardından yakalayamadım. Bundan sonrasını sormayın artık, o sokak benim, bu sokak senin, masalların ardından koşturmaktan yoruldum. Sora sora ninemin evini buldum. Nine beni beni, nine bana ninni. Ninem çok özledim seni. Ağlamaktan gözlerim şişti. Küçümen burnum silmekten pişti, diye diye ninemin beşiğini tıngır mıngır salladım Derken, ben deyim beşikten, siz deyin eşikten, uçtu uçtu kuş uçtu, kuş uçmadı kış uçtu, kış uçmadı masallar uçtu. Masallar uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; beşikten düşen ninem çok öfkelendi. Kaptı ocaktan maşayı, öbür eline aldı kaşağıyı. Vay sen misin beni düşüren beşikten. Bir daha adımını atma bu eşikten! diyerek dolandırdı bana dört köşeyi.

67 Aman nine! Aman diyene kılıç kalkmaz, demez miydin? deyince ninem insafa geldi, bıraktı elindeki maşayı. Sırtıma vurdu kaşağıyı. Bir fiske vurdu enseme, gözlerim fırladı dışarı. Ninem: Seni gidi hayırsız seni! Yıllar var ki boşladın nineni. Hangi dağda kurt öldü, hangi yel, hangi sel attı seni? diyerek sitem edince utancımdan yedi kat yerin dibine geçtim. Aldım verdim, verdim aldım. İster istemez nineme yalan söyledim: Ne yel attı ne de sel. Neylersin iş güç işte. Gözden ırak olsan da her zaman gönlümdesin nine deyince ninem küplere bindi. Elimde büyüdün sen. İçinin alayını, dışının kalayını iyi bilirim ben. Kurt masalı okuma! Çocukken de başın sıkıştığında koşardın kucağıma. Dünden bugüne değişecek değilsin ya? Bir söyle, beş dinle. Çıkar ağzındaki baklayı, bana doğruyu söyle! Eveledim geveledim, devekuşu kovaladım. Arımdan nineme ne diyeceğimi bilemedim. Bir, iki, üç; söylemesi güç. Ağzından masal dinlemeyi özledim dersem, olur muyum gülünç? Ninem okkalı bir kahkaha attı. Gülmekten yerlere yattı: Encik boncuk, gülünç olma çocuk! Şimdilerde kucaktaki bebeler bile masal dinlemiyor. Ninenin gözünde hala çocuk olsan da, at olup kuyruk mu sallayacaksın kırkında. diyerek beni bir güzel payladı. Biliyorsun nine devir değişti. Televizyonlar, bilgisayarlar evlerimizin baş köşesine kuruldu. der demez ninem gürledi: Sus, sus! Seni hayta seni! Martaval okumayı bırak, bari masal oku! Aman nine! Tam üstüne bastın, ayağını kaldır. Üç vakitten beri sana söylemek istediğim buydu. Nasıl olduysa oldu, anlattığın masallar aklımdan uçtu. deyince ninem içli içli yazıklandı. anlat, derdin. Heyhat torunum, eski çamlar bardak oldu. Masallar çoktan masal oldu. Can kulağıyla beni dinleseydin, şimdi yitirdiğin masallar için bana ağız eğmezdin. Ders olsun sana, verdiğim öğütlerle yetin! Elini, ayağını öpeyim nine. O zamanlar başımda kavak yelleri esiyordu. Aklı başa yaş getirirmiş. Şimdilerde başımdaki kavaklar kurudu. Gördüğün gibi, epey yaş aldım, akıllandım. Akıl yaşta değil baştadır. Huy canın altındadır. Ninenden sana bir öğüt. İster tut, ister yut: Develerden tellal, horozlardan çığırtkan tut. Kaybettiğin masalları duyursunlar dört bir yana. Serçelerden, pirelerden ulak tut. Masallardan haber uçursunlar sana. diyerek ninem beni alaya aldı. Çok öğüt dinleyince insan gerilir. Lütfen nine! Ağlayan çocuğa meme verilir. Sıra sıra söğüt. Bedavadan al sana bir öğüt; ununu kendi değirmeninde öğüt! Eseleme beseleme; gel yanıma, gir beynime. Yitik masallarımı tutuştur elime, diye diye iki tekerle, bir yuvarla. Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi, diye diye biraz da şeytan kovala. Niyetin tutarsa masallarına kavuşursun. Aşk olsun nine. İyiden iyiye kafa buluyorsun benimle. Ne olur kapını kapatma yüzüme. Çeneni boşu boşuna yoruyorsun torunum. Çengi çember, miski amber. Dipsiz kile, boş ambar. Geçmişteki güzel günlerin hatırına hiç olmazsa bir tek masal fısılda kulağıma. Kendim için değil çocuklar için, gelecek kuşaklar için hatırla demeye kalmadı, sözüm yine yarım kaldı. Hatırda kalmaz satırda kalır. Aklım defter değil ki. Üç otuzluk ninende hatır mı kalır? diyerek yazıklandı ninem. Hay başıma vay başıma! Ahir zamanda buda mı gelecekti karakoca başıma? Yazıklar olsun! Meğer sağdıç emeği vermişim sana. Güzel ninem ne desen haklısın. Eski günlerin hatırına birkaç masal olsun anlatamaz mısın? diyerek nineme baktım, ninem de bana baktı. Gözlerini belertti, samur kaşlarını yıktı. Biraz daha üsteleyince ninem benden bıktı. Sonunda çığırından çıktı. Huyun suyun kurusun! Sen eskiden de başımın etini yerdin. Gece demez, gündüz bilmez, nine bana masal

68 66 / 67 Aziziye Belediyesi Bilirim seni nine, ne kirli çıkısın. Gönlün olursa tekeden süt bile çıkarırsın. Bir vardan bir yoktan. Hiç yoktan masallar anlat. Yazılmamış kitaptan. Okunmamış masallar anlat. Bir mum al, derdine yan torunum. Ben bugün var, yarın yokum. Ninem Allah gecinden versin. Ne olur birazcık düşünüversen. Hiç olmazsa bölük pörçük anımsadığım bir iki masalın boşluklarını doldurmama yardım etsen diyerek üsteledim. Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu, demiş Köroğlu. Televizyon icat oldu, masallar unutuldu. Yıllar var ki kimselere masal anlatmadım torunum. İyisi mi televizyonun karşısına geç otur, aradığını belki orda bulursun. Lütfen nine, alay etmeyi bırak artık! Alay dediğin orduda olur torunum. diyerek hiç istifini bozmadan benimle dalga geçmeyi sürdürdü ninem; Televizyonun karşısına geç. Kendine kanallardan kanal seç. Az git uz git, derya deniz düz git. Gitsen gitsen beyazcamın boyu kadar yol gidersin. Masallarını televizyonda bulamazsan bilgisayarında ara. Duyduk ki internet derler bir pir varmış orada. Kalu belada olup biteni bile bilirmiş ha! Masalların kökleri insanlık tarihi kadar eskidir ne de olsa. Anladım, çok öfkelisin ninem. Kafa bulup öç alıyorsun benden. Bu kadar alıngan olma torunum. Kafa bulduğum falan yok, ben çok ciddiyim. Vakti zamanında az git-

69 mişler uz gitmişler, bir arpa boyu yol gitmişler dediğimde kıkır kıkır gülerdin. Bak, masallar nasıl da gerçek oldu! Koca evreni bir kara kutuya sığdırmışlar. Az gidip uz gitmeye kalmadan, bir arpa boyu yol gitmeye kalmadan dünyanın ta öbür ucuna gidiyorsun, yalan mı? Galiba haklısın ninem. Ben hiç bu pencereden bakmamıştım. Masalların içinde ne gerçekler gizliymiş meğer. Çocukların kandığı yalanlar gözüyle baktık, masallara bugüne kadar vermedik değer. Aslında suçun büyüğü bizde. Beyinleriniz çürümesin diye, mürekkebin yanında tuz da yalatmak gerekmiş size. diyerek çok ağır konuştu ninem. Pes ettim, boyun büküp sustum. Bu halimi görünce ninem dayanamadı. Neyse, acıdım haline. Masallar ne yerde ne de gökte. Yedi kat yerin dibinde. Bir masalcı nine yaşar Kafdağı nda. Adı; Şeker Ana. Var git onun yanına. Masalları çıkarsa çıkarsa o çıkarır gün ışığına. Aman ninem! Yine kuyruğuma teneke bağladın, düş kırıklığına uğrattın beni. Yeryüzünde Kafdağı diye bir dağ olmadığını sen benden daha iyi biliyorsun Uzun etme tornum! Akarsu çukurunu kendi kazar. Sen yitirdiğin masalları aramıyor muydun? Sora sora Bağdat bulunduğuna göre, Kafdağı da bulunur elbet. O halde nine, Kafdağı nı sana soruyorum öncelikle. Yanlış kapıyı çaldın torunum. Tellisini bulur isen telli, allısını görür isen allı turnalardan sor Kafdağı nı. Gökyüzünün ulakları onlar ne de olsa. İnsan ayağı değmemiş, kuş kanadı görmemiş topraklar bulur isen, o topraklarda yetişen soyu tükenmiş nadide çiçeklerden sor Kafdağı nı. Yitip gidenin değerini, yitip gidenler anlar heyhat! Yedi kuşağa yeter giderayak verdiğim her bir nasihat! Haydi torunum, uğurlar olsun, yolun açık olsun. Dileğim odur ki kitapların birbirinden özge masallarla dolsun..

70 68 / 69 Aziziye Belediyesi Bu yazı NECİP FAZIL IN HAYATINDA ÜÇ ŞEHİR: KAHRAMANMARAŞ, KAYSERİ, ERZURUM isimli makalesinin Erzurum başlıklı bölümüdür. Doç.Dr. Abdullah ŞENGÜL Hayatını topyekûn Büyük Doğu davasına adayan Necip Fazıl, Büyük Doğu nun kalbi olan Anadolu yu karış karış gezmiştir. Millet Kürsüsü olarak isimlendirdiği kürsülerde geleceğimize ait endişelerini dile getirmiştir. Bu maksatla çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır. Edebî eserlerinde Anadolu yu ve Anadolu insanını her yönüyle ele almaya çalışmıştır. Bütün bu gayretlerinin neticesinde, bazı şehirlerle duygusal köprüler kurmuştur. Maraş, Kayseri, Erzurum, İstanbul un dışında, onun soluk aldığı şehirlerdir ve her birinin hatıralarında ve mücadele hayatında ayrı önemi vardır. Maraş, aile köklerinin olduğu şehirdir ve bu şehre karşı duygusal bağlarla bağlıdır. Kayseri, ömrünü verdiği davasına en gür cevabı veren bir şehirdir ve bu şehre minnet bağlarıyla bağlıdır. Erzurum, bu iki şehrin dışında insanî, coğrafî, mimarî gibi birçok özelliği ile şairi cezp eden şehir olmuştur.

71 Erzurum, Necip Fazıl ın İstanbul un dışında uzun süre konakladığı ilk şehirdir. Nesirleri incelendiğinde, İstanbul un dışında en fazla ilgi gösterdiği şehrin Erzurum olduğu görülür. O ve Ben de naklettiği hatıralarına göre, kışını Erzurum da geçirir. İlk defa ve annesiyle geldiği bu şehirde Erzurum Emniyet Müdürlüğü ne atanan büyük dayısı Kerim Bey in yanında 25 Nisan Haziran 1922 tarihleri arasında kalırlar. Necip Fazıl, kısa süre kaldığı bu şehirden iyi izlenimlerle ayrılır. Sonraki yıllarda çeşitli vesilelerle Erzurum a gelen Necip Fazıl, 23 Ekim 1939 dan 19 Nisan 1943 e kadar Son Telgraf gazetesinde neşrettiği yirmi bir yazısında da Erzurum ve Erzurumluyu anlatır ün Ocak- Nisan ayları arasında yaklaşık dört ay Erzurum da kalır. Bu yazılar daha çok, Erzurum a yaptığı seyahatler ve burada geçirdiği günlerle ilgili gözlem ve tespitlerinden oluşmaktadır. Söz konusu yazılar, muhtevası itibariyle değerlendirildiğinde, Necip Fazıl ın Erzurum u, insanî, tabiî, mimarî, ahlâkî, içtimaî, lisanî ve coğrafî özelliklerine varıncaya kadar, geniş bir çerçevede ele aldığı görülür. Anadolu nun en saffetli yerlerinden biri olarak değerlendirdiği Erzurum un onda bıraktığı ilk izlenim, insanlarıyla ilgilidir. Durduramadığı atın dizginine yapışan bir ele karşı, gençliğinin ve tecrübesizliğinin bir neticesi olarak sarf ettiği sözlerine, bu elin sahibinin verdiği cevap, ömrü boyunca aklından çıkarmayacağı, saffet ve asaletin, bu en yüksek rakımlı şehirdeki temsilcilerine karşı, hiç değişmeyecek olan bir kanaatin ve muhabbetin oluşmasına vesile olur: Ufukları, feza cüsseli bir pehlivanın şişkin kol adalelerini andıran dağlarla sınırlı, geceleri aya merdiven dayamak ve yıldızları yemiş gibi koparmak hissini verici, hiçbir şek ve şüphe karartısı taşımaz, berrak, sonsuz berrak bir madde çerçevesi içinde, işte en basit bir Erzurum delikanlısının tüttürdüğü mânadaki saffet ve asalet!.. Bu şehir, tıpkı Kayseri gibi, serseri kuşlar gibi gagalarından çorak topraklara serptiği tohumların en gür mahsullerini verir te bir konferans vesilesiyle geldiği Erzurum da bunu dehşet ve haşyetle gördüğünü söyleyecektir. Erzurum a ikinci defa geldiği 1939 un Ekim ayında, bu şehri; Anadolu şarkının transit yolu ve şark Anadolu sunun insan ve madde mevcudu! (2010a, s. 130) şeklinde isimlendirir. Necip Fazıl ın Erzurum la ilgili en geniş kanaatlerini Ocak 1943-Nisan 1943 tarihleri arasında yazdığı yirmi gazete yazısından öğreniriz. Bu yazılarında dikkat çektiği konulardan biri, tabiatla insan arasındaki müthiş benzerlik ve uyumdur. Tıpkı, insanla, gündüz ve gece gibi... Gündüz ve geceler, ışıkların vuzuh ve sarahati * bakımından en büyük özelliğidir bu şehrin. Bu yüzden Erzurum da renkler ve tonlar çok kesindir. Bunu, Erzurum isimli yazısında şu şekilde dile getirir: Göklerin ve ufukların mavisi ve kırmızısı tam mavı ve tam kırmızı Siyah simsiyah, beyaz bembeyaz Hiçbir müphem, bulanık, mütereddit ifade yok (2010b, s. 150). İnsan da nettir, bu coğrafyada. Aynı yazıda bu sefer: Burada, ne gök, ne yer, ne insan, şek ve şüpheden, müphemlik ve bulanıklıktan iz taşıyor. Herşey billûr gibi Buzdan bir billûr içinde her renk ve her şekil âzami derecede kat i der. Erzurum da tespit ettiği bir diğer husus, bu şehrin mimarisiyle ilgilidir. Necip Fazıl, Erzurum da gerek Selçuklunun, gerek Osmanlı nın bu şehrin tabii şartlarına göre geliştirdikleri bir mimariyle karşılaştığını söyler. Üstelik bu mimari, sadece coğrafî özellikleriyle değil, insanı ile de büyük bir uyum içindedir. Şaire göre, bu şehirdeki insanlar, tarihî soyluluğu bütün ihtişamıyla yaşamaktadır. Tarihî zaman içinde yaşananlar, bu şehirde insanla-tabiatı, insanla-sanatı yan yana ve iç içe yaşar hale getirmiştir. Bu düşüncelerini Yine Erzurum isimli yazısında açıklar: Erzurum un tabiat çerçevesinde bütün renk ve çizgileriyle âzami derecede kat iyet ifade etmesi hususiliğinden sonra insan eseri bakımından ana kıymeti, tarihi soyluluğu Evet, belli ki Türk tarihinin en soylu kök başlarını gösteren bir şehirdesiniz. Erzurumlu, Şarkî Anadolu Türkünün halis örneği halinde mert, samimî, açık, dürüst ve içlidir. İbrahim Hakkı isimli yazısında, Erzurum a ayak bastığım gün, sanki ufuklarda İbrahim Hakkı nın manevî kokusundan bir şeyler duydum (2010b, s. 166) diyen Necip Fazıl, Erzurum u yerli münevverleri açısından da ele alır. Şair Nefi, İbrahim Hakkı gibi nice

72 70 / 71 Aziziye Belediyesi Türk büyüklerini yetiştiren Erzurum, bu insanlar sayesinde büyük ve ebedî şehir hüviyetine yükselmiştir. Bunlardan İbrahim Hakkı nın şair üzerindeki tesiri çok fazladır. Necip Fazıl, söz konusu yazısında, Erzurum dan parlayan bu düşünce yıldızının kendisine Senfonya şiirini ve Bir Adam Yaratmak isimli tiyatrosunu ilham ettiğini belirterek, bir zamanlar Marifetname yi bir güve gibi harf harf kemirdiğini söyler. Necip Fazıl a göre İbrahim Hakkı için; Bilhassa tefekkürî sistem ve şahsiyetli dünya görüşü bakımından müthiş bir eksiklik belirtici tarihimizde İbrahim Hakkı nın tek başına bir Süleymaniye kubbesi olduğunu ölçüleştirmek istiyordum (2010b, s. 167) der. Özellikle, tasavvufî düşüncelerinin etkisi altında kaldığı İbrahim Hakkı, Necip Fazıl a göre; Mütefekkir ve filozofun pek ilerisi, şair ve sanatkârın çok üstü, kurtarıcı ve kahramanın ta kendisi dir. Necip Fazıl ın Erzurumlu münevverleri beğenmesinin temel sebebi, gayet rasyonalist oluşlarıdır. Bu takdire şayan bir durumdur. Tıpkı dünküler gibi, bugünkülerin de aynı çizgide olmasından memnun olan Necip Fazıl, Avrupa da Türk Talebesi isimli yazısında, dün ile bugün arasında değişmeyen bu çizgiden duyduğu memnuniyeti anlatır. Erzurum da tanıdığı, Avrupa da mühendislik tahsili yapmış Erzurumlu genç, Şairde, Tanzimat tan beri bir türlü başaramadığımız, Avrupa irfanına, Türk kalarak sahiplenme davasında, fevkalâde büyük umutların yeşermesine sebep olur. Erzurum da lehçe zenginliğine de şahit olan Necip Fazıl, Erzurum Lehçesi ismini taşıyan yazısında, ki edatının bu şehirde, en cömert ve en güzel nispetlerde kullanıldığını, böylece lisanımızın güzelleştirici bir tarzının bu şehirde ortaya çıktığını söyler: (Ki) edatını Erzurumluların lisanında, her biri yepyeni bir ifade hususiyeti belirten daha bin bir şekilde duydum. Necip Fazıl, Erzurum a, yukarıda kısaca değerlendirdiğimiz bu hususiyetlerinin dışında, bir şair dikkatiyle de bakar. Özellikle, tertemiz, masmavi bir gökyüzüne sahip olan bu şehrin, mehtaplı gecelerinde doyumsuz bir lezzet bulur. Şaire göre mehtapta Erzurum, misilsiz bir rasathanedir. Dünyada başka hiçbir şehirde göklerin bu kadar açık ve vazıh seyredilemeyeceği kanaatindedir. Necip Fazıl a göre bu şehirde, göklerin bütün bu terkip ve manasına, müthiş bir yakınlık vardır. Bu düşüncelerini Erzurum da Mehtap isimli yazısında şu şekilde dile getirir: Mehtapta Erzurum aydınlığı, anlatılabilecek cinsten değil Gümüş tepsi, kar, mehtap, bu aydınlıktan; bu donuk ve merkezi meçhul, fakat bu namütenahi vazıh ve her şeyi billurlaştırıcı esrar ışığından haber veremez. Erzurum da mehtap, insanı, gümüş bir tepsinin üstünde, tâ aya kadar yükselten, topraktan ayağını kesen ve ilâhî vuzuhun kapısı önünde bırakan bir hâdise dir. Palandöken Dağları ismiyle kaleme aldığı yazısında, O kadar yüksek bir dağ ki, at, bu dağın tepesine doğru tırmanırken palanı dökülüyor (2010b, s. 219) diyerek, yörede anlatılan bir rivayeti nakleder.

73 İlk şiir kitabı olan Örümcek Ağı ndaki Palandöken Dağları isimli şiiri, Erzurum u ziyaretinin ilk ürünüdür. Yine bu ilk ziyaretinde dinlediği hikâye ve menkıbeler, sonraki yıllarda kendisine Şehit isimli hikâyesini ilham edecektir. Görüldüğü gibi Erzurum, İstanbul ve Maraş tan sonra, sanatçının ilham aldığı ve doğrudan anlattığı şehirlerden biridir. Necip Fazıl, bu yüce dağın eteğine tutunmuş Erzurum dan, her seferinde İstanbul a büyük bir hasretle döner. İstanbul a Hasret isimli yazısında bu şehri, hayat merkezim olarak isimlendirir. Elbette o, içinde tüten hava, renk, edâ ve iklimle, zaman-mekân sınırını aşıp geçmiş sevgilinin kucağında ondan öğrendiği Türkçeyle yazmıştır eserlerini. Bu yüzden Necip Fazıl bir İstanbul şairidir. PALANDÖKEN DAĞLARI Bir gün Palandöken dağından geçtim, Artık son ışıklar sönüp çakarken; Ta uzakta eski bir hanı seçtim; Yolcular önünde ateş yakarken Bu dağlar ne yaman, ne yüce dağlardı, Başında bir bora döner, çağlardı. Derindeki sesler o sadalardı, Köpüklü ırmaklar durmaz akarken. Kat kat bulutları başımla deldim, Çıktım, çıktım, en dik yerime geldim; Birdenbire bir kuş gibi yükseldim, Başımı kaldırıp göğe bakarken...

74 72 / 73 Aziziye Belediyesi Yrd. Doç. Dr. Zerrin KÖŞKLÜ Erzurum kültür tarihinin sessiz tanıkları Evler Evlerimiz İçinde yaşadığımız gah mutluluğumuza, gah hüznümüze şahit olmuş mekanlar. Geleneksel Erzurum evleri iklim, malzeme, ekonomik yapı ve geleneklerin şekillendirdiği özellikleri ile Anadolu evlerinin önemli bir tipini temsil etmektedir. Tek katlı, iki katlı ve konak tipi olarak planlanan evlerde belirleyici unsur kapalı avlu ve tandırevinin bulunmasıdır. Erzurum evlerinde soğuk ikliminde etkisiyle sofanın yerini zemin katta kapalı avlu ve tandırevi (mutfak) almıştır. Zemin katın en geniş mekanı olarak tasarlanan tandırevi, arsanın durumuna ve sokak cephesine göre arkada, ortada veya ön cephede yer alır. Kare veya kareye yakın dikdörtgen planlı tandırevi ve ona bağlı birimler tandırbaşı, küçük ocak, kurun, seki, kiler-ambar, terekler, tandırevi odaları ve üst örtüsünde kırlangıç kubbesi ile özel bir tasarım örneği sergiler.

75 Tandırevi, üç kuşak halinde yaşayan aileyi bir araya toplayan ve özellikle ev hanımlarının daha çok zaman geçirdiği, yemek pişirmek, oturmak, dinlenmek ve misafir ağırlamak gibi farklı amaçlarla kullanılan bir mekandır. Erzurum da sert ve uzun geçen kış ayları tandırevinin çok fonksiyonlu tasarımında önemli bir etken olmuştur. Tandırevini oluşturan unsurlar; Tandırbaşı: Tandırevinin bir köşesine yerleştirilmiş, bazen köşenin biçimi ile şekillenen, bazende beş kenarlı veya yarı daire planlı düzenlenmiş bir mekandır. Tandırevinin ana zemininden cm. yükseklikteki platform genellikle basık bir kemerle tandırevine açılır. Tandırbaşı kemeri iki yanda çekirge taşı adı verilen ayaklar üzerine oturur. Kemerin üzeri hafif dışa taşıntılı bir silme şeklindedir. Ocak gaşı (kaşı) denilen bu bölüm üzerine sini, tepsi gibi mutfak eşyalarının konulması sağlanmıştır. Tandırbaşı kemeri ve kaşı genellikle taştan olup, yanı sıra ahşaptan yapılan örnekleri de mevcuttur. Tandırbaşında platformun ortasına evin büyüklüğüne ve ailenin ekonomik durumuna göre bir, iki veya üç tandır yerleştirilmiştir. Tandırların küçük, orta ve büyük olmak üzere çapları değişiktir. Tandır her türlü pişirmenin yapıldığı aynı zamanda ailenin bir araya toplandığı ısınma amaçlı kullanılan bir tür ocaktır. Erzurumluların hatıralarında tandırda güveç veya bakır kaplarda pişen lezzeti yemekler ile tandırın sıcak ortamında yapılan sohbetler hep anlatılır. Ocak: Tandırbaşının yanında genellikle tandırbaşı kemeri ile uyum içerisinde duvara bitişik ocak nişidir. Ocak tandırevinde acele yapılması gereken günlük işler için kullanılmıştır. Ocakların içerisinde tencere veya benzeri kapları koymak için taş kaideleri vardır. Kurun: Bölgede kurun olarak adlandırılan tandırevi giriş kapısının sağ veya sol tarafında, duvara yerleştirilen içi oyularak derinleştirilmiş dikdörtgen formlu taştan su depolarıdır. Erzurum evlerinde suyun kullanımını estetik bir zevkle bütünleştiren kurunlar, evi yaptıran kişinin ekonomik gücü, sosyal statüsü ve geleneksel özellikler değişik tiplerde ve bezemelerde karşımıza çıkmaktadır. Terekler: Tandırevinin yan duvarlarında iki veya üç bölüm halinde düzenlenen terekler ahşaptan yapılmıştır. Her bölüm, genellikle beş sıra raftan oluşur. Dört ve altı sıra raftan oluşan terekler de vardır. Tereklerin alt ve üst kısımları büyük mutfak eşyalarını koymak için yüksek tutulmuştur. Tereklerin dikey ve yatay bölümlenmelerinde basit geometrik veya uzun şeritler halinde stilize çiçek, yaprak ve dal motiflerinden oluşan aplikelere yer verildiği de görülmektedir. Seki: Tandırevinin bir kenarına yerleştirilmiş, oturulan, yemek yenilen, gerektiğinde yatılan bölümdür. Tandırevlerinde iki türlü seki görülmektedir. Yüksek sekiler merdivenlerle çıkılan önlerinde ahşap korkulukları olan ve bazen de ahşap malzemeli bir duvarla odaya dönüştürülen mekanlardır. Bazı evlerde bu sekilerin altında kilerlere de yer verilmiştir. Yer sekileri tandırevi zemininden 30-40cm. yükseklikte iki kenarı duvara, iki kenarı da parmaklıklarla tandırevine cephe veren oturma alanlarıdır. Kiler-Ambar: Geleneksel Erzurum evlerinde çeşitli kışlık yiyeceklerin ve fazla eşyaların saklandığı kiler-ambar tandırevine bitişik ve kapısı tandırevine açılan bir mekandır. Ayrıca tandırevi odalarına çıkılan merdivenlerin alt kısmı da kiler olarak değerlendirilmiştir. Ev sahibinin maddi durumuna göre kilerlerde sandıklar ve ambarlar içerisinde saklanan yiyecekler mevsimlik olarak hazırlanır ve depolanırdı. Tandırevi Odaları (Harem Odaları): Geleneksel Erzurum evlerinde zemin katta tandırevinin arka cephesinde, orta kısımda, önde avlunun sağında veya solunda yer alması avlu ve tandırevi ilişkili odaların yönlenişinde etkili olmuştur. Tandırevine açılan odaların sayıları, boyutları, ev sahibinin maddi durumuna, evin planına göre değişiklik göstermektedir. Kırlangıç Örtü: Erzurum evlerinde tandırevinin üzeri kırlangıç örtü ( kırlangıç kubbe) ile kapatılmıştır. Kırlangıç örtü ahşap kirişlerin kare alt yapıdan sekizgene dönüştürülen ve bindirmeli bir biçimde yükseltilerek, en son karenin açık bırakıldığı bir örtü şeklidir. Erzurum da tandırevlerinin kırlangıç örtüsü genellikle yedi bindirmelidir. Yanı sıra beş ve dokuz bindirmeli örnekleri de bulunmaktadır. Malzeme ve teknik açıdan Erzurum evlerin yapımında yöresel isimleriyle kara taş, boz taş ve kamber taşı kullanılmıştır. Genellikle evlerin alt katları ve köşeleri kesme taşla, üst katları ise moloz taşla, bazen de tuğla ile inşa edilmiştir. Temel yapı malzemelerin-

76 den olan toprak, evlerin ana örtüsü, duvarların da bağlayıcı unsurudur. Taştan sonra en çok görülen ahşap malzeme, dış cephede ve özellikle iç mekânda farklı bölümlerde uygulanmıştır. Deprem bölgesinde yer alan Erzurum da evlerin temelleri derin kazılmış, duvarlar zemin katta daha kalın tutulmuştur. Duvarlarda belli aralıklarla yerleştirilen ahşap hatıllar, deprem esnasında esnekliği sağlamak içindir. 74 / 75 Aziziye Belediyesi Geleneksel Erzurum evlerinde üç farklı örtü sistemi kullanılmıştır. Avlu ve odaların üzeri düz örtüyle, ahırların üzeri iki yana eğimli ve taşıyıcı ayaklara bindirilerek oluşturulan pasin örtüyle kapatılmıştır. Diğer örtü sistemi ise tandırevinin karakteristik örtüsü olan kırlangıç kubbedir. Dış cephede oldukça sade olan evlerin en önemli unsuru cumba şeklindeki çıkmalardır. Köşe pahları, giriş kapıları ve pencereleri, kitabelik ve saçaklarında görülen taş işçiliğinin yanı sıra, ahşap hatıllar ve ahşap kontlar dış cepheye hareketlilik getiren diğer unsurlardır. Zemini ahşap ve taş malzemeyle döşenen evlerin, dış giriş kapıları tek ve çift kanatlı olmak üzere iki gruptur. Yöreye özgü tırhıç adı verilen ahşap kafes, kapıların ön kısmında yer alır. Tırhıç yazın kapı açıkken içerinin görünmemesi ve evin havalandırılması için kullanılır. Evlerin iç oda kapıları ise genellikle ahşaptan çift kapılıdır. Soğuk iklimden dolayı evlerin pencereleri küçük tutulmuş, şevli ve iki kat çerçeveli yapılmıştır. Metal olarak demir ve pirincin kullanıldığı evlerde, kapıların menteşeleri, kuşakları, çivileri, kapı tokmakları- kitlek ve zırzaları demirden yapılmıştır. Pirinç daha çok döküm olarak kapı tokmaklarında ve tutamaklarda uygulanmıştır. Erzurum evlerinin iç mekan düzenlemesi süsleme açısından daha zengindir. Özellikle tandırevinde (mutfak) tandırbaşı, küçük ocak, kurun ve ayrıca kahve ocaklarının cepheleri taş bezemenin görüldüğü yerlerdir. Avlu ve tandırevlerinin zeminleri saltaşı denilen düzgün taşlar ile döşenmiştir. Tandırevi içerisinde terekler, sekilerin korkulukları ve kırlangıç örtüyü taşıyan ayakların başlıkları ahşap bezemenin uygulan-

77 dığı bölümlerdir. Erzurum evlerinde ahşap süsleme asıl olarak odaların tavanlarında, yüklük, çiçeklik ve dolaplarında görülmektedir. Anadolu ev tipinin özel bir tasarımla belirlediği asırlara meydan okuyan geleneksel Erzurum evleri özellikle tarihi kent dokusunda diğer kültür varlıkları ile birlikte korunması gereken değerlerimizdir. Terkedilerek yalnızlığa ve yıkılmaya mahkum edilen, yüzden de sayıları gün geçtikçe azalan bu evlerin korunarak bir işlev kazandırılması gerekmektedir. Son yıllarda yapılan birkaç geleneksel Erzurum evinin restore edilerek hayatın içinde yaşanılan mekanlara dönüştürülmesi başlangıç için olumlu ve hızla devam edilmesi gereken sevindirici gelişmelerdir. Özkan, H.( 2012). Geleneksel Erzurum Evlerinde Kırlangıç Örtünün Kuruluşu Ve Son Kırlangıç Örtü Ustası Sırrı Alacakanat Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, S. 28, Erzurum,19-37 Yurttaş, H.- Özkan, H.- Köşklü, Z.- Vd., (2008).Yolların, Suların ve Sanatın Buluştuğu Şehir Erzurum, Erzurum Kaynakça Karpuz, H. (1993). Türk İslam Mesken Mimarisinde Erzurum Evleri, Ankara Köşklü, Z. (2005). Eski Erzurum Mutfağında Tandır: Yapılışı, Kullanımı Ve Doğu Anadolu daki Yeri Üzerine Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Eskişehir, C.5, S.2, Köşklü, Z.-Tali, Ş. (2007). Geleneksel Erzurum Evlerinde Tandırevi (Mutfak) ve Mimarisi, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Dergisi, S. 11, Erzurum, Fotoğraflar: Yalçın ÖZMEN

78 76 / 77 Aziziye Belediyesi Naci ELMALI Yazımıza başlık olarak Vefa Bekleyen Erzurumlu, Tarihin Terazisinde Erzurumluluğu Ağır Basan İnsan, Hezarfen Abdürrahim Şerif Bey, Ahlat ı Dünyaya Tanıtan Adam, Tarihi Seven, Sevdiren Erzurumlu, Kendini Yetiştirmiş İdealist Bir Öğretmen, Cumhuriyet Türkiye sine Emek Verenlerden, Köy Muallimliği nden Liyakatli Bir Tarih Öğretmenliğine, Eserleriyle İz Bırakmış Bir Tarihçi ve daha neler yazsak yakışırdı. Çünkü Abdürrahim Şerif Bey in kısacık hayatına sığdırdıklarını anlatmak için ne başlık atılsa yakışık alırdı. Evet, 79 yıl önce (1936) ERZURUM Tarihi, Anıtları, Kitabeleri adlı kitabı yazan, her Erzurumlu nun vefa borcu olduğuna inandığımız bu tarihçi hemşehrimiz, bundan 71 yıl önce (1944) Eskişehir de vefat etmiş, gurbet elde garip kalmıştı. Vefa beklemek, her dem hatırlanmak onun hakkıydı. Daha o yıllarda Erzurum un hemen hemen her şeyini kayda geçirmiş, Erzurum Tarihi adlı o kıymetli eserini bastırmak için İstanbul a gitmiş, bir zaman sonra biricik oğlunun önce ağırlaştığını, sonra öldüğünü haber almış lakin Eğer gidersem bu iş yarım kalır, bir daha gelemem, bastıramam 1 diyerek acısını içine gömmüş, Erzurum a bilahare kitapları koltuğunda, gözleri yaşlı halde dönmüş, Erzurum sevgisi her şeyden baskın çıkmış, Erzurum sevdalısı bir insan! Yaşadığı sürece hiç boş durmamış. Matbaalarda çalışmış, köylerde yardımcı öğretmenlik [muallim muavinliği], hatta imamlık 2 yapmış. Fotoğrafla, fotoğrafçılıkla uğraşmış 3, gazetelere haber göndermiş 4, ortaokul ve liselerde tarih, coğrafya öğretmenliği yapmış, araştırma, inceleme peşinde koşmuş, kazılara katılmış, arkeolojiyle ilgilenmiş, görevi gereği bulunduğu her yerle, yöreyle ilgili bir şeyler yazmış, yayınlamış ve daha neler yapmamış ki 1923 yılında ilk tayin yeri olan Bitlis e öğretmenlik yapmaya mekkâre [at, katır] sırtında giderken uzaktan da olsa ilgisini çeken Ahlat ve orada bulunan mezar taşları, kitabeler hakkında yaptığı araştırmalarını 1932 yılında bitirerek yayınladığı AHLAT KİTABE- LERİ adlı eseriyle Ahlat ı dünyaya tanıtmış, yaşadığı devrin gerek Batılı, gerekse Türk ilim adamlarının dikkatini çekmiş, onları kendine hayran bırakmış bir tarihçi. 5 Abdurrahim Şerif Beygu ve Erzurum Tarihi, Reşit Tarakcıoğlu, İNAN (Trabzon Halk Evi) Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 27, Mart Bir izah: Erzurum tarihi müellifi hakkında, Kelkit: Ziya Öztürk, ERZURUM Halkevi Kültür Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 10, Ahlat ı Dünyaya Tanıtan İnsan: Abdürrahim Şerif Beygu, Leman Şerif Beygu, OnYılÖnce AHLAT Gazetesi, Ocak 1996, Sayı: 4 Bknz. Cumhuriyet , 14 Mart 1939 Bu konuda İstanbul daki Fransız arkeoloji müdürü Albert Gabriel [TAN Gazetesi 1 Kânûnievvel 1937, Sayı: 336] ile 1940 da Erzurum da İstanbul Üniversitesi nin Temmuz 1940 tarihleri arasında düzenlediği 1941 de kitap haline getirilen ÜNİVERSİTE HAFTASI ERZU- RUM kitabında yeterince bilgi vardır.

79 Daha öğrenciyken tarihe duyduğu ilgi nedeniyle 6 arkadaşları tarafından Heredot diye çağrılan, tarih, coğrafya konularına ilgi ve bilgisi nedeniyle arkadaşlarının birçok muzipliğiyle 7 karşılaşan tarih muallimi olunca da dersi derste öğreten, tarihî mekanlarda ders yaparak onlarda tarihe karşı bir ilgi ve tarih şuuru oluşmasına çalışmış bir öğretmen. 8 İlk tahsilini Erzurum Nümûne Mektebi nde yaptıktan sonra Erzurum İdadisi ne [lise] kaydolmuş, fakat Birinci Cihan Harbi nin çıkması üzerine beşinci sınıftayken okulu yarım bırakmak zorunda kalmıştır. Daha sonra sınıf arkadaşı Sıtkı Dursunoğlu nun da idarecileri arasında yer aldığı ALBAYRAK Matbaa ve Gazetesi nde mürettip olarak çalışmıştır. Birinci Cihan Harbi nedeniyle tahsilini yarım bırakmış olsa da eline geçen her fırsatı değerlendirmiş, her şeyden bir ders çıkarmış, bilgi dağarcığını oldukça genişletmiş, yıllar içerisinde bir araya getirdiği birikimlerini yazıyla, sözle gelecek kuşakların istifadesine sunmuş yetkin bir kalem. Koca bir imparatorluğun külleri üzerinde, sıfırdan kurulmuş yeni bir cumhuriyetin maarif [eğitim] seferberliğinde görev almış, nereye gönderilmişse gitmiş, gittiği yerlerde öğretmenliğinin yanı sıra o yörelerle ilgili incelemeler, araştırmalar yapmış, tarihe ışık tutacak birbirinden değerli kitap ya da yazılar yayınlamış, yılmak yorulmak nedir bilmemiş muhteşem bir insan! Muhacirlik yıllarında köy öğretmenliği ile işe başlamış, uğraşmış didinmiş, birçok sınava girmiş, hepsinden başarıyla çıkmış, işin sonunda da herkesin takdir ettiği bir tarih muallimi olmayı başarmış bir hoca. Ve daha neler neler İşte bu yüzden Abdürrahim Şerif Beygu için ne yazılsa ne söylense azdır. İsterseniz sözü daha fazla uzatmayalım, elli bir yıllık ömrünün ilk çeyreği bir yerlere varma mücadelesiyle geçen, ikinci çeyreği ise her tür yokluğun hüküm sürdüğü Cumhuriyet imizin kuruluş yıllarına rastlayan bu tarihçimizin hayat hikâyesine: Muratpaşa Mahallesi ne kayıtlı olan Abdürrahim Şerif Beygu, rumî 1309, miladî 1893 tarihinde Erzurum da dünyaya gelmiştir. 9 Babası (Gül) Ali Bey, annesi Kudret Hanım dır. Soyu Karslı Kapılarağası Kâmil Ağa diye tanınmış birine çıkar. Erzurum un medar-ı iftiharları içerisinde müstesna bir yere sahip olan Abdürrahim Şerif Bey, kendi kendisini yetiştirmiş, mürettiplik [matbaada dizgi işi yapan kişi] ve muallim muavinliği [yardımcı öğretmenlik/köy öğretmenliği] ile atıldığı hayatta Batılıların bile takdir ettiği bir tarihçi olmayı başarmış ender insanlardan birisidir. O yokluk, yoksulluk ve her tür imkânsızlıklar içerisinde geçen kısa ömründe muazzam çalışmalara imza atmış bir ilim adamıdır. Rus işgali nedeniyle muhacir olarak yollara düşen Abdürrahim Şerif Bey, ailesi ile birlikte Sivas a gitmiş ve bir süre de orada Vilayet Matbaası nda mürettiplik yapmıştır. Bu arada muhacir aile çocuklarının eğitilmesi için Sivas Muallim Mektebi nde açılan yardımcı öğretmenlik kurslarına katılmış, pekiyi dereceyle mezun olmuştur. 27 Aralık 1916 tarihinde ilk kez Tokat/Erbaa Mekteb-i İbtidaisi nde [ilkokul] başladığı görevini 14 Ağustos 1917 tarihine kadar sürdürmüştür. Daha sonra Kayseri ye geçmiş, 16 Ekim Ekim 1918 tarihleri arasında Kayseri/Efkere Darü l Eytam da [savaş yetimlerinin okuduğu okul] görev almıştır. Oradan Konya ya geçmiş, eğitimini tamamlamak düşüncesiyle Konya Darü l Muallimîn e kaydolmuş, 21 Aralık 1919 da da oradan mezun olmuştur. Bu arada 15 Haziran-10 Ekim 1919 tarihleri arasında Konya Kızılviran [Kızılören] Köyü okulunda öğretmenlik, camiinde de imamlık 10 yapmıştır. Asıl öğretmen olduktan sonra ise ilk olarak Konya nın o zamanlar henüz ilçe olmayan Çumra Nahiye Mektebi nde görev almış, bir yıl sonra gittiği Erzurum Sultanîsi nin [lise] kısm-i ibtidaisinde de [orta kısım] üç yıl öğretmenlik yapmıştır yılında İsmail Hakkı Bey in kızı Edibe Hanım ile evlenmiş, bu evliliğinden Leman, Şükran, Türkân, İnanç ve Sara adında beş kız çocuğu olmuştur. Bunlardan İnanç, Abdürrahim Şerif Bey in ERZURUM Tarihi ni İstanbul da bastırdığı günlerde ağırlaşmış, ilerleyen günlerde de Hakk ın rahmetine kavuşmuştur. Tarihçimiz ise kitabının basılması yarım kalır endişesiyle işi bitinceye kadar İstanbul dan ayrılmamış, daha sonra mahzun, mahcup, yaralı ve de gözü yaşlı bir halde Erzurum a dönmüştür. Tekrar öğretmenlik hayatına dönecek olursak, 1923 ün eylülünde Bitlis Lisesi nin orta kısmı başmuallimliğine [müdür] atanan Abdürrahim Şerif Beygu, aynı yıl Maarif Vekaleti nin (MEB) Erzurum da açtığı branş öğretmenliği sınavına katılmış, başarılı olması üzerine 1924 yılında Bitlis Lisesi ne bu kez tarih/coğrafya öğretmeni olarak atanmıştır. 6 Bknz. H. Basri Erk, Erzurumlu Bilginler Birinci Fasikül. 7 Bknz. Sıtkı Dursunoğlu nun Anıları. 8 Bknz. Leman Şerif Beygu nun Anıları. 9 Değişik kaynaklar doğum tarihini farklı vermektedir. Bunlardan Erzurum Lisesi nde görev almış muallimlerin sicil belgelerinin bulunduğu defterde doğum tarihi (rumî) 1309 yazılıdır. Bu tarihin (miladî) karşılığı 1893 yılıdır. 10 Bknz. Kelkitli Ziya Öztürk ün Anıları

80 78 / 79 Aziziye Belediyesi Bir zaman 15 Kasım Ağustos 1926 tarihleri arasında Gümüşhane Ortaokulu nda görev yaptıktan sonra Erzurum a dönmüş, erkek ve kız muallim mekteplerinde ( ) ve Erzurum Lisesi nde ( ) tarih öğretmenliği yapmıştır tarihleri arasında da Trabzon da öğretmenlik yaptığını bildiğimiz Abdürrahim Şerif Bey, orada bulunduğu süre içerisinde Trabzon un tarihini araştırma komisyonunda görev almış, bir takım araştırmalar yapmış, daha sonra kendi isteğiyle Erzurum a dönmüştür yılına kadar yine Erzurum Lisesi nde tarih öğretmeni olarak çalışmış, daha sonra sağlığına iyi gelir diye Eskişehir e tayinini aldırtmış, tarihi itibariyle de Eskişehir Lisesi nde göreve başlamıştır. Ne yazık ki hastalığı orada daha da ilerlemiş, 14 Kasım tarihinde Erzurum dan yüzlerce kilometre uzakta, Eskişehir de vefat etmiş, Yukarı Mahalle Mezarlığı na defnedilmiştir. Gerek Erzurum, gerekse Türk tarihine büyük hizmet etmiş olan Abdürrahim Şerif Bey in Eskişehir de vefat etmesi ve orada defnedilmesi Erzurum daki tüm dostlarını, sevenlerini derinden yaralamış, büyük üzüntüye sevk etmiştir. Erzurum Belediyesi nin naaşının Erzurum a getirilmesi teklifi ne 12 Beygu nun ailesi sıcak bakmamıştır. Bu arada onun yakın dostlarından Halkevi Başkanı Sıtkı Dursunoğlu ile İş Mecmuası nı çıkaran Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu öncülüğünde bir komisyon oluşturulmuş, toplanan yardımlarla Beygu nun ailesinin isteği göz önünde bulundurularak Eskişehir de mezarı yaptırılmış, vefa borcu bir nebze de olsa ödenmiştir. Gelelim Abdürrahim Şerif Beygu nun eserlerine. Onun ilk yayınlanmış eseri, herkesin yeni alfabeyi sökmeye çalıştığı tarihlerde, 1932 yılında gün yüzüne çıkmış olan AHLAT KİTABELERİ adlı kitabıdır. Anadolu da Ahlat kadar Türklük için çok kıymetli vesikaların bulunduğu başka bir il yoktur desem, abartmış olmam! diye Maarif Emaneti ne rapor sunan 13 Abdürrahim Şerif Bey, kitabının mukaddemesinde [önsöz], iğne ile kuyu kazarcasına olan bu didinme, çalışmanın gayesi vatanımızın ücra bir köşesini tanıtmak niyetinde olduğunu ifade etmiştir. Sıtkı Dursunoğlu da günlerce mihnetli kağnı yollarını aşarak, ev diye oyuklarda yatarak, çok kere ekmeğine katık bulamayarak [kitabelerin dilini] o çözdü diyerek yazılış hikâyesine tanık olduğu bu eser için onun nelere katlandığını anlatmış, büyük müsteşrikler [Batılı ilim adamları] tarafından takdir edilen eser [in] yarınki Anadolu tarihçisinin en kuvvetli mehazı [kaynağı] 14 olacağını belirtmiştir. Abdürrahim Şerif Beygu nun 1936 yılında yayımlanmış olan ikinci eseri ERZURUM Tarihi, Anıtları, Kitabeleri I adlı kitaptır. Rahmetli tarihçimizin iki cilt olarak düşündüğü kitabın, Osmanlı ya kadarki dönemi kapsayan bu ilk cildi için Nesip Yağmurdereli, Yalnız başına Erzurum Tarihi, Abdürrahim Şerif in adını nesilden nesile getirmeye kâfidir. Erzurum Tarihi ni meydana getirebilmek için o bütün Doğu Anadolu yu baştan başa dolaşmış; mezar taşları, türbeler, köprüler, surlar, hanlar, kervansaraylar önünde bıkıp usanmadan saatlerce, günlerce durmuş, fotoğraflarını çekmiş, silik kırık kitabelerini tetkik etmiştir 15 Onun yayınlanmış üçüncü eseri, resmi makamların hazırlanmasını ona havale ettikleri ŞİMENDİFERİN KAVUŞTUĞU GÜN ERZURUM 1939 dur. Kısa bir Erzurum tarihi diye nitelendirilebilecek olan bu kitabın özellikle Tarihî kısmı nın onun tarafından hazırlandığı mukaddemesinde (önsöz) belirtilmiştir yılında TCDD tarafından Demiryollarının 150. Yıl Anısına bu kitabın tıpkıbasımı yapılmıştır. Buraya kadar saydığımız bu eserler Abdürrahim Şerif Beygu nun yayınlanmış kitaplarıdır. Bir de bir kısım arkadaşlarının gördüğü, bildiği, vefatı sonrasında yazılmış yazı ve anılarda, hatta kendine ait bir mektupta 16 sözü edilmiş çalışmaları vardır. Bunlardan ilki, ERZURUM Tarihi diye bilinen, birinci cildi basılmış olan kitabın ikinci cildidir. Çoğu kişinin varlığından haberdar olduğu bu çalışma hakkında Sıtkı Dursunoğlu Hoca, ikinci cilde ait malzemenin tertip ve tasnifiyle neşir [yayınlanma] işini Dil Tarih Fakültesi ni bitirmek üzere olan sevgili kızları Leman ve Türkân dan beklediğini söylemiştir. 17 Üzerinde çalıştığı başka bir eserini de Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu nun bir yazısından 18 öğreniyoruz: Çoğu kaynak mezar taşı kitabesindeki (6. X. 1944) tarihini esas almıştır. Oysa biz kızı Leman Hanım ın OnYılÖnce AHLAT Gazetesi nde yayınlanan yazısında kendisinin verdiği ölüm tarihinin daha doğru olduğu düşüncesindeyiz. Erzurum Belediyesi Arşivi Daimi Encümen Kararları Dosyası, 17 Ocak 1949 ile Daimi Encümen in 23 Mayıs 1949 tarihli kararları bu konu ile ilgilidir. Abdurrahim Şerif Bey ve Erzurum Tarihi I-II, Reşit Tarakcıoğlu, İNAN, Sayı: 27,28. Abdurrahim Şerif Beygu, Sıtkı Dursunoğlu, ERZURUM Halkevi Kültür Dergisi, Yıl:, Sayı: 4-5, 15 Birincikanun Abdurrahim Şerif in Mezarı İçin, Nesip Yağmurdereli, BAŞAK, Abdürrahim Şerif Bey in Erzurum Tarihi nin II. Cildinden söz ettiği bir mektup Ebülula Mardin İn Huzur Dersleri adlı kitabında, İsmail Saib (Sencer) Efendi nin anlatıldığı bölümde yer almaktadır. Abdurrahim Şerif Beygu, Sıtkı Dursunoğlu, ERZURUM Halkevi Kültür Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 4-5, 15 Birincikânun CUMHURİYET Gazetesi, ve 14 Mart 1939

81 son seneler zarfında Abdurrahim Şerif in içtimai [sosyal] meseleler tarihi ile, bu arada halk ve divan edebiyatı ile alaka tesis ettiğini [ilişki kurduğunu] görüyordum de neşrettiğim [yayınladığım] ERZURUM ŞAİRLERİ nin listesine ilave edilecek daha birçok şair isimlerinin bulunduğunu, toplamış olduğu yüzlerce cönk içinde pek orijinal vesikalar görüldüğünü anlatmış, bazılarını da göstermişti. İleride benimkini çok geride bırakacak ikinci bir Erzurum Şairleri yazmak için hazırlandığı belli idi. Bunlardan başka Erzurum da çıkan Atayolu Dergisi nde yayınladığı, ayrıca Erzurum Halkevi adına verdiği Erzurum da İş ve Aile Hayatı konulu konferans metinlerini bir araya getirerek, bir takım eklemeler yaparak bu konuyla ilgili bir kitap hazırlamayı düşündüğü de söylenenler arasındadır. Bu saydıklarımız da Abdürrahim Şerif Bey in bilgi belge topladığı, üzerinde çalıştığı, bir kısmı hazır vaziyette olduğu söylenen çalışmalarıydı. Ayrıca bir de çeşitli dergi ve gazete sayfalarında kalmış, ilmî değer taşıyan birçok makalesiyle haber niteliğinde yazdığı metinleri bulunmaktadır. İşte buraya kadar anlattıklarımız koca tarihçinin kısa ömründe, Cumhuriyet imizin kuruluş yıllarına denk gelen, her tür yokluğun had safhada olduğu, hayatının ikinci çeyreğinde yaptığı muazzam çalışmaların özetidir. Evet, kısa yaşamıştı, fakat 51 yıllık ömrüne çok şeyler sığdırmış, o günün şartlarına göre oldukça büyük işler başarmıştı. Bu nedenle örnek alınması gereken bir ilim adamıydı. Kısacası Mükrimin Halil Bey in de söylediği gibi yeni yetişen ve tarihe meraklı olan gençlerimiz [onun açtığı] bu yoldan yürümeli ve memleketlerinin tarihini aydınlatmak için Erzurum tarihçisi Abdürrahim Şerif Bey gibi fedakârlıkla çalışmalıdır 19 Yazımıza onunla ilgili birkaç anıyla son veriyor, unutulmaması gereken bu büyük Erzurumlu tarihçiyi saygıyla, minnetle, rahmetle anıyor; yetişen nesillerin ABDÜRRAHİM ŞERİF BEYGU ismini hafızalarına kaydetmelerini temenni ediyoruz. Cumhuriyet Caddesi Bayram Töreni (Metin Diler Arşivi) ABDÜRRAHİM ŞERİF BEY DEN HATIRALAR Sivas taki muhacirlik yıllarından arkadaşı olan Kelkitli ¹ Ziya Öztürk anlatıyor: Bir gün küçücük bir muhacir kahvesinde onunla beraber çay içiyor ve dertleşiyoruz. Tam bu sırada bir polis memuru kahveye geldi ve Abdurrahim e Kalk çabuk, vali seni istiyor dedi. Beraberce Hükümet Konağı na gittik. Onu vali odasına soktular. Ben merak ve heyecan içinde bekledim. Bir hayli zaman sonra rahmetli Beygu, vali makamından heyecanlı, hiddetli ve gururlu bir yüzle çıktı. Mesele şu imiş: O gün gelen ajans haberleri bilmem hangi cephede Almanların büyük bir muzafferiyetini [üstünlüğünü] haber veriyormuş. Fakat bu haber matbaada dizilirken mürettip [dizgici] hatası yüzünden muzafferiyet, bozgun manası ifham edecek [bildirecek] şekle girmiş. Vali [Sivas Valisi Muammer Bey] sinirlenmiş, bir taraftan ajansları toplattırırken diğer taraftan da matbaa müdürünü sıkıştırmış. Onlar da kabahati üzerlerinden atmak için Erzurumlu mürettip dizdi demişler. Vali, Beygu yu azarlıyor, kızıyor, bağırıyor O da nöbette olmadığı için matbaaya uğramadığını, bundan haberi olmadığını ileri sürüyorsa da vali bir türlü inanmıyor ve aynen şöyle diyor: Beyefendi, ben Erzurum un yüksek şahikalarından yetişmiş bir gencim. Ne yalan söylerim, ne de bu kadar hakarete tahammül ederim. Ben size haberim yok diyorum, siz inanmıyorsunuz. Buyurun bildiğinizi yapın. Zaten biz o gün bedbaht olduk ki memleketimiz elimizden gitti, üstelik de burada haksız yere tekdir ve hakarete maruz kalıyoruz. 19 Bir Erzurum Tarihçisi, Ord. Prof. Yinançoğlu Mükrimin Halil, İŞ Aylık Felsefe Ahlak ve İctimaiyat Mecmuası, , Sayı: 28. Ayrıca [BA- ŞAK, 1941].

82 80 / 81 Aziziye Belediyesi Bunları söylerken çok heyecanlanıyor ve ağlıyor da Sokakta mükâlemeyi [konuşma] bana anlatırken Erzurum un acısını tekrar yüreklerimizde canlandırarak bir hayli de beraberce ağlaştığımızı hâlâ unutmam. Vali; Abdurrahim in bu erkekçe mukabelesinden [karşılık vermek] çok mütehassis ve müteessir oluyor [duygulanıyor ve üzülüyor]: İnandım, diyerek okşuyor ve özür diliyor. 20 Yine Ziya Öztürk ilginç bir anısını anlatıyor: Bir gün ondan gelen bir mektubun içinden bir de fotoğraf çıktı. Başta sarık, arkada lata [cübbe gibi bir şey], çehrede kaba traş bir sakal, kelli felli bir hocacık Mektubunda diyor ki: Hayret etme, bulunduğum köy hocalığında bana 300 kuruş maaş veriyorlar. Geçinmeme imkân yok. Köyün imamlığını da yapıyorum. Köylü beni çok seviyor, bütün yiyeceğimi temin ediyorlar. Maaşımı, nikâh ve cenazeden aldığım paraları da biriktiriyorum. Ne yapalım muhacirlik 21 Kelkitli Ziya Öztürk ten 1923 yılında yaşanmış ilginç bir anı daha: Ben 1923 te Bayburt tan Erzurum Lisesi kısm-i ibtidai [ilk kısmı/ortaokul] muallimliğine naklen geldim. Beygu da bu kısımda çalışıyordu. Vekaletten [bakanlık] bir emir geldi: İlk mektep muallimlerinden orta tedrisat [lise] hocalığına nakletmek isteyenler, lise müdürlerinin reisliği altında muallim mektebi müdüriyle, imtihana girecekleri zümrenin [branş] lise mualliminden ibaret bir komisyon huzurunda imtihan verecekler. Her ikisi de, her iki kıymet de bugün rahmetli oldular ya; Abdurrahim ile Iğdasor Köyü muallimi Iğdasorlu [riyaziyeci/matematikçi] Mehmet [Kumbasar] bu imtihana talip oldular. Ben de o gün nöbetçi bulunuyordum. Mehmet riyaziyeden imtihana girdiği için sorulan meseleleri çabucak halledip bitirdi. Fakat Beygu nunki tarih ve coğrafyadan olduğu için uzayıp durdu. Akşam karanlığı bastı, rahmetli bir türlü bitirmiyor, sahifeler sahifeleri takip ediyor ve kâğıtlar sıralanıyor. Komisyon bitirip vermesinde ısrar ettikçe o yalvarıyor ve cevaplarına devam ediyor. Nihayet dostları oldukları kadar bu mevzudaki ehliyetine de [güvenilirliği] inanan komisyon âzâları vakit çok ilerleyince onun yalvarışlarına dayanamayarak vazifelerini bana tevdi edip [bırakıp] ayrıldılar. Biraz sonra benim de uykum geldi. Oturduğum kanepede uyuya kalmışım. Bir aralık rahmetlinin heyecanlı sesi ile uyandım. Kalk ocağım battı! diyerek beni sarsıp duruyor. Ne oldu demeğe sıra kalmadan mürekkep lekeleri ile yer yer berbat olmuş imtihan evraklarını yerlerde serili gördüm, afalladım. O; Ben şimdi ne yapayım? diye dövünüyor. Meğer hâdise şöyle olmuş: Suallerin cevaplarını artık tahmin buyurursunuz, saatlerce süren tafsilatlı cevaplarını sıralayayım diye odanın yüzüne yaymış fakat yorgunlukla ve uyku sersemliği(y)le hızla yerinden kalkarken hokka takımına [mürekkebin konduğu kap] dokunmuş, devrilen hokkanın mürekkebi(y)le evrak da yer yer berbat olmuş. Bana akıl öğret, şimdi ben ne yapayım? diye çırpınıp duruyor. Ben kendisini teselli ettim: Bunların yeniden yazılmasına imkân ve zaman yok. Zaten evrak vekalete [bakanlık] gitmeyecek, komisyon tetkik edip [inceleyip] rapor yazacak. Sabahleyin vaziyeti onlara anlatırız. Seni, senin liyakatini [layık olduğunu] bilenler çaresini bulurlar. Ertesi sabah başarı raporu yazıldı ve gitti. İşte Ahlat Kitabeleri nin ve Erzurum Tarihi nin değerli müellifi rahmetli Beygu muzun orta tedrisat hocalığı da böyle başladı Bir İzah, Kelkit Ziya Öztürk, ERZURUM Halkevi Kültür Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 11, 29 Ekim 946, s Aynı dergide yayınlanan derginin 25. sayfası. Aynı dergide yayınlanan makalenin 25. ve 26. sayfaları. Kadim dostu Sıtkı Dursunoğlu ndan tam ibretlik tarihî anı: Ona ait en eski hatıram, İdadi nin ilk sınıflarından başlar. Beygu nun tarihî ve coğrafî adlara karşı vefalı bir

83 hafızası vardı. Birkaç muzip arkadaş, onu teneffüs saatlerinde mektep bahçesinin bir köşesinde sıkıştırır, bir nefeste birkaç Çin şehrini sayamazsa cezalandıracağımızı söyleyerek tehdit ederdik. Merhum gülerek saymaya başlar, ikmal edemeyince [tamamlayamayınca] sırtını biraz daha kamburlaştırarak aramızdan kaçardı. Balkan Harbi nin facialı neticesi(y)le Birinci Umumi Harb in uğursuz başlangıcı arasında ikimiz bir müessesede birleşmiştik. Albayrak Matbaası nda ben idare memuru olmuştum, o mürettip Yemekleri bir arada yer, evlerimize birlikte döner, o zamanki Erzurum un ilk açılan sinemasına haftada iki gece beraberce giderdik. Ziya Gökalp ın henüz başlayan Türkçülüğü ikimizin de can evimize yerleşmişti. Dumanı burnunda milliyetçiydik. Hele onun bu hususta katiyen müsamahası yoktu. Hiç unutmam; yine bir gece sinemaya gitmiştik. Viyana Muhasarası gösteriliyordu. Filmde ya bilgisizlikten, yahut da kasıttan gelen sakatlıklar ve hattâ töhmetler [suçlama] vardı. Sinirlendik ve birbirimizle dertleştik. Filmin mennine [gösteriminin durdurulmasına] o anda çocuk kudretimizin yetmeyeceğine inandığımız fakat ne olursa hiss-i millîmizi [millî duygular] tatmin yolunda bir şey de yapmak istediğimiz için protesto makamından sinema binasını terk etmeyi ve mes eleyi icab eden [ilgilenen] makamların ıttılaına [bilgilerine] ulaştırmayı kararlaştırdık. Neticede filmin gösterilmemesi vilayet makamından Ermeni sinemasının komiteci patronuna tebliğ edildiği zaman şahsî ve millî gururun ölçüsünü hâlâ tayin edemem lerde henüz bir lise öğrencisiyken Erzurum Lisesi nde babasının kısa süre öğrencisi olan kızı Leman Hanım dan o günlere ait kısa bir anı: Kitabeleri, fermanları, vakıf kayıtlarındaki Farsça ibare ve ifadeleri okumasına yardımcı olur düşüncesiyle Tivnikli Faruk Bey isimli bir zattan haftanın belirli günleri evimizde Farsça dersleri alırdı. Fransızca dersleri aldığını da zannediyorum senesinin başında henüz Eskişehir e nakletmeden önce çok kısa bir süre bir ay gibi- babamın sınıfında olma mutluluğuna ermiştim. Bizans Tarihi nin Jüstinyen devrine ait dersinin ve mozaik sanatının özellikleri hakkında teknik bilgi hâlâ aklımdadır. Öğrenciye dersi derste öğretir ve tarihi sevdirirdi. Bir öğrencilik anısı da Erzurum Lisesi nde uzun yıllar resim öğretmenliği yapmış olan Fuad İğdebeli den: Erzurum Lisesi nde okuduğumuz (940 lı) yıllarda sınıfımızın en çalışkan öğrencisi Oğuz Öğün adında bir arkadaşımızdı. O yıllarda okulun en kıymetli hocalarından birisi olan Abdürrahim Şerif Beygu da tarih, coğrafya derslerine giriyordu. Yaklaşık bir dönem kadar bizim sınıfın derslerine de girmişti. Zaman zaman ders ortasında isim vererek öğrencileri kaldırır, konuyla ilgili sorular sorardı. Sırtındaki kambur yüzünden olsa gerek, soru yönelttiği kişinin yüzüne pek bakmazdı (ya da biz öyle sanırdık!). Bizler de öğrenci milleti olarak, bunu fırsat bilir, hocanın her soru sorduğu kişinin yerine tembelliğimiz yüzünden Oğuz un kalkmasını, soruyu cevaplandırmasını isterdik. Yine günlerden bir gün, hoca anlattığı konulardan sormaya başlayınca iş yine Oğuz a düşmüştü. Oğuz, ses tonunu değiştirerek kimin adıyla kalkmışsa onun yerine cevaplar veriyordu. Meğer hoca günlerdir bu işin farkındaymış. Artık dayanamamış, Yeter Oğuz yeter! Bu kaçıncı kişi oldu! diyerek kızmış, bu rezaleti son buldurtmuş, bizleri de mahcup etmişti! 25 KAYNAKLAR Ahlat Kitabeleri, Aptürrahim Şerif, İstanbul, ERZURUM Tarihi, Anıtları, Kitabeleri, Abdürrahim Şerif Beygu, İstanbul, Şimendiferin Kavuştuğu Gün ERZURUM 1939, İstanbul. ERZURUMLU BİLGİNLER Birinci Fasikül, Tercan Yargıcı H. Basri Erk, İstanbul, Abdürrahim Şerif Beygu ve Erzurum Tarihi I-II, Reşit Tarakcıoğlu, İNAN (Trabzon Halkevi) Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 27,28, Mart-Mayıs Bir İzah: Erzurum Tarihi Müellifi Hakkında, Kelkit: Ziya Öztürk, Erzurum Halkevi Kültür Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 10, 3 Temmuz Ahlat ı Dünyaya Tanıtan İnsan: Abdürrahim Şerif Beygu, Leman Şerif Beygu, OnYılÖnce Ahlat Gazetesi, Sayı: 4, Ocak Abdurrahim Şerif Beygu, Sıtkı Dursunoğlu, Erzurum Halkevi Kültür Dergisi, Yıl: 1, Sayı:4-5, 15 Birincikânun Erzurum un Yetiştirdiği Değerlerden ABDÜRRAHİM ŞERİF BEYGU, Selim Yapıcı, Akrep-YELKOVAN Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 2, Eylül-Ekim İhtiyar Yaşayıp Genç Ölen Büyük İnsan Erzurumlu Tarihçi Abdürrahim Şerif Beygu, İsmail Hacıfettahoğlu, Beyazşehir PALANDÖKEN, Sayı:5, Ocak-Şubat-Mart (Erzurum Lisesi nden Yetişenler Cemiyeti Neşriyatından), BAŞAK, (Erzurum Lisesi nden Yetişenler Cemiyeti Neşriyatından), BAŞAK, Zaruri Bir Konuşma: Sıtkı Dursunoğlu, Erzurum Halkevi Kültür Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 10, 3 Temmuz Huzur Dersleri, EbülUla Mardin, Cilt: 2-3, İstanbul, Üniversite Haftası ERZURUM, İstanbul Üniversitesi Yayını, Erzurum Belediyesi Arşivi Daimi Encümen Kararları Dosyası, Albert Gabriel, TAN Gazetesi, Sayı: 336, 1 Kânûnievvel Cumhuriyet Gazetesi, Abdurrahim Şerif Beygu, Sıtkı Dursunoğlu, Yıl: 1, Sayı:4-5, 15 Birincikânun 1944, Sayfa: 23-24, ERZURUM Halkevi Kültür Dergisi. 24 Kızının bu hatırasında Abdurrahim Şerif Bey in yabancı kaynaklardan kimselere ihtiyaç duymadan yararlanabilmek için o yaşlarda yabancı dil (Farsça, Fransızca) öğrenmeye kalktığını anlıyoruz. İstanbul kütüphanelerinde aziz hemşehrim diyerek çoğu yerde minnetle andığı Beyazıt Kütüphanesi Müdürü (Erzurumlu) İsmail Saib (Sencer) Efendi den de Farsça ve siyakat yazısını öğrenmek için dersler aldığını söylemiştir. 25 Birçok kişinin bildiği bu anıyı biz, bizzat Fuat İğdebeli Hoca nın vefatından önce kendinden dinlemiş olan Selim Yapıcı dan derledik.

84 Ata Yurdum Halide Nusret ZORLUTUNA Erzurum Fotoğraf: Soner EKER

85 Senden ayrı, gurbetelde yıllardır, Hasretini çekip durdum Erzurum. Bir damla suyunda, bin şifa vardır. Anayurdum, babayurdum Erzurum... Zorlu dedelerim kükrer sesinde, Ninemin gülüşü, gülen sesinde, Tarihimin karanlık devresinde, Hançerdin düşmana, vurdun Erzurum... Gönülde sevgisin,damarda kansın. Çileli, fedakâr, aziz vatansın. Cümle güzel şehirlere sultansın, Tahtmı kalbime kurdun Erzurum.

86 Abdulkerim DİNÇ Beni görünce küskün küskün başını günbatımına çevirdi.. Sitemler etti Sonunda iknâ edebildim.. Sana Erzurum un dağ başlarındaki ışıklarını, ulularını anlatacaktım. Sana Hüma kuşunun destanını anlatacaktım.. Gelmedin Sana bugün, Hüma kuşunun Ejder tepesinde yeniden dirilişinden bin yıl sonrayı; Tortum gölünün ve de Söğütlü köyündeki Balıklı gölün destanını anlatacağım. Anlatacağım ki yanlış bilinenler düzeltilsin

87 Durdu. Ufka baktı Göğsü daralıp genişledi Ürperdi yaprakları gelincik çiçeğinin, yani ki haşhaş çiçeğinin Al rengi daha bir allandı.. İnce narin yaprakları bir derviş gibi sallandı ve başladı anlatmaya: Tortum gölünü bilirsin. Onun yakınında bir manastır vardır: Öşvank.. Onu da bilirsin. O manastırın çok bilge bir keşişi vardı. Allah ın rahmeti anlamına gelen Vano isimli bir Keşiş.. Bu keşişin de bir kızı vardı. Ayın nurundan yaratılmış bu on altı yaşındaki kızın ismi Gika ydı. Yani: Gül Aslında Gika, Vano nun küçük kardeşinden yâdigârdı.. Bu Vano nun küçük kardeşinin ve de gelininin acıklı hikâyesi için de destanlar söylenip, türküler yakılmıştır ya; neyse.. Bir başka zaman onların da destanını anlatırım.. Biz gelelim Gika ya Amcası Vano ona ayışığı anlamında Tutarchela da derdi Benim güzel Tutarchelam derdi Benim güzel Tutarchelam O vadide mes ud, bahtiyâr yaşarlardı Gika, ismi gibi bağlara karışır, Tortum çayına karışır, çiçeklere karışır, börtü böceğe karışır Kuşlar, böcekler, kelebekler kaçmazlar Gika dan.. Gün doğarken yapraklar Gika diye ürperirler, kelebekler Gika diye renk renk kanat çırpar; kuşlar Gika Gika diye öterlerdi.. İsmi gibi güldür, Vano amcanın dediği gibi ayışığıdır ay parçasıdır.. gece karası ışıltılı saçları omuzlarından iki örgü hâlinde aşağı akardı Yürüyüşüne, taştan taşa ceylan gibi sekişine, saçlarının savruluşuna vurulmayan yoktur. Kalın, yay gibi kara kaşlarının altında masmavi gözleri sular gibiydi.. dereler gibiydi denizler gibiydi.. paraltılı, aydınlık, ışıltılı.. ve tebessüm çiçekleri açardı gözlerinde Gözlerine hiçbir delikanlı doğrudan bakamazdı. Bakamazdı; bakarsalar âşık olur, mecnun olurlardı.. O küçücük böğürtlen dudakları daima tebessüm ederdi.. Gülümserken dudaklarının kıvrımları çiçekleri bile mest ederdi.. Çiçekler Gika kokardı Gika, binbir türlü çiçek kokardı.. Ormanda bir şarkı söylerdi bütün kuşlar susar onu dinlerdi Vadilerden gelen mavi derecikler beklerlerdi ki Gika gelip suya bıraksın ayaklarını da o ışıklı ayakları öpelim Yortularda, slujbalarda o sular gibi sesiyle ilâhi okurdu manastırda, Gürcüler yeniden imâna gelirlerdi Gika nın sesiyle.. Düğünlerde bel kıvırarak, sekerek öyle bir raks edişi vardı ki, gençler yaşlılar durur Gika yı seyrederlerdi.. Hatta ezgiler bile Gika ya uyarlardı.. Derler ki, Gürcü rakslarının pek çoğunu Gika icad etmiştir Gözlerine bir aşk ateşi düşer; dudaklarına bir aşk kıvrımı gelir; beli aşkla kıvrılır, ayakları aşkla dokunurda yere ve raks başlardı Tabiat raksa dönüşür; aşk raksa dönüşür, evren raksa dönüşür; Gika nın kıvrılışlarında, sekişlerinde, dönüşlerinde, kollarında, ince, uzun, ışıklı parmaklarında ve savrulan gece karası ışıltılı saçlarında.. raks ederken gözlerinden ışıltılı gökyüzü, ışıltılı denizler saçılırdı.. Güzelliği Tortum vadisine, güzelliği bütün Kafkaslara yayılmıştı.. Âşıklar daha görmeden Gika ya türküler yaktılar, destan düzücüler daha görmeden Gika ya destan düzdüler Hatta derler ki, başı dumanlı Kaçkar dağlarının ötelerinden Kafkas dağlarından bir türküyü yele verip göndermiş bir Gika sevdalısı, turnalara verip göndermiş bir Tutarchela sevdalısı Gürcü lisânında çığırılmış türkünün Türkçesi şöyle idi Yaya aştım dokuz dağı, seni bulmaya Suyla doldurdum testimi, damla damla Ayla dertleştim geceleri, hayâl kurarak Maniler söylerim, şafakla gelen güne. Ey Gika, ağır ağır gel benimle, Ey Gika, yüksektir kapının eşiği, Ey Gika, toprak döşek olur uykumuza, Ey Gika, gökyüzünü örteriz yorgan diye üzerimize. Öşvank ile Tortum arasında Pehlivanlı köyü vardır.. Pehlivanlı köyünün de bir beyi vardı. İsmi Temir idi Temir beyin dillere destan güzellikte bir oğlu var idi. İsmi Batur.. Tortum vadisinde Batur u daha görmeden sevdâlanan, bu sevdâdan ince hastalığa tutulan kızlar var idi. Temir bey, anası, bütün akrabalar, bütün bir köylü Batur u gözbebekleri gibi korur kollarlardı. Boynundaki hamayılinde kat kat nazar duaları vardı ki, anası nefesi

88 güçlü hocalara, âlimlere yazdırmıştı. Bileğinde nazardan saklayan pazubendi var idi.. Anası, her sabah Batur a okunmuş sular içirir idi 86 / 87 Aziziye Belediyesi Dersin ki, Batur daha konuşmaya Kur an-ı Kerîm le başladı. Âlimler davet edilip Batur a tahsiller verildi; bütün ilimlerin anahtarları öğretildi. On yaşına geldiğinde Hafızların nezaretinde hafız olmuştu Batur sadece İslâm ilimlerini değil, fen ilimlerini de öğrendi âlimlerden. Sonra yiğitlikte, alplikte güleş öğrendi, kılıç çalmayı öğrendi, at binmeyi öğrendi, cirit öğrendi Babası, Batur için taa Bursalardan bir at getirtmişti. Atın ismi Aşkar dı.. Battal Gazi nin atı gibi görkemli idi. Öyle bir rahvan giderdi ki, dersin raks eder, savaşçı bir yiğit gibi.. O yörede rivâyet edilirdi ki, Aşkar su aygırıdır. Yani ölümsüzdür Köroğlu nun atı gibi.. Batur un anası Işık Hatun, Aşkar ı da nazar boncukları, Biz gelelim Batur a.. O gün farklıydı Batur, dalgındı Bir bulut vardı sanki başında.. Anası Işık Hatun fark etti bu dalgınlığı Meraklandı Batur bir lokma yemeden, Aşkar a binip vadiye doğru at sürdü.. Çayı geçti, ilk kez bugünkü Uzundere taraflarına gidiyordu.. Bir şey çekiyordu Batur u.. Hatiften ses.. Öğlen olmuştu Sol taraftan gittikçe daralan vadiye yöneldi.. Öşvank manastırına geldi. Hayran hayran manastırın binasına baktı.. Allah, Allah! dedi.. Batur u gören keşiş Vano, delikanlıyı manastıra davet etti. Sofra kurdu. Sohbet ettiler. Keşiş Vano, delikanlının ilmine, ferâsetine hayran kaldı. Dört kitaptan konuştular. Dünyanın ahvâlinden konuştular. Hazret-i İsa Mesih den konuştular; Hazret-i Muhammed den konuştular. Keşiş Vano, Batur u muhabbetle selâmetledi.. Batur, kendisini çeken içindeki ışığa yürüdü Aşkar la Ormanlar içinde sular gördü, ormanlar içinde bir küçük göl gördü. Işıkların oynaştığı, kuşların oynaştığı, kelebeklerin oynaştığı, elvan elvan çiçeklerin oynaştığı bir küçük göl gördü. Gölün kenarında papatya gibi ak ayaklarını mavi suya, saçlarını çiçeklere salmış Gika yı, yani ki hamayıllerle donatmıştı nazar değmesin diye.. Temir Ağa nın ahırında pek çok at vardı; ancak Aşkar, konaklarının hemen altında ona göre yapılmış bir yerde bulunurdu. Nice Çerkez beyinin yiğitleri güzelliğini duydukları Aşkar ı çalmak için fendler kurmuşlar ama bir türlü becerememişlerdi. Işık Hatun, daha oğlunun bıyıkları terlerken yöreden kızlar aramaya başladı. Taa Erzurum lara, Artvinlere, Yusufelilere, Gümüşhanelere kadar kızlar araştırıldı Batur için.. Tutarchela yı gördü Görür görmez nutku tutuldu; Aşkar dan aşağı yuvarlanayazdı... Gika nın güzelliği karşısında görür gözü görmez oldu; işitir kulağı işitmez oldu; tutar eli tutmaz oldu Işıkların içine düştü sanki.. Kulağında su uğultuları.. Öylece baygın baygın bakar iken gözlerini açtı ki Gika, mavi mavi, ışık ışık gülümsüyor Aşkar ın yelesine tutunmasa, ışıklar saçan, sular akan koyu mavi gözlerin çiçekleri karşısında zangadak düşebilirdi yere Düşüp de yiğitliğini de düşürebilirdi Batur, baktı ki, Gika da hayran hayran bakar Nurdan yaratılmış ipek elleriyle tutmuş al al kızarmış; lâle lâle kızarmış yanaklarını..

89 İki genç, öylece tek kelâm etmeden birbirlerine baktılar sadece Tek kelâm etmeden neler konuştular; neler aktı içlerine ateşler gibi bilinmez Nemrut un ateşi, gönüllerinde İbrahim oldu Nemrut ateşi gönüllerinde gül oldu Nemrut ateşi gönüllerinde Hüma kuşu oldu Yeniden doğdular Gün dağların tepelerin ardında mor çiçekler gibi solarken hâlâ gözleri birbirine dönük öylece bakışıyorlardı. Göğüslerinde kâlpleri minicik serçeler gibi çırpınıyordu Böylece her gün göl kenarında buluşurlar ve sadece göz göze bakışırlardı. Gözlerinden gönüllerine ateşler akardı. Fikir ettiler ki, ne keşiş Vano verir Gika yı Batur a ne de anlı sanlı Temir bey Gika yı gelin olarak getirir köşküne de Gürcülerle araya bir nifak sokar gözü dünyayı görmeyen Gika nın hâli Keşiş Vano yu hem üzdü, hem de öfkelendirdi.. Gika ya sevdâlı köyün gençlerini topladı manastıra. Gika ya sevdâlı kırk yiğit, pusatlarını kuşanıp atlarını hazır edip Gika yı keşiflemeye başladılar. Eğer ki, Batur la kaçmak niyet ederse gök kılıçlarını Batur un al kanıyla yıkayacaklardı Ve Gika içlerinden seçtiği birisiyle güzün evlenecekti Güneş altın saçlarını gölün sularında yıkarken kavilleştikleri gibi buluştu iki genç Gika, annesinden yadigâr birkaç parça almıştı bohçasına; Batur pusatlarını İkisinin de kâlbi iki güvercindi göğüslerinde Aşkar, sırtına alınca Gika yı daha bir görkemli görünür oldu Allah! deyip Aşkar ı sürünce Batur göğe ser çekmiş ağaçların arasından fırladı kırk genç Fırladılar ya Aşkar, bir şaha kalktı, bir kişnedi Köroğlu nun Kıratı Kavilleşti iki körpe sevdalı.. Gözleriyle kavilleştiler, gül goncası dudaklarından tek kelâm dökülmeden Biz gelelim Keşiş Vano ya, Gika nın son zamanlarındaki hâlinden işkillendi de zangoçu vazifelendirdi takip etsin diye Gika ya candan vurgun Zangoç, bir gölge gibi takip etti Tutarchela yı Göl kenarında buluşan iki genci, iki sevdâlıyı gördü de, kaynalar sular döküldü sanki sırtından Hınzır derisi pul pul oldu; gözü kan kan oldu; elleri nüzul indirmiş gibi titrer oldu.. Koştu tertemiz yürekli Keşiş Vano ya ahvâlden haber verdi.. Haber verirken de zehirledi zihnini Bir gölge gibi dolaşan, türküler çığırıp raks etmeyen, gibi ürktü yiğitlerin atları.. Fırladı ok gibi Aşkar.. Yollar toz duman fırladı Tortum Çayı na gelince Batur, döndü baktı ki kırk yiğit bir ok atımı yaklaşmışlar. Tortum çayını düz yol gibi geçti Aşkar Kırk genç çayın öte yanında Gika yı kaybetmekten korkan Batur, öyle bir Allah! diye nara attı ki, dağ taş kükredi Dağ taş Allah! diye nidasına ses verdi O esnada dört bir yandan bulutlar kaynadı, kara kara bulutlar; kara toprak ejderha uğultularıyla uğuldamaya başladı. Sanki: Gök çatladığı zamandı sanki, yıldızların döküldüğü zamandı sanki;(1) Güneşin dürüldüğü zamandı, sanki yıldızların bulanıp söndüğü zamandı, sanki dağların yürütüldüğü

90 88 / 89 Aziziye Belediyesi zamandı (2) Dağlar içinden patladı sanki Kuşlar gökyüzünde etrafa çığlıklarla kaçışır oldu.. Dağ yerinden sökülüp Tortum Çayı nın üzerine yığıldı kıyamet gibi Tortum Çayı kabardı ejderhalar gibi Karşı kıyıdaki kırk Gürcü yiğidi öylece kalakaldılar.. Atları gençleri atıp üzerlerinden dağlara kaçıştılar Su büyüdü büyüdü Su kabardı kabardı Bir masal ejderhası gibi Kırk genç zor kurtardılar kendilerini Yoksa Firavun un askerleri gibi suya gark olacaklardı.. İşte Tortum Çayı, o gün Tortum Gölü oldu O gün bugündür de Tortum Şelâlesi, dağlara ve tepelere, gecelere ve gündüzlere bu iki sevdâlının destanını anlatır Biz gelelim Batur ile Gika ya Derin vadiler geçtiler. Gece oldu siyah bir örtü gibi İki sevdâlı simsiyah gecede, sükûtun içinde birbirlerinin kâlp çırpınışlarını duyuyorlar; birbirleriyle kâlbleriyle konuşuyorlardı. Bugünkü Narman a gittiler. Korkularından köylere bile girmeden çamlıkların arasında sabahladılar. Gün doğarken Batur kalktı derede abdest alıp sabah namazını kıldı. Ellerini kaldırıp dualar etti Namazdan kalkar iken korkuyordu Gika nın gözlerine bakmaya. Gika nın gözlerinde nedâmet bulutlarını görmekten korkuyordu. Elini yüzüne sürüp amin dedikten sonra bir döndü ki, Gika nın gözlerinde sabah çiğleri gibi bir ışık gördü ki, Gika nın gözlerinde ışıltılı menevişler Gördü ki, yüzünde ak güvercinler.. İçi ferahladı.. At binip sürdüler dağlara yine Öğlen vakti Pasin ovasına eriştiler. İkindi namazını kılmak için Batur yanıma kadar geldi. Abdestini almıştı, namaza durdu te şurada... Huşu ile kıldı namazını. Sonra ben iki kaçkın sevdâlıyı yanıma çağırdım. Ulu dağların ışıklarını, ulu dağların erenlerini, kırkları çağırdım. İki sevdâlı diz çöktüler önümde ve nikâhlarını kıydık. Bu nikâha melekler de şahâdet ettiler Aşkar, üzerinde taşıdığı mücevherin farkında gibi bir gururla dururdu Kırkların ve erenlerin nikâhlarını kıydığı; meleklerin şahâdet ettiği iki sevdâlı Kargapazarı üzerinden Erzurum ovasına indiler. Şehrin surları önüne geldiklerinde akşam olmuştu. Kapılar kapanmadan şehre girdiler ve İç Kalenin hemen eteklerindeki bir hana yerleştiler. Hancı iki gencin ahvâlinden anlamış, daha bir muhabbetle bakıyordu onlara Erzurum da kalamazlardı. Vano Baba gelip bulabilirdi onları ve işte o zaman Han huzuruna çıkarlardı. Dillere destan olurlardı. Temir beyin şerefli adı ayaklar altına düşerdi. Sabahın ilk ışıklarıyla şehrin Batı kapısında, yani bugünkü İstanbul kapısından çıkıp Kaplıcalara doğru gittiler. Orada söğütler içinde bir köy gördüler. Bu söğütlü köyün ismi de Söğütlü idi Batur öğlen namazı için küçük mescide girdi. Baktı yaşlılar oturmuş tespih çeker, geçmiş zamanlardan konuşurlar.. Karşılarında ay parçası gibi şehzâdelere benzeyen Batur u görünce hayranlıktan dillerini yuttular. Namaz vakti geldi İhtiyarlar birbirlerine: Sen ezan oku, sen oku demeye başladılar. Batur atıldı ve: Ey aksakallılar, ezanı ben okuyayım izin verirseniz dedi. İzin verdiler Batur, cami önündeki binek taşına çıkıp ellerini yüzüne götürdü ve öyle bir ezan okudu ki, namazlısı niyazlısı, beynamazı (bî-namazı), çocuğu, yaşlısı, kapılara çıktılar da Batur ın ezanını dinlediler. Derler ki, o gün köyün kenarındaki sürü bile durup ezanı dinlemiş. Yaşlılar: madem bu kadar güzel sesin, makamın var bari namazı da sen kıldır dediler. Hicâb edip yanakları kızardı Batur un... Aksakallılar ısrar edince, Batur: Hay, hay dedi Öyle bir namaz kıldırdı ki, Söğütlü köyü böyle huşu ile namaz kılmamıştı.. Namaz biter bitmez yaşlılar Batur un etrafını aldılar. Ahvâlinden, nereden gelip nereye gittiğini, kimlerden olduğunu sordular.. Köy çeşmesinin taşına oturmuş Gika yı gören köy kadınları, bu güzel ezanı okuyan hocanın avradı olduğunu anladılar ve evlerine götürdüler. Namazdan sonra Batur u da konak ettiler. Köyün aksakallıları bir araya geldiler ve fikir ettiler ki, bu iki genç köylerinde kalsın ve Batur imamlık etsin. Kavilleştiler, karşılarına alıp Batur a niyetlerini söylediler. Batur memnuniyetle kabul etti. Burada kendilerini kimsenin bulması mümkün değildi. Köyün üstünde senelerdir boş duran küçük evi bu iki

91 sevdâlıya verdiler. Hemen ertesi gün köyün erkekleri ve kadınları el ele verip evi onardılar. İçine birkaç parça eşya koydular. Fındık içi kadar evdi; öyle eşyâ filan da yoktu ama daha ilk gün Batur a ve Gika ya saraylar gibi geldi. O minicik ev ışıklanmış, nurlanmış bir saadet mücevherine dönmüştü. Batur bir zaman sonra köyde Kur an bilmeyenlere Kur an öğretti. İmanın şartlarını, İslâmın şartlarını öğretti. Salât, selâm üzerine olsun görklü Peygamber i anlattı; Hazreti Ali, Hazreti Hamza gazavatından anlattı.. Şimdi merak ediyorsun Keşiş Vano ne hâldedir Temir bey nic oldu? Göğün yarıldığı, yerin kabardığı, dağların yürüyüp devrildiği o gün ahali Öşvank Manastırı önünde toplanıp diz çöktüler, kruça tutup istavroz çıkardılar. Kıyamet kopuyor diyecekti Keşiş Vano ama daha Mesih inmemişti dünyaya Belki de Mesih inmişti hem de yurtlarına Kalkıp Tortum Gölü kenarına gidip yeşil yeşil kaynaşan suyu seyrettiler korkuyla ve de hayranlıkla Kırk genç gelip de mucizeyi anlatınca Keşiş Vano nun rengi kireç gibi oldu. Dili tutuldu Kalbi sıkıştı Oracığa yığılıverdi Günlerce kendine gelemedi Sol tarafına inme inmişti Vadi halkı ah vah ettiler aziz keşişlerine.. Hiç kapanmayan donuk bir cam gibi gözünden günlerce yaşlar aktı Gelelim Pehlivanlı köyüne, mucizeye sadece kararan gökyüzü, kaynaşan bulutlarla şahit oldular.. Ahali ya evlerine ya da dağlara kaçıştılar Temir Bey, Işık Hatun Batur u düşünüp hayıflanırlardı.. O gece, ertesi gün gelmeyince köyün delikanlılarını saldılar dört bir yana ki, Batur u bulsunlar Işık Hatun yollara vurdu kendini yüzünü, göğsünü yırtarak Zor geçtiler önüne de alıp getirdiler evine.. Temir Beyin konağı yas evine dönmüştü sanki Sabah namazını kıldırdıktan sonra evine gelip kuşluğa kadar uyuyan Batur, uyandı baktı ki Gika elini çenesine koymuş düşünür camın kenarında Kederlidir.. Yaklaştı yanına da sordu: Gözümün nuru, neden kederlisin böyle? Cevap verdi Gika: Bugün Panaya (Meryem Ana) orucu başlıyor. Bugün manastırda slujba var. Bütün ahali toplanmıştır. Önlerinde kara cübbesiyle Vano Babam Ben sabahtan başlayarak ilâhî okurdum. Yanlış anlama nolur Merak ettim Vano Babamı O benim babam değildi ama babadan daha çok şeydi Batur da elini yüzüne koyup düşünceye daldı: İstersen götüreyim seni köyüne. Görestin biliyorum.. Ben de görestim köyümü.. Anamı, babamı, yoldaşlarımı, kız kardaşlarımı Ne olacaksa olsun Sıçradı yerinden Gika, Batur un yüzündeki ellerini aldı ellerinin içine de öyle bir baktı ki yüzüne sevdâ ile Batur um.. yârim Köye gidersek kırk yiğit kıyar senin canına Benim artık köyüm de sensin, manastırım da sensin, orucum da sensin babam da, anam da Böylece günler geçti Aylar ayları kovaladı Batur bir gün olsun Gika ya Müslüman ol demedi Gika da, beş vakit, ibrik tutup abdest aldırdı Batur a.. Gika Müslüman olmadı ama sofraya besmele ile oturdular; sofradan elhamdülillah ile kalktılar Manastırın zangoçu, ki daha çocukluğundan sevdâlıydı Gika ya Heybesini sırtına atıp dağ, tepe aşarak, ovalardan geçerek Gika ile Batur un peşine düştü. Aylar sonra buldu izlerini İntikam almak için her türlü şeytanlığı, her türlü fendi kurdu kafasında Ve sonunda Erzurum dan bir ermeni dilenci buldu. Avucuna çil çil altın koydu ve kulağına fısıldadı şeytan gibi Ertesi gün hamama gidip temizlenen; sakalını Müslüman gibi kestiren Ermeni dilenci, Müslüman kıyafeti de giyince hazırdı Zangoç un oyununa Söğütlü köyüne gelince yalandan birkaç ev dolaşıp Batur un evini buldu. Titreyen elleriyle kapıya vurdu Zangoç dan alacağı altınları düşünerek hilesinin anlaşılmasından korkuyordu.. Kapıyı Gika açtı. Karşısındaki dilenciye şefkâtle, merhametle baktı. İçeriden un, yağ, bulgur getirip kendi elleriyle yerleştirdi Ermeni dilencinin heybesine. Dilenci alacağını almış ama gitmiyordu Gika kaldırdı

92 90 / 91 Aziziye Belediyesi ve Dilencinin hayran hayran bakışını fark etti ve kızardı. Kovmak istemiyordu bir dilenciyi ama bakışları rahatsız etmişti. Dilencinin dudaklarından o uğursuz söz döküldü: Güzel gelin, Allah rızası için yanağından bir kez öpebilir miyim? Gika nın sırtından kaynar sular döküldü sanki. Elleri yüzü alev alev yandı sanki Kovmaya bile takati kalmamıştı Böyle bir istekte nasıl bulunabilirdi. Dilenci dönüyordu ki bir an düşündü: Allah rızası geri çevrilmezdi. Allah ın zoruna giderdi. Hem karşısındaki dedesi yaşında bir acuzeydi. Allah korkusuyla seslendi dilenciye ve gönülsüzce uzattı yanağını Ermeni dilenci kara deriden ıslak dudaklarını kondurdu karda açmış gelincik gibi yanağına Gika, vücuduna yılan değmiş gibi hemen çekti yüzünü ve kapıyı çarptı.. Yüzünü yıkadı yıkadı.. yıkadı yıkadı Bütün vücudunu yıkadı, dilencinin yılan derisi gibi mosmor, kapkara dudaklarını çıkaramadı yanağından... Akşama kadar yıkadı, öyle yıkadı ki yüzünden kanlar sızmaya başladı Akşam namazından dönen Batur, Gika nın kızarmış, kanamış yanağını görünce koştu yarinin yanına korkuyla.. Yoksa zehirli bir böcek mi ısırmıştı yanağını? Korkuyla ne olduğunu sordu. Sormaz olaydı. Gika anlattı olanları, anlatmaz olaydı. Öylece kaldı Batur Bütün vücuduna inme inmişti sanki Görür gözü görmez oldu; işitir kulağı işitmez oldu; tutar eli tutmaz oldu Öylece kaldı saatlerce Şimdi korku Gika ya geçmişti. Batur un hâli hâl değildi Saatler sonra yerinden kalkan Batur, evde, çeşmenin yanında, komşunun duvarının kenarında ne kadar ağaç, tahta, kütük varsa yığdı yetmedi kapıları söktü.. yetmedi pencereleri söktü.. yetmedi evdeki mahatları (divan) söküp yığdı.. yetmedi tavandaki hezanları söktü Gürültüye köylü toplandı.. Öylece seyre daldılar Ağaçlar, odunlar tepe gibi yığıldı Yağ döküp yaktı odunları.. Köylü merakla seyrediyordu Batur un ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışarak.. Evinden içeri girdi; duvarın kenarına çökmüş Gika yı kolundan tutup sürükleyerek ateşe kadar getirdi Köylü şaşkın şaşkın bakıyordu Batur, yüzüne bile bakmadan hıçkırır gibi seslendi Gika ya: Allah rızası için gir ateşe!.. Gika, gözleri yaşlı Gika, bir çocuk gibi büzülmüş Gika, yalvaran gözlerle baktı yârine, yalvaran gözlerle baktı sevdâlısına.. yalvaran gözlerle baktı Batur una Batur, dönüp bakmadı bile Ağır ağır kalktı Gika, bir kez daha yalvaran gözlerle baktı. Bekliyordu ki hiç değilse son anında baksın gözlerine Bakmadı Batur.. Çevirmedi başını Kolunu çekti elinden Batur un Ahaliye baktı.. Karşıda ayın nuru düşmüş Ejder tepesine baktı Ağır ağır yürüdü ateşe doğru.. Daha bir adım atmamıştı ki, haykırdı Batur Dur.. dur Gika gitme Gika! Durmadı Gika, kayboldu alevlerin içinde.. Kayboldu.. Alevler yuttu uğruna destanlar söylenmiş Gika yı.. uğruna türküler yakılmış Gika yı.. yuttu alevler Bir an Nemrut un ateşi gibi alevlerin içinden iki mavi ışık fışkırdı ve gökyüzünde ışıldayarak gittikten sonra Ejder tepesinin eteklerine düştü Her şeyi gördü Batur İçi yanıyordu dışarıdaki yangından daha çok Anladı hatasını Anladı ama geçti Köylüye baktı utandı Gökyüzüne baktı utandı Ejder tepesine baktı utandı Yürüdü.. Köylünün bağrışlarına,

93 çığırışlarına aldırmadan yürüdü ateşlerin içine Köy çobanı koştu Tutmak istedi Batur u Tutmak isterken O da daldı ateşin içine Bir figan yayıldı köye ki, gökyüzü ağlar sanırsın.. Bir figan yayıldı ki Ejder tepesine ulaştı Söndürmeye kalktılar dağ gibi, tepe gibi ateşi Her bir yandan su yetiştirmeye çalıştılar Sabaha doğru söndü ateş Sabah yıldızı kan renginde geldi gökyüzüne.. Ejder tepesine yangınlar düştü sanki Sabaha doğru söndü ateş Ve ne görürler dersin, bir göl masmavi bir göl.. masmavi bir bebeğin gözleri gibi bir göl Ve ne gördüler bilir misin Gölde yüzen yanık balıklar Korkuları, acıları geçip balıklara baktılar da Şu Gika dediler.. Şu Batur olmalı dediler.. Şu bizim Çoban olabilir dediler O günden sonra da mübârek günlerde, bayramlarda gelip dualar okudular O yörenin gelinleri, damatları düğünden önce gelip gölün kenarında dualar okur, balıklara çiçek atar oldular.. Gika nın yaslanıp sessiz sessiz türküler çığırdığı kayaya taşlar sürttüler mavi ışıklar mı? Derler ki o mavi ışıklar Gika nın gözleridir ve Gika nın gözleri her bahar Palandökenlerin eteklerinde, karlar arasından mavi kardelenler olarak doğar Muştular saçar Gören gözler Palandöken eteklerinde mavi kardelenlerden direklenen nuru görürler.. Gika nın gözlerini Gika ve Batur un sevdası sonsuza kadar yaşayacak balıklı gölde Gika nın koyu yeşil, cennet gözleri Palandökenlerin eteklerinden mavi kardelenler olarak doğacak sonsuza kadar Eğer bir Nisan gecesi, Palandökenlere doğru temiz bir kâlple bakarsan, görürsün Gika nın gözlerini İşte böyle Hadi git.. üşüdüm.. Gelecek sefer sana Ejder Tepesinde yeniden doğan Huma kuşunun destanını anlatacağım.. (1) İnfitar, 1-2 (2) Tekvir, 1-3 O mavi ışıklar mı? Alevlerin arasından göğe ağan o

94 92 / 93 Aziziye Belediyesi Feyyaz Efendi Belkıs İBRAHİMHAKKIOĞLU Yeşildir başın ördek/karadır kaşın ördek/çift gittin tek mi döndün/hani yoldaşın ördek. Kim bilir hangi yürek yangınları üzerine yakılmış olan meşhur türkünün bu dörtlüğü ömrünün sonuna kadar babaannemin dilinden düşmemiş. Çünkü büyük bir ümitle, esir düştüğü Rusya dan kaçan oğlu Feyyaz Efendinin eve dönmesini beklerken Zakir Amcam Erzurum a kardeşini değil onun acı haberini ulaştırmış. Babam hatıratında, Ağabeyimin ölümü ile ailemizde ciğeri dağlanmayan kimse kalmamıştı. Hele zavallı anacığım onun dertlisi olarak son demine kadar Feyyaz!.. Feyyaz!... diye inledi ve kıvrandı diyordu. İsmi ve şöhreti: Mehmet Feyyaz Efendi Pederi ismi: Hacı Fehim Efendi Validesi ismi: Hafiye Tarih ve mahalli velâdeti: 309 (1893) Milleti: İslâm Vilâyeti: Erzurum Kazası: Pasinler Mahallesi: Kethüda Mesken No: Hane 2/4 Bâlâda isim ve şöhreti ve hâl ve sanatı muharrer olan Mehmed Feyyaz Efendi Bin-i Hacı Fehim Efendi Devlet-i Aliyenin tabiiyetini haiz olup ol suretle ceride-i nüfusta mukayyet olduğunu müş ir işbu tezkere ita kılındı. Nezaret-i Umur-ı Dahiliye 29 teşrinievvel (Ekim), 315 Mühür Nüfusa doğum kaydı böyle düşmüştü Feyyaz Efendinin. Her kayıt bir hikâye bırakıyor dünyaya. Feyyaz Efendininki savaşın acılarına bulanmış genç bir subayın yarım kalmış hikâyesi. Yirmi altı yıllık bir ömre tamamlanmış olarak hangi hikâye sığabilirdi ki zaten? 1893 yılında Hasankale de doğmuş. Sıralamada ailenin Zakir Efendi den sonra gelen ikinci çocuğu. Küçüklüğünden itibaren zekâsı ve ince sezişleriyle yaşıt-

95 larından çok farklı bir yapısının olduğunu babamdan dinlemiştim. Genetik bir miras olarak resme, şiire ve musîkiye son derece istidadı varmış. Çocukluğuna ait bir hatırası onun duygu dünyasının derinliğini yeterince yansıtıyor sanırım. Galiba altı yedi yaşlarında mahallelerindeki kara bir kıza âşık olmuş. Ona çiçek toplamak için Yapağı denilen kırlık bir bölgeye doğru yollanmış. Hangi duygularla, hangi âlemlere daldı bilinmez saatler geçmiş. Ortalıkta görünmeyince evdekiler telaşlanmışlar. Amcası Hacı Halim Efendi atına atlayıp küçük Feyyaz ı aramaya çıkmış. Gittiği yönü görenlerin tarifi üzere Yapağı tarafına yönelmiş. Ama o, Yapağı yı çoktan geçmişmiş. Nihayet Halim Efendi onu görmüş, ürkütmeden, Feyyaz evladım, burada ne yapıyorsun? diye sormuş. O da, Çiçek toplamaya gidiyorum emmi demiş. Halim Efendi yeğenini kucağına almış, Geç oldu, sonra birlikte toplarız demiş. Babam, Feyyaz Amcamın sonraki yıllarda derin düşüncelere dalıp, Ah amcam ah!.., Beni yolumdan alıkoymayacaktın diye iç çektiğini söylemişti. Feyyaz Efendi, Hasankale deki ilk tahsilinden sonra Erzurum Öğretmen Okulu na kaydolmuş. Ancak son sınıfta iken patlayan savaş sebebiyle arkadaşları ile birlikte Erzincan a Yedek Subay Okulu na nakledilmiş. Oradan da yirmi iki yaşında genç bir subay olarak kendini savaşın ortasında bulmuş. İlk evvel Muş cephesine gönderilmiş. Feyyaz Efendi nin fotoğrafı ve fotoğrafın arka yüzü. (Fehim İbrahimhakkıoğlu arşivi.) Kardeşim Said Efendi ye uhuvvet ile size bir hatıra olarak takdim ediyorum. Hasankale İbrahim Hakkızade Savaşa nasıl katıldıklarını, önce Ermenilere daha sonra da Ruslara nasıl esir düştüklerini hatıratında çok içten bir üslûpla, olduğu gibi naklediyor. Rahmetli Mesih Amcam eski Türkçe ile yazılmış olan bu hatıratı aslına tamamen sadık kalarak yeni harflere geçirdi. Feyyaz Efendi sanki kitap olarak yayınlamaya niyetlenmiş gibi hatıra defterini başında hangi konuları yazmak istediğinin başlıklarını şu şekilde düzenlemiş: Askerliğim, Harbin Birinci Senesi İkinci Senesi / Hastalığım (savaş esnasında tifüse yakalanmış), Şehrin Sükûtu, Suret-i Esaretim, Esaretim: Çar zamanında, Rus İnkılâbından sonra, Giriniski zamanında / Varşova da Askerler Nasıl Yaşıyorlar?/ Rusya da Bolşeviklerin Usul-ü İdaresi ve Maksatları, Rusya da Anarşistlik / Vereme Nasıl Müptelâ oldum? / Esarette Hastane Hayatım (son devre-i esaretim) / Esaretten Firarım ve Refik-i Sadıkın Fevkalâde Fedakârlığı / Bir Müteverrimin Seyahati: Rusya, Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Türkiye. Bütün bu başlıkları uzun uzun anlatmaya, sağlığı el vermiş miydi, ömrü yetmiş miydi? Bilemiyoruz. Bizde yalnızca savaş yıllarında Erzincan dan başlayıp Rusya nın kuzeyinde bulunan Kostroma ya uzanan acı ve hüzünlü hikâyesini kaleme aldığı bölüm var. Mesih Amcamın aslından bire bir şekilde yeni harflerle hazırladığı nüshayı Uğur İbrahimhakkıoğlu, Erzurumlu İbrahim Hakkı ve iki torunu Feyyaz Efendi ile Zakir Bey isimli kitabında yayınladı. Bizler ne yazık ki yakın tarihimizin bu hazin hatıralarını yeni nesillere anlatamadık. Romanlarını yazamadık, filmlerini çekemedik. Hatıratı okuyunca en ağır şartlarda bile bu güzel vatan evladının ne kadar temiz ve apaydın bir vicdana sahip olduğunu görüyoruz. Ermenilere esir düşüşünü anlattığı bölümde gördükleri zulmü de, karşılaştıkları iyilikleri de öylesine içten ve dürüstçe dile getiriyor ki, günümüzde tek taraflı beyin yıkama operasyonları ivme kazandıkça hakikatlerin günü geldiğinde, diri zannettiklerimizin değil, ölü sandığımız bu ruhların ışığıyla aydınlanacağına inanıyorum. Vakti saatini ancak Allah bilir. O insanların yaşadıklarını görmezden gelmek her şeyden önce Gayretullah a dokunur. Ailemizde yaşanmış buna benzer başka hikâyeler de var. Ancak çok şükür büyüklerimiz bunları içimize kin tohumları olarak ekmedi. Hangi taraftan olursa olsun zulmedenin Allah katında derekesi bellidir. Hatıratın bir yerinde Mehmet isimli on iki yaşındaki bir çocuğun içler acısı hikâyesine yer veriyor, Şu su-

96 94 / 95 Aziziye Belediyesi retle sergüzeştini anlattı diye başlayıp çocuğun ağzından kaleme aldığı o bölüm aynen şöyle: Ben Bitlis Ziydan Mahallesi nde Abdülmecit Efendinin oğluyum. Düşman Bitlis e girdiği vakit peder ve validemi öldürdü. Hemşirem kendilerine teslim olmayınca, onu da süngülemeye başlayınca ben aradan sıvışarak dışarı fırladım. O anda Ermeni çocukların bulunduğu Darüleytam hatırıma geldi. Hemen oraya koştum ve kendimi bir Ermeni çocuğu olup Türkler tarafından himaye edildiğimi, bu gün ise şehir sükût etmekle buraya iltica etmekte bir mahzur olmadığını anlayarak hemen siz Ermeni kardeşlerimin yanına koştum diye Ermeni lisanı ile takdim ettim (Feyyaz Efendi bu çocuğun Türkçe, Kürtçe ve Ermenice lisanlarını gayet güzel bildiğine şahit olduklarını önceki kısımlarda belirtiyor). İki üç gün sonra Ermeni ve Rus süvarileri eytemhanenin önüne geldiler. Bizi atlarının terkisine alarak Van a götüreceklerini söylediler. Ben Ermeni süvarilerinden korkuyordum. Onların terkisine binmemek istiyordum. Zira nasıl olsa yolda konuşurken bir Müslüman çocuğu olduğumu anlayacaklardı. Aynı zamanda sünnetliydim. Bunun için hemen bir fırsat bularak Rus Kazağın atına atlayıp Kazağın belinden sarıldım. Yürürken bizim mahut evin önüne geldik. Üç gün evvel burada icra edilen fecayi-i elimeyi hatırlatan kan lekelerini gördüm. Tamam buranın karşısına gelince avluda ruhsuz yatan bir cesedi görünce teessürümü ketmedemiyerek feryada başladım. Ben o naş ı tanımıştım. O benim hemşiremdi. Kendimi attan aşağı atmak istedim. Kazak beni eliyle muhkem tuttu. Ermeniler vasıtasıyla sebeb-i teessürümü sordu. Bende artık korkudan eser kalmamıştı. Vakayı olduğu gibi anlattım. Bir Ermeni Kazağa tercüme etti. O esnada Kazak ağlamaya başladı. Beni teselli için çantasından ekmek şeker verdi. İntikamdan başka bir şeyi düşünmeyen Ermeniler bana fena bir nazarla bakmaya başladılar. Müteaddit defalar öldürmek için Kazaktan beni istediler. Fakat rahim ve şefik Rus beni onlara teslim etmediği gibi sıkı bir nezaret ve muhafazaya aldı. Konak yerlerinde kaputunu benim altıma sarar, kendisine verilen ekmek ve şekerin nısfını bana verir ve geceleri yamçısını müştereken üzerimize alır yatardık. Bugünlerimiz için nice bedeller ödenmiş olduğunu yeterince idrak edemiyoruz ne yazık ki. İnsan ne kadar bilgili olursa olsun, ne kadar zeki olursa olsun irfan ve izan kapalı olunca maalesef vicdan da köreliyor. Feyyaz Efendi Rusya ya vasıl olana kadar güzergahları ve konakladıkları yerleri anlatırken Said-i Nursi den de bahsediyor. Aynı kafilede olarak onları Rusya nın kuzeyinde bir Sibirya şehri olan Kostroma ya götürüyorlar. Orada görüşüp görüşmediklerine dair hatıratında bir ibare yok. Ama babam Rusya dan birlikte kaçtıklarından bahsederdi. Feyyaz Efendinin esaret günlerinde sağlığı bozulur. Verem olduğu anlaşılır. O zor günlerde bir şeylere tutunma ihtiyacı ile Marya isimli bir Rus kızından mandolin dersleri alır. Bu dersler esnasında aralarında bir gönül yakınlığı doğduğunu yine ondan öğreniyoruz. Ailemizde meşhur, Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime diye başlayan şarkı sözlerinin ona ait olduğu çok eski zamanlardan beri bilinirdi. Ümitsiz aşkını ve hastalığını ifade eden buna benzer başka mısraları da mevcut. Babam, 1960 yılında tuttuğu notlarda bestenin de ona ait olduğundan bahsediyor. Hikâyesiyle örtüşen taraflarına bakılırsa bu ihtimâlin de mümkün olduğu görülüyor. Kostroma dan ailesi ile sık olmasa da mektuplaşabilmiş. Şibli Amcam orada bir gazete çıkardıklarından bahsetmişti. Yetenekli ve çalışkan bir kişiliğe sahip oluşu sebebiyle bu tür faaliyetlerin içerisinde bulunması akla çok yatkın. Oralarda çalışma yapmaya niyetli genç Türkologlar için hem bahsi geçen şarkı hem de dergi meselesi ilgi çekici bir araştırma konusu olabilir. Feyyaz Efendi esaretten kaçabilmiş kaçmasına, ama memleketi Erzurum a dönmesi nasip olmamış Ağustos unda İstanbul a ayak başmışlar. Hastalığının şiddeti dolayısıyla Maçka Hastanesine yatırılmış. Doktorlar belki de ümitsiz durumu görünce hava değişimi bahanesiyle evine dönmesine karar vermişler. Ancak Erzurum un yollarını kaldıracak durumda olmadığından Ankara ya Zakir Amcamın yanına gitmiş. Ağabeinin bütün ihtimamına rağmen günden güne erimiş. Dedem Hacı Fehim Efendi, babaannem, halalarım, amcalarım hasretiyle kavruldukları sevgilinin dönüşünü beklerken Selâmet Gazetesi nin 25 Haziran, 1335 (1919) tarihli nüshası bu hazin hikâyenin son kaydını düşmüş: Meşhur Marifetnâme müellifi Erzurumlu Hazreti İbrahim Hakkı ahfadından Hacı Fehim Efendinin mahdumu Feyyaz Efendi müptelâ olduğu hastalıktan rehâyab olmayarak geçen Perşembe akşamı (19 Haziran, 1919) Merkez Hastahanesi nde irtihal-i dâr-ı nâim eylemiştir. Cuma günü alessabah şehrimizde bulunan bilumum Erzurumlular hastahaneye giderek merhumun teçhiz ü tekfinini mevkiinde icra ve hastahaneden bir müfreze-i askeriye iltihak ederek ihtifalât-ı lâzime ile Yeni Cami musallasına getirilip salât-ı cumayı mütaakıp cemaat-ı kesire ile namazı eda ve Mevlevi Dergâhı Türbesindeki makbere-i mahsusa defnedilmiştir. Gidenler bilirler, Ankara da Ulucanlar Yeni Camii nin bahçesindeki türbenin haziresinde dağınık şekilde kime ait olduğu bilinmeyen baş ucu taşları durmaktadır. Bu küçücük kara taşlar görünüşleriyle bir anlamda acıyla yoğrulmuş hazin hikâyelerin anıtları sayılırlar ve sanki sözlerini Yunus Emre hazretlerinin mısralarına bırakmış gibidirler; Başları ucunda hece taşları / Ne söylerler ne bir haber verirler.

97

98 Neslihan Arzu KETECİ 96 / 97 Aziziye Belediyesi Erzurum/Horasan da doğdu Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Eğitimi, Resim İş Eğitimi anabilim Dalı ndan 1. Likle mezun oldu. 1999Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Eğitimi, Resim İş Eğitimi anabilim Dalı nda Arş. Gör. olarak göreve başladı. 2001Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Resim İş Eğitimi Anabilim Dalında Yüksek lisans ını tamamladı Atatürk Üniversitesi, sosyal Bilimler Enstitüsü, Resim anabilim Dalı, Sanatta Yeterlilik Programını tamamladı Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Eğitimi, Resim İş Eğitimi Anabilim Dalı nda Yard. Doç. olarak görevine devam etmektedir. Sanatçının resmi ve özel koleksiyonlarda bir çok eseri bulunmaktadır. KİŞİSEL SERGİLER 2002 I. Atatürk Üniversitesi Sanat Galerisi Erzurum II. T.C.ZİRAAT BANKASI A.Ş. Kuğulu Sanat Galerisi Ankara III. Atatürk Üniversitesi. G.S.F.Sanat Galerisi. Doktora Sergisi Erzurum Atatürk Üniversitesi Rektörlük Sanat Galerisi Erzurum T.B.M.M. Mustafa Necati Kültürevi Ankara Bahariye Sanat Galerisi -İstanbul SEÇME KARMA SERGİLER 1998 Erzurum Yakutiye Müzesi Karma Resim Sergisi Öğretmenler Günü Karma Sergisi Erzurum Atatürk Üniversitesi Sanat Galerisi 2003 Öğretim Üyeleri Karma Resim Sergisi-Erzurum Atatürk Üniversitesi Sanat Galerisi 2004 Öğretim Üyeleri Karma Resim Sergisi-Erzurum Atatürk Üniversitesi Sanat Galerisi Türk Dünyası Karma Resim Sergisi- Çifte Minareli Medresesi Erzurum Türk Dünyası Karma Resim Sergisi-Atatürk Üniversitesi Sanat Galerisi Ankara Ruhi Arel Sanat Galerisi Uluslararası II.Türk Şöleni Karma Resim Sergisi Erzurum Vakıf Su Medeniyet Ebru Sergisi. İstanbul Uluslararası III.Türk Şöleni Karma Resim Sergisi Erzurum Öğretim Üyeleri Karma Resim Sergisi Atatürk Üniversitesi Sanat Galerisi Erzurum Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Resim Anabilim Dalı, Sanatta Yeterlilik Karma Resim Sergisi Erzurum Uluslararası 1. Resim Sempozyumu, A.Ü., Rektörlük Sanat Galerisi, Erzurum İstanbul 2010, Avrupa Kültür Başkenti, Sanatın Anadolu Aydınlanması Projesi Sergisi İstanbul Öğretim Üyeleri Karma Resim Sergisi Atatürk Üniversitesi Kültür Sitesi Erzurum Sanatta Türk Esintisi Karma Resim Sergisi Bayburt İzler Karma Resim Sergisi Erzincan Winter Olimpiade Artists Who Are Experiencing Erzurum Uluslararası I.Odessa Sanat-Resim Sempozyumu.Ukrayna İzler/İzlenimler Ankara Dünya Sanat Günü Resim Sergisi. Erzincan İnternational Watercolor Ekshibition-Seferhisar-İzmir GESAM Üyeleri Sergisi Konak İzmir Ekim Geçidi-9 Bursa Ekim Geçidi-10 Bursa GESAM Üyeleri Sergisi İmir Selçuk Üniversitesi I. Ulusal Sanat Ve Tasarım Sempozyumu Ve Sergisi Konya BMSD Türk Sanatçılar Karma Sergisi İtalya Floransa Kışa Merhaba Sergisi Bahariye Sanat Sergisi İstanbul GESAM Üyeleri Sergisi Karadağ GESAM Ü yeleri Sergisi Sakarya. Ödüller Kardan Atatürk Heykeli Yarışması nda mansiyon birinciliği ödülünü aldı Eylül 2000 II. Uluslar Arası Aşık Şenlik Kültür ve Sanat Şöleni ne Aşık Şenlik in Yağlı Boya Portresi ile katılmış, ödüle layık görülmüş ve eser Meclis Başkanı Yıldırım Akbulut tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi ne götürülmüştür.

99 Neslihan Arzu Keteci: Sizi resim sanatıyla ilgilenmeye yönlendiren etkenler nelerdir. Benim resim sevgimin oluşmasında en büyük etken abim Memduh Satır olmuştur. Abimin harçlığını biriktirip aldığı tuval ve boyalara verdiği değer hep ilgimi çekmiştir. Abimin hiç resim eğitimi almadan kendi kendine yaptığı karakalem ve yağlıboya resimleri ise bu ilgiyi daha da artırmıştır. Daha sonra büyük Abim köksal Satır ın görevi nedeniyle orta eğitimimi tamamlamak için Trabzon a gittim. orta eğitimine Trabzon Affan Kitapçıoğlu lisesinde devam ederken resim hocasının benim yaptığım resimleri beğenmesi ve sürekli takdir etmesi, beklide kendime olan güvenimi sağlamada en büyük etken olmuştur. Özellikle Annemin benim hayatımda çok önemli bir yeri olması, yine resimlerdeki anne çocuk sevgisinin en güzel rol model örneği olduğunu söylemek istiyorum. Ayrıca resimlerimin konusunu oluşturan imgelerin anlam kazanmasında en önemli etken yine Anadolu kadının karakteristik özelliklerini kendinde yaşamında gördüğüm annem olmuştur. Çünkü annemin bende yarattığı güçlü bir anne modeli, Anadolu kadınının resimlerime anlam bulmasında oldukça önemli bir yeri vardır. Ama bütün bunlara rağmen benim resim eğitimi alma düşüncem bilinçli bir seçimden ziyade tesadüfidir. Bu seçime yönlendiren etkenler daha çok çevremin beni yüreklendirmeleriyle gerçekleşmiştir. Burada yeri gelmişken Resim dersine giren öğretmenlerin ve çevrenin rolünü önemle vurgulamak istiyorum. Bana göre sanatsal duyarlılığı ve estetiğe olan gereksinimi Allah ın her insana adaletli şekilde dağıttığını düşünüyorum. Asıl buradaki en önemli meselenin bu kavramlara doğru yönlendirmelerin gerçekleşmesidir. Sanat en yalın tanımıyla duygu ve düşüncelerin plastik, fonetik ve ritmik dillerle ifadesidir görüşünden yola çıkacak olursak, öğrencilerin kendi özgün kişilik yapılarını ortaya koyma adına yaptıkları her çalışmaya saygılı ve ilgiyle yaklaşmak gerekmektedir. Resim öğretmenlerinin öğrencilerin yaş, algı ve yeteneklerinin üstünde beklentilerle bu dersleri çekilmez hale getirmeleri toplumun sanata olan bakışını da olumsuz şekilde etkilemektedir.

100 Neslihan Arzu Keteci: Resimlerinizdeki konulardan bahsedelim isterseniz. Sanatınızı icra ederken size ilham kaynağı olan unsurlar nelerdir 98 / 99 Aziziye Belediyesi Her sanatçının içinde yaşadığı kültür belirleyici olmakla birlikte, sanatın evrensel yapısını karşılayacak niteliklere de sahip olması gerekir. Bu bağlamda benim doğduğum toprakların adeta medeniyetin beşiği olması vesilesiyle, bu topraklardan ilham almamış olması da düşünülemez. Türk Tarihindeki rolü ve önemine baktığımız zaman Erzurum, yetiştirmiş olduğu değerleri ile tarihe ve kültüre yön veren bir şehirdir. Gerek sosyal ve kültürel yaşamı, gerekse cumhuriyet tarihimizdeki özgün yeri medeniyetlere ve geleceğe ışık tutmada müstesna bir role sahiptir. Resimlerimde doğrudan yada dolaylı olarak bu mirastan pay almaması düşünülemez. Özellikle kadın imgelerinin ağırlıkta olduğu çalışmalarım, bu mirasın yükümlülüğünü bilinçle taşıyan anlamlarla değer kazanmaktadır. Toplumların ana omurgasını oluşturan Türk kadını, barışta olduğu kadar savaşta da bir Nenehatun ve Karafatma olarak karşımıza çıkar. Atatürk ün Türk kadınına bir çok Avrupa ülkesinden önce vermiş olduğu evrensel haklar onu taçlandırmış, tarihte kadına verilen değerinde bir rol modeli olmuştur. Resimlerimde şehir yaşamında ya da kırsal yaşamda üstlendiği sorumluluğu yerine getiren Anadolu kadınının öyküsü yatmaktadır. Benim resimlerimdeki kadınlar bazen zor doğa koşullarında mücadele ederken bazen de modern şehir yaşamı içinde yer alırlar. Resimlerimde yer yer Er-

101

102 100 / 101 Aziziye Belediyesi zurum un tarihi ve kültürel dokusu da ön plana çıkmaktadır. Örneğin gerek mimari dokusundaki yüksek düzeydeki estetik motifleriyle, gerekse çağının mimari niteliklerini yansıtmasıyla Çifte Minareli Medresemiz, ya da Yakutiye Medresemizden etkilenmemek mümkün mü? Doğaldır ki Erzurum la özdeşleşmiş bu doku benim eserlerime de yansımıştır. Neslihan Arzu Keteci: Bir Akademisyen ve Ressam olarak Türk sanatının geleceği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir. Bizim kırk asırlık kadim kültürümüzün yanı sıra, kadim kültürleri doğru sentezlerle özümseyen bir karakter yapımız var. Bu özelliklerimizin yozlaşmaması ve geleceğe aktarılması adına sanatçı olarak bizlere büyük sorumluluklarımız düşmektedir. Türk sanatçısı beslendiği kaynakları doğru kullandığı ve yaşattığı sürece, Dünya kültür ve sanatına büyük katkılar sağlayacaktı. Öte yandan evrenselliği kopya veya kültür taşımacılığı ile karıştırmamak gerekir. Dünya sanatında herhangi bir tercüme kültürün uzun süre yaşamasına dair bir örneğe de rastlanmamıştır. Bu düşüncelerle sahip olduğu değerlerin farkındalığı ve çağın gerekli teknik donanımıyla Türk sanatçısı gelecekte hak ettiği değeri ve yeri alacaktır.

103

104 102 / 103 Aziziye Belediyesi

105 Dr. Zeki KOÇAK Erzurum un Tortum ilçesinin Yukarı Katıklı Köyü nde (Yukarı Ödük - Serdarlı Belediyesi) 1927 yılında dünyaya geldi. Aslen Türkistan ın Karaca denen mahallinden gelen bir aileye mensup olan Hocamızın babası Karaca oğullarından molla Zülküf tür. Annesi Bağbaşı (Hahu) köyünden Çalık Oğullarından Ahmet Ağanın kızı Salıha hatundur. Altı yaşlarında köyün meşhur hafızı Gazap Hafız dan 6 ay Kur an dersi aldı. İlkokulu köyünde okuduktan sonra Aşur Hafız Efendi den iki yıl Kur an ve Tecvid dersleri yanında Tortum müftüsü Ali Efendinin oğlu İsmail Efendi den rik a yazısı ile Osmanlıca dersi aldı. Bu esnada şiddetli şekilde tifo hastalığına yakalandı. Rüyasında 40 doktor tarafından tedavi edildiğini gördü. Doktorlardan biri 40 güne iyileşir dedi. Kırk gün sonra iyileşince halet-i ruhiyesinde ve duygularında büyük bir değişikliğin olduğunu hissetti. Artık dünyevi şeylerden ziyade uhrevi şeylere meyli iyice arttı ve akabinde dönemin Nakşibendî tarikatı büyüklerinden Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi ye intisap etti. Aynca askere gidene kadar köyün İmam-Hatibi Müderris, âlim ve fazıl kişi olan Hacı Yunus Efendi den Kur an, Tecvid ve Fıkıh dersleri aldı yılları arasında Gümüşhane ve Erzurum da vatani görevini yaptı. Askerden sonra tekrar köyüne dönerek bir yıl süreyle Yunus Efendi den Akait ve Fıkıh derslerine devam etti yılının ilk ayında dönemin Erzurum Müftüsü Müderris Muhammet Sadık SOLAKZADE Efendi den medrese usulündeki tedrisata başladı. Yedi yıl süreyle medrese sistemindeki bütün dersleri okudu. Ramazan tatilinde hocasından Farsça ve ta lik hattıyla ilgili dersler aldı. Talebelik süresince Kurşunlu Medreselerinde kaldı. Özellikle Mantık, Münazara, İlmü 1-vad, Belagat, Kelam, Tasavvuf, Usulü Fıkıh ve feraiz ilminde derinleşti ve icazet aldı. Ayrıca bu esnada bu dersleri alt kademedeki öğrencilere de okuttu yılının on birinci ayında Mısır a gitmek için hazırlık yapmaya başladı. Dönemin şartlarında Mısır a doğrudan gitme imkânı olmadığından gayet meşakkatli olan bir buçuk aylık bir yolculuk yaparak vize almak için sırasıyla İran, Irak, Suriye ve Lübnan a ulaştı. Diğer ülkelerde Mısır vizesi alamayınca en son çare olarak Beyrut konsolosluğuna başvurdu. Bu esnada hocası Solakzade nin sıkıntılı anlarında okumak üzere, yaptığı bir tavsiyeyi hatırladı ve gece bin bir defa salât-i münciye yi okudu. Ertesi gün konsolosa uğrayınca hiç problem çıkarmadan hemen vizesini onayladı. Akabinde Mısır a giderek Ezher idaresine müracaat etti; giderken Bağdat paktını dolaştığı için özel görevli olacağı ihtimaliyle Ezher e kaydetmede tereddüt ettiler o dönem Ezher Üniversitesinde hoca olan Konyalı Ali Zeki Efendi nin kefaletiyle Ezher e kabul ettiler. Ali Zeki Efendi ye bu şahsa kefilmisin diye sorulunca O hiç tanımadığı halde hiç tereddüt etmeden Tahte mes uliyyeti ma dame hünak - burada bulunduğu sürece benim mesuliyetimdedirdiyerek hocamızın fakülteye kaydolmasını sağlamıştır. Lise diploması olmadığı için, yönetmelik gereği Ezher Lisesi Müdürü ve dönemin âlimlerinden Şeyh Derviş in başkanlığındaki komisyonca bir hafta süreyle ilmi sınava tabi tutuldu. Komisyonda bütün derslerden göstermiş olduğu üstün başarı takdirle karşılanarak lise diplomasını alması İçin yönetmelik gereği lisenin son sınıfına kaydoldu ve üstün başarı ile lise diplomasını aldı ders yılında Ezher Üniversitesi Usuli d-din Fakültesine başladı. Dördüncü sınıfta iken fakülte yönetimince yeni yapılan programa göre fakültede bir yıl daha okuyarak beş yılda mezun oldu. Mezuniyetten sonra iki yıl da Kelam, Tasavvuf ve Felsefeden ihtisas yaptı. Ayrıca Türkiye den gelen imam- hatip mezunlarının Ezher Üniversitesine kabul edilebilmesi için İlgili makamlar nezdinde girişimde bulunup muadeletlerini gerçekleştirerek Ezher in dini fakültelerine kaydolmalarını sağladı. Bu konuda hocası ve dönemin Ezher genel sekreteri Mahmud Hubballah ın büyük katkıları olmuştur. O dönemde Ezher diploması ve doktorası geçersiz olduğundan doktora yazmayı bırakarak 1965 yılında Türkiye ye döndü. Dönemin Milli Eğitim Bakanlığı na müracaat ederek Fransa veya Pakistan da doktora yapmayı istediğini ve bunun hukuki durumunu yazılı olarak sordu. Milli Eğitim Bakanlığı, Ezher Üniversitesi diploması geçersiz olduğundan yapacağınız

106 104 / 105 Aziziye Belediyesi doktoranın da herhangi bir geçerliliği olmayacaktır cevabını verdi. Sonra aynı yıl denkliği kabul edilen Bağdat Üniversitesi Küîliyetü ş-şeria ve l-adab Fakültesi ne kaydoldu. Ezherden mezun olması nedeniyle bir yıl yeterli görülerek 1966 yılında bu fakülteden de mezun olarak Türkiye ye döndü. Türkiye ye döndükten sonra sırasıyla Uşak, Çanakkale ve Erzurum illerinde 9 yıl il müftülüğü yaptı. Erzurum müftülüğü yaptığı esnada il müftülüğü binasını inşa etti. Aynca önderliğinde Yukarı Katıklı Köyü ne büyük bir cami ve medrese inşa edildi. Akabinde 1975 yılının mayıs ayında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ne intisap etti. Burada 18 yıl kelam ve Tasavvuf derslerinin yanı sıra İslam felsefesi, Arapça ve Mantık dersleri de okuttu. Bu derslerin haricinde emekli olduktan sonra Solakzade Camii medresesinde ve evinde özel olarak Kelam, Mantık, Münazara ve Usul-ü Fıkıh dersleri de okuttu. Diğer taraftan 2000 yılında, İhtisas eğitimine başlayan Ömer Nasuhi Bilmen Dini Yüksek İhtisas Merkezinde bir süre Kur an-ı Kerim Meali dersini okuturken zaman zaman çeşitli ilmi konularda konferanslar verdi. Bu konferansları kaset ve CD lere kaydedilmiştir. Ayrıca hocamız bu dönemde yaz tatillerinde genelde Azerbaycan ve Nahcivan a giderek Diyanetin açmış olduğu kuran kurslarındaki talebelere ve ilahiyat lisesi öğrencilerine kitap, elbise ve para yardımlarının yanında yapılmakta olan dört camiye de maddi yardımda bulundu. Hocamız çokça talebe yetiştirmesinin yanı sıra şehrin merkez camilerinde ve çeşitli özel gün ve gecelerde çeşitli konferanslar ve vaazlar verdi. Ayrıca üniversitede bulunduğu dönemlerde çeşitli ilmi çalışmalar da yaptı. Bu çalışmalarına ilaveten fert beyitleri bulunan hocamızın Peygamber (sav) yazdığı methiyesi de önemlidir. Bu nedenle onu eserlerini müteakip vermeyi uygun buluyoruz. 1. el-icaretü Beyne Mezahibi s Sitte (Bağdat Üniversitesi) 2. el-lafz ve l Ma na inde Ebi Hilal el-askeri (Bağdat Üniversitesi) 3. Kelama Giriş ( basıldı) 4. İlm-i Kelam (Mebde ve Meâd) (basıldı) 5. Tasavvuf (Nefsi Arıtma Ve Donatma) (basıldı) Hacı Yunus Kaya nın yapımına öncülük ettiği Tortum Yukarı Katıklı Köyü Merkez Camii / Mü ü Yunus Kaya Camii (Fotoğraf: Ali AKBULUT)

107 Gözyaşı ve Dua ile.. Yunus Kaya Hocaefendi nin ardından... İbrahim AYDEMİR Nef i tabiatlı, Alvarlı Efe vicdanlı, Nabi irfanlı bir iman adamı, bir dava temsilcisi, bir büyük alim ve bir büyük alem şeb-i arus etti.. Halktan uzlet etti, Hakla vuslata erdi.. Dostuna gitti.. Sala verile kasdımıza, Gider olduk dostumuza Namaz için üstümüze Duranlara selam olsun vedasıyla.. Bir alimi, bir alemi uğurladık.. Gözümüz yaşlı, yüreğimiz yareli, dudaklarımız dualı olarak.. Bir alim ve bir alem.. Öyle diyor ya Hz Ali (R.A).. Ve te zum enneke cirmun sağirun ve fike n tave l alem-ul ekberu Sen küçük bir varlık olduğunu sanırsın, ama en büyük alem sende gizlidir Yunus Kaya Hocaefendi.. Bir alim ve bir büyük alem.. Erzurum, kendi ruh, gönül ve vicdanını seslendiren bir alemi uğurladı.. Ve: inna lillahi *** Sözü, ilahi aşk ve iman haddesinden geçirip, hikmet, irfan ve fazilet halinde ifade eden, bir hikmet mimarını uğurladık.. İslamı bir ilahi vecd halinde kürsü kürsü tebliğ eden, yüksek ve şahane bir zihin ve vicdan adamını.. Yunus Kaya Hocamızı.. Dua dua ve amin amin.. *** Merhum Erol Güngör hocamızın bir büyük mütefekkir için, Onda bir alimin dikkat ve titizliği, bir sanatkarın zerafeti ve bir velinin ızdırabını görürdük tarifine teslimiz.. Bu satırlar sanki Yunus Hocam için.. Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi Hz lerinin meşreb ve üslubunun son temsilcisi.. Ve belki.. İman ve hakikat adamı olarak tanım bulan dadaşlık lafzının en son ifadesi.. Onu, belki tarif ve ona belki övgüye layık değil dilimiz.. Amma ne çare ve ne haldir ki.. Kanayan yüreğimiz böyle söyler.. Ağzımız ve yüreğimizi çalkalayarak İnna lillahi *** Yürek ve dimağımızın kılavuzlarından olan Merhum Akif in Süleymaniye Kürsüsü nde tarifine sığınalım.. Yunus Hocamızı öyle anlatalım.. Diyor ya Akif.. Şimdi kürsideki? Bir bilmediğim pir amma, Hiç de bigane değil kalbe o cazip sima.. Bembeyaz lihye-i pakiyle, beyaz destarı O mehib alnı, o pek munis olan didarı Her taraftan kuşatıp, bedri saran bir hale gibi, Ne şehamet, ne Melahat veriyor ya rabbi Ve Akifçe bir tespit: Hele gözler iki mihrakı semavidir ki: Bir şuaiyle alevlendiriyor idraki Ah o gözlerden inen huzme-i nura nurun Bağlı her tar-i füsunkarına bin ruh-u zebun Rahmetullahi aleyh.. Ve: inna lillahi ** Hep Akifçe yaşadı.. Hep Akifçe vazetti.. Hep Akifçe söyledi.. Minber minber, kürsü kürsü, cami cami, il il.. Akif in ifadesiyle gösterdiği tek adres.. Ve değişmez hakikat: Şehamet dini, gayret dini ancak Müslümanlıktır Hakiki Müslümanlık, en büyük kahramanlıktır Ve Yunus Hocam için de geçerli olan tek doğru: Hakiki Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır Demiştim..işte davam onların hakkında sadıktır.. Allah şahit..bizim davamız Yunus Kaya Hocaefendilerle sadıktır.. Ve şükür..ve şükür.. Ve: inna lillahi *** Bir dadaşça meşrepti O.. Bir dadaşca üslup.. Ve Dadaşca bir vicdan.. Kürsüler şahittir Minberler delil.. Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım

108 Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu.. dedi hep Akifçe.. Şeksiz, şüphesiz ve yüreklice.. Elifçe yaşadı ve elifçe veda etti bize.. Şeb-i Arus a erdi.. Değişmez hakikati ünleyerek: inna lillahi 106 / 107 Aziziye Belediyesi *** Akif in Asım ındaki vurgu düstur-u hayattı onun için.. Bu hakikati paylaşır ve bu hakikati aktarırdı her dem.. Allah a dayan, saye sarıl, hikmete ram ol Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.. Öyleydi ya kendi.. Ve Vallahi öyleydi.. Allah a dayandı, Allah için yaşadı, ve Allah a yollandı.. Ardında değişmez bir terennüm.. Ve: inna lillahi *** Tek beyanda odaklanmıştı dimağı.. Tek beyanı terennüm ederdi lisanı.. Tek beyan üzerindeydi hayatı.. Nabi ce ve Akifçe.. Ve zikri tekti Hayat üslubu Kur an terbiyesi üstündeydi.. Ve Elhamdüllilah öyleydi.. Akif in ifade ettiği gibi: Ey nüsha-i canı ehl-i dilin/ey nasih-i şanı münkirinin/ey meşal-i hikmet-i ilahi/ey mecma-ı feyz-i bitenahi Furkan ki kitab-ı mustafadır/bir mucize-i hudanümadır/olmakta ulünühaye i lin/bin harika her bir ayetinden.. Sensin hele ey kitabı azem/haşa buna hiç tereddüt etmem/dünyada refik ü hemzebanım/ukbada mu in ü müsteanım Dilinde yalnızca O vardı.. O nun için yaşadı.. Ve O na yollandı.. ** Ve son söz.. Ve Veda.. Ve yine Akif ten.. Ve yine Yunus Hocamız için: Bize sen Barika-i hikmet-i haktın Dar geldi cihan şaşa-i feyzine baktın Yükseldin ufuktan bizi zulmete bıraktın.. Madam ki birgün gelecek ayrılacaktın Evvel ne için kalbimizi narına yaktın.. Gözyaşı ve dua ile.. Ve: inna lillahi

109 Ali AKBULUT Anlatıyor , Cuma günü evinde hasta yatarken ziyaret ettiğimde hayatı ve Tortumlu bazı zevat-ı kiram hakkında bazı sorular sordum. Bir ara kendimi motive ederek merak ettiğim ancak bir türlü sormaya cesaret edemediğim şu soruyu sormaya -Allah ın yardımıyla- muvaffak oldum: Muhterem Hocam! Hayatınız ilim okumakla ve okutmakla geçti. Herkese nasip olmayan ilmî bir şahsiyet kazandınız, binlerce talebe yetiştirdiniz ve hocaların hocası oldunuz. Peki, hayatınızda yapmak isteyip de yapamadığınız, keşke şunu da yapsaydım dediğiniz bir husus oldu mu? Hocam şöyle kısa bir mütalaadan sonra, ibret almamız gereken şu cevabı verdi: Hayatımı hep ilmî faaliyetlerle geçirdim. Ömrümde boşa geçirdiğim hiçbir zamanım olmadı ki, o zaman için de keşke şunları da yapsaydım diyebileyim! Bu cevap karşısında adeta sarsıldım.. o gün bu gündür verilen bu ibretamiz cevabı bir türlü unutamıyorum. MEVLÂ YA GÖÇTÜ Milâdî iki bin on beş yılında, Yirmi yedi Şubat Cuma gününde, Tabutu parmaklar, başlar üstünde, Mü ü Yunus Kaya Mevlâ ya göçtü. İlim aşkı ile hicrete çıkmış, Şehir, ülke, kıta kıta dolaşmış, İlimde şöhreti sınırlar aşmış, Hacı Yunus Kaya hocamız göçtü. Firkati ateştir, yürekler dağlar, Hasreti alevdir, sel gibi çağlar Mihraplar, minberler, kürsüler ağlar, Ardından gözyaşı sel oldu göçtü. Şüphesiz o hocaların hocası, İlimde, irfanda kemâl noktası; O gidince tütmez oldu bacası, Binlerce talebe bıraktı göçtü. Kelâm ilminin bir yektasıydı o, İlm-i Tasavvufun dehasıydı o, Velhasıl bir ilim deryasıydı o, Çok büyük bir âlim yol aldı göçtü. Mü ü Yunus Kaya Mevlâ ya göçtü, İnşallah Cennetü l-me vâ ya göçtü. ( ) (ALİ AKBULUT)

110 Tahsin KAYA Eyvah

111 Hicret etmiş iklim-i ruhumdan, sûz-i aşkın mestane-i pervânesi eyvah Bir kuru dala dönmüş gonca-i gülüm, kalmamış hayâl-i vuslat nişanesi. Od olup düştü firâk, cism-i canım üstüne, kar gibi erir bedenim eyvah Umudum çarh-ı minbâd, nasip midir ol bize, Kâdir-i Mutlak hediyesi. Boğuşurum her gece, bîmâr olan gönlümün şem-i şemistânıyla, eyvah Bilinmez menzile revan olsam mı acep, ol mudur, çare-i dert kâşânesi. Gel beri ey mihribânım, sen ki canandın bana, nâlânım oldun eyvah Duyulmaz gülzarımda, ne bir avaz, ne de şeydâ-i bülbülün figanesi Haram olmuştur bana ikbal-i dünya üzre, bir dem sürûr-i ra nâ, eyvah Tarumar etti felek, kaldı yanıma bir kâr ki, odur sîne-i bîmâr viranesi.

112 Cavit MARANCI -Şu yeşil çayırlar alkanlara boyandı!.. -Aha bu Devre Dağının eteklerinden, Karapınarın Çayırlarından, Sivri nin Derelerden aylarca kan kalkıp leşi sürdü!.. -Hele şu zabitin çalımına bak!.. Sanki Karapınar Çayırlarında Urus la kılıç-süngü harbi yapmışda gazi olmuş!..gibi bir zamanlar yöre ahalisinin bu tanım ve benzetmeleri yapmasına sebebiyet vermiş olan Kafkas Cephesinin en kanlı boğuşmalarının yaşandığı iki aylık bir dönemdir Tortum Muharebeleri. Genelkurmay kayıtlarında Birinci ve İkinci Tortum Muharebeleri adıyla anılır.

113 Sarıkamış Taarruzunun başarısızlığı sonucu güç dengesi şartlar sürekli Ruslar lehine değişmeye başlar. Tiflis-Sarıkamış demiryoluyla takviye alıp asker sayısını dört ay içinde iki katına çıkardılar. Buna mukabil Sarıkamışta yüzde doksan oranında eriyen 3. Ordu mevcudu bu süre içinde ancak biraz takviye edilebildi. Böylece 1915 Nisan sonlarında tüm Kafkas Cephesinde Osmanlı-Rus kuvvet dengesi bire dört oranına ulaştı. Rus Birliklerinin olduğu Genelkurmay kayıtlarımızda belirtilen rakamdır. Bu baskın güç dengesinin yanına Ruslar lehine sonuç doğuran Ermeni faaliyetlerini eklemek gerekir. Özellikle Doğu Anadolu daki bir kısım Ermenilerin İsyan, Casusluk faaliyetleri hatta doğrudan Rus Ordularına fiilen katılıp gönüllü birlikler oluşturmaları sonucu Rus Ordusu daha tehlikeli hal almış ve ibre Ruslardan yana gelişmektedir. İşte Tortum Muharebeleri bu şartlar altında yapılan ve hem Doğu Anadoludan ta 1914 sonbaharından başlayıp 1918 baharına kadar süren Müslüman Türk Muhaceretlerinin yoğunlaştığı hem de düşmanla işbirliği yapanlar için çıkarılan Tehcir Kanununu uygulanmaya konulduğu bir dönemdir. Bizim Türkülerimize Gide de Gelmeye Böyle Seneler diye sinmiş olan 1914 ve 1918 yıllarının en gide de gelmeyesi olan 1915 in, belli başlı olaylarını seyir tarihinin başlangıcına riayet ederek tekrar hatırlayalım: -Süveyş Kanalı ve Gazze Harekâtı -Kafkas Cephesi ve Sarıkamış Harekâtı -Çanakkale Savaşları -Sarıkamış sonrası Kafkas Cephe Faaliyetleri -Ermeni İsyanları -Anadolu içlerine Doğu Anadoludan Müslüman Muhacereti -Tehcir Kanunu ve Uygulaması - Tortum Muharebeleri -Rusların tekrar kapsamlı Genel Taarruzu.. -Tifüs başta olmak üzere bulaşıcı hastalıkların yoğunlaşması.. Büyük Savaşın kaderine ve gidişatına son derece etkili, stratejik önemi çok yüksek bir cephe olan Kafkas Cephesi kara savaşları 29 Ekimde Rusların Doğu Beyazıt yönünden 1 Kasımda Oltu-Horasan hattından Köprüköy ve Narman üzerine ani saldırısıyla başlamış, 6-21 Kasım Köprüköy-Azap Kara Muharebeleriyle sürmüş Ruslar Aras Vadisi tarafından geri atılmış ama Oltu-Narman hattındaki Rus işgal sürüyordu. 21 Aralık Ocak 1915 Sarıkamış Taarruzuyla Oltu ve Narman Ruslardan geri alınmıştır. İşgal yıllarında Erzurum. (Şimdiki Yakutiye Belediyesi - Murat Türker Tüfekçi Arşivi) Sarıkamıştan sonra Ruslar Oltu çevresini tekrar ele geçirdiler. Narman topraklarımızda kaldı. Kısaca değineceğimiz Tortum Muharebeleri bölümü işte bu ara dönemden sonra başlayıp 1915 sonunda tekrar şiddetlenen ve 1916 da Erzurum un ve devamında Refahiye ye kadar tüm Doğu Anadolu nun Rus işgaliyle sonuçlanacak Kafkas Cephesi Savaşlarının en şiddetli dönemidir. Genelkurmay kayıtlarına göre; Birinci Tortum Muharebeleri 5-15 Mayıs 1915 tarihlerini; İkinci Tortum Muharebeleri 6-13 Haziran 1915 tarihlerini kapsamaktadır. Sarıkamış talihsizliğinin son günlerinde Başkomutan Enver Paşa kuşatma alanından ayrılmış, Hafız Hakkı yı 3. Ordu Komutanı, Yusuf İzzet Paşayı da10. Kolordu Komutanı olarak atamış, 7-8 Ocak gecesi telle Hafız Hakkı ya ve Genelkurmaya bildirmiş, telin sonuna, Sarıkamış Harekâtının uzun süreli sansürüne gerekçe olacak ibareyi de eklemişti:.bende ordunun komutasını Hafız Hakkı Paşa ya bırakarak İstanbul a hareket ediyorum. Bununla bera-

114 Murat Türker Tüfekçi Arşivi)

115 ber bu bilgilerin ve hareketimin gizli tutulmasını istirham ederim ATASE ARŞİVİ No.4/3671Kls. H-7, F,1-199 Ordu Komutanlığını bıraktığı Hafız Hakkı Paşa da bu telden tam 37 gün sonra cephede tifüsten hayatını kaybetmişti. Bundan sonraki iki ay içinde Ruslar Kafkas Cephesinde yol ve demiryolu yapımını hızlandırmışlar, İngiliz-Fransız Müttefikler Çanakkale Cephesinde 18 Mart 1915 de Deniz Çıkarmasında sarp kayaya çarpmışlar, cephe kara savaşlarına tahvil olunarak iyice kızışmıştı. Savaşın genel seyri boyunca İngilizler bazı yerlerdeki yenilgilerine aldırmadan Muharebe kaybedilir ama savaşı kaybetmemek gerekir düsturunca karadan ve denizden cepheler açıp duruyorlardı. 12 milyon Rus, 10 milyona yakın İngiliz askeri savaşın çokluk faktörünü de açıklamaya yeterdi. Hele silâh, teçhizat ve lojistik üstünlüğü ise zaten tartışmasızdı. Batı cephesinde Almanlarla kapışıp zor durumda olan Ruslar her ne kadar buraya bir miktar kuvvet kaydırmış ise de, Çanakkale den gelen haberler üzerine Kafkas Cephesini tekrar takviye etmeye ve özellikle Narman hattından baharla birlikte saldırıya geçtiler. Gerçi bu bölgede baharın adı vardı. Haziran gecelerinde bile donma vakaları eksek değildi. Yeniden alevlenen Kafkas Cephesinde Aras Vadisindeki Pasinler Grubuyla, Narman civarındaki Tortum Grubu 3. Ordunun ana unsurlarıydı. Düşman öyle bilip yanılsın diye Aras Vadisi üzerinden sürüyor gibi gözüken taarruz oysa hep Tortum Vadisi üzerinden Erzurum ovasına sarkma planlarının uygulanma çabasıyla geçmiştir. Daha güneydeki Yukarı Murat Vadisiyle, kuzeydeki Kıyı Şeridiyse Kafkas Cephesinin ikincil (talî) cepheleri olacaktı hep. Tortum Muharebeler, daha ziyade Osmanlı 9. ve 10. Kolordusuyla Rus ların 2. Türkistan Kolordusu arasında cereyan edecekti. Osmanlının ayrıca sahilde bir müfrezesi(ştanke Bey) ve Aras Vadisinde bir kolordusu daha vardır(11. KO). Buna mukabil Rusların ayrıca Karadenizde iki tugay, iki alay ve hudut taburları, Pasinler Grubu(Aras Vadisinde) 1. Kafkas Kolordusu, Eleşkirt ve doğusunda 4. Kafkas Kolordusu daha vardır Tortum Civarı Nisan ayı ortalarına Çanakkale de müttefikler aleyhine gelişen savaş nedeniyle Ruslar daha fazla takviye almadan Ruslar Oltu dan Kaleboğazı istikametine doğru faaliyetlerini artırdılar. 10. Kolordu savunma için yayılıp mevzilendi. 15 güne kadar yeni ikmal erleri gelecek ve Kolordular takviye edilecekti. Alayların mevcudu arasındaydı. Tortum Muharebeleri Mayıs başında fiilen başladı ve özetle şöyle cereyan etti: BİRİNCİ TORTUM MUHAREBELERİ: (5-13 Mayıs 1915) 30 Nisan itibariyle 10. Kolordunun iki tümeniyle Ahpisor Gediği iki tümeniyle Sivri Gediğini örtecek şekilde tertiplenmişti. Ruslar beşgün sonra daha zayıf gördükleri Kaleboğazı istikametine, on gün sonrada Karapınar istikametine taarruza geçti. 5 Mayıs günü Tortum-Oltu arsı Ahpisor Gediğinde yoğun çarpışmalar oldu. Kozahor istikametinden Kiğık e yapılan Rus taarruzu şimdilik durduruldu. 6 Mayıs günü Hıdrellez olduğuna aldırmaksızın kar ve tipi devam etmektedir. Narman mıntıkasında taarruzu zayıf olan Ruslar burada mevcudu zaten yi zor bulan sözümona üç taburu esir almışlardı. Durum ciddiyet kazanmıştı. Az kalsın buradan Tortum yolu açılacaktı. Diğer yanda Kiğıkde ise durum halâ kritikti. Giregösekte bulunan bir tümen(17.tümen) Tortuma doğru yola çıkarılırken 29. Tümen in de Ardos ve İslâmkötek mevzilerini muhafaza etmesi istendi. 31. Tümene bağlı birlikler ise Sivri Vadisini inatla savunması emriyle Şamhı Köyü sırtlarına gönderildi.. 7 Mayıs günü, Kiğık mıntıkası Rusların eline geçmiş Rus Atlıları Tutmaç a girmek üzereydi. Kiğık den sonra Tutmaç da alınırsa Tortum yolu açılacaktı.

116 Zaten Rus Ordusunun Kafkas Cephesi Ana Taarruz Plânlarından; Bölgede ayaklanan Ermenilerin desteklenmesi ve harekâtın gelişmesine kolaylık sağlanması maddesi hiç eksik olmamıştır. 114 / 115 Aziziye Belediyesi 11 Mayıs:Tortum Bölgesinde 3. Ordunun kaderiyle ilgili muharebeler olmaktadır. Ruslar Ahpisor ve Sivri Gediği istikametlerine inatla taarruz etmektedir. Havalar halâ soğuk, kaputsuz erler mevcut Liskavi Ulya - X. Kolordu Karargahı (Mayıs 1915) olup donma vakaları eksik değildir. Üstelik erlerin eğitimi eksik tüfekle nişan alamayanlar var..firarlar eksik Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa emri: olmuyor. -Gerekirse tüm kolordu Sivri Yamaçlarına(2) getirilip burası savunulacaktı. 8-9 Mayıs günü Sivritepe-Ziyarettepe-Karapınar hattının yani Sivri Gediği nin savunulması ve kuşatılması hazırlıklarıyla geçmiş, 3. Ordu Komutanı Yukarı Liskâv da bulunan 10. Kolordu Karargâhına gelmiş, düşmanın mevcudunun 6 piyade bir süvari alayı olduğu belirlenmiş, Sivri Yamaçlarının savunma ve kuşatma hazırlıkları sürmüştür. Öbür yanda yani Ahpisor Gediğinde Ruslar Ahpisor Kapıya dayanmış hatta düşmanın Ahpisora girdiği yalan haberleri paniğe sebep olmuştur. Dokuzuncu Kolorduya bağlı iki tümen Ahpisor ve Tortum Deresi boyunca savunma hazırlıkları içindedir. Durum kritiktir. 10 Mayıs günü Kar, tipi ve soğuk devam etmektedir. Karadağ etekleriyle Narman(İd)-Aha-Şekerliyi mekân edinen Rusların Tuzlu Dağa da top çıkarmaya başladıkları ayrıca Tuzludağ dan vetutmaçtan birer alay Rus birliğinin Kızıldağa doğru hareket halinde olduğu görülmüştür. İlerleyen bu düşman durdurulamamış, 9.Kolordu takviye için ileri alınmış ama iki kolordu arasında geniş bir açıklık mevcuttur. Buradan gelebilecek tehlike endişe vericidir. Hatta Ordu Komutanlığının bu açıklığın kapatılmasına karşılık her iki kolordu komutanı da imkânsız cevabı vermiştir. Ordu Komutanlığı Erzurum Valiliğine Erzurum-Tortum yolu önem kazandığından, Ermenilerin başka bölgelerdeki düşmanca davranışları dikkate alınarak, bu yol civarındaki Ermenilerin harekât mıntıkası dışına çıkarılması yazılı emrini vermiştir. Bu şartlarda Tortumdaki Ordu Karargâhı geçici olarak Erzuruma alınır. Akşam düşman iki kolordu arasındaki boşluğa yerleşmiş ve durum ciddiyetini halâ korumaktadır. 12 Mayıs: Ahpisor Gediğini savunan tümenler Tortumkale-Mihrekom-Ospethan a doğru çekilmeye başlamış, iki kolordu arasındaki boşluğu üç tabur piyade, bir makineli tüfek bölüğü ve bir bataryadan ibaret Ruslar doldurmak üzeredir. Tortum Vadisinden Kafkasyaya geçit veren Ahpisor ve Sivri Gediği Ruslar tarafından cidden baskı altındadır. 13 Mayıs: Ahpisor Gediğinde mevziler muhafaza edilirken bu kez Ruslar önce topçu ateşi sonra piyadeleriyle Sivri Gediği istikametine doğru taarruza geçti. 10. Kolordu kuvvetlerini buraya yığmaya başladı. Sivri Gediğinde Rus taarruzu akşama doğru durdurulur.. Tehlikeyse halâ geçmemiştir...düşman başarısının etkili olmamasının nedeni, düşmanın bütün cephelerde taarruza geçmemesidir (- dipnot eser shf 655- ) 14 Mayıs ile 5 Haziran arası 3. Ordu bir tümenle takviye edilirken Ruslarda Kızıldağ, Tuzludağ ve Narman bölgesinde yeniden taarruz hazırlık ve takviyeleri yapmaktadır. 6 Haziranda daha yoğun ve kanlı 2. Tortum Muharebeleri hızlanacaktır. DİPNOT: Taarruz ilişkin bilgiler Genelkurmay Basımevi baskısı, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi-3. Ordu Harekâtı cilt II-Birinci kitap, isimli eserlerden yararlanılarak edinilmiştir. Belge yanına düşülen sahife notu bu esere aittir.

117 Abdurrahman ZEYNAL Eğitim; insanın, toplumun, devletin ve bir milletin asla terk edemeyeceği faaliyettir. Tarih boyunca eğitime önem veren toplumlar başarılı, güçlü ve üretken olmuşlar, aksi işleri yapan toplumlarda birlik ve beraberliklerini sağlayamamış parçalanıp yok olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu yükselme devirlerinden sonra eğitim ve öğretimi ciddiye almamış, fen ve tabiat bilgilerini içeren dersleri ötelenmiş, dünya yeni bilgiler elde ederken Osmanlı da bilgi üretimi minimum seviyeye inmiştir. Dünyadaki eğitim gelişmelerinin farkına varan II. Mahmud, Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecid dönemlerinde modern eğitimin temelleri atılmaya çalışılmış, II. Abdülhamid döneminde disiplinli hale gelmiştir. Erzurum Rüştiyeleri: Sultan Abdulmecid döneminde açılan 20 rüştiyenin yanında 1869 yılında açılan Islahhanenin sanatkâr yetiştirme gayretleri yanında 1872 yılında Askeri İdadilerden birinin Erzurum da açılması eğitim alanındaki gelişmeleri göstermektedir. Örneğin 1873 yılında Erzurum ve bağlı sancaklardaki 21 rüştiyede toplam 789 öğrenci eğitim görmekte, dönemin rüştiyelerinde bir veya iki muallim görev almış bunlarda genellikle medrese kökenliydi Maarifi Umumi Nizamnamesi nde rüştiyelerde okutulan dersler; Arapça,

118 116 / 117 Aziziye Belediyesi Sanayi Mektebi (Bugünkü Ticaret Meslek Lisesi nin olduğu yer) Murat Türker Tüfekçi Arşivi. Farsça, Hüsn ü Hat, Nuhbe-i Vehbi, Tuhbe-i Vehbi, Türkçe İnşa, Lügat ve Ahlak dersleri olarak kabul edilmişti Osmanlı- Rus savaşı başlayınca Kars-Erzurum ve mücavir bölgelerden binlerce insan göç etmek zorunda kalmış savaş sonunda dengeler değişmiş, büyük oranda nüfus azalmıştı. Yine Askeri İdadi savaş öncesi Erzincan a nakledilmiş Erzurum için ayrı bir kayıp olmuştu. Oltu, Çıldır, Ardahan ve Kars elden çıkmış buralardaki rüştiyelerde devre dışı kalmıştı. II. Abdulhamid bu şartlar altında rüştiyelerdeki eğitim ve öğretimi teşvik etmiş, yeni rüştiyelerin açılması için gerekli izinleri vermiş, 1881 yılında vilayet genelinde sıbyan mektepleri dâhil rüştiyelerde toplam 1479 öğrenci öğrenim görmüş, bunların sadece 180 i kız öğrencilerden oluşmuştu. Buna mukabil azınlık ve misyoner okullarında 1440 öğrenci öğrenim görmüş bunlardan 550 si kız öğrencilerden oluşmuştu. rüştiyelerde öğrenci sayısı 40 ila 70 arasında değişmişti yılına kadar kız öğrenciler sıbyan mekteplerine gitmekte, yaşları 9 olunca ergenlik yaşı geldi diye mektepten alınmakta böylece 9 yaşından sonra kız çocuklarının okuması sonlandırılmış olmaktaydı yılında Erzurum da bugünkü İsmet Paşa ilkokulu binasında İnas Rüştiyesi açılmış Muallim-i Vekilesi Fatma Hanım, Nakış Muallimesi Zehra Hanım, Hüsn ü Hat Muallimi Mehmet Asım Efendi görev yapmış mubassırlığını Firuze Hanım yapmış 35 talebe eğitim almıştı. (Çetin, 1998) II. Abdulhamid döneminde Vilayet Rüştiyelerinde ortalama; Hınıs ta 45, Hasankalede 70, Bayburt ta 100,Yusufeli nde 50, Eleşkirt te 45, Tutakta 45, Bayezıd ta 100, İspirde 50 öğrenci öğrenim görmüş, merkez rüştiyesinde ise ortalam200 öğrenci okumayı devam ettirmişti lerde Hasankale, Tercan, Bayburt, Bayezıd rüştiyeleri faaliyetlerini sürdürmüştü. Örneğin 1887 yılı Hasankale rüştiyesinde Muallim-i Evvel Muhammet Hurşit Efendi, Muallim-i Sani Hacı Hilmi Efendi 55 talebe okutmuş bunlardan sadece 7 kişi şahadetname almıştı yılında Kisikim(Yusufeli) rüştiyesi açılmış, Erzurum Rüştiyesi nde 200 civarında öğrenci varken diğer 1909 yılında Aşkale de bir rüştiye açılmaya çalışılmış öğrenci olmadığından vaz geçilmiş Tortum da ise henüz rüştiye açılmamıştı. Islahhane (Sanat Mektebi): Mithad Paşa sanat erbabı boşluğunu doldurmak için 1860 yılında İstanbul da, ikincisini Sofya da açarken devletin aldığı karala 1869 yılında Erzurum da özellik-

119 le kimsesiz ve yetim erkek çocukların okuyup sanat öğrenecekleri ıslahhaneyi açmıştı yılı Erzurum salnamesinde; Islahhanede görev yapan ustalar Nazır Hüseyin Efendi, Kâtip Kahraman Efendi, Çulha Ustası Kigork Efendi, Maytap Ustası Mustafa Ağa, Aşçı Kaya Ustadan meydana gelmiş ve 21 öğrenci öğrenim görmüş ilerleyen yıllar bu sayı artmıştı Osmanlı-Rus savaşından sonra sanatkâr açısından ciddi sıkıntıya giren Erzurum için köklü çözüm önerisini 1895 yılında Anadolu Umum Islahat müfettişi olarak görevlendirilen Şakir Paşa sunmuştu. Bu raporda; Yabancı okullar ya sıkı denetime tabi tutulmalı yada tamamen kapatılmalıdır görüşünün yanında Doğu Anadolu da Türk Sanat Okulları kurulmalıdır görüşü öne çıkmış, Erzurum ve Amasya da Medrese-i Sanayii adıyla iki mükemmel okulun açılması önerilmiş, bu okullarda; terzilik, demircilik, boyacılık, dokumacılık gibi sanatların öğretilmesi tavsiye edilmişti. II. Abdülhamid in teşvikleri, Belediye Başkanı Şerif Efendinin girişimiyle bugünkü Ticaret Lisesinin yerinde Sanayi Mektebinin inşasına başlanmış 1904 yılında bitirilerek Erzurumluların hizmetine sunulmuştu. Sanayi Mektebinin açılmasıyla birlikte vali sanatsızlık yüzünden sefalete duçar olan Erzurum un çocukları ve yetimleri, bu sayede perişanlıktan kurtarılmış, geleceğin sanatkarları bu mektepte yetiştirilmeye başlanmıştı. İlk yıllarda 120 öğrenciyle eğitime başlayan okulda Seyyit Nazım Bey Sada-yi Şark dergisini çıkarırken 1911 yılında mektebin müdürlüğüne getirilmişti. Mektebin inşasında Belediye, Esnaf Teşekkülleri ve halk görev almış özellikle Attarlar Şeyhi Şakir,Hüseyniye Dergahı Şeyhi Eşref, Tüccarlar Şeyhi Hacı Mehmet aktif görev yapmış, Kasım Paşa Cami Mütevellisi Arif Efendi ve Belediye Meclis Baş Katibi Nazım Efendi önemli görev üstlenmişleri.(küçükuğurlu.m, 2008) Mektepte halıcılık, dokumacılık, marangozluk, kunduracılık, demircilik ve Erzurum un geleneksel sanatları öğretilmişti. Gelir elde etmek için bando takımı kurulmuş, mektepte musiki dersleri verilmişti. Böylece şehrin ihtiyacı olan sanat erbabı yetiştirilmeye çalışılmıştı. Askeri İdadi ve Askeri Rüştiye: 1848 yılında alınan bir kararla Ordu merkezlerinde Askeri İdadi kurulması kararlaştırılırken Erzurum da açılması planlanan iller arasında yer aldı yılında bugün Erzurum Lisesinin karşısındaki binada idadi faaliyete başladı. Mektebin Nazırlığını Sol Kol Ağası Mehmet Efendi yaparken, Sülüs hocalığını İmam Hurşit Efendi, Resim Hocalığını Yüzbaşı Hasan Tahsin Efendi, Dahiliye nazırlığını Yüzbaşı Bekir Ağa, Arabi ve Farisi muallimliğini Mustafa Efendi, Rika ve Kitabet hocalığını tabur katibi Tahir Efendi yapmış 30 öğrenci eğitilmeye başlanmıştı. Talebe sayısı 1873 yılında 48 olmuştu. Bu yıllarda okuldan yetişenler arasında Edirne Müdafi Şükrü Paşa, Süvari Generali Mehmed Ali Paşa ve diğer subaylar olmuştu. Ancak Osmanlı -Rus savaşı başlayınca Askeri İdadi güvenlik gerekçesiyle Erzincan a nakledildi. Askeri İdadi 1881 yılından itibaren tekrar faaliyetine başlamış birinci dünya savaşına kadar eğitimini sürdürmüştü. Matematik ve geometri dersinde Cezri Mevlüd Efendi beni baş müzakereci yaptı. Mülkiye İdadisinin Kavaid-i Osmani muallimi Sait Efendi burada Kitabet ve İmla muallimliği yapıyordu. Yüzbaşı Giritli Hüseyin Efendi ise Fransızca muallimiydi. Gümrük İmamı Hafız Efendi ise Askeri Rüştiyenin Farsça muallimiydi.(sami Önal, 2006) Askeri Rüştiyede (1886) Erzurum salnamesinde 4 sınıfta 178 öğrenci bulunmaktaydı. Askeri rüştiyenin müdürü Kolağası Mehmet Necati Efendi, Resim hocası Yüzbaşı Arif Efendi, Riyaziye hocası Yüzbaşı Mehmet Mevlüd Efendi, Dâhiliye Zabiti Mülazım-ı evvel Refet Efendi, Dâhiliye zabiti Mülazım-i Sani Hasan Hulki Efendi, İmla Hocası Mülazım-ı Sani Tevfik Efendi, Arabi hocası Hacı Lütfullah Efendi, Mehmet Tahir Efendi Farisi Hocası Hafız Ahmed Efendi, Kavaid-i Osmaniye ve İlm-i Hal hocası Mehmet Necat Efendi, Hüsn-i Hat hocası Mehmet Sakıp Efendi Serhademe ise Mustafa Efendi idi. Bu yıl rüştiyede Birinci sınıfta 56, ikinci sınıfta 57, Üçüncü sınıfta 44 ve dördüncü sınıfta 21 öğrenci olmak üzere 178 öğrenci eğitim almıştı. (Salname-i Erzurum, s. 235, Çetin. ) 1891 yılında askeri rüştiye dört yıla çıkarılmış; matematik ve geometri muallimi Cezri Mevlüd Efendi, Kavaid-i Osmani Muallimi Said Efendi, Fransızca muallimi Yüzbaşı Hüseyin Efendi, Farsça muallimliğini Gümrük Cami İmamı Kurra Hafız Efendi yapmakta idi (Çetin, 1998). Yıllar içinde askeri İdadinin kendine göre bir geleneği oluşmuş buna göre ikinci sınıfın öğrencileri birinci sınıfa gelen yeni öğrencilere rehberlik ederlerdi. Onlara yol yordam ve töreleri öğretirlerdi. Yine ikinci sınıf öğrencileri birinci sınıf öğrencilerini hamama davet eder onların 1 kuruşluk paralarını öderler, sırtlarını keselerlerdi(önal, 2006) öğretim yılında yeni bir tertiplenme olmuş İdadiye Van, Harput, Sivas, Erzincan Rüştiyelerinin de öğrencileri gelmişti. Her şehirden gelen öğrencilerin iki temsilcisi bulunur, bunlardan biri rüştiyeden birincilikle gelen diğeri ise o şehirden gelenlerin en kabadayısı olurdu. Geleneğe göre ders birincileri herkesin başı sayılır, kabadayılar ise başka sınıflarla olan anlaşmazlıkları çözümlemek, ortadan kaldırmak, kavgaları yönetmek, savunma yapmaktı. Bu tür işlerde kabadayılar herkesin başı sayılırdı. Askeri İdadi mezunlarından

120 118 / 119 Aziziye Belediyesi bir kısmı Birinci Dünya Savaşında Köprüköy Muharebelerinde Ruslara esir düşen General Ziya Yergök, İstiklal Savaşımızın kahraman komutanlarından Orgeneral Fahrettin Altay, Yakup Şevki Paşa ve daha niceleri Erzurum Askeri İdadi mezunları arasında idi. Muallim Mektebi Açılıyor: İptida-i Mekteplerine muallim yetiştirmek için önce 1848 yılında İstanbul da muallim mektebi açılmış ilerleyen yıllarda muallim ihtiyacını karşılamak için Kasım 1882 yılında Maarif Meclisi, Maarif Müdürü bulunan on vilayette birer Darulmuallin-i sıbyan açılması bu iş için kuruş tahsisat ayrılması kararlaştırılmış, Meclis-i Vükela tarafından tasdik edilen bu karar Ocak 1883 yılında II. Abdülhamid in irade-i seniyesi yürürlüğe girmiş bundan sonra yılına kadar Edirne, Selanik, Kosova, Manastır, Aydın Bursa, Mamuratülaziz, Sivas, Amasya Musul, Van, Erzurum ve Bolu da on dört darulmuallim mektebi açılmıştı (Öztürk, 1996) Mektebin binası mahalli idare tarafından belirlenmiş, muallimleri ise Maarif Nezareti tarafından atanmıştır. Muallim mektebinin ilk açıldığı binanın yeri tam bilinmemesine karşılık 1886 Erzurum Salnamesinde 80 talebeli muallim mektebinin kurulduğu, Ahmet Fehim Efendinin muallimliğinde 80 talebenin eğitildiği 15 öğrencinin dönem sonunda şahadetname aldığı kayıtlardan anlaşılıyordu yılında Erzurum a gelen Vital Quinet seyahatnamesinde şehirde bulunan okullar tasnif edilirken 88 talebeli bir muallim mektebinin bulunduğunu vurgulamaktadır. (Çetin,1998) II. Abdulhamid döneminde çıkarılan Darulmuallim-i Sıbyan talim namesine göre öğretim yılı 2ye çıkarılmış, okutulacak dersler ise; Tecvid-i Kur an-ı Kerim, Arabi, Farisi, Kavaid-i Türki ve İmla, Hesap, Tarih, Coğrafya ve Hat olarak belirlenmişti.(öztürk.1996) 1889 yılında Darulmuallim mektebinin; Ulum-i diniye ve Ahlak ve yukarı sınıflar Arabi muallimliğini Ahmet Rüştü Efendi, Lisan- Osmani ve Kitabet Muallimliğini Osman Efendi, Farisi ve aşağı sınıflar Arabi Muallimliğini Hüseyin Rüştü Efendi, Kozmografya, Müsellesat, Usul defteri Muhakane Müvellidliğini Hüseyin Efendi, Aşağı sınıflar Fransızca Muallimliğini Fehim Efendi, Hesap, Hendese, Kimya, Malumat ve Nafia Muallimliğini Şerif Efendi, Hüsn-ü Hat Muallimliğini Akif Efendi, Edebiyat sınıfı Aliye Fransızca Kitabet,Resim, muallimliğini Muhitin Efendi, Tarih, Hükümet Tabiye-i Ali Şurut muallimliğini Hüsnü Bey, Ermeni Lisanı muallim vekilliğini Mardros Efendi yaparken, müdürlüğü Muhittin Efendi yamaktaydı. Mektepte, 35 yatılı,107 gündüzlü olmak üzere toplam 142 şakirdan bulunmaktaydı yılına gelindiğinde Darulmuallimin süresi altı ay olarak belirlenmiş bugünkü Nene Hatun Kız Lisesi binasında eğitim ve öğretime başlamış olup idareciliğini de Farsi muallimi Ahmet Yetimoğlu ve Raşid Cimilli hocalar yapmıştı yılına kadar hangi binada eğitim yaptığı belli olmayan okul bu tarihte bugünkü Nene Hatun Kız Lisesi binasına taşınmış 1903 yılına kadar bu binada eğitimini sürdürmüştür. Mektep 1903 yılında vilayet matbaasının bulunduğu binanın yanındaki tarihi rüştiye binasına taşınmış öğrenim süresi iki yıla çıkarılmış eğitim bu binada 1905 yılına kadar devam etmiştir.(yücel, 1994) Muallim Mektebinin müdürlüğünü Balkan muhaciri Mudanyalı Niyazi bey yapmıştı yılında Yeşilzade Mehmed Salih Efendi mektepten muallim olarak mezun olmuştur yılında muallim mektebinin sınıf sayısı ikiye çıkarılmış müdürlüğüne ise muallim mektebi mezunu Rüşdi Efendi getirilmiş bu görevi 1909 yılına kadar sürdürmüştür. Mektep 1909 yılında 19 mezun vermişti.(yücel, 1994) 1907 yılında mektepteki öğrenim süresi üç yıla çıkarılmış, ilave olarak birde Tatbikat mektebi eklenmiştir. II. Meşrutiyet döneminde çıkarılan Darulmuallimin ve Darulmuallimat Nizamnamesine göre Tatbikat okullarının şekli belirlenmiştir.(öztürk,1996) Aynı yıl mektep Ayaspaşa Mahallesindeki Haznedarların konağına taşınmış Ahmed Yetimoğlu 2. defa müdürlüğe getirilmiştir yılında Ahmet Beyin yerine Abdurrrahman Dursun Bey müdürlüğe atanmış talebelere 40 ar kuruş maaş ödenmiştir.(yücel, 1994) 1910 yılında yayımlanan talimnamede okul programlarına; Usul-i Talim ve Terbiye, İlmi-i Ahlak, Hıfzıssıhha ve Ziraat dersleri eklenmiştir. Bir yıl sonra Mebadi-i Ulum-i Tabiiye, Hendese Tatbikatı, Usul-i Defteri, Resim Elişi, Beden Eğitimi, dersleri ilave edilmiştir.(yücel, 1994) Böylece muallim mekteplerinin müfredatları zenginleşmiştir. Erzurum İdadisi: 1869 Maarif-i Umumiye nizamnamesi çerçevesinde vilayet merkezlerinde, bünyesinde Rüştiye bulunan idadilerin açılması düşünüldü. Bunun sonucunda 1889 yılında tüm doğu illerinin ihtiyacına cevap vermek üzere Erzurum idadisi bu günkü Şair Nef-i Ortaokulunun binasında öğretime açıldı. Okulda yabancı dil olarak Fransızca öğretiliyordu. Yine bu tarihte, Osmanlı Mimarisinin de milli olmaktan çok uzak olduğu mülahazasıyla, Okul resim ve planları Paris ten getirilerek vilayetlere gönderilmiş ve idadiler Fransız okulları tarzında inşa ettirilmiştir.(said Halim Paşa Hatırat, c.s.157) Erzurum idadisine yıllık kuruş yıllık masraf verilmişti.(kodaman, 1980)

121 Mektebi İdadi - (Bugünkü Şairnefi Okulu) Murat Türker Tüfekçi Arşivi Salnamesinde Erzurum idadisinin öğretmen kadrosu ve okutulan dersler sıralandıktan sonra okulun toplam 236 Müslüman ve 16 gayrimüslim öğrencisi vardı. Bu mevcudun 209 Müslüman ve 13 gayrimüslim öğrencisi gündüzlü, geri kalanı yatılıydı.(maarif Salnamesi, 1321,s.306) İdadinin müdürlüklerini sırasıyla Abdi Namık Bey, Besim Bey, Ömer Lütfü Bey, Fevzi Bey Muhittin Bey, Osman Fehmi Bey ve Said Ödüklü bey yapmıştı. Bu dönemde idadiden mezun olanlar Osmanlı bürokrasisi içinde önemli görevler almış, Cumhuriyetin kuruluşunda aktif görevler üstlenmişlerdi. Erzurum Medreseleri: Tüm medreselerde okumayı sürdüren talebe sayısı 250civarında olup Çifte Minareli ve Yakutiye medreselerinde talebe asırlardır okutulmuyordu. Devrin en önemli medreseleri İbrahim Paşa, Kurşunlu, Yetim hoca ve Narmanlı Medresesiydi. Kütüphanelerdeki toplam kitap sayısı 1450 kadardı. Bina Durumları: Erzurum Vilayetinde açılan rüştiyelerin binalarının büyük bir bölümü mektep olma özelliği taşımıyordu. Tanzimat sonrası rüştiyelerin sayısını artırmak kaygısıyla hareket ediliyor bu nedenle nitelikli bina aranmıyordu. Boş evler, konaklar yeterli sayılıyordu. (Kodaman, 1980) Özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde bölgede açılan rüştiye binaları bu özelliği taşıyordu. Tablolarda verildiği gibi talebe sayısı arasında idi. Kazalarda açılan rüştiyeler hepten bu cinstendi. Sadece Erzurum merkez Esad Paşa yokuşunda açılan Rüştiye binası, 1898 yılında Mermer Hamamı yıkılarak yerinde yapılan İnas Rüştiye binası, Askeri Rüştiye binası ile Erzincan da bulunan Askeri Rüştiye binası dönemin en iyi binaları idi. Bu arada Pasinler ve İspir de yapılan iki katlı binalarda 1910 lardan sonra devreye girmiş rüştiye binalarının zenginleşmesine sebep olmuştu yılı Erzurum Maarif teftiş raporunda durum çok açık bir şekilde ortaya koyulmaktadır. (Gençoğlu, 2012) Bunlara karşılık; Ermenilere, Amerikalılara, Fransız, İran ve Rumlara ait mektepler dönemine göre modern binalardı. Erzurum Merkez Rüştiyesi, Askeri Rüştiyesi ve Erzincan Askeri rüştiye binaları yeterli durumdaydı. Azınlık binaları ise devrine göre moderndi. Muallim sayısı bakımından Merkez ve Askeri rüştiyelerde muallim sayısı yeterli olmasına karşılık diğer kaza rüştiyelerinde 1-2 muallimle sınırlı idi. Dolayısıyla birleştirilmiş sınıflarda ders verilmeye devam ediyordu. Muallimlerin kökenleri başlangıçta medreseden icazet almış olanlar iken sonraları Darulmuallim mezunları ve Erzurum İdadisi mezunları ile birlikte askeri muallimler idi. Bunlarda Şahadetnamesi ve Ehliyetnamesi olarak iki guruptu. Darulmuallim mezunları Şahadetnameli, idadi mezunları da Ehliyetnameli muallimlerdi. Derslerde ise Kuran-ı Kerim ve tecvit tüm sınıflarda alınan dersti. Arapça, Farsça, Osmanlıca, Rik a, Tarih, Coğrafya, Hesap Fransızca okutulan dersler arasında idi. Ayrıca Hendese, İlmihal Bilgileri okutuluyordu. Fen dersleri ise müfredatta yoktu. Özellikle kaza rüştiyelerinde muallim yokluğundan Fransızcada okutulmuyordu. Ekonomik Durum: Ekonomik duruma gelince durumun hiçte iç açıcı olmadığı görülmektedir. Bölgede meydana gelen savaşlar, terör olayları ekonomiyi ciddi anlamda kötü etkilemiş, sanayi devrimiyle kumaş en-

122 120 / 121 Aziziye Belediyesi düstrisinde meydana gelen değişmeler yöresel tezgâhları bitme noktasına getirmiş sonunda insanlar fakirleşmiş çocuğuna pantol alacak parası olmadığı gibi pantol ve ceketin gâvura benzemek anlayışının getirdiği düşünceyle mekteplere olan ilgiyi azaltmıştı.(hürbaş, 1978) Habip Baba nın torunu Mehmet Ali Paşa nın hatıralarında, yıllarında Erzurum da doktorluk yapan Charles Rayn ın Plevne den Erzurum a, Bir Onbaşının Hatıralarında, Ziya Yergök Paşanın hatıralarında dönemin sosyal ve ekonomik durumları anlatılırken içler acısı durumu görmek mümkündü. Böyle bir durum insanların mektebe bakış açılarını değiştirmektedir. Erzurum a yeni gelen Maarif Müdürü Tevfik Bey Rüştiyede Fransızca okunacağını açıklamasından bir süre sonra okulda okuyan öğrenciler Biz gavurca okuyamayız. Biz Müslüman oğlu Müslüman ız. Allah korusun insanın son nefesinde kelime-i şahadet yerine Fransızca sözler söyleyebileceğini hocalar öne sürüyor (Önal, 2006) gibi dedikoduların insanlar arasında dolaşmasından dolayı okulun dörtte biri okuldan ayrılması, algı biçiminin ne olduğunu ortaya koyması bakımından manidardı. Sonuç olarak; II. Abdülhamid döneminde okullaşmaya önem verilmiş, ekonomik nedenler, binaların yetersizliği istenilen seviyeye bir türlü çıkmamıştı. Birde bunlara insan faktörü eklenince durum hepten olumsuzlaşmıştı. Öğretmen yokluğu, nüfusun büyük oranda köylerde ve rençper olması, bu okullara bakış açısını etkilemiş insanlar iptidai mekteplere bile gitmekten kaçınmışlardı. 33 yıllık süre içinde 2 idadi, erkek ve kız rüştiyesi, askeri rüştiye, Bayburt, Kiskim, Eleşkird, Bayezid, Tutak, Hasankale, Tercan rüştiyeleri ile birlikte Aşkale, Ilıca, Ovacık, Velibaba, Horasan, İspir, Salaçor, Norgah, Narman, Ardos, Kiskim, Öğdem, Erkinis, Tercan, Manas, Karakulak, Tortum ve Kiğı merkez ve köylerinde iptidai mektepleri açılmış eğitimin yaygınlaştırılmasına çalışılmıştır. Ancak okuma ve yazma oranları Müslüman ahalide istenilen düzeye çıkarılamamış, ancak %0.4 civarlarında kalmıştı. Gayri Müslim ahalide ise okuma yazma %70 lerde gerçekleşmişti. Bu arada Numune-i Mektebi İptidai ve Mekteb-i İptidai Asari Terakki özel okulları açılmış ve şehre hizmet etmeyi sürdürmüşlerdi. Kaynakça: Önal, Sami (2006) Harbiye den Dersim e Tuğgeneral Ziya Yergök ün Anıları, Remzi Kitapevi, Hürbaş, A.(1978) 1918 Erzurum Katliamı, Neden ve Nasıl Oldu, C.II, s Atatürk Üniversitesi Yayınları: No:535 Ankara. Çetin, K.(1998).Erzurum un XIX Yüzyıl Beşeri Tarihi Coğrafyası. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Atatürk Üniversitesi. Özsoy, M.H (2002) Erzurum Lisesi Tarihi. Ankara. Zeynal. A (2012) Erzurum Eğitim Kurumları Tarihi. Erzurum Tipi, Şeref.(2005) Pışıbba. Remzi Kitabevi. İstanbul. Kodaman, B.(1980). Abdülhamid Dönemi Eğitim Sistemi. Ötüken Yayınları. İstanbul Tozlu,N.(1991). Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar. Akçağ yayınları, İstanbul. Koçer, H.A.(1991) Türkiye de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi. M.E.B. Yayınları. İstanbul. Tekeli, İ. İlkin,S.(1999) Osmanlı İmparatorluğu nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü. Türk Tarih Kurumu. Anakara Öztürk,C.(1996). Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası. Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. Küçükuğurlu,M.(2008). Erzurum Belediyesi Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul. Okçu,N., Akdağ,H.(2010) Salname-i Vilayet-i Erzurum. Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum Yücel,H.A.(1994). Türkiye de Orta Öğretim. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Sanin, H.T.(2011). Erzurumlu Bir Nahiye Müdürünün Hatıraları, Erzurum Gençoğlu, M.(2012).Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi yıl8 Sayı 16. Erzurum Vilayeti Maarif Teftişleri(1910)

123

124 Süreyya ÇARBAŞ 122 / 123 Aziziye Belediyesi -Geçmişte meydana gelen, toplumu tümüyle etkileyen ve etkisi uzun süren tarihsel olayların oluşumunda, kişiler belirleyici bir rol üstlenmiştir. Bunların bir kısmının ismi herkes tarafından bilinirken, diğerleri ya geri planda kalmış ya da bunu bilerek tercih etmişti. Bunlardan birisi de Kâzım Yurdalan dır. Tarihe ilgi duyanlar onun ismini Erzurum Kongresi ve Erzurum Belediye Başkanlığından bilirler. Onun hakkında araştırma yapan Dr. İsmail Eyyüpoğlu, yaşamı ile ilgili oldukça ilginç ve dikkat çekici bilgilere ulaştı ve sonunda Osmanlı dan Cumhuriyet e Bir İttihatçı- Kâzım Yurdalan isimli kitabı yazdı. -Anılan kitabın takdiminde Prof. Dr. Enver Konukçu, Kâzım Bey köken olarak Erzurumlu idi. Gençlik yılları, doğu için mücadelede geçmiştir. Mütarekede, Trabzon da subay olarak görevliydi. Bu ortamda Devlet-i Âliye-i Osmaniye nin bir buzdağı gibi yok olmaya, çöküntüye gittiğini üzülerek görmüştü. Her şey bir kenara, atalarından miras kalan Dadaşlık ve Türklük ruhu onu harekete geçirdi. Ölümüne kadar durmadan çalıştı şeklindeki cümlelerle Kâzım Yurdalan ı anlatıyor. -Kâzım Yurdalan, yıkılan bir imparatorluğa ve daha sonra kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti nin bütün safhalarına tanıklık etti. Cüssesinin küçüklüğünden ötürü Küçük Kâzım olarak şöhret kazandı. Hayata bakışı ve olayları algılayışı, onu diğer akranlarından ayırt eden en temel özelliklerinden birisiydi. Cesur olduğu kadar zekiydi. Çok sevdiği memleketinin gözleri önünde yok olmasını önleyebilmek için büyük idealler peşinde koşan bir neslin üyesiydi. Harbiye de birlikte öğrenim gördüğü arkadaşlarıyla yolu, değişik dönemlerde, değişik coğrafyalarda kesişecekti. Hepsinin ortak yönü vatanseverlikleriydi. Yıkılan bir imparatorluğun küllerinden bağımsız, hür Türkiye Cumhuriyeti ni kuran iradenin sorumluluk sahibi bir ferdi idi. Ülkesi için çalışmaktan bir an olsun yorulmadı. Ailesi ve Eğitimi Kâzım Yurdalan, 1881 de Erzurum un Çortan Mahallesinde dünyaya geldi. Kavaflar Çarşısı ile bağlantılı olan bu mahalle; esnafın yoğun olarak bulunduğu ve Erzurumluların semaver, soba gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıkları bir yerdi. Mahalle sakinleri arasında tam Milletçe topluluğumuz içinde bazı bedbahtlar tarafından bana yapılmış ve yapıla gelmekte olan tarizlere, isnatlara rastlayacaksınız. Vatan, memleket, ülkü müdafaasını çocukluğumdan beri uzviyetin bir kalbi gibi bünyesine mal etmiş bir mahsalanın zaman zaman maksatlı tarizlere maruz kalması en tabii bir keyfiyettir. Zira gece kuşları ziyadan rahatsız olurlar. bir dayanışma vardı. Yurdunu seven vatanperver insanların oturduğu bir yerleşim bölgesiydi. Milli ve manevi duyarlılık açısından güçlü örneklerin sergilendiği bu mahallede yaşayan insanlar, Erzurum un güvenliği için şehrin doğu tarafında yaptırılan tabyaların inşa sürecinde rol almıştı. Babası bu mahallede saraçlıkla yani koşum ve eyer takımları imalatı işi ile uğraşan Mehmet Emin Efendi, annesi ise Müfide Hanım dır. Ataları IV. Sultan Murad ın bayraktarlarından Kazanasmaz lakaplı Mehmet Ağa dır. Câzîm ve Münise isimli iki de kardeşi vardır. Erzurum un meşhur ve bilinen ailelerinden oldukları için Kazanasmazzâdeler olarak anılırlar. Kendisi de asker kökenli olan Mehmet Emin Efendi, Kâzım ı da idealindeki askerlik mesleğine yönlendirdi. Kâzım Bey, mahalle mektebini bitirdikten sonra Askeri Rüştiye yi ve İdâdi yi okudu. 14 Mart 1900 de İstanbul da Harbiye Mektebi piyade sınıfına kayıt yaptırdı. Mustafa Kemal de Manastır Askeri İdâdisi ni bitirerek Kazanasmazzâde Kazım Bey den 1 yıl önce Harbiye nin piyade sınıfına kayıt yaptırmıştı. İsmet İnönü ise, Kâzım Efendi nin Harbiye de öğrenim gördüğü dönemde Topçu Harbiye Mektebinde onunla aynı dönem eğitim almıştı. İsmet İnönü ile hayatının sonuna kadar olan samimi arkadaşlığı böyle başlamıştı. İttihatçıların önemli simalarından olan Ömer Naci ile de yine Harbiye yıllarında tanışmıştı. Kâzım Karabekir de bu yıllar içerisinde Harbiye de okumuştu. Kazanasmazzâde Kazım Bey, Harbiye de hem yaşamının ilerleyen yıllarında hayatında izler bırakacak dostluklar kurmuş, hem de II. Abdülhamid in yönetimine karşı mevcut siyasi akımlardan etkilenmiştir. Hürriyet mücadelesinin bir parçası olan Kâzım Bey, Harbiye den sonra Erzurum a gelerek resmi görevinin yanı sıra İnkîlab hareketlerinin içerisinde yer almıştır. II. Meşrutiyetin ilânından sonra aktif mesleki yaşamına Jandarma Teşkilatında devam etmiştir. Kişiliği ve Fikirleri Kâzım Efendi ye Harbiye Mektebinde arkadaşları Küçük Kâzım diye hitap etmişlerdi. Revnakoğlu, onu Tarih Yolunda Erzurum isimli eserinde Vücut yapısı

125 itibariyle hakikaten ufak tefek bir adamdı. Görünürde dikkati çeken bir gösterişi yoktu. Fakat görülmeye ve gösterilmeye değer öyle bir kişilik tarafı, öyle erişilmez üstün hâl ve meziyetleri vardı ki, onu yakından tanıyanlar içimizde yaşayan, hiç kocamayan, hatta yaşlandıkça gençleşen birisi olarak sayar ve severlerdi. Çeşitli kahramanlık ve fedakârlıklarla dolu askerlik hayatında kazandığı zaferleri ve kumandasındaki birliklerin sevk ve idaresi hususundaki yüksek kabiliyet, hele bu küçük adamın dinmez, tükenmez enerjisini bilenler, onun candan meftûnu ve hayranı idiler şeklindeki ifadelerle onu, yeni kuşaklara tanıtmaya çalışmıştır. Sıtkı Dursunoğlu ise, Toprak ananın ve üstünde yaşayan toplumun her istediğine; kanından, canından ve enerjisinden bir karşılık verebilme özverisine sahiptir diyerek Kâzım Bey in başka yönlerini ortaya koymuştur. Zekâsını edindiği tecrübelerle yönlendirebilen, cesur ve atılgan bir asker olarak tanınan Kâzım Bey, çalışkanlığı kendisine bir hayat düstûru olarak benimsemişti. eğer, Allah günü 48 saat yaratmış olsaydı, bu 48 saat çalışabilseydim, yine de vazifemi ifâ etmemiş sayardım sözleriyle çevresinde hayranlık uyandırmıştı. O bir Türk milliyetçisiydi. Hayatının sonuna kadar İttihat ve Terakki mensubu olmakla gurur duymuştu. Hürriyeti ve bağımsızlığı içselleştirdiği kadar Turan idealine de inanan ve baskı altındaki Türklerin kurtarılması için gençlik yıllarında İran a gitmeyi göze alacak kadar idealistti. Kazım Yurdalan ve Oğulları. O aynı zamanda bir ideal adamıydı. İç dünyasındaki heyecanlarına ve hayatın zorluklarına hiçbir zaman yenik düşmemişti. O nun memleket aşkı için çarpan ve sadece insanlık sevgisi ile uğrunda yanıp tutuşan öyle bir iç alemi ve bu alemin derinliklerinde öyle tükenmez coşkun bir heyecan kaynağı vardı ki, ne yaşı, ne az maaşı, ne de yıllardır çektiği çeşitli hastalıkların ezen ve kemiren baskısı, bu dava ve ideal adamının hareket ve heyecan dolu hayat akışını zerrece durduramamıştı. Konuşmalarında ve görüşmelerinde; yurttan, savaştan, zaferden, hele Erzurum ve Müdâfaa-ı Hukûk tan, hiç değilse geçmişe ait bir kahramanlık hatırasından bahsetmezse içi rahat edemezdi. Görevleri ve Kahramanlıkları Harbiye den 1902 de mezun olduktan sonra Erzurum da görev yaparken 1905 te başlayan ve 1906 ve 1907 de gittikçe şiddetlenen Erzurum isyanında yer alan zabitler arasında bulundu. II. Meşrutiyet in ilanından önce Harbiye den tanıdığı Ömer Naci ve Halil Bey (Enver Paşa nın amcası) ile İran daki hürriyet mücadelesine katıldı. II. Meşrutiyet in ilanından sonra piyade sınıfından ayrılarak jandarmaya geçti. Muş ta ve Pazar da (o dönemki adıyla Atina) görev yaptı. Ermeni ve Rum çeteleriyle mücadele etti te I. Dünya Savaşının başlamasıyla Kafkas cephesinde görev aldı. İlk önce Ermeni Taşnak çeteleriyle sonra da Ruslarla zorlu bir mücadeleye girdi. Erzurum un işgale uğramasına tanıklık etti. Savaşın son yılında Elviye-i Selase nin (Kars-Ardahan-Batum) anavatana katılma sürecinde, bu bölgede jandarma teşkilatını kurmakla görevlendirildi. Burada yaptığı çalışmalarla herkesin takdirini kazandı. Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra yurt genelinde işgal tehlikesi baş gösterince, görev yeri olan Trabzon da kendisi gibi İttihatçı kökenden gelen dava arkadaşlarıyla toplantılar yaptı. Onları örgütlenme konusunda yönlendirerek, Trabzon Muhâfaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti nin kurulmasına katkıda bulundu. Mütarekenin ağır siyasi ve askeri baskısı altında, acımasızca başlatılan İttihatçı avından payına düşeni aldı. Yargılanması için hakkında işlem başlatıldı. Binbaşılıktan emekliliğini isteyerek Erzurum a geldi. Yine İttihatçı bir yapılanmanın içerisinde yer aldı. Gizli surette örgütlenmiş olan İstihlâs-ı Vatan Cemiyeti nin çalışmalarına katıldı. Mondros Mütarekesi nin ağır şartları, büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyordu. Birlik ve beraberlik sağlanmadığı müddetçe bu bölgede Ermenistan ın varlığı kaçınılmazdı. İzmir in işgalinin doğudaki yansıması bu endişeyi daha da büyüttü. Kâzım Bey, kendisi gibi vatansever arkadaşlarıyla bu tehlikeye karşı önlemler almaya başladı. Bu amaçla Vilayât-ı Şarkiyye Müdâfaa-ı Hukûk-ı Milliye Cemiyeti Erzurum şubesinin faal hale gelmesinde büyük katkıları oldu. Trabzon daki milli cemiyet ile yapılan işbirliği Erzurum

126 124 / 125 Aziziye Belediyesi yılı Tepsi Minare (Bugünkü Saat Kulesi) Murat Türker Tüfekçi Arşivi Kongresi ni vücuda getirdi. Mustafa Kemal Paşa nın Erzurum a geldiği günlerde Kongre nin toplanma hazırlıkları da son safhasına ulaşmıştı. Onun askerlikten istifasından sonra Rauf Bey ile birlikte kongre delegesi olması için yerini bırakan 2 kişiden birisiydi. Kongrede alınan kararların milli amaçlar doğrultusunda şekillenmesinde önemli rol oynadı. Mustafa Kemal Paşa nın Sivas Kongresi ne katılmak üzere ayrılmasından hemen önce, ona Erzurum hemşehriliğini teklif eden ve yol giderlerini karşılamak için gerekli maddi kaynağı bulan da Kâzım Bey di. Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra duyulan lüzum üzerine yeniden askerlik görevine döndü. Doğu cephesinde başlatılan ileri harekâtta görev alarak Kars a ilk giren birliklerin başındaki kumandanlardan biri oldu. Bu kutlu zaferden ötürü Soyadı Kanunu çıktığında Yurdalan soyadını aldı. Doğu Harekâtının ilerleyen safhasına da emrindeki XXIX. Alay ile katılmış ve Gümrü Bölge Kumandanlığına getirilmişti. Bu cephedeki başarısından ötürü Büyük Millet Meclisi tarafından rütbesi yarbaylığa yükseltilmişti in bahar aylarında ikinci kez giyindiği üniformasını çıkararak Kars a yerleşen Kâzım Bey, uzun süre burada ikâmet etti. Ortaklık kurarak akaryakıt, halı ve un ticareti ile uğraştı. Askeri geçmişi başarılarla dolu olan ve Ermeni çeteleriyle mücadele den Kâzım Bey e Kars ta bir suikast düzenlendi. Bu olay beraberinde ticari konulardaki başarısızlığı da getirince 1935 te Kars tan ayrılmak zorunda kaldı. Daha sonra Trabzon Nafia Komiserliği, Yüksek Mühendis Mektebi İdare Müdürlüğü, Konya Nafia Komiserliği ve Türk Hava Kurumu Konya Şubesi yöneticiliği görevlerinde bulundu. Erzurum Belediye Başkanlığı Kâzım Yurdalan, Türkiye de çok partili hayata geçilmesinin gündemde olduğu günlerde Mesut Çankaya nın ayrılmasından sonra 15 Mart 1945 te Erzurum Belediye Başkanlığına atandı da yapılan belediye seçimlerinden sonra oluşan meclis üyelerinin oy birliği ile 8 Haziran 1946 da belediye başkanlığına seçildi. Bu görevde 60 ay kalan Kâzım Yurdalan 30 Mart 1950 de istifa etti. 14 Mayıs 1950 genel seçimlerine CHP den milletvekili adayı oldu. Bu seçimlerde CHP ağır bir yenilgiye uğradığı için Kâzım Bey milletvekili seçilemedi. Belediye Başkanlığı döneminde Erzurum da belediyecilik alanında silinmez izler bıraktı. Önce belediyenin mali durumunu düzene soktu. Ardından imar planlaması hazırlatarak imar faaliyetlerini başlattı. Su yollarına el attı ve bunu sağlıklı bir yapıya kavuşturdu. Büyüklü küçüklü jeneratörleri devreye sokarak şehre kesintisiz elektrik sağladı. Belediye binasına yeni katlar ekletti. Çift yönlü parke yollar yaptırdı. Gez ambarı, meyve hali ve Yetim Hoca caddesinin yapımı bunları izledi. Park ve yeşil alan tanzimi, Kale ve Saat Kulesi çevresinin düzeni, baraka tipi eski evlerin kamulaştırılması, atık sular için kanal ve kanalizasyon yapımını gerçekleştirdi. Ticaret Borsasının kuruluşuna öncülük etti. Mezbahayı hijyenik şartlara kavuşturdu, pastırmaheneyi genişletti. Asri mezarlığı ihata duvarlarını yaptırarak devreye soktu. Zabıta memurlarının eğitimine ağırlık verdi ve bunları disipline etti. Dilencileri toplattı ve kimliklerini tespit ederek, onlara yardım yaptı.

127 1940 lı yıllarda Erzurum. Toplumsal sağlığa büyük önem verdi. Hayvanların şehir merkezine sokulmasını yasaklattı. Çöplükleri ve kirletilen boş arsaları günlük olarak temizletti. Kentin değişik 6 noktasında genel tuvalet ile çok sayıda çeşme inşa ettirdi. Şehirde mevcut 9 bin evden 4 bininde tuvalet yoktu. Bu evlerden her gün 20 bin teneke atık toplatarak şehir dışına döktürdü. Ayrıca tuvaleti olmayan 100 den fazla eve belediye imkânları ile tuvalet yaptırdı. İşyeri ve evlerin duvarlarını boyattı. Önleyici sağlık hizmeti için hıfzısıhha ve Kızılay ile sıkı işbirliği yaptı, laboratuvarlar kurdurdu. Yakacak tahsisi yaptırarak, bu sıkıntıyı büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Çocuklarına Bıraktığı Mektup Kâzım Yurdalan sadece belediye başkanlığı döneminde değil, hayatı boyunca bazı suçlamaların hedefinde olmuştu. Bu durumu İthâfnâme Yavrularıma başlığı ile kaleme aldığı mektubunda dile getirdi ve şunları yazdı: Milletçe topluluğumuz içinde bazı bedbahtlar tarafından bana yapılmış ve yapıla gelmekte olan tarizlere, isnatlara rastlayacaksınız. Vatan, memleket, ülkü müdafaasını çocukluğumdan beri uzviyetin bir kalbi gibi bünyesine mal etmiş bir mahsalanın zaman zaman maksatlı tarizlere maruz kalması en tabii bir keyfiyettir. Zira gece kuşları ziyadan rahatsız olurlar. Aşkale Kömür Ocaklarında İdare Müdürlüğü Kâzım Yurdalan belediye başkanlığından ayrılmadan önce işletmeye açılması için büyük çaba sarfettiği Aşkale Kükürtlü Kömür Ocağı nın faaliyete geçmesi ile 1953 ün başlarında burada idare müdürü olarak çalışmaya başladı. Ekonomik sıkıntılar yüzünden 72 yaşında olmasına rağmen çalışmak zorundaydı. Bu görevi 17 Aralık 1956 ya kadar sürdürdü. Ayrıldığında 75 yaşındaydı. Daha sonra ailesinin yanına yani İstanbul a yerleşti. Yardım Bağlandı Kâzım Yurdalan, hayatının geri kalan bölümünde ailesinin geçiminde büyük sıkıntılar çekti. Tarihe mal olmuş bir kişinin verdiği yaşam mücadelesini yakından takip eden dönemin Belediye Başkanı Osman Edip Somunoğlu ( ) belediye meclisi kararı ile Kâzım Yurdalan a ömür boyu ayda 300 lira maaş bağlattı. Ölümü Mücadeleler içinde geçen bir hayat, onun vücudunu zayıf düşürdü. 13 Kasım 1962 de rahatsızlanarak İstanbul Kasımpaşa Deniz Hastanesi ne yatırıldı. Pankreas başı kanseri teşhisi konulan Kâzım Yurdalan 13 Aralık 1962 de hayata gözlerini kapadı. Ölümü halinde Erzurum a defnedilmek istediğini vasiyet etmişti. Buna rağmen o dönemin özel şartlarından ötürü askeri törenle İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığına defnedildi. Vasiyeti gereği naaşı bundan birkaç yıl sonra Erzurum a nakledildi. Belediye Başkanlığı döneminde yaptırdığı Asrî Mezarlıkta toprağa verildi. Yine vasiyeti üzerine mezar taşına şu ifade yazıldı: İnklâpçının maddi varlığı, içinde yattığı toprak olmalıdır Kendisini rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyoruz. Mekânı cennet olsun.

128 BİR DOKTORUN 93 HARBİ ANILARI Charles S. RAYN / 127 Aziziye Belediyesi Charles S. Rayn, Avustralyalı bir Doktor Osmanlı-Rus Harbi nde önce Plevnede sonra Erzurum cephesinde doktor olarak vazife yapmış bir batılı. Anıları Plevne de Bir Avustralya ismiyle dilimize tercüme edilmiş. O kitaptan bazı ilginç bölümler Erzurumluların Aziziye Zaferi (Şahlanışı)olarak andıkları o günlerin öteki yüzünü, savaşın acı sahifelerini göstermesi bakımından ibret verici olduğundan hatırattan birkaç sahifeyi okuyucularımızla paylaşıyoruz.. Plevne den Erzurum a Anadolu tarafında şark hududunda Ruslar hızla ilerliyorlardı ve Stafford House yardım komitesinin başkanı olup o sırada İstanbul da bulunan Mr. Barrington Kennet den Erzurum daki Türk askerlerinin pek acıklı halde olduklarını öğrendim. Erzurum da sıhhi yardıma acele ihtiyaç olduğundan, Mr. Kennet bana Stafford House komitesi Erzurum hastanesinin idaresini üstüme almayı teklif etti. Bu memuriyette bana Türkiye hükümetinden almakta olduğumdan fazla para verildiği gibi Erzurum da kimsenin emri altında olmaksızın çalışabileceğim bildirilmişti. Fakat ben Plevne deki o eski silah arkadaşlarımı terk etmemeye ve annemle görüşür görüşmez Plevne ye dönmeye karar verdim. Mr. Kennet bu kararıma karşı fikrinden caymadı ve istediğim zaman Erzurum memuriyetinin bana açık olduğunu bildirdi. Stafford House komitesinin teklifini kabul ederek Erzurum a gitmeye karar verdim. O gün Mr. Barrington Kennet, Erzurum dan, şehir yakınında kanlı bir muharebe olduğunu bildiren bir telgraf aldığını söyledi. Gazi Muhtar Paşa büyük bir mağlubiyete uğramıştı. Erzurum daki durum da son derece fena idi. Şehir yaralılarla dolu idi. Her türlü malzeme ve yardıma acele ihtiyaç vardı. O gün İstanbul dan bir vapur hareket etmekte olduğundan Mr. Kennet hemen onunla Erzurum a hareket etmemi teklif ediyor ve yardıma da istediğim adamı vereceğini söylüyordu. Onun fikri yanıma bir tercüman ile zaten Plevne de görmüş olduğum Yüzbaşı Morisot u almam idi. Stafford House komitesine mensup olan ve bana daima büyük bir nezaket ve alaka ile muamele eden Mr. Stoney de bu teklifi kabul etmem için bana ısrarda bulunuyordu. Bütün bunların neticesi olarak, o gün saat on ikide hareket edecek vapurla Erzurum a harekete hazır olduğumu söyledim.

129 .. Erzurum a Hareket Sinop, Samsun ve nihayet Trabzon limanlarına uğrayarak zevkli bir Karadeniz yolculuğu yaptık ve karayolu ile Erzurum a gitmek üzere Trabzon a çıktık. Trabzon Karadeniz e hâkim dik yarların tepesindeki sahaya kurulmuş, güzel bir kasabadır. Orada bir Rum un idare ettiği pek iyi bir otel bularak, gece için oraya indik ve hemen Trabzon İngiliz konsolosu Mr. Biliotti yi ziyaret ettik.* Konsolos bize, Muhtar Paşa nın doktorlara ve sıhhi yardıma son derece ihtiyacı olduğu için, mümkün olduğu kadar çabuk Erzurum a hareket etmemiz hakkında bir mesaj verdi. Mr. Biliotti nin yanında Yüzbaşı McCalmont u gördük. Bu subay şark hududunda İngiltere Ateşe Militeri Sır Arnold Kemball ın maiyetinde bulunuyordu. Bıkmaz ve yorulmaz Mr. Biliotti yolculuğumuzun bütün hazırlıklarını bitirdi. Yanımızda iki tercümanımız bulunduğundan bunlardan William adında olanı ağır eşyayı getirmek için geriye bıraktım. Biz bir Yüzbaşı Dugald a gelmekte olduğumuzu bildiren bir telgraf gönderdikten sonra tekrar yola çıktık. Şimdi denizden altı yedi bin kadem yüksek bir geçitte yol alıyorduk. Geçidin tepesinde Kopdağ denilen mevkide bir saat durduk. Bu mevkiden tepeleri, vadileri aşarak uzak dağların tepelerine ulaşan muazzam bir manzara görünüyordu. Önümüzde, ta uzaklarda, ismi gönlümüzde heyecan ürpertisi uyandıran bir nehrin gümüş şeridi vardı. Bu, o büyük nehirdi, Fırat Nehri idi! Ve önümüzdeki ovaya bakarken, adeta bir hayat nidasıyla şu hakikati hatırladık: O anda, Cennet Bahçesi (Garden of Edenf in bulunduğu söylenen topraklara bakıyorduk!.. Ertesi gün bütün hızımızla yola devam ettik, öğleyin Fırat Nehri ni geçtik ve akşam saat beşte Erzurum a vardık. Erzurum a girerken tabii şehri Rusların elinde bulacağımızı sanıyorduk. Fakat Rusların pekiyi tanıdığımız askeri üniformasını hiçbir tarafta göremedik ve yavaş yavaş şöyle bir hükme vasıl olduk: Sir Arnold Kemball a Rusların çoktan beklenilen hücumlarını yaptıkları hakkında verilen haber yanlıştı. Şehre girince doğruca İngiltere konsolosu Mr. Zohrab ın evine gittik. Konsolos bizi çok candan bir farzda karşıladı ve şehirdeki durum hakkında malûmat verdi. Durum gerçekten iyi değildi. Bizim gelişimizden bir hafta kadar önce Ruslar son derece şiddetli bir hücum yapmışlar ve istihkamlardan birini ele geçirmişlerdi. Bu hücumda Türkler şehit ve yaralı iki bin kişi kaybetmişlerdi.(aziziye muharebeleri) Bundan dolayı ve Erzurum da zaten ancak birkaç İngiliz doktoru bulunduğundan hasta ve yaralıların tedavisi işi son derece sıkışmıştı. Lord Blantyre masrafla rı kendine ait olmak üzere Erzurum a birtakım İngiliz doktorları göndermişti, fakat bu sıhhiye heyetinin sayısı türlü hadiseler yüzünden azalmıştı. Mesela doktor Casson ile doktor puckle Ruslar tarafından esir alınmışlardı ve hâlâ onların elinde idiler. Tifüs Erzurum u Tehdit ediyor Bir sabah askerler arasında bir hakiki tifüs hastası ve birkaç tifo humması keşfettik. Bu hastaları hemen Merkez hastanesine gönderdik, çünkü biz hastaneyi yalnız yaralılara bakmak şartı ile teslim almıştık. Fakat bu bir tek tifüs hastalığı bana büyücek bir endişe vermişti, bu tek hastalık sanki başımıza gelecek felaketi kesin bir dil ile haber veriyordu. Hastalık kendini gösterince, koğuşları dolaşırken artık her yaralıyı dikkat ve endişe ile iyice muayeneye başladık. Biraz sonra da bu yaralılar arasında üç dört tifüslü daha bulduk. Bunları hemen ötekilerden ayırarak, bilhassa hazırlattığımız başka bir odaya koyduk. Bunların yaraları ağır olduğu için Merkez hastanesine gönderemezdik. Aralık ayı başında hava çok kötü bir hale geldi, pek çok kar yağdı ve hastaneler hastalarla doldu. O halde ki şimdi şehir hastanelerinde dört bin hasta ve yaralı bulunuyordu. Yüzbaşı Morisot ile Mr. Harvey asistanlık hizmetini mükemmel bir surette yapıyorlardı. Fakat Mr. Harvey e İstanbul da ihtiyaç görüldüğünden aralık ayının birinci haftasında bizden ayrıldı. Fena hava sebebiyle yolda geç kalmış olan tercümanımız William, yanındaki malzeme ile Erzurum a gelip bizi buldu ve çok faydalı bir yardımcımız oldu. Hastalık etrafı kırıp geçirmeye başladı. Keskin soğuk, yaralıların çektikleri azabı şiddetlendirdi. Bir yaralının kırılmış koluna ameliyat yaparak, omzundan kesmiştim ve adamın hayatını kurtarabildiğimi umuyordum, fakat hüküm süren korkunç soğuk, benim gayretimden kuvvetli çıktı, zavallı yaralı zatülcenbe yakalanarak bir gün içinde öldü.. Ruslar Türk Esirleri Ölüm Yolculuğuna Çıkarıyor Erzurum u kuşatma altında tutan Rus düşmanlarımızın ordusunda uğursuz, insana felaket haberi gibi gelen bir durgunluk, sessizlik vardı ve en sonra anladık ki, Kars kalesi üzerine yapacakları hücumu şiddetlendirmek için Erzurum kuşatma ordusundan büyük bir kuvveti o tarafa götürmüşler. Şehirde tifüs, kangren, kan zehirlenmesi, zatürree, korkunç ve öldürücü soğuk, Rusların faydasına çalışıyor, gülle yağmuru altında ölecek askerden fazla askeri yok ediyordu... Arkadaşlardan Woods hasta oldu, önümüzde toplanan işlerin çok güç ve ağır olduğunu anladığımdan onu İstanbul a yolladım ve böylece zaten sayılı olan çalışma kuvvetimizden bir kişi eksildi. Kar çok fazla yağmaya başladı, az sonra da sokaklar iki üç kadem kalınlığında karla kaplandı. Geceleri termometre donma derecesinin kırk derecesine kadar düşü-

130 128 / 129 Aziziye Belediyesi yordu ve açık havada silah altında bekleyen askerlerimiz bu soğuğun müthiş tesirine uğramakta idiler. İleri karakollarımızda her sabah beş altı er soğuktan donmuş olarak bulunmakta idi. Bu kahramanlar karın üzerinde gözleri kapanmış ve tüfekleri iki kolları arasında göğüslerine sıkılmış olarak bulunmakta idiler! Bu sırada Rus başkumandanı General Melikoff Kars üzerine yapacağı büyük hücumu hazırlamaya çalışıyordu. En sonra uzun zamandan beri beklenilen Rus hücumu yapıldı ve Ruslar o garip ve tercüme edilemeyen, fakat her türlü zayiatı göze almış delice cesaretin ifadesi olan Nicivo! naralarıyla Türk istihkâmlarını aşarak Rus kasabasını aldılar. Melikoff bu münasebetle kasabada eline geçen birçok yaralı Türk esirlerini kasabada barındırmanın güç olacağını düşündü ve aklına parlak bir çare geldi: Bunları bize, Erzurum a göndermek! Ve her askere bir battaniye ve bir iki kuruş vererek onları Kars tan Erzurum a gitmek üzere yola çıkardı... Bu nasıl bir yürüyüştü! Donmuş topraklar üstünde kar tabakaları yükselmişti ve bu yaralılar sürüsü, millerce süren yolda karları kanlarıyla kızıla boyayarak, Erzurum a kadar sürüklendiler. Bu korkunç yolculukta yüzlerce, binlerce yaralının ölüsü yollara serildi. Türk Kumandanı Muhtar Paşa nın kendi ağzıyla bana söylediğine göre Kars tan atılan bu iki bin yaralıdan ancak üç yüz on yedi kişi Erzurum a gelebildi! Bu kurtulanlardan elli kişi kadarı benim hastaneme geldiler. Bunlardan biri bana Kars tan otuz kişi birlikte çıktıklarını, bunlardan yalnız on kişinin Erzurum a sağ gelebildiğini ve bu on kişiden yedisinin de ayak parmaklarının donarak düştüğünü söyledi. Bu soğuktan donma vakaları, yürekler paralayıcı mahiyetleri ile beraber öyle çirkin gariplikler de arz ediyorlardı ki... Kars ile Erzurum arasındaki yüz seksen mil uzunluğunda karla örtülü yol üzerinde yaralı vücutlarını sürükleyerek gelen ve bakılmak üzere hastanemizde tedavi olunan askerlerin çektiklerini bir kere düşününüz. Bu adamların elleri zaten daha mart ayı başında donmuştu ve kar yolculuğu esnasında bileklerinden parmaklarının ucuna kadar her iki el de iskelet haline gelmişti. Bilekten aşağı olan bütün etleri çürüyüp düşmüştü, kemikler de çürümeye başlayarak kararıyordu. Bu talihsizler iskelet ellerini takatsizce ve gönül ezecek bir halde uzatarak bana geldiler ben de bu çürüyüp gitmiş kalıntıları ta bileklerinden kesip attım. Bu ameliyatı yaptığım iki kişi, şair Dante nin o şiddetli hayalinin bile kolayca tasavvur edemeyeceği o korkunç yolculuk tesiri ile Öldüler. Vakti geldi ki biz de son raddeye kadar dolmuş olan hastane koğuşlarında yer açmak vesair hastalık ihtimalinin önünü almak için hafif yaralı hastalarımızdan bazılarını taburcu etmek yolunu tuttuk. Erzurum da Stafford House tarafından idare olunan hastanemize her gün yaralı akını devam ediyordu, çünkü Türk süvarileri Ruslara durup dinlenmeden hücumlar yapıyor ve iki ordunun ileri karakolları arasında hemen her gün çatışmalar oluyordu. Bu sebepten dolayı bir küme yaralı ve hasta ölür ölmez, yahut iyi olup çıkarılır çıkarılmaz başka yaralılar kümesi hastaneye getirilmekte idi. Soğuktan donma vakaları pek çok olmaya başladı ve çok kere gelen hastaların kemiklerinin Üstünde etleri çürümekte olan ayaklarını veya ellerini kesip atmak zorunda kalıyordum. Şimdi şehirde gıda maddeleri de azalmaya başlamıştı ve herkes için yeteri derecede yiyecek bulunmadığından bu yoksulluğun ilk etkisi şehir hapishanesinde göründü. Bu Erzurum Hapishanesi nde görünen manzara asla unutamayacağım bir şey idi. Mahpuslar tarife sığmayan bir pislik içine gömülmüş oldukları halde, gardiyanların ara sıra kendilerine attıkları mısır ve buğday için yabani hayvanların hırsıyla birbirleri ile kavga ediyorlardı. Bununla beraber bizim hastanemiz hastalarına sıcak çay, et suyu ve koyun eti verebiliyorduk ve yemek dağıtılırken kendim başında bulunuyor, herkesin ihtiyacı olduğu yemeği yemesine nezaret ediyordum. Tipide Boğulan Aileler.. Muhtar Paşa İstanbul a çağrılınca, onun yerine başkumandan olan Kurt İsmail Paşa çok güç bir durumda bulunuyordu. Aralık ayı sonlarına doğru şehirden halkın bir kısmım çıkarmak zorunluluğu oldu ve dört yüz erkek, iki yüz kadın ve çocuktan oluşan bir kafilenin, Erzurum dan beş günlük yol olduğu söylenen Erzincan a hareketine karar verildi. Bu yolculuğun tüyler ürpertici faciası, Kars tan yola çıkarılan yaralıların faciasını kat kat geçti. Kafile Erzurum dan ayrıldığında bir kar borasına tutuldu. Bu talihsizler sürüklene sürüklene tekrar hareket noktasına döndüğünde o iki yüz kadın ve çocuktan hiçbirinin mevcut olmadığı görüldü! Kafileye kumanda eden albayın eşi de içlerinde olmak üzere kadın ve çocukların hepsi düştükleri yerlerde kalmışlar, tabutsuz ve donmuş cesetleri korkunç fırtınanın yığdığı kar tepeleri altında gömülmüştü... Erzurum a dönebilmiş olan askerlerden büyük kısmı donmaktan, dizanteriden öldüler. Bu gerçekten eşsiz bir felaketti. Anglo-Sakson zihniyeti o kadar garip olmalı ki, hummaya ve dizanteriye, hastanelerin bin türlü çirkinlik ve vahamette kurşun ve kılıç yaralıları ile dolu olmasına, bulaşıcı hastalıkların hüküm sürmesine bakmayarak, Rusların kapımızı çalmakta oldukları şu sırada arkadaşlarla yılbaşı (Christmas) yortusunu kutlamaya karar verdik. Bundan önceki yılbaşı gecesini Orhaniye ye giden buz tutmuş yol üzerinde yapayalnız bir avuç mısır kemirerek geçirmiştim. Arada geçen sene içinde de çok çalışmış çok uğraşmış, çok zahmetler çekmiştim ve bu kadar işlerden sonra, hâlâ yaşamakta olduğuma kendim de şaşıyordum. Artık burada, Erzurum da bir

131 yılbaşı eğlencesi yapmayı teklif ettim. Pinkerton, Denniston ve Woods u da davet ederek onlara gerçek bir İngiliz yılbaşısı göstermeyi düşündük ve büyük bir hazırlığa giriştik... Yılbaşı gecesi büyük bir ziyafet yaptık ve yirmi kadar Avrupalı doktor davetimizi kabul ederek misafirperverliğimizden istifadeye geldiler. Uzunca bir nutukla onlara gerçek bir İngiliz yemeği yedireceğimizi anlattık ve böyle bir ikrama şimdiye kadar asla mazhar olmadıklarını ve belki bundan sonra da mazhar olamayacaklarını da ilave ettik.. Bundan sonra geçen on beş gün içinde hemen hepimiz tifüse tutularak yatağa düştük ve bir ay içinde de yarımızdan fazlası öldü! İngiliz doktorlardan ilk önce tifüse yakalanan zavallı Pinkerton oldu. Ölüler Kasabası Erzurum Bu 1878 yılı Ocak ayının ilk günlerinde Erzurum da asker ve halk arasında ölüm insana dehşet verecek kadar çoğalmıştı. Şehirde bulunan on yedi bin kişi kadar asker arasında bir gün içindeki ölüm vakaları 302 yi bulmuştu, her günkü ölü miktarı da üst üste iki yüzden aşağı düşmüyordu. Ölmemiş olan askerler ise zayıflamış vücutları ile sert ve donmuş toprağa ölü silah arkadaşlarının mezarlarını kazabilecek kuvvete sahip değildiler. O kadar ki en sonra mezar kazmaya kalkışmaktan bile vazgeçtiler ve ölüler araba ile şehrin ana caddesinden ancak bir mil kadar uzağa götürülüp atılmaya başladı. Bu ölüler kale duvarının iç tarafında karın üzerine bırakılıyordu! Ortalık böyle karla kaplı olduğu sırada bütün taşıt işleri kızaklarla yapılmaya başlamıştı. Şimdi bize cenaze arabası hizmetini gören küçük kızaklar her sabah saat ona doğru evimin önünden, hastanelerden toplanmış matemli yüklerini taşıyarak geçerlerdi. Müslümanlarda âdet olduğu üzere, ölülerin giysileri soyulmuş ve cesetler temiz, beyaz kefenlere sarılmış bulunuyordu. Her kızakta on veya on iki ölü oluyordu. Sabahları penceremden baktığım zaman mezarcı postaların geçtiğini görürdüm. Beyaz kefenlere sarılı ölüler kızağa sıkış sıkış yerleştiriliyordu. Kızaklar pek küçüktü, arka tahtaları da olmadığından, ölülerin çıplak ayakları garip bir şekilde kızakların arkasından sarkıyordu. Ocak ayında Erzurum kale duvarları dibinde her sabah gerçekleşen faciayı şair yukarıki satırlarda insanın tekrar etmesini istemediği detaylarıyla göstermiştir. Ayın 8 inci günü idi ki, artık şehirdeki askerleri de sivilleri de öldürmeye başlamış olan hummaya ben de yakalandım. İlk önce buna önem vermemek isteyerek, başım ağrıdığı ve elim ayağım titrediği halde çalışmaya devam ettim. Hâlâ belayı bu kadarla savuşturacağımı umuyordum. İkinci gün de yatağa yatmamakta inat etmiş ve büsbütün sersem bir hale gelmiştim. O günün akşamı da arkadaşımız Pinkerton öldü. Ertesi sabah onu gömdük. Tahta bulmak o kadar zor idi ki bir tabut yaptırmak için uzun vakit uğraştık, en sonra bir ambalaj sandığını tabut haline getirdik. Pinkerton çok uzun boylu bir adamdı, bu uydurma tabuta bir türlü sığmıyordu. Tabuta iyi bir kapak yapmaya yetecek tahta da yoktu. Pin-kerton u gömme hazırlığını yaparken tifüs artık beni kendimden geçirmişti. Kendimden büsbütün geçmeden önce son gördüğümü hatırladığım şey, zavallı Pinkerton un o sefilane tabutun çatlak kapağından görünen ipek gibi sakalıdır. Arkadaşım Denniston, ölümü Erzurum Valisi Hakkı Bey e bildirdi. Bir bölük asker geldi, arkadaşımızı, biz gelmeden Erzurum da vazife başında can vermiş olan doktor Guppy nin yanına gömdük. Cenaze duasını Mr. Cole adında bir Amerikalı misyoner okudu Ben de yatağa düşünce Lord Blantyre hastanesi ile Stafford House komitesi hastanesinin bütün işleri tek doktorun, yani doktor Denniston un üzerine kalmıştı. Guppy ile Pinkerton ölmüştü. William, Morisot ve ben tifüsten yatıyorduk.. Fakat askerlerin sürdüğü küçük kızaklar ölümcül bir sessizlik içinde donmuş kar üzerinde kayıp giderken bu sessizlik ta uzaklardan gelen uzun bir uluma ile yırtılıyor, bu ulumanın peşinden bir uluma, bir uluma daha işitiliyor, en sonra da şehirdeki tam bin beş yüz tane aç köpeğin sesi soğuk, berrak kış havası içinde yükseliyordu... ve bu sesler taşıdıkları korkunç, uğursuz mana ile, penceresinden oturup beyaz kefene bürünmüş toprak üzerinde ilerlemekte olan bu kimsesiz beyaz kefenli ölüler alayını seyretmekte olan insanın iliklerini dondurmakta idi...

132 130 / 131 Aziziye Belediyesi Balkan Harbi yıllarında savaş ile yüz yüze gelen daha sonra ülkesi işgal edildiği için kendini savaşın içinde bulan Fatma Seher ya da diğer lakabıyla Kara Fatma nın adını ilk kez ilk okul sıralarında duymuştum tıpkı Nene Hatun gibi. Fakat Nene Hatun somuttu: resmi vardı, büstü vardı Oysa Kara Fatma sadece konuşmalarda bir isim olarak geçerdi. Kimdir, nedir, necidir bilmezdik

133 Mehmet DAĞISTANLI İsimlerini saygıyla andığım, ellerini hasretle öptüğüm ilkokul öğretmenlerim bize bu memleketin hangi badireleri atlattığını, çekilen yokluk günlerini, ülkenin işgalini, nasıl kurtarıldığını ve bu mücadeleyi veren insanları dillerinin döndüğünce anlatmış, hatta bizleri müze olan yerlere, tarihi kalıntılara götürmüşlerdi. Bu çok güzel, verimli gezi görsel eğitime çok iyi bir örnekti. Gittiğimiz yerlerden biri de 93 Harbi nin geçtiği, Nene Hatun ve Erzurumluların savaştığı yerlerdi: Erzurum daki tabyalar... Meşhur Aziziye Tabyası. Demek ki o günler, sonrası- öğretmenlerimiz de Kara Fatma hakkında pek fazla bilgiye sahip değillerdi ki bizlere de fazla bir bilgi vermemişlerdi. Zaten toplumda Kara Fatma hakkında geniş bilgi olsaydı en azından şehirde bir meydana, bir caddeye veya bir okula onun adı verilirdi ta o zamanlarda. Oysa ki o; Kuvayı Milliye ile Milli Mücadeleye katılmış, bütün Anadolu da direniş göstermiş cengaver Türk kadınlarından biriydi. Tarihimizde ismi unutulan kahramanlarımız arasına giren Fatma Seher in hayatı milletimiz ve bilhassa yetişen genç anne adayları için ibret alınacak hikayelerle doludur. Fatma Seher Yiğitliği, cesareti, esareti, gururu, hüznü, vefasızlığı 67 yıllık ömrüne sığdıran eşsiz kadın kahramanlarımızdan biridir. Onun hikayesi Milletimizin hikayesiyle özdeştir. Balkan Harbi yenilgisinden sonra tayini Sarıkamış a çıkan Erzurumlu Fatma Seher in eşi Binbaşı Derviş Bey, gittiği cephede şehit olur. Fatma Seher doğru dürüst bir evlilik yaşamadan çocuklarını aldığı gibi İstanbul daki kardeşlerinin yanına gider. Giderken Edirne de kocaları savaşta şehit olan kadın arkadaşlarını da götürür. Kardeşi Süleyman namı diğer Deli Sülo Kasımpaşa nın hem en kuvvetli kabadayısıdır hem de kurduğu çeteyle işgal güçlerine karşı direnmektedir. Çeteye Fatma Seher ve kadın arkadaşları da katılır. İşgal güçleri İstanbul dadır. Bu zilleti görür ama dayanamaz: Kadın isem Türk değil miyim, elbet bize de düşecek bir vazife vardır! diyerek, mücadele edebilmek için İstanbul-Samsun yoluyla Sivas a giden Mustafa Kemal den görev ister. Ancak burada şu cümlenin altını çizmek gerekir yılları, ülke savaş halinde ve her taraf işgal edilmiş durumda; doğru dürüst eğitim almamış 30 yaşlarında bir kadın, Kadın isem Türk değil miyim? diyerek görev arıyor. Buradaki Türklük bilinci, Türk olma şuuru insanı heyecanlandıran, etkileyen, hayranlık uyandıran bir anlayıştır. O günler için böylesine anlamlı bir düşünce bir çok düşünürde bile henüz olgunlaşmamıştı. Sanıyorum Kara Fatma nın en önemli yanı, ondaki Türklük bilincinin bu denli gelişmiş olmasıdır. İşte bu bilinçle yola çıkan Kara Fatma Sivas ta Mustafa Kemal i aramış ve bulmuştur. Bu karşılaşma tarihi bir karşılaşmadır ve kendisi şöyle anlatır: Mustafa Kemal in Sivas ta faaliyete geçtiğini haber aldığım dakikadan itibaren duyduğum sevinci tariften acizim ve ilk işim kısa bir hazırlıktan sonra Sivas a müteveccihen hareket etmeyi kararlaştırdım; hemen yola çıktım ve Gülcemal Vapuru yla Samsun a, oradan da Sivas a vardım. Sivas a üç günde geldiğini, üzerinde çarşafın olduğunu, Paşa ile konuşmak istediğini, bunun üzerine yakında bulunan bir lokantaya kabul edildiğini, İstanbul dan geldiğini, Edirne de düşmanla mücadele ettiğini, kocasının şehit olduğunu ve görev istediğini bildirir: Adın ne senin? Fatma, Paşam! Peki, silah kullanmasını bilir misin? Bilirim elbet! Ata biner misin? Binerim Hem de yavuz binerim, ben İbrahim Yahya Ağanın kızıyım, at üzerinde büyüdüm... Peki harpten, ateşten hiç korkmaz mısın? Muharebe bana bayram yeridir Paşam, ne korkması... İşte o an Mustafa Kemal elini omzuma koydu ve Bundan sonra düşman senden korksun, bütün kadınlarımız senin yiğit, ak yüreğini taşısın, Kara Fatma Daha sonra ise Mustafa Kemal eline aldığı kâğıda bazı notlar yazarak Kara Fatma ya vermiş: Haydi göreyim seni, verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul a git, hazırlan ve işe başla! demiştir. Fatma Seher, Mustafa Kemal in bu isteği üzerine Sivas tan hemen İstanbul a geçer. O artık sırtında siyah askeri bir ceket, altında zığva pantolon, ayağında çizmesi, elindeki kamçısıyla Milli Mücadelenin amansız bir kadın direnişçisi olmuştur. Kısa boylu, zayıf, enerjik yüzlü, kara gözlü, şahin bakışlı etkileyici bir kadındır. Omuzdan aşağı fişeklik takar; belindeki geniş kuşağında tüfek mermisi, uzun kaması ve tabancasıyla pür silah dolaşır; başına doladığı yemenisi ile insanda önce derin bir hayret hissi uyandırır, sonra da bu hayret hissi yavaş yavaş kendini efsanevi kahramana duyulan saygı, hürmete dönüşür. Yanında oğlu Seyfettin, 9 yaşındaki evlatlığı Fatma,

134 132 / 133 Aziziye Belediyesi kardeşleri Mehmet Çavuş, Süleyman, arkadaşları Topkapı Pire Mehmet ve Laz Tahsin, eşleri şehit olan Ayşe ve Zeynep ten oluşan önceleri on beş kişilik daha sonra yüz elli kişiye varan çetesiyle Yunan Ordusu na, Ermeni ve Rum çetelerine ve ayrıca eşkıyaya göz açtırmadan mücadele etmiştir. İzmit ve havalisine, Sakarya ve çevresine, Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Afyon, Kütahya hatta İzmir e kadar bütün bölgede milisleriyle beraber mücadele eden, direnen efsanevi bir kahraman olur. Adı bütün yurtta duyulur. Gittiği her yerde saygı görür. Kara Fatma nın adı o kadar yaygınlaşır, asker arasında o kadar sevilir ki askerlere moral kaynağı olsun diye resmi yaptırılır ve bütün askeri birliklere dağıtılır. Müfrezesine artık kırk üç kadın yedi yüze yakın da erkek katılmıştır. 1. ve 2. İnönü Savaşları, Eskişehir, Afyon, Kütahya Muharebeleri, Başkomutanlık Meydan Muharebesinde canla başla mücadele etmiş, kadın milislerinin tümü şehit olurken kendisi de yaralanmış ve esir alınmıştı. Esaretini kendisi şöyle anlatıyor: Altımdaki Ceylan isimli atım, güzel talim ettirilmiş çok akıllı bir hayvandı; âdeta bir piyade neferi gibi düşman mevziine sokulmakta fevkalâde mahirdi. Afyon civarındaki Sürmeli köyünde bulunan düşman mevziine, taarruz esnasında hayvanımla sokulmak icap etti. Bu esnada düşman tarafından bir kement atılarak yakalanmıştım ve hayvan da şahlanarak bizim tarafa firar etmeye muvaffak oldu; ben de bu suretle düşmana esir olmuştum. Beni yakaladıktan sonra gözlerimi bağladılar. Kendi mevzilerinin iki saat gerisinde bir yere götürüldüm ve burada gözlerimdeki mendil çözüldü. Sürmeli köyünde kurmuş oldukları karargahlarında yarım saat bekletildim. Benden izahat almak için mütemadiyen sıkıştırıyorlardı; ben de sorulara kaçamak cevaplar veriyordum. Bunlar arzu ettikleri maksadı temin edemediler. Bunun üzerine, Başkumandanları olan Tirikopis in yanına götürdüler. Beni görünce son derece hayretle baktı ve Sen Kara Fatma! diye üç defa hayretle ismimi tekrarladı. Biraz sonra hayret etmesinin sebebini son sualinden anladım. Meğer bunlar, Kara Fatma yı devâsa bir şey tahayyül ediyorlarmış ve bende bunlara cevaben Anadolu daki Kara Fatmalar ın en kuvvetlisi benim demiştim. Beni bilahare bir yere kapadılar. Evvela başıma dört tane süngülü nöbetçi diktiler; birkaç gün geçtikten sonra bir kişiye indirilmişti. Her gün beni mütemadiyen dövüyorlardı. Gücüm tükenmeye başlamıştı. Bir gün nöbetçinin yanına bir misafir arkadaşı geldi. Şarap içiyorlardı. Misafir olan arkadaşı kalktı gitti. Bu nöbetçi şarap içmeye devam ediyordu. Her halde çok içmiş olmalı ki sabaha karşı sızdığını gördüm. Fakat bir türlü inanamıyordum. Bir iki yoklamadan sonra hakikaten sarhoş olduğuna kanaat getirmiştim. Elindeki silahı alarak ortalık ağarmadan yola çıktım. On dokuz gün esaretin öldürücü ezalarına maruz kaldıktan sonra nihayet bir hayli müşkülattan sonra kaçmaya muvaffak oldum.

135 Bursa nın işgalini duyunca halime bakmadan Sürmeli köyündeki ovada kıtamın başına geçtim. Bu muvaffakiyetimden dolayı Üsteğmen liğe terfi edildim. Milli Mücadele yıllarının efsanevi kahramanı, bir kadın olarak dünyada eşine benzerine pek rastlanılmayan cesaretin, özverinin, korkusuzluğun, vatan ve millet aşkının timsali olan Türk savaşçısı, direnişçisi Kara Fatma, binlerce hatırayla dolu cephe hayatında Romanlara, filmlere konu olabilecek bir hayat yaşamıştır. Onu ve on bir yaşlarındaki evlatlığı Fatma yı hayatları boyunca etkileyecek anılardan birisi de İzmit dolaylarında geçmiştir. Fındıktepe 11.Yunan tümeni tarafından işgal edilmişti. Tepe yi ele geçirme görevi Kara Fatma ya verilmiştir. Genel taarruz yapılır. Çok şehit verirler. Küçük Fatma erlere matara ile su dağıtırken, bulunduğu yere şarapnel mermisi düşer. Fatma nın sağ elinin parmakları kopar. Bu savaşta Kara Fatma ise göğsünden vurulur. Hücum devam eder ve tepe alınır. Fındıkepe de Türk bayrağı dalgalanırken kardeşi Mehmet çavuşun kollarına yığılıp kalır... İzmit-Kızılay Hastahanesi nde gözlerini açtığında, kızı Fatma da yanındaki yatakta yatmaktadır. Hemen kızını sorar. İyi olduğunu öğrenir ancak asıl haber kendisiyle ilgilidir. Doktor, Konuşup kendinizi yormayın! der, Göğsünüze bir şarapnel isabet etmiş, nefes alırken canınız yanacak, bir süre, iki üç ay at binmek, yorulmak yok, şarapneli çıkaramadık, o madalyanız oldu artık, zarar vermez size, merak etmeyin!.. Kara Fatma üzülmüştür, kendisine yakışır cevabı hemen verir: Gavur hep içimde mi duracak! Milli Mücadele nin efsane komutanı Üsteğmen Kara Fatma Rus manastırında İyileşip hastaneden çıktıktan sonra Kara Fatma artık kızı Fatma yı cepheye götürmez. Ama küçük Fatma nın isteği, hevesi, kararlılığı bu gün yetmiş milyon insanı şaşırtacak düzeydedir. Böylesine bir vatan sevgisi dünyada az rastlanır. Anasına şöyle der: Ana, sen bana küçük bir tabanca al, sağ elimin parmakları yok ama ben sol elimle de ateş ederim! Böyle bir cevabı verecek dünya üzerinden kaç kişi var acaba? İşte böylesine yüksek vatan aşkı, böylesine cesur insanların sayesinde bu topraklar Türk vatanı oldu. Bizim, tarihi okumamız, ondan ibret almamızın nedeni bu olmalıdır. Kara Fatma bir eylem kadınıdır. Ama unutulmasın ki eğitim görmese de içindeki cevher, ailesinden aldığı kültür onun bir fikir, bir filozof kadın olmasını da sağlamıştır. Milli Mücadele bitmiş, İstiklal Harbi kazanılmış ve Cumhuriyet kurulmuştur yıllarında onu ziyarete gelen bir gazeteciye verdiği beyanat bu gün dahi kimsenin düşünemeyeceği, söylemeye cesaret edemeyeceği sözlerdir. İleri görüşlülük, geleceği okuma ve gelişmişliğin nasıl olacağını kısa, özlü olarak anlatıyor: Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu da erkek ve kız çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu nun hali değişecek, Türkün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler ortadan kalkacaktır. Bugün Anadolu da bir ailede iki erkek varsa yanı başında on da kadın vardır, bunun için kadın-erkek hep beraber çalışmalıdır. Bunun kimseye bir zararı yoktur; belki faydası vardır. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez! Zira memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki, bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz! Ne yazık ki eylem kadını, direnişçi, aynı zamanda arif olan Kara Fatma Cumhuriyet kurulduktan sonra kendisine bağlanan Üsteğmenlik maaşını, Vatana hizmetin bedeli olmaz! diyerek kabul etmez ve Hilâl-i ahmer e (Kızılay) bağışlar. Bu günlerden sonra maddi sıkıntılar, kimsesizlik, sahipsizlik, yoksulluk günleri başlar. İstanbul-Kasımpaşa da yaşamaktadır. Başını sokacak evi dahi yoktur. Hastalığı artmıştır. Zaman zaman günlük işlerde çalışmayı denemiştir. Komşula-

136 134 / 135 Aziziye Belediyesi rına muhtaç durumdadır. Komşuları sahipsiz Kara Fatma yı evine en yakın Galata daki Rus Manastırı na yatmaya ikna eder. Artık bundan sonra bir süreliğine Kara Fatma Rus Manastırı nda yaşamıştır. Evet bir süre burada kalır; ama ne kadar kaldığı, sonraları ne yaptığı belli değildir. Yine yokluk, açlık, konuya komşuya muhtaç olan bir süreç devam etmiştir. O yıllar tesadüflerle hayatından kesitler öğreniyoruz. 67 yaşına geldiğinde Hürriyet Gazetesi onun Darülaceze Hastahanesi nde yattığını duyurur. Ne yazık ki hastahaneye yatırılışından on bir gün sonra hayata gözlerini kapadığı yine aynı gazeteden öğreniriz. Ülkemizde vatansever bir insanın hazin öyküsü böyle noktalanıyor tıpkı diğer varlığından dahi haberdar olmadığımız milli kahramanlar gibi! 1888 yılında Erzurum-Aşkale de dünyaya gelen efsane kadın kahraman Kara Fatma, 2 Temmuz 1955 tarihinde çok sevdiği vatan topraklarında kimsesiz, fakr u zaruret içerisinde hayata veda ediyor. Bu gün yaşadığımız bu toprakların vatan olmasında ailesinin, kardeşlerinin, çocuklarının kanı pahasına mücadele ederek savaşmış bu yürekli, korkusuz insanın büyük payı vardır her ne kadar bizler bilmesek de Sadece ve sadece bizlerin özgürce yaşamasını, ezanların özgürce okunmasını, Türk Devleti nin ebediyete kadar yaşamasını hedef almış bir amaçtı bu hedef. Başka da bir amacı yoktu. Kara Fatma tarihin derinliklerinde bağımsızlık için mücadele etmiş sayısız kahramanlarımızdan sadece biridir. Bu kahramanlar mutlaka gün yüzüne çıkarılmalıdır. İbret dolu hayatları genç nesillere anlatılmalıdır. Hayatlarının anlatıldığı filmleri, romanları, tiyatro oyunları ile tüm dünyaya tanıtılmalıdır. İsimleri meydanlara, caddelere, okullara verilmelidir. Heykelleri, hayatını anlatan anıtsal eserleri yurdun her yerine, şehitliklere inşa edilmelidir. Bu yüce gönüllü insanlara vefa borcu ödenmelidir. Nasıl bir toprağa bastığımız halka, vatandaşa, gençliğe anlatılmalıdır. Bu sadece bir görev değil, geçmişimizle ilgili hafızanın hatırlatılmasıdır. Unutulmamalıdır ki kahramanlarını hatırlamayan, unutan milletler kahraman yetiştiremez!

137 Yükseklerden Gelen Lezzet Erzurum mutfağı Demir Tatlısı Malzemeler: 4 yumurta, 4 tepeli kaşık nişasta, 1.5 su bardağı su, 2 su bardağı un, Yarım paket kabartma tozu, Hazırlanışı: İlk önce şerbeti hazırlayıp ılınmaya bırakalım. Tencereye koyduğumuz yağı ısıtalım. Demir kalıplarını yağın içine koyalım ve onları da ısıtalım. Tatlı malzemelerini mikser ile karıştıralım ve küçük bir borcama dökelim. Kızan yağdan demir kalıplarını çıkaralım ve hamura, demirin üzerine geçmeyecek şekilde batıralım. Yağın içine 3-4 saniye tutalım ve hafif sallayalım ki demirden hamur ayrılsın, eğer ayırması zor olursa bir çöp şiş yardımı ile yapabilirsiniz. Yağın sıcaklığına göre saniye içerisinde kızartalım. Soğuması için peçete üzerine alalım. Hamurunuz bitene kadar bu işlemi tekrar edelim. Demiri soğutmamaya dikkat etmeniz lazım, çok soğuk olursa hamur demire yapışmaz. Demirin çok sıcak olmamasına da dikkat etmeniz lazım. İlk başlarda dengeyi bulmak biraz zor olacak, ama dengeyi bulduğunuzda çok eğlenceli bir şey olduğunu göreceksiniz. Soğuk tatlıları ılık şerbete 15 saniye kadar batırıp çıkarıyoruz. Büyük bir borcamı dolduracak kadar tatlı çıkıyor. Ben yarısını şerbetli ve yarısını sadece pudra şekeri ile servis yaptım. Afiyet olsun.

138 Aziziye Belediyesi nce düzenlenen 1. Ilıca Çermik festivali renkli görüntülere sahne oldu. Üç gün süren festivalde sahne alan sanatçılarla ilçe halkı coşarken, yöresel ürün standları ve çocuk oyun alanları ilgi odağı oldu. Başkan Muhammed Cevdet Orhan, birincisi gerçekleşen festivalin amacına ulaştığını söyledi. Aziziye Belediyesi nin bu yıl ilkini gerçekleştirdiği 1. Ilıca Çermik Festivali renkli görüntülere sahne oldu. Perşembe günü Ilıca da İçişleri eski Bakanı ve AK Parti Erzurum Milletvekili Adayı Efkan Ala, Zafer Tarıkdaroğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen, Aziziye Kaymakamı Zafer Öz, Belediye Başkanı Muhammed Cevdet Orhan ile il ve ilçe protokolünün katıldığı mehteranlı, ciritli kortej yürüyüşü ile başlayan festival, konserler ve yarışmalarla renklendi. Aziziye Belediye Başkanı Muhammed Cevdet Orhan, festivalin Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen in desteği, ilçe kaymakamlığı, ilçe esnaf ve sanatkar odası başkanlığı ile koordineli bir şekilde gerçekleştiğini, Ilıca esnafının ve organize sanayi bölgesindeki yatırımcıların sahiplenmesiyle oldukça coşkulu geçtiğini ifade etti. KORTEJLE BAŞLADI Ilıca Aziziye Caddesi nden Orhan Tavlı Stadı na kadar devam eden mehteranlı, atlı ciritli kortej yürüyüşü ile başlayan festival ilçede adeta bayram havası estirdi. Kortej yürüyüşünde vatandaşların büyük ilgisini karşılıksız bırakmayan Efkan Ala, balkonlardan alkışlarla destek verenleri de protokol üyeleriyle birlikte selamlamayı ihmal etmedi. Daha sonra gerçekleşen açılış konuşmalarında Efkan Ala ve Mehmet Sekmen, Ilıca nın hizmetin en güzeline layık olduğunu gerek merkezi hükümetten ve gerekse yerel yönetimlerden hak ettiği hizmeti alacağını ifade ettiler.

139 FETTAH CAN COŞTURDU Festivalin ilk gününde açılış konuşmalarının arından Dadaş bar ekibi gösteri sundu. Daha sonra Erzurumlu TRT sanatçısı Ülkü Eyüpoğulları ile renklenen festivalin ilk gününde ünlü sanatçı Fettah Can konseri ile coşku doruğa çıktı. Festivalin birinci gün etkinlikleri havai fişek gösterisi ile sona erdi. Festivalde konser veren Ülkü Eyüpoğulları na İlçe Kaymakamı Zafer Öz, Fettah Can a da Belediye Başkanı Muhammed Cevdet Orhan ile Milletvekili Adayı Zafer Tarıkdaroğlu tarafından yöresel ürünlerden el emeği göz nuru çeşitli hediyeler takdim edildi. İKİNCİ GÜNE YAVUZ DEĞİRMENCİ VE BEKÇİ BEKİR DAMGASI Festivalin ikinci günü etkinlikleri buzağı yarışmasıyla başladı, ardından TRT sanatçısı Tülay Özer Akköse ve Erzurumlu ünlü sanatçı Yavuz Değirmenci konseri ile devam etti. Değirmenci ile birlikte sahneyi paylaşan ve Bekçi Bekir rolüyle ünlenen Erzurumlu Hacı Ali Konuk skeçleri ve yöresel oyunlarıyla katılımcıları kahkahaya boğdu. Hayvancılığı teşvik etmek amacıyla düzenlenen buzağı yarışmasına ilçeden 12 vatandaş buzağılarıyla katıldı. Aziziye İlçe Tarım Müdürü Ümit Koç un başkanlığından oluşan komisyonun önünde temizledikleri ve süsledikleri buzağılarıyla kıyasıya yarışan çiftçiler, birinci olmak için mücadele ettiler. Piste çıkmakta direnen bazı buzağılar, sahipleri tarafından süt biberonuyla ikna edilebildiler. Yarışmada birinciye 250, ikinciye 200, üçüncüye 150 lira para ödülü, diğer katılımcılara da hayvan yemi verildi. Ödüller Başkan Orhan tarafından takdim edildi. DADAŞLAR FASIL EKİBİ VE TÜLAY ÖZER AKKÖSE MEST ETTİ Festivalin ikinci gününde ilk önce Erzurum Dadaş Fasıl ekibi, ardından TRT sanatçısı Tülay Özer Akköse, muhteşem sesiyle festivale katılanları mest etti. Dadaş Fasıl Ekibi ve Tülay Özer Akköse ile coşan katılımcılar ikinci günde muhteşem bir finale tanıklık ettiler. Festivalde ikinci günün son konukları Erzurumlu usta sanatçı Yavuz Değirmenci ve TRT de yayınlanan Seksenler dizisinde Bekçi Bekir karakteriyle ünlenen Erzurumlu sanatçı Hacı Ali Konuk oldu. Yavuz Değirmenci nin seslendirdiği birbirinden güzel eserlerin arasına skeçleriyle giren Bekçi Bekir, katılımcıları kahkahaya boğdu. Zaman zaman sahneden inerek seyircilerin arasına giren Yavuz Değirmenci ve Bekçi Bekir büyük ilgi gördüler. Gecede konser veren Tülay Özer Akköse ye yöresel ürünlerden oluşan hediyeleri Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Ünsal Kıraç tarafından verilirken, Yavuz Değirmenci ile Bekçi Bekir e de hediyeleri Aziziye Belediye Başkanı Muhammed Cevdet Orhan, ESKİ Genel Müdürü Mevlüt Vural ve Genel Sekreter Ali Rıza Kiremitçi tarafından takdim edildi. GENEL SEKRETER YARDIMCISI ÜNSAL KIRAÇ Şİİ- RİYLE DUYGULANDIRDI Festivalin ikinci gününe damga vuran bir diğer isim de Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Ünsal Kıraç oldu. Yavuz Değirmenci nin talebi üzerine sahneye çıkan Kıraç, okuduğu şiirle katılımcıları büyüledi. Gecede ulusal televizyon kanallarında yayınlanan ses yarışmalarında yer alan ve Doğu Anadolu Bölgesi birinciliği bulunan Ilıcalı genç sanatçı Rıdvan Adede de seslendirdiği türküyle mest etti. Yavuz Değirmenci ile Bekçi Bekir in sahne aldığı ikinci günün akşam finalinde ise protokol üyeleri de sahneye çıkarak türküye eşlik ettiler. FESTİVALİN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ ETKİNLİKLERİ HAVA MUHALEFETİNE TAKILDI Birinci Ilıca Çermik Festivali nin üçüncü günü etkinlikleri hava muhalefetine takıldı. Perşembe günü başlayan ve Cumartesi günü akşam tamamlanması planlanan festivalin üçüncü günü etkinlikleri ertelendi. Üçüncü gün etkinlikleri ilçedeki yoğun yağmur ve dolu yağışı nedeniyle Erzurum Spor Salonu na alındı. Burada sahne alan Aşık Rahim Sağlam ile Aşık Zeki Erdali, atışma, şiir, sözlü ve sazlı güzelleme ile taşlama dallarından güzel örnekler sundular. Aşıkların ardından sahneye çıkan TRT sanatçısı Şeyda Erdali türküleri ve oyun havalarıyla katılımcıları coşturdu. Kapalı Spor Salonu nun pistine kendini atan katılımcılar halaylar çakarak, doyumsuz bir gün yaşadılar. Aşık Rahim Sağlam ile Zeki Erdali ye hediyeleri belediye meclis üyesi Mehmet Akarsu ve Aziziye Esnaf Sanatkarlar Odası Başkanı Selim Alak tarafından verilirken, Şeyda Erdali ye hediyeleri Başkan Muhammed Cevdet Orhan, festival boyunca başarılı bir sunum gerçekleştiren Belma Belen e de hediyeleri AK Parti Aziziye İlçe Başkanı Ertuğrul Sevüktekin tarafından takdim edildi. BAŞKAN ORHAN: FESTİVAL AMACINA ULAŞTI Aziziye Belediye Başkanı Muhammed Cevdet Orhan, ilki gerçekleştirilen Çermik Festivali nin amacına ulaştığını ifade etti. Festivalin çok güzel sonuçlar doğuracağına inandığını kaydeden Başkan Orhan, Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen in desteği ve ilçe kaymakamlığımız, belediyemiz, ilçe esnaf ve sanatkar adası başkanlığımızın koordinasyonunda gerçekleşen festivalimiz oldukça renkli ve coşkulu geçti. İlki gerçekleşmesine rağmen, çok önemli aksaklıklar yaşanmadı. Ilıcamızın tanıtımı için çok önemli bir adım olan festivalimizi geleneksel hale getireceğiz. İlçe esnafımızın festivali sahiplenmesi bizi ayrıca mutlu etti. Başta katkılarından dolayı Büyükşehir Belediye Başkanımız Mehmet Sekmen olmak üzere, ilçe kaymakamlığımıza, belediyedeki ekip arkadaşlarımıza, ilçe esnaf ve sanatkar odaları birliği başkanımıza ve değerli esnaflarımıza teşekkür ediyorum. Festivalimizi onurlandıran değerli sanatçılarımıza da hemşehrilerimiz adına teşekkür ederek, başarılar diliyorum. İnşallah önümüzdeki yıllarda daha coşkulu ve daha kapsamlı etkinlikler düzenleyeceğiz. ifadelerini kullandı. Festival boyunca Ilıca Termal Tesisleri ile etkinlik alanı olan Orhan Tavlı Stadı önünde açılan stantlarla yöresel ürünler halkın hizmetine sunuldu. Çocuklara ve büyüklere hitap eden oyun alanı ise ilçe halkından tam not aldı.

140

141

142

143

144

Proje Adı. Projenin Türü. Projenin Amacı. Projenin Mekanı. Medeniyetimizin İsimsiz Taşları. Mimari yapı- anıt

Proje Adı. Projenin Türü. Projenin Amacı. Projenin Mekanı. Medeniyetimizin İsimsiz Taşları. Mimari yapı- anıt Önsöz Medeniyet; bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Türk medeniyeti dünyanın en eski medeniyetlerinden biridir. Dünyanın

Detaylı

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA 16.06.2017 Sayın Milletvekillerim, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım Sayın Mardin Şube Başkanım, Değerli MÜSİAD Üyeleri ve MÜSİAD Dostları, Değerli Basın Mensupları, Şanlıurfa

Detaylı

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ 1 SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ Gürbüz MIZRAK Süleyman Şah Türbesi ve bulunduğu alan Suriye'nin Halep ilinin Karakozak Köyü sınırları içerisindeydi. Burası Türkiye'nin kendi sınırları dışında sahip olduğu tek toprak

Detaylı

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI DEĞERLER EĞİTİMİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Bir milletin ve topluluğun oluşumunda maddi

Detaylı

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi. Orta Asya Türk tarihinde devlet, kağan adı verilen hükümdar tarafından yönetiliyordu. Hükümdarlar kağan unvanının yanı sıra han, hakan, şanyü, idikut gibi unvanları da kullanmışlardır. Kağan kut a göre

Detaylı

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya GADİR ESİNTİLERİ (9) Şiir: İsmail Bendiderya Edit: Kadri Çelik - Şaduman Eroğlu Son Okur: Murtaza Turabi Hazırlayan: D.E.K. Kültürel Yardımcılık, Tercüme Bürosu

Detaylı

BURDURLU HOCA DAN YURT SÖYLENCELERÝ

BURDURLU HOCA DAN YURT SÖYLENCELERÝ BURDURLU HOCA DAN YURT SÖYLENCELERÝ Her yönüyle edip (edebiyatçý) ve öðretmen Ýbrahim Zeki Burdurlu nun ölümsüz bir yapýtý elinizi öpüyor. Burdurlu bu çalýþmasýnda, cennet Anadolu nun deðiþik yörelerinden

Detaylı

Mehmet Akif Ersoy; Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın! Mısralarını şehitlerimize, gazilerimize, en

Mehmet Akif Ersoy; Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın! Mısralarını şehitlerimize, gazilerimize, en Mehmet Akif Ersoy; Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın! Mısralarını şehitlerimize, gazilerimize, en genel ifadeyle milletimize yazmıştır. Bu mısralar, aziz

Detaylı

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ BÖLÜM. İLETİŞİM, NLM VE DEĞERLENDİRME ( puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKYESİ 8 Hayatı boyunca mutlu olmadığını fark eden bir adam, artık mutlu olmak istiyorum demiş ve aramaya

Detaylı

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta İktisat Tarihi I 13-14 Ekim II. Hafta Osmanlı Kurumlarının Kökenleri 19. yy da Osmanlı ve Bizans hakkındaki araştırmalar ilerledikçe benzerlikler dikkat çekmeye başladı. Gibbons a göre Osm. Hukuk sahasında

Detaylı

1 KAFKASYA TARİHİNE GİRİŞ...

1 KAFKASYA TARİHİNE GİRİŞ... İÇİNDEKİLER GİRİŞ... 1 I. ARAŞTIRMANIN METODU... 1 II. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI... 3 A. Tarihler... 4 B. Vakayi-Nâmeler/Kronikler... 10 C. Sikkeler/Paralar ve Kitabeler... 13 D. Çağdaş Araştırmalar... 14

Detaylı

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ İSMEK İN USTALARI ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ 10-17 MART 2014 / Dolmabahçe Sanat Galerisi Başkan dan eserlerin hiçbiri zahmetsiz,

Detaylı

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Güzel Bir Bahar ve İstanbul Güzel Bir Bahar ve İstanbul Bundan iki yıl önce 2013 Mayıs ayında yolculuğum böyle başladı. Dostlarım, sınıf arkadaşlarım ve birkaç öğretmenim ile bildiğimiz İstanbul, bizim İstanbul a doğru yol aldık.

Detaylı

Karaman Ticaret ve Sanayi Odası Bülteni

Karaman Ticaret ve Sanayi Odası Bülteni KTSO BAŞKANLARINDAN KARAMAN OSB DE ÇIKAN BÜYÜK YANGIN A GEÇMİŞ OLSUN MESAJI Odası Meclis Başkanı M. Gökhan Alkan ve Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Odası Meclis Başkanı Toktay, Organize Sanayi Bölgesinde

Detaylı

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ Bu Beldede İlim Ölmüştür Rivayet edildiğine göre Süfyan es-sevrî (k.s) Askalan şehrine gelir, orada üç gün ikamet ettiği halde, kendisine hiç kimse gelip de ilmî bir mesele hakkında

Detaylı

KUDÜS TE BULUNAN TARİHİ OSMANLI ESERLERİ

KUDÜS TE BULUNAN TARİHİ OSMANLI ESERLERİ KUDÜS TE BULUNAN TARİHİ OSMANLI ESERLERİ 2 www.mirasimiz.org.tr KUDÜS TE BULUNAN TARİHİ OSMANLI ESERLERİ Kudüs, Müslümanlarca kutsal sayılan bir şehirdir. Yeryüzündeki ikinci mescid, Müslümanların ilk

Detaylı

ETKİNLİKLER/KONFERSANS

ETKİNLİKLER/KONFERSANS ETKİNLİKLER/KONFERSANS Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü Züriye Oruç 1 Prof. Dr. Salim Koca'nın konuk olduğu Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü konulu Şehir Konferansı gerçekleştirildi.

Detaylı

Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Antik Yerleşimler......................... 4 0.2 Roma - Bizans Dönemi Kalıntıları...............

Detaylı

SURUÇ İLÇEMİZ. Suruç Meydanı

SURUÇ İLÇEMİZ. Suruç Meydanı SURUÇ İLÇEMİZ Suruç Meydanı Şanlıurfa merkez ilçesine 43 km uzaklıkta olan ilçenin 2011 nüfus sayımına göre toplam nüfusu 100.912 kişidir. İlçe batısında Birecik, doğusunda Akçakale, kuzeyinde Bozova İlçesi,

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

Bilim,Sevgi,Hoşgörü. Bilim,Sevgi,Hoşgörü. Mehmet Akif Ersoy 20 Aralık 1873 27 Aralık 1936 Mehmet Akif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti nin ulusal marşı olan İstiklal Marşı nın yazarıdır. Vatan Şairi olarak anılır. Yahya Kemal Beyatlı

Detaylı

Sakarya ili kültür ve turizm bakımından önemli bir potansiyele ve çeşitliliğe sahiptir. İlde Taraklı Evleri gibi

Sakarya ili kültür ve turizm bakımından önemli bir potansiyele ve çeşitliliğe sahiptir. İlde Taraklı Evleri gibi TARİH Tarihi kaynaklar bize, Adapazarı yerleşim bölgesinde önceleri Bitinya'lıların, ardından Bizanslıların yaşadıklarını bildirmektedir. Öte yandan, ilim adamlarının yaptıkları araştırmalara göre; Sakarya

Detaylı

ANTAKYA SAMANDAĞ GEZİSİ I 25 HAZİRAN 2012 MUSA DAĞI SİMON DAĞI

ANTAKYA SAMANDAĞ GEZİSİ I 25 HAZİRAN 2012 MUSA DAĞI SİMON DAĞI ANTAKYA SAMANDAĞ GEZİSİ I 25 HAZİRAN 2012 MUSA DAĞI SİMON DAĞI Harbiye de kaldığımız Otelde akşam Antakya mezeleri ile özel tavuk yedik, Antakya mezelerini tattık, sabah kahvaltıdan sonra, özel minibüslerle

Detaylı

HER AKŞAM SAAT: KÜÇÜKKÖY STADI NDA BİRLİKTE YAŞAYALIM RAMAZANIN BEREKETİNİ VE COŞKUSUNU. Hasan Tahsin USTA Belediye Başkanı

HER AKŞAM SAAT: KÜÇÜKKÖY STADI NDA BİRLİKTE YAŞAYALIM RAMAZANIN BEREKETİNİ VE COŞKUSUNU. Hasan Tahsin USTA Belediye Başkanı RAMAZANIN BEREKETİNİ VE COŞKUSUNU KÜÇÜKKÖY STADI NDA BİRLİKTE YAŞAYALIM HER AKŞAM SAAT: 21.30 Hasan Tahsin USTA Belediye Başkanı Ramazan Etkinliklerimiz 21.30 da Küçükköy Stadı nda Gerçekleştirilecektir.

Detaylı

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler OLAY ÇEVRESINDE GELIŞEN EDEBI METINLER Oğuz Türkçesinin Anadolu daki ilk ürünleri Anadolu Selçuklu Devleti

Detaylı

Sevgili dostum, Can dostum,

Sevgili dostum, Can dostum, Sevgili dostum, Her insanı hayatta tek ve yegâne yapan bir öz benliği, insanın kendine has bir kişiliği vardır. Buna edebiyatımızda, günlük yaşantımızda ve dini inançlarımızda çeşitli adlar vermişlerdir.

Detaylı

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır. Edebiyatı Sanatçıları Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. ı vardır. MEVLANA: XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç

Detaylı

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17 İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ... 15 MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17 SAFAHAT TA DEĞERLERİMİZ... 41 Adâlet... 43 Adamlık... 47 Ahlâk... 50 Azim... 42 Birleştiricilik...

Detaylı

SİVEREK'TE TARİHİ ESERLER VE CAMİLER

SİVEREK'TE TARİHİ ESERLER VE CAMİLER SİVEREK'TE TARİHİ ESERLER VE CAMİLER» Genel Bilgi» Ulu Camii» Gülabibey Camii» Sulu Camii» Haliliye Camii» Eski Hükümet Konağı ve Gazipaşa İlkokulu» Yeraltı Hamamı» Abdalağa Hamamı» Hanlar» Serap Çeşmesi...»

Detaylı

Ramazanoğlu Medresesi: 1540 yılında yapılmış klasik Osmanlı medresesidir.

Ramazanoğlu Medresesi: 1540 yılında yapılmış klasik Osmanlı medresesidir. Atatürk Müzesi Müze binası, eski Adana nın merkezi olan tarihi Tepebağ da, 19. yüzyılda yapılmış geleneksel Adana evlerindendir. İki katlı, cumbalı, kırma çatılı, kâgir bir yapıdır. Bu özellikleri nedeniyle

Detaylı

Hz. Ali nin şehit edilmesinin ardından Hz. Hasan halife olur. Ancak babası zamanından kalma ihtilaf yüzünden Muaviye ile iç savaş başlamak üzereyken

Hz. Ali nin şehit edilmesinin ardından Hz. Hasan halife olur. Ancak babası zamanından kalma ihtilaf yüzünden Muaviye ile iç savaş başlamak üzereyken Kerbela Hz. Ali nin şehit edilmesinin ardından Hz. Hasan halife olur. Ancak babası zamanından kalma ihtilaf yüzünden Muaviye ile iç savaş başlamak üzereyken ve dış tehlike belirtileri de baş gösterince

Detaylı

YUNUS ÖZYÖN ADEM KAPLAN AHMET BULUT BİLAL MUTLU NAZİM AKKOYUN ROJDA DOĞRU AHMET AKSU

YUNUS ÖZYÖN ADEM KAPLAN AHMET BULUT BİLAL MUTLU NAZİM AKKOYUN ROJDA DOĞRU AHMET AKSU Sorumlu Öğretim Elemanı : Arş. Gör. İsmail Ayhan Uygulama Okulu : Diclekent Ortaokulu No Sıra Öğrencinin Adı ve Soyadı......... 0... 00 YUNUS ÖZYÖN 00 ADEM KAPLAN 00 AHMET BULUT 00 BİLAL MUTLU 00 NAZİM

Detaylı

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar, Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar, Anadolu coğrafyasında bazı yerler vardır... O yerler, şehirler, kasabalar, beldeler,

Detaylı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Camileri - Eski Cami Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Eski Cami (Cami-i Atik - Ulu Cami).............. 4 0.1.1 Eski Cami ve Hacı Bayram Veli Söylencesi.......

Detaylı

1.KİTAP ATATÜRK ANLATIYOR, ÇOCUKLUĞUM

1.KİTAP ATATÜRK ANLATIYOR, ÇOCUKLUĞUM ATATÜRK ANLATIYOR 1 2 1.KİTAP ATATÜRK ANLATIYOR, ÇOCUKLUĞUM Sahibi Atatürkçü Düşünce Derneği adına: Tansel ÇÖLAŞAN Yazı Kurulu Ayşe Nejla ÖZDEMİR (ADD önceki GYK Üyesi, Matematik Öğretmeni ) Alaattin ATALAY

Detaylı

Ilgın Sahip Ata Vakıf Hamamı. Lala Mustafa Paşa Külliyesi ve Cami. Ilgın Kaplıcaları. Buhar Banyosu

Ilgın Sahip Ata Vakıf Hamamı. Lala Mustafa Paşa Külliyesi ve Cami. Ilgın Kaplıcaları. Buhar Banyosu Ilgın Sahip Ata Vakıf Hamamı Konya'nın 90 km kuzeybatısında yer alan ve 349 km2 yüzölçüme sahip olan Ilgın, günümüzden 3500 yıl önce şimdiki iskan yerinin 25 km kuzeydoğusunda Hititler tarafından "Yalburt"

Detaylı

http://www.tv100.com.tr/guclu-sanayi-guclu-balikesir/12798/ SANAYİCİLER GÖNEN DE BİR ARAYA GELDİ Hem Türkiye hem de Balıkesir in 2023 hedeflerini gerçekleştirmesi için yoğun çaba sarfeden Balıkesir sanayicisi

Detaylı

BURDUR VE ISPARTA OSB LERİ İÇİN ATIKSU ARITMA TESİSİ YAPIMI İLK ADIM ATILDI

BURDUR VE ISPARTA OSB LERİ İÇİN ATIKSU ARITMA TESİSİ YAPIMI İLK ADIM ATILDI AĞUSTOS 2017 Bülten 4 AĞUSTOS 2017 BURDUR VE ISPARTA OSB LERİ İÇİN ATIKSU ARITMA TESİSİ YAPIMI İLK ADIM ATILDI Burdur 1 inci, 2 inci Organize Sanayi Bölgesi ve Isparta Süleyman Demirel Organize Sanayi

Detaylı

Buse Akbulut. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Buse Akbulut. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 10.11.2010 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir.

Detaylı

FATİH SULTAN MEHMET İN Sarayları

FATİH SULTAN MEHMET İN Sarayları 54 MİMARİ I FATİH SULTAN MEHMET İN SARAYLARI FATİH SULTAN MEHMET İN Sarayları Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin / seckinmimarlik@ttmail.com Eski Saray (Beyazıt Sarayı) MİMARİ I FATİH SULTAN MEHMET İN

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 13 Sayı 2 Temmuz-Aralık 2013 T. C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 2013 (13/2)

Detaylı

PROJE MÜELLİF YENİ KAYIT İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR PROJE MÜELLİF YENİLEME İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR

PROJE MÜELLİF YENİ KAYIT İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR PROJE MÜELLİF YENİLEME İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR PROJE MÜELLİF YENİ KAYIT İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR 1- Dilekçe 2-1 adet fotoğraf 3- Nüfus Cüzdanı Fotokopisi 4- İmza Sirküleri ( Noter Tasdikli Asıl ) 5- Diploma Fotokopisi ( Noter Tasdikli Asıl ) 6- Vergi

Detaylı

2011 2012 KUBBEALTI SOHBETLERİ

2011 2012 KUBBEALTI SOHBETLERİ 2011 2012 KUBBEALTI SOHBETLERİ 1.Sohbet Fuzûlî ve Bestelenmiş Şiirleri (Sohbet ve Mûsıkî Programı) Konuşmacı: Özcan Ergiydiren Konu: Fuzûlî ve Bestelenmiş Şiirleri (Sohbet ve Mûsıkî Programı) Tarih: 1

Detaylı

Bacıyân-ı Rum. (Dünyanın İlk Kadın Teşkilatı: Anadolu Bacıları)

Bacıyân-ı Rum. (Dünyanın İlk Kadın Teşkilatı: Anadolu Bacıları) Bacıyân-ı Rum (Dünyanın İlk Kadın Teşkilatı: Anadolu Bacıları) Varlığı Neredeyse İmkânsız Görülen Kadın Örgütü Âşık Paşazade nin Hacıyan-ı Rum diye adlandırdığı bu topluluk üzerinde ilk defa Alman doğu

Detaylı

İSMEK İN USTALARI SANATIMIZ YAŞAMIMIZ İSMEK MİNYATÜR SANATÇILARI SERGİSİ

İSMEK İN USTALARI SANATIMIZ YAŞAMIMIZ İSMEK MİNYATÜR SANATÇILARI SERGİSİ İSMEK İN USTALARI İSMEK MİNYATÜR SANATÇILARI SERGİSİ İSMEK MİNYATÜR SANATÇILARI SERGİSİ 24-30 Mayıs 2014 / Dolmabahçe Sanat Galerisi Başkan dan Değerli Sanatseverler, İnsan olarak iyiye, güzele, maddi

Detaylı

PROJE MÜELLİF YENİ KAYIT İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR PROJE MÜELLİF YENİLEME İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR

PROJE MÜELLİF YENİ KAYIT İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR PROJE MÜELLİF YENİLEME İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR PROJE MÜELLİF YENİ KAYIT İŞLEMİNDE İSTENEN EVRAKLAR 1- Dilekçe 2-1 adet fotoğraf 3- Nüfus Cüzdanı Fotokopisi 4- İmza Sirküleri ( Noter Tasdikli Asıl ) 5- Diploma Fotokopisi ( Noter Tasdikli Asıl ) 6- Vergi

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu Ocak 05, 2017-4:11:00 Başbakan Binali Yıldırım, Keçiören Belediyesi önünde düzenlenen metro açılış töreninde yaptığı konuşmada, nüfusu

Detaylı

ŞANLIURFA YI GEZELİM

ŞANLIURFA YI GEZELİM ŞANLIURFA YI GEZELİM 3. Gün: URFA NIN KALBİNDEN GÜNEŞİN BATIŞINA GEZİ TÜRKİYE NİN GURURU ATATÜRK BARAJI Türkiye de ki elektrik üretimini artırmak ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ndeki 9 ili kapsayan tarım

Detaylı

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları Kur ân-ı Kerim de Oruç Ey müminler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günler içinde Oruç tutmanız farz kılındı. Umulur ki, bu sayede, takva mertebesine

Detaylı

DİNÎ SÖYLEMİN ÖNEMİ. Tartışmalı İlmî Toplantı PROGRAM - DAVETİYE 16/18 EKİM 2015 TOPLUMSAL BİRLİĞİN GÜÇLENDİRİLMESİNDE

DİNÎ SÖYLEMİN ÖNEMİ. Tartışmalı İlmî Toplantı PROGRAM - DAVETİYE 16/18 EKİM 2015 TOPLUMSAL BİRLİĞİN GÜÇLENDİRİLMESİNDE TOPLUMSAL BİRLİĞİN GÜÇLENDİRİLMESİNDE DİNÎ SÖYLEMİN ÖNEMİ Tartışmalı İlmî Toplantı PROGRAM - DAVETİYE 16/18 EKİM 2015 CUMA-CUMARTESİ-PAZAR GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ KONGRE ve KÜLTÜR MERKEZİ KAMPÜS / GAZİANTEP

Detaylı

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5 SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5 BAKİ SARISAKAL SELANİK Selanik 26 Mayıs: Selanik Limanında Padişahın Gelişini Bekleyen Selanik Valisi İbrahim Bey ve Hükümet Erkânı Selanik Limanında Padişahı Bekleyen

Detaylı

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti Nisan 20, 2017-11:17:00 Başbakan Binali Yıldırım, Çankaya Köşkü'nde, 26 ülkeden, "39. TRT Uluslararası 23 Nisan

Detaylı

BODRUM BELEDİYESİNDEN ZEKİ MÜREN E BÜYÜK VEFA

BODRUM BELEDİYESİNDEN ZEKİ MÜREN E BÜYÜK VEFA BODRUM BELEDİYESİNDEN ZEKİ MÜREN E BÜYÜK VEFA Türk Sanat müziğinin unutulmaz sesi, sanat güneşimiz Zeki Müren anısına Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon tarafından düzenlenen ses yarışmasını Berna

Detaylı

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz ve Özellikle Canım Annem 1 Üniversite tercihlerini yaptığımız zaman,

Detaylı

Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI

Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI Tıbb-ı Nebevi İslam coğrafyasında gelişen tıp tarihi üzerine çalışan bilim adamlarının bir kısmı İslam Tıbbı adını verdikleri., ayetler ve hadisler ışığında oluşan bir yapı olarak

Detaylı

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır? 1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır? 1. A. Şehirde yaşıyanlar bazı kurallara uymak zorunda. 2. B. Suriye, Türkiye nin güney komşusudur. 3. C. Kırlarda benbeyaz papatyalar vardı.

Detaylı

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ VE YAYIN LİSTESİ 1. Adı Soyadı : Muharrem KESİK İletişim Bilgileri Adres : Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Telefon : (0212) 521 81 00 Mail : muharremkesik@gmail.com 2. Doğum -

Detaylı

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI HÜRRİYET İLKOKULU 2015-2016 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI 1 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI Sayın Müdürüm, Saygı Değer Öğretmenlerim,Kıymetli

Detaylı

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali Aşağıda verilen isimleri örnekteki gibi tamamlayınız. Örnek: Ayakkabı--------uç : Ayakkabının ucu İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali Kalem sap Çanta renk Araba boya Masa kenar Deniz mavi Rüzgar şiddet

Detaylı

ESKİ GÜMÜŞHANE (SÜLEYMANİYE MAHALLESİ) VE PANAYIR ALANI

ESKİ GÜMÜŞHANE (SÜLEYMANİYE MAHALLESİ) VE PANAYIR ALANI ESKİ GÜMÜŞHANE (SÜLEYMANİYE MAHALLESİ) VE PANAYIR ALANI Tarihi geçmişi M.Ö. 3000 4000 lere ait olduğu belirtilen, Gümüş madeni yurdu Gümüşhane, Gümüş-hane, Kimişhane, vb. olarak bilinen bu diyarın bilinen

Detaylı

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN ŞEYHÜLİSLAM MOLLA HÜSREV. (Panel Tanıtımı)

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN ŞEYHÜLİSLAM MOLLA HÜSREV. (Panel Tanıtımı) TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN ŞEYHÜLİSLAM MOLLA HÜSREV (Panel Tanıtımı) Mehmet DEMİRTAŞ * Bir şehri kendisi yapan, ona şehir bilinci katan unsurların başında o şehrin tarihî ve kültürel

Detaylı

Tag Archives: chp döneminde yikilan camiler

Tag Archives: chp döneminde yikilan camiler Tag Archives: chp döneminde yikilan camiler Tek parti döneminde satılan Camiler ile ilgili M. Kemal Atatürk imzalı birkaç belge NİS 272012 Tek parti döneminde satılan Camiler ile ilgili M. Kemal Atatürk

Detaylı

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır. İslam çok yüce bir dindir. Onun yüceliği ve büyüklüğü Kur an-ı Kerim in tam ve mükemmel talimatları ile Hazret-i Resûlüllah (S.A.V.) in bu talimatları kendi yaşamında bizzat uygulamasından kaynaklanmaktadır.

Detaylı

SULTAN IZZETTIN KEYKAVUS TÜRBESİ, 1217, SİVAS

SULTAN IZZETTIN KEYKAVUS TÜRBESİ, 1217, SİVAS SELÇUKLU MİMARİSİ Selçuklular Orta Asya dan Anadolu ve Ön Asya ya yolculuklarında Afganistan, İran, Irak, Suriye topraklarındaki kültürlerden ve mimari yapılardan etkilenmiş, İslam dinini kabul ederek

Detaylı

İSTİKLÂL MARŞI'MIZ. Her milletin bir milli marşı var fakat bizimkisi ayrı. Bizimkisi İstiklal Marşıdır, başka yazılamaz gayrı.

İSTİKLÂL MARŞI'MIZ. Her milletin bir milli marşı var fakat bizimkisi ayrı. Bizimkisi İstiklal Marşıdır, başka yazılamaz gayrı. İSTİKLÂL MARŞI'MIZ Her milletin bir milli marşı var fakat bizimkisi ayrı. Bizimkisi İstiklal Marşıdır, başka yazılamaz gayrı. Kimisi yazılmış bilmem hangi krala; lorda, barona. Küçümsemem ama, benzetirim

Detaylı

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6] K U R B A N Şartlarını hâiz olub,allah a yaklaşmak amacıyla kesilen kurban;hz. Âdem in çocuklarıyla başlayıp [1],Hz. İbrahim-in oğlu İsmail-in kurban edilmesinin emredilmesi[2],daha sonra onun yerine koç

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders Dr. İsmail BAYTAK Orta Asya Tarihine Giriş Türk Adının Anlamı: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı Türk adından ilk olarak Çin Yıllıklarında bahsedilmektedir. Çin kaynaklarında

Detaylı

Kelaynakların Hazin Öyküsü

Kelaynakların Hazin Öyküsü Kelaynakların Hazin Öyküsü Hazin bir öykü anlatacağım bu kez sizlere... Bir varmış bir yokmuş... Uçsuz bucaksız bir ova varmış. Fırat ın sularıyla bereket bulmaya çalışan bu topraklar, fakir köylünün tek

Detaylı

AKÇAABAD VAKFIKEBĠR NÜFUS KÜTÜĞÜ - (1835-1845)

AKÇAABAD VAKFIKEBĠR NÜFUS KÜTÜĞÜ - (1835-1845) AKÇAABAD VAKFIKEBĠR NÜFUS KÜTÜĞÜ - (1835-1845) C. Yunus Özkurt Osmanlı döneminde ilk genel nüfus sayımı, II. Mahmud döneminde 1831 (Hicri: 1246) yılında alınan bir karar ile uygulanmaya başlamıştır (bundan

Detaylı

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu -KAPANIŞ KONUŞMASI- M. Recai KUTAN 7 Kasım 2014 I. DÜNYA SAVAŞININ 100. YILDÖNÜMÜ ULUSLARARASI

Detaylı

M. Sinan Adalı. İllustrasyonlar: Sevgi İçigen. yayın no: 114 NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? / 2

M. Sinan Adalı. İllustrasyonlar: Sevgi İçigen. yayın no: 114 NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? / 2 yayın no: 114 NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? / 2 Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür Yayınevi editörü: Özkan Öze iç düzen/kapak: Zafer Yayınları Tashih: Emine Aydın isbn: 978 605 5523 29 9 Sertifika no: 14452 2 Uğurböceği

Detaylı

görülen sanat görülmektedir? dallarını belirtiniz.

görülen sanat görülmektedir? dallarını belirtiniz. Karahanlılar Dönemine ait Kalyan Minaresi (Buhara) Selçuklular Döneminden kalma bir seramik tabak Selçuklulara ait "Varka ve Gülşah adlı minyatür Türkiye Selçuklu halısı, XIII. yüzyıl İlk dönemlere Türk

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ

Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ KİTAP - Osmanlı Kuruluş Dönemi Bursa Vakfiyeleri, Yayına Hazırlayanlar, Yrd. Doç. Dr. Sezai Sevim- Dr. Hasan Basri Öcalan, Osmangazi Belediyesi Yayınları, İstanbul

Detaylı

DEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ BAHAR DÖNEMİ MAZERET SINAV TAKVİMİ

DEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ BAHAR DÖNEMİ MAZERET SINAV TAKVİMİ I. SINIFLAR 02.05.2017 10:00-11:00 İLA 1124-Arap Dili ve Edebiyatı II (ARP) ALİ EJDER DERTLİOĞLUGİL 02.05.2017 10:00-11:00 İLA 1124-Arap Dili ve Edebiyatı II (ARP) MUHAMMED MURTAZA CAVUS 02.05.2017 13:00-14:00

Detaylı

PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ

PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ 2 Meserret DĐRĐÖZ PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ ÖZGEÇMĐŞĐ: Enis Alapaytaç ve Hafize Hanım ın kızları olarak 1923 te Tarsus ta doğdu. Đlkokul ve ortaokulu Tarsus ta, liseyi de Đstanbul da Kandilli Kız Lisesi

Detaylı

Şam / Mart. Medine / Ocak. Semerkand / Şubat. Kayrevan / Nisan. İstanbul / Mayıs. Gırnata / Haziran. Kudüs / Ağustos. Bahçesaray / Eylül

Şam / Mart. Medine / Ocak. Semerkand / Şubat. Kayrevan / Nisan. İstanbul / Mayıs. Gırnata / Haziran. Kudüs / Ağustos. Bahçesaray / Eylül 0 Medine / Ocak Semerkand / Şubat Şam / Mart Kayrevan / Nisan İstanbul / Mayıs Gırnata / Haziran raybosna / Temmuz Kudüs / Ağustos Bahçesaray / Eylül Beyrut / Ekim Kahire / Kasım Isfahan / Aralık Medine

Detaylı

Tarihi Siyesepol Köprüsü nün altı 38 YEDİKITA EYLÜL 2014

Tarihi Siyesepol Köprüsü nün altı 38 YEDİKITA EYLÜL 2014 38 YEDİKITA EYLÜL 2014 Tarihi Siyesepol Köprüsü nün altı ... Nısf-ı Cihan İsfahan... Hz. Ömer (r.a.) devrinde fethedilmişti. Selçukluların başşehri, Harzemşahların, Timurluların ve Safevilerin gözdesiydi.

Detaylı

ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI:

ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI: DOĞUBAYAZIT M. M. FAHRETTİN PAŞA ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 2015-2016 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIFLAR SEÇMELİ TARİH DERSİ 1. DÖNEM 2. ORTAK SINAV SORULARI A GRUBU ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI: SORULAR

Detaylı

Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur.

Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur. Çekerek ırmağı üzerinde Roma dönemine ait köprüde şehrin bu adı ile ilgili kitabe bulunmaktadır. Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur. Antik Sebastopolis

Detaylı

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar 1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar İÇİNDEKİLER KUR AN NEDİR? KUR AN-IN AMACI? İNANÇ NEDİR İBADET NEDİR AHLAK NEDİR KISSALAR AYETLER KUR AN NEDİR? Kur an-ı Hakîm, alemlerin Rabbi olan Allah ın kelamıdır.

Detaylı

Yaşam. Kandilli si. Hayalinizdeki. Yatırımın. Yaşamın ve

Yaşam. Kandilli si. Hayalinizdeki. Yatırımın. Yaşamın ve Hayalinizdeki Yaşamın ve Hep hayalini kurduğunuz o ev artık gerçek oluyor. Şehrin merkezinde, her yere yakın, bir o kadar da şehrin gürültüsünden uzakta, doğayla iç içe, sakin ve konforlu bir yaşam Yatırımın

Detaylı

GEÇMİŞTEKİ İZLERİYLE KAYSERİ

GEÇMİŞTEKİ İZLERİYLE KAYSERİ GEÇMİŞTEKİ İZLERİYLE KAYSERİ Prof. Dr. Mustafa KESKİN - Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ İÇİNDEKİLER Sunuş Önsöz Giriş I. Tarihi Seyri İçerisinde Kayseri II. Şehrin Kronolojisi III. Kültürel Miras A. Köşkler

Detaylı

Cilt: 4 Yıl: 2017 Sayı: 7 I S S N ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ

Cilt: 4 Yıl: 2017 Sayı: 7 I S S N ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ Dergimiz İSAM Kütüphanesi tarafından taranmaktadır. www.isam.org.tr Sayfa Tasarımı Erşahin Ahmet AYHÜN Kapak Tasarımı Emin ALBAYRAK Baskı

Detaylı

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de. 2014 İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de. 2014 İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te 9 da AK YIL: 2012 SAYI : 164 26 KASIM 01- ARALIK 2012 BÜLTEN İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI T E Ş K İ L A T İ Ç İ H A F T A L I K B Ü L T E N İ 4 te Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır

Detaylı

AŞAĞI BORANDERE KÖYÜ

AŞAĞI BORANDERE KÖYÜ BİR KÖY MASALI sayfa : 1 AŞAĞI BORANDERE KÖYÜ Bir köy vardı, adı Aşağı Borandere ( Şeşen Jambotey ) bu köyde Çerkeslerin Kabardey ve Çeçen boyuna mensup insanları yaşardı.kayseri nin Pınarbaşı ilçesine

Detaylı

Kazanım: : Vatanımız için mücadele eden insanların fedakarlıklarını öğrenerek vatanseverlik duygusunu artırır.

Kazanım: : Vatanımız için mücadele eden insanların fedakarlıklarını öğrenerek vatanseverlik duygusunu artırır. MUSTAFA KARAŞAHİN İLKOKULU 4. SINIFLAR DEĞERLER EĞİTİMİ ÇALIŞMASI MART 2016 SINIFI DEĞER ADI.-. BARIŞ VE VATANSEVERLİK Kazanım: : Vatanımız için mücadele eden insanların fedakarlıklarını öğrenerek vatanseverlik

Detaylı

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın Irmak Tank Tank 1 Vedat Yazıcı TURK 101-40 21302283 AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA Yalnız, huzurlu bir akşamda; şiire susadığınızda huzurunuzu zorlayacak bir derleme Üstü Kalsın. Mutsuz etmeye

Detaylı

Yayın no: 110 ÇOCUKLAR İÇİN OSMANLI TARİHİ-2

Yayın no: 110 ÇOCUKLAR İÇİN OSMANLI TARİHİ-2 Zehra Aydüz, 1971 Balıkesir de doğdu. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü nü bitirdi. Özel kurumlarda Tarih öğretmenliği yaptı. Evli ve üç çocuk annesi olan yazarın çeşitli dergilerde yazıları

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 BİRİNCİ BÖLÜM İLK TÜRK DEVLETLERİNDE EĞİTİM 1.1. HUNLARDA EĞİTİM...19 1.2. GÖKTÜRKLERDE EĞİTİM...23 1.2.1. Eğitim Amaçlı Göktürk Belgeleri: Anıtlar...24 1.3. UYGURLARDA

Detaylı

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi, DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi, 1 / 9 Gönül tamircisi!, Tıpkı, Yunusun dediği gibi: Ben gelmedim kavga için!/benim

Detaylı

İBRAHİM BEDRETTİN ELMALI SEMPOZYUMU

İBRAHİM BEDRETTİN ELMALI SEMPOZYUMU 8. DİYANET İŞLERİ REİSİ İBRAHİM BEDRETTİN ELMALI SEMPOZYUMU 6 7 Kasım 2015, Antalya P r o g r a m Akdeniz Üniversitesi Atatürk Konferans Salonu Kampüs / ANTALYA SEMPOZYUM DÜZENLEME KURULU Prof. Dr. Ahmet

Detaylı

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül 2009 17:55

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül 2009 17:55 Ramazan Manileri // Ahmet ağa uyursun uyursun Uykularda ne bulursun Kalk al abdest, kıl namaz Sabahleyin cenneti bulursun Akşamdan pilavı pişirdim Gene karnımı şişirdim Çok mani diyecektim ama Defteri

Detaylı

Tel: / e-posta:

Tel: / e-posta: 1-Sempozyuma Davet: ULUSLARARASI CÂMİ SEMPOZYUMU (SOSYO-KÜLTÜREL VE MİMARÎ AÇIDAN) 01-02/ Ekim/ 2018 Tarih boyunca câmiler Müslümanların itikat, ibadet, ilim, sosyal, kültürel ve mimari açıdan hayatın

Detaylı

KLASİK İSLAM COĞRAFYACILARINA GÖRE ERZURUM *

KLASİK İSLAM COĞRAFYACILARINA GÖRE ERZURUM * KLASİK İSLAM COĞRAFYACILARINA GÖRE ERZURUM * Özet Doç. Dr. M. Hanefi PALABIYIK * Bu makale, bazı Ortaçağ İslam coğrafyacıları ile Müslim ve gayr-i Müslim batılı bazı seyyahların Erzurum hakkında vermiş

Detaylı

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz. Söylenen her söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır. Ataullah İskenderî Söz ilaç gibidir. Gereği kadar sarf edilirse fayda veriri; gerektiğinden fazlası ise zarara neden olur. Amr bin As Sadece

Detaylı

Osmaniye Belediyesi Osmaniye Kent Konseyi Eğitim, Kültür ve Sağlık Meclisi Sayfa 44

Osmaniye Belediyesi Osmaniye Kent Konseyi Eğitim, Kültür ve Sağlık Meclisi Sayfa 44 9- ATATÜRK OSMANİYE DE İKEN ÇEKİLEN RESİMLERİ BULMA YARIŞMASI PROJESİ Osmaniye Belediyesi Osmaniye Kent Konseyi Eğitim, Kültür ve Sağlık Meclisi Sayfa 44 ATATÜRK ÜN OSMANİYE DE ÇEKİLEN FOTOĞRAFLARINI BULMA

Detaylı

TÜRKİYE PEYZAJI (FAKÜLTE)

TÜRKİYE PEYZAJI (FAKÜLTE) TÜRKİYE PEYZAJI (FAKÜLTE) YRD.DOÇ.DR.IŞIL KAYMAZ, 2017, ANKARA ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ BU SUNUMU KAYNAK GÖSTERMEDEN KULLANMAYINIZ YA DA ÇOĞALTMAYINIZ! Türk Bahçesi Günümüze kadar gelen bazı

Detaylı

HALFETİ İLÇEMİZ. Halfeti

HALFETİ İLÇEMİZ. Halfeti HALFETİ İLÇEMİZ Halfeti Şanlıurfa merkez ilçesine 112 km mesafede olan ilçenin yüzölçümü 646 km² dir. İlçe; 3 belediye, 1 bucak, 36 köy ve 23 mezradan oluşmaktadır. Batısında Gaziantep iline bağlı Araban,

Detaylı

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum. Sevgili hırsız dostum! Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum. Bildiğim, kesin ve kat i bir şey var ki, oda senin insan

Detaylı

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür Yayınevi editörü: Özkan Öze iç düzen/kapak: Zafer Yayınları Kapak illustrasyonu: Murat Bingöl isbn: 978 605 5523 16 9 Sertifika

Detaylı