YÜKSEK LİSANS TEZİ T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI İSA CEBECİ

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "YÜKSEK LİSANS TEZİ T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI İSA CEBECİ"

Transkript

1 İSA CEBECİ TARİH ANABİLİM DALI ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ BOZKIR TOPLUMLARINDA YARATILIŞ VE TABİAT OLAYLARINA İNANIŞ (UYGUR DÖNEMİ SONUNA KADAR) İSA CEBECİ MAYIS 2016 TARİH ANABİLİM DALI ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI MAYIS 2016

2

3 BOZKIR TOPLUMLARINDA YARATILIŞ VE TABİAT OLAYLARINA İNANIŞ (UYGUR DÖNEMİ SONUNA KADAR) İsa CEBECİ YÜKSEK LİSANS TEZİ TARİH ANABİLİM DALI ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MAYIS 2016

4

5

6 ETİK BEYAN Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Yazım Kurallarına uygun olarak hazırladığım bu tez çalışmasında; tez içinde sunduğum verileri, bilgileri ve dokümanları akademik ve etik kurallar çerçevesinde elde ettiğimi, tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak kurallarına uygun olarak sunduğumu, tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak kaynak gösterdiğimi, kullanılan verilerde herhangi bir değişiklik yapmadığımı, bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu, bildirir, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi beyan ederim. İsa Cebeci

7 iv BOZKIR TOPLUMLARINDA YARATILIŞ VE TABİAT OLARYLARINA İNANIŞ (UYGUR DÖNEMİ SONUNA KADAR) (Yüksek Lisans Tezi) İsa CEBECİ GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Mayıs 2016 ÖZET Bozkır; batıda Altay dağları ve Hazar gölü, doğuda Çin ve Büyük Okyanus, kuzeyde Sibirya ve güneyde Himalaya dağları arasında kalan bölgeye denir. Bu büyük coğrafya, bozkır toplumlarının anavatanı olmuştur. Bu coğrafyada yaşayan toplumlar kendi kültürel unsurlarını oluşturmuşlardır. Ancak büyük kültür oluşturanlar İskitler, Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar gibi devlet kurabilen toplumlardır. Bu topluluklar bir birinin devamı niteliğindedir. Bir toplumda başlayan kültürel hareket, diğer toplumda geliştirilerek sonraki topluma aktarılmıştır. Zaman ve coğrafyaya bağlı olarak farklılıklar ortaya çıkmış olsa da özde ortak unsurlar bulur. Bozkır toplumlarının en temek özelliklerinden birisi olarak Gök tanrı inanışı gösterilir. Yaratıcı olarak Gök tanrı, tek ve benzersizdir. Ancak bu yüce varlığın yanında kutsanan ruhlar bulunuyordu. Bu ruhlar gökyüzünde bulunduğu gibi yeryüzüne de bulunurdu. Bu ruhlar tabiatın kendisinde ve ya tabiatta gerçekleşen unsurlarda bulunabilmekteydi. Bu çalışmamızda bozkır toplumlarının inançlarında yaratıcı adı ve kavramı ile kutsal olarak nitelenen tabiat incelenmiştir. Bilim Kodu : 1108 Anahtar : Bozkır, Kültür, İnanç, Yaratıcı, Tabiat Kelimeler Sayfa Adedi : 107 Tez Danışmanı : Prof. Dr. İlhami DURMUŞ

8 v... FAITH OF CREATION AND NATURAL EVENTS IN STEPPE SOCIETIES (TILL THE END OF UYGHUR ERA) M.S. Thesis İsa CEBECİ GAZİ UNIVERSITY GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES May 2016 ABSTRACT Steppe is the area that is between the Altai Mountains and Lake Caspian in west and China and the Pasific Ocean in east; Siberia in north and the Himalayans in south. This enourmous region has been the home of steppe societies. Societies living in this region have each created their own cultural elements. However, those who created remarkable cultures are those who were able to found states such as the Scythians, Huns, the Gokturks and the Uyghurs. Each of these communities is considered a continiuation of each other. Cultural elements formed in one of these societies were developed in another and then transferred to the next. While there were differences depending on the time and the region, they all had the same elements at their core. One of the most common features of Steppe societies is considered the faith of Göktengri. Göktengri, the creator, was one and unique. However, beside this sublime being, there also existed divine spirits. These spirits could be reside both in the sky or on the earth alike. These spirits could be present in natüre itself and in any natural event. In this study, concepts of creator and nature, which was believed to be divine, in the faith systems of Steppe societies are reviewed. Science Code : 1108 Key Words : Steppe, Culture, Faith, Creator, Nature Page Number : 107 Supervisor : Prof.Dr. İlhami DURMUŞ

9 vi TEŞEKKÜR Lisans ve Yüksek lisans öğrenim dönemimde her türlü yardımı, ilgiyi esirgemeyen, odasına girdiğimde sıcak sohbetiyle mest eden, engin bilgisiyle bizleri donatan ve bu yüksek lisans tezimde de danışmanım olan sayın Prof. Dr. İlhami DURMUŞ hocama sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Öğrenim hayatıma yön veren ve her zaman desteğini hissettiğim sayın Prof. Dr. Mehmet Akif TURAL hocama şükranlarımı sunarım. Bütün öğrenim hayatımda desteklerini bir an bile esirgemeyen, her aldığım kararda arkamda duran ve beni güvende hissettirerek sabırla öğrenim hayatıma devam etmemi sağlayan başta babam Hüseyin CEBECİ ve annem Melahat CEBECİ olmak üzere bütün aileme müteşekkirim. Ayrıca hem özel hayatımda hem de bu tez çalışmamdaki gibi öğrenim hayatıma büyük katkısı olan, yaşamıma farklı perspektifler kazandıran değerli dostlarım Hacettepe Üniversitesi doktora öğrencisi Mehmet Talha KALKAN ve polis memuru Engin KAYA ya teşekkür etmeyi kendime bir borç bilirim.

10 vii İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET... iv ABSTRACT... v TEŞEKKÜR... vi İÇİNDEKİLER... vii RESİMLERİN LİSTESİ... x SİMGELER VE KISALTMALAR... xi 1. GİRİŞ BOZKIR TOPLUMLARINDA YARATILIŞ Yaratıcı Adı ve Kavramı Tengri adı ve kavramı Ülgen adı ve kavramı Umay ad ve kavramı Erlik adı ve kavramı Yaratıcının Özellikleri Ezeli ve ebedi Koruyucu Öğretici Güçlü ve kudretli Kut bahşeden Yaratılışa Dair İnançlar Evrenin yaratılışı... 28

11 viii Sayfa Denizlerin yaratılışı Karaların yaratılışı Varlıkların yaratılışı BOZKIR TOPLUMLARINDA TABİAT OLAYLARINA İNANIŞ Tabiat Olaylarına İnanış Güneş, ay ve yıldızlar Güneş Ay Yıldızlar Hava ile ilgili inanış Rüzgâr Yıldırım ve şimşek Yağmur Tufan Yeryüzü ile ilgili inanış Yer-su Ateş Orman-Ağaç Dağ Tabiat Olaylarına Karşı Önlemler Kam Yada taşı Kurban SONUÇ... 93

12 ix KAYNAKLAR EKLER ÖZGEÇMİŞ

13 x RESİMLERİN LİSTESİ Resim Sayfa Resim Resim Resim Resim Resim Resim

14 xi KISALTMALAR Bu çalışmada kullanılmış kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur. Kısaltmalar Açıklamalar Bkz Bakınız Çev. Çeviren M.ö Milattan Önce M. s Milattan Sonra Vb. Ve benzeri Vd. Ve diğerleri Vs. Ve saire Y.y Yüzyıl

15

16 1. GİRİŞ Bilindiği üzere, tarih biliminde süregelen önemli tartışmalardan biri de evrenin yaratılışı ve ona paralel olarak ele alınan insanın antropolojik yapısı ile alakalıdır. Nitekim mezkûr tartışmaya yönelik verimli açıklamalar yapabilmek adına iki farklı görüş ortaya çıkmış ve her iki düşünce de bilim çevreleri tarafından destek görmüştür. Bahsedilen ilk görüş, evrenin akıllı bir tasarımcı tarafından insanlara iyilik yapmak amacıyla yarattığına dayanmakta; diğer görüş ise, tümüyle bahsedilen konuları mantık çerçevesinde irdelemekte ve tüm süreci kişisel inançlardan soyutlayarak ele almaktadır. Buna göre, evren ile insan arasında bir nesne-özne ilişkisi vardır. Diğer bir deyişle, ikinci görüş içerisinde irdelenmeye çalışılan nesne evreni nitelerken, özne ise bilimi, yani, insanı kapsamaktadır. Bu nedenle, tarihin başından beri vuku bulan tüm olaylar çeşitli bilimsel kurallar çerçevesinde cereyan etmiş olduklarını düşünürler. (Yalçın, 2008, s. 365) 1 Nils Holm un da bahsettiği üzere, karmaşık bir düşünce ve duygu dünyasına sahip olan insan, tarihin hiçbir evresinde, kendilerini güvende hissedememekte ve sürekli kendilerini teskin edecek bir üst veya mistik bir güce ulaşmaya çabalarlar. Bir üst güç veya mistik bir inanç dizgisi olarak nitelendireceğimiz din olgusu da insanın bu korkusundan ileri gelmektedir. Zira insanın kendinden daha kudretli, muktedir ve heybetli bir güce tapınması ona büyük bir güç verirken, kendine de büyük bir güven kazandırmaktadır. Kısacası, insan kati suretle kendi doğasının dışına çıkmamakta, bilakis, daha güçlü bir üst yapıya inanarak kendine yaklaşmaya teşebbüs etmektedir. (Holm, 2004, s, ) Bozkır toplumlarında ise bahsi geçen din olgusu farklı isimler ile farklı şekillerde ortaya çıkmış ve onları birer kimlik olarak benimseyen grupları her anlamda etkilemişlerdir. Bu noktada, altı çizilmesi gereken husus tezimizin esas konusunu teşkil eden bozkır toplumlarının, bilhassa da Türklerin, etkilendiği dinlerin ve dini yapıların sınıflandırılması ile yakından alakalıdır. Buna göre, Türkler hem kendi kültürel ve dini motiflerinin şekillendirdiği yerel inançlar ile evrensel dinler olarak nitelendirebileceğimiz inançlardan çeşitli şekilde etkilenmiş ve zaman zaman kendi kimliklerini benimsedikleri dine göre yeniden yapılandırmışlardır. Özellikle, evrensel dinler olarak bahsedilen dinler Türk geleneklerine ve geleneksel düşünce

17 2 yapısına oldukça yabancı olan bir dizi konsepti, fikri ve inancı mezkûr bozkır toplumlarına tanıtması açısından oldukça mühim bir konuma haizdir. Lakin bozkır toplumları daha önce sahip olduğu inancı veya dini yapıyı evrensel olan ile değiştirse bile, geleneksel olan bir şekilde insanların alt kimliklerine muhtelif şekillerde işlemeyi başarmış ve kendini muhafaza edebilmiştir. (Günay-Güngör, 2003, s. 235) İnanç konusunda unutulmadan üstünde durulması gereken en önemli noktalardan biri de bahsi geçen unsur ise Orta Asya da yer alan bozkır kavimlerini ve onların hayatlarını olumsuz şekilde etkileyen iklim ve doğa şartlarıdır. Bu nedenle, Orta Asya nın tabiat ve iklim şartları, Bozkır toplumlarının hayat tarzını, karakter yapısını, Bozkır örf ve adetlerini, dünya görüşünü ve daha da önemlisi Bozkır toplumlarının dini inancının oluşmasını ve şekillenmesini derinden etkilemiştir. (Öztürk, 2014, s.481) Son yıldır yapılan çalışmaların da bilim dünyasına gösterdiği gibi, eski Türk dinin merkezinde Gök Tanrı inancı bulunuyordu. Yukarıda ikiye ayırdığımız ve Türklerin yerel inançlarından biri olarak değerlendireceğimiz Gök Tanrı, tarihin belirli dönemlerinde farklı kavramlar olarak ortaya çıkmış, kimi zaman maddi bir gökyüzü olurken, kimi zaman da evrenin yaratıcısı ulu varlığı ifade etmiştir. (Bu konun daha iyi anlaşılması için bkz. Bayat, 2007, s ) Diğer bir yerel inanç olarak ele alacağımız Şamanizm ise İç Asya da, Ural- Altay da ve Sibirya yı etkisi altına alan ve bütünüyle majik ritüellerle dolu bir inanç sistemidir. Genel olarak, Şamanizm i çeşitli din ve dünya görüşlerini birleştiren bir inanç ve teknik olarak da tanımlayabilmek mümkün olduğundan ötürü, onu basit bir inanç sistemi olarak düşünmek nispeten, tarihçileri ve ilgili bilim adamlarını yanılgıya götürebilmektedir. Salt bir ibadet dini olmayan Şamanizm hayatın her alanını etkileyen majik öğelerden teşekkül bir rehberdi. (Candan, 2002, s.122) Bunların yanı sıra, Türklerin dini hayatı içerisinde, yerel inançlar olarak ele alacağımız ve Atalar kültü ile Yer-Su kültü olarak isimlendirebileceğimiz muhtelif dini öğeler de vardır. Özellikle, Atalar kültünün ortaya çıkması ve onun Türk dini

18 3 hayatında önemli bir yere sahip olması, Türklerin ölüm hakkındaki tasavvuru ile aile kavramının dini bir norm haline gelmesi ile oluşmuştur. (Onay, 2012, s.353) Bu dini düşünce, tümüyle, Türklerin kendi kültürlerinden doğan bir kavram olduğundan mütevellit, Türklerin dini yapılarında önemli bir yere sahip olmuştur. Türklerin inanç ve düşünce sistemlerini etkileyen evrensel dinler noktasında ele alınması gereken ilk büyük din Maniheizm dir. Genel hatlarıyla, Hıristiyanlık, Zerdüştlük, Musevilik, Mazdaizm, Budizm ve eski Mezopotamya medeniyetlerine ait dinlerin karışımı olarak değerlendirebileceğimiz Maniheizm ahlak odaklı bir felsefe benimsemektedir. Aydınlık ile karanlığın, iyilik ve kötülüğün, varlık ile yokluğun mücadelesi ise bu dinin temel düşüncesini gösteren dualist öğelerden sadece birkaçıdır. (Koca, Ankara-2003, s.181) Türkçe metinlerde üç ödki nom ve iki yıldız diye tanımlanan Mani dini, Mani ( ) tarafından kurulmuş evrensel karakterli bir dindir. Bizzat Mani, dinini yaymak için biri Farsça olmak üzere yedi kitap ve yetmiş altı tane de risale yazmış, ayrıca Hindistan başta olmak üzere birçok ülkeye seyahatler yapmıştır. Gittiği her ülkeden çeşitli şekilde etkilenen Mani sahip olduğu felsefeyi düalist bir temele oturtmaya çalışmış ve bu düalist felsefe tüm düşüncesini derinden etkilemiştir. İyi- Kötü, Karanlık-Aydınlık, Nur-Zulmet gibi ikili unsurlar üzerine teşekkül ettirilen bu düşünceye göre, insanın içinde bulunduğu bu dünya, temel olarak, iyi ile kötü elementlerin tecessümünden ibarettir. Bu nedenle, Mani nin ortaya koyduğu bu düşüncenin temel amacı, insanı kötü unsurlardan korumak ve onun salahiyetini sağlamaktan geçmektedir. (Günay-Güngör, 2003 s. 185) Bia adını verdikleri bir ibadethaneleri olan Manihistler, insanın varlığını ve onun geçirdiği tüm süreci maddi bir kötülükten ileri geldiğine inanmakta ve bu nedenle, insana, bu dünyada, tümüyle pasifist bir konuma oturtmaya çalışmaktaydı. İnsan, bundan mütevellit, tüm günü hareketsiz geçirmeli ve elinden geldiğince, dingin bir yaşamı benimsemeliydi. Lakin bilindiği üzere, bahsedilen bu ilkeler Türklerin mücadeleci ruhlarını gevşetiyor, savaşçılık yeteneklerini köreltiyordu. (Koca, Ankara-2003, s.182)

19 4 İnsanı oldukça pasifist bir statüye koyan Maniheizm, hem Türk geleneklerine oldukça yabancı olması hem de sahip olduğu düalist yapısı nedeniyle, Türk toplulukları arasında çok büyük bir kitleye ulaşamamıştır. Nitekim Avrupalı seyyahlar, Uygurların Bia mabetlerinde bulunan Mani idollerine tapmadıklarını söylemekteydi. Bu durum, kesinlikle, Maniheist Uygurların düalizme değil geleneksel dinlerindeki Tek Tanrı inancına bağlı kaldıklarını göstermekteydi. (Günay-Güngör, 2003, s. 196) Daha önce söylediğimiz gibi, Maniheizm Türk toplulukları arasında, hiçbir zaman, popüler olan bir inanç sistemi olamamıştır. Bilakis, bu inanç yönetim zümresi ile sınırlı kalmış ve toplumun geri kalan unsurları da hala kadim dinlerine inanmayı sürdürmüşlerdi. Keza, Uygur dönemi yazıtlarından olan Karabalgasun Kitabesi nde de bu görüşü destekleyen birçok öğe bulunmuş ve Maniheizm in Türkler arasında yeterince yerleşmediğini gösteren birçok söze rastlanmıştır. Mani metinlerinden de anlaşıldığına göre, bu inanış Uygur lideri Bögü Kağan ile onun ailesinin çevresinde bir saray dini olarak gelişmiş, Türklerin geri kalanı ise bu inanca pek rağbet etmemiştir. (Gömeç, 1998 s. 39) Maniheizm gibi, iki büyük Çin dini olan Konfüçyanizim ile Taoizim de Türklerin dini yaşamları ve düşünceleri üzerinde önemli etkilere sahiptir. Bilhassa, Taoizm Türkler arasında ilk yayılan öğretilerden biri olmuş ve birçok farklı Türk topluluğunu derinden etkilemiştir. Taoizm, 6. ve 7. yüzyıllarda Göktürkleri önemli ölçüde etkisi altına almış ve hatta Bilge Kağan Taoist birçok mabet inşa ettirmiştir. Burada, Göktürklerin ibadet ettikleri ve savaşa çıkarken de bu tapınakta Tökük adı verilen, dini merasimle şarap dökme ayini icra ettikleri bilinmektedir. (Günay- Güngör, 2003, s. 157) Taoizm gibi, diğer bir Çin dini olan Konfüçyanizim Türkleri oldukça eski tarihlerden beri etkileyen bir dini öğretidir. M.Ö. 136 da Konfüçyanizm in Çin in resmi dini hüviyetini almasını takiben, Çin de rehin tutulan çeşitli Türk hanedan mensuplarının Konfüçyus felsefesini öğreten bir okulda tahsile mecbur tutuldukları ve bu yolla, Çin kültürünü benimsemeleri sağlanmıştır. Daha sonra ise Çin kültürü görmüş bu yabancı asillerin ülkelerine geri yollandığı ve Çin dostu hükümdarların

20 5 başa geçmelerine yardım edilerek onların Çin e bağlılıklarının sağlanmaya çalışıldığı da bilinmektedir. (Günay-Güngör, 2003, s. 157) Temel hatlarıyla, Konfüçyanizim, göğün keyfi olarak yaratılmadığını ve onun hiçbir zaman kendi başına hareket etmediğini söylemektedir. Görüldüğü üzere, gökyüzü içerisinde güneş, ay ve yıldızlar kanunlara göre nasıl hareket ediyorsa, insan da dünyada ve onun sahip olduğu kanunlar çerçevesi içerisinde hareket etmelidir. (Kaya, 2002, s. 222) Lakin Maniheizm gibi, Türklerin dini inancı üzerinde Konfüçyanizm in ve Taoizm in oldukça kısıtlı bir yeri olduğunu söylemek mümkündür zira kültürel manada, her iki din sadece belirli noktalarda Türkleri etkileyebilmiştir. Bilhassa, Konfüçyanizm ve Taoizm, Türk kültürüne ve inançlarına ormanlı dağ, sığın otu ve sığı geyik motifleri ve ölümsüzlük iksirinin arayışı gibi temalarını sokmuş fakat daha ileri gidememişlerdir. (Güngör- Günay, 2003, s. 158) Türkleri etkileyen diğer bir evrensel din olarak bahsedeceğimiz dini düşünce ise Budizm dir. Bilindiği gibi eski Türk inancını bırakarak Budizm e giren ilk Türk topluluğu IV. yüzyılda Tabgaç Türkleridir. Lakin Türklerin sayıca azınlıkta oldukları bir ülkede baskın olan dine girmeleri, onların milli kimliklerini ve kültürlerini kaybetmeleri için büyük bir tehlike arz etmekteydi. Bunu bilen ve acilen önlem almaya çalışan Tabgaç hükümdarı T ai-wu, bir emirname ile Budizm e karşı hareket etmeye teşebbüs etse de, bu yeterince efektif bir adım değildi ve Tabgaç Türkleri, kendi milli kimliklerini kaybederek, tamamen Çinlileştiler. (Koca, Ankara- 2003, s.179) Genel olarak, Budizm in Türk ülkelerinde ve Türkler arasında değil, daha çok İpek Yolu nun geçtiği yerleşim merkezleri ile Çin de ve Çinliler arasında yayılma zemini bulabildiğini söylemek mümkündür. Zira her büyük dinde olduğu gibi, Budizm i de ayakta tutan ve onun yayılmasını sağlayan yegâne unsur tapınak idi. Bu tapınaklar da, bilindiği üzere, yerleşik bir mimari sistemine ihtiyaç duymakta idi. (Koca, Ankara-2003 s.178) III.-IV. yüzyıllardan itibaren çeşitli şehirlerde kurulmaya başlanan Budist tapınakları- Vihar, kısa bir sürede, geniş bir coğrafyaya hüküm süren ve büyük bir kitleyi etkisi altına alan bir din haline dönüşmüştür. Özellikle, Türkler arasında,

21 6 bu tapınaklara Göktürkler zamanında fazla şekilde rastlanmaktaydı. Başta Buhara olmak üzere birçok farklı nokta tümüyle, Budist rahiplerinin dini propagandalarını yaptıkları şehirler halini almıştı. (Günay-Güngör, 2003, s. 161) Yukarıda da bahsedildiği gibi, Türklerin geleneksel düşünce yapısına pek uygun olmayan Budizm, Türklerin kendi kimliklerini adapte etmeye çalışarak, oluşturmaya çalıştıkları yeni bir dini sistem haline dönüşmeye başlamıştı. Budizm in milli adetlere en çok ehemmiyet veren Mahayana mezhebini kucaklayan Türkler, ilgili dinde, Tanrı kavramının bulunmadığından mütevellit, kendi tek Tanrı inançlarını bu dine sokmuş ve Budizm e yeni bir mana ve mahiyet kazandırmışladır. (Koca, Anakara-2003 s.181) Türkler Budizm e kendi yerel inançlarını yerleştirmiş olsalar da, tıpkı diğer evrensel dinler gibi, mezkûr dinin Türklerin dini hayatları üzerinde pek bir ehemmiyeti bulunmamaktadır. Göktürk Kitabeleri nde herhangi bir şekilde de Budizm ile alakalı kayda değer bir bilginin verilmemiş olması da bu düşünceyi desteklemektedir. (Koca, Ankara-2003 s.180) Öte yandan, Bugut yazıtı ise Türklerin Budizm i kabul ettiğine yönelik bir adım olarak görülse de, kaleme alınan yazının tarzı, biçimi ve içeriği herhangi bir şekilde Budizm ile eşleşme sağlayamamakta ve tam olarak, Türklerin Budizm i kabul ettiği noktasında büyük bir muğlaklığa yol açmaktadır. (Roux, 2013, s. 97) Bu nedenle, Türkler in Budizm e yönelik yaklaşımı da oldukça yüzeysel kalmış ve genel olarak, Türkler kendi sahip oldukları dini motifleri Budizm in Mahayana mezhebi ile kaynaştırmaya çalışmışlardır. İranlıların en eski dinlerinden biri olan Zerdüştlük, İran- Türk savaşları ile Türkler tarafından da tanınmış ve onların dini yapılarını etkileyen diğer bir evrensel din haline gelmişlerdir. Bu savaşların akabinde, Zerdüştlük Buhara, Baykent ve Semerkant gibi önemli şehirlerde etkili olmuş ve ibadetleri yerine getirebilmek için, Türkler buralara birçok ibadethane kurmuşlardır. (Günay-Güngör, 2003, s. 182) Hatta Turfan bölgesinde de Türkler çeşitli ateş tapınakları oluşturmuş ve Çinliler kendi kaynaklarında bu yapılardan detaylıca bahsetmişlerdir. (Roux, 2013, s. 178)

22 7 Elde edilen bu bilgilere rağmen, Zerdüştlüğün Türkleri derinden etkilediğini söylemek pek mümkün değildir. Buradaki en önemli husus ise Ateş Kültü ne her iki görüşün de farklı anlamlar yüklemelerinden ileri gelmektedir. Zira Zerdüştlükte yer alan ve Ahura Mazda nın bir sembolü olarak gösterilen Ateş kültü, esas olarak, bahsedilen dinin tapınma objesidir. Lakin Türklerde ise bu bir temizlenme aracıdır ve hiçbir zaman, direk olarak bir tapınma aracı olarak benimsenmemiştir. (Roux, 2013, s. 178) Musevilik de tıpkı Zerdüştlük, Konfüçyanizim, Taoizim, Maniheizm ve Budizm gibi Türklerin dini hayatlarında kendine yer bulan diğer bir evrensel dindir. Kesin olmamakla beraber Bulan Hakan hakimiyeti zamanında Museviliğin Karay mezhebini kabul eden Hazarlar da, Maniheizm örneğinde olduğu gibi, bu din Hakan, saray eşrafı ile aristokrat ve yönetici zümre arasında taraftar bulmuştur. (Günay-Güngör, 2003 s. 227) Museviliğin Karay mezhebi, esas olarak, İslam dininden önemli ölçüde etkilenmiş ve Sünni- Hanefi cenah ile bu kol arasında büyük bir etkileşim mevcuttur. Bu nedenle, Karay bilinen Talmudist Rabbani Yahudiliğinden oldukça farklıdır. Özellikle, Sinagog yerine Kenasa, Hahambaşı yerine Gahan ve Yehova yerine Tanrı demeleri aralarındaki en önemli farklardandır. Ayrıca, Hz. Musa nın, Hz. İsa nın ve Hz. Muhammed in peygamberliklerine inanan Karay mezhebi, Tora yı kutsal kitap olarak belirlemiş, meleklere ve ahiret gününe iman etmiş ve Mesih in kendileri için geleceğine inanmışlardır. (Günay-Güngör, 2003 s. 231) Hazarlar ın yanı sıra, onlarla yakın ilişki kuran olan Karaylar, Kalizler ve Kabarlar gibi muhtelif Türk gruplar da bu dini benimsemiştir. (Kuzgun, 1985, s. 113) Museviliğin yanı sıra, Türklerin, kabul etmiş olduğu ve dini anlamda etkilendiği diğer bir evrensel din ise Hristiyanlıktır. Yukarıda bahsedilen tüm evrensel dinlerin aksine, Hristiyanlık Türkler arasında oldukça fazla yayılmış ve Müslümanlığın ardından, onlar arasında yayılan en büyük ikinci evrensel din olmuştur. Türklerin, tam olarak, ne zaman Hıristiyanlıkla temas ettiği tam olarak bilinemese de, Hristiyanlığın Orta Asya ya 4. Yüzyılda gelmesi bizlere bir ipucu vermekte ve aşağı

23 8 yukarı, Türklerin de bu tarihlerde ilgili din ile tanıştıklarını söylemek mümkündür. (Günay-Güngör, 2003, s. 198) Genel olarak, Hristiyanlığa geçen Türklerin doğu kiliselerinin etkisi altında kaldığını söylemek olasıdır. Zira Ortodoks Hristiyanlığı Türkler arasında oldukça yaygın bir mezhep olmuş ve bununla beraber, diğer bir doğu kilise mezhebi olan Nesturilik de Türklerin dini yaşamlarını önemli derecede etkilemiştir. Tüm bu etkileşimler ise Bizans Kilisesi ile değil, Sasaniler ve onlara sığınan Nasturiler ile başlamıştır. (Günay-Güngör, 2003, s. 199)

24 9 2. BOZKIR TOPLUMLARINDA YARATILIŞ 2.1. Yaratıcı Adı ve Kavramı Tengri adı ve kavramı Bozkır kavimlerinin inançları üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalarla birlikte birçok terimsel ifadeler ortaya çıkmıştır. Yapılan araştırmalarla birlikte öne çıkan en önemli terim şüphesiz "tangrı, tangri, tengrı, tengri" olmuştur. Bu kelimelerin kökeni ise "tan" yani güneşin doğduğu yer manasındadır. Şüphesiz bu terimler güneş ile ilgili veya güneşin doğmasını sağlayan, güneşi çağıran mânâsına geldiği söylenmektedir. (Sarıtaş, 2015, s. 50) Yine buradan alarak bozkır toplumlarında "tan üntürü" denilmekteydi. Burada geçen "üntürü", "ün" kökünden gelir ve "kalkmak, yükselmek" anlamındadır. "tan" ise "Şafak" anlamındadır ve bu tamamlama birlikte kullanıldığında "tan", Tengri'yi ifade ettiği anlaşılmaktadır. (Giraud, 2007, s. 134) Bozkır toplumlarının kullandığı Tengri ifadesi Gök ve yaratıcı anlamına da gelmektedir. Şamanist bulgularında ortaya çıkan dağ veya nehir, ruhlar ile eş değer tutulduğu gibi gök ile Tengri de eşdeğerde tutulmuştur. (İnan, 2000, s.28) Ancak burada söylenmesi gereken, gökte oturduğu söylenen Ülgen'in yaratıcı olarak adlandırılmasıdır. Çünkü bozkır toplumlarında yaratıcıya verilen isim Tengri'dir. Ülgen'e ve Tengri'ye ayrı ayrı törenler düzenlemiş olması da bu iki ismin birbiri yerine kullanılmadığının delili olarak olarak gösterilmektedir. (Potapov, 2012, s. 289) Bozkır toplumlarında ifade edilen yaratıcı, düzen ve nizamı oluşturan ile ilgili bilgileri Çin kaynaklarında bulmak mümkündür. Çin kaynaklarında ise Tengri kelimesi "Tien" yani Gök Tanrı ve "Chang-ti" büyük ve yüksekte oturan şeklinde geçmektedir. (Güngör, 1997, s. 50) En eski adlandırmalardan olan bu iki terim birbirinden bağımsız iki kutsalı ifade etmektedir. Ancak yaklaşık 2000 yıldan beri kullanılagelen bu iki terim günümüzde kullandığımız Arapça Allah kelimesi ile örtüşmektedir. (Roux, 2011, s.114)

25 10 Yaratıcı yüce varlık için kullanılan bir başka adlandırma ise Ezrua'dır. Metinlerde Kadr-i mutlak tanrı için kullanılan bu isimin dışında bütün adlandırmalar Ezrua'nın sıfatı durumundadır. (Güngör, 1997, s. 144) Bozkır toplumları yakın çevresinde olan toplumlarla iletişim içerisinde olmuşlardır. Bu suretle onların kültürlerinde olan unsurlar Bozkır toplumları içerisinde görülmesi şaşırtıcı bir durum değildir. Yüksek bir kültür oluşturan Bozkır toplumları her ne kadar kendi inanç sistemlerini oluşturmuşlarsa da komşu toplumlarının inanç özelliklerini de bünyelerine kazandırmış oldukları görülür.karadeniz'in kuzeyinde yaşamış olan Sarmatlar, Grek kültüründen etkilenmiştir. Sarmatların Tanrı panteonunda; Apollon, Göksel Afrodit, Herakles,ve Ares isimleri geçmektedir. Bu isimlerin İskit kültüründe de varlığı bilinmekle birlikte her iki topluluğun kendi kültürlerinde bulunan yaratıcılar ile bu Tanrı isimleri birlikte, Kuzey Karadeniz bozkırlarında yüceltilmişlerdir. (Durmuş, 2012b, s. 138) Oğuz boylarının geniş bir coğrafyada görülmesinden mütevellit çeşitli toplumlardan etkilenmesi kaçılmaz bir durumdu. Oğuzların yaratıcı olarak atfettikleri isimler arasında "çelep veya çalab/çalap bulunmaktadır. Bu isimlerin ise Nasturi Hristiyanlardan Oğuz diline geçtiği sanılmaktadır. Bit tabii bu terimler birçok defa kullanılmıştır. (Tanyu, 1980, s. 9) Altaylı kamların dualarında gök için "ayaz" denilmekteydi. Göğün kişileştirilmesiyle birlikte göğe "temiz, bulutsuz, Gök han" anlamına gelen "Ayaz Kaan" denilmiştir. Bununla birlikte dualarda tanrı terimine atfedilen "Kök Ayaz" ve "Kök Tangara" isimleri ortaya çıkmıştır. (Potapov, 2012, s. 176) Bozkır toplumlarının yaratıcıya verdikleri isimlerden bir başkası ise Num'dur. Samoedler'in kullandığı bu terim gök anlamına da gelmektedir. Ancak burada belirtmek istenen maddi gökyüzü olmamıştır. Gökyüzü, kara ve denizlerin hepsi yani bütün evreni içine alan bir terimdir. Koryak'lara göre Tanrıyı "Yukarıdaki, Yukarının Efendisi, Gözetleyen, Var Olan, Güç ve Dünya" olarak adlandırmışlardır. Aynu'lar da temel olarak yaratıcı, yukarı ile yani gökyüzü ile özdeşleştirerek "Göğün ilahi şefi, Göktanrı, Dünyanın ilahi yaratıcısı, Koruyucu" gibi isimler vermişlerdir. Eskimolar ve Koryakların düşüncesine göre de yaratıcı gökte oturmakta ve gök ile özdeşleşmektedir. (Eliade, 2003a, s. 28)

26 11 Bu isimlerle görülmektedir ki bozkır toplumları, yaratıcı varlığı gökte yani gökyüzünde aramışlar ve bu suretle de gökyüzünü yüceltmişlerdir. Geniş bir coğrafya olan bozkır genel itibariyle çeşitli toplumlarla etkileşim içerisinde olmasına nazaran Tanrı figürünü ortak bir paydada toplamıştır. En eski devirlerden itibaren bozkır toplumları Tanrı figürünü "Gök" yani gökyüzü unsurları şeklinde görmelerinin yanı sıra ona birçok mana kazandırmıştır. En eski Türk yazıtlarında gök kavramı iki manaya gelmekteydi. "üze" yani yüksek manasında olduğu gibi renk olarak, mavi-mavimtırak anlamına da gelmekteydi. Bu kavramları Gök tanrının nitelikleri olarak söyleyebiliriz. (Roux, 2011, s. 119) Daha sonraki dönemlerde "Bayat" (Kadim), "açu" (Baba), "idi" (sahip), "ayan" (kadir) gibi isimler tanrının sıfatları olarak kullanılmıştır. (Kafesoglu, 2007, s. 309) Asya Hunları döneminde Gök tanrı inancı görülmektedir. Ancak bu ilahın yanında Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam'dakine benzeyen güneş, ay ve yıldız kutsalları bulunmaktaydı. Bu kutsalların bulunması Gök tanrının tek ve yüce mevcudiyetini bozmamaktadır. Çünkü dinler tarihinde, hiçbir din, hiçbir zaman tek itikat ve amelden müteşebbis olmamış ve sadece Tanrıya itaat edilmemiştir. (Kafesoğlu, 2007, s. 311) Tanrı ile birlikte birçok kutsalların da mevcudiyeti bütün dünya toplumları arasında görülmüştür. Hunlar ile birlikte bütün Bozkır toplumları canlı cansız bütün kutsallaştırdıkları varlıklara "Tanrı" ismini verebiliyorlardı. Ancak toplum içinde bu kullanımın çok iyi şekilde sınırlaması yapılmaktaydı. Öyle ki hiçbir kutsal varlık, yaratıcı ve yüce varlık olarak Gök tanrı yani "Allah" yüceliğine erişmemektedir. (Koca, 2003, s. 161) Ancak Göktürkler zamanında hükümdarın Gök tanrısına, Hatun'un ise tanrıça olan Umay'a benzetildiği olmuştur. (Onay, 2012, s.352) Çin kaynaklarında belirtilen "Tien ve Chang-ti" terimleri gök yani evreni yaratan anlamındadır ve bu yaratıcı her şeyi önceden gören ve her şeyi yaratan yüce varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki bütün yeryüzü olayları onun iradesi ile gerçekleşirdi. Ayrıca insanlar arasındaki anlaşmalar ve sözleşmelerde Gök şahit olarak gösterilmekteydi. (Güngör, 1997, s. 61) Bozkır toplumlarında yaratıcı yüce güç, bütün insanlığın üzerinde ve her şeyin başlangıcı durumundaydı. Bütün bozkır toplumları onun memnuniyeti ile hayat

27 12 bulur ve yeryüzünde varlığını devam ettirmekteydi. Bütün istek ve yakarışlar yaratıcı yüce güce yapılmıştır. Ölüm buyruğu ise bizatihi tanrı tarafından verilmektedir. Çeşitli hastalıklar vücuda girmesi ya da ruhun kötü ruhlar tarafından ele geçirilmesi durumunda, kamların özel ritüeli ya da ilaçlar ile ölüme engel olunabilmektedir. Ancak Tanrı tarafından yaşam kaynağı olan kutun geri alınması durumunda yani ölüm anı geldiğinde hiçbir çare ölümü engelleyememektedir. (Roux, 1999, s. 62) Kut, Tanrı tarafından bahşedilir ve varlıklar bu sayede hayat bulurdu. Göktürk metinlerinde "Tengri teg tengride Kut bulmış" denilmekte ve Hakanlar bu sayede Göksel hükümdarlar olarak, tanrının insiyatifi ile başa geçiyorlardı. Ancak metinlerde geçen ve "ıduk" olarak gösterilen "Yağız-yir" de Tengri kelimesi ile birlikte tamamlayıcı unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. (Esin, 2001, s. 21) Bozkır toplumlarına ait birçok kitabede Tengri terimini görmekteyiz. Bu Tengri terimi, Göktürk kitabelerinden olan Tonyukuk kitabesinin birçok yerinde geçmekte ve burada onun ulusal bir ilah olduğu görülmektedir. (Gıraud, 2007, s. 132) Ancak unutulmamalıdır ki bozkır toplumlarında Tengri, gök anlamına gelmesine rağmen, göğe tapıldığı şeklinde bir çıkarımın yapılması son derece yanlışa düşülmesi mahiyetindedir. (Arpacı, 2012, s. 75) Tonyukuk kitabesinde "Tengri" teriminin geçtiği yerler aşağıdaki gibidir. 6 satır: Ondan sonra Tengri bilgi verdiği için bizzat o Hakan'ı ilerlettim. s satır: Tanrı irade etti. Onları perişan etti. s satır: Tanrı, Umay, kutsal yer-sular (bizim için onlara) gaflet verdi. Niye Kaçarız. s satır: Tengri irade etti için çok biziz. Korkmadık. s üncü satır: Hakan'ıma asker sevk ettirdik. Tanrı iradesiyle. (Orkun, 2011, s. 118) Yazıtlarda görüldüğü gibi Tengri, yüce varlığı ifade etmekteydi. Tengri teg Tengri" ifadesinde de görüldüğü gibi Tengri iki defa söylenmiştir. Burada Tengri hem

28 13 yaratıcı varlığı hem de maddi gökyüzünü ifade etmektedir. İlk Tengri, yücel varlığı, ikinci kez kullanılan Tengri ise gökyüzü mahiyetindedir. Şüphesiz bu ayırımı bozkır toplumlarının her bireyi bilmekteydi. (Koca, 2003, s. 161) Göktürk kitabelerinde sık sık iki kavram için kullanılan Tengri, daha sonraki dönemlerde sadece yaratıcı yüce varlık için kullanılmıştır. Uygur metinlerinde bunu daha net bir şekilde görmekteyiz. Uygur metinlerinde "Gök" maddi gökyüzünü karşılarken, Tengri yaratıcı yüce varlık yerine kullanılmıştır. (Koca, 2003, s. 161) Ülgen adı ve kavramı Bozkır toplumlarında Tengri yani yaratıcı yüce varlıkla birlikte kutsiyet atfedilen birçok isim ile karşılaşırız. Bu varlıklar da tanrılaştırılmış olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bunlar arasında büyük ve ululuğu ifade eden Ülgen adı ön plana çıkmaktadır. Ülgen insanlara iyilik eden bir varlıktır. (Gömeç, 1998, s. 41) Bazı yerlerde Kayra Han olarak da geçen Ülgen bütün âlemin büyük Tanrısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün dua ve yakarışlarda o "sevgi dolu, koruyucu ve himaye eden" şeklinde tesmiye olmaktadır. Bu varlık için kurban adama zorunluluğu bulunmamakla beraber o her zaman merhamet sahibi idi. (İnan, 1998e, sayfa 390) Altay insanları arasında Tanrı algılayışı farklılıklar göstermekteydi. Öyle ki kamların algıladığı yüce varlık ile sıradan insanların algıladığı yüce varlık arasında farklılıklar bulunabiliyordu. Kamlar Kuday ve Tengri'nin baş tanrı olduğu görüşünde iken, insanlar Ülgen'in baş tanrı olduğu görüşündeydiler. (Potapov, 2012, s. 289) Bunun nedeni olarak da Tengri'nin buyruğu ile bütün dünyevi işlerde daha çok Ülgen'in görülmesinden kaynaklanıyordu. Bu suretle de Ülgen'in baş tanrı olduğu kanısına varılması yanlışlığına düşülmesine neden olmaktadır. Şüphesiz ki Tengri'nin evrenin yaratılışı ve sonunu açıklayan mitlerde yer almasına rağmen Ülgen'nin bu yaratılış mitlerinde yer almaması, onun ikinci bir kutsal olduğunu gözler önüne sermektedir. (Arpacı, 2012, s. 160) Kültür araştırmacıları, Ülgen'i daha çok tabiat olaylarının gerçekleşmesinde görmektedirler. Ülgen, yıldızları idare eden, yeryüzüne rüzgar, yıldırım ve yağmuru gönderen varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. (İnan, 1998f, s. 413)

29 14 Altay toplumlarında Ülgen yaratıcı olarak da bilinir. O, ay ve güneşi yaratandır. Onu tanımlarken Kaçinler ve Teleütler gibi bazı toplumlar, "yaratıcı ana" diye tesmiye ederler. Burada onu dişi olarak vasıflandırırlarken, başka toplumlarda da o erkek olarak tesmiye edilmiştir. Şüphesiz yaratıcılarda cinsiyet ayrımı olmadığı da aşikârdır. (Potapov, 2012, s. 310) Ülgen her zaman merhametli olmasına rağmen onun rızasını kazanmak gerekliydi. Onun adına bozkır toplumlarında birçok ritüeller gerçekleştiriliyordu. Bu ritüelleri gerçekleştirmek için belirli bir zaman dilimi olmamakla birlikte 3, 6, 9 veya 10 yılda bir ayin yapılarak, genç kısraklar onun için kurban edilirdi. Bu kurban merasimleri daha çok ilkbahar ve sonbahar dönemlerine gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen bu ritüellerde Kam, bütün teferruatları özenle icra ettiği görülürdü. Ancak kurbanı daha çok adayan kişi keser ve ailesiyle birlikte Ülgen'e çeşitli istek ve dualarla, Ülgen'in verdiklerine karşı şükranlarda bulunurlardı. (İnan, 1998f, s. 414) Bozkır toplumlarının ifadelerine göre ülkenin 7 oğlu bulunmaktaydı. Bu oğullar da Ülgen gibi insanlara karşı son derece şefkatli idiler. Ülgen'in oğulları Ülgen'e çeşit olmamışlardır. Ancak bozkır kavimleri Ülgen'in oğullarından her birini kendileri için koruyucu ruh olarak sayarlardı. Bunun içinde her kavim kendi koruyucusu için çeşitli ritüelleri gerçekleştirmiştir. (İnan, 1998f, s. 414) Ayrıca Ülgen'in yedi kızı vardı. Ancak bunların şahsen isimleri belirlenememesine rağmen bunlara "afif kızlar" denilmektedir. Bu kızlar kamların Ülgen'e olan yolculuklarında kamlara yardımcı olmaktaydılar. Bu suretle kam elbiselerinde bu kızları temsilen küçük tasvirler bulunmaktadır. (İnan, 1998f, s. 414) Ülgen'in yaşadığı yer ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Ülgen'in gökte yani Güneş veya ayda yaşadığı söylenmektedir. Kamlar Ülgen'e ulaşmak için çeşitli yollardan geçmektedirler. Bu yollar ise bazı engellerle doludur. Bazen 7 bazen de 9 engelli geçmeleri gerekir. Ancak kam sadece 5. engel olan Demirkazık yıldızı yani Kutup yıldızına kadar çıkabilmektedir. Buradan öteye, Ülgen'in altın tahtanın bulunduğu, altından yapılmış Sarayı'na gidememekteydi. (İnan, 2000, s. 32) Ülgen insanlara karşı son derece merhametli davranmıştır. İnsanların yaşamını kolaylaştırmak için çeşitli unsurları insanların yararına sunmuştur. Öyle ki

30 15 insanların ateşi kullanması da Ülgen'in insanlara sunduğu bir lütuf olmuştur. İnsanlarda Ona ezelden beri saygı duymuşlardır. (İnan, 2000, s. 32) Ülgen'in göklerde yaşadığı bilinmekteydi. Ona dualarla her insan ulaşamamaktaydı. Özel ruh haline bürünebilen kamlar dahi belli engelleri aşarak ancak 5. engel olan Demirkazık yani Kutup yıldızına kadar ulaşabilmektedir. Bu zorlu yolda kamlar da yardımcı olmaksızın Kutup yıldızına ulaşamıyorlardı. Kamlar, Ülgen'in görevlendirmesi sayesinde Yayık, Suyla, Karlık, Utkuçı gibi ruhların yardımıyla Kutup yıldızına ulaşabilmekteydiler. (Candan, 2002, s. 152) Umay adı ve kavramı Bozkır toplumlarının inanç sistemlerinde adı geçen tanrısal unsurlardan bir tanesi de Umay'dır. Orhun Abideleri gibi birçok metinde karşımıza çıkan Umay ismi özellikle yeni doğan çocuk ve hayvanların koruyucusudur. (İnan, 1998c, s. 274) Umay ismi Tanrı olarak değil, daha çok koruyucu ruh yani "iye" olarak düşünülmüştür. (Memmedov, 2002, s. 335) Umay, Çular döneminde çocukların koruyucusu, kızıl giymiş, topuzlu güzel kadın olarak düşünülmüştür. Göktürk dönemine tarihlendirilen bir mezardan çıkarılan kaya resminde, bağdaş kurulmuş saçlı kadının Umay olduğu düşünülmektedir. (Esin, 2001, s. 60) Umay'ın çocukların ve hayvanların koruyucusu olması hasebiyle onun annelik rolünden dolayı toprak ile özdeşleştirilmiştir. Nitekim Kültigin, Tonyukuk abidelerinde ve Ulan Batur civarında çıkarılan kaya resimlerinde onun koruyucu ve himaye ediciliği ön plana çıkmıştır. Yani bu varlığın anne vasfı ile dişil olduğu kanısına varılabilir. (Gıraud, 2007, s. 137) Umay ismi dar bir alanla sınırlı kalmamış bilakis varlığı çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bu ismi Kıpçakların da aynı manada kullandıkları bilinmektedir. Kaşgarlı Mahmut'un da belirttiğine göre "Umay'a tapıldığında bir çocuk doğmaktadır". (Roux, 1999, s. 138) Buradan da anlaşılacağı üzere Umay çocuk doğumunda ve onun büyüme aşamasında koruyucu bir rol üstlenmektedir. Bozkır toplumlarının inanışlarına göre bebekler Umay ile konuşabiliyordu. Umay da bu çocukları herhangi bir kötülüğe karşı koruyordu. Bu suretle de bebeğin

31 16 davranışlarına göre Umay ile ilgili iletişimi yorumlanmaktadır. Örneğin bebek ağlar ise Umay'ın bebeğin yanından ayrıldığı görüşü vardır. Bebeğin hastalanması da yokluğuna bir işarettir ve böyle bir durumda kamlar ayin yaparak bebeğin yaşam unsuru olan kutun kötü ruhlar tarafından çalınıp çalınmadığını araştırırlardı. Eğer kutun çalındığı kanaati oluşursa bebeğin ölümü de kaçınılmaz olurdu. (Potapov, 2012, s. 141) İnanç sisteminde Umay ismi yeryüzü ile karıştırılmaya müsait bir kavramdır. Çünkü yeryüzü de insanların yaşamlarına ve çoğalmalarına direkt etki yapmaktadır. Kaşgarlı, Umay ismini anne ile bebek arasında bağ olan "Plasenta" şeklinde çevirmektedir. Dolayısıyla Umay'a yeryüzü benzetmesi de yapılabilmektedir. Bozkır toplumlarının yeryüzünde kutsadıkları unsurlar arasında Umay ismi de geçmektedir. Yakutlarda Köğmen kutsal dağı, Iduk yersub, Hunan Tengri'den sonra dördüncü sırada Umay adi gelmektedir. Kül Tigin yazıtında da Kağan göğe benzer olduğu gibi hatun da Umay'a benzer olduğu belirtilmektedir. (Roux, 2011, s. 143) Altay toplumlarında da doğum yapan kadınların ve çocukların koruyucusu olarak Umay görülmektedir. Burada bulunan yazıtlarda da Umay koruyucu himaye edici anlamındadır. (Potapov, 2012, s. 337) Ayrıca koruyucu olarak bilinen Umay'ın bir diğer adı ise Öd Tengri" yani zaman tanrısı şeklindedir. (Roux, 2013, s. 148) Erlik adı ve kavramı Bozkır toplumlarının inanç sistemlerinde yer alan Erlik ismi Ülgen'den daha farklı olarak yeri daha belirgindir. Belirtilenlere göre Erlik'in makamı Güneş ve Ay'ın olmadığı yer altı dünyasıdır. Erlik ile ilgili bilgiler birçok yerde karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Orhun ve Yenisey yazıtlarında "Erklig" biçiminde görmekteyiz. (Potapov, 2012, s. 300) Daha erken dönemlerdeki belgelerde de Erlik ile ilgili bilgilere rastlanılmaktadır. Bozkır inanç sisteminde Erlik ile ilgili detaylı bilgilere sahibiz. Altay toplumlarınca Erlik güçlü-kuvvetli anlamındadır. Eski Uygur Buda metinlerinde ise Erlik karanlık dünyanın hâkimi olarak karşımıza çıkmakta ve Erklig Yama olarak adlandırılmaktadır. Görüldüğü gibi burada Yama'ın sıfatı konumundaki Erlik güçlü

32 17 anlamındadır ve Uygurlar tarafından kötü ruhların başkanı şeklinde yorumlanmıştır. (İnan, 2000, s. 39) Erlik, Bozkır toplumlarının inançlarında kötü ruhların en başında gelmektedir. Makamı yer altında olan bu kötü ruhun kardeşi olan Ülgen ile benzerliği bulunmamaktaydı. Erlik, emrindeki kötü ruhlarla birlikte insanlara musallat olur ve insanları cezalandırırdı. Ancak onun oğulları, insanlara kötülük etmekten ziyade Erlik'in kötü davranışları karşısında insanları korumaktadırlar. (Erdoğan, 2007, s. 45) Erlik ile ilgili en geniş bilgileri kam dualarında bulmaktayız. Burada Erlik'in kıyafeti ve dış görünüşü tasnif edilmektedir. Kam dualarında Erlik ile ilgili şu bilgiler verilmektedir: Erlik atletik vücutlu bir ihtiyar görünümündedir. Gözleri ve kaşları kömür gibi kara, dizlerine kadar uzanan sakalı çatallıdır. Domuz azı dişine benzeyen bıyığı, kıvrılarak kulaklarına asılmıştır, Çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine benzemektedir. Saçları ise kıvırcıktır. (İnan, 1998f, s. 405) Yeraltında yaşayan Erlik, burada kendi düzenini kurmuştur. Yeraltında kendi güneşini oluşturmuş ve burayı kendi güneşinin kara ışıklarıyla aydınlatmıştır. Ayrıca Erlik, yeraltında kendisine damı demirden olan ve ocağı balçıktan yapılmış bir saray inşa etmiştir. Burada gümüşten yapılmış olan tahta oturmaktadır. Onun yeşil demirden yapılmış kılıcı ve yassı demirden yapılmış kalkanı bulunmaktaydı. Sarayının önünde ise hazır halde 9 boğa bulunurdu. (Erdoğan, 2007, s. 55) Bozkır toplumlarınca yeraltı dünyasında yaşadığı belirtilen Erlik'in bindiği beygir arap atı olan "Argımah"tır. Onun döşeği kara kunduz derisinden yapılmadır. Mutfağı topraktan yapılan sarayının duvar başladı merdivenden yapılmıştır. (İnan, 1998ç, s. 341) Altaylıların inanışlarına göre, kötü ruhlar yeryüzünün her köşesine yayılmış durumdaydı. Bu kötü ruhlar kendi bölgelerinde durmak yerine insanlara musallat olmaktaydılar. Onlar yorulmak nedir bilmeyen açgözlü oburlardı. Kendi aralarında ihtilaflar ve savaşlar da eksik olmazdı. İnsanlar üzerinde büyük bir tesirleri vardır. İnsanların hastalanması durumunda bu ruhların insanları yediği düşüncesi vardı. Vücutta beliren yaraların ise bu kötü ruhların ısırması dolayısıyla oluştuğu düşünülmekteydi. (Erdoğan, 2007, s. 131)

33 18 Karatöz zümresinden olan Erlik Altaylıların inanç merkezini teşkil etmektedir. En ağır felaketleri, en salgın hastalıkları Erlik ile ilişkilendirilirler. Bu hastalıkların gelişinin nedeni ise Erlik'in insanları kurban vermeye zorlamaktır. Bu istekler karşılanmaması durumunda Erlik, insanları öldürmektedir. Erlik insan ruhunu, yanına alarak yeraltına götürür ve burada yanına aldığı ruhları kendisine hizmetçi yapar. Daha sonra hastalıkları yaymak için de yanına aldığı bu ruhları kullanmaktaydı. (İnan, 1998f, s. 405) Karatözlerin başında gelen Erlik, bilgisizliği ve yıkıcılığı ile ön plana çıkarken, İslam dünyasındaki şeytan ile özdeşleştirilir. (Ozan, 2015a, s. 66) Ancak Erlik, İslam daki şeytandan farklı olarak insanları kötülüğe teşvik etmekten ziyade, evrensel düzene karşı gelenleri cezalandırmakla mükelleftir. Bu suretle de ona küfür edilmez ve o kötü sözlerle anılmazdı. (Arpacı, 2012, s. 159) Erlik'in insanlar üzerindeki etkisinden korku duyulur ve özellikle hastalık dönemlerinde onun adının anılmamasına dikkat edilirdi. Bu dönemlerde ona "Kara neme" denilmekteydi. O, kendini bilmez, insanlara acımayan, inatçı olarak anlatılır. Erlik bu kadar acımasız olmasına rağmen insanlar onu çeşitli hediyelerle aldatmayı başarabiliyorlardı. Bu hediyeler ise herhangi bir şey olabilirdi. Örneğin hasta zayıf hayvanlar ona kurban edilirdi. Bu kurban merasimi iyi tözlere yapıldığı kadar itinalı ve düzenli olmasına dikkat edilmemiştir. (İnan, 1998f, s. 405) İnsanın yaşam gücü olan ruhun geri alınma zamanı gelince, Erlik gelir ve insan ruhunu yanına alırdı. İnsan kutunu veren, yaşamın devam etmesini sağlayan Umay olduğu gibi, kutu geri alan ve yaşamı sonlandıran da Erlik olmuştur. Bu suretle Umay doğumu, Erlik ise ölümü belirlemekteydi. (Potapov, 2012, s. 303) Erlik'in yeraltı dünyasına giden "puudak" adı verilen bir yol vardı. Bu yol çeşitli engellerle dolu idi. Kamlar ihtiyaç zuhur bulduğu zaman bu yolu kullanarak Erlik'in dünyasına giderler ve burada Erlik ile birebir konuşma şansına sahiptiler. (İnan, 1998f, s. 407) Erlik yeraltı dünyasında yalnız değildir. Onun oğulları ve kızları bulunmaktadır. Erlik'in 7 ve ya 9 oğlu vardır. Bunların şahsi isimleri bulunmakla birlikte her kam bu isimleri farklı zikretmektedir. (İnan, 1998f, s. 407) Dolayısıyla bizler Erlik'in

34 19 oğullarının isimlerini sıralayamamaktayız. Kamlar kendilerinin inandığı şekilde Erlik'in oğullarını zikretmektedirler. Bozkır toplumlarında, Erlik'in oğullarının kapı girişlerinde kendilerini kötülüklere karşı bekçilik yaptıkları inanışı hâkimdi. Bu suretle Erlik'in oğullarına saygı gösterirlerdi. Kamlar ise Erlik oğullarının yardımları sayesinde yeraltı dünyasına gidiyordu. Oradaki engelleri bu ruhların yardımıyla geçebiliyordu. Burada Erlik in oğulları, Erlik ile kam arasında vasıtacılık görevini yüklendikleri görülür. (İnan, 1998f, s. 410) Erlik'in oğullarıyla ilgili kaynaklarda birçok bilgiler bulunmasına rağmen kızlarıyla ilgili bilgiler sınırlı kalmıştır. Onların sayıları da değişiklik göstererek 2 ile 9 arasındadır. Erlik'in oğullarının isimleri değişiklik göstermesine rağmen bulunurken, kızların isimleri hakkında hiçbir bilgiye sahip değiliz. (Potapov, 2012, s. 306) Bu kızların Erlik ile birlikte yeraltı dünyasında yaşadığı biliniyor. Yaşadıkları yer ile ilgili "oyın yeri" veya "kaygan sarı oyuk" olarak tesmiye edilen mahallede harmanlı, kuru, çıplak bölgede yaşadıkları belirtilir. Bu kızların özel bir amaçları olmamakla birlikte zevk ve sefa içinde oldukları belirtilir. Ancak kamın yeraltı dünyasına yaptığı yolculukta bu kızlar ile karşılaşması durumunda, kızlar kamı kendi yanlarına çekerek yolundan etmek isterler. Kamın beraberinde getirdiği unsurların kendilerinin hakkı olduğunu söyleyerek kamı kandırmaya çalışırlar. Kam eğer bu aldatılmaya kanar ise Erlik veya başka bir ruh tarafından öldürülür. (İnan, 1998f, s. 412) Uygurlara ait onuncu yüzyılda yazılmış olan Altun yaruk yazıtında Erlen Han adı zikredilmektedir. Önceleri gökyüzünde bulunan ama daha sonra yer altına inerek kötülük ruhları ile anılan Erlen Han, Erlik ile özdeşleşir. Burada kara kamlar tarafından adına törenler düzenlendiği görülür. Kara kamlar Erlen adına kurbanlar sunarlardı. (Potapov, 2012, s. 301) Bozkır toplumlarında, ölümden sonra da hayatın olduğu inancı vardır. İnsan öldükten sonra ruhu ölüler dünyasına, atalarının yanına vb. yerlere gitmekteydi. Ancak bu ruhlar Erlik'in yaşadığı yer olan yeraltı dünyasına gitmemekte idi. Bu suretle de Erlik'in ölüm Tanrısı olduğu anlayışı kabul edilmemektedir. Ölümden sonra ruhlar tanrının ya da atalarının ruhlarının yanına varıncaya kadar

35 20 yolculuklarına devam etmekteydiler. Aynı şekilde kamların ruhları da bu şekilde yolculuğa çıkmaktadır. Fakat bazı kötü kam ruhları yeryüzünde kalır ve insanlara çeşitli hastalıkları bulaştırırlardı. (Potapov, 2012, s. 303) Bozkır toplumlarının en büyük şahsiyetlerinden birini anlatan Alper Tunga Destanı'nda da Erlik ile ilgili bilgiler mevcuttur. Burada Ödlek olarak adı geçen ruhun "Ajun beyini" öldürmesi ile birlikte Erlik hanın gücünü görmüştü. Böylece Ödlek, yeraltı dünyasının hâkimi Erlik'e yaklaşmış olmaktaydı. (Esin, 2001, s.75) Kamlar, bozkır toplumlarında ak ve kara olmak üzere ikiye ayrılırlardı. Kara kamların yetkisi ve işlevi daha çok olmakla birlikte kara kamlar, Erlik için törenleri icra ederlerdi. Bozkır toplumlarındaki genel inanca göre hastalıkların oluşmasının ve bazı ölümlerin müsebbibi Erlik olarak görülmektedir. Bu hastalıkların ve ölümlerin engellenmesi için kara kamlar ayinler düzenlerdi. Bu ayinler genellikle geceleri olmaktaydı. Bu ayinlerde Erlik için özensizce seçilmiş kurbanlar sunulmaktaydı. Kam ayin sırasında Erlik'in bulunduğu yeraltı dünyasına gider, burada beraberinde getirdiği kurbanın ruhunu sunardı. Bu yolculuk esnasında ise çeşitli ruhlar kama yardımcı olmaktaydı. (Potapov, 2012, s. 305) 2.2 Yaratıcının Özellikleri Ezeli ve ebedi Bozkır toplumlarında birçok Tanrı ismi geçmektedir. Bu isimler döneme ve coğrafyaya göre farklılıklar göstermektedir. Genel itibariyle bu tanrı isimleri, belirli özelliklerinin dışında farklılık arz etmedikleri görülmektedir. Şüphesiz bu farklılıkların oluşmasındaki en önemli pay da yüksek bir kültürün oluşmuş olmasından kaynaklanmaktaydı. Bozkır toplumları büyük bir coğrafyaya yayılmasına rağmen Gök tanrı inancı etrafında birleşmişlerdir ve bu inancın en büyük ortak özelliği tek tanrı düşüncesidir. Bu inanç çerçevesinde, merkezde yaratıcı yüce varlık olan Tengri vardı. Ancak bu inanç birliğine bütün Bozkır toplumları katılmamıştır. Sadece yüksek bir kültür oluşturmuş olan İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve Oğuzlar gibi topluluklar katılmışlardır. (Koca, 2003, s. 162)

36 21 Sonsuz hayatın sahibi olan ve önceden var olup sonra da var olacak olan tek tanrıdır. Bu tek tanrının ezeli ve ebedi oluşu Kültigin abidelerinde şu şekilde geçmektedir: "öd Tengri yaşar kişi oglı kop ölgeli törümiş" yani zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için türemiş" (Fatma Turan, 2015, s. 38) Bozkır toplumlarının sahip olduğu bu tek tanrı inancını yabancı kaynaklar da belirtmektedir. Yabancı kaynaklarda bu Tanrı'nın ezeli ve ebedi olduğu yani ölümsüzlüğü belirtilmiştir. Ama tanrının bu özelliği belirtilirken yabancı kaynaklar ve yerli kaynaklar Gök Tanrı nın sözlü veya resimle bir tasvirini yapmamışlardır. Bozkır kavimleri Gök Tanrı'yı gözle görülemeyen yüce varlık yani ruh olarak düşünmüşlerdir. (Koca, 2003, s. 163) Tanrı bütün evreni kaplayan, devasa olan ve değişmeyen tek unsurdur. Bu suretle Bozkır toplumlarının yaşayışında huzur ve güven vermektedir. Sürekli bir değişim içerisinde olan dünya insanoğluna güven vermemektedir. Evrenin ve varlığın yaratıcısı olarak Tanrı, tek olan ve eşi benzeri olmayandır. (Arpacı, 2012, s. 81) Kaynaklarda Tanrı'nın şekli ile ilgili bir ifade bulunmamaktadır. Ancak kaynaklarda Tanrı ile ilgili anlatımlar da onun kendisine ve göğe benzediği anlaşılmaktadır. Göktürk yazıtlarında geçen "Tengri teg Tengri" ifadesi bu anlatımı açıklamaktadır. Buradaki "teg" sözü gibi benzer anlamında kullanılmıştır. Yani nasıl ise öyle şeklinde açıklanabilir. (Ögel, 2014, s. 189) 2.2 Koruyucu Gök ile birlikte özdeşleşen Tanrı, bünyesinde yücelik kavramı barındırıyordu. Bu yücelikle birlikte Tanrı, Bozkır toplumlarının varlığını kendi iradesiyle devam ettiriyordu. Örneğin: savaşlarda tanrının iradesi sayesinde zafere ulaşılmaktadır. (Türk Dünyası El Kitabı, 1992, s. 213) Burada göğü tanımlarken kullanılan "üze" yükseklik ve yücelik manasındadır. Aynı zamanda "ediz" kelimesi de yücelik anlamındaydı. Şüphesiz bu terimler göğün yüceliğini kendi bünyesinde barındıran Tanrıdan başka bir şeyi ifade etmiş olamazdı. Uygur metinlerinde geçen "yüksek ediz" sözleri de bu manayı tamamlar nitelikte olmaktadır. (Ögel, 2014, s. 192) Bozkır toplumlarının inançlarında ortaya çıkan semavi yüce varlıklar, sıfat ve vasıflarıyla birlikte, işlev ve Tabiatlarını tamamlamaktaydılar. Tanrıları bu sıfat ve

37 22 vasıfları, insanların dua ve yakarmalarında belirginleşmektedir. Yakutlarda "ürün ayı toyun", "Ülgen" yani büyük adı geçmektedir. Aynı şekilde "Ak ayaz" ve "çok aydınlık Han" tabirleri de kullanılmaktaydı. Ostyaklar ve Voğullar da sıfat olarak "büyük", "aydınlık", "efendi" gibi kelimeleri kullanırlar. (Güngör, 1997, s. 60) Tanrı insanoğlunun her zaman yanında koruyucusu olmuştur. Onu zor durumdan kurtarmak için her an hazır durumdaydı. İbni Fadlan ın belirttiği gibi Oğuzlar zorluk ile karşılaştığı zaman ellerini kaldırarak "bir tanrı" diyerek durumun mahiyetini tanrıya bildirmekteydi. Bu suretle Tanrı onu bu duasıyla korumaya ve muhafaza etmeye başlıyordu. (İnan, 2000, s. 27) Bozkır toplumunun inanışına göre tanrı milletin cezalandırıcısı ve bağışlayıcısı olduğu gibi koruyucu ve Kağan vericisidir. Bilindiği üzere bozkır toplumları dağınık bir şekilde yaşar. Genelde göçebe hayat süren bozkır toplumları dağılmaya müsait bir topluluktur. Ancak Tanrı onların dağılmasını engellemek ve hayatlarının devam etmesini sağlamak için Kağan göndermekteydi. Şüphesiz bu durum tanrının milliyeti, bütün tehlikelere karşı koruyucu vasfından ileri gelmekteydi. (Yıldırım, 2015, s. 23) Bozkır toplumlarının Tanrı panteonunun en önemli özelliği, karakterlerinin evrenin 3 bölümüne yayılmış olmasıdır. Bu 3 bölüm ise; Gök, yer ve yeraltıdır. Gökte yaratıcı yüce varlık ve insanlara iyilik eden ruhlar bulunmaktaydı. Bunlar insanlar lehine olan durumlarda ortaya çıkmaktadır. Ancak herhangi bir saygısızlık durumunda insanları cezalandırmada da geri durmuyorlardı. Yer üstünde ise tabiatta bulunan temel unsurlar ve tabiat olaylarının iyeleri bulunmaktaydı. Dağ, nehir, orman ve rüzgar, yağmur gibi iyeler bunlara örnek olarak gösterilebilir. İnsanlara en yakın unsurlar bunlardır. İnsanlarla iç içe olduklarından her türlü hediye ve ikramlar aracısız bu iyelere sunulabilmekteydi. Ancak bu iyelerin bozkır toplumları arasındaki adlandırmaları farklılıklar göstermektedir. Son olarak yer altında da insanlara etki eden ruhlar bulunmaktaydı. (Potapov, 2012, s. 287) Tanrı'yı bozkır kavimlerinin koruyucusu olarak gösteren bir başka unsurda "yarlıqqa" fiilidir. Bu fiil "Acımak, Affetmek" Affetmek manasını taşımaktadır. Ancak bu fiil Tanrının gazabını da içerisinde barındırmaktadır. Ama bu durum şayet tanrının emir ve yasaklarına uyulmadığı zamanı kapsamaktadır. Anlaşılıyor ki

38 23 Tanrı halkı bir çizgide tutmak ve bu şekilde varlığını devam etmesini istemektedir. (Gıraud, 2007, s. 135) Tanrı insanların kaderine hâkim idi. Onun iradesi dışına çıkılamazdı. Tanrı ulusal olduğu için halkın selametini gözetmektedir. İnsanların hatasını ise cezalandırarak onun daha fazla yanlışa düşmesine mani olmaktaydı. Tanrı insanların ümitsizliğe düştüğü anlarda, onu zaferler kazandıran bir toplum seviyesine çıkarırdı. (Gıraud, 2007, s. 138) Şamanist inancında bütün dünya ruhlardan ibarettir. Yeryüzünde bulunan dağ, orman, göl, ırmak, ateş, yıldızlar, canlı birer nesnelerdir. Kutsanmış olan Alaş, Tannau, Hanga, Altay dağları, Abakan, Kem (Yenisey), Katun, Sütgöl, şamanistler için birer coğrafi isim değil, aynı zamanda her türlü insani vasıfları bulunan varlıklardır. Bu suretle şamanistlerin dağ, ırmak gibi varlıklardan bahsederken gerçek manada dağ ve ya ırmaktan mı yoksa coğrafi isim almış insanlarda mı bahsettiklerini anlamak oldukça zordur. Yani ruh bizzat dağdır, dağ bizzat ruhtur. (İnan, 2000, s. 51) Bozkır şamanistlerince belirtilen bu kutsanmış iyeleri şöyle sıralayabiliriz; ilkel yaratıcı Gök tanrı; iyilik yapan koruyucu ruhlar; kötülük ve yeraltı ruhları; fırtına, gök gürültüsü, şimşek, yıldırım, yağmur, ruhları; savaş, adalet, hastalık, güzellik, ruhları; ölüm ruhları; cehennem ruhları; kozmik varlıklarla temsil edilen ruhlar; hayvanların, bitkilerin ruhları; mevsim, bereket ve bolluk ruhlarıt deniz, su ve orman, nehir, demir, maden, ateş ruhları ve koruyucu ruhlar. (Erdoğan, 2007, s. 43) Bozkır toplumlarının koruyucu ruhları, bozkır kavimlerinin her zaman yanında olmuştur ve insanlara yardımda bulunmuşlardır. Bu suretle bozkır toplumlarının yerini yurdunu bırakıp Çin'e gitmesi hoş karşılanmamıştır. Kül Tigin kitabesinde bu konuyla ilgili Türk milletinin Ötüken'de oturması buyurulmuştur. Türk milleti yeri, suyu koruyucu ruhlar ile beslenen, Kağan'ı ve beyleriyle korunan yerini ve yurdunu bırakıp gitmemelidir. (Ögel, 2014, s )

39 Öğretici Ezeli ve ebedi olan yaratıcı yüce varlık, bozkır toplumlarını koruduğu gibi onları daha iyi şartlarda yaşatmak için çeşitli zorluklarla mücadele etmeyi öğretmişti. Örneğin; Voğullarda Numi-turem yalnızca yaratıcı ve koruyucu olmamıştır. O insanlığın gelişimine yardım etmiş ve insanoğlunun yaşamını kolaylaştırmak için çeşitli teknikleri öğretmiştir. En basit araçların kullanımının yanı sıra balık tutmayı öğretmiştir. (Eliade, 2003a, s. 81) Gök, evrensel düzenin ilkel biçimi olmaktaydı. Gök ve evrenin yaratılması kozmik unsurlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Gök tanrı bu kozmik unsurlarla bütün varlıklara yaşama olanağını bahşetmiştir. Ancak burada Tanrı hayatın devamlılığını insana bahşettiği öğretileriyle sağlamıştır. Bu suretle onun öğretilerine yani emirlerine kati şekilde bağlı kalmak gerekmektedir. (Güngör, 1997, s. 61) Bozkır toplumlarında, Tanrı ve ruhlar genel itibariyle milletin koruyan, esirgeyen, bağışlayandır. Onlar insan yararına olan her şeyi öğütlemektedirler. Kendileri gibi iyilik yapmayı doğru ve mert olmayı, adaletli olmayı insanlara öğütlemektedirler. Kötülük ruhlarının sayısı çok değildir, ancak onlara zebaniler, cinler ve şeytanlar yardım etmektedirler. Yeryüzündeki bütün kötülükler bunlar vesilesiyle yapılmaktaydı. (Erdoğan, 2007, s. 43) Gök tanrı ise bu kötülüklerden kaçınılmasını aksi takdirde cezalandırılacağını bildirmektedir. Tanrı insanlığın yararına olan her şeye müdahil olmaktaydı. O insanları birebir takipte olmuştur. Göktürk yazıtlarında bununla ilgili olarak Tanrı, kendi devletinden ve yurdundan ayrılanlara, kağanına itaat etmeyenlere ve düşmana boyun eğenlere karşı son derece duyarlıdır. Eğer düşmana karşı boyun eğen olursa en ağır ceza olan ölüm ile cezalandırılır denilmektedir. (Koca, 2003, s. 164) Güçlü ve kudretli Bütün büyük dinlerde yaratıcı yüce varlık olan Tanrı'dan başka, o dinin kutsal bir kitabı, belirli bir kutsal mekânı ve belirli bir ibadet şekli vardır. Ancak büyük bir coğrafyada karşımıza çıkan Bozkır toplumlarının inancında şimdiye kadar hiç bir metinde kurucuya, peygamberlere, kutsal kitaba ve kutsal bir tapınağa rastlanılmamıştır. Kısmen de olsa ibadetin varlığından söz edilebilir. Eski Türkçe'de yer alan yükünç" veya "tapıngu" ibadet; "ökünç" veya "ökünkü" tevbe;

40 25 "alkış" dua gibi terimlerin bulunması Bozkır toplumlarında ibadetin yer aldığı izlenimini oluşturmaktadır. (Koca, 2003, s.159) Bozkır toplumlarının Gök Tanrı sı, ezeli ve ebedir, koruyucu ve öğreticidir. O yaratıcı yüce varlıktır ve değişmemektedir. Oysaki diğer ruhlar ve unsurlar beşeri zaaflara maliktirler. Ancak bu ruh ve unsurlar çeşitli yazıtlarla beraber yeryüzünde ve öbür dünyada yavaş yavaş yaygınlaşmış vardır. (Rasonyi, 1971, s. 30) Beşeri zaaflara malik olan ruhlara örnek olarak aşağıdakileri sunabiliriz. İl inesi "İnkey" ve "Ana Maygıl" kuvvetli ruhlardandır. İnsanların huzur ve mutluluğunu sağlayan ateş ruhudur. Gökyüzünde en merhametli ruhlardan birisi de Güneş ruhudur. "Gün ine" şeklinde tesmiye olunur. Ona eşlik eden ise ay ruhudur ve o da "Ay ata" şeklinde tesmiye olunur. (İnan, 1998c, s. 275) Bozkır toplumlarının dini düşüncelerinde, Tanrıya dua ve yakarışta bulunanlar bir tür mübareklik kazanmaktaydı. Ancak bu mübareklik kişilerin yaptığı günlük basit dua ve yakarışlarını kapsamamaktadır. Daha çok hükümdar ve kamların yaptığı ritüeller mübareklik kazanabilmekteydi. Dolayısıyla hükümdar ve kamlar mübarek zat olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü onlar güçlü ve kudret sahibi olan Tanrı ile iletişim durumuna geçebilmektedirler. (Roux, 2005, s. 183) Bozkır toplumlarından olan İskitler'de de böyle bir düşünce bulunmaktaydı. Kam ve hükümdar toplum arasında saygı gösterilen ve müracat edilen kişiler olarak bulunmaktaydılar. İskitler'de yaratıcı yüce varlık olan Tanrı bulunmaktaydı. Ancak bunun yanında Grek kültürünün İskit topraklarında tanıması ile birlikte İskit toplumu tarafından Grek tanrı panteonuna saygı ve hürmet gösterilmiştir. Fil hakiki İskit toplumunda tek tanrı inancı görülmektedir. O tek ve yücedir. Bütün güç ona aittir. Bunun dışında belirtilen Tanrı isimleri bu Gök tanrının tamamlayıcı unsurları şeklinde düşünülmektedir. (Durmuş, 2012a, s ) Altay toplumlarında da tanrının güç ve kudret sahibi olduğuna inanılırdı. Altaylılar bir dönem atalarının ölümsüz olduğunu düşünmüşlerdi. Bu ölümsüzlük Tanrı tarafından ellerinden alınmıştı. Ancak toplumun güçlü ve muzaffer olma arzusu ile birlikte ölümsüzlüğün geri armağan edileceği kanısı vardı. Bu suretle de Tengri'ye bağışlayıcı olması ve onlardan aldığı ölümsüzlüğü geri vermesi için dualar etmişlerdir. Özellikle kamlar bunun için büyük çaba harcamışlardı. Kamlar yaşam

41 26 kaynağı olan kutun geri alınması ve kötü ruhlarla savaşarak, hastalıkları korumak için ayinler düzenlemektedirler. Ancak kamlar ölümün kaçınılmazlığı karşısında bir çare kalmışlardır. (Roux, 1999, s. 68) Bozkır toplumlarının ve kamların dua ve yakarışlarında tanrının bir tasviri görülmemektedir. Dolayısıyla onlarda tanrıyı put şeklinde tasvir etme algılayışının olmadığı anlaşılmaktadır. 13. asır Uygurları da ezeli ve ebedi olan, insanlar üzerinde sonsuz irade sahibi olan, koruyucu olan, insanları uygarlaştıran, güç ve kudret sahibi tanrının biri tasviri yapılamayacağını, onun hayallerin üzerinde bir varlık olduğunu söylemekteydiler. Bu suretle tanrının tasvirlerinin muhafaza edildiği tapınaklar, Bozkır kavimlerinde görülmemektedir. (Kafesoğlu, 2007, s. 310) Ancak bu durum Bozkır toplumlarında kutsal mekanların olmadığı anlamına gelmemektedir Kut bahşeden İnsan sadece deri ve kemikten müteşekkil değildir. Onun yaşamını sürdürten başka bir unsur bulunmaktadır. Bozkır toplumları, insanın yaşam kaynağı olarak tanrının bahşettiği kutu bildirmektedirler. Bu kut sayesinde insanın varlığı ve soyu devam etmektedir. Bu da şüphesiz Tanrı iradesiyle olmaktaydı. Kut, bozkır toplumlarınca çadırın tepe noktasında bulunan havalandırma bölümünden düşen jelatimsi madde olarak düşünülmüştür. Bu madde hayatın devamını sağlayan güç, zihin, ruh olduğu gibi aileyi, hayvanları koruyandır. Burada dikkat çeken husus ise kutunun çadırın üstünden yani gökten gelmesidir. Bu suretle Kut ile gökyüzü ilişkilendirilmektedir. (Roux,1999, s. 37) İnsanlar ile Kutu buluşturma işini üstlenen varlığa "ayısıt" denilmekteydi. Ancak bu varlığın ismi coğrafyaya ve zamana göre farklılık göstermektedir. İsimlerin fazla olmasına rağmen bu vasıtacı ruhların görevleri ortak olmuştur. Ayısıtlar insan yavrularını, kadınları, hayvan yavrularını ve annelerini kötülüklerden korumaktadırlar. Bu ruhlar çadırın içerisine yukarıdan girer ve çocuğa kutu üflerler. Bu sayede bebek can bulmaktaydı. Çocuk sahibi olamayan kadınlar da çocuk sahibi olabilmek için bu ruha dua etmekteydiler. (Erdoğan, 2007, s. 72)

42 27 Bozkır toplumlarının inançlarında bulunan kut, "mutluluk" kelimesi olarak anlaşılmıştır. Ancak araştırmacılar ona ikinci anlamı olarak "Kader" kelimesini eklemişlerdir. Uygur toplumu tarafından da kullanılan Kut kelimesi, evrenin yapısal gücü olarak düşünülmüştür. Bu suretle Kut evrenin kaderi şeklinde de lanse edilebilir. Anlaşılıyor ki her gücü elinde bulunduran Tengri, iradesiyle kutu Türk hükümdarlarına bahşetmektedir. (Roux, 2011, s. 166) Tanrı iradesiyle bahşedilen kut, Türklerde göğün bir armağanı olarak anlaşılmıştır. Bundan dolayı "töz, oğuş" veya kut olarak isimlendirilen ruh, çeşitli ailelerin kökenini sayılıyordu. (Esin, 2001, s. 24) Türkçe metinlerden elde edilen bilgilere göre kut tek bir defa verilmemekteydi. O "devam etmekte" yani "onaylanmakta" idi. Ancak hemen belirtelim ki bu devam etme bedenden bedene geçtiği anlamına gelmemektedir. Buradan maksat Kut kavramının devamlılığıdır. En eski zamanlarda Kutu bizzat Tanrı vermekteydi. Ancak daha sonra bu Yakutlarda "Art Toyon" Altaylılarda Ülgen veya Umay olarak isimlendirilen vasıtacı ruhlar tarafından taşımaktaydı. Hangi durum olursa olsun kutun göksel bir unsur olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. (Roux, 2011, s. 168) Kut sadece ve sadece yaratıcı yüce güç olan Tengri tarafından yaratılır. Tengri tarafından bahşedilen kut verilen kişi tarafından kullanılmaktaydı. Ancak Tengri tarafından yaratılan kut, yukarıda söylediğimiz gibi çeşitli adlandırmalara rağmen Umay tarafından insana ulaştırılmaktadır. Böylece Umay yaratıcıdan ziyade o vasıtacıdır. Umay'ın görevi kutu taşımak ve kutu taşıyanı korumaktır. Dolayısıyla onu tanrıça olarak algılamak yanlış olur. (Yıldırım, 2015, s ) En eski bozkır yazıtlarında Kut'un Tengri tarafından hükümdara bahşedildiği yazmaktadır. Hükümdar, bizzat Tengri'den aldığı bu kut sayesinde hükümranlığını meşru hale getirmekteydi. Kut ile hükümdar, Tengri'nin desteğini almış ve düşmanlarına karşı büyük bir güç kazanarak muzaffer olmuştur. (Roux, 2011, s.167) Bozkır toplumlarından olan Taba ve Göktürk kağanları da tahta çıkarlarken Tengri'nin desteğini almışlardır. Bunun için tören icra etmişlerdir. Onlar Kut alabilmek için keçeden bir halıya oturtulup 9 defa doğudan batıya doğru döndürülmüştür. Bunun sebebi ise dünyanın doğudan batıya doğru

43 28 dönmesindendir. Bu şekilde döndürülen Kağanlar göğün 9 tabakasını aşarak Tengri'nin huzuruna çıkmışlardır. Burada kutlarını alarak hükümranlık meşruiyetini kazanmışlardır. (Ögel, 2014, s. 206) Tengri'nin bahşetmesi ile alınan kut, kağanın isimleri arasında zikredilmiştir. Hem Göktürk hem de Uygur Kağanlarının unvanları arasında Tengri tarafından bahşedilen Kut, sonsuz bir şekilde kağanda kalmıyordu. O Tengri'nin iradesiyle geri alınabilmektedir. Tengri bu sayede hükümdarı cezalandırabilir. Bu geri alma için "gut taplamadı" bu Kağan'ın mutluluğunu teyit etmediler şeklinde ifade edilir. (Gıraud, 2007, s. 136) Orhun abidelerinde Tengri, dünyayı yarattıktan sonra, Bilge ve Kül Tigin Kağan'lara kut vererek başa geçirmiştir. Bu Kağanlar tanrıdan kut almalarına rağmen dini bir hüviyetleri bulunmaktaydı. Devlette dini bir mahiyet arz etmemekteydi. Son derece siyasi organizasyon olarak görülmektedir. Ancak Uygur kağanları Mani dinine girince durum değişmiştir. Devlet dini bir hürriyet kazanmıştır. Kara-balgasun kitabesinde de görüldüğü üzere Kağan dini yaymakla görevli dini bir lider olarak karşımıza çıkmaktadır. (Güngör, 1997, s. 157) yılları arasında "Tengride Kut bulmuş" unvanı olan Uygur kağanları Mani dinine girdikten sonra bu unvanı kullanmayı bırakmışlardı. Bu unvan yerine "Kün Tengri, Ay Tengri, Kün-Ay Tengri de Kut bulmuş" unvanlarını kullanmışlardır. (Güngör, 1997, s. 142) Kut, çadırın üzerindeki hava deliğinden verildiği şeklinde tasvir edilmiştir. Kut geri alınırken geldiği gibi göğe uçup gittiği söylenir. Başka bir tavsiyede ise onun bir ateş gibi söndüğü belirtilmektedir. Her iki tasvirde de verilişinde gök ilişkilendirildiği gibi yine Gök ile ilişkilendirilmiştir. (Roux, 1999, s. 42) 2.3 Yaratılışa Dair İnanışlar Evrenin yaratılışı Bozkır toplumları yaratılış ve yaratılanlar hakkında birçok fikir öne sürmüşlerdir. Onlar bu konu hakkında ezeli ve ebedi olan, güçlü ve kudretli bir unsur tarafından her şeyin yaratıldığı kanısındaydılar.

44 29 Bozkır toplumlarına göre Âlem, büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Büyük âlem yani makrokozmos Güneş, Ay ve Yıldızların bulunduğu uzay idi. Küçük alem ise dünya yani yeryüzü ile gökyüzünü içermekteydi. Bu küçük âlem canlıların yaşadığı, havanın olduğu yerdir. Bu yer "kalıg" diye adlandırılmıştır. (Ögel, 2014, s. 202) Büyük âlemin yaratılışı ile ilgili genel görüş ise, bir unsurdan türeme şeklinde olduğudur. Bu unsura, büyük bir güç tarafından yine ne şekil ve biçim verilmesiyle büyük âlem meydana gelmiştir. (Özünel, 2015, s. 234) Efsanelerde de geçtiği gibi büyük âlem yoktan var etmek şeklinde meydana gelmemiştir. Kaostan bir tür kozmoza geçişin olması şeklindedir. Yaratılıştaki su motifinin varlığı bunu desteklemektedir. (Güngör, 2012, s. 30) Küçük alem ise iki tanedir. Bunlar ise "Bu Acun, ol Acun" olarak isimlendirilir. Buradan kasıt ise "bu dünya ve öbür dünya"dır. Acun dünya ismini karşılamaktadır. Bu dünya ölümlü olan, Öbür dünya ise ebedi olandır. Türk hükümdarı da bütün insanlığı idare etmek için bu dünyaya gönderilen kişidir. (Ögel, 2014, s. 307) Bu Acun ile ilgili eski Türk yazıtlarında Gök için "üze" yani yüksek ve kök mavimavimtırak denilirdi. Gök, ay ile donatılan kudretli yerdir. Bu kavram Tu-kiularda kullanılmasına rağmen, diğer bozkır toplumlarında daha az kullanılmıştır. (Roux, 2011, s. 119) Eski Bozkır Yazıtları göğün yaratılması hususunda bazı özellikleri açıklanmaktadır. Bu yazıtlarda en önemli husus ise göğün bir bütün şeklinde düşünüyor olmasıdır. Gök ile ilgili bir başka özellik ise göğün 7 veya 9 tabakadan oluşmuş olmasıdır. Çinliler, Hiung-Nuların "Göksel dünyanın 9 tabakadan oluştuğu ve her bir tabakanın da kendine ait ruhları olduğunu belirttiklerini" bildirmektedirler. Nitekim çeşitli kaya resimlerinde bu katmanları andıran işaretler bulunmuştur. Kam davularında bulunan yedi veya dokuz dallı ağaç figürü ve Kayın ağacına 7 veya dokuz çeltik atılması göğün her bir tabakasını temsil etmekteydi, (Roux, 2011, s. 108)

45 30 Burada temsil edilen dokuzuncu kat en üst katmandır. Güneş, Ay ve Yıldızlar bu katmanda yer almaktadır. Çince Shang-ri'en de dokuzuncu katmanda oturan kutsal yüce varlık idi. (Ögel, 2014, s. 202) Bozkır toplumları büyük âlem için tek bir düşüncede sabit kalmamışlardır. Onun oluşumu için, zamanla birçok anlatılar ortaya çıkmıştır. Ancak âlemin ortaya çıkışı ile ilgili farklı görüşlere rağmen ortak olan iki husus bilinmektedir. Bunlardan ilki maddi olarak kabul edilen her şeyin ve canlı varlıkların; can, ruh ve hâkim-sahibe sahip oldukları, ikincisi ise bu can, ruh ve hâkim-sahibin kendi içlerinde de ayrılması ile oluşan durumlardır. Bu iki unsur evrenin temelini teşkil eden unsurlar olmuşlardır. (Roux, 2011, s.105) Evrenin yaratılışıyla ilgili bilgileri eski Türkçe yazıtlardan da öğrenebilmekteyiz. Bunlardan birincisi de şüphesiz Orhun Yazıtları'dır. Bilge ve Kültigin kitabelerinde bununla ilgili bilgiler yer almaktadır. "Yukarıda mavi gök ve aşağıda karanlık yeryüzü oluştuğu zaman ikisi arasında insanoğulları ortaya çıktı. İnsanoğulları üzerinde atalarım Bumin Kağan ve İstemi Kağan hüküm sürdüler." Orhun kitabelerinde geçen bu sözler evrenin yaratılışı ile ilgili bilgiler vermektedir. Burada evrenin yoktan var olmadığını söyleyebiliriz. (Roux, 2011, s. 110) Evrenin yaratılmasıyla birlikte Tanrı, ikametgâh yeri olan göğe çekilmiştir. Bu suretle Gök kutsal olarak bozkır toplumlarında yer edinmiştir. Uygur Yazıtları bu yerlere "Tengri yerleri" yani tanrının oturduğu yer diyorlardı. (Ögel, 2014, s. 203) Denizlerin yaratılışı Bozkır toplumlarının düşüncesine göre hiçbir unsuru yoktan var edilmemişti. Yaratılanların bir özden meydana geldi düşüncesi hâkimdi. Bu da evrenin bir yapı taşının olduğunu göstermektedir. Bu suretle de bozkır toplumlarının birçok efsanesinde yaratılanın özü ile ilgili bilgileri bulabilmekteyiz. Evrenin en eski ve kutsal unsuru su idi. Altay mitolojisine göre Tanrı'dan başka hiçbir şey yok iken sadece "Talay" denilen büyük su vardı. (Erdoğan, 2007, s. 170) Burada su kâinat yaratılmadan önce var olduğu anlaşılmaktadır. Talay, yani sonsuz deniz ile ilgili bozkır toplumlarının birçok efsanesi bulunmaktadır. Bu efsanelerin birinde Talay şu şekilde geçmektedir: "Büyük

46 31 âlemde sadece Tengri ve Talay var idi. Tanrı yalnızlıktan sıkılmıştı. Ne yapayım ne edeyim diye düşünürken birden "önünde ne varsa tut" ilhamı geldi. Bu sırada Talay'ın içinden "Akine" adı verilen bir unsur göründü. Bu varlık Tanrıya "ittim bitti, Yarattım oldu de!' diyerek ortadan kayboldu. Tanrı kendisine söylenen bu sözleri tekrar etti ve bütün benliğini "ittim bitti" ilhamı sardı. Böylece büyük âlem de yaratılmaya başlanıyordu. Görülüyor ki yaratılış bir özden müteşekkil olmuştur. Bu efsaneye göre yaratılışın özünü talaydan yani sonsuz denizden çıkan Akine nin tanrıya verdiği ilham teşkil etmektedir. Bu ilham ile birlikte Tanrı da büyük ve küçük ailemi yani evren ve dünyayı yaratmıştır. (İnan, 1998d, s. 374) Bir başka efsane de ise yaratılış ile ilgili şu bilgiler geçmekteydi: Güneş, ay, gök, yer yaratılmadan önce sadece Talay vardı. Burada Tanrı ve ona eşlik eden bir unsur bulunmaktaydı. Bu iki varlık su üzerinde giderlerken bir düşüncede değillerdi. Ancak birden bir rüzgâr esti ve suyu dalgalandırdı. Bu dalgalar Tanrıya sıçradı. Suyun sıçramasını gören diğer varlık, kendisini Tanrı'dan üstün görerek suyun içine dalıverdi. Ancak o suyun içinde boğulacak gibi oldu ve "Tanrı bana yardım et" diye seslendi. Tanrı ise ona "yukarı çık dedi" ve onun kudretiyle sudan çıkıverdi. Sonra Tanrı tekrar buyurdu ve sağlam bir taş olsun diye seslendi. Hemen orada suyun içerisinden taş çıkıverdi. Tanrı ve diğer unsur bu taşın üzerinde oturdular. Sonra Tanrı, bu unsura emir vererek sudan toprak çıkarmasını söyledi. Bu unsur da hemen suya atladı ve suyun derinliklerinden toprağa çıkartıp Tanrıya uzattı. Tanrı bu toprağı suya saçtı ve "karalar olsun" dedi böylece de suyun üzerinde karalar meydana geldi. Sonra Tanrı tekrar diğer unsurun suya dalmasını ve yeniden toprak getirmesini istedi. O da suya tekrar daldı. Ancak o, az gördüğü karaların yaratılışını kendisinin de yapabileceğini düşündü. Bu suretle iki eline suyun derinliklerinden toprak aldı. Bir elindekini, kendisinin de yapabileceğini düşünerek, ağzına aldığı diğer elindekini ise Tanrıya verdi. Tanrı bir öncesinde olduğu gibi tekrar suya saçtı ve katı yer ortaya çıktı. Bu sırada diğer unsurun ağzındaki toprak da büyümeye başladı ve unsur nefes alamayacak durumlar geldi. Gizlediği toprak yüzünden nefes alamayınca oradan kaçmak istedi, ama nereye gitse orada tanrıyı görüyordu. Boğulacağı sırada "a tanırım, gerçek Tanrı bana yardım et!" diye yalvarmaya başladı. Tanrı "neden toprağı gizledin?" diye sordu. Cevap olarak da "senin gibi yer yaratmak için ağzıma aldım" dedi. Tanrı "toprağı ağzından at" dedi ve o da ağzından toprağı atıverdi. Tanrı ona doğru yöneldi ve

47 32 "şimdi sen günahlı oldun; bana karşı fenalık düşündün. Bu suretle senin adın Erlik olsun ve senin halkın günahkâr, benim halkım ise temiz ve arı olsun" dedi. (İnan, 2000, s.14-15) Her iki efsanede de görülüyor Talay denen su, tanrının ilk imkânını teşkil etmektedir. Daha sonra bu sudan tanrının iradesi ile bütün evren yaratılmıştır. Evren, deniz kara ve varlıkların özü bu sudur. Bu itibarla su, Tanrıya yakarılması durumunda kutsama özelliğine sahiptir. (Oymak, 2015, s. 87) Bozkır toplumlarındaki bu efsane ile birlikte insanlar, her yurdun ve ilin kökenini bir su ile ilişkilendirilmişlerdir. Gerçekten de herhangi bir yerleşim yeri su kaynağının yakınına kurulmaktaydı. Göktürk yazılı Bayan Çur Kağan yazıtında da "onun suyu selenge ırmağı imiş" denilerek yerleşim yerini su ile ilişkilendirmek istenmiştir. (Ögel, 2014, s. 414) Anlaşılmaktadır ki yaratılanların kökenini su oluşturuyordu. Bu suretle onsuz bir hayat düşünülemezdi. Göğün ve yerin kaynağını su oluşturmaktaydı. Canlıların hayatını devam ettirebilmesi de yine suya bağlı idi. Bu itibarla da Bozkır toplumlarınca suyun hep var olduğu düşüncesi var idi. (Hassan, 2011, s. 80) Karaların yaratılışı Bozkurt toplumları evrenin ve denizlerin yaratılışıyla ilgili bilgiler verirken karaların oluşumuyla ilgili bilgiler de vermektedirler. Karaların yaratılışında da yine yaratıcı yüce varlık olan tanrının iradesi ön plana çıkmaktadır. Şüphesiz ki onun iradesi her şeyin üzerindedir. Karaların yaratılması esnasında Tanrı, Güneş ve aya dokunan altın bir dağda oturmaktaydı. Bu dağ yer ile gök arasındaydı. Efsanelere göre bu dağ o kadar yakındı ki yer arasında bir insan boyu aralık bulunmaktaydı. Tanrı bu dağ üzerine oturarak dünyayı 6 günde yaratmıştır, daha sonra o yedinci günde uyudu ve sekizinci günde uyandı. (İnan, 2000, s. 20) Bir başka efsaneye göre karaların yaratılışı şu şekilde gerçekleşmiştir: Tanrı surları yarattıktan sonra bir kuğu kuşunu buraya gönderdi. Kuş denize daldı ve denizin en karanlık yerinden gagası yardımıyla bir parça toprak alarak tanrının yanına geldi. Tanrının emriyle o gagasındaki toprağı suyun üzerine serpti. Daha

48 33 sonra suyun üzerinde karalar oluştu. Tanrı da buradan toprak aldı ve ilk insanı topraktan yarattı. Tanrı toprağa üretkenlik bahşederek bütün canlıların yaşam alanını oluşturdu. (Erdoğan, 2007, s. 164) Bozkır toplumlarının düşüncesine göre evren iki unsurdan ibarettir. Gök ve yer ayrılmaz bir bütün oluşturmaktaydı. Ti-kiular ve Kırgızlar, dünya yassı bir düzlük üzerine göğün bir kubbe şeklinde yerleştirilmesi ile oluşturulmuştur, derler. Bu suretle Gök ve yer bir paralellik oluşturmaktadır. Öyle ki metinlerde geçen "gün ile yeryüzünün alt üst oluşu" gibi ifade bu iki terimin birbirine yapışık olduğu görüşünü kanıtlar niteliktedir. (Roux, 2011, s. 106) Görülüyor ki yeryüzü, kendi başına bağımsız bir unsur olarak karşımıza çıkmamaktadır. Bozkır toplumlarınca kozmik bütünselliği bir parçası olarak gök ile ayrılmaz bir bütünlük arz etmektedir. ( Eliade, 2003a, s. 20) Bozkır yazıtlarından olan Orhun yazıtlarında da karaların yaratılışı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Yazıtın Doğu kısmında bulunan "Asra" kelimesi, gök ile birlikte yaratılan ve evrenin iki parçasından biri olan yeri ifade etmektedir. Göğün mavi olması gibi yer de esmer, koyu ve yağızdır. Doğal olarak yer varlıklara en yakın olandır. (Roux, 2011, s. 138) Dünyanın diğer yüksek kültürlerinde kara ve sular birbirinden bağımsız olarak düşünülmektedir. Ancak bozkır toplumlarında kara ve sular birbirinden bağımsız değildir. Toprak, susuz düşünülmemiştir. Yer ruhları yerde olmakla birlikte suda da bulunuyordu. Bozkır toplumlarının yer ve suda ruhların bulunduğu ve bu ruhların yardımıyla yaşamlarını devam edebileceklerini sanıyorlardı. Bu suretle de orman, dağ, ırmak, göl yaşayan yerler olarak görülmüştür. Göktürk kitabelerinde de bu yerlerin kutsallıkları belirtilmiştir. (Ögel, 2014, s. 417) Karada ve suda bulunan ruhlar sayesinde bozkır toplumları düşmanlardan ve kötülüklerden korunmakta idiler. Tu-kiu ve Kırgız düşüncesinde, Tanrı tarafından yaratılan yeryüzünün merkezinde kendileri bulunuyordu. Bu merkezin dışında ise düşmanlar bulunmaktaydı. Bu merkezin sınırını Tonyukuk kitabesinde belirtilen "dünyanın boynuzu" yani evrensel bir nehir oluşturmaktaydı. (Roux, 2011, s. 107)

49 34 Tanrının yarattığı karaların insanlar tarafından kutsadıkları çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Theophylactus "Türkler su ve havaya karşı saygı duyuyorlar, yeryüzünü de kutluyorlardı. Ancak gök ve yeryüzünün yaratıcısı olarak sadece Tanrıyı kutlamakta ve kabul etmektedirler" demiştir. Ayrıca Uygur yazıtında " yukarıda Gök tanrı'nın emretmesiyle ve aşağıda Yağız yerin yönetmesi nedeni ile.." ifadesi geçmektedir ki her şeyin yaratıcısı olarak Tengri gösterilmiştir. (Roux, 2011, s. 139) Bozkır toplumlarından olan Altaylılar ise yeri "çın yer, hakiki yer" olarak adlandırılmaktaydılar. Ancak bu yerin altında da bir dünya olduğu görüşü hâkimiydi. Buraya ise "altın oroon" (alttaki Mahal) yahut "Alıs yer" (uzak yer) demişlerdi. (İnan, 1998f, s. 419) Varlıkların yaratılışı Bozkır toplumlarında Gök tanrı, tek tanrı olarak kabul edilmektedir. Tanrının yaratıcı güce sahip olması, onu diğer tüm varlıklardan yüce bir konuma yerleştirir. Gök tanrının yaratıcı yüce varlık olması hasebiyle de her şeyi onun iradesi dâhilinde gerçekleşmekteydi. (Öncül, 2015, s. 241) Yaratıcı yüce varlığın, yaratıcı gücüne istinaden bozkır toplumlarında varlıkların yaratılışına dair birçok efsane bulunmaktadır. Bu efsanelerden biri şu şekilde anlatılmaktadır: Karadağ denilen dağda bir mağara bulunmaktaydı. Yağmur selleri bu mağaraya çamur taşıdılar. Çamur insan şeklindeki yarıklara doldu. Bir süre yağmur suyu ve toprak bu yarıklarda kaldı. Daha sonra mağaranın içerisine kavurucu sıcaklığıyla güneş ışıkları girdi. Su ve toprağı, Güneş ışıkları kızdırdı, pişirdi. Burada mağara anne karnı vazifesini gördü. Su, toprak ve güneşin kızgın ışınlarıyla birleşen mağara, rüzgârın esmesi ile birlikte, evrenin temel yapı taşları olan dört unsur tamamlanmış oluyordu. Bu birleşimden 9 ay sonra mağaradaki yarıktan insan şeklinde bir mahlûk çıktı. Buna Türkçe "Ay-atam" denildi. Bu kişi zamanla kuvvet buldu ve hayatını 40 yıl yalnız sürdürdü. Daha sonra bu mağarada tekrar aynı olaylar sırayla gerçekleşti. Ama bu sefer güneş ışınlarının etkisiyle mağaradan dişi insan çıktı. Bu insana da "Ay-va" yani Ay yüzlü denildi. Daha sonra Ay-atam ile Ay-va evlendiler ve 40 çocukları oldu. Bu çocuklar da

50 35 birbirleriyle evlendiler ve çoğaldılar. Ay-atam ile ay-va öldükten sonra çıktıkları mağaraya gömüldüler. (İnan, 2000, s. 21) Doğanın kendi akışı içinde cereyan eden bu yaratılış efsanesi diğer kültürlerden etkilenilmesi ile ortaya çıkmış olabilir. Öyle ki Yahudi Hristiyanlıkta da Ay-va isminin geçtiği görülür. Bu suretle de bu efsanenin milli olma özelliği bulunmayabilir. (Roux, 2011, s. 111) Bozkır toplumlarının düşüncesinde insan beden ve ruhtan müteşekkildir. Burada yaratılan iki unsur yani beden ve ruh vardı. Bozkır toplumlarında ruh "tın" yani nefes olarak adlandırılırdı. Tın ise insanın kanında ya da yüreğinde bulunuyordu. (İnan, 2000, s.176) Tın adi, canlı cansız bütün varlıklar da var olduğu düşünülen ruh için kullanılmaktaydı. Dolayısıyla canlı ve cansız varlıklardaki ruhları ayırt etmek için başka terimler de kullanılmıştır. Sadece insanlarda bulunan ruh için "sünne" adı kullanılmıştır. Ayrıca bazı canlı cansız varlıklarda bulunan ruha da "kut" denilmiştir. Ama Kut bulunan varlık kutsal olduğu için her varlıkta bulunmamaktaydı. (Koca, 2003, s. 171) İnsanda bulunduğu söylenen "sünne" ölüm anında vücuttan ayrılmaktaydı. Vücuttan ayrılan sünne ise şeffaf buhar haline gelir. Bu olaya bozkır toplumları "sünnenizin üzüntü" ya da sadece "üzüt" demişlerdi. Vücuttan ayrıldıktan sonra sünne "ol dünya" yani öbür dünyaya gitmekteydi. Burada sünne aldaçı adında bir başka ruh karşılamaktaydı. Bu aldaçı ruhlar ise ölen kişinin daha önce ölmüş olan yakınlarından birisi idi. Bu ruhlar ölümden sonra bir müddet ölenin çadırı veya yakınları arasında bulunurlardı. Genel bir bakışla çocuk sünnesi 7, yetişkin sünnesi 40 gün bu dünyada kalır. (Candan, 2002, s. 132) İnsanın bedeninden ayrı olan ruh, beden ile birleşmeden önce kuş biçiminde olduğu varsayılır. Vücuttan çıkarken yani ölüm anında ise ruhun, kuş biçiminde çıktığı düşünülür. (Avcıoğlu, 2006a, s. 345) İnsanın bedeni ile ilgili inanışlar da mevcuttur. Özellikle insan kemikleri kutsalı içermektedir. Bu kemiklerle insan veya hayvan tekrar canlanabilmektedir. Ayrıca bu kemikler sayesinde geçmiş ile gelecek arasında bağ kurulabilir. Yani atalardan kalan en önemli miras bu kemiklerdir. (Roux, 1999, s. 127) Ayrıca bu kemikler ölüme rağmen hayatın devam etmesi demektir. ( Roux, 1999, s. 134)

51 36 Bozkır toplumları, ruhu nefes ile özdeşleştirmişlerdir. Nefes uykuda iken yavaşlar, bunun sebebi ise ruhun uykuda bedeni terk etti düşüncesidir. Uykuda bedeni terk eden ruh dünyayı dolaşmaktadır. Ruh geri döndüğünde kişi, ruhunun nereleri gezdiğini hatırlayabilir. Rüyaların oluşumu buna bağlanılmaktaydı. Ruh uykuda bedeni terk ettikten sonra geri gelirdi. Ancak geri gelmediği durumlarda olurdu. (Roux, 1999, s. 142) Bozkır toplumlarının birçoğunda atalarının bir hayvandan türediği anlayışı mevcuttur. Tanrı hayvanı yarattı ve daha sonra ise bu hayvanlardan da insanlar türemiştir. Özellikle bozkır toplumlarında atalarının kurttan türediğine inanılırdı. Burada simgelenen ise kurdun özellikleridir. Onun ruhunu taşımak millete onur vermekteydi. Bayraklarda, silah araçlarında kurt simgesinin olması onun ruhunu taşımak anlamına geliyordu. (Roux, 1999, s. 191) Bozkır toplumları tanrının yarattığı insanları yani atalarını "Ongon" şeklinde tasvir etmişlerdir. Ongon saf, aziz, koruyucu ruh, mezar tümseği anlamına gelmekteydi. (Roux, 1999, s. 203)

52 37 3. BOZKIR TOPLUMLARINDA TABİAT OLAYLARINA İNANIŞ 3.1 Tabiat Olaylarına İnanış Güneş, ay ve yıldızlar Güneş İnsanlar bulundukları coğrafyada tabiatı ve tabiat olaylarını anlamaya ve kavramaya çalışmışlardır. Kavrayamadıkları veya anlam veremedikleri olaylar karşısında aciz kalmışlardı. Özellikle tabiat olaylarının arkasında bir gücün olduğu kanısında olmuşlardır. Gökte bulunan güneş, ay ve yıldızlar insanlar tarafından daima bir merak konusu olmuştur. Gökyüzünde bulunan bu unsurlar bir anlam ifade etmeliydi. Bozkır toplumları da bu unsurlar üzerinde çeşitli görüşler ortaya koymuşlardır. Özellikle inanç sistemlerinde sonsuzluğu simgeleyen gökyüzü temel unsur olarak görülmektedir. Bozkır coğrafyasında ise gök, önem verilen ve saygı duyulan, kutsal unsurlar arasında olmuştur. Bu suretle bozkır toplumlarına çok eski zamanlardan itibaren "gök, ay ve yıldızlar" kültü gelişmeye başlamıştır. Hududü'l Âlem de Çiğil Türklerinin "güneşi ve yıldızları büyük bir tutkuyla seviyorlardı" ifadesinde bozkırda güneş ve yıldız kültünün oluştuğuna kanıt olarak gösterilebilir. ( Roux, 2011, s. 132) Güneş bütün evren için vazgeçilmez unsurlar arasındadır. Dünyada bulunan bütün canlılar için hayatı yaşanır kılan temel öğelerden birisidir. Bozkır toplumları için yaşamı daha kolay hale getirebilmek adına güneş olmazsa olmazları arasındadır. Öyle ki bulundukları coğrafya güneşi bol olan bir coğrafyadır. Güneş Uygurlar döneminde, Mani dininin de etkisiyle daha çok ehemmiyet kazanmıştı. (Ögel, 2014, s. 237) Güneş evrenin yaratılması aşamasında hazır bulunduğu düşünülen unsurdur. Onun aydınlığı sayesinde Tanrı bütün evreni yaratmıştır. Bu nedenden ötürü

53 38 güneş ile ilgili efsaneler de güneşin varlığının devamlı olduğu görüşü hâkimdir. Bozkır toplumlarınca güneşe bir takım tanrısal nitelikler kazandırılmakla birlikte, ruhların toplandığı yer olarak düşünülmüştür. (Erdoğan, 2007, s. 105) Güneş ve ay, efsanelerde adı geçen unsurlar arasındadır. Efsanelere göre hayvanların ataları konumundadırlar. Gökten gelen hayvanların renginin mavi olduğu düşünülür. Bu rengi ise gökyüzünde bulunan güneş ve ay verilmiştir. Hayvanları yaratıcı özelliğinin bozulmasının nedeni ise Güneş ve Ay'ın tanrının vücut bulmuş hali olarak düşünülmesinden ileri gelmektedir. (Roux, 2011, s. 138) Tanrı, güneşin ısıtması ve aydınlatması için insanlığın yararına sunmuştur. Bununla ilgili bir efsanede ise söyle denilmektedir: "Önceleri ne ay ne de güneş varmış. İnsanlar havada uçar dururlarmış. Uçarlarken de çevrelerine ışık saçar ve sıcaklık verirlermiş. Bunun içinde güneş gerekli olmamış. Ancak içlerinden bir hastalanmış ve onu iyileştirememişler. Bunun üzerine Tanrı, onlara bir varlık vermek istemiş. Tanrı'nın gönderdiği şey büyümüş ve iki tane ayna olmuş. Bu aynalar gökyüzüne çıkmış ve çevreye ışık saçmaya başlamışlar. Gök ve yer ısınmış ve o günden itibaren bu iki unsur yani güneş ve ay, dünyayı aydınlatır ve ısıtılmış. (Ögel, 2014, s. 238) Gökyüzünde Tanrı iradesiyle duran güneş ve ayın hareketleri, bozkır toplumlarınca bir düzen içinde oldukları fark edilmişti. Güneşin yıllık ve günlük hareketi, ayın ise aylık ve günlük hareketi bir döngü içerisinde olduğu düşünülmüştür. Güneş doğuda doğduğu zaman, ay batıda dünyanın altındaki sulara inmekteydi. Ekinoks ve öğlen vakitlerinde güneş ve ay iki zıt uçta bulunuyorlardı. Ancak ay "künli aylı körüti" ifadesiyle yeni ay döneminde güneşin ve ayın birleştikleri belirtilmişti. (Esin, 2001, s.44) Güneş ve ayın gökyüzündeki yıllık, aylık ve günlük hareketlerine rağmen o gökte sabit bulunmaktaydı. Binaenaleyh bozkır toplumlarında güneş ve ay güvenirliğin sembolleri arasında yer alır. Bunun üzerine yiğitler ant içerlerken "Güneş bizi görüyor" diyerek onu şahit tutmaktaydılar. (Ögel, 2014, s. 241)

54 39 Bozkır toplumlarında güneş, ant içerken şahit gösterilen varlıklar arasındaydı. Nitekim Göktürk döneminde Tudun-sad unvanıyla Türk olduğu anlaşılan beyin, Kamil Bey ile arasındaki sözün tutulmasına şahit olarak gökteki güneş gösterilmiştir. Bu suretle ant, güneşin şahitliği süresine geçerliliğini koruyacak ve bu söz yerine getirilecektir. (Esin, 2011, s.129) Bozkır toplumları tabiat ve tabiat olaylarını çok iyi gözlemlemekteydiler. Mamafih güneş ve ay tutulmalarını bilmekteydiler. Ancak bu olayın değerlendirilmesini kendi kültürleri içerisinde yapmışlardır. İfade edilenlere göre güneş ve ay, kötü ruhlarla mücadele etmekteydi. Bu suretle de bazen kötü ruhlara yenilirler ve kötü ruhların bulunduğu yeraltı dünyasına çekilirlerdi. Bu olayı ifade etmek için "Küsuf" veya "Hüsuf" kelimeleri tutulmak anlamında kullanılmıştır. Bu olayın gerçekleşmesi aşamasında kamlar, davul çalarak bağırıp çağırmalar ile kötü ruhları korkutma mücadelesine girerlerdi. (İnan, 2000, s. 29) Bir başka anlatıya göre ise güneş ve ay tutulması şu şekilde açıklanmıştır: Güneş ve ay arasında bir çekişme bulunmaktaydı. Aralarında mücadele ediyorlardı. Bu mücadeleyi kötü ruhlar da körüklemekteydiler. Bu mücadele esnasında kötü ruhlar, güneş ve ayı ele geçirirler, bu suretle de tutulma gerçekleşirdi. (Ögel, 2014, s. 238) Bu durum ise güneş ve ayın mücadele içinde olan canlı unsurlar olarak düşünüldüklerini kanıtlamaktadır. Bozkır toplum düşüncesinde her varlığın bir ruhu bulunmaktaydı. Keza güneşte de bir ruh olduğu düşüncesi vardı. Özellikle hükümdar Kut alırken Güneş ve Ay'ın yardım ve himayesini kazanmak durumundaydı. Bu yüzden hükümdar güneş ve aya saygı göstermek zorundaydı. Hükümdar güneşe olan saygısından tahtı daima doğuya dönük ve çadır kapısı doğuya açılacak şekilde kurulurdu. (Koca, 2003, s. 165) Güneş, tanrının somut görünümü olarak algılanıyordu. Bu suretle hükümdar kutunu güneş sayesinde Tanrıdan alırdı. Güneş yardımıyla kutun alınmasından ötürü hükümdar, güneşe benzetilirdi. Nitekim Göktürk ve Uygur kağanları, güneşten aldıkları Kut sayesinde milletin üzerine doğan güneş ve ay olarak görünmekteydiler. (Esin, 2001, s. 67)

55 40 Güneşe duyulan saygı, Gök tanrı inancı ile sınırlı kalmamıştır. Bozkır toplumlarının mensup oldukları başka dinlerde de Güneş, saygı duyulan bir varlıktır. Uygur döneminde kağanın Mani dinini kabul etmesiyle, Mani dininin özellikleri genel Türk düşüncesi ile birleşmiş oluyordu. Burada güneş ile ilgili durum da ilgi çekicidir. Mani dininin görüşüne göre, dünyada iyi amelde bulunan insanların ruhu öldükten sonra ayın ilk 15 gününde aya yolculuk etmekteydi. Ay, dolunay haline geldikten sonra, yani güneş konumunu almasıyla birlikte, daha sonraki 15 gün aydan ayrılıp güneşe gitmekteydi. Güneş asıl nurların toplandığı merkezi yeri teşkil etmektedir. Ancak burada güneş, mani dininin de etkisiyle Tanrı olarak algılamayıp, nurun bir parçasını oluşturmaktadır. (Güngör, 1997, s. 144) Güneşin yıllık ve günlük hareketleri, bozkır insanları tarafından dünyada bir takım benzerlikler ile birlikte yorumlanmıştır. Öyle ki güneşin dünya üzerindeki günlük hareketi, bozkır toplumlarında atın hızına benzetilmiştir. Atın hızı ile güneşin hızı paralellik göstermektedir. (Roux, 2005, s. 69) Bozkır toplumlarında at önemli bir yere sahip idi. Özellikle at, kurban ayinlerinde Tanrıya sunulan varlıklar arasında bulunmaktaydı. Orta Asya Massagetleri yani Sakalar, varlıkların en hızlısı olan güneşe, ölümlülerin en hızlısı olan atı kurban olarak sunmaktaydı. (Durmuş, 2014, s. 281) Güneşe sadece kurban sunmak ile yetinilmemiş; üç kez diz çökülerek güneşe selam verilmiştir. (Ögel, 2014, s. 237) Bu suretle doğunun sembolü olan güneşin memnuniyetini kazanmaktaydı. Bu memnuniyetin kazanılması Çin kaynaklarında şu şekilde geçmektedir: Kağan'ın ortağı doğuya açılır. Çünkü o, güneşin doğduğu yöne hürmet etmektedir. (Esin, 2001, s. 152) Yabancı kaynaklarda olduğu gibi, yerli kaynaklarda da güneş ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Türeyiş destanında güneş ile ilgili olarak; "Ay ve Güneş'in, kendilerinin ayrı bir güçleri yoktur. Onlar, tanrının iradesiyle ışık ve ısı yansıtıyor. Bu suretle de bir maden olan ayna gibiydiler." Güneşin ayna ile sembolize edilmesinden ötürü kamlar ayna ile fal açarlardı. (Ögel, 2014, s. 238) Bir başka efsanede güneş sıcaklığın sembolü idi. Ay ise soğuğu temsil etmekteydi. Bu efsane iste şöyledir. Hakanlardan birinin çok güzel kızı var idi.

56 41 Evlilik çağına gelince, Hakan kızını evlendirmek istedi. Ancak kendisine göre bir damat bulamıyordu. Güneş ve Ay gibi kutlu birisini damat olarak düşünmektedir. Bu suretle Hakan, Güneş ve Ay'ı yere indirmişti. Ay kızın penceresinde; güneş ise kızın kapısının önünde beklemeye başlamıştır. Kızın tenceresinde su kaynamaktaydı. Ay suya dokununca, su buz kesmiş. Hakan bunu görünce ayı sevmemişti. Hakan bir de güneşi görmek istemişti. Kapıyı açınca güneşin ışıkları her yeri yaktı. Bu yüzden Hakan kızını böyle kutlu şeylere vermekten vazgeçmiştir." (Ögel, 2014, s. 240) Bozkır toplumlarının yazıtlarında da Güneş ismini görebilmekteyiz. "Güneşim... Ben ayrıldım. Gökte olan güneşten ve yerde olan ülkemden yeteri kadar yararlanamadım" şeklinde yazmaktadır. Burada görüyoruz ki güneş ve dünya, birbirine yakınlaştırılmaktadır. Her ikisi de yararlanılan veya yararlanılabilen unsurlar olarak görülür. Yer ve göğün birbiriyle olan paralelliği ifade edilmektedir. (Roux, 2011, s. 133) Ay Bozkır toplumlarında Güneş "kün" gün olarak adlandırılmaktaydı ve gündüz yaşanan günü ifade etmekteydi. Ay ise ay olarak adlandırılır ve takvim ayı olarak da ifade edilmektedir. (Roux, 2011, s. 131) Bozkır toplumlarında tanrının iradesiyle yaratılan Ay ve güneş, kutsalı çağrıştıran önemli unsurlardandır. Sık sık ay ve güneş isimlerini duymaktayız. Ancak burada güneşin aydan daha üstün olduğu görülmektedir. Çünkü ay kendi başına bir kült olarak görülmezken, güneş kendi başına bir kült idi. Bu yüzden ay daha çok güneş ile birlikte anılırdı. (Roux, 2011, s. 132) Güneş gündüzün, ay ise gecenin sembolü idi. İki farklı unsur olarak görülen güneş ve ay, ekinoks tarihlerinde "kavuştuğu" var sayılardı. Bu suretle hükümdar unvanı olarak da geçen, "Kün ay" adı kullanılmıştır. (Esin, 2001, s. 154) Bozkır toplumlarından hükümdar ayrıca güneş ve aydan kut alabilmekteydi. Böylece hükümdarlığını meşrulaştırmış oluyordu. Güneş ve aydan kutunu alan hükümdar

57 42 olarak bazen "Kün-ay" unvanını da kullanmaktaydı. Bu unvan ise yeni hilal gününü ve baharın ilk ayı ile ilk gününü sembolize etmektedir. (Esin, 2001, s. 69) Güneş ve ayın, insanlar gibi yaşayan birer canlı varlıklar olduğu düşünülmüştür. Bu suretle de onlara insansı özellikler yüklemekteydi. Özellikle sabah güneşin görünmesini, gece ise ayın görünmesini "Tok" yani doğmak olarak adlandırarak insan gibi doğdukları ifade edilmek istenmiştir. Birer insan gibi doğmalarına rağmen, bozkır toplumlarında Ay ve Güneş'in ölümünden söz edilmemektedir. (Roux, 2011, s. 135) Tabiat olaylarının insanlar üzerindeki etkisi tartışmasızdır. Bozkır toplumlarına göre de gök olayları, insanları son derece etkilemekteydi. Bu bağlamda Kutadgu bilig'de yeni ay ile ilgili olarak bozkır toplumları kedilerini, Yeniay ile özdeşleştirdikleri anlatılır. Burada Yeniay ilk önceleri küçüktür. Günden güne büyür ve dolunay olduğunda dünyayı aydınlatır. Ancak doruk noktasına ulaştıktan sonra da yavaş yavaş küçülür. İnsan doğası da böyledir. Doğduklarında küçüktür, giderek büyür ve sonra yeniden küçülür. Bu hareketler bozkır toplumlarında iyi bir şekilde gözlemlenmiştir. Öyle ki Hiung-Nular döneminden itibaren ayın konumu gözlemlenmiş ve bu gözlemler sonucunda eylemlerini planlamışlardır. (Roux, 2011, s. 137) Bu izlenimler diğer Bozkır toplumlarında da görülmektedir. Hunlar yeni bir işe girişecekleri zaman yıldız ve Ay'ın konumlarına göre hareket ederlerdi. (İnan 2000, s.3) Özellikle yeni bir işe başlanacağı vakit, Yeni ay beklenirdi. Çünkü Yeni ay düşüşün ve yok oluşun tehlikelerini ortadan kaldıran bir başlangıçtır. (Roux, 1999, s. 101) Bu durum Bozkır toplumları tarafından hürmetle karşılanmıştır. Bu suretle de Bozkır toplumları, Yeni ay zamanı ayı selamlamaktadırlar. Ayrıca onlar Yeni ayı gördüklerinde bir dilek tutarlardı. (Arpacı, 2012, s. 119) Ay, Bozkır toplumlarında saygı ve hürmet görmesine rağmen bir tanrı olarak görülmemiştir. Ay, tüm yaratılanlar gibi Tanrı iradesiyle yaratılmıştır. Fakat Uygur döneminde Buda dinin etkisiyle "Ay Tengri" ifadeleri ortaya çıkmıştır. Daha sonra bu ifadeyi Harzemşahlar döneminde de görmekteyiz. Ancak bu ifade ayı Tanrı

58 olarak algılamaktan ziyade "Gök Tengri" ifadesinin bir başka versiyonu olsa gerektir. (Ögel, 2014, s. 355) 43 Bozkır toplumlarında ay ile ilgili efsaneler de bulunmaktadır. Bir efsaneye göre "Ay göklerde dolunay haline gelip, bir tepsi gibi olduğu zaman, kurtlarla ayılar hemen koşarak ondan bir parça koparırlarmış. Böylece ay küçülürmüş. Üzgün ve yaralı olarak ay kaybolurmuş. Yaralarını sarıp iyileştikten sonra tekrar gökyüzünde belirirmiş. Ama ayı ve kurtlar tekrar aya saldırır ve küçültürlermiş. Ayın bir küçülüp büyümesi, kaybolup yeniden görünmesinin nedeni bundan ileri gelirmiş." (Ögel, 2014, s. 251) Yıldızlar Bozkır toplumları Güneş ve Ay'a gösterdikleri ilgiyi, yıldızlar içinde göstermekteydiler. Bu suretle de gökyüzünde beliren yıldızlar, Bozkır toplumlarınca bilinmekteydi. Ancak eski dönemlerde, Bozkır toplumları çok fazla yıldız takımını bilmemektedirler. Bu dönemde bilinen görsel unsurlar; güneş, ay, Orhun yazıtlarında Erlik olarak adlandırılan savaşçı "Yörük Yıldızı", Işık yıldızı, daha sonra bu isim Çolpan olarak adlandırılan Venüs, Ülker yani Mars, Yetiken olarak adlandırılan büyük ayı, Kutadgu bilig'de Jüpiter olarak geçen ve Kaşkarlı'ya göre ise terazi olan Erentüz ve en sonunda da Demirkazık yani Kutup yıldızıdır. (Roux, 2005, s. 86) Bozkır toplumlarının şüphesiz en çok değer verdiği yıldız, Kutup yıldızıdır. Bunun nedeni Bozkır toplumlarının göğe verdikleri değerden kaynaklanmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Bozkır toplumlarında bulunan kamlar Tanrı ile iletişime geçebilmek için çeşitli engelleri aşarak göre yükselmekteydi. Ancak kam sadece Demirkazık yani Kutup yıldızına kadar gelebilmektedir. Bu yüzden Tanrı ile iletişime geçebilmek için Kutup Yıldızı son derece ehemmiyet kazanmaktaydı. Kamların en son Kutup yıldızına kadar çıkabiliyor olmasından ötürü dünya, Kutup Yıldızı ile köye bağlı olduğu düşünülüyordu. Burada Gök hükümdarının altından bir sarayı olduğu ve Kutup Yıldızı'nın yakınındaki yıldızların da hükümdar ailesi

59 44 olduğu varsayılırdı. Bazı Bozkır toplumları kutup yıldızını sürekli yerinde olduğu için kuluçkaya benzetmiştir. Bazıları ise göğe yükselen dağın zirvesi veya demirden ağacın uç noktası şeklinde düşünmüşlerdi. (Ögel, 2014, s. 231) Bozkurt toplumları, göğün kutbu olarak gördükleri Kutup yıldızına, Gök hükümdarının altından bir sarayının bulunduğu inanışından ötürü, Altun Kazık olarak da tesmiye etmekteydiler. Bunun yanında bulunan Yetiken yani büyük ayı yıldızı takımı, hükümdarın arabası sayılırdı. Yetiken ayrıca aylık takvimin belirlenmesinde de kullanılmaktaydı. Bozkır toplumları göğün, Kutup yıldızı etrafında döndüğünü ileri sürülmektedirler. (Esin, 2001, s. 42) Kutup yıldızını "göğün kapısı, orta kapı veya Tanrı yolu" olarak adlandıranlar da bulunmaktadır. Şüphesiz bu adlandırmalar kamların göğe yaptıkları yolculuktan kaynaklanmaktadır. Çünkü kamlar Tanrıya giden yolda beşinci engel olan Kutup yıldızına kadar gidebilmektedir. Buradan öteye geçmeleri olanaksızdır. Bazı efsaneler, büyük kamların bu noktayı geçtiğini söylemektedir. Tanrı yolunda Kutup yıldızından sonra altıncı engelde ay, yedinci engelde ise Güneş bulunmaktadır. Dokuzuncu ve son engelde ise Tanrı bulunmaktaydı. (Ögel, 2014, s. 232) Bu katmanlar evrenin doğal bir parçası niteliğindedir. Göktürk ve Uygur kağanlarının ruhu vücut bulmadan önce, gökte bulunduğu düşünülürdü. Bu suretle de onların ruhları göre aittirler. Onların ruhları ölümden sonra Yetiken yıldızına ya da gök hükümdarının sarayının bulunduğu Kutup yıldızı yönüne uçtuğu sanılıyordu. Böylece, hükümdarın Gök ile ilişkilendirildiği anlaşılmaktadır. (Esin, 2001, s. 59) Bozkır toplumlarında güç unsurları son derece önem arz etmektedir. Şüphesiz onlar insan hayatını kolaylaştıran en önemli varlıklar idi. Gündüz güneş, gece ise ay ve yıldızlar yaşamı kolaylaştıran göksel varlıklardır. Bozkır toplumları geceleri yönleri bulmak ve yollarına devam edebilmek için yıldızlara bakarlardı. (Ögel, 2014, s. 361) Yıldızlar insanın istediği yöne gidebilmesini sağlamaktaydı. Bu durum metaforik açıdan da değerlendirilebilir. Yani yıldızlara bakılarak, yapılacak işlerin zamanı planlanmaktaydı. Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar yıldızların

60 konumlarına bakarak işlerinin zamanını planlıyorlardı. (Türk Dünyası El Kitabı, 1992, s. 221) 45 Bozkır toplumlarında, kök ile ilgili hemen hemen bütün unsurlar gözlemlenmiştir. Gökte gördükleri gezegenlere "Ülker" veya "Ülger" adını vermişlerdir. Ayrıca Yakutlar göğün delikleri için de "Ülker" demişlerdir. (Ögel, 2014, s. 261) Bu unsurlar Bozkır toplumlarında birçok yerde sembolize edilmiştir. Gökteki yıldızlarla ilgili olarak kam davullarının çeşitli bölümlerinde yıldız şekilleri görülmektedir. (İnan, 1998f, s. 448) Yapılan gözlemlerle belirlenen "Ülker" yıldızı, 6 Yıldız'dan müteşekkildir. Ancak bu yıldızın yedi yıldızdan oluştuğu fakat bir yıldızın kaçırıldığı varsayılır. Bu yıldızlar gökte altı delik oluştururdu. Deliklerden gelen rüzgârlar ise iklimin değişmesine sebebiyet vermekteydi. (Ögel, 2014, s. 269) Gökteki yıldızlar bazı tarihleri belirlenmesinde rol oynamaktadırlar. Yaz gündönümünün başlangıcı, Sin yıldızının görünmesi ile başlamaktaydı. Bu yıldız ile ilgili efsanelerde Gök Tanrı'nın güneşte en uzun kaldığı gün olarak belirtilir. (Esin, 2001, s. 108) Küçük Ayı yıldız takımını Bozkır toplumları "il yettegen veya "il yedigen" olarak adlandırmışlardır. Bu yıldız takımını, gök hükümdarının arabasını çeken iki at şeklinde tesmiye etmişlerdir.(ögel, 2014, s. 264) Ön Asya toplumlarının "Mizan" veya "Terazi" adını verdikleri yıldıza Bozkır toplumları "Ülgü" adını vermişlerdi. Ülgü ise terazi anlamına gelmekteydi. Daha sonra Ülgü ismi "Karakuş" olarak da geçmektedir. Karakuş ise Kartalı temsil etmektedir. (Ögel, 2014, s. 267) "Ak-bars" denen yıldız takımı, maden unsurunun göksel cismini ifade etmektedir. Zühre yani Venüs ise yıldızları öldüren veya söndüren Erlik olarak düşünülmüştür. Ayrıca sonbahar ekinoksunu bildiren "Kara-alp" yıldızı Bozkır toplumlarınca bilinmektedir. (Esin, 2001, s. 26)

61 46 Bozkır toplumları gezegenleri bilmektedir ve bu gezegenlere Türkçe isimler vermişlerdir. Venüs e Zühre Jüpiter'e müşteri ve Mars'a Melih adı verilmiştir. Ancak L. Bazin'e göre Ti-kiular güneşe yakın olduğundan Merkür ile Utarit, Satürn ve Zuhal'i bilmediklerini düşünür. (Roux, 2011, s. 130) Gökyüzünde bulunan Mars ve Jüpiter'in büyük bir rolü bulunmamaktadır. Jüpiter bazen terazi bazen de Karakuş şeklinde tesmiye edilmişti. Ancak Venüs'ün daha büyük rolü vardır. Orhun yazıtlarında bildirildiği gibi Venüs, gün ağarırken ortaya çıkan ve yıldızlar öldüren savaşçı olarak düşünülmüştür. (Roux, 2011, s. 131) Yıldızlar Bozkır toplumlarında bazı efsanelerde anlatılmaktadır. Bu efsanelerde yıldızların hayatı; tutulma esnasında, onları yutmaya çalışan dev ve ejderhaların ya da "yelbegen"in tehditlerinden kurtulmasına bağlıdır. (Roux, 2011, s. 135) Hava ile ilgili inanış Rüzgâr Bozkır toplumlarında bütün tabiat ve tabiat olaylarının bir ruhu olduğu düşünülürdü. Bu ruh ise bir yüce güç tarafından yaratılır ve yeryüzünde vukuu bulurdu. Dolayısıyla bütün tabiat ve tabiat olayları kutsalı çağrıştıran unsurlar olarak görülmektedir. Özellikle bazı hava olaylarının gerçekleşmesi, ruhların hareket etmesi veya ruhların isteği doğrultusunda oluştuğu varsayılmaktadır. Ancak bu hareketler de Tengri iradesiyle gerçekleşmekteydi. Çünkü Tengri dilemese hiçbir olay gerçekleşmezdi. Bozkır toplumlarında rüzgârların ortaya çıkışı, Sibirya'nın bazı bölgelerinde "boz öküz" veya "rüzgâr kuşu" tarafından oluşturulduğu görüşü kabul görmektedir. Daha çok rüzgârların oluşması, Tanrı ile ilişkilendirilmektedir. Göktürk efsanesinde ise; Türklerin başkanı İdi-Nisibu istediği zaman rüzgâr çıkarabilmekteydi. Bunu tanrı tarafından oluşturulan yada taşı sayesinde yapabilmekteydi" denilmiştir. (Ögel, 2014, s. 389) Ancak söylediğimiz gibi bazı toplumlarda rüzgârın ortaya

62 47 çıkışı gri bir boğanın nefesi olarak düşünülmektedir. Diğer bir görüş olarak da kazlar ve kuğular tarafından rüzgârın oluşturulduğu söylenmektedir. (Roux, 2005, s. 162) Bozkır coğrafyasında oluşan rüzgârlar iki türden meydana gelmekteydi. Bunlardan ilki; baharda başlayıp yaz aylarında devam eden, değişen rüzgârlardır. Diğeri ise; kış aylarında durmadan, az veya çok esen, çok soğuk rüzgârlardı. Yıldırım ve şimşeklerin yeni yılın ve baharın başlangıcını haber verdiği gibi, bahar rüzgârları da yılbaşının müjdeleyicisi olmaktaydı. (Ögel, 2014, s. 390) Yakutlar rüzgâr estiren Tanrı veya ruhun, yüksek bir dağın tepesinde oturduğu sanılırdı. Ruh bu dağda varlığını sürdürmekteydin. O bu dağda ıslık çalar ve buzullara çarparak soğuk havayı toplayan ıslığı, rüzgâr oluştururdu. (Ögel, 2014, s. 391) Bozkır toplumları arasında günümüzde olduğu gibi rüzgâr ve yağmur duası yapılırdı. Burada dualar su ruhu olan "Uhan Han"a yapılır ve ruhun diğer ruhlar arasında aracılık yapması istenirdi. (Ögel, 2014, s.393) Duaların yanı sıra bazı maddi unsurlar da rüzgârın çıkmasına olanak sağlıyordu. Şüphesiz bu durum da Tanrı iradesiyle gerçekleşmekteydi. Bu suretle Tanrı kendi iradesiyle yeryüzünde rüzgâr çıkarmayı sağlayan taşları insanlığın hizmetine vermiştir. Rüzgâr çıkaran kırmızı taşlar da buna örnek olarak gösterilebilir. (Ögel, 2014, s. 393) Bir başka unsur da Kök-luu Kağan'a atfedilen yada taşı veya kozmik büyüler yapabilen kamlar, rüzgar meydana getirebiliyordu. (Esin, 2007, s. 67) Çin kaynaklarında da Bozkır toplumlarında istenildiği zaman rüzgâr çıkarıldığı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Burada Apangu'nun kardeşi tabiatüstü kuvvetlere hükmettiği belirtiliyor. Bu kişi istediği zaman rüzgâr estirip yağmur ve kar yağdırıyordu. Bu güç onlara ataları olan Kunlardan geliyordu. Onlar da düşmana karşı yağmur yağdırma ve fırtına çıkarma gibi olağanüstü yeteneklere sahiptiler. (Osman Turan, 2006, s. 76) Bozkır toplumlarında doğu her zaman önem verilen bir yön idi. Bu suretle doğuda meydana gelen her türlü olay kutsalı ifade etmekteydi. Öyle ki doğudan esen

63 48 rüzgârlar da kutsalı çağrıştırmaktadır. Bu yüzden doğu rüzgârlarının iyilik ve uğur getirdiği düşünülür. Ayrıca bahar rüzgârlarının da doğudan esmeye başladığı ve bu suretle de doğanın yeniden canlandığı ifade edilir. (Ögel, 2014, s ) Doğudan esen rüzgâr iyilik ve uğur getirdiği gibi, kuzeyden esen rüzgârlar da soğuk ve ölüm getirirdi. Bundan dolayı kuzeyden esen rüzgâra "Yel" veya Karayel olarak tesmiye edilir. Günümüzde ise Anadolu da yel, vücuda musallat olan ağrı ve sızılar olarak bilinir. (Ögel, 2014, s. 400) Yıldırım ve şimşek Bozkır toplumları doğa ile iç içe yaşarlardı. Bu yüzden de tabiat olaylarına karşı ilgili olmuşlardır. Nitekim Ögel: "Altaylılar ilk yıldırım düştüğü zaman, çadırın dışına çıkıp çevreyi incelerlerdi. Yıldırımın çaldırın hangi yönüne düştüğü onlar için önemliydi. Onlar yıldırımın düştüğü yöndeki bulutlara yaygın olarak dişi bulut derlerdi. Bu yönde bulutlar çok olursa, o sene sütlerin çok olacağına inanılırdı. Yıldırım düşmeyen yöne ise erkek tarafı derlerdi. O yönde bulutların çok olması, av hayvanlarının çok olacağına inanılırdı." demektedir. (Ögel, 2014, s. 351) Bozkır toplumları her şeyin özünde ruhların bulunduğu görüşündeydiler ve bu yüzden de yıldırımın da bir ruhtan müteşekkil olduğu söylenir. Bu ruha "Ancezin" adı verilmiştir. (Erdoğan, 2007, s. 51) Bu suretle Altaylılar yıldırım düştüğünde toplanır ve birlikte yüksek bir dağa çıkarlardı. Burada yıldırım ruhuna saçı törenleri düzenlenir ve dört bir tarafa süt saçarlardı. (Ögel, 2014, s. 356) Eğer bu saçı yapılmaz ise yıldırım ruhunun onları yıldırım ile cezalandırırdı. Altaylılarda görülen ve bu saygı Uygurlarda da görülür. Uygurlar yıldırım düşmesini hoşnutlukla karşılar, gök gürledikçe bağırıp çağırırlar ve göğe ok atarlardı. Bir yıl sonra ise yıldırım düştüğü yere gelinir ve burada koyun kurban edilerek toprağa gömülürdü. Bu ritüel sırasında kadın kamlar ilahiler okumakta ve erkeklerde at üzerinde bu yerin etrafında birkaç kez dönerlerdi. (İnan, 2000, s. 30) Bu hava olayında cereyan eden gök gürültüsü ise, kamın davula vurmasına benzetilir. Bu durum ise gök kükredi olarak ifade edilir. (Ögel, 1987, s. 21) Huan-huanlar da, Uygurlardaki gibi göğe ok atarlardı. Burada, gök gürültüsü öldürülebilen canlı varlık

64 olarak düşünülmüş olmalıdır. Öyle ki gök gürültüsü hayvan biçimli ve ya çocuk ejderha olarak düşünülmüştür. (Roux, 2011, s.127) 49 Gök gürültüsü ve yıldırımın canlı varlık olarak düşünülmesi birçok Bozkır toplumu tarafından kabul edilmekteydi. Yakut Türkleri de yıldırım düştüğü zaman madeni El eşyaları birbirine vurarak gürültü çıkarırlardı. Bu durum ise yıldırım ruhunu karşılama olarak algılanmıştır. (Ögel, 2014, s. 366) Şamanist inancında ise yıldırım ve şimşek hakkındaki tasavvurlar daha farklıdır. Şamanist inancında yıldırım, şimşek gibi tabiat olaylarının hepsi Ülgen'in kudretine ve iradesine bağlı idi. Ayrıca burada da yıldırım ruhunun bulunduğu düşünülür. Bu ruhun görevi kötü ruhları kovmaktır. Kötü ruhlar özellikle ağaçlarda saklandığı düşünülür. Bu suretle yıldırımlar ağaca düşmekteydi. Eğer insanlar yıldırım düşen ağaçtan bir parça alıp saklar ise o yere kötü ruhların giremeyeceği düşünülür. (İnan, 2000, s. 30) Tabut olaylarında şimşek, yıldırım ve gök gürültüsü heyecanla karşılandığı gibi bazı Bozkır toplumlarında da korku ile karşılanmıştır. Eğer birinin kişinin üzerine yıldırım düşerse, bu Tanrı'nın kızgınlığından kaynaklanmaktaydı. Yıldırım kişinin herhangi bir malına düştüğünde de bu kötüye işarettir. Her iki durumda da yıldırım düştü yerin sahibi toplum tarafından kabileden uzaklaştırılırdı. (Roux, 2011, s. 126) bozkır toplumlarından olan Kao-küler gök gürlemesi ve yıldırımdan çekinen kabilelerdendir. Onlar gök gürleyince göğe ok atarlar ve o yeri terk ederlerdi. Bu toplumda yıldırım bir kişiyi çarptığında, bütün kabilenin felakete uğrayacağına inanılırdı. Bu suretle de yıldırım ruhuna törenler düzenleyip kurbanlar sunulmaktaydılar. Bu törenlere kadın erkek herkes katılmaktaydı. (Avcıoğlu, 2006b, s. 573) Bazı Bozkır efsanelerinde ise yıldırımın faydalarından bahsedilir. Bu efsanede kötü ruhların en fazla çekindiği unsur yıldırım olarak belirtilir. Yıldırım kötü ruhlarla şeytanı kovar veya yok ederdi. Yıldırımlardan çekinen kötü ruhlar saklanmak için bazen insan bedenine girerlerdi. Bu yüzden yıldırım, bazı insanları çarpar ve kötü ruhu yok ederdi. Bazı durumlarda da kötü ruhlar, sincap şekline girer ve ağaç

65 50 kovuğunda saklanırdı. bu durumda yıldırım ağaca düşerek kötü ruhu saklandığı yerde yok ederdi. (Ögel, 2014, s. 369) Yıldırımın düştüğü kişi veya nesne kötü ruhlara sahip olduğu düşüncesiyle kutlu sayılmıyorlardı. Buryatlarda yıldırımın çarpıttığı insan, bulunduğu yerde bir çadır kurularak burada giydirilir, tütsülenir, erzaklarla birlikte tahtaya konularak ağaç üzerine yerleştirilirdi. Şüphesiz bu ritüel, ölen kişiyi ağacın kutsal gücü ile kötü ruhlardan arındırmaktır. (Roux, 2005, s, 182) Bozkır toplumlarında yıldırım ile gelen ölümlerde yıldırım sorumlu tutulmadığını belirtmek gerekir. Çünkü o bir işaret olarak değerlendirilir. Burada ölümün nedeni görünürdeki unsurlarda değil, görünmeyenin ardındaki unsurdadır. Bütün görünen unsurlar, ölümü isteyen gücün hizmetinde olan şeylerdir. (Roux, 1999, s. 80) Bozkır toplumları yıldırımın arkasında ruhların bulunduğunu düşünüyorlardı. Bu suretle öldüren yıldırım değil, bu ruhlardır. Bu yüzden yıldırım ile insan vücuduna giren ruh çıkarılırsa, insan tekrar hayat bulabilirdi. Nitekim yıldırım sonucu ölen insan ve hayvan hemen gömülmezdi. Onlar yüksek bir yere taşınır ve ruhun vücuttan kolay çıkabilmesini sağlamak amacıyla beklenirdi. Bu süre zarfında, insan canlanmadığı takdirde defnedilirdi. Ancak bu defin merasimi, diğer ölümlerde olduğu gibi sade olmazdı. Eğer sade sadece bir merasim ile defnedilirse topluma bir felaket geleceği düşünüldü. (Ögel, 2014, s. 372) Şimşek, yıldırım ve gök gürültüsü, insanlar üzerindeki etkileri ile beraber göksel unsurlardır. Bozkır toplumlarının göksel inançlarıyla birlikte bu unsurlarda kutsallıklar aranmıştır. Kaşgarlı'nın belirttiğine göre şimşek yani "Yaşin" Tanrı'nın bir aydınlatmasıdır. Bir başka unsur olan yıldırım ise tanrının kızması ile vuku buldu denir. Böylelikle bu unsurlar Tanrı ile bağdaştırılır. (Roux, 2011, s. 126) Yıldırım, Bozkır toplumları üzerinde son derece tehlikeli idi. Bazı toplumlar onu coşkuyla karşılarken bazıları ise korkuyla karşılamışlardı. Ancak ortak olan unsur onun Tanrı tarafından gönderildiği inancıdır. Bu suretle yıldırım çıkardığı Ateş de kutlanmaktaydı. Öyle ki, ateşte yanan her şey, onun dumanıyla Tanrıya

66 51 ulaşmaktaydı. Özellikle yıldırım düşen unsurlar ateş ile arındırılmaktaydı. Sadece yıldırım düşen nesneler değil, bütün unsurlar ateş ile arındırılmaktaydı. Bir anlatıya göre; Kin (Yutşen) prensi yere diz çöktükten sonra, rüzgârın kuvvetle canlandırdığı bir Ateş yaktı. Ateş yavaş yavaş canlandı ve göğün içine kadar yükseldi. Bu vesileyle Prens tahta çıkışını tanrıya müjdeleniyordu. (Roux, 2011, s. 153) Yağmur Bozkır toplumlarının hayatını etkileyen hemen hemen bütün olayların hepsi gökyüzünde cereyan etmekteydi. Bu suretle de gökyüzü insanlar nezdinde en değerli varlık idi. O ışık ve ısı sağlayan güneşi, geceyi aydınlatan ayı ve karanlık gecelerde yol gösteren yıldızları bulunduruyordu. O tek ve benzersiz olarak her şeye hükmederdi. Türkler için gökyüzü büyük bir kutu ettiğin kaynağı idi. (Koca, 2003, s.160) Gökyüzünden gelen yağmur da Bozkır toplumlarını tarafından değer görüldü. Susuz bir hayat düşünülemezdi. Bu yüzden de Bozkır toplumların suya karşı son derece saygılıydılar. Hiçbir suretle su kirletilmezdi. Bu suretle de suyun kaynağı olan yağmur Bozkır toplumlarca önce çok değerliydi. Efsanelerde Bozkır toplumunun yağmur yağdırma kabiliyetinden bahsedilir. Kuzey Hun gruplarından olan Yuebanlar, eski Türk geleneklerine sahip olan topluluklardan biridir. Bu toplulukta bulunan kamlar büyüdüler olarak bilinir. Bu kamlar 449 yılında Hunlar ile yapılan savaş sırasında düşmana karşı zarar veren yağmur ve rüzgar göndererek üstünlük sağlamaya çalışmışlardır. (Potapov, 2012, s. 152) Tufan Bütün dünya toplumları arasında yeryüzünde Tufan olduğu bilgisi ortaktır. Ancak bunların oluş biçimi toplumdan topluma farklılıklar olabilmektedir. Tufan olayı Bozkır toplumlarınca da anlatılmaktadır. Ancak bozkır toplumları arasında Tufan ile ilgili farklı efsaneler anlatılmıştır. Bu efsanelerin birisinde, Tufan olacağını ilk

67 52 olarak demir boynuzlu gök tüylü bir teke haber verdiği anlatılır. Bu gök teke yedi gün boyunca yeryüzünü dolaşmış ve bağırmıştı. Daha sonra yedi gün boyunca depremler oldu ve yedi gün boyunca dağlar alev püskürdü. 7 gün boyunca yağmur yağdı. 7 gün boyunca fırtına olup dolu yağdı. Yedigün kar yağdı. (İnan, 1976, s.89) Tufan bu şekilde vuku bulmuştu. Tufan ile ilgili olarak Altaylılar şöyle anlatmaktadır: Tufan önce yeryüzünün hükümdarı Tengiz (Deniz) Handır. O zaman da Nama adlı meşhur bir adam vardı. Tanrı Ülgen bu adama Dünya Tufanı ne olacağını bildirdiği için insanoğullarını ve hayvanları kurtarmak için sınanmış sandal ağacından gemi yapmasını buyurur. Nama'ın 3 oğlu vardır. Nama bu oğullarına, dağ tepesinde gemi yapmalarını emreder ve gemi, Ülgen'in gösterdiği ve emrettiği gibi yapılır. Nama, Ülgen'in buyruğuyla insanları ve hayvanları gemiye alır. Nama'nın gözleri çok iyi görmemektedir. Gemidekilere bir şey görüp görmediklerini sorar. Yeryüzünü sis kaplamış ve karanlık basmıştı ve yerin altından su fışkırmaya başlar. Gökten de yağmur yağar. Gemi yüzmeye başlar. Gök ve sudan başka bir şey görünmemektedir. Nihayet sular çekilmeye başlayınca dağların tepeleri görünür. Suyun derinliğini öğrenmek için Nama önce kuzgunu sonra sırayla karga ve saksağanın gönderir, ancak hiçbiri geri dönmez. Son olarak güvercini gönderir. Güvercin gagasında bir dal parçasıyla geri döner. Nama güvercine diğer kuşların akıbetini sorar. O da onların leş yemekle meşgul olduklarını söyler. Nama onların kıyamete kadar leş yemelerini söyler. Güvercine ise sadakatinden dolayı kıyamete kadar evlatlarıyla birlikte yaşaması söyler." (Ayaz, 2015, s.249) Tufan ile ilgili mitler farklı coğrafyalarda farklı şekillerde anlatılmaktadır. Ancak özünde hep aynı unsurlar bulunur. Bunlar koruyucu olan yüce varlık, son insanoğlu ve insan ırkını korumak amacıyla yapılan bir çeşit araç. Urenha rivayetinde de benzer anlatılar bulunmaktadır. Burada dünya bir kurbağa üzerine kurulu olduğu bildirilir. Bu kurbağanın kımıldaması ile birlikte Tufan gerçekleşir. Eski devirlerde kurbağa bir kere kımıldamış ve denizler kabararak muazzam bir dalga oluşturmuş. Bu dalga da Tufan oluşturmuş. Ancak bunu daha önce sezen bir yaşlı adam, demir çivili bir sandal yaparak insan neslini ve hayvanları kurtarmıştı. Bu sandal ise hala bir yerde olduğu düşünülür. (İnan, 2000, s. 23)

68 Yeryüzü ile ilgili inanış Yer-su Bütün göçebe ve dağlı kavimlerde ruha inanış düşüncesi köklü bir geleneğe bağlıydı. Hayatları boyunca tabiatla mücadele eden bu insanlar, zaman zaman bir takım korkunç ve ya garip tabiat hadiseleri ile karşılaşmış ve açıklayamadıkları bazı şeyleri ruhlara atfetmişlerdir. Bu ruhları iyi ve kötü olmak üzere iki kısma ayırmışlardır. Bu ruhların bazıları onlara yardım etmekte, bazıları ise işlerini bozmaktadır. (Durmuş, 2012a, s. 125) Mukaddes sözünün üzerine, bastırarak vuruyoruz. Çünkü eski Türklerde "Kut" ve "Kutlu" başka; "Mukaddes" yani "ıduk" ise başka anlayışlardır. Eski Türklerde "ıduk" yani mukaddes, Tanrı tarafından verilmiş veya gönderilmiş bir şeydir. Bundan dolayı eski Türklerde, "yer ve sular" mukaddes idiler. (Ögel, 2014, s. 457) Bir yerin kutsal sayılması için o yerde kutsal bir kişiye ait olsa bile bir cesedin gömülü olmasının değil, o yerin bizzat kendinde kutsal bir değerin bulunması gerekir. İşte bu nedenle, nehir kıyıları, yüksek dağlar ya da en azından tepe dorukları, ormanlar gibi özellikle sihirli yerler çoğu zaman gömüt yeri olarak seçilmiştir. (Roux 1999, s. 249) Bir yer, mübarek bile olsa bir cesedi ihtiva ettiği için değil, daha önceden kutsal bir değere sahip olduğu için kutsaldır. Kutsal bir alan geçerliliğini, onu bir kez kuşatan hiyerofaninin sürekliliğinden alır. (Roux, 2005, s. 173) Türk kitabelerinde "iduk yer Sub" diye adlandırılan ruhların niteliği hakkında su ilahesi ve "yir-suv ige"si efsaneleri bir fikir vermektedir. Bunlar bir bölgeye hâkim oldukları sanılan dağların ve derelerin, insan ve hayvan şeklinde düşünülen ruhları idi. Yer-su ruhlarının ejderden başka şekilleri de vardı. Ötüken dağlarında, belki totemik yüzlü Sır-Tarduş Türklerini koruyan kurt başlı insan şeklinde bir ruh olduğu hakkında bir Çin kaydı bulunmaktadır. (Esin, 2001, s. 87)

69 54 Belirtelim ki bu İduq kelimesinin yapısı oldukça farklı bir yoruma götürmektedir. ıduk fiilden yapılan bir isimdir. Pasif bir değeri ile id kökünden gelmektedir. Kaşgari ye göre de göndermek, serbest bırakmak manasındadır. Bu manası da zaten mağlup olan bir halkı serbest bırakmak demektir. Bizim düşüncemiz burada mevzubahis olan kutsal yerler ve sulardır; daha sonra buraları ormanlık Ötüken dağı gibi kutsallaştırılmıştır. (Gıroud, 2007, s.134) Yazıtlarda kutsal olarak çevirdiğiniz ancak yer, "yeryüzü" ile "yer sub" "yeryüzü su" arasında Kaşgarlının belirttiğine göre "serbest bırakılan" anlamına gelen ıduk kelimesi ile tanımlanan farklı bir kavram bulunur. Her ne kadar bu terim "adanmış" hayvanlara, "mutlu ve kutsal" olan her şeye uygulanırsa da aynı zamanda avlanmanın, balık tutmanın, ağaçları kesmenin vs. yasak olduğu ve yer veya yerleri de anlatmaktadır. Topraklar üzerinde etnografların "hâkim-sahipler" veya "hakim-tinler" olarak adlandırdıkları nesneler yaşamaktadır. Bunlar Kaşgarlının "Efendiler sordular Tanrılar" şeklinde tamamlayacağı Türkçedeki idi/ezik'e karşılık gelmektedir. ıduk ile idi kesinlikle ilişkili olması gerekir ve her ne kadar bunlar sonuçta birbirine karıştırılmış olsalar da başlangıçta aynı şeyi ifade etmiyorlardı. Dolayısıyla yer sub'un ıduk şeklinde tanımlanan "serbest bırakılan" suların ve yerlerin tümünü temsil etmesi gerekmektedir. ıduk yer'in ayrıca, Minusinsk Yazıtında yer aldığına dikkat etmek gerekir. Bu iki terimin olağan olmayan ayrımında özel bir amaç görmek eğilimindeyim ve bu amacın metnin yazarının Öz yerim "öz toprağım" olarak tanımladığı bir yerin kutsallığı üzerinde ısrar etmek olduğunu sanıyorum. Ayrıca Tariyat Yazıtı şöyle der: "benim olan topraklarda ve sularda yerleşiyorum ve göçebe hayatı yaşıyorum. (Roux, 2011, s. 139) İnsanlara en yakın olan Tanrılar "Yer su" ilahlarıdır. Bunlar Altay kabilelerinin oturduğu yerlerdeki coğrafi isimleri taşıyorlar: "Altayhan" "Abakan Ata", "Bey", Katun" gibi, "Yer su" ilahlarıyla insanlar bilavasıta münasebette bulunabilirler. (İnan, 1998e, s. 392) Çu'lar gök ve yer tanrılarına yılda birer defa, kış ve yaz gün dönemlerinde; insani (eski hükümdarlar, Alpler ve Atalar)ruhlara ve yer-su ruhlarına ise dört mevsim başlarında ayin yaparlardı. Gök ve yer ayinini yapmak ancak rahip sıfatı

70 55 da olan hükümdarların hakkıydı ve hükümdarlar en uzak atasını bazen gök veya yer tanısına denk kabul ederdi. Hükümdar; Güneşe, Aya, Yıldızlara, tepesi bulutlu dört büyük yön dağlarına ve dört büyük nehre ayin yapardı. (Esin, 2001, s. 94) Göktürkler'in "ıduk yer-sub" ile ifade ettikleri mefhum hem koruyucu ruh hem vatan idi. "Atalarımızın idare ettiği yer-su" cümlesindeki yer-su vatan kültü olan yersuyudur. Kült olan bu vatan yer-suyu Ötüken ve Budun İnli dağları ve ormanları temsil ediyorlar. Bu mukaddes yer-su ruhları Göktürkler'in mukadderatını idare ediyorlardı. Vatanın korunmasında yer-su ruhlarının rolü Tonyukuk yazıtın da pek açık ifade edilmiştir. Göktürk vatanına saldıran düşmanlar, tanrı Umay ve yer-su yardımıyla gafil avlanarak basılmışlardır. Bugünkü şamanist Türk boylarında rastlanan dağ, su, ağaç, orman, kaya kültleri eski Türk yazıtlarında "yer-sub" adı altında toplanmıştır. Bununla beraber bu yazıtlarda "ıduk" yani mübarek, mukaddes sıfatıyla zikredilen Tamag ıduk, Iduk Baş, gibi dağ, ormanlık yahut su adları geçmektedir. (İnan, 2000, s 48) Orhun Türklerinde "yer-sub" ruhları, yer ve su iye-ruhlarının bileşimi değildi, onlardan bağımsız ve onlarla birlikte var olmuştur. Çünkü yine Orhun yazıtlarında "Tanrı", "iye" ve "sahip" anlamlarıyla "idi" terimine rastlamaktayız. Ayrıca bu yazıtlarda yeryüzünün belli nesnelerine (dağ, nehir, orman) gösterilen saygı ilgili bilgiler de verilir: Mesela, "Ötüken", "ıduq-baş", "Tamir". Dolayısıyla, kutsal yerler kültü o dönemde, o denli yaygındı ki, dini olmayan tarihi yazılara da yansımıştır. (Potapov, 2012, s. 329) Yer-subların yeryüzünün üzerinde dolaşan görünmez unsurları yani yerin hâkim sahibi olması dolayısıyla ilahi dereceler içinde yüce bir yeri olduğu açıktır. Tıpkı göklerin yıldızları gibi yeryüzünün ayrıcalıklı kısmı olan ıduk yer-sub, tek veya çoğul olarak tehlikeli anlarda halkı coşturmak veya ulusal birliği gerçekleştirmek gerektiğinde yazıtlarda belirtildiği gibi Tengri ile birlikte harekete geçmektir, ama Tengri olmadan hiçbir zaman müdahale etmemektedir. Dolayısıyla ıduk yer sub yeryüzünün bütününden çok daha dar ve daha belirli bir anlama sahiptir. ( Roux, 2011, s. 143)

71 56 Hâkim-sahipleri incelerken ıduk'un, ilahlara adanmış bir hayvan veya idkökünün ifade etti üzere serbest bırakılan bir hayvan olabileceği düşünülebilir. Kaşgarlı bu konuda daha kesin bir ifade kullanmakta ve "el sürülmeyen tek hayvan olarak tanımlamaktadır. Ne yük bindirilebilir, ne sütü sağılabilir ve ne de yünü kırpılabilir. Sahibinin yaptığı bir adağa bağlı olarak ondan vazgeçilmektedir." (Roux, 2011, s. 224) Su unsurunun simgeleri, suyun zıttı sayılan Ateş unsurunun tam tersiydi. Yönü, yeraltında olduğu düşünülen su uçurumu ve alt yön; mevsimi kış, saati gece yarısı, rengi karaydı. Türkler "Kuzeyli" diye adlandırmaları nedeniyle Kuzey yönüne saygı gösteriyorlardı. (Esin, 2001, s. 26) Yer ve su, Ötüken ormanı, Tamir'in kaynağı ve genel olarak kaynaklar "kutsal" değil "serbest bırakılmış" yerlerdir. Her iki kavramın iç içe geçmesi ve serbest olarak ilahi ile yüklü olması kuşku götürmez ve sistematik olarak "kutsal" yorumunu kullanılmasını açıklar. Bu iki yerin dinsel önemleri itibariyle büyük oranda ilahilik ve dindışı dönemde de "kutsal ve yasak" bölgeler olduğu anlaşılmaktadır. "ıduk yer sub" ise daha fazla sorun çıkarmaktadır. Gerçekten de yazıtlarda neredeyse Tengri'nin adının her geçtiği yerin hemen ardından bu üç sözcük gelir ve hiçbir zaman onsuz kullanılmaz. (Roux, 2005, s. 171) Unsurların kâinattaki yerini temsil eden yönü pusula düzenlenmekteydi. Bu pusulada, "Kararık" ilkesi ve "yer-su" simgesi olarak, toprak merkezde yer alıyordu. Diğer dört unsurdan Su ve Ateş'in kuzey ve güneyde, ağaç ve madenin doğu ve batıda olduğu düşünülüyordu. (Esin, 2001, s. 25) Su, Türk geleneklerinin köklerini tutan, en büyük temeldir. Her şey ona dayanır. Bunun için Göktürkler, yer-su yani "yer" ve "sular" anlayış ve inanışına büyük bir değer vermişlerdi. Onu kutsallaştırmış ve ona kişilik vermişlerdir. Yer-su inanışı, tam bir "vatan" anlayışıdır. Tanrı, Türk'ün yeri ve suyu sahipsiz kalmasın diye kağanları Türk milletinin üzerine getirip koyuyordu. İyi vazife göremeyen veya isyan edenleri ise "yer ve sular" cezalandırılıyordu. (Ögel, 2014, s. 409)

72 57 Türklerde su da kutsal kabul edilmiştir. Göktürk yazıtlarında belirtildiği gibi, Türklerin kutsal yer su ları tıpkı Tanrı gibi onların kaderi ile yakından ilgilenmekte ve kendilerine yardım etmekteydi. Zira diğer varlıklarda olduğu gibi, suda da koruyucu ruh bulunmaktaydı. Su, her zaman bereket ve temizlik kaynağıdır. Bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre su kutludur ve ardır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük bir günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzla ve felakete sebep olur. (Sümer, 1980, s. 46) Çadırda hacet gidermek pisliktir, ancak suya hacet gidermek de pisliktir ve ölümüne yol açan bir suçtur. (Roux, 1999, s. 88) Altıncı yüzyılda juan-juanların suda elbise ve ellerini yıkamadıklarını, kapları boşalınca onları temizlemek için yağladıklarını Çin kaynakları belirtir. (Avcıoğlu, 2006, s. 356) "Sub" söylenişi ve yazılışı, Göktürk yazıtlarının görünmesiyle birlikte başlıyordu. "Anı subı" Anı adlı ırmak demekti. Bilge Tonyukuk, strateji gösterirken "anı suyunun kıyısına varalım" diyordu Bu gelenekler, 744 de kurulan birinci Uygur Devleti'nin ilk Kağan'ının yazıtı ile devam ediyor ve Turfan'da bulunan Göktürk yazılı, el yazısı ile yazılmış, "Irk-bitig" adlı vesikaya kadar devam ediyordu. Göktürk yazıtlarında suyla ilgili anlayış daha sağlam ve mantık üzerine kurulmuştur. (Ögel, 2014, s. 413) "Türk tanrısı, Türk'ün mukaddes yeri ve suyu, şöyle etmiş! Türk milleti yok olmasın diye! Millet (budun) olsun diye..." Görülüyor ki, Türk Tanrısı ile birlikte, Türk'ün Mukaddes yeri ve suyu, Türk milletinin yok olmaması ve millet olması için çalışıyorlar. Buradaki Türk Tanrısı da, muhteşem ve görkemli bir deyiş ve anlayıştır. (Ögel, 2014, s. 418) İyi su (edgü suv) arı olduğu kadar da, iyidir. Eski Türkçe'de iyi "edgü" diye söylenirdi. Ayrıca arınmak ile iyi olma, iyileşme arasında yakın bir ilişki vardır. Bunun için eski Uygur yazılarında, "edgüti arıtı" yani iyileşme ile arınılma anlayışı, yan yana görülüyordu. (Ögel, 2014, s. 424)

73 Ateş Bozkır topluluklarından Göktürkler in, ateşin ortaya çıkışı ile ilgili görüşlerinin şu şekilde olduğu kaydedilmiştir: Göktürkler in ataları, Hunların kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden çıkmışlardı. Göktürk atalarının yedi kardeş olduğundan bahsedilir. En küçük kardeşleri kurttan doğmuştu ve tabiatüstü bir güce ve özelliğe sahipti. Rüzgârın esmesi ve yağmurun yağması için emirler verebiliyordu. Onun, Yaz ve Kış tanrılarının kızlarından olan iki karısı vardı. Bu eşlerinden doğmuş dört oğlu vardı ve en büyüğü oymağı ile birlikte bir yenilgiden sonra dağların üzerinde yaşamak zorunda kaldılar. Bu dağların çok soğuk olmaları nedeniyle onun oymağı soğuktan çok sıkıntı çekiyor ve ısınmanın yolunu bulamıyorlardı. Bu dört çocuğun en küçüğü orada ateşi bulmuş ve oymağını ısıtabilmişti. Böylece oymak Halkı da ölmeden yaşamanın bir yolunu bulmuştu. Bunun üzerine diğer üç kardeş toplanarak onu başkan seçmişler ve ona Türk unvanını vermişlerdi. (Can-Kayalı, 2012, s.572) Ateşin bulunması ile ilgili diğer inanışlar, masallarda da yer alır. "Bir Buryat masalında ateşin mucidi olarak kirpiye benzeyen bir hayvan kabul edilir. Önceleri karısıyla yalnız yaşayan bir insan olan kirpi, ateş yakmasını bilen tek kişiydi. Bir gün haylaz çocuklar onu kızdırdığı zaman sırrını (ateşin nasıl yakıldığını) kimseye söylemeyeceğine dair söz alarak karısına söyledi. Fakat Tanrıların adamın sırrını açıklamak için yolladıkları bir şahin; kirpinin karısına çakmak taşının nerede olduğunu, çeliğin nasıl yapıldığını ve ikisiyle ateşin nasıl yakıldığını anlatarak dinledi ve bu sırrı Tanrılara söyledi ve buradan insanlar ateş yakmayı öğrendiler. Sonra bu kirpinin nesli "Porcupine" denilen kuş haline geldi. (Kırcı, 1998, s.399) Ateşin güneş ve aydan geldiğine, yani gökten geldiğine inanılmış ve ona kutsiyet atfedilmiştir. Bu suretle Göktürkler ateşe olağanüstü bir saygı gösterirler. (Avcıoğlu, 2006, s. 356) Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki Türklerde ateş bir tanrı değildir. M.S. 7. Yüzyılda Bizans tarihçisi Th. Simokattes, Göktürklerin, kutsal saydıkları ateşe, suya, toprağa kutsiyet atfettiklerini söylemiştir, fakat yalnız, yerin ve göğün yaratıcısı saydıkları Tanrı ya taptıklarını belirtmiştir. (Kafesoğlu, 1987, s.99)

74 59 Altay Türkleri arasında ateşin güneşin elçisi olduğuna dair bir inanış vardır. Büyük Türk topluluklarının devlet törenlerinde büyük bir ateş yakıldığı ve bu büyük ateş vasıtasıyla göğe, yani Tanrı ya haber ulaştırıldığına şahit olunur. Bu bilgiden anlaşılmaktadır ki, Türklerde ateş; Zerdüştlükte olduğu gibi tanrısal bir güç olarak algılanmamakla birlikte Tanrı ile insanoğlu arasında iletişim kuran bir araç olması hasebiyle kutsal kabul edilmiştir. (Düzgün, 2015, s. 150) Yeminler, ateş yanan ocak yanında ateş üzerine yapılır. Ocağın takdisi, ateş kültünün atalar kültü ile irtibatını hatıra getirmektedir. Altaylılar ve Yakutlar'da, ocağın ilk ata tarafından yakılmış olması dolayısıyla ailenin sembolü kabul edildiği anlaşılıyor. Ataların canları, yakılan ocağın içinde tecelli eder. Bu itibarla bir evde ocağın devamlı yanması, o ailenin saadet ve sürekliliğine işaret sayılmıştır. (Ocak, 2005, s. 250) Bozkır toplum hayatında ateş maden işlenmesi ve eritilmesinde de son derece önemli bir yer tutuyordu. İlk işlenen maden bakır idi. Bozkır atlı kültürü çevresinde de ilk işlenen metal tabiî ki bakır olmuştur. Erken devir bakırdan yapılmış alet ve edevata Türkmenistan da rastlanılmıştır. Bozkır atlı kültüründe, bakırın topraktan alınması, ocaklarda dökme kazan veya benzeri bir araç içerisinde eritilmesini metalin ilk evresi olarak düşünüyoruz. O günün şartları içerisinde ilkel tekniklerle de olsa bugünkü teknolojik gelişimin temelleri atılmıştır. (Koçak, 2013, s. 39) Göktürkler demiri işlemek ve bu madenden silah yapmak suretiyle uzun süre gelişmişler ve güçlü bir kavim haline gelmişlerdir. Daha doğrusu, demircilik Göktürklerin ata sanatı durumundadır. Hatta onlar, meslek tecrübelerini kullanarak, yani demir dağı eritmek suretiyle Ergenekon dan çıkabilmişlerdir. Demir dağın eritilmesinde ve Göktürklerin kurtuluşunda, şüphesiz ateş de rol oynamıştır. Bundan dolayı ateş, Türklerin hayatında önemli bir unsur haline gelmiştir. (Koca, 2002, s. 84) Halk hekimliğinde, ateşin bütün halklarda kullanılmasına da yansımıştır. Ateşin bütün tedavi edici fonksiyonlarını sıralamak zordur: Hastalıklı yerin soba közüyle yakılması, tütsüleme, isleme, tedavi araçlarını kutsama vb. (Tokarev, 2005, s. 259)

75 60 Bozkır toplumlarının en eskilerinden olan İskitler, ölüyü gömdükten sonra kendilerini temizlerler başlarını iyice ovarak yıkarlar, gövdelerini temizlemek için bir tören yaparlar. Yere üst uçları birbirine eğik üç kazık çakarlar, üzerine çepeçevre keçe sararlar keçelerin içerisinde ve kazıkların ortasında bir tekne vardır, iyice kızdırılmış birçok taş getirilip bu teknenin içine koyarlar. İskitler kenevir tohumunu alırlar ve anlattığımız keçe örtülerin içerisine girerler ve bu tohumları kızgın taşın üzerine atarlar, tohum taşa deyince tütmeye başlar ve buhar çıkarır. Bu, onlar için bir yıkanma yerine geçer. Çünkü gövdelerine hiç su değdirmezler. (Herodotos, 2013, s. 324) Bozkır toplumları ateşten bayramlarda da büyük ölçüde yararlanmışlardır. Baharın gelişi Nevruz ateşi ile kutlanmıştır. Nevruz ateşinden atlayanların hastalıklarından arınacağına ve yıl boyunca hastalanmayacaklarına inanılmaktadır. Aynı zamanda Nevruz, Türklerin Ergenekon dan çıkışının da yıldönümüdür. Bu yüzden örs üzerinde demir dövülmesi de bu günkü kutlamalar arasında yer almaktadır (Mandaloğlu, 2012, s. 227) Türk kültür çevresinde dağlamanın köklü bir geleneği vardır. Dağ ve dağlama günümüzde de geniş çevrelerde kullanılmaktadır. Dağ kelimesi farklı şekillerde açıklanmaktadır. Dağ kızgın bir demirle vurulan, damga, nişan karşılığı olarak kullanılmaktadır. Dağ, iyileştirmek için vücudun hastalıklı bölümünde kızgın bir araçla yapılan yanık olarak da tanımlanmaktadır. Mecazi anlamda ise, büyük üzüntü, acı olarak belirtilmektedir. Dağ, yanık yarası olarak da bilinmektedir. Dağın yakı manasına geldiği de açıklanmaktadır. İnsan üzerine bedeni ve dimağı güçlendirmeye yönelik dağlama yapıldığı gibi, hasta uzvu tedavi etmek için de dağlama yapıldığı bilinmektedir. Hayvan üzerine de iki şekilde yapılmaktadır. Birincisinde hayvanın hastalıklı uzvu kızgın bir demir aletle dağlanmaktadır. İkincisinde ise hayvanların, özellikle daha çok at türü hayvanların tanınmasına yönelik damgalama işlemi dağlama şeklinde olmaktadır. (Durmuş, 2012c, s. 116) İskit kadınlarının ise sağ memeleri yoktur. Çünkü kızlar daha çocuk iken anaları, bu iş için yapılmış tunçtan bir aleti şiddetle kızdırıp sağ memeye bastırarak dağlarlar. Böylece memenin büyümesi önlenir. Bu sayede bütün kuvvet sağ omuz ve kola iner. (Durmuş, 2012a, s. 151)

76 61 Türkler, ateşe kutsal bir unsur olarak saygı duymuşlardır. Eskiden beri Türk toplulukları arasında ateşin gökten indiği ve onun temizlenme, arındırma ve saflaştırma gücüne sahip olduğu inancı yaygındı. Altay ve Yakut Türkleri, ateşin varlığında bulunduğuna inandıkları bu güce veya ruha, bugün ot idi, yani ateş sahibi adını vermektedirler. Ateş vasıtasıyla varlıkları ve eşyaları temizleme, arındırma ve saflaştırma inancına hemen hemen bütün Türk topluluklarında rast gelinmektedir. Mesela, Göktürk kağanını ziyaret eden Bizans elçisi, iki ateş arasından geçirilmek suretiyle her türlü kötülükten arındırılmıştır. (Koca, 2003, s ) Öyle anlaşılıyor ki, Türklerde cesedi yakma gelenekleri erken dönemlerden itibaren daha çok Hunlarla ilgili gözükmektedir. Altaylarda ve Orhun bölgelerinde otururken bu geleneği uygulayan Asya Hunları, bundan sonra gittikleri her yere de bunu götürmüşlerdi. Çünkü Hunların, yalnızca Çin ile değil, aynı zamanda Doğudaki ve Batıdaki birçok komşu kavim ve devletle de doğrudan münasebetleri vardı. (Tezcan, 2006, s. 87) Cesedin yakılması, öncelikle kaçınılmaz bir son olan ölüm ve ölüme sebep olduğuna inanılan kötü ruhlar karşısında duyulan korkunun bir göstergesi olması açısından ilgi çekicidir. İnanca göre, ölüm sadece ölen kişiyi değil, bu kişinin yakınlarından tutun da, kullandığı eşyalara kadar tüm çevreyi etkisi altına almaktadır. Ölenin ve ölümün etrafta bıraktığı bu kötü etkinin ortadan kaldırılabilmesi, genel anlamda bir arınma ile olabilmektedir ki, bu işin vasıtası da ateştir. Ölümle ilgili her şey bertaraf edilmesi gereken büyük bir tehlike arz eder. Ölünün akrabaları ve onun evinde yaşayan herkesin kendilerini ateşle arındırması lâzımdır. (Sümbüllü, 2004, s.69) Mumyalama işlemi cesedin bozulma tehlikelerini ortadan kaldıran önemli tek yöntemdir; ateş etleri yakabildiği gibi kemikleri de yakabilirdi, kemirici hayvanlarda kemikleri kırabilirdi. Ancak bu karmaşık yöntem yalnızca dünyadaki hayatında güç sahibi insanlar için kullanılıyordu. Bunun amacı onların öteki dünyada da güçlü kişiler olmalarını sağlamaktı. (Durmuş, 2004, s: 24)

77 62 Ateş unsurunun yönü güney (eski Türkçe kün-ortusi: güneşin tepede göründüğü yön), saati öğle, mevsimi yaz, rengi kızıl, göksel cisimleri; Kızıl-sagızgan (Kızılsaksağan) denen yıldız takımı ve Oot yultuz denen Merih (Mars) ile yazın gökyüzünde tepede görülen "Kök-luu" yıldızının kalbi "Sin yıldızı" idi. (Esin, 2001, s. 25) Türklerde, kâinat simgesi olan otağın ortasında, kubbenin merkezindeki "tügünük" denen duman deliğinin altında, taşınır "oçok (üç ayaklı kaza-ocak)" durmaktaydı. İç Asya eski göçebe geleneğinde de "oçok", hem yemek pişirme, hem de ateş ayininin yapıldığı yerdi. (Esin, 2001, s. 49) Öte yandan Marco Polo'nun çok ilginç bir gözlemi ateşin kendisine verileni yeryüzünden göğe doğru götürdüğü ve bu suretle gökte bulunana haber götürmek için bir araç olarak kullanıldığı esasına dayanan inanca bağlı bir olayı ortaya çıkarmaktadır: "iki erkektiler, birinin ölmüş bir erkek çocuğu, diğerinin evlenme çağından önce ölmüş bir kız çocuğu vardı; bu iki adam söz konusu olan iki ölüyü evlendirdiler... önce evlenme akdini yazdırdılar. Daha sonra bir ruh çağırıcısı evlenme akdini ateşe atarak yakar. Dumanın yükselişini gözlemlerken aileler bunun öteki dünyadaki çocuklarına gittiğini ve evlendiklerini müjdelediğini söylerler... Geyikler ve atlara, diğer hayvanlara her türlü giysiye, sikkelere, eşyalara ve aletlere ve cehiz olarak verilmesi gereken her şeye benzeyen resim ve portreleri kâğıt üzerine çizerler, sonra da bu resimleri yaktırırlar; çocuklarının bütün bu çizilenlere ateş vasıtasıyla haberdar olarak öteki dünyada sahip olacağını söylerler." (Roux, 2011, s. 154) Ocak ateşi ailenin devamlılığını simgelediği gibi, ocağın kendisi de büyük bir mekânsal ve kozmolojik öneme sahipti. Annenin kazarak açtığı ocak öteki dünyadaki atalara açılan kapı anlamına geliyordu. Yuvarlak keçe çadırın ortasında yer alır, dünyanın merkezini simgelerdi. (Findley, 2012, s.68) Bu suretle ocak çadır içerisinde kainatın merkezini teşkil eden ve kainatın yer ile bağını gösteren bir unsur idi.

78 Orman-ağaç Bozkır toplumlarında orman ve ya ağaç önemli bir yer teşkil etmekteydi. Eski dönemlerde yaşamı idare edilen merkez yer konumunda bulunuyordu. Bu suretle de orman ve ağaçlar kutlu sayılmaktaydı. Bütün bozkır toplumlarınca saygı gösterilen unsurlar arasında yer almışlardır. Mukaddes ağaç ile mübarek (kutlu) ağaçları birbirinden ayırmak gerekir. Mukaddes ile mübarek sözlerinde, bir mana ayrılığı vardır. Eski Türkçede "ıduk" ile "kutlug" sözleri arasında ince bir ayrılık olduğu gibi. (Ögel, 2014, s. 610) Ağacın her zaman ve her yerde tanrılaştırılmamış olması olanaklıdır. Ancak bazen kendisine derin saygı ve sevgi gösterildiği, bazen de kendisine tapıldığını bildiren bilgiler, İslamiyet i kabul ettikten sonra da Türklerin ağaçlara ettikleri dualar; Kaşgarlının ifadesi ile "Türkler Tengri ismini büyük bir ağaç gibi göze büyük görünen her şeye veriyorlar." Bu tanrılaştırmanın sıkça ve Altay dünyasının birçok yerinde meydana geldiğini kanıtlamaktadır. Bununla birlikte her zaman olduğu gibi ağaçların, tahtanın, ormanın bir arada birikimi, tüm bireylerin bir araya gelmesinden oluşan güçle desteklenmektedir. "korumak" kelimesinden türetilen kuru kelimesinin "av yasağı"nın olduğu, korunan ve dolayısıyla "kutsal" hayvanların bulunduğu yerleri belirlemek için kullanılmadan önce de koru denilen çok sayıda ağaçlık ve kutsal orman mevcut olmuştur. (Roux 2011, s. 155) Ağaç, yıkılmazlık ve devamlılık, düzenli olarak tekrar ortaya çıkış gibi özellikleriyle hayatın düzeni içinde kutsalın gücü olarak kendisini gösterir. Ağaç bu nitelikleriyle evreni ifade etmek için ortaya çıkmıştır. (Bars, 2014, s. 383) Türk düşüncesinde çocuk ve doğum da Hayat Ağacı ile ilişkilendirilmiştir. Yakutlara göre çocuk, ana rahminde büyürken ruhu gökte bir ağaç üzerindedir. Yakutlara göre Hayat Ağacı, ilk insanın evidir. O, bütün ağaçların en iyisi ve en büyüğüdür. Dalları üç katlı gökyüzünü delip geçer, cennete kadar uzanır. Dallarından açık renkli sıvı akar. İlk insandan beri bütün canlılar bu ağaçtan beslenir. Doğum ve kader iyesi de bu ağaç üzerinde bulunur. (Ergun, 2015, s. 118) "İnç kelmek ırk"ı da, ağacı soy simgesi ve kardeşler arasında uyum olarak

79 64 ifade etmektedir. Uygur kağanı Bögü'nün bir kusık (fıstıklı sibirya çamı) ve bir kayın arasında, yer yükselen tepenin yarılmasıyla dünyaya geldiği menkıbesi ve Uygur Kağan soy kütüğünün ağaç şeklinde resmedildiğini Cüveyni rivayet etmektedir. (Esin, 2001, s. 171) Gök ağaçlar, yaygın olarak bir dağ üzerine oturtulurdu. 9 tane de dalı vardı. Bir yanında ay, diğer yanında da Güneş bulunurdu. Gök ağaçları, Batıya doğru gidildikçe "yedi dallı" olurdu. Bazı Türklere göre ise bu ağaç, "dokuz köklü" idi. Bazıları ise bu ağacı "altın yapraklı, 8 gölgeli" diye anarlardı. (Ögel, 2014, s. 612) Ağaç unsurunun yönü gün doğusu; mevsimi bahar, saati sabah, rengi gök, göksel cisimleri kök-luu (Gök ejder) denen yıldız takımı, İgaç-yultuz (Ağaç yıldızı) veya "Ongay" denen Müşteri (Jupiter) gezegeni, Kuş (Niao) denen yıldızların zirvede görünüşü. (Esin, 2001, s. 25) Orman bir kült sayıldığı gibi bazı ağaçlar da takdis edilir. Şamanistlerin en çok saydıkları ağaç kayın ağacıdır. (İnan, 2000 s. 64) Umumiyetle Altay şamanlarının inanmalarına göre kayın ağacı Tanrıdan ayrılmıştır. Bunun için bu ağaca yıldırım düşmez. (İnan, 1998f, s. 447) Kayın ağacından türeme, Kuzey Türklerinde çok yaygın olarak görülmektedir. Yakut Türklerinde ölümsüz şamanlar gökteki ağaçtan türemişlerdi. Tanrı "sekiz ağaç" dikmiş ve onları böyle yaratmıştı. "Gökteki bu kutlu ağacın yaprakları solmazdı. Ölümlü şamanlar ise, yerdeki ağaçlardan türemişlerdi. Onların ağaçları ise, soluyordu. Altay Türklerine göre, "insanlar türediği zaman, Umay-Anamız'la birlikte, iki kayın ağacı da yere inmişti. (Ögel, 2014, s. 613) Kamların davullarında güneş, ay, yıldız, şimşek resimleri yanında kayın ağacı resmi de bulunur. Bir Sagay kamı, davulundaki iki kayın ağacı resmini şöyle izah ediyor; "Biz Ülgen atamızdan ilk türediğimiz zaman Umay anamızla beraber bu iki kayın ağacı yere indi. (İnan, 2000, s. 64) Bozkır toplumlarında ağaç ve orman hakkında birçok efsane bulunmaktadır. Er Sogotoh efsanesine göre; "ilk insanın atasının adı, Er-sogotoh idi. bu ilk atanın elli kapılı, kırk pencereli, çatısı otuz kirişli, bir evi vardı. Doğuda ise Ağaç Hakan bulunuyordu. Ağaç Hakan'ın, kökleri yeri kaplıyor, dalları ise gökleri deliyordu. Kökünden hayat suyu kaynıyor ve herkese can veriyordu. Bu ilk insana "yalnız

80 insan" adı verilmişti. Babası, Gök Tanrısı ve annesi ise Kübey Hatun, idi". (Ögel, 2014, s. 613) 65 Uygur Devleti'nin Türeyiş efsanesinde, hanedanı kuran beş çocuğun doğduğu ağaçtan, çocukların doğumundan önce, bazı müzik sesleri geldiği söyleniyordu. (Ögel, 2014, s. 618) Türk boylarının menşeleri hakkında söylenen efsanelerde ağaç önemli yer tutmaktadır. Uygur efsanesinde Uygur hakanlarının ağaçtan türedikleri söylenir. Dede Korkut kitabında adı geçen bir kahraman, "atam adını sorarsan kaba ağaç, anam adını sorarsan kağan arslan" diyor. Oğuz destanlarında Kıpçak boyunun menşei hakkında rivayette de ağaçtan türeme efsanesinin izi mevcuttur. Bu rivayete göre Oğuz Han bir sefer dönüşünde, savaşta ölen bir askerinin eşi ağaç kovuğunun içinde bir oğlan doğurmuştur. Oğuz Han bu çocuğu evlat edindi ve Kıpçak, yani ağaç kovuğu adını verdi. (İnan, 2000, s. 65) Bir ağaç kutsal kılındıktan sonra önünden geçen her Yakut, ağaca hediye vermediği takdirde kendini bir suç işlemiş sayar ve Tanrıların gazabını üzerine çektiğini anlardı. Yakutlar yaşlı güzel Ağaçları kutlu sayıyor, hatta onlara kurbanlar kesiyorlardı. (Roux, 2005, s. 62) Şamanlara göre kayın ağacı, büyük Tanrı Ülgen tarafından tanrıça Umay'a gökten gönderilmiştir. Bunun için dini törenlerde kayın ağacına çok önem verilirdi. Ayrıca şamanlar hastalarını iyileştirmek için yanlarında kayın ağacı bulundururlardı. (Erdoğan, 2007, s. 177) Çam ve Ardıç ağaçları da Türklerde kutsaldı. Altay Türklerince kozmik âlemin yaratılışında, Kara Han yarattığı bir adaya dokuz dallı ilk çam ağacını dikmişti. Bu çam Tanrıyı temsil ederdi. Kadınlar ardıç dalları ile ateşlerini yakar, kötü ruhları kovmak için odalarını tütsülerlerdi. Çünkü kötü ruhlar bu ağacın yanık kokusundan hoşlanmazlardı. (Erdoğan, 2007, s. 178) Ağaçlar ve direkler her türlü amaçla, gökle kolay bir iletişim kurulmasını gerektiren her şey için kullanılabilir. Ama Bozkır toplumlarının yaşamlarını kolaylaştıran ağaçlar özellikle iki amaca yararlar: göğe kurban sunmak ve şamanın kozmik yolculuğu. (Roux, 2005, s. 66)

81 66 Hsien-pilere bağlı Tabgaçların ağaç törenleri, Atalar Tapınağı çevresinde yapılıyordu. Ağaç motifi hiç şüphesiz Bozkır toplumlarında önemli unsurlar arasında görülür. Bu törende Tabgaçlar göğe, yere ve hükümdar atalarına kurban verdikten sonra, ağaçlar, özellikle kara ağaçlar, kutsal ormanları oluşturuyorlardı. Böylece, Çularda olduğu gibi ağaç, sülale simgesi ve atalar makamı olmaktaydı. Hiung-nular da Tai-lin ormanında, ağaç etrafında dönme törenini, sonbahar ayini döneminde yapıyorlardı. (Esin, 2001, s. 163) Ağaç motifi, Türklerde sonbahar ayinlerinde ata mezarlarından çok, bahar ve hükümdar sülalesi simgesi olarak görülüyordu. Bu durum değişik şekillerde belirmektedir: Hükümdar makamları birer "yış" ormanlı dağ olmaktaydı. Ağacın özellikle hükümler simgesi olarak görüldüğü, sülaleye "Türk" adını veren Kağan'ın oğulları hakkındaki bir rivayetten anlaşılmaktadır. (Esin, 2001, s. 170) Oklar göğe ulaştırabilecek canlı yaratıklar olarak düşünülmüştür Tahtadan yapıldıkları için ağaçta bulunan kozmik değerleri taşırlar. Ayrıca uçlarına tüy takılmış haliyle tüylerini taşıdığı kuşlarla eşdeğerdir. Oklar yukarıya yani göğe atılmalarında, tanrıya giden yolda ilerlediği sanılırdı. Okun göğe doğru herhangi bir kimse tarafından serbestçe atılıp atılamayacağı konusu pek açık değildir. Hiungnularda olduğu gibi "kartalın okçuları" ayrıcalıklı bir topluluk oluşturmaktadır: "bu okçuların okları göklerin en yükseğine erişebilen tek bir kuşun tüylerini taşır." Ancak buna karşın mistik bir bakış açısıyla tüm bu sihirli maddelerin yaratabileceği varsayımları görebiliriz. Oku çekerken amaç yalnızca ejderhayı kovmak veya yıldırımı öldürmek değildir. (Roux, 2011, s. 152) Altay Tatarları "Her şeyin merkezinde, yeryüzünün göbeği üzerinde, dünyadaki ağaçların en büyüğü, tepesi Ülgen'in oturduğu yere değen devasa bir çam ağacı bulunmaktadır" demektedir. Yakutlar yeryüzünün merkezinden, göğe yükselen büyük gövdeli bir ağacın olduğunu ve köklerinin altından "güç verme yeteneği bulunan" sarı bir sıvı olduğunu söylerler. Er Töşük'te, kaydedilen bir ağaç ile ilgili olarak "tüm dünyada bundan daha güzel bir ağaç yoktu. Yüksekliği ve gücü o denliydi ki göğün kabuğunun yıkılmamak için kendisine yaslandığı dahi söylenebilirdi denilmiştir. Gövdesi yardımıyla göksel dalları sayesinde

82 67 gökyüzünde bulunan unsurları toprak altındaki köklerle temas ettirdiği düşünülen ve bazen de göğün dayanağı, direği olan bu kozmik ağaç şamanizmde büyük bir rol oynamaktadır. Çoğu kez 7 veya 9 dalı bulunan, gövdesi üst direkten geçecek şekilde yurd'un merkezine dikilen ağaç şamanın kozmik yolculuğunda merdiven görevini görür. (Roux, 2011, s. 155) Ağaç kültü ile orman kötü birbirine karıştırılmamalıdır. Ormanlardan çok uzak olan veya sık ormanları tanımayan Türklerde ağaç kültü vardı. (Ögel, 2014, s. 621) Ormandan ayrı olarak yalnız bulunan bu ağaçlara da son derece saygı duyulurdu. Eski Türk inancında orman ve ağaç kültü de önemli bir yer tutmaktaydı. Göktürkler için Ötüken ormanı kutsal (ıduk) bir yerdi. Ötüken ormanının kutsal sayılmasının başlıca sebebi de onun koruyucu bir ruha sahip olması idi. Türkler, kendilerinin diktikleri ağaçlardan oluşan ormanlara da bazen kutsallık izafe ediyorlardı. Mesela Türk topluluklarından Çin in kuzeyinde devlet kuran Tobalar (Tabgaç), kuzeydeki yurtlarından güneye göç ederken göğe, yere ve ölmüş atalarına kurbanlar sunduktan sonra kendileri için önemli gördükleri bir sahaya kayın ağaçları dikerek, kutlu bir orman meydana getirmişlerdir. (Koca, 2003, s.166) Ötüken ormanlarının Göktürkler ve Uygurlar devrinde bütün Türkler için mukaddes sayıldığını biliyoruz. Orman kültü ilkel toplulukların orman mahsulleriyle ve avcılıkla geçindikleri devrin hatırasıdır. Ziraatçı ve geniş bozkırlarda çobanlık ile geçinen uluslarda orman kültü eski önemini kaybetmiş, orman tanrıları da kötü ruhlar sayılmıştır. Bununla beraber hayat şartları ve dini telakkileri bakımından epeyce gelişmiş, yükselmiş olan bazı uluslar orman kültünü yeni dinlerine sokmaya muvaffak olmuşlardı. (İnan, 2000, s. 62) Orman ruhlarına her avcı kurban sunabilir, kamların aracılığına ihtiyacı yoktur. Buna bakılırsa orman kültünün çok iptidai bir devrin, kamların daha bulunmadığı çağın, kalıntısı olduğuna hükmetmek icap eder. (İnan, 2000, s. 64) Ormanlar da gömülme yeri olarak tercih edilmekteydi. Her ne kadar Yakutlar herhangi bir yerin cenaze törenleri için uygun olduğunu düşünüyorlarsa da, herkes

83 68 gömülmek istendiği yerin seçimini kendisi yapmaktaydı ve bu yeri kendi ailesine göstermektedir. Genelde seçilen en uygun yer, onun en beğendiği bir ağacın altıydı. (Roux, 1999, s. 253) Zamanımıza kadar kurgan kelimesinin farklı anlamlarına dikkat çekilmiştir. Bu kelimenin mezar, gömüt, mezar tümseği olabileceği gibi; kale, sur şehrin etrafını çeviren kemer olarak da anlam kazandığı ifade edilmektedir. Burada kurganın iki anlamı ortaya çıkmaktadır. Birincisinde ölmüş olan kişinin korunduğu yerdir. İkincisinde ise yaşayanların dış saldırılara karşı korunduğu, şehri koruyan savunma sistemidir. Her ikisinde de bir koruyuculuk söz konusudur. Ancak atlı kavimlerin yerleşimine bakıldığında şehrin savunması ile ilgili manası şehir hayatı ile bağlantılıdır. Bu yüzden şehir savunmasında kullanımı daha geç olmalıdır. Mezar geleneği ile ilgilisi çok daha eskidir. (Durmuş, 2004, s. 22) Her ne kadar önceleri ormandan ayrı tek başına duran ağaçlar üzerinde yoğunlaşmış olsa da, orman ya da koru olarak bir araya gelen ağaçlar da hızla kutsallık kazanabilirler. Sonuçta ağaçların tinleri kaynaşarak tek bir orman tini oluşturmuşlardır. (Roux, 2005, s. 63) Birçok şaman töreni sırasında yapay bir yol inşa edilmektedir. Bazen çadır önünde yedi dallı bir kayın ağacı veya büyük merkezi bir kayın ağacının çevresinde yedi küçük kayın ağacı dikilmektedir. Bazen de boy sırasına göre dizilmiş yedi veya dokuz ağaç birbirine göğün yolu nu temsil eden ince bir iple bağlanır ya da bir bezle birbirine bağlı, üzerlerine dokuz kertik çizilmiş dokuz karaçam vardır. Bunun anlamı bilinememekte veya açıklanmak istenememektedir, ancak bunun saf temiz ruhların cennete gitmek için izleyecekleri yolu temsil ettiği söylenmektedir. (Roux, 2011, s.109) Dağ Eski Türklerde dağların, varlığı göklerde kabul edilen Tanrıya ulaşmanın en doruk noktası olduğu inancı oldukça güçlü idi. Bu yönüyle söz konusu mekânları bir yerde "Tanrı makamı" olarak adlandırmak mümkündür. (Ozan, 2015b, s. 137)

84 69 Zirveleri gökleri deler gibi yükselen, başları bulutlar içinde kaybolan bu dağlar, sanki Tanrı ile konuşur ve ilgi kurarlar gibi, görünmüşlerdi. Türklerde bunlar, "göğün direği" ve "yeri bastıran dağlar" gibi, konuşmuşlardı. "Tanrıya giden en yakın yol da yine bu dağlar idiler. Göktürkler in Ötügen dağı, Uygurların Kut-Dağı, bu kutsal dağlar arasındadır. (Ögel, 2014, s. 583) Birçok dini inanışta dağların önemli rolü vardı. Türkler de dağları göğe daha yakın olduğu için kutsal saymışlar; kurbanlarını genellikle kutsal saydıkları dağda sunmuşlardır, dualarını da bu dağlarda yapmışlardır. (Koca, 2003, s.166) Orta Asya dağlarının çoğu Türkçe Moğolca mübarek, mukaddes, büyük ata, büyük hakan anlamlarına gelen sıfatlarla zikrolunurlar. Mesela; Han tanrı, Bayan-Ula, Buztağ-ata, Bogdu-ula, Burkhan-ula, Othon-Tengere, Iduk Art, Kayrakan, Erdene Ula ve başkaları gibi. (İnan, 2000, s. 49) Buryatların "zengin orman" dediği ve tüm yeryüzünün efendisi olarak kabul ettikleri, Kinghan'da bulunan ve Tu-kiularin Ötüken'ni olan bu sıra dağ, bu toplumun önemiyle orantılı olarak çok daha büyük bir yer tutar. Çinliler Ötüken'nin batısında yaklaşık olarak 250 kilometre Batı veya Kuzey Kangai'de, belki de Gobi altaylarının ve ya sayanların doğu uçlarında olduğunu söyledikleri Po-teng-ning-li diye bir kutsal dağa işaret ederler. Burasının Kögmen olduğunu kabul etmek gerekebilir. (Roux, 2011, s. 158) Altay destanları içinde, Ak-dağ, Ak-Han'ın bir yaylası idi. Bu dağda bazı kutlu ve ilahi belirtiler görülüyordu. Bazı destanlara göre ise, "Ak-dağ'da kurultay yapılıyor, avlar ile yağmalar Ak-dağ üzerinde bölüşülüyordu. Bazılarına göre ise, Ak-dağ ile Demir-dağlar, Ak ve Gök denizlerin bittiği yerde bulunuyordu. Ak-han'da bu dağda oturuyordu. Altay destanlarında, Kara-dağlar iç açıcı bir mana ile karşımıza çıkmıyorlardı. Nitekim Orta Asya destanlarında, "iri ve büyük bir cüsse, kara dağın resmi veya görüntüsü" gibi anlatılıyordu. (Ögel, 2014, s ) Bazı ruhların, belki Pars gibi erdemleri ruhların, "Altın Suna" adlı ormanlı dağ veya Altın dağ'da yer aldığı inancı vardı. (Esin, 2001, s. 52)

85 70 Altındağ'ın yeri, Altay Yaratılış Destanı içinde şöyle anlatılıyordu: "altın dağ, gök ile yer arasında bulunuyormuş. Başı ay ile güneşe değiyormuş. Bu dağda Ülgen otururmuş. Dağın etekleri ise, dünyaya veya yere değmiyormuş. Havada duruyormuş". Bazı karışmış destanlarda ise buradaki Altın dağ, Buda dinindeki "Meru dağı"na benzetiliyordu. (Ögel, 2014, s. 552) Ortaçağ'da Müslüman yazarları ve T'ang devrinden beri Çin kaynakları gerek Karlukların gerek Çiğillerin ve söylendiğine göre bütün Türklerin saygı duyduğu, halen var olan Tokmak şehrinin biraz uzağında İssik Kul'un kuzeybatısında böyle bir Dağın varlığını belirtmektedirler. Çinlilerin Tien-şan'ı, Türkçe çevirisiyle Tengri tag, Hiung-nularin büyük kutsal yerlerinden biri olmuştur. İsminin zamanımıza kadar yaşaması bunun kutsal açıdan önemini belirtmektedir. Aynı şekilde Tunguzlar ve Mançurya'nin diğer toplumları altıncı yedinci yüzyıllardan beri bir tanrıça olarak bilinen daha sonradan Çin imparatorlarının, özellikle kurban adama şeklinde kendine özgü bir kült haline getirdikleri Tu-tai adlı kendi kutsal dağları vardı. (Roux, 2011, s. 157) Han-Yoan dağı Hunların her yıl Tanrı'ya kurban kestikleri bir dağdır. Ekitağ, Palmir, Akkaya, Kadınbaşı, Karadağ, Aysu, Alaş, Karargay dağları Altaylıların kutsal dağlarındandır. (Erdoğan, 2007, s. 165). Dağa kurban, daha çok Kutlu Dağlar üzerinde kesiliyordu. Milattan önce 53 yılında Hun hakanı Huhanyeh Han, kutlu bir dağ üzerinde, kutlu bir beyaz at kurban etmişti. Dağa yemin ve ant içme, milattan önce 53 de Hun Hakan'ı, Hun ve Çin devletleri arasındaki anlaşmayı, beyaz at kurbanından sonra, dağ üzerinde yapmıştı. (Ögel, 2014, s. 580) Türkçe "Tağ" denen "ırk" ölüme ve ölüm ötesinde düşünülen yeniden doğuma işaret ediyordu. Kök Türk mezarlarının küçük taşlardan oluşan höyük şeklinde olması 643 ve 655 yıllarında ölen Kök Türk kağanlarının mezarlarının Pamir zirveleri o dönemde Kök Türk merkezlerinden olan Sui-yüan'daki Po-rao Dağı şeklinde inşa edilmesi durumu ve ölenlerin bir dağa yol aldığı inancı, dağ simgesinin bu anlamına işaret etse gerek. (Esin, 2001, s. 38)

86 71 II. Yy da kaydedilmeye başlanan bir inanca göre ruhlar, buhar olup veya turna şekline girip uçuyordu. Bendenden ayrılan ruhlar ölüm simgesi de olan ve genellikle ruhların mekânı olarak bilinen dağa gidiyorlardı. (Esin 2001, s. 51) Atalar kültüne olan bağlılığın yanında, ata mezarlarını her türlü saldırıdan veya tahribattan uzak tutulması gerektiği inancı inancı bulunmaktaydı. Dolayısıyla, bu bölgelerin ruhların merkezi olarak düşünülmesinde, dağ, ağaç ve su gibi yer su varlıklarının koruyucu bir ruha sahip olduklarına yönelik inanç da göz önünde bulundurulmaktadır. (Sümbüllü, 2004, s.65) Bu ruhlar sayesinde insanların öbür dünya ile bağlantısı kurulduğu düşünülürdü. Özellikle ölü gömme törenlerinde, eski Türkler elbise ve başlarını ters çevrilmiş hali ile giyiyor, eyerleri ters çeviriyor, ata ters biniyorlardı. Bu ritüel ile öteki âleme mesaj vererek ölümün gitmesi onun tersi olan yaşamın gelmesi istenilmiştir. Verilmek istenen mesaj da başka acı yaşanmamasıdır. (Kalafat, 2010, s.48) Altay toplumunda kadına önem verilirdir. Öyle ki Altay da bulunan bir dağ kadın adını taşıyordu. Bu dağın garip bir hali var ki dağda, hava değişimlerinde ağlar gibi bir ses gelir. Bu dağ, Altay Türklerinde kadın hakkında söylenen birçok şairane destanlara mevzu olmuştur. Bu destanlarda kadının sadakati, harpte öldürülmüş zevcine ağlaması, Tanrıdan kıyamete kadar ağlamak için dağ yapması ricaları terennüm olunur. Bu Kadındağı, Altay Türklerinin kadınlık şerefine diktikleri bir abidedir. Tepeleri daima karla kaplı, kadının siyah bulutlar, dumanlar altında kaldığını gören, ağlamasını işiten her Altaylı Türk, kadınlığının sadakati ve nihayetsiz muhabbeti önünde eğilerek saygı gösterirler. (İnan, 1998c, s. 275) Altaylılara göre, dağ ruhları tamamıyla müstakil bir zümredir. Ülgen ve Erlik'le münasebetleri yoktur. Bu ruhlar insana iyilik yapar, refah ve saadet bahşederler. Saygısızlığa karşı da ceza verir ve hastalık gönderirler. (İnan, 1998f, s. 416) Cüveyni tarafından tespit edilen Uygur efsanesine göre, Uygurların saadet ve bolluk sağlayan mukaddes dağları vardı. Bu dağa Kuttag denirdi. Bu dağ Çinliler tarafından götürüldükten sonra Uygurlar perişan olmuşlardı. Bugünkü Moğolistan'da eski Kara Balgasun harabeleri yanındaki Erdene Ula hakkında da aynı rivayet söylenmektedir. (İnan, 2000, s. 50)

87 72 Efsaneler, Eski Türklerde dağların, insanlar gibi konuşan, duyan, hatta evlenip çoluk-çocuk sahibi olan ruhi varlıklar şeklinde tasavvur edilerek kutsallaştırıldığı bildirmektedirler. Nitekim etnografik araştırmalardan, Altay dağlarının "han" adını taşıdığını öğreniyoruz. Bu dağları Sagay gelinleri kayın babaları" olarak görüyor ve bu dağlara öyle sesleniyorlardı. (Güngör, 2012, s. 25) Şamanist Türk ve Moğol boylarında "Oba" kültü denilen bir kült çok yaygındır. Oba steplerde toprak, dağ geçitlerinde taş yığınlarından meydana getirilen suni tepeler, höyüklerdir. Bu Obalar steplerde, bozkır toplum inancında mukaddes dağ ve tepe yerini tutarlar. Urenha'lar ibadet için yaptıkları çadır ve alaçıklara dâhil "oba" derler ki bunlara göre "Oba" tapınak anlamına gelmekteydi. (İnan, 2000, s. 59) Dikeyliğin güçlü simgesi olan, ormanlarla, karla kaplı, ulaşılmaz ve gizemli dorukları göklere varan bu suretle göğü alttan destekleyen ve evrenin merkezinde bulunan dağ, Türk ve Moğol efsanelerinde önemli bir rol oynamıştır. Bu yüzden bozkır coğrafyasında yerdeki herhangi bir toprak düzeyindeki yükseliş, büyük önem taşır. En azından yeryüzü çekirdeğinden göğe doğru bir yükselişi temsil eder ve tırmanarak onu tanrıya yaklaştıran bir tür erişmeyi simgeler. Dualar oradan daha iyi işitilir; ölüler de sonsuz ikametgâhlarında, gökte var olduğu düşünülen tanrıya daha yakın olmaktaydılar. Göğün, yeryüzüne bir taş yığını aracılığıyla yansıması Tabgaçlar zamanından beri belirgin bir şekilde görülür: "her yıl göğe kurban verilmesi sırasında... Kral aşağıdaki töreni izlemişti... Gün doğmadan at üzerinde... Tepe'nin çevresinde bir tur atıyordu. Sonra bu tepeye tırmanır ve kurbanı sunardı. Son olarak yine ata binerek, tümseğin çevresinde tekrar bir tur atardı. Bu törene şu isim verilirdi: "göğün turunu yapmak". (Roux, 2011, s. 156) 3.2 Tabiat Olaylarına Karşı Önlemler Kam Eski Türk döneminde kamların varlığını sadece bir rastlantı değil, tarihi kökenleri olan bir olgu olduğu görülür. Böyle kaynaklardan biri olarak "Sünnu" (hunlar) hakkında bilgi veren Çin el yazmaları gösterilebilir. Bu yazıtlarda M.Ö I. bin yılın

88 73 sonlarında kamların varlığından söz edilir ve "Suyşu"da bunu Çin terimi "wu" olarak ifade etmişlerdir. Modern bilim adamları bu terimi " kam" olarak çevirmektedirler. Yazılarda Hunlarda toprak yüzüne kurban adama törenlerinin kamlar tarafından yapıldığı bilinmektedir. Bundan yola çıkarak, Toprak iyesine kurban adama törenlerini düzenleyen eski Türklerde de bu görevi kamların yaptığını varsaymak olasıdır. (Potapov, 2012, s. 151) Uygurlarda "kam" kelimesinin şaman anlamında kullanıldığına dair materyaller bulunmaktadır. Defalarca Moğolistan a seyahat yapan Fars tarihçi Cuveyni "Tarih-i Cihan-güşa " adlı eserinde şunlar yazıyordu: "Putperest Uygurlar sihir ve büyü bilimini biliyorlardı ve bu konuda uzmanlarına "qam"(kam) diyorlardı. "kâhin" ve "büyücü" anlamlarıyla "kam" kelimesinin yanı sıra "Sihirbaz" ve "büyücü" anlamlarıyla "yelviçi" terimi de kullanılmıştır. Bu kelime "Altın Yavruk" kitabında da geçmektedir. Modern türkologlar bu kelimeyi bu tartışmasız şekilde şaman olarak çevirmektedirler. (Potapov, 2012, s. 162) Kamların toplum içindeki işlevleri ise: Ayinler düzenlemek ve ruhlarla irtibat kurmak, aldığı bilgi ve enerjileri insanlara aktarmak, hastalara hem kendi manyetik enerjisiyle hem de ruhsal irtibatı sırasında rehber varlıklardan aldığı psişik enerjiyle şifa vermek. Ölenlerin ruhunun Öte Âlem e gidişinde ona eşlik etmek. Böylelikle bedenini yeni terk eden insanlara Öte Âlem e daha kolay uyum sağlamalarında yardımcı olurlardı. Gelecekteki önemli olayları önceden haber vermek gibi yeteneği bulunan kamların, halkı bu konuda önceden uyarırlardı. Ayrıca yağmur yağdırma gibi bazı doğa olaylarına majik yöntemlerle müdahale etmekteydiler. (Candan, 2002, s.147) Kuşkusuz kam özgün bir din adamı değildir ve kurban adama şamanın görevleri arasında değildir. Altay halklarında tüm hükümdarlar yani kağan din adamıdır. Hükümdar veya Tanrı huzurunda ulusun veya halkın ileri gelenleri olarak, halkın özünü temsil etmekteydiler. Halk adına hareket ederler ve tüm sorumluluğu paylaşırlar. (Roux, 2005, s. 210) Kamlar, eski Türk sosyal hayatının dini, mistik, sihri ve sıhhi sahalarında uzmanlaşmış halk bilginleriydi. Fakat onlar, hiçbir zaman din adamı kimliğinde olmamışlardır. Büyük Türk dilcisi Kaşgarlı Mahmud kam

89 74 kelimesine kâhin karşılığını vermiştir. Yusuf Has Hacip de Kutadgu Bilig adlı ünlü siyaset kitabında kam ı, halk doktoru olarak tanıtmıştır. Yakut Türklerinin erkek ve kadın kamları vardı. Onlar erkek kamlara oyun, kadın kamlara da udagan adını vermişlerdir. Kazak Türkleri ve Kırgız Türkleri ise aynı kamlara bahsı veya bakşı demektedirler. Çuvaş Türkleri de kamlar için yum ifadesini kullanmaktadırlar. (Koca, 2003 s.176) Kamlar gerek erkek, gerek kadın olsunlar bir ayrıcalıklı bir sınıf halinde bulunmazlar. Mensup olduğu boy, oymak ve köyün üyesi olarak halk içinde yaşarlar. Onların diğer insanlardan üstünlüğü ancak ayin yaptıkları, Tanrılar dünyasına karıştıkları, ekstaz haline geldikleri anlarda olur. Ekstaz durumu geçtikten sonra halk arasında farksız kişiler olur. (İnan 2000, s. 79) Bozkır toplumlarının çoğunda bulunan Şamanizm İskitlerde de vardır. Kamlar, umumiyetle kehanette bulunmak, büyü yapmak ve kurban kesmek gibi çeşitli işler yapmaktaydılar. Fakat bu işleri İskitlerde kam olmayan kimseler de yapabilmekteydi. Hakiki kama ancak ruhlarla temasa geçilmek suretiyle üstesinden gelinemeyecek meseleler de müracaat edilmekteydi. (Durmuş, 2012, s.128) Kadın kamlar murdar sayıldıklarından ancak Erlik ve Yer Su ruhları için ayin yapabilirler. Kam ilmihaline göre, bu ruhlara manyaksız ayin yapılmadığı gibi Ülgen'e de kadın şamanlar ayin yapamazlardı. (İnan, 1998f, s. 435) Şamanizm in önceden belirlenmiş kutsal bir kitabı olmadığı için ayinlere de okunacak dua ve ilahiler de belli değildir. Koruyucu ruhlar, ayin sırasında onlara ne ilham ederse öyle hareket eder, öyle dua ve ilahiler okurlardı. (Candan, 2002, s.182) Şamanizmde, ak kam ve kara kam olmak üzere iki türlü kam bulunmaktaydı. Ak kamlar şaman cübbesi ve külahı taşımazlar, davul kullanmaz. Kötü ruhlara ve karanlık tanrılarına ayin yapmazlar, kanlı kurbanlar vermekten sakınırlar. Kara kamların aksine olarak ancak gündüzleri aydınlık ruhlar şerefine kansız kurban

90 ayini ve törenlerini icra ederler. (İnan, 2000, s. 83) Her iki kam da Bozkır toplumlarında kutsalı ifade eden kişilerden olmuşlardır. 75 Ak kamlar halk tarafından daha çok saygı görmelerine rağmen kara kamlar kadar iş görmezler. Ayin yaptırmak için halk daha ziyade kara kamlara müracaat ederler. Bunun sebebi aydınlık dünyası tanrılarının insanlara az tehlikeli olduğuna inanma olsa gerektir. Şamanistler daha ziyade karanlık dünyası tanrılarından korkarlar, kara kam vasıtasıyla onların kötülüklerinden korunmaya çalışırlar. (İnan 2000, s. 84) Şaman cübbesi, genel olarak otuz parçadan yapılmış sayılırsa da hakikatte altmış kadar muhtelif parçadan oluşmaktadır. Cübbenin esas kısmı meral ve beyaz koyun derisinden yapılan ceketten ibarettir. Başka parçalar bu cekete dikilir. Bu parçalar kamların ruhlar dünyasında bulunduğunu tahayyül ettikleri bütün varlıkların sembolleridir. Mesela; cübbenin yakasında sıralanan dokuz küçük kukla Ülgen'in dokuz kızını, küçük cübbeler onların elbiselerini, demir veya başka madeni şeyler küpelerini temsil eder. Kötü ruhlarla mücadelede kullandığı manevi yayın ve diğer silahların sembolleri küçücük yay ve çıngıraklardır; ve kötü ruhların fısıltılarını dinlemek için kulak, ay, güneş, yıldızlar, Erlik dünyasında yaşayan kurbağalar, yılanlar hep cübbede temsil olunur. Bu semboller, örgüler, kumaş parçaları, madenden yapılmış süs ve sairlerden ibarettir. (İnan, 2000, s. 92) En eski ve özgün şaman elbiseleri hayvan şekillerini taklit eden giysilerdir. Bunu giyen şama hem kendi atasını ve hem de gerektiği zaman o kuşun ya da hayvanın şekline girebileceğini göstermektedir. (Çoruhlu, 2011, s. 75) Kamların kıyafetleri çeşitli bölgelere ve zamanlara göre değişiklik göstermektedir. Mesela; genellikle bir cübbe veya hırka, başa takılan biri Serpuş veya maskeye benzer bir şey, eldiven, yüksek konçlu ayakkabı, bazen aksesuarlarla beraber kamların kıyafetlerini oluşturur. (Erdoğan, 2007, s. 25) Kam giysisinin üzerinde bir kuş resmi varsa kamın bu kuş yardımı ile öteki dünyaya uçabileceğine inanılmaktadır. (Öğer-Gönel, 2011, s. 239)

91 76 Kam, manyakını kendi arzu ve isteğiyle değil, kuvvetini bünyesine kazandırdığı ruhun telkini ile yaptırır. Manyak'ın biçimi ve teferruatına dair bütün emir ve talimat kama ruh tarafından verilir. Manyak üzerine kese, ağaçkakan derisi, ayı pençesi, kartal tırnağı vesaire gibi şeyler asmak da bu ruhun arzularını tatmin içindir. Kam, ruhun telkinlerine riayet etmezse cezasını çeker, ruh ona hastalıklar gönderir.(inan, 1998f, s. 437) Altay-Sayan kamlarında "manyak", davuldan farklı olarak ayinlerde kullanılması zorunlu olan tören aracı değildi. Kural olarak Altay kamları bu kıyafeti yeryüzü ruhuna ve tanrıya yapılan ayin sırasında giyerlerdi. Başka bir ifade ile "yer-su", Altay ve kutsal dağ iyilerine, ayrıca "Erlik" ve diğer yeraltı dünyasının ruhlarına ayinler yaparken bu elbiseyi giyerlerdi. Hazırlık aşamasında "manyak", özel bir ayinle kama gösterilirdi. Manyakın üzerinde bulunan takı ve işlemeler gibi bazı detaylara da ölen şamanların kültü yansımıştır. (Bu takılar için bkz. Hoppal, 2012, s ) Ölen saygın şamanlar, faaliyette olan kamların koruyucu ve yardımcı ruhları idi. Genel olarak manyaktaki birçok takı ve detay kamın ayin sırasındaki farklı yardımcılarını simgeliyordu. (Potapov, 2012, s, 268) Altaylıların manyakları davullarından farklı olarak tek tipti. Ancak onların sicim, kurdele, zil, çıngırak, işleme vb. unsurlarla zenginleştirilerek düzenlenmesi farklı kamlarda "kam mirasları"na ve yeni ruhları kendine çekme yeteneğine bağlıydı. Kam öldükten sonra manyak, onunla beraber gömülürdü. Tören şapkası da ölen kamın başının altına bırakılırdı. (Potapov, 2012, s 269) Kam, ayinini genellikle davulu ve tören giysisi "manyak" ile yapması uygun görülüyordu. Yeraltı dünyasına sadece manyakı olan kamlar gidebilmekteydi. Bu kamlara genellikle "manyaktu kam" (manyakı olan kam) adı verilir ve onların "kara kam" kategorisinden olduklarına inanılırdı. Beyaz kamlar yeraltı dünyasına ayin yapamazlardı. (Potapov,2012, s. 306) Şamanın cübbesiyle beraber külahı "börk" de hazırlanır. Külahın esas kısmı üç karış uzunluğunda kırmızı kumaştan olur, etrafına da üç tane düğme konulur. Astarı kaba ve adi kumaştır. Külahın üç yerine vaşak derisi dikilir. Bunlardan biri

92 77 göz, biri alın ortası, biri de ense hizasına konulur. Bu suretle külah üç kısımdan mürekkep olur ki, bundan dolayı "üç boğumlu kuş külah" denir. (İnan, 2000, s. 92) Kamların kullandığı, çeşitli hayvan derilerinden yapılmış, üzerine gök ve yeraltı ruhları ile ilgili semboller yapılmış bir de kam davulu vardır. (Erdoğan, 2007, s. 25) Gök, göksel cisimler ve atalar için yapılan ayinlerde davul kullanılmaktaydı. Gök gürültüsü gibi ses çıkaran, en büyük davullar, gök ayinine ayrılmıştı. Ayinler sırasında bulutlar kararır, yağmur yağarsa gök tanrısı davete gelmiş sayılırdı. (Esin, 2001, s. 108) Altay kamlarının kullandıkları davul konuşma dilinde "tüngür" veyahut "çaluu" tesmiye olunur. Hakikatte ise bu kelimeler iki ayrı şeyi ifade eden terimlerdir. "Tüngür" davulun bizzat kendisi, "çaluu" ise davulun ağaçtan yapılmış sapıdır ki, ölmüş bir kamın suretini temsil eder. Her kam, baba veya ana tarafından olan büyük babalarından veya analarından ölmüş bir kam, Ozo kam'ın varisidir. Hamisi ve Selefi olan bu ruhun talebi ile davul sahibi olur. Hiçbir kam kendi isteğiyle davul yaptıramaz. Tıpkı manyak meselesinde olduğu gibi, ruh davul yaptırmak için kama telkinlerde bulunur. Mesleğe yeni giren kam, ruhun arzularına tabiidir. Onun istediği gibi davul yaptırır, şekil ve bütün teferruatı ruhun hayatta iken kullandığı davula uygun olur. (İnan, 1998f, s. 443) Belirli bir davulun çalusunun dış görüntüsü ve biçimi kanunlaştırılmış anlam taşımaktaydı ve yorumda farklılığa sebebiyet vermemekteydi. Onlar, kamlığa yeni başlayan kama, ilk davulun hazırlanması aşamasında, Tanrı ve Ruhlar tarafından verilen belli davul kategorisini yansıtıyorlardı. Seçilmiş kamlara davul veren tanrı ve ruhlar, onların koruyucu iyeleri sayılırdı. Bu Tanrı ve ruhlar yüce gök tanrısı Ülgen veya Tengri olabileceği gibi yeryüzü tanrısı "yer-su" veya kutsal dağların iyileri de olabilirdi. Kam davul türünü seçme özgürlüğüne sahip değildir. Çünkü davul, ona ölen şaman atasından miras kalıyordu. Her davul türü, Altay Şamanizm inin dini dogmalarıyla ilişkiliydi ve bu çerçevenin dışına çıkamazdı. İşte bu şekilde ruhlar, kamların davul türünü ve biçimini seçmede kendi isteklerine göre davranmalarına engel olmaktaydılar. Bu olgu, Altay-Sayan halklarında ayin yapan pek çok sayıda kam varken, davul şeklinin ve türünün az oluşunu açıklamaktadır. (Potapov, 2012, s. 203)

93 78 Davulun esas kısmı olan ağaç ve demir hiçbir zaman değiştirilemez derisi ise değiştirilebilir. Davulun derisi çok kullanmakla yıpranır veya keskin bir şey dokunmasıyla delinirse yama ile iktifa edilir. Davuldan çıkarılan eski deri ormana götürüp bir ağacın dalına asılır. (İnan, 1998f, s. 444) Yakut kamları davul bulunmazsa bunun yerine at kuyruğu kullanırlar. Bu adet Doğu Türkistan baksılarının "tuğ"larıyla mukayese edilebilir. Yakut kamları davula, Altay kamları kadar önem vermezler. Bunların davullarında, Altay şamanlarının davullarında bulunan muhtelif sembolik resimler de bulunmaz. (İnan, 2000, s. 94) Gerek yapıldığı malzemeler gerekse üzerine takılan cisimler ve çizilen resimler, Türk mitolojisinde büyük yere sahip ve kutlu kabul edilen nesnelerden seçilmiştir. Vural, 2013, s. 2) Davulun tokmağı da, davul ve cübbe gibi özel törenle hazırlanır. Bu tokmak kayın ağacından yahut geyik boynuzundan yapılır. (İnan, 2000, s. 95) Davul, ayin sırasında kamın binek hayvanı olarak algılandığı ve bunun göstergesinin de genelde derisi davul üzerine geçirilmiş olan hayvan olduğu şeklindeki kanaatlar mevcuttur. Bunun yanı sıra, davulun yay şeklinde olduğu görüşü de yaygındı. Kam, ayin sırasında yayın yardımıyla kötü ruhlarla ve düşman kamlarla savaşırdı. Altay-Sayan kamlarının davullarındaki yatay kirişler "Kiriş" diye adlandırılıyordu. Demir takılar ise okları simgeliyordu ve başka adlar verildiği zamanlarda dahi bu takıların anlamları değişmiyordu. (Potapov, 2012, s. 201) Şaman adeta davulunu çalarak kötü ruhları etkisiz hale getirir. Davul aynı zamanda şamanın bir silahıdır. Aslında şamanların ellerinde yay veya ok yoktur ama şamanların çaldıkları davul, ellerinde kötülüğe karşı tuttukları kutsal yayları simgelemektedir. Şaman davuluna, kötü ruhları kovabilme yetisinden dolayı nadiren de olsa "ırlayan yay" denildiği olmuştur. (Arpacı, 2012, s. 207) Ayin sırasında yaptığı yolculukta deniz ve ya nehir ile karşılaştığı durumlarda şamanın tefini sal olarak kullandığı tasavvur ediliyordu. (Potapov, 2012, s. 201) Davul, ayin sırasında şamanın ruhu dünyayı dolaşırken, taşıt görevini görür. Karada gezerken davul at, tokmak kamçı, sulardan geçerken davul kayık, tokmak kürek, göklere çıkarken ise binilecek kuş olur. ( İnan, 2000, s. 95)

94 79 Kumandı ve Çalkan kamları davulunu Göktengri'den aldığı gibi, Altay kamları da ilk teflerini Yer-su'dan alırlarmış. Bu kamlar, halk arasında daha fazla saygı görür ve güçlü kamlar kategorisinde yer alırlardı. Bunun sebebi, onların davul iyelerinin yüksek dereceli baş ruhlar arasında olmasıdır. Ancak kamlar, davullarının alınması ve işe yarar olduğu ile ilgili kararı boy dağından öğrenirlerdi. (Potapov, 2012, s. 330) Siyasi devlet kültünde en yüce tanrı Tengri ye daha fazla tapınılır, bu tapınma ayininde kağan da yüce rahip idi. Tengri nin iki haberci ruhu vardı, biri tek tek kişileri kutsuyor, diğeri dünyevi eşdeğerleri olarak hüküm sürdüğü devletin bekasını sağlıyordu. (Findley, 2012, s.69) Bu ruhlar sayesinde kamlar düşmana karşı üstünlük sağlamak için rüzgâr ve yağmur oluştururlardı. Kamlar Tengri ile iletişime geçebilen kişilerdi. Onlar iletişime geçebilmek için göğe veya yer altına giderlerdi. Bu yolculukları kendi başlarına yapamamaktaydılar. Bu suretle Tengri nin iradesiyle çeşitli ruhlar, kama yardımcı olurlardı. Bu ruhlar, Yayık, Suyla, Karlık ve Utkuçı olarak tesmiye olunurlar. Kama yardımcı ruhlardan olan yayık, Ülgen tarafından, insanları kötülüklerden koruması ve canlılara yaşam vermesi için gökten yeryüzüne göndermiştir. (Sarıtaş, 2015, s. 51) Yayık, insanlar ile Ülgen arasında vasıtacılık yapar ve insanları kötülüklerden korur. Ayaz-kandan, ay ve güneşten bir parçadır. Kam dualarında Yayık şöyle tasvir edilir; Ülgen beyin emirberi, yarlıkçısıdır; kızılbulut sırmalıdır; dizgini ebemkuşağıdır; kamçısı boz alevdir ve o, gökten haberler alır. (İnan, 2000, s. 34) Ülgen'in oğulları gibi Yayık da insanlara iyilik etmek ve onları korumakla görevlidir. Ülgen'in oğlu değilse de, Yayık onun vücudundan ayrılmış bir parça ve Ülgen'in emirlerine vasıta olan bir ruhtur. Ülgen'in emirlerini yerine getirmekle görevli başka ruhlar olsa da Yayık hepsinden üstündür. (Erdoğan, 2007, s. 129) Suyla; büyük Tanrı Ülgen tarafından insanları korumakla görevlendirilen ruhlardandır. Tören sırasında kamla birlikte göklere çıkar, yeraltı âlemine iner. Kurbanları gideceği yerlere kadar götürür. Suyla için kurban kesilmez, sadece içki serpilir. Kam, törenlerden sonra göklere ve yer altında giderken, Suyla ona hücum

95 80 edebilecek kötü ruhlara karşı önlem alır. (Erdoğan, 2007, s. 129) Suyla yeryüzünde yaşayan insanların hayatını kontrol eder ve bir değişiklik olduğunda Tanrı Ülgen'e bildirir. (Sarıtaş, 2015, s.51) Suyla, insanın yerdeki muhafızıdır. Gözleri at gözlerine benzer. 30 günlük mesafeden görür. Bazı kamlar, Suyla'yı at gözlüğü kartal şeklinde tasavvur ederler. Suyla semavi ruhlar zümresine dâhildir ve "iki dilli kekeme Han" olarak da anılmaktadır. (İnan, 1998f, s. 415) Ağaçkakanın suylanın ruhunu simgelediği veya onun elçisi olduğu hakkında bilgiler mevcuttur. Suyla Gök ile ateş arasında bağlantı kuran, hem de aradaki boşluğu yani âlemi koruyan olarak da geçer. (Arpacı, 2012, s ) Karlık, Suyla'ın mesai arkadaşıdır. Bir şamanın ifadesine göre Suyla ile Karlık arasındaki münasebet ve yakınlık, karı koca arasındaki münasebete benzer. Kurban Ayini yaparken şamana yoldaşlık eder. (İnan, 1998f, s. 416) Karlık; Ülgen'nin emrindedir. Kurban töreni yapılırken kamlarla beraberdir. Tören sırasında, çadırın tepesindeki duman çıkacak delikten, karlık için su serperler. (Erdoğan, 2007 s. 128) Bozkır toplumlarında Yarliqga tabiri kullanılmaktadır ve Karlık anlamına gelmektedir. üzü tanri asra yer yarliqgadug üçün çünkü yukarıda Gök, yerde Toprak olarak anlaşılan bu yazı, bir varlık olan Karlık ı gök ile eşit bir konuma koyarak gök gibi kutsal bir varlık gibi algılanmıştır. (Gıroud, 2007, s. 136) Karlık işareti bozkır toplumlarında büyük olasılıkla dumandır. (Sarıtaş, 2015, s. 51) Utkuçı, gökte yaşar. Ülgen'in yegâne ve en yakın elçisidir. "Üstüngü" denilen kurban ayinini yaparken, kam ve ona rehberlik eden Suyla, Karlık ve Yayık göklere, Ülgen huzuruna giderler. Yolcuları Utkuçı göklerin beşinci engelinde, Altın Kazık'ta onları karşılar ve Ülgen'in iradesini bildirir. Kamın getirdiği kurbanı alıp altın kapıdan içeriye girer ve Ülgen'in tahtına sunar.(inan, 1998f, s. 416) Daha sonra onlar Utkuçının verdiği kaza binerek geri dönerler. (Erdoğan, 2007, s. 129) Burada Utkuçı Ülgen in elçisi unvanıyla anılır. (Candan, 2002, s.153)

96 Yada Taşı Bozkır toplumları tabiat ve tabiat olaylarını en iyi şekilde gözlemlemişlerdir. Bu suretle de onlar tabiatı kontrol etmek istemişlerdir. Tabiat olaylarına karşı kamlar ilk vazife gören unsurdur. Onlar tanrı ile iletişime geçerler ve çeşitli dualar ile halka yardımda bulunmasını dilerdi. Daha sonraki unsur ise bozkır toplumlarının sahip olduğu düşünülen ve tabiat olayını kontrol ettiği varsayılan yada taşıdır. Yada hakkındaki ilk bilgi VII. asırda yaşamış bilinmeyen Suriyeli rahibin kroniğinde geçmektedir. Burada Merv'li Patriyark Ellias'ın devrinde, bu konu ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Yada sözü asıl Farsçadır ve sihirbaz anlamına gelmektedir. Şaman sözünün İran'da bilinmesine rağmen sihirbazlar "Yada" olarak isimlendirilir. (Güngör, 1997, s. 42) Bu sihirli taş hakkındaki ilk bilgilerden birisine ise Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Tang sülalesi tarihine göre; "Türker in büyük ataları Hunların kuzeyinde bulunan So sülalesinden idi. Oymağın Başbuğu Ananbu idi. Bunlar 70 kardeştir. Birincisi dişi kurttan türemiş olup adı 'İçjini-nişibu' idi. Ananbu ve kardeşleri doğuştan budala oldukları için onların bütün sülalesi imha edildi. Nişibu tabiatüstü hususiyetlere malikti. Yağmur yağdırıp fırtına çıkarabilirdi. İki karısı vardı. Biri yaz ruhunun kızı, ikincisi de kış ruhunun kızı idi. (İnan, 2000, s. 160) Bu taşın ortaya çıkışı ile ilgili efsaneler bulunmaktadır. Bu efsaneler ise coğrafya ve zaman göre farklılıklar gösterebilmektedir. İslam yazarlarının bildirdiğine göre Nuh Peygamber Türkistan ı oğlu Yafes e verdiği zaman o bu kurak ülkede ne yapacağını sorar. Babası da oğluna yağmur yağdırma kudretini bahşeder ve üzerinde dua yazılı bir taş verir; ihtiyaç halinde bu yazılı taş ile Allah a dua edilerek yağmur yağdırılırdı. Buna Yada taşı adı verilirdi. (Turan, 2006, s.76) Fakat sonra bu taş nesilden nesile aktarılarak Oğuz Han'ın eline geçmiştir. (Erdoğan, 2007, s. 174) Altaylılarca da bilinen bu taş Altay Dağları'nın buzullu bölgelerinde bulunmaktaydı. Altaylılar yada taşlarını, kuru ve sıcak yerlerde saklarlar. Kullanacakları zaman,

97 82 taşı buradan alırlar ve işi bittikten sonra yine yerine koyarlar. Onlar bu taşı yazın çok sıcaklarda bunaldıkları zaman atlarını serinletmek için kullanırlardı. Taşı atlarının yelelerine asarak serinletme aracı olarak kullanırlardı. Kullanmadan önce soğuk suyun içinde korlar ve su içinde birkaç gün bırakırlar. Ölen taşları tekrar canlandırmak için, hayvan ciğerlerine sararlar. (Ögel, 2014, s. 358) Yada taşı, kurban kanı ve Ejder tasviri ile yapılan ayinin, Türklerde eskiden beri bulunduğu düşünülür. Nitekim mani dinine giren Türkler, kuraklık simgesi saydıkları yılanı kurban edip, ejder resmi yaparak ve yada taşını kullandıkları bildirilir. Kazvini'nin Türklerin memleketinde güneşin doğduğu yerdeki ateş dağının alevlerinin yada taşı ile meydana getirilen bulutlar sayesinde önlendiği hakkındaki rivayeti, yaz gündönümünde yapılan ayinin efsaneleşmiş bir yankısını belirtmektedir. (Esin, 2001, s. 117) Çin kaynaklarında, Hunlar ile ilgili olarak, Asya halkları arasında büyük büyücüler olarak bilindikleri belirtilir. Bu halk istediklerinde kar, don, yağmur yağdırabilir, düşmanlarının ülkelerinden geçmesini engellemek için en şiddetli rüzgârları çıkarabilirler. Aslında bu büyüleri savaşlar sırasında Huan-Huanların kullandıkları taşlar sayesinde öğrendikleri söylenir. (Roux, 2005, s. 160) Dikkate değer ki bu taşın kudretine yalnız şamanist Türkler değil, birçok İslam âlimleri de inanmışlardı. A. İnan bu taş ile ilgili ifadeleri islam tarihçilerinden İbnü'l Fakih in 902 tarihinde yazdığı "kitabü Ahbar-il-büldan" adlı kitabından aktarmaktadır. Halife Ma'mun bile bu taş hakkındaki hikâyelerle ilgilenerek, Horasan Emiri Nuh bin Esed'e bu taş hakkında bilgi toplanmasını buyurmuş. Bu hikâyelerle ilgili olarak Ebu'l Abbas'a Samanoğullarından Emir İsmail bin Ahmet, müşrik Türklerle yaptığı bir savaşta Türklerin bu taşla müthiş bir yağmur ve dolu yağdırdıklarını bizzat gördüğünü söylemişti. İbnü'l Fakih bu taşın hala Türklerin elinde olduğunu bildirir. ( İnan, 1998g, s. 473) Yada taşının kullanımı ile ilgili bir hikaye şu şekilde anlatılmaktadır: Sultan Mahmut Harezmşah'ın çadırında, yazın yaşlı bir adamın, su dolu bir tas su alıp çadırın ortasına koyduğu, sağına ve soluna 2 boru diktiği ve üçüncüsünü yükseğe

98 83 diktiği, yağmur taşı renginde bir yılanın bu borudan aşağıya sarktığı, neredeyse yılanın başının suya kadar yaklaştığı, sonra iki adet yada taşını tasa daldırıp çıkardıktan sonra birbirine sürttüğü, bunu müteakip her birini bir tarafa fırlattığı ve bu hareketi 7 defa tekrarladığı, nihayet tastan su alıp her tarafa serptiği ve gökyüzünü koyu bulutlar kaplayıp yağmur yağdığı anlatılıyor ve bu yadacı ihtiyarın, işlem sırasında başı açık ayaklarının çıplak bulunduğu, hiddetli bir durum gösterdiği ve bazı sözler mırıldandığı, bu esnada çok yorgun göründüğü ve ıstırap çektiği belirtilmektedir. (Tanyu, 2007, s. 78) 449 yılı olaylarından bahsedilirken yada taşı ile ilgili şu bilgier geçmektedir: "Evvelce Kuzey Hunlarının idaresinde bulunan Yüeban ahalisinde öyle kahinler vardı ki, Cücen'lerin saldırılarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırdılar fırtına çıkardılar. Cücenlerin onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı. (İnan 2000 s. 160) Bu olayı gerçekleştirebilmek içinde şüphesiz rüzgar çıkartan ve yağmur yağdıran yada taşı kullanılmıştır. Yakutlar yada taşınını bilirler ve bu taşa sata" derler. Bu taş Yakutlara göre, at, inek, ayı, kurt gibi hayvanların içinde bulunur. En kuvvetli sata taşı kurdun karnından çıkarılan taştır. "Sata taşı" ile kamlar yazın, rüzgar çıkartıp yağmur, kar yağdırabilirler. Sata taşı canlı bir cisimdir olarak düşünülür. İnsan kafatasına benzer ve yüzü, gözü, kulağı az çok görülür. Kadın veya bir yabancının eli veya gözü dokunursa ölür, kuvvetini kaybeder. (İnan, 2000, s. 163) Yada taşı, kül renginde, beyaz ve kırmızı benekleri bulunan yumurta iriliğinde bir taş biçiminde veya kalınlığı ve rengi değişen: gök rengi, sarı, kızıl ve yeşil veya kahverengi olanlarına rastlanmaktadır. Bazı bilgilerde de yada taşları yumruk büyüklüğünde ve koyu renklidir. Üzerinde damar damar çizgiler bulunur. (Arpacı, 2012, s. 214) Altay şamanistlerinde kamlardan başka "yadacı" denilen adamlar vardır. Yadacının yada denilen taş ile yağmur, kar, dolu yağdırmaya; fırtına çıkarmaya gücü yettiğine inanırlar. Yada taşı daima rüzgâr esen dağlarda bulunur. Bu taşı elde etmek için yadacı bütün mal ve mülkünü feda eder. Yadacıların hepsi yoksul

99 84 adamlardır. Yakut yadacılarının dualarında "çocuğum yaşamazsın, kadınım yaşamazsın, mal-mülküm feda olsun" denilmektedir. (İnan, 2000, s. 163) Yada taşının yardımıyla havaya etki etme, Kuzey Hunlarında olduğu gibi eski Türklerde de kamların göreviydi. "Berge Nehri'nin Anıtı" adıyla bilinen ve Türklerin kökeni ile ilgili efsaneyi konu alan Yenisey yazıtları'ndan birinde Türklerin atalarından birinden söz edilirek, onun kam olduğu ve "yağmur ve rüzgâr" çıkartabildiği anlatılır. (Potapov, 2012, s. 166) Yağmur taşı hiçbir şekilde yalnızca Altay çevresi ile ilişkili değildir. Ayrıca Kaşgarlı bunun şamana ait bir eşya olmadığı konusunda herhangi bir kuşkuya yer bırakmamaktadır. Yatladı, "yat töreni yapmak" başlığı altında Kaşgarlı bunu şöyle açıklamaktadır: "yatcı, yada taşı ile büyü yapmış." "yat, Yağmur ve kar yağdırmayı ve rüzgâr estirmeyi sağlayan bir büyüdür. Türklerde bu oldukça iyi bilinmektedir ve bizzat Kaşgarlı, Yaghma ülkesinde böyle bir olaya katılmıştır. Tam yazın ortasında bir yangın çıktığında gökyüzünden birdenbire kar yağmış ve Tanrı 'nin izniyle yangın söndürülmüştür. (Roux, 2011, s. 299) Büyük bir olasılıkla yada taşı her zaman aynı şekilde kullanılmamıştır. Genel olarak suya batırıldığı, yıkandığı, suya batırmak için bir söğüt dalına bağlandı söylemektedir. (Roux, 2011, s. 301) Yada taşı sadece havayı değiştirebilme kabiliyetine sahip sihirli bir güç olarak kabul edilmeksizin aynı zamanda insanlara zarar veren bir güç olarak da bilinirdi. Taş kaybolduğu zaman, kim onu ilk görürse başına bir felaket gelir, hasta olur veya ölür diye bilinirdi. Bundan ötürü yada taşının sahibi onu itinayla saklar, ölmeden önce de kendisi yere gömerdi. (Aynakulova, 2003, s. 76) Kurban Dualar, anlık kendinden geçmeler, kansız sunular ve günlük ikramlar, Gök e ve diğer tanrılara kurbanlar sunulması, salt birer saygı göstergesi, kurulu düzenin muhafazası, göğün çökmemesi, yerin batmaması, sürülerin ve çocukların artmaya

100 85 devam etmelerini sağlamak istemelerine örnektir. (Roux, 2013, s. 149) Bütün olarak bakarsak kurban etme, "dindışı açısından kurban edilen aracılığıyla kutsal olanla iletişim kurma yoludur." (Roux, 2005, s. 187) Altaylılarda kurban etme zorunlu olarak "kendi malını yani bizzat kendini kurban etmek" daha çok elde etmek için elindekinin birazından yoksun kalmak değildir. Görünürde akılcı olmayan amaçlarla görünmeyen için öldürmektir. Kurban Türk Moğol törelerinde temel bir yer tutar. Her şey kurban için bir neden olabilir. Zaferi istemek ya da zafer dolasıyla teşekkür etmek için, barış ve anlaşma sağlamak için, kuraklık zamanında yağmur yağması için, hastaların iyileşmesi için kurbanlar sunulurdu. Görünmezin desteği haline gelen herhangi bir nesne gök, yeryüzü, dağ, su kaynakları, nehirler ve ırmaklar, yıldızlar, ateş ve ocak, ağaçlar, taşlar ve kayalar, ata, bayrak, kutlar vs. (Roux, 2011, s. 251) Kök Türk dönemi Türk mezarında kurban kuyusu bulunması, Çin kaynaklarında Kök Türkler'in yılda bir defa atalara kurban verdiği ve Kırgızların, ruhlar için kurbanları yere gömdüğü hakkındaki kayıtları doğrulamaktadır. Kırgızlar ağaçlara da kurban verirdi. Uygurlar, ruhlara aş ve yeraltı ruhlarına kapı eşiğine çiğ et, çiçek, gibi kansız kurbanlar sunmaktaydılar. (Esin, 2001, s. 168) Kansız kurbanlardan biri de saçı'dır. Bu dini terim bütün Türk boylarından müşterektir. Bu terim çok eski devirlerin mirası olacak ki Moğollarda dahi "saçu" şeklinde söylenir. Saçı her kavmin kendi emeğiyle kazandığı en kıymetli ve mübarek saydığı nimetlerden bir olur. (İnan 2000, s. 100) Arpa, buğday, süt, yağ, şarap ve kımız gibi şeyler saçı olacaklar arasındadır ki, bunlar da ya verilir yahut da şarap veya yağ gibi sulu olanlar törenlerle ateşe serpilirdi. (Erdoğan, 2007, s. 187) Milattan sonra üçüncü yüzyılda meydana çıkan Toba sülalesi devrinde de Hun kültleri devam ettirilmiştir. To-ba'lar "Siyenpi âdeti üzerine ilkbaharın ilk ayında Gök Tanrı'ya, doğu tarafında bulunan tapınakta atalara kurban keserler; sonbaharın ilk ayında Gök Tanrı'ya kurban ayini yaparlardı, dini ayinler ve kurban törenleri nizamnameye göre icra edilirdi. Ecdat mabedi makamında bir taş oyarlardı. Kuzey

101 86 yurtlarından güneye göç ederlerdi, taş ev içinde göğe, yer ve hakanın soyuna kurban keserlerdi. Kurbandan sonra kayın ağaçları dikerlerdi. Bunlardan tanrılık, kutlu orman meydana gelirdi. (İnan, 2000, s. 3) Yakut Türkleri zaman zaman sürülerini doğuya sürerler ve böylece onları, Tanrı için azat ederlerdi. Çünkü Doğu Türklerinin en kutsal yönü Güneş'in doğduğu yerdi. Bozkırlarda başıboş gezen bu atları tutmak ve onlara binmek şiddetle yasaktı. Zaten bu inanışa sahip olan insanların, Tanrıya verilmiş olan bir atı tutup da, bilmeye cesaret etmesine imkân yoktu. Tanrıya kurban veya hediye edilecek atların hepsi de, beyaz renkli atlardan seçilirdi. (Ögel, 2014, s. 373) Bilindiği gibi hiçbir kurban, kutsal yerin dışında adanamaz. Aksi halde cinayete dönüşür. Pelliot'un söylediği gibi Çin kaynakları Tu-kiularin üç büyük kutsal yeri olarak ata mağarası po-teng-ning-li ve To-jen Nehri'nin yakınında bilinmeyen bir yeri belirtmektedir. Anılan Çin kaynakları bunların ikisi arasında kurban adandığını belirtmektedir ve kuşkusuz üçüncü yerde de kurbanlar adanıyordu. Ataların ikamet yeri olan mağara doğal bir tapınak niteliğindedir. Çok sayıdaki belgelerde nehrin kaynaklarının veya ilk akıntılarının diğer bir tapınağı oluşturduğunu belirtmektedir. Tu-kiular, gök Tanrıya kurban adamak için Tamir Nehri'nde toplanırlardı; diğer boylarda kurban bir köprü üzerinde adanmaktadır. Arazinin her türlü yüksek yeri kutsal bir alan oluşturmaktaydı ve belki de bayrağın toprağa dikili diğer yarısı bir kutsal alan oluşturmak için yeterli olmuştur. Hiung-nularda ise her kampta, kurbanlara ayrılmış bir alanın, bir kurban "evi"in varlığından söz edilmektedir. (Roux, 2011, s. 252) Göğe adanan kurbanlar, tüm kurbanlar arasında ilk sırada yer alan ve en önemli kurbanlardır, çünkü gök tüm kutsallar içinde en önde gelen, en önemli, en büyük unsurdur. (Roux, 2005, s. 202) Ayinlerde tanrı ve ruhlara, eski Türkçe'de "tapıg" denen adaklar, yeşim taşı, kumaş, şarap ve kurban eti sunulurdu. Çu hükümdarı, yıl boyunca çalıları yakarak yapılan, üç sürek avında, gök, yer ve atalara sunulacak geyik ve yabani sığırları, kendisi okla vururdu. Kurbanlık hayvanlardan yabani olarak büyük geyikler, ortada

102 küçük büyük cins geyikler, ayı, yaban domuzu, tavşan, yabani kaz, sülün, bıldırcın, güvercin ve evcil olarak at, koç, köpek, horoz ve tavuk vardı. (Esin, 2001, s. 94) 87 Kaynaklar, kurban edilen hayvanda bulunması gereken özelliklerden hemen hemen hiç söz etmez. Hayvanın yarasız, lekesiz ve tertemiz şekilde kurban edilmesinin gerekli olup olmadığı bilinmemektedir. Kurban edenin kimliğine ilişkin olarak, kurban edilen hakkındakinden daha fazla bilgiye sahip değiliz. Bununla birlikte her ne kadar tek başına yapılan kurban varsa da, kurbanın genellikle ailenin, boyun ya da imparatorluğun ortak bir eylemi sonucunda meydana geldiği görülmektedir. Ortak kurbanda toplumun her üyesi işe karışır ve bunun dışında kalmak boydan dışlanması anlamına gelmektedir. Çoğunlukla kurban eden kişi bir kez baba, şef, hükümdardır. Özel durumlarda ve belli amaçlarla kadın dâhil herkes bu eylemi yapılabilir. (Roux, 2011, s. 254) Eski Türklerde en makbul kurban hayvanı "Yak" denilen Tibet öküzüydü. Yak'ın kuyruğu at kuyruğuna benzer. Ancak bu öküzü ele geçirmek küçük olduğundan, bunun yerine başka bir öküz yahut at kurban edilirdi. Bunun içindir ki, Altay Türklerinin en büyük kurbanı At idi. At öldürüldükten sonra derisi, başı, ayakları ile çıkarılarak bir sırık üzerine takılır, doğu yönüne çevrilerek mezarın üzerine dikilir. Bunu, mezarı korumak için yaparlardı. (Erdoğan, 2007, s. 187) Çin yıllıkları, Vuhuanların atalarına yaktıkları öküz ve koyunları kurban ettiklerini bildirmektedir. (Roux, 1999, s. 195) Altay'da bulunan mezarlardan edinilen bilgiler altın kurban edilmesinden önce geyikgillerden ya da rengeyiği ailesinden bir hayvanın kurban olarak seçildiğini gösteriyor. İskitler atı evcilleştirdiklerinde çok açık bir askeri üstünlük kazanmışlar ve bu arada at kurban etme alışkanlığını edilmişlerdir. (Roux, 2005, s. 187) Deve dışında evcil hayvanların hemen hemen tümü kurban edilebilir. Ancak Bozkır toplumları kolayca ulaşabilecekleri hayvanları tercih etmekteydiler. Bu suretle en fazla tercih edilen hayvan kuşkusuz Sibirya ormanlarındaki ren geyiğinin yerini alan attır. (Roux, 2011, s. 252)

103 88 Eski Türk dini ananelerini saklayan şamani Türklerde kurban ve diğer dini ayin merasimi esnasında kullanılan kap kaçaklar arasında "tepşi" ayrıca bir ehemmiyeti haizdir. Bazen "tepşi" yaş ağaç dallarından yapılır ve merasim nihayetinde bu "tepşi" kurbanın geri kalanlarıyla beraber ateşte yakılır. Kurban ayinlerinde "tepşi"nin ehemmiyeti şu şekilde belirtilir; Hayvanın etini mensek yanındaki tencerelerde pişirirler. Pişirilen etin bir kısmını parça parça doğrayarak mahsus sahana (ki tepşi derler) koyarlar. İlahiler okuyarak bir kepçe ile "tepşi"den alıp mensek üzerine atarlar. Bir Altay ilahisinde Yayık Han'ın bir sıfatı olarak" "kuzu tepşilü" denilir ki, bu da tepşi kurban manasındadır. (İnan, 1998a, s. 256) "Erlik Han"a her bir saldırısı sırasında kurban sunulurdu. Bu kara töz için herhangi bir hayvan kurbanlık olabilir. Hayvan bulunmazsa rakı ve şarap ile de onu kandırmak mümkündür. Ancak bu kurban sunma sırasında yapılan dualarda "Erlik Han" gayet müthiş olarak tasvir edilir. (İnan, 1998e, s. 391) Ruhlara saçı yapma âdeti, dini adetlerin belirli safhalarında bütün dünya kavimlerinde görülmüş adetlerden biridir. Dini mahiyetini kaybettikten sonra dahi birçok kavimlerde yalnız görenek olarak son zamanlara kadar devam ettiği malumdur. Birisi hakkında hayırlı haber söylenirken "darısı başımıza" temennisi bile bu eski adetten kalma bir hatıradır. (İnan, 2000, s. 100) Kurban edilen hayvanların kemikleri kırılmaz, köpeklere verilmez; ateşte yakılır veya yere gömülür. Bazı özel ayinlerden sonra kurban kemikleri toplanıp bir kaba konularak kayın ağacına asılır. At kurbanlarının kafatası bir sırık üzerine konulur, bu görenek bozkır toplumlarında çok yaygındır. (İnan, 2000, s. 101) Ayin sırasında bazen kamlar da görev almaktaydılar. Kamlar kurban sahibini ve karısını, davulu ve tokmağıyla kucaklayıp, takdis eder; her türlü kötü tesirlerden temizler. Bunlardan çıkardığı kötü ruhlara geldikleri yoldan gitmelerini, geçtikleri suları geçmelerini, Altay dağlarını aşıp defolmalarını emreder. Ayin yaptırana ve ailesine "Kut" diler; davulunu ev sahibinin kulağına yaklaştırıp vurur, bununla söyleyeceği falı iyi dinlemesini tembih eder. Ev sahibine, karısına ve çocuklarına temsili olarak zırh ve külah giydirir. Sonra ateş etrafında döner, davula hızla vurur,

104 89 Ülgen için konulan armağanı davulu ve tokmağı ile beraber kucaklar; mütemadiyen manzum ilahiler söyler. Ülgen için hazırlanan armağanı alıp göklere doğru yükselmeye bağışladığını temsile girişir. Birinci kata çıkar, orada yıldırım, şimşek, gök gürültüsü ile karşılaşıyor. İkinci kata çıkıyor ve kurban kesilen hayvanın canı beraberindedir. (İnan, 2000, s. 106) Hayvanların rengi de en çok dikkat edilen özelliklerdendir. Kurbanlık hayvanların büyük bir çoğunluğu beyaz olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bu rengin yanı sıra kara, gri ve benekli hayvanların da kurban edilirdi. Gök tanrılarına adanan hayvanlar açık, yer tanrılarına adanan hayvanlar koyu renklidir. (Roux, 2005 s. 209) Göğe kızıl, yere kara, yer-su ruhlarına bulundukları yöne atfedilen renge uygun donlu ve bulunmadığı takdirde uygun renklere boyanmış hayvanlar kurban verilirdi. Kurbanlar sütunlara bağlanır ve bazısı başları direkler üstünde, tapınakta sergilenirdi. Göksel tanrılara (Gök, Ay, Güneş, Yıldızlar) ateşte yakılmış veya pişmiş; su ruhlarına, boğulan; yer ruhlarına gömülen kurbanlar; gök ve yer Tanrıların kan; Atalara çiğ et sunulurdu. (Esin, 2001, s. 95) Tüm barış ve ittifak anlaşmaları da en eski dönemlerden beri görkemli kurban törenleri ile son bulurdu. Yedinci yüzyılda Tu-kiularda bir anlaşmaya varmadan önce beyaz bir at kurban edilirdi. Hiong-nularda bir anlaşma imzalandığında beyaz bir at kurban edilirdi. Ama tören ortak bir ayinle devam ederdi. İki şef kurbanın kanıyla şarabı, öldürülmüş bir düşman şefinin kupa olarak kullanılan kafatasında karıştırırlardı. (Roux, 2005, s. 195) Hiong-nularda kurbanlar özellikle yılın ilk ayında ve beşinci ayında adanırdı. Bu ayların birinci, beşinci ve dokuzuncu gününde kurban adanırdı. Tu-kiular beşinci ayın sekizinci gününde tinlere kurban adamak için toplanırlardı. (Roux, 2005, s. 199) Bozkır toplumlarında kurban adama sırası şu şekilde sıralanabilir: 1. kameri Ay: gök ve yere kurban adama, atalara kurban adama, (Atalar

105 90 daha sonra gök ve yere daha iyi olacaktır) 2. kameri ay: gök ve yere, ünlü dağlara büyük nehirlere kurban adama 3. kameri ay: rüzgâra, yere, göre, göre yeniden ve Mou-ye dağına kurban adamak 4. kameri Ay: Mou-ye dağına, rüzgara ve geyiğin tenine kurban adama 5. kameri ay: gök ve yere, kutsal hatuna, Moi-ye dağına, rüzgara, Beyaz at ruhuna kurban adama 7. Kameri ay: gök ve yere kurban adama. göğe kurban adama 8. kameri ay: moi-ye dağına kurban adama 10. kameri ay: gök ve yere kurban adama. (3 kere) 11. kameri ay: Moi-ye dağına kurban adama 12. kameri ay: gök ve yere, geyiğin tinine kurban adama. (Roux, 2005, s. 200) Bozkır toplumlarında bir çeşit kurban sunumu mevcuttur. Kurban etme merasimi şu şekilde gerçekleştiği anlatılır: kurban ortaya konulur, ön ayakları bağlanır; kurbanı kesecek olan adam hayvanın arkasında durur, ipin ucunu çeker, hayvanı düşürür; hayvanı düşürürken kurban hangi tanrıya sunuluyorsa o tanrıya dua eder, sonra boğazına ince bir ip dolar, ipin arasına bir sopa sokar, sopayı çevire çevire sıkar ve kurbanı boğar; ateş yakılmaz, önceden bir tören yapılmaz, kutsal su serpilmez. Kurban boğulduktan sonra yüzer ve pişirirler. (Herodotos, 2013, s. 318) Kurban kazığının şaman törenlerinde vazgeçilmez önemli olduğunu tüm kaynaklar söyler. Bunun sayısız nedeni vardır. En açık neden kurban edilecek hayvanın bunun üstüne oturtulmasıdır. En akla yakın neden, belli aşamalardan sonra kurban edilecek hayvanın bağlandığı sabit bir noktanın görevini görmesidir. Ama bu iki nedenin en önemli nedenler olduğunu düşünmüyoruz. Aslında tüm büyük törenlerin bir ağaç dibinde ya da ağacın yerini alan bir direğin altında gerçekleştirdiğini biliyoruz. Hatta belli dönemlerde ya da bazı kültürel oluşumlarda kozmik eksen yalnızca yeri ve göğü bağlamış olsa da kurbanın ruhunu yukardaki dünyaya yani büyük Tanrıya ya da gökteki atalara taşımaya yarar. (Roux, 2005, s. 2)

106 91 4. SONUÇ Bozkır toplumları, var oluşlarından itibaren gerek doğa unsurları gerekse de doğa olayları hayatlarında önemli unsurlar olarak nitelenir. Burada bozkır toplumları etkilendikleri olaylar karşısında doğal bir yaklaşım ile yaşam tarzlarını belirleyen bir inanç sistemi oluşturmuşlardır. İskitlerden Uygurlara kadar olan dönem içerisinde bu inanç sistemi farklı coğrafyalarda farklı yorumlanmasına rağmen ortak payda da aynı özü ifade etmekteydi. Yukarıda da değindiğimiz üzere bozkır toplumları tarihleri boyunca birçok dinin etkisinde kalmalarına rağmen kendi kültür çevreleri etrafından fazla uzaklaşmayarak dini inançlarını ortaya koymuşlardır. Yukarıda fazlaca değindiğimiz üzere bozkır toplumları hangi dine mensup olurlarsa olsunlar kendi kültür çerçevesinde kalarak kendi milli inançlarını, mensubu oldukları din ile birlikte benimsemişlerdir. Uygurlar Mani dinini veya Buda dinini kabul etmelerine rağmen dini öğretilerini bütününü bire bir tatbik etmemişlerdir. Dinin öğretilerini kendi kültür unsurları içerisinde eriterek milli inanç ekseni içerisinde kalmışlardır. Bozkır toplumları özellikle de milli inanç sistemi olarak kabul edebileceğimiz tek tanrı kültü çevresinde, inanç sistemlerini geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Burada incelediğimiz üzere bozkır toplumlarının kendilerine ait dini kavramlar olan Tengri, Ülgen, Umay, Erlik bozkır toplumlarının milli inanç sistemini oluşturduklarını söyleyebilmekteyiz. Nitekim bozkır toplumları hakkında bilgi veren kaynaklar da bozkır toplumlarının milli Tengri si ve koruyucu ilahlarından bahsetmektedir. Öyle ki Tengri bozkır toplumunu diğer toplumlardan üstün görmekte ve toplumu korur, tabiatı ve ya tabiat olaylarını onların yararına sunardı. Bazı olaylar tanrının bir gazabı gibi görünse de, Tengri Türk toplumunun olması gerekenin dışında davrandığı için cezalandırmaktaydı. Yani onlara bir çeşit öğretide bulunduğunu söyleyebiliriz. Bir öğretmenin verilen ödevi yapmayan öğrenciye karşı yaptığı yaptırımlar gibi. Bütün kâinat Tengri nin iradesiyle oluşmuştur. Bu suretle de bütün evren Tengri nin himayesinde idi. Tengri istediği için güneş, ay, karalar, dağlar, nehirler vd.

107 92 yaratılmıştı. Kâinattaki yaratıcı tek güç Gök tanrı idi. Bunun dışındaki unsurlar sadece Tengri iradesiyle yaratabilirdi. Bazı toplumlarda Ülgen in bazı toplumlarda ise Umay ın kut vermesi Tengri iradesiyle geçekleşir. Çünkü onların yaratıcısı da Tengri idi. Yaratılan unsur da kendi başına yaratmaya muktedir değildir. Evrenin yaratılışı ile ilgili bütün toplumlarda efsaneler bulunur. Bu efsaneler inançların da etkisiyle şekillenmiştir. Bozkır toplumlarının inançlarında ise bir yaratıcı bulunmakta ve bütün evreni yaratmakla atfedilir. Ancak yukarıda da değindiğimiz üzere yoktan var etme algılayışı bulunmamaktadır. Çünkü bozkır toplumları canlı cansız bütün varlıkların bir ruhu ve ya özü olduğu düşüncesindedirler. Bu suretle kâinatta bulunan bütün varlıklar bir özden müteşekkildir. Evrenin, karaların ve varlıkların yaratılmasına vesilen olan ise özdür. Bu öz ise her şeyin kaynağı olan ve yaşamın devamını sağlayan sudur. Bu suretle su en çok değer verilen kutsal unsurların başında gelmekteydi. Gökyüzünde veya yeryüzünde cereyan eden olaylar Tengri ile ilişkilendirilmiştir. Bu olayları anlamaya ve algılamaya çalışmışlardır. Algılayamadıkları noktada ise onun Tengri tarafından gerçekleştirildiği söylenmiştir. Güneş, ay, yıldızlar gibi gökte bulunan cisimler Gök Tanrı ile özdeşleşen unsurlardır. Çünkü onların yaratılışı ve bulundukları yer itibarıyla tanrıya en yakın konumdaydılar. Bu suretle Tengri ye giden yol bu unsurlar üzerinde bulunuyordu. Ancak hiçbir insanoğlu Altun kazık yani kutup yıldızından öteye gidememiştir. Bazı efsanelerde büyük ve etkili şamanların tanrı huzuruna çıktıkları söylenmiş olsa da kutup yıldızından öteye gitmiş olmaları, sadece bu şamanları yüceltmek için söylenmiştir. Bozkır halkı iklim koşullarını en iyi şekilde lehine çevirerek yaşam tarzlarını oluşturmuşlardır. Ancak rüzgar, yıldırım, yağmur gibi hava olayları karşısında bi çare kalmışlardır. Bir felaket durumunda, sert fırtınaların olması, yıldırımların can alması, şiddetli uzun süren yağmurların yağması gibi olaylar karşısında aciz idiler ve bu durumu tanrının bir cezalandırması olarak görmüşlerdir. Evrende gerçekleşen hiçbir olay tanrı iradesi dışında gerçekleşemezdi. Bu suretle de havada gerçekleşen olayların tanrı ile ilişkilendirilmesi sağlanıyordu.

108 93 Bütün canlı cansız varlıkların özünü teşkil eden ruh, gökyüzünde olduğu gibi yeryüzünde de bulunurdu. Ancak bazı varlıklarda bulunduğuna inanılan ruhlar, kutsalı çağrıştırmaktaydı. Bunların başında şüphesiz ıduk yer-sub gelir. Bunlar tabiatta karşımıza çıkan çay, dere, nehir gibi unsurlardı. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu unsur yeryüzünde bulunan bütün canlıların yegâne gereksinimini barındırıyordu. Bu suretle ona karşı işlenecek bir suç en ağır ceza olan ölümü getirmekteydi. Bütün bozkır toplumları bu unsura eşit düzeyde değer vermiştir. Bozkır toplumları için ateş, yeryüzünde beslenme aracı olarak kullandığı unsur olmanın ardında temizliği, tedaviyi, ve cezalanmayı karşılayan yegâne varlık idi. Ateş sayesinde hem ruhsal hem de bedensel temizlenme ihtiyacı giderilirdi. Kötü ruhlardan arındırılma ateş ile mümkündü. Ayrıca vücut üzerinde beliren hastalıkları gidermeye yarardı. Tengri nin buyruğuna uymayanlar ise yıldırım ateşi ile cezalandırılırdı. Bütün bunların yanında ateş tanrı ile iletişime geçilme içinde kullanılırdı. Kamlar bazı ayinlerinde ateş yakarak onun etrafında dönerek tanrıya giden yola çıkmış oluyordu Özellikle ateşin dumanı göğe yükseldikçe tanrıya yaklaştığı düşünülürdü. Bu suretle bütün bozkır toplumlarının çadırlarında ateş daima yanan ve sönememesi gereken unsurdur. Tanrıya yakınlığı ifade eden unsurlar arasında dağ ve ağaçlar da gösterilir. Dağ ölümden sonra ruhun yanında bedenin de, gökte bulunan Tengri ye yakın olmasını sağlamak için yegâne yer idi. Bozkır toplumları öldükten sonra tanrıya yakın olabilmek için bir dağa gömülmeyi isterlerdi. Bu suretle dağlar ölümden sonraki tanrıya olan yakınlaşmayı simgelemekteydiler. Ağaçlar ise hayatın devamlılığını simgelemekteydiler. Öyle ki yıl içerisinde ölüp bahar da tekrar canlanırlardı. Bu da her ölümün arkasında bir yaşamı barındırdığını gözler önüne sermektedir. Tabiata karşı insanlık kayıtsız kalmamıştır. Onun meydana getirdiği olayları anlamak veya yaşam tarzlarını ona göre belirleye bilmek adına birçok unsur ortaya çıkarmışlardır. Bunlardan ilki şüphesiz kamlar olmuştur. Kamlar tabiata direk olarak etki edemezse de tabiatın özünü teşkil eden ruhlar ile iletişime geçebiliyordu. Bu ruhlara çeşitli ayinler yaparak memnuniyeti kazanmaya çalıştığı gibi toplumun yararına olan istek ve ricalarını çeşitli dualar ile dile getirirdi. Ayrıca

109 94 bu ruhlar için ve ya Tengri için sunulan kurbanlar da tabiat olaylarına karşı istek ve ricaları dile getirmek için icra edilirdi. Kam ve kurbanların yanı sıra tabiat olaylarına direk etki edebilen bir cisimde de mevcuttur. Yada taşı olarak bilinen bu cisim bozkır toplumlarınca bilinir ve kullanılmıştır. Bozkır toplumları hakkında bilgi veren çeşitli yabancı kaynaklarda da yada taşı hakkında bilgiler mevcut ise de bozkır toplumlarının dışında yada taşının kullanımı hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Bu suretle bu taşın kullanımını sadece bozkır kavimleri bildiğini söyleyebiliriz. Bozkır toplum inanç sistemi üzerine bir iki cümle ile neticeye varılmak istenirse; bozkır toplumları yaratan tanrıyı ölümsüz ve ebedi yüce bir varlık olarak koruyucu öğretici ve kut bahşedici olarak lütfetmişlerdir. Ayrıca burada belirtmek gerekir ki tek ve yüce olan varlığın yanında; Yer-su, Ateş, Orman-ağaç, Dağ gibi yeryüzü varlıkları ile Güneş, Ay, yıldız ve rüzgâr, yıldırım, yağmur gibi gökyüzünde bulunan ve gerçekleşen, kutsanmış olan unsurların varlıklarını söylemeliyiz. Yukarıda da belirttiğimiz üzere bu varlıklar tanrısal olarak değil sadece saygı duyulan ya da kutsallaştırılmış ruhları bulunduğuna inanılan varlıklar olarak karşımıza çıkmaktadır.

110 95 KAYNAKLAR Arpacı, G. Y. (2012). Gök-Tanrı İnancının Bilinmeyenleri Din ve Millet Kavramları. İstanbul: Çatı Kitapları. Avcıoğlu, D. (2006a). Türklerin Tarihi(birinci kitap). Ankara: Tekin yayın evi. Avcıoğlu, D. (2006b). Türklerin Tarihi(İkinci Kitap). Ankara: Tekin yayın evi. Ayaz, B. (2015). Tufan Mitleri. Türk Mitolojisine Giriş. Ankara: Gazi Kitapevi Aynakulova, G. (2003). Türk Kültüründe Yada Taşı. Prof. Dr. Kazım Yaşar Kopraman a Armağan. Ankara: Berikan Yayınları Bars, M. E. (2014). Türk Kültüründe Ağaç Kültü ve Şor Kahramanlık Destanlarına Yansımaları. The Journal of Academic Social Science Studies, (27), Bayat, F. (2007). Türk Mitolojik Sistemi. İstanbul, Ötüken Can, H. D., Kayalı, Y. (2012). Hint ve Türk Mitolojisinde Ateş Kültü. Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, 1(1), Candan, E. (2002). Türklerin Kültür Kökenleri (3. Baskı). İstanbul: Sınır Ötesi yayınları Çoruhlu, Y. (2011). Türk Mitolojisinin Ana Hatları. İstanbul: Kabalcı Yayıncılık. Durmuş, İ. (2004). İskitlerde ölü gömme geleneği. Milli Folklor Dergisi, (61) Durmuş, İ. (2012a). İskitler (4. Baskı) Ankara: Akçağ yayınları. Durmuş, İ. (2012b). Sarmatlar (3. Baskı) Ankara: Akçağ yayınları. Durmuş, İ. (2012c). Türk Kültür Çevresinde Dağlama Geleneği, Milli Folklor dergisi, (95) Durmuş, İ. (2014). Türk Kültür Çevresinde Kültür Adlandırmaları, Akademik Bakış, (15) Eliade, M. (2003a). Dinler Tarihine Giriş. İstanbul: Kabalcı yayınevi Eliade, M. (2003b). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 2, İstanbul: Kabalcı yayınevi. Erdoğan, B. (2007). Sorularla Türk Mitolojisi. İstanbul: Pozitif Yayınları.

111 96 Ergun, P. (2015). Türk Mitolojisinde Ağaç Kültü. Türk Mitolojisine Giriş, Gazi Kitapevi Esin, E. (2001). Türk Kozmolojisine Giriş. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Findley, C. V. (2012). Dünya Tarihinde Türkler (çev: A. Anadol). İstanbul: Timaş yayınları. Gıraud, R. (2007) Göktürk İmparatorluğu (çev. Metin Sirman). İstanbul: Töre yayınevi. Gömeç, S. (1998). Şamanizm ve Eski Türk Dini. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, (4), Güler, A., Akgül, S., Şimşek, A. (2001). Türklük Bilgisi. Ankara: Türkar yayıncılık. Günay, Ü., Güngör, H. (2003). İstanbul: Rağbet yayınları. Başlangıçtan günümüze Türklerin Dini Tarihi Güngör, H. (1997). Türk Bodun Bilimi Araştırmaları. İstanbul: Kum saati yayınları. Güngör, H. (2012). Türk din etnolojisi. İstanbl: IQ Kültür Sanat Yayıncılık. Hassan, Ü. (2011). Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Ankara: Doğu Batı Yayınları. Herodotos (2013). Tarih (çev. M Ökmen) (9. Baskı) İstanbul: Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları Holm, Nils G. (2004). Din Psikolojisine Giriş, (çev. A. Bahadır) İstanbul: İnsan yayınları. Hoppal, M. (2012). Avrasya da Şamanlar, (çev. B. Bayram, H. Ş. Ç. Çapraz. İstanbul: İnan A. (1976). Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. İnan, A. (1998a). Tepsi ve Kağnı, Maddi Kültüre Ait İki Kelime. Makaleler ve İncelemeler I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, İnan, A. (1998b). Ongun ve Tös Kelimeleri Hakkında. Makaleler ve İncelemeler I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, İnan, A. (1998c). Türk Mitolojisinde ve Halk Edebiyatında Kadın. Makaleler ve İncelemeler I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, İnan. A. (1998ç). Türk Düğünlerinde Exogamie İzleri, Makaleler ve İncelermeler I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,

112 İnan, A. (1998d). Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, s İnan, A. (1998e). Türk Şamanizmi Hakkında. Makaleler ve İncelemeler I, Türk Ankara: Tarih Kurumu Basımevi, İnan, A. (1998f). Altay Şamanlığına Ait Maddeler. Makaleler ve İncelemeler I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, İnan, A. (1998g). Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları. Makaleler ve İncelemeler I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, İnan, A. (2000). Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Türk Tarih Kurumu Kafesoğlu, İ. (2007). Türk Milli Kültürü. İstanbul: Ötüken yayınları. Kafesoğlu, İ. (1987). Türk Bozkır Kültürü. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü. Kalafat, Y. (2010). Türk Kültürlü Halklarda Ölüm. Ankara: Berikan yayınları Kaya M. (2002). Mitolojik Türk Kültürü Üzerine Çelişkiler. İstanbul: Türk Kültürü Araştırmaları, Kırcı, E. (1998). Türk Kültüründe Ateşle İlgili İnanışlar. Ankara: Prof. Dr. Dursun Yıldırım Armağan, Koca, S. (2003). Türk Kültürünün Temelleri. Ankara: Başkent Matbaacılık. Koca, S. (2002) Eski Türklerde Bayram ve Festivaller. Türkler 3. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, Kuzgun Ş. (1985). Türklerde Yahudilik ve Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşei Meselesi: Hazar ve Karay Türkleri. Ankara: Se-da yayınları Mandaloğlu, M. (2012). İslamiyet ten Önce Türklerde Toplantı ve Törenler, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi 2, Memmedov C. (2002). Eski Türklerde Gizli Tabiat Kuvvetlerine İnanma (İye İnancı), Türkler 3, Yeni Türkiye yayınları, Ocak, A. Y. (2005). Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri, İstanbul, Enderun Kitapevi. Potapov, L. P. (2012). Altay Şamanizmi (çev. M. Ergun) Konya: Kömen yayınları. Rasaoyi, L. (1971). Tarihte Türklük. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü. 97

113 98 Roux, J. P. (1999). Altay Türklerinde Ölüm. İstanbul: Kabalcı yayınevi Roux, J. P. (2005). Orta Asya da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Roux, J. P. (2013). Türklerin Tarihi (9. Baskı). İstanbul: Kabalcı yayınevi. Roux, J. P. (2011). Türklerin ve Moğolların Eski Dini (2. Basım). İstanbul: İşaret yayınları Onay, İ. (2012). Eski Türk Toplumlarında Aile Düzeni ve Bunun Dini, Siyasi Hayata Yansımaları. International Journal of Social Science 6, Orkun, H. N. (2011). Eski Türk Yazıtları. Ankara: Türk Dil Kurumu. Oymak, İ. (2015). Türk Mitolojisinde Su Kültü. Türk Mitolojisine Giriş, Ankara: Gazi Kitapevi, Ozan, M. (2015a). Türk Mitolojisinde Kara İyeler. Türk Mitolojisine Giriş. Ankara Gazi Kitapevi, Ozan, M. (2015b). Türk Mitolojisinde Dağ Kültü. Türk Mitolojisine Giriş. Ankara: Gazi Kitapevi, Ögel, B. (2010). Türk Mitolojisi I (4. Baskı). Ankara: Türk Tarih Kurumu Ögel, B. (2014). Türk Mitolojisi II (5. Baskı). Ankara: Türk Tarih Kurumu Ögel, B. (1987). Türk Kültür Tarihine Giriş VIII. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Öğer, A., Gönel,T. (2011). Uygur Türkleri Arasında Şamanlar ve Tedavi Yöntemleri. Turkish Studies, 6(4) Öncül, K. (2015). İlk İnsanın Yaradılışı. Türk Mitolojisine Giriş. Ankara: Gazi Kitapevi, Öztürk, M. (2014). Akhunlar Vasıtasıyla Bozkır Kültürü ile Hint Kültürünün Karşılaşması. Turkish Studies 9(7), Özünel, E. Ö. (2015). Türk Mitik Tasavvurunda Kozmogoni. Türk Mitolojisine Giriş. Ankara: Gazi Kitapevi, Sarıtaş, S. (2015). Türk Mitolojisinde Ak İyeler. Türk Mitolojisine Giriş. Ankara: Gazi Kitapevi, Sümbüllü, Y. Z. (2004). Eski Türklerde Defin Şekilleri Üzerine Bir İnceleme. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 4(2), 61-72

114 Sümer, F. (1980). Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy teşkilatı-destanları. İstanbul: Ana Yayınları. Tanyu, H. (1980). İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları. Tanyu, H. (2007). Türklerde taşla ilgili inançlar. Ankara: Elips Kitap. Tezcan, M. (2006.) 359 Amıda Kuşatmasındaki Örneğe Göre Hunlarda Defin Merasimi. Atarük Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2, Tokarev, S. A. (2005) Kültür Tarihinde Ateş Sembolü (çev. M. Duranlı). İzmir:Türk Dünyası İnceleme Dergisi, 4(1), Turan, O. (2006) Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi. İstanbul: Ötüken Turan, F. A. (2015) Eski Türklerde Tek Tanrı İnancı, Türk Mitolojisine Giriş, Ankara: Gazi Kitapevi, (1992) Türk Dünyası El Kitabı I, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Vural, F. G. (2013), Orta Asya Türk Dünyasında Davul un Önemi ve Simgesel Anlamı, Turan-Sam 5(20), 1-6 Yalçın, C. (2015) Evren ve Yaratılış, Ankara: Arkadaş yayınevi Yıldırım, D. (2015) Köktürk Çağında Tanrı mı Tanrılar mı Vardı? Türk Mitolojisine Giriş, Ankara: Gazi Kitapevi,

115 100

116 EKLER 101

117 102 EK-1. Resim Resim 1. Dünyanın şamanizme göre oluşumu (Bayat, 2007, s. 57)

118 103 EK-2. Resimler Resim 2. Erlik in temsili resmi (Bayat, 2007, s. 327)

119 104 Ek-3 Resimler Resim 3. Şamanın, Tanrıya giden yolu (Bayat, 2007, s. 312)

120 105 Ek-4.1 Resimler Resim 4.1 Kam davulu (Potapov, 2012, s. 238) Ek-4.2 Resimler Resim 4.2 Kam davulunda yeryüzünün kuruluşu (Hoppal, 2012, 177)

121 106 Ek- 5 Resimler Resim 5. Bozkır toplumunda davul çalan kam (Hoppal, 2012, s. 12)

122 107 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Soyadı, adı : CEBECİ Uyruğu : İsa Doğum tarihi ve yeri : 05/05/1990- Yapraklı Medeni hali : Bekar Telefon : Faks : yok isacebeci.18@gmail.com Eğitim Derece Yüksek lisans Lisans Eğitim Birimi Gazi Üniversitesi/Eskiçağ Tarihi Gazi Üniversitesi/Rus Dili ve Edebiyatı Mezuniyet tarihi Devam ediyor Devam ediyor Lisans Gazi Üniversitesi/Tarih Bölümü 2012 Lise Keçiören Kalaba Lisesi 2007 İş Deneyimi Yıl Yer Görev yok yok yok Yabancı Dil İngilizce ve Rusça Yayınlar CEBECİ, İsa (2016). Bozkır Toplumlarının Kültür ve Mitolojilerinde Ateş. Cappadocia Journal of History and Social Scienes, 6, Hobiler Doğa gezisi, küçük bahçe işleri ile ilgilenmek, futbol oynamak ve izlemek, sinema

123 GAZİ GELECEKTİR...

ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2

ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2 DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 ŞAMANİZM Şamanizmin tanımında bilim adamlarının farklı görüşlere sahip olduğu görülmektedir. Kimi bilim adamı şamanizmi bir din olarak kabul etse de, kimisi bir kült olarak kabul

Detaylı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı III. ÜNİTE TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI VE İLK TÜRK DEVLETLERİ ( BAŞLANGIÇTAN X. YÜZYILA KADAR ) A- TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI I-Türk Adının Anlamı

Detaylı

MİT VE DİN İLİŞKİSİ. (Kutsal Metinlerle İlişkisi) DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

MİT VE DİN İLİŞKİSİ. (Kutsal Metinlerle İlişkisi) DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 MİT VE DİN İLİŞKİSİ (Kutsal Metinlerle İlişkisi) DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Mit ve Din Mitolojiler genel olarak dinsel, ruhani ve evrenin ya da halkların oluşumu gibi yaratılış veya türeyiş gibi temaları içerirler.

Detaylı

İ. ÇEŞMELİ, İskitler, Hunlar ve Göktürkler de Din ve Sanat. İstanbul Cinius Yayınları, 131 sayfa (27 resim ile birlikte). ISBN:

İ. ÇEŞMELİ, İskitler, Hunlar ve Göktürkler de Din ve Sanat. İstanbul Cinius Yayınları, 131 sayfa (27 resim ile birlikte). ISBN: www.libridergi.org Kitap Tanıtımı, Eleştiri ve Çeviri Dergisi Journal of Book Notices, Reviews and Translations Volume III (2017) İ. ÇEŞMELİ, İskitler, Hunlar ve Göktürkler de Din ve Sanat. İstanbul 2016.

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders Dr. İsmail BAYTAK Orta Asya Tarihine Giriş Türk Adının Anlamı: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı Türk adından ilk olarak Çin Yıllıklarında bahsedilmektedir. Çin kaynaklarında

Detaylı

Yahudiliğin peygamberi Hz. Musa dır. Bu nedenle Yahudiliğe Musevilik de denir. Yahudi ismi, Yakup un on iki oğlundan biri olan Yuda veya Yahuda ya

Yahudiliğin peygamberi Hz. Musa dır. Bu nedenle Yahudiliğe Musevilik de denir. Yahudi ismi, Yakup un on iki oğlundan biri olan Yuda veya Yahuda ya VAHYE DAYALI DİNLER YAHUDİLİK Yahudiliğin peygamberi Hz. Musa dır. Bu nedenle Yahudiliğe Musevilik de denir. Yahudi ismi, Yakup un on iki oğlundan biri olan Yuda veya Yahuda ya nispetle verilmiştir. Yahudiler

Detaylı

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER SOSYAL BİLGİLER KONU:ORTA ASYA TÜRK DEVLETLERİ (Büyük)Asya Hun Devleti (Köktürk) Göktürk Devleti 2.Göktürk (Kutluk) Devleti Uygur Devleti Hunlar önceleri

Detaylı

Mitoloji ve Animizm, Fetişizm. Dr. Süheyla SARITAŞ 1

Mitoloji ve Animizm, Fetişizm. Dr. Süheyla SARITAŞ 1 Mitoloji ve Animizm, Fetişizm Dr. Süheyla SARITAŞ 1 Animizm Canlıcılık olarak da bilinin animizmin mitolojinin gelişmesinde önemli rolü vardır. İlkel devirde, eski insanlar her bir doğa olayının, eşyanın,

Detaylı

EN ESKİ İNANÇLARDAN BİRİ OLAN ZERDÜŞTLÜK VE ZERDÜŞT HAKKINDA 9 BİLGİ

EN ESKİ İNANÇLARDAN BİRİ OLAN ZERDÜŞTLÜK VE ZERDÜŞT HAKKINDA 9 BİLGİ EN ESKİ İNANÇLARDAN BİRİ OLAN ZERDÜŞTLÜK VE ZERDÜŞT HAKKINDA 9 BİLGİ Kültürü sanatı ve gelenekleriyle çok köklü bir geçmişi olan İran Zerdüşt ve onun öğretisi Zerdüştlük e de ev sahipliği yapmıştır. Zerdüşt

Detaylı

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR Mit, Mitoloji, Ritüel DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Kelime olarak Mit Yunanca myth, epos, logos Osmanlı Türkçesi esâtir, ustûre Türkiye Türkçesi: söylence DR. SÜHEYLA SARITAŞ

Detaylı

YARATILIŞ MİTLERİ DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

YARATILIŞ MİTLERİ DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 YARATILIŞ MİTLERİ DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Yaratılış Mitleri Orta Asya ve Sibirya da yaşayan Türk toplulukları arasında yaygın olarak anlatılan efsaneler yaratılış mitlerini oluşturmaktadır. Daha çok Altay

Detaylı

tamamı çözümlü tarih serkan aksoy

tamamı çözümlü tarih serkan aksoy kpss soru bankası tamamı çözümlü tarih serkan aksoy ÖN SÖZ Bu kitap, Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) Genel Kültür Testinde önemli bir yeri olan Tarih bölümündeki 30 soruyu uygun bir süre zarfında ve

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Eğitim Tarihi Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İslam Öncesi Türklerde Eğitimin Temel Özellikleri 2 Yaşam biçimi eğitimi etkiler mi? Çocuklar ve gençlerin

Detaylı

URARTU UYGARLIĞI. Gülsevilcansel YILDIRIM

URARTU UYGARLIĞI. Gülsevilcansel YILDIRIM URARTU UYGARLIĞI Gülsevilcansel YILDIRIM 120213060 Urartular MÖ birinci yüzyılın başında, Van Gölü ve çevresinde önemli bir devlet Kuran ve günümüze kadar buradaki uygarlıkları etkilemiş bir kavimdir.

Detaylı

Türk Eğitim Tarihi. 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Yrd. Doç. Dr.

Türk Eğitim Tarihi. 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri.  Yrd. Doç. Dr. Türk Eğitim Tarihi 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU www.agurbetoglu.com agurbetoglu@yahoo.com 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri

Detaylı

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Sözlü Dönem Yazılı Dönem İslamî Dönem Türk Edebiyatı Geçiş Dönemi Divan Edebiyatı Halk Edebiyatı Batı etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Tanzimat

Detaylı

Türk Eğitim Tarihi. 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Dr.

Türk Eğitim Tarihi. 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri.   Dr. Türk Eğitim Tarihi 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri Dr. Ali GURBETOĞLU www.agurbetoglu.com agurbetoglu@hotmail.com 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri İslam

Detaylı

TARİH KPSS İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET ARİF ÖZBEYLİ

TARİH KPSS İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET ARİF ÖZBEYLİ ARİF ÖZBEYLİ TARİH KPSS İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET ARİF ÖZBEYLİ www.tariheglencesi.com Anav Kültürü (MÖ 4000-MÖ 1000) Anav, günümüzde Aşkabat ın güneydoğusunda bir yerleşim

Detaylı

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1 TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1 Çeşitli Türk topluluklarının mitolojileriyle ilgili malzemelerin bir çoğunu bilim adamları, misyonerler, seyyahlar ya da bazı yabancı araştırmacılar tarafından derlenmiştir.

Detaylı

NOEL VE YILBAŞI KUTLAMALARI

NOEL VE YILBAŞI KUTLAMALARI NOEL VE YILBAŞI KUTLAMALARI Noel, sözlüklerde her yıl 25 Aralık tarihinde İsa nın doğumunun kutlanıldığı hristiyan bayramı olarak geçer. Hristiyanlar, kutlamalara 24 Aralık ta Noel arifesiyle başlar ve

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com BUDİZM Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com BUDİZM Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com BUDİZM Memduh ÇELMELİ BUDİZM Budizm, MÖ 6. yüzyılda Buda nın (asıl adı: Siddharta Gautama) görüşleri çerçevesinde oluşmuş bir dindir. Buda, ilhama kavuşmuş, aydınlanmış demektir. Hindistan da ortaya çıkmıştır.

Detaylı

III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ

III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ a. Türk Göçleri ve Sonuçları Göçlerin Nedenleri İklim koşullarının değişmesine bağlı olarak meydana gelen kuraklık, artan

Detaylı

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır. İçindekiler 1 Efsane Nedir? 2 Efsanenin Genel Özellikleri 3 Efsanelerin Oluşumu 4 Oluşumuyla İlgili Kuramlar 5 Efsanelerin Sınıflandırılması 6 Efsanelerde Konu ve Amaç 7 Efsanelerde Yapı, Dil ve Anlatım

Detaylı

TÜRKİYEDE EĞİTİMİN TARİHİ GEÇMİŞİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ

TÜRKİYEDE EĞİTİMİN TARİHİ GEÇMİŞİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ TÜRKİYEDE EĞİTİMİN TARİHİ GEÇMİŞİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Türk toplumlarının eğitim anlayış ve uygulamaları, yaşama biçimlerinin

Detaylı

T.C. BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ GÖNEN MESLEK YÜKSEKOKULU TURİZM VE OTELCİLİK BÖLÜMÜ İNANÇ TURİZMİ

T.C. BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ GÖNEN MESLEK YÜKSEKOKULU TURİZM VE OTELCİLİK BÖLÜMÜ İNANÇ TURİZMİ T.C. BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ GÖNEN MESLEK YÜKSEKOKULU TURİZM VE OTELCİLİK BÖLÜMÜ İNANÇ TURİZMİ DANIŞMAN:Özer YILMAZ HAZIRLAYAN: Erşad TAN,Tacettin TOPTAŞ İÇİNDEKİLER GİRİŞ I-İNANÇ TURİZMİ A- İnanç Kavramı

Detaylı

2014 2015 DERS YILI MEV KOLEJİ ÖZEL ANKARA ANADOLU LİSESİ VE FEN LİSESİ 10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERSİ YARIYIL ÖDEVİ

2014 2015 DERS YILI MEV KOLEJİ ÖZEL ANKARA ANADOLU LİSESİ VE FEN LİSESİ 10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERSİ YARIYIL ÖDEVİ 2014 2015 DERS YILI MEV KOLEJİ ÖZEL ANKARA ANADOLU LİSESİ VE FEN LİSESİ 10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERSİ YARIYIL ÖDEVİ 1. Alp Er Tunga öldi mü Issız ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtılur

Detaylı

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler Hani, Rabbin meleklere, Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti. Onlar, Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd

Detaylı

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST TANER ÖZDEMİR DETAY TARİHÇİ TÜRK TELEKOM NURETTİN TOPÇU SOSYAL BİLİMLER LİSESİ TARİH ÖĞRETMENİ İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST 1 1) Türklerin Anadolu ya gelmeden önce

Detaylı

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Türk toplumlarında ilk kez medrese denen eğitim

Detaylı

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Hanlığı ve Kazakistan konulu bu toplantıda Kısaca Kazak

Detaylı

Soru: Tanrı tasavvuru ne demektir?

Soru: Tanrı tasavvuru ne demektir? Tanrı Tasavvuru Soru: Tanrı tasavvuru ne demektir? Peker e göre: Kişinin bebekliğinden itibaren, zeka gelişimine, edinmiş olduğu bilgi ve yaşantısına göre, Tanrı yı zihninde canlandırması, biçimlendirmesi

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : ORTA ASYA TÜRK TARİHİ Ders No : 0020100004 : Pratik : 0 Kredi : ECTS : 5 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim Tipi

Detaylı

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız 4. SINIFLAR (PROJE ÖDEVLERİ) Öğrenci No 1- Dinimize göre Helal, Haram, Sevap ve Günah kavramlarını açıklayarak ilgili Ayet ve Hadis meallerinden örnekler veriniz. 2- Günlük yaşamda dini ifadeler nelerdir

Detaylı

İÇİNDEKİLER GİRİŞ BİRİNCİ KİTAP

İÇİNDEKİLER GİRİŞ BİRİNCİ KİTAP İÇİNDEKİLER GİRİŞ Afrika ve Afrikalılar 13 BİRİNCİ KİTAP Bir Yuruba Efsanesi: Dünyanın Yaratılışı 23 Küçük Tanrı Obatala, Beş Parmaklı Beyaz Horoz ve Kara Kaplan 23 Kara Kaplan'la Beş Parmaklı Beyaz Horoz

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 5.ders. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri TABGAÇLAR

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 5.ders. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri TABGAÇLAR ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 5.ders Dr. İsmail BAYTAK İlk Türk Devletleri TABGAÇLAR TABGAÇ DEVLETİ (385-550) Hunların yıkılmasından sonra Çin e giden Türklerin kurduğu devletlerden biri de Tabgaç Devleti dir.

Detaylı

Mitlerin Sınıflandırılması DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Mitlerin Sınıflandırılması DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Mitlerin Sınıflandırılması DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Mitlerin Sınıflandırılması Mitler ele aldıkları konular bakımından kendi içlerinde çeşitli şekillerde sınıflandırılırlar. Örneğin, İnsanın ve dünyanın geleceğini

Detaylı

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU iii TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi Bilim Dalı öğrencisi Rabia HOŞ tarafından hazırlanan " Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Varlıklar Âlemi Meleklere İman Meleklerin

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı Hayat Amaçsız

Detaylı

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar 1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar İÇİNDEKİLER KUR AN NEDİR? KUR AN-IN AMACI? İNANÇ NEDİR İBADET NEDİR AHLAK NEDİR KISSALAR AYETLER KUR AN NEDİR? Kur an-ı Hakîm, alemlerin Rabbi olan Allah ın kelamıdır.

Detaylı

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55 Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55 8 Ey insanlar! Rabbiniz birdir, atanız (Âdem) da birdir. Hepiniz Âdem densiniz, Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O na karşı gelmekten

Detaylı

HABERLER ÖZBEKİSTAN-TÜRKİYE ULUSLARARASI ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR PROJESİ: ÖZBEKİSTAN DA YERKURGAN MERKEZ TAPINAĞI 2013 YILI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI

HABERLER ÖZBEKİSTAN-TÜRKİYE ULUSLARARASI ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR PROJESİ: ÖZBEKİSTAN DA YERKURGAN MERKEZ TAPINAĞI 2013 YILI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI HABERLER ÖZBEKİSTAN-TÜRKİYE ULUSLARARASI ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR PROJESİ: ÖZBEKİSTAN DA YERKURGAN MERKEZ TAPINAĞI 2013 YILI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI İlk Özbekistan-Türkiye uluslararası arkeolojik çalışmalar

Detaylı

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi Bilim

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi Bilim iii TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi Bilim Dalı öğrencisi Güngör EBCİM tarafından hazırlanan Ortaokulların Temizlik İhtiyaçlarının

Detaylı

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi III TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi Bilim Dalı öğrencisi Taşkın Osman YILDIZ tarafından hazırlanan Lise Öğrencilerinin

Detaylı

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI DEĞERLER EĞİTİMİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Bir milletin ve topluluğun oluşumunda maddi

Detaylı

İLETİŞİM BECERİLERİ. Doç. Dr. Bahar Baştuğ

İLETİŞİM BECERİLERİ. Doç. Dr. Bahar Baştuğ İLETİŞİM BECERİLERİ Doç. Dr. Bahar Baştuğ AMAÇ VE HEDEFLER Hasta ve hasta yakınları, çalışma arkadaşları ile iletişimi ve ilişkileri geliştirmek için iletişim adına temel bilgileri vermek Hedef, etkin

Detaylı

Türk Mitolojisi ve Türklerde Totemizm DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Türk Mitolojisi ve Türklerde Totemizm DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Türk Mitolojisi ve Türklerde Totemizm DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Totemizm Totemizm totem, mana ve tabu fikirlerine dayanır. Bir klanın n bütün b n fertlerinin kutsal saydıklar kları yaratıklar ve şeyler olan

Detaylı

T.C. AMASYA ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BİLİM DALI XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX XXXXXX

T.C. AMASYA ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BİLİM DALI XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX XXXXXX EK [1] Dış Kapak Örneği Arial, 14 punto,ortalı,tek satır aralığı, büyük harf, bold. T.C. AMASYA ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ANA BİLİM DALI BİLİM DALI 1,5 satır aralıklı 7 boşluk Tez Başlığı, ortalı,

Detaylı

ESKİ İRAN DA DİN VE TOPLUM (MS ) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK

ESKİ İRAN DA DİN VE TOPLUM (MS ) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK ESKİ İRAN DA DİN VE TOPLUM (MS. 226 652) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK Eski İran da Din ve Toplum (M.S. 226-652) Yazar: Yrd. Doç. Dr. Ahmet Altungök Yayınevi Editörü: Prof. Dr. Mustafa Demirci HİKMETEVİ

Detaylı

KRAL JAMES İNCİLİ 1611 APOCRYPHA DUA AZARYA & üç Yahudi şarkı. Azarya ve şarkının üç Yahudi duası

KRAL JAMES İNCİLİ 1611 APOCRYPHA DUA AZARYA & üç Yahudi şarkı. Azarya ve şarkının üç Yahudi duası www.scriptural-truth.com KRAL JAMES İNCİLİ 1611 APOCRYPHA DUA AZARYA & üç Yahudi şarkı Azarya ve şarkının üç Yahudi duası Azarya dua {1:1} ve yangının ortasında yürüdüler öven Tanrı ve Tanrı nimet. {1:2}

Detaylı

16: Yahudilik 2.3. Hristiyanlık

16: Yahudilik 2.3. Hristiyanlık 16:17 2.2. Yahudilik 2.3. Hristiyanlık KA ZA NI MI MIZ 16:17 3. Günümüzde yaşayan dinleri temel özellikleriyle tanır. (Yahudilik ve Hristiyanlık) 16:17 1. Din Niçin Evrensel Bir Gerçekliktir? 2. Günümüzde

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 2 EDEBİ BİLGİLER (ŞİİR BİLGİSİ) 1. İncelediği şiirden hareketle metnin oluşmasına imkân sağlayan zihniyeti 2. Şiirin yapısını çözümler. 3. Şiirin

Detaylı

kaza, hükmetmek, Terim anlamı ise kaza, yaratılması demektir.

kaza, hükmetmek, Terim anlamı ise kaza, yaratılması demektir. ÖRNEKLER DERS: DİN KÜLTÜRÜ VE AHL. BİLGİSİ ÜNİTE: 1. ÜNİTE (KADER İNANCI) KONU: KAZA VE KADER İNANCI KADER: Kelime olarak KAZA: Kelime olarak kader; bir şeye gücü kaza, hükmetmek, - Su 100 yetmek, biçimlendirmek,

Detaylı

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS DİNLER TARİHİ I İLH Yüz Yüze / Zorunlu / Seçmeli

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS DİNLER TARİHİ I İLH Yüz Yüze / Zorunlu / Seçmeli DERS BİLGİLERİ Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS DİNLER TARİHİ I İLH 313 5 2+0 2 3 Ön Koşul Dersleri Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü Türkçe Lisans Yüz Yüze / Zorunlu / Seçmeli

Detaylı

Öğretim Görevlisi Murat KARACA İpek Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, kkaracamurat@gmail.com

Öğretim Görevlisi Murat KARACA İpek Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, kkaracamurat@gmail.com ISSN: 2149-9225 Yıl: 1, Sayı: 2, Aralık 2015, s. 135-141 Öğretim Görevlisi Murat KARACA İpek Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, kkaracamurat@gmail.com FATMA AHSEN TURAN (ED.), MERAL OZAN (ED.),

Detaylı

DİNLER TARİHİ DERSİ ÖĞRETİM ROGRAMI

DİNLER TARİHİ DERSİ ÖĞRETİM ROGRAMI DİNLER TARİHİ DERSİ ÖĞRETİM ROGRAMI 4. DİNLER TARİHİ DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMININ UYGULANMASI 4.1. DİNLER TARİHİ DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMININ TEMEL FELSEFESİ VE GENEL AMAÇLARI Kültürler arası etkileşimin hızlandığı

Detaylı

Proje Adı. Projenin Türü. Projenin Amacı. Projenin Mekanı. Medeniyetimizin İsimsiz Taşları. Mimari yapı- anıt

Proje Adı. Projenin Türü. Projenin Amacı. Projenin Mekanı. Medeniyetimizin İsimsiz Taşları. Mimari yapı- anıt Önsöz Medeniyet; bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Türk medeniyeti dünyanın en eski medeniyetlerinden biridir. Dünyanın

Detaylı

İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ

İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ KISA ÖZET

Detaylı

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ 5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ Allah İnancı Ünite/Öğrenme Konu Kazanım Adı KOD Hafta Tarih KD1 KD2 KD3 KD4 KD5 KD6 Allah Vardır ve Birdir Evrendeki mükemmel düzen ile Allahın (c.c.) varlığı ve birliği

Detaylı

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu.

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu. Türk İslam Bilginleri: İslam dini insanların sadece inanç dünyalarını etkilemekle kalmamış, siyaset, ekonomi, sanat, bilim ve düşünce gibi hayatın tüm alanlarını da etkilemiş ve geliştirmiştir Tabiatı

Detaylı

IÇERIK ÖNSÖZ. Giriş. Birinci Bölüm ALLAH A İMAN

IÇERIK ÖNSÖZ. Giriş. Birinci Bölüm ALLAH A İMAN IÇERIK ÖNSÖZ 13 Giriş DİN VE AKAİT Günümüzde Din Algısı Sosyal Bilimcilere Göre Din İslam Açısından Din Dinin Anlam Çerçevesi İslam Dini İslam ın İnanç Boyutu Akait İman İman-İslam Farkı İman Bakımından

Detaylı

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım. TEMEL DİNİ BİLGİLER 1 Rabbin kim? Rabbim Allah. 2 Dinin ne? Dinim İslam. 3 Kitabın ne? Kitabım Kur ân-ı Kerim. 4 Kimin kulusun? Allah ın kuluyum. 5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu

Detaylı

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur. Parti varlık sebebi, isminden de anlaşılacağı üzere, hakların savunulmasıdır. Müdafaa-i Hukuk düşüncesine göre: 1. İnsanın 2. Toplumun 3. Milletin 4. Devletin 5. Vatanın hakları vardır. Şu anda bu haklar

Detaylı

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2 İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 ÖNSÖZ DİL NEDİR? / İsmet EMRE 1.Dil Nedir?... 1 2.Dilin Özellikleri.... 4 3.Günlük Dil ile Edebî Dil Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar... 5 3.1. Benzerlikler... 5 3.2. Farklılıklar...

Detaylı

Nihat Sami Banar!ı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 89-93'ten özetlenmiştir.

Nihat Sami Banar!ı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 89-93'ten özetlenmiştir. Uygur Devleti Ders Anlatım Videosu UYGUR DEVLETİ (744 840 ) Uygurlar, Asya Hun Devleti ne bağlı olarak Orhun ve Selenga nehirleri kıyılarında yaşamışlardır. II. Kök Türk Devleti'nin son zamanlarında Basmiller

Detaylı

Ve Brahman bir felsefedir ve o çeşit anlamlarıyla felsefi ve edebi yazılarda kullanılır.

Ve Brahman bir felsefedir ve o çeşit anlamlarıyla felsefi ve edebi yazılarda kullanılır. Prana Sanskritçe den nefes-nefes alma ve devamlı hareket şeklinde çevrilir. Bu Hint felsefesinde-tıbbında ve teolojisinde genel bir anlamı ifade eder. Dil uzmanları kelimeye bu anlamları yanında hayat

Detaylı

tamamı çözümlü tarih serkan aksoy

tamamı çözümlü tarih serkan aksoy kpss soru bankası tamamı çözümlü tarih serkan aksoy Serkan Aksoy KPSS Tarih Soru Bankası ISBN 978-605-364-239-8 Kitapta yer alan bölümlerin tüm sorumluluğu yazarına aittir. Pegem Akademi Bu kitabın basım,

Detaylı

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler OLAY ÇEVRESINDE GELIŞEN EDEBI METINLER Oğuz Türkçesinin Anadolu daki ilk ürünleri Anadolu Selçuklu Devleti

Detaylı

DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 TÜRK MİTOLOJİSİNDE ÖNEMLİ RENKLER DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 RENKLER Türk mitolojisinde renklerin sembolik anlamları ilk olarak batılı Türkologların dikkatini çekmiş ve çalışmalarında bu hususa işaret etmişlerdir.

Detaylı

önce biz sorduk KPSS Soruda 92 soru GENEL YETENEK - GENEL KÜLTÜR TARİH SORU BANKASI TAMAMI ÇÖZÜMLÜ Eğitimde

önce biz sorduk KPSS Soruda 92 soru GENEL YETENEK - GENEL KÜLTÜR TARİH SORU BANKASI TAMAMI ÇÖZÜMLÜ Eğitimde KPSS 2017 önce biz sorduk 120 Soruda 92 soru GENEL YETENEK - GENEL KÜLTÜR TARİH SORU BANKASI TAMAMI ÇÖZÜMLÜ Eğitimde 30. yıl Serkan Aksoy KPSS Tarih Soru Bankası ISBN 978-605-318-503-1 Kitapta yer alan

Detaylı

Ruhsal Savaş Duaları Tanrı nın Sağladığı Silahlar ve İman Kalkanı (Efesliler 6:10 Rab'de, O'nun üstün gücüyle güçlenin.)

Ruhsal Savaş Duaları Tanrı nın Sağladığı Silahlar ve İman Kalkanı (Efesliler 6:10 Rab'de, O'nun üstün gücüyle güçlenin.) İşaya 40:31 RAB'be umut bağlayanlarsa taze güce kavuşur, Kanat açıp yükselirler kartallar gibi. Koşar ama zayıf düşmez, Yürür ama yorulmazlar. Göklerdeki Babamız, Mesih te sergilediğin üstün güce göre,

Detaylı

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Byron Unger ve Lazarus Uyarlayan: Bob Davies ve Tammy S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children

Detaylı

Asya Hun Devleti (Büyük Hun Devleti) Orta Asya da bilinen ilk teşkilatlı Türk devleti Hunlar tarafından kurulmuştur. Hunların ilk oturdukları yer

Asya Hun Devleti (Büyük Hun Devleti) Orta Asya da bilinen ilk teşkilatlı Türk devleti Hunlar tarafından kurulmuştur. Hunların ilk oturdukları yer Asya Hun Devleti (Büyük Hun Devleti) Orta Asya da bilinen ilk teşkilatlı Türk devleti Hunlar tarafından kurulmuştur. Hunların ilk oturdukları yer Sarı Irmak ın kuzeyi idi. Daha sonra Orhun ve Selenga ırmakları

Detaylı

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK İLK TÜRK { DEVLETLERİNDE HUKUK Hukuk Anlayışı Hukuk fertlerin bir arada barış ve güven içinde yaşamasını sağlamak amacıyla oluşturulan hak ve kanunların bütünüdür. Bir devletin uzun ömürlü olabilmesi için

Detaylı

kpss Önce biz sorduk 120 Soruda 85 SORU Güncellenmiş Yeni Baskı Genel Yetenek Genel Kültür Lise ve Ön Lisans TARİH Tamamı Çözümlü SORU BANKASI

kpss Önce biz sorduk 120 Soruda 85 SORU Güncellenmiş Yeni Baskı Genel Yetenek Genel Kültür Lise ve Ön Lisans TARİH Tamamı Çözümlü SORU BANKASI Önce biz sorduk kpss 2 0 1 8 120 Soruda 85 SORU Güncellenmiş Yeni Baskı Genel Yetenek Genel Kültür Lise ve Ön Lisans TARİH Tamamı Çözümlü SORU BANKASI Komisyon KPSS Lise ve Ön Lisans Tarih Soru Bankası

Detaylı

İlk Türk devletlerinde kültür ve medeniyet

İlk Türk devletlerinde kültür ve medeniyet On5yirmi5.com İlk Türk devletlerinde kültür ve medeniyet İlk Türk devletlerinde kültür ve medeniyet nasıldı? Yayın Tarihi : 2 Nisan 2014 Çarşamba (oluşturma : 5/25/2017) 1)-Devlet Yönetimi A)DEVLET İslamiyetten

Detaylı

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. Akıllı Kral Süleyman

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. Akıllı Kral Süleyman Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Akıllı Kral Süleyman Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Lazarus Uyarlayan: Ruth Klassen Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2007 Bible for

Detaylı

İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı

İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Türk edebiyatı İslamiyet öncesi Türk edebiyatı ya da Destan dönemi Türk edebiyatı, Türklerin İslamiyet'i kabulünden önceki dönemlerde oluşturdukları edebiyata verilen isimdir.[1]

Detaylı

ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS

ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS.476-1453 Ortaçağ Batı Roma İmp. nun yıkılışı ile İstanbul un fethi ve Rönesans çağının başlangıcı arasındaki dönemi, Ortaçağ felsefesi ilkçağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin

Detaylı

En eski uygarlıklardan biri olan Mısır Uygarlığı Nil nehri vadisinde gelişmiştir. Mısır mimarisinin en önemli yapıtları Mısır Piramitleri dir.

En eski uygarlıklardan biri olan Mısır Uygarlığı Nil nehri vadisinde gelişmiştir. Mısır mimarisinin en önemli yapıtları Mısır Piramitleri dir. MISIR BAHÇELERİ En eski uygarlıklardan biri olan Mısır Uygarlığı Nil nehri vadisinde gelişmiştir. Mısır mimarisinin en önemli yapıtları Mısır Piramitleri dir. pramitler Mısırlıların kralarına yaptıkları

Detaylı

Dinlerin Buluşma Noktası. Antakya

Dinlerin Buluşma Noktası. Antakya 80 Dinlerin Buluşma Noktası Antakya 81 82 Bu ay sizlere Anadolu nun en güzel yerlerinden biri olan Antakya yı tanıtacağız. Antakya Hatay ilimizin şehir merkezi. Hristiyanlığın en eski kiliselerinden biri

Detaylı

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25 136. Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, uzak bir sapıklıkla

Detaylı

Bu metin Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulunca 10 Mayıs 1933 tarih ve 101 sayılı karar ile öğrenci andı olarak uygulamaya başlanmıştır.

Bu metin Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulunca 10 Mayıs 1933 tarih ve 101 sayılı karar ile öğrenci andı olarak uygulamaya başlanmıştır. Bir vatandaşımız tarafından okullarda Öğrenci Andı nın okutulmaması için Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine Danıştay 8. Dairesi 2009/1614 Esas Sayı ile dava açılmıştır. Dava dosyasına konulmak üzere, Bakanı

Detaylı

Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Byron Unger ve Lazarus Uyarlayan: Bob Davies ve Tammy S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ KURBAN: AYET ve HADİSLER Biz, her ümmet için Allah ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine onun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık. İlahınız,

Detaylı

ARALIK 2013 SAYI 2 12/17/2013 1

ARALIK 2013 SAYI 2 12/17/2013 1 ARALIK 2013 SAYI 2 12/17/2013 1 12/17/2013 2 12/17/2013 3 KISA KISALAR 12/17/2013 4 12/17/2013 5 İLİM VE MEVLANA Bizzat kendisi büyük bir alim olan Mevlana ilmin değerine inanır. Ona göre ilim ; Hz. Süleyman'ın

Detaylı

Gençler, "İrade, Erdem ve Hürriyet" Temasıyla Buluştu

Gençler, İrade, Erdem ve Hürriyet Temasıyla Buluştu Gençler, "İrade, Erdem ve Hürriyet" Temasıyla Buluştu Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, "İnsana düşen, iradesini kontrol altında tutarak, onu her daim iyilik ile erdem yolunda kullanmaktır. Diyanet İşleri

Detaylı

Mitosta, arkaik anaerkil yapı Ay tanrıçalığı ile Selene figürüyle sürerken, söylencenin logosu bunun tersini savunur. Yunan monarşi-oligarşi ve tiran

Mitosta, arkaik anaerkil yapı Ay tanrıçalığı ile Selene figürüyle sürerken, söylencenin logosu bunun tersini savunur. Yunan monarşi-oligarşi ve tiran Ay tanrıçası Selene, Yunan mitolojisinde, Güneş tanrısı Helios un kız kardeşidir. Ay ı simgeler. Selene de Helios gibi bir arabayla dolaşırdı. Selene nin arabasını iki at, katır ya da boğa çekerdi. Zeus

Detaylı

ÇİN DİNLERİ 6. ÇİN DİNLERİ KONFÜÇYANİZM & TAOİZM / DAOİZM

ÇİN DİNLERİ 6. ÇİN DİNLERİ KONFÜÇYANİZM & TAOİZM / DAOİZM Ünite :6 ÇİN DİNLERİ & / DAOİZM Doç. Dr. Cengiz BATUK İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI GİRİŞ Çin inançları dört kaynaktan beslenmektedir. Erken dönem tarihsel miras Konfüçyanizm Taoizm Budizm Çinliler

Detaylı

Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI

Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI Tıbb-ı Nebevi İslam coğrafyasında gelişen tıp tarihi üzerine çalışan bilim adamlarının bir kısmı İslam Tıbbı adını verdikleri., ayetler ve hadisler ışığında oluşan bir yapı olarak

Detaylı

İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu

İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu Prof. Dr. Bülent Yılmaz Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü E-posta : byilmaz@hacettepe.edu.tr

Detaylı

kpss Önce biz sorduk 120 Soruda 83 SORU Güncellenmiş Yeni Baskı Genel Yetenek Genel Kültür TARİH Tamamı Çözümlü SORU BANKASI

kpss Önce biz sorduk 120 Soruda 83 SORU Güncellenmiş Yeni Baskı Genel Yetenek Genel Kültür TARİH Tamamı Çözümlü SORU BANKASI Önce biz sorduk kpss 2 0 1 8 120 Soruda 83 SORU Güncellenmiş Yeni Baskı Genel Yetenek Genel Kültür TARİH Tamamı Çözümlü SORU BANKASI Serkan Aksoy KPSS Tarih Soru Bankası ISBN 978-605-318-850-6 Kitapta

Detaylı

Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma

Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma İÇİNDEKİLER Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma 1. FELSEFE NEDİR?... 2 a. Felsefeyi Tanımlamanın Zorluğu... 3 i. Farklı Çağ ve Kültürlerde Felsefe... 3 ii. Farklı Filozofların Farklı Felsefe Tanımları... 5 b.

Detaylı

ETKİNLİK - 1 BOŞLUK DOLDURMA

ETKİNLİK - 1 BOŞLUK DOLDURMA ETKİNLİK - 1 BOŞLUK DOLDURMA Kölelik Türgişler Kültürel Buda Kurultay Keneşçi Göktanrı Turan Taktiği Mani Töre Kut Yuğ Hayvancılık Hazarlar Kuzey Şansi Astronomi Hanedan Ahiret İnancı Ordu-Millet Devlet

Detaylı

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi Dil - Kültür İlişkisi Kültür Nedir? 2 Bir milletin fertlerini ortak bir çatı altında toplayan maddi ve manevi değerler bütünüdür. Örf, âdet, gelenek ve inançlar kültürün manevi kısmına; giyim kuşam, yemek,

Detaylı

[Kurban Duaları] (ondalık-sunu-sadaka üzerine)

[Kurban Duaları] (ondalık-sunu-sadaka üzerine) [Kurban Duaları] (ondalık-sunu-sadaka üzerine) ONDALIK-SUNU-SADAKA Kurbanlarımızı şükran ve dua ile sunarız. Bu kurbanları dua ve tapınmanın bir parçası olarak, övgü ve şükran sunusu olarak Tanrı ya sunarız.

Detaylı

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden Kavrama 1 ECE KAVRAMA 21102516 TURK 101 Ali TURAN GÖRGÜ SEVGİNİN GÜCÜ 1918 yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden biridir. Şiirlerinde genellikle değişim içinde

Detaylı

Ahlâk ve Etikle İlgili Temel Kavramlar

Ahlâk ve Etikle İlgili Temel Kavramlar Ahlâk Kavramı Yrd. Doç. Dr. Rıza DEMİR İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İnsan Yönetimine Etik Yaklaşım Dersi Etik Türleri Mesleki Etik Türleri 2017 Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim

Detaylı

AST101 ASTRONOMİ TARİHİ

AST101 ASTRONOMİ TARİHİ AST101 ASTRONOMİ TARİHİ 2017-2018 Güz Dönemi (Z, UK:2, AKTS:3) 4. Kısım Doç. Dr. Kutluay YÜCE Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Antik Yunan Bilimi Sokrat Öncesi Dönem

Detaylı

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Cennet, Tanrı nın Harika Evi Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Lazarus Uyarlayan: Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010 Bible

Detaylı