SERXWEBÛN. TECR TE KARfiI TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "SERXWEBÛN. TECR TE KARfiI TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE"

Transkript

1 SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Yıl: 22 / Sayı: 253 / TECR TE KARfiI TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR

2 Sayfa 2 Serhildan süreklilefltirmek, büyütmek çözümü gerçeklefltirmektir Kürdistan özgürlük mücadelesinin her döneminde siyasal boyut ciddi bir ağırlık taşımıştır. Silahlı mücadelenin yoğun olduğu dönemlerde bile siyasal mücadelede etkili olma yaklaşımı içinde olunmuştur. Gerek PKK gerekse KA- DEK in öncülük süreçlerinde askeri mücadele tek belirleyen olmamıştır. Kürt halkının yaşadığı gerçeklik mücadelenin askeri boyutunu gerekli kıldığı koşullarda bile siyasal mücadele temel bir mücadele olma özelliğini yitirmemiştir. Gerek silahlı mücadelenin gelişmesi gerekse çözümü ortaya çıkarmak için siyasal mücadele geçerliliğini sürdürmüştür. Denilebilir ki; geçmişte PKK, günümüzde ise KADEK öncülüğü, siyasetin dışında bırakılan Kürt halkını siyasal mücadeleye katma öncülüğü görevini yerine getirmiştir. Çağdaş özgürlük hareketini tarihte gerçekleşen isyanlardan ayırt eden temel özelliklerden biri de budur. 20. yüzyılda Kürt halkının gerçekleştirdiği isyanların en önemli zaaflarının başında, siyasal mücadele boyutunun geri olması gelir. Ülkemizin bütün parçalarında gelişen isyanlar, ağırlıklı olarak silahlı boyutla sınırlı kalmışlardır. Toplumun siyasal bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve eylemi bu isyanlarda fazla ağırlığını oluşturmamıştır. Kimisi zayıf, kimisi sınırlı bir örgütlenmeyle silahlı mücadeleye dayalı gelişme göstermiş ve çok geçmeden ortak kaderi paylaşmışlardır. Askeri boyutla sınırlı kalan ayaklanmaların hepsinin ortak kaderi yenilgidir. Yenilginin temelinde siyasal mücadele zayıflığının yattığını belirtebiliriz. Ülkemizi egemenliğinde bulunduran devletlerin dayattığı ulusal inkar ve imha sistemi, Kürt halkını siyasal mücadeleden yoksun bırakmayı öngörmüştür. Türkiye nin öncülük ettiği bu sistem, diğer egemen devletlerce de benimsenip uygulamaya sokulurken hiçbir yerde Kürt halkının siyasal bilinçlenme, örgütlenme ve eylemde bulunmasına fırsat tanımamıştır. Dünyanın çeşitli alanlarında Kürtler adına yapılan siyasal girişimler bile söz konusu güçlerce engellenmiştir. Kürt halkına dünya çapında siyaset yapma yasağı uygulanmıştır. Tam bir yasaklamayla karşı karşıya gelen Kürtler, bunu etkisiz kılabilecek siyasal faaliyetler geliştirememişlerdir. Bu durum karşısında çaresizliğin bir sonucu olsa gerek, zayıf bir örgütlenmeyle silahlı ayaklanmalara girişmişlerdir. Silahlı ayaklanmaların ayırt edici özelliği, siyasal mücadele gücünden yoksun olmalarıdır. Daha da önemlisi isyanlar siyasal mücadelenin önünü açmamış, tam tersine tıkanmaya yol açmıştır. Böylece inkar ve imha sisteminden kaynaklanan siyasetsizlik ortama egemen olmuştur. Eylemlerin süreklileştirilmesi başarı için en temel şarttır öncülüğünde ulusal diriliş mü- sürecine girilinceye PKKcadelesi kadar Kürt halkı siyasal yaşamın dışında kalmıştır. Halkın kısa, orta ve uzun vadeli çıkarlarını savunup geliştirecek olan bir siyaset sınıfı da doğmamıştır. 20. yüzyıl boyunca Kürt halkı kendi içinde siyaset sınıfını yaratamamış, dolayısıyla çıkarlarını savunma gücünü ve yeteneğini ortaya çıkaramamıştır. Yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde siyasi mirastan yoksunluk, Kürt toplumunun yaşadığı gerçekliktir. Bu durum, ulusal diriliş mücadelesinin gelişimini alabildiğine zorlamıştır. Bugün siyasal mücadelenin gelişimi kısır kalıyorsa bu nedenlerin etkisi büyüktür. Güçlü bir siyasal mirasın olmayışı, mevcut durumda siyasal mücadelenin amatörce yürütülmesi ve başarı düzeyinin zayıf kalmasının nedenidir. Geride bıraktığımız 25 yıllık zaman diliminde belli bir miras yaratılmış olsa da önceki süreçlerin etkileri bir bütün aşılmamıştır. Bu da demokratik serhildanın geliştirilmesini ve başarı düzeyini ciddi biçimde etkilemektedir. Gerek öncü, gerekse halk kitleleri demokratik serhildanın ihtiyaç duyduğu bilinç, örgütlenme ve eylem performansını ortaya koyamamaktadır. Demokratik serhildanın geliştirilmesi için tek yol, geride bıraktığımız 25 yıllık mücadele birikimiyle oluşan mirasın en iyi biçimde değerlendirilmesidir. Eğer yaratılan miras iyi değerlendirilirse, demokratik serhildanı çözümü gerçekleştirecek düzeye çıkarmak mümkündür. Çağdaş mücadele mirasımızın yeterince değerlendirilip güç haline getirilmesi, demokratik serhildanı doğru tanımlamakla, algılayıp yürütmekle söz konusu olacaktır. Demokratik serhildan sıradan bir siyasal mücadele biçimi değildir. Onun doğru tanımı, siyasal mücadelenin bütün eylem biçimleriyle en geniş yığınsal katılım ve süreklilikle yürütülmesidir. Demokratik serhildan akla gelebilecek her eylem biçimini kullanır. Duvarlara bir slogan yazmaktan tutalım, yüzbinleri içine alan kitle gösterilerine kadar bütün eylem biçimlerini kapsar. Demokratik serhildan için değeri az veya çok olan eylem ayrımı yapılmaz. Kendisini bazı eylem biçimleriyle sınırlandırma durumuna düşülemez. Eylemde sınırlılık, belli eylemlerle yetinme daha işin başında demokratik serhildanı yadsımak olur. İşin diğer boyutu ise, geniş yığınların eylem alanına çekilmesidir. Demokratik serhildanın bir çözüm gücü haline gelmesi, en geniş yığınların harekete geçirilmesiyle mümkündür. İşte eylem çeşitliliği burada önem kazanır. Bazı eylem biçimlerine katılmayan toplum kesimlerini başka eylem biçimleriyle serhildana katmak gerekecektir. Yine riski ve fedakarlığı az gerektiren eylem biçimleri basamak yapılarak, etkili eylem biçimlerine doğru bir yığınsal katılım çizgisi izlendiğinde, herkesin şu veya bu tarzda demokratik serhildana katılımı sağlanabilir. Önemli olan hedef kitlenin en ileri düzeyde eyleme kaldırılmasıdır. Bir başka önemli temel hususta eylemin süreklileşmesidir. Toplumun, özgürlükleri adına harekete geçirilmesi kadar onun eylemlilikte süreklileşmesi, başarı için şarttır. Süreklileşme, toplumun tümünün aynı anda eylem içinde olması anlamına gelmez. Eylem çeşitliliği ve her toplum kesiminin bu çeşitliliğe dayalı olarak eyleme kaldırılması çerçevesinde süreklileşen bir eylem çizgisinin tutturulması anlamına gelir. Böylece her gün toplumun bir bölümü uygun eylem biçimiyle harekete geçerken, bazı durumlarda tek bir eyleme dayanarak halkın tümünü ayağa kaldırabilir. Bu tür özgün anlar dışında eylemde süreklilik, farklı eylem biçimleriyle halkın süreklileşen eylemi parça parça geliştirilebilir. Demek oluyor ki demokratik serhildan, akla gelebilecek her eylem biçimi kullanılarak halkın bütün kesimlerinin eyleme çekilmesi ve bunun süreklileştirilmesidir. Demokratik serhildanın çözümü gerçekleştirecek düzeye ve etkinliğe ulaştırılmasının nasıl olacağına ilişkin ise, geçmiş pratiğimizi irdelemeye ihtiyaç vardır. Özgürlük mücadelemizin çeşitli dönemlerinde halkın siyasal eylemini yükseltmesine tanık olmuşuzdur. İlk ciddi siyasal yükseliş, tarihleri arasındadır. Mücadelenin başlangıç sürecinde daha çok Kuzey Kürdistan ın belli alanlarında yığınların siyasal eylemi gelişme göstermiştir. Ortaya çıkan siyasal eylemlilik, diriliş mücadelesinin gelişmesi açısından hayati bir öneme sahip olsa da, onun tüm halkı kucaklaması söz konusu değildir. Öncünün yaşadığı amatörlük, olanakların sınırlılığı ve halkın bilinç, tecrübe geriliği, siyasal eylemi ileri boyutlara taşımayı önlemiştir. Bununla birlikte belli yerlerle sınırlı olan siyasal kitle eylemi, diriliş mücadelesinin gelişmesine temel oluşturmuştur. Siyasal kitle eyleminin ikinci yükseliş dönemi, yılları arasıdır. Dört yıllık zaman sürecinde Kuzey Kürdistan, Türkiye metropolleri, Güneybatı Kürdistan, başta Avrupa olmak üzere yurtdışı alanları, siyasal kitle eylemliliğinin geliştiği alanlardır. Siyasal eylemlilik, silahlı mücadelenin gelişmesinin hizmetinde olsa da, çözümü gerçekleştirme rolünü üstlenmekle de karşı karşıya gelmiştir. Silahlı mücadele ile iç içe siyasal serhildanın çözüm gücü haline gelmesinin olanakları ortaya çıkmıştır. Halkın bilinci, tecrübesi ve en geniş olanaklarla birlikte siyasal mücadele, silahlı mücadeleye hem güç vererek hem de güç alarak böylesi bir rolü yerine getirebilirdi. Eğer eylem biçimlerine çeşitlilik kazandırılsaydı toplumun tüm kesimlerini eylemlilik içine çekebilseydi ve süreklileşme sağlansaydı bu yönlü bir gelişmenin yaşanması mümkündü. Ne var ki, silahlı mücadeleyi yürütmekte zorlanan öncü, siyasal mücadele alanına yeterli ağırlık koymamış, ortaya çıkan fırsatlar değerlendirilememiştir. Siyasal mücadele ağırlıklı olarak o da bir yere kadar gerillanın gelişimine hizmet etmiştir. Üçüncü siyasal mücadele süreci ise içinde bulunduğumuz süreçtir. Stratejik ve taktik değişikliklerle böylesi bir sürecin gelişme koşulları hazırlanmıştır. Uluslararası komploya karşı demokratik serhildan çözüm çizgisi kapsamında devreye sokulmuştur yılları demokratik serhildan yıllarıdır Uluslararası komplodan kaynaklanan saldırıları boşa çıkarmak için yıllarında devrimci çabalarımız savunmaya dönüktür. Siyasi, askeri, diplomatik vb çalışmalar daha çok komplonun başarısızlığa uğratılması çerçevesinde kalmıştır. Bu iki yıl boyunca geliştirilen savunma tedbirlerinin ardından demokratik serhildanı başlatma koşulları ve olanakları yakalanmıştır yılları demokratik serhildan yıllarıdır. Silahlı mücadelenin durdurulduğu bu yıllarda çözüm rolü demokratik serhildana yüklenmiştir. İki yıl boyunca büyük siyasal eylemler gerçekleştirilmiştir. Özellikle Newroz kutlamaları görkemli eylemlere tanıklık etmiştir. Bu sürecin diğer kesitlerinde siyasal eylemlerin geliştirilmesi için uğraş verilmiştir. Ne var ki demokratik serhildan yeterli düzeye çıkarılamamıştır. Her iki yılda ulaşılan düzey, mücadelenin geçmiş kazanımlarını koruma sınırları içinde kalmıştır. Kitleselleşme, siyasal kitle örgütlülüğü ve eylemliliğinde geçmişin aşılması başarılamamıştır. Belli bir eylem yoğunluğu gerçekleştirilmiş olsa da, siyasal eylemlilik bütün halkı kapsayacak düzeye vardırılamamıştır. Gelinen noktada demokratik serhildanı son sınırına kadar geliştirme görevi yerine getirilmeyi beklemektedir. Ülkemizi egemenli inde bulunduran devletlerin dayatt ulusal inkar ve imha sistemi, Kürt halk n siyasal mücadeleden yoksun b rakmay öngörmüfltür. Türkiye nin öncülük etti i bu sistem, di er egemen devletlerce de benimsenip uygulamaya sokulurken hiçbir yerde Kürt halk n n siyasal bilinçlenme, örgütlenme ve eylemde bulunmas na f rsat tan mam flt r. Dünyan n çeflitli alanlar nda Kürtler ad na yap lan siyasal giriflimler bile söz konusu güçlerce engellenmifltir. Demokrasi ve özgürlük için çetin bir savaşa hazır olmak gerekir Irak a müdahale, ortamı bir bütün değiştirecektir. Bölgeye egemen olan statü dağılacak, yeni bir statünün kurulması kaçınılmaz hale gelecektir. Görünen odur ki, 2003 yılı fırtınalı geçecektir. Bölge devletleri ve siyasal güçleri mevcut politikalar yerine, yeni politikaları benimseyip uygulamak zorunda kalacaklardır. Benzeri bir gelişme uluslararası güçler için de geçerlidir. Hiç kimse mevcut politikalarını devam ettiremeyecektir. Küçük büyük bütün güçler hem politikalarını değişikliğe uğratacak hem de yoğun aktiviteler içerisinde olacaklardır. Bu durum bölgenin bütün güçleri için risklerle beraber, çıkarlarını geliştirme fırsatlarını da yaratacaktır. Böylesi gelişmelerin kesin olduğu koşullarda Kürt halkının çıkarları, sadece bir mücadele biçimiyle savunulamaz. Demokratik serhildanın yanı sıra, askeri ve diplomatik mücadele de önem kazanacaktır. Demokrasi ve özgürlük için çetin bir savaşa hazır olmak gerekir. Yine ciddi bir diplomatik çalışmaya yönelmek önemlidir. Belirttiğimiz mücadele alanları önem kazansa da çözüm için demokratik serhildanın önemi azalmayacaktır. Tam tersine önemi daha netçe anlaşılacak ve çözümde rolü belirginlik kazanacaktır. Nasıl ki; Kürt halkı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde siyasi alanın dışına itilerek statüsüz bırakılmışsa, 21. yüzyılda Kürt halkı en ileri düzeyde siyaset yapma ve statü sahibi olma temelinde bir gelişmeyi yaşayacaktır. Bu konuda yenilginin rövanşı zafer kazanılarak alınacaktır. Bundan dolayı, demokratik serhildan vazgeçilmez mücadele biçimidir. Bunun geliştirilmesi için her şeyin yapılması yerindedir. İçine girdiğimiz olağanüstü süreçte demokratik serhildanın geliştirilmesinin ilk adımı, öncülüğün yeterli düzeye çıkarılmasıdır. İster toplumsal gerçekliğimizde isterse de uluslararası komplonun etkilerinden kaynaklansın, öncü yapımız ciddi yetersizlikler içindedir. Kadro yapımızda kararlılık, keskinlik, üretkenlik, azim ve çaba konusunda ciddi yetersizliklerin yaşandığı tespit edilebilir. Her düzeyde karar süreci ağır işlemektedir. Yönetimler gerekli yerde, zamanda ve yeterli düzeyde karar alamamaktadırlar. Kararlaşma uzun süreye yayıldığı gibi zayıf kalmaktadır. Mücadelenin hangi boyutu olursa olsun kararlaşma konusunda ağır ve zayıf davranma gelişmeleri olumsuz etkiliyor. Yine gelişmeler karşısında tutum belirleme konusunda da öncü yapının ciddi yetersizlikler yaşadığını tespit etmek zor değildir. Saldırıları karşılamak ve yeni girişimlerde bulunmak, her şeyden önce çok net ve kesin tutum sahibi olmayı gerektirir. Öncü yapı bu konuda da körelmiştir. Gelişmenin ihtiyaç duyduğu tutum keskinliğine ve netliğine ulaşmamıştır. Yaşanması gereken sürekli saldırı altında bulunan Özgürlük mücadelesinin gelişim tarzı peşpeşe atak yapmaktır. Önderliğimiz daha mücadelenin ilk yıllarında peşi sıra ataklar yapmakla gelişme yaratma tarzını ortaya çıkarmıştır. Ne var ki uluslararası komplodan sonra mücadele tarzımıza egemen olan peşi sıra atak yapma tarzı değil, rutin bir tarza mahkum olmadır. Bu konuda giderek Önderlik tarzından kopma yaşanmaktadır. Diğer önemli bir hususta öncüde ortaya çıkan sıradanlık ve bireyselliktir. Zorlanmadan mücadele etme ne yapılırsa kabul görsün yaklaşımı egemen olmuştur. Bunlar ve diğer birçok yetersiz yaklaşım büyük ölçüde öncüyü öncü olmaktan çıkarmıştır. Görüldüğü kadarıyla uluslararası komplo ortamında öncü yapımız terbiye edilmiş, öncü olmanın gereklerini yerine getirmekten uzaklaşmıştır. Dolayısıyla demokratik serhildanın geliştirilmesinin ilk şartı, öncünün yaşadığı bu ciddi olumsuzlukları gidermektir. Karar gücünü geliştirmek, tutum belirlemede netlik ve belirginlik sağlamak, rutinleşme yerine atak yapma tarzına ulaşmak, sıradanlık ve bireyselliği bir tarafa bırakarak aktifleşmek demokratik serhildanın öncülüğüne ulaşmanın gerekleridir. Öncünün söz konusu yetersizliklerden kurtulması için acilen kendisini yoğun bir özeleştiriye tabi tutarak yeniden düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Öncünün yeniden yaratılmasının yanı sıra siyasal örgütlenmenin kitlelere dayandırılması hala gündemdedir. Gerilla savaşının birincil derecede rol oynadığı süreçlerde siyasal mücadele yürüten örgütsel yapı kadro ağırlıklıydı. Halkın siyasal mücadeleye katılımı belli sınırlara hapsedilmişti. Kadro öncü, halk eylemci formülü geçerli kılınmıştı. Demokratik serhildanın çözüm rolünü üstlenmesiyle birlikte, bu formülün bir tarafa bırakılması gerekmekteydi. Halkın hem öncü hem de eylemci haline gelmesi ile serhildan hareketi gelişebilirdi. Ancak halk öncü örgütlenmesinden uzak tutulmuş, gerilla döneminin siyasi örgüt yapısında ısrar edilmiştir. Yeniden yapılanmanın bir gereği olarak siyasi örgüt yapısının kadroya değil, halka dayandırılması halinde serhildan gelişebilecektir. Diğer taraftan kitle örgütlenmesinde esnek bir çizgiye ihtiyaç vardır. Halkın her yerde merkezi denetime ihtiyaç duymadan serhildan örgütlenmesine yönelmesi ihtiyacı bulunmaktadır. Gençlik, kadın, emekçiler, esnaf ve diğer toplum kesimlerinin bulundukları alanlarda serhildan birliklerini örgütleyip eylemde bulunmaları halinde demokratik serhildan güçlenecektir. Merkezi yapılanma yerine ademi merkeziyetçi bir yaklaşımla, kitlelerin inisiyatifine dayalı örgütlenme çizgisi esas alındığında demokratik serhildan aşama yapabilecektir. Her toplum kesimi örgütlenme ve eylemde inisiyatif sahibi olurken genel yönlendirme anlam kazanacaktır. Bugüne kadar uygulanan tarz halkın bütün kesimlerini beklentiye sokmakta ve inisiyatif koymasını önlemektedir. Ademi merkeziyetçiliğe dayalı örgütlenme ve eylem tarzı bu duruma son verecek, halkın gücünü harekete geçirmesine olanak tanıyacaktır. Demokratik serhildanda öncülük; ideolojik çalışma, örgütlenme, eylem biçimlerini tespit edip uygun zamanda harekete geçme konularında halka katkı sunmak çerçevesinde olmalıdır. Her şeyi belirleme gibi bir yaklaşım, öncülüğü değil tıkanmayı getirecektir. Geçmiş sürecin deneyimleri göz önünde bulundurulursa, öncülük adına yapılan girişimlerin gelişmeden çok tıkanmaya yol açtığı rahatlıkla anlaşılır. Halkı esas almayan hiçbir çabanın fazla değeri yoktur. Buradan hareketle öncü demokratik serhildana katılımını yeniden düzenleyebilmeli, halkın önü sonuna kadar açılmalıdır. Belirttiğimiz çerçevede öncünün kendisini düzeltmesi, katılımını uygun tarzla güçlendirmesi halinde demokratik serhildan hızla büyüyecek ve çözümü mümkün kılacaktır. internet adresi: adresi: Serxwebun@Serxwebun.com dan

3 Sayfa 3 YEN DÖNEM KAMPANYAMIZ HALKI VE ÜLKEY SAVUNMAK OLACAKTIR S iyasi ve askeri gelişmelerin oldukça hızlandığı bir dönemi yaşarken, yeni durum değerlendirmeleri yapmak elbette gerekli ve önemlidir. Geçen yılın yazından bu yana Yönetim Kurulu olarak, değişik sahalardaki pratik yönetim merkezlerinde olmak üzere birçok toplantı gerçekleştirdik. Yine 3 Kasım seçimleri sonrasında yönetimimiz, gelişmeleri değerlendiren bir toplantı yaptı. Toplantıda, hem seçimlerle ortaya çıkan siyasi süreci ve ona karşı tutumumuzu, politikalarımızı, kısaca sürece verebileceğimiz cevabı kararlaştırdı hem de Irak üzerindeki savaş olasılıklarını, bunun Kürdistan a ve bize yansıyış durumunu, bu çerçevede askeri bakımdan almamız gereken tedbirleri, yapmamız gereken hazırlıkları değerlendirdi. Son bir iki aylık çalışmalarımız da bu değerlendirmeler üzerinde gerçekleşti. Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, sürekli bir durum değerlendirmesi içinde olan ve ona göre pratik çalışmalarımızın durumunu gözden geçiren, eksiklerini tamamlayan, gelişmelere uygun olarak atılması gereken adımları belirleyen ve yapan bir konumda olmamız gerekiyor. Süreç bunu gerektiriyor. Özellikle de askeri çalışmalar bakımından böyle bir yaklaşım içinde olmak, gelişmelerin gerisine düşmemek için süreci karşılayacak bir duruşu, onun gerektirdiği pratik çalışmaları yürütebilmek için olayların günlük değerlendirmesini yapmak daha fazla gereklidir. Olaylara doğru bakabilmek, derin kavrayabilmek, onlardan gerekli sonuçları zamanında çıkartabilmek ve bu sonuçlara uygun bir planlama, örgütlenme, işbölümü ve bunlar temelinde günlük pratik çalışmaları etkili bir biçimde yürütmek gerekiyor. Elbette gelişmeler izleniliyor, tartışılıyor. Gelişmeleri anlamada, değerlendirmede bize kılavuzluk eden temel doğrultumuz da var. Önderlik, 11 Eylül le birlikte gelişen sürecin, savunmalarda ortaya konan düşünce sistemine uygun olduğunu, savunmaların bu sürecin erkenden bir tahlilini içerdiğini söylemişti. Gerçekten de mevcut siyasi ve askeri gelişmeler, tamamen savunmaların ortaya koyduğu tarih bilincine, içerdiği uluslararası sistem çözümlemesine, bölge ve Kürdistan daki duruma ilişkin değerlendirmelere, yine hem insanlığın yürüyüşü hem de Kürt sorununun çözümüne dair belirtileri, Önderliğin görüşlerine uygun olarak gelişiyor. Buna, bir öngörü de denebilir. Geleceği önceden, bu biçimde görebilmek, geçmişin, yani tarihin derslerini doğruya yakın ve kapsamlı bir biçimde ortaya çıkartmaktan geçiyor. Onun için Önderlik, savunmalarda bu kadar tarih çözümlemesi geliştirdi. O, geleceği doğru anlamak, doğru görmek için gerekli bilincin, bakış açısının sağlanması içindi. Dolayısıyla savunmalarda, günümüzün ve geleceğin anlaşılmasında, aydınlatılmasında oldukça zengin veriler var. Bunlar elimizdedir; inceliyoruz, okuyoruz. Bu nedenle günlük olayları, gelişmeleri çözümlemede, onlardan sonuçlar çıkarmakta fazla zorlanmıyoruz. Tecrit yeni bir mücadele sürecini ifade ediyor O layları bütünlüklü ele almak, derin yaklaşmak, doğru görmek ve sonuçlar çıkartmak önemlidir. Bu bakımdan daha doğru anlamak, yeterli dersler çıkartmak için çalışma yürüttüğümüz, tartıştığımız hususlar var. Örneğin Türkiye de, 3 Kasım seçimleriyle ortaya çıkan yeni siyasi yapının ve hükümetin durumu, izlediği politikaların anlaşılması hususu var. Bunlarla birlikte Önderlik üzerinde geliştirilen baskı ve tecrit olgusu var. Bunlara karşı bizim yürüttüğümüz siyasi ve askeri çalışmalar ve mücadele var. Yine Önderliği Sahiplenme ve Savunma Kampanyası aralık ayından beri devam ediyor ve daha da geliştirilmeye çalışılıyor. Askeri alanda, mevcut gelişmeleri karşılamak üzere yürüttüğümüz hazırlık çalışmaları var. Sürecin askeri yönünü daha iyi anlayarak, ona cevap olacak bir askeri duruş sahibi olma, meşru savunma sistemimizi bu gelişmelere cevap verecek düzeyde geliştirme çabamız da var. Gündem, yoğun bir siyasi mücadeleyi içeriyor. Fakat sürecin giderek askeri yönde evrildiği de bir gerçektir. Savaş ihtimali, gittikçe artan oranda gelişiyor. Bu, 2002 nin yeni yıla devrettiği en büyük olgudur. Bu durum, hem bölgeyi hem de bizim günde- lini daha fazla yakınlaştırıyor. Mevcut durumda savaş, temel bir gündem haline gelmiş durumda. Dolayısıyla bizim, bu savaşın nasıl gelişebileceğini, ne tür bir siyasete dayandığını, hangi sonuçları ortaya çıkartabileceğini önceden kestirmeye çalışmamız, ihtimalleri bu açıdan değerlendirmemiz ve buna göre gerekli askeri hazırlıklarımızı zamanında yapmamız gerekiyor. Yeni yıldaki durum bu çerçevededir. Türkiye deki siyasi gelişmeler; 3 Kasım seçimleri ve seçimlerin ortaya çıkarttığı sonuçlar da bununla bağlıdır. Önderlik bu durumu değerlendirerek, Ben de yeni bir süreç başlatıyorum dedi. 3 Kasım seçimleri Neden bu süreç Irak ta, Ortadoğu da bir çatışmayı gündeme getirdi? Irak ve Ortadoğu mücadelesi hangi anlamı ifade ediyor? Bunların hiç kuşkusuz doğru ve derinlikli anlaşılması gerekiyor. Önderlik bu noktada 11 Eylül ü, sistemin kendi içindeki hesaplaşması olarak tanımladı. 90 lardan itibaren 20. yüzyıl sisteminin aşılması, çözülmesi, geçen on yılda Doğu sisteminin çözülüşünün ardından gelişen 11 Eylül olayları, Batı sisteminin kendi iç çelişkilerinden doğan bir çatışmaydı. Bu çatışma, Batı sistemindeki çözülmeyi, değişimi gündeme getiren bir başlangıç oluyordu. Sisteme karşı dıştan gelen bir saldırı değil, sistemin iç çelişkilerinden doğan Mevcut durumda savafl, temel bir gündem haline gelmifl durumda. Dolay s yla bizim, bu savafl n nas l geliflebilece ini, ne tür bir siyasete dayand n, hangi sonuçlar ortaya ç kartabilece ini önceden kestirmeye çal flmam z, ihtimalleri bu aç dan de erlendirmemiz ve buna göre gerekli askeri haz rl klar m z zaman nda yapmam z gerekiyor. Yeni y ldaki durum bu çerçevededir. mimizi giderek daha belirler hale geliyor. Sadece bizim ya da bölgenin de değil, uluslararası güçlerin de siyasi gündemini belirleyen bir olgu haline geliyor yılına girerken de, Güney Kürdistan ve Irak üzerinde yoğun bir mücadele vardı, savaş tehdidi fazlasıyla vardı. 11 Eylül olayları ardından ABD nin ilan edip başlattığı savaş, Afganistan da bazı sonuçları ortaya çıkartarak, yılbaşından itibaren Irak ve Ortadoğu üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştı. Dolayısıyla Ortadoğu, Irak la birlikte bir savaş gerginliği içerisine alınmıştı yılı ardından Türkiye deki durumu, yeni bir sürecin gelişmesi olarak gördü. Artan baskı ve tecrit, elbetteki Önderliğin başlattığı yeni süreçle bağlı, yeni bir mücadele sürecinin özelliklerini ifade ediyor. Bizim de örgüt olarak, halk olarak bundan gerekli sonuçları çıkaran, buna göre görevlerini belirleyen, onları pratikte başarı ile yerine getiren bir konumda olmamız gerekiyor. Bütün bunlar içerisinde öne çıkarılması, dikkatle ele alınıp tartışılması, doğru bir bilincin oluşturulması için ortaya çıkarılması gereken hususlar nelerdir? Birincisi; siyasi ve bir çatışma durumu yaşandı. Bu, şu anlama geliyor: Sistemin iç yapısı siyasi sorunları, toplumsal sorunları çözmeye yetmez hale gelmiştir, dolayısıyla değişim gerekmiştir. 11 Eylül olayları ise bu değişimin ne kadar zorunlu olduğunu ve ne kadar derinlikli olması gerektiğini ortaya çıkardı. 11 Eylül ün şiddet düzeyi de bunu ifade ediyordu. 11 Eylül olayları ardından ABD, yirmi yıl sürecek bir savaş ilan etti; adına III. Dünya Savaşı dedi. Demek ki sistemin karakteri kendi sorunlarını çözmeye yetmemişti. Sorunların çözümü için sistemin değişimi zo- kendi hegemonyasını kurma olarak algıladıysa da, on yıl içerisinde dünyada yaşanan değişiklikler ve 11 Eylül olayları, bunun gerçek olmadığını ortaya çıkardı. Olayları, sistemin iç çatışması olarak görmemek, sistemin içindeki değişim mücadelesi olarak ele almamak, uzun süreli bir mücadele olarak görmemek, kısa sürede bitecek bir mücadele olarak görmek, esas itibariyle de ABD nin liderlik mücadelesi olarak görmek gibi düşünceler yanlıştır. Mücadelenin uzun süreli olacağını ABD de söylüyor. 11 Eylül olaylarının sistemin iç çelişkilerinden kaynaklandığı, sistem içi bir çatışma olduğu bu gerçekler temelinde gözler önündedir. Önderlik böyle tanımladı. Sonuç itibariyle ABD nin liderliğinin daha da güçlendiği bir sonuç ortaya çıkmayacaktır. ABD, dünyadaki liderliğini, Sovyetler Birliği karşısında, 20. yüzyılın ikinci yarısında güçlendireceği kadar güçlendirdi. Bu dünya gerçeği artık aşılıyor. ABD liderliği çözüm gücü olsaydı, bu çatışmalara hiç gerek kalmayacaktı; ne Sovyet sistemi bu biçimde dağılırdı ne de 11 Eylül olayları gündeme gelirdi. Bunlar olduğuna göre, sonuçta gerçekleşecek olan, ABD nin 20. yüzyılda sağladığı Batı liderliği konumunun aşılmasıdır. ABD, mevcut durumda bunu kaybetmemek, denetimi elde tutmak ve gerilemeyi en az sınırda tutmak için çaba harcıyor. Yoksa, öyle sanıldığı gibi 20. yüzyılda ulaştığından daha öteye siyasi ve askeri bir güç olarak giden bir gelişim yok. Pratik bakımdan bunun önemi şudur: Deniliyor ki ABD her yeri düzenliyor, düzenleyecek, ne isterse o oluyor. O nedenle bu süreç bir mücadele içermiyor. Mücadeleyle bir şey yaratılamıyor. ABD nin istediği oluyor, dolayısıyla bu dünyada yaşamak ve yer edinmek için ABD ile ilişkileri ve işleri iyi ayarlamak gerekiyor. ABD kime varsın diyorsa, o varolacak, kime yürü diyorsa, o yürüyecek. Burada, ABD den bir varlık onayı, yürüme onayı çıkarmak için çalışmak en doğrusudur gibi bir sonuca gidiliyor. Bu, yanlış bir sonuçtur. Bu düşünceyi reddediyoruz. Irak taki mücadele uluslararas sistemin karakterini belirleyecek D böyle bir gerginlik içerisinde geçti. Süreler verildi, hazırlıklar yapıldı, her an savaşın olacağı beklentisi içinde kalındı. Sonuçta 2002 yılı, siyasi olarak yoğun bir mücadelenin yaşandığı, askeri bakımdan ciddi bir gerginliğin sürdüğü ve hazırlık çalışmaları içerisinde olunduğu bir yıl oldu yılına, bu mücadelenin sonuçları ve hazırlıkları aktarıldı. Böyle olunca, 2003 ün başındaki durum, 2002 ye göre savaşa daha yakın oldu. Çünkü 2002 yılında yoğun bir siyasi mücadele yaşanmıştı. Siyaseten yapılması gereken birçok şey yapılmış durumda. Savaşın önündeki birçok engel, 2002 deki siyasi olaylarla aşılmış bulunuyor. Yine askeri bakımdan birçok hazırlık, 2002 ye göre daha çok yapılmış oluyor. Kuşkusuz bütün bunlar savaş ihtima- askeri sürecin, 11 Eylül olaylarının temel karakterine dair olanıdır. Bu konuda elimizde savunmalar var. Savunmalar, derin bir tarih çözümlemesi, yine kapsamlı güncel siyasal sistem çözümlemesi, geleceğe dair oldukça gerçekleşebilir çözüm önerileri içeriyor. Örgüt olarak geçen bir buçuk yıla yakın süre içerisinde çok çeşitli toplantılar yaptık. Gerçekleştirdiğimiz tartışmalar ve değerlendirmelerle 11 Eylül olaylarını ve bu olayların başlattığı süreci değişik yönleriyle anlamaya, anlaşılır hale getirmeye çalıştık. Bu konuda doğruya en yakın, yine en kapsamlı kavrayış düzeyinin bizde olduğu kuşkusuzdur. Bu, rahatlıkla söylenebilir. Buna rağmen yine de sürekli tartıştığımız bir husustur. 11 Eylül olayları nasıl bir süreç başlattı? runlu olmuştu. Bu değişim içerisinde çatışmalar da, değişik zamanlarda bir yöntem olarak gündeme gelecektir. Bu mücadele, insanlığın sorunlarını çözemeyen sistemin değişimini, temel sorunlarını çözer duruma gelmesini sağlayacaktır. Bu bakımdan dünya bir değişim sürecine girmiştir. Yaşanan mücadele değişim mücadelesi olurken, değişen de Batı sisteminin kendisi oluyor. Değişmesi gereken, 20. yüzyılda ABD-Sovyet çelişkisi temelinde oluşan dünya kutuplaşmasıdır. Gelinen aşamada Sovyet bloku yıkıldı, Sovyet öncülüğü aşıldı. Şimdi bu çatışmayla ABD öncülüğünün de aşılması süreci yaşanıyor. ABD, her ne kadar Sovyetler Birliği dağılmaya başlarken, bunu yeni dünya düzeni planlaması çerçevesinde iğer bir husus; bunun Irak taki, Ortadoğu daki yoğunlaşma durumudur. Bu mücadele süreci neden Irak ta yoğunlaşıyor? Irak mücadelesi, nasıl bir mücadeledir? Bunun da nedenlerini en iyi Önderliğin savunmalarında buluyoruz. Tabii kapsamlı tarihsel nedenleri var, öyle çok güncel bir olgu değil; Saddam Hüseyin le de bağlı değil. Bunun, güncel siyasi sistemle, uluslararası sistemle bağlantıları var. Böyle bir sistem içerisinde, Ortadoğu nun ve Irak ın içerdiği konum bunu gösteriyor. Bu noktada şu hususlar çok önemlidir: 11 Eylül ardından Afganistan da bir kaç aylık çatışma oldu ve hemen ardından Irak a döndü. Irak ta da, Afganistan da olduğu gibi bir kaç aylık çatışma olacak, sorun çözümlenecek. Irak ta da sistem değişecek, süreç kapanacak gibi bir değerlendirmeye gitmek doğru değil. Tarih bilinci bakımından doğru değil. Bu değerlendirme tarihi doğru anlamamayı ifade ediyor. Yine uluslararası sistemi anlama bakımından da doğru değil. Tarih ve uluslararası sistem içerisinde, Ortadoğu nun ve Irak ın yerini, rolünü doğru anlama bakımından hata içeriyor o düşünce. 11 Eylül çatışma sürecinin Irak ta, Ortadoğu da yoğunlaşmış olması bir tesadüf değildir. Tersine, bunun tarihsel nedenleri vardır. Uluslararası sistemi içeren boyutları vardır. Bütün bunların içerisinde Irak, Ortadoğu önemli bir yer ediniyor.

4 Sayfa 4 AKP, rantç bir topluluktur. Geçmiflte, savafl sürecinde de öyleydi. Di er siyasi hareketlerden de rantç kesimler topland, AKP gibi bir topluluk olufltu. Bir ç kar toplulu unu ifade ediyor asl nda. Yönetim olmalar da bir uzlaflmaya ba l. ABD nin bölgeye müdahalesini en iyi uygulayacak bir siyasi güç olarak ortaya ç kt. Kendini, Türk sermayesinin bölgeye aç l m n en iyi sa layacak güç olarak ortaya koydu. Bu çelişki ve çatışma durumu neden başka bir yerde değil de, gelip Irak ta, Ortadoğu da yoğunlaştı. Irak taki mücadele sadece bir ülke mücadelesi, bir yönetimi değiştirme mücadelesi değil, bir bölgesel mücadeledir. Dolayısıyla Irak ta gelişecek savaş bir bölge savaşı olacak, Irak Savaşı ile sınırlı kalmayacak. Diğer yandan, Irak ta savaşa kadar varan çelişki, çatışma, Irak ta siyasi sistemi değiştirmekle sınırlı kalmayacaktır. Irak taki siyasi sistemin değişimi, Ortadoğu daki mevcut siyasi statükonun değişmesini de ifade ediyor. Bu, sadece bölgesel düzeyde de kalmıyor, uluslararası sistemin değişmesini de öngörüyor. 11 Eylül sürecinin bir sistem içi çatışma olması, onun da gelip Irak ta merkezileşmesi bu nedenledir. Demek ki Irak mücadelesi, Irak ta yönetimi değiştirme savaşı, bölgede yeni bir siyasi sistem oluşturma savaşıdır. Bu da yeni bir uluslararası sistem yaratma savaşı oluyor. Yani sorun, sadece Saddam Hüseyin yönetimini değiştirme sorunu değildir. Dolayısıyla Saddam Hüseyin yönetimden düşürülse de sorun çözümlenmiş olmayacaktır. O, işin zor tarafı değildir. Esas ve zor olanı, Irak ta nasıl bir siyasi sistemin oluşturulacağıdır. Bu, öyle kolay ve bir anda çözülecek bir durum değildir. Yalnız başına Irak ta bir sistem oluşmayacak, bu, bölge düzeyinde gelişecektir. Dolayısıyla bölgede birçok yönetim değişikliği gündeme gelecektir. Bölgeyi içine alan yeni bir siyasi sistem ortaya çıkacak, bu da yeni bir uluslararası sisteme temel teşkil edecektir. Bu noktada pratik bakımdan şu sonuçları çıkartabiliriz: Irak ta öyle kolay ve kısa sürede yeni bir sistem oluşmaz. Bu sadece Irak güçlerini içermiyor, bütün bölge güçlerini içeriyor. Dolayısıyla bölge düzeyinde bir anlaşma, çözüm olmadıkça, Irak ta kalıcı, istikrarlı yeni bir sistem oluşmayacaktır. Demek ki mücadele o kadar kısa sürede ve kolaylıkla bitmeyecek. Saddam Hüseyin de Irak, Afganistan değildir dedi. Yani mücadelenin Irak üzerinde kolay bitmeyeceğini söyledi. Bu söylemle, aslında kendi durumunu veya yönetim olduğu alanın temel özelliklerini ifade etmiş oluyor. Belki Saddam Hüseyin yönetimini yıkmak kolay olabilir, ama Bağdat ta istikrarlı, kalıcı bir siyasi yönetim ortaya çıkartmak, Saddam Hüseyin yönetimini yıkmak kadar kolay ve kısa sürede olacak bir iş değildir. Bölge düzeyinde olacak bir iştir. Bu da bölge güçlerinin, bölge düzeyinde değişimini, ittifakını gerektiriyor. Ortadoğu daki sistem, uluslararası yeni bir sistemin oluşmasını ifade ediyor. Sadece bir gücün isteği ile olacak bir çözüm olmayacaktır. Dolayısıyla uluslararası güç merkezlerinin kendi içerisinde uzlaşmasını gerektirecek. Demek ki Irak mücadelesi, bir bölge mücadelesi, yeni bir sistem kurma mücadelesidir. Irak ta ve Ortadoğu da mevcut güçler düzeyi ile öyle kolay ve kalıcı yeni bir sistem ortaya çıkartmak mümkün değildir. Bu, uzun ve herkesin içerisinde olduğu çok yönlü bir mücadeleyi gerektirecektir. Siyasi mücadele 2002 yılında yoğun olarak sürdü. Yeni yılda savaş gündeme geldi. Yeni mücadele süreci, bütün güçlerin içinde olduğu, çok değişik yöntemlerin kullanıldığı uzun süreli bir mücadele olacak. Ancak güçler dengesi değişirse, Irak ta ve Ortadoğu da yeni bir siyasi sistem oluşturma güçleri ortaya çıkarsa, bölge ve uluslararası alanda bu noktada bir uzlaşma sağlanırsa çözüm gelişecek, yoksa öyle kısa sürede olmayacak. ABD nin hemen askerlerini getirmesiyle, savaş ilan etmesiyle, Irak ta yeni bir sistemi bir ayda, bir yılda kurması mümkün değil. Bu, ABD nin yaklaşımlarıyla da sabit oluyor. Bölgenin her tarafına asker yığınağı yapıyor. Üç beş yılık bir savaşı göze alıyor, çok zor olacağını ifade ediyor. Kendi çıkarı ekseninde, bölgenin yeniden kuruluşu için her yere asker koymaya çalışıyor. Savaşın bir tarafı olarak, birinci planda mücadele eden bir güç olarak, onun yaklaşımlarından nasıl bir mücadele içinde olduğumuz sonucu açığa çıkıyor. Böyle bir savaş gerçekliği içerisinde hangi noktaya gelindi? Neden 2002 de savaş olmadı? Bu, bir ülke savaşı, bir diktatörün değiştirilmesi olayı değildir. Öyle gösterilmeye çalışılıyor, ama doğru değildir. Bu, yeni bir sistem kurma savaşıdır. Aslında savaş, güçler dengesinde değişim yaratmak için çok yönlü olarak sürüyor. Sistem içinde değişiklik yaratma kabilinde sürüyor. Bu bakımdan 2002 yılında gözle görünür değişiklikler oldu. Sovyetler Birliği karşısında, ABD liderliğinde tam bir bütünlük arz eden Batı sistemi, artık tarihe karıştı. Türkiye nin AB ne giriş konusunda, ABD ile Avrupa çok somut olarak karşı karşıya geldi. AB, Türkiye yi ABD nin truva atı olarak değerlendirdi ve tepki gösterdi. Bu, ABD ye karşı tavırdı. 15 yıl önce Avrupa dan ABD ye karşı değil böyle bir tavrın olması, söylenmesi bile mümkün değildi. Bu, uluslararası düzeyde Batı sistemi içerisinde güç düzeyinin ne denli değiştiğini gösteriyor. Sistemin artık eskisi gibi varolmadığını çok net ifade ediyor. Diğer yandan Rusya nın durumu var; bir iki yıl içerisinde önemli bir düzey kaydetti. Rusya sistem içine alındı, uşak hale getirildi denildi, ama hiç de öyle olmadığı ortaya çıktı. Daha önce Sovyetler Birliği küçük bir baskı uygulasa Avrupa ve ABD kıyamet koparıyordu. Rus yönetimi, Çeçen olayları vesilesiyle 500 den fazla insanı en ağır yöntemlerle bir çırpıda katletti, kimseden gık çıkmadı. Ama Çeçenlerin bir saldırısıyla 40 Rus ölünce ABD, Avrupa, hepsi Rus yönetimine baş sağlığı diledi. Bu, Rusya nın uluslararası düzeyde edindiği yeri, güç dengesinde ulaştığı düzeyi ifade ediyor. Demek ki mevcut durumda süren mücadelede güçler önemli bir değişimi adım adım gündeme getiriyorlar. Bu konuda 2002 yılında önemli adımlar atıldı. De iflim Irak ta beklenirken Türkiye de oldu Uluslararası planda bir değişim olduğu gibi, bölgesel düzeyde de çeşitli değişiklikler oldu. ABD nin kendi iç seçimleri de savaş için önemli bir değişimi ifade etti, mevcut yönetimi güçlendirdi. Türkiye deki 3 Kasım seçimleri bölgede önemli bir değişim içerdi ye girerken Türkiye de seçim olacağını hiç kimse söylemedi, söyleyemezdi de. En hızlı siyasi değerlendirmeciler bile, ancak 2003 yılında bir seçimin olabileceğini söylüyorlardı. Oysa 2002 yılı hem seçim kararının alındığı hem de uygulandığı bir yıl oldu. Sonuçları ise Türkiye de önemli bir değişimi ifade etti. Bazıları hiçbir şey değişmedi diyorlar. Tabii kendilerinden başkasını görmeyenler ve kendi güçleriyle bir şey yapamayanlar sonucu böyle değerlendirebilirler, ama gerçek elbette öyle değil. 3 Kasım seçimleri Türkiye açısından da, bölge açısından da, uluslararası düzeyde de büyük öneme sahipti. Bu seçim, Türkiye deki statükonun değişimini başlattı. Uzun yıllar süren demokrasi mücadelesiyle darbelenen oligarşik sistemin siyasi yapısının aşılma sürecini başlattı. Demokrasi güçlerinin zayıflığı, örgütsüzlüğü ortamında bu, başka güçler eliyle yapılır hale getirildi. Ama bu biçimiyle bile Türkiye de eski sistemin, statükonun aşılmasının başlangıcını oluşturdu. Bundan kuşku duymamak lazım. Bütün dünya, Irak ta savaş olacak, Saddam Hüseyin yönetimi değişecek diye beklerken, Türkiye de seçim oldu ve Türkiye siyasi yapısı değişti. Değişim önce Türkiye de oldu. Türkiye deki 3 Kasım seçiminin ortaya çıkardığı değişim, bu bakımdan sadece Türkiye ye özgü değil, bölgesel bir olaydır. Bu seçimin sonuçları, bölgedeki statükonun aşılmasının önünü aştı. Türkiye de değişimin önü açılmadan, dolayısıyla statüko aşılmaya başlanmadan, Ortadoğu da statükoyu değiştirecek adımları atmak mümkün değildir. Ne öyle bir mücadele yürütülebilir ne de bir değişiklik ortaya çıkabilir. Ortadoğu daki statüko, aslında Türkiye deki durum tarafından korunuyordu. Dolayısıyla Ortadoğu da sistemde, statükoda bir değişiklik, Türkiye deki değişiklikle başlayabilir. 3 Kasım seçimleri ile ortaya çıkan sonuçlar bunu başlattı. Böylece Irak ta bir savaşın önü daha fazla açılmış oldu. Demek ki şöyle bir gerçek var: Türkiye de statükonun aşılması başlamadan, Irak ta savaşın olması da, Saddam Hüseyin yönetiminin değişmesi de mümkün değil. Saddam Hüseyin yönetimini, esas olarak Ortadoğu nun statükosu, onu da Türkiye deki sistem koruyordu. Türkiye deki sistemden çok cılız da olsa bir değişiklik başlayınca bu, Ortadoğu da, Irak ta savaşın önünü açtı; dolayısıyla Ortadoğu da statükonun aşılmasının önünü açtı. Bu gelişmeler, 3 Kasım seçimleri üzerinde ABD etkisinin gücünü gösteriyor aslında. Türkiye nin iç yapısı tümden belirleyici bir rol oynamadı burada. Ekonomik kriz nasıl ABD eliyle geliştirildiyse, 3 Kasım seçimleri de bir yönüyle ABD eliyle gündeme getirildi ve sonuçları ABD çıkarları doğrultusunda oldu. Ortaya çıkan siyasi yapıyla Türkiye, ABD nin Irak müdahalesi için uygun hale getirildi. Hem AKP nin hem de CHP nin meclise girmesini ABD müdahalesi olarak değerlendirmek lazım. AKP, bu yönüyle Amerikancı bir güç. Bundan önce aslında Fazilet e bir operasyon yapıldı, etkisizleştirildi. Avrupa yanlıları Saadet Partisi oldular; ABD yanlıları ise AKP oldular. CHP ye operasyon yapıldı; Kemal Derviş, Bayram Meral gibi Amerikancılar CHP yi ele geçirdiler. CHP ye katılmadılar, CHP yi ABD çizgisine çektiler. Sonuçta, iki partiyi de meclise soktular; biri hükümet, diğeri muhalefet oldu. Böylece Türkiye iktidarı, ABD siyasetinin gereklerini uygulamaya daha hazır hale geldi. Bu bakımdan, mevcut meclisin ve hükümetin ABD yi reddedeceğini düşünmemek lazım. ABD ile Türkiye nin Irak a müdahale etme konusunda anlaşamadıklarını, ABD nin Türkiye den çıkacak bir kararı beklediğini söyleyenler var, ama onların hepsi hikaye. Çoktan karar vermiştir. Her olaya özgü kararlar alıyorlar, ittifak yapıyorlar, birlikte hareket ediyorlar. Türkiye, ABD çıkarlarını sonuna kadar gözetiyor. Bu konuda söylenenlere fazla inanmamak, dolayısıyla aldanmamak gerekiyor. AKP, rantçı bir topluluktur. Geçmişte, savaş sürecinde de öyleydi. Bunlar, İslami akım içerisindeki rantçılar topluluğuydu. Diğer siyasi hareketlerden de rantçı kesimler toplandı, AKP gibi bir topluluk oluştu. Bir çıkar topluluğunu ifade ediyor aslında. Yönetim olmaları da bir uzlaşmaya bağlı. ABD nin bölgeye müdahalesini en iyi uygulayacak bir siyasi güç olarak ortaya çıktı. Kendini, Türk sermayesinin bölgeye açılımını en iyi sağlayacak güç olarak ortaya koydu. Başta TÜSİ- AD olmak üzere Türkiye deki sermayenin desteğini aldı. Tıpkı Özal gibi, İslam alemine ihracatın, ithalatın, yatırımın önünü açacak en etkili güç olarak görüldü. Güvenlik bakımından da, değişik çevreleri etkisizleştirecek, özellikle de Kürt sorununu bastırmada etkili bir siyasi güç ortaya çıkartacak bir hava verdi. Kürdistan da belli bir örgütlülüğü vardı. İslam alemiyle ilişkileri gereği Kürdistan ı daha iyi denetleyecek bir siyasi ittifak oluşturabilirdi. Bunlar nedeniyle ordunun da desteğini aldı. Bütün güçler çıkarlarını daha çok böyle bir hükümetle yürütebileceklerini gördüler ve AKP böyle iktidara geldi. AKP, işte bu düzeyde bir uzlaşmayı ifade ediyor. Bu bakımdan demokratikleşmeyi gerçekleştireceğini düşünmemek lazım. Türkiye açısından, şimdiye kadar sadece Tayyip Erdoğan ın başbakan olmasının, milletvekili olmasının önünü açacak değişiklikler yapmaya çalıştı; başka ciddi bir değişiklik yapmaya giriştiği yok. Kendilerine çıkar sağlatmak için ekonomik yatırımlara giriyor, onu elbette yapmaya çalışacak. Demokratik değişiklikler bakımından çok fazla bir şey yapma gücü yok. Öyle bir iktidar değil. Hükümet oldu, ama iktidar olma gücü yok. Bir ilke gücü değil, rant elde etme karşılığında bir çıkarlar birliğidir. Dolayısıyla onu, demokrasi ilkesi olan, demokratik değişiklikler yapacak bir güç olarak görmemek lazım. Daha çok ordu, bu gücün siyasi etkinliğini kullanmaya çalışacak; öyle de yapıyor zaten. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, uluslararası alanda, bölgesel düzeyde etkide bulunarak Kürtlere karşı bir ittifak geliştirmeye çalışıyorlar. Kürtler üzerinde, uluslararası bir çalışmayla imha geliştirmek istiyorlar. Başka bir parti bu kadar yapamazdı. Yoğun bir siyasi saldırı yürütüyorlar. Siyasi saldırı yürütecek bir siyasi ittifak yaratmış bulunuyorlar. Aslında zayıftırlar, gerçekte bu kadar kitle temelleri yoktu. Sermayenin, ABD nin, ordunun propagandasıyla yüzde 35 oy aldılar. İktidar olması da, iktidarda kalması da şartlara bağlı. Sürekli baskı altında tutuluyor. Genelkurmay onları ayağını denk at diye uyardı, öyle de yapacaklar. Mevcut hükümet, acaba ABD ne der, ordu ne der, sermaye çevreleri nasıl karşılar diye sürekli kaygı içerisinde. Bütün bunların çıkarlarını uzlaştıracak, bunlarla ters düşmeyecek bir duruşu sağlamaya çalışıyor. AKP yönetimi, bütün maharetini bu doğrultuda kullanmaya çalışacak, hep bunu gözetecek. Bu nedenle bu hükümetten, demokratik anlama gelecek bazı köklü değişiklikler yapmasını beklememek gerekiyor. Zaten demokratik yeniden yapılanmayı sağlayacak bir hükümet olmadığı da şimdiden anlaşıldı. Önderlik, AKP ye 15 Şubat a kadar süre tanıyalım demişti. Fırsat verilebilir, ama bu hükümeti anlamak, onun ne yapacağını kestirmek için çok fazla beklemek de gerekli değil. Onu tahlil etmek ve anlamak çok zor değil. Türkiye de 3 Kasım seçimleriyle gerçekleşen değişim ve ABD nin buradan elde ettiği avantaj temelinde Ortadoğu ya yönelik faaliyetleri gelişiyor. AKP hükümeti kendi rolünü oynamaya başladı. AB ile ilişkileri, aslında Türkiye nin sırtını sağlama bağlamak için yürütülen çalışmalardır. ABD, Türkiye yi AB ye sokmak için devreye girdi. Şimdi de Türkiye hükümeti, ABD nin Ortadoğu ya, Irak a müdahalesinin önünü açmak için devreye giriyor. Böyle bir karşılıklı çıkar anlaşması vardı. Türkiye nin Ortado u gezisi ABD nin ç karlar n sa lamaya yöneliktir Türkiye hükümetinin Ortadoğu ya yönelik çalışmalarını böyle değerlendirmek lazım. Türkiye Başbakanı Abdullah Gül, Suriye, Mısır ve Ürdün e gitti. Ardından diğer Ortadoğu ülkelerine gideceği önceden belliydi. AKP, zaten bunu yapsın diye iktidara getirildi. AKP, Türkiye de, Ortadoğu düzeyinde böyle bir girişimde bulunacak en avantajlı partiydi. Onun için iktidara getirildi ve rolünü oynamaya çalışıyor. Ziyaretlerinin ne anlam ifade ettiğini Abdullah Gül ün kendisi de açıkladı. Bu ziyaretlerin iki temel yönü var: Bir tanesi, Irak taki yönetim sorununun görüşülmesidir. Saddam Hüseyin yönetiminin düşürülmesi konusunda yapılan görüşmeler temelinde bir ittifaka varılmaya çalışılıyor. Bu noktada görüş birliği içinde olduklarını da belirttiler. Saddam Hüseyin, iktidarı savaşsız terk etmeye zorlanıyor. Bu, önceden de yapılıyordu. Hatta bir ara Rusya ya sığınabilir mi? diye tartışılmıştı da. Bu süreç daha çok yoğunlaştırılmak isteniliyor. Yoğun ekonomik baskı, siyasi mücadele, askeri olarak yürütülen girişimler, Saddam Hüseyin i, iktidarı bırakmaya zorlama hedefini güdüyor. ABD yetkilileri her gün açıklama yapıyor; savaş için henüz karar vermedik diyorlar. Savaş için karar verilmemiş, ama yoğun bir asker sevkıyatı var. Bu, bir savaş kararı verildiğinde hazır olmak için çalışma yapmayı içeriyor, ama onun yanında, Saddam Hüseyin i savaşsız yönetimden çekilmeye zorlamak amacını güdüyor. Bunu aleni yapıyorlar. Halbuki, normalde askeri hazırlıkları gizli yürütmeleri gerekirdi. Oysa açık yürütüyorlar, biri beş göstererek yapıyorlar. Bu, psikolojik baskı uygulamak içindir. Askeri yığınakların gizli olması gerekirken, bu denli açık yapmaları, psikolojik baskı uygulamayı ifade ediyor. Psikolojik baskı, Saddam Hüseyin i savaşsız yönetimden çekilmeye zorlama yönündedir. Bu konuda ABD nin de tümüyle savaş istediği söylenemez aslında. ABD içerisinde herkes savaştan yana değil, mutlak savaş isteyen rantçı bir kesim var. Ama savaştan çekinen, Saddam Hüseyin i savaşsız bir yöntemle değiştirip, Irak ta kendilerine bağlı işbirlikçi bir yönetim oluşturmayı daha yararlı bulan kesimler de var. ABD savaştan korkuyor, bu bir gerçek. Irak taki durumu savaşla parçalama durumunda ortaya ne tür sonuçların çıkacağı konusunda emin değil. Denetimi kaybetmekten korkuyor. Uluslararası ve bölgesel bütün güçler bu savaşın içerisinde olacak. Dolayısıyla herkes ABD ye çalışmayacak. ABD, savaştan sonra, etkinlik bakımından şimdikinden daha da geri bir konuma düşebilir. Onun için yönetim değişikliğini, kendi denetiminde, savaşsız yapmayı daha yararlı buluyor. Türkiye ve diğer Ortadoğu ülkeleri ABD nin bu eğilimini süzdüler, ABD den daha fazla destek alabilmek için bunu sağlamaya çalışıyorlar. Savaş, Türkiye nin, İran ın ve Arap devletlerinin tercihi değil. Fakat bu güçler savaşa sürükleniyorlar. Türkiye savaştan korkuyor, savaş istemiyor. Suriye ve Mısır savaş istemiyor, zaten karşı çıktılar. Arap aleminin hiç biri savaş istemiyor. İran da istemiyor. Çünkü savaşla ortaya çıkacak sonuç, Irak taki mevcut durumun köklü darbelenmesi olacak. O da bütün Ortadoğu yu etkileyecek. Birçok devlette siyasi değişiklik gündeme gelecek. Dolayısıyla bu güçler, sadece Saddam Hüseyin in değişmesi temelinde Irak ın denetim altında tutulmasını kendi çıkarları için daha yararlı buluyorlar. Ortadoğu da köklü bir değişimin ortaya çıkmasından korkuyorlar. Bu nedenle, eğer Türkiye de statükonun afl lmas bafllamadan, Irak ta savafl n olmas da, Saddam Hüseyin yönetiminin de iflmesi de mümkün de il. Saddam Hüseyin yönetimini, esas olarak Ortado u nun statükosu, onu da Türkiye deki sistem koruyordu. Türkiye deki sistemden çok c l z da olsa bir de ifliklik bafllay nca bu, Ortado u da, Irak ta savafl n önünü açt ; dolay s yla Ortado u da statükonun afl lmas n n önünü açt.

5 Sayfa 5 mümkünse baskı uygulayarak Saddam Hüseyin i savaşsız olarak iktidardan uzaklaşmaya zorlamak istiyorlar. Eğer böyle alınmazsa geriye şu kalacak: Bakın çalıştık, savaşsız sonuç ortaya çıkmasını istedik, ama olmadı. Daha fazla olmayan duaya amin demek doğru değil. Bunu, bir sonuca götürecek yöntemlerde birleşmemiz lazım diyecekler. Böylece savaşa daha fazla destek bulacaklarını düşünüyorlar. Türkiye hükümetinden, Arap aleminden bu yönlü bir sonuç çıkarmaya çalışıyorlar. Türkiye, İran a güvence verecek, eğer engel olmaktan çıkarsanız biz de ABD yi sizin üzerinizde baskı uygulamaması için ikna ederiz diyecek. Suudi ye, eğer destek verir kabul ederseniz, iç savaşsız, mümkünse hızlı bir savaşla Saddam Hüseyin yönetimini değiştirerek, Irak ı denetim altında tutacağız, bu da sizi fazla etkilemez diyecek. Yani Suudi krallığının yaşatılması güvencesini verecektir. Bu temelde Türkiye, ABD nin Irak müdahalesini, Saddam Hüseyin i değiştirme mücadelesinin önünü açmaya çalışıyor. Sanıldığı gibi aralarında bir çelişki, bir karar vermemişlik yok; tam tersine ABD nin siyasi çıkarları doğrultusunda bölgede yoğun bir çalışma yürütme durumları var. Türkiye Kürt sorununa ortak politika aray fl peflinde Başbakanın, Ortadoğu gezisinin ikinci ayağı Kürt sorununa ilişkindir. Bu, bizi daha çok ilgilendiren boyutudur. Abdullah Gül, Kürdistan daki duruma ilişkin oldukça net açıklamalar yaptı: Irak ın toprak bütünlüğü bizim kadar Suriye ve İran ın da çıkarına bir husustur, bu konuda tam bir görüş birliğimiz var. Bu temelde Kuzey Irak ta bir Kürt devletinin kurulması, bizim kadar Suriye ve İran ın da aleyhinedir. Bu konuda oldukça yararlı görüşmeler yaptık dedi. Zaten Kürdistan daki durumu görüşmeye gitti. Bölge güçleri nezdinde, Kürt sorununda ortak bir politika, bir politik ittifak yaratmaya çalışıyor ve bu konuda aynı görüşte olduklarını, aynı kaygıları yaşadıklarını, birlikte hareket edeceklerini de açıkladı. Bu, Kürdistan ın geçmişte olduğu gibi, bölge devletleri tarafından denetim altında tutulmasının çabası anlamına geliyor. Irak ta yönetim değişikliği gibi bir durumun gündeme gelmesi, Kürtlerin denetim dışına çıkmasını önleyecek ortak bir politika izlenmesini ifade ediyor. Kimse farklı ses çıkartmasın, ortak hareket edelim, yoksa hepimizin zararına olur. Kürdistan daki farklı gelişmelere izin vermeyelim, dolayısıyla birbirimizin aleyhine bir Kürt yaklaşımı geliştirmeyelim. Kürt politikamız ortak olsun diyorlar. Bunu sağlıyorlar da. Bu konuda yanılmamalıyız. Abdullah Gül aleni belirtti bu politikayı ve varılan sonuçları. Herhangi bir Kürt inisiyatifinin gelişmesine karşı olduklarını söyledi. Kürdistan üzerinde ortak denetim sağlayacak ve ortak siyaset izleyecekler. Kürdistan daki olası gelişmelere karşı birlikte tutum takınacaklar. Türkiye, bir de şunun güvencesini verdi: sınır üzerinde hareket ediyoruz. Eğer ABD, Bağdat a müdahale ederse, biz de Irak ta ki duruma karışacağız, askeri harekette bulunacağız, Güney e gireceğiz. Ama Güney Kürdistan ı, Musul ve Kerkük ü almak gibi bir niyetimiz yok. Askeri hareketliliğimiz yanlış anlaşılmamalı; Kürdistan da aleyhimize olacak gelişmelerin ortaya çıkmasını engellemek, Kürdistan ı denetim altında tutmak için bunu yapacağız. Sonuçta yine Irak a devredeceğiz. Yani Irak a devretmek üzere, Kürdistan ın denetimden çıkmasını engellemek için askeri harekette bulunacağız; bunu yanlış anlamayın, karşı çıkmayın diyorlar. Türkiye, bunun sözünü veriyor, bu temelde diğer güçleri ikna etmeye çalışıyor. Bu güçleri ikna ettiklerini de söylediler. İran ı da bu konuda aynı çizgiye çekmiş durumdalar. Türkiye nin politikası, diğer güçlerle birlikte bu temelde oluşuyor. Bu, doğru bir açıklama. Bunu anlamamız gerekli. Dolayısıyla bu, Türkiye nin de, diğer bölge devletlerinin de Kürt politikasının netleşmesi oluyor. Bu devletlerin, Kürdistan da bir devlet ya da bir federasyon oluşması gibi bir sorunları yok. Onlar, Kürdistan daki gelişmelere karşıdırlar. Güney Kürdistan ın, Irak denetimi altında kalmasını sağlayacak bir çaba içerisindeler. Onun yolunu yöntemini araştırıyorlar. Türkiye nin Kürt politikası budur. Güney Kürdistan da devlet kuruluyor, Irak ta federasyon oluşuyor. Kürtler, federe devlet oluyorlar, Türkiye de bunu kabul etmiş deniliyor. Bunlar doğru değil, yanlış, aldatıcı bir durum. İşbirlikçi güçler, propagandalarıyla aslında bunu pompalıyorlar. Türkiye öyle bir durumu kabul etmiş de değil. ABD nin de gündeminde öyle bir sorun yok. Bu bakımdan Irak ta savaş olacak, Kürt sorunu kendiliğinden çözülecek; bir federasyon ya da Kürdistan devleti kurulması gerçekleşecek biçimindeki değerlendirmeler kesinlikle doğru değil. Böyle politikası olan bir güç yoktur. Mevcut durumda Irak üzerindeki mücadelede ulaşılan siyasi ittifak şunu içeriyor: Türkiye, İsrail ve ABD arasında bir ittifak var. Bu ittifak, Irak ın birliği temelinde, ABD ye bağlı işbirlikçi bir yönetim oluşturmak, yerel yönetimlerin, bölgesel özerkliklerin biraz gelişmesini sağlamak, böylece merkezin zayıflamasını hedeflemek gibi bir ittifaktır. Böylelikle ABD, Irak ı kendine bağlamış, petrol sahalarını ele geçirmiş oluyor. Merkez zayıfladığı için, İsrail in Irak karşısında güvenliği de sağlanmış oluyor. İsrail buna katılıyor. Irak ın birliği korunup, Kürtler denetim altına alındığı için de Türkiye nin güvenliği sağlanmış oluyor. ABD, İsrail ve Türkiye arasında, bunları içeren bir ittifak var. Bu güçler, şimdi Avrupa yı buna razı etmeye çalışıyorlar. Yine İran, Rusya ve Arapları razı etmeye çalışıyorlar. Bu üç güç arasında bir çıkar ittifakı var. KDP ve YNK yi, böyle bir politika doğrultusunda çalışmaya zorluyorlar. Türkiye de, Kürt sorununu çözecek bir politika ortaya çıkmış değil. Türkiye, Kürt sorununun çözümüne gelmedikçe, Güney Kürdistan da, Irak ta, Kürt sorununun çözülmesi mümkün değildir. Kürdistan da, Türkiye nin kabul etmeyeceği hiç bir çözüm gerçekleşmez. Dolayısıyla ABD nin de Kürt sorununu çözecek bir politikası yoktur. Çünkü, Türkiye ye muhtaç. Bundan şu sonuç çıkıyor: Irak ta, Güney Kürdistan da Kürt sorunu çözülüyor, bu çözümü destekleyelim. Barzani ve Talabani bu kadar diplomasi yapıyorlar, devlet kuracaklar karşı çıkmayalım, destek verelim biçimindeki yaklaşımların hepsi uydurmadır. Kürt halkını aldatmaya yönelik bir yaklaşımdır. Kürt halkını, Irak ta Saddam Hüseyin yönetimini düşürecek bir mücadelenin içerisine çekmek için geliştirilen bir oyundur. Değişik güçler kendi politik çıkarları doğrultusunda Kürtleri kullanmak istiyorlar. ABD nin Kürt dostluğu, Kürt sorununun çözümü diye bir kaygısı yoktur, hiçbir zaman da olamaz. Kim ki ABD nin ilkesinin olduğunu, Kürt sorununa çözümcü yaklaşım göstereceğini düşünürse o, ABD den hiçbir şey anlamamış demektir. ABD nin bir tek ilkesi vardır: Kendi çıkarını korumak, kendi çıkarına olan politikaları izlemek. Çıkarı neyi gerektirirse ABD onu yapar. Bu çıkar, Güney Kürdistan da federasyon kurmayı gerektirirse, federasyon kurar; Kürtleri ezmeyi gerektirirse, ezer. Tarihe bakalım, hepsi vardır. 70 lerde size devlet kurduracağız dediler. Irak a karşı savaş da açtırdılar. Ardından 75 te işiniz bitti, haydi yolunuza diyerek silahsızlandırdılar. Onu, ABD yaptı. Şimdi de durum öyledir. Kürt iflbirlikçili i tarihi rolüne soyunuyor ABD bu alandaki Kürt etkisini görüyor. Politika yapmak, kendi çıkarlarını sağlamak için bu etkiden yararlanmak istiyor. Onun için işbirlikçi güçleri el altında tutmak istiyor. Barzani ve Talabani yi yaşatıyor, çıkarına gelirse onlara destek veriyor, değişik güçler üzerine sürüyor. Bu durum ABD nin çıkarını daha ileri bir noktaya götürürse devlet de kurar, ama öyle bir noktaya götürmüyorsa durun der. Gerekirse alıyor, başka yere götürüyor, yaşatıyor. Kürt sorununu çözmek, Kürt ulusal demokratik gelişiminin önünü açmak gibi bir yaklaşımı, bir derdi yok. ABD nin böyle bir yaklaşımı olamaz zaten. Onu beklemek, siyasetten hiçbir şey anlamamak demektir. Bu noktada durum nereye geldi? ABD ne yapabilir? Barzani ve Talabani yi yaşatacak, öldürülmelerini engellemeye çalışacak. Saddam Hüseyin e karşı önce Barzani ve Talabani yi kullanmak istedi, ama güçleri yetmedi. Bu noktadan sonra esas olarak Türkiye yi öne çıkarıyor. ABD, Türkiye nin desteğini alırsa, Bağdat ta yönetim değişikliğini kolaylıkla yapacağına inanıyor. Dolayısıyla, ABD çıkarları için önde olan esas güç Türkiye dir. Türkiye ne isterse, ABD onu kabul edecektir. Bu nedenle ABD nin Kürt politikasını Türkiye yönlendiriyor. Türkiye den öte ABD nin hangi politikası var? Barzani ve Talabani yi yaşatma politikası. Onun ötesindeki politikaların hepsi Türkiye ye endekslenmiştir. Nitekim ABD, Irak ın toprak bütünlüğünü koruma konusunda Türkiye nin isteklerine olduğu gibi geldi. Şimdi Türk yöneticileri gibi, ABD yöneticileri de ağızlarını ilk açtıklarında biz, Irak ın toprak birliğinden yanayız diyorlar. Neden? Türkiye yi tatmin etmek, Türkiye den destek almak için. Politikaları budur. Türkiye nin de mevcut durumda inkar sistemini aşan bir politika geliştiremediği ortadadır. Bu konuda da yanılmamalıyız. Barzani ve Talabani yi götürüyorlar, görüşmeler yapıyorlar. Başbakan görüşüyor, Cumhurbaşkanı görüşüyor, Dışişleri bakanı görüşüyor. Bütün bunlar ne içindir? Kürt Ulusal demokratik hareketini ezmek için. Türkiye, Kürt sorununu çözmek için mi, inkar siyasetini aştığı için mi bunu yapıyor? Güney Kürdistan da Kürt sorununun çözümü, Kürt federasyonunun oluşmasını kabul ettiği için mi bunu yapıyor? Hayır. Öyle olsaydı, Kuzey de de sorunu çözseydi! Kuzey de de Kürtler, Kürt örgütleri var; onları da kabul etsin. 2-3 Ağustos ta kanunlar çıkarttı, onları uygulamaya koysun. Niye çıkardığı kanunların hiç bir maddesini uygulamaya koymuyor? Kürtçe konuştular diye HADEP yöneticilerini tutukladı. Anadilde eğitim görme istemiyle dilekçe verdiler diye öğrencilere hala o kadar cezalar veriyor. Önderlik üzerinde uygulanan baskılar var. Bu noktada Türkiye nin Kürt politikasının ne olduğunu doğru tespit etmemiz lazım. Bunu, Türkiye nin Barzani ve Talabani ye yaklaşımına göre tespit edemeyiz. O bir aldatmadır. Türkiye nin Kürt politikasını, Kuzey deki Kürtlere yaklaşımına göre tespit edeceğiz. Onun içerisinde de Önderliğe yaklaşımına göre tespit edeceğiz. Türkiye devleti Önderliğe nasıl yaklaşıyorsa, onun Kürt politikası da odur. Diğerlerinin hepsi oyundur. Nasıl yaklaşıyor? İşte tecridi ağırlaştırdı, baskıyı ağırlaştırdı, görüşmeyi de engelledi. Önderlik çürütme politikası izliyorlar dedi. Öyle açığa çıkıyor ki, 2-3 Ağustos ta çıkardığı kanunları, bir oyun olarak çıkarmıştı. İnkar politikasını aşmak için değil de, içten ve dıştan Kürt sorununu çözmesi için üzerinde artan baskılardan kurtulmak için o kanunları çıkartmış. Avrupa nın desteğini alarak, Kürt ulusal demokratik varlığını o desteğe dayanıp ezmek için yapmış. Kararları yeni çıkarıldığı zaman da değerlendirdik, önemli gördük. Eğer bu kararlar geliştirilir, uygulanırsa, inkar sisteminin aşılmasını başlatabileceğini; ama öyle yapılmazsa, Kürt ulusal demokratik hareketini ezmenin bir aracı da yapılabileceğini belirttik. Şimdi açığa çıkıyor ki, o kanunları, Avrupa yı aldatıp AB ye girmenin önünü açmak, dolayısıyla Avrupa nın da desteğini alma temelinde Kürtleri aldatıp zayıflatarak oluşturduğu güçle Kürt ulusal demokratik hareketini, KADEK i ezmek için çıkarttılar. Burada bir oyun var, yoksa Kürt çözümünü kabul ettikleri için çıkarmadılar o kanunları. Önderliğe ve gerillaya karşı yeniden bir uluslararası komplo saldırısı planlanıyor. Önderlik üzerindeki baskının nedeni budur. Bir yandan Kürdistan ın bütün parçalarında en geniş halkın desteğini almış bir Önderlik üzerinde bu kadar baskı ve saldırı uyguluyor, diğer yandan mahalli bir lider diyerek Barzani yi Ankara da ağırlıyor. Kürtlere mesaj veriyor böylece. Lider olarak Barzani yi görün, kabul görecek lider odur, diğerinden vazgeçin diyor. Uluslararası kamuoyuna da baskı uygulamıyoruz, Kürtlere bir düşmanlığımız yoktur. Hatta Kürtleri ağırlıyoruz; başbakanlarımız, bakanlarımız ile görüşüyorlar demeye getiriyorlar. Şunu iyi anlamamız gerekli: Barzani ve Talabani, Ankara ya gidip görüşmeler yapıyorsa bu, Önderlik üzerindeki baskıya dayanılarak oluyor. Bu gücü, bu baskıdan alıyorlar. Önderlik üzerindeki baskının bir aracı haline geldikleri için bu görüşmeleri yapabiliyorlar. Yaptıkları görüşmeler, bu baskıları arttırma görüşmeleri oluyor. Bu bir oyundur. Diğer yandan, gerillaya karşı ortak saldırıyı görüştüklerinden kuşku duymamak gerekiyor. YNK ile görüştüler, KDP ile de görüşüyorlar. Bu görüşmelerle bir yandan Önderliğe karşı uygulanan baskıyı kamufle etmek, baskıyı teşhir eden eylemliliği boşa çıkartmak istiyorlar; diğer yandan ise gerillaya karşı ortak operasyonunun planlarını görüşüyorlar. Türk ordusu, KDP nin önüne açık plan koyuyor. Gerillanın denetim altında tutulması, ezilmesi için ortak operasyona razı edilecek, buna zorlanacaklar. Demek ki Kürt sorununun çözümü görüşülmüyor. Barzani ve Talabani, Kürt sorununun çözümü için diplomasi yapmıyor. Tersine Kürt ulusal demokratik hareketinin ezilmesi için yapıyor. Bu da, 17 Eylül 1998 Washington Antlaşması nın devam ettiği anlamına geliyor. Bu komplo, hala başarıya götürülmeye çalışılıyor. Bu güçlere merhaba veriliyorsa, komplonun hizmetinde kullanmak içindir. Türkiye nin politikası hala budur. Bu konuda yanılmamalıyız. Önderlik, bizim kellemiz üzerinden yiyip içiyorlar, onun üzerinde ittifak gerçekleştiriyorlar diyordu. Şimdi gerçekleşen budur. Bu bakımdan Türkiye, Kürt sorununun çözümünü kabullenmiş değil; tam tersine uluslararası komployu sürdürmek, Ulusal demokratik hareketi ezmeye çalışıyor. Bunun için de Kürt işbirlikçiliğini kullanmaya çalışıyor. Barzani ve Talabani ile bunun için görüşüyor. ABD ye de dayattığı budur. ABD nin kabul ettiği Kürt politikası, Türkiye nin bu politikasıdır. Bazı tutumlar bizim için aldatıcı oluyor. KDP, 15 Şubat tan sonra savaşı durdurdu. Ortamı biraz yumuşak tutarak bizi etkilemeye çalışıyor. KDP şunu gördü: ABD den merhaba alıyor, destek alıyorsa, Saddam Hüseyin ile ABD arasındaki mücadeleye dayanarak alıyor. Saddam Hüseyin olmazsa ABD, KDP ye merhaba bile demeyebilir. Eğer ABD de, Avrupa da diplomasi yapıyor, destek buluyorsa, onların Saddam Hüseyin le mücadeleleri gereği buluyor. Onun için KDP, Saddam Hüseyin le ilişkilerini koparmış değil. İlişkileri çok iyidir, herhangi bir sorunları yok, sürekli heyetleri gidiyor, geliyor, görüşüyorlar. Saddam Hüseyin yönetimi yıkılana kadar da KDP, Saddam yönetimiyle ilişkilerini kesmez. Politikayı, Saddam Hüseyin in varlığına dayanarak yapıyor. Diğer yandan Türkiye ye gidiyor; bakıyor ki bizim varlığımız nedeniyle, gerillanın varlığı nedeniyle Türkiye yönetimi kendisine merhaba diyor. Gerilla ortadan kalksa, Türkiye KDP ye merhaba bile demez. Hatta KDP nin bu konumda kalmasına bir gün bile razı olmaz. 15 Şubat tan sonra savaşı niye durdurdu KDP? Korktu. PKK dağılırsa kime dayanarak politika yapacak? Üzerinde politika yapacağı güç kalmıyor. Türkiye, o zaman kendisine saldıracak. Türkiye karşısında politik bir değeri neyle sağlıyor? Gerillanın varlığıyla sağlıyor. Önderlik, başkalarının sınır bekçiliğini yapıyorsunuz orada diyordu. Doğrudur. Mevcut durumumuzla kendimiz için politika geliştirmekten ziyade, KDP nin politik çıkar sağlamasına hizmet ettiğimiz bir gerçek. Onlar bizim duruşumuzdan, bizden daha fazla politik yarar sağladılar, sağlıyorlar. Onun için bu güç elden gider diye, KDP savaşı durdurdu. Şimdi yumuşak yaklaşıyorsa, yine bu nedenle yaklaşıyor. Türkiye den bazı sonuçlar, garantiler alana kadar böyle yaklaşacak. Türkiye, ya tehditle, ya biraz çıkar vererek bunu aştırtmaya çalışıyor. Barzani de biraz dinliyor, bizim tehdidimizi daha çok öne sürüyor ki, Türkiye den, ABD den daha fazla destek, çıkar alabilsin. Burada düpedüz bir çıkar politikası var. Bunları ne için belirtiyoruz; KDP ile YNK, Kürt sorununu çözmeye çalışmıyorlar. Kürt sorununun çözüm gücü de değiller. Kürt sorununu çözmek üzere bir güç ortaya çıkartmış da değiller. Tamamen ABD nin Saddam Hüseyin le, TC nin PKK yle mücadelesinin bir gereği olarak ortaya çıkmış güçlerdir. Bu mücadeleye dayanarak ABD den ve Türkiye den destek alıyor, yaşıyorlar. Kendi güçleri yok. Dolayısıyla da bunlarla Kürt sorununun çözümü olmayacak. Bunu anlamamız lazım. Birincisi; KDP ve YNK öyle Kürt milliyetçisi falan değil. İkincisi; Kürt sorununun çözüm gücü değiller. Üçüncüsü; tam tersine sorunu yaratan güçlerdir. Dördüncüsü; ABD ve Türkiye elinde, yine bölgenin di-

6 Sayfa 6 ğer güçleri elinde kullanılan güç durumundalar. Para ve çıkar karşılığında kullanılıyorlar. Kürt ulusal demokratik hareketini, Özgürlük ve demokrasi hareketini bastırmak için bu güçlere oyun oynatılıyor. Böyle bir süreçle karşı karşıyayız. Önderli e yönelik politika Kürtlere yönelik politikad r Önderlik üzerindeki baskıyı da böyle değerlendirmemiz gerekli. ABD nin, Türkiye nin, İran ın ve diğer güçlerin Kürt politikasını, Önderliğe yaklaşımlarına bakarak tespit etmemiz gerekiyor. Özgür Kürt, kendini orada gösteriyor. Gerçekten Kürdü tanıyan bir politikaları varsa o, özgür Kürde yaklaşımlarında görülür. Mevcut durumdaki yaklaşım ezme, imha etme politikasıdır. İşbirlikçi Kürde yaklaşımın, Kürdü tanıma politikası olmayacağı çok açık. O, Kürdü kullanma politikası olur. Bunu yapanlar hainleri, işbirlikçileri kendi çıkarları için kullanmaya çalışıyorlar. Onların bu gerçeğini iyi göreceğiz. Önderlik üzerindeki baskının nedenlerini de iyi anlayacağız. Uluslararası gericilik, Önderliğe ve gerillaya yönelik yeni saldırı planını uygulamaya koymuş durumda. Bu, Önderlik üzerinde baskı ve tecrit olarak gelişti. Gerilla üzerinde de Lice de gelişen saldırı biçiminde gelişti. Irak ta bir askeri çatışma gündeme gelirse, gerillaya karşı daha yoğun bir saldırı uygulamaya konulacaktır. Uluslararası komplo kendini, da Önderliğe, 2000 yılında gerillaya, 2002 ve 2003 yılında da Önderliğe ve gerillaya ortak saldırı olarak planlamış durumda; bunu pratikleştirmeye çalışıyor. Bu saldırının içinde uluslararası gericilik, bölge gericiliği ve işbirlikçilik var, ortak hareket ediliyor. Kendilerini bu temelde yeniden planlayarak bir saldırı yürütmek istiyorlar. Önderlik yeni süreç derken, bu yeni mücadele sürecine işaret etti. Buna karşı koymanın yolu olarak da madem ki Türkiye ve diğer güçler böyle bir politikaya yöneldiler, o zaman ben de 2 Ağustos Deklarasyonu nu geri çekiyorum. Örgütün ve halkın bu baskı ve saldırılara karşı her türlü yöntemle mücadele etmelerinin önünü açıyorum dedi. Önderlik, yeni süreci böyle tanımlandı. Aslında mücadeleyi başlattı. Önderlik, komplo ve gericilikle çok şiddetli bir mücadele halinde. Gerisi, örgütün ve halkın da kendisini bu mücadeleye katması oluyor yılında bölgenin ve Kürdistan ın durumu bu temelde gelişecek. Mevcut durumda, güçlerin politikaları belirtildiği gibidir. Belli bir ittifak oluşturmuşlar. Bunu hayata geçirmek için çabalarını sürdürecekler. ABD, büyük olasılıkla Irak a askeri olarak müdahale edecek. Eğer etmez de Saddam Hüseyin i değiştiremezse, ABD nin dünyadaki etkinliği biter, bütün prestijini kaybeder. Onun için Saddam Hüseyin yönetimini değiştirme çabalarını daha çok arttıracak yılı, büyük olasılıkla böyle bir değişimin daha çok ilerlediği bir yıl olacak. Daha geriye düşülmez. Saddam Hüseyin i savaşsız bir biçimde yönetimden çekilmeye zorlayabilirse ABD, bunu tercih edecektir. Ama böyle bir şey gerçekleşmezse, savaştan başka yapacağı bir şey yoktur. Bölge yeni ve çok şiddetli bir çatışma içine çekilecek. En güçlü olasılık budur. Bunun politik hedeflerini ortaya koyduk. Böyle bir çatışma içerisinde bir yandan Saddam Hüseyin in yıkılması hedef iken, diğer yandan Türkiye, Suriye ve İran ittifakının temel hedefi de Kürtleri, Kürdistan ı denetim altında tutmaktır. Onlar da Güney Kürdistan ı denetim altında tutmak için bir askeri hareketlilik içerisinde olacaklar. Bir de bu denetimi kırma ihtimali olan güçleri ezecekler. Bu y l, herkesten daha fazla bizim için bir mücadele y l d r Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, 92 de Güney Savaşı nı planlarken, hedeflerini şöyle açıklamıştı: Biz PKK yi ezmeyi hedefledik, KDP ve YNK yi de denetim altına almayı. Yani o operasyon bütün Kürtlere karşıydı. Bir tarafını ezdik, diğerlerini yanımıza çektik, denetim altına aldık, böylece Güney Kürdistan ı, bütün Kürtleri denetim altına almış olduk temelinde yaklaştılar. Şimdi de aynı şeyi yapacaklar, yapmak istiyorlar. Gerillanın varlığını tümden ezmek için, KDP ve YNK yi daha sıkı denetim altına almaya çalışıyorlar. Bu temelde bir saldırı gelişecek. Siyasi mücadele çok yönlü olarak geliştiriliyor. Önderlik üzerinde bu baskıları uyguluyorlar. Onunla da sınırlı kalınmayacak. ABD nin, Irak a askeri müdahalesinin başlangıcı, Türkiye nin de KDP ve YNK ile ittifak halinde, İran dan da destek alarak gerillaya karşı askeri saldırıyı gündemleştireceği, başlatacağı süreç olacak. Bu konuda da yanılmayalım. Başka türlü bir politika izleyemezler. ABD de buna onay veriyor. ABD ye, gerillanın ne denli tehdit oluşturduğunu hem Türkiye hem de Celal Talabani söylüyor. ABD zaten KA- DEK i terör örgütleri listesi ne koydu; bütün Avrupa ya da koydurtmak istiyordu. Avrupa şimdilik kabullenmedi. ABD nin, PKK yi terör örgütleri listesi ne koydurttuğu gibi KADEK i de koydurtmak istemesi ve Türkiye yi AB ye alacaksınız diye baskı yapmasına karşın Avrupa, biz truva atı istemiyoruz dedi, tepki gösterdi. Tepkisinin en somut belirtisi de cezaevindeki arkadaşımız üzerindeki tutum oldu. Arkadaşımız, 11 Eylül ün etkisiyle tutuklanmıştı. 11 Eylül içinde cereyan eden sistemin kendi iç çatışmalarının sonucunda da bırakıldı. Bu anlamda ABD nin de, Türkiye nin saldırılarına destek verdiği kesin. Önderlik üzerindeki baskıyı uygularken de Avrupa kısmen karşı çıkıyor, ama ABD tümüyle istiyor. ABD nin onayıyla, izniyle oluyor bu yaklaşımlar. Gerillaya karşı saldırı da bu temelde olacak yılının mücadele gerçekliğinde hem Irak ve Ortadoğu ya hem de bize yönelik bölgesel, yerel ve uluslararası düzeydeki politikalar bu çerçevededir. Bunları böyle anlamamız, doğru tahlil etmemiz lazım. Kendi politikalarımızın da, duruşumuzun da, çabalarımızın da ne olması gerektiğini bunları dikkate alarak, buna uygun oluşturmamız lazım. Örgütlülüğümüzü, planlarımızı, kararlarımızı, duruşumuzu, mevzilenmemizi, tümüyle bu karşıt saldırıları gören, onları boşa çıkartmayı hedef alan bir temelde oluşturmamız gerekli. Siyasi ortamın karşıt politikalarını değerlendirmek, elbette kendi görevlerimizi yeterli ve doğru bir biçimde belirlemek içindir. Madem bu yılda bu kadar hesap, bu kadar plan var karşımızda, büyük bir savaş hazırlığıyla başlamış, o zaman bizim de mücadeleci bir duruş sergilememiz, kapsamlı mücadele planlarıyla yaklaşmamız gerekir. Bu yıl, herkesten daha fazla bizim için bir mücadele yılı oluyor. Genel çatışmalar içerisinde, Kürtler ve Kürt sorunu işin merkezinde bulunuyor. Bazı çevreler, 20. yüzyılda olduğu gibi, bu yeni uluslararası sistem şekillenmesi içinde de Kürtleri yok saymak, yer vermemek, inkar-imha sürecini bu yeni sistemin de bir süreci haline getirmek istiyorlar. Bu, oldukça açık bir olgu. Bunun karşısında bizim, bunu tersine çevirecek, yeni uluslararası sistemde diğer halklar gibi özgür ve eşit yer edineceği bir statükoyu ortaya çıkartmak üzere gerekli ideolojik, politik, pratik mücadeleyi yerinde ve zamanında başarıyla yürütmeyi bilmemiz gerekir. Savaş böyle kazanılır. Tarihe ancak bu biçimde cevap verilebilir. Yoksa bunun dışında, tarih karşısında olumlu, başarılı bir duruş söz konusu olmaz. Değişik güçler, çıkarlarını daha fazla geliştirmek için mücadele ediyorlar. Başta ABD olmak üzere, Avrupa, Rusya, Türkiye, Kürt işbirlikçiliği, bölgenin bütün güçleri belli bir çıkar sağlamak için mücadele halindeler yılını, bir çıkar mücadelesi yılı haline getirmek istiyorlar. Bizim içinse, halk içinse durum daha farklıdır. Bizim için bu, bir çıkar mücadelesinden öteye, bir varlık-yokluk mücadelesidir. İnkar ve imhayı kırarak, insanlık alemine yeniden açılma mücadelesi oluyor. Demek ki, öyle basit ele alınacak bir mücadele değil. Başkalarının olduğu gibi bir çıkar mücadelesi değil. Bu, bizim için, olmazsa olmaz kabilinden bir mücadeledir yılı, herkesten daha fazla bizim için büyük bir mücadele yılı oluyor. Çok dikkatli, duyarlı, doğru karşılamamız gereken bir yıl oluyor. Bunun gereklerine uygun nasıl yaklaşmalı, ne yapmalıyız ki sürece hakkını verelim, tarih karşısında alnı ak olalım, bir gelişme ortaya çıkartalım, başarının sahibi olalım. Bizim en temel sorunumuz bu. Doğru ve yeterli yanıtı düşüncede ve pratikte vermekle yükümlü olduğumuz husus burası oluyor. Bunu böyle tanımlamak, en doğru ortaya koyuş tarzıdır. Bu noktada kendi durumumuzu bu gelişmeler karşısında doğru ve yeterli bir biçimde nasıl tanımlayabiliriz? Bu noktada da ölçü olarak, yine Önderliğe bakacağız. Biz hala tartışmadayken, Önderlik bunları çözüme bağladı, süreci tanımladı; yeni bir mücadele süreci dedi. Kendisini, bu sürecin gerektirdiği mücadele içine koydu. En şiddetli savaşı yaşıyor şimdi. Süreci doğru tanımladı. Doğru tanımlamaktan geri durmadı, sürecin gerektirdiği mücadele kararlarını almakta, bunları yerine getirmekte en küçük bir tereddüdü yaşamadı. Önderlik bu kadar ağır baskı ortamındayım. Biraz söylemesem, düşüncelerimi kendi içime saklasam, karar vermesem veya biraz daha yumuşak davransam, hiç olmazsa görüşmeler kesilmez, bilgilerim olur, gelen gidenim olur, kişisel yaşamım daha rahat olur, böyle yaşam daha iyidir demedi. İşin içinde her türlü ilişkinin kesilmesi de olabilirdi. İmhayı bile gündeme getirebilirlerdi. Ama bütün bunlara karşın sürecin tanımı şudur, bu sürece karşı militan duruşun gereği de budur dedi. Silahlı çatışmayı, savaşı bile içine alacak bir karar düzeyini ortaya çıkardı, bu konuda örgütün ve halkın önünü açtı. Kendisini de böyle bir mücadele içine koydu ve yürütüyor bu mücadeleyi. Her türlü baskıyı göğüslemek temelinde yürütüyor. En küçük bir tereddüt yok, kişisel hesap yok, geriye çekilme yok, fedai tarzı budur işte. Her türlü baskı uygulanabilir, imha geliştirilebilir, ama bu tehditler var diye susmak, durmak, geriye çekilmek, çözüm değildir. Bu, tarih ve halk karşısında da büyük bir duruş olmaz. Tarih ve halk karşısında doğru, insani, sonuç yaratacak, başarı kazandıracak tutum, militanca mücadele etme tutumudur dedi Önderlik ve 2 Ağustos Deklarasyonu nu geri çekti. Bu, basit bir olay değildi. Öyle bir şeyi gündeme getirmeseydi, bu durumlar ortaya çıkmazdı. Önderlik, her şeye razı olalım, mücadele etmeyelim, ne diyorlarsa razı olalım deseydi, kimse onu böyle bir adada tutmazdı. Her türlü hukuku bir yana bırakarak, tıpkı 15 Şubat taki kaçırılmada olduğu gibi ağır baskı ve tecridi uygulamaya gitmezdi. Önderlik bu kararları alırken, baskıların bu biçimde gelişeceğini de biliyordu. Bundan sonra hiç görüşme de olmayabilir, ama benim tutumum budur, başka bir şey söyleyeceğim de yok dedi. Bu duruş, bu politikalar değişmedikçe insani olarak da yapabileceğim başka bir şey yoktur dedi ve kendini mücadele mevzisine çekti. Bu açık bir gerçek. Bunu iyi göreceğiz, iyi anlayacağız. Duygusal yaklaşımlarla veya gerçekleri derinliğine görmeyen, tahlil etmeyen yaklaşımlarla ele alamayız. Önderlik gerçeğine, onun mücadele çizgisine böyle yaklaşamayız. O doğru bir tutum değildir. Ama duyarsızlık içinde de olmayalım tabii. Hiçbir şey yok, bazı hukuki ihlalleri bazı kişiler kendiliğinden yapıyor diyerek de büyük mücadeleyi, büyük savaşı görmezden, duymazdan, anlamazlıktan gelmeyelim. Öyle yaparsak gaflet içinde oluruz, hatta ihanet içinde oluruz. O, Önderlik gerçeğinden kopuşu, ona ters düşmeyi içerir. Önderliği doğru anlamak, doğru değerlendirmek, onun sözünden, tutumundan, mücadelesinden doğru dersleri çıkartmak gerekiyor. Görevlerimizin neler olduğunu ve nasıl yürütüleceğini anlamanın en doğru yolu, buradan sonuç çıkartmaktır. Bu bakımdan görevlerin belirlenmesinde ve yürütülmesinde bir açıklık var. Bu gerçeği iyi anlamak, iyi görmek durumundayız. Çizgi karşısında, tarih karşısında, halk karşısında doğru ve yeterli bir duruşun sahibi olabilmek için bu gereklidir. Önderli i sahiplenmek özgürlü ü ve demokrasiyi sahiplenmektir Uluslararas komplo kendini, da Önderli e, 2000 y l nda gerillaya, 2002 ve 2003 y l nda da Önderli e ve gerillaya ortak sald r olarak planlam fl durumda; bunu pratiklefltirmeye çal fl yor. Bu sald r n n içinde uluslararas gericilik, bölge gericili i ve iflbirlikçilik var, ortak hareket ediliyor. Kendilerini bu temelde yeniden planlayarak bir sald r yürütmek istiyorlar. Diğer yandan mücadele eden bir halk gerçeği var. Onu da gözlemek, değerlendirmek gerekiyor. Aralık ayından itibaren Önderliğin başlattığı sürece cevap olmak üzere, halk da bir kampanya içine girdi. Önderliği Sahiplenme ve Savunma Kampanyası nı böyle ele almak lazım. Her ne kadar 15 Şubat a kadar bir kampanya denilse de, genel bir kampanyadır. Süresiz, zafere kadar sürmesi gereken bir kampanyadır. Önderliği Sahiplenme ve Savunma Kampanyası, özgürlüğü ve demokrasiyi kazanma kampanyası, barışı koruma kampanyasıdır. Önderlik böyle bir sürece girerken somut belirti; benim özgürlüğüm halkın özgürlüğüdür dedi. Böyle bir bütünlüğü, özdeşliği ortaya koydu. Dolayısıyla halk, Önderliği Savunma ve Sahiplenme Kampanyası nı yürütürken, aynı zamanda bu, kendi özgürlüğünü, demokrasisini kazanma kampanyası oluyor, özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmeyi ifade ediyor. Yoksa, dar bir içeriğe sahip değildir. Önderliği sahiplenmek demek, özgürlük ve demokrasi çizgisini, mücadelesini sahiplenmek ve yaşatmak demektir. Bunlar, birbirinden kopuk ele alınamaz. Bu bakımdan başlayan yeni sürece, aktif mücadele süreci diyoruz. Kadınlar, gençler, emekçi kesimler bu kampanya karşısındaki görevlerini belirleyip sahip çıkmaya çalışıyorlar. Bunu ne kadar yeterli olup olmadığı tartışılabilir, tartışılmalıdır da. Ama şu tartışmasızdır: Halk, Önderliğin başlattığı, içine girdiği mücadele süreci karşısında bir tutum, bir duruş sahibidir. Bu duruş, Önderlik çizgisiyle, mücadelesiyle bütünleşmeyi ifade ediyor. Sözsüz ve tavırsız değildir. Yetersiz, etkisiz, örgütsüz yanları eleştirilip giderilebilir. Ama halk, Kürdistan ın her tarafında; Kuzey de, Doğu da, Küçük Güney de, Büyük Güney de, yurtdışında bu kampanyaya katılıyor. Bu anlamda halk, yol gösterildiği, öncülük edildiği müddetçe en fedakar, en cesaretli bir mücadele içine girmekten bir an bile geri durmuyor. Milyonlar halinde bunu yürütüyor. Böyle mücadeleci bir halk gerçeğini dünyanın başka yerinde bulmak zor. Bu kadar fedakar, bu kadar cesaretli, bu kadar gözü pek bir hareketlilik, tarihte örneği az bulunur bir olay. Kürt halkının 30 yıllık mücadeleyle geldiği düzey, ulaştığı nokta burasıdır. Bunu asla göz ardı etmememiz, küçümsemememiz lazım. Bu bakımdan halkın fedakarlığında, cesaretinde, katılımında bir zayıflama değil, tam tersine artış var, gelişme var. Seçim kampanyası halkın gerçeğini açık bir biçimde gösterdi. En coşkulu, en hareketli, en dinamik kampanyayı bu halk yürüttü. Gericiler bile bu gerçeği itiraf etmek zorunda kaldılar. Sonuç ne olursa olsun, kampanya yürütmede halkın, demokratik halk güçlerinin etkinliğini teslim etmek zorunda kaldılar. Bu, önemli bu bir durumdu. Demek ki eksiklik buradan kaynaklanmıyor. O zaman zayıflıklar, eksiklikler varsa bu, halkı örgütleyip eyleme çekmesi, ona öncülük etmesi gereken güçlerden, öncüden kaynaklanıyor. Serhildan örgütlülüğünden, kadrodan kaynaklanıyor. Kadın örgütlülüğünde de, gençlik örgütlülüğünde de böyledir. Mevcut örgütlülük düzeyi, kitleyi eyleme çekmeye, öncülük etmeye yetmiyor. Mevcut kadronun duruşu, ruh hali, duygu ve düşünce yapısı, fedakarlığı, cesareti, yaratıcılığı, halk serhildanını geliştirmede, ona öncülük etmede yetersiz kalıyor. Örgüt yönetimimiz bunu oportünizm olarak tanımladı. Göreve gitmiyor, mücadeleye katılmıyor, görev ve sorumlulukları üstlenmiyor, onun gerektirdiği girişkenliği, cesareti, fedakarlığı göstermiyor. Geriye çekme var, sağa-sola yalpalanma var. Pratiğin sorunlarını çözmek üzere yaratıcı bir çaba içerisine girmeme var, kendini örgütlememe var. Bundan dolayı öncülük görevleri yerine gelmiyor. Halkın bu büyük aktivitesi, milyonlar halindeki mücadele potansiyeli bu nedenle aktifleşmiyor, pratikleşmiyor, işlemiyor, eyleme dökülmüyor. Bu bakımdan bir zayıflık var. Mevcut kampanyada bunu çok somut görüyoruz. Henüz çok güçlü bir duruma gelinemedi. Demek ki örgütsel hazırlık, öncünün hazırlığı zayıf. Ancak uzun bir çabayla belli bir mücadele yürütülür hale geliyor. Oysa ki taktik, anında cevap vermeyi gerektiriyor. Yerinde, zamanında yürütülmesi gereken mücadeleyi yürütmeyi istiyor. Yoksa çok sonraları böyle bir mücadele içerisine girmek hiçbir şeyi kurtarmaz. Bu bakımdan mevcut zayıflıkları ve onun sorumlularını ortaya çıkartıp eleştirmek yerindedir. Serhildan hareketinin eylem düzeyi zayıf aslında. Önderlik bu kadar sert bir mücadele içine girmişken, kitle eylemliliğinin bu kadar parçalı, dağınık, pasif konumda kalması, içine girilen mücadele sürecine yeterli cevap olunamadığını gösteriyor. O, zayıf, eleştirilmesi gereken bir duruş. Eylem yöntemleri pasif, çok geri. Örgütlülük çok dağınık, dar, kapsamı sınırlı, bütünlükten yoksun, genişleme gücünde değil. Bir hareketliliği, bir mücadeleyi ifade ediyor, bir etkisi var, küçümsememek lazım, ama Önderliğin başlattığı sürece cevap olmuyor. Gericilik üzerinde parçalayıcı bir etki yapmadı, caydırıcı bir etkisi olmadı. Tam tersine gericilik bu zayıflıklara bakarak, kendini daha da cesaretli kılıyor. Saldırılarını daha fazla arttırıyor. Bu bakımdan serhildan durumunun doğru anlaşılması önemli. Halk, Önderliği izleme yönünde bir eylem çizgisine giriyor, ama ciddi eksiklikleri var. Bunun nedeni de, halka yeterince öncülük edilememesi, yaratıcı bir eylem tarzının geliştirilememesidir. Öncülüğün yeterli hale getirilmesi gerekiyor. Önderlikle doğru bütünleşmek, Önderliğin başlattığı mücadele sürecine etkili, sonuç alıcı bir düzeyde katılabilmek için zayıflıkları aşmak gerekiyor. Zayıf kalındıkça şu gerçek de ortaya çıkıyor, zayıflıkları giderecek mücadele yöntemleri araştırılıyor; daha çok gerilla akla geliyor, atıf yapılıyor gerillaya. Halk tarafından bir çağrı gelişiyor. Ortaya çıkan zayıflıkları gidermek, zorlukları yenmek, zorlanmaların önünü açmak açısından, gerillanın zayıflıkları giderici, zorlukları aşan bir güç haline gelmesi, böyle bir öncülük rolünün, misyonunun sahibi olması için bir çağrı gündeme geliyor. Son dönemdeki açıklamalarda ve değerlendirmelerde bu gözüküyor. Böyle bir çağrı açık bir biçimde, gözle görülür bir biçimde var. Bu çağrıları da dikkate alan, ama esas olarak Önderlik duruşunu gören, süreci doğru değerlendiren bir temelde, sürece cevap olacak şekilde, gerillanın da rolünü, misyonunu doğru ve yeterli tanımlamamız gerekir. Mücadele süreci böyle bir noktaya geldiyse, Önderlik de bunu

7 Sayfa 7 ilan ettiyse, Kürdistan da içinde olmak üzere, bölge ve uluslararası güçlerin de yer aldığı bir savaş sürecine girildiyse, o zaman bizim de bunu gören, anlayan, buna cevap olacak bir askeri duruşumuzun olması gerekiyor. Gerillanın, kendini bu çerçevede yeniden değerlendirmeye alması gerekiyor. Kadroları, örgüt gücünü böyle bir çalışmayı yürütecek ortam içine almak, onları savunmak gerekiyordu. HPG buna göre mevzilendi, böyle bir savunma anlayışı oldu. Bu işlevi yerine getirdi de. Uluslararası komplo, YNK eliyle bu mevzilenmeyi kırmak istedi. HPG, bunu kırmak için yürütülen saldırıya karşı direndi. Savunmayı sürdürdü, saldırıları kırdı yılında değişim ve yeniden yapılanma çalışmalarını en yoğun yürüttüğümüz sahalarda bunları yaparken, o tür çatışmalarla yüz yüze gelmemiz, çatışmalara maruz kalmamız bir tesadüf değildi. Ne biz öyle olmasını istedik, ne de o sadece YNK yönetiminin, Celal Talabani nin dar, basit yaklaşımlarından kaynaklandı. Tersine bu, sürecin bir gereğiydi. Uluslararası gericilikle, uluslararası komployla örgütümüzün, çizgimizin yaşadığı mücadelenin bir gereğiydi. Böyle bir dönemde gerilla rol oynandı. Üs alanlarının korunacağı, örgütün korunacağı, Önderliğin korunacağı, savunulacağı, ne pahasına olursa olsun böyle bir savunma gücünün gösterileceği kanıtlandı. Ne tür saldırı yürütülürse yürütülsün, her türlü fedakarlık gösterilerek, en cesaretli bir mücadele içerisine girilerek bu saldırıların boşa çıkartılacağı, Önderlik çizgisinin, örgütün savunulacağı herkese gösterildi. Şimdiye kadar ki planlamamız, mevzilenmemiz, savaş duruşumuz, bize yönelik bir operasyona karşı bu üsleri savunmak içindi. Şimdi mücadele topyekündür. Önderlik mücadele içinde, halk mücadele içinde. Kuzey de mücadele var, Güney de mücadele var ve savaş var. Irak ın, Türkiye nin, Ortadoğu nun yeniden yapılanmasını öngören bir savaş gündemdedir. Bizim de kendimizi bu savaş gerçeğine uyumlu hale getirmemiz gerekiyor. Artık bir operasyona karşı belli alanların savunulmasını öngören bir planlama ve mevzilenme değil de, çizgiyi, Önderliği, halkı, ülkeyi savunan bir planlama ve mevzilenmeye ulaşmamız gerekiyor; onun savaş tarzını, eylem tarzını ortaya çıkartmamız lazım. Gerilla savunma kapsam n geniflletiyor Bütün dünya, büyük güçlerle Güney e giriyor. Onları hesaba katarak kendimizi düzeltmemiz gerekiyor. Güney, Kuzey, Türkiye, Irak yeniden yapılandırılmak isteniyor. Bizim de bu yeniden yapılanmada yerimiz olmalı, etkimiz olmalı, hatta bu yeniden yapılanmayı biz yapmalıyız. Özgürlüğü ve demokrasiyi geliştirmek, Kürt toplumunu, Türkiye ve Irak ı geliştirmek, demokratik bir düzenin inşası için gerekli değişimi, yenilenmeyi ortaya çıkartmak için bizim de mücadele etmemiz lazım. Hedefimiz, artık sadece kendimizi savunmak değildir. Gerilla, sadece kendini savunmaktan çıkarak, özgürlüğü, demokrasiyi, halkı, ülkeyi savunan konuma gelmeli. Ulusal demokratik hareketi, Özgürlük ve demokrasi hareketini savunacak bir pozisyona ulaşmalıdır. Eylem tarzını, örgütlenmesini, mevzilenmesini buna göre geliştirmelidir. Bu bakımdan, genelde başlatılan Önderliği Savunma ve Sahiplenme Kampanyası gibi, yeni bir kampanyayı Ülkeyi ve Halkı Savunma adı altında geliştireceğiz. Nasıl ki birinci kampanyayı esas alarak halkın önüne serhildanı koyduysa örgüt, ikinci kampanyayı da gerillanın, HPG nin önüne koyacak. Hedefleri somut değerlendirip, kendimizi, onlara ulaşacak bir askeri duruş ve harekete ulaştırmalıyız. Bu bakımdan Kuzey i, Türkiye yi daha etkili bir mücadele alanı haline getireceğiz. Serhildanın yetmediği yerde, onu güçlendirmek için, onun önündeki engelleri aşmak için silahlı savunmayı da uygulayacağız. Önderlikle böyle bir bütünleşme, O nu sahiplenme durumunu geliştireceğiz. Bu, eskisi gibi bir savaş olmayacak kuşkusuz, ama gerektiğinde de silahlı savunmayla mevcut çizgimizi hayata geçirmekten geri durmayacağız. Bir yöntem olarak, mücadele biçimi olarak serhildana bağlı olup onu geliştirme, onun önünü açma temelinde silahlı savunma da önemlidir. Bunu, Türkiye genelinde yapmamız gerekiyor. Türkiye gericiliğine darbe vuracak, serhildanın önünü açacak eylem biçimlerini de, onun örgütlenmesini de geliştirmemiz gerekiyor. Şehirlerde olur, kırlarda olur; Kürdistan da olur, Türkiye de olur; ama en geniş sahalara yayılmış, en etkili darbeleri vuracak bir tarzda bunu yapmamız gerekir. Böyle bir adımı, Kuzey de giderek atacağız. Kendimizi buna göre örgütleyeceğiz, mevzilenmemizde bunu içeren değişiklikler yapacağız. Fedai eylem tarzını hayata geçireceğiz; bir savaş tarzı olarak, direniş tarzı olarak, gericiliğe daha fazla darbe vuran bir tarz olarak, onun en zayıf olduğu, etkinin en güçlü olduğu yerde yapacağız. Önderliği sahiplenmeye ve savunmaya gerilla da bu temelde katılım gösterecek, bunu yapacak ki bu çizginin gerillası olabilsin. Güney de de, benzer durumda planlama ve mevzilenmemizde değişiklik yapmamız gereklidir. Dar üs alanlarını savunmaktan, Güney halkını, Güney toprağını savunan, koruyan bir çizgiye kendimizi ulaştırmamız lazım. Kürdistan topraklarına ABD ordusu, Türk ordusu, İngiliz ordusu, Fransız ordusu, İran ordusu elini sallayarak giriyor; herhalde o kadar sahipsiz değil. Burada Kürt halkı yaşıyor. Bu topraklar, bu halkın topraklarıdır. Bu topraklara girenler, bu halktan izin almak zorundalar. İşbirlikçileri, izin verecek halk temsilcileri olarak görmüyoruz, kabul etmiyoruz; onlar uşaktırlar. Zaten onlar çağırıyor. Bu çerçevede Güney i yeniden ele almamız lazım. İşgale, işgalcilikle işbirliği yapan güçlere karşı tüm Güney i, ulusal demokratik değerleri, halk gerçeğini savunacak bir mevzilenmeyi, hareket tarzını, savaş tarzını, direnme tarzını ortaya çıkartmamız lazım. Kendimizi bunda yetkili görmeliyiz. KDP ve YNK, hangi orduları çağıracaklarının arayışı, yarışı içindeler. Onların, yabancı işgale karşı Kürt ulusal çıkarlarını; özgürlüğünü, demokrasisini savunacaklarını düşünmemek lazım. Kime karşı savunacaklar? ABD ye karşı, Türkiye ye karşı, İran a karşı mı savunacak? Aksine, peşmerge denen kuvvet bunların öncülüğünü yaptı. Mustafa Barzani nin, oğullarına, hiçbir şekilde Türkiye ile çatışmaya girmeyin diye bir vasiyeti var. Onlar, babalarının çocuğudurlar, kırmazlar yani. O vasiyeti kesinlikle değiştirmeyecekler. O nedenle KDP ile Türkiye çatışacakmış sanmak, öyle bir beklenti içine girmek kadar yanlış bir düşünce olamaz. Hiçbir şekilde işgalcilere karşı mücadele etmez. Biraz itiraz edebilir, ama sonunda Türkiye ne derse onların askeri gibi uyarlar. Talabani zaten herkese askerlik yapıyor; ABD yi, İngiltere yi savunucu güç olarak görüyor. Bunların askerlerini davet ediyor. Biz, bu durumu kabul edecek miyiz? Hayır, biz öyle bir özgürlükten yana değiliz. Bu özgürlük, emperyalizme, sömürgeciliğe, işbirlikçiliğe, ihanete özgürlük oluyor; halka değil. Halkın özgürlüğünün savunucusu olmamız gerekiyor. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi veriyorsak, Güney deki duruşumuz tümden değişmeli. Güney in her tarafına yayılacağız. İşgalciliğe rahat yüzü vermeyeceğiz. İşgale karşı Halkı ve Ülkeyi Savunma Kampanyası, direnişi geliştireceğiz. Meşru savunmanın güncel tanımı bu oluyor. Halk, savaş altında zorlanacak; halkı savunacak, koruyacak bir mevzilenmeyi ortaya çıkartmamız gerekiyor. Sadece kendimizi savunma anlayışı ile hareket edemeyiz. Meşru savunma bölgelerimiz artık bu dağlar olmaktan çıkmıştır; Botan, Zağros dahil bütün Güney, meşru savunma alanı oluyor. Önderlik, KADEK örgütlenmesi, Ortadoğu örgütüdür dedi. KADEK i, Ortadoğu nun özgürlük ve demokrasi öncüsü olarak tanımladı. Bütün dünya, Ortadoğu nun kalbi üzerinde, Bağdat üzerinde mücadele ederken, bizim ondan çok uzak durmamamız lazım. Öyle durduk mu, kendi kendimizi tanımlama gerçekliğimizle çelişmiş oluruz. Bunları yapma gücümüz ne kadar var? En büyük güç bizdedir, en fazla biz yapabiliriz. Unutmayalım ki, Ortadoğu da başlayan bu mücadeleyi ordular kazanamayacaklar. Teknik güç de kazanamayacaktır; ne ABD nin tekniği, ne Türkiye nin asker sayısı burada tayin edici olamayacak. Öyle olsaydı ABD sağa sola bu kadar yalvarmaz, Türkiye ye bu kadar muhtaç olmaz, savaşı bu kadar geciktirmezdi. Eğer ordular öyle hemen ele geçiriyor olsalardı Türkiye, Irak ı da, Suriye yi de alırdı. Şimdiye kadar Musul ve Kerkük üzerinde hakkımız var diye bu kadar sızlanmazdı. Yıllardır Güney e giriyor çıkıyor, fakat sonuç alacak kalıcı bir şeyler yapamadı. Bu güçler, teknik üstünlüklerine, asker sayılarına dayanarak sonuç alacaklarına inansalardı, gerilla eğitimi yapmaya başlamazlardı. Gece gündüz kendilerini gerillalaştırdıklarının propagandasını yapmaya kalkmazlardı. ABD de, Türkiye de öyle yapıyor. Saddam Hüseyin de saldırılar karşısında Bağdat ı, gerilla tarzıyla savunacağını ifade ediyor. Eğer teknik güç üstünlük sağlasaydı, herkes ona ulaşmaya çalışırdı. Eğer büyük asker yekünü iş yapsaydı, herkes yedeklerini daha fazla askere çağırırdı. Dikkat edilirse etkili çizgi, bizim çizgimizdir. Herkes kendini bizim tarzımıza uyarlamaya çalışıyor. Biz, bu bakımdan en avantajlı durumdayız. En çok gerilla tecrübesi olan, hazırlığı olan, bütün eksikliklerine rağmen gerilla olarak varolan biziz. Mevcut mücadeleyi kazanmaya en yatkın, bu mücadeleye en uyumlu güç durumundayız. Tarzımız, anlayışımız, örgüt yapımız, yaşam gerçeğimiz, mücadele çizgimiz buna uygun oluyor. Mücadelenin nasıl kazanılacağını da doğru değerlendirmek gerekiyor. Mücadeleyi, doğru tarz kazanacak. Herkes gerillalaşarak etkili olmak, böyle bir süreçten kazançla çıkmak istiyor, onu öngörüyor. Bu mücadeleyi, inançlı ve örgütlü olan güçler kazanacaklar. Kimin inancı ve örgütlülüğü güçlüyse, o sonuç alacaktır. Ne teknik güç, ne asker sayısı sonucu belirlemeyecek. Belirleyici olan inanç, örgütlülük ve tarzdır. İnanç, kendini feda etmeye hazır olmak; niçin savaştığını bilmek, o amaç için kendini vermeye hazır olmak demektir. Bu konuda bizden üstün bir güç var mı? Örgüt, insanların birbiriyle uyumu, ortak bir amacı gerçekleştirmek için ölümüne birlikte hareket etmesidir. Böyle bir örgütlülüğü bizden daha güçlü yaratan olabilir mi? Türkiye nin de, ABD nin de örgütlü eylem güçleri zayıftır; birbirlerine kenetlenmeleri yoktur. Çünkü bilinçli değildirler, kendilerini feda etmeye hazır değildirler. Dolayısıyla güçlü değiller. Güçlü olan biziz. Gerilla bir örgüt, bilinç yaflam, inanç olay d r Kimse, büyük ordularla istilaya kalkarak, hava bombardımanıyla sonuç alınacağına inanmıyor. Saddam Hüseyin de burası Afganistan değildir dedi. ABD de öyle bir tarzla sonuca gidemeyeceği kaygısını açıkça itiraf ediyor. Geriye, onu aşmak için gerillalaşmak kalıyor. Küçük birimlerle, gizli hareketlerle, baskınlarla sonuç almayı öngörüyorlar. Gerilla, sadece bir tarz değildir. Gerilla, bir örgüt olayıdır; gerilla bir bilinç olayıdır; gerilla, bir yaşam gerçeğidir; gerilla, bir inanç olayıdır. Alaylarını, tugaylarını, taburlarını takımlar haline getirebilirler, gerilla mangalarına dönüştürebilirler, rambo timleri kurabilirler, ama bu gerilla oldukları anlamına gelmez. Onların, bunları verme güçleri yok. Sadece sayıyı azaltmak ve ona göre silahlandırmak gerilla olmayı ifade etmiyor. Önderlik, 1 Eylül sürecini başlatırken, boşuna bu sürecin militanı fedailiktir demedi. Fedailiği tereddütsüz, eksiksiz bir hale getirmeliyiz. Endişemiz, kaygımız, bireyciliğimiz, kendimize göre hesabımız bitmeli artık, bunların bir belirtisi bile kalmamalı. Bunlarla bu çizgiye katılınamaz. Öyle diyenler çizgiden, Önderlikten kopukturlar. Öyle olduktan sonra dönüp bir de bu kadar bağlıyız, Önderliği şu kadar seviyoruz, savunuyoruz dememeliler. O, kendini aldatma oluyor. Gerçekten öyleysen, pürüzsüz ve eksiksiz fedai çizgisine gireceksin. Kendini tümüyle amaca kilitleyeceksin. Kendini eğiteceksin, bilincini geliştireceksin. Ne yapıldığını, nasıl yapılacağını anlayacaksın. Ekim Devrimi nasıl yapıldı, kaç kişi yaptı? Herkes halkın ayaklandığını sandı. Ekim Devrimi ni beş kişilik bir tim yaptı. 20. yüzyılda, yüzyıl boyunca dünyayı sarsan o büyük devrimin yaratıcısı beş kişilik bir timdi; ama gözü pekti, cüretkardı, girişkendi, iddialıydı; gücü vardı, inancı vardı, bir şeyler yaratacağına inanıyordu. Yaratamazsa da, geride kalmayı kabul etmiyordu. O cüret, işte o büyük devrimi yarattı. Önümüzdeki dönemde Güney de, Irak ta bir sürü şehir, kasaba devrimi gerçekleşebilir. İktidar her gün birkaç sefer el de değiştirebilir. Çok büyük askerler getirirler, her tarafı denetim altına alırlar sanmamak lazım. O askerler korkudan tiril tiril titreyecekler, onları korumak için yeni askerler gerekecek. İşbirlikçilerin KDP ile YNK nin rolü burada ortaya çıkıyor. Onlar da kendilerini burada daha iyi pazarlarlar. Para kazanmaya hazırlanıyorlar zaten. Kendilerine yaşam alanının açıldığını söylüyorlar. Bu ortam, Özgürlük mücadelesi için de elverişli bir durumdur. Özgürlük mücadelesini geliştirmek, ulusal özgürlüğü, demokrasiyi, toplumsal özgürlüğü geliştirmek için ortam sonuna kadar açılacak. Mücadeleci bir duruş büyük destek görecek; Kürt halkının desteğini görecek, Ortadoğu halklarının desteğini görecektir. İşbirlikçilik bu biçimde iyice tecrit edilecektir. Her şeyden önce Güney de kadınlar büyük destek verecek. PÇDK hep toplanıyor, kongreler yapıyor; Güney devriminin, bir Kadın devrimi olarak geliştirilebileceğini söylüyorlar. Kadın devrimi böyle gelişecek. Namuslu ve dürüst bütün insanlar büyük destek verecekler. İşbirlikçilik ile yurtseverlik, herkesin görebileceği şekilde ayrışacak. O zaman PÇDK etkinliği, gerçek yurtsever hareket, gerçek özgürlük ve demokrasi hareketi olarak halktan büyük destek görecek. Kadınları, gençleri, halk güçlerini örgütleyecek. Halkın yeni yönetimi, gerçek yönetimi ortaya çıkacak; meşru savunma budur. Güney de bu yönlü bir mücadeleyi oturtmamız bile, Kuzey de ve Türkiye de yeni devrimler yapma sürecini başlatacak. Güney e böyle bir gerilla savaşı düzeyini oturtursak, bu, Kuzey de halk ayaklanması, Türkiye de demokratik devrimin gerçekleşmesi demektir. Yeni Ortadoğu, böyle mücadelelerle, bu tür değişiklikleri yaratarak gerçekleşecek. ABD nin istekleriyle değil de, halkın bu temelde gelişecek devrimci demokratik eylemiyle, serhildanıyla, ayaklanmasıyla gerçekleşecek. Süreç, böyle bir süreç. Doğru anlamalı, doğru sonuçlar çıkartmalıyız. Temelsiz bir hayalcilik içerisinde olmamalıyız, ama geleceği de derinlikli görebilmeliyiz. Hayalci olmayacağız diye kendimizi çok geri, çok dar, çok pasif bir konuma çekmemeliyiz. Yönetimimizin, halk hareketinde, kitle çalışmalarında oportünist tutumlar derken, kast ettiği durum budur. Gerilla da kendini öyle geri duruma çekerse, kendini oportünist çizgiye çekmiş olur. Büyük ve güçlü özgürlük hayalleri güderse, onu gerçekleştirmek için oldukça cüretkar, girişken, örgütlü bir davranış gösterirse, yeni dönemin zaferini yaratabilir. Sadece Kürdistan da özgürlüğü, demokrasiyi geliştiren bir savunma kuvveti değil de, Ortadoğu halklarının özgür demokratik geleceğini savunan bir kuvvet haline gelir. Ortadoğu halklarının savunma kuvveti olur. Önderlik böylesi dönemlerde hep şunu söyledi: Hedefi büyük olanın çabası da büyük olur. Yeni çalışmalar yürütebilmek için böyle bir mücadele süreci içerisinde herkes kendini pratikleştirebilir, Önderlikle, şehitlerle bütünleşebilir; böylece tarih karşısında görevlerini yerine getirmenin imkanını yakalayabilir. Her kadro, halkımızın her bir ferdi böyle bir mücadele içerisinde, yaptıkları hazırlığı pratikleştirmelidirler. Böyle bir mücadeleyle kendilerini düşünce ve pratik olarak geliştirmeli, yeteneklerini ortaya koymalıdırlar. Kendilerini, olay ve olguları iyi gören, iyi anlayan özgürlük savaşçıları haline getirmelidirler. Böyle bir sürece tümüyle giriyoruz. Bundan böyle herhangi bir geri tutum, zayıf durum söz konusu olamaz. Anlamayanlara anlatalım, sürecin gerçeğini göremeyenleri görür hale getirelim, zayıf olanlara güçlenmesi için yardımcı olalım, eğitilmelerine, örgütlenmelerine yardım edelim. Kendimizi, bu dönemin oldukça etkili, başarılı, zaferler kazanan militanı haline getirmek için elimizden gelen her şeyi yapalım. Bütün yoldaşlarımızı ve halkımızı böyle bir güçlenme içine çekmek için elimizden gelen bütün desteği verelim. Bu temelde yeni mücadele sürecinde yoldaşlara ve halkımıza başarılar diliyoruz.

8 Sayfa 8 DA LARDA HERKESE YER VAR Y ılbaşının en temel özelliği çok fazla barış temennilerinde bulunulması oluyor. Ortadoğu üzerinde savaş olasılığı arttıkça, hemen herkesin bu savaş ihtimaliyle ilişkili olma durumu arttıkça, barış temennileri daha da çoğalmaya başlıyor. Çünkü savaş, gelip kapıya dayanmıştır. Aslında değişik yöntemlerle yaşanıyor da. Mevcut durumda, bunun daha şiddetli, daha yoğun olma durumu tartışılıyor yılının 2003 yılına devrettiği gerçeklik budur. 11 Eylül saldırıları ve ardından gelişen Afganistan daki savaş, Irak ve Ortadoğu üzerinde de yoğun bir askeri ve siyasi mücadeleyi gündeme koydu. Bölge üzerinde geliştirilen ekonomik mücadeleden sonra yoğun bir askeri mücadeleye girişildi. Gelinen aşamada Irak ve Ortadoğu üzerinde bir savaşın olup olmayacağından çok, bunun ne zaman ve hangi yöntemlerle gelişeceği tartışılmaya başlandı. Hatta bunun için takvimler de belirlenmeye çalışıldı. Bu anlamda 2002 yılı savaş gerginliği ile dopdolu geçti. Bu gerginlik hemen herkesi de içine aldı. Bu konuda yoğun bir propaganda savaşı yaşandı. Siyasal mücadele çok yoğun ve şiddetli oldu. Bununla, bir yandan savaş önündeki engeller aşılmaya çalışılırken, diğer yandan bazı sorunların çözüm arayışı sürdü. Fakat gelinen nokta, çözümün sağlanamadığı yönündedir. Savaş ihtimalinin artması, mevcut güçlerin yaşanan sorunlara siyasi mücadeleyle çözüm bulamamasından kaynaklanıyor. Siyaset, çözüm için yetersiz mi? Öyle demek doğru değil. Fakat mevcut güçlerin siyasi duruşları, çizgileri, dolayısıyla çözüm arayışları Ortadoğu daki sorunları çözmeye yetmemektedir. Bunun yanında çözüm üretecek siyasal güçler de kendi siyasi çizgilerini pratikleştirecek güce ulaşamamışlardır. Siyasetin çözümsüzlüğü ve savaş ihtimalinin artması buradan kaynaklanıyor. Buna bağlı olarak yıl boyunca yürütülen siyasi mücadele, savaş önündeki birçok engeli de ortadan kaldırmış bulunuyor. ABD seçimleri, Türkiye deki 3 Kasım seçimleri, ABD nin Avrupa ve Rusya ile ilişkileri, Rusya da yaşanan olaylar, yine ABD nin Ortadoğu üzerinde yürüttüğü siyasi, diplomatik çalışmalar, ABD müdahalesi önündeki engellerin önemli bir kısmını gidermiş bulunuyor. Engeller tümden aşıldı mı? Hayır; o tamamen gerçekleşmiş değil. Hala, ABD nin Irak a askeri müdahalesi önünde engel oluşturan güçler var ve mücadele bu temelde sürü- Savafl ihtimalinin artmas, mevcut güçlerin yaflanan sorunlara siyasi mücadeleyle çözüm bulamamas ndan kaynaklan yor. Siyaset, çözüm için yetersiz mi? Tabii ki öyle de il. Fakat mevcut güçlerin durufllar, çizgileri, dolay s yla çözüm aray fllar Ortado u daki sorunlar çözmeye yetmemektedir. Bunun yan nda çözüm üretecek siyasal güçler de kendi siyasi çizgilerini pratiklefltirecek güce ulaflamam fllard r. yor yılında bir savaş gerginliği yaşandı, fakat savaşa izin verilmediyse bu, savaş önünde engel olan güçlerden kaynaklanıyor. ABD nin siyasi ve askeri düzeyi, bir askeri müdahalede bulunmaya yetmedi yılı büyük mücadele yılı olacaktır 2003 yılında da bu durum devam edebilir mi? Kuşkusuz bir mücadele var ve bu hala devam ediyor. Fakat birçok engel aşılmış, ABD, askeri müdahale için önemli avantajlar yakalamış durumda. Dolayısıyla bunları değerlendirmek istiyor. Bu avantajları, özellikle de Türkiye deki gelişmeleri, Irak ta bir yönetim değişikliğini sağlamak için değerlendirebilmek istiyor; bunu, kendisi için önemli ve kaybedilmemesi gereken imkanlar olarak değerlendiriyor. Bazı aydınlara göre ABD nin iç yapısı, ABD ekonomisinin durumu bir savaşı gerektiriyor. Saddam Hüseyin e karşı olmaktan, Ortadoğu da etkinlik kurmaktan da öteye, ABD ekonomisinin içinde bulunduğu krizin ancak bir savaşla aşılabileceği düşüncesinden hareketle ABD nin bir askeri müdahaleye mahkum olduğu söyleniyor. Bütün bunlar, 2002 ye göre bu yılı savaşa, askeri çatışmalara daha yakın bir yıl haline getiriyor. Yılbaşı temennilerinde barışın bu kadar işlenmesinin temel nedeni elbette bu oluyor. Savaş ihtimali, askeri hazırlıklar, yaşanan yoğun siyasi mücadele dikkate alınırsa, 2003 yılının büyük bir mücadele yılı olacağı kesin görünüyor. Yeni yılın temel özelliği, büyük bir mücadele yılı olacağıdır. Bu mücadele askeri çatışma biçiminde mi olur, yoksa yoğun siyasi ve kitlesel mücadelelerle mi geçer? Bu konuda net bir şey söylenmese, askeri çatışma ihtimali çok artmış bulunsa da, esas olanın bir mücadele yılı olacağıdır. Körfez Savaşı başladığında Saddam Hüseyin, ABD-Irak çatışmasını, savaşların anası olarak tanımlamıştı. Bu savaş, uluslararası düzeyde sistem değişikliğinin başlangıcı olması itibariyle bir dünya savaşı kadar da rol oynadı. Yabana atılır bir değerlendirme değildi o. Savaş, Sovyet blokunun çözülüşünü hızlandırdı. Fakat asıl olarak Sovyetler Birliği nin varolup olmadığını denedi. Yaşam gücünü kaybetmiş, yaşam damarları kopmuş, bir enkaz haline gelmiş rejim, bu deneme ardından çözüldü ve çöktü. Doğu bloku denen sistem, Körfez Savaşı ardından, geçen on yıl içerisinde çözüldü, değişim yaşadı, yeniden yapılanmaya uğradı. 20. yüzyılın uluslararası sistemi, böylece Doğu yakasıyla tamamen değişmiş oldu. Kapitalist uygarlık çağında, dünyanın bir sistem içine alındığı günümüzde uluslararası sistemler, dünya savaşlarıyla oluşuyor. I. Dünya Savaşı, böyle bir sistem oluşumuna yol açtı. Daha önceki tarihi süreçte de genel uygarlık sistemi, uygarlığın en büyük güçleri arasındaki hesaplaşmalarla belirleniyordu. Kapitalist çağda da aynı kural bu biçimde sürdü. Nükleer savaş gerginliği ortamında yeni bir savaşa giremeyen dünya, ABD-Sovyet çatışması temelinde ve Körfez Savaşı ardından bir uluslararası değişim sürecine girmiş oldu. Burada Körfez Savaşı, bir dünya savaşıymış gibi, I. Dünya Savaşı na benzer bir rol oynadı. Bu değişim süreci 11 Eylül olayları ile yeni bir düzey kazandı. 11 Eylül, Körfez Savaşı nın siyasi bakımdan bir devamı oluyor. Güçleri farklı da olsa, çok değişik yöntemler de uygulanmış olsa, siyasi bakımdan uluslararası sistemi değiştirmek itibariyle bir dünya savaşının parçası gibi oldu. Nitekim ABD, 11 Eylül ardından III. Dünya Savaşı nın başladığını ilan etti. Geçen on yılda Doğu blokundaki değişimin bir benzeri, 11 Eylül ile birlikte Batı sistemi içerisinde de başladı. Bu bakımdan büyük mücadele süreci, zaten 90 lardan bu yana yaşanıyor yılı, uluslararası sistemi değiştiren mücadeleler açısından tayin edici, önemli çatışmaları içerecek, yine önemli sonuçlar ortaya çıkartacak bir yıl olacağa benziyor. Değişik güçler arasında yaşanan mücadelelerin, 2002 yılı boyunca yapılan hazırlıkların ulaştığı sonuç ve 2003 yılına devrettikleri bunlar oluyor. Buradan hareketle 2003 yılının büyük mücadele yılı olacağını söylüyoruz. Bu mücadele çok şiddetli bir çatışma biçiminde de olabilir. Bu olasılık güçlü bir biçimde var ve buna göre de hazırlıklar yapılıyor. Dolayısıyla yeni yıl, bir savaş yılı olmaya da aday. Savaş, insanlığı tehdit edici olduğu için, yeni yılın savaşsız geçmesi temennileri, birçok çevrenin tutumu oluyor. Savaş ihtimalini ortadan kaldıramayan, savaş olasılığını engelleyemeyen, yürütülen savaş hazırlıkları karşısında ancak seyirci kalan güçler, en azından temennilerle kendilerini rahatlatmaya, bir moral düzey kazanmaya çalışıyorlar. ABD kendisini savaşla egemen kılmak istiyor 2003 yılındaki mücadelenin görünen yönleriyle temel özellikleri neler olacak? Birincisi, 11 Eylül sürecinin yol açtığı bir mücadele olacağıdır. Buradan bakarsak, bir sistem içi mücadelenin varolduğunu görüyoruz. Sorunlarının kendi iç çelişkilerinden kaynaklanan Batı nın, insanlığın sorunlarına çözüm bulamaması karşısında içine girdiği gelişme düzeyini ifade ediyor olmasıdır. Dolayısıyla bu mücadele, ABD öncülüğündeki Batı sisteminin, insanlığın sorunlarına çözüm bulamaması karşısında değişmesi, sorunların çözümü önünde engel olmaktan çıkacak bir değişimi, dönüşümü esas alan, onu öngören, orayı hedefleyen bir mücadele olması oluyor yılının ikinci temel özelliği, yıla damgasını vuracak olan mücadelenin karmaşıklığıdır. Bazılarının gördüğü ya da göstermek istediği gibi yalnızca iki güç arasında bir mücadele yoktur. ABD öyle göstermek istiyor. Irak yönetiminin yaklaşımı da belli ölçüde böyle. ABD, terörizm adıyla bir düşman tanımı yapmış, kendisiyle terörizm arasında bir savaşın varolduğunu söylüyor ve terörizme kendisi karar veriyor. Dolayısıyla, istemedikleri kendi karşısında, istedikleri ise kendi yanında oluyor. Dünyanın geri kalan kısımları, bu yönlü bir ikili duruşa hapsedilmek isteniyor. Böyle bir duruş, 20. yüzyıl sistemi içerisindeki bir duruş oluyor, oradan kalan bir alışkanlıktır. Siyasi ve askeri güçler 20. yüzyılda böyle yaptılar. Böyle mücadele etmek, savaşmak daha kolay oluyordu. Sovyet-ABD bloklaşması buna izin veriyordu. Fakat o sistem şimdi geçerli değil, değişiyor. Eskiden kalan güçler, eski alışkanlıkları olduğu gibi yeni sürece taşımak istiyorlar. O, değişmemenin, değişime karşı direncin bu biçimde ortaya çıkması oluyor. Eski duruşu ve yöntemi olduğu gibi devam ettirerek, aslında mücadelenin bir değişim mücadelesi değil de, iki güçten birinin haklı çıkacağı, egemen olacağı bir duruma düşürmek istiyorlar. Bu yanlıştır ve böyle olmasını isteyenlerin düşünceleridir. Fakat Irak üzerindeki mücadele bununla sınırlı değildir. Yani iki güç değil, çok değişik güçler vardır. Bu, sadece Irak üzerinde bir egemenlik mücadelesi de değildir. Bir Ortadoğu mücadelesi, yeni uluslararası sistem yaratma mücadelesidir. Dolayısıyla dünya- nın bütün güçlerini ilgilendiren bir mücadeledir. Herkes bu mücadele içerisinde şu veya bu oranda, tarzda yer alıyor. Bu bakımdan birçok gücün içinde yer aldığı, karmaşık bir mücadeledir. Böyle görmek ve değerlendirmek gerekiyor. Yeni yılın üçüncü temel özelliği, ABD nin yaklaşımlarına yöneliktir. Bazılarının sandığı gibi Irak ta yaratılmak istenen çatışma, ABD nin yeni dünya düzeni kurma göstergesi olmuyor. Mevcut Irak çatışması, Batı sisteminin, özellikle de ABD öncülüğünün artık işleri eskisi gibi götürememesi sonucunda, onun değişim zorunluluğu olarak ortaya çıkıyor. Kuşkusuz ABD, olursa bir savaşla kendini egemen kılmak istiyor. Sovyetlerin çözülüş sürecinde gündemleştirdiği, ABD İmparatorluğu diyebileceğimiz yeni dünya düzeni oluşturmanın hayallerini güdüyor. Ama ABD, geçen on yılda belli bir etkinlik sağlamış olsa da, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki etkinliğini aşmış değil. Özellikle de 11 Eylül süreci karşısında, mevcut siyasetiyle ilerleyen bir güç değil. ABD, Sovyetler Birliği ne karşı bütün Batı yı, Avrupa yı kayıtsız şartsız arkasına aldığı zaman liderdi, dünyanın en büyük gücüydü. Sovyetler Birliği karşısında olan herkes, kendisine sözsüz itaat ediyordu. Mevcut durumda ise, Sovyetler Birliği karşısında ayakta tuttuğu sistem, kendi içi çelişki ve çatışmasını yaşıyor. 11 Eylül süreci, böyle bir çatışma süreci oluyor. Burada, gelişen, güçlenen bir ABD öncülüğü ve ona dayalı bir sistemin oluşmasından ziyade, daha önce oluşmuş olan sistemin çözülmesinden, değişmesinden söz etmek gerekir. Bu, ABD nin zayıf düştüğünü gösteriyor. Nitekim 2002 yılı bunu çok net gösterdi. Avrupa, Hitler rejimini saymazsak I. Dünya Savaşı ndan bu yana ABD ye ilk defa bu düzeyde tavır alıyor. Bu tavır alış, Türkiye nin AB ye giriş sürecinde daha da net açığa çıktı. Avrupa Türkiye yi, ABD nin truva atı olarak gördü. Ve açıkça ABD truva atını birliğimiz içinde görmek istemiyoruz dedi. Bundan on beş yıl önce Avrupa dan böyle bir sesin duyulması mümkün müydü? Avrupa, kendi kararını aldı, ABD karşısında bir güç olduğunu ortaya koydu. Nitekim Rusya ile ilişkileri, en son Almanya nın Çin ile ilişkileri, böyle bir süreç ardından bu durumu net gösteriyor. Avrupa, İngiltere dışında, kendi içinde bir sistem oluyor. Mevcut durumda Avrupa sistemi, Sovyetler e karşı ABD nin şemsiyesi altına giren 11 Eylül, Körfez Savafl n n siyasi bak mdan bir devam oluyor. Güçleri farkl da olsa, çok de iflik yöntemler uygulanm fl da olsa, siyasi bak mdan uluslararas sistemi de ifltirmek itibariyle bir dünya savafl n n parças gibi oldu. Geçen on y lda Do u blokundaki de iflimin bir benzeri, 11 Eylül ile birlikte Bat sistemi içerisinde de bafllad. Bu bak mdan büyük mücadele süreci, zaten 90 lardan bu yana yaflan yor.

9 Sayfa 9 Türkiye, yeni bir iç mücadele sürecine girdi. Art k eski statüko afl ld ve onu geri getirmek mümkün de ildir. Dolay s yla statükoculuk ile de iflim aras ndaki mücadele afl lm flt r. Bu noktada sonuç alan de iflim güçleri oldu. Türkiye, durdurulamaz bir biçimde de iflim süreci içerisine girdi. De iflim nas l olacak, bunu kim sa layacak, hangi yönde iflleyecek? Türkiye, iflte böyle bir mücadele süreci içine girmifl oluyor. Türkiye deki de iflim, sadece Türkiye nin de il, Ortado u da da art k eski statükonun afl lmas n bafllatm fl oluyor. Ortado u da, statükoculu u tutan güç Türkiye idi. Türkiye de çözüm olmadan, de iflim bafllamadan, Ortado u nun hiçbir ülkesinde siyasi de ifliklik olamazd. Dolay s yla Ortado u da bir de ifliklik olabilmesi için, Türkiye deki engelin kalkmas, bunun önünün aç lmas gerekiyordu, bu sa lanm flt r. bir sistem değildir. O konumdan çıkmış durumdadır. Batı sisteminin çözülüşü budur aslında. Sovyetler Birliği karşısında oluşan Batı sistemi, 11 Eylül den bu yana geçen bir buçuk yıllık süreç içerisinde aşılmıştır. Süreç, bunun daha da gelişmesi yönünde işliyor. Sadece AB nin aşılması da değil; Yeltsin döneminin Rusyası ile, Putin döneminin Rusyası da birbirinden çok farklı. Geçmişte Rusya nın, şurada veya burada ufak bir baskı hareketi, başta ABD olmak üzere, Avrupa dan şiddetli tepki alırdı. Sovyetler Birliği o tepkilerle yıkıldı aslında yılının sonunda yaşanan olaylarda mevcut yönetim, hiç kabul edilmeyecek yöntemlerle beş yüzden fazla insanı katletti; kimsenin gıkı bile çıkmadı. Rusya ya karşı bir eylem oldu, kırk kişi öldürüldü; başta ABD olmak üzere herkes kınadı. Bu, yeni Rusya nın uluslararası alandaki gücünü, etkinliğini, değişik güçlerin Rusya ya ne denli muhtaç olduğunu ve Rusya ile ne tür ilişkiler içinde olduklarını gösteriyor. Kısaca ABD nin güçlendiği, tek güç olduğu ve her yere istediği gibi bir düzen vereceği, Irak ı ve Ortadoğu yu da sihirli bir el gibi düzenleyeceği görüşü doğru değildir. Tersine ABD, askeri güç olarak Ortadoğu ya girebilir, ama çıkıp çıkamayacağı, nasıl çıkacağı belli değil. Sürecin genel karakterine, 11 Eylül olaylarının sistem içi bir çatışma olduğu gerçeğine bakarsak, ABD nin tek güç olacağı değil de, geçmişte olduğu süper güç konumundan geriye düşeceği görülüyor. Bu bakımdan Irak a yapılacak bir askeri müdahalenin, ABD nin ne kadar çıkarına olup olmadığı da tartışmalıdır. Zaten ABD yönetimi içerisindeki herkesin böyle bir savaşı destekliyor da değil. ABD, böyle bir savaşa iç ve dış bazı çevreler tarafından biraz da sürükleniyor gibi. Bazı savaş rantçıları sonuç almak istiyorlar. Bazıları da ABD yi çıkmaza sokmak istiyorlar. Biz şunu söyleyebiliriz: İster bir askeri çatışma olsun, ister olmasın, Irak ile Ortadoğu üzerindeki mücadele ABD yi daha ileriye götürmeyecek, geriletecektir. Bir ABD imparatorluğunu, tek bir gücün dünyayı yönetmesini geliştirmeyecek, tersine, geçmişte bu düzeyde olan gelişmeler tasfiye olacaktır. Sovyetler Birliği sisteminin doğu ucu nasıl tasfiye olduysa, ABD etkinliğindeki sistemin batı ucu da böyle tasfiye olacaktır. Yeni uluslararası sistem, bir veya iki gücün dünya egemenliği olarak değil de, daha demokratik, daha paylaşımcı, daha çok gücün içinde yer aldığı bir sistem olacaktır. Irak müdahalesiyle gerçekleştirilmek istenen Ortadoğu üzerindeki mücadele, tümüyle yeni bir sistem mücadelesidir. Zaten I. Dünya Savaşı yla oluşan dünya sistemi de, Irak ın ve Ortadoğu nun paylaşımı üzerinden şekillenmişti. Şimdi oluşacak değişim üzerinden de yeni bir sistem şekillenecek, onun mücadelesi veriliyor. Belirtilenlerle bağlantılı olarak yeni yılın dördüncü temel özelliği, mücadelenin bir anda bitmeyeceği, eski sistemi aşma, yeni bir sistemi kurma mücadelesi olduğu için, bunun belli bir süre alacağıdır. Doğu blokunun dağılması nasıl ki on yıl gibi bir zaman aldıysa, Batı nın değişimi de en azından on yıllık bir mücadele sürecini alacak. ABD, 11 Eylül ardından on beş, yirmi yıllık bir dünya savaşı ilanında bulunmuştu. Son gelişmelerle, Irak a müdahale için Ortadoğu ya asker getirirken de üç yıl, beş yıl, hatta on yıllık bir savaşın, bir askeri harekatın öngörüldüğü basına yansıyor. ABD bile mücadele sürecini böyle el alıyor. Demek ki, belli bir dönemi alacak bir mücadele süreci içerisindeyiz yılı, böyle bir mücadele süreci içerisinde önemli sonuçların ortaya çıkacağı, siyasi mücadelenin daha da yoğunlaşacağı, büyük ihtimalle askeri çatışmaların devreye gireceği bir yıl olacağa benziyor. Bu mücadeleler yeni sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Bu da, Irak ve Ortadoğu üzerindeki ilerlemenin, yeni sistemin yaratılması yönünde ortaya çıkmasına yol açacak. Türkiye deki değişim demokrasi mücadelesinin sonucudur yılının siyasi olayları bakı- üzerinde durmamız 2003mından gereken diğer önemli husus, birinci yanla bağlı olmak üzere Türkiye deki gelişmelerdir. Şu net ortaya çıktı: Türkiye deki iç siyaset, kendi iç çelişkilerinin bir ürünü olduğu gibi, en az onun kadar dış çelişki ve çatışmaların da bir ürünü oluyor. Bunlar birbiriyle bağlantılı olarak gelişiyor. Nitekim Ortadoğu da bir mücadele gerektiğinde, Türkiye nin iç siyaseti bir değişim yaşadı. Zaten bölgedeki gelişmelere cevap veremeyerek bir tıkanmayı yaşıyordu. Bu temelde yıl ortalarında, tahmin edilmeyen, hiç de beklenmeyen bir biçimde 3 Kasım da erken seçim yapılarak siyasi yapı değiştirildi. Eski hükümet ve meclis gitti, yerine yenisi geldi. AKP hükümet, CHP muhalefet oldu; iki partili bir meclis ortaya çıktı. Türkiye, belli bir değişimi yaşadı. 3 Kasım seçimleri başlı başına bir olay değil elbette. Ama uzun bir mücadelenin sonuçlarının yansıdığı bir yerdir. Bu bakımdan 3 Kasım seçimlerinin her şeyi değiştirdiğini söylemek doğru değildir. Türkiye siyasetini asıl değiştiren, 60 ların ortalarından beri yürütülen büyük demokrasi mücadelesidir. Bu mücadelenin, 70 lerin ortalarından bu yana Kürdistan da ciddi bir savaş düzeyine yükselmesidir. Bu mücadele oligarşik yapıyı darbeledi, parçaladı. Oligarşik sistemi aşılma noktasına getirdi. Elli yıllık oligarşik düzenin siyasi yapısını, parti ve liderlerini artık iş yapamaz konuma düşürdü. 3 Kasım seçimleri, bunun sonucunun alındığı, gerçeğin böyle olduğunun herkese gösterildiği bir yer oldu. Seçimlerin en önemli yanı budur. Kendisi başlı başına bir mücadele değil, ama uzun süre devam eden büyük demokrasi mücadelesinin sonuçlarını gösterdi. O zaman demokratik bir iktidar mı oluştu diye soruluyor. Hayır, demokratik bir iktidar oluşmadı. Demokratik bir iktidar oluşmadıysa, 3 Kasım seçimlerinin yarattığı siyasi değişikliğin demokrasi mücadelesiyle ilişkisi nedir, diye soruyorlar. Bunu, daha çok da demokratik cephede yer alan çevreler soruyor. Zaten bu sonucun ortaya çıkmasının sorumluları onlardır. Anlamadıkları, bu sonucun ortaya çıkmasına fırsat vermelerinden anlaşılıyor. Dolayısıyla şimdi de neden bu sonucun çıktığını anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar aslında. Çünkü özeleştiri vermeleri gerekiyor. Otuz beş yıllık büyük, ağır bedeller ödenen mücadelenin sonucu derlenememiş, başkalarına kaptırılmıştır. Burada ciddi bir sorumluluk duygusuyla özeleştirel bir yaklaşım içerisinde olmak gerekirken, bazı çevreler hiçbir şeyin değişmediğini dile getiriyorlar. Bu yanlıştır. Çok şey değişti de, yerine getirilmeyen görevler var. Bu görevleri yerine getiremeyenler, artık sorumluluklarının bilincine ulaşmalıdırlar. Aslında makul olan, gerçekleşmesi gereken sol demokratik bir iktidardı. Yürütülen mücadele, Türkiye deki siyasi değişimi bu noktaya getirmiştir. Mücadeleyi sol güçler, demokratik güçler yürütmüşlerdir. Sağın birçok akımı oligarşinin siyasi iktidarı olarak hükümet olmuş, hüküm icra etmişti, aslında aşılmışlardı. Dolayısıyla süreç doğru anlaşılsa, gerekli siyasi örgütsel çalışmalar yürütülseydi, bugün sol demokratik bir iktidar olacaktı. Bunu yapamayan, sol demokratik güçlerin kendileridir aslında. AKP ve CHP, onların zayıflıklarını değerlendirdi. Bu iki güç de buna uygun güçlerdi. Özellikle AKP, zaten büyük ölçüde rantçılık üzerinde oluşmuş, geçmiş süreci rantçı olarak sürdürmüş güçlerden oluşuyor. Eskinin aşıldığını, onların aşılmasını sağlayan yeni güçlerin ise zayıf olduğunu, yarattıkları sonucu göremediklerini, dolayısıyla ortaya çıkan boşluğu gördüler. AKP, buradan doğdu. Bütün partilerden rantçılar bir araya geldiler, boşluktan yararlanarak kendilerini iktidara taşıdılar. İşin gerçeği budur. Fakat böyle oldu diye de bu, 3 Kasım da bir değişikliğin olmadığı anlamına gelmiyor. 3 Kasım, eski statükonun aşılması yönünde on yıllardır yürütülen mücadelenin kesin sonucunun siyasete taşınması oluyor. Oligarşinin siyasi yapısı aşıldı. Türkiye nin eski statükocu konumu kırıldı. Türkiye, bir değişim, yeniden yapılanma süreci içerisine alındı. Ama Türkiye yi değiştirecek, yeni bir Türkiye olarak kuracak, yapılandıracak güçler örgütsüzdüler ve kendilerini örgütleyip iktidara taşıyamadılar. AKP iktidarı eski ile yeniyi uzlaştırma gücüdür Türkiye de değişim ve yeniden yapılanmanın gereklerini yerine getirecek bir iktidar ortaya çıkmadı. Böyle bir durumda boşluğu dolduran AKP, değişim yapacak, yeniden yapılanmayı sağlayacak, oligarşiyi tümden aşacak bir güç değildir. Çok kısmi değişikliklerle daha çok kamuoyunu aldatmaya çalışacaktır. Aşılan sistemi, kısmen değiştirerek yaşatmak isteyecek, ona yeni bir ömür vermek isteyecektir. Türkiye de ortaya çıkan sonuç bu oldu. Bu şu anlamlara geliyor: Bir; Türkiye, yeni bir iç mücadele sürecine girdi. Artık eski statüko aşıldı ve onu geri getirmek mümkün değildir. Dolayısıyla statükoculuk ile değişim arasındaki mücadele aşılmıştır. Bu noktada sonuç alan değişim güçleri oldu. Türkiye, durdurulamaz bir biçimde değişim süreci içerisine girdi. Değişim nasıl olacak, bunu kim sağlayacak, hangi yönde işleyecek? Türkiye, işte böyle bir mücadele süreci içine girmiş oluyor. Mevcut siyasi yapı, iç ve dış çıkar çevrelerinin hükümeti Türkiye de, onların çıkarları doğrultusunda değişiklikler yapacak. Gerçek bir demokratik Türkiye nin yaratılması için ise, demokratik halk güçlerinin mücadele yürütmesi gerekecek. Bu anlamda iç ve dış çıkar çevreleri doğrultusunda bir Türkiye yaratma hedefini güden güçlerle, halkların demokratik özgür ve kardeşçe yaşamını öngören ve bu temelde köklü demokratik dönüşümü hedefleyen güçler arasında Türkiye yi yeniden yapılandırma mücadelesi başlamış oluyor. İki; Türkiye deki bu durum, sadece Türkiye nin değil, Ortadoğu da da artık eski statükonun aşılmasını başlatmış oluyor. Ortadoğu da, statükoculuğu tutan güç Türkiye idi. Türkiye de çözüm olmadan, değişim başlamadan, Ortadoğu nun hiçbir ülkesinde siyasi değişiklik olamazdı; nitekim olamadı da. Irak ta, yine başka yerlerde mücadeleler oldu ama değişiklik olmadı. Dolayısıyla Ortadoğu da bir değişiklik olabilmesi için, Türkiye deki engelin kalkması, bunun önünün açılması gerekiyordu, bu sağlanmıştır. Ortadoğu daki değişim Irak savaşına bağlanıyor. Fakat Irak mücadelesi, aslında bir Türkiye mücadelesidir, bir Ortadoğu mücadelesidir; bir sistem mücadelesidir. Bu, yeni bir sistem yaratmayı ifade ediyor. Bunun sağlanmasında da Türkiye deki iç mücadele ve gelişmeler belirleyici rol oynuyor. Irak üzerinde mücadelenin yoğunlaşması, 3 Kasım seçimleriyle Türkiye de ortaya çıkan sonuçlara bağlıdır. Türkiye de statüko aşılıp değişimin önü açıldığı için Irak ta siyasi iktidarı değiştirmek mümkün hale gelmiştir. Irak üzerinde mücadele yoğunlaşıyor ve bu devam edecek. Sadece Irak la sınırlı da kalmayacak, Ortadoğu nun diğer ülkelerine de yayılacak. Yalnız başına bir Irak sistemi olmayacak. Irak taki mücadele, başta Türkiye olmak üzere, Ortadoğu nun hepsini içine alan yeni bir düzenleme temelinde sonuç bulacak. Burada da Türkiye nin yaklaşımları, Türkiye deki değişimin durumu belirleyicidir. 3 Kasım da ortaya çıkan sonuç, Irak ta, Ortadoğu nun diğer alanlarında değişim mücadelesinin önünü açtı. Ama çözümü getirmeye yetmeyecek. Çözümün gerçekleşmesi için Türkiye de demokratik değişim ve yeniden yapılanmanın sağlanması gerekecek. Demokratik bir Ortadoğu nun, dolayısıyla demokratik bir uluslararası sistemin oluşması, Türkiye nin demokratik değişimine bağlıdır. Bunu, herkes böyle gördü. Clinton bile 99 da, 21. yüzyılda dünyanın, Türkiye nin alacağı duruma göre şekilleneceğini ifade etti. Bugün yaşanan gerçeklik de budur. Türkiye yönetimine ilişkin şunu belirtiyoruz: Bu yönetim, bir uzlaşma yönetimi, rantçı bir güç. Çıkarları için dış gericilikle, içte ordu ve devletin kendisiyle uzlaşıyor. Türkiye devletinin asli güçleri ise, biraz maddi çıkar vererek bu güçleri yeni bir kanmış gibi siyasi mücadelede kullanmak istiyorlar. Karşılıklı menfaatin ortaya çıkardığı bir uzlaşma durumu var. Bu anlamda bu iktidarı çok güçlü değişiklikler yapacak, çizgisi, ilkeleri olan, bunları uygulama gücünü sağlayacak bir çerçevede görmemek lazım. Esas olan Türkiye devletinin kendi gerçek yapısıdır. Türkiye nin gerçek yapısı ne kadar değişti? Onun daha ileri bir değişime uğratılması nasıl olacak? Bu durumların anlaşılması gerekiyor. Görünen o ki aslında bu iktidar, AKP oluşumu, Türkiye yi yeniden yapılanmaya uğratacak demokratik güçlerin tasfiyesinde kullanılmaya çalışılıyor. Kısa süreli hükümet pratiğinin sonuçları bunu gösterir durumda. Her ne kadar söylemde değişimin olacağı, yeniden yapılanmanın olacağı, demokratikleşmenin sağlanacağı, sivil toplum örgütleriyle birlikte hareket edileceği söylense de, bütün bunlar büyük ölçüde aldatmaya yöneliktir, değişik çevreleri etkisizleştirmeyi hedefliyor. Gerçekte demokrasi de, özgürlük de kendi çıkarlarını sağlamakla sınırlı oluyor. AKP nin, Tayip Erdoğan ın çıkarları, demokrasinin sınırı olarak çiziliyor. Şimdiye kadar ki tutum bu biçimdedir. Ondan öteye gerçek bir demokratik tutum yok. Tersine baskıcı bir tutum var, şiddet tutumu var. Bu, Önderliğe yaklaşımda net olarak ortaya çıkmış durumda. Demokrat olmanın ölçütü Önderliğe yaklaşımla belirlenir Şunu unutmayacağız: Türkiye de artık demokrat olmanın ölçütü Önderliğe yaklaşımla belirleniyor. Devlet Bahçeli hep Abdullah Öcalan ı soruyorlar, kimse bizi sormuyor diyordu. Sen iktidarsın, seni kim soracak? Elbetteki demokrasinin ölçütü, sınırları olarak muhalefete yaklaşım

10 Sayfa 10 görülecek. Bundan daha doğal ne olabilir? Bu bakımdan Önderliğe karşı yaklaşım, Türkiye de ne kadar demokrat olup olunmadığının, Türkiye nin demokratikleşmesinin ne kadar istenip istenmediğinin temel ölçütüdür. Başka doğru bir ölçüt yoktur. Bu hükümet, Önderlik üzerinde bir baskı, sınırlandırma, tecridi ağırlaştırma süreci geliştirdi. Her şeyin bu hükümetten kaynaklanmadığı söylenebilir. Olabilir, ama Türkiye de yaşanan her şeyin sorumlusu bu hükümettir. Hükümet olmak, yaşanan siyasetin sorumluluğunu üstlenmek anlamına geliyor. Bu bakımdan Tayip Erdoğan ın başbakan olması için harcadığı çabaya, demokratik bir çaba diyemeyiz. Ne kadar demokrat olunup olunmadığını ölçmek için Başkan Apo ya yaklaşıma bakarız. Buradan baktığımızda oldukça çıkarcı, iki yüzlü, rantçı bir yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Bu iktidarın Türkiye yi köklü demokratik değişime uğratmak bir yana, kısmi değişiklikler bile yapamayacağı ortaya çıktı. Kendini oldukça şoven, baskıcı yaklaşımlara dayandırarak yaşatmak, iktidarını buna dayanarak uzatmak istiyor. Önderliğe ne göre oluşturulmuş, hazırlanmış bir siyasi yapı oluyor. Bu durum Türkiye de biraz teşhir edildi. Bundan kaygı ve endişe duydular. Yılbaşının ön gününde bütün basını toplayarak yanlış değerlendirildiğini söylemeye çalıştılar. Bir söz vardır, ateş olmayan yerden duman çıkmaz diye. Eğer yanlış idiyse, bu kadar kaygıya ne gerek var? Yanlıştan öte, toplumun duyarlı kesimleri, demokratik halk güçleri, hükümetin ve muhalefetin Türkiye yi bir serüvene sürükleme tutumunu gördüler, bunu açığa çıkardılar. Herkes yaşamını sokakta bulmuş değil. Elbette kendi yaşamını düşünüyor, anlamaya çalışıyor. Onun barış içerisinde sürmesini istiyor. Bu nedenle hükümetin mevcut yaklaşımlarını, kendi yaşamları için tehdit edici gördüler. Bunu teşhir ettiler; bu teşhir Türkiye kamuoyunda etkili oldu. Bu sonuç, aslında Türkiye toplumunun yaklaşımını da gösteriyor. Hükümet bunun karşısında zorlandı. Bu teşhiri önlemek için, aldatıcı girişimlerini basın aracılığıyla geliştirmeye çalışıyor. Bu da, hükümetin genel rolüne uygun bir tutum oluyor. ma ve kabul ettirme çabaları var. Bu oyunu bozmamız lazım. Bunların Kürdistan üzerindeki etkinlikleri çok azdır, sınırlıdır. Kürdistan ın sadece Güney parçasında, o da her biri bir bölgede, asıl olarak da aşiretleri üzerinde etkinlikleri var. Birer aile diktatörlükleri var. Demokratiklikle, bir parti olmakla da alakaları yok. Aşiret de değildirler. Aşiret adı altında toplanmış bir aile egemenliğidir süren. Kendisini daha iyi pazarlayabilmek için parti olarak, Kürdistan gücü olarak lanse ediyor, Kürt siyaseti olarak göstermeye çalışıyor. Bu bir oyundur. Ne alakaları var Kürt toplumuyla? Ne kadar oy var arkalarında, ne kadar destekleri var! Bunlar gerçektir. ABD nin, İngiltere nin füzelerinin gölgesinde oluşturulmuş birkaç şehirde hükümranlık sürüyorlar, onun adı Kürt siyaseti, Kürdistan ın gelişimi oluyor. Kürdistan burası mıdır? Kuzey de, Doğu da, Küçük Güney de, Büyük Güney de, yurtdışında milyonlar, on milyonlar halinde Kürt halkı ayakta, serhildana kalkıyor. Bir ulusal birlik, bilinç, ruh oluştu; ulusal önderlik gelişti. İnsanlar, gözlerini kırpmadan, canları da dahil her şeylerini böyle bir ulusal gelişmeye, önderliksel gelişmeye fe- kır da sorun çözüme kavuşturulmadan, Irak ta, Hewler de, Süleymaniye de çözüm olmaz. Ne Irak ın öyle bir gücü ve statüsü var, ne de Hewler ve Süleymaniye nin. Ortadoğu üzerinde siyasi gücü, yine Kürdistan üzerinde siyasi egemenliği sağlayan Türkiye dir. Kürdistan ın kalbi de Amed dir. Bu noktada bir çatışma var tabii. Gericiler, aşiretçi feodal güçler, işbirlikçiler için başkent Hewler dir; demokrasi ve özgürlük isteyen, halkın özgürlüğünü geliştirmek isteyenler için ise ulusun kalbi, halkın kalbi Amed de atıyor. Günlük olarak halk, eylemiyle böyle bir gerçeği yaşıyor, yaşatıyor, temsil ediyor. Kürt siyaseti orada dönüyor. Kürt halkının ulusal demokratik siyaseti, duruşu, kendisini orada gösteriyor. Dolayısıyla Kürdistan, Amed de temsil ediliyor. Amed de çözüm olmadan hiçbir yerde çözüm olamaz. Bunları adımız gibi öğrenmemiz gerekiyor. Bunlar tarihin, Kürdistan ın, Ortadoğu nun gerçekleri. Emperyalizm ve işbirlikçilik, bu konuda bilincimizi çarpıtmaya çalışıyor. Bazı çevreler tarafından, Irak ta federasyon olacak, Güney de de Kürtlere hak verilecek, aman bu bozulmasın, hepimiz buna hiz- gürlüğünden, demokrasisinden, yaşamından vazgeçilecek. Bu, soykırım benzeri bir oyun aslında. Uzun süredir Kürdistan da inkar ve imha siyaseti bunu yürütüyordu. Şimdi buna yeni bir biçim vermeye çalışıyorlar. 20. yüzyılın başında Ermenilere karşı da böyle yaptılar. Bir Erivan verildi, o da Sovyet sisteminin içine iyice alındı, kuşatıldı; onun dışında kalan bütün Ermeniler dünyanın dört bir yanına savruldu, yok edildiler. Şimdi Erivan da kalanlar da yaşayamaz durumdalar. Onlar da gönüllü olarak sağa sola kaçmaya çalışıyorlar, Erivan ı da boşaltıyorlar. Ermeni soykırımı böyle gerçekleşti. Kürtler de Duhok ve Hewler e sıkıştırılıp, işbirlikçi ağalara biraz imkan ve güç verilerek orada tutulup, onun dışındaki tüm Kürt varlığı yok edilmek isteniyor. Bu bir oyundur yani. O nedenle federasyon yok; Irak ta bir çözüm yok. İyi anlamamız, uyanık olmamız lazım. Böyle deyince bazıları, Kürtlerin Ermeniler gibi olmadığını söylüyorlar; Kürtlerin sayıları çoktur, yok edilemezler, dönem soykırım yapmaya uygun değil, dünyada demokrasi var diyorlar. Bunlar yanlış yaklaşımlardır. Doğru, Kürtler çok, ama Kürtler üzerinde baskı uygulayan Nas l ki ngiliz siyaseti Kürt sorununu çözmezse, KDP ve YNK de Kürt sorununu çözemezler. Çözüm, bunlar n siyasetinin ortadan kalkmas yla mümkün olacakt r. Gerçek böyleyken, uluslararas gericili e dayanarak, hatta uluslararas komplonun bir parças olarak Kürt siyasetini sadece bu güçlere ba lama, bu güçleri Kürt siyaseti olarak tan mlama ve kabul ettirme çabalar var. Sözde büyük diplomatlar Washington, Ankara, Tahran, fiam aras nda gezerek, kendi aile, afliret ç karlar n sa lamak için Kürdistan satmaya çal fl yorlar. Gerçekten Kürt halk n n özgürlü ünü isteselerdi, oralarda gezmek de il de, mral da olmalar gerekiyordu. Neden Kürt gerçekli i üzerinde çal flan, siyaset yapmak isteyen baz lar, insanl k tarihinin en a r bask koflullar n yafl yorlar da, baz lar baflkent baflkent dolafl yorlar. yaklaşımdan ortaya çıkan budur. Bu noktada Türkiye nin mevcut iktidarla ilerlemesi, bir değişimi yaşaması mümkün değildir artık. Belki bu hükümetin aşılması biraz zaman alacak, ama bu sürecin başladığı da söylenebilir. Gerçek yüzünü göstermek gerekiyor bu çevrelerin. Bu hükümet, özellikle Irak ta yönetim değişikliğinde kullanılmak isteniyor. Bu, oldukça somut bir durum. Bu bakımdan, iç ve dış çıkar çevrelerinin hükümeti oldu. İç çıkar çevreleri, bu hükümeti demokratik güçleri tasfiye etmekte kullanmak istiyor. Dış çıkar çevreleri ise, Irak yönetimini değiştirmekte kullanmak istiyor. Mevcut hükümet de bunları kabul etmiş bulunuyor. İçte uyguluyor zaten. Önderlik üzerindeki baskıyı, demokratik güçleri aldatarak onlara karşı baskı geliştirmeyi uygulamaya koymuş durumda. Dışta ise ABD nin istemleri doğrultusunda, Türkiye nin kapılarını dış müdahaleye açıyor. Ondan da öteye Ortadoğu devletleri nezdinde girişimlerde bulunuyor, çaba harcıyor, daha fazla harcayacak. Abdullah Gül, bütün Ortadoğu devletlerine bir ziyaret düzenleyeceğini belirtiyordu. Türkiye, bir islam ülkesi olarak nüfuzunu kullanacak. ABD müdahalesine, islam aleminde zemin yaratmaya çalışacak. Hatta daha da ileriye giderek, Saddam Hüseyin yönetiminin uzlaşmayla değiştirilmesi için ABD ile Irak arasında arabulucu olmaya çalışıyorlar. Türkiye, ABD nin savaşla sonuç alması için kapıları açacak. Şimdiden bir anlaşma var aslında. Muhalefetin başı olarak Deniz Baykal bile, anlaşmaktan başka çarelerinin olmadığını söylüyordu. Demek ki mevcut siyasi yapı, hükümeti ve muhalefetiyle, ABD nin Ortadoğu müdahalesi- Kürt halkı üzerindeki oyunlara karşı uyanık olmalıyız Üçüncü husus olarak, Kürdistan üzerinde durmamız gerekli. Kürt sorununa ne tür yaklaşımlar sergilendiğini değerlendirmek gerekiyor. Bu konuda 2003 yılına neler devredildi? 2003 yılında neler olacak? Kürt sorununun çözümü hangi noktaya geldi? Çözüm ne kadar gelişiyor? Çözüm önünde engeller, tehlikeler ne kadar var, ne tür oyunlar oynanıyor? Özellikle 2002 yılında çok yoğunlaşmış olarak işbirlikçiliğin yürüttüğü faaliyetlerden söz etmemiz gerekli yılına taşınan o oldu. Çok yanlış bir hava oluştu, bunu düzeltmemiz gerekiyor. Kürt siyaseti deyince bazı çevreler, Barzani ve Talabani yi esas alıyorlar. Bu, kendi çıkarlarına öyle uygun geliyor ve böyle göstermeye, herkese böyle kabul ettirmeye de çalışıyorlar. Bu yanlıştır; bir emperyalist oyun, bir İngiliz oyunudur. 20. yüzyılın başında oluşturulan Kürt kapanı böyle şekillendi. Bu, günümüzde de devam ettirilmeye çalışılıyor. Unutmayalım ki, Barzani ve Talabani bir ulusal güç değildirler. Demokratik güç hiç değildirler. Kürt sorununun çözüm gücü değildirler. Kürt sorununu ortaya çıkartan, sorunun bir parçası durumundalar. Sorunu yaratan güçler çözüm yaratamazlar. Nasıl ki İngiliz siyaseti Kürt sorununu çözmezse, KDP ve YNK de Kürt sorununu çözemez. Sorunu, zaten bunlar yarattılar. Dolayısıyla çözüm, bunların siyasetinin ortadan kalkmasıyla mümkün olacaktır. Gerçek böyleyken, uluslararası gericiliğe dayanarak, hatta uluslararası komplonun bir parçası olarak Kürt siyasetini sadece bu güçlere bağlama, bu güçleri Kürt siyaseti olarak tanımla- da ediyorlar. Bu, Kürt halkının, Kürt insanının yaşadığı gerçekliktir. Burada bazı yanılgıları, yanlışları düzeltmemiz gerekiyor. Kürt siyaseti olarak Barzani ve Talabani yi görmek, emperyalist işbirlikçi bir yaklaşımdır. Bunun demokratlıkla, ulusal kurtuluşçulukla, özgürlükçülükle bir alakası yok. Bu, egemen, sömürücü yaklaşımın kendisi oluyor. Kürt sorununun çözümü olarak Büyük Güney i görmek, onun içerisinde de Duhok u, Hewler i, Süleymaniye yi Kürt sorununun çözüm alanı olarak göstermek bir oyundur. Kürt kapanının günümüzde devam ettirilmesi oluyor. Duhok, Hewler ve Süleymaniye ye karşılık bütün Kürdistan ın satılması isteniyor. Sözde büyük diplomatlar Washington, Ankara, Tahran, Şam arasında gezerek, kendi aile, aşiret çıkarlarını sağlamak için Kürdistan ı satmaya çalışıyorlar. Yoksa, kim onları gezdirir? Gerçekten Kürt halkının özgürlüğünü isteselerdi, oralarda gezmek değil de, İmralı da olmaları gerekiyordu. Neden Kürt gerçekliği üzerinde çalışan, siyaset yapmak isteyen bazıları, insanlık tarihinin en ağır baskı koşullarını yaşıyorlar da, bazıları başkent başkent dolaşıyorlar. Demek ki farklılıklar var. Ortadoğu dan bağımsız olarak Irak ta bir çözümün olacağını sanmak yanlıştır. Türkiye de ve Ortadoğu da çözüm olmadan, orayla birleşmeden yalnız başına Irak ta herhangi bir çözüm olmaz. Oluşturulacak bir Irak federasyonu içerisinde Güney Kürdistan a, Kürtlere yer verileceği, dolayısıyla Kürt sorununun çözüleceği, Kürdistan ın kurulacağı söylenerek, Kürt halkından bütün gücünü buraya vermesi isteniyor. Bu yanlıştır. Nasıl ki yalnız başına bir Irak çözümü olamazsa, Güney de Kürt sorunu çözülemez. Türkiye de Kürt sorunu çözülmeden, Diyarba- met edelim gibi bir hava yaratılıyor. Bu, şu anlama geliyor: Barzani ve Talabani ağalarına bütün ulus kul köle olsun. Onların aile, aşiret çıkarları için bütün Kürdistan satılsın. Pazarlamaya çalışıyorlar zaten. Ankara da hangi pazarlığı yapıyorlar? Talabani, Ankara ya gitti, dağda şu kadar Apocu var, şöyle engelleyebiliriz diye bilgi ve öneri sundu. Barzani yi de ortak saldırıya katmak için çağırdılar, şimdilik gitmek istememiş görünüyor. Onlara dayanarak Abdullah Gül, açıklama yaptı, dört beş bin kişidirler, istersek askeri operasyon da yapabiliriz dedi. Özgür Kürt Apo Kürdüdür Eylül 1998 Washington Antlaşma- başlatılan uluslararası komplo- 17sı yla nun yeni bir düzeyi planlanmak isteniyor da önce Önderliğe saldırdılar, 2000 de de gerillaya saldırdılar, ama istedikleri sonucu alamadılar e girerken Önderlik üzerinde saldırı yürütüyorlar, en ağır baskı sistemi altına aldılar, gerillaya karşı da saldırıya hazırlanıyorlar. Güney de Kürtlere hak falan verilmiyor. 92 de Güney savaşında nasıl yapıldıysa, aynı biçimde PKK ye, gerillaya saldırmak üzere bazı güçler para karşılığında satın alınıp kullanılmaya çalışılıyor. Bu gerçeği görmemiz lazım. Daha da ilerisi, Irak ta ABD nin federasyon diye ortaya koyduğu plan şu: Güney in bile çok daralmış bir alanı bu ağa güçlerine verilecek, her birine bir aşiret krallığı verilecek, içinde ABD nin egemenliği, etrafında da Türkiye nin egemenliği olacak. Bu güçler, Kürt özgürlüğüne dayalı bütün gelişmelere karşı kullanılacaklar, saldırtılacaklar. Böylece herkes, sadece bunlara verilen haklara Kürt hakkı diyecek, diğer yerlerde Kürt halkının ulusal varlığından, öz- güçler de çok. Dünya sistemi bunun üzerinde şekilleniyor. İnkar ve imha siyaseti İngiltere nin oluşturduğu dünya sisteminin üzerinde yükseldiği bir siyaset. Dönem, içinde yaşadığımız çağ soykırıma uygun değil, demokratik gelişmeler çağı, doğru; fiziki katliamlar belki geçmişteki gibi yapılamaz, ama beyaz katliam yapılabilir, zaten öyle yapıyorlar. Zorla sürgün etmezler, ama ekonomik vb yollarla sürgün ederler. Zaten Kürtler, şu an dünyanın dört bir yanına dağıtılmış durumdalar. Fiziki olarak yok edemezler, ama asimile ederler. Kürtler üzerinde asimilasyon çok büyük ölçüde uygulanmış, ilerletilmiş, hala da uygulanmaya çalışılıyor. Ermeniler üzerinde uygulanan yöntemlerin aynısı olmayabilir, ama özü aynı olan, aynı sonuçları doğuracak politikalar başka yöntemlerle Kürtler üzerinde uygulanmaya çalışılıyor. Bu oyunları göreceğiz, uyanık olacağız. Şu doğruları iyi tespit edeceğiz: Her kimin Kürt halkına, Kürt politikasına yaklaşımını anlamak istiyorsak, Başkan Apo ya yaklaşımına bakacağız. Kürdün varlık, özgürlük, özgür Kürdün bu dünyada varolma ölçütü, Başkan Apo nun durumudur. Barzani ile, Talabani ile Kürtlük olmaz. Onlar, dört bin yıl öncesinin fosilleşmiş Kürdüdür. Yeni Kürt, özgür Kürt, komşu halklarla birlik ve kardeşlik içerisinde yaşamayı öngören Kürt, Apo Kürdüdür. Kürt siyasetini Başkan Apo yürütüyor. Bütün Kürdistan da ulusal siyaseti, ulusal önderliği temsil ediyor. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümünün bir tek adresi var: O da Önderlik gerçeğidir. Başka hiçbir elle Kürt sorunu adil ve demokratik çözüme kavuşturulmayacaktır. Tam tersine, Kürt sorunu bastırılmaya çalışılacaktır. Devam sayfa 33 te

11 Sayfa 12 KADEK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Duran Kalkan, uluslararası komplonun tarihsel ve güncel gerçekliğini değerlendirdi Komploya karfl beflinci y l mücadelemiz TOPYEKÜN D REN file GEL fit R LECEKT R Bafltaraf sayfa 36 da Çok zayıf güçlere dayanıyor olmasına rağmen, onun büyük devrimci ve değiştirici gücünden duyduğu korku, ABD yi tez elden, daha küçükken bastırmak üzere Başkan Apo ve Kürdistan ulusal demokratik hareketine karşı uluslararası komplocu bir saldırı düzenlemeye yöneltti. Bu da, iyi anlaşılması gereken bir durumdur. Mevcut durumda da böyle bir mücadele, bütün sıcaklığıyla yaşanıyor. Farklı güçler varmış, çelişkiler çok yönlüymüş gibi gözüküyor. Bu, yüzeysel bakıldığında ortaya çıkan ve ayrıntıda varolan bir durum aslında. Günümüzde değişim ve yeniden yapılanmayı içeren iki çizgi, bu temelde mücadele ediyor. Bunlardan biri, ABD nin dünyaya hakimiyet mücadelesi; diğeri, Başkan Apo nun Demokratik Uygarlık Manifestosu nda çizdiği, Kürt halkı başta olmak üzere, tüm halkların ve demokratik güçlerin giderek daha fazla uygulayacağı, yaşayacağı demokratik özgürlükçü düzen, demokratik uygarlık çağının gelişimi, bunu içeren bir uluslararası sistemin oluşması mücadelesidir. Bu iki çizgi, iki sistem arasında bir mücadele var. Bu mücadelenin bir gereği olarak, bunun çıkar ve sömürü tarafı olan uluslararası gerici güçlerin komplocu saldırıları, böyle bir durumu ortaya çıkardı. Buradan baktığımızda, komplocu güçlerin hedeflerini rahatlıkla görebiliriz. Bu, Kürdistan daki demokratik çözümü engellemek, Kürt sorununu çözümsüz kılmak hedefidir. Kürdistan ı, kendi çıkarları için kullanacakları bir yapıda tutmayı hedeflemektir. Bu da Kürt sorununu çözümsüz kılmaktır. Zaten Kürdistan sorunu, emperyalizmin böl yönet politikası temelinde ortaya çıkartıldı. I. Dünya Savaşı içerisinde Kürdistan bölündü, paylaşıldı, farklı egemenlikler altına alındı. Kürt toplumunun üzerinde inkar ve imha siyaseti uygulandı. Kürt sorunu, böyle ortaya çıktı. Bunun baş mimarı İngiliz emperyalizmidir. Bunu, Fransa ve bazı diğer güçlerle ittifak halinde yaptı. Yine bölgedeki aşiretçi feodal gericiliğe dayanarak yaptı. Böylece Kürt sorununu ortaya çıkartarak, Kürdistan ı bölüp parçalayarak, onun üzerinde inkar ve imha sistemi uygulayarak Kürtleri denetim altında tutmayı, Kürdistan ı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı, böylece bölgeyi denetlemeyi öngördü. Aynı yaklaşım, şimdi de ABD tarafından devam ettiriliyor; ABD-İngiliz ittifakı, aynı siyaseti yürütmeye çalışıyor. Buradan baktığımızda, esas olarak Kürt sorununun çözümsüz kılınması, Kürt sorununun demokratik çözümü yönünde geliştirilen inisiyatiflerin ezilmesi hedefleniyor. Ortadoğu da mevcut çelişki; bölünme, parçalanma ve buradan doğan çatışma sürdürülmek isteniyor. Çıkarlar, buna bağlanmaya çalışılıyor. Uluslararası gerici güçler, çıkar çevreleri, büyük sermaye, Ortadoğu toplumlarının demokratik değişimi yaşamasından, sorunlarını demokratik yöntemlerle çözmesinden, bu çerçevede Kürt sorununun demokratik çözümünü gerçekleştirmesinden ve böylece Demokratik Ortadoğu Birliği nin yaratılmasından korkuyorlar. Dolayısıyla buna doğru yol alacak bir gelişmeyi engellemeye çalışıyorlar. Ortadoğu da böylesi bir gelişmeye, bütünüyle PKK öncülük yapıyordu. Başkan Apo, çözüm çizgisini düşünce olarak geliştirdi, siyasi olarak böyle bir mücadeleyi yürüttü. Askeri olarak gelişen gerilla hareketi, değişim ve çözüm sürecinin önünü açtı. Önderliğimiz, bunu demokratik yöntemlerle sonuca getirmek üzere 1 Eylül 1998 sürecini geliştirdi. Tam da böyle bir süreçte, demokratik çözümün gelişme ihtimalinin güçlenmesi karşısında, bölge için demokratik değişim ve dönüşümü öngören, birliği yaratmayı hedefleyen çözümün gerçekleşmesini engellemek üzere uluslararası gericilik saldırı hareketine geçti. Böyle bir saldırıda, işbirlikçi çete güçlerinin de yeri vardı kuşkusuz. Uluslararası komployu kimler düzenledi? Bu komploya kimler ne amaçla katıldı? Bu hususları Başkan Apo da çok yalın ortaya koydu. ABD-İngiltere-İsrail ittifakının böyle bir komployu planlayıp gerçekleştirdiği konusunda artık kimsenin kuşkusu yok. Bu güçler, başta Yunanistan ve Rusya olmak üzere, Kenya gibi birçok gücü kendi siyasetleri doğrultusunda kullandılar. Bazı ekonomik çıkarlar vaat ederek, onları kendi siyasetlerine hizmet eder kıldılar. Avrupa devletleri, yine Ortadoğu devletleri gibi birçok güç de ya çıkar karşılığında susturuldu ya da baskıyla ürkütülüp geriye itildiler. Böylece herkes bu komploya suç ortağı yapıldı; ya katılarak ya da sessiz kalarak. flbirlikçi çete çizgisi komploda tarihi rolünü oynad Aslında komploda en az payı olan, Türkiye nin kendisidir. Çünkü komplo, bir yönüyle de Türkiye ye karşı bir komplo, bir saldırıydı. Türkiye yi, Kürt sorununu çözemez kılarak, sonu gelmez bir Türk-Kürt çatışması içine iterek uluslararası gerici güçlere, büyük devletlere muhtaç kılmak istemişlerdir. Türkiye nin bu komploda pratik olarak da payı azdı. Aslında komployu planlayan güçler onu tezgahladılar ve bu temelde Başkan Apo yu kaçırıp Türkiye ye teslim ettiler. Böyle bir komploda yerel işbirlikçi güçler de belirgin rol oynadılar. Komplonun böyle planlanmasında işbirlikçi çete çizgisinin başı olarak Şemdin Sakık ın rolünü görmek lazım. Tıpkı 80 lerin başında Şahin Dönmez in Türk özel savaş güçlerine öncülük etmesi, akıl vermesi gibi, 98 de de Şemdin Sakık, Başkan Apo ve PKK gerçeği konusunda Türk özel savaş güçlerini fazlasıyla bilgilendirdi. Provokasyon, böyle bir saldırının gelişmesinde rol oynadı. İşbirlikçi güçler de komploda temel bir rol oynadılar. Çok iyi biliyoruz ki Başkan Apo, 1 Eylül 1998 sürecini başlattıktan hemen sonra KDP ve YNK temsilcileri Washington da bir araya geldiler. 17 Eylül 1998 Washington Anlaşması imzalandı. Celal Talabani, bizzat bu anlaşmaya imza koydu, Mesut Barzani de öyle. Bu anlaşmanın en temel maddesi, PKK ye karşı ortak mücadele idi ve basına açıklanan tek madde de bu oldu. Kısa bir süre sonra da Önderliğe yönelik 9 Ekim saldırısı başlatıldı. Şu rahatlıkla söylenebilir: 17 Eylül Washington Anlaşması, uluslararası komplo anlaşmasıydı. Washington da, 17 Eylülde, uluslararası komplonun harekete geçirilmesi için düğmeye basıldı. Eğer Celal Talabani ve Mesut Barzani düğmeye böyle basmasalardı ve uluslararası komploya evet demeselerdi, dünyada hiçbir güç Başkan Apo ya yönelik böyle bir saldırı geliştiremezdi. Dolayısıyla Kürt işbirlikçiliği, tarihi işlevini bir kez daha oynadı. Enkidu dan bu yana kendi önderlerini Kürt halkının aydınını, yürütücüsünü, yöneticisini katletme işlevini bir kez daha Başkan Apo şahsında sürdürmek istediler. Barzani ve Talabaniler, çağın Enkiduları olmaya soyundular. Bu gerçeği iyi anlıyoruz ve hiçbir zaman unutmayacağız. Çünkü bunun, daha sonraki süreçte ne anlama geldiğini de iyi gördük. Bu bir suçlama da değil. Uluslararası komploya karşı çıkmayan, kınamayan, onun karşısında olmayan tek güç, Barzani ve Talabani oldu. Şimdiye kadar da bu konuda henüz bir açıklama yapmış değiller. Dolayısıyla işbirlikçi çete güçlerinin, işbirlikçi hain güçlerin, yerel işbirlikçiliğin böyle bir komplonun tezgahlanmasında belirgin yeri olduğundan kuşku duymamak gerekli. Böyle olunca, uluslararası gericiliği birleştiriyor, bölge gericiliğini birleştiriyor, Kürt işbirlikçiliğini birleştiriyor. Uluslararası gericiliğin komplo saldırısı, bütünüyle özgür Kürdü reddetmeyi içeriyor. Bütün bunları içine alan komplocu saldırının hedefi özgür ve iradeli Kürdü yok etmektir. Bugün de bu durum yaşanıyor. Dikkat edilirse işbirlikçi Kürde, Kürt sorununu yaratan ve onun bir parçası olan Kürde en altta da olsa yer veriliyor, yaşatılmaya çalışılıyor. Barzaniler, Talabaniler Washington a da, Paris e de, Londra ya da, Berlin e de gidebiliyorlar. Hatta Şam-Tahran-Ankara arasında fır dönüyorlar. Sözde diplomasi yürütüyorlar. Diğer yandan özgür Kürt Başkan Apo ise, İmralı da tarih boyunca insanlığın yaşadığı en ağır baskı koşullarında imha edilmeye çalışılıyor. Peki niye? Onlar da Kürt örgütüdürler, onların da bir sürü silahlı güçleri var. Kürdistan da en fazla insan öldürmenin sorumlusu Barzani ve Talabani dir. Hem de canice yaptılar bu işi. Geçmişte katledilen o kadar insanı unutabilir miyiz? Peki bütün bunlara rağmen nasıl oluyor da Barzani ve Talabani bütün başkentleri dolaşabiliyor da, Kürt insanının bilinç, duygu, ruh kazanması, biraz özgür yaşamı aralaması için çalışan, kendini ona feda eden bir kişi, bu denli ağır baskı ve tecride maruz kalıyor? Bu çok açıktır. Uluslararası komployu düzenleyen gericilik, başkalarının çıkarına hizmet eden iki hain güce, o çıkarlar doğrultusunda kullanılan diğer güçlere izin veriyor. Böyle bir Kürdü kabul ediyorlar, eğer buna Kürt denilebilirse çünkü çıkarları doğrultusunda, istedikleri gibi kullanıyorlar. Bunların yanında kendini özgür kılmış, bağımsız bir yaşam yolu seçmiş, bu temelde halklarla kardeşlik kurmak isteyen Kürdü tehlikeli buluyor, reddediyorlar. Onun için tek yol gösteriyorlar: İmha yolu. Bu, Başkan Apo ya ve gerillaya yönelik uluslararası gericiliğin yürüttüğü saldırıda çok açık görülüyor. Zaten uluslararası komplonun ideolojik boyutları da burada ortaya çıkıyor. Başkan Apo nun büyük düşüncesi; felsefik, ideolojik, siyasi olarak ortaya çıkardığı büyük düşünce gerçeği, Kürdistan da, Kürt insanında kısmen somutlaşma ve yaşamsallaşma imkanı bulmuş, bununla ortaya çıkan insanı, bunun yarattığı topluluğu, bunun sağladığı yaşamsallaşmayı uluslararası gericilik, kendi çıkar düzeni için en büyük tehlike görüyor. Bu, açık bir gerçektir. Bu nedenle de tehdit ediyor, reddediyor, imha etmek istiyor; hem de en ağır yöntemlerle. İnsanlığın geliştirdiği hukuku, adaleti, hakları tümüyle çiğneyerek, hiçbir kural ve kaideye bağlı olmaksızın saldırı yürüterek bu imhayı gerçekleştirmek istiyor. Bu, bugün uluslararası komplonun yeniden Başkan Apo ya yönelttiği saldırıda, Başkan Apo üzerinde uygulanan ağır baskı ve tecrit saldırısında kendini net bir biçimde gösteriyor. Bu bakımdan komplo gerçeği, şimdi daha iyi anlaşılırdır. Uluslararası komplo, her Kürde karşı değildir. Bu bakımdan Kürtler, aynı durumda değiller, homojen değillerdir. Haini var, işbirlikçisi var, ajanı var, onun bunun kucağına oturup sakalını yolan, emperyalistlerin, sömürgecilerin çıkarları için kullanılanları var; kendilerini bir tas çorbaya sağa sola satanları var, sokak düşkünleri gibi. Ama diğer yandan onurlu Kürt var; irade kazanmaya, özgür olmaya çalışan Kürt var. Dünyada onurluca, özgürce yaşayarak başka halklarla bu temelde kardeşlik kurarak insanlığı geliştirmeye kendini adamış Kürt var. Kürt halkı, Başkan Apo önderliğinde bu temelde eğitiliyor, bu temelde yeniden yaratılıyor, yüce değerlerin temsilcisi haline geliyor. Kürt insanı, tarihin başlangıcında olduğu gibi yeniden büyük bir irade kazanıyor. Bölgede özgürlük, eşitlik ve adaletin düzenini kurmak üzere büyük bir çıkış gücü haline geliyor. Uluslararası gericilik işte bundan korkuyor. Sömürü ve çıkar güçleri, bu gelişme karşısında telaşa düşüyorlar, bunu reddediyorlar, buna saldırıyorlar. Şöyle diyorlar: Köleleştirdiğimiz, en geri bıraktığımız, bölüp parçaladığımız, dolayısıyla istediğimiz yerde ve zamanda istediğimiz gibi çıkarlarımız için ABD- ngiltere- srail ittifak n n böyle bir komployu planlay p gerçeklefltirdi i konusunda art k kimsenin kuflkusu yok. Bu güçler, baflta Yunanistan ve Rusya olmak üzere, Kenya gibi birçok gücü kendi siyasetleri do rultusunda kulland lar. Avrupa ve Ortado u da birçok devlet ya ç kar karfl l nda susturuldu ya da bask yla ürkütülüp geriye itildiler. Böylece herkes bu komploya suç orta yap ld ; kat larak ya da sessiz kalarak. kullandığımız, amiyane deyimle herkesin askeri olan Kürt, nasıl olur da özgür olur, iradeli olur, örgütlü olur, bize kafa tutar; kendini bir Ortadoğu gücü haline getirir, bölgede özgürlüğün ve demokrasinin gelişmesine hizmet eder. Bunu kabul etmiyorlar, kabul etmek istemiyorlar. Böyle bir gelişmeyi görmek istemiyorlar. Bunun ilk adımlarının geliştiğini gördükçe de çılgına dönüyorlar, çılgınca bir saldırı yürütüyorlar. Uluslararası komplo, bu çerçevede insanlık değerlerine yöneltilmiş en çirkin ve en çılgın bir saldırı gerçeği oluyor. Bunları, bu beşinci yıl vesilesiyle bir kere daha kesinlikle böyle ortaya koyup lanetlemek, mahkum etmek gerekli. İnsanlığın özgür, eşit, onurlu gelişmesi, böyle bir insanlığa sahip çıkmanın yüceltilmesi açısından böyle bir mahkumiyet gerekli. Önderlik sa duyulu yaklafl m yla komployu bofla ç kard 9 Ekim den 15 Şubat a kadar olan süreçte Önderliğin komplo karşısındaki duruşu ne oldu, halk bu komployu nasıl karşıladı, buna karşılık kadro komploya ne düzeyde yanıt olabildi? 9Ekim Şubat 1999 arasında Önderliğin gösterdiği tutumun incelenmesi, insani değerlerin ve davranışların anlaşılması açısından gerçekten büyük önem taşıyor. Elbette bunu en çok Önderliğin kendisi yapabilir. Fakat bu yaşanmış bir gerçektir. Dolayısıyla herkes anlamaya, bilince çıkarmaya çalışabilir. Örneğin, Önderlik Suriye den ne için çıktı, nasıl çıktı? Farklı biçimlerde de yaşamını sürdürebilirdi. Neden öyle yapmadı da, sonunun ne olacağı hiç belli olmayan bir çıkışı gerçekleştirdi? Burada yüce bir insan meziyeti var. Biraz dost olmuş, dostluk yapmış insan karşısında gösterilen insani tutum var. Dostluğa verilen yüce bir cevap var; onu zorlamama, zorluğa sokmama, dostluğun büyük değerini ortaya koyma var. Bunu çok net görebiliyoruz. Önderlik, Suriye de kalırken de bir tek ilkesi vardı: Arkadan hançerlemeyin, yeter! Suriye ile başka ne ilişkisi, ne de anlaşması olmuştur. Hafız Esat yönetimi, uzun süre bu ilkeye uydu, bunun gerektirdiği değerli bir dostluk da gösterdi, yani arkadan hançerlemedi. İmkan vermedi, ilişki kurmadı, ittifak yapmadı ise de, arkadan hançerlemedi. Bu durum, 9 Ekim 1998 e kadar böyle sürdü. Önderlik, bu duruşa çok büyük değer biçti. Dostluk yapanın zorlandığı, kendisinden dolayı zorluk yaşadığı ve tehlikeye girdiğini hissettiği an, onu zora sokmamak için her türlü olumsuzluğu göze alarak, son derece fedakar ve cesaretli bir girişimle çıkış yaptı. Uluslararası gerici saldırıya karşı böyle yürüdü. Uluslararası gerici saldırıyı boşa çıkartmak için, dostluğun büyük değerini böyle bildi ve onu sürdürmeye çalıştı. Benzer yaklaşımı Roma sürecinde de görmek mümkün. Roma da da kalabilirdi, çıkmayabilirdi. Zorla kimse çıkaramazdı. Ama İtalyan hükümeti ciddi bir zorlanmayla yüz yüze gelmişti. ABD bastırıyordu. AB, bu zorlukları İtalya ile paylaşmak istemedi. Bununla da yetinilmedi, İtalya içindeki sağ gerici güçler, Önderlikten dolayı hükümete karşı ayaklanmaya götürüldüler. Hükümet, düşme noktasına geldi. Büyük baskı ve zorlukla karşı karşıya kaldı. Önderlik bu durumu hissettiğinde, İtalyan hükümetinin kendisinden dolayı ciddi zorluklarla karşı karşıya olduğunu gördüğünde, kendisini Roma ya, kabul etme fedakarlığını göstermiş, bu temelde dostluk yapmış olan hükümete asla zorluk çıkartmak istemedi, dostluğa yanlış yaklaşmadı. Yine, hiç belirgin olmayan bir yola cesaretle girdi. Yeter ki dostlar zorlanmasın, dostluk ölmesin. Dostluk, yüce bir değer olarak kalsın, yaşasın. Komplo sürecinde gerek Suriye de, gerek Roma da Önderliğin dostluğu böyle yücelttiğini gördük. Diğer yandan o bilinmezliklerin, uluslararası gericiliğin komplocu saldırıları karşısındaki sakin duruşu, bilinç açıklığını, yüksek bir irade gösterimini gördük. Önderlik, bunların da temsilcisi oldu. Uluslararası gericilik, büyük siyasi güce ve teknik imkana dayanarak, Önderliği, uzun süre süreci izlemekten kopartmaya, yalıtmaya çalıştı. Ancak ondan sonra 15 Şubat saldırısını yapabildi. Yoksa o zamana kadar Önderliğin süreci anlayan, değerlendiren ve ona göre tutum geliştiren tavırları karşısında etkili olamadılar. Bu tutumu tavrı, süreci nasıl karşıladığını, o günleri nasıl yaşadığını, Rusya daki kalış sürecini anlatan Tufanda otuz üç gün adlı kitap biraz veriyor. Önderlik, aslında orada uluslararası gericiliğin saldırılarını izlemiş. Bu saldırılara karşı Önderliğin duruşu, yaklaşımları, çalışmaları, saldırıları karşılama gerçeği de kitapta ifade edilmiş; bakılabilir, oradan öğrenilebilir. Daha sonra Kenya süreci var, biliniyor. Bu süreç, Önderliğin artık daraltılarak, tahriklerle, psikolojik baskılarla düşünemez hale getirilmeye çalışıldığı bir süreçtir. Böyle bir ortamda da Önderlik, oldukça sakin, serin kanlı, gerçekleri anlamaya çalışan bir tutumun sahibi olmuştur. Böyle bir tutumla 15 Şubat saldırısını karşılamış, dolayısıyla 15 Şubat saldırısının amaçlarından biri olan imha gerçeğini boşa çıkartmıştır. Telaş, endişe, yine siyasi gerçeklerden kopuk, ferdi davranışın çatışma ve imha doğuracağı açıktır. Önderlik de bunu değerlendirdi. Kenya süreci hakkındaki bilgiler değerlendirildiğinde de insan bunu net gö-

12 Sayfa 13 rebiliyor. Türk özel timlerine teslim edildiğinde de onlar bunu söylüyorlar. Komplonun içinde, Önderliği imhaya götürerek sonu gelmez bir Türk-Kürt çatışması yaratmayı amaçlayanların olduğu biliniyor. Siyasetini buna dayandıran, bununla siyaset yapan, bu temelde çıkar sağlamak isteyen güçlerin olduğu biliniyor. Önderlik, hem dostluğa değer veren hem de saldırılar karşısında son derece sağduyulu, sakin, gerçekleri gören, siyasi yaklaşımı esas alan duruşuyla bu imha amacını boşa çıkartmış bulunuyor. Önderliğin bu süreçte imhayı boşa çıkartması, aslında uluslararası komplonun yarı yarıya boşa çıkartılması, başarısız kılınması anlamına geliyor. 15 Şubat tan sonraki süreç, komplonun geri kalan yarısıdır. İlk yarısı, 9 Ekim ile 15 Şubat arasında, bizzat Önderliğin gösterdiği tutum ve davranışla boşa çıkartılmıştır. Bunu iyi anlamak, iyi görmek; Önderliğin komplo karşısında nasıl bir duruş sağladığının, onu nasıl değerlendirdiğinin, ne tür tutumlar geliştirdiğinin, dolayısıyla komploya karşı nasıl mücadele ettiğinin derslerini, doğru bir mücadele tarzı edinmek açısından özümsemek gerekiyor. Halk, Önderli in mesaj n fedai çizgisiyle yan tlad Böyle bir süreçte, Önderlik ile en iyi bütünleşen, birleşen, kuşkusuz Önderliğin yarattığı yeni Kürt halkı oldu. Önderlik de hep onlara dayandı. Fırsat buldukça halka, uluslararası komplo hakkında bilgi verdi ve onlara duyarlı olmaları çağrısı yaptı. Halk, bu çağrı mesajını iyi aldı. En kritik süreçte, fedai çizgisinde eyleme kalkarak Önderliğin bu çağrısına cevap verdi ve Önderlikle bütünleşti. Gösteriler, mitingler, başvurular, işgaller, gittikçe şiddete kadar varan, tam bir fedai çizgisinde gelişen kendini yakma eylemleriyle halk, bu kritik süreçte Önderliği savundu, sahiplendi. Fedai eylemleri, bu dönemde halkın uluslararası komploya karşı mücadelesini ifade etti. Dolayısıyla Önderliğin uluslararası komploya karşı yürüttüğü mücadeleyle halkın birleşmesini sağladı. Nitekim 15 Şubat sürecinde de Önderlik üzerinde imhanın boşa çıkartılmasında halkın gösterdiği büyük tepkinin, fedai çizgisindeki kahramanca mücadelenin önemli bir rolü oldu. Unutmayalım! Komployu tezgahlayan baş aktör ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, halkın bu tepkisi karşısında bu kadarını da beklemiyorduk demek zorunda kaldı. Kürt halkının Önderlikle bütünleşme gücünü itiraf etmek zorunda kaldı. Bu açık bir durum. Halkın bu dönemdeki mücadelesi gerçekten de kahramancadır, destansı bir mücadeledir. Az yazılmış, ifade edilmiştir. Halbuki çok büyük bir edebiyat konusudur. Yeni insanın ve yeni toplumun yaratılmasında, insan ve toplum özelliklerinin belirlenmesinde temel değerlerin ortaya çıktığı süreçtir. Her biri gerçekten de büyük kahramanlık içeren mücadelelerdi, büyük fedailer çıktı ortaya. Her biri bir ulus, bir halk yaratmaya yetecek kadar içerikliydi. Bunları böyle tanımlamak, anmak, bu vesileyle komplo sürecinin fedailerini, uluslararası komploya karşı Güneşimizi Karartamazsınız kampanyası çerçevesinde Önderlikle bütünleşen kahraman fedaileri, fedai eylemcilerini saygıyla anıyoruz. Onların anıları önünde eğiliyoruz. O ruhun ölmediğini, boşa gitmediğini, örgütümüze ve halkımıza sindiğini, Önderliğe yönelen, özgürlüğe yönelen her türlü saldırı karşısında bu ruhun ateşleneceğini, dirileceğini ve her türlü saldırıyı yakıp yıkıp boşa çıkartacağını söylüyoruz. Bu, güncel bir ruh, bir gerçek olarak yaşıyor zaten. Örgütün, kadronun, komployu nasıl karşıladığı konusunda geçen süreçte birçok değerlendirme yaptık. Ne yazık ki örgüt ve kadro gerçeğimiz, Önderliğin tutumunu ve yaşadıklarını tam olarak anlayamamıştır. Kadro ve örgüt gerçeği, halkın önderlikle bütünleşme gücünü tam gösteremedi. Tümden kopuk olduğu, hiçbir şey olmadığı söylenemez elbette. Birçok alanda, kahraman fedai eylemleri geliştiren militan kadrolar ortaya çıktı. Rusya da Taylanlardan tutalım, Kürdistan ın dört bir yanında, Arap arkadaşımız Rojbinlerden tutalım, Dilanlara, Şehristanlara kadar bir sürü fedai eylemcisi; yine cezaevinde mücadele eden, direnen, fedai eylemlilik yapan yoldaşlarımız çıktı. Bunlar önemli değerlerdi. Kadro içerisinde büyük bir rahatsızlık, huzursuzluk yaşandı, ama buna rağmen genel tutumun bir rehavet, bir gaflet durumu olduğu söylenebilir. Bu, biraz da VI. Kongre süreciyle bağlı gelişti aslında. Kongrenin karışıklığı, hay huyu, örgütü ve kadroyu komplo gerçeğinden uzaklaştırmıştır. İşbirlikçi çete çizgisinin bazı tahrik edici yaklaşımları da aslında örgütü, onun yönetim ve kadro gerçeğini adeta manipüle etmiştir. Komplo gerçeğinden uzaklaştırıp, farklı yönlere yönelterek şaşırtmış, gelişmeleri göremez kılmıştır. Şöyle de denebilir aslında: Nasıl ki Rus ve Yunanistan istihbaratları, Önderliği düşünemez hale getirmek için bir sürü psikolojik savaş, sinir savaşı yürüttülerse, işbirlikçi çete eğiliminin artıkları da VI. Kongre gerçeğimizi, örgütümüzün yönetim ve kadro gerçeğini benzer bir psikolojik savaş yöntemiyle şaşırtıp gerçeği göremez hale getirdi, kargaşa içerisine soktu. VI. Kongre, biraz da böyle bir kargaşa kongresi oldu. Bir yandan 1 Eylül ateşkes sürecinin ortaya çıkardığı durum, geri çekilme, belli ölçüde rehavet, diğer yandan VI. Kongre sürecinin yarattığı kargaşa, işbirlikçi çete eğiliminin tahrik edici, bozguncu, yıkıcı tutumları birleşerek, aslında kadroyu ve örgütü süreçten kopardı. Önderlik bu gerçeklere dikkat çekmeye çalıştı, uyardı. Örgüt yapımızı, süreci doğru anlamaya davet etti. Ancak gaflet durumu, yine tahrik durumu, Önderliğin bu çağrılarını görmeyi, anlamayı önledi. Bu bakımdan kadro süreçten kopukluğu yaşadı. Bütünüyle sürece katılamadı, komploya karşı mücadeleyi sahiplenmedi. Böylece Önderlikle örgüt arasındaki mesafe daha çok açıldı. Uluslararası komplo güçleri bu durumdan yararlanarak Önderliği örgütten tecrit etmeyi başardılar. Bu da, 15 Şubat ın ortaya çıkmasına yol açtı. Önderlik bunu yetersiz yoldaşlık olarak değerlendirdi ve uluslararası komplonun ortaya çıkmasının temel bir etkeni olarak ifade etti. Gerçekten de Önderlikten o süreçteki kopuş gibi bir kopuş olmasaydı, kadro ve örgüt yapısının komplo gerçeğini anlaması çok zor olmayacaktı. Dolayısıyla da hem örgüt ve gerilla olarak uluslararası komploya karşı durma hem de halkı harekete geçirmede, dolayısıyla uluslararası komplonun karşısına büyük bir mücadele gücü çıkarmada etkili olacaklardı. Bu da, uluslararası komplonun başarısını önlerdi. Ne yazık ki bu sağlanamadı. Önderlikten kopuş, mesafenin büyümesi, kadronun ve örgütün gaflet ve kargaşa içinde süreçten kopması, uluslararası gericiliğin 15 Şubat ı gerçekleştirmesine yol açtı. Bu, bütün kadro ve örgüt yapımız için en temel özeleştiri konusudur. Önderlik çizgisini görme, Önderlik gerçeğinden kopuşun, Önderlikle mesafeli olmanın ne anlama geldiğini görme, anlama, bu temelde değişimi yaşayarak kendini çizgiyle bütünleştirme, Önderliğe ulaştırmada temel ayraç gibidir. Bu temelde örgüt ve kadro gerçeğimiz daha sonraki süreçte büyük bir özeleştiri tutumunu geliştirdi. Komplonun ağırlığı altında kendi durumunu derinliğine değerlendirerek komploya karşı mücadele edecek, dolayısıyla 9 Ekim-15 Şubat arasında yerine getiremediği ödevleri, onun yol açtığı ağır sonuçları telafi edecek düzeyde yerine getirebilecek bir militanlığı ortaya çıkartmaya çalıştı. Bu özeleştiri sürecimiz devam ediyor. Uluslararası komployu yenilgiye uğratana kadar da namuslu, şerefli, onurlu her militan açısından devam edecektir. Komployu yenip, Önderliğin ve halkın özgürlüğü sağlanmadan hiçbir militan, örgüt, kadro; kendini başarı kazanmış, sonuç almış, dolayısıyla çizgiyle bütünleşmiş sayamaz. Bu duygu, bu temelde bir yoğunlaşma, bütün militan yapıda sürmektedir. Bu da yeni bir militanlaşmayı, uluslararası komploya karşı mücadele eden kadro ve militan gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Komploya karşı geliştirilen yeni stratejik duruş Türkiye, Kürdistan ve bölgede ne tür gelişmelere yol açtı? Demokratik Uygarl k çizgisi Ortado u nun çehresini de ifltirdi Uluslararası komplo süreci, aynı zamanda hareketimizin yenilenme ve yeniden yapılanma süreci oluyor. Kürt sorununa demokratik çözüm bulma, bu temelde Kürt sorununu çözüme götürerek Kürt toplumunu demokratikleştirme, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu toplumlarında demokratik dönüşümü geliştirme ve Demokratik Ortadoğu birliğini yaratma yönündeki adımlar ki 1 Eylül sürecini Önderlik böyle tanımlamıştı uluslararası komplo gerçeğiyle, onun saldırısıyla karşılaştı. Bu bakımdan komplo, aslında demokrasiye ve özgürlüğe karşıdır. Komplo, Kürt sorununun çözümüne karşıdır. Komplo, Ortadoğu halklarının birliğine karşıdır. Bütün bunları demokratik yöntemlerle yapmak isteyen bir Önderliğe ve harekete saldırı olarak ortaya çıkmıştır. Bu, çok açık bir gerçektir. Aslında yeni bir çözüm sürecini, çözüm stratejisini geliştirmeyi ifade ediyor. Uluslararası gericilik, örgütün böyle bir demokratik çözüm gücü haline gelmesini engellemek için harekete geçirildi. Çözümden ve demokrasiden değil, diktatörlük, çelişki ve çatışmadan çıkar uman güçler bir araya geldiler ve uluslararası komployu tezgahladılar. Dolayısıyla 15 Şubat koşullarında da Önderlik ve örgüt, uluslararası komployu boşa çıkartmanın yegane yolu olarak stratejik değişim ve yeniden yapılanmayı gördü. Önderlik, şunu erkenden ve çok iyi fark etti: Uluslararası komplo saldırısı, aslında stratejik değişimin, bu temelde demokratik çözüm sürecinin geliştirilmesinde geç kalmaktan kaynaklanmıştır. Temel hedefi, Apocu hareketin strateji değiştirememesi, kendini yeniden yapılandıramaması, böylece tıkanma ve tekrar içerisinde çözümsüzlüğe düşüp tasfiye olmasıdır. Komplo bunu amaçlamıştır. Örgütü buradan tutarak tasfiye etmek istemiştir. Dolayısıyla da Önderlik, komployu boşa çıkartma mücadelesi olarak stratejik değişim ve yeniden yapılanma sürecini daha yoğun ve hızla yürütmeyi öngörmüştür. Bu bakımdan uluslararası komployu doğru ve kapsamlı anlama, tahlil etme gücünü hızla göstermiştir. Bu gerçekliğin bir parçası olarak PKK, 15 Şubat koşullarında da hiç duraksamadan stratejik değişim ve yeniden yapılanma sürecini hızla ve derinleştirerek sürdürme gücünü göstermiştir. Komplonun birinci yıl dönümü geldiğinde, VII. Kongre yi yapıp, yeni dönemin programını, stratejisini, temel mücadelesini belirleyerek ve bu temelde kendini yeniden planlayarak yeni bir mücadele süreci içerisine sokmayı başarmıştır. Bu, önemli bir gelişmedir. Her şeye yön veren, ön açan, tıkanmaları gideren, çözümsüzlüğü çözüm yapan bir gelişmedir. Dolayısıyla PKK hareketi, çözümü kendisinde yarattı. İdeolojik yenilenme, siyasi programsal yenilenme, yeni bir stratejik plan geliştirme, temel mücadele biçimindeki sağlanan değişim, aslında yeni bir PKK yi, yeni bir mücadele örgütünü ortaya çıkarmıştır. Bu da, kendisini eski PKK gerçeğine göre formüle etmiş, planlamış, harekete geçirmiş olan uluslararası komplonun boşluğa düşürülmesini sağlamıştır. Bu durum, büyük bir siyasi gelişmeye, komplonun boşluğa düşerek başarısız kalmasına yol açtı. Buna dayalı olarak, PKK hareketinin geçen süreçte sağladığı stratejik değişim ve yeniden yapılanma gerçeğine dayalı olarak, komplonun boşluğa düşürülmesi temelinde önemli gelişmeler yaşandı. Uzun çatışma süreci ortadan kaldırıldı. Artık tekrarı yaşayan, gelişme ve ilerleme yaratmayan, yeniden değerlendirilmesi gereken çatışma sürecinin önü alınarak, demokratik çözüme fırsat verecek barış sürecinin geliştirilmesi için bir çaba içerisine girildi. Bu, daha çok düşünme, değerlendirme, anlama imkanı verdi. Kürdistan ve Kürt toplumunun yeniden toparlanmasına, yeni süreci görerek, anlayarak, ona göre kendisini yeniden örgütlemesine yol açtı. Halk, bu konuda önemli adımlar da attı. 15 Şubat 2001 de, yani 15 Şubat komplosunun ikinci yıldönümünde Amed de yüzbinler sokağa dökülerek, hareketimizin gerçekleştirdiği değişimi benimsediğini, bu değişimin öngördüğü yeni mücadele biçimini sahiplendiğini ortaya koydu. Demokratik siyasal serhildanı harekete geçirdi. Bu, önemli bir durumdu. Toplumun, bu kadar erkenden görmesi, değişimi anlaması ve yeni çizgiyle bütünleşmesi, üzerine düşen görevleri yerine getirmesi önemliydi. Bu, mücadeleyi kesintisiz olarak sürdürmek anlamına geliyordu. Diğer yandan toplumun demokratik değişimini derinleştirerek sürdürmeyi ifade ediyordu. Böyle önemli bir değişim ve gelişim yaşandı. Toplum, yeniden bir nefes aldı. Ekonomik olarak çok zorlanmıştı, onu kısmen aştı. Örgütsel bakımdan kendisini yeniden değerlendirdi. Yeni süreci anlayarak, onun gerektirdiği yaşam ve mücadele içerisine girmek üzere kendisini değiştirdi. Kendisini bu noktada eğitmeye yöneldi. Başkan Apo nun AİHM için geliştirdiği Demokratik Uygarlık Manifestosu temelinde, tarihsel ve güncel gerçekler ışığında kendini eğitme, bilincini geliştirme sürecini yaşadı. Aslında son birkaç yılda duyguda, bilinçte, davranışta demokratik değişimin, özgürlükçü yaşamın en hızlı gerçekleştiği yılları yaşadık. Bu, komploya karşı geliştirilen mücadele içerisinde, yeni stratejik mücadele sürecinde birkaç yıllık bir süreçtir, ama uzun savaş ve mücadele yıllarının da ortaya çıkardığı birikime dayanarak yeni insan, yeni yaşam, yeni ilişkinin yakalanmasında, sanat ve edebiyatın geliştirilmesinde, dolayısıyla yeni kişiliğin şekillenmesinde demokratik, özgürlükçü, iradeli kişiliğin ortaya çıkmasında çok hızlı bir gelişme sürecini yaşadığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Kürt insanı ve toplumu böyle bir gelişme içerisindedir. Bu, oldukça önemli bir durumdur; özgürlük devriminin, demokratik devrimin derinleşerek sürdüğünü ifade ediyor. Kürt toplumu, başlamış olan demokratik değişim ve dönüşümü çok daha derin ve köklü kılma temelinde sürdürüyor. Duygularını yeniden düzenliyor. Demokratik bilincini geliştiriyor. İlişkilerini düzenliyor. Demokratik özgürlükçü yaşam ölçülerini geliştiriyor. Bunlar önemli hususlar ve süreç bu biçimde devam edecek. Bunu, uluslararası gericiliğe karşı ulusal demokratik hareketi ve örgütlülüğü geliştirme mücadelesi içerisinde yapıyor. Örgütümüzün ve halkımızın, henüz başlangıç aşamasında olan değişikliğine bağlı olarak, Türkiye nin ve bölgenin de önemli bir düşünsel ve siyasi değişimi yaşama sürecine girdiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Her şeyden önce PKK nin kendini değiştirme, yeniden yapılanma gücü ve iradesi göstermesi, herkesi derinden etkiledi. Kimse buna ihtimal vermiyordu. Sovyet pratiğinin ardından, neredeyse sol ve sosyalist güçler böyle bir değişimin, yeniden yapılanmanın mümkün olamayacağına inanmışlardı. Oysa PKK, bu yanlış inancı yıktı. Sovyetlerin neden değişemediğini daha iyi gösterdi. Bu temelde değişimin, yenilenmenin, yeniden yapılanmanın başarılabileceğini ortaya koydu. Bu konuda yeni bir umut ve inanç yarattı. Özellikle Türkiye solu ve sosyalist hareketin üzerinde büyük etkide bulundu. Onların yeniden umutlanmasına, canlanmasına, kendilerini örgütleme ve mücadeleyi geliştirme sürecine girmelerine yol açtı. Diğer yandan, stratejik değişimle ortaya çıkan ortam, Türkiye ve Ortadoğu toplumlarını etkiledi. Türkiye de demokratik değişime olan inancı geliştirdi. Demokrasi bilincini geliştirdi. Ortadoğu toplumları açısından da böyle bir etkilemeyi yarattı. Özellikle de barışa olan inancı güçlendirdi. Bölgede barışın sağlanabileceğini, bölge toplumlarının barış içinde kardeşçe yaşayabileceğine olan inancı güçlendirdi. Daha önce hep savaştan konuşan bölge, artık PKK deki değişim temelinde barıştan konuşur, barışı benimser, barışı arar, en azından barışı yaratmak için mücadele eder hale geldi. Bu, çok önemli bir durum ve bu durum hala devam ediyor. Yeni Manifestomuz toplumda zihniyet de iflimini bafllatt Öte yandan Başkan Apo nun Demokratik Uygarlık Manifestosu nun, başta Türkiye olmak üzere, tüm Ortadoğu toplumlarının bilincinde yarattığı değişimi görmek lazım. Demokratik Uygarlık Manifestosu, Türk aydını ve bölge aydınları üzerinde şimdiden çok güçlü bir etkide bulundu. Gerçekten Önderliğimizin öngördüğü zihniyet devrimi bu çevrelerde gelişmeye başladı. Çok dogmatik, kalıpçı, tutucu, fanatik anlayış ve yaklaşımlar büyük darbe yedi. Demokratik Uygarlık Manifestosu, ister İslami olsun, ister solcu olsun, ister milliyetçi

13 Sayfa 14 Uluslararas komplonun temel hedefi, ABD mparatorlu u dedi imiz yeni dünya düzeninin Ortado u ya hakim k l nmas d r. Irak Savafl da bunu hedefliyor. fiimdi Irak ta bu süreci savaflla ilerletmek, sonuca götürmek istiyor. Bu, bölge halklar n n iradesine karfl aç k bir sald r durumudur. Bölgedeki mevcut durumu yaratan da ngiltere dir. fiimdi ABD nin sald r lar n yürüten de ngiltere oluyor. Politikay ngiltere belirliyor, askeri hareketi ABD yürütüyor. Aralar nda böyle bir ittifak var. olsun, dogmatik, fanatik anlayışa büyük darbe vurdu. Dolayısıyla dogmatizmin dondurduğu beyinlerin yeniden işlemeye başlamasına, açılmasına yol açtı. Düşündüğünden kuşku duyan, kendi içinde tartışan, yeni arayışlara giren, bu biçimde zihniyet yenilenmesine yönelen bir sürecin başlamasını sağladı. Türkiye aydını da böyle büyük bir tartışmayı yaşıyor. Ortadoğu da gittikçe böyle bir tartışma içerisine giriliyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkiye aydınlarının en kapsamlı ve en çok tartıştıkları süreç, 15 Şubat sonrası yani PKK nin stratejik değişim ve yeniden yapılanma süreci oldu. Bu tartışmayı, Demokratik Uygarlık Manifestosu çok daha derin ve kapsamlı hale getirdi. Dolayısıyla, Türkiye aydınları, yine Ortadoğu aydınları açısından gerçek bir aydınlanma sürecinin başladığını söyleyebiliriz. Yeni strateji, bölge için bir aydınlanmayı öngörüyordu. Bu temelde sanatın ve edebiyatın gelişmesini, gerçek bir Ortadoğu Rönesansı nın yaşanmasını hedefliyordu. Böyle bir sürecin, eksiklikler içerse de başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İster İran - da olsun, ister Araplarda olsun, daha canlı bir tartışma var. Kendi dogmatik doğrularından kuşku duyma var. Türk, Arap, Fars aydınları, sanatçıları, siyasetçileri böyle bir sürece girdiler. Tümüyle değişti mi, bir zihniyet devrimi oldu mu? Tümüyle gerçekleştiği söylenemez elbette. Ama böyle bir sürecin başladığı da kesindir. Böyle bir tartışma içerisine girildiği, herkesin kendi dogmatik doğrularından kuşku duymaya başladığı, kendi içinde tartışma yürüttüğü bir sürecin geliştiği açıktır. Bu, Ortadoğu için çok önemli bir durumdur. Ortadoğu için en büyük devrim, aydınlanma devrimidir, zihniyet devrimidir; dogmatizmi, kalıpçılığı aşma devrimidir. Bu çok önemlidir. Böyle bir süreç artık başladı. Tabii Demokratik Uygarlık Manifestosu, bölge aydınlarına ve halklarına daha iyi yansıtılırsa, yine PKK nin yaşadığı değişim ve yeniden yapılanma sürecinin ortaya çıkardığı sonuçlar, KADEK örgütlenmesi bütün bölgeye iyi oturtulursa, buradan gerçek bir bölgesel aydınlanmanın ve Rönesans ın gelişeceği kesindir. Bölgede demokratik değişim ve birlik süreci gelişecektir. Gerçek bir aydınlanma devrimi, demokratik devrim yaşanacaktır. Şimdiye kadarki mücadele böyle bir süreci başlattı. Bunu, en iyi Türkiye de görüyoruz. Siyasi sonuçları, 3 Kasım seçimleriyle kısmen ortaya çıktı. Elli yıllık Türkiye oligarşisinin siyasi yapısı aşıldı. Değişim ve yeniden yapılanma, Türkiye nin bir gerçeği haline geldi. Türk insanı, siyasetçisi, aydını değişmek zorunda olduğunu tümüyle kabul etti. Sürecin, yeniden yapılanma süreci olduğunu herkes söylüyor. Dolayısıyla PKK nin 1 Eylül 1998 süreciyle başlattığı değişim ve yeniden yapılanma, bugün Türkiye de herkesçe zorunluluk olarak kabul ediliyor. Türkiye toplumunun yüzde doksanı değişimi ve yeniden yapılanmayı benimsiyor. Büyük bir kesimi de bunun demokratik yönde olmasını, özgürlükçü olmasını istiyor. Bu bakımdan yüzde seksen, doksan Türkiye insanı demokrasi istiyor, özgürlük istiyor. Bilincin, zihniyetin ve siyasetin demokratik çerçevede değişmesini istiyor. Ama örgütsüz, ama bunun nasıl olacağını tam anlamış değil. Yeterince bilince çıkarmış değil. Bu bakımdan pratikleştiremiyor, yaşamsallaştıramıyor. Şunu görmüş herkes: Değişim, yeniden yapılanma, demokratikleşme gerekli. Bundan başka ilerlemenin, yaşamı geliştirmenin yolu yok. Bu, tartışmasız kabul görüyor Türkiye de. Ama bu nasıl olacak, hangi örgütle, hangi siyasetle, nasıl bir yaşam ve mücadeleyle olacak; bunun yol yöntemi henüz ortaya çıkmış değil, örgütler yaratılmış değil. Türkiye de, böyle yoğun bir tartışma, mücadele, arayış yaşanıyor ve bu giderek bölgeye de yayılıyor devam da edecek. Aslında 3 Kasım seçimleriyle siyasette bir sonuç ortaya çıktı. Eski aşıldı, ancak Türkiye yi demokratik değişime ve yeniden yapılanmaya götürecek bir yeni siyasi yapı da ortaya çıkmadı. Çıkar çevrelerinin, değişimi en güdük bırakacak, uluslararası sermayenin sömürücü çıkarları yönünde bir yeniden yapılanmayı sağlayacağı bir siyasi iktidarı ortaya çıkartması yaşandı. Mevcut hükümet ve meclis bunu ifade ediyor. Ama onun karşısında bir de demokratik halk hareketi ortaya çıktı. Türk, Kürt, diğer azınlıklardan bütün halkların demokratik güçlerinin ittifakı oluştu. DEHAP, yasal planda böyle bir demokratik halk ittifakının partileşmesini başlattı. Bunlar önemli süreçler, önemli gelişmelerdir. Şu çıktı ortaya: Bir yandan bu meclis ve hükümetin, diğer yandan DEHAP blokunda kendini temsil eden demokratik halk güçlerinin, eskiyi aşan, yeniden yapılanmayı mutlak olarak ele alan Türkiye de, yeni Türkiye yi kimin yaratacağı mücadelesini sürdürdüğü bir yeni süreç başlattı. Bu, yeniden yapılanma sürecidir. Demokratik değişimin her bakımdan yaşanması sürecidir. Mevcut iktidar bunu geriye çekmeye çalışıyor. Ama demokratik halk güçleri de kendi mücadeleleriyle bu süreci hızla yürütecekler, geliştirecekler. Bu geriye çekmeyi boşa çıkartarak, tıpkı 3 Kasım seçimlerinde aşılanlar gibi şimdi hükümet ve muhalefet olan güçleri de hızla aşacak, Türkiye yi demokratik değişim ve yeniden yapılanmaya kavuşturacak yeni bir siyasi yapıyı önümüzdeki süreçte ortaya çıkaracaklardır. Uluslararas komplonun temel hedefi yeni dünya düzeninin Ortado u ya hakim k l nmas d r ABD nin Irak a yapmak istediği müdahale ile uluslararası komplo arasında, Ortadoğu da yeni bir düzen kurma anlamında bir paralellik kurulabilir mi? Bununla bağlantılı olarak komplonun, günümüze kadar gelinen süreçte Önderlik şahsında değişen yöntemlerini ve amaçlarını değerlendirebilir misiniz? ların başından itibaren Ortadoğu da yaşanan siyasal ve 1990 askeri mücadelelerin uluslararası plandaki değişim ve yeni bir sistem kurma arayışıyla bağlantısı var. Günümüzde de bu, ABD nin Irak müdahalesi olarak ortaya çıkıyor. Müdahale tehdidi çok ileri boyutlara ulaşmış durumda. Her alanda askeri hazırlıklar yapılıyor. ABD, bölgenin birçok yerine yoğun bir asker nakli gerçekleştirdi. Bölgeyi, adeta askeri denetim altına almaya çalışıyor. Buna dayanarak, başta Irak ta Saddam Hüseyin yönetimini devirme temelinde kendi çıkarına göre şekillenecek yeni bir Ortadoğu yaratmayı hedefliyor. ABD nin bu mücadelesi yeni ortaya çıkmadı. Sovyet sisteminin çözülüşü ardından yeni dünya düzeni adıyla geliştirdiği, dünyanın dört bir yanındaki çabalarının bir parçası ve devamı oluyor bu. Ortadoğu da da, 90 ların başından itibaren bu çabayı sürdürdü. Belki diğer bölgeler biraz daha öne geçtiler, zaman zaman Ortadoğu ikincil plana düştü, ama ABD yönetimi kesintisiz bir biçimde Ortadoğu da kendi etkinliğini geliştirmek için yoğun bir çaba içerisinde oldu. Bunu, gözden ırak tutmamak gerekiyor. Örneğin 92 sonunda, Güney de, işbirlikçi güçlerle Türkiye nin birleşip PKK yi kontrol altına almak üzere yürüttüğü Güney savaşı saldırısı böyle bir olaydı. Arkasında ABD vardı, NATO vardı. Uluslararası gericilik vardı. Aslında uluslararası komplo o zaman saldırıya geçirildi de sağladığı gelişmelere dayanarak PKK nin bölge sistemini parçalayacak bir sonucu ortaya çıkartması, böyle bir saldırıyla engellenmek istendi ve bu başarıldı da zaten. Eğer uluslararası karşı devrimci cephe temelinde bir saldırıyla karşılaşmasaydı, deki gelişmelerin devamı, Türkiye de, dolayısıyla bölgedeki siyasi sistemde köklü bir değişimi beraberinde getirecekti. Bunu engellediler. Bu, bir anlamda Kürt ulusal demokratik hareketinin sınırlandırılması, kontrol altına alınması oldu. Yani askeri yollarla siyasi iktidarı parçalayıp, başarıya gitmesinin önü alınmış oldu. Benzer biçimde, İsrail-Filistin çatışmasında da bu süreç izlendi. Dönemin ABD yönetimi, Ortadoğu Barış Planı adı altında ABD çıkarlarını hakim kılacak, ABD-İsrail ittifakını Filistin e ve bölgeye hakim kılacak bir sonucu yaratmaya çalıştı. Bu konuda yoğun bir çaba harcadı. Aslında o da ABD nin yeni dünya düzeni çerçevesinde yürüttüğü bir çabaydı. Ama dönemin Demokrat Parti iktidarı, Clinton yönetimi, savaş yerine, barış yöntemlerini kullanmak istiyordu. Barış planı çerçevesinde, bir biçimde Filistinlileri adeta teslim alarak uluslararası sermayenin çıkarlarını bölgenin o alanında hakim kılmak istiyorlardı. Bunların bir devamı olarak uluslararası komplonun 98 deki saldırısı ortaya çıktı. Bir yandan Filistin de geliştirilen Barış Planı adı altındaki dayatma, diğer yandan 92 de Kürdistan daki geliştirilen uluslararası karşı devrimci saldırı, en üstte komplo düzeyinde harekete geçirilmişti. Çünkü Başkan Apo nun başlattığı 1 Eylül 1998 süreci, başta Kürt sorunu olmak üzere, bölgenin bütün sorunlarının demokratik yöntemlerle çözümü temelinde bölgenin değiştirilmesini, yeni bir Ortadoğu nun yaratılmasını hedefliyordu. ABD, bunu kendi çıkarlarına yüzde yüz karşıt gördü, tehlikeli buldu. Dolayısıyla, bunu engellemek için uluslararası komployu harekete geçirdi. Kürt ulusal demokratik hareketini kontrol altına almak, zayıflatmak ve tasfiye etmek, böylece kendi denetimini kurarak 90 ların başından itibaren öngördüğü yeni dünya düzenini Ortadoğu ya da oturtmak istedi. Uluslararası komplonun temel hedefi, ABD İmparatorluğu dediğimiz yeni dünya düzeninin Ortadoğu ya hakim kılınmasıdır. Irak Savaşı da bunu hedefliyor. Amaç aynıdır, hedef aynıdır. ABD, uluslararası komplo saldırısıyla bunu yapmak istedi, bir yere kadar getirdi. Şimdi Irak ta bu süreci savaşla ilerletmek, sonuca götürmek istiyor. Bu, bölge halklarının iradesine karşı açık bir saldırı durumudur. Buradan şu sonuç çıkmaz: Bölgedeki mevcut durum iyidir, korunması lazım. Hayır, bölgedeki mevcut durumu yaratan da İngiltere dir. Şimdi ABD nin saldırılarını yürüten de İngiltere oluyor. Politikayı İngiltere belirliyor, askeri hareketi ABD yürütüyor. Aralarında böyle bir ittifak var. Şimdi değiştirmek istedikleri Saddam Hüseyin yönetiminin ortaya çıkmasına da İngilizlerin yarattığı sistem yol açtı. Başka kimse yaratmadı bunu. Kendi sistemleri içinde bir mücadele ve değişiklik oluyor bu. Tamamen, eskinin Batı sistemi olarak tanımlanan sistem içindeki bir mücadeleyi ifade ediyor. Sistem içi değişimin kendisi oluyor yani. Bu nedenle Ortadoğu da günümüzdeki mücadele de, uluslararası komplonun harekete geçirilmesi de, uluslararası komploya karşı özgürlük ve demokrasi çizgisinde Kürt sorununu ve bölge sorunlarını çözme mücadelesi de bir değişim mücadelesidir. Bu mücadele, gelişerek, derinleşerek devam ediyor; durmamıştır. Dolayısıyla uluslararası komplo da, buna karşılık komploya karşı mücadele de devam ediyor. Yeniden bir Türk-Kürt çat flmas yarat lmak isteniyor -99 da komplo, doğrudan 1998Başkan Apo yu hedefleyen, ona saldırma temelinde gelişen bir saldırı hareketi oldu yılında gerillaya karşı bir saldırı hareketi oldu. Çok iyi biliyoruz; VII. Kongre ardından, PKK ye karşı Dersim den Süleymaniye ye kadar büyük bir askeri siyasi harekat başlatıldı. Bazı yerlerde bunu Türk ordusu yaptı, bazı yerlerde işbirlikçileri yaptı. YNK eliyle doğrudan kongrenin yapıldığı sahaya yönelik bir saldırı yürütüldü. Bu, 2000 yılının ikinci yarısında çatışmalara yol açtı. Gerilla, kuşatılmak, boğulmak, ya teslim alınmak ya da ezilmek isteniyordu. Hedefi, gerillayı dağıtmak, tasfiye etmekti. Önderliğe yöneltilen saldırı, 15 Eylül süreciyle karşılaştı. Fakat imha önlendi. Tasfiyenin de önü örgüt korunup geliştirilerek alınmaya çalışıldı. Gerillaya yöneltilen saldırıya karşı kahramanca bir direniş gösterildi. Bu direnişin ne demek olduğunu YNK nin askerlerine ve komutanlarına sorarak herkes öğrenebilir. Apocu militanlık neymiş, Kürdistan fedailiği, gerillacılığı neymiş, nasıl direniyormuş, kendini nasıl savunuyormuş, onlar iyi öğrendiler. Aslında herkese de öğretmeliler. Kimsenin hata yapmaması açısından iyi bir durum olur. Böyle bir direnişle gerilla, kendi varlığını ve etkinliğini korudu, saldırıları boşa çıkarttı. Şimdi ABD nin Irak a müdahalesi paralelinde, onunla birleşik olarak uluslararası komplonun yeni bir saldırısı da planlanıp yürütülmek isteniyor. Aslında müdahale edilmek istenen, saldırılmak istenen sadece Irak yönetimi değil, saldırı yalnızca Irak a yönelik değildir. Öyle anlaşılırsa, yanlış anlaşılmış olur. Kürt ulusal demokratik hareketi de ağır saldırı altında. KADEK e, özellikle de HPG ye karşı kapsamlı bir saldırı var. Günümüzde Önderliğe ve gerillaya yönelik başlatılan saldırı, uluslararası komplonun üçüncü planlı saldırı durumu oluyor. Önce Önderliğe saldırdılar, sonra gerillaya saldırdılar, şimdi de o saldırılarla başaramadıklarını başarmak üzere, ABD nin Irak müdahalesini ve savaş ihtimalini de bahane yaparak Önderliğe ve gerillaya ortak bir saldırı ile başarmak istiyorlar. Önderlik üzerinde artan ağır baskı ve tecridi, böyle bir saldırının parçası olarak değerlendirmek lazım. Doğrudan, uluslararası komplonun üçüncü planlı saldırısı oluyor bu. Yine Lice deki, diğer alanlardaki askeri operasyonları, saldırıları da, bunun gerillaya yöneltilen kısmı olarak görmek gerekiyor. Şimdi Kuzey de bu kışın, bilinen, istihbaratı alınan gerilla güçlerine saldırı olarak yürütüyorlar. ABD nin Irak saldırısının gelişmesine paralel olarak, şubatta ya da martta bunu muhtemelen Güney e sarkıtacaklar. Böyle bir saldırıyla karşı karşıyayız. ABD, Irak a müdahale ediyor, ondan yararlanarak Türkiye de Önderliğe ve gerillaya karşı saldırı yürütüyor demek yalnız başına doğru değildir. Aslında bunlar iç içedir, ortaktır. ABD ile Türkiye nin bu konuda kesin bir ittifakı, anlaşması var. Her şey ABD nin denetiminde oluyor. Unutmayalım ki, uluslararası komployu ABD örgütledi ve yönetti. ABD yürüttü, şimdi de yürütüyor. Bu bakımdan Türkiye yönlendiriliyor. Türkiye, yeni bir çatışma içerisine itilmek isteniyor. Şu bile kuşku götürür: Acaba savaş Irak ta mı olacak, yoksa Türkiye de mi olacak? ABD ile Irak yönetimi arasında mı bir savaş olacak, yoksa TC ile KADEK arasında, yani Türklerle Kürtler arasında mı bir savaş olacak? Bu bile tartışmalıdır. Son gelişmeler Irak yerine, savaşta Türkiye nin öne çıktığını, ABD-Saddam Hüseyin savaşı yerine, yeniden bir Türk-Kürt çatışması yaratılmak istendiğini gösteriyor. Bu bakımdan aslında ayrılık görmek bile doğru olmuyor. Bunlar, planlı bir çaba. Nüans farklılıkları olabilir, ABD yaklaşımlarında kısmen farklılıklar olabilir. Türkiye devleti, ABD nin bu konumundan yararlanarak daha çok çıkar sağlamak isteyebilir. Bu anlamda KADEK i, ABD nin daha fazla hedefi haline getirmeye çalışıyor olabilir. Terör var, ABD de teröre karşı savaş yürütüyor. O zaman KADEK de terör listesine alınıp savaşın hedefi yapılmalıdır diye bir çaba var. Böyle bir tahrik yürütülüyor, ama bu sadece Türkiye nin çabası da değil. ABD, bundan uzak değil. ABD, buna yeşil ışık yakıyor. Örneğin Başkan Apo üzerindeki bu kadar ağır baskı ve tecride karşı ABD nin ne yönetiminden, ne muhalefetinden, ne demokratından hiçbir ses çıkmıyor. Halbuki ABD bundan sorumlu. Neredeyse Avrupa dan da benzer şey gelmiyor. Gerillaya yönelik saldırıyı da kınayan yok. Halbuki olası barış ortamını bozuyor. Şiddet ortamının yeniden gelmesine yol açıyor ve bu durum o güçlerin hepsini etkileyecek. Ama görüyoruz ki buna karşı da bir engel olma, bir kınama yok. Hatta geriden teşvik etmenin varolduğunu düşünmemiz lazım. Türkiye, bazı savaş rantçısı güçler tarafından yeniden bir savaşın içine itilmeye teşvik ediliyor; Türkiye içindeki rantçılar da buna alet oluyor. Önderlik üzerindeki baskıyla, gerillaya yönelik baskı arasında bir paralellik var. Komplonun bilinen yöntemleri: mha, karalama, çürütme, tecrit Uluslararası komplo, aslında Önderliği ve örgütü hedeflemede bir birlik sağladı, ama hangi yöntemle sonuç alması gerektiği konusunda bir parçalılığı yaşadı. Bazı çevreler, özellikle rantçı güçler, Önderliğin imha edilmesi temelinde ölçüsüz bir Türk-Kürt çatışmasının gelişmesine yol açarak, bundan çıkar sağlamayı umut ettiler. Bazı çevreler de Önderliğin kontrol altına alınması, örgütten ve halktan kopartılması, bu temelde giderek yavaş yavaş örgütün dağılıp tasfiye olması temelinde çıkarlarını sürdürmeyi öngördüler. Önderlik, imha girişimlerini gösterdiği tutumla boşa çıkardı. Halk, fedai çizgisinde geliştirdiği eylemlerle Önderlikle bütünleşerek imhayı yendi aslında. İmhacı güçleri tehdit etti, uyardı. Böyle bir şeye yönelmelerinin kendileri için felaket olacağını gösterdi. Başlangıçta imha, birçok çevre tarafından etkili geliştirilmeye çalışılırken, böylece boşa çıkartılmış oldu. Arkasından bu çevreler, Önderliğe yönelik yoğun bir karalama kampanyası geliştirdiler. Özellikle Önderliğin uluslararası komployla imha edilmesini amaçlayanlar, Önderliğin imhayı boşa çıkardığını, geliştirdiği yeni stratejiyle uluslararası komployu boşluğa düşürerek yenilgiye uğratabileceğinden korkanlar, çıkarlarının gerçekleşmediğini görenler, Önderliğin bu tutumuna karşı yoğun bir kampanyaya girdiler. Mahkeme sürecinde bunu çok açık gördük. Avrupa nın sağ gazetecileri neredeyse devrimci kesilmişlerdi; Önderliği neredeyse sola, devrimciliğe ihanet etmekle suçluyorlardı. Neden? Önderlik onların planlarını boşa çıkarttı da ondan. Türkiye de de böyle oldu. Provokatörler de, işbirlikçi çevreler de buna katıldılar. YNK basını bunun borazanlığını yaptı. Celal Talabani nin Ankara da ev aldığı söyleniyor. Artık Ankara da MİT odalarından çıkmayan Celal Talabani bile radyosunda, televizyonunda Başkan Apo nun teslim olduğunu söylüyordu. Türkiye ile ittifak yapmaya çalıştığını söyleyip, güya halkı Başkan Apo ya karşı çıkartmaya çalışıyordu. Halbuki kendisi gırtlağına kadar Ankara nın kucağında oturuyor. Bu nedenle aldatamadı. Ama bir amaç vardı ve bu doğrultuda bir karalama kampanyası geliştirdi. Neden? Çünkü rantçıydı, umudunu Önderliğin imhasına bağlamıştı. Önderlik imhayı boşa çıkartınca bütün planları alt üst olmuştu. Onun verdiği saldırganlıkla her türlü ithamda bulunuyorlardı. Bunu iyi görmemiz lazım. Provokatörler çeşitli karalama kampanyaları içerisine girdiler. Özellikle Avrupa da, Almanya ya çöreklenen, emperyalizmin kucağına oturan bazı güçler, mücadeleyle, solla, sosyalizmle, demokrasiyle, özgürlükle alakası olmayanlar, Önderliğimizin ve örgütümüzün bu değerlerden uzaklaştığının propagandasını etmeye başladılar. Bu, bir karalama hareketiydi. Değişim ve yeniden yapılanmayı bu biçimde mahkum etmeye çalışıyorlardı. Neden? Çünkü değişim ve yeniden yapılanma, onların planlarını boşa çıkarttı, onları başarısızlığa uğrattı, yenilgiye götürdü, anlayışlarını mahkum etti. Dolayısıyla bundan duydukları korku ve telaş, kaybettikleri sonuç karşısında böyle bir saldırıyla hareketi zayıflatmak istediler. Hareketin kitlelerle bağını kopartmaya çalıştılar. Mahkeme ardından yeni bir süreç gelişti. İmha önlenince, karalamalara karşı cevap verecek bir ideolojik bilinçle yaklaşım oluşunca, bu sefer yeni bir mücadele süreci açılmış oldu. Önderlik, mevcut konumuna dayalı olarak örgüt ve halkın toparlanması temelinde yeni bir strateji çizerek uluslarara-

14 Sayfa 15 sı komploya, gericiliğe karşı mücadelenin geliştirilmesini öngördü. Başta Türkiye ve ABD olmak üzere uluslararası komplo güçleri, değişik çevrelerle Önderliği ağır baskı ve tecrit altında tutarak ve bu durumu sürece yayarak, örgütün kendi içinde bölünüp parçalanmasını, halkın umutlarının kırılıp dağılmasını umut ettiler. Önderliği o tarzda tutarak, örgütü ve mücadeleyi tasfiye edeceklerini sandılar. Bu temelde yoğun bir mücadele başladı. Bazı dostlarımız, hareketimizden etkilenen bazı çevreler bunu anlayamadılar. Bir sürü bize mektup yazanlar, hatta eleştiri yapanlar oldu. Adlarını vermemize gerek yok; bu bir oyundur, Önderliğe dayanarak örgüt ve mücadele tasfiye edilmek isteniyor dediler. Böylece kendine güvensiz, mücadeleyi kabul edemeyecek bir konumda, sonuç alamayacağımızdan endişe duydular. Bu, kendi zayıflıklarıydı aslında. Elbette bunu herkes görüyordu. Önderlik ve örgütümüz, bu konuma dayanarak uluslararası komployu boşa çıkartacak bir mücadele geliştirmeyi öngörürken, ABD ve Türkiye de bu duruma dayanarak örgütü ve Önderliği tasfiye etmek istiyordu. Bu açıktı, gözle görünendi, ama böyle bir mücadele süreci de açılmıştı. Bunu kabullenmekten ve bunun gerektirdiği yol ve yöntemi yaratarak, gereken iradeyi göstererek mücadele edip başarı sağlamaktan başka çaremiz yoktu. Başka bir mücadelenin olmadığını göremediler. Sözde kuşku, endişe, telaşa dayanarak mücadeleye giremediler, zarar verdiler. Burada büyük bir mücadele yaşandı. Sonuç; örgüt YNK saldırılarını da bertaraf etti, kendini toparladı, yeniden planladı, yeni program oluşturdu, halkı etkiledi. Hareketimiz, Şubatı ndan itibaren yeni serhildan sürecini başlattı. Newrozlar, yüz binlerin, giderek milyonların ayağa kalktığı mücadele süreçleri haline geldi Newrozu na geldiğimizde kazanan Önderlik çizgisi, kaybeden uluslararası gericilik olmuştu. Halkın serhildana kalkışı bu gerçeği açıkça gösterdi. En kritik süreçte yürütülen mücadeleyle de, aslında Önderlik çizgisi kazanmış, gericiliği boşa çıkartmıştı. Aslında bu, çürütme politikasına karşı başarıyla mücadele edileceğinin bir kanıtı oluyor. Bu durumda Türk gericiliği, uluslararası gericilik, Önderlik düşüncelerinin örgüt ve halk tarafından benimsendiğini, başarılı gelişmelere yol açtığını görünce, ağır baskı ve tecrit koşullarını gündeme getirdiler. Yani tasfiyeyi daha uzun sürece yaymak istiyorlar. Önderlik üzerinde baskı ve tecridi arttırmak istiyorlar. Önderliğin, İmralı koşullarında bile haftada ya da iki haftada bir sadece bir saatlik görüşme yapıp bazı düşüncelerini açıklamasından bile korkuyorlar. Önderliğin haftada ya da on beş günde bir saatlik zaman içinde açıkladığı düşünceler bile, uluslararası gericiliği darbeleyecek, alt üst edecek mücadelelerin, örgütlerin yaratılmasına yetiyor. Bunu da engellemeye çalışıyorlar. Başkan Apo, on beş günde bir saatlik konuşma ile bile, uluslararası sistemi darbeleyecek, halkı örgütleyip mücadeleye çekecek bir gelişmeyi sağlama gücünü gösteriyor. Bu gerçeği iyi göreceğiz. Tecrit politikası burada gündeme getiriliyor. Gerici çevreler, Önderliği İmralı da tutarak, örgütü ve mücadeleyi tasfiye etmeyi umut ediyorlardı. Böyle olmadığını görünce de baskı ve tecride yöneldiler. Önderlik de gericiliğin, Kürt sorununun çözümüne yaklaşmadığını görünce, yeni bir süreç başlattığını ilan etti, mücadele sürecini geliştirdi. Gerçeklefltirilmek istenen siyasi ve ideolojik imhad r Bütün bunlar birleşerek yeni bir mücadele sürecini ortaya çıkardı. Aslında imha tehdidi şimdi de var de boşa çıkartıldı, ama tümden boşa çıktığı da söylenemez. Başkan Apo üzerinde imha tehdidi her zaman var. Bu konuda yanılgıya düşmememiz lazım. Faşistler, gericiler her zaman tehdit ediyorlar, bir sürü tehdit mektubu da aldı Başkan Apo. Bunları avukatlarına da söyledi. Mevcut durumuyla can güvenliği yoktur. Sağlık durumu belirsizdir. Güvenlikli bir ortam içinde değildir. Bu anlamda imha tehdidi sürekli var. Bunu iyi bilmemiz, duyarlı olmamız lazım. Diğer yandan siyasi ve ideolojik imha geliştirilmek isteniyor, bu da bir imhadır. Tecrit edilerek, düşünce açıklamasına izin verilmeyerek, gelişmeleri izlemekten alıkonularak düşünce sistemi felç edilmek isteniyor. Bu bakımdan da bir imha tehdidi var. Bu da insana yöneltilmiş en büyük saldırıdır. İnsan haklarının en ağır biçimde gasp edilmesi oluyor. Diğer yandan karalama kampanyası devam ediyor, bitmemiştir. Türk basınına dış basına bakın Önderliğe ve örgütümüze eleştiri demeyeceğim, bir sürü küfür, saldırı var. Yalanla, dolanla sürdürülen bir sürü hakaret var. Bu konuda kalemşörler, provokatörler soyunmuşlar, kullanılıyorlar, bu işe öncülük ettirilmeye çalışılıyorlar. Almanya, buna finansman da sağlıyor. Bazılarını yemliğine almış, karınlarını doyuruyor, ondan sonra Önderliğe ve örgüte saldırtıyor. En çok küfredilen, en çok saldırılan kişi ve örgüt konumundayız yani. Bu gerçeği göreceğiz. Saldırılara, ithamlara dair hiçbir kanıt yok. Hiçbir ölçü yok, herkes aklına geleni söylüyor. Her tür yalan dolan uyduruluyor. Hür türlü hakaret yapılıyor. Biz, böyle ağır saldırı altında bulunan bir durumu yaşıyoruz. Bu bir gerçek. Bize karşı saldırıda, internetten tutalım, gazetelere, dergilere, televizyonlara kadar hepsi kullanılıyor. Provokatörler, sol demokratik çevreleri aldatıp yanıltarak bize karşı çıkartmaya çalışıyorlar, Önderliğe karşı çıkartmaya çalışıyorlar. Bu gerçekleri göreceğiz. Çürütme ve tecrit politikası böyle bir imha tehdidi ve karalama kampanyası ile birlikte geliştiriliyor. Bu, uluslararası komplonun yeni dönem saldırısıdır. Birinci planda Önderliğe yöneltildi, ikinci planda gerillaya yöneltildi; şimdi üçüncü kapsamlı saldırı Önderliğe ve gerillaya karşı birlikte yürütülüyor. Hem imha tehdidi, hem karalama kampanyası, hem tecrit, hem askeri saldırı, hem de siyasi saldırı var. Önderliğe ve gerillaya, hareketin bütününe, her türlü yöntem kullanılarak saldırı yürütülüyor. Böyle bir saldırı altındayız ve biz, uluslararası komploya karşı beşinci yıl mücadelesini, bütün bu saldırılara karşı topyekün bir direniş olarak ele alıp yürütmek durumundayız. Biz de çok yönlü olmalı, ideolojik, siyasi, meşru savunma temelinde her türlü mücadele yöntemini devreye koymalıyız. Topyekün demokratik siyasal direnişi sürdürmeliyiz ki, gericiliğin, uluslararası komplonun bu üçüncü planlı saldırılarını boşa çıkartalım, başarısız kılalım, yenilgiye uğratalım. Önderliğe karşı geliştirilen tecrit politikasının, yine Kürt halkının temel demokratik haklarını inkar etme ve engelleme durumlarının devam etmesi halinde KA- DEK in tutumu ne olacaktır; halkın ve kadroların siyasal ve askeri açıdan pozisyonları ve görevleri neler olmalıdır? Serhildanı yükseltmek ve Meşru Savunma Güçlerini daha da büyütmek açısından kadınlara ve gençlere biçilen temel misyon nedir? Bu soruya dair cevabı son cümlelerde verdik. Şu açığa çıkıyor: Aslında uluslararası komployu düzenleyen güçlerin, Kürt sorununu çözme diye bir yaklaşımları yoktur. Kürt ulusal demokratik hareketini bastırma, ezme ve tasfiye etme hedefleri var. Propagandayı da bu amaçla yapıyorlar. Türkiye deki bazı yasal değişiklikler de bu amaçla yapıldı. Aslında, Türkiye deki bazı demokratik çevreler aldatılmaya, Kürt halkı yanıltılmaya, Avrupa nın demokratik çevreleri yanıltılarak destekleri alınmaya çalışıldı. Kürt ulusal demokratik hareketine karşı yürütülecek bastırma ve ezme operasyonuna destek almak amacıyla yapıldı. Bu gerçeği iyi görmemiz gerekiyor. Bu anlamda oyunlar var, bu oyunları bozmamız lazım. Bütün bu oyunları bozacak, gericiliğin bu saldırılarını püskürtecek bir mücadeleyi yürütmemiz lazım. Beşinci yıl mücadelesi, böyle bir direnişi topyekün öngörme temelinde geliştirilmek durumundadır. Önderlik bu gerçeği görerek bizden, 15 Şubat a kadar Türkiye nin yeni hükümetine fırsat tanımamızı istedi. Önderlik üzerinde tecrit ve baskı en ağır duruma çıkartılmış olsa da, yine gerillaya yönelik saldırılar başlatılmış olsa da biz, Önderliğimizin bu istemine bağlı olduğumuzu açıkladık ve bunu sürdürüyoruz. Şubatla birlikte yeni bir değerlendirme yapacağız. Türkiye yönetiminin, Önderliğe ve gerillaya karşı alacağı tutum, bizim de yapacağımız yeni değerlendirmeyle alacağımız kararlarda belirleyici olacak. Demokratik değişim ve dönüşüm sürecini, bu temelde Kürt sorununa çözüm sürecini geliştirici adımlar atılır, tutum bu yönlü olursa, buna destek vereceğimizi önceden açıkladık. Bunun ilkelerini veren Acil Çözüm Bildirgesi ni yayınladık. Fakat demokratikleşme ve demokratik çözümü geliştirme süreci içine girilmez, tersine bizim iyi niyetimiz, tek yanlı fedakar tutumlarımız bir zaafiyet olarak görülür, yine bazı yasalar aldatıcı kararlar olarak ortaya çıkıp, iç ve dış gericiliğin desteği alınarak hareketimiz ezilmek ve tasfiye edilmek istenirse, buna karşı çok yönlü mücadele edeceğiz, direneceğiz. Halk serhildanını, böyle bir direnişin temel mücadelesi olarak belirledik. Halk, mevcut durumda serhildan halinde. Bu, gittikçe büyüyecek; bir halk ayaklanmasına kadar da gidebilir. Halkın demokratik eylemliliği parça parça, en basitinden en karmaşığına, en pasifinden en şiddetlisine kadar gelişiyor. Bu sürecek; Kürt halkıyla sınırlı kalmayacak, Türkiye halkına, Ortadoğu halklarına da yayılacak. Giderek halkların topyekün direnişi, ayaklanması haline de gelecek. Biz mücadeleyi bu yönlü sürdüreceğiz. Her türlü küfür ve karalama kampanyalarına karşı kendimizi ideolojik mücadeleyle savunacağız. Parti edebiyatını geliştireceğiz. Gerçekten bizimle tartışmak isteyen çevrelerle tartışma yürüteceğiz. Dürüst eleştirilere, bizim görüşlerimizi yanlış bulup kendi doğrularını ortaya koyanlara dostça tartışma temelinde cevaplar vereceğiz. Biz de kendi görüşlerimizi savunup eleştirilerimizi yapacağız. İdeolojik mücadele yürüteceğiz. Bu bakımdan eğitim, aydınlanma ve ideolojik mücadeleyi iç içe, çok yönlü sürdüreceğiz. Bunlarla birlikte, Türkiye yönetiminin tutumuna bağlı olarak da 15 Şubat tan sonra, 1 Eylül 1998 de başlattığımız, 1 Eylül 1999 da da süresiz kıldığımız ateşkes durumunu yeniden değerlendireceğiz. Unutmayalım ki, şimdiye kadar olan, bizim tek yanlı ateşkes uygulama gerçeğimizdir. Eğer ortada çatışmaların durdurulması gibi bir sonuç oluşmuşsa, barış ortamı gibi bir durum gelişmişse bu, tamamen Önderliğimizin aldığı, örgütümüzün de katıldığı tek yanlı ateşkesle olmuştur. Bu süreci tamamen biz yarattık, Başkan Apo yarattı. Hiç kimsenin bunda bir payı yoktur. Kimse, resmen böyle bir sürece katılım göstermedi, cevap vermedi. Türkiye devleti ateşkes ilan etmedi. Bizim tek yanlı ateşkesimize, çatışmaları durdurma çabamıza rağmen Türkiye, bize sürekli operasyon halinde oldu da, geri çekilme sürecinde de bu operasyonlar, saldırılar nedeniyle çok sayıda kayıp verdik. Daha sonraki süreçte de bu temelde birçok çatışma çıktı ve kayıplar yaşandı. Bu, günümüze kadar da böyle geldi. Şu anda gerçek durum, bizim tek yanlı ateşkesimizin devam etmesi durumudur. Ateşkes ilan etmiş başka bir güç yok. Türk ordusu savaş halinde, operasyonlarını sürdürüyor. Genelkurmay, Kürdistan daki ordu komutanlıkları resmen operasyonlar yaptıklarına dair açıklamalar yapıyorlar. Türk Genelkurmayı, Lice çatışmasını resmen kendisinin yürüttüğüne dair açıklama yaptı. Demek ki bir askeri saldırı var ve bu saldırıyı Türk ordusu yürütüyor. Barış ortamını, bizim tek yanlı ateşkesimiz sağlamıştır. Bu kadar ağır askeri saldırı altında kalırsak, elbetteki bu tek yanlı ateşkes durumunu gözden geçireceğiz. Ateşkesi daha fazla sürdürüp sürdüremeyeceğimizi değerlendireceğiz. Askeri saldırılar olmasaydı, diğer tür saldırıların hepsine ideolojik ve siyasi mücadeleyle karşı durmayı öngörmüştük. Ama askeri saldırılar bu kapsamda sürerse, elbette biz de kendi savunmamızı meşru savunma çizgisinde yürütmek üzere ateşkes durumunu gözden geçireceğiz. Askeri saldırılar devam ederse, ateşkesi geriye çekmek zorunda kalacağız. Önderlik üzerindeki baskının bu kadar sürmesi, askeri operasyonların sürmesinin gideceği doğal sonuç bu olacaktır. Bu konuda henüz bir karar vermiş değiliz. Ateşkes durumu devam ediyor. Bu kararımız geçerliliğini koruyor, ama Önderlik üzerindeki mevcut baskı devam eder, gerillaya karşı da askeri saldırılar bu biçimde sürerse, bunun doğal olarak varacağı sonuç, bizim de ateşkesi geri çekmemiz, kendimizi meşru savunma çizgisinde savunmaya almamız olacaktır. Unutmayalım ki, saldırı tek yanlı geliyor. Sabaha doğru saat üç buçukta ordu, dağın zirvesinde çok dar bir ortamda, ağır kış koşullarında kendini yaşatmaya çalışan on iki gerillaya saldırmıştır. Bunun, çatışmayla, karşılıklı savaşla bir alakası yok. Tamamen meşru savunma konumunda olan ve bunu en zor koşullarda sürdüren bir gerilla gücüne karşı Türk ordusunun açık saldırısı var. Savaş başlatması var tabii. Gerilla, bu durum karşısında böyle kalamaz. Saldırı olursa, kendisini elbette savunacaktır. Bu anlamda savunma süreci gelişecektir. Eğer Türkiye, bu tutumunu sürdürür ise, gelişecek ideolojik ve siyasi mücadele ile birlikte, gerillanın kendisini meşru savunma çizgisinde savunma, ulusal demokratik değerleri savunma süreci de gelişecektir. Yeni Kürt gençli i ve kad n Baflkan Apo nun çizgisiyle do an gençlik ve kad nd r Bu çerçevede, 15 Şubat uluslararası komplosunun daha kapsamlı, daha çok yönlü bir mücadele yılı olacağı şimdiden anlaşılıyor. Irak savaşı olasılığının gelişimi de bu yılı daha mücadeleci kılacak. Türk devletinin ve ordusunun Önderliğe ve gerillaya yönelik saldırıları da silahlı mücadeleyi ve meşru savunmayı derinleştirerek geliştirmemize yol açacak. Bu bakımdan daha kapsamlı, çok yönlü bir mücadele yılı olacak. Komplonun beşinci yıl mücadelesinin, topyekün bir direniş mücadelesi olacağını söylememiz gerekiyor. Bu, demokratik kapsamda olacak, meşru savunma kapsamında olacak. Kesinlikle meşru savunmayı aşan bir saldırı konumu olmayacak, ama meşru savunma konumunda aktif bir direniş ve mücadele içinde olacağımız da kesindir. Gerillamız buna açık ve hazırdır. Kendini yenilemiştir. Mevzilenmesini ve eğitimini sürekli geliştiriyor. Her türlü saldırıya karşılık verecek, her türlü saldırı karşısında kendini savunacak konumdadır. Kuzey de de, Güney de de, Doğu da da, başka yerlerde de yapacak konumdadır. Kürdistan ın her tarafında, hatta Ortadoğu nun her alanında meşru savunma çizgisinde kendisini savunacak bir güce ve konuma sahiptir. Herkesin bunu böyle bilmesi gerekiyor. Karşıtlarımız bilsinler, buna göre kendi politikalarını belirlesinler. Dostlarımız bilsin, halkımız bilsin; buna göre hem müsterih olsunlar hem de böyle büyük bir mücadele yılına girildiğini görerek, uluslararası komploya karşı aktif mücadele konumunu çok daha fazla geliştirsinler. Bu temelde herkesi, uluslararası gericiliğe karşı, komploya karşı topyekün bir mücadele seferberliğine çağırıyoruz. Aydınları, sanatçıları, yazarları, bütün dostları, demokratik çevreleri; Kürt olsun, Türk olsun, Ortadoğulu olsun, uluslararası alanda olsun, herkesi yoğun bir bilinçlenme, aydınlanma temelinde demokratik özgürlükçü değerleri korumak üzere ideolojik mücadele yürütmeye çağırıyoruz. Yine başta gençlik ve kadın olmak üzere toplumun tüm kesimlerini, emekçi halk yığınlarını, Önderliğimize ve gerillaya karşı tasfiye amaçlı geliştirilen uluslararası komplo saldırılarına karşı demokratik serhildanı her alanda ve çok yoğun bir biçimde geliştirmeye çağırıyoruz. Gençliği ve kadınları, toplumun demokratikleşmesini ve özgürleşmesini sağlatacak böyle bir mücadeledeki öncü görevlerini başarıyla yerine getirmeye davet ediyoruz. Unutmayalım ki, yeni Kürt gençliği, Başkan Apo nun yarattığı gençliktir. Apocu gençlik, Önderlik ruhuna, özelliklerine uygun tutumu, davranışı gösterebilmelidir. Yeni Kürt kadını, Başkan Apo nun özgürlük çizgisiyle doğan bir kadındır. Özgürlüğün ve demokratik yaşamın temsilciliğini yapıyor. Zincirlerini kırmış, köleliği parçalamanın yolunu öğrenmiş, özgür ve iradeli yaşamın yolunu görmüştür. Bu temelde kendisini de özgürleştirerek halkı özgürleştirecek, kendisini Önderlikle, Özgürlük Güneşi yle bütünleştirecek bir büyük mücadeleyi geliştirmeye öncülük etmelidir. Gerçekten de özgürlük kadını olduğunu, böyle büyük bir mücadeleyi yaratarak kanıtlamalıdır. Bu temelde biz, Kuzey de, Büyük Güney de, Doğu da, Küçük Güney de, Ortadoğu nun her alanında, Avrupa da, Rusya da, dünyanın dört bir yanında, Kürt halkı ve dostları nerede varsa orada, bu beşinci yılda serhildan olacak diyoruz. Onurlu, namuslu her insan, bulunduğu her yerde özgürlük için, demokrasi için, uluslararası gericiliğin saldırılarına karşı bir şeyler yapacaktır. Elinden ne geliyorsa onu kullanarak mücadele edecek, etmelidir de. Beşinci yılda uluslararası komployu parçalamanın, onu yenilgiye biraz daha yakınlaştırmanın yolu buradan geçiyor. Bütün bunlara ek olarak, meşru savunma konumumuzu da geliştirmemiz gerekiyor. İdeolojik mücadelemiz, kendimizi, düşüncelerimizi savunma mücadelesidir; o da meşru savunma kapsamındadır. Siyasi mücadelemiz, kitle mücadelemizin hepsi meşru savunma kapsamındadır. Aslında halk kendini savunuyor, özgürlüğünü savunuyor, insanlığını savunuyor, demokratik yaşamını savunuyor. Baskı ve sömürüyü yıkmak istiyor. Köleciliği alt etmek istiyor. Bundan daha meşru bir mücadele olabilir mi? Bunun, kendini, temel insani değerleri savunmak olduğu açık değil mi? Biz bu meşru savunmayı, savaş koşullarında da sürdüreceğimizi söylüyoruz. Askeri saldırılara karşı da meşru silahlı savunma yapacağımızı belirtiyoruz. Örgüt olarak da, halk olarak da bunun gereklerini yarattık. Gerillamız, Halk Savunma Kuvvetlerimiz, böyle bir meşru savunmayı başarıyla yürütecek konumdadır. Kayıplar olabilir, ama asla savunma konumunu başarıyla sürdürmekten geriye düşmeyecektir. Bunu, büyük bir fedai ruhuyla yapacaktır. Daha şimdiden komutası ve savaşçısıyla tüm Savunma Kuvvetleri tam bir fedaileşme sürecine girmiştir. Fedai ruhu ve tutkusu oldukça güçlenmiş durumdadır. Herkes Önderlikle, devrim şehitleriyle, halkımızın özgür ve demokratik yaşamıyla tam buluşmak için fedai çizgisinde en yiğit ve cesur mücadeleyi yürütme sabırsızlığı içerisinde bulunuyor. Bu konuda yönetimi zorlayan, yönetimden yoğun taleplerde bulunan bir konum var. Bu bakımdan Savunma Kuvvetlerimizin de, komploya karşı beşinci yıl mücadelesi içinde, üzerine düşen görevi başarıyla yerine getireceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu çerçevede sert mücadele etmek, direnmek isteyen tüm Kürt gençliğinin böyle bir meşru savunma konumunda yer alması önemlidir. Bu, süreci, mücadeleyi başarıyla götürmemizin bir gereğidir. Bu temelde hem serhildanı geliştirir, ona öncülük ederken, hem de Halk Savunma Kuvvetlerini güçlendirmek, onun saflarında yer almak her Kürt gencinin bir tutkusu olmalıdır. Bunu, bu beşinci yılda daha yoğun, daha güçlü bir biçimde hayata geçirmelidir. Birinci yılda, uluslararası komploya karşı stratejik değişimin ideolojik temellerini geliştirdik; ikinci yılda, uluslararası komploya karşı mücadele edecek örgütü yarattık, saldırılar karşısında Önderliğin ve örgütün kahramanca savunulacağını gösterdik; üçüncü yılda, uluslararası komploya karşı, siyasi ve ulusal kimliğimizi savunma kampanyası çerçevesinde serhildanın ilk denemelerini yaptık; dördüncü yılda, anadil kampanyasından seçim kampanyasına, şimdi Başkan Apo yu Savunma ve Sahiplenme kampanyasına kadar gelişen bir süreçte büyük bir serhildan hareketini başlattık; beşinci yılda da, meşru savunma çizgisinde ideolojik, siyasal, kitlesel, yine silahlı savunma çerçevesinde topyekün bir direnişi yürüteceğiz. Beşinci yılda, halkın özgür demokratik yaşamını ve örgütlülüğünü daha çok geliştiren, uluslararası gericiliği daha çok darbeleyen, dolayısıyla da bizi Kürt sorununun demokratik çözümüne daha çok yaklaştıran bir gelişmenin sahibi olacağız. Beşinci mücadele yılında, uluslararası komplo güçlerini yenilginin eşiğine getirecek, Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde Demokratik Ortadoğu Birliğini yaratma hedefimizi büyük mücadelelerle ilerleteceğiz.

15 Sayfa 16 LKEL M LL YETÇ L K Baflar s zl n ve çözümsüzlü ün ad d r 3Kasım seçimlerinden sonra, sonuçlarla ilgili bir çok değerlendirme yapıldı. Sorun, değerlendirme yapılıp yapılmamasında değildir. Seçim sonuçlarının değerlendirilmesi tabii yapılacaktı. Hatta bu konuda değerlendirmelerin az yapıldığı söylenebilir. Daha doğrusu, gelecek için, ufku açacak değerlendirmeler az yapıldı. Ancak spekülasyon yapma, sağda solda hiçbir pratik ve siyasal değeri olmayan konuşma ve değerlendirmelerle ortalığı bulandırma, fazlasıyla görüldü. Aslında böyle sağda solda çok fazla değerlendirmenin yapılması, ortalığın bulandırılması, iyi niyetli olmayan çevrelerin, hatta devletin kışkırttığı tartışmaların bir sonucuydu. Bu tartışmaların halen şu veya bu düzeyde sürmesini; çeşitli çevrelerin, Ulusal demokratik hareket karşısındaki rahatsızlıklarını seçim sonrası ortaya çıkan rahatsızlıklarla birleştirip kendilerini konuşturma veya kendilerini gündemleştirme istemi olarak da görmek mümkündür. Bu tür spekülatif değerlendirmelerin yapılmasının diğer bir nedeni de; HADEP, DEHAP veya diğer güçlerin, zamanında ve yerinde, bütünlüklü ve doğru değerlendirmeler yapmamasıdır. Böyle olunca da, birçok kişi kendine göre değerlendirmeler yapmaya çalışmıştır. Bunların bir kısmı iyi niyetli, bir kısmı iyi niyetten yoksun olarak yapılan değerlendirmelerdir. Bize göre de 3 Kasım seçimlerinin değerlendirilmesi çok önemlidir. Bu seçim süreci doğru değerlendirilmezse, Türkiye de ne demokratikleşme konusunda ne de Kürt sorununun çözümü konusunda doğru politikalar üretilebilir. Türkiye demokratik güçleriyle ortak mücadele stratejik bir yaklaşımdır Biz, 3 Kasım seçimlerine bir bütün olarak bakıyoruz. Seçim sonuçlarının yetersizliği, seçimden istenen sonucun alınamaması; bir bütün olarak Türkiye nin demokratikleşme sorunları, Kürt sorunun çözümü ve Türkiye koşullarına göre etkili siyaset yapma konusunda, önümüzde önemli yetersizlikler olduğunu ortaya koydu. Bizim siyaset yapma tarzımızdan örgütlenme tarzımıza kadar birçok konuda kendimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiği mesajını verdi. Biz, sadece bir seçimdir diyerek yaklaşamazdık. Bizim mücadelemizin sadece bir milletvekili seçtirme mücadelesi olmadığı doğrudur. Mücadelemiz buna indirgenemez. Sadece beş on milletvekili seçtirilerek, Türkiye de özgürlük ve demokrasi ne geliştirilebilir ne de kazanılabilir. Eğer çeşitli alanlarda özgürlük ve demokrasi gelişirse, örgütlenme her alanda yaygın bir duruma gelirse, o zaman meclise gönderilecek milletvekillerinin bir anlamı olur. Böyle bir demokrasi hareketi, toplumsal dinamizm yoksa seçilecek milletvekillerinin de çok fazla etkin olabileceği düşünülemez. Buna rağmen seçimlerdeki başarısızlık ve yetersizlik diğer çalışma alanlarının bir yansıması olduğuna göre, bizim açımızdan değerlendirme yapmamızı sağlayacak önemli bir veri ve önemli bir süreçtir. Bunları biz kapsamlıca değerlendirdik. Önemli sonuçlara da vardık. Bizim açımızdan sürecin muğlaklığı söz konusu değildir. Eksikliklerin, yetersizliklerin nereden kaynaklandığını biliyoruz. Bunları çeşitli biçimlerde ortaya koymaya da çalıştık. Ancak, bazı noktaların biraz daha irdelenmeye ihtiyacı var. O da şudur: Çeşitli çevreler seçimde yüzde 10 barajının aşılmadığından yola çıkarak, bizim Türkiye halkıyla birlikte, Demokratik Özgür Birliğin gerçekleştiği bir Türkiye yaratma stratejimizin yanlış olduğu sonucunu çıkarmak istiyorlar. Türkiye halkı ile birlik olmaz biçiminde bir yaklaşımı, açık ya da örtülü bir biçimde dillendiriyorlar. Bunları söylerken de, oyların çoğunluğunun Kürdistan dan geldiği, Türkiye den fazla oy çıkmadığı gerekçesini ileri sürüyorlar. Bunu yapanların amacı; niye sol demokratik güçlerle, sosyalistlerle ittifak yapılıyor, bunların ittifakıyla olmuyor diyerek, bizim çizgimizin boş olduğunu kanıtlamaktır. Yüzde 10 barajının aşılamamasından yola 3 Kas m seçimleri, hem bütün kitlemizi harekete geçirme, her yerde demokrasi mücadelesi içine sokma, hem de sol ve demokratik güçlerle ittifak Türkiye genelinde pratiklefltirme aç s ndan önemli bir f rsatt. Çünkü Türkiye nin en ücra köflelerine kadar bu siyasal hareketin mesajlar n götürmek, yeni stratejinin emri oluyordu. Bu yap lm flt r. çıkarak bazıları, niye bağımsız adayla girmedik? Bağımsız adayla girseydik, on-on beş milletvekilli seçtirebilirdik diyerek, kendi tezlerine haklılık kazandırmak istiyorlar. Bağımsız adayla girip on kadar milletvekilli çıkarılabileceği doğrudur. Bunun tartışılmasına bile gerek yok. Hatta ondan daha fazla çıkabilirdi. Bu somut gerçeğe dayanarak çizgimizi, demokrasi anlayışımızı sorgulamaya çalışmak, basit politikacılık yapmaktır. Bir kere basit politikacılığın mahkum edilmesi ve bırakılması gerekiyor. Bizim açımızdan meclise milletvekili sokmak küçümsenemez, bunu kimsenin küçümsediği de yoktur. Önemli olan nasıl bir siyaset tarzına sahibiz, nasıl bir siyaset anlayışına sahibiz, Türkiye yi nasıl demokratikleştireceğiz, Türkiye nin demokratikleşmesi nasıl bir siyasal mücadeleden geçer? sorularına doğru cevap vermektir. Bire bir benzetmek doğru değildir, ancak Türkiye de DEHAP dışında, yüzde 10 barajını aşamayan partilerin hiçbirinde, neden bağımsız aday göstermedik? tartışması yapılmamıştır, yapılmıyor. Bırakalım, yüzde 8-9 alanları, yüzde 5 alanlar bile, neden bağımsız aday gösterip meclise bir kaç milletvekili sokmadık diye bir tartışmanın içine girilmiyor. Çünkü herkes için önemli olan, Türkiye genelinde bir siyasal parti ve hareket olmaktır. Mesajlarını Türkiye nin her tarafına vermektir. Bu açıdan, yalnızca bağımsız aday seçilebileceği yerler üzerinde çalışmayı, hiç kimse siyasal stratejisine, siyasal parti olmanın mantığına uygun görmüyor. Yalnız Kürdistan da değil, bütün Türkiye de bir siyasal hareket geliştirme, Türkiye halkını demokrasi ve özgürlük mücadelesi içine katma son yirmi yılın mücadelesi gösterdiği gibi bizler açısından daha da yaşamsal önemdedir. Önemli olan, sorunları Türkiye halkıyla birlikte çözmek için, demokratik özgür birlik çizgisinde, Türkiye yi yaratmak istediğimiz biçimde, siyasetimizi Türkiye de etkili hale getirme ve yerleştirmedir. Kürt demokratik hareketinin yeni çizgisi, Türkiye nin demokratik güçleriyle birlikte, Türkiye nin demokratikleştirme mücadelesini vermeyi olmazsa olmaz bir koşul olarak değerlendirmektedir. Bu gerçek; Türkiye nin sol, sosyalist ve demokratik güçleriyle birlikte hareket etmeyi, onlarla birlikte Türkiye de bir demokrasi hareketi, demokrasi heyecanı ve rüzgarı yaratmayı gerekli görüyor. 3 Kasım a giderken; kurulan ittifakın bağımsız adaylarla değil de, bir parti olarak demokrasi kampanyasını, yalnız güçlü olan alanlarda değil, Türkiye nin tüm alanlarına yaymak, sadece bir yerde bir milletvekili seçtirmemek, oradaki bütün milletvekili kontenjanını elde etme heyecanıyla kitleleri demokrasi mücadelesi içine çekmek, yapılması gerekendi. Bu açıdan 3 Kasım seçimleri, hem bütün kitlemizi harekete geçirme, her yerde demokrasi mücadelesi içine sokma, hem de sol ve demokratik güçlerle ittifakı Türkiye genelinde pratikleştirme açısından önemli bir fırsattı. Çünkü Türkiye nin en ücra köşelerine kadar bu siyasal hareketin mesajlarını götürmek, yeni stratejinin emri oluyordu. Bu yapılmıştır. Burada uygulanan, siyaset tarzının, yöntemin, çizginin yanlışlığı değildir. Yanlış olan, bu çizgiye yeterince inanmama, bunun gereklerini yerine getirmeme, böyle bir siyasetin ve seçim platformunun gerektirdiği özellikleri ve incelikleri kavrayamama olmuştur. Bu nedenle biz, bu seçim sonuçlarından bazı dar milliyetçi yaklaşımların ya da yalnızca milletvekili olmayı yeterli gören bazı çevrelerin çıkardığı sonuçları çıkarmadık. Bizim çıkardığımız sonuçlarla, onların çıkardığı sonuçlar arasında tam bir zıtlık bulunuyor. Terslik bulunuyor. Sorun, bazı yöntem yanlışlıklarında, yöntem eksikliklerinde değildir. Ya da burada bu yanlışı yaptık, şurda şu yanlışı yaptık değil, tamamen bir siyasal çizgi farklılığı var ortada. Biz seçim sonuçlarının başarısızlığını, eksikliğini, Kürt demokratik hareketin ortaya koyduğu yeni çizgiye tam inanmama, bu çizginin gereklerini tam yerine getirmemede buluyoruz. Türkiye demokratları ve halkı üzerinde yeterince çalışmama, onlara çizgimizi yeterince anlatmama, bu çizgimizin en az Kürt halkı kadar Türkiye halkı tarafından da coşkuyla karşılanacağına inanmama bu başarısızlığın en önemli nedenlerindendir. Dolayısıyla bu stratejik çizgi doğrultusunda çalışmama, bunun gereklerine göre açılım yapamama ve sonuçta da 3 Kasım seçimlerinde olduğu gibi, dar kalarak istediğimiz sonuca ulaşamama durumu ortaya çıkıyor. 3 Kasım seçimlerinde alınan sonuç yeni stratejiye inançsızlıkla bağlantılıdır Biz bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyoruz. Kürdistan ve Türkiye yi özgürleştirme ve demokratikleşme mücadelesini veriyoruz. Bu bir stratejik, siyasal çizgi gerektirir, taktik gerektirir, ittifakları gerektirir. Bir siyasal hareket, ancak böyle bütünlüklü davrandığı zaman amaçlarına ulaşabilir. Biz bu açıdan soruna bütünlüklü yaklaştık. Dört yılda bir gelen seçimlerden bir kaç milletvekili çıkarmak için yaklaşmadık. Ancak böyle bir bütünlük ve siyasal strateji içinde milletvekili çıkarırsak, o zaman siyasal mücadelemizin bir gelişme yaratabileceğine inandık. Bu yaklaşımımız da doğruydu. Soruna böyle bütünlüklü bakmayan, soruna günlük bakan, birkaç yılda bir gelen seçimde bazı milletvekillerini meclise göndermek olarak değerlendiren, bir demokrasi hareketi yaratma kaygısı önceliğinde bulunmayan, sonuç alıcı bir siyasal çizgi amacı taşımayanlar açısından ise, böyle bir strateji ve çizgiye dayanarak yapılan politika, anlamsız gelmektedir. Niye böyle bütünlüklü yaklaştınız? Olmuyor deyip olmazın teorisini yaparak Kürt demokratik hareketinin yarattığı birikimler üzerinde beş on milletvekili seçtirmeyle yetinmek ya da siyasal ufku bu kadar dar almak gibi bir durum ortaya çıkıyor. Burada sorun çok niyetsel bir sorun da değildir. Bazıları, biz sadece milletvekili olmayı mı düşündük? biçiminde değerlendirmede bulunabilirler. İşte bizde acı çektik diyebilirler. Şimdi bunları söylemek ya da bazı çabalarla yetinmek, söylemlerin doğru olduğu anlamına gelmiyor. Dar ufuklu olursan, kazanacak siyasal bir perspektife sahip olmazsan, sonuçta siyasal çizgi ve olaylara yaklaşım, birkaç milletvekili kazanmakla sınırlı kalır. Bu da ister istemez insanın değerlendirmelerini, yaklaşımlarını birkaç milletvekili seçilip seçilmesine indirger. Politik süreci yanlış değerlendirenlerin bazıları, milletvekili seçilmeme rahatsızlığını ortaya koydu. Niyet ne olursa olsun, bunlar ortaya çıkmıştır. Hatta bir siyasal stratejiyi, bir siyasal hareketi sabote etmek isteyen bir noktaya kadar götürmüştür. Kürt demokratik hareketine saldıran güçlerle birleşmeye kadar varan bir paralellik ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki; doğru tutum almak, doğru değerlendirmek, doğru bir yerde bulunmak açısından, stratejik yaklaşım, bütünlüklü siyasal perspektife sahip olmak önemli oluyor. Kürt demokratik hareketi de milletvekili seçtirmek istiyordu. Halk da bu konuda çok istekliydi, kendi temsilcilerini mutlaka çok güçlü bir şekilde meclise taşırmak istiyordu. Parti içinde uzun yıllar çalışan birçok insan da bu mevzi içinde mücadele etmek için mebus olmak istiyordu. Bunlar güzel duygulardı, güzel hedeflerdi, bunları kim küçümseyebilir. Kaldı ki, bu siyasal taktikleri önemseyen ve gündeme sokan da Kürt demokratik hareketi oldu. Bu konudaki tutuculukları, darlıkları, muhafazakarlıkları bu hareket aştı. En önemlisi de Kürdistan da bütün demokratik birikimi, mücadele birikimini demokratik devrimi gerçekleştirerek, bu hareket yarattı. Bu kadar birikim, bu hareketin öncülüğünde sürdürülen mücadele ile ortaya çıktı. Ve bugün gerçekleştirilmek istenen, pratiğe sokulan yeni strateji de böyle bir birikime dayanarak kendini sistemleştirdi, programlaştırdı. Bunları bilmeden, görmeden, değerlendirme yapmak hafife kaçar, yüzeysellik olur. Belki bazıları kendi sorumluluğunu taşıyor, kendi çapında bir etkinliği, bir mücadelesi var. Ama bu hareket tüm tarihin sorumluluğunu taşıyor. Otuz yıllık mücadelenin sorumluluğunu taşıyor. Geleceğin sorumluluğunu taşıyor ve sorunlara da bu perspektifle bakıyor. Bu mücadeleyi nasıl sağ salim hedefe ulaştırırım, imkanları nasıl doğru değerlendiririm, ortaya çıkan birikimlerden, fırsatlardan, demokrasi ve özgürlük için en iyi biçimde nasıl yararlanırım? Bu hareketin temel kaygısı budur. Herkes ilk önce şunu bilecek, bu mücadelenin bütün sorumluluğunu bu hareket almıştır. Bütün kararların sonucunu bu hareket üstlenmiştir. Bu hareketin dışında hiç kimse, hiç bir çevre şu ya da bu kararın sorumluluğunu alacak güçte değildir, ve öyle bir güç de yoktur. Yani Kürt halkının özgürlük ve demokrasinin tüm geleceğini omuzlayacak, sırtlayacak bir perspektifi, bir planlaması, bir örgütlü gücü söz konusu değildir. Böyle olmayanların ulu orta yerde değerlendirme yapmaları saygısızlıktır. Doğru değildir. Kendi dar penceresinden bakarak olguları değerlendirmek, kendi çapında bir anlam ifade eder. Seçim ilgili değerlendirmeleri, sadece seçimle ilgili değerlendirmeler olur. Siyasal mücadelenin

16 Sayfa 17 geçmişiyle, bugünüyle, geleceğiyle ilgili bir değerlendirme olmaz. Böyle bir değerlendirme yapanların bütünlüklü bir bakışı yoktur. Sorumluluğu da yoktur. O bakımdan her türlü kolaycı değerlendirme, suçlama yapmak da, bu kişiler ve çevreler açısından gündeme gelir. Ama bizim sorunlara öyle basit, köylü ve küçük burjuva kurnazlığıyla yaklaşıp, kelimeleri, sözleri rahatlıkla ağzımızdan çıkarmamız mümkün değildir. Biz tabii sorunlara daha geniş bir perspektifle yaklaşıyoruz. Her olguyu, her olayı mücadele stratejimizin ve dönemsel politikalarımızın içine koyarak, yerleştirerek ifadelendirmeye çalışıyoruz. Bunun için biz seçim sonuçlarının bu stratejik yaklaşımımız, yeni stratejimiz içindeki yeri nedir? Yeni stratejimizin taktiğimizin ne kadar uygulanması oldu, ne kadar olmadı? biçiminde ortaya koyuyor ve öyle değerlendiriyoruz. Bu çerçevede değerlendirdiğimizde ortaya çıkan sonuç şudur; son üç dört yıllık süreci doğru değerlendiremedik. Başkan Apo ve Kürt demokratik hareketi bütün yurtseverlere, bütün demokratlara, Türkiye deki bütün çalışanlara, bütün kurumlarımıza altın değerinde dört yıllık bir fırsat ve zaman tanımıştır. Ne var ki, altın değerinde bu fırsat ve zaman yeni stratejiye inanılarak, onun gerekleri yerine getirilerek istenen çabaya dönüşmediği için boşa harcanmıştır. Bir defa, herkesin bu konuda köklü bir özeleştiri vermesi gerekir. Son üç dört yıllı nasıl değerlendirdik, Başkan Apo ve Kürt demokratik hareketi bizden nasıl bir çalışma, nasıl bir ilişki ve siyaset tarzı bekliyordu? Bunlara doğru cevap verdik mi, vermedik mi? Asıl sorulması ve cevaplanması gereken bunlar oluyor. Bunlar yapılmıyor, bu tür sorulardan kaçınılıyor, sorumluluklardan kaçılıyor. Ama seçim sonuçlarından, alınamayan sonuç üzerinden, yetersizlikler üzerinden laf üretiliyor. Eksikliğin olduğu yerde laf söylemek kolaydır. Sorumsuzca atıp tutmak da kolaydır, bunlar yapılıyor. Seçimde çıkan sonuçlarda herkes kendi sorumluluğunu göreceğine; neden bu sonuçlar oldu, neden başarılı olamadık, neden Kürt demokratik hareketinin, Başkan Apo nun istediği sonuçları elde edemedik? sorularına doğru cevap verip özeleştirisini yapacağına, bundan kaçınmak gerçekten saygısızlık olmaktadır. Ahlaki olarak da hiç bir yurtsevere, kadromuza ve çalışanımıza yakışmayan bir tutumdur. Bir kere bunların doğru değerlendirilmesi gerekiyor. Bu üç dört yıllık dönemde ne yapılmıştır? Ulusal demokratik hareketin yarattığı değerler bir sıçrama tahtası yapılarak, yeni alanlara açılım yapılmış mıdır, bunun cevabını olumlu vermek mümkün değildir. Bu süreçte, Kürt demokratik hareketinin yarattığı, özellikle Kürt halkında ortaya çıkarılan yurtseverlik, demokrasi ve özgürlüğe sahip çıkma bilinci, çabası ve fedakarlığı üzerinde kendini tekrar eden bir çalışmaya devam edilmiştir. Yeni kitlelere açılma, yeni örgütleri oluşturma, Türkiye nin bütün alanlarına açılma, dışımızdaki demokratik güçlerle ilişkilenme, kendimizi olabildiğince genişletme ortaya çıkmamıştır. Yeni çizgimizi güçlü bir biçimde sahiplenip bunu inançlı bir biçimde taşırma yaşanmamıştır. Varolanla yetinme, siyaset tarzı haline gelmiştir. Ulusal demokratik hareketin ortaya çıkardığı başarılarla yetinme, bu sürecin özelliği haline gelmiştir. Yeni stratejik çizginin gerekleri yerine getirilmemiştir. Bunun temposu, tarzı içerisine girilmemiştir. Savaş durdu, rahatladık denilmiştir. Çok yorulduk, oh! denip rahat nefes alınmıştır. Halbuki, Kürt demokratik hareketi söz konusu olduğunda, bir günlük rahat ortam bile çok büyük bir gelişme yaratacak bir zaman dilimidir. Bu altın değerindedir. Ama böyle yaklaşılmış mıdır? Bize böyle yaklaşıldığını söyleyen bir tek Allah ın kulu çıkabilir mi? O zaman doğru sorgulayacağız, doğru değerlendireceğiz, ortaya çıkan sonuçlardan herkes kendi payını, kendi rolünü görecek. En fazla bu işte sorumluluğu olanların özeleştiri vermesi gerekiyor. Ama terslik var, en üst düzeyde sorumluluk alanlar, bu dört yıl içinde kendi bulunduğu alanda gelişme yaratması gerekenler, sanki kendileri sorumlu değilmiş, sanki başkaları sorumluymuş gibi ortaya çıkan sonuçlardan kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Bizim hesap sormamız gerekirken, neredeyse onlar bizden hesap sormaya çalışıyorlar. Neden örgütlenmedin, neden geliştirmedin, neden bu imkanları değerlendirmedin, yeni stratejik çizginin gereklerini neden yapmadın, ya da bu konuda neden geç kaldın, vb sorularımız karşısında ancak bağımsız adaylarla seçime girseydik, beş on milletvekili çıkarabilirdik biçiminde çok basit, ucuz cevaplar verilmiştir. Sanki beş on milletvekillinin seçilmesini söylemek çok büyük bir marifetmiş, sanki Amerika yeniden keşfediliyor. Tabii bunlar çok ucuz değerlendirmelerdir, çok basit yaklaşımlardır. Siyasal hareket, demokrasi hareketi perspektifinden yoksun, yorgun kişilerin ruh halidir. Bizden bu kadar, ancak bu kadar olur demenin ruh halidir. Yeni bir hamle yapmanın, mücadeleyi geliştirmenin, demokrasi ve özgürlüğü kazanmanın Kürt halkına karşı yürütülen her türlü imha saldırısının önünü almak gibi bir çalışma içine girmek gerekirken, varolanları babamızın tapulu malı gibi görerek, bunun üzerinde kendimizi yaşatma anlayışı siyasal rantçılıktır. Dün şu kadar emek verdim, o halde karşılığını verin, isterim demek, tam bir mülkiyetçi anlayıştır. Özgürlükçü ve demokratik bir anlayış değil, köylü ve küçük burjuvazinin, çalıştım karşılığını ver yaklaşımının, özgürlük ve demokrasi hareketinin içine sokulmasıdır. Bunun kabul edilebilir bir yanı yoktur. Bunu da herkesin bilmesi gerekiyor. Pragmatik, günlük yaklaşanlar demokrasi mücadelesini bir süreç olarak ele alamazlar Dikkat edilirse, seçim sonrası tartışmaların, ulu orta konuşmaların çoğunluğu niye bağımsız aday gösteremedik? ile ilgilidir. Buna dayanarak da, ideolojik yaklaşımlarını ortaya koymaktadırlar. Neden Türkiyeli sol, demokratik güçlerle ilişkileniyor? denilmektedir. Yani bir sol, sosyalizm ve emek düşmanlığı böylelikle ortaya konulmuş oluyor. Hatta aydınların, sanatçıların bu bloku desteklemesi iyi, ama oyları yok denerek bu destek de küçümseniyor. Tabii bu, ne kadar pragmatik, ne kadar günlük yaklaşıldığını; demokrasi ve özgürlük mücadelesini bir süreç değil, eline hazır lop verilmesi olarak anlayanların yaklaşımıdır. Solcular, sosyalistler, demokratlar, aydınlar, yazarlar küçümseniyor. Peki kiminle demokrasi ve özgürlük mücadelesi verilecek, kime dayanarak geliştirilecek? Bu sorunun cevabı verilmiyor. Bazılarına göre liberallerle olurmuş. Kaldı ki, liberallerle ittifak yapılmak istenmiş, onlarla bir olunmak istenmiştir, ancak kaçanlar onlardır. Türkiye de halen Kürt sorununu hazmedemeyen, Kürt demokratik güçleriyle ile ittifak yapanları töhmet altında tutan bir yaklaşım var. Bunu bilmek gerekiyor. ANAP kaçtı. Aslında böyle bir ittifaka gelmesi lazımdı, ancak gelmedi. Çünkü ANAP bölünmeye uğratılacaktı, bunu bilmeden konuşanlar var. Tabii biz demokrasi hareketini en geniş yelpazeli bir hareket olarak görüyoruz. Sol, sosyalistler, liberaller de bu iş içinde olmalı. Bu konuda çeşitli dar sol yaklaşımları, sınırlayıcı yaklaşımları da doğru bulmadık. Bunların klasik sol ve sosyalist anlayışının ürünü olduğunu, demokrasi mücadelesinin daha geniş bir perspektifle yaklaşılarak kazanabileceğini ortaya koyduk. Bunlar belgelidir. Bu konuda düşünceler açık ve nettir. Mızmızlık çeşitli çevrelerin ipe un sermesidir. Ya da çeşitli çevrelerin saldırısı etkisinde kalma, tahriğe gelme ve bu çerçevede ucuz konuşma ve değerlendirmeler yapmaktır. Bunu da görmek gerekiyor. Seçim kampanyasındaki coşku, heyecan hiçbir partide, hiçbir yerde yoktu. Bu yönüyle mevcudun üzerinde çalışma anlamında çok fazla bir sorun yoktu. Demek ki, mevcudun üzerinde çalışmada değil, daha geniş alanlara yayılma anlayışında eksiklik var. Yetersizlik, başarısızlık, açılmama başarısızlığı ve yetersizliğidir. Bugüne kadar yaratılan, varolan kitlelerin dışına çıkılmamadır, ya da bu konuda sınırlı kalmadır. Eleştirilmesi gereken budur. Yoksa sol, sosyalist, demokratik güçlerle yapılan yanlış değildi. Türkiye toplumunda seçim döneminde bir etki de yarattı. Aydınların, sanatçıların seçim yaklaştığında böyle bir açıklama yapmalarının nedeni, kampanyadan etkilenmelerindendir. Bizim sormamız gereken şudur; siyasal yaklaşımlarımızla, ittifaklarımızla, perspektiflerimizle, söylemlerimizle, mesajlarımızla neden daha önce etkili olamadık, kampanyanın sonuna doğru yarattığımız etkiyi neden daha önce yaratmadık? Bu soruların cevabını vermemiz gerekir. Bu aydınlar ve sanatçılar neden kampanyanın başında bu işe katılmadılar, işin içine girmediler? Bunu sormamız gerekir. Demek ki bir şeyler de gecikme ve yetersizlik var. Biz sanatçıları, aydınları neden geç destek verdi diye suçlayamayız. Bu ucuz bir yaklaşımdır. Biz aydınların, sanatçıların eksikliklerine bakarak kendimizi haklı çıkaramayız. Biz neden etkilemiyoruz, neden bunların üzerinde sonuç alıcı çalışmaları yürütmüyoruz? diye kendimize sorarız. Bizim sorumluluğumuz kendimize sorup cevap vermektir. Başkalarını suçlamak değildir. Bu örnekten de anlaşılıyor ki, çalışmalarımızın eksikliğinin esas yanı yeni stratejik çizgiyi Türkiye halkına, demokratik, sol, sosyalist güçlerine, aydınlarına, yazarlarına anlatarak, bu kampanyanın, bu doğru çizginin, bu demokratik ve özgür birlik çizgisinin Türkiye ye çok önceden yayılmasını sağlayamamaktır. Bu konuda gösterdiğimiz gevşeklik ve yavaşlıktır. Sadece seçim zamanı geldiğinde böyle bir çalışmanın aklımıza gelmesidir. Bu da doğru değildir. Türkiye halkı, demokratik sol güçleri, yazarları, sadece seçimlerde bize destek verecek, bize kazandıracak kesimler olarak görülemez. Aksine bütün Türkiye halkı, sol ve sosyalist güçler, yazarlar ve aydınları demokrasi hareketinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Böyle görülmelidir, böyle görülerek uzun vadeli bir ittifakın, Türkiye yi birlikte yaratmanın perspektifi ile yaklaşmamız gerekir. Böyle yaklaşırsak, o zaman yeni stratejik çizgimiz dalga dalga yayılır ve ikna edici bir güce ulaşır ve sonuçta bırakalım yüzde 10 ları, yüzde 20 ve 30 ları rahatlıkla bulan bir seçmen potansiyeline ulaşabilir. yüzde 6.5 luk oy az bir oy değildir. Demek ki, biraz doğru çalışılsaydı, dört yıllık süreç doğru değerlendirilip çok önceden Türkiye halkına, sol ve sosyalist güçlerine, aydınlarına, yazarlarına, emekçilerine, yoksullarına kendimizi anlatsaydık, herhalde diğer yüzde 3.5 luk oyu çok rahatlıkla alır ve bugünkü bu boş tartışmaları yapmamış olurduk. Dolayısıyla eksiklikleri, sorunları doğru göreceğiz, çarpıtmayacağız, bazılarının çarpıtmalarına alet olmayacağız. Kürt halk na karfl yürütülen her türlü imha sald r s n n önünü almak gibi bir çal flma içine girmek gerekirken, varolanlar babam z n tapulu mal gibi görerek, bunun üzerinde kendimizi yaflatma anlay fl siyasal rantç l kt r. Dün flu kadar emek verdim, o halde karfl l n verin, isterim demek, tam bir mülkiyetçi anlay flt r. Bizim sorumlulu umuz kendimize sorup cevap vermektir. Baflkalar n suçlamak de ildir. Çal flmalar m z n eksikli inin esas yan yeni stratejik çizgiyi Türkiye halk na, demokratik, sol, sosyalist güçlerine, ayd nlar na, yazarlar na anlatarak, bu kampanyan n, bu do ru çizginin, bu demokratik ve özgür birlik çizgisinin Türkiye ye çok önceden yay lmas n sa layamamakt r. Bizim mücadelemizin esas görevlerinden biri Kürt halkının özgürlüğünü elde etmektir. Kürt halkı bugüne kadar önemli bir özgürlük mücadelesi verdi, yalnız Türkiye de değil, Ortadoğu nun bütün ülkelerinde Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi önemli düzeye ulaştı. Özellikle son otuz yılda, Başkan Apo nun öncülük ettiği Ulusal demokratik hareket, ulusal demokratik haklarına ve özgürlüğüne sahiplenecek bir halk gerçekliği yarattı. Bu konuda kölelik tarihimiz yerle bir edildi. Artık bu topraklarda Kürtler de vardır, Türkiye de, İran da, Irak ta ve Suriye de de vardır. Bunu artık hiçbir gücün inkar etmesi söz konusu olamaz. Ulusal demokratik hareketin ortaya çıkardığı özgürlük ve demokrasi düzeyi, halk düzeyi yalnız Kürdistan da değil, bütün Ortadoğu da demokrasi ve özgürlüğü geliştirecek güce ve derinliğe sahiptir. Her şeyden önce halk olarak, ulusal demokratik bir hareket olarak bu gücümüzü ve tarihimizi iyi bilmek, geleceğe güvenle bakmak gerekiyor. Ortaya çıkardığımız değerleri bırakalım küçümsemeyi, çok önemsemek gerekiyor. Bu gelişmelere rağmen, halen Kürt sorunu, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi sorunu köklü bir çözüme kavuşmamıştır, kavuşturulamamıştır. Bu gerçeği de biliyoruz ve mücadelemizin esas hedefinin bundan sonra da Kürt halkının özgürlük ve demokrasisini gerçekleştirmek olduğu açıktır. Bu olmadan, Ortadoğu halkları ne demokratikleşebilir ne özgürleşebilir. Ortadoğu gerçek anlamda demokratik ve özgür bir hale gelmeden, Kürt sorunu da tamamen çözüme kavuşturulamaz. Bu ikisi arasındaki bağ, birebirdir. Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle, bölgenin demokratikleşme mücadelesini paralel yürütmek, birbirinden kopmaz bütünlük içinde görmek çok önemlidir. Yeni stratejik çizgimizin dayandığı esas diyalektik budur. Bu açıdan Kürdistan da yarattığımız değerlerle yetinmemek, yalnızca buna dayanmamak, bu gelişimini ve birikimi güvenceye almak, daha fazla geliştirmek için Türkiye nin demokratikleştirilmesi ile bu gücü birleştirmek önemlidir diyoruz. Bu stratejiden en fazla kazananın Kürt halkı olacağını söylüyoruz. Yeni çizgimiz Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini daha anlamlı bir hale getirme, hatta bu halkı Ortadoğu nun önder halkı ve gücü düzeyine yükseltmedir. Kürt halkının en fazla kazanacağı çizgidir. Kürt halkının özgürlük ve demokrasi potansiyeli, birikimi ve gücünü daha da etkin bir hale getirecek bir çizgidir. Kavrayış eksikliği burada ortaya çıkıyor. Dar milliyetçi yaklaşımların engelleyici, tutucu yönü burada ortaya çıkıyor. Bu açıdan yeni çizgimiz önündeki en büyük engel bizim açımızdan ilkel ve dar milliyetçi yaklaşımlardır. Çünkü bunlar bize ait yaklaşımlardır. Biz kendi içimizde bu sorunu çözemezsek, başka alanlardaki yanlışlıkları çözmeye çalışmanın, eleştirilerin, değerlendirmelerin çok fazla bir anlamı yoktur. Diğer halklar içindeki klasik sol, sosyal şoven, milliyetçi yaklaşımlar, tabii ki halkların özgür ve demokratik birliği önünde engeldir. Bunlar Kürt halkının diğer halklarla yürüteceği ortak mücadelenin önünde zorluk yaratmaktadır. Ancak sorun bunları değerlendirmek değildir, bunları değerlendirmek kolaycılıktır. Böyle bakmak 70 lerdeki Kürt reformist milliyetçilerin her şeyi dışarda görme, kendine bakmama, Kürt gerçekliğindeki zayıflıkları görmeme, sadece dışı suçlayarak bir yerlere varılma anlayışının bugün de devam etmesidir. Bunlardan kurtulmadan, kendimizi daha etkili mücadele eder hale getiremeyiz. Daha doğru politikaları ve taktikleri üretemeyiz. Başarılı pratikleri geliştiremeyiz. Bunun bilinmesinde fayda var. Kürt siyasetinin başarısında en büyük engel ilkel milliyetçiliktir Kürt siyasetinde ilkel ve dar milliyetçiliği aşmamız gerekiyor. Bu bizim sosyal gerçekliğimizden kaynaklanıyor. Daha düne kadar aşiretçi feodal toplum içinde yaşıyorduk, bunun siyasal yönünün de dar olacağı açıktır. Yine aşiretçi feodal toplum içindeki egemenlerin sadece dış güçlere dayanarak kendi varlığını sürdürme politikaları vardı, bugün de halen sürüyor. Bunlar tabii ki Kürt sorununu kesin sonuca götürecek siyasetleri üretemezler. Emperyalist ve sömürgeci güçler, bölge gericiliği ve Kürt egemen güçlerinin hepsi Kürdün dünyasını daraltmışlar, üzerinde kurduğu baskıyla her türlü engelleme ile onu geniş düşünecek, geniş bir politika yapacak imkanlardan mahrum etmişler. Biz böyle olamayız. Kendi geriliklerimizin yarattığı ideolojik saplantılara, politik darlıklara takılarak, daha etkin mücadele görevlerimizden vazgeçemeyiz. Her şeyden önce kendi geriliklerimize, darlıklarımıza, zayıflıklarımıza bakacağız. Neden etkili mücadele veremiyoruz, sonuç alamıyoruz, neden kendi dünyamızla sınırlı kalıyoruz, bölge halklarının demokratik güçleriyle ittifak yapmada, onları harekete geçirmede, bölge halkları üzerinde ağırlığımızı hissettirmede neden etkili olamıyoruz? Bu soruların cevaplarını bizim vermemiz gerekiyor. Bu açıdan ilkel ve dar milliyetçi yaklaşımları aşalım diyoruz. Yeni çizgimizin pratikleşmesi için bu yaklaşımları aşmamız gerekir, diyoruz. Yeni stratejik çizginin başarıya ulaşması için dar milliyetçi yaklaşımlardan kurtularak, demokratik uygarlık çizgisinde bir yurtseverlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesi, demokratik uygarlık çerçevesinde ulusal demokratik hakları yerleştirme perspektifine ulaşalım diyoruz. Bu temelde de bölge halklarıyla ilişki, onlarla birlikte demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermeyi önemli görüyoruz. Bunlar bizim ilk ideolojik ve politik yaklaşımlarımızdı. Bizim ilk çıkışımızda da bunlar vardı. Kürt reformist örgütleri ile en temel farklarımızdan biri de buydu. Reformist milliyetçi örgütler o zaman da bizim sosyalist anlayışımıza, Türkiye nin sol ve demokratik güçlerine yaklaşımımıza soğuk yaklaşıyorlardı. Bunun anlaşılması için bir örnek vermek gerekir. 75 yılı olabilir, Ankara Cumhuriyet Yurdu nda bir öğrenci temsilci seçimi vardı. O yurtta belirli bir Kürt öğrenci grubu da vardı. O dönemde reformist milliyetçi güçlerin etkisinde bir kısım öğrenci vardı, bizim hareketimizde daha yeni çıkış yapıyordu. Orada iki aday çıkmıştı, biri Türk solunun adayıydı. İsmi de Mevlüt Danacı ydı, biri de halen hatırlarız, Gercüşlü Nuri Aslan adaylığını koymuştu. Bizim sayımız dengeleri değiştiriyordu. Biz nereyi desteklesek, o aday kazanacaktı. Biz o anda adaylığını koyan Kürt öğrencinin mücadele ve ideolojik anlayışını, sorunlara yaklaşımını doğru bulmadığımızdan dolayı Türk solunun adayını destekledik ve o kazandı. Yani bizim açımızdan önemli olan bir yerde mücadelenin nasıl geliştirileceğiydi. Bugün de eğer biz Türkiye halkıyla, demokrasi güçleriyle sorunları çözmek istiyorsak, böyle bir tercihimiz varsa, bunun doğru anlaşılması ve pratikleştirilmesi gerekir. Bazı çevreler Apocu harekete karşı yirmi beş yıldır düşmandırlar. Hiç bir zaman yaptıklarımıza iyi demediler. Güçlü olduğumuz dönemlerde, savaşımımızın çok güçlü olduğu dönemlerde seslerini çıkarmadılar. Savaşın sürdüğü ortamda yapacakları eleştirilerin büyük tepki toplayacağını düşünerek sessiz kaldılar. Ne zaman ki, Önderlik yakalandı, bunlar kendilerine gün doğduğunu düşündüler. Savaşı durdurup yeni strateji değişikliğine gidince de, sanki düne kadar mücadele

17 Sayfa 18 Ocak 2002 etmeyen, yerinde oturan başkaları değilmiş gibi, bizim yeni mücadele çizgimize karşı saldırıya geçtiler. Her şeyi eleştirme ve saldırı konusu yapma gibi bir ruh hali içine girdiler. En fazla da bizim bölge halklarıyla birlikte, demokratik özgürlük birlik mücadelesini verme, sınırları değiştirmeden sorunu çözme yaklaşımımıza şiddetle saldırdılar. Tabii bunların ne geçmişte yürüttükleri bir mücadele oldu, ne de bugün güçleri var. Siyasete yön verecek, etkili olabilecek herhangi bir konumları da yok. Yalnızca kafa bulandırma, ve zayıfları tahrik etme gibi bir yönleri bulunuyor. Bu çevreler 3 Kasım seçimlerinden sonra da ağızlarını, dillerini, kalemlerini çalıştırmaya başladılar. Sonuçlardan ders çıkaracaklarına, sevindiklerini ortaya koydular. İşte biz doğrulandık demeye başladılar. Neden doğrulandıklarını çok ortaya koymadan ucuz değerlendirmeler yapıp, yeterince sonuç alınamamasını çizgimizle ilişkilendirmeye çalıştılar. Bu seçimlerde daha iyi nasıl sonuç alınırdı, daha iyi nasıl etkili olunurdu sorularına cevap vermekten çok, işte Kürtlerden başka kimse oy vermedi, sandığımızdan çok az oy çıktı, değerlendirmeleri yaptılar. Yine HADEP içinde bazı zayıflıkları görerek, bazı zayıf unsurların neden bağımsız aday olmadık şikayetlerini görerek, onların zayıflıklarını tahrik etmek, teşvik etmek, onlara hoş görünmek, onları kendileri açısından kullanma açısından bağımsız aday neden sokulmadı biçiminde sözler de söylediler. Bunlar açısından Türkiye de demokrasi mücadelesinin taktiği ve stratejisinin nasıl olacağı önemli değildi. Türk halkıyla, Türkiye deki demokratik güçlerle ilişkiler nasıl geliştirilir, nasıl bir ittifakla ve demokrasi blokuyla Türkiye nin demokratikleştirilmesi geliştirilir ya da meclis içinde ve dışında nasıl demokrasi mücadelesi yürütülür, bu sorulara cevap verme yoktur. En fazla da eskiden beri söylenen, çok fazla da anlamı olmayan, ne için söylendiği de bilinmeyen, bizim Kürt demokratik hareketini Türkiye ye yaygınlaştıralım düşüncemize karşı çıkmalarıdır. Neden kendimize Kürt partisi demiyoruz, gibi bir şarlatanlık yapmalarıdır. Kürdistan da bir partiye Kürt halkının çoğunluğu oy veriyorsa, kendi kimliğini orada bulduğu için, o partinin Kürt halkının özgürlük ve demokrasisini kendi şahsında temsil eden bir parti olduğu açıktır. Türkiye nin sorunlarını demokratik yoldan çözen, Kürt halkının ulusal demokratik taleplerini dillendiren, bunun mücadelesini veren bir partiye hangisi olursa olsun Kürdistan halkının en fazla oy vereceği açıktır. Nitekim bunu böyle yapmaktadır. Bugün DEHAP böyle bir partileşme esprisiyle bütün Türkiye de örgütlenmeye çalışıyor. Türkiye nin her köşesinde örgütlenerek, Kürt halkının özgürlük ve demokrasisini, bunun meşruiyetini anlatmaya çalışıyor. Böyle bir yaklaşım içinde olması, Kürt halkının özgürlüğü ve demokrasisi içinde, halkların kardeşliği için de en doğru yoldur. Bu yaklaşımı eleştirmenin hiçbir anlamı ve değeri de yoktur. Tüm Türkiye yi kucaklama stratejimizin bir gereğidir Artık günümüzde sorun bir partinin ben Kürdistan da yalnızca Kürtleri örgütleyeceğim demesi değildir. Özellikle Kürt halkının yarısından fazlası metropollerde yaşadığı bir ülkede tüm Türkiye nin demokratikleşmesi sorunlarına cevap olmak istemesi, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi, Türkiye deki demokrasi güçlerinin mücadelesi ile birleştirmesi en iyi Kürtçülüktür. Kürt halkının özgürlük ve demokrasisine bağlılık ise, en iyi bağlılıktır. Eğer Kürt halkının ulusal demokratik haklarını gerçekleştirmesi ise, en iyi gerçekleştirmedir. Bu soruna böyle yaklaşmak, HADEP in veya DEHAP ın biz yalnızca bir Kürt partisi değiliz, yalnızca Kürt halkının demokrasi ve özgürlük sorunuyla ilgili değiliz, tüm Türkiye nin demokrasi ve özgürlük sorunlarını kendimize sorun yapıyoruz deniliyorsa ve bütün Türkiye nin partisi olmak istiyoruz, diyorsa, bunun eleştirilecek hiç yanı yoktur. Ve buradan da Kürtlerin kendilerini ideolojik, siyasi ve kültürel olarak ifade edecekleri bir parti yoktur, gibi lkel milliyetçilik, dar milliyetçilik Kürdistan da çözümsüzlü ün ad d r. Çözümü ortaya ç karacak strateji ve taktikleri uygulama çabas yoktur. D fl güçlere dayanarak kendini yaflatma ya da halk n özgürlük ve demokrasi özlemlerini sömürerek siyaset ya da savafl a al yapmakt r. bir sonuç çıkartılamaz. Eğer demogoji yapmak istenmiyorsa, işin gerçeği budur. Kürdistan dan kaçanlar, Kürt halkının özgürlük mücadelesi vermesi için fedakarlık yapamayanların, HADEP ve DEHAP ın Kürt partisi değiliz, söylemini eleştirmeye hiçbir hakları yoktur. Bunlar sahtekar Kürtçülerdirler. Kürt insanı ve Kürdistan ı sevmeyen sahte Kürtlerdir. Sözde Kürtçülük yaparak kendilerini siyasi olarak yaşatmak isteyenlerdir. Zaten bugün yaşamalarının nedeni de kendi verdikleri herhangi bir mücadeleden kaynaklanmıyor. Bizim ve halkımızın verdiği mücadelenin yarattığı bu siyasal atmosfer içerisinde siyaset yapmaya çalışıyorlar. Hala siyasetçi kişiliklerini sürdürüyorlar. Dolayısıyla biz bunların 3 Kasım seçimleri sonrasındaki eleştirilerini anlamlı bulmuyoruz. Çünkü bunların çizgisiyle seçime girilse, yüzde 6,5 değil, yüzde 1 oranında oy bile alınmazdı. Zaten bu çevrelerin eleştirisi bizim seçimde yüzde 10 u aşamadığımızdan değildir. Aksine bizim seçim çalışmasına, demokratik mücadele yöntemlerine önem vermemizdendir. Yine bazıları bizim Kürt sorununu Türkiye sınırları içerisinde çözmemize karşıttırlar, sözde bağımsız devlet istiyorlarmış. Şu anda bağımsız devlet stratejisini doğru bulmayışımıza, halkların ortak sınırlar içinde yaşamasını istememize ve bunu en doğru çözüm olarak koyan yaklaşımımıza saldırıyorlar. Yani öyle 3 Kasım seçimlerindeki yüzde onu aşıp aşmamamızla ilgili sorunları yoktur. Bu yönüyle o tür çevrelerden gelen seçim eleştirilerini ciddiye almıyoruz ve anlamlı da bulmuyoruz. Burada ciddiye aldığımız konu, DEHAP ve HADEP içerisindeki bazı yurtseverlerin ve dostların uzun yıllar çalışmış olanların günlük basit yaklaşımlarla, yine çeşitli çevrelerin kışkırtmasıyla seçim sonuçlarını doğru değerlendireceğine, yanlışlıkların esas nedenlerini ortaya koyacağına, yetersizliklerin, başarısızlıkların esaslarının kendi anlayışlarından kaynaklandığını görüp bunu değiştireceğine, çeşitli çevrelerin kışkırtmasıyla seçim sonuçlarının değerlendirilmesinde ve izlenen politikanın tartışılmasında bir çarpıtmaya gitmeleridir. Bunların bazı ilkel ve dar milliyetçi çevrelerin malzemesi haline gelmesidir. Nitekim bunlardan birinin, bir tepki yazısının, Kürt ulusal demokratik hareketine düşman, yeminli muhalif, birkaç kişinin internet sitesine konulduğunu da görüyoruz. Sadece bu durum bile bu kişilerin içine girdikleri konumun ne anlama geldiğini sorgulamaları için yeterlidir. Bu internet sahipleri en fazla da söz konusu kişilerin söylemlerine, düşüncelerine ve tutumlarına eskiden küfür edip tepki gösterenlerdi. Şimdi 3 Kasım seçimlerinden sonra onların safına düşmesi bir tutarsızlıktır. Bir özeleştiri konusudur ya da durumlarını anlamasına yardımcı olan bir veridir. Biz bu kişilerin yanlış yaklaşımlarının dar, ilkel milliyetçi yaklaşımlar sonucu ortaya çıkması olarak ele almıyoruz; ilkel ve dar milliyetçilikten çok, politik darlığı, demokrasi mücadelesinin doğasını, diyalektiğini bilememeden kaynaklanan yüzeysel yaklaşımların sonucudur. Bu mücadelenin dününü, bugününü, geleceğini düşünen bir bütünsellik içinde yaklaşamadıkları için seçim sonuçlarında milletvekili ortaya çıkmayınca çok pragmatik bir yaklaşımla niye bağımsız aday konulmadı diyerek sağı solu suçlama tutumudur. Bu tür değerlendirmeler kasaba politikacılığı ya da bir kahvede oturanların yapacakları dar değerlendirmeler olarak karşımıza çıkıyor. 3 Kasım sürecindeki tempoya, halkın fedakarlığına, coşkusuna bakarak, biraz da milletvekilimiz olsaydı, denilebilir. Ancak bazılarının dediği gibi, bağımsız adayla girilseydi, bu kampanyadaki heyecanın yarısı yakalanamazdı. Bu kampanyada elde edilen bazı mevziler ortaya çıkmazdı. Bunları da görmek gerekiyor. Bunlar görülmüyor. Bağımsız aday değil de, neden bu biçimde seçime girildiği çok boyutlu düşünülemediği için anlaşılmıyor, kavranılmıyor. Kaldı ki, öyle ulaşılmayacak hedef de değildi. Ulaşılabilecek bir hedefti. Eğer ulaşamadıysak, nedenlerini ortaya koymak lazım. Yok, ulaşılamaz hedeftir deniliyorsa, o zaman sorun farklı mecralarda tartışılmak durumundadır. Kaldı ki meydanlarda herkes büyük bir coşku ve heyecanla çalıştı. Hiç kimse de bu çalışmayı yaparken, neden bağımsız adayla girmedik, keşke bağımsız adayla girseydik demedi. Hatta kampanyanın coşkusu ve heyecanı karşısında doğru tutumun böyle girmek olduğu söylenildi. Nitekim dışımızdaki çevreler bile DEHAP ın barajı rahatlıkla aşacağını söylemeye başladılar. Bunları şunun için söylüyoruz. Sonuç istediğimiz gibi çıkmayınca, suçlama ve kendini sıyırmak yerine buradan çıkarılacak derslerle, bundan sonra daha etkili bir seçim kampanyası nasıl yürütürüz sorularını sormak ve cevap vermek önemliydi. Seçim kampanyasının başarısız olduğunu düşünmüyoruz. Halkın yaklaşımında, heyecanında, coşkusunda bir eksiklik olduğunu düşünmüyoruz. Bu yönüyle gerçekten başarılı bir seçim kampanyası sürdürüldüğünü söylemek daha doğru olur. 3 Kasım daki eksiklik siyasal ufkun darlığıydı Eksiklik siyasal ufuktadır. Bir seçim nasıl kazanılır sorusuna çeşitli inceliklerini hesaplayarak cevap verememedir. Sorunları burada aramak gerekiyor. Ufkumuz dardı, geniş kitlelere ulaşma, böyle bir plan ve program yapma gerçeğimiz ortada yoktu. birçok yerde örgütlerimiz naylon ve formalite örgütlerdi. Bunları kabul etmemiz gerekir. Eğer yüzde 10 barajını rahatlıkla aşacak düzeyde çok geniş toplumsal kesimlerle önceden ilişki geliştirseydik, Türkiye nin her tarafından örgütlerimizi naylon olarak değil de, gerçek anlamda yaygınlaştırsaydık, çalışmalarımızı yalnızca bir ajitasyon propaganda gösterisinden çıkarıp ısrarlı bir ikna kampanyası biçiminde sürdürseydik, sonuç çok farklı olurdu. Eğer amaç Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamını geliştirmek ise, böyle çok tarihsel, karmaşık, önünde engeller olan bir olgu söz konusu ise, buna basit yaklaşımlarla cevap vermek mümkün değildir. Kürt sorununun çözümü çok boyutlu bir demokrasi mücadelesini gerektiriyor. Çünkü çözüm önünde engeller çok fazladır. Toplumu harekete geçirmeden, Türkiye toplumunun içinde önemli demokrasi kanallarını, halkların birliği ve kardeşliği kanallarını yaratmadan, meclise sokulacak birkaç milletvekili ile engeller aşılamaz. Herkes seçimden doğru sonuç çıkarmalıdır. Tersinden sonuç çıkarılmamalıdır. Kürt halkının mücadelesinin yarattığı değerler üzerinde yaşamak yanlıştır. Kürt halkının ortaya çıkardığı demokrasi ve özgürlük birikimini mutlaka başarıya götürmek gerekiyor. Sonuca götürmek gerekiyor. Böyle bir anlayış yurtseverliktir, demokratlıktır, devrimciliktir. Bunu nasıl yapacağız? Sadece bu birikim üzerinde bir yerlere ulaşma rantçılığını mı yapacağız? Bunu bu halk kabul etmez, bu halkın mücadelesine saygısızlık olur. Bir de herkes tutumunu ortaya koyacak, bu çizgiye inanıyor mu, inanmıyor mu? Demokratik özgür birlik çizgisine, demokratik güçleri birleştirerek meclise girilmesi çizgisine inanılıyor mu, inanılmıyor mu? Buna cevap verilmesi gerekiyor. Seçimde istediğimiz sonucu alamamış da olabiliriz, siyasal ufuk darlığından istediğimiz sonuçlara ulaşmamış da olabiliriz. Bunlar sonuç çıkarılacak şeylerdir. Yoksa sorun çıkarılacak olgular değildir. Bir de bunun sorumluluğunu taşıyanlar vardır. Söz konusu arkadaşlarımız, dostlarımız şunu da bilmelidir; bir işe girdiğinde sorumluluğu alacak gücü de gösteremiyor. Bunu gösterecek gücü yok. Şu üç yılda ne yaptınız sorusuna, sadece seçim diyerek cevap verebilecek durumdalar mı? Bu sorunun cevabı altında kalanlar, görevini, sorumluluğunu yerine getiremeyenlerin kendi düzeyinde bir yaklaşım göstermesi, kendisini abartmaması gerekiyor. Çünkü kendini abartarak, olduğundan farklı gösterme var. Böyle yapmamak lazım. Böyle yapanlar en başta da kendilerine saygısızlık yaparlar. Birçok defa dillendirdik. Yeniden altını çizme gereği duyuyoruz. Meclise girmeyi çok abartmamak, her şey olarak görmemek gerekir. Eğer meclis dışı güçlü bir demokrasi hareketi varsa anlam kazanabilir. Bunu şunun için söylüyoruz; geçmişin klasik AP, CHP politikacılığının bizim tarzımızdan atılması gerekiyor. Bu eğilimi bir türlü içimizden söküp çıkaramadık. Bunu 3 Kasım seçimleri sonrasında da söylemiyoruz. HEP in kuruluşundan bugüne kadar da bunları söylüyoruz. Eleştirilerimiz o günden bugüne geldi. HEP in, DEP in, HADEP in daha fazla etkili olması gerekirken zamanı, imkanı koşulları değerlendirememesi altında bu gerçeklik yatıyor. Bu konuda bir zihniyet devrimi yaratamadık. Sorun fedakarlık yapıp, yapmama sorunu değildir. Niyet sorunu da değildir. Sorun bizim gibi ulusal demokratik mücadele veren bir harekette, bir yasal parti nasıl değerlendirilmelidir, nasıl işletilmelidir? Böyle bir partinin yönetenleri çalışanları nasıl olmalıdır, sorularına doğru cevap vermemiz gerekiyor. Bu soruya gerçek anlamda doğru cevap veremedik. Bunun tarihsel nedenleri var. Alışkanlıklar var. Gördüğümüz yasal siyaset tarzı öyleydi, ya da bir kısmımız onun içinden gelmişti. Bu gerçekliklerle, Ulusal demokratik mücadelemize uygun bir siyaset, siyasetçi, siyasal parti, örgütlenme, ilişki, eylem tarzı yaratamadık. Eğer bugün ortaya çıkan sonuçtan şikayet ediyorsak, neden böyle oldu diyorsak, bu kadar emeğe, çabaya karşı böyle bir sonuç çıkmamalıydı diyorsak, siyasal ufuk darlığının siyasal ittifak darlığının ve yeni çizgiyi anlamamanın yanında, bir de klasik particiliği aşamama yaklaşımımızın rolünün olduğunu görmemiz gerekiyor. Neden bağımsız adayla girmedik, girseydik şu kadar milletvekili çıkarırdık yaklaşımı klasik particiliğin bu seçim sonrası kendisini dışa vurumudur. Böyle değerlendirmek daha doğrudur. İlkel milliyetçilik Kürdistan da çözümsüzlüğün adıdır Bu yaklaşıma bir yönüyle ilkel milliyetçi yaklaşım denilebilir. Daha doğrusu Kuzey Kürdistan daki sosyal tabanı nedeniyle dar milliyetçi ya da reformist teslimiyetçi yaklaşım demek daha uygun düşebilir. O da çözümsüzlüktür. İlkel milliyetçilik, dar milliyetçilik Kürdistan da çözümsüzlüğün adıdır. Çözümü ortaya çıkaracak strateji ve taktikleri uygulama çabası yoktur. Dış güçlere dayanarak kendini yaşatma ya da halkın özgürlük ve demokrasi özlemlerini sömürerek siyaset ya da savaş ağalığı yapmaktır. Seçim sonrası dar, ilkel milliyetçi çevrelerin ya da geçmişteki reformist milliyetçi çevrelerin uzantılarının eleştiri mantığında yatan da, sorunun çözüleceği Türkiye gerçeğinde Kürt halkını özgürlüğe ve demokrasiye götürecek bir strateji ve taktik izleme değil, sorunu çözmeyen, ama Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi üzerinde Kürtçülük yaparak yaşamak isteyen bu ideolojik politik çizginin yansıması olmaktadır. Biz bu nedenden dolayı ilkel milliyetçilik ve dar milliyetçilik Kürdistan da çözümsüzlüğün adıdır ya da Kürt sorununun çözümsüz olarak bu noktaya gelmesinin nedeni bu tür eğilimlerdir değerlendirmesini eskiden beri yapıyoruz. Çünkü Kürdistan tarihi bu değerlendirmelerin doğruluğunu ortaya koyuyor. Bu yönüyle niyetleri iyi olanların da 3 Kasım seçim sonuçlarını Kürt sorununu çözüme götürecek strateji ve taktik çerçevesinde değil de, dar politik çerçevede değerlendirmeleri milliyetçiliğin dar yaklaşımının farklı bir biçimi oluyor. Bunlar açısından bir demokrasi rüzgarını arkasına alma ya da meclise girerek meclisi bir demokrasi mevzisi haline getirme anlayışı bulunmuyor. Bu açıdan bu tür yaklaşımlar sadece milletvekili olma yaklaşımı olarak değerlendirildi, bu yanlış bir değerlendirme değildir. Eğer yaklaşımınız, meclise bakışınız doğru olmazsa niyetiniz ne olursa olsun konumunuz bu siyasal değerlendirmenin içeriğine denk düşer. Bir daha belirtelim; bu tartışmaların esasını bağımsız aday olsun ya da olmasın konusu belirlemiyor, gerektiğinde taktik olarak bağımsız aday da gösterilebilir. Ya da gös-

18 Ocak 2002 Sayfa 19 terilebilirdi. Sorunu böyle tartışmak doğru değildir. Sorunu Türkiye de demokrasi mücadelesine nasıl ulaşılacaktır? Demokrasi nasıl kazanılır? Demokrasiyi kazanma güçleri nasıldır? Türkiye ye demokrasiyi getirmek nasıl gerçekleşecektir? Bu sorulara cevap vermektir. Bu konuda doğru yaklaşım gösterilirse; somut olarak belirtelim, Ulusal demokratik hareketin 99 yılından sonra benimsediği stratejik çizgi her yönüyle kavranırsa buna göre uygun taktik, o gün için bağımsız adaysa, bağımsız aday da olabilirdi. Ama biz sorunun bu olduğuna inanmıyoruz. Seçimlerde dört yıllık süreç de dikkate alınarak bağımsız adaylarla girme yerine bu biçimiyle girmenin daha doğru olduğunu düşündük. Bu kararımızda da bir yanlışlık söz konusu değildir. Yanlışı burada arayanlar, kendi yanlışını örtmek isteyenlerdir. Kendi yanlışını bize kabul ettirmek isteyenlerdir. Bu, demokrasi mücadelesi olmaz, demokrasi mücadelesi verilemez, bu nedenle bazı şeyleri elde edelim yeterlidir yaklaşımı olmaktadır. Biz bu seçimleri bir kazanç olarak değerlendiriyoruz. Eğer bağımsız aday gösterilip on-on iki milletvekili çıkarılsaydı bu fazla bir kazanç sayılmazdı. Hatta mevcut olan demokrasi hareketi geliştirmeyen tarzımızın, anlayışımızın devam etmesi ve buna sevdalanmamızın sürmesi anlamına gelirdi. Herkes de bu durumdan memnun olacaktı. Belki bazıları milletvekili olacaktı ama yanlış anlayış, anlama, kavrama ve bunu değiştirme ortamı doğmayacağından bu imkan ortaya çıkmayacağından orta ve uzun vadede Özgürlük ve demokrasi hareketine zarar verecekti. Çünkü bu seçimin ortaya koyduğu barajın aşılmaması demokratik özgür birlik çizgimizin pratikleştirilmediğini, buna uygun bir çaba gösterilmediğini ortaya koydu, kanıtladı. Bunun açığa çıkması kadar büyük kazanç olamaz. Diğer biçim kendimizi aldatmak, demokratik özgür birlik çizgimizi geliştirmemek, yeni çizgiye inanmamak ama toplumu halkı oyalamak anlamına gelirdi. Bu yönüyle de seçim sonuçlarını her işte bir hayır vardır biçiminde anlamak gerekir. Bağımsız aday gösterme durumunda bu doğruları görmekten mahrum kalırdık. Eğer sorunları çok boyutlu olarak görüp değerlendireceksek bu boyutlarını da görmek gerekir. Sadece ah vah edip, beş-on milletvekili kaybettik demek çok dar ve basit bir yaklaşımdır. Onun yerine ah vahlarımızı çoğaltmamız lazım. Ah vahlarımızı çoğaltırsak o zaman sadece günü değil, bütün geleceği kurtarabiliriz. Dolayısıyla hiç kimsenin seçim sonuçlarına dar ve basit yaklaşmaması gerektiğini söylüyoruz. Halkımızın değerleri üzerinde bu kadar basit ve küçük hesaplar yapılamaz. Kürt halkının büyüklüğü üzerine büyük hesaplar yapıp, büyük düşünmemiz lazım. Mücadelenin bütün boyutlarını ilgilendiren biçimde değerlendirme yapmamız gerekiyor. Devlet klasik particiliğin Kürdistan da devamını istiyor Dört yılı kaybetmişiz ve bu dört yılı kaybettiğimizden dolayı Türkiye devletiyle savaşı önleyemeyecek bir yaklaşım içinde olmuşsak hala bazılarının milletvekili olmayışının ahını vahını dinleyecek durumda değiliz. Biz hesap soruyoruz. Şu anda savaşa doğru gidiyoruz, bu durumu niye önleyemediniz? Neden demokrasi mücadelesini geliştirerek, her alanda örgütleyerek Türk devletini bir daha Kürt halkına karşı savaşamayacak duruma getirmediniz? Şimdi biz bunun hesabını herkesten soruyoruz. Özellikle Türkiye de çalışan insanlarımız açısından bunu soruyor ve hesabını istiyoruz. Hatta burada biz hesap veriyoruz. Demek ki çizgimizi doğru anlatıp, kavratamamışız, dayatamamışız. Şimdi kem küm eden arkadaşlarımıza demek ki bu çizgiyi doğru anlatamamışız, liberal davranmışız. Onların çizgiyi kavramamasını kabul etmememiz, onları bu çizgi doğrultusunda hareket ettirmemiz gerekirken, onların keyfiyetçiliğine ses çıkartmamışız. Bu konuda biz de özeleştiri veriyoruz. Türkiye ve Kürdistan daki çalışmalarımızda bu çizgiyi kavratamadığımız, etkili olamadığımızı bu tür direnişleri kıramadığımız, dar milliyetçi anlayışlara, klasik particilik anlayışına karşı mücadele verip imkanlarımızı boşa harcamasını engelleyemediğimiz konusunda halka ve tarihe özeleştiri veriyoruz. Bu konuda kendi sorumluluğumuzu görüyoruz. Biz kendi sorumluluğumuzu görüp kendimizi böyle değerlendirirken, niye bu iş içerisinde asıl sorumlu olanlar kendi sorumluluğunu görmeyerek, sağa sola kaytarıyor bunu anlamış değiliz. Türkiye de herkes hesap veriyor, siyasetten çekiliyor, niye yurtsever demokratlar bunu yapmasın? Biz bu çizgiyi yurtsever demokratik harekete kavratamadığımız için sorumluyuz. Eğer tartışılacaksa bunun da tartışılması lazım. Halkın gelip bizden hesap sorması lazım. Siz bunları niye böyle tuttunuz, niye kabul ettiniz, niye zamanında çizgiye çekip daha geniş politik yaklaşımlar içine sokmadınız diye halk bizden hesap sorabilir. Biz de bu hesabı vermeye hazırız. Ve bu konuda halkın ve dostların eleştirisini doğru buluyoruz. Dolayısıyla seçim sonuçlarının doğru değerlendirilip, doğru eleştirilmesi gerekiyor. Biz doğru eleştirinin böyle olması gerektiğini söylüyoruz. Arkadaşlarda doğru eleştirinin böyle olduğunu ortaya koymalıdır. Kendilerinin de bu çerçevede özeleştiri vermeleri gerekiyor. Sağdan soldan etkileniyorlar. DEHAP ve HADEP içerisinde, dar milliyetçi çevrelerden etkilenenler var, kışkırtılıyorlar. Bunların sesine çok fazla kulak veriyorlar. Neden halkın, bizim sesimize bu kadar kulak vermiyorlar? Neden bizim kendi özeleştirimizden sonuç çıkarmıyorlar? Neden kendileri özeleştiri vermiyorlar da; şöyle fedakarlık yaptık diyorlar. Peki sadece siz mi fedakarlık yaptınız? Bu halkın evlatları canını verdi, binlerce şehit var. Kimse gördüğü zararın bedelini halka ödetmeye çalışmasın. O zaman herkes halka gitsin ben fedakarlık yaptım, bana hesap ver desin, bunu söylemek bile ayıptır. Bunları söyleyenler kendilerini küçük düşürenlerdir. Yanlış yaklaşanlardır. Hiç kimse kendi çabasına, emeğine ve bedeline böyle ucuz yaklaşmamalıdır. Türkiye deki egemen devlet, Kürt sorununu çözemeyen inkarcı devlet, çözümsüz politikalarını sürdürmek istiyor. Kürt sorununda çözüm isteyen, demokrasi ve özgürlüğü geliştiren bir siyasal yaklaşım yerine Kürtlerin özlemlerini sömüren birkaç milletvekili ve belediye başkanı çıkaran bir tarzın egemen olmasını istiyor. Bunu açıkça görmek gerekir. Devlet klasik particiliğin Kürdistan da devam etmesini istiyor. Bu klasik particilik temelinde sözde Kürtçü olan bazılarının milletvekili olmasına, bazılarının belediye başkanı olmasına devlet karşı değil. Onun için devlet, klasik particilik anlayışı içerisinde olan ilkel, dar milliyetçi yaklaşım da olanları tahrik ediyor. El altından onları kışkırtıyor. Bunu herkesin görmesi gerekiyor. Türkiye devleti için tehlikeli olan, bir demokrasi hareketi yaratmaktır. Kürt halkının Türkiye deki demokrasi hareketiyle bütünleşmesini engellemek, Türkiye devleti için önemlidir. Nitekim en fazla çabası ve gayreti Kürt ulusal demokratik hareketinin, Türkiye halkıyla buluşmasını engellemek ve aradaki köprüleri dinamitlemektir. Böylelikle Türk halkının demokrasi hareketini, sol güçlerini Kürt hareketine karşı kullanmak, onların karşısına çıkartmaktır. Çünkü biliyor ki Kürt demokrasi hareketi yalnızlaştırılırsa, Türkiye deki demokratik hareket ile birleşmezse kontrol edilebilir. Sadece milletvekili ve belediye başkanı seçtiren bir Kürtçülük ile sınırlandırabilir. Türkiye Kürdistan a böyle bir Kürtçülüğü dayatıyor. Yani Kürt sorununu çözemeyen, Kürt halkının mücadelesini geliştiremeyen, Kürt halkına stratejik ve taktiksel ufuk vermeyen, içi boşaltılmış Kürtçülüğün hiçbir amaç ve hedefi yoktur Kürdistan da varolmasını bekliyor. Eğer böyle bir Kürtçülük olursa devrimci demokratik ulusal Kürt hareketi etkisizleştirilebilir. Türkiye devletinin hesabı budur. Hiç kimse bu oyuna gelmemelidir. Çözümsüzlüğün politikasını yapmamalıdır. Bir Melik Fırat çıkmış, kendi kendine konuşuyor. Konuşsun. Ne değeri ne kıymeti harbiyesi var? Bu mücadelede beş kuruşluk payı da yoktur. Zaman zaman bu halkın yaptığı mücadele içinde, ona dayanarak, orada burada bazı şeyler konuşmuş, büyük bir özgürlük mücadelesi karşısında bunu konuşmuşsun bir anlamı, değeri yoktur. Hiç bir tabana güce dayanmayan birisinin konuşması devlet için tehlikeli olmadığı gibi devletin tercih ettiği kişiliklerdir. Bu adam on yıllarca ailesini pazarlamıştır. Benim ailemi milletvekili şu bu yaparsanız benim vasıtamla bu halkın üzerinde bir etkiniz otoriteniz olur mesajını vermiştir. Yoksa Demirel bu adamların kara kaşına kara gözüne hayran olduğu için mi milletvekili seçtiriyordu. Onlara dayanarak Kürt emniyet sübabı yerleştirmiş oluyordu. Sonra ne yaptı bu adam, baktı ki, devlet o kadar etkili değil, çünkü artık Kürt ulusal demokratik hareketi gelişmiş bu sefer de ailesini başka türlü pazarlayacak. Yaklaşımı böyledir. Bunların ardına böyle düşmek ayıp bir şeydir. Bazıları dar milliyetçi olduğu gibi feodaldir de. Egemen erkek kafasıyla düşünüyor. Kadın hareketinin ve devriminin Kürdistan da demokratik devrimi ne kadar derinleştirdiğini anlamıyor. Kürdistan da bir zihniyet değişikliği yarattığını göremiyor. Kadın devriminin aynı zamanda Kürt halkında özgürlük tutkusu yarattığını, özgürlüğe, demokrasiye, ülkeye bağlılığı geliştirdiğini göremiyor. Ya da kadın hareketinin gelişmesi işlerine gelmiyor. Bazıları Neden bu kadar kadın aday? demiş. Yani bu kadar ukalalık, körlük olamaz. Kendi dar ve ufuksuz yaklaşımlarını, örgütsüzlüklerini, politikasızlıklarını, rantçılıklarını bedavadan milletvekili olma yaklaşımlarını kadın adaylara yüklemek, kadının çok aday gösterildiğine bağlamak kabul edilemez. Aksine kadın adaylar bu seçim kampanyasının en büyük kazanımıdır. DEHAP ın toplum üzerindeki en olumlu imajı böyle ortaya çıktı. Bu, yüzde 6.5 erkek egemenlikli yüzde 6.5 değil, kadın katılımıyla özgürlükçü yüzde 6.5 tur. Bunu görmemek körlüktür. Kadın adayların önde olduğu yüzde 6.5 gibi böylesi bir kazanım, yüzde 20 lik bir oydan daha değerlidir. Çokluktan, azlıktan ziyade kadın adaylarının bu katılımının yarattığı gerçek görülmelidir. O yüzden susmalıdırlar. Çünkü o egemen anlayıştır. Kürdistan da, Kürt halkının üzerinde eskisi gibi ağalık, beylik yapamayan, ailesini, aşiretini kullanamayanların feryadıdır. Çünkü kadın hareketinin geliştiği yerde aşiretçilik, feodalizm, aile ve ailecilik kalmıyor. Bunun için kadının öne çıkmasına öfkeleniyor. Belki bazı yerlerde birinci sırada değil de ikinci sırada olabilirlerdi bu ayrı bir şey, ama sorun burada özgürlüğe ve demokrasiye yaklaşımdır. Kadın adayların çokluğunu eleştirenlerin, sorunu buraya bağlayanların hiç bir eleştirisi ciddiye alınamaz, çünkü gayri ciddidir. Özgürlükle, demokrasiyle Kürt ulusal hareketi ve ulusal haklarıyla hiçbir alakası olmayan eleştirilerdir. Ya da kendi varlığını aşiretçiliğe, feodalizme dayayan KDP ve YNK nin kadın devriminden duyduğu korkunun bazı kişiler tarafından dile getirilmesidir. Hiç kimse bu tür eleştirilerin arkasındaki anlayışı ve güçleri gözden uzak tutamaz. Ya da bizlere yutturamaz. Herkes bilsin ki, bu defa bu kadar kadın aday koyduysak başka bir seçim olursa daha fazla koyacağız. Kürt demokratik hareketi bundan kaybetmez, kazanır. Bölge de, Türkiye de, dünya da böyle kazanır. Kadını böyle küçümseyip erkek yapabilir, kadın yapamaz demek erkek mantığıdır, o bir egemenlik kafasıdır. Türk sömürgeciler nasıl ki, Kürtler adam olmaz der, erkekler de kadın adam olmaz der. 3 Kasım seçimlerinden sonra dar milliyetçi anlayışlar bir de bu biçimde ortaya çıktı, böyle hortladı. yüzde 10 barajı aşılamadı, milletvekili seçilemedi ya, saldırı yapacak, kadın hareketini geriletecek. Fırsat bu fırsat Demokrasi ve özgürlük hareketinin ruhunu, kadın hareketini geriletirlerse dar milliyetçi, ilkel milliyetçi yaklaşımlar ağalığa, aşiretçiliğe dayanan örgütlere yaslanarak bir yerlere varmak isteyenler bu eleştirilerle güya tekrardan erkek egemenlikli, feodal düzenlerini inşa edeceklerini sanıyorlar. Ama nafiledir, geç kaldınız demek gerekir. Artık bu kadın hareketini, kadını kimse geriletemez, geri tutamaz. Bunu herkes böyle bilmelidir. Dar milliyetçilik mülkiyetçidir, çıkarcıdır 3Kasım seçim süreci Kürdistan halkı açısından Ulusal demokratik hareketin genişlemesi ve derinleşmesi biçiminde ortaya çıktı. Kürt halkı bu seçimde gösterdiği dinamizm ile kendisini yeniden üretti. Özgürlük ve demokrasi bilincini derinleştirdi. Büyük eylemlilikler, mitingler, coşku ve heyecan yok edilemeyecek biçimde Ulusal demokratik hareketin kazanımları içinde yer aldı. Bu kazanımlar, beyinlerdeki ve yüreklerdeki derinleşme, zihniyette ve ufuktaki genişlemedir. Ulusal demokratik hareketi yalnızca aritmetik olarak ifade etmek, toplumsal ve kültürel devrimlerden hiçbir şey anlamamaktır. Dar milliyetçilik tabii ki çıkarcıdır. O anda ve somut elinde kazandığı bir şey var mı, hükmettiği bir şey var mı? Onun için önemli olan odur. Bu mülkiyetçi burjuva ve küçük burjuvanın, feodalizmin anlayışıdır. Bunun dışında kazanım göremez, bilimsel bir yaklaşım gösteremez. Tarihte halkların mücadelesinde bir küçük mitingin bile değeri vardır. Birkaç toplumsal halk hareketinin bile değeri vardır. Ulusal demokratik hareketlerin tarihini incelerken hangi köyde bir köylü, ağasına karşı çıkmış, kim küçük bir yürüyüş ya da eylem yapmış araştırıldığında bunların ulusal demokratik mücadele tarihinin önemli eylemlilikleri olarak değerlendirildiği görülecektir. Bu anlamda son seçim sürecinde yapılan binlerce toplantının, heyecanın, coşkunun paha biçilmez değeri vardır. Böyle bir demokrasi hareketinin sonuçları gelecekte ortaya çıkacaktır. Hedeflerin büyük olması her zaman tempoyu, tarzı da büyütür ve coşkuyu arttırır. Nitekim halkımız barajı aşmak için, milletvekili için değil, onlarca milletvekilini meclise taşırmak için büyük gayret ve çaba sarf etmiştir. Enerjisini çok fazlaca kullanmıştır. Bunun yarattığı sonuçlar olacaktır. Bazı hayal kırıklıkları olabilir, ama bunlar geçicidir. Kalıcı olan ise bu süreçteki etkinliklerdir, mücadelelerdir, ulusal demokratik bilinçtir ve siyasallaşmadır. Bunu böyle değerlendirelim. Aynı biçimde Türkiye de de bir demokrasi hareketi ortaya çıkmış, heyecan görülmüştür. İstanbul da, Çukurova da, Antep teki mitingler bu gerçeğin ifadesidir. Demek ki siyasal ufkumuz geniş olsa, çalışmalarımız önceden başlasa, yalnızca kendi kitlelerimiz, dostlarımızla sınırlı kalınan bir çalışma yerine siyasal ve örgütsel ufuk darlığı yerine, her bakımdan çok boyutlu yaklaşım gösterilseydi, herhalde Türkiye deki bu hareketin boyutları daha da yüksek olurdu. Ancak şunu da bilmek gerekir; bütün dünyada demokrasi hareketleri belirli çekirdekler etrafında gelişir. Hiçbir yerde esas çekirdek yüzde 5-10 u geçmez. Çok kararlı demokrasi ve özgürlük isteyen bir çekirdek doğru politikalar, örgütlenme ve çabayla buna yeni halkalar ekleyerek, kendisini özgürlük ve demokrasi hareketi olarak toplumda etkin kılar. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinin kanununu da, diyalektiğini de bilmek gerekir. Öyle birden, bütün toplum harekete geçmiyor. Her şeyden önce bütün toplumu harekete geçirecek bir çekirdeğin demokrasi, özgürlük çekirdeğinin, dinamik gücün varlığı önemlidir. İşte bu, Kürdistan da fazlasıyla yaratıldığı gibi, Türkiye de de belirli düzeyde yaratılmıştır. Eğer mevcut çekirdek, ilişkiler heyecan, coşku, geniş ufukla ele alınırsa Türkiye ve Kürdistan da 3 Kasım seçimleri kendi çapında bir başarıyı ifade eder. Hatta ileride demokrasi, özgürlük hareketinin başarıya götürülmesinde heyecanıyla, dersleriyle, eksiğiyle bir kilometre taşı olarak değerlendirilir. Eğer sorunlara gerçekten bir siyasetçi, sosyolog gözüyle bakıyorsak, günlük bakmıyorsak, demokrasi hareketinin kanunlarını, diyalektiğini bilen bir biçimde yaklaşıyorsak o zaman dar ve yüzeysel yaklaşımların fazla bir derinliği olmadığı söylenebilir. Ya da seçim sonrasının sıcaklığı içinde çok fazla düşünülmeden heyecanla söylenen, çok boyutlu düşünülmeden söylenen sözler ve değerlendirmeler olarak görülebilir. Sonuç olarak, 3 Kasım seçimlerini 99 yılından sonra pratikleştirmeye çalıştığımız demokratik kurtuluş çizgimizin terazisinde tartmak gerekir. 3 Kasım seçimlerindeki hangi çalışma, yaklaşım, anlayış, ne kadar bu çizgiye uygun ele alınmış, yapılmıştır? Tartışılması ve sonuç çıkarılması gereken hususlar böyle ortaya çıkarılmalıdır. Demokratik kurtuluş ve özgürlük çizgimize, demokratik mücadele stratejimize, halkların demokratik güçlerinin birliğini yaratarak demokrasi ve özgürlüğü kazanmak isteyen politik çizgiye ne kadar uygun davranıldı, esas tartışılması gereken konular olmalıdır. Biz bu çerçevede tartışıldığında bütün tartışma ve eleştirileri de ciddiye alırız. Aslında 3 Kasım seçimleri üç buçuk yıllık demokratik kurtuluş çizgimizin ne kadar pratikleştirilip pratikleştirilmediğinin ölçütü olarak ele alınmalı ve böylelikle bütün çalışmalarımız gözden geçirilmelidir. Herkes kendisini 3 Kasım seçimlerinden çıkan sonuçlar çerçevesinde demokratik özgür birlik stratejimizin doğrultusunda, ne kadar doğru ve yanlış yaptığını görmelidir. Bunun dışındaki tartışma ve değerlendirmelerin hepsi ister iyi niyetli isterse bilinçli yapılsın, bir saptırmadır. Ya da 3 Kasım seçimlerinden olumlu veya olumsuz hiçbir sonuç çıkarmamadır. Ya da demokrasi ve özgürlük mücadelesinin geleceği açısından, ona saygı ve bağlılığın gereği olarak, bir yaklaşım gösterilmediğini söylemek mümkündür. Böyle küçük, basit, dar tartışmalarla Kürt demokratik hareketinin önemli bir alanı bulanıklaştırılıp, muğlaklaştırılamaz. Hiçbirimizin ve hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Bireysel yaklaşımlarla tartışmayı saptırmak, doğru bir tartışma zemininden çıkmak, kabul edilemez. Biz doğru bir tarzda, ölçüde ve zeminde tartışılmasını istiyoruz. Doğru hedeflerin tartışılmasını istiyoruz. Böyle tartışıldığında eleştiriler olur. Bu temelde herkes birbirini eleştirmeli ve özeleştiri vermelidir. Özellikle Önderliğimizin esaret koşullarında, Türk devletinin gerillaya saldırarak yeniden savaşı başlatmak istediği koşullarda bu eleştiriler özeleştiriler de açık, net ve keskin olmalıdır. Bu konuda ne eleştiri yaparken, ne özeleştiri verirken hiç bir kaygı duyulmamalıdır. Kaygı taşınmaması gerekiyor. Doğru yurtseverlik, demokratlık, devrimcilik de budur. Dar milliyetçilik, ilkel milliyetçiliğin çoğu zaman ufku dışa yöneliktir, kendisine fazla yönelmez. Çözümü ve doğruyu bulmayı, kendinde aramaz. Bu yönü sınırlıdır. Tabii ki egemenliğin, emperyalizmin, sömürgeciliğin olduğu bir dünyada dış güçlerin engelleyici birçok yönü vardır. Onun toplumlarda milliyetçilik ve şovenizm olarak ortaya çıkan türevleri, ezilen halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi önünde engel çıkarır. Ama salt bunu esas alarak değerlendirmeler yapmak yanlıştır. Demokrasi özgürlük güçleri esas olarak kendilerinde her şeyi ararlar. Başarıyı da, kaybetmeyi de kendilerinde ararlar. Onlar çabalarına da, her şeylerine de güvenirler. Özgürlük ve demokrasiyi doğru mücadelenin, çabanın, anlayışın mutlaka getireceğini söylerler. Devrimci ve demokratların dar milliyetçilerden farkı budur. Tabii ki demokrasi ve özgürlük mücadelesi emperyalizme, sömürgeciliğe, iç ve dış gericiliğe karşı mücadele verilerek kazanılır. Ancak devrimciler ve demokratlar çözümü daha çok da kendi strateji ve taktiklerinde ararlar. İdeoloji ve taktiğe ne kadar uyup uymadıklarına bakarlar, bilimsel yaklaşırlar, kuşkucu olurlar. Eleştiri yaparak, özeleştiri vererek sonuç alırlar. Devrimci ve demokratların en önemli özellikleri ufuklarının geniş olmasıdır. Ufuklu olmak, aynı zamanda sorunlara çok boyutlu bakmayı gerektirir. Bu açıdan 3 Kasım seçimlerinden doğru sonuçlar çıkarmak, çok boyutlu ve çok yönlü bakarak, yanlışımız ve eksiğimiz nerede onu doğru görüp, bu seçim sürecindeki eksikliklerimizi gelecek mücadelemizin başarı gerekçesi haline getirmemiz gerekir. Tüm yurtsever, demokrat ve dostlardan beklenen de budur.

19 20 21 KÜRD STAN FEDERASYONU BÖLGE HALKLARI Ç N B R Efi TL K VE ÖZGÜRLÜK ADIMIDIR Güney Kürdistan sorunu, tarihsel olarak bir Türkiye sorunudur. Türkiye Cumhuriyeti nin İngiliz emperyalizmiyle anlaşarak Misak-ı Milli sınırlarından taviz vermiş olması, sorunun özünü oluşturuyor. Bu sorun hiçbir zaman ortadan kalkmamış, için için devam etmiştir. Yine Irak ta Temmuz Devrimi ardından Baas rejiminin iktidara gelmesi ve yeni rejimin kendine göre bir devlet yapısı oturtması da çelişkilere yol açmıştır. Bilindiği gibi, Kürdistan da 60 lardan itibaren yeni bir isyan dönemi başlamıştır. Bu isyanın bir önderlik tarzı, bir toplumsal dayanağı, dış ittifakları ve ilişkileri var, ama son derece dengesiz olmak zorundadır. Dahası, Irak rejiminin kendisi de dengesiz olmak zorundadır. Çünkü başta petrolden kaynaklanmak üzere son derece dışa bağımlıdır. Bu nedenler onu dış politikayla, bölgeyle son derece uğraşır durumda bırakmaktadır. Zaman zaman Suriye ile birleşiyor, Birleşik Arap Devleti adını alıyor. Mısır ile olmuyor bozuluyor, derken bir kez daha denemeye çalışıyor. Bu ülkeler Baas partisinin seksiyonları tarafından idare ediliyor. Çelişki var ve şiddetleniyor. Daha önce belirtildiği gibi, Irak petrol nedeniyle ya her an dışa bağımlı olacak ya da tam bağımsızlığın bedelini ödemek zorunda kalacaktır. Bunu iyi değerlendirelim. Baas rejimi, Irak ta özellikle bir zamanların Sovyet-ABD çelişkisini değerlendiriyor. Bu, dünya çapında bir çelişkidir. Irak rejimi, Sovyetlerden yardım alarak doğuyor. Ardından İran rejimi doğuyor ve ona karşı Irak Batı dan büyük destek alıyor. Aldığı bu büyük destek, Irak rejimini dev bir ordu gücüne kavuşturuyor. Bu, büyük ve şişirilmiş bir ordu gücüdür ve savaşmak, savaşı İran a doğru geliştirmek, hatta Türkiye ye doğru da geliştirmek zorundadır. Su meseleleri var, Arap aleminde birlik sorunu, Kuveyt sorunu var. Zaten Kuveyt i Irak ın bir parçası olarak düşünüyorlar. Dolayısıyla son derece çelişkilidir; bu nedenle kontrol altına alınması gereken bir güç oluyor. Bu doğrultuda Körfez Savaşı - nın dayatılması gerekiyordu. Bu dayatma da Kürt sorununu öne çıkardı. Ya rejim Kürt sorununu halledecekti ya da başkaları bu sorunla rejimi halledecekti. Böylece Güney Kürdistan sorunu, uluslararası bir sorun haline geldi. Irak rejimi ne pahasına olursa olsun bu sorunu çözmek isteyecektir. Bunun için de gerektiğinde Halepçe türü katliamlar, gerektiğinde de otonomi türü siyasal çözümler dayatılıyor lar sonrası Kürt hareketine de kısaca değinmeliyiz. Bilindiği üzere Kürdistan ın aşiretçi feodal yapısı olduğu gibi devralındı. Irak 58 lere kadar bir krallık olarak idare ediliyordu. Yani feodal bir rejimdi. Güney Kürdistan da ise, geniş bir otonomiye sahip Kürt aşiret ve şeyhleri vardı. Devrimden sonra bunların bir kesiminin İran rejiminden ve dolayısıyla Amerika dan da yardım alması, bir kesiminin ve özellikle Komünist Parti nin de Sovyetler den destek alması, yerel burjuvazinin kendine göre politik bir çıkış yapması 60 lardaki Kürt isyanına yol açtı. Barzani önderliği tipik Kürt şeyh ve aşiret geleneğinin, feodal gücün simgesiydi, en güçlünün o olacağı açıktı ve öyle de oldu. Talabani önderlikli çıkışın ise, kent ara tabakasının, bu arada hızla gelişen küçük burjuva kesiminin öncülüğüne oynayacağı, ama onun da ağa ve şeyh kökeninden güç almadan yaşayamayacağı biliniyordu. Yine komünistlerin durumu vardır ki, onların da dönemin kapitalist olmayan yol teorisine göre bir Irak rejiminin yanında, bir isyanın yanında sallantılı bir durumu yaşayacakları açıktı. Sonuçta bu iktidar savaşımından özellikle ordu içinde daha örgütlü olan Baas Partisi başarılı çıktı. Komünistleri Kürt hareketine karşı iyi kullandı. Kullandıktan sonra da çoğunu idam ederek gerisini attı. Küçük burjuva aydın gelişimini de aşiret önderliğine karşı kullandı. Böylece Barzani önderliğini zayıflattı ve bildiğimiz gibi 75 te İran la anlaşarak tamamen ezdi. 75 lerin sonlarında artık Irak Baas rejimi oturmuş bir rejimdi. Kendisine karşı geliştirilen direnişler de cılızdı ve daha çok dış destekliydi. İran-Irak Savaşı döneminde Irak taki Kürt hareketi çok iyi gelişebilirdi. Ama bilinen hastalıklı önderlik, birden çok güce bağımlı olan işbirlikçi önderlik bu durumu engelledi. Komünistler, bir türlü bilinen ortayolcu konumlarından kurtulamadılar. Gelişme ve güçlenme imkanını son derece oportünist bir politikayla bertaraf ettiler. Körfez Savaşı na doğru gelindiğinde, aslında Irak rejimi Saddam önderliğinde Bağdat ta sıkışıp kaldı. Kürtlerin sonuna kadar iktidar olma durumu vardı. Ama yine bilinen önderlik, son derece ölü, devrimle bağını çoktan koparmış, dışarıda şu ya da bu gücün işbirlikçiliğine oynamaktan öteye bir yeteneği olmayan durumda kaldı. Barzani önderliği eski aşiret kalıntılarını canlandırmaya, yine klasik olarak İran ya da Türkiye ye dayanma durumunu sürdürmeye çalıştı. Küçük burjuva önderlik ise, daha çok emperyalist devletlere açılmak isteyerek, aynı politik tarzla yol almaya devam etti. Komünistler ise reel sosyalizmin çözülüşüyle zaten tanınmaz hale gelmişlerdi. Mevcut güçlerin yaptıkları tek şey menfaat kavgasıdır Mart ayında Irak rejimi tüm ordusunu 1991Güney Kürdistan dan çekmek zorunda kaldı. Halk tümüyle silahlı ve ayaktaydı. Ama olmayan önderlik, devrimden ve halkın iktidarından korkan önderlik tam bir engel pozisyonuna girerek gelişmelerin önünü kapattı. ABD nin Çekiç Güç kalkanının da devreye girişiyle, bilindiği gibi büyük bir devrimci durum imkanı bir devrimle değerlendirilip zaferle taçlandırılamadı. PKK nin çabaları da cılız olmaktan öteye götürülemedi. 92 deki yarı teslimiyet biçimindeki sığıntı durumu ve bunun neredeyse teorik ve siyasi bir çizgi haline getirilme çabası, görevli diye yollananların peşmerge ağalığına özenmekten öteye bir rol oynayamamaları, PKK için ciddi bir devrimci çıkışı zorlaştırdı. Geçmişten günümüze gelindiğinde durumun tamı tamına böyle olduğunu görüyoruz. Peki, bu durumun ana özellikleri nedir? Irak ta, ABD nin önderlik ettiği büyük bir ambargo durumu yaşanıyor. Birincisi, rejimin eli kolu bağlanmıştır. İkincisi, aslında Kürt işbirlikçi önderliği yine çok sınırlı çıkarlar temelinde Çekiç Güç e dayanarak yaşatılmaya, hem ondan yararlanmaya hem de ona yararlı olmaya müsait bir pozisyonda tutulmaya çalışılıyor. Halkın ulusal demokratik talepleriyle, hatta halkın normal bir sosyal yaşamıyla bile pek alakası yoktur. Dolayısıyla gün geçtikçe aralarındaki çekişmenin de bir sonucu olarak tecrit oluyorlar. Halk ise orta yerde, devrimci bir önderliğin olmayışından ötürü derin bir çıkmazı yaşıyor. Güney Kürdistan daki halk kullanıla kullanıla, düşürüle düşürüle, moral değerleri ile oynana oynana tanınmaz hale getirilmiştir. Denilebilir ki, bu halk dünyada devrimci süreç içinde üzerinde en çok oyun oynanan bir halktır. Maalesef acıyla söylüyoruz ki, bu halk yöneticileri sayesinde, Türk işgal birliklerinin elinden bir somun ekmeği almak için oltadaki yeme saldıran yüzlerce balık gibi küçük bir yeme saldıracak duruma gelmiş, kendisini avlayan avcının oltadaki yemine böylesine koşturulacak kadar acı bir duruma düşürülmüştür. Hiçbir işbirlikçi güç bu gerçeği inkar edemez. Yine devrimcilik adı altında faaliyet gösteren hiçbir kişi veya güç bunu başka türlü izah edemez. Kendi halkının bu durumuna seyirci kalanların, bilerek veya bilmeyerek ona devrimci bir iradeyle müdahale etmeyenlerin sorumlulukları, en az bundan birinci dereceden sorumlu olanlarınki kadar ağırdır. Körfez Savafl n n dayat lmas gerekiyordu. Bu dayatma da Kürt sorununu öne ç kar yor. Rejim ya Kürt sorununu halledecektir ya da baflkalar bu sorunla rejimi halledeceklerdir. Böylece Güney Kürdistan sorunu, uluslararas bir sorun haline geliyor. Irak rejimi ne pahas na olursa olsun bu sorunu çözmek isteyecektir. Bunun için de gerekti inde Halepçe türü katliamlar dayat l yor; gerekti inde otonomi türü siyasal çözümler dayat l yor. Günümüzde Saddam ı bu durumdan sorumlu tutmak artık mümkün değildir. İktidar olup olmadığı belli olmayan mevcut güçler Irak rejimi ambargo koyuyor diyorlar. Hayır, Irak ın kendisi ambargo içindedir. Irak rejiminin bu topraklarda bir tek askeri bile yoktur. Bu halkı eğitim ve örgütlemeden alıkoyacak hiçbir Irak baskısı da yoktur. Çekiç Güç ise zaten yardımcılarıdır. Türkiye ile de işleri normaldir. Peki, neden iktidar olamıyorlar? Neden halkın taleplerine bir Güney Amerika veya Afrika rejimi kadar çözüm gücü olamıyorlar? İşbirlikçilik bile belli ölçülerde bir devlet ya da federasyon olabilir. Bu neden gerçekleşmiyor? Görünüşte hiçbir engel yoktur. Mevcut güçlerin yapabildikleri şey, gümrüğe kimin el koyacağı, diğer bazı menfaat durumları varsa onlara kimin el koyacağı kavgasını yapmaktır. Hemen şunu belirtelim ki, biz bu güçlerle ilişki geliştirdik. Bize karşı savaşmalarına rağmen, hala ilişkide olmaya devam ediyoruz. Yine yurtseverlik temelinde, bütün Kürdistan halkının ulusal demokratik talepleri etrafında, Güney halkının daha insani, sosyal, siyasal ve ulusal demokratik çıkarları temelinde büyük bir ısrarla ilişki kurmaya çalıştık. Kardeşçe, hatta özelliklerini vurgulamaya çalıştığımız Türk özel savaşıyla geliştirdikleri ilişki kadar bir ilişkiyi bizimle de geliştirmelerini istedik. Ama görüyoruz ki, Türk özel savaşının niteliği belli olduğu, hatta Güney Kürdistan ın varlığını imha etmek ve onu insansızlaştırmak için mümkünse Irak rejimiyle anlaşarak tamamen bitirme doğrultusunda Türk özel savaşının çabalarını günbegün izledikleri halde, bugün bu güçler birkaç kuruş para, bir çuval gıda, gümrükten iki tarafın yararlanması vb için yalvarıp duruyorlar. Temel sorunları bunlardır. Bize göre ise, bunlar gündemi saptırmaktır, halkın temel ulusal ve siyasal iktidar sorununa hiç cevap vermemektir. Bunlar yapay bir gündem oluşturarak, halkın temel çıkarlarına aykırı sorunları öne çıkararak, üstüne üstlük halkı çatıştırarak, kendi çok basit şahsi, aile ve dar klik çıkarlarını gözetmekten öteye gidemiyorlar. Hiç şüphesiz halk bundan şiddetle rahatsızdır ve şiddetle çözüm aramaktadır. Sözüm ona bu federe meclis ve hükümet olduklarını sananlar, son Güney operasyonuna seyirci kaldılar. Doğru dürüst sert bir tavır koyup bu özel savaş şu anlama gelir, tarihte böyle bir özü var, bütün Kürdistan ı insansızlaştırmayı amaçlıyor demediler. Bunlar çok somut olduğu halde, tek bir açıklama yapamadıkları gibi, yapanların açıklamaları da TC bizi niye Ankara ya çağırmıyor? yönünde oldu. TC yi Güney de biraz sıkıştırdık. Bundan çıkardıkları sonuç, Ankara ya heyet yollamak oldu. Biz öteden beri Ankara yla ilişkilerinizin olmasına sonuna kadar karşıyız demedik. Bu ilişkileri geliştirirken sadece Kürdistan ın kurtuluşu ve devrimi değil, kendi menfaatlerinizi bile dikkate alan bir tutum içinde olun dedik. Çok dar çıkarlar üzerine değil, daha geniş bir çözüm sorununu tartışalım; Ankara ile ilişkiye girmeden önce, Kürdistan sorununun düzeyini değerlendirelim dedik. Bütün Kürdistan da, Kuzey de ve Güney de gerçek nedir? Kuzey deki devrimin acil sorunları nedir, Güney de sorun nedir? Federe meclis veya hükümet deniyor. Ortada bir federasyon var mı? Yoksa neden yok, varsa ne kadar geliştirilir? Geliştirilmesi için nasıl dayanışma ve güç birliği içinde olabiliriz? Yani nasıl geniş bir cephe kurabiliriz? Bu konularda çeşitli mektuplar yolladık, kapsamlı değerlendirmeler de sunduk. Buna rağmen hala ne idüğü belirsiz, muğlak tutumlar içindeler. Öyle anlaşılıyor ki, halk öyle istediği için bu tutumu göstermiyorlar. Zaten halk çok acil taleplerine ve sorunlarına çözüm istiyor. Birçok ulusal, siyasal, demokratik, ekonomik, sosyal ve kültürel sorun iç içe geçmiştir. Hatta moral sorunu var ve çözüm bekliyor. Bunlar hiç göz önüne getirilmiyor. İşbirlikçi güçler büyük ihtimalle Türkiye nin bazı beklentilerine, PKK ye dikkat edin dayatmalarına cevap ayarlamaya çalışıyorlar. ABD nin bazı talepleri vardı: Bekleyin, zayıflayan Irak rejimi düşebilir. Bu rejim düşerse yeni durumlar doğar, sizlerle birlikte değer- lendiririz diyordu. Kaldı ki, Irak ta belki de gideni yüz kat aratacak yeni iktidarlar gelebilir; ama yine de bunun beklentisi içindeler. Hiç mi bir devrimci faaliyet, bir iktidar çalışması imkanı yoktur? Çokça var, ama sahip çıkmıyorlar. Güney Kürdistan da milyonlarca genç işsiz güçsüzdür. Hatta bazıları yanımıza geliyorlar; ama devrim için değil, para ve silah çalmak için geliyorlar. Bu kadar düşürülmüş bir gençliği niye eğitip örgütlemeyelim diyoruz. Ancak kendilerinden ses çıkmıyor. Sadece onlara düşkün bir yaşam için para lazım diyorlar. Çok geri bir aile yaşamını örgütlemek için Türkiye ye, emperyalistlere yalvarıyorlar, giderek yarın Irak rejimine de yalvaracaklar. Sonra da bu yaşamı kurtaralım diyecekler. Bu yaşamı kurtarmakla neyi kurtarabilirsin? Zihnen dağılmışlar, en yüce değerleri bile basit bir çıkar uğruna çiğniyorlar. Niye bu sorunu görmüyorsunuz? diyoruz. Sanki bu temel bir sorun değilmiş gibi, diğerlerinin canı çıksın yaklaşımıyla bir avuç çıkarlarını sağlama alıyor ve kendi yaşamlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu dar ekonomik sorunlarından dolayı, yalnızca Silopi hududunda yüzlerce yoksul köylüyü acımasızca kurşunlara hedef ettiler. Bu hudutlarda ölenlerin sayısı belki de binleri buldu. Yoksul köylü insanların mayınlarla parçalanması bu politikanın bir sonucudur. Halkın birliği, siyasal birlik en büyük güçtür Bu insanları gerilla temelinde örgütlememize karşı çıkmasalardı, büyük bir ulusal kurtuluş ordusu kurabilirdik. Milyonlarca genç var ve sefalet içindeler. Bırakın, bunları devrime çekelim diyoruz. Hayır diyerek bunları birbirlerine kırdırttılar. Temel ulusal talepleri için, asıl düşman için bir araya gelsinler dediğimizde engel çıkarıyorlar. Çünkü onlar için önemli olan Türkiye ile ilişkileridir, Türkiye den alınacak bir milyon dolardır; Çekiç Güç ilişkisidir. Onların generalleriyle her hafta düzenli toplantılar yapmaktır; elçiliklerdir, her tür istihbarat örgütünün müsteşarlarıyla ilişkilerdir. Bunlarla sonuna kadar toplantı ve ilişkiye evet derler, ama milyonlarca gencin eğitilerek halk ordusuna alınmasına hayır derler. Yine bunları siyasi bir cephede örgütleyelim, ulusal demokratik bir cepheyi geliştirelim, her şey bunu hem zorunlu hem de olanaklı kılıyor dediğimizde reddediyorlar. Yine böl, parçala, aşiretçiliği körükle, kişiler etrafında savaş ağalığını körükle, varolan olanakları da bunun için seferber et, şu veya bu dış güç istediğinde sık sık birbirleriyle çatıştır yaklaşımı içindeler. Bu düşman politikasına alet olmak değil de nedir? Yurtsever demokratik politika nedir? Halkın birliğine gelmek, halkın siyasal birliğine, cephe birliğine gelmek aklınıza gelmiyor mu? Niçin buna gelmiyorsunuz? Bunların zamanı değil veya Federe meclis var, federal hükümet var diyorlar. Peki, bu hükümet nerede? Hiçbir yerde! Kendi içinde işlemezdir, gümrük dışında tek bir fonksiyonu yoktur. O da çatışma nedenidir. Yani parayı kim alacak meselesiyle uğraşıyorlar. Halkın birliği, siyasal birlik, en büyük güç demektir. Şunu hemen açıklayalım ki, milyonlar siyasal temelde birleştirilir ve bir halk ordusu oluşturulursa, Güney halkı tek başına Ortadoğu için bir devrim kalesi olur. Bu, Güney halkının sadece ekonomik sorununun gıda sorununun çözülmesi değil, moralinin ve siyasal gücünün de doruğa çıkması demektir. Devrime bu kadar muhtaç hiçbir halk olmadığı gibi, dünyada devrimci koşulların bu kadar hazır olduğu bir başka toprak parçası da yoktur. Ama kullandırtmayan, buna gelmeyen, kaderini Çekiç Güç e ve yarınki ihtimallere bağlamış, gerçekten önderlik demeye dilimizin varmadığı bir konumu işgal eden güçler, bütün çabalarımıza rağmen, bu yönlü bütün önerilerimize hala doğru dürüst bir cevap vermiyorlar. Neden? Çünkü kendi kaderlerini kendileri değil, başkaları çiziyor. Bir de kendilerine dayatılan çok düşkün bir yaşam tarzına takılmışlar. Oysa koşullar son derece elverişlidir. Bir iktidarsızlık durumu, muazzam bir siyasi boşluk var. Çok iyi biliyoruz ki, böyle bir siyasal boşluk Rus çarlığı döneminde de oldu. Büyük Ekim Devrimi bu boşluktan doğdu ve dünyayı etkiledi. Birçok ülkede böylesi savaş süreçleri boşluk doğurur ve devrimler böyle doğar. İran-Irak Savaşı nın doğurduğu siyasal iktidar boşluğu sekiz yıl sürdü. 90 dan beri de beş yıllık bir boşluk var. Birbirine eklersek, bu on üç yıllık bir boşluktur. Bir de 60 ve 70 lere kadar Baas Partisi iktidarının henüz oturmadığı bir boşluk var ki, yaklaşık on yıllıktır. Hepsini toplarsak, yirmi üç yıldır Kürdistan da bir iktidar boşluğu vardır. Bu iktidar boşluğu bir türlü doldurulamadığı gibi, iktidarsızlaşmak için, halk iktidarının gelişmemesi, ulusal demokratik taleplerin örgütlendirilmemesi ve çokça iddia ettikleri bir demokrasinin Irak genelinde gelişmemesi için ne lazımsa onu yaptılar. Çok geri bir toplumsal düzeyi ve şahsi çıkarlarını korumak için bunların oynamadıkları hiçbir dünya gücü, yalvarmadıkları hiçbir gerici güç yoktur. Yine birbirlerine karşı da yapmadıkları kötülük kalmamıştır. Ama sıra en hayati ve herkesi kurtaracak onurlu bir çalışmaya, bir devrimci savaşa geldi mi, onu bozmaya birebir varlar. Hiç şüphesiz bunun nedenleri vardır. Burada yalnızca sosyal nedenleri saymayacağız, sınıf yapıları gereği böyledirler de demeyeceğiz, yine emperyalizmin işbirlikçileridir diyerek de işin içinden çıkmaya çalışmayacağız. Bu konular böylesi genellemelerle tam olarak anlaşılamaz. Bu yönlü tahliller de yapılmıştır, bunları tekrarlamak istemiyorum. Hiç şüphesiz sınıfsal, aşiretsel ve hatta ailevi ilişkiler ortamı bunları bu duruma getirmekte etkilidir. Bu güçlerin diplomatik ilişkiler adı altında yıllardan beri içine girdikleri ilişkiler var. Sömürgeci devletlerle bile mutlak vazgeçemeyecekleri ve hatta gırtlaklarına kadar battıkları ilişkiler var. Bunları bir çırpıda bir tarafa bırakamazlar. Çıkarları için her türlü güce yalvarmaya, onlarla uzlaşmaya da değil, emirlerine girmeye son derece açıklar. Öte yandan devrimci bir durum söz konusu olduğu için, zaman zaman devrimciliğe de ilgi gösterme zorunluluğu duyarlar. Burada önemli olan halkın yığınsal kesimleridir. Halk yoğun aşiretçi, kabileci ve aileci bağlardan ötürü çok geri durumunu bir türlü aşamıyor. Ekonomik ve sosyal sorunlar ve geri kültür düzeyi, onların hızla bir ulusal demokratik bilince kavuşmalarını engelliyor. Yıllardan beri hiçbir devrimci örgüt burada ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışması yürütmediği için, kendisini olumlu yönlendirecek bir inancın sahibi değildir. Bütün bu etkenler birleşince, Güney deki devrimci durum net olarak anlaşılıyor. Özetlersek, bu alanda büyük bir iktidar boşluğu var; çok zayıf güçlerin, iç ve dış güçlerin denetimi var. Halk çok zor bir durumu yaşıyor ve ulusal demokratik talepleri etrafında örgütlenmiş değildir. Bu anlamda yaşanan bir iktidar boşluğu ile birlikte bir kaos söz konusudur. Şu halde devrimci savaş ve iktidar sorunu çözümlenmek isteniyorsa, bu tablodan çıkarılabilecek sonuçlar son derece açıktır. Buraya hızla bir devrimci savaşın dayatılması ve yine bu iktidar boşluğunun çok hızlı bir biçimde giderilmesi gerekir. İşte en önemli sonuç ve dayanılması gereken tez budur. Bu açıdan yalnız dışımızdakiler için değil, partimizin taktiklerini buraya uygulamaktan sorumlu olanlar için de söylüyorum: Kim ne derse desin, hangi bahaneye sığınırsa sığınsın, hiç kimse burada devrimci savaşı şiddetle geliştirmekten ve iktidar sorununa bir çözüm olmaktan kendisini alıkoyamaz. Güney Kürdistan da sözüm ona iktidar sorununu hallettik diyen güçlerin ne kadar iktidarsız olduklarını biliyoruz. Devrimle fazla ilişkiye geçmek istemiyorlar. Ulusal demokratik talepler dediğimizde canları sıkılıyor. Çekiç Güç komutanlarının ne diyeceklerinin beklentisi içindeler. Hiç kimse bunu başta Güney halkımız olmak üzere hiç kimseye hiçbir gerekçeyle kabul ettiremez. Yarın Çekiç Güç gitti diyelim. O zaman bu halk kimlerin acımasız insafına terk edilecek? Neden bugünü değerlendirmesin? Neden kendini ölüm kalım günlerine hazırlamasın? Bu güçlerin bu sorulara cevap vermesi gerekir. Eğer devlet, federe hükümet ya da meclis varsa, neden halkın bu acil sorunlarına hiçbir çözüm bulamıyor? Neden Kürdistan geneline ilişkin tek bir ileri adımın sahibi olamıyor? Demek ki, Güney de ne devlet, ne federe hükümet, ne de meclis var. Kaderlerini başkalarına teslim edenler çözümü yaratamazlar flbirlikçi güçler büyük ihtimalle Türkiye nin baz beklentilerine, PKK ye dikkat edin dayatmalar na cevap ayarlamaya çal fl yorlar. ABD nin baz talepleri vard : Bekleyin, zay flayan Irak rejimi düflebilir. Bu rejim düflerse yeni durumlar do ar, sizlerle birlikte de erlendiririz diyordu. Kald ki, Irak ta belki de gideni yüz kat aratacak yeni iktidarlar gelebilir; ama yine de bunun beklentisi içindeler. Hiç mi bir devrimci faaliyet, bir iktidar çal flmas imkan yoktur? Çokça var, ama sahip ç km yorlar. Kaderlerini Çekiç Güç e teslim edenler, devrimci savaştan çekiniyorlar. Onların devrimci savaş diye bir sorunları olmadığı gibi, gelişen devrimci savaşı engelleme görevleri vardır. Nitekim PKK nin engellenmesi de özünde budur, yoksa PKK Güney e el attı diye engellenmiyor. PKK varını yoğunu sarf ederek, orada Güney halkının, Kürdistan halkının, hatta Irak halkının devrimci mücadelesine yardımcı olmak için vardır. Onlar devrimci mücadeleyi geliştirir ve kendi öz güçleriyle ayakta dururlarsa, biz orada bir gün bile durmayız. Bunu çok açıkça söylüyorum. Ama biz her şeyden önce enternasyonalistiz; devrimci mücadelenin geliştirilmesi için oraya girer ve sonuna kadar mücadele ederiz. Biz yurtseveriz, halkın yanında yer alır ve sonuna kadar mücadele ederiz. Bu, devrimciliğin zorunlu bir gereğidir. Kaldı ki, biz buna zorunlu değiliz, bizi buna zorlayan özel savaş rejimidir. Dünya ve bölge egemenliğinin kendisi bizden önce oraya birliği dayatmıştır. Kuzey için Güney i kullanmak, Güney için Kuzey i kullanmak istiyor. İncirlik ten uçaklar kalkar, Güney i kontrol eder. Güney deki Çekiç Güç etrafındaki kuvvetler Kuzey i kontrol etmek istiyor. Güney modeli Kuzey Kürdistan a taşırılmak isteniyor. Onlar hem de halkımıza hiçbir şey vermeden, bizden daha fazla Kuzey e müdahale etmek istiyor. Bu sözüm ona önderlikler Ankara da MİT elemanları ve özel savaş subaylarıyla masa başına oturarak, Kuzey Kürdistan ı devrimden alıkoymanın planlarını yapıyorlar. Fırsat bulurlarsa bunun işbirlikçi örgüt modellerini geliştirmek istiyorlar. Bunların tayin ettikleri bazı elçiler var, görevlerini başaramamaları ayrı bir meseledir; ama 90 lardan beri bu yönde yoğun bir biçimde uğraştıklarını, yine KDP nin 65 lerden beri bunun peşinde olduğunu çok iyi biliyoruz. T-KDP, Güney işbirlikçi önderliği tarafından MİT e teslim edilerek, Kuzey Kürdistan halkını kontrol etmenin aracı kılınmamış mıdır? Hala bunu anlayamayacağımızı mı sanıyorlar? Yine birçok küçük burjuva örgütlenmenin Kuzey de zorla yaşatılması Güneyli küçük burjuva önderliğin dayatmasıyla değil de nedir? Hatta daha PKK ortaya çıkmamışken, Kuzey Kürdistan ın içine müdahale edenler kimlerdir? Botan ı boydan boya kendi cephe gerisi ve gıda alanı olarak örgütleyen Güney deki KDP değil de kimdir? Halen kendisine bağlı temsilcilerle, sözüm ona T-KDP yi MİT le en çok işbirliği içinde tutan Güney deki KDP değil midir? Öyleyse kim kimin işine müdahale ediyor? Kuzey mi Güney e, Güney mi Kuzey e müdahale ediyor? Üstelik onlar bu müdahaleyi haksız ve işbirlikçi temelde, tehlikeli bir biçimde, özel savaşa hizmet temelinde yapıyorlar. Devam sayfa 34 te

20 Sayfa 22 ÖZGÜR KADIN DEMOKRAS N N TEM NATIDIR İnsanlık 21. yüzyılla birlikte demokrasi, özgürlük, insan hakları hukukun üstünlüğü gibi insanlığın temel değerlerinin yükselişe geçtiği bir sürece girmiştir. Yaratma mücadelesini verdiğimiz çağdaş uygarlığa ulaşmak, eşitlik ve özgürlüğü yaşamak, gerçek anlamda insani bütün meziyetleri edinmek isteyen günümüz insanlığı, egemenlikçi sistemin ana kaynağı olan ve temel halkası durumunda bulunan kadın-erkek arasındaki eşitsizliği tümden ortadan kaldıracak tarzda soruna yaklaşmak zorundadır. Eğer insan insansa, insanlığın ilk şekillendiği eşit, sömürüsüz bir yaşam biçimine ulaşmak zorundadır. Bunu en çarpıcı ifade eden kadın eksenli olmayan hiç bir gelişme başarılı olamaz tespitidir. Bu tespit temelinde ele aldığımızda Ortadoğu nun renginin halkların çıkarlarına göre değişmesinin, güçlü bir kadın hareketinin geliştirilmesinden, doğru bir program temelinde örgütlülüğünün, eyleminin ortaya çıkarılmasından ve demokrasi mücadelesinde öncülük rolünü yerine getirmesinden geçtiğini göreceğiz. Somut güncel siyasal gelişmelerden çıkaracağımız en önemli sonuç budur. Değişimin ihtiyacını en derin halklar yaşıyor. Sistem de bu statükonun böyle gitmeyeceğini görüyor. Artık siyasal gelişmelerin nasıl bir renk alacağı, hangi gücün iddiasını yaşama geçireceğini, kendisini pratikleştireceğini mücadele belirleyecek. Bu noktada kadının konumu, değişim dönüşüm sürecinin öncülüğüdür. Ortadoğu nun alacağı rengin gerçek demokrasi, özgürlük olmasını istiyorsak en çok kadın hareketini geliştirmemiz gerekiyor. Çünkü Ortadoğu da da dünyada da sistemlerin karakterini, özgürlük düzeyini belirleyen kadının durumudur. Eğer biz gerçek bir demokratik sistem istiyorsak, kadın hareketini geliştirerek demokratik mücadele hareketinin öncülüğünü yapmalıyız. Ortadoğu da demokrasi eşitlik, özgürlük, yine ekonomik, siyasi sorunlar var. Halk bu sorunlardan dolayı acı çekiyor, kadın acı çekiyor, gerçekten kaybetmeyi yaşıyor, insan gibi yaşayamıyor. Ortadoğu da bu gerçeklik değişmedikçe savaş gelişse de gelişmese de, siyasi mücadelede bizim kendimizi örgütlememiz, çözüm gücü olarak gelişmemiz gerekiyor. Demokrasiyi geliştirmenin güçlü bir kadın hareketinin geliştirilmesinden geçtiği çok açıktır. Siyaseti demokratikleştirmek, somut değişimler yaratmak istiyorsak, kadının nicel ve nitel olarak yaşamın tüm alanlarına ve siyaset sahnesine katılmasının gerçekliğini ve aciliyetini görüp değerlendirmeliyiz. Ancak bu tek başına yetmez. Zihniyette yer edinmiş çok köklü, tarihsel bir önyargıyı parçalamak zorundayız. Aslında Başkanımızın, stratejik değişim dönüşüm sürecinin başlangıcında ifade ettiği kadın demokrasinin teminatıdır tespiti son dört yıllık pratikte yaşam ve mücadele gerçeği tarafından da onaylanmıştır, somut bir gelişmeye dönüşmüştür. Genel olarak yüzyıl açısından ele aldığımızda, kadın yüzyılı olarak tanımladığımız 21. yüzyılın üçüncü yılını geride bırakıyoruz. Bu yüzyıl kendisiyle ne getirdi? Kadın yüzyılı olarak tanımladığımız bu yüzyılda kadın olarak umutlarımız güçlendi mi yoksa geriledi mi, durdu mu? Nasıl ele almak gerekir? Dünyada Ortadoğu da, Türkiye deki somut gelişmeler bu tespiti nasıl etkiledi? Bu yüzyıl için zaten böyle bir tespit yapılmıştır, artık bu temelde yürür değil, gerçekten bu yüzyıl için yaptığımız bu tespit gün gün ne kadar ispatlanıyor ve biz bunu ne kadar yaşıyoruz? Kad n cinsi ikinci üçüncü s n f olarak görülüyor Bütün dünyada şimdiye kadar kadının yaşadığı derin acıların kalktığını, kadının mahkum olduğu köle yaşam zemininin değiştiğini, ortadan kalktığını söyleyemeyiz. Yine Amerika da, Afrika da, Avrupa da, Ortadoğu da, Latin Amerika da bütün sahalarda bir aile modeli var ve bu model içinde erkeğin kadın üzerinde ekonomik, sosyal, fiziksel ve cinsel boyutta güçlü bir hakimiyeti var. Yani aile içerisinde yaşanan şiddet ve sömürü gerçeği hala canlı ve yoğun olarak devam ediyor. Hatta bazı yerlerde kadına karşı hala çok geri geleneklerle yaklaşılıyor. Mesela Hindistan da çeyizi yetersiz olduğu gerekçesiyle kadınların öldürülmesi, Afrika da ve Ortadoğu nun bazı ülkelerinde devam eden kadın sünneti; namus, töre, ahlak adı altında uygulanan kadın katliamı ve daha birçok benzer durum... Bu temelde kadının yaşadığı koşullarda, çektiği acılarda köklü bir değişimin olduğunu söyleyemeyiz. Yine bütün dünyada milyonlarca hatta milyarlarca kadın fakirlik, açlık, işsizlikle karşı karşıyadır. Yine dinin etkileri, zemini binlerce yıla dayanan dogmalar, tabular. Bu anlamda kadının ezilmesi birçok noktada devam ediyor. Diğer bir boyut kadın olgusunun kapitalizmin birçok sektörü tarafından çok boyutlu kullanılması, sömürülmesi. Yine birçok kadın, eğitimsizlik, bilimden, siyasetten uzak bırakılma, yaşamın dışında kalma durumunu yaşıyor. Ayrıca belki kamuoyuna yansımayan çok trajik şiddet, işkence dolu ölümden bin kez beter kılınmış yaşamları yaşamaya mahkum kılınıyor kadın. Dünyada ezilen kadın cinsi, insan olarak görülmüyor. İkinci üçüncü sınıf gibi ele alınıyor. Satılıyor, kullanılıyor, öldürülüyor. Kadının bu konumundan tamamen kurtulduğunu söyleyemeyiz. Yakın geçmişte yaşanan bazı olaylara bakıldığında da bunu söyleyemeyiz. Mesela Nijerya da bir kadın hakkında zina yaptığı gerekçesiyle öldürme kararı alındı. Taşlanarak öldürülme cezasına çarptırılmak istendi. Dünya çapında yürütülen kampanya ile kurtuldu. Ama binlerce kadın Nijeryalı Emine kadar şanslı olamayabiliyor. Örneğin öğrendik ki, böyle bir vahşet çokta uzağımızda değilmiş. Mardin de birkaç hafta önce Şemsiye isminde bir Kürt kadını, aynı nedenle yani zina ettiği gerekçesiyle taşlanarak öldürülmek istenmiş. Bu bir Kürt kadınıdır. Nijeryalı Emine haftalarca gündeme getirildi, cezası infaz edilmedi, birçok kadın hareketi insan hakları kurumları harekete geçti. Ama Kürdistanlı bir kadın için gündeme bile alınmasına fırsat verilmeden, bu vahşi ceza uygulandı. Yine Kürdistan ın, dünyanın birçok yerinde kadınlar öldürülüyor, ama intihar süsü veriliyor. Bu konuda Hindistan daki getirdiği çeyizi beğenilmeyen bir gelin pekala mutfakta yemek pişirirken alev alıp tutuşarak yanar biçiminde formüle edilen kurnaz tanrı Enki entrikacılığı öyle anlaşılıyor ki, Kürdistan da ve daha bilmediğimiz birçok coğrafyada, çok ince bir kadın katliamı olarak uygulanıyor. Cins çelişkisi öyle bir çelişkidir ki; rengi, ırkı, coğrafyası, kültürü fark etmiyor. Kaderi o kadar ortak ki birbirinden bu kadar uzak ve habersiz, ama bir o kadar birbiriyle bu kadar tanışık ve ilgili, yine devletin siyasete girmek istemeyen, bir parça özgürlük arayışında olan kadınlar üzerindeki işkenceleri ve baskıları bütün dünyada devam ediyor. Ancak tüm acılara rağmen 21. yüzyılın ilk üç yılında ulaşılan düzey önemli. Kadın sorunu yoğun bir ilgiyle gündeme girdi. Özellikle daha güçlü tartışma platformlarının oluşturulma zemini, birikimi yaratıldı. Kadınların özgürlük arayışları geçmişe oranla güçlendi. Madem bu kadar ağır sorunlarımız var, mücadele, örgütlenme ve özgürlük iddiasını belirlemede sahip olduğumuz mirası örgüt gücüne, örgüt gücünü somut mücadeleye ve kesin sonuç almaya nasıl dönüştüreceğiz? sorusu mantığı ve arayışı ağır bir tempoyla da olsa gelişiyor. Bu gelişme umutlarımızı büyütüyor. Erkek egemenlikli sistemin tahribatlarının her zamankinden daha fazla sorgulamaya alındığını belirtmek mümkün. Bu sorgulama belli bir dönemdir yaşanıyor. Kadının siyaset sahnesine bir giriş yaptığını söyleyebiliriz. Siyaset sahnesine çıkmanın önü açılmıştır, zeminleri daha güçlü oluşmuştur. Bu konuda şimdiye kadar engeller vardı, fakat bu engeller giderek daha çok darbe alıyor. Bu engeller eskiye oranla güçlü değil ve iyi örgütlenirsek daha hızlı da aşabiliriz. Kara sert kışları aşıp yeşeren kardelenler gibi, kadın baharlaşması yaşanıyor tespiti çok anlamlı ve tüm dünya kadınlarına Demokrasiyi gelifltirmenin güçlü bir kad n hareketinin gelifltirilmesinden geçti i çok aç kt r. Siyaseti demokratiklefltirmek, somut de iflimler yaratmak istiyorsak, kad n n nicel ve nitel olarak yaflam n tüm alanlar na ve siyaset sahnesine kat lmas n n gerçekli ini ve aciliyetini görüp de erlendirmeliyiz. Ancak bu tek bafl na yetmez. Zihniyette yer edinmifl çok köklü, tarihsel bir önyarg y parçalamak zorunday z. Biz toplumsal sözleflme projesini bir bildirgeyle ilan ettik. E er gerekenleri yapmazsak sistem taraf ndan bu projenin de çal nma ihtimali oldu unu hissediyoruz. Yani sistem avantajl koflullar n iyi kullanarak bunun içini boflaltmak isteyebilir. E er biz tempomuzu buna göre ayarlayamazsak, biz bu sistemin ideolojimizi bizden çalma tehlikesini hissetmezsek toplumsal tüm sorunlar n çözümünü esas alan toplumsal sözleflmemiz de çal nabilir, içi boflalt labilir Martı nda verilen en güzel, en değerli armağan; kadın tarihi boyunca kadınlara verilen en değerli hediye olarak 8 Mart 1998 de Kadın Kurtuluş İdeolojisi nin bütün dünya kamuoyuna ilan edilmesinden sonra kadınlara ulaştırılan en büyük özgürlük armağanıdır. Başkan Apo bu armağanla Martı nın kutladığı gibi kadının büyük bedeller ve acılarla yarattığı özgürlük düzeyini de selamladı. Kadın özgürlük hareketinden özgürlüğe ihtiyacı olan tüm kadınlara dönük beklentilerinin, inancının, heyecanının ve sevgisinin dile gelişiydi. Bu anlamlı ve tarihi tespitten aldığımız güç ve cesaretle, özgürlük yüzyılı olan 21. yüzyıl kadınları olarak güçlü karşılandığını belirtebiliriz. Bunun temelinde çok güçlü bir miras var yüzyıl ve hatta 21. yüzyıl başında güçlü özgürlük mücadelesi verildi. Ama özellikle son üç yılda kadının ulaştığı özgürleşme düzeyini nasıl tanımlayabiliriz? sorusuna en güçlü cevabımız kardelenler gibi yeşermek, sert soğuk karlı kıştan kurtulmak, kadının baharlaşması, özgürlük çiçeklenmesi oluyor. Biz de bu esaslar üzerinden değerlendirmeliyiz. Ve bu temelde kadın hareketinin öncü gücü olarak üzerimize düşen görevlerimizi doğru anlamalı ve başarıyla yerine getirmeliyiz. Bu kadın baharlaşmasını doğru anlamalı, inanmalı, ruhunu, heyecan ve coşkusunu derinden yaşamalı ve geliştirmeliyiz. Bu ruhu büyütmeli ve süreklileştirmeliyiz. Sistemin cins çeliflkisine yaklafl m kendi kontrolüne alma biçiminde Çünkü cins çelişkisinin derinleşeceği kadın özgürlük yüzyılı 21. yüzyılda sistem de kendi bakış açısıyla kadın sorununu, olgusunu tartışıyor, kendi sisteminin devamlılığı için konuya kendisince el atıyor. Planlar, hazırlıklar yapıyor. Kadının özgürlüksel gelişiminin sistemin temelden sarsılması olacağını bilerek bu tehlikeye cevaben tedbirlerini kendi içinde yaratıyor. İdeolojik, siyasi, örgütsel yönde değerlendirme imkanlarımızı elimizden almak istiyor. Aslında kadını kazanma imkanlarını elimizden almak istiyor. Bu yüzyılda cins çelişkisinin gelişmesinin yaratacağı zeminleri bu işin söylemine sahip çıkıp içini boşaltarak, kadına biçimsel yer vererek, kadını kandırarak ortadan kaldırmak ya da dağıtmak istiyor. Bu da kadına yöneltilen bir ideolojik saldırıdır. Düşüncesi, duyguları üzerinde yürütülen bir saldırıdır. Ve çok kapsamlıdır. Hemen hemen bütün dünyada kadın bu saldırılarla karşı karşıya kalıyor. İdeolojik yönden, fiziki yönden, ahlaki yönden, psikolojik yönden tutalım namusa, onura kadar her yönüyle bir saldırıya maruz kalıyor. Yani kadın cinsini bütün dünyada, bütün sahalarda erkek egemenliğinden kurtardık diyemeyiz. Kadını hala devam eden derin acılardan kurtardığımızı, kadınlar için öngördüğümüz, hayal ettiğimiz yaşamı yarattığımızı söylemek çok zor, tüm bunları objektif olarak değerlendirmemiz önemli. Mesela 2000 yılında bütün kadınlar mücadele etmemiz ve özgürlük istememiz için iki bin neden var! diyerek bir yürüyüş başlattılar. Bu 21. yüzyılın kadın yüzyılı olacağı inancını pekiştiren bir etkinlik oldu. Ve çok güçlü bir katılım sergilendi. Belli düzeylerde sonuç da aldı yılındaki hareketlilikten bugüne kadar ele alırsak belki her yapılan toplantı, konferans çok nettir, çok güçlüdür. Kadın Kurtuluş İdeolojisi temelinde çok güçlü tartışmalar yürütülüyor diyemesek de birçok sahada kadın sorunları üzerinde önemli toplantılar, konferanslar, tartışmalar yapılıyor. Bunların bazılarını sistem yapıyor, yaptırıyor. Nasıl Ortadoğu da demokrasiyi kontrollü geliştirmek, yürütmek istiyorsa cins çelişkisinin çözümü için de konsepti böyledir. Madem bu çelişki derinleşecek, çözümlenmesi gerekiyor, o zaman ben kendime göre çözümleyeyim, kontrolümde çözümlensin. Bu esas üzerinde sistemin gerçekleştirdiği toplantılar da var. Gerçekleştirilen birçok toplantı kadın hareketlerinin yaşadığı ideolojik boşluğu doldurma arayışından kaynağını alıyor. Kadın hareketinin sorunları nedir, tıkanmalar hangi noktalarda yaşanıyor, hangi noktalarda yenilenme gerekiyor? PJA gibi öncülük misyonu olan bir hareketin bunlarla ilişkisi nasıl olmalı? Bir yönüyle belki cins çelişkisinin derinliğine ve sorunlarımızın ağırlığına göre bu toplantılar çok yetersiz. Bu tartışmaların düzeyinin çok kapsamlı olduğunu söyleyemeyiz, ama adım adım, damla damla da olsa kadın bilincini geliştiriyor. Böyle bir anlamı

www.arsivakurd.org SERXWEBÛN TECR TE KARfiI TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE

www.arsivakurd.org SERXWEBÛN TECR TE KARfiI TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Yıl: 22 / Sayı: 253 / Ocak 2003 TECR TE KARfiI TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR TOPYEKÜN EYLEM ZAMANIDIR Sayfa 2 Ocak 2003 Serxwebûn Serhildan süreklilefltirmek,

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ / AKP de bir kişi konuşur, diğerleri asker gibi bekler! Tarih : 06.01.2012 CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem AKP deki tek adamlığı hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın üslubunu ve liderliğini

Detaylı

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014 Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye ile Kürdistan arasındaki ekonomik ilişkiler son yılların en önemli rakamlarına ulaşmış bulunuyor. Bugünlerde petrol anlaşmaları ön plana

Detaylı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı Orta Doğu Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı Ali SEMİN BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı 56 Stratejist - Temmuz 2017/2 Orta Doğu da genel olarak yaşanan bölgesel kriz ve

Detaylı

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY CHP Bodrum İlçe Başkanı Recai Seymen, 29 Kasım Pazar günü yapılacak olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İlçe Kongresinde ilçe başkanlığına tekrar aday olduğunu

Detaylı

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ Mehmet Uçum 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri a. Tartışmanın Arka Planı Ülkemizde, hükümet biçimi olarak başkanlık sistemi tartışması yeni

Detaylı

Koalisyon Pazarlıkları ve Olası Hükümet Formülleri. Maliki'nin Türkiye Ziyareti ve Irak'ta Yeni Hükümet Kurma Senaryoları

Koalisyon Pazarlıkları ve Olası Hükümet Formülleri. Maliki'nin Türkiye Ziyareti ve Irak'ta Yeni Hükümet Kurma Senaryoları 7 Mart 2010 seçimleri üzerinden yaklaşık 8 ay geçmesine rağmen Irak ta henüz bir hükümet kurulabilmiş değildir. Yeni hükümet kurma çalışmalarının yoğun bir şekilde sürdüğü Ekim 21 de Başbakan Maliki nin

Detaylı

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGIN SETA Abdullah YEGİN İstanbul

Detaylı

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket) Kamuoyu Yoklaması Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket) Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi 2017 1 Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara

Detaylı

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3 KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3 - CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS

Detaylı

Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda

Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda Zeynep Fazlılar Açılım sürecinin, ayrılıkçı Kürtlerin siyasi taleplerinin karşılanamaz olduğunu gösterdiğini belirten Tuğgeneral (E) Nejat Eslen; şiddet riskini

Detaylı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum. Piyasalarda Bugün Ne Oldu? ALTIN USDTRY EURUSD GBPUSD BRENT PETROL

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum. Piyasalarda Bugün Ne Oldu? ALTIN USDTRY EURUSD GBPUSD BRENT PETROL IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum Piyasalarda Bugün Ne Oldu? ALTIN USDTRY EURUSD GBPUSD BRENT PETROL Gündemdekiler Petrol fiyatlarının önümüzdeki süreçte izleyeceği yol hakkında belirsizli

Detaylı

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. 28 Nisan 2014 Basın Toplantısı Metni ; (Konuşmaya esas metin) Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. -- Silahlı Kuvvetlerimizde 3-4 yıldan bu yana Hava Kuvvetleri

Detaylı

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz İstanbul YDK: 1 Mayıs itibariyle başlamış olan Eme(K)adın kampanyamız kapsamında güvencesiz, görünmeyen ve yok sayılan kadın emeği üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyoruz. Bu kez bu konuda sendikal

Detaylı

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'de 1990'lı yıllardaki duvar yazıları, İslamcılığın yükseldiği döneme yönelik yakın bir tanıklık niteliğinde. 10.07.2017 / 18:00 Doksanlı

Detaylı

EKİM 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

EKİM 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU EKİM 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU 2018 yılı içerisinde Türk araçlarının karayolu ile taşımacılık yaptığı ülkelerin harita üzerinde gösterimi İHRACAT TAŞIMALARI UND nin derlediği

Detaylı

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTA GRUP SÜRECİ: TAKIM ÇALIŞMASI Doç. Dr. Cevat ELMA

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTA GRUP SÜRECİ: TAKIM ÇALIŞMASI Doç. Dr. Cevat ELMA Ünite 7 ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTA GRUP SÜRECİ: TAKIM ÇALIŞMASI Doç. Dr. Cevat ELMA TAKIM ÇALIŞMASI Takım çalışması, belirli sayıda işgörenin, belirli amaçlarla ve belirli sürelerle bir araya gelip sorunların

Detaylı

Bu bağlamda katılımcı bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki çalışmalarımız, hız kesmeden devam etmektedir.

Bu bağlamda katılımcı bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki çalışmalarımız, hız kesmeden devam etmektedir. İçişleri Bakanı Sayın İdris Naim ŞAHİN nin Entegre Sınır Yönetimi Eylem Planı Aşama 1 Eşleştirme projesi kapanış konuşması: Değerli Meslektaşım Sayın Macaristan İçişleri Bakanı, Sayın Büyükelçiler, Macaristan

Detaylı

KÜRDİSTAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ NAVENDA LȆKOLȊNȆN STRATEJȊK A KURDISTANȆ

KÜRDİSTAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ NAVENDA LȆKOLȊNȆN STRATEJȊK A KURDISTANȆ KÜRDİSTAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ NAVENDA LȆKOLȊNȆN STRATEJȊK A KURDISTANȆ www.navendalekolin.com - www.lekolin.org www.lekolin.net www.lekolin.info Lekolin.org ANKETLER ÇEŞİTLİ TARİHLER ARASINDA

Detaylı

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ Hazırlayanlar: Habib Hürmüzlü, ORSAM Danışmanı / Bilgay Duman, ORSAM Ortadoğu Uzmanı / Temmuz - Ağustos 2013 - Sayı: 27 15 Temmuz 2013: Tuzhurmatu olaylarının araştırılması

Detaylı

EYLÜL 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

EYLÜL 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU EYLÜL 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU 2018 yılı içerisinde Türk araçlarının karayolu ile taşımacılık yaptığı ülkelerin harita üzerinde gösterimi İHRACAT TAŞIMALARI UND nin derlediği

Detaylı

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10 Gül, ABD ile hizmet sözleşmesi yapmıştır İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, dün Ankara da bir basın toplantısı düzenledi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ü ABD ile yaptığı gizli anlaşmayı

Detaylı

Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!..

Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!.. Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!.. Bu bir yerel seçim değil, bir kader seçimi! AKP iktidara geldiğinden bu yana son 11 yılda biri Irak ta, diğeri Suriye de olmak üzere iki Kürdistan kuruldu. Bu yerel

Detaylı

1 2 icin- ucretsiz- ped- hakki/

1  2  icin- ucretsiz- ped- hakki/ BASIN DUYURUSU Hapishanelerde ücretsiz ped sağlanması talepli kampanyamız 21 Haziran 2017 tarihinden beri sürüyor. Bu süreçte sosyal medyada ve diğer basın araçları nezdinde konuyu gündeme getirmeye çalıştık.

Detaylı

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü santralistanbul Küresel Sorunlar Platformu http://www.platformforglobalchallenges.org http://www.twitter.com/pgchallenges http://www.facebook.com/kureselsorunlarplatformu İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar

Detaylı

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ INSTITUTE FOR STRATEGIC STUDIES S A E STRATEJİK ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ KASIM, 2003 11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ 11 EYLÜL SALDIRISI SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ FİZİKİ SONUÇ % 100 YIKIM

Detaylı

Devrim Öncesinde Yemen

Devrim Öncesinde Yemen Yemen Devrimi Devrim Öncesinde Yemen Kuzey de Zeydiliğe mensup Husiler hiçbir zaman Yemen içinde entegre olamaması Yemen bütünlüğü için ciddi bir sorun olmuştur. Buna ilaveten 2009 yılında El-Kaide örgütünün

Detaylı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum Piyasalarda Bugün Ne Oldu? ALTIN GBPUSD EURUSD BRENT PETROL USDTRY Piyasaların odağında olan İngiltere referandumu Brexit ile sonuçlandı. Piyasalarda

Detaylı

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi tarafından tam algılanmadığı, diğer bir deyişle aynı duyarlılıkla değerlendirilmediği zaman mücadele etmek güçleşecek ve mücadeleye toplum desteği sağlanamayacaktır.

Detaylı

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Havacılık sektörüne grev yasağı getiren yasa tasarısı mecliste onaylandı. Hava-İş Sendikası, yasa mecliste görüşülmeye başlanmadan

Detaylı

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ 16 Prof. Dr. Atilla ERALP KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ Prof. Dr. Atilla ERALP ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Kopenhag Zirvesiyle ilgili bir düşüncemi sizinle paylaşarak başlamak

Detaylı

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? Dünyada mal ve hizmet hareketlerinin uluslararası dolaşımına ve üretimin uluslararasılaşmasına imkan veren düzenlemeler (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası

Detaylı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu Ağustos 21, 2017-1:53:00 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi'nde

Detaylı

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim 1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim Türkiye de 2007 genel milletvekili seçimlerine ilişkin değerlendirme yaparken seçim sistemine değinmeden bir çözümleme yapmak pek olanaklı değil. Türkiye nin

Detaylı

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı. K.MARAŞ'TA SON ANKET Anket Sonuçları MHP yi İşaret Etti Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

Detaylı

Güncel Liderlik Yaklaşımları: Hizmetkar ve Vizyoner Liderlik. Spor Bilimleri Anabilim Dalı

Güncel Liderlik Yaklaşımları: Hizmetkar ve Vizyoner Liderlik. Spor Bilimleri Anabilim Dalı Güncel Liderlik Yaklaşımları: Hizmetkar ve Vizyoner Liderlik Spor Bilimleri Anabilim Dalı Hizmetkar Liderlik Hizmetkâr liderlik, ekip üyelerine hizmet etmeyi, ihtiyaçlarını karşılamayı, gelişmelerini ve

Detaylı

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

ŞUBAT 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

ŞUBAT 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU ŞUBAT 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU İhracat taşımalarımızın %55 i (~685.000) Ortadoğu ve Körfez Ülkelerine, %30 u (~380.000) Avrupa Ülkelerine, %15 i ise (~185.000) BDT ve Orta Asya

Detaylı

Çarşamba İzmir Basın Gündemi

Çarşamba İzmir Basın Gündemi 16.09.2015 Çarşamba İzmir Basın Gündemi Krizler arasında Devrim Özkan Her şeyin dünyadaki tüm gelişmelerden etkilenebildiği yeni bir çağda yaşıyoruz. Son iki yüzyıllık dönemde dünyadaki tüm ekonomik

Detaylı

İktisat Tarihi

İktisat Tarihi İktisat Tarihi 7.5.18 SAVAŞLAR VE EKONOMİK PERFORMANS Savaş 10 milyon askerin ölümüne, 20 milyonunun yaralanmasına neden oldu. Ekonomik açıdan uzun dönemde fizik yıkımdan daha zararlı olan normal ekonomik

Detaylı

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane Dünyada yaşanan ekonomik kriz liderlik stillerinde de değişikliğe yol açtı. Hay Group'un liderlik stilleri üzerine yaptığı araştırmaya göre, özellikle

Detaylı

NİSAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

NİSAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU NİSAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU İhracat taşımalarımızın %55 i (~685.000) Ortadoğu ve Körfez Ülkelerine, %30 u (~380.000) Avrupa Ülkelerine, %15 i ise (~185.000) BDT ve Orta Asya

Detaylı

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ NİN SURİYE KRİZİNDEKİ TUTUMU... 1 Giriş... 1 1. BM Organı Güvenlik Konseyi nin Temel İşlevi ve Karar Alma Sorunu...

Detaylı

Berkalp Kaya KASIM 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

Berkalp Kaya KASIM 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU KASIM 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU 15,5 Milyar Dolar İle Tüm Zamanların En Yüksek Kasım Ayı İhracatı Kasım ayı ihracat verilerine göre kasımda ihracat geçen yılın aynı dönemine

Detaylı

MAYIS 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

MAYIS 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU MAYIS 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU İhracat taşımalarımızın %55 i (~685.000) Ortadoğu ve Körfez Ülkelerine, %30 u (~380.000) Avrupa Ülkelerine, %15 i ise (~185.000) BDT ve Orta Asya

Detaylı

6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı

6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı 6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı Sosyal Güvenlik Kurumu(SGK) ve Uluslararası Sosyal Güvenlik Teşkilatı(ISSA) işbirliği ile Stratejik İnsan Kaynakları Politikaları ve İyi Yönetişim

Detaylı

Title of Presentation. Hazar Havzası nda Enerji Mücadelesi Dr. Azime TELLİ 2015 ISTANBUL

Title of Presentation. Hazar Havzası nda Enerji Mücadelesi Dr. Azime TELLİ 2015 ISTANBUL Title of Presentation Hazar Havzası nda Enerji Mücadelesi Dr. Azime TELLİ 2015 ISTANBUL İçindekiler 1- Yeni Büyük Oyun 2- Coğrafyanın Mahkumları 3- Hazar ın Statüsü Sorunu 4- Boru Hatları Rekabeti 5- Hazar

Detaylı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum Piyasalarda Bugün Ne Oldu? GBPUSD EURUSD ALTIN BRENT PETROL USDTRY ABD verileri hayal kırıklığı yarattı ABD de bugün açıklanan üretici fiyat endeksi

Detaylı

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ 209 ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ Birleşmiş Milletler Genel Kurulu nun 20 Aralık 1993 tarihli ve 47/135 sayılı Kararıyla ilan edilmiştir.

Detaylı

MART 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

MART 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU MART 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU İhracat taşımalarımızın %55 i (~685.000) Ortadoğu ve Körfez Ülkelerine, %30 u (~380.000) Avrupa Ülkelerine, %15 i ise (~185.000) BDT ve Orta Asya

Detaylı

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI Sayın Katılımcılar, değerli basın mensupları Avrupa Konseyi

Detaylı

1.ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİNDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİ VE REHBERLİK. Abdullah ATLİ

1.ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİNDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİ VE REHBERLİK. Abdullah ATLİ 1.ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİNDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİ VE REHBERLİK Geleneksel eğitim anlayışı bireyi tüm yönleri ile gelişimini sağlama konusunda sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. Tüm bu anlayış ve

Detaylı

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir. Sevgili Meslektaşlarım, Kıymetli Katılımcılar, Bayanlar ve Baylar, Akdeniz bölgesi coğrafyası tarih boyunca insanlığın sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimine en çok katkı sağlayan coğrafyalardan biri

Detaylı

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Geçtiğimiz ay Suriye de Irak Şam İslam Devleti ve diğer muhalif güçler arasında yaşanan çatışmaya ilişkin, Suriye Devrimci Sol

Detaylı

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU 4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU Yeni Dönem Türkiye - AB Perspektifi Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı: Fırsatlar ve Riskler ( 21-22 Kasım 2013, İstanbul ) SONUÇ DEKLARASYONU ( GEÇİCİ ) 1-4. Türkiye

Detaylı

Türkiye Siyasi Gündem Araştırması

Türkiye Siyasi Gündem Araştırması I. AMAÇ Bu çalışmanın amacı, aylık periyotlar halinde düzenlediğimiz, Türkiye nin Siyasi Gündemine paralel konuların ele alınarak halkın görüşlerini tespit etmek ve bu görüşlerin NEDENİ ni saptamak adına

Detaylı

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U)

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U) DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U) KISA ÖZET

Detaylı

YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK IŞBIRLIĞI YAPILMASINI UMUYORUZ.

YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK IŞBIRLIĞI YAPILMASINI UMUYORUZ. ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ No.41, No.23, OCAK MART 2017 2015 ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ NO.41, OCAK 2017 YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK

Detaylı

2 Ekim 2013, Rönesans Otel

2 Ekim 2013, Rönesans Otel 1 MÜSİAD Brüksel Temsilciliği Açı çılışı ışı 2 Ekim 2013, Rönesans Otel T.C. AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış,.... T. C. ve Belçika Krallığının Saygıdeğer Temsilcileri, 1 2 STK ların Çok Kıymetli

Detaylı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum Piyasalarda Bugün Ne Oldu? EURUSD USDTRY GBPUSD ALTIN BRENT PETROL Rusya yla sil baştan Dün Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı

Detaylı

Yıllık açık 100 milyar doları aşacak... DIŞ TİCARET ALARM VERİYOR!

Yıllık açık 100 milyar doları aşacak... DIŞ TİCARET ALARM VERİYOR! Umut Oran Basın Açıklaması 04.8.2013 Yıllık açık 100 milyar doları aşacak... DIŞ TİCARET ALARM VERİYOR! AKP hükümeti, ihracat şampiyonu TÜPRAŞ a baskı, Gezi protestocularını ve sosyal medyada hükümeti

Detaylı

ACR Group. NEDEN? neden?

ACR Group. NEDEN? neden? ACR Group NEDEN? neden? CİNSİYET YÜZDE % Kadın Erkek 46,8 53,2 YAŞ - - - - - - 18-25 26-35 20,1 27,6 36-45 46-60 29,4 15,2 60+ 7,7 I. AMAÇ Bu çalışmanın amacı, aylık periyotlar halinde düzenlediğimiz,

Detaylı

Trans Terapi ve Dayanışma Grubu Toplantılarının Yedincisi Gerçekleşti. SPoD CHP Beyoğlu Belediyesi Başkan Aday Adayı Gülseren Onanç ile görüştü

Trans Terapi ve Dayanışma Grubu Toplantılarının Yedincisi Gerçekleşti. SPoD CHP Beyoğlu Belediyesi Başkan Aday Adayı Gülseren Onanç ile görüştü Trans Terapi ve Dayanışma Grubu Toplantılarının Yedincisi Gerçekleşti SPoD un ve Uzman Psikiyatrist Dr. Seven Kaptan ın gönüllü işbirliğiyle düzenlenen Trans Terapi Toplantısı nın yedincisi 4 Eylül Çarşamba

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Yakın Doğu Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi ne aittir. Bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan

Detaylı

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

Liderlikte Güncel Eğilimler. Konuşan Değil, Dinleyen Lider. Şeffaf Dünyada Otantik Lider. Bahçevan İlkesi. Anlam Duygusu Veren Liderlik

Liderlikte Güncel Eğilimler. Konuşan Değil, Dinleyen Lider. Şeffaf Dünyada Otantik Lider. Bahçevan İlkesi. Anlam Duygusu Veren Liderlik Video Başlığı Açıklamalar Süresi Yetkinlikler Liderlikte Güncel Eğilimler Konuşan Değil, Dinleyen Lider Son on yıl içinde liderlik ve yöneticilik konusunda dört önemli değişiklik oldu. Bu videoda liderlik

Detaylı

KALKINMA BANKALARI ARASINDA İŞBİRLİĞİ

KALKINMA BANKALARI ARASINDA İŞBİRLİĞİ BASINDAN EKONOMİ HABERLERİ 24 MAYIS 2016 SALI KIBRIS GENÇ TV (23.05.2016) KALKINMA BANKALARI ARASINDA İŞBİRLİĞİ Kalkınma Bankası'nın Türkiye Kalkınma Bankası ile yürüttüğü Teknik İşbirliği Programı kapsamında;

Detaylı

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1 Rapor No: 41, Mart 2011 KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Center for Mıddle Eastern Strategıc Studıes mezhepçilik Irak

Detaylı

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller Y jenerasyonunun internet bağımlılığı İK yöneticilerini endişelendiriyor. Duygusal ve sosyal becerilere sahip genç profesyonel bulmak zorlaştı. İnsan

Detaylı

İSLAMİ BANKALAR VE FİNANS KURUMLARI GENEL KONSEYİ (CIBAFI) GLOBAL FORUM 2018

İSLAMİ BANKALAR VE FİNANS KURUMLARI GENEL KONSEYİ (CIBAFI) GLOBAL FORUM 2018 İSLAMİ BANKALAR VE FİNANS KURUMLARI GENEL KONSEYİ (CIBAFI) GLOBAL FORUM 2018 Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Mehmet Ali Akben, İslami Bankalar ve Finans Kurumları Genel Konseyi

Detaylı

IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu

IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu Bilgay Duman, ORSAM Ortadoğu Uzmanı Irak ta 7 Mart 2010 seçimlerinin ardından hükümet kurma konusunda siyasi çekişmenin etkileri halen devam

Detaylı

Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/

Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/ 1 Sayın Meclis Başkanım,/ Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/ 2018 yılının/ ilk meclis toplantısına hoş geldiniz diyor,/ sizleri saygılarımla selamlıyorum./ Sözlerime başlarken,/

Detaylı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı Çalışma hayatında barış egemen olmalı Ocak 19, 2012-3:31:16 olduğunu belirtti. olduğunu belirterek, ''Bu bakış açısı çerçevesinde diyalog merkezli çalışmalarımızı özellikle son 7 aydır yoğun bir şekilde

Detaylı

PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele

PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele On5yirmi5.com PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele Prof. Abbas Vali, PKK yönetiminin, aktif olarak barış sürecinde yer almak isteyeceğini söyledi. Yayın Tarihi : 4 Şubat 2013 Pazartesi (oluşturma

Detaylı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum Piyasalarda Bugün Ne Oldu? EURUSD USDTRY GBPUSD BRENT PETROL ALTIN FOMC Üyelerinin Yeni Yıl Beklentileri Dikkatle Takip Edilecek Yeni haftanın en önemli

Detaylı

Seçmen sayısı. Böylesine uçuk rakamlar veren bir YSK na nasıl güvenilir?

Seçmen sayısı. Böylesine uçuk rakamlar veren bir YSK na nasıl güvenilir? Değerli arkadaşlar, 7 Haziran 2015 günü yapılacak olan 25. dönem Milletvekili seçiminin nasıl sonuçlanacağı haklı olarak büyük merak konusu... Bu nedenle aylardan beri kamuoyu yoklamaları yapılıyor, anketler

Detaylı

AK PARTİ YURT DIŞINDAKİ

AK PARTİ YURT DIŞINDAKİ AK PARTİ YURT DIŞINDAKİ... GENÇLERIMIZIN YANINDA 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri Yurt Dışı Gençler Seçim Beyannamesi ... IÇINDEKILER MUSTAFA YENEROĞLU SUNUS 04 --------------------------------- YURT DIŞINDAKİ

Detaylı

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu v TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ÖNSÖZ Yirmi birinci yüzyılı bilgi teknolojisi çağı olarak adlandırmak ne kadar yerindeyse insan hakları çağı olarak adlandırmak da o kadar doğru olacaktır. İnsan

Detaylı

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri, 3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ 9.11.2017 Sayın Bakanım, STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri, 1 İş Dünyamızın Değerli Temsilcileri, Kıymetli Basın Mensupları, Global

Detaylı

Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2

Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2 Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2 Evde, Okulda, Sokakta, Kışlada, Gözaltında Şiddete Son 18-19 Mart 2006, Diyarbakır ŞİDDETE KARŞI KADIN BULUŞMASI 2 EVDE, OKULDA, SOKAKTA, KIŞLADA, GÖZALTINDA ŞİDDETE SON

Detaylı

R A P O R. Doç. Dr. Fatih YARDIMCIOĞLU Arş. Gör. Furkan BEŞEL. Mayıs 2015

R A P O R. Doç. Dr. Fatih YARDIMCIOĞLU Arş. Gör. Furkan BEŞEL. Mayıs 2015 R A P O R 1 Doç. Dr. Fatih YARDIMCIOĞLU Arş. Gör. Furkan BEŞEL Mayıs 2015 Sunuş 4.264 kişi ile yüz yüze görüşme şeklinde yapılan anket bulgularına dayanan bu rapor, Mart- Nisan 2015 tarihinde Sakarya ilinin

Detaylı

Karar Verme ve Pazarlama Bilgisi: Yönetim Kurulu Odasına Giden Yol

Karar Verme ve Pazarlama Bilgisi: Yönetim Kurulu Odasına Giden Yol Karar Verme ve Pazarlama Bilgisi: Yönetim Kurulu Odasına Giden Yol Bilgi pazarındaki sert rekabet ortamı pazarlama araştırması endüstrisinin müşterilerin bilgi ihtiyaçlarına daha fazla yoğunlaşmasını gerektiriyor.

Detaylı

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE Yazar: Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL İSTANBUL 2015 YAYINLARI Yazar: Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL Kapak ve Dizgi: Sertaç DURMAZ ISBN: 978-605-9963-09-1 Mecidiyeköy Yolu Caddesi (Trump Towers Yanı)

Detaylı

SHELL GENEL İŞ İLKELERİ

SHELL GENEL İŞ İLKELERİ SHELL GENEL İŞ İLKELERİ Shell Genel İş İlkeleri, Shel Grubu nu* meydana getiren Shell şirketlerinin işlerini nasıl yürüteceklerini belirler. * Royal Dutch Shell plc ve onun doğrudan ya da dolaylı olarak

Detaylı

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları, Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları, Ankara Forumunun beşinci toplantısını yaptığımız için çok mutluyum. Toplantıya ev sahipliği

Detaylı

TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU 2018 yılı içerisinde Türk araçlarının karayolu ile taşımacılık yaptığı ülkelerin harita üzerinde gösterimi OCAK-HAZİRAN 2018 İHRACAT VERİLERİ

Detaylı

15 Ekim 2014 Genel Merkez

15 Ekim 2014 Genel Merkez ÇİN Yatırım Fırsatları Paneli 15 Ekim 2014 Genel Merkez İş Dünyamızın Saygıdeğer Mensupları, Değerli MÜSİAD üyeleri, Değerli Basın Mensupları, Toplantımıza katılımından dolayı teşekkür ediyor, Sizleri

Detaylı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum Piyasalarda Bugün Ne Oldu? EURUSD USDTRY ALTIN BRENT PETROL GBPUSD Gündemdekiler Yeni günde İngiltere den gelen sanayi üretimi rakamları piyasaların

Detaylı

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ No.12, ARALIK 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ NO.12, ARALIK 2016 ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI 30 Kasım 2016 Çarşamba günü Ortadoğu Stratejik

Detaylı

Altın Ayarlı İslâmi Finans

Altın Ayarlı İslâmi Finans Altın Ayarlı İslâmi Finans 09 Ağustos 2011 Salı Uluslararası platformlarda paranın İslâmileştirilmesi konusu epeydir gündemde. Paranın İslâmileştirilmesinden kasıt para ile ilgili ne varsa, ekonomik faaliyetlerden

Detaylı

Afganistan şimdi Trump'ın savaşı haline geldi

Afganistan şimdi Trump'ın savaşı haline geldi Afganistan şimdi Trump'ın savaşı haline geldi Afganistan'ın işgalinden 16 yıl sonra, Amerika Birleşik Devletleri'nin en uzun savaşı olan bu ülkedeki çatışmaların sonu pek yakın görünmüyor. 23.08.2017 /

Detaylı

HAZİRAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

HAZİRAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU HAZİRAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU Ocak-Haziran İhracat taşımalarımızın %49 u (~297.000) Ortadoğu ve Körfez Ülkelerine, %35 i (~208.000) Avrupa Ülkelerine, %16 sı ise (~100.000)

Detaylı

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256) T.C. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256) 12. Hafta Ders Notları - 03/05/2017 Arş. Gör. Dr. Görkem

Detaylı

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez 1 / 8 2014/08/29 15:48 Ana Sayfa GÜNDEM DÜNYA EKONOMĐ SPOR KELEBEK YAZARLAR EMLAK AĐLE HÜRRĐYET TV myy@hurriyet.com.tr Hürriyet 11.08.2014 Pazartesi Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez - A + Tak

Detaylı

Dış Ticaret Verileri Bülteni

Dış Ticaret Verileri Bülteni (Milyar $) 3 216 Ekim- 216 TÜİK dış ticaret verilerine göre ihracat 216 yılı Ekim ayında, 215 yılının aynı ayına göre %3 azalarak 12 milyar 841 milyon dolar gerçekleşirken, ithalat ise %,5 artarak 17 milyar

Detaylı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum Piyasalarda Bugün Ne Oldu? ALTIN BRENT PETROL EURUSD USDTRY GBPUSD Petrolde beklentiler tazelendi Önümüzdeki haftanın en önemli gündemlerinden biri

Detaylı

MUĞLA GAZETECİLER CEMİYETİNDE GÖREV GENÇLERİN

MUĞLA GAZETECİLER CEMİYETİNDE GÖREV GENÇLERİN MUĞLA GAZETECİLER CEMİYETİNDE GÖREV GENÇLERİN Muğla Gazeteciler Cemiyeti 12. Seçimli Genel Kurulu Konakaltı İskender Alper Kültür Merkezinde gerçekleşti. 23 yıldır cemiyet başkanlığını yürüten duayen gazeteci

Detaylı

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi Murat Çokgezen Prof. Dr. Marmara Üniversitesi 183 SORULAR 1. Ne zaman, nasıl, hangi olayların, okumaların, faktörlerin veya kişilerin tesiriyle ve nasıl bir süreçle liberal oldunuz? 2. Liberalleşmeniz

Detaylı