Türkiye de avukatlara ve İstanbul Barosu na yönelen saldırıları ve baskıları sizinle paylaşmak isteriz.

Transkript

1 Av. Aydeniz Alisbah Tuskan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Hukuk ve yargı, adalete, hakka yönelirse özgürlüklerin ve bireylerin en büyük güvencesi olur. Ancak zulme, baskıya, tasfiyeye yönelen, vasıta kılınan; bağımlı, şekilli, kurgulu yargı hak ve özgürlüklerin en büyük düşmanı, iktidarların en büyük silahı haline gelir. Bugün Türkiye de yaşanan budur. Ne yazıktır ki, güç ve iktidar savaşlarının arenası haline getirilen, tamamen siyasi iktidarın denetimine giren yargı artık hak ve özgürlüklerin en büyük tehdidi, toplumun kâbusu olmuştur. Eğer hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gereken yargı, zulüm ve hukuksuzluğun vasıtası haline gelmişse, getirilmişse bir tasfiye mekanizmasına dönüşmüşse bir toplum için bundan daha tehlikeli bir şey yoktur. Savunmaya saygı gösteren, hiç kimsenin ve gücün gereğini yapmasını söyleyemeyeceği bağımsız ve tarafsız bir yargı, toplumsal düzenin belkemiğidir. Türkiye bu açıdan bugün omurilik felci olmuştur. Hukuksuzluk, bizzat yargı eliyle gerçekleşmekte yahut meşrulaştırılmakta ise bunun adı ileri faşizmdir. Yargının tamamen denetim altına alınıp amaca uygun tasarımlanmasından sonra sıranın ayakta kalan ender güçlerden olan savunmaya, avukata ve onun örgütlü gücü barolara geldiği anlaşılmaktadır. Meslektaşlarımız fiziki saldırıların yanı sıra, başta özel görevli mahkemeler olmak üzere yargılamalarda şekli bir unsur olarak görülmekte, savunmalar kısıtlanmakta, salonlardan çıkarılmakta, hukuksuz, ölçüsüz yaptırımlara maruz kalmakta, meslek onurumuza saldırılmaktadır Bu saldırılar artık mahkeme salonlarında fiziki boyutlara ulaşmıştır. Gene avukatların mesleki faaliyetleri sorgulanmakta ve suç olarak nitelenmekte, yoğun bir medya propagandası ile özenle terör örgütleriyle yan yana getirilip itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. AVM mantığı ile yapılan yeni adliyelerde adliye hâkim ve savcıların mülkü gibi görülmekle avukat ve baro yok sayılmakta, kanuni zorunluluğa karşın yeterli yer ayrılmamakta, adliyeye girişlerden başlayarak avukat kendi işyeri olan adliyede bir yabancı, müşteri gibi kabul edilmektedir. Türkiye de avukatlara ve İstanbul Barosu na yönelen saldırıları ve baskıları sizinle paylaşmak isteriz. 21 Ocak 2013 tarihinde hukuk tarihinde hukuk devleti açısından kötü bir gün yaşanmış, Çağdaş Hukukçular Derneği ne yönelik gerçekleştirilen eş zamanlı operasyonlarda birçok avukat meslektaşımızın bürosu aranmış ve gözaltı uygulaması gerçekleşmiştir. ÇHD Merkezi nde yapılmakta olan aramaya İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal ın girmesi engellenmeye çalışılmış, ancak bunda başarılı olunamamıştır. Polis tarafından avukat bürolarının kapısı kırılmak suretiyle ve somut bir isnat olmaksızın örgüt üyeliği isnadına dayalı gerçekleştirilen bu aramalar, gereklilik ve orantılılık kıstaslarına uyulmaksızın uygulanan gözaltı işlemi, arama mahallinde hukuku aykırı olarak kamera ile görüntüleme, bazı bürolara Cumhuriyet Savcısı ve Baro temsilcisi beklenmeksizin arama için girilmesi, avukatın müvekkil ile mesleki ilişkisine ait evrakların incelemeye tabi tutulması Türk Ceza Muhakamesi Kanunu na, Avukatlık Kanunu na, hukuka, evrensel kurallara ve avukatlık onuruna aykırıdır. Meslektaşlarımız emniyette kötü muameleye tabi tutulmuşlar, bazı avukatlar adliyeye ters kelepçe ile getirilmişlerdir. Kelepçelerden kaynaklı yara ve berelerin oluştuğu bizzat Baro Başkanı ve diğer bazı meslektaşlarca saptanmıştır. Operasyonların başlaması ile birlikte bir kısım basın-yayın organlarında, 1

2 soruşturmanın gizliliği ve masumiyet karinesi ayaklar altına alınmış ve meslektaşlarımız peşinen örgüt üyesi ilan edilmişlerdir. Avukat meslektaşların savcılık sorgularında, örneğin müdafii olarak yer aldıkları davaların çoğunda susma hakkının kullanılmasını tavsiye etmeleri, belli davalarda yer almaları örgütsel bir tavır olarak nitelenmiştir. Ancak kanuni bir hakkın hatırlatılması suç olamayacağı gibi, nasıl ki bir avukatın genelde kaçakçılık davalarına bakması onu kaçakçı yapmıyor ise, siyasi davalara bakması da onu örgüt üyesi veya yöneticisi haline getirmez. İstanbul Barosu süreci başından beri yakından takip etmiş, 23 Ocak 2013 tarihli basın açıklamasında bu süreç içinde yaşanan tüm hukuksuzluklara değinmiştir. Takip eden süreçte gerekli tüm girişimlerde bulunulmuştur. Hiçbir hukuk devletinde avukata bu denli kolay, soyut suç isnadı ve böylesine hukuka aykırı işlemler yöneltilemezken bu yaşananlar hangi ileri demokrasi ye geçtiğimizi halen görmek isteyenler varsa açıkça göstermektedir. Halkın hak arama özgürlüğü ve savunma hakkının güvencesi olan avukatın bizzat kendisine bu hukuka aykırı muameleler yapılabiliyor olması hukuk güvenliği, adalet ve demokrasi adına dehşet vericidir. Suç isnadı ne olursa olsun, her soruşturma işleminin hukuk çerçevesinde gerçekleştirilmesi bir lütuf değil zorunluluktur. Herkesin kendisine, hakkının ve hukukunun güvenseci olan avukatın güvencesiz bir konuma getirilmesinin nelere yol açabileceğini sorması gerekir. Bu yaşananlar ve yapılanlar, avukatlık mesleğine ve onuruna, halkın hak arama özgürlüğüne karşı açık bir saldırıdır. Üzerinde durulması gereken diğer bir konuda İstanbul Barosu Başkanı ve 9 Yönetim Kurulu Üyesi hakkında yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs suç isnadı ile 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası istemi ile açılan davadır. Kamuoyunda Balyoz (Sledgehammer) davası olarak bilinen ve İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi nde görülen davada sanık müdafilileri, bir noktadan sonra mahkemenin kendilerine söz vermediğini, avukatlık onurunu zedeleyici bir tutum izlendiğini ve bu koşullar altında savunma görevlerini yerine getiremediklerini söyleyerek mahkemeye protesto mahiyetinde cübbelerini çıkarmışlar ve duruşmalara girmemeye başlamışlardır. Söz konusu davanın, tarihli celsesinde İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri, mahkemeye giderek gerek yaptıkları sözlü açıklama gerekse sundukları dilekçe ile, mahkemeden adil bir yargılama yapılmasını, usul kurallarına uyulmasını ve avukata hakkı olan saygının gösterilmesi talebinde bulunmuştur. Bunun sonucunda, İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesi ve Konya Barosu Başkanlığının ihbarları üzerine, Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma sonucunda tarihli iddianame ile İstanbul Barosu Başkan ve yöneticileri hakkında Türk Ceza Kanunu nun 277. maddesinde yer alan Yargı Görevi Yapanı Etkilemeye Teşebbüs suçu kapsamında kamu davası açılmıştır. Anılan dava, hukuki olmaktan uzak, tamamen gözdağı, sindirme ve yıldırmaya yönelik, maksatlı ve konjonktürel bir davadır. Gerçekten suç duyurusu dahi, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu kapsamında yapılmışken (TCK 288), 3.yargı paketi ile bu suçun cezasının adli para cezasına dönüştürülmesi üzerine davanın, hiçbir unsurunun mevcut bulunmamasına rağmen 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası öngören yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs suçundan (TCK 277) açılması ilginç ve dikkat çekicidir. Bunun yanı sıra, Avukatlık Kanununun 58.maddesinin açık 2

3 hükmüne rağmen Adalet Bakanlığı ndan izin dahi alınmadan, yasadaki mekanizma çalıştırılmaksızın bu dava açılmıştır. İstanbul Barosu Başkanı ve Yöneticileri, Avukatlık Kanununun 76, 95 ve 97.maddelerinin kendilerine vermiş olduğu hak ve yetkiyi kullanarak, yargılamada savunmaya, avukata yönelik kısıtlamaları, engellemeleri, meslek onuruna yönelik uygulamaları dile getirmek, cübbe bırakmak zorunda kalan meslektaşlarına sahip çıkmak amacıyla duruşmaya giderek dilekçe vermişler ve açıklama yapmışlardır. Gerek açıklamada, gerekse sunulan dilekçede davanın esasına yönelik hiçbir ifade ve talep olmadığı gibi, üç talepte bulunulmuştur ki bunlar; usul kurallarına uygun ve adil bir yargılama yapılması, savunmayı ve onun temsilcisi avukatı şekli bir unsur olarak görmeyerek savunma görevini etkin ve işlevsel bir biçimde yapmasının temini, savunma hakkını kısıtlayan, ortadan kaldıran uygulamalarda bulunulmaması, avukata hakkı olan saygının gösterilmesidir. Bunu talep etmek Baronun Kanundan gelen hak ve yetkisi kapsamındadır. Adil bir yargılama yapılması ve usul kurallarına uyulması talebinin, yargı görevi yapanı engelleme yahut adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs olarak nitelenmesi de ancak mizaha konu olabilecek bir yaklaşımdır. TCK nun 277.maddesi, görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla lehe veya aleyhe sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi için yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüsü suç saymaktadır. Baro Başkan ve Yöneticileri bu konumda olmadıkları gibi, tamamen usul ve yargılamaya, avukata yönelik kısıtlamalara ilişkin, üstelik açık duruşmada dile getirdikleri taleplerin bu kapsamda kabulü düşündürücüdür. Baro Başkan ve yöneticilerinin, yargıya gerekeni söyleme gibi bir konum ve nüfuz gücü, altlık-üstlük ilişkisi yoktur. Durum bu kadar açıkken, anılan davanın hukuki olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Bu dava tamamen siyasi bir davadır. Bu arada bazı basın-yayın organlarında, Avukatlık Kanunu nun 90. Maddesine göre Baro Yönetiminin düştüğü ne dair iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Maddede avukatlığa engel bir suçtan dolayı son soruşturmanın açılmasına karar verilmesi nden söz edilmektedir. Bu ifade, Avukatlık Kanununun 58 ve 59.maddeleri kapsamında gelişen bir süreci ifade etmektedir. Nitekim 59.madde bu usulü öngörmektedir. Oysa bu süreç işletilmediği için Baro Başkanı ve yöneticileri hakkında son soruşturmanın açılmasına dair bir karar bulunmamaktadır.bunun yanı sıra madde, avukatlığa engel bir suçtan söz etmek suretiyle aynı Kanunun 5/a maddesine gönderme yapmakta, bu madde ise iki yılı aşkın bir ceza ile yahut sayılan bazı suçlar sebebiyle mahkûmiyet şartını aramaktadır. Suçsuzluk karinesinin gereği de budur. İstanbul Barosu na yönelik saldırılar ve yıldırma girişimleri ile Açılan dava üzerine, İstanbul Barosu Olağanüstü Genel Kurul a gitme kararı almış, Genel Kurul 17 Mart 2013 tarihinde İstanbul Barosu üyesi binlerce avukatın, Türkiye deki diğer pek çok baronun, Uluslar arası Avukatlar Birliği, Avrupa Barolar Konseyi, Alman Barolar Birliği gibi bazı yabancı baroların katılımı ile başarı ile gerçekleştirilmiş, 2012 yılında gerçekleştirilen Genel Kurul da %60 oy ile göreve gelen İstanbul Barosu Yönetimi, Genel Kurul iradesine sahip çıkarak görevinin başında olduğunu açıklamıştır. 3

4 Davanın 17 Mayıs 2013 tarihindeki ilk duruşmasına Avrupa Barolar Konseyi, Uluslar arası Avukatlar Birliği, Fransa Barolar Ulusal Konseyi, Avrupa Savunma Avukatları Derneği, Alman Barolar Birliği, Paris Barosu, Hamburg Barosu, Berlin Barosu gibi pek çok baro ve avukat birliklerinden temsilciler katılarak İstanbul Barosu na desteklerini ifade etmişlerdir. Türkiye de siyasi iktidar eliyle yapılan baskılar ve yıldırma girişimleri yalnızca avukatlarla sınırlı değildir. Halkın özgür iradesi de hiçe sayılmaktadır. Geçtiğimiz aylarda, İstanbul da, yurttaşlara yönelik olarak, demokratik bir rejimde asla görülemeyecek, ancak totaliter rejimlerde görülebilecek bir polis saldırısı ve terörü gerçekleşmiştir. İstanbul Taksim deki Gezi Parkı nın yerine bir AVM ve rezidans yapılmasına karşı anayasal ve hukuki protesto haklarını kullanan yurttaşlara karşı kolluk güçlerinin hukuksuz ve kanunsuz müdahalesi üzerine tüm ülkede protesto gösterileri gerçekleşmiştir. Bu protestolar, sadece Taksim Gezi Parkı nın korunması ile ilgili değildir. Gerçekten halkın tepkisi ne içeceklerine, ne yiyeceklerine, kaç çocuk yapacaklarına, hangi gazeteyi alacaklarına, hangi dizileri ve televizyon kanallarını izleyeceklerine ilişkin dayatmalara, yaşam tarzlarına yönelen kısıtlama ve müdahalelere yöneliktir. Bilindiği üzere toplantı-gösteri yürüyüşü ve protesto, demokratik toplumlarda, şiddet ve saldırı boyutuna ulaşmadıkça ifade özgürlüğünün uzantısı olarak demokratik, meşru ve anayasal bir haktır. İktidarların bu hakka saygı ve hoşgörü göstermesi demokrasinin ve hukuk devletinin bir gereğidir. Olayların başlamasına sebep olan husus ise, barışçıl bir çerçevede bu hakkını kullanan yurttaşlara karşı kolluk güçlerinin sabaha karşı gerçekleştirdiği, kanunsuz, hukuksuz, ölçüsüz saldırı ve uygulamalarıdır. Hukuk devletinde kolluğun istediği zaman ve istediği şekilde müdahale etme, kendi belirleyeceği şiddette zor kullanma hakkı bulunmamaktadır. Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kulanmaya yetkili olduğu gibi, zor kullanmadan once ilgililere ihtar yapmakla yükümlüdür. Ancak yaşanan olaylarda bu şartlara uyulmamış, bir direnme olup olmadığına bakılmaksızın, ihtarda bulunmada, bir kademe ve nispet gözetmeksizin, hemen ve doğrudan gaz ve gaz kapsülleri kullanılmıştır. İstanbul Barosu yaptığı bir basın açıklaması ile bir hukuk kurumu olarak sistematik olarak belirtilen şekilde davranan kolluk güçlerini ve onlara bu yönde emir ve talimat verenleri uyarmış, bunun bir suç teşkil ettiğini hatırlatmıştır. Bu çerçevede yaralanmalar olması halinde TCK nun 256. Maddesine gore kasten yaralama kapsamında cezai ve hukuki sorumluluk doğacağı gibi, ölümler olması halinde kasten adam öldürme suçu söz konusu olacaktır. Kolluğun bu şekilde gaz kullanması AİHS nin 3. Maddesine de aykırı olup, insanlık dışı, onur kırıcı muamele kapsamındadır. Halka karşı şiddet asla kabul edilemez. Olayların başladığı günün ertesinde, polis şiddetine karşı derhal suç duyurusunda bulunan İstanbul Barosu, baro bünyesinde bir Hukuki Yardım Birimi oluşturmuştur. Taksim Gezi Parkı olaylar sırasında anayasadan kaynaklanan gösteri ve yürüyüş hakkını kullanan ve bu sırada fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan ve hukuki yardım talep eden yurttaşlara hukuki yardım sağlandı. Bu bağlamda, 800 4

5 avukat görevlendirmesi yapılırken, çeşitli yayın araçları ile kamuoyuna duyurulan telefon numaralarından Baromuza başvuran kişiye telefonda destek sağlandı. Toplumun neredeyse tüm kesimlerine yönelik polis şiddeti bu kez de adaletin kalbi olması gereken, avukatların da çalışma mekanı olan Çağlayan Adliyesi nde ortaya çıkmış, 11 Haziran 2013 günü İstanbul Çağlayan Adliyesi nde, meslektaşlarımız görülmemiş bir polis saldırısına, şiddetine ve mesleğin onuru ile bağdaşmayacak şekilde hukuksuz olarak yakalama işlemine maruz kalmışlardır. Yaşanan polis şiddeti ve terörü görüntülerle sabittir. Çevik kuvvet olarak anılan polis, meslektaşlarımıza saldırmış, mesleğin onur ve saygınlığı ile bağdaşmayacak bir şekilde, bir kısmını cübbelerinden çekiştirmek, sürüklemek suretiyle hukusuz ve yoğun şiddet kullanarak yakalama işlemi uygulamıştır. Yargı görevi yapan avukatların, bu görevi icra ettikleri bir mekanda, bu tür bir muameleye maruz bırakılmaları asla kabul edilemez. Avukatların ve baroların bu tür saldırılar ile sindirilemeyeceği açık olup her türlü hukuksuzlukla mücadele kararlılıkla sürdürülecektir. İstanbul Barosu Başkanlığı meslektaşlarımıza ve meslek onurumuza yönelen saldırıyı kınamak üzere avukatların da yoğun katılımı ile 12 Haziran 2013 günü Çağlayan Adliyesi nde bir basın açıklaması yapmış ve avukatlara karşı şiddeti kınamıştır. Yakalama işlemine maruz kalan 49 meslektaşımız, İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal ve Yönetim Kurulu Üyelerinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı ile görüşmelerinin ardından 11 Haziran akşam saatlerinde serbest bırakılmıştır. Savunma görevini yapan meslektaşlarımıza yönelen bir diğer olay da, 4 Temmuz 2013 tarihinde İstanbul Adalet Sarayı ndaki bir duruşma arasında, bir kısım sanıkların tahliye edilmesine ilişkin karara tepki gösteren hukuktan bihaber kişilerin sanıkların avukatlarına yaptıkları saldırıdır. İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal, 8 Temmuz 2013 tarihinde Adliye nin C Kapısında yaptığı basın açıklamasında bu saldırının pek çok açıdan irdelenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Zira, biraz önce ifade ettiğimiz üzere, avukatları adliye dışına yaka paça sürükleyen adliyelerin güvenliği ile görevli bulunan kolluk güçlerinin, saldırı avukata yönelince sadece seyretmekle yetinmesi düşünülmesi gereken ve baromuzun hafızasından asla silinmeyecek bir olaydır. Biz savunma görevi yapıyoruz. Bu görevimizin de kutsal olduğuna inanıyoruz. Tarihte Romalıların kölelerinden bile esirgemedikleri savunma hakkını, yirmi birinci yüzyılda engellemeye çalışan bu saldırgan güruh bilmelidir ki, tarihimizdeki hiçbir saldırı bizi yıldırmamıştır, bu da yıldıramayacaktır. Adaletin sağlanmasında savunmanın öncü rolünün farkında olmayan bu cahiller, giriştikleri menfur eylemle, aslında kendilerini yaralamışlardır. Halkın hak arama özgürlüğünün ve savunmanın temsilcisi konumunda bulunan avukatların görevlerini yapmaktan uzaklaştırılması, halka karşı girişilen bir eylem niteliği taşır. 5

6 17 Temmuz 2013 tarihinde ise, anayasal, demokratik, meşru protesto haklarını kullanan yurttaşlara karşı yeni bir gözdağı operasyonu gerçekleştirilmiş, sabaha karşı evler ve öğrenci yurtları basılarak çoğu öğrenci, birçok yurttaş gözaltına alınmıştır. Bu aralamalarda kapılar kırılarak içeri girilmiş, arama kararında belirtilmeyen yerler de aranmış, isnat edilen suçlar bakımından gerekli olmadığı halde kan ve tükürük örneği alınmış, suç eşyası oluşturmayan birçok malzemeye el konulmuştur. Öyle anlaşılmaktadır ki, polisin ve eli sopalı, palalı bir takım güçlerin uyguladığı şiddet ve saldırıları her nedense görmeyenler ve üzerine gidemeyenler, halkın üzerine acımasızca saldırmakta, bir takım suçlar üretmekte son derece kararlı davranacaklarıdır. Bu süreçte polis şiddetine bağlı olarak ölen, yaralanan gözünü yitiren onca yurttaş, halka saldıran para-militer bazı güçler varken, her nedense bunlara dokunulmamaktadır. Gözaltılar gözdağına dönüşmüştür. Demokrasilerde bireylerin siyasi iktidarı beğenmeme, eleştirme ve bunu sergileme hakkı mevcuttur. İstanbul Barosu olarak tüm bu hukuksuz uygulamaları izlemek ve not etmekle birlikte, başta siyasi iktidar olmak üzere tüm ilgilileri, hukuka uymaya, bu tür faşizan uygulamalardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Tarih, halkın bu tür hukuksuz uygulamalarla, baskı ve şiddetle sindirilemeyeceğini, susturulamayacağını, baskı ve hukuksuz güce dayalı hiçbir diktanın süremeyeceğini göstermiştir. Tek yol hukuk devleti güvencesinde özgürlük ve demokrasidir. Gerçek demokrasi Ve toplantının konusunu oluşturan soruya yani Türkiye de avukatları kim savunuyor? sorunsalına gelecek olursak cevap Türkiye de avukatları avukatlar savunuyor. Türkiye de avukatları barolar savunuyor şeklinde olacaktır. İstanbul Barosu olarak hakkın ve savunmanın savunulmasına adanmışlığımız, meslek onuruna ve ilkelerine olan bağlılığımız 135 yıldır hız kesmeden devam etmektedir. Saygılarımla. 6