Darbeciler Tarih Önünde Şimdiden Mahkum Olmuştur Oğuzhan Müftüoğlu

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Darbeciler Tarih Önünde Şimdiden Mahkum Olmuştur Oğuzhan Müftüoğlu"

Transkript

1 MUHALEFET 1

2 Darbeciler Tarih Önünde Şimdiden Mahkum Olmuştur Oğuzhan Müftüoğlu Önümüzdeki günlerde Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında açılan davanın ilk duruşması yapılacak. Davanın iddianamesinde sizin de adınız geçiyor. Siz bu davaya müdahil olarak katılmayı düşünüyor musunuz? Evet, elbette katılacağız. Sanırım bu söyleşinin yayınlandığı gün Avukatlarımız davanın görüleceği mahkemeye bizim müdahil olarak katılmamız için başvuru yapacaklar. Tabi bilirsiniz, davaya iştirak edebilmek için mahkemenin müdahillik talebini kabul etmesi gerekir. Bu konuda mahkemenin tavrının ne olacağını henüz bilmiyoruz. Davanın açılacağı haberleri kamuoyuna duyurulduğu sıralarda katıldığınız bazı televizyon programlarında ve bazı gazetelerdeki röportajlarınızda bu davanın göstermelik bir dava olduğu şeklinde açıklamalarınız vardı? Fikriniz değişti mi? Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya nın şahsında 12 Eylül ün yargılanabileceğini düşünüyor musunuz? Hayır, fikrim değişmedi. 12 Eylül gibi darbelerin kucağında büyüyüp gelişen ve sistemin bütün özünü kendi şahsında sürdüren bir iktidarın gerçek bir yargılama yapamayacağı, kendile-rinin 12 Eylül darbesini yargılamak gibi bir dertlerinin olmadığı ortada değil mi? Zaten kendilerinin 12 Eylülcülerden farklı bir zihniyete sahip olmadığını her gün icraatlarıyla da kanıtlıyorlar. Buna rağmen bu tür göstermelik davalarla geçmişe bir sünger çekerek kendile-rini geçmişin kirlerinden arındırmak istiyorlar. Buna rağmen niye müdahil olarak katılma talebinde bulunuyorsunuz? Tam da bunun için, bu yargılamanın 12 Eylül darbesiyle bir hesaplaşma olmadığını, gerçek bir hesaplaşmanın nasıl olması gerektiğini göstererek yeni rejimin kendisini aklamasına meydan vermemek için katılmak gerekiyor. Keza 12 Eylül ün arkasındaki Türkiye gerçeklerini bir kez daha açıklamak için mücadele etmek gerekiyor. Başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylül darbecileri bu gün ülkede yaşanan bütün olumsuzlukların sorumlusu olarak tarih önünde zaten şimdiden mahkum olmuşlardır. Ne kadar göstermelik bir yargılamayla gerçekler örtbas edilmeye çalışılacak olursa olsun, tarih önünde lanetlenmekten kurtulamayacaklardır. 12 Eylül faşizminin mağdurları devrimciler değil, bütün Türkiye halklarıdır. Yüz binlerce insan işkence görmüş, cezaevlerine atılmış, bir nesil yok edilmiş, bu ülkenin bütün geleceği karartılmıştır. Bu yüzden bu dava ne kadar sembolik bir dava olursa olsun, bir dönemin acısını çekmiş insanların yüreğini biraz olsun soğutacak bir gelişme olarak görülecektir. Bu da son derece doğaldır. Bu yüzden, gerçek bir yargılama olmayacak olması nedeniyle bu davaya karşı ilgisiz kalmak doğru bir yaklaşım olmaz diye düşünüyoruz. Ayrıca, iktidar çevrelerinin bizim darbecilerin yargılanmasına karşı olduğumuz şeklindeki demagojilere de fırsat verir.

3 Ancak, bu noktada dikkat edilmesi gereken şeylerden biri, bu konunun gerektiğinden fazla abartılarak asıl gündemdeki sorunların gözden kaçırılmamasıdır. İktidar çok önemli uygulamalarını gizlemek için cambaza bak oyununu oynuyor; kendileri için çok fazla önem taşımayan konuları ortaya atıp arka taraftaki ülkenin halkın aleyhine olacak uygulamalarını bu şekilde gözden kaçırmaya çalışıyorlar. Bu yüzden aslolan şeyin iktidarın bu günkü uygulamalarına karşı mücadele olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Sizin bu konudaki yaklaşımınız bazıları tarafından 12 Eylül ün yargılanmasına karşı çıktığınız şeklinde yorumlandı. Evet, bu tür televizyon programlarından birini ben de izledim. Nagehan Alçı ve Ahmet Kekeç isimli vatandaşlar benim 12 Eylülün yargılanmasına neden karşı çıktığımı, neden işkencecileri savunduğumu bir türlü anlayamadıkları şeklinde benimle hiç ilgisi olmayan, tamamen yalan ve abuk sabuk bir şeyler konuşuyorlardı. Belli ki böyle bir şey yapmaları için bir yerlerden talimat almışlar. İktidarın politikalarına karşı çıkan herkesi darbeci, Ergenekoncu diye yaftalamayı marifet zannediyorlar. Bunlara gazeteci demek mümkün değil, insan bazen duruma uygun bir ifade bulmakta da gerçekten zorlanıyor, ama şimdi kötü bir laf söylemek de istemiyorum. Bu yüzden bunları geçelim. Bu tür saçmalıklar bir tarafa, 12 askeri darbesi konusunda bu günlerde karşımıza çıkan en önemli kafa karışıklığı ve çarpıtma, konunun basit bir sivil asker karşıtlığı olarak gösterilmesidir. Diğer askeri darbelerde olduğu gibi 12 Eylül darbesi de sadece halk tarafından seçilmiş bir iktidara karşı yapılan askeri müdahale çerçevesinde değerlendirilmektedir. Oysa Türkiye nin son yarım yüz yıldır yaşadığı askeri darbeler gerçeği, soğuk savaş dönemi koşulları içinde belirlenmiş devlet sisteminin bir parçasıdır. Biz bu devlet sistemini sömürge tipi faşizm olarak tanımladık. Buna göre ister seçimle gelmiş hükümetler olsun, ister askeri darbe yönetimleri, aynı baskıcı devlet sistemin birbirini tamamlayan iki unsurunu oluşturmakta, egemen sınıflar ve emperyalist güçlerin çıkarları gerektiği zaman birbirini ikame edecek şekilde işlevlenmektedir. Soğuk savaş politikalarının bir parçası olarak örgütlendirilmiş baskı mekanizmaları, kontr gerillanın sivil yapılanmaları seçimle işbaşına gelmiş hükümetler döneminde de askeri dönemleri aratmayacak şekilde icraatlarını sürdürmüş, sol muhalefet hareketlerine karşı yasa dışı bir baskı mekanizması olarak çalışmıştır. Askeri darbeler çoğunlukla bunların yetersiz kaldığı noktada devreye sokulmuştur. Türkiye deki askeri darbeler sorununu seçimle işbaşına gelen hükümetlere karşı ordunun müdahalesinden ibaret bir sorun olarak ( bir askeri vesayet meselesi olarak ) gösteren anlayışlar sadece askeri darbelerin değil, bütün sistemin ( bu gün de gerçekliğini esas olarak sürdürmekte olduğu apaçık ortada duran ) sınıfsal temellerini de gizlemektedir. Bu anlayışa sahip olanlar 12 Eylül öncesinde yaşanan bütün olay ve gelişmelerin darbeciler tarafından müdahale ortamını hazırlamak için düzenlendiğini ileri sürerler. Bunlara göre 12 Eylül öncesinde ülkede yaşanan her şey darbeciler tarafından tertiplenmiş, aynı silahla öğleden önce sağcılara solcuları, öğleden sonra da solculara sağcıları vurdurmuşlardır! Bu iddiaların kanıtı olarak da 12 Eylül günü darbe olur olmaz bütün olayların bıçakla kesilir gibi kesildiği iddiaları ileri sürülmektedir. Bu konuda Taraf gazetesi yazarlarından Alper Görmüş ün de bir yazısı yayınlanmıştı. Bu yazıda 12 Eylül darbecileri yargılandığında 12 Eylül öncesindeki o büyük devrimci hareket iddialarının aslında darbecilerin tertiplerinden başka bir şey olmadığının anlaşılabileceği, sizin de bu yüzden 12 Eylül ün yargılanmasına çıktığınız şekilde görüşler savunuyordu. Daha önce Ahmet İnsel de bu tür dehşetli tahliller yapıyordu. Bir televizyon MUHALEFET 3

4 konuşmasında, Aynı günde öğleden önce sağcıyı vuran silah, öğleden sonra solcuyu vuruyordu. Böylece bir cunta ortamı hazırlansın diye çatışmalar gerçekleştirildi, devrimci hareketlerin hepsi bu cuntanın olması içindi. Güya büyük devrimci örgütler vardı. Sonrasında 12 Eylül oldu ve her şey bitti. Nasıl kesildi bu bir anda. Çünkü görevleri bitti diye konuştuğunu hatırlıyorum. Alper in yaptığı şey, bu derin tahlillere bizim güya bunlar açığa çıkmasından korktuğumuz için darbecilerin yargılanmasına karşı çıktığımız buluşunu eklemekten ibaret. Doğru dürüst bir gazetede çalışıyor olsaydı bütün hayatı 12 Eylül faşizmine karşı mücadele içinde geçmiş insanların 12 Eylülün yargılanmasına karşı çıktıkları gibi bir iddiayı nereden çıkardığını kendisine sormaları gerekirdi. Ama onlar devrimcilere karşı ileri sürülen yalan yanlış her suçlamayı yayınlamayı marifet zannediyorlar. Alper Görmüş e bu saçma sapan görüşlerini yazması için kaç para veriyorlar merak ediyorum. Bütün tarihi yalnızca asker sivil karşıtlığı içinde anlamlandırmaya çalışan bir liberal körlüğün varacağı sonuç zaten başka bir şey olamazdı. Bunlara göre ülkede aslında sınıf mücadelesi, emperyalizm, kapitalizm, faşizme karşı mücadele, devrimci mücadele diye bir şeyler yoktur. Fatsa dan, Tariş e, Artvin den Edirne ye, Tünceli den Adana ya, Suluova dan, Uşak köylerinden Ankara gecekondularına, okullardan fabrikalara kadar bu ülkenin tarihinde ilk kez aşağıdan yukarıya halkın kendi kaderine sahip çıkma doğrultusundaki gelişen bütün devrimci mücadelelerin hepsi sadece darbecilerin tertiplediği oyunlardan ibarettir! 12 Eylül den önce cuntacıların tertiplediği bazı olaylar hakkında bir şeyler duymuşlar, her şey bunlardan ibaret sanıyorlar. O dönemde ülkede yaşanan olaylar hakkında kulaktan dolma birkaç şey dışında bir bilgilerinin de olduğunu sanmıyorum. Bu günlerde altıncı baskısı yapılan Devrimci Yol savunmasında Türkiye yi 12 Eylül darbesine sürükleyen olayların gelişimi bütün gerçekliğiyle sergilenmektedir. 12 Eylülün işkence ortamlarında hazırlanan bu savunmada emperyalizmin soğuk savaş politikalarına göre yapılandırılmış devlet sisteminin en önemli bir parçası olan kontrgerilla tarafından darbe ortamı hazırlamak amacıyla tertiplenen olaylar, cinayet ve katliamlar somut olaylar çerçevesinde bütün açıklığıyla anlatılmıştır. Bu gerçeklik daha 12 öncesinin toz dumanı ortasında, olayların bütün sıcaklığı içindeyken Devrimci Yol dergilerinde de ortaya konulmuş, darbe ortamına yol açacak eylemlerden kaçınılması için bütün devrimcileri uyaran yazılar yayınlanmıştı. Devrimci Yol kendi eylem çizgisini de bu anlayışa uygun bir şekilde saptamaya özen göstermiştir. Bütün bunlar ortadayken bizim sözlerimizden darbecilerin yargılanmasına karşı çıktığımız sonucunu çıkarmak için insanın ya tam bir budala olması lazım, ya da gerçekleri çarpıtmayı iş edinmiş bir sahtekar Bu konuda en çok karşılaşılan argümanlardan biri 12 Eylül le birlikte olayların bıçak gibi kesildiği iddiası Sağ ve sol arasındaki çatışma halinin 12 Eylülden sonra durması bir yönüyle 12 Eylül öncesinde yaşanan olaylara dair bir gerçekliğe de işaret etmektedir. Savunmada ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, Türkiye de sadece 12 Eylül öncesinde değil, altmışlı yıllardan itibaren bütün bir süreçte yaşanan sağ-sol çatışması olarak anılan olaylar, soğuk savaş ideolojisiyle beslenip örgütlendirilmiş milliyetçi faşist güçlerin sol hareketlere yönelik saldırılarından kaynaklanmıştır. Faşist hareketin 12 Eylül öncesinde sürekli olarak ordunun idareye el koymasını savunduğu bir sürecin sonrasında gelen askeri darbeyle birlikte saldırılılarını durdurmaları ve bu nedenle sağ ve sol arasındaki çatışmalar manasındaki olayların (bıçakla kesilmiş gibi!) durmasında anlaşılmayacak bir şey yok- 4 MUHALEFET

5 tur. Çünkü görev artık 12 Eylül faşizmi tarafından devralınmıştı! Bu durumu darbeyle birlikte bütün olayların durduğu şeklinde değerlendirenler, 12 Eylül sonrasında bu ülkenin dağlarında ve şehirlerinde yıllarca süren mücadeleleri, herhalde cuntanın emriyle gazeteler yazmadığı için olaydan saymıyorlar! Siyasi Mevtaları Ciddiye Almak Gereksiz Son bir soru: 12 Eylül Referandumu sırasında yetmez ama evet oyu kullananlar Kenan Evren ve T. Şahinkaya açılan davanın kendilerinin tutumunun doğru olduğunu gösterdiğini ileri sürüyorlar. Bu gerçekten çok tuhaf. Hakikaten Referandumda 15. maddenin oylandığına inanan kimse kaldı mı? Buna inanmak mümkün değil. Şimdi herkes biliyor ki 12 Eylül referandumunda asıl olarak AKP iktidarının yüksek yargı organları üzerindeki hakimiyetini güçlendirmek için getirdiği maddeler oylandı. Yetmez ama evet diyenler hükümetin elini güçlendirmek için evet dediler. Bu değişiklikleri geçirmek için araya sokuşturulmuş 15.madde dolmasını yutanlar varsa ve şimdi iktidarın pervasızlığını gördükten sonra yaptıklarından utanıyorlarsa bunu açıkça söylemeliler. Aslında onlar için söylenecek her şeyi Zafer Aydın Bir- Gün gazetesindeki yazısında söylemişti. Onun üzerine fazla bir şey söylemek gerekmiyor. Bu arkadaşlar bu güne kadar bu gibi konularda yaptıkları yanlışlarla artık bir siyasi mevta haline dönüştüler. Bu yüzden bence bunların ne yazıp çizdikleri, ne twet leri, ne de yapıp ettikleri üzerinde fazla durmamak gerekiyor. 12 Eylül Rejimi Bütün Unsurlarıyla Birlikte Sürüyor Sosyalist Sistemin yıkılması sonrasında, soğuk savaş dönemine göre şekillendirilmiş Türkiye nin devlet yapılanmalarındaki çözülme süreci şimdi kapitalist sistemin yeni yönelimleri doğrultusunda sistemin yeniden şekillendirilmesi yolunda gelişiyor. Ergenekon operasyonlarıyla birlikte ordunun dönüşümü, anayasa değişiklikleriyle yargı sisteminin dönüşümü gibi gelişmeler hep darbeciliğin tasfiye edilerek sivilleşme demokratikleşme olarak gösteriliyor. Bütün bunların mevcut sistemin baskıcı özünün korunarak restore edilmesinden ibaret bir değişim olduğu gerçeği ise yeni rejimin faşizan eylemleriyle birlikte daha açık olarak görülebiliyor. 12 Eylül darbecilerinden ikisi hakkında açılan göstermelik dava da, yeni rejimin geçmişe bir sünger çekerek kirlerinden kurtulmaya çalışacakları bir gelişmedir. Kuşkusuz bu o kadar kolay bir şey değildir. 12 Eylül gibi darbelerin kucağında büyüyüp gelişen ve sistemin bütün özünü kendi şahsında sürdüren bir iktidarın gerçek bir yargılama yapamayacağı Hrant Dink davasında olduğu gibi ne kadar açık olursa MUHALEFET 5

6 olsun, yeni rejimin kendisini aklamasına meydan vermeden 12 Eylül Faşizminin hesabının sorulması için mücadele edilmeye kuşkusuz devam edilmeldir. Başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylül darbecileri bu gün ülkede yaşanan bütün olumsuzlukların sorumlusu olarak tarih önünde zaten şimdiden mahkum olmuşlardır. Ne kadar göstermelik bir şekilde yapılan bir yargılamayla gerçek suçları örtbas edilmeye çalışılacak olursa olsun, tarih önünde lanetlenmekten kurtulamayacaklardır. Kenan Evren kendisinin kurucu irade olduğunu söyleyerek yargılanamayacağını ileri sürmüş. Bunun anlamı da kuşkusuz bu günkü rejimin 12 Eylül rejiminin özünü bütün unsurlarıyla birlikte sürdürmekte olduğunun bir itirafıdır. gerçek bir yargılamasının da ancak 12 Eylül kalıntılarıyla birlikte sistemi kökünden değiştirecek bir devrimci kurucu irade tarafından gerçekleştirilebileceğidir. 12 Eylül Hesaplaşmaları Üzerine İzmir TAKSAV da Yapılan Söyleşiden Notlar 12 Eylül ün yargılanması elbette en çok devrimciler ister. Fakat bunun için her şeyden önce bütün toplumun geçmişi ile hesaplaşma bilincine ulaşması gerekiyor. O dönemde yüzde 90 a yakın bir oy ile anayasa oylandı, bütün gazeteler, bütün basın, bütün yazarlar cunta destekçisi haline geldi. Gazetelerde 12 Eylül e methiyeler düzüldü. Ne yazık ki b gün Türkiye de devrimci hareketler, devrimci örgütlülükler eritilip kendi güçlerinden yoksun hale getirildikleri ve Türkiye giderek sağcılığın ağır bastığı bir toplumsal sürece girdiği için devrimci bir anlayışla Türkiye nin bu faşist geçmişinden radikal bir şekilde hesap sorma sürecini yaşanamadı. 12 Eylül den yumuşak geçişle çıkmak şeklinde bir süreç yaşandı. 12 Eylül anayasası duruyor, siyasi partiler yasası duruyor, yüzde 10 barajlı seçim yasaları duruyor, YÖK duruyor. Bütün iktidarlar 12 eylülün hukuki statüsü/zemini üzerinde Türkiye yi idare etmeye devam ettiler, Kenan Evren cunta sonrasında Cumhurbaşkanı oldu, Özal başbakan olarak ülkeyi yönetmeye devam etti, daha sonra o cumhurbaşkanı oldu, ve hala bu yasal zemin yani 12 eylül sürecinde oluşturulmuş olan statüko olduğu gibi bugün devam ediyor. Şimdi de 12 Eylül ürünü olan bir parti bugün iktidarda. Bu nedenle Türkiye, 12 Eylül ile hesaplaşmasını bütün o dönemdeki işkencecilerin, emniyet müdürlerinin, cezaevi müdürlerinin, valilerin, sıkıyönetim komutanlarının ve darbe gönüllüsü yardakçılarının hepsini yargılayarak onlardan hesap sorma gibi bir süreci yaşayamadı. Çünkü 12 Eylül ü ancak devrimci bir kurucu irade yargılayabilir. 12 Eylül ün ürünü olan zihniyetler 12 Eylül ü yargılayamaz. 12 Eylül ideolojisinin bugün sürdüğü bir ortamda kendi ideolojisinin 12 Eylül den farklı olmayan bir iktidar ve onun kurduğu özel mahkemeler 12 Eylül ü yargılayamaz, yargılıyormuş gibi yapar. Aynı alçakça öldürülen Hrant Dink davasında olduğu gibi iki tane kullanılmış maşayı yargılamış gibi yaptıkları şekilde, bu cinayetin arkasında yatan görevliler tek tek, isim isim biliniyorken yaptıkları gibi, 12 Eylül yargılama meselesi de bu şekilde gerçekleştirirler. Kenan Evren in doğru düzgün yargılanması, 12 Eylül ile gerçek bir hesaplaşmanın gerçekleşmesi için mücadele elbette gereklidir. Bu kuşkusuz tıpkı Hrant Dink davasına sahıp çıkan ailesi ve devrimcilerin mücadelesi gibi önemlidir. Bugünkü iktidarın böyle 12 Eylül ün üzerine sünger çekerek kendini temize çekmesine hiç bir şekilde destek olmadan, bu yanlışa düşmeden böyle bir mücadele yürütülmelidir. Ben eninde sonunda bu faşist darbelerden gerçekten hesap sorabileceğimiz, o güce sahip bir devrimci kurucu iradenin gerçekleşeceğine inanıyorum. 6 MUHALEFET

7 İnce Demokratik Örtünün Kaldırılması ve Devrimci Mücadele Önder İşleyen 28 Şubat ın yıl dönümü ve 4 Nisan da Kenan Evren in yargılanması nedeniyle darbeyle hesaplaşma önemli bir tartışma konusu haline geldi. İktidarın ideolojik belirleyiciliği altında -ve sol liberal kesimler eliyle- sürdürülen tartışmalar da ülkemizin darbeler tarihi asker-sivil ilişkisi içerisine sıkıştırılıyor. 12 Eylül ün yargılanmasına ilişkin ortaya çıkan iddianame de bu çerçeve içerisinde darbeyi üç-beş generalin kötü niyetine bağlayarak, o dönemde yaşanan bütün gelişmeleri de bir kurgunun parçası olarak göstermeye çalışıyor. Kuşkusuz bu çerçeve içerisinden bakarak ne darbeleri anlamak ne de darbelerle hesaplaşmak mümkündür. Bu şekilde darbelerin sınıfsal, siyasal nedenselliklerin koşulladığı ilişkilerden kaynaklanan ve ülkemizin kapitalistleşme süreçleri içerisinde şekillenen gelişiminin parçası olan krizlerin yol açtığı asıl kaynaklar görmezden geliniyor. Oysa bu anlaşılmadan darbelerin asıl nedenleri ve sonuçları anlaşılamaz. Faşizm ve darbeler bir olağanüstülük taşımakla birlikte öz olarak burjuva egemenliğinin farklı biçimlerinden başka bir şey değildir. Lenin, gerçekte, her ülkede burjuvazi kaçınılmaz olarak iki yönetim sistemini kullanır ve bu metotlar bazen birbirini izler ve bazen değişik bileşimlerle iç içe geçerler. Bunlardan birincisi zor metodudur. İkincisi ise liberalizm metodudur, siyasi hakların genişlemesine, reformlara, tavizlere doğru adımlar metodudur. Burjuvazi birinden diğerine kötü niyeti yüzünden ve geçici olarak değil, temel olarak kendi durumunun çelişkili niteliğinden dolayı geçer der. Burjuva demokrasisi ve faşizm, burjuva egemenliğinin kapitalizmin farklı dönemlerine tekabül eden iki biçimidir. Emperyalizm çağında faşizmin temeli rekabetin yerine tekelin almasındaki ekonomik gelişmede yatar. Ekonomideki tekelleşme siyasi tekel eğilimi de yaratmıştır. Kapitalist merkezlerde krizlerin ortaya çıkardığı bunalımlar içerisinde, aşağıdan kitle hareketine dayanarak gelişen faşist diktatörlükler, bu belli tarihsel koşullar içerisinde ortaya çıkan burjuvazinin bir egemenlik biçimi olmuştur. Poulantzas, olağanüstü devlet biçimleri olarak tartıştığı faşist devlet ve gelişimi ile ilgili şu tespitlerde bulunur, kapitalist bir devletin olağanüstü devlet biçimi her zaman kapitalist devlet tipi ile ilgilidir. Bu yalnız Devlet iktidarı konusunda değil, fakat bunun kurumsal biçimleri bakımından da böyledir. Dolayısıyla bu durum olağanüstü kapitalist devlet olarak, faşist devlet için de geçerlidir. Olağanüstü devlet biçimi, bu devletin tekabül ettiği dönem ve bunalım bakımından, genel olarak üretici güçlerin sosyalizasyonu karşısında, sistemi uyarlamak amacıyla iktisada karakteristik bir şekilde müdahalede bulunur. İktidar bloğu ilişkilerini ve hegemonyayı bunalım koşullarında yeniden düzenlemek için olağanüstü devlet gereklidir. (Faşizm ve Diktatörlük) Ülkemizde darbeleri ele alırken de kapitalist gelişmenin ve sınıflar ilişkisinin belirli tarihsel koşullar içerisinde ortaya çıkardığı gelişmelere öncelikle bakmak gerekir. Bizim gibi yeni sömürge ülkelerde faşizmin gelişimi kapitalist merkezlerdeki gelişimle -kimi ortak özelliklerle birliktedaha farklı niteliklere sahiptir. MUHALEFET 7

8 Kenan Evren darbenin ardından 12 Eylül gerçeğini ya biz burada olacaktık ya da Fatsa dakiler; ya biz gelecektik ya da tek yol devrim diyenler diye özetlemişti. 8 MUHALEFET Türkiye de kapitalizm başından beri dünya kapitalist sistemine bağımlı olarak gelişmiştir. Burjuvazinin yeterli sermaye birikimine sahip olmadığı koşullarda devlet eliyle geliştirilen bu süreç 1950 lerden itibaren -ABD önderliğinde gelişen- yeni sömürgecilik doğrultusunda şekillenmiştir. Kapitalist ülkelerde olduğuna benzer bir sermaye birikimine sahip olunmaması nedeniyle ülkemizde sınıf iktidarı tipik bir burjuva demokrasisi şeklinde gelişmemiştir. Bunun yerine biçimsel/yüzeysel demokrasi ile birlikte faşist karakterin madalyonun iki yüzü olarak bir arada olduğu kendine özgü yapısında demokrasi baskının üzerine örtülen ince bir tül den başka bir şey olmamıştır. Darbeler de işte bu ince demokratik örtünün kaldırılması olarak gerçekleşmiştir. Bu yapı içerisinde devletin ekonomik güç ilişkilerini sermaye lehine yeniden düzenleme ve krizleri aşma konusunda zor ve baskı yöntemlerini öncelikli ve sürekli olarak gündemde tuttuğu bir yola gidilmiştir. Zayıf iç dinamikler koşulunda dışarıdan (emperyalizmin güdümünde) ve yukarıdan geliştirilen çarpık kapitalistleşme süreçlerinin sonucu olarak gelişen bu sömürge tipi demokrasi de devlet içindeki çeteleşmelerin ve darbelerin de kaynağı olmuştur. Bu bakımdan darbeler söylendiği üzere demokrasinin kesintiye uğraması bir yana sömürge tipi demokrasinin bir parçası, burjuvazinin bir iktidar olma biçimidir. Darbelerin asker-sivil ilişkisi ile sınırlı ve Kemalizm in hegemonyasını sürdürmek gayretiyle gündeme gelmekle sınırlayan yaklaşımlar bütün bu gerçekleri göz ardı ederler. Elbette, Cumhuriyet in kuruluşundaki etkisine bağlı olarak asker-sivil bürokrasi, hakim sınıflar içerisinde önemli bir yer tutmakla birlikte, gelişmelere yön veren asıl faktör kapitalistleşme süreçleri ve onların ortaya çıkardığı krizler olmuştur. Ve ülkemizdeki bütün darbeler emperyalizme bağımlı kapitalistleşmenin ve ABD nin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Darbelerin Kaynağı ve Tarihi Üzerine ABD nin, İkinci Dünya Savaşı nın ardından emperyalist-kapitalist sistemin belirleyici ülkesi konumuna geçmesi ile birlikte, ekonomik-siyasiaskeri bağımlılık temelinde gizli işgale dayanan bir yönelim gelişmeye başlanmıştır. Türkiye, bu genel politikanın parçası olarak Soğuk Savaş ın çevreleme stratejisi ile de uyumlu bir şekilde Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde emperyalizmin yeni sömürgeci metotlarının içerisine dahil edilmiştir de ABD ile ilk yardım anlaşmasının imzalanması, 1951 de NATO üyeliği bu sürecin ilk adımları olmuştur. Eski sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra görünüşte de olsa bağımsız ve kendi hükümetlerine sahip bulunan ülkelerde yatırımları bulunan emperyalist tekeller, bu ülkelerde yatırımlarını güvence altına alacak yeni yöntemler geliştirmişlerdir. Onlar için, bu ülkeler halkının kendi kaderini belirlemelerine olanak tanımak, ne olursa olsun söz konusu olamazdı. Görünüşte siyasal bağımsızlığın tanınmış olması, eski sömürgecilik dönemindeki açık işgalle sağlanan güvencelerin daha gizli ve karmaşık biçimlerinin sağlanmasını gerektiriyordu. (Devrimci Yol Savunması) ABD nin, bu ülkelerdeki gelişmeleri doğrudan kontrol etmek amacıyla geliştirdiği stratejinin bir parçası da kontrgerilla yöntemleri ve darbeler olmuştur. Eisenhower Doktrini çerçevesinde ABD, yeni sömürge ülkelerdeki her tür devrimci-ilerici gelişmeyi doğrudan kendisine yöne-

9 lik bir saldırı olarak kabul etmiş, bu tür gelişmelerin ortaya çıkması halinde ise askeri müdahalenin devreye sokulmasını öngörmüştür. Ülkemizde darbelerin kaynağında asıl olarak yeni sömürgecilik ilişkileri çerçevesindeki kapitalistleşme süreçleri ile emperyalizme bağımlılık ilişkileri bulunmaktadır. Darbeler, kapitalistleşme süreçlerinin krizlerine müdahale etmek ve gelişen devrimci halk muhalefetini bastırmak için gündeme getirilmiştir. Bu yaklaşım içerisinde, darbelerin gelişim seyrine baktığımızda bunu bütün darbelerin ortak özelliği olarak saptamak mümkündür. 12 Mart darbesi, 1960 lı yıllarla birlikte ithal ikameci sanayileşme modeli içinde gelişen dışa bağımlılığın -döviz ihtiyacı ve borçlanmanın yarattığı sorunlar etrafındaki- yarattığı krizden kaynaklanmıştır. Bu dönem içerisinde tekelci burjuvazinin gelişerek egemen sınıflar arasındaki güç dengesinde bir adım öne çıkması ile sağ blokta yaşanan parçalanmanın ortaya çıkardığı kriz 12 Mart ile aşılmaya çalışılmıştır lerden sonra yaşanan hızlı kalkınma sürecinde sanayi kesiminde yoğunlaşan işbirlikçi tekelci burjuvazi nispeten güçlenecek ve ekonomide her bakımdan söz sahibi olacaktı. Hakim ittifak bu şekilde oligarşik bir karaktere bürünecekti. Oligarşi içindeki çatlak seslerin yanısıra oligarşi ile diğer mülk-sermaye sahibi sınıflar arasındaki çıkar kavgası da yeni biçimlerde gündeme gelecek ve yeni siyasi ifade biçimlerini yaratacaktı. Bu sınıfsal kombinasyonu en tutucu biçimleriyle siyaset sahnesinde temsil eden sağ bloktaki parçalanmalar, bu çıkar çatışmalarının sonucu gerçekleşecekti. Bütün bu gelişmeler boyunca, AP, 1970 lere dek, sağ blok içindeki kapitalizmin gelişmesiyle belirginleşen çatlamayı önlemek misyonuna sahip bir taviz ve istikrar partisi olurken, bu istikrarı emekçi sınıflar üzerindeki baskıcı politikalarıyla sağlamaya çalışacaktı. (Melih Pekdemir, -yayınlanmamış- Savunma) Kapitalist gelişmenin hakim sınıf içerisinde yarattığı değişimle birlikte, toplumsal alanda da yarattığı sorunlar nedeniyle güçlü bir halk muhalefeti de o dönem içerisinde gelişmişti. Toprak işgallerinden, üniversitelerdeki boykota kadar toplumun geniş kesimlerinin artan tepkileri ile birlikte ortaya çıkan devrimci gelişmeler, sağ bloktaki çatlamanın yarattığı siyasi bunalım içerisinde düzen ve emperyalizm açısından önemli bir tehdit kaynağı olarak görülüyordu. 12 Mart, bu koşullarda krize tekelci sermaye lehine müdahale etmek ve devrimci halk muhalefetini bastırmak için gündeme getirildi. 12 Mart ın ardından, Nihat Erim in Türkiye anayasası birçok Avrupa ülkesinin anayasalarından daha liberal bir anayasadır. Türkiye böyle bir lüksü kaldırmaz sözleriyle, 12 Mart ın Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç ın -darbe öncesindeki- toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı sözlerini tekrarlıyordu. Toplumsal gelişmenin ekonomik gelişme seviyesine çekilmesi için -2.5 yıllık açık faşizm dönemindebaşlatılan Balyoz Harekatı ile sendikalar, kitle örgütleri, TİP kapatılmış; aydınlar cezaevine konulmuş, devrimciler sokaklarda kurşunlanarak ve idam sehpalarında katledilmişti. 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi 12 Mart ile birlikte sorunlarını kısmen çözmeye yönelmiş olan egemen sınıf, 12 Eylül öncesinde ülke tarihinin en büyük bunalımlarından birisiyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamamıştır ten itibaren ekonomik bunalımın aşılması noktasında uygulanmaya başlayan IMF programı bir yandan ücretlerin sabit tutulmasına öte yandan da zam ve devalüasyonlarla sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu tür bir ekonomik programın uygulanması da ancak baskıların artırılması ile mümkündü. Halkın gelişen tepkisi karşısında yeni baskılarla birlikte ABD nin temel müdahale yöntemi içerisinde -devlet eliyle yukarıdan aşağıya- örgütlenen sivil faşist güçler tarafından halka dönük saldırı ve provokasyonlar devreye sokulmuştur. Ekonomik bunalımın bir sonucu olarak toplumsal alanda MUHALEFET 9

10 yaşanan çözülme karşısında düzenin kurumları da giderek iş göremez hale gelerek etkisizleşmişti. Bu tür bir kriz içerisinde toplumun geniş kesimleri faşist saldırı ve toplumsal kriz ortamında bir kurtuluş umudu olarak gittikçe daha fazla devrimci düşüncelere yöneliyor; devrim, bir kurtuluş umudu haline geliyordu. Öte yandan bu gelişmelerin yarattığı belirsizlik, ABD nin özellikle de Ortadoğu politikaları bakımından -İran ın da kendi ekseninin dışına düşmesinin sonucuönemli bir sorun teşkil ediyor, Türkiye nin emperyalizmin kontrolünden çıkması Soğuk Savaş açısından önemli bir gedik oluşturma ihtimali güçleniyordu. 12 Eylül darbesi bu koşullar içerisinde, sermaye sınıfının 24 Ocak Kararlarındaki yönelimi ile ABD çıkarları doğrultusunda gündeme gelerek, bu çevrelerin yönlendiriciliği ve desteği ile gerçekleşmiştir. Bugün, sözde darbe ile hesaplaşma adı altında 12 Eylül e ilişkin -iktidar eliyle- yazılmaya çalışılan tarih, bütün yaşananları generallerin kötü niyeti doğrultusundaki bir kurgu olarak göstermeye çalışmaktadır. 12 Eylül darbecilerinin gerekçeleri ile aynı gerekçelere dayanarak bir 12 Eylül yargılanması adı atında, gerici-faşist sağ kesimlerle, darbenin arkasındaki güçler temize çıkarılmak istenmektedir. 12 Eylül öncesinde kuşkusuz darbe ortamını hazırlamaya dönük kimi provokasyon ve katliamlar gündeme gelmiştir. Ancak, bunlar burjuvazinin iktidarını sürdürebilecek bir seçenek olarak darbenin gündeme alınmasına paralel olarak, sivil faşist güçler ve kontrgerilla eliyle gerçekleştirilmiştir. Devrimci Yol Dergisi, Maraş Katliamı nın ardından yürürlüğe konulan sıkıyönetim sonrasında şu tespitlerde bulunuyordu: Gelişmelerin en son geldiği yer sivil sıkıyönetim uygulamalarıdır. Bugün, (bir yanda) polis tarafından her türlü işkence uygulamaları, faşist katliamları takviye edecek şekilde sürdürülürken sözde anarşiyi önleme uğruna giderek artan biçimde ordu devreye sokulmaktadır. Bu 10 MUHALEFET

11 gelişmelerin Latin Amerika ülkelerinde sıkça rastlanan türden sol görünümlü bir hükümet (Ecevit) aracılığıyla yürütülen baskıcı bir yönetim doğrultusundaki bir gelişme sayılması gerektiği söylenebilir ki bu tür yönetimleri çoğunlukla açık faşist bir yönetimin izlemesi kaçınılmaz bir şeydir (Devrimci Yol, Sayı:21) Ekonomik-siyasi bunalım karşısında, ordunun giderek daha fazla devreye sokulması sıkıyönetim ile birlikte başlamış, sivil faşist güçlerle birlikte ordu da devreye girmiştir. 12 Eylül askeri faşist darbesi, bu anlamda oligarşinin kendi bunalımına bir çözüm arayışı içerisinde ve devrimci mücadeleyi bastırmak için gündeme gelen, burjuvazinin bir yönetim şekli olarak gelişmiştir. Şimdi, bunu üç-beş generalin niyeti ile açıklamaya kalkmak ya da onların birkaçının yargılanmasını 12 Eylül le hesaplaşma olarak göstermek büyük bir çarpıtmadan başka bir şey değildir. Darbelerle Hesaplaşmak ve Devrimciler Türkiye tarihi, darbelerin tarihi olduğu kadar; devrimcilerin tarihi de bir yönüyle darbelere karşı mücadele tarihidir. Dün, darbelerin destekçiliğini yapanlar, darbenin sağladığı ekonomik-politik imkânlar içerisinde iktidar olanlar bugün devrimcileri darbeci olmakla ya da darbelere karşı yeterli tavrı göstermemekle suçluyor. Hatta, sözde 12 Eylül yargılaması adı altında bir kez daha sanık sandalyesine oturtmaya çalışıyor. Bütün bu oyunun gönüllü kulları olarak parçası olmayı seçenler, darbecileri yargılamak bir yana, devrimci mücadele tarihini -iktidarla kol kola- yargılayarak 12 Eylül ün hesabını sormaya kalkıyor! Bir şekilde yaratılan mağduriyet ortaklaşmasının parçası olmaktan gocunmadan, sağ-sol çatışması ve darbeci generallerin kandırdığı masumlar olmayı seçenler bir yana darbelerin muhatabı olarak direnenler için kuşkusuz bugün de darbeyle hesaplaşmak, düzenle ve iktidarla hesaplaşmaya dayanan politik bir görevdir. Kenan Evren darbenin ardından 12 Eylül gerçeğini ya biz burada olacaktık ya da Fatsa dakiler; ya biz gelecektik ya da tek yol devrim diyenler diye özetlemişti. Bugün de yapılması gereken 12 Eylül düzenine karşı ülkeyi yeniden kuracak devrimci kurucu bir iradenin açığa çıkartılması için mücadele etmektir. 12 Eylül ile gerçek bir hesaplaşma ancak böyle mümkün olabilecik. Oğuzhan Müftüoğlu, 12 Eylül ün bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük yüz yıllardır ezilen, baskı altında tutulan bir halkın bağrında aşağıdan yukarıya güçlenerek gelişen bir devrimci hareketin yok edilmesi olmuştur. Türkiye tarihinde ilerici hareketler hiçbir zaman aşağıdan yukarıya halk kitlelerin gücüne dayanarak gelişmemiştir. Reform niteliğindeki ilerici, demokratik bazı gelişmeler hep yukarıdan aşağıya bir seyir izlemiş, bu yüzden hep güdük kalmıştır. İlk kez 12 Eylül öncesinde Türkiye de emekçi halkın içinden gelen, onun gücüne dayanarak aşağıdan yukarı gelişen bir devrimci hareket büyük bir umut olarak ortaya çıkmıştı. Türkiye toplumu bu şekilde tarihinde görülmedik bir toplumsal uyanış yaşıyordu. 12 Eylül ün Türkiye toplumuna yaptığı en büyük kötülük bu büyük devrimci uyanışı yok ederek, tüm ilerici hareketlerin halk içerisinde gelişmesinin önünü tıkayarak, toplumu her türlü gericiliğe ve karanlık düşüncelere mahkûm etmesi olmuştur. diyordu. 12 Eylül ile hesaplaşmak işte günümüzde ülkemizi kuşatan gerici ve karanlık düşüncelere karşı halkın yeniden ayağa kalmasını mümkün kılacak bir iradenin ve gücün açığa çıkarılması ile mümkündür. MUHALEFET 11

12 12 Eylül le Gerçek Hesaplaşma 12 Eylül 1980 askeri darbesini tek bir nedene bağlayarak açıklamak mümkün değildir lı yılların başından itibaren gelişen ve büyüyen kitlesel sol hareketler 12 Mart askeri müdahalesi ile kanlı şekilde bastırılmıştır. Devrimci gençlik hareketinin önder kadrolarının katledilmesi ve yüzlerce insanın cezaevine gönderilmesiyle sonuçlanan bu dönem sol açısından mücadeleyi kesintiye uğratmıştır. 70 lerin ortasına doğru tekrar ayağa kalkan düzen karşıtı muhalefet, 12 Mart ta yitirdiği devrimcilerin fikirlerini kılavuz, resimlerini bayrak yaparak yüz binlerle buluşmuştur. Anti faşist ve anti emperyalist karakterde, sosyalist bir anlayışla gelişen bu politikleşme dalgasına karşı resmi ve sivil güçler silahlandırılmış, kitlesel katliamlar tertiplenmiştir. ABD, dünyanın farklı coğrafyalarında gelişen bağımsızlıkçı, devrimci kitle hareketlerine dönük yerel müdahale ve terör örgütleri organize etmiş, teşkilatlandırmıştır. Türkiye de kontrgerilla ya da derin devlet adıyla tanınan organizasyon bu çerçevede tanımlanmış ve işlevlendirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD de Eisinhower tarafından ortaya atılan dolaylı saldırı doktrini çerçevesinde NATO içerisinde kurulan bu organizasyonlar dünyanın pek çok yerinde ABD karşıtı hareketleri yok etmek amacına dayanmaktadır. Bu anlayış doğrultusunda devletin asker, polis gücü yanında MHP-Ülkü Ocakları gibi sivil faşist gruplar da sol-devrimci yapılara karşı bir çok saldırı düzenlemiş, halkın direnme gücünün ortadan kaldırılması için pek çok provokasyon yaratılmıştır. Üniversitelerde, mahallelerde, fabrikalarda eşit, özgür, demokratik bir ülke yaratma doğrultusunda örgütlenen geniş halk yığınları tekil saldırılar yanı sıra katliamlarla da susturulmaya çalışılmıştır. 1 Mayıs, Bahçelievler, Maraş, Çorum, İnciraltı, Piyangotepe, 16 Mart gibi katliamlar bunlar arasında ilk akla gelenlerdir. Ülkenin her yanını kana bulayan resmi-sivil faşist saldırılar Kemal Türkler, Orhan Yavuz, Bedrettin Cömert, Doğan Öz, Abdi İpekçi gibi pek çok aydını da hedeflemiştir. Türkiye de 12 Eylül darbesini zorunlu kılan nedenler ABD nin emperyal müdahaleciliği ile küresel kapitalizmin ülkemizdeki yerel ayaklarının örgütlendirilmesi gerçeklerinin kopmayacak şekilde birbirlerine bağlı oluşuyla ilgilidir. Darbeden yedi ay önce dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel in açıkladığı 24 Ocak 1980 kararları 12 Eylül ün ekonomik gerekçesidir. Demirel in 1979 da Başbakanlık Müsteşarlığı na getirdiği Turgut Özal ın hazırladığı ekonomik program darbenin ekonomi-politiğini yansıtması anlamında kritik öneme sahiptir. Tam anlamıyla ekonomik liberalizasyonu yansıtan bu kararlardan bazıları şöyle sıralanabilir: % 32,7 oranında devalüasyon yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına gidilmesi, Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınması, Kamu İktisadi Teşekkülleri ndeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımlarının sınırlandırılması, Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonların 12 MUHALEFET

13 kaldırılması, Dış ticaretin serbestleştirilmesi, yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi, kar transferlerine kolaylık sağlanması, İthalatın kademeli olarak serbestleştirilmesi, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile teşvik edilmesidir. 12 Eylül darbesi uluslararası kapitalizme eklemlenmenin siyasi yollardan mümkün olmadığı bir ortamda gündeme gelmiştir. Bülent Ecevit, Bu kararların demokratik bir ülkede hayata geçirilmesinin mümkün olmadığını dile getirirken, 12 Eylül darbesi sonrasında kurulan hükümete Başbakan Yardımcısı olarak atanan Turgut Özal 12 Eylül olmasaydı bu ekonomik programın neticelerini alamazdık sözleriyle bunu desteklemiştir. Devletin eski ve yeni temsilcilerinin ağzından dökülen bu sözler 12 Eylül ile 24 Ocak Kararları arasındaki ilişkiyi en net biçimde ortaya koymaktadır. Gerçekten de dönemin devrimci toplumsal muhalefeti, 24 Ocak Kararlarının gerçek mahiyetiyle uygulanmasına izin vermemiştir. 12 Eylül darbesi sermayenin önündeki bu engeli ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle darbenin tamamıyla sol ve devrimci muhalefete karşı yapıldığını söylemek zorunludur. 24 Ocak kararları ile başlayan fakat gerçek uygulanma imkanını 12 Eylül darbesi sonrası bulan ekonomik program ile Türkiye kapitalizminin üretim, bölüşüm sanayi ve istihdam rejimi değiştirilmiştir. Fason üretime dayalı ihracat teşvikleri artırılırken, ithal ikameci dönemin ekonomi politikaları bir kenara bırakılmış, tam serbestleştirmeye dayanan neoliberal modele geçilmiştir. Bir kısmı kapatılan sendikalar ve meslek örgütlerinin örgütlenmelerinin önüne katı engeller çıkarılmış, emeğin kazanılmış hakları tırpanlanarak emek gücü sömürüsü tamamıyla sermaye lehine düzenlenmiştir. Darbe nin öncelikli hedeflerinden birisi, örgütlü emek alanı olmuştur. Darbenin ilk günü yayınlanan 7 No lu MGK Bildirisiyle DİSK in faaliyetleri durdurulmuş ve tüm dernekler kapatılmıştır. Darbeden 2 gün sonra yayınlanan MGK Kararı ile grevler yasaklamış ve tüm işçiler çalışmaya zorlanmıştır. Toplu sözleşme süresi dolan işyerleriyle ilgili yetkiler ise MGK tarafından kurulan Yüksek Hakem Kurulu na (YHK) devredilmiştir. Bu dönemden itibaren YHK nin saptadığı zamlar enflasyon oranlarının çok gerisinde kalmış ve işçiler büyük bir ücret kaybına uğramaya başlamışlardır. Dönemin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin yaşanan gelişmeleri, Şimdiye kadar biz ağlıyorduk, onlar (işçiler) gülüyordu, şimdi ağlama sırası onlarda diye yorumlayarak 12 Eylül Darbesi nin emek karşıtı yüzünü açık seçik ortaya sermiştir Anayasası yla, emekçilerin hakları ellerinden alındığı gibi örgütlü mücadele de kıyıma uğratılmıştır yılında ise, Anayasa da çizilen çerçeveye uygun biçimde antidemokratik ve baskıcı Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunları hazırlanarak emek alanı tamamen tahakküm altına alınmış, kamu emekçilerinin derneklere ve siyasi partilere üye olmaları yasaklanmıştır. Sonuç olarak darbenin ekonomik karakterini temsil eden şüphesiz ki liberalizmdir. Darbe, toplumsal yaşamı serbest piyasa ve kar hırsına teslim etmenin bir adımı olarak gerçekleşmiş, Türkiye nin kapitalizmin merkez ülkesi ABD ye olan ekonomik ve siyasi bağımlılığının artırılmasında ciddi bir uğrak olmuştur. 12 Eylül ün Anayasası Darbeden sonra anayasa rafa kaldırılarak yasama, yürütme ve yargı darbeci generallerin yönetiminde olan Milli Güvenlik Kurulu na bağlanmıştır. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler kapatılmıştır. Bu koşullarda hazırlanan 1982 Anayasası faşist darbe uygulamalarının sivil alana tercüme edilmesi olarak değerlendirilebilir. Gerçek anlamda faşist bir MUHALEFET 13

14 14 MUHALEFET yapıya dayanan bu anayasayla toplumsal yaşam zapturapt altına alınmıştır. Cumhurbaşkanı nın yetkileri genişletilerek, makamın sembolik niteliği kaldırılmış ve önemli bir yürütme gücü haline getirilmiştir. TRT, Anayasa Mahkemesi, Merkez Bankası, YÖK gibi pek çok kurumdaki atamalarda Cumhurbaşkanlığı başat belirleyiciliğe sahip olmuştur. Senato kaldırılmış ve TBMM nin genel af gibi kimi yetkileri kısıtlanmıştır. Milli Güvenlik Kurulu oluşturularak askerlerin siyaset üzerindeki vesayeti kalıcı hale getirilmiştir. Olağanüstü hal, Kanun Hükmünde Kararname gibi özel uygulamalarla hak ve özgürlüklerin daha da sınırlandırıldığı durumlar tanımlanmıştır. Temel hak ve özgürlüklere getirilen kısıtlamalarla halkın gündelik hayatı baskı altına alınmış, örgütlü yaşam imkansız hale getirilmiştir. Siyasi partilerin, sendikaların, meslek odalarının, derneklerin elleri kolları bağlanmış adeta itaatkâr birer devlet kurumu haline getirilmeleri amaçlanmıştır. Siyasi Partiler Yasası değiştirilerek seçim barajı %10 a yükseltilmiştir. 12 Eylül Anayasası nın karakteri bu uygulamalar içerisinde anlaşılabilir. Yönetimin tek elde toplanmasını, halk iradesini ve siyasete katılımı dışarıda bırakan anayasal yapının bugün AKP eliyle sürdürüldüğü, mirasın devralındığı kolaylıkla söylenebilir. 12 Eylül ün İdeolojisi Başta da söylediğimiz gibi 12 Eylül, arkasındaki pek çok nedenin bileşkesinden oluşmaktadır. Türkiye 12 Eylül sonrasında hızla piyasa toplumuna evrilirken eğitim, kültür ve siyasi hayatında darbenin faşist ve gerici sağ anlayışı belirleyici olmuştur. Türk-İslam sentezine dayanan bu anlayış, darbe öncesinde sola karşı örgütlendirilen kontgerilla ilişkilerinin de düşünsel ve kadrosal tabanını oluşturmaktadır. Devrimci mücadeleyi Rusya ve Çin in ülkeyi işgal planı olarak değerlendirecek denli cehalet kokan bu anlayışlara göre Türkiye yabancı kültür saldırısı altındaydı. Bu saldırıları savuşturmanın en etkili yolu olarak Türk-İslam Sentezi öneriliyordu. Buna göre İslam olmadan Türklerin kimliklerini korumaları mümkün olmadığı gibi, Türklere en uygun din de İslam dı. Darbecilerin toplumsal yapıyı milliyetçi-muhafazakar fikirler doğrultusunda inşa etme tercihleri şüphesiz ki antikomünizmi referans alıyordu. ABD, Soğuk Savaş döneminde kendisi için baş tehdit olarak gördüğü sosyalist kampı sınırlandırmak için İslamcı hareketleri örgütlendirmişti. İslami ve faşist hareketlerle ABD arasında sosyalist mücadelelere dönük oluşan bu uzlaşı 12 Eylül öncesine dayanıyordu. MHP-Ülkü Ocakları tandanslı faşist kadroların paramiliter örgütlenmelerin omurgasını oluşturması yanı sıra Fethullah Gülen in Türkiye nin ilk Komünizmle Mücadele Derneği nin kurucusu olması da bu ortaklığın sacayaklarıdır. Darbe sonrasındaki pek çok konuşmasında dine ve Kuran a referans veren darbeciler, İslami değerler ile milli değerlerin birliğinin altını çizmiştir. 19 Ekim 1981 tarihinde okullarda din dersi zorunlu hale getirilmiştir. İmam Hatip liselerinin ve öğrencilerinin sayısı arttırılmıştır tarihinde imam hatip lisesi çıkışlılara, üniversitelerin her bölümüne girme hakkı tanınmıştır. Bu dönemden itibaren Alevi köylerine camiler yapılmaya başlanmıştır. Bugün Yeni Türkiye düzeninin en güçlü dinamiği haline gelen Fethullah Gülen Cemaati ne ait Sızıntı dergisinde darbenin hemen ardından yayınlanan başyazıda Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz sözleriyle darbeciler açıkça desteklenmiştir. Siyaset felsefesi daima kazanan ata oynamak olan Cemaat, darbeye omuz verdikçe hızla gelişip büyümüştür. Anayasa tartışmaları sırasında da Fethullah Gülen o dönemde aranıyor (!) olmasına rağmen il il gezerek camilerde Anayasaya evet vaazları vermiştir. Gülen bundan tam 30 yıl sonra 12 Eylül 2010 da düzenlenen referandum için de evet verenlerin cennetlik olacağı yönünde

15 vaazlar vermiştir. Bugün darbeciler yargılanıyor, 12 Eylül tasfiye oluyor bağırtısıyla referandumda verdikleri evet yanıtını rasyonalize etmeye çalışan çevrelerin Gülen in bu iki evet i arasındaki ilişkiyi tekrar hatırlatmalarında fayda vardır. Anayasa da din dersinin zorunlu kılınmasını kastederek, Evren bu hareketiyle cennetliktir ifadesini kullanan Gülen in cemaati ve diğer tarikat yapıları Özal döneminde de yükselişlerini devam ettirmişlerdir. Türk İslam Sentezi ideolojisi etrafında şekillendirilen kültürel ve siyasal ortam, toplumun gerici ve tutucu bir yapıya bürünmesinde büyük rol oynamıştır. Bireyci ve liberal politikalarla birleşen bu ideoloji, cemaatlerin gündelik yaşam içerisinde etkinliğinin artmasını beraberinde getirmiştir. İzlediği ABD ye endeksli siyasetle rakiplerini geride bırakan ve düzen içindeki konumunu sağlamlaştıran Gülen Cemaati, yıllar içerisinde giderek güçlenmiş ve bugün yargı, emniyet, eğitim, medya başta olmak üzere tüm alanlarda büyük bir belirleyiciliğe sahip olmuşlardır. AKP 12 Eylül le Hesaplaşabilir mi? 2010 yılında düzenlenen referandumda geçici 15. maddenin kaldırılması darbecilerin yargılanmasının önündeki yasal engeli ortadan kaldırmıştı. Ardından başlatılan soruşturma sonucunda hazırlanan iddianame ile darbeciler hakkında dava açıldı. Ankara Adliyesi 4 Nisan da bu mahkemeye ev sahipliği yapacak. Peki bu dava ne anlama geliyor? Ya da yukarıda anlattığımız siyasi yapının ürünü ve politikaların temsilcisi olan bir parti 12 Eylül darbesiyle hesaplaşabilir mi? Aklı başında her insan bu sorulara rahatlıkla hayır yanıtı verebilir. Yukarıda anlattığımız çerçevede düşünecek olursak; 12 Eylül ü tasvir eden öğeler ekonomide tam liberalizasyon, toplum ve kültür hayatında dinci-gerici akımların güçlendirilmesi, halkın siyasete katılımının ve örgütlenmenin önüne büyük engeller konulması yoluyla toplumsal direncin baskı altına alınmasıdır. 12 Eylülcüler bu politikaları -bugün AKP lilerin hayırla yad ettikleri ve kendilerini mirasçısı olarak gördükleri- sivil Özal hükümeti aracılığıyla gündelik yaşama zerk ettirmişlerdir. Bu anlamda AKP iktidarı ile 12 Eylül darbecilerinin uyguladığı sömürü siyasetinin bire bir örtüştüğünü söylemek mümkündür. AKP, 28 Şubat ta gerçekleşen postmodern darbe sonrasında iktidara gelmenin yolunu ABD nin emperyalist-kapitalist siyasetine bağlanmak olduğunu kabul ederek Milli Görüş hareketinden kopan bir grup tarafından kurulmuştur. İktidarda olduğu 10 yılda uyguladığı ekonomik sömürü politikalarıyla uluslararası kapitalizmin istemlerini istisnasız karşılayan AKP, ABD nin bölge siyasetinde de taşeronluk görevinin de kusursuz işletmektedir. CIA Türkiye Masası Şefi Paul Henze nin 12 Eylül darbesini ABD Başkanı Carter a verirken kullandığı Bizim çocuklar başardı. ifadesinde özetlenen ilişki tarzı bugün AKP ile devam ettirilmektedir. Özellikle son 20 yıla damgasını vuran sınırsız kapitalizm kamusal alanı, sosyal devlet uygulamalarını kökten tasfiyeye yönelirken çalışma hayatını da serbest, esnek, güvencesiz formlarla kuşatmaktadır. Sermaye lehine gelişen bu sert dönüşümün Türkiye de AKP inisiyatifinde uygulandığı ortadadır. 12 Eylül ün arkasındaki neoliberal program ve bağımlılık ilişkileri bugün AKP tarafından sürdürülmekte, tırmandırılmaktadır. Bugüne kadar dünyanın farklı coğrafyalarında gerçekleştirilmiş bütün darbelerin arkasında olan ABD, Soğuk Savaş sonrasında bu politikayı terk etmiştir. Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerde kadife-turuncu devrim adıyla gerçekleştirilen ABD eksenli dönüşümler yanısıra, içinde olduğumuz dönemde Ortadoğu ve Kuzey Afrika daki dönüşümlere de içeriden müdahale edilmektedir. Türkiye de askeri vesayet rejiminin tasfiyesi olarak anılan gelişmeler de ABD politikalarının daha açık yürütücülüğüne soyu- MUHALEFET 15

16 16 MUHALEFET nan bir gruba iktidarın teslim edilmesiyle ilgili olan bir yeniden yapılandırma sürecidir. Bu doğrultuda eski statükonun temsilcileri, darbe özleminde olan generalleri cezaevlerine gönderilmektedir. ABD nin bir yöntem olarak darbeye olan ihtiyacı ortadan kalkmıştır. ABD istemleri dışında bir darbenin rasyonalitesinin olmadığı da özellikle son yıllarda askerlere dönük operasyonlara bakarak anlaşılabilmektedir. 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını da bu boyutuyla kavramak gerekmektedir. Emperyalist saldırganlığın bir parçası olarak gerçekleştirilen 12 Eylül darbesinin aynı emperyalist bağımlılık ilişkileri içerisinde yargılanması imkansızdır. 12 Eylül le hesaplaşmak, en başta bu küresel emperyalist-kapitalist siyasetin tasfiye edilmesiyle mümkün olabilecektir. 12 Eylül döneminde uygulanmaya başlanan Kanun Hükmünde Kararnameler, zorunlu din dersleri, sendika yasası, siyasi partiler yasası aynen varlığını korumakta ve AKP tarafından iktidarı pekiştirmek için kullanılmaktadır. 12 Eylül ün sıkıyönetim uygulamalarını çağrıştıran polisiye operasyonlarla muhalifler hapishanelere doldurulmaktadır. Liberal ve muhafazakar çevrelerin işbirliğiyle kabul edilen anayasa referandumu sonrasında yargı tamamıyla iktidar angajmanı ve denetimine sokulmuştur. Ayrıca darbenin ürünü olan YÖK, RTÜK gibi düzenleyici baskı aygıtlarına da AKP iktidarı sahip çıkmaya devam etmektedir. 12 Eylül le gerçek hesaplaşma öncelikle onu yaratan sınıf ilişkileriyle yüzleşmeyi gerektirir. ABD emperyalizminin rolünün sorgulanmadığı, Türkiye deki yeniden yapılandırma sürecine meze olarak gündeme getirilen bir yargılamadan demokratikleşme doğrultusunda olumlu sonuçlar çıkmaz. Bunu kanıtlamak için 4 Nisan daki mahkemeyi ABD büyükelçisinin izlemesi, gerçeklerin kör göze sokulması gerekmez. 12 Eylül iddianamesine bakıldığında bu yargılamanın içinin boş olduğu ve günümüzde geçerli olan ekonomik-siyasi sömürü mekanizmalarının derinleştirilmesi yönündeki eğilimlerin savcının ruhuna işlediği görülecektir anayasa referandumunun özünü yargının bütünüyle iktidarın kontrolü altına girmesi, özel yetkili mahkemelere, özel yetkili savcılara dayalı hukuk düzenini tesisi oluşturmuştur. Geçici 15. madde ile ilgili düzenlemenin ise bu değişiklik programına en geniş toplumsal katmandan rıza kazandırmak amacıyla geliştirilen bir siyasi taktik olduğu ilk günden beri ayan beyan bellidir. 12 Eylül yargılamasının bu denli değersizleştirilmesi, aparat haline getirilmesi bile şiddetle karşı çıkılması gereken bir olgudur. ÖDP, 12 Eylül yargılamasına ve bu dolayımla 12 Eylül öncesindeki devrimci mücadelenin de sulandırılmasına karşı çıkacak ve gerçek sorumluların ortaya çıkarılması için mücadelesini toplumsal zeminlerde sürdürmeye devam edecektir. 12 Eylül le hesaplaşmak, sorumluları yargılamak onu yaratan emperyalist-kapitalist düzene alternatif bir mücadele çizgisi içinde emekçi halkın iktidarını kurarak gerçekleşebilir. Kuralları, yasaları ve anlayışıyla 12 Eylül, ancak halkın aşağıdan direnişiyle tarihin çöp sepetine yollanabilir. Egemen sınıfların demokrasi, adalet, barış, sosyal haklar bağışlayabileceğini düşünen kesimler için AKP nin kurduğu 12 Eylül mahkemesi de tatmin edici olacaktır. Kurulan bu tiyatro sahnesinde mağdurlar olarak yer almak ve figüranlık rollerini icra etmek onlara doyurucu gelecektir. Devrimcilere düşen ise bu tiyatroyu deşifre etmek, oyunu bozmak olacaktır.

17 12 Eylül İddianamesinde Fatsa İddianamenin yöntemi ötesinde, sola karşı tutumunu spesifik olarak en açık belli ettiği bölüm Fatsa ile ilgili olanlar. Delil olarak kabul edilen ve referans alınan Ali Kuzu nun kitabında Fatsa yla ilgili şu ifadeler kullanılıyor: Belediye başkanı Terzi Fikri, halkın desteği ile düşüncelerini uygulamaya başladı. Fatsa da 11 Halk komitesi kurdu. Yönetim bu komiteler aracılığıyla idare ediliyordu. İlçeye giriş ve çıkışlar halk komitesinin denetimi altındaydı. Gazeteciler bile uzun süre sorgulandıktan sonra ilçeye girebiliyordu. Bununla ilgili gazeteci Erhan YILDIZ yaşadığı olayı: Fatsa ya daha otobüslerin yanaştığı otogara girdiğimiz anda yanımızda 3 tane genç belirdi. Biz valizlerimizle uğraşırken işte niçin geldiğimizi sordular. şeklinde anlatmaktadır. Belediye başkanı Terzi Fikri Fatsa da halk iktidarını kurduklarını belirtiyordu. Fatsa nın sosyalist iktidarın çekirdeği olduğunu iddia ediyordu. Fatsa ilçesi, sokaklarında rahatça dolaşılamayan, resmi dairelerinde Türk bayrağı asılmayan, camilerinde namaz kılınamayan, okullarında mini mini öğrencilerine dahi sol yumruklar havada enternasyonal marşı söyletilen, devlet gücüne karşı, barikatlarla çevrilmiş, hiçbir adli ve devlet organı faaliyet gösteremeyen, bütün meselelerini 11 Halk-direniş komiteleri tarafından çözülmeye çalışılan, milliyetçi vatandaşların mallarının istimlak edilerek göçe zorlandığı, gitmeyenlerin acımasızca öldürüldüğü bir yer haline geldi. Savcı nın değerlendirme bölümünde ise Fatsa ya ilişkin darbecilerden farklı bir mantığa sahip olunmadığı anlaşılıyor: Devlet içerisinde küçük bir devlet gibi örgütlenen Ordu nun Fatsa ilçesine, Genelkurmay Başkanı şüpheli Kenan Evren in emriyle müdahale edilmişti.o tarihte Sıkıyönetim ilan edilen iller arasında Ordu yoktu. Esasen her gün onlarca insanımızın terör olaylarından öldüğü bir ortamda, Başbakan, Hükümet ve diğer siyasi parti liderlerine doğrudan, Cumhurbaşkanına ise doğrudan olmasa bile dolaylı olarak müdahalede bulunabileceğine ilişkin uyarı mektubu verebilecek kadar kendisini güçlü gören askeri yönetimin, terör olaylarına müdahale ederek suçluları adli merciler önüne çıkarması, toplum ve siyasi iktidar tarafından ancak takdir edilebilirdi. Fatsa operasyonu bu yönüyle dikkate değerdir. İddianamede darbeden önce Ecevit başbakanlığındaki son dönem için ise TÜSİAD jargonu kullanılıyor. Ülkede petrol bulunamıyor, Irak parasını alamadığı için boru hattını kapatıyordu. Yakıtı olmayan çiftçi üretimi durdurmuş, ekinler biçilemiyordu. Kıtlık tehlikesi nedeniyle Ecevit hükümeti halkın gözünden düşmüştü. denilerek eleştirilen Ecevit iktidarının aynı kaygıları taşıyan TÜSİAD tarafından gazetelere verilen ilanlarla düşürüldüğünü burada bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Ecevit in tüm hatalı ekonomik ve siyasi adımlarını eleştirmekle onu daha piyasacı, neoliberal bir merkezden eleştirmenin araındaki farkı da burada beirtmek gerekiyor. Savcı nın bu tutumu iddianamede darbe sonrasında sivilleşme dönemi olarak adlandırılan ANAP iktidarından da övgü dolu sözlerle bütünlük taşıyor. Darbenin planlanmasının tamamıyla iç dinamiklere indirgenerek, tanıklıklar ve açık beyanlarla kanıtlanan ABD-NATO rolünün üstünün örtülmesi ise bir başka saptırma olarak tespit edilebilir. İddianamede darbe fikrinin; 12 Eylül öncesi askeri müdahale fikri 1979 yılının Temmuz ayı içerisinde ordunun üst kademesinde açık açık konuşulmaya başlandı. Bu tarihlerde şüpheli Kenan EVREN kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptı. şeklinde ortaya çıktığı söyleniyor ve uluslararası bağlantılar silikleştirilmeye çalışılıyor. Bu İddianame mi Darbeyle Hesaplaşacak? 12 Eylül de yaşanan askeri faşist darbeyi yalnızca pratik uygulamalara indirgemek, arkasındaki gerekçeleri, nedenleri görmezden gelmek anlamına gelir. ABD nin İkinci Dünya Savaşı ndan sonra uluslararası ölçekte geliştirdiği strateji sosyalist hareketlerin bastırılması ve bu eğilimin güçlendiği ülkelere açık ya da gizli müdahale edilmesine dayanmaktadır. Kapitalizmin dünya çapında örgütlendirilmesinin uzantısı olarak gelişen bu strateji Türkiye de 60 lardan itibaren gelişen devrimci-toplumsal mücadeleye karşı da devlet ve faşist güçlerin ortak hareket etmesi sonucunu doğurmuştur. 12 Eylül darbesinin arkasındaki bu tarihsel gerçek yargılanmaksızın ortaya çıkan göstermelik yargılamaların tiyatrodan öteye gitmesi mümkün değildir. MUHALEFET 17

18 Bizim Çocuklar ve Onların Çocukları Çağhan Kızıl İçinde nefes alıp verdiğimiz sistem, hem sosyolojik hem de politik olarak değişmez olmadığını her gün yeni dinamiklerle bize gösteriyor. Kapitalizmin hükümranlığının gittikçe arttığı, fakat bu imparatorluğun krizlerinin de derinlestiği zamanlarda yaşıyoruz. Kapitalizm eski tahakküm stratejilerinin yerine yenilerini ikame ederek kendini üretmeye çalışırken toplumları ve halkları daha fazla etkisi altına alıyor. Kavramların içeriği değişiyor, söylemlerin farklılıkları belirsizleşiyor ve bunlar özellikle neoliberalizmin ideolojik etkileriyle birleşince çeşitli yanıslamalar yaratıyor. Tüm bu nedenlerle, devrimci bir çizgi ve siyaseti yaratma iddiasında olanların günü okuma ve değerlendirme noktasında duruşlarını çok iyi belirlemeleri gerekiyor. Bu rafine politik duruş sınavlarından birisi de yakında önümüze çıkacak olan 12 Eylül generallerine açılması düşünülen dava. Yıllardır söyledik, ve yıllar bizi doğruladı: 12 Eylül darbesi, uluslarası sermayenin ve onun bürokratik aygıtlarının tüm dünya üzerinde gerçekleştirdiği askeri müdahalelere dayanan bütünlüklü bir değişim dalgasının Türkiye ayağıydı. Hem sermayenin yönelimine müdahale etmek hem de toplumsal muhalefet hareketlerini bastırmak için kurulan kanlı bir senaryo idi. Zira, 12 Eylül den hemen sonra 24 Ocak 1980 kararları ile dış yatırım kolaylaştırılmış, gümrük muafiyeti yasaları çıkartılmış, tarımda subvansiyonlar kaldırılmış, sosyal haklar kısılmıştı. Sendika ve dernek örgütlenmelerinin önü kapatılırken, cemaat ve islami sermayenin daha büyük bir güç olma yolundaki adımları desteklenmişti. 28 Şubat sürecini de siyasal islamın değişen neoliberal iktisadi yönelime ayak uyduramayan milli görüşün tasfiyesi ve yerine sermayenin çıkarlarına daha uygun ve Orta Doğu konusunda daha tavizkar bir kadronun getirilmesi düşünüldüğünde, aslında temel çıkarımlar şunlar olmuyor mu?: (1) Bizim sömürge tipi oligarşimizin darbelerle bir sorunu yok, asıl sorunları, iktidarlarına zeval getirecek herhangi bir tehlikeyi bertaraf etmek. Yoksa, militarizme falan aldırdıkları yok. Uludere de bunu görmedik mi? Kullandıkları yol da aslında basit: nasıl 1970 lerde yeşil kuşak islamcılar halkı komunizm tehdidi ni öne sürerek kışkırttılarsa, şimdi de o kadroların ahvali halkı darbe parayonasıyla uyutmayı başardı. Yetmez ama evet diyen zevatın da ideolojik destekçiliğinde (ki şimdilerde emeklilik planları yapıyorlardır herhalde; çünkü misyonlarını tamamladılar; ve hükümetin icraatleri her gün kendilerini haksız çıkartır nitelikte) geniş bir kitle desteği buldular. (2) Neoliberal iktidar, aslında nur topu gibi bir 12 Eylül çocuğu. Neden şimdi yargılamalara girişsin? Bu sorunun yanıtı şunlarda biri olabilir mi? A) Söyledikleriy- 18 MUHALEFET

19 le yaptıkları birbirini tutmayan hükümetin inandırıcılık oyunları, B) Yoğun olan gündemi değiştirme çabaları, C) Kapitalizmin içsel bir olgu olduğunun unutulması (yani dış mihrak iç mihrak ayrımına sarılmak), D) Hapisteki binlerce genç, gazeteci, yazar, siyasetçinin diyetini biraz ile ilgili bir roportajında kısa ama öz olarak şunu söyledi: 12 Eylül aslında tüm Türkiye ye yapılan bir ihanettir. 12 Eylül cüler, bu hainlikten yargılanmalılar. Evet, 12 Eylül ün emrini veren Evren Paşa ydı, ama harekattan sonra CIA nın Ankara şefi Paul Henze nin Washington u demokrasicilik oyunuyla kapatmaya çalışmak, E) Hepsi. Demokratikleşme ve özgürlük gibi kavramların içini boşaltarak eski rejime karşı bu kavramlar üzerinden bir toplumsal ittifak yaratan neoliberal burjuvazi ve yandaşlarının aslında değiştirdikleri yalnızca iktidarın sahipleridir. Bunun dışında toplumsal sömürü ve baskı düzeninde iyiye doğru değişen bir şey yoktur. Tüm dünyada neredeyse eş zamanlı yürütülen askeri darbelerle iktidara gelme taktiğini Türkiye de 12 Eylül ün karanlığından biliyoruz. 12 Eylül sadece bir fiziki darbe değil, aynı zamanda bir sistem değişikliğidir. Türkiye, kapitalizmin sömürüsüne ve talanına daha çok açıldığı, toplumun mistisizm ve cemaatlere teslim edildiği, eğitimin gericileştiği, ilişkilerin yozlaştığı, hukuk düzeninin yerini polis devletinin aldığı bir düzene 12 Eylül miladının hızlandırıcı etkisiyle girmiştir. Uzunca bir süredir darbecilerin yargılanması söylemi üzerinden gerçekleştirilen Ergenekon davası sürecinde de ordu ile uzlaşan egemenler, 12 Eylül e ve onun kurumlarının toplumun ilişki biçimlerindeki filli varlığına dokunmamaktadır. Bu ve birçok başka olgu da göstermektedir ki, 12 Eylül rejimi hala sürmektedir, sadece aktörler ve onların sosyolojik yapısı değişmiştir. Çünkü 12 Eylül evrensel bir emperyalist politikanın tüm işbirlikçilerinin uygulamalarından biriydi. Kapitalizm yine öldürüyor, sömürüyor, bencilleştiriyor ve ötekileştiriyor. Biz yine vuruluyoruz, katlediliyoruz, dışlanıyoruz. Evren i yargılayıp da 12 Eylül süresinde işkenceye bulaşmış olanları ve faili meçhullerin faillerini de samimi bir şekilde arayıp bulup yargılamazsanız, o zaman inandırıcılıktan da bahsedemezsiniz. Evren i yargılama davası bir show dan öteye de geçemez. Che, bir şeyi yapmak için, onu çok sevmelisiniz; bir şeyi sevmek için, ona delicesine inanmalısınız diyor ve ekliyor: devrimden başka hayat yoktur!. Bu devrimcilerin şiarıdır. 12 Eylül ün ardından geçen bunca yılda Türkiye yi ve darbeleri konuşmak, yaşamın yönünü konuşmak anlamındadır. Geçenlerde Oğuzhan Müftüoğlu, açılabilecek bir 12 Eylül davası arayıp Our boys in Ankara did it! (Ankara daki bizim çocuklar işi halletti) demesi başka söze mahal bırakmıyor. 12 Eylül elbette yargılansın, ama tüm derinliğiyle, tüm yönleriyle. Bunu yapabilecek olan bugünkü siyasi iktidar değildir. Bu ahvalde yaşanacaklar, magazin basınına malzeme bulmaktan çok da öteye geçmeyecektir. Şairin dediği gibi Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni / Tarihle anla beni / Ve öyle yargıla. Çünkü biz -bizim çocuklaryaşamı böyle anlıyoruz. * muhalefet.org MUHALEFET 19

20 12 Eylül ün Sürükleyicisi Burjuvazidir Korkut Boratav 12 Eylül denince ilk akla gelen baskıcı ve kanlı bilançosudur. Bu bilançonun arka planındaki sözde gerekçe ise, darbenin ülkeye huzur ve sükûn getirmek amacıyla yapıldığıdır. 12 Eylül sonucunda ülkeyi kökten değiştiren çok önemli anayasal, yasal, kurumsal değişimler oldu. Bu değişimlerin ardında yatan gerçek gerekçelere ışık tutmak açısından cuntanın lideri Kenan Evren in kamuoyuna TV ve radyolardan yayımlanan ilk konuşmasına bakmakta fayda var. Kenan Evren bu konuşmasında çözülmeyen sorunlardan, anarşi ve terör gibi gerekçelerin dışında bir de mealen söylüyorum-, sendikalardan şikayet etti ve bir garsonun Genelkurmay Başkanı ndan daha çok ücret almasından yakındı. Bu hazırlanan metinde olmayan, anın dürtüsü ile söylenmiş bir cümle, Kenan Evren in ideolojik koşullanmasını da ortaya koyuyor. Kendisi ile işçiler arasındaki çıkar çatışması algılıyor. İşçi sınıfı ile kendisi gibi kamu görevlileri arasında husumet ilişkileri olduğunu sanıyor Sorun bu algılamadan ibaret değil; bu algılamanın onun bilincine hangi mekanizmalarla, nasıl yerleştiği ve daha önemlisi 12 Eylül ün ana öğelerinden olan iktisadi ve sosyal politika uygulamalarını biçimlendiren ve bu dil sürçmesinde ortaya çıkan koşullanmanın arka planıdır. Ben biraz bunların üzerinde duracağım. Temel vurgumu da peşinen söyleyim; 12 Eylül rejimi önceki 20 yıl boyunca Türkiye toplumunun, emekçi sınıflarının farklı mekanizma ve süreçler içerisinde sağladığı edinimlerin, kalıcı bir biçimde tasfiyesini sağlamayı üstlendi ve böylece Türkiye burjuvazisinin programını uyguladı. 12 Eylül rejiminin ana sürükleyicilerinden biri olarak Türkiye burjuvazisini teşhis edince; bu sınıfın son yıllarda kamuoyuna sunduğu demokrasi sicilinin de kalıcı lekeler taşıdığını da böylece hatırlatmış olacağım. Türkiye de burjuvazinin sınıfsal egemenliğini pekiştirmeyi hedefleyen iki operasyondan söz etmek mümkündür. Bu iki büyük operasyonun dışında bir de 12 Mart ta tam olarak uygulanamayan bir girişim var. 12 Mart 1971 de de burjuvazi o dönemdeki darbecilere de belli bir iktisadi programı uygulattı; ancak dünya konjonktürü uygun olmadığından bu uygulama eksik kaldı. Özellikle sendikaları hedefleyen ve sosyalist/devrimci solun halk sınıfları nazarında edindiği mevzileri tasfiye etme doğrultusunda bir operasyon yapıldı. Ancak uluslar arası plana bakacak olursak o dönemde, dünyanın tüm coğrafyalarında solun yükselme konjonktürü yaşanıyordu. Böyle bir dönemde solu, emekçileri hedefleyen bir darbenin uygulamaları kalıcı olamazdı, olamadı da. Bu eksik kalan girişimi tamamlayan iki operasyon daha yapıldı. Bunlardan birisi 12 Eylül darbesi ile, diğeri de 20. yüzyılın son yılında, 1999 da, Türkiye ekonomisinin yönetimi; çok geniş gündemli bir yapısal uyum programı da içererek, on yıl boyunca, yani 2008 e kadar uluslararası finans kapitalin üst-kurumlarına, yani IMF ve Dünya Bankası na devredilerek gerçekleştirildi. Burjuvazinin coşkulu 20 MUHALEFET

21 desteği ve sivil hükümetlerle yürütülen bu son operasyon, halk sınıflarının tüm geçmiş kazanımlarını külliyen ve geri döndürülemez şekilde tasfiyesini hedefliyordu. Artık silahlı kuvvetlere ihtiyaç yoktu; onun yerine geçmiş solcu kimliği artık tarihe karışmış bir başbakanın hükümeti ile başlatılan dönüşüm burjuvazinin programına meşruiyet kazandırıyordu da herhangi bir gereksinim olmadığı halde IMF ile yapılan anlaşma bu operasyonun başlangıç noktasıdır emekçi sınıflarının popülist politikalara belli ölçülerde geri dönüşler sayesinde, önceki on yıldaki kaybettiklerini geri alma dönemi olarak geçti. Popülizm olgusuna karşı burjuvazi nefret kusar; çünkü bu politikalar halka bir şeylerin verilmesi anlamına geliyordur. Her ne kadar halka verilenler, kendileri açıkça vergilenerek gerçekleşmemektedir; ama yine de istenmez, zira bu tür bir sürecin er veya geç kendilerinin sırtına yüklenebileceğinden, ayrıca da halk sınıflarını fazlasıyla talepkâr yapabileceğinden ürkülür. İşte popülizm bir kere ve temelli tasfiye olacaktı ile başlatılan programın ana hedefi budur. Bu politikanın sloganı ise, ekonomi siyasetten (yani devlet müdahalelerinden) tamamen arındırılsın dır. Yani devlet ekonomiden elini tamamen çektiğinde yalnızca asli görevleri ile uğraşma imkânı bulacaktır. Asli görev kapsamı içine o zaman eğitim ve sağlık giriyordu; şimdi daha önceleri kamu hizmeti olarak dokunulmaz bir konumda olan bu alanlar da adım adım piyasalaşarak, özelleşerek gidiyor lerde Ekonomik ve Siyasal Durum Bugün solun halk sınıfları ile bağları ortadan kalkmış durumda lerdeki CHP ortanın solu sıfatını taşıyordu, toprak işleyenin, su kullananın ve düzen değişmeli sloganlarıyla ortaya çıkmıştı. Bugünkü CHP nin artık yapamayacağını düşündüğümüz bir şeyi o tarihteki CHP yapıyor, halk sınıfları içerisine nüfuz ediyor dan bu yana DP geleneğinin Türkiye siyasetine kabul ettirdiği halk benimdir, seçkinler CHP nin ayrımı yıkılmaya başlıyor. CHP, 1973 seçimlerinde birinci parti oluyor, 1977 seçimlerinde de yüzde 41.5 oyla yine birinci parti oluyor ve hemen ertesinde bütün büyük belediyeleri de alıyor. Şimdilerde Nişantaşı, Bodrum ve Çankaya partisi diye alay edilen CHP, o zamanlar halk sınıflarına ulaşabilmiş bir partiye dönüşüyordu. Elbette sosyalist değildi, kendi dışındaki solu dışlamak istemişti. Ecevit in en çok korktuğu da bizim dışımızda diye tanımladığı solun CHP içerisine sızmasıydı. Bu parti elbette sosyal demokrat bir parti de olamaz, çünkü tarihi uygun değil. CHP nin Marksizmle ilgisi yok, işçi sınıfı hareketi ile bütünleştiği bir dönem de yok. O yüzden Batıyla fazla benzeşme kurmayalım. Ama önemli olan şu; halk sınıflarının ekonomik ve sosyal özlemlerine, programı, seçim platformları ile de cevap vermeye çalıştı. 12 Mart döneminin son bulmasından itibaren Türkiye solunun kaderi o yıllarda Ecevit in partisi ile birlikte yürüyor. O dönemde doğru sınıfsal teşhisi Demirel koyuyor. İki kez Milli Cephe hükümetleri kuruyor, kurmadığı zaman da, açıkça anti-komünist bir cephe diye adlandırdığı bir ittifakın liderliğini üstleniyor. MHP ve ülkücülerle hiçbir zaman ittifakını bozmuyor, şiddet ve nümayişleri de kışkırtarak yalnızca sosyalist sola değil, aynı zamanda CHP ye karşı da mücadele yürütüyor. Yani CHP 73 ve 77 seçimlerini sokak kavgalarından da geçerek kazanıyor. Demirel yani bugünün yaşlı ve bilge tontonu, kaskatı faşist bir çizgi içerisindedir. Sağda gelişen iki akımın (MHP- MSP) kendi dışında güç kazanmasını istemiyor. Ama asıl hedefi, halk sınıflarını sürükleyebilecek potansiyeli göstermiş olan CHP dir ve tabii halk sınıfları içerisinde CHP nin dışında da gelişmekte, yeşermekte olan sosyalist/devrimci hareketler de ezilmelidir yıllarını çözümlemeden 12 Eylül rejiminin sınıfsal programını kavrayamayız seçimleri sonrasında MUHALEFET 21

22 12 Eylül rejimi önceki 20 yıl boyunca Türkiye toplumunun, emekçi sınıflarının farklı mekanizma ve süreçler içerisinde sağladığı edinimlerin, kalıcı bir biçimde tasfiyesini sağlamayı üstlendi ve böylece Türkiye burjuvazisinin programını uyguladı. 22 MUHALEFET Demirel kısa süreli bir koalisyon denemesi yapıyor, birkaç ay sonra çöküyor in başında Ecevit bağımsızlardan yaptığı transferlerle hükümet kuruyor. Bu dönemde ekonomi krizde petrol şokunu izleyen yıllarda, bu şokun etkilerini gidermeyi hedefleyen bir uyum gösterilememiştir. Özellikle MC dönemlerinde tam manasıyla çapaçul politikalar izlenmiştir de Türkiye nin ihracatı ithalatının sadece yüzde 30 unu karşılıyordu ve çok ağır bir döviz kıtlığı yaşanmaktaydı. CHP da bu koşullarda iktidara geliyor. Ecevit, kendi dışındaki sola duyduğu alerji bir yana, o dönem Türkiye de şiddet ortamının teşhisini doğru yapmış; sağ ve sol arasında paralel bir değerlendirme yapmamış, şiddetin kaynağının sağdan, faşist sivillerden ve derin devletten geldiğini doğru kavramıştır. Fakat bunu çözemiyor. Çözememesinin ana nedenlerinden birisi burjuvazi ile anlaşamaması. Burjuva o dönemde Ecevit i desteklese; hatta rahat bıraksa belki de Türkiye yi 12 Eylül belasına sürükleyen gerekçelerden biri ortadan kalkardı. Ancak, burjuvazinin Ecevit hükümetini kösteklemesinin ardında, sınıfsal tavır var. Türkiye emekçi sınıfları o dönemde önemli haklar elde etmiş durumda; sendikalar çok güçlü. Bazı Batı Avrupa ülkelerini aşan sendikalaşma oranları var. DİSK hızla güçleniyor, sendikalar içerisinde de sosyalist akımlar oldukça etkili durumda. Dolayısıyla sendikalar kriz ortamında dişe diş bir mücadele yürütüyorlar. Bölüşüm göstergeleri emekçi sınıflar lehine seyrediyor. Mesela çiftçinin eline geçen fiyatla ödediği fiyatlar arasındaki makas zirve noktasına 1978 de ulaşıyor, reel ücretler ölçüm biçiminize göre ya 77 de ya da 79 da zirve noktasına ulaşıyor. Ama daha da önemlisi sanayi sektöründe katma değerin içerisindeki ücret payı da 79 da zirve noktasına ulaşıyor. İşçi sınıfı ekonomik mevzilerini ilerletiyor. Yani kriz koşullarında uzlaşmaya gitmiyor, eski ücret taleplerini olduğu gibi sürdürüyor. Dolayısıyla burjuvazi çok rahatsız, ayrıca pek çok işyerinde kontrolünü de kaybetmiş durumda. Ve açık seçik bir şekilde güçlü devlet talebinde bulunuyor. Ecevit in ana çabası ise krizin yükünü, sermaye ve emek katmanları arasında mümkün mertebe dengeli biçimde paylaştırmak. Yani münhasıran burjuvaziye yüklenen, kamulaştırmalara, yaygın fiyat kontrollerine ve iş çevrelerini artan oranlarda vergilendirmelere dayalı bir program yapmıyor; ama krizin yüklerinin olduğu gibi emekçilerce yılılmasını da önlemeye çalışıyor. Zaten iktidara gelmeden önce de bu doğrultuda hazırlık yapmaya özen gösteriyor CHP. Böyle bir çabanın içinde devreye IMF giriyor. O dönemde önemli bir döviz kıtlığı ve bu nedenle büyük boyutlu dış kaynağa ihtiyaç var. Bu durum, 1999 daki IMF anlaşması ile paralellik göstermiyor. O yıllarda bir döviz kıtlığı yokken yapılan bir IMF anlaşması var, bu anlaşmanın hedefi doğrudan doğruya Türkiye deki sınıf ilişkilerini değiştirmektir de ise döviz kıtlığından kaynaklanan bir bunalım vardır. Mesela, benzin kuyrukları var. Dolayısıyla IMF nin ana sözleşmesinin de öngördüğü koşullar, bir standby anlaşmasını gündeme getirmektedir. Ecevit in temel çabasını şu ifadelerle özetleyebiliriz: Ben Türkiye ye aklı başında demokrasi getirme çabasındayım. Bu demokrasi bu krizin maliyetini emekçi sınıfların sırtına yükleyerek gelemez. Dolayısıyla, ey benim Batılı dostlarım, sosyal demokratlar: Lütfen bana sırt verin ki IMF ile kısmen benim koşullarımı dikkate alan bir biçimde anlaşayım. Yani bana önce para verin (versinler) rahatlayayım, kuyruklar

23 kesilsin, sonra da IMF nin istediğini yapayım... Bu talebe IMF cepheden karşı çıkıyor; Avrupalı sosyal demokratlar ise, önce IMF ile anlaş diye yanıt veriyorlar. Burjuvazi de kendi kemerinin sıkılmasına ilişkin her türlü politikaya kesin hayır dediği için Ecevit in bu çabalarının tökezlemesi için her şeyi yapıyor. Yurt dışında kampanyaya başlıyorlar; ekipler halinde Amerika ya giderek burada hükümetin mutlaka değişmesi gerektiğini ifade ediyorlar. O zamanın TÜSİAD ı, Hür Teşebbüs Konseyi diye kurulan aşırı sağ bir grup, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve tek tek iş adamları, Koç ailesi gibi burjuvazinin ağır topları, CHP nin devrilmesi için sistematik bir yıpratma ve devirme kampanyası yapıyorlar. Hükümetin zayıf halkaları olan bağımsız ve küçük partilerden gelen bakanlar üzerinde de etki yaparak hükümetten çekilmelerini sağlıyorlar ve hükümeti düşürülmesine katkı yapıyorlar. Ardından da 24 Ocak kararları gündeme geliyor. 24 Ocak Kararı, Darbe ve Sonrası Gelelim birkaç cümleyle 24 Ocak ın ve 1988 yılına kadar ekonomik programın mimarı olan Turgut Özal a. Bu zatın kariyerinde, DPT müsteşarlığı var, Sabancı nın genel koordinatörlüğünü yapıyor, kısa süre Dünya Bankası na gidiyor. Ecevit hükümeti döneminde de son olarak MESS in (Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası) genel koordinatörü. MESS de o dönemde işçi hareketine karşı en katı mücadele yürüten iş veren örgütüdür. Dolayısıyla Özal, işveren çevreleri tarafından seviliyor ve sayılıyor. Demirel de Özal ı hızla DPT müsteşarlığına getiriyor ve işveren çevrelerinde rahatlama oluyor. Özal ın o döneme ilişkin bir muhtırası var, öngörülen ekonomik programın emeğin kontrolü sağlanmadan başarıya ulaşamayacağını ifade ediyor. 24 Ocak kararları liberalleşmenin ilk adımıdır, bu politikalarla fiyat kontrolleri kaldırılıyor, dolayısıyla fiyatlar yükseliyor, bunu ücretler takip edemediğinden hızlı bir ücret aşınması oluyor. Böyle bir gelişme karşısında o dönemde güçlü olan sendikalar tepki göstererek kayıplarını telafi etmek için mücadeleye girişecektir, Özal ın uyarısı da gerçekleşecek bu mücadelenin programın uygulanabilirliğini önleyeceğidir. Özal ın muhtırası açık ve seçik ücretler üzerinde, yani emeğin üzerinde disiplin kurulmadan, bu politikaları hedefine ulaştırmanın mümkün olmayacağı yönündedir. Emeğin üzerinde disiplin kurmanın yöntemi de o günkü siyasi rejim içerisinde gündemde değildir. Özal, bu görüşlerini askerlere de brifinglerle aktarıyor. Yani ortada bir askeri müdahale olmadığı halde Özal, askerleri neoliberal politikaların nimetleri ve tabii emekçilerin hizaya getirilme zarureti üzerinde endoktrine ediyor yıllarında Demirel ve Türkeş in hükümetten sistematik talepleri sıkıyönetim ilan etmesidir. Sıkıyönetim ilan edilmesini istiyorlar çünkü sıkıyönetimin esas olarak solu bastıracağını biliyorlar. Derin devletle kendilerinin arasındaki en azından bazı kanalları arasındaki yakın ilişkiyi de gösteriyor. Ecevit bu dönemde sıkıyönetim ilan edilmesine direniyor, ta ki Kahramanmaraş olaylarına kadar. Artık silahlı kuvvetlere ihtiyaç yoktu; onun yerine geçmiş solcu kimliği artık tarihe karışmış bir başbakanın hükümeti ile başlatılan dönüşüm burjuvazinin programına meşruiyet kazandırıyordu. 12 Eylül Sonrası Ekonomi ve Siyaset 12 Eylül rejimi sermayenin ekonomik programını pervasızca, adeta küstahça uygulamıştır. Tüm demokratik kitle örgütleri kapatılmış veya hareketsiz bırakılmış, DİSK kapatılmış, yöneticileri yargılanmış, Türk-İş sembolik hale getirilmiştir. Toplu MUHALEFET 23

24 sözleşme düzeni askıya alınmış, grevler yasaklanmıştır. Ücret belirlenmesi geçmiş enflasyonla değil öngörülen enflasyona göre ücret artışları sağlanmış dolayısıyla reel ücretlerde hızlı aşınma gerçekleşmiştir. Aynı tarihlerde Vehbi Koç cuntaya bir mektup gönderiyor, Özal bizim konularımızı en iyi bilen adamdır, onu harcamayınız diyor. Aynı şekilde Amerika nın da Özal ı, güvenilir bir kişidir diye değerlendirdiğini; ayrıca Özal cuntayla hükümete girme koşulları üzerinde pazarlık ederken, Amerikan büyük elçiliğini müzakerelerden haberdar ettiğini de biliyoruz. Bu çerçeve içerisinde önce askeri rejim altında sonra ANAP iktidarı altında emeğin önceki dönemlerdeki kazanımları kurumsal, yasal tasfiyeye uğramış; emekçilere ait bölüşüm göstergeleri de ciddi boyutlarda aşınmıştır. Anayasanın ekonomik ve sosyal bahislerinin hazırlanmasına doğrudan doğruya işveren çevreleri katkı yapıyor, Odalar Birliği ve TİSK doğrudan hazırlıkta yer alıyor. TİSK başkanı Halit Narin in, geçmiş yirmi yıl boyunca biz ağladık şimdi ağlama sırası işçilerdedir dediğini biliyoruz. Sadece ücret belirlenmesinde değil aynı zamanda çalışma hayatına ilişkin tüm mevzuatın düzenlenmesinde de işverenlerin aktif rol aldığını biliyoruz yıllarının ortalamasını alıyorum ve 1988 le karşılaştırıyorum: Reel ücretler eğer toptan eşyayı kullanırsanız; 100 den 71 e iniyor, yani yüzde 29 aşınıyor. Eğer tüketici fiyatları olarak ölçerseniz 100 den 67 e iniyor, yani üçte bir oranında aşınıyor. Ekonominin bir yıl dışında her yıl büyüdüğü bir dönemde reel ücretler düşmektedir. Bunun sonunda ücretlerin sanayi sektörünün katma değeri içindeki payı çarpıcı boyutlarda düşüyor: Ücretlerin payının ortalaması %37 dir e gelince ücretlerin sanayi katma değeri içindeki payı %15.4 e düşüyor, yani yarıdan daha fazla düşüyor. Köylülük için baktığımızda 1970 lı yılların sonları ile 1988 arasında çiftçinin ödediği ile eline geçen fiyatlar arasındaki makas çiftçinin aleyhine %39 oranında düşüyor. Bu büyük buhran yıllarında dahi görülmemiş bir aşınmadır ve uluslar arası fiyatlardaki değişmelerle de açıklanamaz. Çiftçiyi destekleme politikalarının da giderek kısılmasıyla bağlantılıdır. Peki aksi olabilir miydi? 1960 ı izleyen yirmi yıllık dönem Türkiye Cumhuriyeti nin ekonomik ve sosyal tarihinin altın çağı olmasına rağmen, Batı Avrupa dan biraz farklıdır. Batı Avrupa da işçi sınıfları, partileri aracılığı ile iktidara ortaktır veya rakiptir. Kriz koşullarında emekçi sınıflar ne kadar gerileyeceklerini burjuvazinin de ne kadar fedakarlık edeceğini pazarlık yoluyla çözerler. Bu toplumsal anlaşma süreci, son yılda aşınmış olsa da, Altın Çağ boyunca böyleydi. Türkiye de ise popülizm dediğimiz bir düzenleme var. Emekçi sınıflar büyük düzen partilerine karşı siyasete ortak veya rakip olmuyorlar; ama bunun karşılığında emekçiler aynı partiler tarafından belli biçimlerde, boyutlarda gözetiliyor. Yani seçim sath-ı mahaline gidildiğinde ya da onu izleyen yıllarda emekçi sınıfların sayısal çokluğu bölüşüm politikalarına da izlerini vurmuş durumda. Ama sınıfsal pozisyonunu siyasete açıkça taşıyarak pazarlığın bir parçası olmuyor. Adeta kendilerine denmiş ki, siyasete girme; ben sana veririm. Sonunda büyümeni nimetleri paylaşılıyor ama bu siyasete taşınan sınıfsal bir pazarlık ile gerçekleşmiyor. Türkiye emekçi sınıf partileri içeren birçok partili rejime geçme fırsatını da kaçırdı. Sosyalizmi olmayan çok partili rejime girerek de bu yöndeki 24 MUHALEFET

25 süreçler, 12 Mart darbesiyle ertelendi da bir anlamda Avrupa sosyal demokratların rolünü üstlenir görünen CHP ile bu açmazın aşılma şansı doğdu. Tabii bu adım atılabilseydi, Türkiye de de siyasetle sosyal sınıflar arasındaki bağlantılar Avrupa gibi olacaktı. Emekçilere farklı biçimlerde uzanan veya sermaye ile göbek bağları farklı sıkılık ilişkilerinde olan bir sol yelpaze olabilirdi. Teorik olarak bu dönüşüm mümkün görünse de Türkiye burjuvazisi bu olgunluğu gösterecek durumda değildi. Dünya da 1971 in aksine buna uygun değildi, çünkü 1979 yılı Thatcher, 1980 yılı da Reagan ın Batı toplumunda egemen sınıfların, emekçi sınıflarla farklı bir platformda hesaplama çizgisini gündeme getirdikleri bir dönemeç oluşturuyordu. Avrupa sosyal demokratları da bu rüzgara ayak uydurmaya; ona göre davranmaya başlamışlardı. O nedenle Ecevit in isteklerini karşılama seçeneğini dikkate almadılar. Olayın sonucu şudur: Bugünlerde 1973 ile 1979 arasındaki türde ve emekçi sınıflarla bağlar kurmayı başarmış bir orta sol büyük parti olmaması Türkiye nin sosyalist solu için de büyük bir handikaptır. Bu yıllarda CHP ile sosyalist solun kaderi, aralarındaki bütün uyuşmazlık ve gerilimlere, çelişki ve çatışmalara rağmen birlikte seyretmiştir. Yani nesnel olarak aynı geminin yolcularıydılar ve sonunda aynı felaketle karşılaştılar. Egemen sınıflar o doğrultuda bir partileşmenin bir daha oluşmaması için; yani emekçilerin siyasete doğrudan ağırlıklarını koyamaları için azami gayret sarf ettiler. Bu çerçevede, halk sınıfları ile bağ kurabilmiş bir orta sol partinin tekrar oluşmaması da onların temel sorunlarından biri oldu daima ile 1993 arasında yeniden patlak veren sınıf mücadelesi, bu doğrultuda bir açılımın mümkün olup olmayacağını son defa gündeme getirdi. SHP 1989 da -yani 12 Eylül ün karanlığından çıkarken- bütün büyük şehirlerde belediyeleri alıverdi. O tarihlerde SHP nin karşı karşıya kaldığı temel sorular şunlardı: Sola açılacak mısın, halk sınıfları ile göbek bağı kuracak mısın; on yıllık neoliberal dönüşümlere karşı patlak veren halk muhalefetinin belli ölçülerde sözcüsü olacak mısın? SHP, neo-liberalizme karşı sınıf platformunda mücadele etmekten ürktü, tereddüt etti. 12 Eylül ün baskısı ve şoku altında ezilmiş, yıkılmış olan sosyalist solun tek başına bu işlevi üstlenecek gücü yoktu. Halk sınıflarının sözcülüğünü başkaları alacaktı ve bu boşluğu siyasi İslam doldurdu. Sonuçta hiçbir sosyalistin rahatlıkla sineye çekemeyeceğini bir durumla karşı karşıyayız. Halk sınıfları dinci referansı esas olan bir siyasi hareketin kontrolü altına girmiş durumda. Bu siyasi hareket, aynı zamanda Türkiye burjuvazisinin gözdesidir, beynelmilel sermayenin programını da sadakatle uygulamaktadır. * TAKSAV Söyleşi Özeti 12 Eylül ve Emperyalizm MUHALEFET 25

26 Darbeden Bugüne Türkiye Ekonomisinin Dönüşümü Mustafa Durmuş 26 MUHALEFET 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 32 yıl geçti. Toplumun azımsanmayacak bir bölümüne göre bu darbe tarihte kaldı. Çünkü tarih denilince geçmiş kastedilir, bu nedenle de 12 Eylül darbesi ve ardından yaşanan askeri diktatörlüğün Türkiye nin geçmişinde yer aldığı düşünülür. Oysa bugün hala etkileri yoğun bir biçimde süren bir şey tarih değildir, aslında geçmiş de sayılamaz. 12 Eylül rejimi, anayasası, HSYK ve YÖK gibi kurumları, devam eden olan neoliberal politikaları, insanlar üzerinde yarattığı korku, baskı ve yılgınlık, siyasetten uzak durma, muhafazakârlaşma, dine dönüş, milliyetçilik ve şovenizm ile hala devam ediyor. Darbenin Ekonomi Politik Arka Planı Tarihsel olaylar ve olgular genelde iki biçimdeaçıklanırlar. İlkinde öznelidealizm e başvurularak örneğin savaşların kötü adamlar ın, iyi şeylerin ise iyi adamlar ın eseri olduğu ileri sürülür. Bu bağlamda 2. Dünya Savaşı nı tutkularının esiri olan Hitler çıkartmıştır. Keza bugün Türkiye nin Suriye ile savaşın eşiğine gelmiş olmasının nedeni Erdoğan ın Yeni Osmanlıcı ruh halidir. Tarihsel olaylarda bireysel tutum ve davranışların ve bazen de tesadüflerin rolü olsa da, bunlar aslında derinde yatan zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır. Bu bağlamda 12 Eylül askeri darbesini, örneğin Kenan Evren ve diğer cuntacı askerlerin darbe meraklarına ya da sağ-sol çatışmasına indirgemek sadece görüntülerle uğraşmak demektir. Aslında bunlar sadece darbecilerin arkasındaki sermaye çevrelerinin darbeler üreten bir sistemi ya da darbecilerin darbeyi meşru gösterebilmek için kullandıkları olaylardır. Tarihe ikinci bakış tarihsel maddeci bakıştır. Bu bakış olayları ve olguları, içinde yer aldıkları sistemin, üretim tarzının iç çatışmaları, dinamikleri ve sınıf mücadeleleri ile açıklar. Bu çerçevede azgelişmiş ülkelerdeki kapitalist gelişim çizgisine denk düşen her aşama özgün bir sermaye birikimi süreci, tarzı ya da stratejisiyle belirlenir. Sermaye birikim süreci ise sınıfsal yapılanmalar ve o ülkenin emperyalizm ile bütünleşme biçimince şekillenir. Her aşamaya ait bir gelişme stratejisi söz konusudur ve bu aşamalar genelde iktisadi bir kriz ve ardından gelen bir politik krizle sonlanırlar. İşte genelde askeri müdahaleler bu aşamalar arasındaki bu kriz ya da geçiş dönemlerine rastlarlar. Bu perspektiften bakıldığında darbe öncesinde, 1970 li yılların başından itibaren gelişmiş metropol ekonomilerin bir aşırı birikim krizine girdiği, kâr oranlarının hızla düşmeye başladığı, iktisadi büyüme oranlarının % 1 e kadar gerilediği ve işsizliğin % 6-7 lere kadar yükseldiğigörülür. İlave olarak bu dönemde Altın Para Sistemi çökmüş, stagflasyon ortaya çıkmış ve tüm bunların sonucunda sermaye birikim süreçleri tıkanmıştır. Paralel bir biçimde Türkiye ekonomisi, 1962 yılından beri uygulanmakta olan ithal ikameci birikim modelinin tıkanması nedeniyle, krize girmiş, döviz darboğazı baş göstermiş, dış borçlar hızla artarken, enflasyon tarihinde ilk kez % 100 e çıkmıştır. Bu gelişmeler toplumsal muhalefeti yükseltmiş, grevler, direniş ve sokak gösterileri, miting ve boykotlar hızla

27 artarken sosyalist hareket hızla işçi sınıfı hareketiyle buluşmaya başlamış ve örneğin 1977 deki kanlı 1 Mayıs ta, üstelik resmi olarak bayram olarak kutlanmasına izin verilmemesine rağmen, 500 bini aşkın işçi, memur, öğrenci Taksim meydanını doldurabilmiştir. Egemen sınıfların böyle bir buluşma ve devrimci yükselişe karşı cevabı sıkıyönetim uygulamaları ve kontrgerilla destekli sivil milislerin saldırıları biçiminde olmuş ancak tüm bunlar devrimci yükselişi durdurmaya yetmemiştir. Diğer yandan 1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi sonucunda ABD emperyalizminin Orta Doğu da çok güçlü bir müttefikini yitirmesi ve 1980 yılında Sovyetler Birliği nin Afganistan ı işgal etmesi nedeniyle bu bölgede taşların ABD aleyhine yerinden oynaması Türkiye yi jeo politik açısından son derece önemli ve feda edilemez bir konuma getirmiştir. İçerde egemen sınıflar ittifakının yönetemez duruma geldiğinin en önemli göstergesi ise muhalefet partilerinin kendi aralarında anlaşarak cumhurbaşkanını seçememeleri olmuş ve giderek yükselen devrimci kalkışma ile birlikte bu yönetememe durumu egemen sınıfları son derece rahatsız etmiştir. İktisadi tıkanma ABD ve Büyük Britanya da sırasıyla Reagan ve Thatcher in işbaşına getirilerek neoliberal bir ajanda uygulamaya başlamasıyla açılmıştır.türkiye de ise 1 Ocak 1980 yılından itibaren, bir sermaye örgütü olan MESS in temsilcisi Turgut Özal ın başbakanlık müsteşarlığına atanarak IMF, DB ve OECD destekli neoliberal istikrar ve yapısal uyum politikalarını tasarlayıp uygulaması ve bundan dokuz ay sonra da emekçilerin bu programa olan direnişini tamamen kırmayı da amaçlayan 12 Eylül askeri darbesinin yapılmasıyla açılabilmiştir. 12 Eylül darbesi döneminin dünyadaki tek örneği değildir arasında Arjantin, Bolivya, Brezilya, Filipinler ve G. Kore de benzer askeri darbeler gerçekleştirilmiştir. Kısaca Türkiye de 1980 yılında eski sermaye birikimi rejiminden yenisine geçiş iktisadi ve ardından gelen bir politik krizle sağlanmış ve üst yapıda devlet bu yeni sürece uyumlu bir biçimde askeri bir darbe ile askeri bir diktatörlüğe dönüştürülmüştür. Sonrasında kaybeden Türkiye halkları ve emekçileri, işçileri, köylüleri, gençleri olurken kazanan emperyalizm ve emperyalizm ile yeni bir bütünleşme içine giren büyük burjuvazi olmuştur. Bugünkü (ve gelecekteki) Türkiye yi iyi çözümleyebilmek için bu süre boyunca dünya ve Türkiye de hem iktisadi alt yapıda hem de politik ve ideolojik üst yapıda ne tür bir dönüşüm yaşandığını iyi anlamak gerekir dönemi ABD de Altın Çağ, Avrupa da Sosyal Devlet ya da Sosyal Demokrasi ve azgelişmiş dünyada Ulusal Kalkınma dönemi olarak adlandırılır lerin başlarından itibaren bu dönem sona ermiş ve yerini Geç Kapitalizm ya da daha yaygın bir kullanımla Neo liberalizm almıştır. Bu dönemin temel özelliği küreselleşme ve finansallaşmanın hızlanması ve baskın hale gelmesi, tekellerin (ya da oligopollerin) hayatın her alanında yaygınlaşması ve devletin ekonomiye müdahale alanının daraltılarak, uluslararası piyasaların ve bunların aktörleri dev sermaye şirketlerinin tam hegemonyasının tesis edilmesidir. Bu dönemde ayrıca kapitalist krizlerin kısa dönemli iş döngüleri olmaktan ziyade çok uzun yıllar süren uzatılmış durgunluklara (stagnasyon) ve büyük resesyonlara dönüşmesi ve bunların da üst yapıda burjuva demokratik devletlerden vazgeçilerek finansal oligarşik yapılara yönelimi gibi eğilimler söz konusudur. Küreselleşme ve finansallaşmanın ulaştığı boyutlar çok çarpıcıdır. Bir yılda tüm dünyadaki reel mal üretiminin toplam değeri ortalama trilyon $ iken, temel aktörleri ticari bankalar, yatırım fonları, sigorta ve özel emeklilik şirketleri olan finans piyasalarındaki yıllık toplam işlem hacmi bunun 63 katı yani 3,450 trilyon $ dır. Bu MUHALEFET 27

28 gerçek, dünyanın en büyük ekonomilerinin ve en güçlü hükümetlerinin dahi finans kapitalin saldırılarına karşı durmalarının ne denli zor olduğunu ortaya koymaktadır. Küresel düzeyde sermaye ağının nasıl oluştuğu finans kapitalin kontrol gücünü sergilemektedir. Buna göre dünyada 2007 yılı itibariyle 43,060 çok uluslu şirketten oluşan bir sermaye ağı var. Bu ağ küresel kapitalist ekonomik gücün kaynağını oluşturuyor. Bu ağın % 40 ı tek başına rakiplik ve işbirliği diyalektiği biçimindedir. Özellikle de fiyat rekabeti çok tehlikeli bir şey olarak düşünüldüğünden genelde bundan sakınılır. Bunun yerine firmalar büyük ölçüde düşük işgücü maliyetli durumlara, kaynak rekabetine ve ürün farklılaşmasına yönelirler. var:(i)burjuva demokrasileri giderek geçerliliğini yitirmekte, iktidar ve muhalefet partileri arasındaki fark giderek kaybolmaktadır. ii) Uzun dönemde emperyalistler arası savaş tezi geçerliliğini korusa da, kısa vadede ABD, AB ve Japonya üçlüsünden oluşan bir kolektif emperyalist işbirliği mevcuttur. Libya işgali ve gündemdeki Suriye müdahalesi bunun somut örnekleridir. (iii)triad ın emperyalist bloku azgelişmiş ülkelerdeki gerici hegemonik bloklar ile stratejik ittifakını sağlamış durumdadır. 28 MUHALEFET 147 şirket tarafından kontrol ediliyor. Özellikle en tepedeki 50 şirketten biri hariç kalan tamamı finans şirketlerinden oluşuyor. Küresel reel piyasalarda da benzer bir oligopolleşme eğilimi söz konusudur. Yani dünya üretimi ve ticareti az sayıda çok uluslu şirket tarafından doğrudan ve dolaylı yollarla kontrol edilmektedir. UNCTAD ın 2010 World Investment raporuna göre dünyanın en büyük 100 çok uluslu şirketi ABD, AB ve Japonya dayerleşiktir (Triad). Bu şirketlerin aralarındaki ilişki klasik anlamdaki rekabetten farklı olup daha ziyade bir Uluslararası tekelci sermayenin iktisadi gücünün yoğunlaşması ve kontrol gücünün artması aynı zamanda dolaylı bir biçimde,taşeronluk ve yönetim sözleşmeleri, anahtar teslimi anlaşmalar, franchising, lisanslama ve ürün paylaşımı gibi uluslararası stratejik ittifaklarla da sağlanmaktadır. Örneğin Star Alliance gibi mega işbirlikleri THY dahil otuza yakın ülke hava yollarını bünyesinde toplamıştır. Bu verilerden hareketle günümüz kapitalizmininen çarpıcı özelliğinden birinin küresel düzeyde tekelleşme (ya da oligopolleşme)olduğu, bunun giderek genel bir eğilim halini almakta olduğu ve dünyada bu yapıdan özerk hiçbir ekonomik faaliyetten söz etmenin mümkün olamayacağı ileri sürülebilir. Bu eğilimin çok önemli politik sonuçları Böylece azgelişmiş ülkelerdeki gerici hegemonik blokları da içine alan bir küresel gerici hegemonyadan söz etmek mümkündür. Büyük Orta Doğu Projesi nde (BOP) Türkiye ve ABD nin ittifakı ve eş başkanlıkları bunun en somut ifadesidir. (iv) Mevcut iktisadi kriz sadece bir kriz olmaktan öte özellikler göstererek, sistemin kendi kendini yeniden üretmekte zorlanmasından dolayı, içe doğru patlamalar yaşamaktadır (Bolivya, Venezüella ve Ekvator). İkinci önemli gelişim iktisadi alt yapıdaki dönüşümünüst yapıda yarattığı yansımalardır. Bunun en belirgin

29 örneğiegemen burjuva ideolojisindeki dönüşümdür (neo liberalizm).bu, günün koşullarına göre geliştirilmiş burjuva ideolojisinin din ve muhafazakârlık gibi en temel kurumlarla yaptığı işbirliği sonucunda, adeta yeni bir din gibi hiçbir şeklide tartışılamayan, kesin biat edilen bir ideolojiye dönüşmesi geniş yığınların hayatı üzerinde çok ciddi etkiler yaratmıştır. Neoliberalizmi anlayabilmek için 1970 lerdeki burjuva ideolojisindeki bir kırılmayı ve yargıçlardan, iş adamlarından, gazetecilerden, hukukçulardan, tarihçilerden, felsefecilerden ve din bilimcilerden oluşmaktaydı. Buna karşılık bu toplantılarda formüle edilen fikirler kolaylıkla bağlantıları aracılığıyla tüm dünyaya yayılabilmiştir. Bu da onu entellektüel düzeyde çok önemli bir güç haline getirmiştir. Yaygın inancın aksine neoliberalizm devletin rolünün bırakınız yapsınlar ın gece bekçiliğine indirilmesini benimsemez. Tam tersine devlet bunun sonuçlarını iyi anlamak gerekir lerde emek ve sermaye arasında bir tür ateşkesi içeren ve verimlilik, ücret ve kâr artışları biçiminde yürüyen Fordist yapılanmadan post Fordist yapılanmaya (Taylorist ya da yalın üretim), eş anlı olarak da Keynesyen teoriden vazgeçilip devletin ekonomiye olan müdahalesini azaltan post Keynesyen görüşlere ve yaklaşımlara geçildi. Bu gelişme, aslında, 1970 lerde had safhaya ulaşan sermaye birikim modeli ve krizinin kaçınılmaz sonucuydu ve neoliberalizm buna bir yanıt olarak ortaya çıkmıştı. Ancak neoliberalizm sanıldığı gibi son yıllık bir ideoloji değildir. Kökü Büyük Bunalım (1929) yıllarına kadar uzanır. İlk olarak 1930 larda bir grup Fransız neo liberal tarafından Colloque Walter Lippmann adlı bir konferansta tasarlandı. Hayek ve Ludwig von Mises in de katıldığı bu konferansta Büyük Depresyon u ve sosyalizmi önleme konusunda yetersizliği iyice açığa çıkan klasik liberalizm kıyasıya eleştirildi. Neoliberaller sosyal değişimi yönlendirecek çözüm arayışlarına giriştiler. Yani inisiyatifi ele geçirmek istediler. Bu nedenle neo liberalizm sadece sosyalizmi önlemek anlamında gerici değil, aynı zamanda sosyal değişime yön vermek anlamında (içinde ilerici unsurları barındırması bağlamında) stratejik bir işleve sahiptir. Dolayısıyla neoliberalizm sadece politik bir hareket olarak değil, aynı zamanda entelektüel bir oluşum olarak da ele alınmalıdır. Zira neo liberallerin toplantıları ve katılımcıları tek bir perspektife indirgenemeyecek çeşitlilikteydi üyesinin çok az bi kısmı aslında iktisatçıydı. Çoğunluğu hemen her kıtadan ve metropol ekonomilerden gelmiş olan akademisyenlerden, piyasaların işleyebilmesinin koşullarını yaratmalıdır. Sermaye lehine ve sistemi kurtarmak için aktif devlet müdahalesi her zaman savunulmuştur. Ancak aynı zamanda da piyasala bir fetiş haline getirilip, piyasaların ve aktörlerinin mutlak hegemonyası hem ideolojik olarak hem de pratikte pekiştirilmiştir. Neoliberalizm aşırı birikim sonucu ortaya çıkan kapitalist krize ve yükselen işçi sınıfı mücadelesine karşı sistemin sarıldığı bir çözüm gibi görünse de aşırı birikim sorununu (sistemik bir sorun olduğundan) çözemedi ama sınıflararası güç ilişkisini MUHALEFET 29

30 30 MUHALEFET çok küçük bir azınlıktan yana pekiştirdi. Bu nedenle de neoliberalizm David Harvey in dediği gibi sermaye birikimi ile ilgili olduğu kadar bir sınıf projesidir. Öyleki küresel çapta politik ekonomiyi egemen sınıf ve ulusların emrine sokarak şekillendiren bir ideolojidir. Zira dünya çapında emekçilere yönelik topyekün bir saldırıyı örgütlemiş ve dünyayı yeni baştan yapılandırmıştır. Harvey e göre neoliberalizmin dört ayağı mevcut: (i) Kamusal mal ve hizmetlerin metalaştırılması ve kamunun küçültülmesi. (ii) Her türlü metayı bir spekülasyon aracına dönüştüren bir hızlı finansallaşma. (iii) Her türlü doğal, sosyal ve reel felaketin ve krizin kapitalist sınıf için ve onun tarafından manipülasyonu. (iv) Servetin üst sınıflar lehine ve bölüştürülmesinde devletin açık ve pervasız bir biçimde bir araç olarak kullanılması. Nitekim neoliberalizm ile birlikte geleneksel sermaye birikimi yöntemlerine ilave olarak, sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmetlere ve doğal kaynaklara el koyma biçiminde çağdaş bir ilkel birikim modeli de yoğun bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye ekonomisinin bu süreçte dönüştürülmesi ve büyük şirketler ve sermayenin hegemonyasının tam tesisi şöyle bir kronoloji izlemiştir: 24 Ocak 1980 Kararları; Haziran 1980 de faiz oranlarının serbest bırakılması; 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi; 1982 anayasası ile HSYK, YÖK benzeri kurumların oluşturulması; 1982 den itibaren Sermaye Piyasası Kurulu ve İMKB nin kurularak uluslararası finans piyasalarıyla bütünleşmenin adımlarının atılması; 1984 yılından itibaren vergilemeden giderek vazgeçilerek kamu finansmanının asıl olarak iç ve dış borçlanmayla karşılanması; 1986 yılından itibaren hız kazanan özelleştirmeler ile halka ait her şeye yerli ve yabancı sermaye tarafından el konulması; 1989 yılında döviz giriş ve çıkışının serbest bırakılarak küresel piyasalara entegrasyonun sağlanması yılında Ecevit başbakanlığındaki Koalisyon Hükümeti ne dışarıdan bakan olarak atanmış olan K. Derviş in uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda hazırlamış olduğu Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ekonomik dönüşümün belki de en önemli yapı taşıdır. Zira sonrasında iktidar olan yeni liberal-yeni muhazakar AKP Hükümeti bu programı hiç sorgulamak gereği duymamış, uluslararası sermayenin taleplerini aynen yerine getirmiş, buna sadece yoksullara yardım programı biçimindeki muhafazakar soslu yeni popülist bir uygulamayı ilave etmiştir. Son 10 yıldır uygulanan ve ortalama % 6 civarında bir büyüme sağlayan, ithalata, cari açığa, sıcak para ve borçlanmaya dayalı olan ve bu kaynaklarla inşaat-konut, bankacılık ve tüketim sektörlerinde şişirilen balonlarla yürüyen bu birikim modelinin sonuna gelinmiş gibi gözükmektedir verileri bunun işaret ediyor. Avrupa pazarındaki kriz nedeniyle ciddi daralma ve Orta Doğu pazarının saldırgan politikalar nedeniyle kaybedilmesi dışa dayalı büyümeyi zora sokarken; içerde düşük ücret politikası, kitlesel işsizlik ve bireysel tüketici kredilerinin artık sürdürülemez boyutlara ulaşması nedeniyle dar alan iç Pazar yüzünden içe dönük büyümenin de sağlanması zor gözüküyor. Geriye iki yol kalıyor: Emek gücünün verimliliğini artırarak, yani daha mevcut emeğin fazla sömürüsüyle büyümeyi sağlamak. Bunun için geleceğe de dönük, itiraz etmeyen nesiller yetiştirmek gerekiyor , Ulusal İstihdam Stratejisi, Çıraklık Kanunu vb. Düzenlemeleri bu açıdan da değerlendirmek gerekir. İkinci yol iktidarın denemekte ısrarlı olduğu iç ve dış savaşın körüklenmesidir. İçerdeki savaş ekonomik sorunları perdelemeye ve milliyetçiliği ve şovenizmi körükleyerek iktidarda kalmaya yardımcı olurken, komşu bir ülkenin işgali yeni kaynaklar ve pazarlar getirebilecek, ayrıca uygulamaya konulacak olan bir savaş ekonomisiyle ekonomide canlılık sağlanabilecektir. Ancak evdeki pazar her zaman çarşıya uymuyor. Son aylarda içerde ve dışarda yaşananlar bunu gösteriyor.

31 Darbe Olmasa, Patronların İstediği Düzen Uygulanamazdı Ebru Deniz Ozan Ebru Deniz Ozan ın yazdığı ve Metis ten çıkan Gülme Sırası Bizde adlı eser, darbelerin sadece ordu içine yuvalanmış bazı kötü niyetli generallerin ve derin devlet in örtülü faaliyetleriyle açıklanmaya çalışıldığı, tarihsel analizlerin merkezine sık sık ceberrut devlet geleneği kavramının yerleştirildiği bir dönemde son derece uyarıcı bir çalışma olmuş. Ebru Deniz Ozan ile 12 Eylül öncesini konuştuk. 12 Eylül öncesinde ülkedeki sermaye sınıfı içerisinde siyasi tercih farklılıkları var mıydı? Örneğin Anadolu sermayesi ile TÜSİAD sermayesi arasında Birisi diğerine göre daha demokrat, diğeri darbeci diyebilir miyiz? Farklılık, daha çok hangi sermaye birikim stratejisinin benimseneceği konusunda. Varolan ithal ikameci yapı, yani iç pazara dönük üretimi merkeze alan yapı çözülüyor, bir kriz içerisinde. İhracat yönelimli strateji, yani ihracatın arttırılması, teşviki, dış paraza açılma, ücretlerin düşürülmesi, IMF tarafından da önerilen bir çözüm. Burada Anadolu sermayesinin belirli çekinceleri olduğu söylenebilir. Örneğin Eskişehir Sanayi Odası-küçükorta ölçekli, iç pazara dönük üretimin temsilcisi olarak nitelendirebileceğimiz ESOithalat ve ihracatın dengede durduğu, dışa karşı korumanın da olduğu bir stratejiyi öneriyor. Bu tür farklılıklar var. Ancak, siyasal rejim söz konusu olunca ciddi bir fark tespit etmek, birine daha demokrat diğerine darbeci demek zor. Var olan demokratik parlamenter rejimin tehlikede olduğunu düşündükleri anda devlet otoritesini göreve çağırıyorlar. Kolluk kuvvetlerinin yetkilerinin genişletilmesi, bazı dernek ve sendikaların kapatılması, DGM lerin kurulması gibi somut talepler dile getiriyorlardı. TİSK, TOBB, MESS tarafından sıklıkla dile getiriliyordu bu talepler. Ancak, bu dönemde, özellikle başlarda TÜSİAD ın daha ılımlı bir tavrı var. Yani bir TİSK gibi, MESS gibi keskin söylemleri yok başlarda. Ücretler konusunda örneğin yılında bir çalışma yayınlıyor TÜSİAD, işçi ücretlerinin 5 yıldır artmadığını, aksine azaldığını gösteren bir çalışma. Yani sosyal haklar, ücretler gibi konularda, TİSK kadar, MESS kadar sert bir tutum içinde değil TÜSİAD. Ancak daha sonraya bakarsanız, Vehbi Koç un Kenan Evren e gönderdiği mektubu anımsarsanız, darbe sonrasında memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Bence TÜSİAD ın ılımlı ya da daha sakin, uzlaşmacı görünen tavrı ardında, tekelci konumu var. Poulantzas ın tespitinin burada açıklayıcı olacağını düşünüyorum. Tekelci sermaye, işçi sınıfına karşı daha ılımlı olabiliyor, çünkü belli bir esnekliği var. Oysa tekelci olmayan sermaye, işçi sınıfı ile daha doğrudan etkileşimde, bu değişimlere daha duyarlı. Hatta tekelci sermaye için, bir kalkan oluşturuyor tekelci olmayan sermaye. Bu anlamda TÜSİAD daha demokratik daha ılımlı, Anadolu sermayesi ya da tekelci olmayan sermaye daha sert, darbeci demek çok doğru değil. Bu bir görüntüden ibaret. Sonuçta her iki kesim de darbe sonrasında, askeri yönetimden şikayet eden bir tavır sergilemiyor. Ve darbe genel olarak sermaye sınıfının lehine bir durum yaratıyor. MUHALEFET 31

32 Siz sermaye arasında çelişkiler olabileceğini ancak işçi sınıfına karşı bir şekilde uzlaştıklarını söylüyorsunuz. Bunu örneklendirebilir misiniz? Evet, çelişkilerden kastım sermaye sınıfının farklı kesimleri arasındaki çıkar çatışmaları. Yani tekelci sermaye ile tekelci-olmayan sermaye arasındaki, büyük sermaye ile küçük sermaye arasındaki ya da büyük toprak sahipleri ile büyük sanayi sermayesi arasındaki. Örneğin taban fiyatları, AET ile ilişkiler ya da vergi düzenlemeleri bu kesimler arasında çatışma unsurları olmuş. Ancak darbe öncesi bu tür çatışma noktalarının geri plana itildiğini, temel iktisadi ve toplumsal konularda uzlaşmaya yöneldiklerini görebiliyoruz. Dönemin farklı sermaye kesimlerini bir araya getiren Hür Teşebbüs Konseyi de bu uzlaşıyı gösteriyor. Bu konseyin açıklamalarındaki talepler, burjuvazinin ortak talepleri olarak sunuluyor: İhracatın teşviki, yabancı sermayenin girişinin sağlanması, AET ye tam üyelik, vergi düzenlemelerine gidilmesi. Bu talepler arasındaki, var olan rejimin korunması için devlet otoritesine yapılan çağrı, siyasal istikrar ve çalışma barışına, işçi-işveren ilişkilerinin düzenlenmesine örneğin yeni bir ücret politikası oluşturulmasına yönelik talepler de burjuvazinin işçi sınıfına karşı ortak sınıf tavrını ortaya koyuyor. Hür Teşebbüs Konseyi adlı örgütlenmenin, 80 öncesinde sermayenin temsil krizini aşmak için önemli olduğunu düşünüyorsunuz. Nasıl bir önemi var? HTK, o dönemde temsil krizinin varlığına işaret ettiği için önemli aslında. Yani böyle farklı bir örgütlenmeye neden gerek duyuldu? Bu soru önemli. Burjuvazinin sahip olduğu temsil örgütleri bir araya gelerek böyle bir platform oluşturuyorlar. Demek ki var olan temsil örgütleri yetersiz kalıyor. Özellikle siyasal partiler ya da siyasi iktidar, burjuvazinin taleplerini siyasal alana taşımada yetersiz kalıyor. Sermaye sınıfı taleplerini siyasal alana taşıyacak yeni bir örgütlenme biçimine gerek duyuyor. Seslerini bir bütün olarak duyurma ihtiyacı içinde. HTK tüm bunların varlığına işaret ediyor. Bir de tabii farklı kesimleri, sermayenin farklı kesimlerini bira raya getirmiş olması önemli. Büyük sermaye ile orta-küçük ölçekli sermaye kesimlerini bir arada görüyoruz. Esnaf, çiftçi, büyük toprak sahibi ile sanayici bir arada, ortak talepler dile getirip ilanlar veriyorlar, basın açıklamaları yapıyorlar, siyasal gündeme müdahale etmeye çalışıyorlar. Neden bu kesimler bir araya geliyor ve KDV, dışa dönük strateji, AET ye üyelik gibi kendi aralarındaki tartışmalı konularda ortak bir tavır sergileyebiliyor? Özellikle büyük sanayi sermayesinin talepleri, bütün sermayenin talepleri olarak sunuluyor. İhracat yönelimli yeni stratejinin, 32 MUHALEFET

33 yapısal uyum programının burjuvazinin tüm kesimleri tarafından bir çıkış yolu olarak görüldüğünü de gösteriyor bence. Burjuvazinin iç çelişkilerini geri planda tutarak, erteleyerek böyle bir birliğe gitmelerinin ardında, işçi sınıfı hareketinin güçlendiği bir noktada, işçi sınıfı hareketine karşı bir araya gelme, birleşme taktiği de yatıyor bence. HTK, burjuvazinin hangi koşullarda dayanışma içinde olduğunu gösterdiği için de önemli. Sermayedarlar MC hükümetlerini neden yeteri kadar desteklemedi? MSP nin tavrından mı hoşnutsuzdular? Elbette, MC hükümetleri koalisyon hükümetleri ve hükümet içi ciddi çatışmalara tanık oluyor. Bu siyasal istikrarın sağlanmasında bir engel. Sermaye kesimleri sık sık siyasal istikrarsızlığın sorun olduğunu vurguluyorlar. Yasa tasarıları konusunda anlaşma sağlanamıyor. MSP, anti-tekelci tavrı, ağır sanayiye öncelik veren bir kalkınma modeli izleme çabası yüzünden büyük sermaye desteğinden yoksun. Ancak MC hükümetleri, MSP ve MHP yi etkili kılan hassas bir denge üzerine kurulu. Bu iki partinin MC hükümetlerinde etkisinin artması, sahip oldukları bakanlıklar, polis arasında kadrolaşmaları, sola yönelik soruşturmaların artması, radikal milliyetçiliği desteklemeleri, toplumsal muhalefeti daha da keskinleştiren, sınıf mücadelesini daha da keskinleştiren unsurlardı. Yani borçlanmak, para basmak gibi kısa dönemli çözümlerle ne iktisadi sorunlara çözüm bulabildi bu hükümetler, ne de daha geniş bir uzlaşıya dayanan siyasi bir iktidar sağlayarak sermayenin sosyal sorunlar olarak tanımladığı sorunlara çözüm bulabildi öncesinde sermaye sınıfının iktisadi ve siyasi krizi aşmak için darbe dışında bir seçeneği yok muydu? 1980 sonrası uygulanan liberal, piyasacı ekonomik program askeri yönetim dışında uygulanamaz mıydı? Dönemin işçi sınıfı hareketinin vardığı nokta düşünülürse böyle bir çözüm pek mümkün gözükmüyor. Aslında sermaye sınıfının, özellikle büyük sermayenin CHP Hükümeti ne (Ecevit Hükümeti ne) başlarda olan desteği böyle bir alternatifi akla getiriyor. Hem sendikalarla, sol muhalefetle ilişkisi olan hem de dışarıda borç bulmada başarılı olabilecek bir hükümet olarak görülüyor başta. Yani toplumsal muhalefetin de siyasal iktidarda temsil edildiği, rızanın, bu anlamda daha geniş bir uzlaşının kurulabileceği bir siyasal iktidar olarak görülüyor CHP Hükümeti. Ama liberal, piyasacı program, böyle bir toplumsal uzlaşıya izin verir nitelikte değil. Ücretlerin düşürülmesi, baskılanması bu programın en temel özelliği. Güçlü bir işçi sınıfı hareketi, toplumsal muhalefet varken bunu yapmanın mümkün olmayacağı açık yılının sonlarında, daha önce ertelenmiş birçok grev başlamak üzere. Ciddi bir grev dalgasıyla karşı karşıya Türkiye. Toplumsal örgütlülük düzeyi, işçilerin memurların sendikalaşma düzeyi çok yüksek. Böyle bir ortamda, sınıf temelli toplumsal örgütlenmeye son vermeden bu programın uygulanması pek mümkün gözükmüyor. Bugüne baktığımızda da aslında 12 Eylül ün bu alanda, yani sınıftemelli siyasete, toplumsal örgütlenmeye son verdiğini, gerilettiğini, bunda başarılı olduğunu söylemek mümkün. Sizce darbecilerle o dönemin sermaye kuruluşları arasında açıktan görüşmeler olmuş mudur? Bilemiyorum ama darbeden sonraki hükümet, Ulusu Hükümeti, bu tür bir ilişkiyi, dirsek temasını ifşa ediyor. Biliyorsunuz, MESS Genel Başkanlığı yapmış, 24 Ocak Kararları mimarı olarak bilinen Turgut Özal, ekonomiden tam sorumlu başbakan yardımcısı oluyor. Kaya Erdem, Maliye Bakanı, Özal ın yakın arkadaşı. Madem 1980 darbesi Türkiye deki patron sınıfının bu denli işine yaradı neden bugün darbecilere yeterli vefayı göstermiyorlar? Biliyorsunuz, TÜSİAD bugün kendisini sivil toplum örgütü olarak tanımlıyor. Bu aslında 1970 lerin sonunda da böyle ama 1990 arda bu daha da belirginleşiyor. Yani birçok alanda, yalnızca ekonomi ile ilgili meselelerde değil, eğitim, MUHALEFET 33

34 34 MUHALEFET Kürt meselesi gibi konularda da raporlar hazırlıyorlar. Yani demokrasi, demokratikleşme temel ilgi alanlarından biri haline geliyor. Bunda yani demokratikleşme konularına daha çok önem vermelerinin ardında AB sürecinin, Gümrük Birliği ne girmenin etkisi var. Durum böyleyken darbecilerle yakınlık, o dönemi açıktan savunmak pek uygun değil. Ama bence daha önemli bir şey var: 1980 sonrası, sınıftemelli toplumsal muhalefetin bastırıldığından söz ettim. Bu, 1980 sonrası uygulanan politikanın, hem Dünya da hem de Türkiye de, en belirgin özelliklerinden. Bunda da başarılı oluyor 12 Eylül. Böyle bir ortamda, büyük sermayenin demokratikleşmeyi ön plana çıkarması elbette daha kolay. Ciddi bir kriz anında, ciddi bir toplumsal muhalefetle karşılaşan sermaye sınıfı için, askeri yönetim ya da otoriter devlet biçimleri alternatif çözüm olasılıkları olarak yerini koruyacaktır. Kitabınız boyunca darbenin burjuvazinin çıkarına yapıldığı anlatılıyor, öyleyse bugünkü 12 Eylül yargılaması göstermelik kalmaz mı? Evet çok doğru. 12 Eylül ile nasıl hesaplaşılacağı çok önemli. Darbecilerin yargılanması önemli bir aşama ancak bir bütün olarak 12 Eylül ile hesaplaşılmadan bu gerçek bir yargılama olamaz. Tam bir hesaplaşmadan kastım 12 Eylül ün süregelen kurumlarının sorgulanması, bu dönemin zihniyetinin sorgulanması. Seçim sistemi, YÖK, yargı düzeni bunlarla hesaplaşılmalı, bunlar değiştirilmeli. Neoliberalizm olarak adlandırın, milliyetçi-muhafazakar proje olarak adlandırın, bunların temeli 12 Eylül ile atıldı. Neoliberalizmin, milliyetçimuhafazakarlığın egemenliğini ilan ettiği ve sorgulanmadığı bir dönemde darbeyi yapan kimselerin yargılanması elbette göstermelik olacak. Çünkü aslında 12 Eylül, hayatımızın her alanına sinmiş bir biçimde devam edecek. Sonuçta darbenin nasıl bir toplumsal dönüşüme yol açtığı, sürecin kazanan ve kaybeden toplumsal kesimlerinin kimler olduğu önemli. Bugün bu kesimler için, burjuvazi için, işçi sınıfı için, toplumsal muhalefeti temsil eden kesimler için ne değişti? Bu soru önemli. Gerçek bir hesaplaşma bu kesimlerin bugünkü durumunda bir değişiklik yaratmalı. O dönemden bugüne neler değişmedi, neler korundu ya da korunuyor bunları ortaya koymak ve süreklilikleri vurgulamak, gerçekten bir hesaplaşma yaşanıp yaşanmadığını anlamak açısından önemli. Bir de bu hesaplaşma sürecinin mağduriyet üzerinden yapılıyor olması var. Dönemde işkence gören insanlarla konuşuluyor, medyada röportajlar, görüntüler var. O dönemin uygulamaları üzerinde duruluyor. Yani 12 Eylül ün geri planı, öncesi tartışılmadan dönemin olaylarına ve mağdurlarına odaklanarak bu hesaplaşma gerçekleştiriliyor. Bunun önemsiz olduğunu söylemiyorum. Ama yalnızca işkenceye odaklanmak, işkence mağdurlarını ön plana çıkarmak sorunlu. 12 Eylül buna indirgeniyor, tüm toplumsal kesimler eşitleniyor. Bu insanlar neyle suçlanmış, neden hapiste, bu insanlar kim, neyi temsil ediyorlardı? Bu soruların yanıtları bu yayınlarda yok. Bu soruların üstü örtülmüş oluyor işkenceye ve işkence mağdurlarına odaklanarak. Bu o dönemde hapishanelerde mücadele vermiş insanları da rencide eden bir tutum. Sanırım 12 Eylül de cezaevinde bulunmuş bir grup, biz mağdur değil muhatabız diyerek bu tutumu eleştirdi. Benim için çarpıcıydı. O dönemdeki direnişlerinin, hapishanelerde verdikleri mücadelenin göz ardı edildiğini, medyanın zulüm ve işkence görüntülerine odaklandığını, bundan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Yani demek istediğim, mağduriyet üzerinden bir hesaplaşmanın, diğer birçok unsurun üzerini örtüp, bir tür gösteriye dönüşüp, her şeyi eşitleştirme tehlikesi taşıdığı. 12 Eylül ün geri planını sorgulamak, dönemin kazanan ve kaybedenlerini ortaya koymak, bugün ne değişti diye sormak önemli...

35 12 Eylül den Bugüne İslamcı Otoriterlik Mustafa Şen 12 Eylül, aynı zamanda birebir içerisinde yaşadığımız bir tarih. O yüzden bir mesafeyle konuşmak zor. İslamcılık üzerine konuşmanın ise zaten bugün ekstra bir zorluğu var. İslamcılık ya da İslamcı gelenekten gelen bir parti hakkında konuşmak bile adeta bir zorluk meselesi haline geldi. Çünkü çok yönlü saldırıya uğramanız ya da bu kamplaşmanın bir yerinde konumlandırılmanız mümkün. AKP nin iktidara gelmesi bir taraf için demokrasi meselesi, bir taraf için darbe meselesi haline geldi. Bu anlamda en azından soldan konuşmanın belirli zorlukları var. Fakat üzerine konuşmamız gereken bir konu. Çünkü bu doğrudan siyasetle ve demokrasiyle ilgili bir sorun. Eğer demokrasiyi ya da şu anki formuyla liberal demokrasiyi daha derinleştireceksek belki de artık İslamcılık ile ilgili daha çok konuşmamız, daha fazla tartışmamız ve daha fazla siyaset yapmamız gerekiyor. Aksi takdirde çok yönlü bir anti demokratik sürece girme ihtimalimiz var. Hatta girdik diyebiliriz. Çünkü önümüzde İslamcı bir otoriterlik duruyor. Konuya birkaç anekdotla geçmişe dönük bir giriş yapmak istiyorum. Sene 1979 du, o zaman tutuklanıp işkence gören bir arkadaşım şunu anlatmıştı. Siyasi şubede bir hayli işkence gördükten sonra posa gibi hücreye atılıyor. Hücrede battaniye falan da yok, işkenceyi daha katmerli hale getirmek için üzerine su döküyorlar uyumasın diye, bir saat sonra bir polis geliyor ve bir tane battaniye atıyor; Hepimiz topraktan geldik toprağa döneceğiz unutma diyor. MSP li imiş polis. Arkadaşım Hiç değilse bir battaniye verdi diye düşünmüş. Bu MSP li polis işkence ekibindendi aynı zamanda; ama veciz bir sözle işkenceyi hafifletebileceğini düşünüyor. Daha sonraki dönemde özellikle 12 Eylül den sonra bir sürü E tipi cezaevleri açıldı. Mahkemeleri bitmiş, ceza almış, cezası onaylanmış bir sürü siyasi tutuklu Mamak tan önce Adalet Bakanlığı na bağlı olan cezaevi tutuklu evlerine, oradan da Batman, Antep, Malatya vs. gibi yeni açılan cezaevlerine gönderiliyordu. Bu cezaevlerinde ilk kabul edildiklerinde girişte bir karşılama yapılıyor. Bu karşılamanın sorularından bir tanesi de Allah a inanıyor musun? du. Eğer olumlu bir yanıt verirseniz hücrede az kalıyorsunuz, dayak yemeden koğuşa sevk ediliyorsunuz. Eğer soruyu cevaplamazsanız tekrar bir dayak yiyip on -on beş gün hücrede kalıp sonra koğuşa gidiyorsunuz. Bu süreci yaşayan bir çok insandan dinlediğim için de iç rahatlığıyla söyleyebiliyorum. Düşünün ceza almışsınız zaten, dünya kadar işkence görmüşsünüz cezaevinde ya da öncesinde, bir cezaevine sevk edilince size tek bir soru soruluyor ve bir sosyal hizmet uzmanı edasında inananlar gelip din konusunda diğer mahkumlarla beraber, özellikle sol görüşlü mahkumları dine imana getirmek için faaliyetler yapıyorlar. Bu aslında İslamcılık ile 12 Eylül ün nasıl eklemlendiğini, iç içe geçtiğini de gösteriyor. Bu anlamda İslamcılığın mikro tarihine bakmakta yarar var. Çünkü hepimiz siyasi partiler etrafında düşünüyoruz. Bu mikro tarihten hatırladığım, mesela yine 12 Eylül den sonra özellikle birinci ANAP hükümeti zamanında Tunalı MUHALEFET 35

36 geçerken dikkat ediyorsanız minare de eklendi. Bu kampanya, milli görüşçülerin her gittiği yerde namaz kılacak yer bulması için. Halbuki dinde seferilik diye bir kavram var. Buna rağmen bu kampanya birkaç yıl içinde kurumsallaştı. Diğer bir kampanya, bakkallarda tekel satışı meselesi. Bu da çok hızlı bir şekilde kurumsallaştı. Bu kampanya da bu tür ürünlerden alınan paylar günahtır diye başladı. Bütün bunlar aslında bize 12 Eylül ün kurmak istediği toplum yapısını gösteriyor. desteklenen bir ideoloji olması 12 Eylül le sağlandı. Sadece devlet düzeyinde desteklenmesi bu düzeyde kalsa yine de sorun başka bir ölçüde olurdu. Ama Diyanet İşleri gibi bir kurumu, İmam Hatipleri, resmi Kuran kurslarını düşündüğünüzde Türkiye ye din devlet ilişkilerinin ayrılması anlamında laik demek mümkün değil. Diyanet İşleri, seksen bin memuru olan, bir buçuk milyar dolar bütçesi olan bir kurum. Bu paranın önemini anlamak için de şunu söyleyeyim. Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder in yaptığı çalışmaya göre Türkiye deki 36 MUHALEFET Hilmi de deri ceketli genç arayıp bu gençlerin peşine düşen bir ANAP milletvekili vardı. Bu olay gazetelere haber olmuştu. Onları dinden imandan çıkmış, asi, belki komünist gençler olarak görüp ava çıkıyordu. Bu örnekler bugünü anlamak açısından çok önemli. Ben fakültede öğrenciyken ev adresime durmadan dini yayınlarla ilgili kataloglar geliyordu ve şaşırıp kalıyorduk kim gönderiyor, niye gönderiyor diye ve o zaman böyle durmadan posta kutularına bir şeyler atma diye bir gelenek de yoktu. İlk algıladığınız şey şu oluyordu: Tehdit mi ediliyorum, sınanıyor muyum yoksa bu normal bir şey mi. Bu birçok insanın başına gelen bir olay. Başka bir örnek yine ilk ANAP hükümetinde sıkça olan bir şeydi. Ramazanda sahur vakti ev telefonumuz çalıyordu. Komşu mu kontrol ediyor, başkası mı kontrol ediyor bir türlü anlayamıyorduk. Yani biri bizim oruç için sahura kalkıp kalkmadığımızı kontrol ediyordu. Kontrol edildiğimizi düşünerek ışıkları açık bırakıyorduk. Bunun dışında özellikle milli görüşün yürüttüğü kampanyalar vardı. Benzin istasyonlarına mescit yapılması vb. İlk başta sadece mescit yazardı şimdi gelip Türk-İslam sentezinin en azından 12 Eylül versiyonunda Türklük İslam ın altına gömülmüş bir öğeye dönüştü. Çünkü Türk olmanın ve kalabilmenin şartı Müslümanlık olarak görülüyordu. Yani Müslüman olmadan Türk olmanın mümkün olmadığına inanılıyordu. Tabi her Müslüman Türk değildir; ama her Türk Müslüman dır. Bu 12 Eylül de kurumsallaşan bir düşünce. Bugün de aynı düşünce devam ediyor. Türk- İslam sentezinin kökleri 60 lara kadar hatta bana kalırsa Türk tarih yazıcılığına kadar gidiyor. Ama bunun devlet katında kabul gören ve yoksulluğu katlanılabilir hale getirmek, yani en azından aç insan bırakmamak için yılda üç milyar dolar harcanması yetiyor. Yani biz o paranın yarısını din işlerine veriyoruz. İlahiyat fakültelerini, Kuran kurslarını katmıyorum. Onları toplayınca zaten iki milyar dolar kamusal bütçe ayırıyoruz. Dahası, bunların hepsi de tek bir dini yorumu öne çıkarıyor. Biraz araştırdım, Hanefilikle ilgili bir tek kitap bulabildim. Maturidilikle ilgili iki tane kitap bulabildim. Çünkü baktığınızda dünya kadar Seyit Kutup un, Ali Şeraiti nin, diğer bir sürü İslamcının kitabını bulabilir-

37 siniz. Ama Hanefilikle ilgili doğru dürüst kitap yok. Bir tane kitap var. O da hayatını ve öğretisini anlatıyor. Aslında dünyadaki İslamcılığın içinde artık Hanefiliğin bir hükmü yok. Yani burada kısa bir parantez açıp şunu söyleyeyim Hanefilik ve Maturidilik bence gerçekten liberal bir yorum. Birincisi sol jargonla söylemeye çalışırsak teori ile pratik arasında bir eşdeğerlik kurmuyorlar. Hanefi şunu diyor: Allah a inanıyorsan, şehadet getiriyorsan Müslümansın. Farz görülen, sünnet görülen şeyleri yapmak yukarıdan modernleşme olduğunu, bir zorlamayla olduğunu dolayısıyla halkın değerlerine ve halka yabancı olduğunu söylüyorlar. Halbuki Türkiye de İslamcılığın ve neoliberal politikaların, serbest piyasa politikalarının uygulanması da bir darbeyle ve yukarıdan oldu. Bir darbeyle, beş tane generalin aldığı kararlarla ve onların bir şekilde yamağı olan Özal ın aldığı kararlarla gündeme geldi bunlar. kişinin iradesine bağlı. Bunları yapmayan birisi dinden çıkmaz; ama bunları yapmak güzeldir. Kimin iyi Müslüman olduğu tanrıyla kul arasındaki bir meseledir. Dolayısıyla bu inanç amelle imanı ayırıyor. Yani teoriyle pratiği ayırıyor diyelim. Halbuki dünyada yükselen bütün İslamcı geleneklerde amelle iman arasında bir denklik kuruluyor. İyi Müslümansan farz ve sünnetlerin hepsini yapacaksın. Yani beş vakit namazını da kılacaksın, cumaya da gideceksin, kadınsan başını da örteceksin. İyi Müslüman olmanın ve doğru Müslüman olmanın, hatta İslamcı jargonla söylersek bilinçli Müslüman olmanın kaidesi bütün bu şartlara uymaktan geçiyor. Türkiye de de bu son yirmi- yirmi beş yıldır gelişen süreç tam anlamıyla bu. Bu, 12 Eylül de devletli İslamcılık ya da bir devlet dini tahkim etmekle kalmadı, İslamcılığın alanını çok daha genişletti. Bu anlamda da 12 Eylül bence kesin bir dönüm noktasıdır. Çünkü iki taraftan da İslamcılığın güçlenmesine büyük bir olanak verdi. Birisi devlet katında güçlenmesine, ikincisi de toplum katında güçlenmesine Bütün devlet kadrolarında ciddi bir dönüşüme yol açılması; birçok insanın üniversitelerden, Eğitim Bakanlığı ndan tasfiye edilmesi; İç İşleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı gibi kritik yerlerde Türk-İslam sentezi vasıtasıyla ciddi sayıda İslamcının kadrolara dahil edilmesi gibi ciddi bir kamu bürokrasisi dönüşümü; milli görüşçülerin başını çektiği kampanyalarla toplumun dönüştürülmesi; günlük hayatın dönüştürülmesi süreci başladı ve bunlar 12 Eylül darbesiyle yukarıdan ve otoriter tekniklerle yapıldı. Bugün baktığımızda özellikle İslamcılar Türkiye modernleşmesinin Bugünle ilgili birkaç şey söyleyeceğim. Birincisi bu mahalle baskısı meselesi. Şerif Mardin Hoca iki tane ayrı röportajda durumdan tedirginlik duyduğunu, artık mahalle baskısının AKP nin de kontrol edemeyeceği bir noktaya geleceğini, mahalle baskısının herkesin üzerinde bir otorite kurarak gidişatı çok daha kötü yapabileceğini, yani demokrasinin rayından çıkabileceğini ima ediyor. Tespiti doğru ve önemli bulmakla birlikte iki tane itirazım var. Birincisi mahalle baskısı diyince işi kısmi, harici bir şeye indiriyoruz. Yani mahalle baskısı diyince gözümüzden ırak, Anadolu da, taşrada bir yerlerde oluyor izlenimi uyandırıyor. Halbuki mahalle baskısı her yerde olabilir. Devlet dairele- MUHALEFET 37

38 38 MUHALEFET rinde çalışan arkadaşlar varsa bilir ramazanda bütün yemekhaneler, çaycılar kapanır tadilat a girer. Bu da 12 Eylül le başlayan bir süreçtir. 12 Eylül sonrasında Siyasal da öğrenciydim. Siyasal da bile en az iki defa öğrenci yemekhanesinin tadilata girdiğini biliyorum. Onun dışında bütün kamu kurumlarında mescit var. Hatta cumaları oraya gitmeyen insanlara pek iyi gözle bakmıyorlar. Hatta bir şov halinde bütün herkes birden iniyor, birlikte çıkıyor. O durumda da en azından cumadan önce arazi olmuyorsanız mutlaka göze batarsınız. Sicilinize bir şey olur, yükselemezsiniz vs. İtirazımın ikinci noktası ise mahalle baskısı diyince fail ortadan kalkıyor. Yani bu mahallede baskıyı yapan kim? Komşunun kaynanası mı yapıyor, mahallenin bıçkın delikanlısı mı yapıyor? Bunu yapan birileri var ve mahalledeki herkes bu baskının öznesi değil. Birileri mağdur oluyor, birileri baskı yapıyor. Bu yüzden bence faili de bilmek lazım. Daha da tehlikelisi bu kültüralist bir açıklamaya gidebilir. Yani Millet birbirine çok karışır zaten Türk toplumunda bireyin bir özerkliği yoktur. gibi bir algıya sebep olabilir. Birileri birilerine karışır diye daha kültüralist açıklamaya gidip siyasi boyut ihmal edilebilir. Halbuki mesele siyasi bir mesele. Bir dünya görüşü, bir yaşam biçimi, bir siyaset anlayışı çerçevesinde birileri birilerinin hayatına müdahale etme hakkı ve hayatını dönüştürme hakkı görüyor. Bu anlamda bu çerçevede düşünürsek mahalle baskısı -yine de kullanalım kavramı- bence önemli bir şey. Çünkü Türkiye toplumunda nasıl alttan otoriter eğilimlerin kaynadığını anlamamız açısından önemli. Bizler devlet katındaki otoriterliğe gözümüzü dikiyoruz ama toplum katından gelen ciddi bir otoriterlik olabilir ve daha da kötüsü iki otoriterlik birleşebilir. Bunun birkaç örneğini de yaşadık. Linçlerde, Hrant Dink in öldürülmesinde... Bunu Mümtaz Er Türköne nin bir tespiti ya da sevinciyle bağlayacağım. Cumhurbaşkanı Gül seçildikten sonra Türköne şöyle bir yazı yazdı: Artık devlet mükemmel hale geldi. Halkın değerlerine sahip birisini cumhurbaşkanı yaptık. Aslında tam da bu en büyük tehlike. Eğer toplumla devlet bu anlamda kaynaşıyorsa ve İslamcılığı bu kaynaşmanın harcı olarak görüyorsan bu buluşmanın kendisi otoriterliktir ve faşizmdir. Faşizm zaten böyle bir şeydir. Devletle toplumun buluşması ve kaynaşmasıdır. Verev ki devletin mükemmel olmasından zaten korkmak lazım. Çünkü hiçbirimize bir alan kalmaz. Mükemmel olmasın, biraz toplumdan uzak olsun ki kalan alanda biz siyaset yapalım ve demokrasiyi savunalım; çünkü demokrasi böyle bir şey. Devletle toplum kapandığı zaman zaten siyasete, demokrasiye gerek yok. Çünkü halkın değerleri hiçbir zaman yeknesak ve kimsenin tekelinde olan bir şey değildir. Şu tespitle kapatayım. Aslında ömrümüzün çoğu 12 Eylül le geçti; ama görünen o ki 12 Eylül bitmedi, yaşıyor ve savaşıyor; ama başka formlarda, başka içeriklerde belki. Yani o günkü biçimiyle bir toplu cezalandırma, toplu işkence ve toplu bir hapis halinde değil. Ama bu otoriterliğin devam etmesi, demokrasinin ve siyasetin alanının daraltılması anlamında ben 12 Eylül ün hala yaşadığını ve savaştığını düşünüyorum. Daha da kötüsü 12 Eylül ün meşrulaştırdığı birçok kavram, düşünce biçimi iyi kötü kendini eskiden solda gören insanlarda da yankısını ve desteğini buluyor. Bu zihniyet artık çok meşru bir hale gelmiş durumda. Buradan korku ve karamsarlık çıkarmak istemem. Çünkü kendi geleceğimizle ilgili bir şey yapacaksak ancak siyaset yaparak, daha çok mücadele ederek, bu anlamda da demokrasiyi savunarak bir yere gidebiliriz ve kendinde mücadele etme, demokrasiyi savunma ve bu yönde siyaset yapma enerjisini bulan bir sol var.

39

40 İşte Benim Eserim Mustafa Kamil Zorti öyle mi canım, sanki benden daha iyi biliyorlar da bana beni anlatıyorlar. Ben hepsini çizeceğim yine, ellerim de titremiyor, o da uydurma. Mustafa Kamil Zorti ile yıllar önce, 12 Eylül ün 10. yılı münasebetiyle Demokrat dergisi için Rauf Ekşiciva bir söyleşi yapmıştı. Dile kolay aradan 22 yıl geçti. Zorti ile ikinci söyleşiyi yapmak da Muhalefet.org a kısmet oldu. Zorti yle gerçekleştirdiğimiz söyleşi ile birlikte, 22 yıl önce Demokrat Dergisi için yaptığı söyleşiyi de yayınlıyoruz. Zira, Zorti o vakitler zaten bugün tartışılan pek çok şeyin yanıtını açık seçik vermiş. O günlerde Zorti, kendisini eleştirenlere yapana kadar iyiydi ama diye yanıt vermiş, pek de haksız sayılmaz hani. Zorti yi şimdi nerde bulduk, nasıl konuştu bunlar meslek sırrı kalsın Ama epey yaşlansa da halen 12 Eylül ün mutluluğunu yaşamaya devam ettiğini söyleyelim, hatta Zorti pek gururlu bugünkü Türkiye yi ballandıra ballandıra anlatıp işte benim en büyük eserim demekten geri durmuyor. Mutlu mesut emeklilik günleri biraz zora mı girdi. Son dönemde hakkınızdaki eleştireler yoğunlaştı. Sabah yine erkenden kalkıp dişlerimi fırçalıyorum, kahvaltı yapmadan önce doktor raporumu alıyorum. Vallahi ev raporla doldu, isteyene bir tane gönderiveriyorum. Hafif atıştırırım, zaman kaybı olmasın diye Öyle Zorti yaşlandı artık gününü yatakta geçiriyor sanmasınlar, işlerim yine çok yoğun. Ne ile meşgulsünüz? Anılarımı çizeyim diyorum. Bilmeden konuşuyorlar. Aslı Sizi bu kadar sinirlendiren nedir, yargılanma mı yoksa? Kim yargılanıyor şimdi çıkaramadım. Sinirli olduğumu siz nerden çıkardınız. Amerika da büyük devlet adamları hep anılarını yazıyor ya ben de çizeceğim şimdi. Bir keresinde çocukken daha mahallede çocuklar top oynuyordu da toplarını kesmiştim de mahallede gürültü patırtı kesilmişti. Nedir bu hakkınızdaki iddialar, oysa siz 22 yıl önce 12 Eylül ü gazetelerden öğrendim demiştiniz Yani bakın şimdi ben de gazete okurum tabi. 12 Eylül sabahı gazeteye baktım meğerse konuşan benim. Anlattım ben bunu size. O zaman küçüktüm mahalle bakkalı beni kışkırtıyordu hep, git şu topu kes diye. İyi yaptım ama ben zaten futbolu da pek sevmezdim. O gün 12 Eylül müydü hatırlamıyorum şimdi tarihi Hem siz tarihe niye taktınız ki, boşverin bunları. 40 MUHALEFET

41 Darbeden söz ediyorduk Evet duymuştum birkaç ülkede yapılmış. Bizi pek el üstünde tuttular canım. O birkaç bozguncuya bakmayın siz, ne güzeldi o günler. Bize rahat vermiyorlar diyorlar, şiir yazıyorlardı daha ne olacak. Ben de hatırlayınca o günleri içli içli söylerim Mamak a sonbahar geldi diye. Peki yargılamaya ne diyorsunuz? Ne yapacaktık yani memleketi başı boş mu bıraksaydık yani. Hem suçlandığımı da nerden çıkardınız. Avukatlarım anlattı geçen iddianame zaten bizim iddialarımızdan oluşuyor. Hatta savcı yazmadan önce yanıma uğradı. İnanır mısınız, jilet gibi gençler yetiştirmişiz, saygısından kahvesini bile içemedi. Bana o zaman için neden geciktin, neden daha sert olmadı diyorlar, e kardeşim onu da sen becerseydin. Daha ne yapalım gül gibi memleket bıraktık bunlara. Tayyip Erdoğan öyle demiyor sanki Birlikte çekilmiş fotoğraflarımızı görmemiş gibi konuşuyorsunuz. Şimdi o öyle dedi bu böyle dedi diye siz de kurnazlık yapıp bizi birbirimize mi düşüreceksiniz. Bizim çocuğumuz hepsi. Küçükken de yanıma getirmişlerdi onu, koşturup dururdu bizim bahçede, üstünde bir gömlek vardı ama markası şu an hafızamda değil. Şimdi büyüdü serpildi tabii. Bilirsiniz ben bu konularda tevazudan pek hoşlanmam ama bu çarpık bacak bizi vallahi de geçti, billahi de geçti. Bu dünyadan geldik, yakında belki de gideceğiz, ama inan olsun gözüm zerre arkada değil. Türkiye nin bugününü nasıl görüyorsunuz? Güzel daha ne olsun, yıllar önce ben çizmiştim zaten bu tabloyu. Dur size göstereyim diyeceğim ama ben onu hediye etmiştim. Ama unutmadan size cennetin tapusunu göstereyim mi. Ben de var bir tek bu. Bastonumun içinde özel bir yer yaptırdım orda saklıyorum. Bizim bir zat-ı muhterem vermişti bana. Ah onu da ne çok özledim bir bilseniz, az göz yaşı dökmedi o da benim için. Yeni bir darbe ihtimali var mı sizce? Darbe demeyin şuna artık siz de. Duyan da kötü bir şey sanıyor. Ama şimdi ne güzel yollar buldular. Biz acemiydik paldır güldür çıktık sokağa. Öyle mi canım şimdi her şeyi günü gününe ince ince sızarak yapıyorlar. Keşke zamanında biz de böyle yapsaydık diye düşündüğüm oluyor. Ama her şey zamanın şartlarına uygun olmalı. Bizim zamanımızda teknoloji çok gerideydi, bazı şeyleri yapmak daha zordu. Bugünün gençleri şanslı, her şeyi acısız-iğnesiz hallediveriyorlar. MUHALEFET 41

42 Mustafa Kamil Zorti: 12 Eylül ü Ben de Gazetelerden Öğrendim Rauf Ekşiciva, 12 Eylül ün 10. yılı münasebetiyle Mustafa Kamil Zorti ile konuştu. İnsanlar vardır ki, tarih yaparlar. İnsanlar vardır ki, tarihe konu olurlar. Aradaki fark, kıldan ince ve fakat o nebzede de kılıçtan keskindir. Aksini iddia etmek, hamhalat işgüzarların vazgeçilmez meşgalesi olup, bu kalem sahibine de gayetle uzak düşer. Şimdi, yağlı kandilin isli aydınlığında ve kâğıt üzerinde fasılalarla ilerleyen kamış ucun cızırtısından başka sesin duyulmadığı gecelerde tarih yazan, tarihe babalık eden Heredot un bir zamanlar dolaştığı topraklardayız. Evet, burası Marmaris. Karşılıklı ıhlamur yudumladığımız âlicenap şahsiyet, daha ilk satırda zikrettiğimiz insanlardan biri. Tarihteki yeri şimdiden ayrılmış. Nasıl bir yer bu? İyi mi? kötü mü? Bunun cevabını vermek, bizim hüsnüniyetimizi bir kılaç aşar. Ve hem gazeteci objektif olmakla, gerçekleri araya yorum sıkıştırmadan yazmakla yükümlüdür. Dahası, buna hükümlüdür. Ki, tarihin münkir-nekir melekle-rince defter-i kebir e düşülen sabit kayıtlar, günü geldiğinde bu türlü şahsiyetler için, tarihin görünmez eli tarafından düşülecek temyizi gayrikabil hükümlere yeterli done teşkil edecektir. Bizim elimizden naçizane gelen, tarihte ek malzeme sınmaktır. Tarih yazdığımızla alakadar olur ya da burun kıvırır; artık onu da o bilir. Canı sağolsun! Demokrat! a bu ay yazacağımız yazı, 10. yılı münasebetiyle 12 Eylül ü konu edecekti. Emektar daktilomuzun başına oturmuştuk ki, sağduyunun sesi geldi kulağımızın dibine fısıldadı: Rauf Ekşicıva, sen gafilledin mi? madem konu 12 Eylül, bırak bu işin kompetanı konuşsun. Git, Mustafa Kamil Zorti yi bul! Doğru söze şapka çıkarılır. Bize de Marmaris e gitmek düştü. Oracıkta Mustafa Kamil Zorti yi kendinden emin, yalnız, fakat vakur ve sade yaşarken bulduk. İşte karşınızda MKZ. İşte 12 Eylül. Otuz iki kısım tekmili birden Sayın Zorti, nasıl geçiyor emeklilik günleriniz? İyi geçiyor. Yine sabahları erkenden kalkıyorum, sakın ola zannetmeyin ki, yapacak iş yok, Zorti fosur fosur uyuyordur Evvela yüzümü yıkıyorum. Sonra dişlerimi fırçalatıyorum. Derken sıra kahvaltıya geliyor. Umumiyetle hafif bir kahvaltı tercih ediyorum; peynir, yarım okka zeytin, portakal suyu ve Afedersiniz, yarım okka zeytin fazla gelmiyor mu? Hepsini yemiyorum ki Buranın zeytinleri çok oynak oluyor, mütemadiyen çataldan kaçıyorlar, saplamaya muvaffak olamıyorsunuz. Zıplayıp kayboluyorlar. Ben, bu niye böyle diye bakkala sordum. Çok yağ koyuyorsunuzdur dedi. Müsriflik ettiği için aşçıyı mutfaktan tard ettirdim ben de Günlük gazeteleri yine yakından takip ediyorsunuzdur herhalde Sayın Zorti Tabii, kahvaltıdan sonra onlarla bir müddet alakadar oluyorum Şimdi, Saddam ın yediği herze sebebiyle, bütün gazetelerde çarşaf çarşaf Körfez hadisesi var. Hepsini okumak 42 MUHALEFET

43 hayli vakit alıyor. Netekim, adam bir defa okumaya dalınca ocakta yemeği bile yakabiliyor. O sebeple, ben de iki adam tuttum, onlar okuyup bana anlatıyorlar bizim TRT yahut da PTT, bir servis kursa, misal, kafadan atıyorum, sıfır bilmem kaç Savaş Servisi diye Vatandaş telefon ettiği vakit anında taze malumat verse fena mı olur? Sizce savaş çıkması ihtimal dahilinde mi? Zannetmiyorum. Zira çıkacak olsaydı, bu vakte kadar çıkardı. Bu öyle uzun boylu bir iş değil ki. Bastın mı tetiğe, yallah, al sana savaş!.. Amma, esasında tayin edici husus Saddam ın tahammül gücü ile Bush un kararıdır. Bush kati kararlı bir kişidir? Hatırlarsınız, Amerika ziyareti esnasında Evren Paşa, vaktin Amerikan Başkanı Reagan şerefine bir resepsiyon vermişti. Fakat Reagan o akşam kayınvalidesine el öpmeye gideceğini beyan ederek özür dilemiş, Amerikan tarafı onun yerine başbakan yardımcısı Bush un davete gelebileceğini bildirmişti. Milletlerarası ilişkilerde var olan Vana misafirinin kim olduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim prensibi mevcuttur. İşte bu prensip mucibince, Türk tarafı bu teklifi reddetti. O vakit, Amerikan yönetimi paniğe kapıldı Pentagon da acil toplantı yapıldı. Ve Bush, gönlünü almak için ertesi sabah Evren Paşa yı kahvaltıya davet etti. Hâlbuki programda öyle bir şey mevcut değildi. O sabah taksiyle hayvanat bahçesine gidilecek ve Türk tarafına sosisli ısmarlanacaktı. Program öyleydi Söylediğim gibi Amerikalılar derhal o kahvaltıyı tertip ettiler. Lakin Evren Paşa bu daveti reddetti. Türk tarafı Motoru bozduk, yani bağırsaklarımız bozuldu diye de gayet kibar bir bahane, gerekçe söyledi. Bu sefer de, Bush tan sizi sinemaya götüreyim diye yeni bir teklif geldi. Evren Paşa hiç istifinizi bozmayıp onu da refüze etti. Ardından Bush, Başkan Reagan ın kartondan maketiyle fotoğraf çektirmek isteyip istemediğimi sordu, ona da hayır dedik: şimdi bunları niçin anlatıyorum. Hal böyleyken Bush, ırak a taarruz kararı verebilir de vazgeçebilir de Bunu zaman gösterecek Ben Irak a da gittim. Saddam için neler söyleyebilirsiniz Sayın Zorti? Saddam kurnaz ve hilekâr bir adam. Ziyaretim esnasında Saddam la birkaç el okey oynama imkânım da oldu. Hatta o benim koltukaltıma düşmüştü. Bir hayli de, okey tabiriyle bandozladım kendisini, benden taş alamadı. İki defa da taş kapaklarken şahit oldum. Benim gördüğümü fark edince utandı, başını öne eğdi Her el bittiği vakit, Saddam ın okeye dönmekte olduğunu gördüm. Okey Atmak maksadıyla sabırla bekliyordu, maalesef taş gelmedi, ben atmadan. Bu da gösteriyor ki, Saddam mütemadiyen büyük onamayı, riski seven bir adam. Netekim, kimseyi takmayan Kuveyt i işgal ve ilhak MUHALEFET 43

44 ederek bu huyunu gösterdi Esasında ben, bu hususta yakın dost ve arkadaşım olan Kuveyt Emiri El Sabah ı defaatle ikaz da etmiştim. Sizi dinlemedi mi? Artık bu mühim değil. Ben, ona ırak hududunu kuvvetlendirmesini söylemiştim. Zira çöl savaşları bir nevi hususi şartları olan savaşlardandır. Askerin gözüne kum kaçabilir, tanklar kuma saplanabilir Sözünüzü kesiyorum. Bir şey hatırladım, böyle bir uyarıyı 12 Eylül den önce Cumhurbaşkanı Korutürk de, anlaşılıyor. E, ne yapalım, nush ile ıslanmayanı ederler tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir Efendim, sohbetimizin esas amacı biliyorsunuz, 10. yılı münasebetiyle 12 Eylül ü ele almaktı. 10 yıl sonra baktığınızda nasıl değerlendiriyorsunuz 12 Eylül ü? Unutmadan Atatürk le alakalı sorunuzu cevap vereyim. Maazallah, sonra Zorti sorudan kaçmış diye propaganda yaparlar Ki, zannedersem 86 senesinde, Fransız Le Figaro Gazetesi nden gelmişlerdi, onlara verdiğim demeçte de bu hususa temas etmiş, Korutürk ü eleştirenler bilmiyorlar ki, tanklar çamura saplanırsa itecek olan yine kendileridir, demiştim Aradan 4 sene geçmiş, fikirlerimde ısrar etmiyorum. Lüzumlu tadilatı yapıyorum. Şimdi bana sorsalar, müdahale etmek icap ediyorsa, tankları baharda yıla çıkarın derim. Çamur da olmaz, itme zahmeti de 10 yıl oluyor dedik. Ufukta yeni bir müdahale var mı sizce? Gönül isterdi ki, bunlar hiç 44 MUHALEFET müdahale etmeye hazırlanan komutanlara yapmıştı değil mi? Harekâtın sonbaharda yapılması halinde tankların çamura saplanabileceğini, en iyisinin baharı beklemek olduğunu söylemişti yanılmıyorsam Bu, o başka şimdi Müsaade ederseniz evvela Kuveyt Emiri ni nasıl ikaz ettiğimi izah edeyim Ona, Irak hududu boyunca büyük vantilatörler konuşlandırmasını ve onları gece gündüz ırak a doğru çalıştırmasını, kum fırtınasının Saddam ı böyle bir işgalden alıkoyacağını söylemiştim. Bu nasihatimin kulak arkası edildiği olmasın. Mademki demokratikiz, sivil idareden yana olmamız icap eder. Amma memleket uçurumun kenarına geldiğinde, kardeş kavgası sebebiyle kendi kendini aşağı itmesine ramak kaldığında ne yapacaksınız, seyir mi edeceksiniz?.. Şüphesizdir ki, demokrasi bu milletin müstahak olduğu en iyi bir idare şeklidir Ben müneccimbaşı değilim, lakin yakın zamanda öyle bir şeye ihtimal vermem. Hem on senenin dolmasına daha bir hafta var Eh heh heh Espri yaptım. Müdahale, şartlar oluştuğunda

45 olur diyorsunuz. Peki, 12 Eylül hangi şartlarda ortaya çıktı? Bazı emekli paşaların hatırlarında söyledikleri gibi müdahaleye en az bir yıl öncesinden karar verildiği doğru mu? Mesela siz 12 Eylül ü ne zaman öğrendiniz? Ben 12 Eylül ü ilk defa 13 Eylül günü gazetelerden öğrendim. Efendim, ciddi misiniz? Tabii O vakit müdahalenin adı 12 Eylül değildi ki. Bayrak Harekâtı idi. Sonradan 12 Eylül dediler. 12 Eylül de yapıldığı için Misal, 8 Temmuz tarihinde yapılsaydı, 8 Temmuz diyeceklerdi. de 12 Eylül den hemen önce, o günkü Hava Kuvvetleri Komutanı Sayın Şahinkaya nın bu sebeple Amerika ya gittiğini ileri sürmüşlerdi Desinler, mademki demokratiksiniz bunlara da tahammül edeceksiniz Hem muzır bir milletvekilinin eşeleyip durması üzerine Tahsin Paşa, söylentilere karşı mal varlığını da beyan etmişti. Siz bu konuda oldukça mütevazı bir durumdasınız. Benim için de neler söylediler Beleşe ev sahibi oldu bile dediler. Hâlbuki ben onu, Söz Sayın Demirel e gelmişken, kendisinin, Yani aslında müdahale daha önce yapılacaktı da, ertelendi mi demek istiyorsunuz? Bu zaten malum bir şey. Ertelemeler oldu. Zaruri sebeplerden oldu. Yoksa kimilerinin uydurduğu gibi bir defasında haber vermek üzere zamanın Amerikan Başkanı Carter a telefon edilmesi neticesinde, telefonunuzun müddet meşgul çalması sebebiyle müdahalenin ertelenmiş olduğu kuyruklu yalandır. Haber verilecek olsa, Ankara da burnunun dibinde Amerikan Büyükelçiliği var, gider oraya söylersin. Meşgul telefon söylentisine ilave olarak, bir topladığım boş kovanları satarak almıştım.80 evvelinde sokaklarda boş kovandan yürünmüyordu! Bu vesileyle biraz geriye dönmek istiyorum Sayın Zorti. Az önce 12 Eylül ün birkaç defa ertelemeye uğradığını söylemiştiniz. Biraz açar mısınız? Söylentiler bir yana, neydi gerçek sebepler? Sebeplerden biri Demirel Hükümeti nin yeni güvenoyu almış olmasıydı. Bir müddet ona şans tanımak lazımdı ahlaken Amma o da beceremedi. O vakit konuşulmuştu, yahu bu müdahaleler hep bu adama denk geliyor diye. Fakat en nihayetinde belki de isabet oldu. Demirel bu hususta tecrübeli olduğu için, nasıl hareket etmesi gerekiyorsa öyle yaptı. Teslim olmam filan deyip maraza da çıkarabilirdi. Bir başkası olsaydı, misal başına daha önce böyle bir şey gelmemiş olduğu için, Ecevit olsaydı şiir okuyarak karşı çıkabilirdi. Nitekim ilk müdahaleyle alaşağı edildiği vakit, Demirel de şaşırıp meşhur şapkasını makamında unutup gitmemiş miydi? Sonradan hep başına kaktılar bu hadiseyi iktidarları döneminde anarşiye, müdahaleyi meşru kılabilmek amacıyla göz yumulduğu yolundaki iddialarını nasıl değerlendirdiğinizi öğrenebilir miyiz? Bu böyle, öyle söylendiği gibi değil şimdi Sayın Ekşicıva o vakit askerin, polisin eli kolu bağlıydı anarşiste, teröriste karşı. Siz yakalıyordunuz, savcı salıveriyordu. Mahkemede beraat ediyorlardı Demirel den de, Ecevit ten de kanunlarda lüzumlu değişiklikleri yapmaları hep istendi. Amma bunları meclisten çıkartamadılar. Anarşiye mani olacak olanlara lüzumlu MUHALEFET 45

46 46 MUHALEFET salahiyetleri, yetkileri vermediler. İstenen yetkiler nelerdi? Bunlar da malum. Bir defa kanunen, ateş etmeden evvel dur demek gerekiyordu. Siz dur diyene kadar da adam kaçıyordu. Hele bir dur diyecek kişi kekeme çıktı mı, atı alan Üsküdar ı geçiyordu Sonra gözaltı müddeti çok kısaydı. Adam bunun kısa olduğunu bildiği içün ne yapsanız konuşmuyordu, konuşturamıyordunuz 12 Eylül den sonra bu süre 90 güne çıkartılınca görevliler de rahatladı, nasılsa önümüzde 3 ay var, mutlaka konuştururuz diye. Sakın ola zannetmeyiniz ki, demokratik uygulamalar da tamamen ortadan kaldırılmıştı. Misal, gözaltı müddetiyle alakalı bir istisna getirilmişti. Nasıl bu tenzilat mevsimi oluyor senede iki defa Onun gibi işte, Mart ve Ekim aylarında gözaltına alınanlar içün gözaltı müddeti tenzilatlı olarak 45 gün tutuluyordu. Yetkileri artırılınca polislik kolaylaştı, herkes polis olma için müracaat etti. O sebeple, bunları kırmamak içün polis kadrosu devamlı artırılıyor Netekim, işsizliğe karşı da pratik bir çözüm bu. Yani Demirel in iddialarına katılmıyorsunuz. Tabii şimdi 12 Eylül ü yapanlar kötü oldu. Bu hep böyle olmuştur zaten Zira adamı işi oluncaya kadar severler. Bizde ahde vefa olsaydı şimdi böyle mi olurdu? Bizim millet olarak en köyü huylarımızdan biri de müsrif oluşumuzdur. Bir şeyi sonuna kadar kullanmadan atmamayı adet edinmişiz. Bu yanlış. Gönül isteri ki, böyle bitmesin Neyse, siyasilerin mesuliyeti başkalarına yıkacağına, kendi gözlerindeki çöpü görmeleri lazım gelir evvela. Siz de o devirleri yaşadınız, herkes de yaşadı. Ne çabuk unuttular, aylarca bir cumhurbaşkanı seçemediklerini? Milletvekilleri Meclis turlarına katılacaklarına, mavi tura gidiyordu. Meclis e dövüşmek içün geliyorlardı. Genel Kurul salonuna güreş minderi alınması içün ödenek bile ayırmamışlar mıydı? Yeni küfürler duydum diğer arkadaşları da bilgilendirmek istiyorum diye söz hakkı isteyen ben miydim? Milletvekili yeminini Brejnev in ölüsünü öpeyim diye yapanlar yok muydu? Bunlara niye mani olmamışlar? Memleket ikiye bölünmüştü. Bir tarafta kurtarılmış, diğer tarafta canını kurtarabilmişlerin bölgesi Birleşmiş Milletlere müracaat eden kurtarılmış bölgeler mevcuttu. Hangi birini sayayım? Partizanlık almış yürümüştü. İsmi lazım değil bir başbakan, kendi partisine üye alelade vatandaşların yolda gördüğü resmi makam arabalarına binebilmeleri üçün genelge çıkarabiliyordu. Düşünebiliyor musunuz, bakkal Mehmet ile Genelkurmay Başkanı aynı arabada gidiyor? Alın başka bir misal: Sümerbank, pankart yapmak maksadıyla patiska alanlara yüzde 35 tenzilat yapıyordu. Soygun paralarıyla devlet tahvili almak isteyenlere kolaylık saplanıyordu. Çalınan paraların başka

47 türlü bulunmasından umut kesilmişti. Davul zurnayla kafa şişirdikleri yetmiyormuş gibi, grevciler çağırdı mı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası gidip fabrika önlerinde konser veriyordu. Sendikalar bu derece azmıştı, onların borusu ötüyordu. İşçilerden kestikleri paralarla lüks içinde yaşıyorlardı, hepsi ipek gömlek giyiyordu!.. Bunlar saymakla bitmez, vaktinizi almayayım. İşte hal böyleyken, bunlara seyirci kalanlar şimdi topu 12 Eylül e atıyorlar. Memleketim o zamanki vaziyetini unutuyorlar. Evet, 80 öncesini hepimiz biliyoruz. Türkiye de durum buydu. Ya çevremiz nasıldı? Dış gelişmelerle 12 Eylül arasında bağ kuranlara ne diyeceksiniz? Etrafımız o vakit şöyle bir manzara arz ediyordu Yunanistan da Papandreou, Amerikan üslerini taverna yapacağım diye iktidara geliyordu. Sonrada yapamadı ya, söylemesi kolay İran da şah devrilmiş, Humeyni sakal koyvermişti. Ruslar bir düğün davetini bahane ederek Afganistan a girmişti. Bütün bunlara bir de, 6. Filo nun Türkiye ye yanaşmaktan çekindiği içün, Amerikan bahriyelilerinin umumhaneye gidemeyip abazan kalmaları ilave olunca, ABD Ortadoğu da bir hayli sıkıntıya düştü. Amma, 12 Eylül Amerika istedi diye yapılmadı. Yalan söylüyorlar. Fakat Amerikalıların bu işe çok sevindiği aşikar değil mi Sayın Zorti? Müdahale olduğunda, CIA nın Ankara İstasyon Şefliğini yaptığı söylenen Paul Henze ye yatağından kaldırılıp, Your boys have done it, yani Senin çocuklar nihayet yaptı gibisinden haber verilince, Henze nin sevinçten don gömlek sokağa fırlaması bunu gösteriyor değil mi? Amerikalıların bir huyu var. Emekli oldukları vakit, başlarından geçenleri hatıralında yazıyorlar. Herkes de okuyup mahrem şeyleri öğrenebiliyor. Bazı şeyleri mezara götürmek lazımdır. Ayrıca bu laftan böyle bir mana çıkarmak doğru mu? Zira 12 Eylül ü yapanlar çocuk değil ki, hepsi koca adam. Belki de Henze ye bu haber verilirken, telefon eden çocuklarıyla beraber tatilde olan karısıydı. Çocukların nihayet yaptı! Canım vazoyu kırdılar. Şunlara terbiye veremedin gitti. Ben şimdi otel müdüriyetine ne diyeceğim? diye arıyordu. Henze de uyku sersemine yanlış anladı, 12 Eylül oldu zannetti. Her neyse, şöyle oldu, böyle oldu, 12 Eylül oldu. Gelelim 12 Eylül e Sayın Zorti, sevapları elbette çok, fakat askeri idarenin hiç mi günahı olmadı? Biliyorsunuz, çeşitli eleştiriler yapılıyor. Bu eleştiriler yerinde mi? Siz bu konuda uzman ve referans kaynağı sayılıyorsunuz. Mesela insan hakları alanındaki eleştiriler için ne dersiniz? Yani işkence teraneler Yani Rauf Bey, bir defa işkence her devirde olagelmiştir. 12 Eylül e mahsus bir uygulama değildir ki Netekim, tarihe bakarsanız bu işin evveliyatı bir hayli eskiye uzanır. Adem ile Havva nın cennetten tard edilmesine sebep olan hadiseyi ele alalım. Elma hikâyesi Şimdi bir adamı kopar o elmayı, kopar o elmayı diye mütemadiyen tahrik etmek Bu da bir işkence! Psikolojik işkence e o halde niçün kıyamet koparılıyor? tamam. 12 Eylül devrinde bazı şeyler olmuştur. Ki şarkısını da yaptılar, Elbet olmuştur geçmişte açıklanamaz şeyler diye Amma, o hadiseler münferit şeylerdi. Binde bilmem kaç!.. Zaman geliyor insan karısıyla bile kavga ediyor Hem bu işleri yapanlar hakkında davalar da açıldı, suçu olanlar cezalandırıldı. Şu kadar kişi 3 sene işkenceden men cezası almadı mı? Bir MUHALEFET 47

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256) T.C. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256) 12. Hafta Ders Notları - 03/05/2017 Arş. Gör. Dr. Görkem

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR 4.19.4 TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR 1) Dosya No : 2013/551 E. : Ankara 17. Asliye Ceza si : 1- TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı 2- TMMOB Genel Sekreteri N. Hakan Genç :2911 sayılı Toplantı ve Gösteri

Detaylı

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. 28 Nisan 2014 Basın Toplantısı Metni ; (Konuşmaya esas metin) Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. -- Silahlı Kuvvetlerimizde 3-4 yıldan bu yana Hava Kuvvetleri

Detaylı

Yeni anayasa neyi hedefliyor?

Yeni anayasa neyi hedefliyor? Yeni anayasa neyi hedefliyor? Siyasal iktidar Yeni Anayasanın yazımına kapalı kapılar ardında devam ederken, yeni anayasanın yazılma sürecine dair öğrenebildiğimiz yegâne şey, mecliste oluşturulan uzlaşma

Detaylı

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ Mehmet Uçum 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri a. Tartışmanın Arka Planı Ülkemizde, hükümet biçimi olarak başkanlık sistemi tartışması yeni

Detaylı

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... IX İÇİNDEKİLER...XIII KISALTMALAR...XXI TABLOLAR

Detaylı

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem NEDEN Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem YERLi VE MiLLi BiR SiSTEM Türkiye, artık daha büyük. Dünyada söz söyleyen ülkeler arasında. Milletinin refahını artırmaya başladı. Dünyanın en büyük altyapı

Detaylı

2000 li Yıllar / 8 Türkiye de Eğitim Bekir S. GÜR Arter Reklam 978-605-5952-25-9 Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

2000 li Yıllar / 8 Türkiye de Eğitim Bekir S. GÜR Arter Reklam 978-605-5952-25-9 Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011 Seri/Sıra No 2000 li Yıllar / 8 Kitabın Adı Türkiye de Eğitim Editör Bekir S. GÜR Yayın Hazırlık Arter Reklam ISBN 978-605-5952-25-9 Baskı Tarihi Ağustos-2011 Ofset Baskı ve Mücellit Ömür Matbaacılık Ömür

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI 1 Nasıl bir anayasa yapım süreci? Maddeleri değil ilkeleri temel alan Ayırıcı değil birleştirici Uzlaşmaya zorlamayan Uzlaşmazlık alanlarını ihmal etmeyen Mutabakatı değil ortak

Detaylı

ÇOK PARTİLİ DÖNEMDE SİYASET Erol Tuncer - 23 Mart 2018

ÇOK PARTİLİ DÖNEMDE SİYASET Erol Tuncer - 23 Mart 2018 ÇOK PARTİLİ DÖNEMDE SİYASET Erol Tuncer - 23 Mart 2018 ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞ KOŞULLARI Demokrasi Kültürümüzün Yetersizliği Bedeli ödenmeden demokrasiye girmiş olmamızın sıkıntılarını çekiyoruz. Art

Detaylı

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10 Gül, ABD ile hizmet sözleşmesi yapmıştır İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, dün Ankara da bir basın toplantısı düzenledi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ü ABD ile yaptığı gizli anlaşmayı

Detaylı

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ 12 Eylül Darbesi 1973 seçimlerinden 1980 yılına kadar gerçekleşen seçimlerde tek başına bir iktidar çıkmadığından bu dönem hükümet istikrarsızlığı ile geçen bir dönem olmuştur.

Detaylı

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 1 Av.Dr. M. SEZGİN TANRIKULU İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ 2015 yılı Ağustos ayından itibaren tekrar başlayan çatışmalar Türkiye tarihinde eşi az görülmüş bir yıkıma, sayısız

Detaylı

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor? Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor? Gezi olaylarından bu yana Hükümetin dikişlerinin tutmadığını ve sadece patronlar tarafından değil, çeşitli cemaatler ve muhafazakar sektörler

Detaylı

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları Cumhuriyetin kuruluşu Anadolu insanının iman, namus, bağımsızlık, özgürlük, vatan ve millete sevgi ile bağlılığının inancı ve iradesi ile kendisine önderlik yapan Mustafa

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) 2014 2015 GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) 2014 2015 GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00 ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) 2014 2015 GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00 A. ANLATIM SORUSU (10 puan) Temsilde adalet yönetimde istikrar kavramlarını kısaca açıklayınız. Bu konuda

Detaylı

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Geçtiğimiz ay Suriye de Irak Şam İslam Devleti ve diğer muhalif güçler arasında yaşanan çatışmaya ilişkin, Suriye Devrimci Sol

Detaylı

ANAYASA DERSĐ (41302150) (2010-2011 GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI

ANAYASA DERSĐ (41302150) (2010-2011 GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI ANAYASA DERSĐ (41302150) (2010-2011 GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI ANLATIM SORULARI 1- Bir siyasal düzende anayasanın işlevleri neler olabilir? Kısaca yazınız. (10 p) -------------------------------------------

Detaylı

AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni:

AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni: AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni: Temmuz 03, 2008-12:00:00 AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat'ın düzenlediği basın toplantısının tam

Detaylı

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar. Boyun eğmeyenler bu yana BU DÜZENİ SIFIRLA AKP eliyle sürdürülen gerici diktatörlük Türkiye'nin kaderi değildir. Bu diktatörlük bir kaza veya arızanın sonucu ortaya çıkmış da değildir. Sömürü düzeni kendini

Detaylı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı Orta Doğu Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı Ali SEMİN BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı 56 Stratejist - Temmuz 2017/2 Orta Doğu da genel olarak yaşanan bölgesel kriz ve

Detaylı

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ BASINA VE KAMUOYUNA Erkek egemen kapitalist sistemde kadınların en önemli sorunu 2011 yılında da kadına yönelik şiddet olarak yerini korudu. Toplumsal cinsiyetçi rolleri yeniden üreten kapitalist erkek

Detaylı

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ... ÖRNEK SORU: 1 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti açısından, 30 Ekim 1918 de, yenilgiyi kabul ettiğinin tescili niteliğinde olan Mondros Ateşkes Anlaşması yla sona erdi. Ancak anlaşmanın,

Detaylı

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? Toplu İş Sözleşmesi (TİS), çok genel anlamı ile emekçilerin temsilcisi sendika ile işveren temsilcilerinin, ekonomik, özlük ve çalışma koşullarını birlikte belirlemeleridir.

Detaylı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ 13 1.1.Türkiye Ekonomisine Tarihsel Bakış Açısı ve Nedenleri 14 1.2.Tarım Devriminden Sanayi Devrimine

Detaylı

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014 Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye ile Kürdistan arasındaki ekonomik ilişkiler son yılların en önemli rakamlarına ulaşmış bulunuyor. Bugünlerde petrol anlaşmaları ön plana

Detaylı

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık İÇİNDEKİLER FİNANS, BANKACILIK VE KALKINMA 2023 ANA TEMA SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA: FİNANS VE BANKACILIK ALT TEMALAR Türkiye Ekonomisinde Kalkınma ve Finans Sektörü İlişkisi AB Uyum Sürecinde Finans ve Bankacılık

Detaylı

OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu

OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonucu 241 yurttaşımız şehit oldu, 2bin 194 yurttaşımız yaralandı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası 17 Ağustos 2016 tarihinde hükümetin

Detaylı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! Clara Zetkin haklı olarak Kadının özgürlüğünün, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, emeğin sermayenin

Detaylı

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti Türkiye Cumhuriyeti nin 9. Cumhurbaşkanı, 40 yılı aşkın siyasi hayatında kendi deyimiyle altı kez gittiği başbakanlığa yedi kez gelen parti lideri, Devlet Su İşleri nin

Detaylı

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5 TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5 HAZİRAN 2012 Araştırmacılar Derneği üyesi olan GENAR, araştırmalarına olan güvenini her türlü denetime ve bilimsel sorgulamaya açık olduğunu gösteren Onur

Detaylı

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ NİN AVUKATLIK SINAVI, STAJ DEĞERLENDİRMELERİ VE HUKUK FAKÜLTELERİNİN ASGARİ STANDARTLARA KAVUŞTURULMASI İÇİN YAPTIĞI ÇALIŞMALAR Mayıs 2015 Değerli Meslektaşım,

Detaylı

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR ANAYASANıN TEMEL ILKELERI 2 1. madde Türkiye devleti bir cumhuriyettir. 2. Madde Cumhuriyetin nitelikleri Cumhuriyetçilik Başlangıç ilkeleri Atatürk

Detaylı

1: İNSAN VE TOPLUM...

1: İNSAN VE TOPLUM... İÇİNDEKİLER Bölüm 1: İNSAN VE TOPLUM... 1 1.1. BİREYİN TOPLUMSAL HAYATI... 1 1.2. KÜLTÜR... 3 1.2.1. Gerçek Kültür ve İdeal Kültür... 5 1.2.2. Yüksek Kültür ve Yaygın Kültür... 5 1.2.3. Alt Kültür ve Karşıt

Detaylı

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB Danýþma Kurulu 38. Dönem 2. Toplantýsý 16 Nisan 2005'te Ankara'da TMMOB çalýþmalarý üzerine bilgilendirme ve TMMOB çalýþmalarýnýn deðerlendirilmesi gündemi

Detaylı

CUMHURBASKANININ YETKİ VE SORUMLULUKLARI

CUMHURBASKANININ YETKİ VE SORUMLULUKLARI CUMHURBASKANININ YETKİ VE SORUMLULUKLARI CİFT BASLILIK BİTİYOR Cumhurbaşkanı ile Başbakanın yetkileri birleştiriliyor. Cumhurbaşkanı yürütmenin başı oluyor. Yönetimde çift başlılık ortadan kalkıyor. Cumhurbaşkanları

Detaylı

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz İstanbul YDK: 1 Mayıs itibariyle başlamış olan Eme(K)adın kampanyamız kapsamında güvencesiz, görünmeyen ve yok sayılan kadın emeği üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyoruz. Bu kez bu konuda sendikal

Detaylı

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ STRATEJİK VİZYON BELGESİ ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ Ekonomi, Enerji ve Güvenlik; Yeni Fırsatlar ( 20-22 Nisan 2016, Pullman İstanbul Otel, İstanbul ) Karadeniz - Kafkas coğrafyası, tarih boyunca

Detaylı

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ. Sorular Cevaplar

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ. Sorular Cevaplar ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ Sorular Cevaplar Soru 1. Halkın oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı görevini yaparken taraflı mı olmalı? Tarafsız mı olmalı? Cevap 1. Tarafsız olmalı. Cumhurbaşkanı cumhur u yani milletin

Detaylı

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA!

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA! 1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA! İşçilerin burjuvaziye ve egemen sınıfa karşı mücadelesi sürdükçe, bütün talepleri karşılanana dek 1 Mayıs, bu taleplerin her yıl dile getirildiği gün olacaktır.

Detaylı

SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU**

SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU** SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU** Uygulanan ekonomik politikalar sonucunda, devletin küçültülmesi, kamusal alanın daraltılması koşullarında, kamu işveren sendikalarına olan ihtiyaç gittikçe azalıyor.

Detaylı

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

ANAYASA CEVAP ANAHTARI GÜZ DÖNEMİ YILSONU SINAVI Ocak 2019 saat 13.00

ANAYASA CEVAP ANAHTARI GÜZ DÖNEMİ YILSONU SINAVI Ocak 2019 saat 13.00 HİTİT ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ ANAYASA CEVAP ANAHTARI 2018-2019 GÜZ DÖNEMİ YILSONU SINAVI --- 9 Ocak 2019 saat 13.00 1. a) Demokrasi sandıktan

Detaylı

Yerel Demokrasi, Yerel Hukuk ve Evrensel Değerler

Yerel Demokrasi, Yerel Hukuk ve Evrensel Değerler Yerel Demokrasi, Yerel Hukuk ve Evrensel Değerler 2000 li yıllara gelindiğinde iç dinamikler, Türkiye nin uluslararası hukuk taahhütleri, AB süreci, bölgesel ve küresel gelişmelerin etkisiyle değişim kaçınılmaz

Detaylı

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADINLARA DESTEK MEKANİZMALARI ONLİNE KİTAPÇIĞI Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Gençlik Topluluğu 2015-2016 İÇİNDEKİLER 1. Giriş 2. Kadın Dostu Akdeniz Projesi 3. Projenin

Detaylı

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI 26 Kasım 2014 İstanbul, Sabancı Center TÜSİAD İş Dünyası Bakış Açısıyla Türkiye de

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX BIRINCI BÖLÜM ANAYASA HUKUKUNUN KISA KONULARI 1. 1961 Anayasası ile 1982 Anayasası nın Hazırlanış ve Kabul Ediliş Süreçlerindeki Farklılıklar...1 2. Üniter, Federal ve Bölgeli

Detaylı

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket) Kamuoyu Yoklaması Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket) Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi 2017 1 Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara

Detaylı

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı nın Genel Kurul açış konuşması

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı nın Genel Kurul açış konuşması TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı nın Genel Kurul açış konuşması Hepinizi Birlik Yönetim Kurulu ve şahsım adına sevgiyle, saygıyla, dostlukla selamlıyorum. Mayıs ayının son günlerinde gerçekleştirdiğimiz

Detaylı

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? Dünyada mal ve hizmet hareketlerinin uluslararası dolaşımına ve üretimin uluslararasılaşmasına imkan veren düzenlemeler (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası

Detaylı

İÇİNDEKİLER. A. Bülent Gürel (Üsküdar Hakimi) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları

İÇİNDEKİLER. A. Bülent Gürel (Üsküdar Hakimi) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları OLAYLAR TBB Olağan Genel Kurulu Toplandı Baro Genel Kurulu Toplantısı Başkanın Açış Konuşması ve Kararlar Anayasa Mahkemesi Madenler Hakkındaki Yasanın İptali İstemini Reddetti Vergiler Temyiz Komisyonu

Detaylı

TÜRKĠYE DE ANAYASA DEĞĠġĠKLĠĞĠ: NEDENLER, YAġANANLAR VE SONUÇLAR

TÜRKĠYE DE ANAYASA DEĞĠġĠKLĠĞĠ: NEDENLER, YAġANANLAR VE SONUÇLAR TÜRKĠYE DE ANAYASA DEĞĠġĠKLĠĞĠ: NEDENLER, YAġANANLAR VE SONUÇLAR 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında, 16 Aralık 2016 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi

Detaylı

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi Devrimci Marksizm Yayın Kurulu Uzun vadede bu felâket konusunda suçun nasýl daðýtýlacaðý çok þeyi belirleyecektir. Ýþte bu, önemli bir entelektüel

Detaylı

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi Murat Çokgezen Prof. Dr. Marmara Üniversitesi 183 SORULAR 1. Ne zaman, nasıl, hangi olayların, okumaların, faktörlerin veya kişilerin tesiriyle ve nasıl bir süreçle liberal oldunuz? 2. Liberalleşmeniz

Detaylı

ASKERİ DARBELER VE TOPLUMSAL ETKİLERİ: 1960, 1971 ve 1980 DARBELERİ

ASKERİ DARBELER VE TOPLUMSAL ETKİLERİ: 1960, 1971 ve 1980 DARBELERİ ASKERİ DARBELER VE TOPLUMSAL ETKİLERİ: 1960, 1971 ve 1980 DARBELERİ Ercan Sözer Atılım Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Yükseklisans Öğrencisi Darbe, Türk Dil Kurumu tarafından bir ülkede baskı

Detaylı

Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli

Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli www.ekrempakdemirli.com 21.05.2014 1923 sonlarında Cumhuriyet Kurulduğunda Savaşlardan yorgun Eğitim-öğrenim seviyesi oldukça düşük bir toplum Savaşlar sonrası ülke harap ve

Detaylı

GENEL BAŞKANIN MESAJI

GENEL BAŞKANIN MESAJI GENEL BAŞKANIN MESAJI Küresel ekonomik kriz, ekonomiyi kalıcı olarak küresel dünyanın birinci önceliği haline getirdi. İkibinli yılların ilk dönemine yıkıcı bir savaş olan ABD nin Irak işgali damgasını

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Cumhuriyet Halk Partisi AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy Türkiye de temaslarına CHP Lideri Kılıçdaroğlu ile görüşerek başladı. Görüşmeye katılan Loğoğlu açıklamalarda bulundu ve soruları yanıtladı.

Detaylı

Devrim Öncesinde Yemen

Devrim Öncesinde Yemen Yemen Devrimi Devrim Öncesinde Yemen Kuzey de Zeydiliğe mensup Husiler hiçbir zaman Yemen içinde entegre olamaması Yemen bütünlüğü için ciddi bir sorun olmuştur. Buna ilaveten 2009 yılında El-Kaide örgütünün

Detaylı

Yorumluyorum. Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış

Yorumluyorum. Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış Yorumluyorum Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış Ersan ŞEN Hukuk Kitapları Dizisi: 1062 ISBN 978 975 02 1394 6 Birinci Baskı: Ocak 2011

Detaylı

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı Fikret BABAYEV * Sayın Başkan, değerli katılımcılar! Öncelikle belirtmek isterim ki, bugün bu faaliyete iştirak etmek ve sizlerle bir arada bulunmak benim için büyük bir mutluluktur. Bu toplantıya ve şahsıma

Detaylı

Sayı: 2009/18 Tarih: 09.08.2009 Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

Sayı: 2009/18 Tarih: 09.08.2009 Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı Sayı: 2009/18 Tarih: 09.08.2009 Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı - Ekonomik krizin şiddeti devam ederken, krize borçlu yakalanan aileler, bu dönemde artan işsizliğin de etkisi ile

Detaylı

DERSİMİZİN TEMEL KONUSU

DERSİMİZİN TEMEL KONUSU DERSİMİZİN TEMEL KONUSU 1 1. TÜRK HUKUKUNUN TEMEL KAVRAMLARINI TANIMAK 2. TÜRKIYE DE NELER YAPABİLİRİZ SORUSUNUN CEVABINI BULABİLMEK DERSİN KAYNAKLARI 2 SİZE GÖNDERİLEN MATERYAL: 1. 1982 Anayasası: https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa_2011.pdf

Detaylı

BİRİNCİ KISIM İDARE HUKUKUNUN TEMEL KAVRAMLARI

BİRİNCİ KISIM İDARE HUKUKUNUN TEMEL KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER BİRİNCİ KISIM İDARE HUKUKUNUN TEMEL KAVRAMLARI Birinci Bölüm: İdare Hukukunun Tanımı I. İdare... 3 II. İdari Fonksiyon... 4 A. Toplumun Genel ve Sürekli İhtiyaçlarının Karşılanmasına Yönelik

Detaylı

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi 1990 yılında Latin Amerika'nın ada ülkesinde bir grup Müslüman ülkedeki yönetimi ele geçirmek için silahlı darbe girişiminde bulunmuştu.

Detaylı

Türkiye Siyasi Gündem Araştırması

Türkiye Siyasi Gündem Araştırması I. AMAÇ Bu çalışmanın amacı, aylık periyotlar halinde düzenlediğimiz, Türkiye nin Siyasi Gündemine paralel konuların ele alınarak halkın görüşlerini tespit etmek ve bu görüşlerin NEDENİ ni saptamak adına

Detaylı

MAHKEMELER (TÜRK YARGI ÖRGÜTÜ) Dr. Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi

MAHKEMELER (TÜRK YARGI ÖRGÜTÜ) Dr. Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi MAHKEMELER (TÜRK YARGI ÖRGÜTÜ) Dr. Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi ÖĞRENME HEDEFLERİMİZ - ADLÎ YARGI MAHKEMELERİ, BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİ, YARGITAY - İDARE MAHKEMELERİ, BÖLGE İDARE MAHKEMELERİ,

Detaylı

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR -1- 109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR Yabancıların, 8 Haziran itibariyle Türkiye de 53 milyar 130 milyon dolarlık hisse senedi, 38 milyar 398 milyon dolar devlet iç borçlanma senedi (DİBS) ve 407

Detaylı

YABANCILAR VE ULUSLARARASI KORUMA KANUNU

YABANCILAR VE ULUSLARARASI KORUMA KANUNU YABANCILAR VE ULUSLARARASI KORUMA KANUNU Halkla İlişkiler Başkanlığı TA K D İ M Değerli; Ana Kademe, Kadın Kolları, Gençlik Kolları MKYK üyemiz, Bakan Yardımcımız, Milletvekilimiz, Ana Kademe, Kadın Kolları,

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015 Türkiye Cezasızlık Araştırması Mart 2015 İçerik Araştırma Planı Amaç Yöntem Görüşmecilerin Dağılımı Araştırma Sonuçları Basın ve ifade özgürlüğünü koruyan yasalar Türkiye medyasında sansür / oto-sansür

Detaylı

TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK

TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK TürkİYE KADIN DERNEKLERİ FEDERASYONU Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu 1976 Yılında kurulmuş ülke genelinde 50.500 üyesi

Detaylı

ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ. 2011-2012 Eğitim-Öğretim Yılı. Ders Adı : Siyaset ÇalıĢma Yaprağı 13 SĠYASET

ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ. 2011-2012 Eğitim-Öğretim Yılı. Ders Adı : Siyaset ÇalıĢma Yaprağı 13 SĠYASET ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ 2011-2012 Eğitim-Öğretim Yılı Ders Adı : Siyaset ÇalıĢma Yaprağı 13 Adı Soyadı : No: Sınıf: 11/ SĠYASET Siyaset; ülke yönetimini ilgilendiren olayların bütünüdür.

Detaylı

Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir

Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), Barzani nin liderliğinde 25 Eylül tarihinde bir referandum yapılacağını duyurdu. Referandumda KBY nin bağımsız

Detaylı

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR?

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR? GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR? ESNEK ÇALIŞMADIR Yapacağın işin, çalışacağın saatlerin, alacağın ücretin esnek olduğu bir çalışma sistemidir. 2 PERFORMANS SİSTEMİDİR Emekçiler arasında dayanışmanın, birlik ruhunun

Detaylı

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00 Türkiye de siyaset yalnızca oy kaygısı ile yapılıyor Siyasete popülizm hakimdir. Bunun adı ucuz politika dır ve toplumun geleceğine maliyet yüklemektedir. Siyaset Demokrasilerde yapılır. Totaliter rejimler

Detaylı

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi MTM Medya Takip Merkezi, 2010 yılında medyanın gündemini belirleyen konu ve olayları derledi. İki bini aşkın gazete, dergi, TV kanalı ve haber sitesinde periyodik olarak yapılan takip sonuçları, yıl boyunca

Detaylı

Teröre karşı mücadele cephesi!

Teröre karşı mücadele cephesi! Teröre karşı mücadele cephesi! Türkiye, teröre karşı mücadele adı altında, birlik ve beraberlik içinde emekçilere yönelik bir terör rejimine sürüklenmek isteniyor. Bu nedenle milli seferberlik dahi ilan

Detaylı

işçiokulu FASİKÜL 19:

işçiokulu FASİKÜL 19: 1. Temel Tanımlar Milliyetçilik Milliyetçilik en kaba haliyle, ulus ölçeğinde mevcut toplumsal yapı içindeki farklı sınıfsal konumlarda olan bireylerin, bu ulusa denk düşen siyasi yapı olan ulusdevlet

Detaylı

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık İÇİNDEKİLER FİNANS, BANKACILIK VE KALKINMA 2023 ANA TEMA SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA: FİNANS VE BANKACILIK ALT TEMALAR Türkiye Ekonomisinde Kalkınma ve Finans Sektörü İlişkisi AB Uyum Sürecinde Finans ve Bankacılık

Detaylı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı Çalışma hayatında barış egemen olmalı Ocak 19, 2012-3:31:16 olduğunu belirtti. olduğunu belirterek, ''Bu bakış açısı çerçevesinde diyalog merkezli çalışmalarımızı özellikle son 7 aydır yoğun bir şekilde

Detaylı

MACARİSTAN SUNUMU Dr. Csaba UJKERY

MACARİSTAN SUNUMU Dr. Csaba UJKERY VII. ULUSLARARASI BALKAN BÖLGESİ DÜZENLEYİCİ YARGI OTORİTELERİ KONFERANSI 28-30 MAYIS 2012, İSTANBUL Yargının Bağımsızlığı ve Yasama ve Yürütme Güçleriyle İşbirliği Türkiye Cumhuriyeti Hâkimler ve Savcılar

Detaylı

ÖZETLE. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

ÖZETLE. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem ÖZETLE Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem MiLLETiN ONAYIYLA Mevcut Anayasa da Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin başıdır. Sistemin işleyişi, devletin bekası ve vatanın bütünlüğü, Türkiye

Detaylı

MAHKEMELER (TÜRK YARGI ÖRGÜTÜ) Dr. Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi

MAHKEMELER (TÜRK YARGI ÖRGÜTÜ) Dr. Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi MAHKEMELER (TÜRK YARGI ÖRGÜTÜ) Dr. Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi ÖĞRENME HEDEFLERİMİZ - ADLİYE MAHKEMELERİ, YARGITAY - İDARE MAHKEMELERİ, DANIŞTAY - UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ - ANAYASA MAHKEMESİ

Detaylı

''Yanlış anlaşılıyorum''

''Yanlış anlaşılıyorum'' ''Yanlış anlaşılıyorum'' Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, BDP li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezleke hazırlanmasıyla ilgili soruya ''Benim sözlerimden farklı anlam çıkarılıyor.

Detaylı

45. Yılında Türkiye-AB İlişkileri Konulu Seminer de TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu nun açılış konuşması

45. Yılında Türkiye-AB İlişkileri Konulu Seminer de TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu nun açılış konuşması 45. Yılında Türkiye-AB İlişkileri Konulu Seminer de TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu nun açılış konuşması İktisadi Kalkınma Vakfı nın Sayın Başkanı, Sayın Büyükelçiler, Kıymetli basın mensupları Hanımefendiler

Detaylı

İşsizlik İstikrarlı Biçimde Yükseliyor! Son 10 Yılın En Yüksek İşsiz Sayısı

İşsizlik İstikrarlı Biçimde Yükseliyor! Son 10 Yılın En Yüksek İşsiz Sayısı İşsizlik ve İstihdam Raporu-Şubat 2017 15 Şubat 2017, İstanbul İşsizlik İstikrarlı Biçimde Yükseliyor! Son 10 Yılın En Yüksek İşsiz Sayısı Bir yılda 590 bin yeni işsiz Resmi işsiz sayısı 3 milyon 715 bine

Detaylı

İŞ GÜVENCEMİZE VE GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ!

İŞ GÜVENCEMİZE VE GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ! İŞ GÜVENCEMİZE VE GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ! 1 KAMUNUN DÖNÜŞÜMÜ Kamunun ve kamu hizmetlerinin önceden belirlenmiş ekonomik, toplumsal, siyasal hedefler doğrultusunda; amaç ve işlevleri bakımından yeniden

Detaylı

İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz?

İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz? On5yirmi5.com İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz? İmam Hatip Liseleri Son günlerin en gözde hedefi Katsayı, Danıştay, ÖSS ve başörtüsüyle oluşan okun saplandığı tam 12 noktası. Kimilerinin ötekileri Yayın Tarihi

Detaylı

MISIR IN SİYASAL HARİTASI

MISIR IN SİYASAL HARİTASI MISIR IN SİYASAL HARİTASI GÖKHAN BOZBAŞ Kırklareli Üniversitesi Afrika Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi MISIR IN SİYASAL HARİTASI HAZIRLAYAN GÖKHAN BOZBAŞ Kapak Fotoğrafı http://www.cbsnews.com/

Detaylı

ADALET KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ. Adalet yürüyüşü korku zincirini kırdı. Cesaret ve umudu ateşledi.

ADALET KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ. Adalet yürüyüşü korku zincirini kırdı. Cesaret ve umudu ateşledi. 1 ADALET KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ Adaletin yok edildiği, korku, endişe ve çaresizlik duygusunun toplumu teslim aldığı bir süreçte milyonlar adalet için yürüdü. Adalet yürüyüşü korku zincirini kırdı.

Detaylı

YÖNETİMDE DÜRÜSTLÜK, ŞEFFAFLIK, HESAP VEREBİLİRLİK: NEREDEYİZ, NEREYE GİDİYORUZ? Erol Erdoğan. Genel Başkan Yardımcısı - İstanbul Milletvekili Adayı

YÖNETİMDE DÜRÜSTLÜK, ŞEFFAFLIK, HESAP VEREBİLİRLİK: NEREDEYİZ, NEREYE GİDİYORUZ? Erol Erdoğan. Genel Başkan Yardımcısı - İstanbul Milletvekili Adayı YÖNETİMDE DÜRÜSTLÜK, ŞEFFAFLIK, HESAP VEREBİLİRLİK: NEREDEYİZ, NEREYE GİDİYORUZ? Erol Erdoğan Genel Başkan Yardımcısı - İstanbul Milletvekili Adayı 26 Mayıs 2011 - Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü

Detaylı

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI Uluslararası Arka Plan Uluslararası Arka Plan Birleşmiş Milletler - CEDAW Avrupa Konseyi - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Detaylı

TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ

TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ TÜRK HUKUK SİSTEMİ İdari Yargı Adli Yargı Askeri Yargı Sayıştay Anayasa Mahkemesi İDARİ YARGI SİSTEMİ İdarenin eylem ve işlemlerine karşı açılan davaların görüşüldüğü,

Detaylı

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır. YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır. Ortak yönetim- birlikte yönetmek anlamına gelir ve içinde yönetimden

Detaylı