Dev-Genç ten Kızıldere ye, Kızıldere den Günümüze

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Dev-Genç ten Kızıldere ye, Kızıldere den Günümüze"

Transkript

1 Dev-Genç ten Kızıldere ye, Kızıldere den Günümüze Kızıldere ye uzanan tarihi süreç yeni durumlar karşısında kendisini yenileyen derinleştiren, somut koşullara göre uyarlanan bir mücadele örneğidir. Kızıldere yi yalnızca bir direnişe indirgemek ve böyle algılamak Çayan ların yarattığı mücadele tarihinin içini boşaltmak ve onu revize etmektir. Çünkü Kızıldere anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimci stratejinin ideolojik, politik, sosyal, ekonomik çözümünün yaşama geçmiş biçimidir. Onun içini boşaltanlar onu anlamayanlardır. Merve Şen Dünyada emperyalist saldırganlığın daha arttığı ve buna bağlı olarak anti-emperyalist mücadelenin yükseldiği 68 hareketine paralel olarak Türkiye de de bu gelişmeler hızla gençlik hareketi içinde karşılık bulmuştur. Dev-Genç özellikle üniversite gençliği içerisinde örgütlü bir güce kavuşmuştur. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) içerisinde devrimci gençlik hareketi önemli ölçüde öne çıkmıştır. O süreçte Dev-Genç önemli bir ivme yakalamıştır. Dev-Genç niteliksel olarak oportünist, revizyonist, pasifist, dogmatik çizgilere karşı önemli bir ideolojik panzehir olmuştur. Militan, ihtilalci bir mücadele çizgisini benimsemiş ve 12 Mart faşizminin bütün saldırılarına karşı ciddi bir direniş örneği sergilemiştir. Dev- Genç iki cephede de önemli adımlar atmayı başarmış, devrimci pratikler ortaya koymuştur: Bir taraftan faşizmin ve oligarşinin saldırılarına direnirken, revizyonist, oportünist çizgilere karşı ciddi ideolojik kazanımlar elde etmiştir. Türkiye devriminin yolunu aydınlatan, bütün saldırılar karşısında direnerek dimdik duran bir mücadele örgütü olmayı başarmıştır. Halkların devrimci yolunda onurluca ilerleyen Dev-Genç devrimci sınıf pratiğinin her alanında var olmuştur. O dönem bir çok devrimci mücadelenin de önderliğini yapmıştır. Altıncı Filo nun kovalanmasında, toprak işgallerinde, Karadeniz Ereğli sinde, Zonguldak ta, kanlı pazarda, Ulus orman köylülerinin direnişlerinde, işçi sınıfının direniş mücadelesinde hep var olmuştur, tarih yazmıştır. Üniversite gençliğinin ekonomik, demokratik, sosyal haklarının alınmasında, okul işgallerinde, yağma, talan, soygun karşısında amansızca mücadele etmiştir Dev-Genç. Dev-Genç Türkiye nin gerçeğini, somut durumunu bilimsel bir perspektif ile tahlil etmeyi bilmiştir. Davalarına bağlı, inançlı, kararlı her eylemleri sisteme karşı olan Dev-Genç süreç içinde rahminden devrimci bir ruh yaratmıştır. FKF içinden doğan, devrimci gençlik hareketleri daha sonra farklı ideolojik çizgilerde ülkenin tarihsel ve sınıfsal koşullarını tahlil ederek yollarına devam etmişlerdir. Türkiye Halk Kurtuluş Parti Cephe (THKP-C) Mahir Çayan ın politik ideolojik çözümlemeleri, Türkiye de diyalektik zemin üzerinden, sınıfları mücadelesini tahlil ederek oportünizme ve revizyonist çizgilere karşı devrimci bir manifesto ortaya koymuştur. Çünkü Mahir Çayan Türkiye nin tarihsel ve sınıfsal koşullarını Marksist- Leninist bir öğretiyle okuyarak Marksizm e önemli ölçüde katkı sunmuştur. Dogmatik şabloncu bir çizgiyi reddetmiştir. Halkların kurtuluşunun tek yolunun devrimde olduğu gerçeğinin altını çizmiş, uzlaşmayı daima reddetmiştir. THKP-C hareketi Türkiye devrimci mücadelesinin en özgün tarihidir. Devrimci bir öğretidir. Değişimi ve gelişmeye açık, engin materyalist felsefi diyalektik birikimdir. Devrim yapmaya niyeti olanların rehber edinmeleri gereken bir kavgadır. Kızıldere ye uzanan tarihi süreç yeni durumlar karşısında kendisini yenileyen, derinleştiren, somut koşullara göre uyarlanan bir mücadele örneğidir. Kızıldere yi yalnızca bir direnişe indirgemek ve böyle algılamak Çayan ların yarattığı mücadele tarihinin içini boşaltmak ve onu revize etmektir. Çünkü Kızıldere anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimci stratejinin ideolojik,politik, sosyal, ekonomik çözümünün yaşama geçmiş biçimidir. Onun içini boşaltanlar, onu anlamayanlardır. Onlar Kızıldere de oligarşinin kiralık katillerine karşı bir devrimcinin nasıl davranması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Faşizmin topunu tüfeğini hiçe sayarak onurluca bir direniş sergilemişlerdir. Türkiye devrimci halklarına önderlik ederek hiçbir koşulda teslim olmamışlardır. Bunun içindir ki Kızıldere yi somutlaştıran Türkiye devrimci halkları Kızıldere son değil savaş sürüyor., diyebilmişlerdir. Mahir Hüseyin U- laş kurtuluşa kadar savaş., bir mücadele öğretisi olmuştur. Bu destan kuru ve yaldızlı sloganlardan ibaret değildir. Kızıldere de savaşarak devrim adına düşenler; tarih yazanlar; Nurhak ta, Vartinik te, Mamak ta ölümü hiçe sayanlar Türkiye devrimci halklarının kurtuluş mücadelesinde hep yol gösterici olmuşlardır. Bu yoldaşlık kırk yılı aşkın bir süredir manifesto yazanların içinden süzülerek gelişen ve anıtlaşan devrimci çizgilerdir, bu çizgilerin felsefi parametrelerini bozmadan, dokularını revize etmeden kavga büyütülmelidir. Değişen yeni koşullarda Çayanca düşünme bir dogma değildir. Tam tersine sınıflar çelişkisini ve Türkiye nin içinde bulunduğu siyasal, sosyal, ekonomik gelişim göstergelerini iyi anlamaktır. Emperyalist saldırganlığın, yağmanın, soygunun olanca hızıyla sürdüğü dünyada Çayan ideolojisinin daha bir önem kazandığının altını çizmek gerekir. Geleceğimizi kurmak adına tarihi bir yolculuktur bu çizgi. Çayan ın ideolojik göstergelerini içinde bulunduğumuz sürecin niteliklerinden koparmadan iddialarımızı ve ısrarımızı sürdürmeliyiz. Marksizm i feda edenler, ona çıkarcı davrananlar Dev-Genç i ve Kızıldere yi anlamazlar, ona ait olamazlar. İçine doğdukları sürecin, devrimci kültürünü, zenginliğinin önemini kavrayamazlar. Bugün sistemden icazet alan kimi sol çevrelerin devrimci mücadeleye katacakları hiçbir şey yoktur. Bu oportünist çevrelerin Çayan öğretisini reddedip sonra da çıkmaza düşerek sahiplenmeleri kendileri için tam bir tutarsızlıktır. 12 Mart faşizminin ağır koşullarında ihanetin, uzlaşmanın kol gezdiği bir dönemde, devrimciler uzlaşmadan, teslim olmadan, dimdik; Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik., diyerek bir ideolojik anlayış sergilemiştir. Bugün de bu ideolojik anlayış mücadelemizde, bilincimizde bizi geliştirecek ve yol gösterecek niteliktedir. Emperyalizmin üstün görüldüğü günümüzde, bu devrimci anlayış daha bir anlam kazanıyor ve tek yolun devrim olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koyuyor. Öyleyse Kızıldere yi anlamak onu var etmekten geçer. Çünkü Kızıldere yoldaşlaşmayı, mücadeleyi, kardeşleşmeyi yaşamıyla ödeyenlerin ve bu yolda yürüyenlerin halkla kucaklaşanların adıdır. Kızıldere yi, Vartinik i, Mamak ı mücadelemizde ortak payda almak demektir. Diz çökmeden, ideolojik geriye dönüşe izin vermeden isyan etmektir. Bugünün devrimci mücadelesini ören birikim dünde gizlidir. Kawa, Spartaküs, Gerenimo, Hasan Hüseyin, Pir Sultanlar Zalime ve zulme karşı direnenlerin günümüzdeki a- dıdır Kızıldere. Evet, emperyalizme, faşizme ve şovenizme karşı halkların ilerleyen devrimci mücadelesinde Çayanların yolunda ilerlemek demektir Kızıldere. İşte bütün bu direngen, isyancı, ihtilalci çizginin toplamıdır Kızıldere gerçeği. Kızıldere yi anlamak; faşist, ırkçı, şoven, zorba, gerici eğitime karşı örgütlü duruş sergilemektir. Kızıldere yi anlamak; özerk, demokratik, bilimsel üniversite mücadelesinin yanında yer almak demektir. Sistemin örgütlü saldırılarına karşı üniversite gençliğinin Dev-Genç geleneğini sürdürmesidir. İşçi sınıfının, köylünün, kamu emekçilerinin ve tüm ezilenlerin, dışlananların mücadelesinin yanında olmaktır. Bütün mazlum ve ezilen halkların mücadelesinin yanında yer almaktır Kızıldere. Yaşasın DEV-GENÇ! Devrimci Yolumuz ÇAYANLARIN Yoludur! Kızıldere Son Değil, Savaş Sürüyor! Politika / Gündem 2 3 Politika / Gündem

2 Eğitimde Sömürüye Son Kapitalizm genel anlamda kişinin çıkarını ön plana süren bir propaganda ile varlığını sürdürür. Reklam kampanyalarından kültürel alana, siyasal alandan eğitime kadar her yönden bu algıyı yaygınlaştırmaya çalışır. Bu amaçla sosyalist deneyimlere/pratiklere saldırmaktan da çekinmez. Hatta bireyin özgürlüğü yaygarasıyla örgütlülüğün bir diktatörlük olduğunu dahi vurgulama gereği duyar. Kendi hakları ve toplumun özgürlüğü için mücadele edenleri, maceracı ve libidinal saplantıları olan kişiler olarak tanımlar. Ali Cemal Düzgün Üniversiteler, birey için temel olan öğrenim hakkının en iyi şekilde sunulması gereken kurumlardır. Öğrenim hakkı kendi içinde; parasız, bilimsel temellere dayandırılmış ve kişiye ifade özgürlüğü sağlayarak onun gelişimini destekleyecek bazı şartlar bulundurmaktadır. Bu bağlamda yüksek öğretim kurumları, bir öğrencinin diğeriyle eşit koşullar altında bilgi e- dinme ve gelişme sürecinde önemli bir rol oynar. Ancak bilindiği üzere bahsi geçen konular günümüz eğitim sisteminin dışında kalıyor. Ü- niversitelerde bilginin belirli bir miktar karşılığında satılması söz konusu. Yaratılan bu durum, öğrencilerin yararına oluşturulmuş bir sistemin sonucu değildir. Sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda üniversitelerin ticarileştirilmesi sömürüyü beraberinde getirdiği gibi, öğrenciyi de müşteri sıfatına sokuyor. Sistemin istekleri doğrultusunda yıllarca birbiri ile yarıştırılan öğrencilerin temel olan eğitim-öğretim haklarını kazanabilmeleri için sadece bir takım sınavlardan geçmeleri yetmiyor. Öyle ki bugün; özel üniversiteler haricinde bir devlet üniversitesinde bile öğrenimin devam ettirilmesi için belirli miktarda harç parası yatırılması talep ediliyor. Ve harç paralarına üst üste yapılan zamlar, öğrencileri ve aileleri sıkıntıya sokarken; öğrenimin devamlılığı için gerekli görülüyor. Bu sistem, öğrencileri bireyciliğe ve bencilliğe sürüklüyor. Yaşamın maddi açıdan zorluğunu gören öğrenci, topluma ne kadar yararlı olurum? sorusunun cevabını aramak yerine, bu mesleği seçersem ne kadar kazanırım? sorusunun cevabını aramaya yöneliyor. Kişiyi kendisine yedeklemeye çalışan sistem, kendi kural ve beklentileri doğrultusunda, geleceğini sadece para kazanmaya adayan ve bunun için meşru olan/olmayan her işi yapmaya hazır fertler yaratıyor. Oysa ki üniversite eğitiminde amaçlanan bireyciliğe yöneliş değil, toplumun yararına olabilecek işleyişin benimsenmesini sağlamak olmalıdır. Ancak bu şekilde eğitim-öğretimin hakkıyla gerçekleştiği söylenebilir. Toplumun yararına olmayacak, sadece bireyin çıkarlarını savunan bilincin üniversitelerde yayılması aynı zamanda yozlaşmış bir kültürün de ifadesidir. Kapitalizm genel anlamda kişinin çıkarını ön plana süren bir propaganda ile varlığını sürdürür. Reklam kampanyalarından kültürel alana, siyasal alandan eğitime kadar her yönden bu algıyı yaygınlaştırmaya çalışır. Bu amaçla sosyalist deneyimlere/pratiklere saldırmaktan da çekinmez. Hatta bireyin özgürlüğü yaygarasıyla örgütlülüğün bir diktatörlük olduğunu dahi vurgulama gereği duyar. Kendi hakları ve toplumun özgürlüğü için mücadele edenleri, maceracı ve libidinal saplantıları olan kişiler olarak tanımlar. Bunun örneğini yaşadığımız her alanda farklı şekillerde görebiliyoruz. İktisat fakültelerinde neredeyse her öğrencinin bir CEO olarak kendini şekillendirmeye çalışması işte bu anlayışın sonucudur. Bugün herkes eşit ve demokratik bir ortamda yaşıyor. Gerisi kişilerin becerisi ve başarısına kalıyor gibi kandırmacalar ise bir olgunun üzerini örtmekten başka hiçbir anlama gelmemektedir. Bu fikir aynı zamanda toplumu kaderciliğe ve savunmasızlığa sürükler. Zira kapitalizm koşullarında hiçbir bireyin eşit olma şansı yoktur. Çünkü kapitalizmin kendisi eşitsiz bir uygulama sonucunda ortaya çıkmıştır. Ezen bir sınıfın olduğu her ortamda ezilenlerin varolması gibi. Dolayısıyla ne bireysel kurtuluş çabaları ne de kapitalist sisteme yapılan güzellemeler, emekçilerin ve çocuklarının geleceğini güvenli kılabilir. Bugün bireysel çıkarı savunanların dahi gelecekleri belirsizdir. Hatta geçmişte çok önemli olarak görülen kimi meslek dallarının, bugün geçerliliğini yitirdiği görülüyor. Örnek verilecek olursa; öğretmenlik bu alanların en başında geliyor. Kaldı ki mühendislik ve hukuk fakültelerinden mezun olanların dahi kötü uygulamalarla mesleklerini yapamayacakları ortamlar yaratılmış durumda. Özellikle hukuk alanında, son dönemlerde izlediğimiz gelişmeler doğrultusunda bir çok eksikliğin ve tutarsızlığın yaşandığı durumlara tanık oluyoruz. Sosyalizme yapılan saldırılara rağmen sosyalist pratiklerin bugün hala toplumun çıkarı anlamında ne kadar olumlu olduğu görülüyor. Örneğin sosyalist toplumda eğitim, bireye sağlanması gereken temel bir hak olarak algılanmaktadır. Sosyalizmde eğitim, kişilere herhangi bir ücret talep edilmeden verilir. Kişinin kendisini geliştirmesi, ileride alacağı ücretten daha ö- nemlidir. Ve meslek seçimleri de kişinin maddi çıkarları doğrultusunda değil, tamamen toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenir. Aynı zamanda öğrenim kurumlarında kişilere politeknik eğitim sağlanır. Yani kişiler bir yandan bilgi düzeyinin gelişimi için teorik eğitim alırken diğer yandan onu yaşama uygulama konusunda da pratiğe dayalı dersler alırlar. Bu sistem tamamen kişinin gelişimi ve bütün toplumun yararına olabilecek bir düzende ilerler. Buna dayanarak kapitalizmin egemenlik kuramadığı bir düzende, her şey bireylerin gelişimine ve toplumun ihtiyacına göre şekillenir. Buradan kıyasla günümüzde kapitalizm koşullarının dayattığı eğitim anlayışı ile sosyalizmdeki eğitimin arasındaki farkı algılayabiliriz. Kapitalizm bireylerde toplum bilinci oluşmamasını ve kişilerin tamamen bencillik duygularıyla maddi çıkarları doğrultusunda hareket etmesini ister. Ancak sosyalizm, tüm karalama politikalarına inat; kapitalist koşullardan daha faydalı, kişi üzerinden tüm toplumun yararına sunulabilecek bir eğitim sağlar. Bu bağlamda üniversitelerin ticarileştirilmesi ve sadece kişinin kurtuluşuna yönelik programlar barındırması, kötüye giden bir sistemin ve toplumsal çöküşün göstergesidir. Çünkü bir toplumda, yalnızca kar amaçlı yapılan işlerin öngörülmesi, kişilerin tamamen sömürünün içine sürüklenmeleri ve çürümüş bir sistem yanlısı o- larak yaşamayı kabul etmeleri anlamına gelir. Bu aynı zamanda bilinçsiz bir toplum ve sindirilmişliğin de göstergesidir. Üniversite dönemimiz ve tüm öğrenim yaşamımız boyunca bizlere dayatılan her türlü düşüncenin, sadece bir kesimi değil, tüm toplumsal alanlarda olduğu gibi kişiyi kendisine yedeklemeyi amaçladığını görürüz. Bu noktada bizlere düşen görev; dayatılan sisteme karşı gerçekleştirdiğimiz karşı duruşu korumak ve ü- zerimizdeki müşteri sıfatından kurtularak temel olan eşit, parasız, bilimsel eğitimi savunmak olmalıdır. Bu aynı zamanda toplumu bir adım daha ileri götürebilmek için ne yapmalı sorusuna bir cevaptır da. Unutmamalıyız ki; bizler ne kadar mücadele eder ve sömürüye karşı gelebilme potansiyelinin ivmesini artırabilirsek, gerçekleştireceklerimiz de aynı oranda başarıyla sonuçlanacaktır. EĞİTİMDE SÖMÜRÜYE SON! TEK YOL DEVRİM. Politika / Gündem 4 5 Politika / Gündem

3 Gençlik Görev Başına Örgütlülüğü geniş düzeyde yaygınlaştırmak ve Akademik demokratik mücadeleyi ülke gündemiyle doğru orantılı bir şekilde ele almak bu araçların şekillenmesinde ön açıcı işlev görmektedir. Bu anlamda yaygınlaştırılan örgütlülüğün emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesin de önemli bir işlev görmesi tayin edici bir rol oynayacaktır. Devrimci Gençlik (Dev- Genç) pratiği bu anlamda yeterince öğreticidir. Gençliğin mücadelesi hayatın neredeyse her alanında (okulda, mahallede, fabrikada, köy çalışmalarında) yer alabilmeli ve bu mücadeleyi sonuca götürecek kazanımlarla adım adım örgütlülüğünü yaygınlaştırmalıdır Kapitalizmin insanlığa düşman her projesi/ hamlesi kendi doğası gereğidir. Ve her hamlesi kar hırsının yeni bir tezahürüdür. Bu nedenle her alanda yıkıcı etkisini hissettirirken Ekonomi, iş yaşamı, sağlık, tarım vb. gibi hiçbir alan bu yıkımın etkisinden muaf değildir. Dolayısıyla toplumun hemen her kesimi kapitalizmin saldırganlığıyla karşı karşıyadır. Eğitim ise bu anlamda en fazla etkilenen a- lanlardan biridir. Bilindiği gibi Kapitalizm koşullarında eğitim, piyasanın ihtiyacını karşılayacak şekilde ele alınır. Eğitimin niteliği ise bu ihtiyaç doğrultusunda şekillenir ve ayrı bir rant alanına dönüşerek bir kazanç kapısı haline getirilir. TED araştırmalarında son 15 yılda 21 milyon öğrencinin ÖSS sınavına girdiği ve bu öğrencilerin sadece sınav için yaklaşık 34,5 milyar dolar harcama yaptıkları belirtilmektedir. Ve önümüzdeki yıllarda sadece bu harcamanın 100 milyar dolara yaklaşacağı ifade edilmektedir. Bir yandan böylesine muazzam bir gelir kaynağına sahip olan egemenler bir yandan da eğitime aktaracak yeterince kaynak yok yalanlarıyla halktan topladığı vergilere gerekçe yaratmaktadır. Bir diğer noktada kapitalizmin piyasa ve eğitim arasında kurduğu bağdır. Bilindiği gibi kapitalizmde Eğitimin ticarileştirilmesiyle birlikte hedef teknik eleman kalitesini artırma olarak algılanır. Ancak bırakalım kaliteli teknik eleman sayısını artırmayı, yeni sömürgeciliğin bir sonucu olan üretimin, toplum için değil de tekellerin ihtiyacına göre şekillenmesiyle birlikte birçok alanda yığılmayla sonuçlanan ve ucuz işgücüne İsmail Uzunyayla dönüşen işsizler ordusu yaratılmış olur. Bilindiği gibi uzun yıllardır sosyal devlet anlayışının tasfiyesi ve eğitim alanında gerçekleştirilen reformların esas amacı egemenlerin kar ihtiyacının karşılanması olarak şekillendi. Dolayısıyla hem bilimsellikten hem de toplumsal ihtiyacın karşılanmasından uzak politikalar e- ğitimin niteliğini de değiştirdi. Diplomalı işsizlerin sayısı günden güne artarken mezun ve yeni mezun birçok arkadaşımız KPSS vb. gibi sınavlarla neredeyse sonsuza dek sürecek bir engeller silsilesiyle karşı karşıya gelir oldu. Akabinde kazanan yine dershaneler oldu. Eğitim fakültelerinden mezun olan birçok öğrencinin devletin açtığı yetersiz kadro sayısı nedeniyle çok düşük ücretlerle özel dershanelerde çalışmak zorunda kalması ise yeni bir sömürü alanı yarattı. Hukuk fakültelerinden mezun bir çok öğrenci ise gerek staj dönemlerinde gerekse mesleki anlamda yaşanan tıkanma nedeniyle avukatlık bürolarında yardımcı eleman yada takip elemanı olarak çalışmak zorunda kalmaktadır verilerine göre üniversite mezunu işsiz sayısının bu tabloyu yeterince net yansıttığını görüyoruz. Örneğin devletin resmi verilerine göre Türkiye de 10 bin doktor, 30 bin hemşire, 35 bin Ziraat Mühendisi, 50 bin Mimar ve mühendis, 3 bin Veteriner in işsiz olduğu belirtilmektedir. Bu ise buz dağının sadece görünen kısmından ibarettir. Zira diğer bir çok alanda benzer bir durum söz konusudur. Kaldı ki üniversite kapısından dönen binlerce öğrenci işsizlikle daha erken yüz yüze kalıyor. Bir diğer nokta da daha eğitim dönemlerinde karşılaşılan sömürünün niteliğidir. Bilindiği gibi, öğrenciler sömürünün neredeyse hemen her yönüyle yüz yüzedir. Harç zamları, özel güvenlik terörü, bilimden uzak ve salt egemen politikaları destekleyen gerici bir eğitim programı yüksek öğrenimin temel niteliğini oluşturmaktadır. Soruşturmalar ve okuldan atılmalarla birlikte sivil ve resmi faşist terörün yıldırma/sindirme faaliyetleri ise öğrenci muhalefetini edilgen kılmaya dönük hamleler olarak sürekli karşımıza çıkmaktadır. Kriz koşullarında ise bu durum can yakıcı etkisini biraz daha hissettirmektedir. Bugün hemen her üniversite de bir yığın operasyon düzenlenmektedir. Öğrenci gençliğin gerek akademik demokratik mücadele, gerekse siyasal anlamda yürüttüğü her faaliyet bir operasyonla sonuçlanmaktadır. Neredeyse değerlere sahip çıkan her öğrenci gözaltına alınmakta, soruşturmaya uğramakta, okuldan atılmakta yada tutuklanmaktadır. Bugün sadece üniversitede eğitim gören tutuklu sayısının 1000 e yükseldiği ifade ediliyor. Bunun nedeni esas itibariyle kapitalist sistemin yapısal sorunlarından muaf düşünülmemelidir. Bilindiği gibi yıllardır ertelenen, ertelendikçe içsel gerilimi ve patlama potansiyelini de biriktiren kriz 2008 yılında dışavurmuş ve egemenlerin polirikalarında yeni projelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Ancak atılan her adım sistemin yapısal sorunları bağlamında taşların yeniden dizilmesini dolayısıyla da krizin aşılmasını güçleştiren bir hamleye dönüşmüştü. Egemenler için yakın vadede ufukta bir çözümün görünmemesi, küresel düzeyde çözüm arayışları gibi (Emperyalizmin ihtiyacına göre Ortadoğu ve kuzey Afrika nın çeşitli operasyonlarla dikensiz gül bahçesi haline getirilmesi ve derinlemesine sömürü için şekillenmesi) hamlelerin ön plana çıkmasına neden oluyor. Dolayısıyla süreç esas itibariyle bir kapışma alanının olgunlaşmasına neden olmaktadır. Ancak bu sistemin bekasını korumaya çalışmakla birlikte alan ve pay kapma çabasının yeni bir tezahürü olarak algılanmalıdır. Bu anlamda doğru okumak gerekirse süreç içerisinde krizin kaçınılmaz hale getirdiği dünya ölçeğindeki paylaşım hamleleri egemenlerin çatışma alanlarını ve enstrümanlarını da yaygınlaştırıp çeşitlenmesine neden olacak gibi görülüyor. Bu bağlamda ülkemizde yaşanan restorasyon süreci de bunun ifadesi olarak okunmalıdır. sermaye grupları arasındaki çatışma sonucunda şekillenen yeni model, emperyalizmin çıkarları çerçevesinde dizayn edilmekte ve Türkiye adeta emperyalizmin en etkili aktörlerinden biri haline getirilmeye çalışılmaktadır. Füze kalkanının Türkiye de konuşlandırılması ve Suriye ye yönelik bir tehdit olarak elde tutulması da bunun açık bir ifadesidir. Bilindiği gibi Füze kalkanı neredeyse 25 yıldır ABD başkanlarının ajandasında şu veya bu şekilde yer almaktaydı. Ancak çok kısa denilebilecek bir süre içerisinde adeta yaşanan krizle birlikte ihtiyaç duyulan yeni saldırganlıkların bir silahı olarak gündeme gelmiş ve yapımına başlanmıştır. Hatta geçtiğimiz günlerde kalkan, İsrail ile yapılan ortak bir tatbikatla denenmiştir. Esas itibariyle bu sürecin Füze kalkanı dahil, proje ve hesaplarını Nato kapsamına almayı başaran ABD nin Ortadoğu da Türkiye yi askeri bağlamda da kendi çıkarlarına daha doğrudan yedekleme ihtiyacıdır. Dolayısıyla yaşanan süreç bir hazırlık ve geçiş süreci olmakla birlikte emperyalizmin adımlarını meşrulaştırma çabasıdır. İşte tamda böylesi bir süreçte Füze Kalkanı protestolarından, kürt halkının demokratik mücadelesine, sendikal mucadeleden, öğrenci gençliğin akademik demokratik mücadelesine kadar her alanda bir baskı ortamıyla karşılaşılmaktadır. Puşi taktığı gerekçesiyle iki yıldır tutuklu kalanlardan, Başbakan ın gelişini protesto eden Hopalılara kadar faşizan uygulamaların giderek arttığı görülmektedir. Başbakan ın tüm bu gelişmeler içerisinde gazeteciler dahil bir çok muhalifi terörist olarak suçlaması ise Hitler e rahmet okutacak bir karaktere dönüşmektedir. Bunun esas nedeni ülkenin emperyalizmin ihtiyaçları çerçevesinde dikensiz bir gül bahçesi haline getirilmesi ihtiyacıdır. Ne yapmalı? Sömürünün giderek derinleştiği neredeyse nefes dahi alabilmenin engellendiği koşullarda demokratik mücadelenin gerekliliği de yakıcı bir şekilde ön plana çıkmaktadır. Ancak gerek manüplasyon aygıtlarının ulaştığı düzey, gerekse politikanın burjuva zeminde ve burjuva nitelikteki araçlarla yürütülmeye çalışılması bırakalım demokratik bir mücadeleyi şekillendirmeyi emperyalizmin ihtiyaçlarına denk düşen muhalefetten öteye dahi geçmemektedir. Esas itibarıyle sorunun düğüm noktasını da bu oluşturmaktadır. Bugün enperyalizmi iyi kavramak onunla mücadele etmenin en ön aşamasını oluşturmaktadır. Bilindiği gibi mevcut gelişmeleri çözüme kavuşturacak, siyasal programa sahip toplumsal öznelerin olmadığı koşullarda ister halk ayaklanması ister geniş kitle hareketleri olsun varacağı nokta revizyondan öteye gitmez. Bunun örnekleri Tunus, Libya vb. ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de sıkça yaşandı. 70 milyon adım ve dar- Politika / Gündem 6 7 Politika / Gündem

4 Bugün enperyalizmi iyi kavramak onunla mücadele etmenin en ön aşamasını oluşturmaktadır. Bilindiği gibi mevcut gelişmeleri çözüme kavuşturacak, siyasal programa sahip toplumsal öznelerin olmadığı koşullarda ister halk ayaklanması ister geniş kitle hareketleri olsun varacağı nokta revizyondan öteye gitmez. belerden hesap soran platformların düştüğü nokta da bu anlamda öğretici nitelikler içermektedir. Emperyalizme karşı tavır nasıl ki kapitalizme karşı tavır almayı gerektiriyorsa demokrasi için verilen mücadele de emperyalizme karşı olunmadan ele alınamaz. Her gelişmeyi kendiliğindenciliğe bırakma anlayışı ise toplumsal muhalefetin gelişmesini ötelemekten başka bir anlama gelmemektedir. Hatta bugün devrimcilik neredeyse edilgenlikle özdeş o- larak algılatılmaya çalışılmaktadır. Tersine bilinir ki devrimin objektif koşullarının olgunlaşması dahi yer yer müdahale ve irade gerektirir. Ve yine bilinen bir olgudur; koşullar tek başına devrim yapmaz, mutlaka subjektif koşullarda gereklidir ki bu da örgütlülük ve iradenin ta kendisidir. Toplumun en dinamik kesimi olan gençlik bu koşulları devrime zorlayan en önemli dinamolardan biridir. Ve yaşanan tüm sorunlardan muaf olmayan aksine geleceği her geçen gün daha da karanlık haline gelen gençliğin bu süreci doğru bir politik hatla örmekten başka çaresi yoktur. Bu nedenle bulunduğu her alanda mücadelenin ivmesini artırmak zorundadır. Bunun araçları ise geçmişten bugüne yaratılan ve taşınan değerlerle birlikte mevcuttur. Örgütlülüğü geniş düzeyde yaygınlaştırmak ve Akademik demokratik mücadeleyi ülke gündemiyle doğru orantılı bir şekilde ele almak bu araçların şekillenmesinde ön açıcı işlev görmektedir. Bu anlamda yaygınlaştırılan örgütlülüğün emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesin de önemli bir işlev görmesi tayin edici bir rol oynayacaktır. Devrimci Gençlik (Dev- Genç) pratiği bu anlamda yeterince öğreticidir. Gençliğin mücadelesi hayatın neredeyse her alanında (okulda, mahallede, fabrikada, köy çalışmalarında) yer alabilmeli ve bu mücadeleyi sonuca götürecek kazanımlarla adım adım örgütlülüğünü yaygınlaştırmalıdır. En Çok Kadınlara Yakışıyor Tomurcuğa gebe bitkiler dahil, tüm canlılar bilir ki, Her çağda ana olmak zor. İnsan, kendini ihmal etse de, kendinden üreyen canı ihmal etmiyor Sadece anne kuş, çiğnediği lokmayı yavrusunun ağzına bırakır zannedenler yanılıyor. Anamın, ağzında yumuşattığı lokmaları bana uzatırkenki şefkati, hafızamda dün gibi duruyor Başkasını bilmem ama, kapitalizmin sınıfsal hormonuyla başkalaşmamış her kadın bana anamı hatırlatıyor. Aslında güzellikleri bir güne sığdırmak Benim işim değil ama, 8 Mart tan sonra Newroz, en çok kadınlara yakışıyor. Elvin Beşparmak Devrim Yolu Uzun Engebeli Dolambaçlı ve Sarptır. İnsanca bir yaşamı vadeden mücadelemiz, insanlık dışı yaşamın her süreçte boy hedefi olmuştur. Egemenler, insanlığın kültürünü ve yaşam sıcaklığını burjuva kültürsüzlüğünü kültürmüş gibi sunarak teslim almaya, yok etmeye çalışmaktadırlar. Birlikteliğin güzelliği ve biz olabilmenin samimiyeti karşısına bireyin kurtuluşuyla, tek, güçlü ve her şeye sahip adamın masalıyla dikilmek burjuvazinin karakteridir. Doğanın güzelliğinin ve birlikte üretimin doğadaki varlığının yok sayılması için sanal alemler, sanal dünyalar oluşturan da gene bu insanlık dışı düzenin hakimi burjuvazidir. İnsanlık doğanın üretkenliğindeki taze bahar kokusunu ciğerlerine kadar soluduğunda burjuvazinin çürümüş et kokusunun farkına varacak ve onu tarihe gömecektir. İlişkilerde sıcaklığın ve samimiyetin yolu örgütlü hayattan geçer. Sevinçleri, acıları, güzelliği ve hatta ölümü paylaşabilmek duyguların en saf ve güzel halidir. Örgütlü hayattaki ilişkiler karşılıksız, bir şey beklemeden geliştirilen ilişkilerdir. Çıkar ve menfaatlere dayalı günümüz yoz ilişkilerini reddeder ve onlara karşı savaşır. Burjuva kültürsüzlüğünde ise çıkar ve menfaatler birey için her şeydir ve mutlak kurtuluş yoludur. İşte bencilliğin, çürümüşlüğün karşısında doğanın örgütlülüğünü, yaşamın güzelliğini savunan mücadelemizi bitirmeye, teslim almaya çalışan burjuvazi her dönem çeşitli silahlarla bizlere saldırır. Egemenler/burjuvazi için bu düzenin teşhir edilmesi, alternatifinin kurulması için verilecek mücadele/ örgütlenmek en büyük tehlikedir. Bu tehlikenin farkındalığıyla kendi düzenini bilinmez kılmaya çalışır, kafaları kurcalar ve zihinleri Mahir Çayan Bizler biliyoruz ki dört bir koldan sistemin hedefindeyiz. Ama o da bizim hedefimizde. Biz tükenmeyen bitmeyen bir deniziz, kazanacağız ve bu düzeni yıkacağız. Kurtuluş onun için savaşanlarındır, bu mücadele insanlığın ve doğanındır; ağacındır, derenindir, rüzgârındır, havanındır. Devrimcilere düşen görev doğadan öğrenerek kurtuluşa kadar savaşmaktır. Cemal Sarı boşaltır. Kendisine karşı yürütülen mücadelenin karşıt iki dünyanın çatışması olarak algılanmasını istemez ve kendi düzeninde de insanca hakların veya hayatın olabileceğini kabul ettirerek uzlaşma zeminine kaymasını ister. Bu yola başvururken öncelikle geçmişin birikimlerini unutturarak işe başlar. Ancak geçmişin birikimlerini ören isimler mücadele için artık birer sembol olmuşsa ve adları hafızalardan çıkmıyorsa bu sefer de içini boşaltır. Devrimci liderleri yeşil par- Politika / Gündem 8 9 Politika / Gündem

5 kadan veya bıyıktan ibaret metalar olarak zihinlere sokar. Kendi düzenini teşhir edecek devrimcilerin yetişmemesi için demogoji, olguları çarpıtma gibi fikir bulandırma yöntemlerini kullanır. Halkın zararına olabilecek her şeyi yararlı gibi gösterip muhalif kesimleri ikna etmek burjuvazinin ustalığıdır. Eğer muhalif kesimleri ikna edemiyorsa daha i- yisini ama en iyisini değil- istemeye kendi sistemi içine davet eder. Bilinçleri bulanmış ve geçmiş değerlere sırt çevirmiş her kesim de bu davete icazet eder. Burjuvazi kendisine karşı çatışmadan da barışa ve özgürlüğe ulaşılabileceği romantik fikrini her daim destekler veya önünü tıkamaz. Savaşların, katliamların ve acıların bataklığı kendisidir ve bataklığı kurutmadan hiçbir güzelliğe ulaşılamaz. Bataklıkta açan gülün daha güzel ve daha kıymetli olduğu fikrini bu gerçeği görünmez kılmak için kendisi ortaya atar ve destekçi bulur. Halkın umudu olan devrimciler gerçeklere ayna tutmayı ve gösterileni değil olanı görmekle yükümlüdürler. Bu toz dumanın/bulanıklığın panzehiri örgütlü bilinci kavrayabilmek, özümseyebilmektir. Ancak sistemin ve burjuvazinin ne olduğunu bilen ve onun karşısında insanlık fikrini hayatın her alanında ören devrimciler halkına umut olabilir. Bilen, gören, gösteren devrimcileri susturamayacağını bilen burjuvazi onları katletme yolunu seçer. Bir elden, beraber hayatı ören devrimciler için insanlığın haklı mücadelesinde düşmek bir son değildir. Ölümün en onurlu ve başıdik halidir devrimciler için. Bir hayat savaşçısıdır devrimci, yalnızca kendi hayatının değil milyarlarca hayatın savaşçısıdır. Bu bilinçle yaşar ve bu bilinçle ölür. Che Guavera ya Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa Ve silahlarımız Elden ele geçecekse Ve başkaları mitralyöz sesleriyle Savaş ve zafer naraları atacaksa cenazemizde Ölüm hoş geldi Sefa geldi dizelerini yazdıran bilinçle Mustafa Özenç yoldaşa O büyük gün geldiğinde ben kim bilir kaç yıldan beri Ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde Sonsuz bir uykuda yatıyor olacağım Fakat Alınca ne zamandır beklediğim haberi Uyanıp Sesimi kimse duymadan O büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla kara toprağın altından Bende haykıracağım dizelerini yazdıran aynı bilinçtir. Bu mücadelenin bedellerini ödeyen devrimciler sistemin ayak oyunlarını boşa çıkarmak için devrim tarihinin zenginliklerini iyi anlayabilmeli, geçmişin pratiklerini bugüne iz düşürmelidirler. Geçmişte yitirdiğimiz yoldaşlarımız bilinçleri ve sorumluluklarıyla sistemin hedefi olmuşlardır. Yaptıklarıyla ve hayatlarıyla bugünün mücadelesine ışık tutan yoldaşlarımızın kaybı kinimizi ve nefretimizi büyütüyor! Bizler biliyoruz ki dört bir koldan sistemin hedefindeyiz. Ama o da bizim hedefimizde. Biz tükenmeyen bitmeyen bir deniziz, kazanacağız ve bu düzeni yıkacağız. Kurtuluş onun için savaşanlarındır, bu mücadele insanlığın ve doğanındır; ağacındır, derenindir, rüzgârındır, havanındır. Devrimcilere düşen görev doğadan öğrenerek kurtuluşa kadar savaşmaktır. Kolektif Bilincin Işığında Ülkemizi Aydınlık Sabahlara Uyandıralım Çok duyuyoruz, medya dahil tüm halka ulaşma yollarını egemenler ele geçirdi diye. Peki bunları nasıl kullanıyorlar? Bunlarla bizi nasıl ele geçiriyorlar? Yazılı ve görsel medyada, (reklamlar, diziler hatta haberler) hergün yeni bir yalanla karşılaşıyoruz. Sanki her şey yolunda ve güllük gülistanlıkmış gibi bir imaj çizilmeye çalışılırken, geçim sıkıntısı, işsizlik sorunundan muaf bir tablo çıkıyor karşımıza. Örneğin; sektörün dev firmalarından cocacola nın son dönem reklamı maniplasyonun son örneklerinden sadece biri. Çöken her ekonomiye karşı bebek bekleyen çiftin varlığı vurgusu ekonominin iyiye gittiğinin göstergesi olarak halka sunuluyor. Karşılaştırılan örneğin ve yapılan vurgunun bilimsellikten uzak olması kadar açlıktan ölenler, işsizlikten evine para götüremediği için her gün artan intihar vakaları ya da hasta yatağında ilaç bulamayarak yaşamını yitirenler karşısında ne kadar vicdanlı olduğu da açıkça görülmektedir. Biz aslında programları izlemiyoruz, biz aslında reklamları izliyoruz ve reklamlar daha çok izlensin diye araya konulan diziler, filmler sadece kandırmaca. Ama onlar da bu kadar işlevsiz olmamalı değil mi? Sistem her bulduğu açıktan içeri sızıyor, dizileri de, filmleri de kendi istediği gibi yapıyor. Zenginler, onların aşkları, bitmeyen paraları Efkan Savaş Hadi reklamları anladık. Neden sürekli diziler var televizyonda? Neden sürekli birilerinin mükemmel hayatlarını izliyoruz? Çünkü aslında dizilerdeki, filmlerdeki karakterlerin yerine kendimizi koyuyoruz, sanki onları izlerken kendimizi izliyoruz. Belki üşüyoruz, yakacak odunumuz yok ama onları izlemek onlar gibi rahat olma hayali bizi çekiyor. Ama gerçek hayat? U- nutmamamız gerekli. Bize düşünmemiz için fırsat tanımayan, tüm bu beyin yıkayan şeyleri hayatımızdan çıkarıp, kendi hayatımızın ne durumda olduğunu, ne yapmamız gerektiğini biraz da düşünmemiz gerekmiyor mu? Bu sistem bizi her bulduğu yoldan köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Bunu dizi ve reklamlar dışında kullandığı dille yapıyor. Burjuva medyanın yayın organları (ki ülkede en çok okunan gazeteler, en çok izlenen kanallar bunlar) insanları yanlış bilgiye yöneltiyor. Çok duyuyoruz televizyondan teröristler polise saldırdı, etrafı yağmaladı diye. Oysa hiçbiri gerçek olanı yani polisin hiç acımadan nasıl saldırıp, dövüp, işkence ettiğini yazmıyor, söylemiyor. Zaten egemenlerin işine gelen şekilde çıkıyor bütün bu haberler. Bir işçi direnişi, direnişte yaşananlar 20 saniye -o da yalan yanlış- anlatılırken, bir şarkıcının kiminle nerde evlendiği, ne dediği, evliliğinin nasıl gittiği, çocuklarının isimleri gibi bütün detaylarıyla dakikalarca haber yapılıyor. Burada bir tutarsızlık yok mu sizce de? Bir şeyler yanlış gitmiyor mu? Burada yayın organlarının sistemin çıkarlarına nasıl hizmet ettiğinden ve bizim zihinlerimizi nasıl çelmelemeye çalıştığından bahsettik. Bu yolla bize düşünmeyi unutturanlardan bahsettik. Ama buna izin vermemeliyiz. Onların bize çizdiği hayatları yaşamak yerine uğruna savaşılacak hayatı yaşamalıyız. Sürekli gördüğümüz kıskançlık, nefret duygularına karşı sevgiyi, kardeşliği büyütmeliyiz. Oturup hiçbir şey yapmamaya inat sosyal olup, duyarlı olup etrafımızda olup bitenlere gözlerimizi kapatmamalıyız. İnsanlarla konuşmalıyız, paylaşmalıyız. Onlara bu kötü, yalan hayata karşı, alternatif bir yaşam olduğunu göstermeliyiz. Biz bu alternatifi, kolektif yaşamı yoldaş sıcaklığında birlikte örmeye çağırıyoruz herkesi. Gelin hep birlikte gerçek sevgiyi, kardeşliği, dostluğu, yoldaşlığı yaşayalım, büyütelim. Politika / Gündem Politika / Gündem

6 Külün Közüne Kavuşması Veya Ekmek Ve Gül Perspektifi 8 inin altı çizili bir Mart a daha girdik. Kadına yönelik saldırı haberleri de tepkiler de artmış durumda. Kimileri cezaların caydırıcılığının arttırılması veya mağdura polis güvencesi için devlet kapısına dayanıyor. Kimileri de sadece ağıt yakıyor üstelik sessiz... Hatta bazıları, bir aslanın pençeleri arasında, canı daha fazla yanmasın diye çırpınmayı bırakan bir ceylan kadar çaresiz. Aynı duruşu anlatmıyor tabii ki bu toplam Ama, öğretilmiş çaresizlik kokuyor, genel boyutuyla ortam. Öylesine acılı ki, yeni sömürge kadınının öyküleri, Ayrıca imgeye ihtiyaç bırakmayacak denli birer ağıttır sözleri... Birer ağıttır, tutuşma biçimleri, yangın halleri Ve ortalığı kaplayan, kesif kokulu külden ve kömürden sonuçları. Tarihsel öykü, her öznede, bıktırıcı bir tekrarla başa sarıyor. Kadın erkekten dayak yiyor. Sonra da daha büyük, silahları daha çeşitli Ve kapsamlı bir erkeğe (devlete) sığınıyor. Kadının, adının olmadığı yerde, elbette kabahati de yok. Diğer ezilenler gibi o da her şeyin post unun değerli olduğu bu çağda, kurtuluşu yanlış yerde arıyor. Belki de ilk kez bu denli mor a döndü mücadelenin rengi. İlk kez ezilenler birbirine sırtını dönerek, hatta ezilmişliğini sistemden değil birbirinden bilerek, bu denli yanlış yere uzatıyor elini. Aslında sorun mücadelesizlikte değil, Yanlış rehberlikte veya perspektif eksikliğinde. Marx, Köhnemiş olandan en çok çekenler, yeni olan için en büyük azimle kavgaya atılacak olanlardır demişti. Ama Marksist olmayanlar bilmiyor, bunun kendiliğinden gerçekleşmeyeceğini. Halbuki mücadele, ne ekmeği ihmale gelir, ne gülü. Ve ancak kavga ikliminde gülümseyebilenler gerçek kılabilir özgürlüğü. Ve ancak devrimci donanımdır, Yeniden közüne kavuşturan külü... Sevgi Başeri Kadın Sorunu Bir Sistem Sorunudur Kadın sorununun anayasaya konulacak birkaç yasayla çözülebileceğini düşünen, Kürt halkının bir açılımla özgürlüğüne kavuşabileceğine inanan, Hrant Dink cinayetinin tüm çıplaklığıyla açığa çıkmasını gerçek katilinin cezasını çekmesini bekleyen bir zihniyeti yadırgamaz mısınız? Yadırgamayanlar var. Sanki bütün bu ciddi sorunlar ve daha fazlası, egemenler için çok değerli olmayan, basit i- ki imzayla, bazen 4 saniyelik bir oylamayla değişebilecekmiş gibi düşünenler var. Haberlerde, kadınlarla kadın haklarıyla ilgili yeterli, geçerli yasalarımız yok diye sürekli vurgulanıyor. Her gün başka kadın cinayetleri, tecavüzler, tacizler görüyoruz. Evlilik içi tecavüz suç olarak kabul e- dilmediği, küçük çocukların tecavüzü kendi rızalarıyla istemesi söz konusu olan bir sistemle karşı karşıyayız. Mesela evli kadına tecavüzün suçu ile bekar kadına tecavüzün suçu eşit değil. Evli kadına tecavüz, eşinin malına el koymaktan dolayı daha fazla. Böyle adaletsiz, saçma yasalarla dolu bir anayasamız var. Evet ama bu yasalar halka göstermelik bir oylama dışında sorulmadan, egemenlerin sözcülüğünü yapan kimselerce değiştirildiğinde kadın sorununu çözebilir miyiz? Bu yasaların böyle olmaması gerekiyor zaten, böyle bakılmaması gerekiyor. Ama sorunu çözmek o kadar basit değil. Düşünen insanlar, anlayan insanlar olmadıkça, bu sorunu kökten çözmedikçe böyle şeylerle sadece gözler boyanabilir. Tek ve kesin çözüm değildir. Aksini düşünmek kocaman bir yanılgıdır. Sadece kadın sorunu değil çoğu sorunda sistem içi çözüm bulmaya çalışılıyor. Son yıllarda gündemde olan kürt sorununa çözüm olarak konulan kürt açılımı sadece zaman geçirmeye Ayla Kanal yarayan ve buna inanan insanların hayal kırıklığından başka bir şey değil. Ama doğru bakarsak zaten bu kadar köklü ve ciddi bir sorunun birkaç yasayla düzeltilemeyeceğini görebiliriz. Ancak bu anlayışın kalkmasıyla çözülebilir. Bu da sistem içinde mümkün değildir. Çünkü sistem kendi içinde iyi olan hiçbir şeyin yetişmesine, büyümesine izin vermiyor. Hrant Dink davasında çıkan karara şaşırılmaması gerekir. Ne zaman devlet faili mechul cinayetler hakkında gerçeği açığa çıkardı ki? Niye bunu yapsın? Bu sistem işine gelmeyeni yok e- der. Buna bazen bahaneler bulur. Bazen de bulmasına gerek kalmaz. Sonuçta bu sistem içinde adalet aranmaz! imza toplasak bir şey değişmez ya da yıllarca bizi öldürüyorsunuz artık yapmayın diye dilekçe yazmakla da bir şey değişmez. Tek çözüm sistemin değişmesi. Kapitalizmden kurtulmak tek yolumuz. Biz Dev-Genç le bu umudu örgütlüyoruz. Gerçekten çözüm için, sistemi değiştirmek için, sosyalizmi kurmak için geçmişimize, halkımıza, kendimize olan borcumuzu ödemek gerçek muhatabımızla sistemin kendisiyle savaşıyoruz. Politika / Gündem Politika / Gündem

7 Egemenler Depremi Ranta Çevirmeye Çalışıyor Onların bize çizdiği hayatları yaşamak yerine uğruna savaşılacak hayatı yaşamalıyız. Sürekli gördüğümüz kıskançlık, nefret duygularına karşı sevgiyi, kardeşliği büyütmeliyiz. Oturup hiçbir şey yapmamaya inat sosyal olup, duyarlı olup etrafımızda olup bitenlere gözlerimizi kapatmamalıyız. İnsanlarla konuşmalıyız, paylaşmalıyız. Onlara bu kötü, yalan hayata karşı, alternatif bir yaşam olduğunu göstermeliyiz. Biz bu alternatifi, kolektif yaşamı yoldaş sıcaklığında birlikte örmeye çağırıyoruz herkesi. Gelin hep birlikte gerçek sevgiyi, kardeşliği, dostluğu, yoldaşlığı yaşayalım, büyütelim. Van da meydana gelen deprem, beraberinde birçok söylenti ve de tartışmayı gündeme getirdi. Bildiğimiz gibi televizyon programlarında milliyetçi söylemler artış gösterdi, sabah kuşağı programı yaparak derde derman olan Müge ANLI lar birden siyasetçi kesildi. Sonrasında tepkiler arttığı için özür dilendi. Ancak dilenen özürler kabahatten de büyük oldu vs. Sonra müthiş bir şekilde organize olarak 19 medya kuruluşunun dâhil olduğu bir canlı yayında 60 milyon TL nin üzerinde para toplandı. Ancak o gecenin sabahına uyandığımızda hatta birkaç gün daha uyuyup uyandığımızda o paranın sadece 3 te 1 inin toplandığı gerçeği ile karşı karşıya kaldık. Yine değişen pek de bir şey olmamıştı. Yoksul, yoksulun elinden tutmuştu. Halk, halka derman olmak için çaba sarf etmişti. Zengin iş adamlarımızda canlı yayına bağlanarak evvela firmalarının adını söyleyip sonrasında 3 milyon-5 milyon gibi rakamları telaffuz ettiler. Reklamlarını yaptılar. Sosyal medyada durum daha da çirkindi. Herkes hak ettiğini yaşar, hem polise askerlere taş atıyorsunuz, sonra da yardım istiyorsunuz, Allah ın sopası yok, ilahi adalet, Allah Diyarbakır a da nasip eder inşallah. gibi insanlık kültüründen uzak sözler ne yazık ki kullanıldı. Ve bu durum aslına bakılırsa medyanın çirkinliğinin ve de bu çirkinliğin insanlara yansımasının özeti biçimindeydi. Olayın iktidar partisi boyutunda durum daha farklıydı. Marmara depremi sonrasında kısa süre için halktan toplanmaya başlanan ve yasayla süresiz hale Sırrı Mısırlı getirilen deprem vergisinin akıbetinin ne olduğu sorusuna, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek in o parayı sağlık, eğitim ve duble yollar gibi halkın ihtiyacını karşılayan alanlara aktardık diyerek açıklamaya çalışması egemenlerin halkı nasıl pişkince kandırdığının boyutunu gözler önüne sermektedir. Deprem vergisi adı altında toplanan paralarla (şimdiye kadar toplanan paranın 40 milyar TL olduğu söyleniyor) bırakalım halkın zararını karşılanmasını, depremzedelerin çadır ihtiyacını dahi karşılamamaktadır. Nitekim bazı yandaş medya kuruluşları ve Zaman gazetesi BDP liler orada insanları kışkırtıyor konulu haberler yaptı; yardımlar ve çadır konusunda devletin acizliği önlensin diye çeşitli yağma haberleri yapıldı. Medya tarafından verileni almaya hazır bekleyen toplumdaki insanların birçoğu da vay yağmacılar edalarıyla güne başladı. Verilen örneklerde de görüldüğü gibi medya insanı bu şekilde yönlendiriyor ve algılarıyla oynuyor. Ayrıca başbakanın depremi istismar e- derek depreme dayanıksız yapılar konusunda iktidarı kaybetme pahasına yıkacağız biçimindeki açıklamasındaki asıl amaç kentsel dönüşüm planı kapsamında milyonlarca insanı evlerinden etmektir. Bildiğimiz üzere kentsel dönüşüm başlığı altında özellikle yoksulların yoğunlaşmış olduğu bölgelerde insanların evleri zoraki olarak boşaltılmak suretiyle dönüşümün ilk adımı atılıyor. Sonra dönüştürülen bu bölgelerin reklamı yani işin pazarlanma aşaması başlamış oluyor. AĞA- OĞLU şirketinin sempatik patronu televizyonlarda reklam oyuncusu oluyor, sözler veriyor ve final reklamında da verdiği sözleri yerine getirdiğini yatırımı toprağa yaptığını belirtiyor. Sanırım bahsettiğim reklamları anımsamanız için bu kadar betimleme yeterlidir. Evet, tam da Ayazma Tepe Üstü Kentsel Dönüşüm projesinden bahsediyorum. Atatürk Olimpiyat Stadına komşu yaklaşık 200 dönümlük bir arazi üzerine inşa e- dilecek TEM otoyoluna cephesi ve metro bağlantısıyla bölgedeki tüm işyerleri, sanayi ve yerleşim yerlerine bulunmaz bir ulaşım kolaylığı kendi ağızlarından böyle anlatıyorlar projelerini İster istemez insanda adamlar boş araziye büyük bir inşaat yapıyorlar herhalde izlenimini yaratıyor. Ancak dönüşümün gerçekleştiği alan 1730 ailenin yaşadığı koca bir mahalle. Yani boş olmayan koskoca bir mahalle Bu insanlar çeşitli sözler alarak evlerinden tahliye edildiler. Birçoğu uzun yıllar sürecek taksitlerle başka evlere yerleştirildiler. Ancak verilen sözler tutulmayıp peşinat istendi ve bunu karşılayamayan yaklaşık yüz nüfuslu 18 aile sokağa atıldı. Kışın ortasında gidip çadır kurdular. Ancak yoksulun çadırını da başına yıktılar. Önceden en azından bir gecekondusu olan insanlar şimdi hem evsiz hem işsiz ortada kaldılar. Evet, söz verdikleri gibi yaptılar oldu Ayazma projesi ile ilgili aslında bölge halkı kendi derdini internet adresinde oldukça iyi anlatmış. wordpress.com/ Malumunuz deprem döneminde belki de İstanbul, Van kadar konuşulmuştur. Bu konuşmalarda da ön plana çıkan başlık genellikle kentsel dönüşüm projeleriydi. Yani: İktidarı kaybetme pahasına yıkacağız sözleri. TOKİ ve çeşitli inşaat firmaları aracılığıyla yıkılan evler üzerinden lüks konut, tarumar edilen hayatlar üzerinden de yeni hayatların kurulacağının habercisi niteliğindedir. Kentsel dönüşüm yoksulların hayatlarını ve mütevazi yaşamlarını tehdit eden bir projedir. Nitekim hiçbir yasal dayanağı da bulunmamaktadır. Yani depreme dayanıksız bölgeleri yıkacağız denilerek dayanıklı ve sağlam zemin üzerinde bulunan yapılar ranta teslim edilebilecektir. Durumun bu şekilde olacağı açık ve net bir şekilde ortadadır. Yaşamı örgütlemesi gereken devrimcilerin mevcut tehdide karşı insanları yaşam alanlarında bilinçlendirmesi ve örgütlemesi gerekmektedir. Bugün İstanbul un farklı merkezlerindeki yoksul mahallelerinde çeşitli söylentiler yayılarak yıkımlara karşı halkın vereceği tepkiler ölçülmeye çalışılmaktadır. Günü geldiğinde yıkımlara karşı olan direnişimizi gerçekleştirebilmek için bugünden çalışmaya başlamamız gerekmektedir. Yoksul halkın sahipsizliğinden rant sağlamaya çalışanlar yarattığımız sinerji karşısında boyun eğeceklerdir. İnsanların konut hakkı rant alanlarına teslim edilmeyecektir Halkımızın evlerini başlarına yıkmaya çalışan faşizmin karşısında gücünü örgütlülüğünden alan bir duruş kazanacaktır. Örgütlü halk yenilmez... Politika / Gündem Politika / Gündem

8 Kriz Anları Karar Anlarıdır Kapitalizmin krizi tarihinin her döneminde mevcuttur ve olacaktır. Krizler kapitalizmin doğasında vardır. Bu sömürü çarkı kırılmadıkça, bu saltanat yıkılmadıkça emekçiler, işçiler, öğrenciler her geçen gün daha fazla sömürüye, zorbalığa, açlığa, yoksulluğa,yıkıma maruz kalacaktır. Kamuran Balpetek Her gün sohbetlerimize konu olan, herkesin kulağına defalarca çalınmış bir kelimedir kriz. Medyada, dost sohbetlerinde, kahvehanelerde sıkça krizden dem vurma haline rastgeliriz. Peki kriz gerçekten nedir? Marksizm bu konuda ne söyler? Halkın gündemine bu kadar girmesinin sebebi nedir ve emekçileri, işçileri neden bu kadar etkiler? Yazımızda marksist klasiklerin bu konudaki görüşlerine değinip, söylediklerine kulak vereceğiz. Bu sorulardan önce ilk olarak kriz nedir? sorusunu cevaplayalım. Kriz; en basit tanımıyla aşırı üretim ve üretilen metaların yetersiz tüketimidir. Yani kapitalistin ürettiği metaları satamaması, üretimi yavaşlatmak ve hatta durdurmak zorunda kalmasıdır ki, bu da kapitalist için ölümle aynı anlama gelmektedir. Peki kapitalist neden sürekli üretmek zorundadır? Kapitalizm, klasik tabirle orman kanunlarının geçerli olduğu, büyük balığın küçük balığı yuttuğu, güçsüz/ zayıf olanın yaşam bulma şansının olmadığı bir sistemdir. Bu yüzdendir ki kapitalist her zaman daha fazla üretmek, yeni pazarlara sahip olmak, mevcut pazarlarını korumak, ve bunları yaparken tüm diğer kapitalistlerle rekabet etmek zorundadır. Bu rekabeti sürdürebilmesi/üstün gelebilmesi için ise her zaman üretim araçlarını geliştirmesi, daha ucuza daha kaliteli metalar ü- retmesi gerekmektedir. Bunun en önemli koşulu ise emek-gücüne ödediği ücreti düşürmesidir. Bu noktada, emek-gücü ve ücret kavramlarının incelenmesi artı-değer sömürüsüyle olan doğrudan ilişkilisi nedeniyle önem taşımaktadır. Marks ücret konusunda Ücret, belirli bir emek-zamanı karşılığında ya da belirli bir işin yapılması karşılığında kapitalist tarafından ödenen para tutarıdır. Kapitalist, bundan ötürü, para ile onların emeklerini satın alıyor görünür. Onlar da, kapitaliste bu para karşılığında emeklerini satarlar. Ama bu, ancak görünüşte böyledir. Oysa, gerçekte, onların para karşılığında kaptaliste sattıkları emek-gücüdür. Kapitalist, bu emekgücünü, bir günlüğüne, haftalığına, aylığına vb. satın alır. Ve satın aldıktan sonra da, işçileri baştan şart koşulan süre boyunca çalıştırarak, bu emek-gücünü kullanır. Kapitalist, işçilerin emekgüçlerini satın aldığı aynı parayla, örneğin iki mark karşılığında, iki kilo şeker, ya da belirli bir miktarda herhangi bir başka meta satın alabilirdi. İki kilo şeker satın aldığı bu iki mark, iki kilo şekerin fiyatıdır. Emek-gücünün oniki saatlik kullanımını satın aldığı bu iki mark, oniki saatlik emeğin fiyatıdır. Demek ki, emek-gücü bir metadır, şekerden ne eksik ne fazla.birincisi saatle ölçülür, ikincisi ise teraziyle. (Ücretli Emek Ve Sermaye K.Marks sf.27) değerlendirmesini yapmıştır. Yani emek-gücü kapitalistin sermayesinin bir kısmıyla iş başlamadan önce peşinen satın aldığı bir metadır. Marks bu tespitten sonra sermayeyi, Değişebilir Sermaye ve Değişmez Sermaye olarak ikiye ayırmıştır. Sermayeyi incelemeden önce artı-değerin ne olduğunu incelemek, kavrayışımızı kolaylaştıracaktır. Artı-değer; emeğin, üzerinden sermaye birikimi sağlanan bölümüdür. Yani bunu açacak o- lursak emeğin işçinin geçimini sağlayacak olan kısmının dışında kalan ve doğrudan kapitalistin el koyduğu kısmıdır. Tekrar bir örnekle açacak o- lursak; günde 10 saat çalışan bir işçiyi ele alalım ve işçimiz günde 10 saat çalışması karşılığında 20 lira kazanıyor olsun. Bu 10 saatlik emek zamanı içerisinde 100 lira değerinde meta ürettiğini varsayalım. Bu 100 tl nin 10 lirası hammede ve yardımcı hammaddelere, 5 tl si üretim yapılan makinelerin yıpranma payına ve 5 tl si üretim yapılan yerin kira, elektrik, su gibi ihtiyaçları- na harcanmış olsun =80 tl işçinin ürettiği ve kar olarak kalan kısımdır. Fakat işçimiz bu 80 tl den yalnızca 20 tl sini alabilmekte, geriye kalan 60 tl ye ise kapitalist el koymaktadır. Zaman üzerinden hesaplayacak olursak, işçimiz saat başına 10 tl değerinde meta üretmekte ve 20 tl yani 2 saatlik emek-zamanı karşılığını alabilmektedir, yani 10 saatin 2 saatini kendisi için 8 saatini ise patronu için çalışmış olmaktadır. Bu 8 saatlik emek zamanı diliminde üretilen bütün meta değerleri artı-değeri temsil etmektedir. Marks, işçinin ücretine tekabul eden 2 saatlik emek zamanına Gerekli Emek Zamanı, 8 saatlik, kapitalistin el koyduğu bölümüne ise Ek (İlave) Emek Zamanı adını vermiştir. Değişmez sermaye ve değişebilir sermayenin tanımına dönecek olursak; değişmez sermayeyi, üretim araçları, hammaddeler, yakıt, yardımcı hammaddeler ve üretim yapılan yer oluşturmaktadır. Değişebilir sermaye ise, emek-gücünden oluşmaktadır.yani sermayenin artı-değer üreten bölümü değişebilir sermayedir. Şimdi artı değer birikimi ile sermaye nasıl oluşur bir örnekle bunu açıklayalım. Bir işyeri düşünelim ve üretime başlamadan önce patronun elinde tl (üretim araçları, hammadde vs.) değişmez sermaye ve tl değişebilir sermaye ( meta olarak emek-gücü) olduğunu varsayalım, üretim sonucunda ( artı-değer oranının %100 olduğunu düşünürsek ) (üretimden önce ki sermaye toplamı) (üretim sonucunda elde edilen artı-değer)= tl kazanılmış olucaktır. Kapitalist artı-değerden elde ettiği bu tl nin bir kısmını (örn. 500 tl sini) kendi kişisel ihtiyaçlarına harcar, geri kalan tl si ile de yeni üretim araçları, hammadde vs. yani değişmeyen sermaye satın alır. Bir sonra ki ay değişmeyen sermayesi lira olmuş olur ve bu birikim her ay katlanarak devam e- der. Bu nedenledir ki Neticede kapitalistlerin, fabrikaları ve diğer ü- retim araçları toplumsallaştırıldığı zaman, sadece, işçi sınıfının geçmiş kuşaklarının emekleriyle yaratılanlar geri alınmış oluyor. O halde, kapitalist özel mülkiyetin tasfiyesi, bir tarihi adaletin yerine getirilmesi eylemidir. (Ekonomi Politik P.Nikitin sf.102). Bu sermaye birikimi ise e- mekçilere daha fazla sömürü, daha fazla işsizlik olarak geri dönmektedir. İşçilerin, emekçilerin üzerinden sağladığı sermaye ile üretim araçlarını geliştirir ve eskiden 10 kişinin emek-gücü ile yapılan bir işi artık 2 kişilik emek-gücü ile karşılayabilir duruma gelir ve sonuçta ya bu 10 kişiye 2 kişilik ücret verir ya da 8 ini işten çıkartarak üretime devam eder. Özetleyecek olursak kapitalistin bütün karı artı-değer sömürüsünden gelmektedir. Ve üretken sermayenin gelişmesiyle üretim artmakta her geçen gün daha fazla meta üretilmektedir. Üretilen metaların satılamaması durumunda yani pazarların daralmasında, alım gücünün düşmesinde ise üretimin yavaşlaması veya durdurulması gerekmektedir. Üretim fazlalığının sebep olduğu buhranın başlıca belirtileri şunlardır: ticaret durgunluk içindedir. Piyasa düşük fiyata metalarla tıklım tıklım dolup taşmaktadır. Fabrikalarda işler durmuştur. Yığınlar halinde işçiler yaşama araçlarını kaybetmişlerdir. (Ekonomi Politik P.Nikitin sf.167). Böyle durumlarda ise kapitalist azami düzeyde kar sağlayabilmek a- macıyla işçileri işten çıkarır ve kriz bahanesiyle daha az işçiyi daha az ücrete daha fazla çalıştırır. Bu da emeğin yoğunlaşmasına, sömürünün katmerlenmesine sebep olur. Sebebini emekçilerin oluşturmadığı bir krizi emekçilerin omuzlarına yıkar ve atlatmaya çalışırlar. Bir kapitalist hiçbir zaman kriz dönemlerinde lükslerinden kısmamıştır. Örneğin lüks restoranlarda yemek yemekten vazgeçmemiş, Paris e kahvaltı etmeye gitmeyi bırakmamış, milyon dolarlık arabasını satıp düşük model bir araba almamıştır. Çünkü bütün bunlar yerine 100 işçiyi işten çıkartıp 100 ünün yaptığı işi geriye kalan 20 işçiye yaptırmıştır. İşten atılan emekçiler ise tek geçim kaynakları olan emeklerinden olmuş ve herşeyini kaybetmiştir. Artık kirasını ö- deyemeyecek, çocuklarına harçlık veremeyecek, belki de en büyük lüksü olan kahvehanede çay içmekten bile vazgeçmek zorunda kalacaktır ve Politika / Gündem Politika / Gündem

9 bütün bunları kapitalistin lükslerinden vazgeçmemesi uğruna yaşayacaktır. Bu her dönem bu şekilde devam etmektedir. Örneğin, bugün ülkemiz özgülünde gündemde olan ve işçiler/emekçiler için yakıcı bir sorun olan kıdem tazminatının fon adı altında kaldırılmaya çalışılması emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yapılan bir düzenlemedir. Bilindiği gibi kıdem tazminatı işçinin bir iş yerinde çalıştığı yıl başına bir aylık maaşı işten çıkarılma durumunda ödenmek koşuluyla birikmektedir ve patron bir işçiyi işten çıkartmak için örneğin işçi 10 yıl çalıştıysa 10 maaş tutarında ücret ödemek zorundadır. Bu kapitalizmin yapısında var olan kriz dönemlerinde patronlara ayakbağı oluşturmaktadır. Yine söylemek gerekirse emperyalizmin isteği Mevcut Gelişmeler ve Üniversite Gençliğinin Konumu Sosyalist karaktere sahip bir insan modeli alternatifini ortaya koymalı, bunun somutlaşması ve yaygınlaşması için güçlerimizi seferber etmeliyiz. Bunun basit olmayacağı ama yaşıyor olduğumuz sorunların hiç basit sorunlar olmadığı gerçeğinin bilincinde hareket etmeliyiz. Ortak mücadele programlarının, yaşadığımız bu sorunların çözümünde birliğimizi kuvvetlendireceğini, umutlarımızı diri tutacağını ve direngenliğimizi artıracağını unutmamalıyız. Selma Can doğrultusunda gündeme gelen bu düzenleme emekçilere yıkımdan, işten çıkarmalardan, daha az ücrete daha yoğun çalışma koşullarından başka bir şey getirmeyecek, kapitalistlere ise u- cuz iş gücü cenneti olan ülkemizde bir de sorunsuz bir sömürünün kapılarını ardına kadar a- çacaktır. Kapitalizmin krizi tarihinin her döneminde mevcuttur ve olacaktır. Krizler kapitalizmin doğasında vardır. Bu sömürü çarkı kırılmadıkça, bu saltanat yıkılmadıkça emekçiler, işçiler, öğrenciler her geçen gün daha fazla sömürüye, zorbalığa, açlığa, yoksulluğa, yıkıma maruz kalacaktır. ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ! TEK YOL DEVRİM! Emeğin değersizleştirilerek, sermayenin tahakkümünün hayatın her alanında hissedildiği ve bunun içselleştirilmeye çalışıldığı, hem kendine özgü nitelikler taşıyan hem de önceden aşina olduğumuz bir dönemden geçmekteyiz. Aşinayız; çünkü hala insan onuru işgaller, katliamlar, sömürü ve yalanlar aracılığıyla yok sayılmaya devam etmektedir. Artık gerçeğin gizlenmeye bile gerek duyulmaması, istenilenin doğalmış gibi gösterilmesi ve buna karşı esaslı (akli ve fiili) bir tepkinin toplum tarafından ortaya konulamaması, egemen güçlerin pervasızlığını artırmaktadır. Bilinçliliğin azaltıldığı, gereksiz görüldüğü, örgütlülüğün bir ihtiyaç olmaktan çıkarıldığı ve birey olmanın (liberal anlamda) prim yaptığı bu dönemde genelde toplumun, özelde de gençliğin örgütlenmesinin önemini artırdığı kuşku götürmez bir gerçektir. Bilgiyle her zaman için toplumun diğer kesimlerinden daha içli dışlı olduğu bilinen gençlik, bu noktada mücadeleye müdahilliğini devam ettirmeli, aydın tepkisi ni, niteliğini yükselterek göstermelidir. Bu tepki salt akademik çevrede sınırlı kalmamalı, kendi yaşamış olduğu sorunları ve pratikleri, hayattaki diğer mücadele alanlarıyla birleştirmeli ve birikimlerini buralara aktarmalıdır. Çünkü; manipülasyonların boşa çıkarılması, teşhir edilmesi belki de daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir önem teşkil etmektedir. Elbette ki gençlik hiçbir zaman için bütün yüklerin üzerine yükleneceği bir hamal pozisyonunda olmamalıdır ve değildir de. Gençliğin, tali ve tamamlayıcı bir örgütlenme alanı olduğundan hareketle, önünde birçok sorunun olduğunu, dolayısıyla da ekonomik-demokratik mücadeleyi örgütlemek ve devrim mücadelesine enerji verebilmek için elinde birçok hareket noktasının bulunduğunu söylemek gereklidir. Güncelde yaşananlara bakıldığında, yüksek eğitimin yeniden yapılandırılma sürecinde öğren- ci, dolayısıyla gençlik hareketini olumsuz yönde etkileyebilecek birçok gelişme yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Öğrencilerin eğitim imkanını ve yaşam koşullarını tehdit eden ve alım sisteminin değiştirilmesiyle (alınan ders sayısına göre ücretlendirme) %500 lere varan oranlarda yükselen har(a)ç zamları, üniversiteden atılma tehlikesi nin kaldırıldığı muştusu yla seneden seneye katlanarak artan bir har(a)ç ödeme sisteminin getirilmesi, bu gelişmelerin ekonomik boyutlu olanlarından ikisidir. Bunun dışında, bölümlerin kontenjanlarının artırılması, üniversitedeki öğrenci sayısının artması sonucunu doğurmuştur. Bu sayının ileride daha da artacağı net bir şekilde görülmelidir. Bunun örgütlenme açısından büyük bir potansiyel oluşturduğu söylenebilir. Ancak; mevcut örgütlenme anlayışı, ortak programlar etrafında gerçekleştirilen eylem birliklerinin öznel (yapıların kendi politik, ideolojik tutumları doğrultusunda refleks göstermeleri) ve nesnel (gençliğin apolitikliğinin ve isteksizliğinin kırılamaması) nedenlerden ötürü yetersiz kalması, ters tepen bir tabanca etkisi yaratabilmektedir. Buraya kadar bahsi geçen dönüşüm uygulamaları, üniversitelerin ellerinde önemli miktarda parasal gücün birikmesi sonucunu da doğurmaktadır. Teknik e- ğitim fakültelerinin teknoloji fakülteleri ne dönüştürülmesi, teknopark ların (bilim parklarının) kurulması, genel anlamda üniversite-sanayi işbirliğinin benimsenmesi de biriken bu parasal güç ile birlikte değerlendirilmelidir. Ayrıca derslerin birleştirilmesiyle ders yükünün kısmen de olsa azaltılması, öğrenciye boş zaman yaratmakta, egemen anlayış tarafından bu boş zaman bir avantaj olarak (öğrencileri araştırmaya yöneltmesi şeklinde) sunulmaktadır. Ancak bu boş zaman, üniversite sınırları içine ve dışına açılan eğlence merkezleri, reklam çalışmaları fakültelerin içlerine kadar girilerek yapılan çeşitli kurs ve eğitim kuruluşları tarafından çok da cuzi olmayan bir şekilde doldurulmaktadır. Yukarıdaki veriler bizlere eğitimin bir rekabet alanı ve eğitilen kitle nin ticari bir mal, meta haline geldiğini göstermektedir. Böylece kapitalizm, kendine en uygun -bireyci, rekabetçi- neo insan modelini oluşturmak istemektedir. Üstyapısını da buna göre oluşturmaktadır. Esasında, günümüz koşullarında giderek güçleşen örgütlenme olgusunun altında yatan temel nedenlerden biri de insanlığa biçilmiş olan bu neo insan modelidir. Çünkü bu model edilgen, iradesiz bir insanı tarif etmektedir. Egemen güçler de, bu modele alternatif sunmak isteyen muhalif, devrimci güçlere karşı sopa sını kullanmakta tereddüt etmemektedir. Bu anlamda gençliğin demokratik mücadelesi de önem kazanmakta ve ekonomik mücadelesiyle birleşmektedir. Politik ve ideolojik mücadelenin cılız olduğu günümüz koşullarında diğer mücadele alanlarının bir çıkış noktası olarak görülmesi de bu anlamda doğal karşılanmalıdır. Bu noktada bizler, devrimci gençlik olarak, ekonomik-demokratik hedeflerimiz doğrultusunda ortak bir mücadele programı oluştururken, bununla sınırlı kalmayıp, politik ve ideolojik mücadele seviyesini hem üniversite içinde hem de dışında yükseltmeliyiz. Bu mücadele alanlarını, birbirlerini koşullandırmayacak, birbirleriyle iç içe geçecek şekilde, birarada değerlendirilmeliyiz. Sınıfsal savaşımın üniversite yaşamında da varlığını bilmeli, sınıf karşıtlıklarını teşhir etmeli ve bu doğrultuda safımızı belirlemeliyiz. Bundan ötürü, gençlik örgütlenmesi ve mücadelesinin üzerine, tarafsızlık gölgesini düşürmemeye özen göstermeliyiz. Sosyalist karaktere sahip bir insan modeli alternatifini ortaya koymalı, bunun somutlaşması ve yaygınlaşması için güçlerimizi seferber etmeliyiz. Bunun basit olmayacağı ama yaşıyor olduğumuz sorunların hiç basit sorunlar olmadığı gerçeğinin bilincinde hareket etmeliyiz. Ortak mücadele programlarının, yaşadığımız bu sorunların çözümünde birliğimizi kuvvetlendireceğini, umutlarımızı diri tutacağını ve direngenliğimizi artıracağını unutmamalıyız. Yaşasın Devrimci Dayanışma!!! Politika / Gündem 18 19

10 Öğrenci Gençlik Üzerindeki Baskılar Sınıflı toplumların oluşumundan bugüne kadar süregelmiş toplumsal mücadelelere bakıldığında genç kitlelerin bu mücadeleler içinde önemli bir rolü olduğu görülecektir. Lenin bu öneme vurgu yapmak için gençliği toplumsal mücadelelerin lokomotifine benzetmiştir. Bu benzetmeyi abartılı bir şekilde yorumlayan bazı çevreler, gençliği bir sınıf olarak tanımlandırmalarını Lenin in bu benzetmesiyle temellendirmeye çalışmışlardır. Halbuki okumalar ve yorumlar doğru yapıldığında, gençliğin toplumun her kesiminde olduğu gibi sınıfsallık olgusundan muaf olmayan fakat sınıf özelliklerini de taşımayan toplumsal bir kategori olduğu görülecektir. Bu durum genç olarak kabul edilen kişilerin işçi sınıfı içinde ya da burjuvazi içinde yer alabilmeleri örneği ile açıklanabilir. Gençliğin toplumsal bir sınıf değil de, toplumsal bir kategori oluşu, bu kategorinin toplumsal mücadelelerde alacağı rolün önemini a- zaltmaz. Genç kitlelerin toplumsal mücadeleler için bu kadar önemli olmasında bu kitleler arasında yer alan öğrenci kesiminin etkisi oldukça fazladır. Öğrenci kesimi, üretim ilişkileriyle bağının dolaylı olması ve öğrenci oluşundan kaynaklı (gelecek kaygısı, iş bulamama korkusu vb. nedenler) sisteme olan bağımlılığı nedeniyle küçük burjuva karaktere sahiptir. Bu kesimin yine öğrenci olmasından kaynaklı bilimsel ve toplumsal gelişmelerden haberdar olma imkânı toplumun diğer kesimlerine göre daha fazladır. Öğrenci gençliğin gelişmelerden haberdar olma imkânına sahip oluşu, özellikle kendi alanıyla ilgili sorunlarda sisteme karşı bir tavır alma potansiyelini taşımasını sağlar. Bu potansiyel onu küçük burjuvazinin en radikal ve küçük burjuvazi içinde mücadeleye en çok katkı sağlayabilecek kesimi haline getirmiştir. Kendi demokratik haklarını eline almak için örgütlenen öğrenci hareketlerinin, demokratik devrim mücadelesinin sürdüğü ülkelerde, ekonomik-demokratik mücadeleye kazandırabilecekleri ivme sebebiyle böyle ülkelerde özel bir önemleri vardır. Ayrıca ekonomik-demokratik mücadeledeki düzeyin düşük olduğu zamanlarda politik mücadelenin yaratılamayacağının bilinmesi öğrenci kesiminin ve öğrenci hareketlerinin öneminin kavranması için yeterlidir. Gökdeniz Adalı Bu olumlu özelliklerinden dolayı önemli o- lan öğrenci gençlik küçük burjuva karakteri neniyle de örgütlenme sürecinde dikkat edilmesi gereken bir kesimdir. İşte bu yüzden mücadele hiçbir dönemde salt öğrenci hareketleriyle temellendirilmemelidir. Okullar mücadelenin ve örgütlenmenin sürmesi gereken alanlar olarak görülmelidir. Örneklere baktığımızda da etkin bir öğrenci hareketi örgütlenebilmesinin temel sebebinin politik mücadeleyi yaratan ve yükselten bir yapının bulunmasıdır. Bulgaristan da yaşanan faşist dönemin deneyimlerini aktaran Dimitrov, faşizmin örgütlülüğünün yükselmesi ile komünistlerin gençlikten uzaklaşmasını birbirine paralel olgular olarak değerlendirmiştir. Bu olumsuz örnekten ders çıkaran Bulgaristan komünistleri 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı nda aynı hataya düşmemiş ve genç kitleleri mücadeleye katmayı başarmışlardı. O dönem emperyalizme karşı direnişin önderlerinden S.Petrova gençliğin antiemperyalist, anti-faşist mücadeleye katılımını şöyle belirtmiştir: Silahlı ayaklanmada, Halk Ordusu, partinin vurucu gücüydü. RMS nin örgütlendirdiği yurtsever gençlik, ordu saflarında yerini almış ve RMS nin yönetiminde, partinin birinci yardımcısı olmuştu. Partizanların yüzde altmışından fazlası gençlerden, öğrencilerdendi. Düşmanla savaşta gösterdikleri kahramanlıklar ve ustalıklar yüzünden çoğu, müfreze, tabur ve grup komutanı, siyasi komiser olmuşlardı. 5 Ağustos 1944 yılında faşist orduyla girilen çarpışmada şehit düşen ve kahramanlığıyla müfreze arkadaşlarını kurtaran Faşizme Ölüm Yambol Müfrezesi komutanı Velistlav Dramov da bu gençlerden biriydi. (Kaynak; Bulgaristan Devrimci Gençlik Hareketi Tarihi kitabı) Başka bir başarılı örnek ise Salvador da örgütlenen öğrenci hareketlerinin genel toplumsal hareketliliklere kazandırdıklarıdır; Salvador da, üniversitelerde, liselerde hatta ilköğretim kurumlarındaki öğrenci katılımı siyasi-askeri örgütlerin oluşumunda belirleyici oldu;1970 li yılların büyük toplumsal hareketlerinde de çok önemli bir etken haline geldi. Bugün FMLN birliklerinin büyük bölümünün yaşları arsında değişen gençlerden oluştuğu söylenebilir. (Marta Harnecker Latin Amerika Solu Kendini Sorguluyor, sf:95) Bu örnekler Türkiye de15-16 Haziran eylemlerine öğrencilerin verdiği destekle ve diğer coğrafyalarda yaşanan deneyimlerle zenginleştirilebilir. DEVLET MUHALİF HER KESİME OLDUĞU GİBİ MUHALİF ÖĞRENCİLERE DE SALDIRIYOR Krizin her alanda etkisini arttırdığı, AKP nin ağır yükler altına girdiği ve faşizmin farklı ihtiyaçlara göre tekrar şekillendirildiği, güncelleştirildiği şu süreçte baskıların muhalif her sesi susturmak için arttığı ve artacağı görünüyor. Bu durum en olağan eyleme dahi en sert müdahalenin yapılışı ile rahatlıkla görülebilir. Bu baskı politikalarının yaşandığı alanlardan biri de üniversitelerdir. Öğrenci gençlğin öneminin biz devrimciler kadar farkında olan egemenler de bu kesimin bulunduğu alan olan üniversiteleri, farklı politikalar ve uygulamalarla, diken olarak gördüğü devrimci, demokrat, yurtsever öğrencileri üniversiteden farklı yöntemlerle uzaklaştırarak dikensiz gül bahçesi haline getirmeye çalışıyor. Yaşanan süreç farklı olsa dahi şu diyalog faşizmin uygulayıcılarının öğrenci gençliğe yönelik politikasını açıklamaya yeterli. Muhabir: Öğrencilerle ilgili nasıl bir politika izleyeceğinizi açıklar mısınız? Goebbels:Karmaşık bir politikamız yok.elde e- deriz ya da ele geçiririz. Türkiye de devrimcilerin etkisizleştiği/etkisizleştirildiği üniversitelerde egemenlerin elde etme politikasının, başarıya ulaşması ve bu başarıyı gerici/faşist örgütlenmelerin devrimcilerin yöntemlerini kullanarak sağlaması üzücü bir gerçeklik olarak karşımız da duruyor. Cemaat ilişkileriyle sağlanmış bu örgütlülüğün başarısının temeli, devrimci öğrencilerin etkin olarak kullandığı ÖTK lar klüpler vb. araçların rektörlüklerce işlevsizleştirilmesi ile atılmıştır.fakat temel sebep devrimci öğrencilerin bu örgütlülüklerin hesaplarını boşa çıkarabilecek adımlar atamamasıdır. Fakat biliyoruz ki eylem kılavuzları Marksizm olanlar zengin yöntemleri sayesinde bu sorunların üstesinden gelebirler. AKP nin elde etme gibi ele geçirme yöntemini de sıkça kullandığı ve bu yöntemleri daha geniş alanlara yayacağını söylediği bir dönemde solun her alanda olduğu gibi üniversitelerde de parçalı, birbirinden kopuk bir duruşa sahip olması AKP ye daha da pervasızlaşma imkanı veriyor. Devrimci-demokrat öğrencilere yönelik geçmişten bugüne sürekli olarak uygulanan kaçırma, taciz, işkence, öldürme gibi yöntemlerinin yıldırma yerine ters etki yaparak muhattablarını daha da direngenleştirdiğini hatta teşhir e- dildiğinde çok geniş bir kitleye tavır aldırabildiğini Önder BABAT, Şerzan KURT gibi devrimci, demokrat, yurtsever öğrencilerin katledilmesi gibi örneklerde gören faşizmin bugünkü uygulayıcısı AKP bu yöntemler yerine cezaevlerini devrimci, demokrat, yurtsever öğrencilerle doldurmayı tercih ediyor. Ve katledilme yerine tutsak edilmeyi bir demokratikleşme süreci olarak gösteriyor. Hopa daki olaylarda Metin LOKUMCU nun katledilmesinin ardından yapılan eylemlerde çıkan çatışmaları sebep göstererek yapılan tutuklamalar başlangıç değil baskıların yoğunlaşma dönemidir.tutuklama için gerekçe tanımayacağını bildiğimiz faşizm Kocaeli de olan deniz otobüsü kaçırma gibi olayları da manipüle ederek tutuklamaları kendince meşrulaştırmıştır. Yüzlerce öğrencinin cezaevlerinde olduğu günümüzde tutuklamalar gibi tutuklamaların kanıksatılmaya çalışılması da faşizmin kullandığı bir yöntemdir. Hem roman çalıştayındaki tutuklamaların hem de Hopa olayları sonrasında yapılan tutuklamaların basında sürekli yer bulması, bir tepki oluşturulması ve tahliyelerin sağlanması bir başarı olsa da bu örnekler sınırlıdır Üniversitelerdeki baskının sadece soruşturma tutuklama gibi baskı ve sindirme yöntemleri ile kalmayacağını İstanbul Üniversitesi nde ve Uludağ Üniversitesi nde yaşanan faşist saldırılar ile görmekteyiz. Faşist-polis-rektörlük-özel güvenlik işbirliğinde yapılan bu saldırıların devlet tarafından sıkça ve şiddetlenerek kullanılacağı devrimci öğrencilerin bu yöntemle de sindirilmeye çalışılacağı bilinmelidir. ÜNİVERSİTELERDE FAŞİZMİN YÖNTEMLERİNE KARŞI ORTAK DURUŞ SERGİLEYEBİLMEK ACİL VE ZORUNLU BİR İHTİYAÇTIR AKPnin böyle rahatça her istediğini yapabilme imkanı bulmasının başlıca sebebi, toplumda yaşanan refleks körelmesinden devrimcidemokrat larında etkilenmesidir. Toplumun genelinde oluşan bu körelmeden üniversiteler de muaf değildir. Fakat buna rağmen üniversiteler potansiyel tepki biriktiren ve bunu bir anda eyleme dökecek bir dinamiği bahrında taşımaktadır. Tüm olumsuzluklara rağmen tepkilerin oluşması ve iyi sonuçlar alınabilmesi sevindiricidir. Farkına varılması gereken nokta devrimcilerin ortaya çıkan olumlu olumsuz her durumu paylaşma ihtiyacının en çok gerektiği süreci yaşıyor olmamızdır. Bırakalım 10 yılı, son altı ayda dahi Politika / Gündem Politika / Gündem

11 artık devletleşmiş olan AKP sınırsız imkanlarla devrimci/demokrat öğrencilere nasıl saldırdığını ve ne denli zarar verdiğini görmemek için kör olmak gerekir. Bu durumun farkında olup önlem almamaksa çok şey söylenip hiçbirinin anlaşılmamasıdır. Bugün üniversitelerin en önemli ihitiyacı, onu örgütleyecek olanların ortak refleks gösterebilme ve diğer öğrencileri refleksin içine katabilme yeteneğine sahip olabilmesidir. Bu yetenek ancak birbirine uzak duran farklı hareketlerden devrimci öğrencilerin beraber üretebilmeyi öğrenmeleri ile kazanılabilir. Böyle bir örnek Bologna Süreci eylemlerinin örgütlenmesin de yaşanmıştı. Ayrı zamanda ayrı yerlerde fakat aynı amaç için eylemler yapılmıştı. Eylemler parçalı olsa dahi hükümete geri adım attırabilmişti. En azından daha ileri bir adım atması ertelenmiş oldu. Durum böyleyken bile olumlu sonuçlar elde edilebildiğini görmek ortak hareket refleksinin geliştiğinde örgütlülüğün nasıl bir gelişim gösterebileceğine kanıt olmalı bu durumu gören örgütleyici öznelere de sorumluluk duymalarını sağlamalıdır. Kavgamızın Cevahiri Dünden Bugüne Işık Tutuyor Kimi söylence, kimi tarih yazımı. Kimi zaman ise kuşaklar arası değerlendirmelerin adeta bir düelloya dönüştüğü, gazete sayfalarında köşeleri süsleyen suni bir gündem haline gelmiş geçmiş değerlendirmeleri Bugüne kadar belki 68 için birçok değerlendirme yapıldı. Bazen romantizme vurgular yapıldı, bazen de maceracılığa. Hatta bütün bir dönem için gençlerin libidinal saplantılarının dışavurumu değerlendirmeleri yapıldı. Ve öznelliği ıskalayarak yapılan değerlendirmeler ya görülmek istenmedi ya da ciddiye alınmadı. Oysa tarih yazımı öznelliği reddeder. Onun i- çin tarih salt tarih değildir. Ve onun için insanın mitolojik olanı dahil, geçmişin ulaşılabilen her kesitiyle bağlar kurması, birikimin devri ve süreklilik adına doğru ve gereklidir. Bilindiği gibi tarih yazımı kolay değildir. Bu yüzden hem öznellikten arınmış olmalı hem de resmileşmiş tarih anlatımlarından farklılaşmalıdır. Kavgamızın Cevahiri işte böylesi bir ihtiyacın ürünü. Sadece bir 68 değerlendirmesi değil bir yaşam tarzıdır ele aldığı. Hurafelerin kulaktan kulağa yayıldığı, bilim adına dahi bilimden uzaklaşıldığı böylesi bir kuşatılmışlık altında merceği doğru yere tutabilme isteğidir. Siyasal çalışmanın bilim ve sanatla yoğrulmuş, halkla buluşmuş gerçekliğidir. Bir kültür anlatımıdır aynı zamanda. Kapitalizmin o bencil, kısa yoldan köşe dönmeye yönelmiş, itiraz kanalları tıkanmış gençliğin reddi ve siyasal pratikte dahi modaya uyma zorunluluğunun antisidir. Yaşamsal bütünlüğün sağlanamadığı, kişilik parçalanmalarının yoğunlaştığı, gelecek ufkunun anda boğulduğu bugünün koşullarında Hüseyin Cevahir ve daha nice isim Nasıl Yaşamalı? ya verilmiş bir yanıttır da. Hem siyasal hem de pratik anlamda edilgen değil dönüştürücü olma tercihidir. Söz ve eylem arasındaki ahenktir. Bu bağlamda bir kahramanlık destanı olarak ele alınmamış Kavgamızın Cevahiri! Bir monografiden ya da biyografiden ziyade bir yaşam biçiminin anlatıldığı bir çalışma olmuş. Unutturulmaya çalışılan değerlerin hafıza-i beşer de tekrar canlandırılma ve hatırlanmasına yardımcı olmaya çalışması ve kitabın tamamında buna vurgular yapılması günümüzde karşılaştığımız birçok soruna yanıt arama çabasıyla birlikte, kahramanlıktan ziyade bir değerler toplamının önemine i- şaret ediyor. Daha önce çeşitli açılardan (farklı özneler üzerinden) anlatılmış bir tarihsel dönemi, bir de Cevahir in aynasında izleme şansı da denilebilir Kavgamızın Cevahiri için. Önüne konanla veya yarıöznel kimi tarihsel anlatımlarla yetinmek istemeyenler için, dünü daha kapsamlı bir perspektifle düşünmeye itiyor ve buna önemli oranda yardımcı da oluyor. Kitabın ayrıca devrimci önderlere yönelik olarak darbecilik-cuntacılık yakıştırmalarının yapıldığı bir dönemde, devrimci önderliğin kişisel kahramanlıkla karıştırılır olduğu bir algısal bulanıklık anında, fikri sağlamada da rol oynama amacı gütmekte olduğu açıkça görülüyor. Bilindiği gibi, sol a ve olaylara dışarıdan bakanlar, Dev-Genç li leri (devrimcileri) salt siyasal mücadele içinde görmekten, göstermekten kendilerini alamamışlardır. Dev-Genç li adeta 24 saat eylem içinde devrimci olarak, neredeyse siyasetten başka hiçbir şey görmeme eğilimindedir. Açıkça ifade etmese de onun gözünde, net bir siyasal mesaj taşımayan bilim, sanat, edebiyat ya da estetik ürünü ciddiye alınmaya layık değildir. Oysa, gerçek bu mudur? Devrimciler birer robot değil, duygularıyla, düşünceleriyle, özlemleriyle, kaygılarıyla, sevinçleriyle, üzüntüleriyle yaşayan insanlardır. Devrimci teorinin doğal yapısı gereği toplumun en ileri düşüncelerine sahiptirler. Bu yönüyle de toplumda, estetik duyguları en gelişmiş insan tipini temsil ederler. Ancak dönemin mücadele koşulları içinde bu özelliklerini her zaman açıkça gösterememiş olabilirler. Özellikle önder kadroların düşünsel dünyalarını kapsamlı olarak incelediğimizde, devrimcilerin genç yaşlarında ne denli incelmiş sanat zevklerine ulaştıkları hemen görülebilir. O dönemde izledikleri filmler, tiyatro oyunları, okudukları kitaplar, okudukları ve yazdıkları dergiler kabaca araştırıldığında bile onların sanata bakış açıları görülebilir. Hüseyin Cevahir in Türk edebiyatını inceleyen Kalın Çizgilerle Edebiyatımızın Dünü başlıklı yazısında dile getirdiği düşünceler, bunun en güzel kanıtıdır. Kitabın bütünlüğünde ise ortaya konan olgu, kişisel bir portreden çok daha ötedir. Dünü doğru aktarmak kadar, bugünün gözüyle doğru anlaşılmayı da gözeten tarzı göze çarpmaktadır. Suat Batur un derleyerek sunduğu, Adalı Yayınları nın kolektif çalışması olan eser dünden bugüne taşınması gereken değerleri (hem entelektüel, hem de siyasal çalışma anlamında) ön plana çıkararak bir önder vurgusu da yapmaktadır. İşte bu yüzden Kavgamızın Cevahiri unutturulmaya çalışılan değerlerin özenle savunulması gerekliliğinin bir ihtiyacıdır. İsteme Adresi: Adalı Yay. İstiklal Cad. Mis Sok. No:11/4 Beyoğlu - İST Tel: Ege Tems: 863 Sk No:4 D: 2 Konak - İZMİR Tel:

12 Gitarın Silah, Şarkıların Mermi Olduğu Bir Sanat Ancak müzik sadece bir şölen değildir; o bizim işimize eşlik etmelidir sürekli aksetmeli ve bizi bir tazelik yaşam sevinci sınanmaya hazır oluş zafere güven atmosferi ile sarmalıdır. Ateş gibi; bir meşale gibi yanmalı kahramanca günlük yaşantımızı beslemelidir (Anatol Lunaçarski, Devrim ve sanat, Sayfa 92) Gülsüm Akpınar Bütün sanatlar sanatların en büyüğü olan yaşama sanatına katkıda bulunurlar, diyor Bertolt Brecht. Dünyayı anlamanın ve değiştirmenin ö- nemli araçlarından biri olan sanatı, yaşamın emzirdiği bir bebek gibi tasarlayabiliriz kafamızda. Yaşamın vericiliğine gülücüklerle karşılık vererek onu estetize eden, tazeleyen bir bebektir sözünü ettiğimiz. İnsanın uzun soluklu serüveninde bütün renkleriyle canlı bir şahit olarak hep vardı sanat. Mağara duvarlarında insanın hayatta kalma mücadelesinin ilkel resmiydi bazen. Bazen de gelişmiş insanın ilkelliğinin bir başka resmiydi Alman faşizmi ile karşı karşıya kalan İspanya da; Picasso nun Guernica sında. Sanat Tarafsız Değildir! Sanata bir tarafsızlık atfederek, onu hizmet ettiği amaçtan bağımsız bir değerlendirmeye tabi tutmak ve sadece estetik değeri ile ilgilenmek dün olduğu gibi bugün de büyük bir yanılgı olacaktır. Bir şey ancak halk kitlelerine yarar sağlıyorsa iyidir. Eseriniz Baharda Kar kadar güzel olabilir; ama o sırada yalnızca küçük bir azınlığın ihtiyacını karşılıyorsa ve kitleler hala Yoksul Köylünün Türküsü nü söylüyorsa, halkın beğenisini geliştirme çalışmasına koyulacağınız yerde onları hepten reddederseniz hiçbir yere varamazsınız. Bugün yapmanız gereken Baharda Kar ile Yoksul Köylünün Türküsü nü bütünleştirmek; düzey yükseltme ile yaygınlaştırmayı bütünleştirmektir. (Mao Zedung, Sanat Edebiyat Üzerine Konuşmalar)*Bu iki şarkı, İ.Ö. 3.yüzyılda Çu Krallığı dönemindeki şarkılardır. Baharda Kar ın müzikal anlamdaki kalitesi Yoksul Köylünün Türküsü ne göre daha yüksek düzeydedir. Bir şarkıcı Baharda Kar ı söylerken kendisine yalnızca birkaç düzine insan katılıyor oysa diğerine binlerce insan eşlik ediyordu. Kapitalizm öldürmeye, insanlıktan çıkarmaya, bütün değerlerimize pervasızca saldırmaya devam ederken Yürüyüşü yol incitmez, söyleyişi kul incitmez özdeyişindeki felsefenin taşıcıyı özneleri olmak, bu yıkıma hizmet etmenin bir başka adı olacaktır. Sanatsal eylemin amacına ulaşmasının yolu salt hümanist bir yaklaşımla donanmaktan değil; insanı insan olmaktan çıkaran koşulları değiştirme çabası içinde olmaktan; sanatı mücadelenin bir parçası haline getirmekten geçiyor. Örneğin, İlya Ehrenburg, Sovyet kültürünün edebiyat alanındaki önemli ajitatörlerinden biri olarak yer etmiştir zihinlerimizde. Şiirleriyle halkların mücadelesinin sesi olan Şilili ozan Pablo Neruda Halklarımızın en karanlık gerçekleri ve koşulları gün yüzüne çıkarılmalıdır. Bizler geç kalmış, feodalizm, gericilik ve açlık tarafından geç bırakılmış bir doğumun tarihçileriyiz der ve sanatçının rolünü şu şiiri ile özetler: Verin bana sessizliği, suyu, umudu/ Kavgayı demiri volkanları verin/bağlanın bana gövdeler mıknatıslar gibi/kullanın damarlarımı ve ağzımı/konuşun benim sözcüklerimle ve kanımla Hem Sanatsal Yaratıyla Hem de Fiilen Karşı Duruşu Simgeleyen Bir Sanatçı; Victor Jara Düşünü kurduğumuz ve uğrunda mücadele verdiğimiz Sosyalizm, sanatsal üretime sonsuz bir gelişme ufku kazandırmaktadır. Kapitalizmin bugün baskı altına alarak gelişimine olanak tanımadığı güç ve yetenekler ürün vermek için bir çeşit bahar ortamına kavuşacaktır. (Devrimci Hareket, Sayı 12) Böylesi bir bahar ortamına, yani sosyalizme yürekten inanmış hem sanatsal yaratıyla hem de fiilen karşı duruşun simgesi olmuş bir sanatçıdır Şilili ozan Victor Jara. Annesinin Contador ( Halk ozanı ) olması O na Şili türküleri ile yoğrulmuş bir çocukluk geçirme avantajı sağlamıştır. Jara nın müziği, Şili Üniversitesi korosuna katıldıktan sonra devrimci bir kimlik kazanmaya başlar. Koronun kurucusu olan Violetta Parra ile tanışması o- nun hayatında çok şey değiştirecektir. Violetta Parra, Latin Amerika da feodalizmin müzikteki tasfiyesi olarak nitelendirebileceğimiz Yeni Şarkı Akımı nın da kurucusudur. Bu akımda, Latin Amerika nın geleneksel müziğinden ve folklorik özelliklerinden yola çıkılarak İnka ve Aztek kültürleri Akdeniz ve Afrika kültürleri ile kaynaştırılmış ve And Dağları nın müziği çok sesli bir forma büründürülmüştür. Kırsal Latin Amerika halk müziğinin kentli ile buluşturularak işlendiği, kapitalizme karşı insani değerlere sıkı sıkıya bağlı, alternatif olmaya çalışan, sanatsal düzeyin yüksek olduğu bir müzik akımıdır Yeni Şarkı. Bu akım 60 lı yıllarda Latin Amerika nın politik sıçramasının simgesi olmuştur. Dönemin yazarları bu akımın müziğinde gitarın silah, şarkıların mermi olduğunu söyler. Jara, Devrimci şarkıcı olmanın yalnızca politik şarkılar söylemek olduğunu anlamına geldiğine inanmıyorum. Devrimcilik, halkımızın değerlerini emperyalizmden kurtarmaktır Violetta Parra dan teslim aldım bu duyguyu. Yapmakta olduğumuz şeylerin kutsal değeri olduğuna, kitleleri sürüklediğine inanıyorum. Devrimci şarkı, devrimci güçtür. Bütün üçüncü dünya ülkelerinde sözü geçen güçlü bir silah diyerek özetler yeni şarkının işlevini. Ülkesi Arjantin de şarkıları yasaklanarak tutuklanan, sürgüne gönderilen Mercedes Sosa, Şili halkının özgürlük mücadelesinde bir simge olmuş El Pueblo ve Venceremos gibi şarkılara imza atan Quilapayun grubunun da kurucusu Sergio Ortega ve İnti ilimani bu akımın önde gelen temsilcileridir. Kısa zamanda bu akımın akla ilk gelen isimlerinden biri olan olan Victor Jara, fabrikalarda, grevlerde, sokaklarda, okullarda mücadelenin yanında saf tutar. 70 seçimlerinde Unidad Popular ı destekler. 60 lı yıllar Şili de devrimci halk hareketinin kitleselleşmeye başladığı yıllardır. 69 da tüm ülke solunun seçim koalisyonu olan Unidad Popular (Halkın Birliği) kurulur. 70 seçimlerine Salvador Allende önderliğinde giren bu birlik seçimi kazanır. Allende UP nin sosyalist nitelikler taşıyan programını uygulamaya başlar ve toprak reformu, bankaların devletleştirilmesi eğitime yatırım, üniversitelerin özelleştirilmesi gibi uygulamalara imza atılır. Bu birliğin önemli hedeflerinden bir tanesi ülkenin, başta ABD olmak ü- zere emperyalistler tarafından yağmalanmasına son vermektir. Önemli bir kısmı ABD li şirketlerin elinde bulunan Şili bakır sanayisinin de devleştirilme çalışmaları; kısacası Şili de ardı ardına gelen sosyalist uygulamalar ABD ve onun yerli işbirlikçileri olan Şili egemenlerinin ortaklaşa bir darbe hazırlığı sürecini de hızlandırır. Şili li sosyalistler iyi niyetlerle yola çıkmıştır ancak bu ülkede yaşananlar seçim yoluyla sosyalizme geçişin mümkün olmayacağının somut bir örneği olmuştur. Öyle ki devlet mekanizmasına hiç dokunulmamış, ordu ve polis teşkilatı olduğu gibi korunmuştur. 11 Eylül 1973 ABD nin planı emri ve güdü

13 mü ile General Augosto Pinochet önderliğinde Şili faşist darbesi gerçekleşir. Otuz bini aşkın insanın katledildiği onbinlercesinin işkencelerden geçirildiği ve kurşuna dizildiği Şili yi Pablo Neruda o günlerde Şili sessiz bir Vietnam dır diyerek tanımlar. Çünkü olanlar bütün dünyadan gizlenmeye çalışılmıştır. Şili de bulunan Pravda muhabiri Viladimir Çernisev in vesilesi ile bu durum tüm dünyaya duyurulmuştur. Salvador Allende, Moneda Sarayı nda son ana kadar çatışırken son sözleri Ben Şili ye ve onun geleceğine inanıyorum Yaşasın Şili, Yaşasın Halk! olmuştur. Sanatındaki felsefeyi Bildirge adlı şiirinde; Gitarım ne zenginlerin gitarıdır, Ne de başka bir şeyin. Şarkım bir yapı iskelesidir Eriştirir bizi yıldızlara. Katıksız gerçekleri şarkısında söylerken bir insan Ölmek pahasına Anlamını bulur o şarkı Damarlarında atarken Şarkım ne gelip geçici övgüler düzer ne de başkalarına ün katar Yoksul ülkemin kök salmıştır toprağına Orda, her şeyin bittiği ve başladığı yerde, Söylerim o her zaman yiğit ve derin sonsuza dek yeni olacak şarkıyı, dizeleri ile özetleyen Jara da gözaltına alınarak Şili Stadyumu na getirilenler arasındadır. Sanatın, Picasso nun deyimi ile savunucu ve saldırıcı bir savaş aracı olduğunu çok iyi bilen Jara öldürüleceğini bile bile gitarı ile o- radaki binlerin sesi olmuştur. Şili Stadyumu nda yaşananlara tanıklık eden Pravda muhabiri Jara, dudaklarında şarkıyla öldü. O- nu yanından hiç ayırmadığı refakatçisi; gitarı ile birlikte stadyuma getirdiler. Ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen ona eşlik etmeye başladılar. Sonra bir subayın emri ile Victor un ellerini kırdılar, artık gitar çalamıyordu. Ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar. Diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar. Eylül 1973 te Şili Stadyumu nda bestelediği şarkısından aktarıyoruz: Biz beşbin kişiyiz burada On bin el tohum eken ve fabrikaları çalıştıran On bin el buradayız üretmekten yoksun bırakılmış Nasıl dehşet saçıyor faşizmin yüzü! Kusursuz bir kesinlikle yürütüyorlar planlarını. Hiçbir şey umurlarında değil Onlar için kan madalyadır Kıyım kahramanlık gösterisi Ne zor şarkı söylemek şarkı dehşetin şarkısı o- lunca Dehşetti yaşadığım Ölümüm dehşetti Gördüğüm kendimdi oncasının arasında Ve oncasının sonsuzluk anı içinde Sessizliğin ve çığlıkların ezgileridir Şarkımın noktalandığı Hiç görmemiştim böylesini Hissetmiş ve hissetmekte olduğum Yeni bir tohumun doğumu olacak Ancak müzik sadece bir şölen değildir; o bizim işimize eşlik etmelidir sürekli aksetmeli ve bizi bir tazelik yaşam sevinci sınanmaya hazır o- luş zafere güven atmosferi ile sarmalıdır. Ateş gibi; bir meşale gibi yanmalı kahramanca günlük yaşantımızı beslemelidir (Anatol Lunaçarski, Devrim ve sanat, Sayfa 92) Suç Ordusu - Film Eleştirisi Yirmi üç kişiydiler tüfekler çiçeklendiğinde vakitsiz giden yirmi üç yürek... İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Avrupa da faşist işgal altındaki ülkelerde, o ülkelerin komünistleri eşi görülmemiş bir direniş örgütleyerek kendi ulusal tarihlerinde ve dünya devrimci hareketinin tarihinde bir özgürlük destanı olarak girmişlerdir. Direnişin en örgütlü ve en yoğun olduğu ülkelerden biri de Fransa dır. Fransa Komünist Partisi şehirlerde, ülkenin dağlık ve ormanlık kesimlerinde güçlü bir partizan savaşı örgütlemiş; grevlerle, kitle hareketleriyle Fransa yı işgalcilere dar etmişlerdir. Fransalı sosyalist yönetmen Robert Guédiguian da bu direnişte yaşanan gerçek bir öyküyü alıp sinemaya aktarmıştır. Suç Ordusu filminin çekilme hikâyesi kısaca böyledir. Film genel olarak Ermeni şair, göçmen işçi ve FKP ü- yesi Misak Manuşyan üzerinden ilerliyor. Misak 1 Eylül 1906 da Adıyaman da doğmuş ailesini 1915 soykırımında kaybetmiştir. Suriye de bir yetimhaneye verilmiş, ardından Fransa ya gitmek üzere buradan ayrılmıştır. Önce Göçmen İşçiler (Main-d œuvre immigrée, MOI) isimli silahlı direniş örgütünün Ermeni kolunun başına geçmiş ve ardından MOI örgütünün önemli bir üyesi olmuştur. Ağustos tan Kasım a kadar Manuşyan ın emrindeki gruplar Alman işgalcilere karşı imalathaneler ve ulaşım hatları da dâhil olmak üzere yaklaşık otuza yakın saldırı düzenlemiştir. 28 Eylül 1943 de SS generali Julius Ritter in Manuşyan grubunca öldürülmesi büyük yankı u- yandırmıştır. Kasım ayının ortasına doğru Vichy Fransası tarafından 68 tutuklama yapılmıştır. Bu tutuklamalarda Manuşyan da yakalandı ve 23 yoldaşıyla beraber kurşuna dizilmiştir. Film hiçbiri Fransız olmayan, farklı milliyetlerden öğrenci, işçi, memur, sanatçı ve sporcuların işgalciler ve işbirlikçiler tarafından nasıl baskıya uğradıklarını, baskının nasıl günden güne arttığını anlatarak başlıyor. Yönetmen insanların işgale olan tepkisinin FKP tarafından nasıl ulusal direnişe kanalize edildiğini iyi işliyor. Örneğin; tepkisini bireysel intikamcılık biçiminde gösteren bir partizan hikâye süresince daha tedbirli ve soğukkanlı hareket etmeye başlıyor, aynı şekilde filmin başlangıcında silah kullanmayı reddeden, pasifist görüşlere sahip Manuşyan meşru savunmanın önemini kavrıyor ve hikâye ilerlerken gözü pek bir partizan olup çıkıyor. Özgür Kınalı Film kendini gerçekçi temellere oturtuyor. Romantik yönleri olsa da gerçekçi bir yapıt olduğunu söyleyebiliriz. İşbirlikçilik, ihbar ve ihanet gerçeği göz ardı edilmemiş, partizanların da olumsuz yönleri es geçilmemiş. Filmin asıl vurgulamak istediği mesaj olan farklı milliyetlerden gelen göçmen devrimcilerin yeni ülkelerini zulmün en yoğun olduğu dönemde bile ne pahasına olursa olsun savundukları filmin içinde sırıtmadan, sloganlaştırılmadan başarılı bir şekilde verilmiş. Ayrıca sadece Avrupa da yaşanan bir zulmü anlatmıyor film. Bu topraklarda yaşanan başka bir acıya da değiniyor. Manuşyan ın babası 1915 te askerlerce öldürülmüş, annesi ve erkek kardeşi de bu facianın ardından fazla yaşayamamışlar. Bütün Ermeniler gibi, bir yetimim diyor Manuşyan filmin bir yerinde. Kendi vatanından koparılıp çocuk yaşta göçmen ediliyor. Suç Ordusu; Yahudi, İtalyan, İspanyol, Ermeni, Fransız gibi değişik milliyetlerden 23 partizanın nasıl Fransa da faşizme karşı özgürlük için savaştıklarını gözümüzde canlandırabilmek için izlenmeye değer bir film

14 Devrimci Gençlik in Mine Bademci Kültür Merkezi İle Röportajı Atölye çalışmalarımız ise gönüllülük üzerinden, belirlenen başlıklara ilgi duyan insanların ortak geliştirdikleri çalışmalar. Atölyelerimiz ihtiyaç hissedilerek belirleniyor ve öyle şekilleniyorlar. M.B.K.M. nin temel değerleriyle bir araya gelen ve örnekse- sinema üzerine konuşmak, tartışmak, değerlendirme yapmak isteyen dostlarımız sinema atölyesini oluşturuyor. DEVRİMCİ GENÇLİK: Kültür merkezi ne zaman faaliyete geçti? M.B.K.M.: 22 Eylül 2007 de faaliyete başladı. A- çıldığından bugüne birkaç yer değişikliği yapan kültür merkezimiz Konak 863. Sokak No: 4 te faaliyetlerine devam ediyor. DEVRİMCİ GENÇLİK: M.B.K.M. nin kuruluş amacından kısaca bahseder misiniz? M.B.K.M.: Kapitalist sistemin kültürsüzlüğüne karşı insanlığın kültürünü, kolektif bir emek etrafında şekillendirmek ve bu kültürü daha ileriye taşıma amacıyla kuruldu. Bununla birlikte insan emeğinin ortaklaştığı, eşit, adil bir dünya kurma mücadelesinde bir araç olarak düşünüldü. Ayrıca 22 Eylül 1980 tarihinde katledilen yoldaşımız Mine Bademci nin adını ve mücadelesini daimi kılmak, Mine nin yolunda yeni Mine ler olmanın ve insan kalmanın adıdır M.B.K.M. DEVRİMCİ GENÇLİK: Mine Bademci yi tanımayanlar veya unutanlar için kısaca anlatır mısınız? M.B.K.M.: Mine Türkiye halklarının kurtuluş mücadelesinde, Devrimci Yol dan yürüyen ve u yolda ölümsüzleşen bir devrimci. Devrimci düşüncelerle lise yıllarında tanışıyor ve ilerleyen süreçlerde mücadeleye katılıyor. Buca Eğitim Fakültesi nde öğrenimini sürdürürken Devrimci Gençlik mücadelesi içerisinde üzerine düşen görev ve sorumlulukları kaçınmadan yerine getiren, yoldaşlarının ve çevresinin övgüyle bahsettiği, örnek bir devrimci olarak öne çıkıyor. İçselleştirdiği değerleri sayesinde ağabeyi Salih Bademci nin İstanbul da devlet tarafından katledilişi, Mine için bir trajedi veya kavgadan u- zaklaşma sebebi olmamış, aksine, kavgaya ve yoldaşlarına daha da sarılma ve mücadele bayrağını daha da yükseltme azmini arttırmıştır. Kısa bir zaman sonra gerçekleştirilen 12 Eylül faşist darbesinden sonra a- lınan merkezi karar gereği cuntaya karşı mücadele biçimlerinde değişikliğe gidildi. Bu çerçevede kırsal bölgelere çekilen devrimci güçler a- rasında Mine de yer alıyor. İzmir in Urla Beldesi nde kırsal çalışmalara devam edilirken Mine ve yoldaşları askeri faşist güçler tarafından bir bağ evinde kuşatılıyor. Kuşatılan kişilik grup içerisinde tek kadın Mine. Birlikte durumu değerlendirdikten sonra kuşatmayı yarıp çıkmaya karar veriliyor ve evden ilk Mine fırlıyor; yoldaşlarına ve Türkiye halklarına gencecik bedenini siper ediyor. Mine nin vücudundan 32 kurşun çıkarılıyor. DEVRİMCİ GENÇLİK: Mine yi ve yolunu unutanlar için iyi bir hatırlatma olduğu kanısındayız. Şimdi de kültür merkezi faaliyetlerinden bizlere bahseder misiniz? M.B.K.M.: Kültür merkezimiz faaliyetlerine gitar, keman, bağlama gibi müzik aletlerinin teknik ve pratik eğitim kurs çalışmalarıyla, ayrıca sinema, felsefe, edebiyat gibi burjuvazinin yozlaştırdığı, içini boşalttığı konu başlıklarını alternatif bakış açısıyla ve halkın gündemiyle bağdaştırarak somut olarak tartıştığımız atölye çalışmalarıyla devam etmekte. DEVRİMCİ GENÇLİK: Kurs ve atölye çalışmalarının işleyişini biraz açar mısınız? M.B.K.M.: Kurs çalışmalarımız alanında yetkin kursiyerlerimiz tarafından 6-10 kişilik sınıflarda veriliyor. Müzik aletlerinin bütün incelikleriyle öğretilmesi ve sanatsal bir hobi olarak dahi kalsa dünyayı gösterilenden farklı ve estetik olarak yorumlanması bu kursların temel amacı. Atölye çalışmalarımız ise gönüllülük üzerinden, belirlenen başlıklara ilgi duyan insanların ortak geliştirdikleri çalışmalar. Atölyelerimiz ihtiyaç hissedilerek belirleniyor ve öyle şekilleniyorlar. M.B.K.M. nin temel değerleriyle bir araya gelen ve örnekse- sinema üzerine konuşmak, tartışmak, değerlendirme yapmak isteyen dostlarımız sinema atölyesini oluşturuyor. Diğer atölye başlıkları da benzer şekilde oluşturuluyor. Atölyelerin işleyişine o atölyeye emek harcayan insanlarca hep birlikte karar veriliyor. Atölyeler ihtiyaç olarak gördükleri konulara ilişkin çeşitli etkinlikler düzenliyorlar (panel, söyleşi, film gösterimi gibi). Bu bağlamda görev paylaşımı vs.lerde yine atölyeler bünyesinde dağılıyor. Son tahlilde bu çalışmalar M.B.K.M. yi değerlerde ortaklaşan insanların yaşamı birlikte ördüğü dünyanın, küçük bir nüvesi haline getiriyor. DEVRİMCİ GENÇLİK: Günümüz şartlarında devrimci kurumların\ yapıların çok zor koşullarda varlık gösterdikleri hepimizin malumu. M.B.K.M. de konjoktürel dezavantajlardan etkileniyor mu? M.B.K.M.: Gerçekten son derece yakıcı bir soruna vurgu yaptınız. Bugün devrimci kurumlar birçok açıdan ciddi sorunlarla karşı karşıyalar. Bunların en önde geleni ise halk kesimleriyle kucaklaşma seviyesindeki düşüklük ve kitleselleşme problemi. Bu sorunu ortaya çıkaran sebepler tabii ki başka tartışmanın konusu olabileceğinden çok yüzeysel değiniyoruz. Başka bir problem ise ekonomik alanda yaşanılan sıkıntılar. Çok daha verimli projeler üretebilecekken, çok daha aktif bir çalışma yürütülebilecekken ekonomik şartlar bu noktada engelleyici\geciktirici işlev görebiliyor. M.B.K.M. de tabii ki tüm devrimci kurumlar gibi sözünü ettiğimiz olumsuzluklardan etkileniyor. Fakat biz Minelerin, Hıdırların, Önderlerin yoldaşlarıyız, bugünlere yokluklardan varlık damıtarak geldik. Ve yokluklar bizler için bir yakınma sebebi değildir. Aksine kamçılayıcı ve çözüm üretmeye yönlendirecek işlevselliktedirler. Bu süreçten tüm yoldaşlarımızın ve dostlarımızın çabası ile çok daha güçlü çıkacağız

15 Satılmış ın Üniversite Tedirginliği - Öykü Gün geceden ayrılalı birkaç saat olmuş, güneş yavaş yavaş kendini göstermekteydi. Işıklar şehri aydınlatmaya tepedeki gecekondu mahallesinden başlıyorlar. Tepedeki ilk gecekondu yapılmadan önce de ki bu bir yirmi beş sene önceye tekabül eder- mahalle olarak anılmaya başlandığında da günün ışıkları önce o tepeden yayılır şehre. Enfiye Hanım ın evi bu şehirde güne merhaba diyen dördüncü evdir. İki odası, bir salonu, bir sobası, iki kanepesi, bir televizyonu ve bir de şofbeni olan güzel, havadar bir evdir Enfiye Hanım ın evi. İki odasından biri kendisinin. Rahmetli kocasının eşyalarını koyduğu küçük bir odası daha var evin. Kocasının hatıralarıyla yaşamak ağır gelmiş Enfiye Hanım a fakat eşyalarını atmaya ya da başkalarına vermeye de kıyamamış. Evlendiğinde gelmiş Enfiye Hanım şehre, on yedisinde imiş o zamanlar. Gelir gelmez kocasının akrabalarıyla bir olmuşlar şehrin tepesine başlamışlar evleri yapmaya, daha sonra köylüleriydi, hemşerileriydi derken kim şehre gelse bulunmuş ona da başını sokacağı bir dam bu tepede. Evlilikleri mutlu imiş aslında. Yirmisinde mecburen konfeksiyona girmesine ve hiç çocukları olmamasına rağmen ve her ay fazla mesai yapıp eğer çok dara düşerseler de temizliğe gitmesine de rağmen mutlularmış. Bir fiil yirmi sene çalışmış konfeksiyon işlerinde Enfiye Hanım ama iki yıl önce kriz demişler çıkarmışlar işten, lanet etmiş kaderine işsiz güçsüz oturmuş iki ay evinde. Kocasının eşyalarını da o iki ay i- çinde kaldırmış ortalıktan. Sonra kader yüzüne gülmüş, akrabasının temizlikçilik yaptığı alışveriş merkezinde ona da çıkmış temizlikçilik işi. Hemen kabul etmiş tabii ne yapsın, hem aşağıdaki otobüs yolundan servisi, ayrıca öğle yemeği varmış, e birde akraba yanında çalışacakmış daha iyisi ne olsun demiş. İki yıldır orada çalışıyor Enfiye Hanım, her sabah gidiyor, akşam ü- zeride geliyor evine. Yemeğini yaparsa yer, yapmazsa ki yorgunluktan yapmaz- alır elmasını geçer televizyonun başına dizilerini izler. Ev iyice aydınlanmıştır artık; arkadaki küçük o- Hüseyin Selvi da hariç. Oda da bir misafiri var Enfiye Hanım ın. Kız kardeşinin oğlu bu misafir. Yere serili döşekte uyuyor henüz. Adı Satılmış. Dedesi için çocuk, babası için genç, çocuklar için ise ağabey denilebilecek bir yaşta. Üniversiteyi bu sene kazanmış. Liseyi geçen sene bitirmiş aslında, ama ilk girdiği sınavda başarısız sayılmış. Zaten babasının onda takıldığı tek konu da bu olmuş. Ulen dersaneye o kader pere virdik gene neye gazanamadı ellaağam bu çucuk Satılmış ın sınav sonuçları açıklandığı gün babasından duyduğu ilk cümle olmuş bu. Sonra ki sene söz vermiş kendisine, hırs yapmış dershaneye gitmeden kazanacağım diye ve sınavı kazanmış, birkaç gündür de kayıt için teyzesinin yanında kalıyor. Aslında hukuk fakültesini istiyormuş, orta okulda öğretmenleri de ağzı iyi laf yapıyor deyip teşvik etmişler ama işletmeyi kazanabilmiş. Olsun len daha eyi gapesede ataması varimiş oğlum ikinci sene sınav sonuçları açıklandığında babasının ilk cümleleri bunlar olmuş bu sefer. Babası da sevinmiş hani teyzesinin yanında kazandığı için okulu, hem kolay mı bu devirde çocuk okutmak, yurt parası olsa idi bir de; ohooo bir sürü masraf. Uyumaya devam ediyor Satılmış. Açık pencereden rüzgar hafif hafif perdeleri dalgalandırıyor. Tavanda yalpalayarak uçan karasineğin vızıltısından başka sessizliği bozan hiçbir şey yok odada. Mahalleye on beş kilometre uzaktaki boş araziye atılan çöplerin kokusu duyuluyor bir de; ama biri kulak ile duyuluyor biri burun ile. İkisi de çok net duyuluyor hem de! Dı dı dı dı dıt dı dı dı dıt Sessizliği bozuyor telefonun alarmı. Sabah erkene kurmuştu Satılmış, bankaya gidecekti çünkü; harç yatıracak. Açtı gözlerini, oda aydınlık artık, güneş dolmuş içeri. Taptaze bir gün.. Ağır ağır doğruluyor, gecekondu mahallesinin taptaze kokusu çarpıyor yüzüne. Pööğhff, ne la bu koku. Alışamadı daha mahalleye Satılmış. Kalkıp telefonun alarmını kapattı önce, yatağını topladı sonra, elini yüzünü yıkadı daha sonra, ayak üstü bir şeyler atıştırdı daha da sonra, temiz kıyafetlerini giyinip evden çıktı en sonunda. Kapının önünde eski bir dolap kapağı boylu boyunca uzanıyor. Ayakları çamur olmasın diye koymuş oraya onu teyzesi Enfiye Hanım kendi ayakları çamur olmasın diye koydu o tahtayı aslında, iş yerine çamurlu ayaklarla gitmek olmaz temizlikçi ne de olsa-. Bu sosyal hizmetten yararlandıktan sonra yokuşu inmeye başladı Satılmış. Erkenden kalktı, şubede sıra beklemeyecek, öyle yaptı planını. O yüzden sallana sallana iniyor yokuşu. Duş almadı Satılmış bu sabah, akşam yıkanıp yatmıştı ya o yüzden. Büyük bir şehirde üniversite kazanmıştı ama sabah duş alıp, saçlarını tarayıp, süslenerek evden çıkacak kadar şehir yaşamına alışamıyor insan bir iki günde. Satılmış durakta beklemeye başlayalı oldu bi on dakika kadar. Bu on dakika içinde gelen ilk otobüs görüldü ufukta. Ü- zerinde Satılmış ın gideceği yerin adı yazıyor ama numarası başka. Hayda, bineyim mi binmeyeyim mi şimdi buna ya diye geçiyor içinden. yaklaşıyor otobüs, Satılmış ın içinde tuhaf bir telaş var. Geldi durdu otobüs önünde, açtı kapılarını Ulan herkes biniyor napsam, Yok yok öbürüne bineyim kaybolurum falan, geç kalmayalım aman diyeyim, Birde gitmişler tek güne koymuşlar kaydı ya, hey allahım, Aman ben erken gideceğim zaten kimse yoktur, Ayrıca herkes yatırmıştır parasını çok önceden, herkes benim gibi mi la Bende erkenden yatırsam parayı iyiydi de işte geç gönderdi babam ne yapayım Satılmış ın kendi ile sohbeti bittiğinde otobüs yolcusunu doldurmuş, kapılarını kapatmış, dıımm tasss diyerek, hınhıın hın hıııınnnn layarak kalkışını yapıyor ve koyuluyor yoluna. Satılmış kaldı durakta tek başına şimdi. Gelir birazdan temennisinde. Paralarını tekrar yokluyor cebinden bu arada. Poşetteki diploma yerinde mi; yerinde. Nüfus cüzdanı fotokopileri de tamam, ee bir tek dileği var otobüs gelsin yeter, sonra bir de bankaya para yatırmak kaldı. Hazırlıklar tamam, şimdi başka konular var kafasını meşgul eden; ellerini cebine mi soksun yoksa kollarında mı bağlasın? Off daraldı, ikisi de olmaz çünkü bir eliyle poşeti tutması lazım Neyse ellerini arkasında kavuşturdu, beden eğitimi dersinden öğrendiği rahat hareketi idi bu. Otobüs nerde kaldı? diye geçirirken içinden ufukta gözüktü otobüs, numarası da gideceği yerde tutuyordu. Çözdü ellerini, cebinden otobüse binmek için kullandığı kartı çıkardı, elinde hazır etti, bu kartta yabancı bir şeydi onun için, şehirli olamadı henüz tabii ikinci sınıfa geçtiğinde alışırdı belki, hem duşta alırdı sabahları. Otobüste cam kenarı bir koltukta oturan yüz kişiden altmış üç kişi gibi Satılmış ta kafasını cama dayamış, üniversitede yapabileceklerini hayal ederek gidiyor yoluna. Otobüsün yarısı uyukluyor. Uyuklayanların çoğu takım elbiseli ağabeyler, ablalar. Bu kadar şık ve bu saatte uyuklayarak yollara düşmüşlerse bunlar kesin memurdur diye düşünüyor Satılmış. Acaba kaçı işletme bitirmiştir? sorusu birden geliveriyor Satılmış ın aklına daha üniversitenin kapısından girmedi ama mezun o- lunca ne yaparım diye geliverdi işte. Belki okurken de çalışacaktı, durumlar kötü belli para son günde zar zor geldiğine göre. Nerden, birden çıktı geldi bu kadar para yav? yol bitmedikçe habire sorular geliyor Satılmış ın aklına, en son da bu geldi işte. Paranın kaynağı neresi acaba diye ağzını yoklamıştı aslında annesinin. Ama klasik anne tavrıyla Karıştırma orasını oğul, sen oku kurtar kendini yanıtını almıştı. İşin aslı ise kredi hikmetindeydi. Babasının sicili temizdi. O yüzden zor olmadı ihtiyaç kredisi alması; tabii cüzi bir miktardı ama kendisi harcamayacaktı nasılsa oğlanın ihtiyaçları için di. Sicili temizdi çünkü kredi kartlarının borçları hiç gecikmemişti. Çok zorlanırsa ayın yedisinde ödemesi olan karttan para çekip ayın birindeki borcu kapatıyordu. Ayın birindekinin borcunu da öbür ayın yirmi dördünde ödemesi olan karttan çekip, işte faizi ile falan ödüyordu bir şekilde. Ama ihtiyaç kredisinin borcu nasıl olacaktı? derdi viren Allah dermanı da virir. Hem oğlan ogusunda gurtulsun. Satılmış!ın babasının ödeme planı bu idi işte. İndi Satılmış otobüsten, son durak olduğu i- çin kolay bulmuştu ineceği durağı. Önce bakındı sağa sola, parayı yatıracağı bankayı arıyor

16 du. Çevresinde banka çoktu ama ona lazım olan banka etrafta yoktu. Girdi bir büfeye, sordu Satılmış; diğer bankaların yanında imiş meğerse, durduğu yerden gözükmüyordu banka. Yürüdü Satılmış, bankaya. Şaşırdı, yahu tıklım tıklımdı bankanın önü, dört atm vardı ve dördünün de önünde upuzun kuyruklar Ama şubenin içerisi de doluydu, nerden yatırılacaktı bu harç? Bir içeriyi deniyelim deyip girdi içeri Satılmış. Sırada bekleyenler hep o otobüste gördüğü şık ağabeyler, ablalardan. Bir tanesine sokuldu Ağbi üniversite harçlarını buradan verebiliyor muyuz? dedi. Onu bankamatikten yapıyorsun herhalde. Cevabı geldi Satılmış a. Şubenin içinden kredi kartı vs. borcu yatırılıyormuş. Birkaç cümlelik sohbetleri daha oldu memur abisi ile Satılmış ın. Memur olduğunu ve iktisad okuduğunu bu birkaç cümleden öğrendi. Teşekkür etti abisine geçti atm deki sıranın en sonuna. Baktığı yerden atm ye para yatıran baba ve kızı parmağının boyu kadar gözüküyordu. Sıra ilerledi. Satılmış ın önünde üç kişi vardı. Önündeki amca ile kurmuş muhabbeti, ne bölüm kazandın?, nerelisin?, falan. Amca nın küçük kızı kazanmış üniversiteyi. Kızı bir taneymiş amcanın harç sırasında kendisi bekliyor. Bir kişi daha çıkıyor sıradan, kaldı mı Satılmış a iki amcayla bir kişi. Satılmış soruyor, dayanamıyor çünkü Sizin harç ne kadar amca?. Adam patlatıyor bombayı. Ben harcı yatırdım, okul kartı parası varmış onu da yatırmak lazım imiş, ona tekrar geldim buraya. Hadiii.. diyor içinden Satılmış. O ne biçim iş amca ya zorunlu mu?. Vallahi zorunlu imiş, şimdi bi elli lira da ona mı verecek Satılmış güzelce. Allahtan Satılmış babasının lazım olur diye verdiği parayı almış üstüne ve lazım olur diye harcamamış. Yoksa yatıramayacaktı çocuk bu son dakika parasını. Ama hiçbir yerde yazmıyor böyle bişey. Of onunla mı uğraşacak Satılmış yatırsın gitsin işte. Yatırdı harcını Satılmış, bekliyor bir kayıt masasında. Sistem kapalı imiş, birazdan açılır diyor görevli ve beklemeye devam ediyor Satılmış. Hah açıldı sistem. Masadaki görevli diplomayı istoyor, nüfus cüzdanı fotokopisi, o da tamam resimdeki sen misin: sensin, iyi, imzala şuraları çık yukarıya kartını verecekler. Vay be bu kadar hızlı ha ee tabi verdik parayı gerisi tatava imiş meğer diyor Satılmış merdivenleri çıkarken. Diğer öğrenciler de hak veriyor Satılmış a içindeki sesi duymasalarda. Çıkıyor üst kata Satılmış. İsim sırasına göre dağıtıyorlar kartları. S harfinde fazla sıra yok, İyi ya diyor alır çıkarım hemen. Çağırıyor görevli sıradakini, sırada bir Satılmış var zaten ; ilerliyor. Bir düzine kağıt geliyor önüne Şu şu şu boşlukları imzala. Satılmış imzalama ayinini hızlıca geçiyor, kolay bir imzası var çünkü. Sonra görevli kombine bir şekilde başlıyor sorulara: Babanızın mesleği ve öğrenim durumu? Satılmış cevap verdi İşçi, ilkokul, sordu görevli Sağlık güvencesi Satılmış hızlıca Yeşilkart, sordu görevli Annenizin kızlık soyadının baş harfi? Satılmış acaba ne idi yahu.dur dayımın soyadını hatırlayayım bari diye düşünmedi bile, annesi ile babası akraba, baba tarafından hem de soyadları dolayısıyla aynı. Ç dedi Satılmış. Sonra görevli kağıtları aldı arkadan bir şeylerle uğraştı ve sonunda iki zarf ile çıkageldi. Satılmış a uzattı zarfları, aldı. Kağıtlara yapışık kartlar vardı zarfların içerisinde. Bunlar ne? diye sordu Satılmış. Görevli biri banka, diğeri kredi kartı dedi. Şaşırdı Satılmış, çoktan basmışlar adamlar baksana diye düşündü. Kredi kartı bile verdiler diye düşündü sonra, üniversiteye geldiğine göre hayatını kurtarmaya ilk adımını attı demek ki diyor içinden: Kredi kartı bu boru değil. Banka kartını zarftan koparmak istedi merdivenleri inerken. Cüzdanındaki kart bölmeleri henüz boştu, hemen koymak istiyordu. Çekti kartını çıkmadı, çekti çıkmadı, hızlıca çekti: tak!. Kırıldı kredi kartı hemen, yarısı kağıdın üzerinde kaldı. Çıktı üniversite binasından Satılmış, tam çıkarken elinde kalan yarım karta bakıyor DEVAM EDECEK Emperyalist Kültür Politikasında Postmodernizm Postmodernizm, sanatın ötesinde felsefeyi pratikte yeri ve yolu olmayan karmaşık bir fikir jimnastiğine dönüştürerek, yeni bilinmezlere kapı aralama yeni sorular sorma yaklaşımını ortadan kaldırarak, her türlü ilerlemenin karşısında olduğunu da gösterir. Kaotik bir tablo yaratıp, gerilime sürükler, kendini yiyip bitiren toplumsal dokular yaratır. Böylesi bir toplum ve birey yaşantısından da kârlı çıkan sömürü düzeninin kendisi olur. Bir önceki sayıda genel olarak kültür ve emperyalizmin kültür politikasına değinmiş, emperyalizmin kültür politikasının salt bir ülke sınırları içinde değil ülkeler arası boyutta hatta yeryüzü ölçeğinde tekellerin, bütün toplumları ve bireyleri tüketimle boğma ve sömürü düzenini sürdürmeye dayalı ideolojik anlayışını her türlü yöntem ve aracı kullanarak kitlelere aşılama süreci olduğuna vurgu yapmıştık. Emperyalist kültürün gündelik hayat içinde eğitimden haberleşmeye, giyim-kuşamdan eğlenceye, beslenme tarzından dini inanışlara kadar akla gelebilecek her türlü yaşam etkinliklerine nasıl nüfuz ettiğini araçları ve sonuçlarıyla birlikte görebilmek bugün düne göre daha çok mümkündür. Yazılı, basılı görsel ve işitsel medya, bu konuda emperyalistlerin elinde ileri derecede gelişmiş bir güç olarak işlenmektedir. Uyutma, uyuşturma ve devamında sömürmeye dönük olan emperyalist kültür politikasının içeriğini, kalıcı hale getirmeye çalıştığı yaşam biçimini kabaca birkaç sözcük ile ifade etmek, sermayenin ideolojik, kültürel saldırılarının anlaşılabilmesine yetmeyecektir elbette. Günübirlik bunalımlarını, pazar sorunlarını çözmek için her türlü şiddet ve işkenceye, kanlı eyleme başvuran emperyalist sistem, diğer yandan toplumun bütün kesimlerinin her türlü düşünme tarzını, kültürel açıdan dinamik öğelerini, örgütlenme ve eylem kabiliyetini sinsice kemirip alt ederek istediği noktaya varmaktadır. Bu nokta parayı ve kariyeri hedefleyen, her türlü tüketim biçimine erişmek için her yolu mubah sayan, sorgulamayan dolayısıyla harekete geçmeyen, sömürü düzenine boyun eğmeye yatkın bir toplumsal statü oluşturmaktır. Vildan Deniz Genellikle emperyalizmin kültür politikası dediğimiz bu ideolojik saldırılar, topluma a- şılanmaya çalışılan anlayış ve yaşam tarzı postmodernizm denilen felsefi görüşten beslenir. Bir başka deyişle emperyalizmin toplumu uyuşturma, toplum bireylerini her türlü toplumsal sorumluluklardan soyutlayarak tüketen bir nesne haline getirmesinin çağımızdaki ideolojik gıdası postmodernizmdedir. Postmodernizm pratikte (postmodern= modernite sonrası) boş vermişlik te, bana necilik te, yaptıkta ne oldu, yaptılar da ne oldu da, işte her şey ortada şeklindeki hiçlik ve sorumsuzluk duygusunun egemen olduğu bir günlük birey alışkanlıklarında kendini dışa vurur. Postmodern düşüncenin belirgin kaynak noktası, Nietzsche olarak görülür ve ünlü estetik bilimci George Lukacs, Nietzche ve onun felsefesini Nietzsche pratikte hem efendilere hem de kölelere hizmet edecek ancak yalnızca efendilere yararlı olacak düşünceler ileri sürmektedir şeklinde ifade etmiştir. Tekellerin, felsefi temelini postmodernizmde bulan ideolojik saldırı ve biçimlendirme faaliyetleri, Sovyetler Birliği nin dağılması sonrası tekellerin küresel düzeyde kolay yayıldığı dönem olan son yirmi yıllık süreçte, kendini açık olarak göstermiştir. Çünkü Sovyetlerin çöküşü uluslararası tekeller için ezilenlere karşı yeni propaganda malzemesi sağlamış, yeni demagojik tutumlar takınmasını beraberinde getirmiştir. Tarihi ilerlemenin toplumsal açıdan son durak noktasının kapitalizm olduğu ve kapitalizmin sorunlarının çözümünün yine kapitalizmde olduğu türündeki gerçek dışı safsata bunların başında gelir. Tüm bu politikalar toplumsal 32 33

17 etmenleri sorgulama adına kaos, umutsuzluk, inkarcılık aşılayan postmodern bakış açısına dayanmaktadır. Postmodern anlayış, çelişkilerin ya da olumsuzlukların varlığını yadsımamakla birlikte; onların, aşılması ve çözümlenmesi gereken toplumsal çelişkiler olduğunu belirtmez. Nedenlere inmez çünkü nedenler mevcut varlığın çözülmesine, dağılmasına ışık tutacaktır. Kapitalizmi mülkiyete dayalı sömürü sistemi yapan nedenleri sorgulamak konusunda da postmodernizmdeki aynı mantık geçerlidir. Postmodernizm akılcılıktan sapma, boşverme, iyi ve kötüyü aynı kefeye koyma, yanlış diyebilme ama yanlışı yadsımama, doğruyu göstermeme ama doğru olandan şüphe duyma ya da doğrulara netlik açısından şüpheyle yaklaşmadır. Postmodernizmin toplum bireyleri tarafından içselleşmesini sağlayan araç ve yöntemler elbette ki çok çeşitlidir. Geniş kitle iletişim araçları dediğimiz radyo, televizyon, günlük gazeteler, dergiler, okul kitapları vs.vs. dâhil olmak üzere, çocuklar için yazılmış öyküler, edebiyat yapıtları (şiir, roman, deneme), uzun erimli süreçte insanların toplumsal sorunlara bakışını etkilemekte ya da başka bir deyişle toplumun sorunsuz olduğu karşı propagandasını etkinleştirip bireyleri buna inanır duruma getirmektedir. Sanat yapıtları bilinemezci, kavranamazcı, yol gösteremeyen, ışık tutma özelliği olmayan emperyalist tüketim kültürünün parçalarına dönüştürülüp, makul olarak lanse edilen de bu tür ürünler olmakta, bunların dışındakiler ise slogan yaklaşımıyla değerlendirilmektedir. Bu konuda aşağıdaki görüşe başvurmak da yerinde olacaktır. Postmodernist sanatın kahramanları perspektiften yoksundurlar. Postmodernist roman kahramanları çoğu zaman hangi dünyada bulunduklarını unutmuş gibidirler ve bu dünyayla nasıl bir ilişki içine girmeleri gerektiğini çıkaramazlar. Postmodernist romanın kahramanı değerlere olan inancını yitirmiş ortada dolaşan, ne yaptığını bilmeyen bir insan gibidir. Postmodernist romancılar ve yazarlar, anlaşılmazlığı hedef edinmişlerdir. Kelimelerin ve sözcüklerin labirentlerinde gezinti yapmayı sevmektedirler. Onlara göre postmodern romanda gerçeklik ve sanallık arasındaki sınır ortadan kalkmıştır. Bilim ve kurgu arasındaki sınır silik hale gelmiştir. (Yener Orkunoğlu, Nietzche ve Postmodernizmin Gerçek Yüzü s.141) Postmodernizm, sanatın ötesinde felsefeyi pratikte yeri ve yolu olmayan karmaşık bir fikir jimnastiğine dönüştürerek, yeni bilinmezlere kapı aralama yeni sorular sorma yaklaşımını ortadan kaldırarak, her türlü ilerlemenin karşısında olduğunu da gösterir. Kaotik bir tablo yaratıp, gerilime sürükler, kendini yiyip bitiren toplumsal dokular yaratır. Böylesi bir toplum ve birey yaşantısından da kârlı çıkan sömürü düzeninin kendisi olur. Uğur un Uğursuzluğu - Öykü Ve yine karardı ışıklar, perdelerse çoktan örtülmüştü Sustu... Gece örtmüştü eski konağı. Zamanın kulakları pusmuş; bir deli boşlukta, yeksan kalmıştı akreple yelkovan ***** Elliler, atmışlar, yetmişler... Yıpratmıştı zaman yüz yıllık konağı. Yıkık bahçe duvarının üzerinde yazılar... Haklı haksız kavgaların sloganları... Paslanmış, eski bir ferforje bahçe kapısı... Gıcırtısı kapı zili yerine geçerdi. Geçen olmazdı pek kapıdan; hemen yanındaki duvarın yıkık parçası ne güne dururdu? Eksik olmazdı kediler, bir başına kalmış bahçeden... Onlar, sevimsiz suratlı sakinleriydi konağın. Bitmezdi kavgaları hiç. Konağın ahşap yüzünde bir numara vardı mavi renkli teneke üzerine yazılmış;14 numara. Belediye zorla astırmıştı geçenlerde. Soluk yüzü, veremli bir kadına benzerdi... Yüzyılların yağmuruyla eğilmişti olukları. Pas hiç eksik olmamıştı cumbasından pencerelerinin. Pervazlarla pancurları da aynı... Biraz daha unutulmuş ederdi onu. Olsun; böylesi daha iyiydi Biri küçük, iki yangın görmüştü Bacası tutuşmuştu seneler önce; olsun zaten hep karaydı. Diğeri daha büyük... Öyle büyük ki bütün mahalle korkmuştu bu metruk yapıdan-bize de sıçrar-diye. Az mı haykırmıştı mahallenin ellilik dedikoducu ablaları: Yıksalar ya canım burayı, hayat güvencemiz yok vallahi! Allahın gücüne gitmesin ama keşke yıkılsaydı yangında, ne işgüzar şeyler be bu etfayeciler? Bıraksalardı da yansaydı... diye. Yanmamıştı işte... Etfayeciler zamanında davranmıştı; bahçe kapısının yanındaki yıkık duvar da buradan hatıraydı. Konağın ikinci katı tarumar olmuştu... Zaten ev sakinlerinin de pek ihtiyacı değildi o üst kat. Sibel Yaylacık Alt katın çinili sobası olan odasında yaşayıp gidiyorlardı. Zaten seneler senesi evin büyük hanımı derdi: Yavrum alt kat neyimize yetmiyor? Bir kiracıyla anlaşsak? Verirdik... Otururdu onlar da, diye. Fakat kıyamazdı pek kiraya vermeye, doğduğu oda üst kattaydı. Paşa babası orada içerdi kahvesini seferden döndüğünde. Genç kızlığında üst kattaydı odası, konağın boğazı gören en güzel yeriydi... Müstakbel kocası geceleri o odanın camına az taş atmamıştı... Bir gece paşa babanın apdesthaneye kalkacağı tutmuştu da öyle görmüştü zaten genci... Yağmur altında sevdiceğinin cama çıkmasını beklerken Büyük bey hep hatırlardı o geceyi; rakısından bir yudum alır anlatırdı: Vallahi hiç öyle utandığımı hatırlamıyorum... Nereden çıkageldi de beni gördü? Oturma odasındaki rafta duran karafakinin i- çine sinmiş hatıralar işte... Bir konuşabilse daha neler anlatırdı... Şimdi eskiciliğe merak sarmış bir beyin sofrasında durur- bir gereksiz ayrıntı işte. **** Dedesi ve babaannesi ile otururdu o konakta. Uğur derlerdi ona... Konağa uğur getirsin dilekleriyle getirmişlerdi hastaneden. Öyle çelimsiz bir bebekti ki ebesi onun için: Bu çok yaşamaz, demişti. Fakat iyi direnmişti; bak 15 yaşına kadar gelmişti. Uğur un geldiği gün babası gitmişti Karaoğlanoğlu plajında Dediklerine göre çıkarma gemisinin kapağı açılır açılmaz vurulmuştu Oysa arkadaşı Mehmet le iddaya girmişti, Girne ye ilk hangisi girecek diye. İkisi de o gün vurulmuştu. Uğur, merhametli bir çocuktu dedesinin dediği gibi, yalnız biraz şanssızdı. Hayal gücünün esiri olarak yaşardı hep. Küçükken oyunları hep hayaliydi; oyuncağı olmamıştı hiç -paşa dedesinin kılıcıyla oynardı o da

18 Konağı yüz senedir şenlendiren tek mahluk oydu belki de Haşarı değildi; paşa gibi uslu uslu oynar, büyüklerinin sözünden çıkmazdı. İlk ve orta mektebi aferinlerle geçmişti. Hocaları pek severdi Uğur u Yalnız arkadaşsız geçen çocukluğundan olacak okuldaki arkadaşları pek sevmezdi onu. Sınıftaki veliler Uğur un kayrıldığını düşünmüştü seneler senesi. Belkide sınıf arkadaşlarının Uğur a isimler takıp devamlı onunla uğraşmaları bu yüzdendi. **** Annesi çok severdi oğlunu, kayınvalidesi ve kayınpederi ile beraber büyütmüştü Uğur u. Fakat o da Uğur dört yaşındayken bir kazada gitmişti Garip ne çok talibi vardı zavallı dulun. Oysa Taner Bey niyetliydi onu zevcesi olarak almaya; arabası da vardı hem, 64 model Mustang. Kimde vardı öyle lüküs otomobil bu zamanlarda? Ailesi de görmüş geçirmişti zaten, bana vermeyecekler de kime verecekler? Veledini de pahalı bir özel mektebe veririz Böyle düşünerek atlamıştı arabasına Hızla sürdü arabasını, kaldırımda yürüyen çıtı pıtı hatunları süzerek, bağırdı: Ver elini Tarabya! diye. Taner Bey düşünmeyi çok seven bir adamdı, bundan ötürü de azıcık dalgındı; Kahverengi takım tamam, yüz traşlı, kolonyamı da sürdüm, sıçtığımın çiceği de biraz pahalı tuttu ama olsun. O sırada kol düğmelerinin eksik olduğunu farketti. Arabayı sürerken torpido gözüne baktı; ucuza aldığı kol düğmelerini aradı. Taner Bey prof bir çapkındı; ne olur ne olmaz kutusu her zaman arabasının torpido gözünde bulunurdu. Yola fazla bakmadan kutuyu karıştırdı, Sıçtığımın düğmeleri? -ayıptır söylemesi severdi küfür etmeyi, fakat bir bayan yanında siz olmadan konuşmazdı. Janti adamdı vesselam. İ- yi giyinir, iyi konuşur, iyi sevişirdi. O ara iyicene dalmış olacak, kırmızı ışığı görmesine rağmen yolun boşluğundan istifade gazı körükledi;- frenle işi olmazdı pek- yoldan geçen kadını göremedi Panikleyen Taner Bey yolun boşluğundan yararlandı, gazı körükledi ve yanyoldan sıyrılıp e- vine döndü. Yaptığı işten utanıyordu-biraz- Hayır bomboş yolda niye yola atlarsın be hey aptal karı? Ölmüşmüdür? Yok yok sıyırdı sadece, üfff! Amma korktum ben de. Neyse bu olay da, o salağa boş yola dikkatsizce atlamamayı öğretir. Pazar pazar bütün işleri boka sarmıştı. Duşunu alıp yattı. Yarın nasılsa yazıhanede Rüzgar Hanım a teklifini bildirecekti. Tabi tabi direk a- ilesiyle görüşmek olmaz, önce hatunun rızasını almak lazım. Ertesi gün Rüzgâr Hanım işyerine gelmemişti, akşam üstü şirkete bir telefon geldi: Rüzgar Hanım dün öğleden sonra Tarabya yolunda bir kaza geçirdi. Geçirdiği şiddetli travma sonucu bu sabah hayatını kaybetmiştir. Başınız sağolsun. Uğur un annesinin vefatından iki hafta sonra şu telgraf gelmiştir: Rüzgar Hanım ın vefatini yeni öğrendim. Başınız sağolsun. Taner Vehbi Rumaysa Sokak, Bey iş hanı Kat: 3 Pervin çevirmenlik a.ş. İstanbul Uçurum İnsanları - Kitap Tanıtımı Bir dünya düşünün ki insanlar aç, sefil, uykusuz, işsiz, ekmeksiz İşte uçurum insanları tam da böyle yaşamları olan insanları anlatıyor. Londra nın doğu yakasındaki fakir insanları. Jack London fakir insanların yaşam koşullarını birebir anlayabilmek için bir süreliğine onlar gibi yaşamaya karar veriyor ve bu yaşamın bütün zorluklarını iliklerine kadar hissediyor. Kalacak bir yerleri olmadığı için fakirhanelerde gece geçirmek için çabalayan insanlara rastlıyor. Bir gece karşılığında yaptıkları ağır işlere tanık oluyor. Sanayi devrimi ile birlikte İngiltere de kapitalizm Reyhan Derelioğlu vahşiliğini hissettiriyor. Kapitalizm der marx: üretim araçlarına ve sermayeye sahip olan burjuva sınıfın çıkarına işleyen, onu meşru kılan bir sistemdir. Yani birileri ellerinde bütün üretim araçlarının mülkiyetini tutarken birileri onların hiç birine sahip değildir. Bilindiği gibi kapitalizm bağrında birçok çelişkiyi barındırır. En başta ezen ezilen çelişkisi gibi. Kitapta bunu rahatça gözlemleyebiliyoruz. Hatta Jack London bu çelişkiyi kitabın içine çok güzel yediriyor. Romanda şöyle bir paragraf geçiyor: Mr. Piogi Yok olan onda bir adlı eserinde şöyle di- yor: Bu kişiler ya vücutlarının zayıflığı, ya zekâlarının azlığı, ya adale yetersizliği veya bunların üçünün bir araya gelmesinden yetersiz ve isteksiz işçiler olup kendi kendilerini geçindirmekten aciz oluyorlar Genellikle zekâ bakımından o derece geridirler ki, sağlarını sollarından ayırt edemedikleri gibi, çoğu zaman evlerinin numarasını bile şaşırırlar. Vücutları zayıftır, dayanıksızdır, sevgileri ve kederleri sapık olduğu gibi hemen hemen hiç biri aile hayatının ne demek olduğunu bilemezler. Bahsedilen bu bölümde Mr. Piogi insanların ölümünün açlıktan, susuzluktan, yaşam kalitelerinin düşük olmasından kaynaklandığının farkında değil sanırım. Bunun bir sistem sorunu olduğunu farkında değil ya da kendi sisteme entegre olmuş olan bir insan olduğu için kendi görüşlerinin savunmasını yapıyor. İngiltere nin batı yakasında insanlar obez olurken doğu yakasında yiyecek ekmek bulamıyorlar. Burjuva yazarlar ise bunu insanların tembellikleriyle, zekâ azlığıyla açıklıyor. İnsanların geçimini sağlayacak kadar parası yokken o insanların aile kavramını bilmediklerini söylüyor. Yiyecek ekmeği olmayan insanlar sizce nasıl bir ev bir aile kurabilir. Jack London romanda buna bir cevap veriyor: Eğer işçiler çalışamıyorsa bunun sebebi iş görmek istememesi değil, ortalıkta, yapılacak işten çok daha fazla işsizin bulunmasıdır. Hitler faşizminin yahudileri gettolara hapsetmesi gibi İngiltere de ve Avrupa nın birçok bölümünde halk geniş gettolara hapsedilmiştir. Gettolar bir nevi bizim ülkemizdeki gece kondu mahalleleri gibidir. Yazar doğu Londra yı da getto olarak adlandırıyor. Haksız da sayılmaz. Doğu Londra da işçiler çok düşük maaşlarla çalıştırılıyor, emeğin karşılığı hiçbir zaman ödenmiyor. İşçilerin çalışma saatlerinin çok uzun olmasına rağmen, bu çalışmanın karşılığında aldıkları ücret çok az. Yazar fakir insanları uçuruma yakın görüyor, her an o uçurumdan aşağı yuvarlanabilecek insanlar. Belki de bu yüzden romanın adı uçurum insanları. Doğu Londra da çalışan insanlarda, yaşlılıktan ya da sakatlıktan dolayı çalışamayan insanlarda aslında aynı yaşam koşulları içinde. Hepsi aç, susuz. Çalışanlar da geçinemeyecek kadar az ücretle çalışıyorlar. Kitabın çekiciliği belki de gerçek olmasından kaynaklı. Biraz da yazardan bahsedelim istiyorum. Yazar 1876 yılında San Francisco da dünyaya geldi. Ailesinin maddi durumu iyi olmadığı için küçük yaştan itibaren çalışmaya başladı. 13 yaşında ilk teknesini aldı ve denizlere açıldı. Jack London gençliğinde büyük zamanını sokaklarda geçirdi. Böylece işsiz, ezilmiş insanların hayat hikâyelerini dinlerken sosyalist fikirleri olgunlaşmıştır. Sosyalist yazarları okumaya başlamıştır. Marx ın Komünist Manifesto sunu okumuş ve ondan şöyle bir not çıkarmıştır: İnsanlık tarihi baştanbaşa sömürülenlerle sömürenlerin kavgasıyla dolu Darwin in incelemeleri nasıl insanoğlunun gelişimini gösteriyorsa, sınıflar a- rasındaki bu kavganın tarihi de bizlere iktisadi uygarlığın gelişimini göstermektedir. Üniversiteye başladığı zaman ailesinin maddi zorluklar çekmesinden dolayı okula devam edememiştir. Bir çamaşırhanede işe gitmiştir. Yazar 18. yy süslü abartılı anlatımının yerine sade bir sanat anlayışını benimsemiştir. Kitaplarında çoğunlukla işçileri ve emekçileri, proletaryayı anlatmayı seçmiştir. Yazarın günümüzde de okunduğunda birçok bilgiye ulaşabileceğimiz eserleri bulunmaktadır. Bunlar arasında Demir Ökçe, Martin Eden, Beyaz Diş sadece bazıları. Yazar ve kitabı hakkında söyleyeceklerimiz bu kadar. Okumanızı tavsiye ederiz

19 Bir Zamanlar Anadolu da Kasabalarda hayat, bozkırın ortasında sürdürülen yolculuklara benzer. Her tepenin ardında yeni ve farklı bir şey çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar... Esra Yalvaç Bir Zamanlar Anadolu da son dönemde, toplumcu-gerçekçi olmasa da biraz daha realist çerçevede ses getiren, ilgi çeken, popüler kültürün dayattığı sinema anlayışının dışına çıkma çabalarını anlamlı kılan filmlerden biri sayılabilir. Anı düşünen, tüketimi bir kültür haline getiren günümüz beyazperdesi düşünüldüğünde bu kültürün dışına çıkmaya çabalayan yapıtların ortaya çıkması daha da önem kazanıyor. Bir Zamanlar Anadolu da senaryosu oldukça titizlenerek yazılmış ve ince oyunculuklarla oldukça detaycı bir şekilde işlenmiş bir film. Tam anlamıyla durum filmi. Yani o kadar yavaş işlenmiş ki, aslında içten içe tahmin ettiğiniz bazı yerleri yavaşlıktan ötürü sıkılarak beklemeniz söz konusu. Anadolu nun bozkırında, çoraklığında geçen film bize bir cinayeti anlatmakta. Bunu yaparken ise, popüler kültürün yaptığı gibi kadınerkek ilişkilerinin uç noktalarını, ihtiras, şehvet gibi çekici ama boş yanları perdeye taşımaya çalışmamış Nuri Bilge Ceylan. Kaldı ki bu yanları perdeye yansıtmayarak daha gerçekçi/çarpıcı karelerin oluşmasına meydan hazırlamış Ceylan. Bu şekilde popülaritenin karşısında Nasıl iyi şeyler yakalanabilir? noktasında ise hedefi on ikiden vurmuş. Film, insanların kendi değer yargılarından nasıl uzaklaştığını ve birbirine yabancılaştığını, vahşileştiğini ise yüzümüze vuran bir gerçekçilikle seyrettiriyor. Ceylan, bunu yaparken ne kamera aksiyonlarına ne de gereksiz romantizme başvuruyor. Yalnızca olanı göstererek de çok iyi şeyler çıkabileceğini bize ispatlıyor. Bu ise seyirciyi filmin içine daha çok çekmeyi başarıyor. Kimi kesimler filmin yavaşlığından şikayet edebilir. Ama bunun farklı bir teknik olduğunu söylemek mümkün. Egemenlerin halka vermek istedikleri sanat anlayışının ne denli dar, basit ve sübjektif olduğunu hepimiz biliriz. Böyle olunca yapılan sanat ise birbirinin tekrarından başka bir şey olmuyor. Burada sanatın temel taşlarından biri olan yaratıcılık ise unutuluyor/atlanıyor. Tüm bunlar düşünüldüğünde Ceylan ın farklı bir şey yapması takdir edilecek bir durum. Filmin çok konuşulan karelerinden birisi ise meşhur elma sahnesi. Bu sahne ile Ceylan ın Tarkovsky e selam gönderdiğini ise aklımıza getirmeden edemiyoruz. Buraya kadar gelmişken oyunculukları takdir etmeden geçmek olmaz. Filmde polis memuru Nuri olarak karşımıza çıkan Yılmaz Erdoğan, oldukça güncel sorunları ailesi ve işi arasında yaşarken bu durumu oldukça sıradanmışçasına oynaması gerçekten çok başarılı. Fırat Tanış, Ahmet Mümtaz Taylan, Taner Birsel Oyuncuların dizi sektörü denilen bataklıkta eskitilerek yeteneklerinin silinmesine neden olan sistem karşısında böyle oyunculuklar seyretmek hem sevindiriyor hem de zevk veriyor. Son dönemde seyrek de olsa artan bu tür filmlerin çoğalması dileğiyle Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm Üzerine Sonuç olarak sınıf savaşımında bize düşen sorumluluklar; savaşa her iki cepheden ve ayrıntılı biçimde bakabilmek, artı ve eksilerimizi görebilmektir. Bunun teorik yardımını bize Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm sunar. Öğrenmek ve uygulamak bize kalmıştır. Aslında yaptığımız tüm değerlendirmeyi kitabın ilk cümlesi özetler: Diyalektik materyalizm, Marksist-Leninist partinin dünya görüşüdür. Ekin Yıldırım Birçok bakımdan sosyalizm okulunun temel taşlarından birisi olan, Josef Vassiyonolovic Çugaşvili nin (nam-ı diğer Stalin) 1938 Eylül ünde kaleme aldığı bu eser; o günden bugüne Marksist felsefenin özünü kavramak ve dünyayı fiilen değiştirmek isteyenler için bir başyapıt olmuştur. DİYALEKTİK Diyalektik felsefe anlayışı, yalnızca siyasetçiler ve ideologlar için değil, gençten yaşlısına tüm toplum için bir öğrenme aracıdır. Bu bakımdan, ileride de bahsedeceğimiz gibi objektif, gözlemci, gerçekçi, olaylara bütüncül yaklaşabilen bir öğreti olmuştur. Doğa olaylarına yaklaşımı, onları inceleme ve anlama yöntemleri diyalektik; doğa olaylarını yorumlayışı ve söylemi materyalist olduğundan bu öğreti diyalektik materyalizm adını almıştır. Bu dünya görüşünü ilk geliştirenler Karl Marx ve Friedrich Engels olmuştur. Diyalektik ve maddecilik, önceden de ayrı ayrı varlardı; fakat bunları bir araya getirip daha ileri bir aşamaya götürmek onlara mal olmuştur. Diyalektik; o zamanlar daha çok Hegel in çalışmalarıyla tanınırdı, ancak Hegel in diyalektiği idealist, tutucu ve gizemciydi. Engels ve Marx, bu diyalektiğin akılcı özünü alıp geliştirdiler. Bunun hakkında Marx: Gizemcilikte diyalektiği çarpıtmasına rağmen Hegel, yine de, diyalektiğin tüm hareketini açıklayan kimsedir. Hegel de diyalektik tepetaklak yürür ama akla yatkın bir görünüm kazanması için diyalektiği ayakları üzerinde oturtmak yeter. Gizemci görünüşüyle diyalektik, Almanya da çok tutuldu. Çünkü kurulu düzeni yüceltiyor gibiydi. Oysa akılcı biçimiyle diyalektik, egemen sınıflar ve onları savunan ideologlar için bir rezalet ve nefret edilen bir şeydi çünkü kurulu düzenden yana çıkan görüşün içine bu düzenin kaçınılmaz biçimde olumsuzlanacağı ve zorunlu olarak yıkılacağı düşüncesini sokar. Hiçbir şey diyalektiği zorla kısıtlayamaz ve diyalektik özü bakımından eleştirici ve devrimcidir. der. [Kapital] Marks ve Engels materyalizmi, toplumsalfelsefi alanda geliştirip üretim ilişkilerinde tarihsel bir rol oynamasını sağlamışlardır. Mekanik materyalizmin (Feuerbach materyalizmi) tutucu yönünü atarak ona yeni bir şekil vermişlerdir. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesi nin Sonu kitabında Feuerbach, materyalist temeline karşın geleneksel idealist zincirden kurtulmuş değildir. Ondaki gerçek idealizm din ve ahlak felsefesine gelince açıkça kendini göstermektedir, der. Diyalektik yöntem doğadaki hiçbir olayı birbirinden ayrı ya da bağımsız olarak düşünmez. Maddelerin ve olayların birbirleriyle ilişki içinde olduğunu, bir durumun başka bir durumu dolaylı veya dolaysız olarak etkileyeceğini söyler. Yine aynı şekilde, metafizik düşünceye zıt olarak doğada hiçbir şeyin durağan, değişmez, hareketsiz olmadığını; her şeyin gelişme ve ilerleme içinde olduğunu vurgular. Pencereden dışarı baktığınızda gördüğünüz tüm nesneler (veya olaylar) sürekli hareket halindedir. Hareketsiz sandığınız ağaçlar bile her saniye büyümekte/yaşlanmakta, yere düşen her yaprak solup ölmekte, her çakıl taşı kimyasal ve fiziksel müdahaleyle ufalanmakta, canlı ve cansız varlıklar bir hareket içinde süregelmektedir. Gelişme de bir harekettir. Yani her şey akışkanlık ve sürerlik halindedir. Kaldı ki, Güneş in etrafında dört dönen Dünya ya bakılırsa hareketsiz olan yerlerin bile uzayda hareket ettiği görülür. Engels şöyle diyor: Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, en ilkel canlı hücreden insana dek sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içerisindedir. Önemli olan, kalıcı gibi görünmese bile doğan ve gelişmekte olan şeydir. Diyalektik yöntem, yeni do Bilim / Felsefe

20 ğan ve gelişmekte olan şeylerin yenilmez olduğunu kabul eder. [Doğanın Diyalektiği] Bunu toplumlar tarihinde rahatlıkla görebiliriz. Her yeni doğan üretim biçimi bir öncekini yenerek, onu ortadan kaldırarak kendi egemenliğini kurar. Bu sebepledir ki ilerici, yenilikçi hareketler olması lazımdır. Antikçağda köleci toplumda, ortaçağda feodal toplumda, yeniçağda kapitalist toplumda bunları görürüz. Miadını dolduran kapitalizmin son bulacağı, sosyalizmin er ya da geç iktidara geleceği öngörüsünü de böyle yapabiliriz. Aynı şekilde gelişme sürecini, sürekli ve ileri doğru bir hareket, eski bir nitel durumdan yeni bir nitel duruma geçen, basitten karmaşığa, alçaktan yükseğe doğru bir ilerleme olarak görebiliriz. Doğa, diyalektiğin denek taşıdır der Engels. Tabiatın içinde tüm yönleriyle; fizikten kimyaya, botanikten felsefeye, ekonomiden sosyolojiye birçok diyalektik örneğe (gelişim/ilerleme) rastlarız. Yine buradan yola çıkarak her şeyin içinde çelişki olduğunu ve çelişkilerin birbirleriyle savaşım içinde olduğunu söyleyebiliriz. Lenin, Felsefe Defterleri nde Diyalektik, şeylerin asıl özündeki gelişmenin incelenmesidir der. Başka bir eserinde şöyle ekler: Gelişme, karşıtların savaşımıdır. [Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm] Olayların birbirleriyle bağıntılı olarak ve sürekli ileri yol alan biçimde geliştiğini söylüyorsak şu söze katılabiliriz: Dünya, sürekli bir hareket ve gelişme halindeyse, eskinin ölmesi ve yeninin büyümesi bir gelişme yasasıysa kapitalist düzenin yerini sosyalist düzen alabilir. Stalin, burada ve bundan sonraki birkaç sayfada sınıf mücadelelerinden örnekler aktarıyor. Sovyetlerin kuruluşundaki engelleri ve ortaya konulan mücadeleyi okura sunuyor. Diyalektik bölümünü onun şu nokta sözüyle bitirelim: Politikada hata yapmamak için devrimci olmak gerekir, reformist değil! MATERYALİZM Felsefi maddecilik, ruh-madde ikileminin bir sonucu olarak antikçağdaki doğa filozofları tarafından savunulmaya başlanmıştır. Maddi gerçekliğin önceden beri var olduğunu, düşüncenin (ideanın) bundan hareketle olduğunu anlatır. Marx ve Engels maddeci felsefeyi savunsalar da onun nesnelci ve durağan yanlarını yadsıyarak pratik ve eleştirel bir maddeci düşünceye yöneldiler. Marx, Engels le yazdığı Alman İdeolojisi nde şunu söyler: Aslında pratik maddeci için, yani komünist için, mevcut dünyayı değiştirmek, kurulu düzene saldırmak ve onu dönüştürmek söz konusudur, Madde, tüm duyuların, düşüncelerin ve bilincin kaynağı olduğundan ilk veridir. Maddenin bir yansıması olan bilinçse ikinci veridir. Düşünce, maddenin yani beynin bir ürünüdür. Diyalektik materyalizme göre dünya ve onun yasaları tümüyle bilinebilir. Bu sebepten ötürü ruhun kutsallığını savunan idealizmi de, her şeyin bilinemeyeceğini savunan ve utangaç idealizm olan agnostisizmi de bir kenara atar. Evrendeki somut durumların somut tanılarla açıklanabileceğini savunur. Diyalektik materyalizmin toplum bilimlerine uyarlanmış biçimi tarihsel materyalizm adını alır. Dünya üzerindeki sınıf savaşımları, üretici güçler, egemen üretim ilişkileri araştırma-inceleme alanıdır. Toplumsal ve ekonomik ilişkileri iyi anlamak Marksist felsefenin özünü anlamaktır. Ancak anlamak yetmez; edinilen bilgi ölçüsünde uygulamaya geçmek gerekir. Bunun için de birey kendinden öncekilerin deneyimlerine gereksinim duyar. Bu deneyimler diyalektik materyalizm öğretisinde bulunur. Stalin şöyle der: Toplumsal düzenin niteliğini belirleyen ne coğrafi ortam ne de nüfus artışıdır. O, üretim biçimidir. Çok açık olan bir şey vardır ki üretim sürdüğü ölçüde insanlar yaşamaya devam edebilirler. Üretim gücü kimin elindeyse o, topluma egemen olur. Burjuvazi aristokrasiyi devirerek üretim biçimini tekeline almış ve iktidarını her kesimde kabul ettirmiştir. Sonuçta liberalizm, bir ekonomi vahşeti olan kapitalizme evrilmiş ve hakim güç olarak karşımıza çıkmıştır. Yine Stalin şunu ekler: Üretim güçleri, yalnızca üretimin en hareketli ve en devrimci öğesi değil, aynı zamanda üretimdeki gelişmenin belirleyici öğesidir. Bu üretim ilişkilerini iyi bilen, iç ve dış politikaya, toplumsal dinamiğe uyum sağlayan siyasal bir güç veya siyasal parti; kısa vadede değil belki ancak uzun vadede egemenliğini sağlayabilir. İşte diyalektik materyalist dünya görüşü, sınıf savaşımındaki en büyük teorik yardımcımızdır. Proletaryanın siyasal partisi bu etkenleri göz önünde bulundurmak ve planını buna göre yapmak zorundadır. Marx, Komünist Manifesto da; Proletarya, burjuvaziyle olan savaşımında mutlaka kendini bir sınıf olarak örgütler. Devrim yoluyla egemen sınıf durumuna gelir ve egemen sınıf olarak eski üretim koşullarını zorla söküp atar der. Sonuç olarak sınıf savaşımında bize düşen sorumluluklar; savaşa her iki cepheden ve ayrıntılı biçimde bakabilmek, artı ve eksilerimizi görebilmektir. Bunun teorik yardımını bize Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm sunar. Öğrenmek ve uygulamak bize kalmıştır. Aslında yaptığımız tüm değerlendirmeyi kitabın ilk cümlesi özetler: Diyalektik materyalizm, Marksist-Leninist partinin dünya görüşüdür. Felsefe Ülkemiz devrimci hareketinin tarihinde bu örneklerin çokluğu dikkat çeker, Fatsa, Çeltek, Tariş, Direniş Komiteleri örnekleri sosyalizm mücadelesinde pratikte vücut bulmuş, kitlelere sosyalizm ütopyasını kanıtlamış örneklerdir. Türkiye Marksistleri sınıf savaşımlarına bu bilinç ve deneyimler ile diyalektik materyalizmin yol göstericiliğini rehber edinerek devam edecek ve insanlığın mücadelesini iktidar ile buluşturacaktır. Gökçe Ovasuyu Felsefe nedir sorusuna felsefecilerin uzlaşarak verebildikleri net bir tanım yoktur. Her filozof/felsefeci kendi felsefelerine, dünya görüşlerine,ideolojilerine göre felsefeyi tanımlar. Salt bu cümleden felsefenin hiçbir ideolojiye bağlı olmadığı ve ideolojik olan felsefenin dogmatik olduğu eleştirisi haksız çıkartılıyor. Dünya üzerindeki her olguda olduğu gibi felsefede de sınıfsallık kaçınılmaz bir şekilde vardır. Yani her felsefi akım yanlıdır, bir ideolojiye taraftır. Örneğin felsefeyi yolda olmak olarak tanımlayan felsefi anlayışa göre önemli olan bilgiyi arayıştır ve o arayışta aldığın hazdır. Yani doğru bir bilgiye ulaşman gerekmez, doğru bir dünyayı tartışman gerekmez, soyut konular da sana o hazzı verir. Bu felsefe anlayışı hayatın içinde var o- lan insana yabancıdır ve insanı gerçekleri görmedeki aracı olan felsefeden soğutur. Felsefeyi hayatın içindeki sorulara cevap ve dünyayı anlamlandırma aracı olarak tanımlamak felsefeyi soyut âlemlerden yeryüzüne indirir ve anlamının hakkını teslim eder. Marksist dünya görüşü felsefecileri dünyayı sadece anlamaya çalıştıkları ve soyut konuları tartıştıkları için eleştirir ve dünyayı anlamak kadar değiştirmek gerektiğini de söyler. Yani dünya bilinirse değiştirilebilir, insan bilirse değiştirebilir, burjuva filozofları bu gerçeği görünmez kılmak için felsefeyi ve bilgiyi bilinmez olarak yansıtırlar. Peki, gerçekten dünya bilinebilir mi ve dünya değiştirilebilir mi? Metafizik felsefe hareketin ve değişmenin gerçeğini yadsır. Metafizik durgun ve özdeş bir dünya tanımlar. Her şey kısır döngü içindedir. Sonbaharda yapraklar dökülür ve sonra ilkbaharda yeniden açar, ya da insan ölür ve sonra başka âlemlerde yeniden doğar. Güneş altında yeni hiçbir şey yoktur ve olmaz da. Toplum, insan, sistem sonsuz ve değişmezdir. İnsanın bilinci de yaşadığı hayat da tepeden inmiştir. O bunun sadece bir parçasıdır ve yalnız bir bireydir. İnsan ve içinde yaşadığı toplum birbirinden ayrı iki şeydir. İnsanlara mutlak kudretin tekliği empoze edilir. Tanrı, devlet, patron, kendisi vb Egemenler evrenin anlaşılmasını ve yorumlanmasını kesinlikle istemezler. Marksist dünya görüşü ve felsefi sistemi diyalektik materyalizm bunu kesinkes reddeder. Doğadaki her şey sürekli bir değişkenlik halindedir. Her olgu kendisini yaratan olguya bağlıdır ve bu olguların altında maddi evren yatar. Evren maddi bir gerçekliktir ve insan bu gerçeğe yabancı değildir. Bu maddi gerçeği bilirse dünyayı daha ileriye taşır. Bu Marks ın materyalist dünya anlayışı ile Hegel diyalektiğini birleştirerek kuramsallaştırdığı felsefi anlayıştır. Hegel in diyalektiğindeki her olgu kendisini yaratan olguya bağlıdır yasası, bu olgunun nereden geldiği sorusunda havada kalır. Marks ve Engels bu teoriyi maddi dünya ile temellendirerek havada kalmaktan kurtarır. Ancak Hegel in felsefesinin temel yapı taşlarını reddetmemişlerdir. Diyalektiğe göre her şey bir birine bağlıdır, her şey durum değiştirir ve bir varlık kendi içindeki çelişmelerin bir ürünüdür. Metafizik felsefecilerin dünya değişmez kendini yineler ilkesine göre insan da değişmez. Sürekli kendini yineler durur ve sonunda kendi kendine kalır; izole olur. Kendi kurtuluşunu kendinde görür ve bireysel kurtuluşunu arar. Diyalektik materyalizme göre insanların varlığını belirleyen şey onların bilinçleri değildir; tam tersine onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır. Toplum ve insan birbirini mümkün kılar, birlikte vardırlar. Buradan hareketle bir olgu onu çevreleyen koşullardan ayrı ele alınamaz sonucuna varabiliriz. İnsana yabancı olan insanı sömürmek üzerine kurulmuş olan toplumla insan olma/kalma mücadelesi arasında bir çelişki vardır. Bu çelişki kapitalist toplumu var eden çelişmedir ve iki zıtlığın bütünlüğü ile varlığını sürdürür. Yani her olgu kendi içinde zıtlıkları taşır. Bu zıtlıkların ça- Bilim / Felsefe Bilim / Felsefe

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et! ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme Mücadele Et! Boyun Eğme Mücadele Et! Patronlar meslek lisesi öğrencilerini sömürülecek işçi olarak görüyorlar!

Detaylı

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri, 3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ 9.11.2017 Sayın Bakanım, STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri, 1 İş Dünyamızın Değerli Temsilcileri, Kıymetli Basın Mensupları, Global

Detaylı

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken Engin Deniz İpek 21301292 Üniversite Üzerine Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken formüllerden ya da analitik zekayı çalıştırma bahanesiyle öğrencilerin önüne

Detaylı

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) İçinde Bulunduğumuz Evre Ve Gençliğin Durumu Türkiye gibi yarı sömürge ve az gelişmiş

Detaylı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! Clara Zetkin haklı olarak Kadının özgürlüğünün, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, emeğin sermayenin

Detaylı

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz İstanbul YDK: 1 Mayıs itibariyle başlamış olan Eme(K)adın kampanyamız kapsamında güvencesiz, görünmeyen ve yok sayılan kadın emeği üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyoruz. Bu kez bu konuda sendikal

Detaylı

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar. Boyun eğmeyenler bu yana BU DÜZENİ SIFIRLA AKP eliyle sürdürülen gerici diktatörlük Türkiye'nin kaderi değildir. Bu diktatörlük bir kaza veya arızanın sonucu ortaya çıkmış da değildir. Sömürü düzeni kendini

Detaylı

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Geçtiğimiz ay Suriye de Irak Şam İslam Devleti ve diğer muhalif güçler arasında yaşanan çatışmaya ilişkin, Suriye Devrimci Sol

Detaylı

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014 Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye ile Kürdistan arasındaki ekonomik ilişkiler son yılların en önemli rakamlarına ulaşmış bulunuyor. Bugünlerde petrol anlaşmaları ön plana

Detaylı

İlerici Kadınlar Kimdir?

İlerici Kadınlar Kimdir? İlerici Kadınlar Kimdir? Türkiye de AKP iktidarı ile ivme kazanan piyasacılık ve gericilik kadınlar üzerindeki baskıyı daha da artırmıştır. Özellikle son on yılda toplumsal yaşamın dincileştirilmesi kadın

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

Destek Personeli Eğitimleri

Destek Personeli Eğitimleri 2.Dönem eczane çalışanlarının Destek Personeli Eğitimleri 28 Aralık 2009 tarihinde başladı 9 Valimiz Sayın Zübeyir KEMELEK 15 Aralık 2009 tarihinde Yönetim Kurulumuzu ziyaret etti.. İstanbul Ecza Koop'la

Detaylı

22.05.2014 Perşembe İzmir Gündemi

22.05.2014 Perşembe İzmir Gündemi 22.05.2014 Perşembe İzmir Gündemi GÜNAH KEÇİSİ BULUNDU! Katip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Tancan Uysal, Soma daki kömür faciası hakkında çok tartışılacak bir yazı kaleme aldı.

Detaylı

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım.. Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım.. Sizlerle tekrar bir arada olmaktan mutluluk duyduğumuzu ifade ederek, hoş geldiniz diyor; şahsım ve

Detaylı

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI 26 Kasım 2014 İstanbul, Sabancı Center TÜSİAD İş Dünyası Bakış Açısıyla Türkiye de

Detaylı

Türkiye Özelinde Kamu Diplomasisinin İşlevi ve Yöntemleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri

Türkiye Özelinde Kamu Diplomasisinin İşlevi ve Yöntemleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri 1 2 3 4 5 6 Türkiye Özelinde Kamu Diplomasisinin İşlevi ve Yöntemleri Beyin Fırtınası Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri KDK (2010). TİKA (1992-Dışişleri Bakanlığına bağlı, 1999-Başbakanlığıa bağlı,

Detaylı

Beğenin beğenmeyin: Yalçın küçük bunları yazıyor.

Beğenin beğenmeyin: Yalçın küçük bunları yazıyor. Yazar değilim Yazanım Yani bir çeşit arzuhalci. Yazarlık ciddi bir iştir. Arzuhalciliğimin yanında iyi bir kitap okuruyum. Arzuhalciliğe de solun zibidileri, tasfiyecileri, ahlaksızları dönekleri, hainleri

Detaylı

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar, Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar, Anadolu coğrafyasında bazı yerler vardır... O yerler, şehirler, kasabalar, beldeler,

Detaylı

GENEL BAŞKANIN MESAJI

GENEL BAŞKANIN MESAJI GENEL BAŞKANIN MESAJI Küresel ekonomik kriz, ekonomiyi kalıcı olarak küresel dünyanın birinci önceliği haline getirdi. İkibinli yılların ilk dönemine yıkıcı bir savaş olan ABD nin Irak işgali damgasını

Detaylı

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB Danýþma Kurulu 38. Dönem 2. Toplantýsý 16 Nisan 2005'te Ankara'da TMMOB çalýþmalarý üzerine bilgilendirme ve TMMOB çalýþmalarýnýn deðerlendirilmesi gündemi

Detaylı

DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ!

DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ! DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ! DÜNYA BARIŞININ GÜVENCESİ İŞÇİ SINIFIDIR! HAKSIZ, GERİCİ VE EMPERYALİST SAVAŞLAR EMPERYALİST KAPİTALİST DEVLETLER TARAFINDAN SÜRDÜRÜLMEKTEDİR! EMPERYALİST SÖMÜRÜ SİSTEMİ İŞÇİ

Detaylı

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

Koç Üniversitesi nde neler oluyor? Koç Üniversitesi nde neler oluyor? 27 Mart 2015 tarihinde, Koç Üniversitesi temizlik işçileri, öğrencileri, öğretim görevlileri, asistanları ve büro emekçileri bir araya geldiler ve bir forum gerçekleştirdiler.

Detaylı

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Bashar al-assad ın Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ve Bayan Hayrünnisa Gül onuruna verilen Akşam Yemeği nde yapacakları konuşma 15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye

Detaylı

MÜSİAD 2 EXPO BY QATAR DOHA Exhibition and Convention Center. Değerli Yönetim Kurulu Üyelerim, Sektör Kurulu Başkanlarım,

MÜSİAD 2 EXPO BY QATAR DOHA Exhibition and Convention Center. Değerli Yönetim Kurulu Üyelerim, Sektör Kurulu Başkanlarım, MÜSİAD 2 EXPO BY QATAR 17-19.01.2018 DOHA Exhibition and Convention Center Sayın Büyükelçim (Fikret Özer), Sayın TOBB Başkanım, Değerli Yönetim Kurulu Üyelerim, Sektör Kurulu Başkanlarım, İş Dünyasının

Detaylı

YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA GÜÇLÜ NÜN KONUŞMASI

YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA GÜÇLÜ NÜN KONUŞMASI KEMAL KILIÇDAROĞLU NUN KONUK KONUŞMACI OLDUĞU TOPLANTI YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA GÜÇLÜ NÜN KONUŞMASI 1 ARALIK 2014 İZMİR Cumhuriyet Halk Partisi nin çok değerli Genel Başkanı ve çalışma arkadaşları,

Detaylı

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72 EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72 i Bu sayıda; Haziran İşgücü ve İstihdam gelişmeleri; Ocak-Ağustos Bütçe verileri değerlendirilmiştir. i 1 Gerçek işsizlikte ciddi artış

Detaylı

kadın sosyalizmle özgürleşir!

kadın sosyalizmle özgürleşir! kadın sosyalizmle özgürleşir! işçi-emekçi kadın komisyonları broşür dizisi / 3 1 2 Özel mülk edinmenin ve sınıfların ortaya çıkışıyla başlayan kadının cins olarak ezilmişliği, günümüz kapitalist toplumunda

Detaylı

İkinci B ö l üm KİŞİLİK VE KARAKTER GELİŞİM SÜRECİ

İkinci B ö l üm KİŞİLİK VE KARAKTER GELİŞİM SÜRECİ İkinci B ö l üm KİŞİLİK VE KARAKTER GELİŞİM SÜRECİ itaate mecbur bırakılan çocuk: edilgen çocuk Her çocuk, anne-babasıyla uyum içinde yaşamaktan büyük huzur duyar. Çünkü annebaba, çocuk için yaşamın kurallarını

Detaylı

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının karşılanmasında bağımsızlığın önemini gündeme getirmiş, halkımızın

Detaylı

Sonucu ekonomik kriz değil, politik kaygılar şekillendirdi

Sonucu ekonomik kriz değil, politik kaygılar şekillendirdi Sonucu ekonomik kriz değil, politik kaygılar şekillendirdi 1930 yılını başlangıç alırsak son 79 yılda 14 yerel seçim yapıldı. 29 Mart 2009, 14. yerel seçim. 2004 yerel seçimlerinin birincisi olan AKP,

Detaylı

BURCU ŞENTÜRK Bu Çamuru Beraber Çiğnedik

BURCU ŞENTÜRK Bu Çamuru Beraber Çiğnedik BURCU ŞENTÜRK Bu Çamuru Beraber Çiğnedik BURCU ŞENTÜRK 1984 yılında Eskişehir de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü nü bitirdi. ODTÜ Sosyoloji Bölümü nde yüksek

Detaylı

BİZ KİMİZ? ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Atatürk ü ve ideolojisini daha iyi tanımak ve tanıtmak için 1989 yılında ODTÜ Kültür İşleri Müdürlüğü bünyesinde kurulmuş olan bir düşünce topluluğudur. Atatürkçü

Detaylı

EĞLENCEM MEDYA. Prof. Dr. E. Nezih ORHON. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi

EĞLENCEM MEDYA. Prof. Dr. E. Nezih ORHON. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi EĞLENCEM MEDYA Prof. Dr. E. Nezih ORHON Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Merhaba, Öğrencilerimiz ile birlikte hayata geçireceğimiz çalışmalarda deneyim paylaşımı için aşağıdaki şu üç boyutu

Detaylı

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ BASINA VE KAMUOYUNA Erkek egemen kapitalist sistemde kadınların en önemli sorunu 2011 yılında da kadına yönelik şiddet olarak yerini korudu. Toplumsal cinsiyetçi rolleri yeniden üreten kapitalist erkek

Detaylı

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ KENTSEL DÖNÜŞÜM Öğrencinin adı- soyadı: ERDEM EGE MARAŞLI Proje Danışmanı: MÜGE SİREK Bahçeşehir - İSTANBUL Kentsel Dönüşüm Son günlerde haberlerde gazetelerde çok fazla rastladığımız

Detaylı

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi 24. Toplu İş Sözleşmesi sürecinde işverenle sendika arasında anlaşma sağlanamaması üzerine Şişecam işçileri 10 fabrikada 5800 işçiyle greve gitme kararı almıştı.

Detaylı

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA Chp Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kahramanmaraş ın Elbistan İlçesi nde siyaseti sadece insan için yaptıklarını, iktidara gelmeleri halinde terörü sonlandırıp ülkeye huzuru getireceklerini

Detaylı

Neden Daha Fazla Satın Alalım?

Neden Daha Fazla Satın Alalım? Neden Daha Fazla Satın Alalım? Ana Tema Önerilen Süre Kazanımlar Öğrenciye Kazandırılacak Beceriler Yöntem ve Teknikler Araç ve Gereçler Giderek artan bilinçsiz tüketim ve üretim çevreyi olumsuz etkiliyor.

Detaylı

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADINLARA DESTEK MEKANİZMALARI ONLİNE KİTAPÇIĞI Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Gençlik Topluluğu 2015-2016 İÇİNDEKİLER 1. Giriş 2. Kadın Dostu Akdeniz Projesi 3. Projenin

Detaylı

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ni ziyaret eden ilk Türk siyasi lider olan Perinçek, onurlarına verilen yemek sırasında bir konuşma gerçekleştirdi. ABD'nin savaş

Detaylı

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı İş ve aş için, Demokrasi ve özgürlük için, barış sürecinin ilerlemesi için, 7 Haziran seçimlerinde HDP yi desteklemek için, Haydin

Detaylı

SENDİKALAŞMA EYLEMİ İÇİN İLERİ

SENDİKALAŞMA EYLEMİ İÇİN İLERİ grevli,toplu sözleşmeli SENDİKALAŞMA EYLEMİ İÇİN İLERİ [TfH TüR K iy E [-C JTEK N İK ELEMAN i ^ M k u r u lta y i 22-23 Mayısı Maltepe Alemdar Sineması 'saat X) > T ü rk iy e 3. t e k n ik elem a n k u

Detaylı

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? Dünyada mal ve hizmet hareketlerinin uluslararası dolaşımına ve üretimin uluslararasılaşmasına imkan veren düzenlemeler (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası

Detaylı

MEMURUN HAYATI BORÇ ÖDEMEKLE GEÇİYOR! Yazar Editör Pazartesi, 20 Ocak 2014 07:48

MEMURUN HAYATI BORÇ ÖDEMEKLE GEÇİYOR! Yazar Editör Pazartesi, 20 Ocak 2014 07:48 Pazartesi 20 Ocak 2014 07:48 Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi nin yaptığı araştırma kamu görevlilerinin meslek haya tlarını borç ödeyerek geçirdiklerini ortaya koydu Yüzde 97 si borçlu olan memurların 60

Detaylı

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü. Alişan HAYIRLI Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü. Şimdi Müslümanlar ikiye bölünecek... 1-Bu baskını tasvip edenler,

Detaylı

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor. OKUMA - ANLAMA: ÖĞRENCİLER HER GÜN NELER YAPIYORLAR? 1 Türkçe dersleri başladı. Öğrenciler her gün okula gidiyorlar, yeni şeyler öğreniyorlar. Öğretmenleri, Nazlı Hanım, her Salı ve her Cuma günü sınav

Detaylı

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü 1 Ekonomik düzen nedir? Ekonomik düzen, toplumların çeşitli gereksinimlerini karşılamak üzere yaptıkları

Detaylı

final in başarı geleneği final temel liseleri ile sürüyor...

final in başarı geleneği final temel liseleri ile sürüyor... Sevgili öğrenciler, değerli veliler... Dershanelerin dönüşüm sürecini kamuoyundan takip ettiniz. Biz de final dergisi dershaneleri olarak artık final liseleri ne dönüşüyoruz. final liseleri Hiçbir başarı

Detaylı

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI Sayın Katılımcılar, değerli basın mensupları Avrupa Konseyi

Detaylı

Yeni dönemin parolası: ÇOKLU STRATEJİ

Yeni dönemin parolası: ÇOKLU STRATEJİ Yeni dönemin parolası: ÇOKLU STRATEJİ Yahya ARIKAN * Yeni Türk Ticaret Kanunu (TTK) ile meslekte tarihi bir dönüşümün yaşanmakta olduğu fikri bir gerçeklik olarak artık genel kabul gördü. Gerek TÜRMOB,

Detaylı

1.Kameranın Toplumsal Tarihi. 2.Film ve Video Kameraları. 3.Video Sinyalinin Yapılandırılması. 4.Objektif. 5.Kamera Kulanım Özellikleri. 6.

1.Kameranın Toplumsal Tarihi. 2.Film ve Video Kameraları. 3.Video Sinyalinin Yapılandırılması. 4.Objektif. 5.Kamera Kulanım Özellikleri. 6. 1.Kameranın Toplumsal Tarihi 2.Film ve Video Kameraları 3.Video Sinyalinin Yapılandırılması 4.Objektif 5.Kamera Kulanım Özellikleri 6.Aydınlatma 1 7.Ses 8.Kurgu 0888 228 22 22 WWW.22KASİMYAYİNLARİ.COM

Detaylı

BRIC ÜLKELERİ VE TÜRKİYE FEYZULLAH ALTAY

BRIC ÜLKELERİ VE TÜRKİYE FEYZULLAH ALTAY BRIC (Brasil, Russia, India, China) ve TÜRKİYE (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) 2010-2012 döneminde, BRIC ülkeleri içinde en yüksek kişi başına gelir düzeyi Rusya'da. Türkiye'ninki Rusya dışında kalanlardan

Detaylı

SAĞLIKTA DÖNÜġÜMÜN TIP EĞĠTĠMĠNE ETKĠSĠ

SAĞLIKTA DÖNÜġÜMÜN TIP EĞĠTĠMĠNE ETKĠSĠ SAĞLIKTA DÖNÜġÜMÜN TIP EĞĠTĠMĠNE ETKĠSĠ Sağlıkta yapılan dönüģümü değerlendirirken sadece sağlık alanının kendi dinamikleriyle değil aynı zamanda toplumsal süreçler, ideolojik konumlandırılmalar, sınıflararası

Detaylı

Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım.

Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım. Sayın Birlik Başkanım, Odamızın Değerli Yöneticileri, Sevgili Öğrenci Arkadaşlarım; Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım. İstanbul dan, İzmir den, Sivas

Detaylı

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012 İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 01 31 ARALIK 2012 M. SEZGİN TANRIKULU CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ: Bugün 10 Aralık İnsan Hakları

Detaylı

DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sanayi ve İş Dünyası İşbirliği Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSİMER) Yrd.Doç.Dr. Ethem TOKLU

DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sanayi ve İş Dünyası İşbirliği Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSİMER) Yrd.Doç.Dr. Ethem TOKLU DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sanayi ve İş Dünyası İşbirliği Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSİMER) Yrd.Doç.Dr. Ethem TOKLU 1 Amaç Üniversite ile Sanayi ve İş Dünyası arasında köprü vazifesi olmak, Sanayi ve İş

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ / AKP de bir kişi konuşur, diğerleri asker gibi bekler! Tarih : 06.01.2012 CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem AKP deki tek adamlığı hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın üslubunu ve liderliğini

Detaylı

ezilen vatandaşın hesabının peşindeyiz.

ezilen vatandaşın hesabının peşindeyiz. YILIN FATURASI Sömüren yandaşın değil ezilen vatandaşın hesabının peşindeyiz. 9 yıllık kabusun sorumlusu AKP, yandaşlarının ne kadar semirdiğini gösteren ilanlar yayınlıyor. Yani kardeşlerimizin işsiz

Detaylı

Zorunlu ama takan yok

Zorunlu ama takan yok Zorunlu ama takan yok Trafik sigortası yapılması zorunlu olmasına rağmen sigortalı araç sayısı çok az. Kazalarda sigortasız araç sahipleri büyük maddi külfet yaşıyor. Ülkemizde trafiğe çıkan araçların

Detaylı

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane Dünyada yaşanan ekonomik kriz liderlik stillerinde de değişikliğe yol açtı. Hay Group'un liderlik stilleri üzerine yaptığı araştırmaya göre, özellikle

Detaylı

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen Karl Heinrich MARX 1818-1883 Eserleri Kutsal Aile (1845) Felsefenin Sefaleti (1847) Komünist Manifesto (1848) Fransa'da Sınıf Kavgaları (1850) Ekonominin Eleştirisi (1859) Kapital (Das Kapital-1867-1894).

Detaylı

CHP İşveren Sendikaları ve Meslek Birlikleri Genel Başkan Yardımcılığı

CHP İşveren Sendikaları ve Meslek Birlikleri Genel Başkan Yardımcılığı CHP İşveren Sendikaları ve Meslek Birlikleri Genel Başkan Yardımcılığı 15 yılda milyonlarca yurttaşın alın teri bir avuç yandaşa gitti, ekonomi darboğaza girdi. Yoksulluğu, yolsuzluğu yasakları bitireceğiz

Detaylı

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ Kendinizden biraz bahseder misiniz? -1969 yılında Elazığ'da dünyaya geldim. İlk orta ve liseyi orada okudum. Daha sonra üniversiteyi Van 100.yıl Üniversitesi'nde okudum. Liseyi

Detaylı

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM ÊMILE ZOLA-GERMINAL Kara elmas Nice canlar yaktı, nice gülüşleri söndürdü yüzyıllardır. Milyonlarca madenci indi yerin derinlerine, kimisi çıkamadı, kimisi canının yarısını

Detaylı

dünyanız evinizdir doğurganlığınız da milli göreviniz dir söylemlerinin daha çok duyulur hale gelmesi bir rastlantı değildir.

dünyanız evinizdir doğurganlığınız da milli göreviniz dir söylemlerinin daha çok duyulur hale gelmesi bir rastlantı değildir. Yıl 1960 Tarihi 25 Kasım Dominik Cumhuriyetinde Mirabel kardeşler Trujillo diktatörlüğüne karşı yürütükleri mücadele sonucunda tutsak düştüler. Ve devlet güçleri tarafından önce tecavüze ugradılar sonda

Detaylı

SAÐLIKTA ÖZELLEÞTÝRME

SAÐLIKTA ÖZELLEÞTÝRME Doç. Dr. Ýlker BELEK Akdeniz Üniversitesi Týp Fakültesi Halk Saðlýðý Anabilim Dalý Öðretim Üyesi SAÐLIKTA ÖZELLEÞTÝRME Burjuva Sýnýf Saldýrýsýnýn Tepe Noktasý Yukarýda tanýmlanan saðlýk sistemi yapýsý

Detaylı

Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri!

Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri! Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri! Dünyanın her yerinde milyonlarca kadın kendi geleceklerini kendi

Detaylı

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ Bursa Milletvekili Aday Adayı Türk Milleti karar arifesindedir. Ya İkinci Endülüs, ya da yeniden

Detaylı

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3 1886 ÖZEL GETRONAGAN ERMENĐ LĐSESĐ R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3 2010 2011 Kız olursa Sarin, erkek olursa Masis Erkek olursa doktor, kız olursa öğretmen KENDĐNĐ TANIMA VE MESLEK SEÇĐMĐ Sevgili veliler,

Detaylı

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda. TÜRKÇE 12-13: OKUMA - ANLAMA - YAZMA OKUMA - ANLAMA 1: Rezervasyon Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda. Duşlu olması şart. Otel görevlisi: Tek kişilik odamız kalmadı

Detaylı

Kente katbekat değer katan uzmanlık:

Kente katbekat değer katan uzmanlık: Kente katbekat değer katan uzmanlık: İbrahim Dumankaya Holding ten kente değer katan bir vizyon; DKY İnşaat. Temelleri 1961 yılında atılan İbrahim Dumankaya Holding in 52 yıllık inşaat deneyimi ve birikimi,

Detaylı

DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ!

DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ! DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ! Silahlý Propaganda ve Gerilla Savaþý Nikaragua da Devrim ve Seçim Proletarya ve Sosyalist Siyasal Bilinç Demokratik Muhalefette Demokrat! Türkiye Devriminde Kürt

Detaylı

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu Hayallere inanmam, insan çok çalışırsa başarır Pelin Tüzün, Bebek te üç ay önce hizmete giren Şef makbul Ev Yemekleri nin

Detaylı

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi Sayı : Tarih : 11.10.2016 Diploma Program Adı : HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM, LİSANS PROGRAMI, (UZAKTAN ÖĞRETİM)

Detaylı

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için 8 MART TA ALANLARA! 8 Mart, kadın işçilerin daha iyi çalışma koşulları için verdikleri mücadeleyi yaşamlarıyla ödedikleri bir

Detaylı

Kapitalistler Halka İstemediği Bir Şeyi Satabilir mi?

Kapitalistler Halka İstemediği Bir Şeyi Satabilir mi? Kapitalistler Halka İstemediği Bir Şeyi Satabilir mi? Aslam Effendi Tota 1, kapitalistlerin reklamların gücüyle, gerçekten ihtiyaçları olmasa bile her çeşit malı insanlara satabileceklerine inanır mısın?

Detaylı

NEWSLETTER 12 TEMMUZ 2016 MİLLİ MEDYA KURULUŞLARINDA TEMİZLİK BAŞLIYOR!

NEWSLETTER 12 TEMMUZ 2016 MİLLİ MEDYA KURULUŞLARINDA TEMİZLİK BAŞLIYOR! NEWSLETTER 12 TEMMUZ 2016 MİLLİ MEDYA KURULUŞLARINDA TEMİZLİK BAŞLIYOR! Gazete köşelerini, televizyon programlarını işgal eden bu iki tip grubun çatışması içeride ve dışarıdaki düşman gruplara algı yönetimi

Detaylı

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir. Sayın Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir. Başkanımız Rifat Hisarcıklıoğlu TUSAF yönetimi başta olmak üzere, kongremizin

Detaylı

Bu çalışmada Devrimci İşçi Sendikaları

Bu çalışmada Devrimci İşçi Sendikaları TEZ ÖZETLERİ HAZIRLAYANLAR: ASLI KAYHAN MERVE MENEKŞE ÖZER TÜRKİYE'DE SENDİKA SİYASET İLİŞKİSİ: DİSK ÖRNEĞİ (1967-1975) YAZAR: SÜREYYA ALGÜL DANIŞMAN: Prof. Dr. DENİZ VARDAR Marmara Üniversitesi Sosyal

Detaylı

Eczacının Sağlık Sektöründeki Konumu ve. Mesleğin Genel Sorunları

Eczacının Sağlık Sektöründeki Konumu ve. Mesleğin Genel Sorunları BÖLÜM III Eczacının Sağlık Sektöründeki Konumu ve Mesleğin Genel Sorunları Eczacı, ilaç ve hammadde elde etmede, farmasötik madde ve müstahzar yapımında, çeşitli ilaç analizlerinde, ilacın tanınması ve

Detaylı

Değerli basın emekçileri

Değerli basın emekçileri Değerli basın emekçileri Sendikamız Yapı Yol Sen Köprü ve Otoyolların özelleştirilmesi gündeme geldiği tarihten itibaren Köprü ve Otoyolların özelleştirilmesine karşı çıkmış olup birçok eylem ve etkinlik

Detaylı

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'de 1990'lı yıllardaki duvar yazıları, İslamcılığın yükseldiği döneme yönelik yakın bir tanıklık niteliğinde. 10.07.2017 / 18:00 Doksanlı

Detaylı

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR Site İsmi : Zaman 53 Tarih: 10.05.2012 Site Adresi : www.zaman53.com Haber Linki : http://www.zaman53.com/haber/14544/camilerin-ayaga-kalkmasi-lazim.html ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Detaylı

GERİ TEPMENİN TEMEL UNSURLARI

GERİ TEPMENİN TEMEL UNSURLARI GERİ TEPMENİN TEMEL UNSURLARI BACKFIRE BASICS BRIAN MARTIN 2012 TRANSLATION: SEPTEMBER 2017 TRANSLATOR S NOTES Translated and individually evaluated GERİ TEPMENİN TEMEL UNSURLARI ortaya çıkarma (olanları

Detaylı

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor!

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor! Amway Avrupa nın Dünya Girişimcilik Haftası na özel 16 Avrupa ülkesinde yaptırdığı Girişimcilik Anketi sonuçları açıklandı! Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor! Amway Avrupa tarafından yaptırılan

Detaylı

10SORUDA AİLE SİGORTASI

10SORUDA AİLE SİGORTASI 10 SORUDA AİLE SİGORTASI T.C. ANAYASASI MADDE 60: Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar. 1. AİLE SİGORTASI Nedir? Aile Sigortası,

Detaylı

İSO YÖNETİM KURULU BAŞKANI ERDAL BAHÇIVAN IN KONUŞMASI

İSO YÖNETİM KURULU BAŞKANI ERDAL BAHÇIVAN IN KONUŞMASI İSO YÖNETİM KURULU BAŞKANI ERDAL BAHÇIVAN IN KONUŞMASI 2023 e 10 Kala Kamu Üniversite Sanayi İşbirliği Bölgesel Toplantısı nda konuya yönelik düşüncelerimi ifade etmeden önce sizleri, şahsım ve İstanbul

Detaylı

KONAKLAMA IŞLETMELERİNDE STRATEJİK YÖNETİM. Pazarlama Yönetmeni ve Eğitmen

KONAKLAMA IŞLETMELERİNDE STRATEJİK YÖNETİM. Pazarlama Yönetmeni ve Eğitmen KONAKLAMA IŞLETMELERİNDE STRATEJİK YÖNETİM SEVGİ ÖÇVER Pazarlama Yönetmeni ve Eğitmen 1 Stratejik yönetim, uzun vadeli planlamalar ve kararlar ile konaklama isletmelerinin en üst düzeyde etkin ve verimli

Detaylı

İÇİNDEKİLER KAPİTALİST ÜRETİM TARZI 41 I TEKEL-ÖNCESİ KAPİTALİZM 42

İÇİNDEKİLER KAPİTALİST ÜRETİM TARZI 41 I TEKEL-ÖNCESİ KAPİTALİZM 42 İÇİNDEKİLER 15 Ekonomi Politiğin Konusu 16 Toplum Yaşamının Temeli Olan Maddi Malların Üretimi 17 Üretici Güçler ve Üretim İlişkileri 23 Toplumun Gelişmesinin Ekonomik Yasaları 26 Ekonomi Politiğin Tanımı

Detaylı

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! TEMMUZ 2016 İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! Taşeron işçilere kayıtsız şartsız kadro! Kıdem tazminatıma dokunma! Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ne hayır! TAŞERON İŞÇİLERE KAYITSIZ ŞARTSIZ KADRO! AKP hükümeti

Detaylı

Tarihte, Günümüzde ve Devrimci Mücadelede Kadýnlar

Tarihte, Günümüzde ve Devrimci Mücadelede Kadýnlar Tarihte, Günümüzde ve ERÝÞ YAYINLARI Bu broþüre yer alan yazýlardan "Tarihte ve Günümüzde Emekçi " yazýsý, Kurtuluþ Cephesi'nin Mart-Nisan 1997 tarihli 36. Sayýsýnda; " " yazýsý, Kurtuluþ Cephesi'nin Mart-Nisan

Detaylı

Son 5 Yılda Türkiye Medyasında İnsan Hakları ve Nefret Söylemi. Şubat 2015

Son 5 Yılda Türkiye Medyasında İnsan Hakları ve Nefret Söylemi. Şubat 2015 Son 5 Yılda Türkiye Medyasında İnsan Hakları ve Nefret Söylemi Şubat 2015 Son 5 Yılda Türkiye Medyasında İnsan Hakları ve Nefret Söylemi Medya ve İletişim Merkezi İstanbul Enstitüsü İstanbul Enstitüsü

Detaylı

Medyada Riskler. Öğr. Gör. Dr. Deniz Sezgin Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi dsezgin@media.ankara.edu.tr

Medyada Riskler. Öğr. Gör. Dr. Deniz Sezgin Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi dsezgin@media.ankara.edu.tr Medyada Riskler Öğr. Gör. Dr. Deniz Sezgin Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi dsezgin@media.ankara.edu.tr Plan Tarihsel arka plan: Çocukların medya kullanımı Günümüzde medya ve çocuk Medyada çocukları

Detaylı

Doğal Afetler ve Kent Planlama

Doğal Afetler ve Kent Planlama Doğal Afetler ve Kent Planlama Yer Bilimleri ilişkisi TMMOB Şehir Plancıları Odası GİRİŞ Tsunami Türkiye tektonik oluşumu, jeolojik yapısı, topografyası, meteorolojik özellikleri nedeniyle afet tehlike

Detaylı

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 9TOPLUMSAL ETKİNLİKLER 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 11111 260 01 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 11111 262 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR

Detaylı

Müteşebbis Üniversiteliler Bilgi İletişim Topluluğu

Müteşebbis Üniversiteliler Bilgi İletişim Topluluğu Müteşebbis Üniversiteliler Bilgi İletişim Topluluğu www.munbit.org Tanıtım Dosyası 02 Müteşebbis Üniversiteliler Bilgi İletişim Topluluğu MÜNBİT, dünyayı değiştireceğine inanan, engelleri aşacağını bilen,

Detaylı

Yaz l Bas n n Gelece i

Yaz l Bas n n Gelece i Emre Aköz Yeni Okur-Yazarlar ve Gazetelerin Geleceği ABD li serbest gazeteci Christopher Allbritton õn yaşadõklarõ bize yazõlõ medyanõn (ki bu tabirle esas olarak gazeteleri kastediyorum) geleceği hakkõnda

Detaylı