BİRİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI GÜÇ DENGELERİ ARASINDA ÖNEMLİ BİR KİLİT NOKTASI: ORTADOĞU

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "BİRİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI GÜÇ DENGELERİ ARASINDA ÖNEMLİ BİR KİLİT NOKTASI: ORTADOĞU"

Transkript

1 1 GİRİŞ Tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan, farklı kültürlerin kaynaşmasına sahne olan, jeopolitik ve ekonomik açıdan önemli bir coğrafyaya sahip olan Ortadoğu bölgesi, dünya hâkimiyetinde söz sahibi olmak isteyen emperyalist güçler için her dönemde vazgeçilmez bir mücadele alanı olmuştur. Ortadoğu nun önemi, özellikle eski dünya kıtaları -Asya, Avrupa ve Afrika- arasında bir köprü vazifesi görmesinden, önemli su yollarına ve dünya petrol rezervlerinin 2/3 sine sahip olmasından kaynaklanmaktadır (Kocaoğlu, 1995, 5,174; Ülman, 1958, 232). Ortadoğu nun söz konusu özellikleri, onu emperyalizmin ilgi odağı haline getirirken, Ortadoğu hâkimiyetinin dünya hâkimiyeti için ne kadar gerekli olduğunu da ortaya koymaktadır. Milattan önceki dönemlerde Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve İran kökenli idarelerin yönetimi altında kalan Ortadoğu, Milattan Sonraki dönemlerde özellikle de İslâmiyet in ortaya çıkışıyla tek bir siyasi otorite altında toplanmış ve bugüne kadar genelde İslâm medeniyet havzasının coğrafi bütünlük alanı olarak görülmüştür. Haçlı seferleri ile daha çok belirginleşen bu ayrımda, Türkler de karşı cephenin (İslâm medeniyeti) öncüleri olarak kabul edilmiştir (Davutoğlu, 2003, 328). Ortadoğu daki Türk hâkimiyeti, XI. yüzyılda Büyük Selçuklular la başlamış, XIV. yüzyılda İlhanlılar Devleti ile devam etmiştir. Osmanlılar ise, XVI. yüzyılın başlarından I. Dünya Savaşı nın sonuna kadar, yaklaşık dört yüz yıl gibi uzunca bir süre Ortadoğu yu siyasi kontrolleri altında tutmuşlardır (Erendil, 1992, 11; Ersin, 2003, 21).

2 2 II. Dünya Savaşı na kadar İngiltere ve Fransa nın manda rejimlerinin etkisi altında kalan Ortadoğu bölgesi, savaş sonrasında üç büyük gücün mücadelesine sahne olmuştur. Bu güçlerin ilk ikisini; bölgeyi nüfuz ve kontrolü altına almak isteyen ABD ve SSCB, üçüncüsünü ise Arap milliyetçiliği fikrini savunarak Ortadoğu yu yabancı hâkimiyetinden kurtarmak isteyen Mısır oluşturmaktadır (Ülman, 1958, 233). Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılan II. Dünya savaşı sonrası dönemde Ortadoğu da, ABD ve Sovyet Rusya arasında yaşanan nüfuz mücadelesinde bir Ortadoğu ülkesi olan Türkiye de bölge politikalarında aktif şekilde yer almıştır. Bu dönemdeki dış politika felsefesini; Batı ya sıkı bağlarla bağlanma ilkesi üzerine oturtan Türkiye, Ortadoğu ya yönelik politikalarına bu açıdan yaklaşmıştır. Özellikle 1950 seçimlerini kazanan Demokrat Parti nin iktidara gelişiyle birlikte Türk dış politikasında, Türkiye nin çıkarı Batı nın çıkarıyla özdeştir. anlayışı hâkim olmuştur (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 615). Bu anlayış doğrultusunda, Batılıların öncülüğünde her türlü siyasal, askeri ve ekonomik kuruluşa katılmayı hedef edinen Türkiye, içinde bulunduğu bölgede de benzer düzenler kurmaya çalışmıştır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 311). Batı nın Ortadoğu daki çıkarlarını koruma adına Türkiye nin bölgede kurmaya çalıştığı savunma sistemleri, Batı emperyalizmine karşı mücadele veren ve bağımsızlıklarını kazanan Arap devletleri tarafından emperyalizmin sözcülüğünü yapmak şeklinde algılanmıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 615). Yakın geçmişinde emperyalizme karşı büyük bir mücadele veren Türkiye nin bu dönemde, Ortadoğu daki milletlerin bağımsızlık isteklerini göz ardı ederek bölgede Batı çıkarlarını üstün tutan bir politika izlemesi, Türkiye nin Arap ülkeleriyle olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu olumsuzlukta, Mısır, Suriye ve Irak ta patlak veren ve Sovyet Rusya yanlısı rejimlerin kurulmasıyla sonuçlanan ihtilâl hareketlerinin de büyük payı olmuştur (Albayrak, 2002, 870).

3 3 BİRİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI GÜÇ DENGELERİ ARASINDA ÖNEMLİ BİR KİLİT NOKTASI: ORTADOĞU 1.1. ORTADOĞU KAVRAMI Bugün Ortadoğu olarak tanımlanan bölge; tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, farklı etnik, dini ve kültürel yapıların kaynaşmasına sahne olmuş bir coğrafyadır. Uygarlık aşamalarının ilk basamakları sayılan tarım, yazı, şehir devletçiliği gibi gelişmeler ilk kez bu topraklar üzerinde yaşanmıştır. Ayrıca Ortadoğu nun kültürel ve iktisadi her türlü oluşumda belirleyiciliğini sürdürebilmiş olması, onu dünya politikaları açısından göz ardı edilemeyecek bir bölge haline getirmiştir (Öngör, 1965, 1; Niray, 2003, 9; Şehsuvaroğlu, 1997, 29). Dünya üzerinde uluslararası strateji politikaları açısından değerlendirildiğinde oldukça önemli bir coğrafyaya sahip olan Ortadoğu, çeşitli güç odaklarının bölge üzerinde kendi hâkimiyetlerini tesis etmek için uzun yıllardan beri verdikleri mücadelenin vazgeçilmez alanı olmuştur. Bölge, aynı zamanda uluslararası stratejiler ve ekonomik değerler açısından sahip olduğu olanaklar sebebiyle birtakım ideolojik gerekçelere dayandırılarak çatışmaların hiçbir zaman bitmediği hatta kasten bitirilmediği bir bölge olmaktan kurtulamamıştır ( Kocaoğlu, 1995, 5). O halde zaman zaman sahnedeki oyuncuların değiştiği ama rollerin hiç değişmediği ve savaşın süreklilik arzettiği bu bölge neresidir ve neden bu kadar önemlidir?

4 4 Gerek kavram gerekse tarihsel süreç olarak ciddi bir evrim geçiren Ortadoğu bölgesi, tarih boyunca Ön Asya, Batı Asya, Güneybatı Asya, Yakın Doğu gibi adlarla anıla gelmiştir (Demir, 2004, 17; Kürkçüoğlu, 1972, 1-2; Ersin, 2003, 18). Bölgeye ilişkin farklı dönem ve çevrelerce değişik tanımlamaların yapıldığı da görülmüştür. Söz konusu tanımlamaların değişiklikler göstermesi, bölgenin belirgin bir coğrafi birim olmamasından kaynaklanmıştır. Ortadoğu bölgesi coğrafi tanımlama açısından, Batı Avrupa ve Doğu Afrika gibi objektif niteliklere sahip olmadığından (Sander, 2000, 221), daha ziyade jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel açılardan tanımlamalar yapılmıştır. Ortadoğu ya yönelik yapılan stratejik tanımlamalar ise konuyu ele alanların dünya siyasetlerine ve konuya bakış açılarına göre değişiklik göstermiştir (Memiş, 2002, 7; Erendil, 1992,7). Ortadoğu nun adı gibi, sınırları ve kapsamı da kesin olarak belli değildir. Bölgenin sınırlarına ilişkin belirsizlik, tanımlama konusundaki gibi güçlü devletlerin genel dünya politikalarına uygun olarak değişiklik göstermektedir. Örneğin; emperyalist literatürde Şark Meselesi Ortadoğu şeklinde algılanırken içine aldığı coğrafya da Osmanlı İmparatorluğu sınırlarından daha öteye, Kuzey Afrika dan Hindistan a kadar uzanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri merkezli değerlendirmelerde; Kuzey Afrika dan başlayarak Balkan coğrafyasını içine alan ve İç Asya ya kadar uzanan alanı ifade eden büyük ortadoğu great middle east veya avrasya terimleri kullanılmaktadır. (Şahin, 2004, 165). İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya, Almanya gibi büyük devletler için ise Ortadoğu; üç kıtanın kesiştiği noktada stratejik öneme sahip bir köprüdür. Boğazlar aracılığıyla Karadeniz i Akdeniz e bağlarken Süveyş Kanalı ile de bu iki denizi Hint Okyanusu na bağlamaktadır (Kocaoğlu, 1995, 7; Erendil, 1992, 33). Kısacası, bölge üzerinde hâkimiyetini tesis etmek isteyen her emperyalist güç, kendi dünya siyaseti gereği Ortadoğu ya yönelik kendince bir alan sınırlaması getirmiştir.

5 5 Ortadoğu bölgesinin neresi olduğu konusunda farklı değer yargılarına göre yapılan farklı tanımlamalara karşı çıkan Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu nun sınırlarını şu şekilde belirlemektedir: Ortadoğu kavramının kültür-bağımlı muhtevası bir kenara bırakılarak kapsadığı alan göz önünde bulundurulduğunda bu alanın en bariz özelliği Afroavrasya dünya ana kıtasının kesişim alanını oluşturuyor olmasıdır. Bu bölge kara havzası açısından Asya nın batısını, Afrika nın kuzeyini, Avrupa nın doğu sınırlarını barındırmaktadır. Deniz havzaları açısından ele alındığında da, Akdeniz in güneyi ve doğusu, Karadeniz ve Hazar ın güney kıyıları bu bölgenin deniz hat sınırlarını oluşturmaktadır. Kızıldeniz ve Basra gibi önemli iç deniz ve körfezler ise tümüyle bu bölgede yer almaktadır. (Davutoğlu, 2003, 324) Ortadoğu kavramı, ilk kez Amerikalı Amiral Alfred Thayer Mahan tarafından deniz stratejisi açısından önemli sayılan Arabistan ile Hind Yarımadaları arasında kalan bölge için kullanılmıştır. Stratejik nitelikte olan bu tanımlama II. Dünya Savaşı içinde İngilizler tarafından aynı nitelikte, Ortadoğu Komutanlığı (Middle East Command) şeklinde kullanılmıştır (İsrail-Arap Harpleri, 1979, 2; Sander, 2000, 220). Ortadoğu teriminin yaygın kullanışı ise, II. Dünya Savaşı nı izleyen yıllarda gerçekleşmiştir. Özellikle XIX. yüzyılda, daha çok Osmanlı İmparatorluğu nun Balkanlar daki ve Doğu Akdeniz deki topraklarını ifade eden Yakındoğu kavramı zamanla yerini Ortadoğu terimine bırakmıştır. Bugün de kesin sınırlarla üzerinde birleşilmiş bir ismi olmamakla birlikte 1939 dan beri iktisadi bir teşkilât olan Middle East Supple Center ın yaygın kullanımıyla Ortadoğu terimi dünya çapında ( İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Arap Devletleri, Türkiye, İsrail, Birleşmiş Milletler vs.) benimsenen en yaygın ifade olmuştur ( Davutoğlu, 2003, 130; Öngör, 1965, 2).

6 6 Görüldüğü üzere, Ortadoğu kavramına ve bölgenin sınırlarına ilişkin halen tam bir kesinlik olmamakla birlikte, bölgeye yönelik bugün dünyada en yaygın ve benimsenen ifade olarak Ortadoğu terimi kullanılmaktadır. Bölgenin sınırları konusunda çoğu araştırmacının üzerinde hemfikir olduğu tanımlamaya göre de Ortadoğu; en dar şekliyle Türkiye, İran ve Mısır üçgeni ve bu bölge arasında kalan ülkeleri kapsarken, en geniş şekliyle bu devletlerle birlikte onlara komşu olan Müslüman ülkeleri içermektedir (Sander, 1996, 66) ULUSLARARASI STRATEJİ POLİTİKALARINDA ORTADOĞU YU ÖNEMLİ KILAN TEMEL FAKTÖRLER Uluslararası ilişkiler bağlamında devletlerin izledikleri dış politika ve stratejilerin doğru bir şekilde değerlendirilmesi için öncelikle söz konusu politika ve stratejilerin temelinde yatan unsurların belirlenmesi gerekmektedir. Böyle bir yaklaşım hem olayların daha iyi anlaşılmasını hem de olaylara daha objektif yaklaşılmasını sağlayacaktır. Bu açıdan bakıldığında, devletlerarası münasebetleri şekillendiren iki önemli unsurun varolduğu görülmektedir. Bunlardan ilki; dünya çapında yaşanan, başlangıcında ve sonrasında pek çok ülkeyi derinden etkileyen hatta ülkelerin kaderlerini belirleyici nitelikte olan büyük ve önemli dönüşümlerdir. Fransız İhtilali, I. ve II. Dünya Savaşları bu dönüşümlere verilebilecek en güzel örneklerdir (Roberts, 2003, 411,414). Gerçekten de her iki olayın başlangıcında ve sonrasında dünya önemli gelişmelere sahne olmuş, dünya güç dengelerinde dikkate değer değişimler yaşanmıştır. Dünya siyasetine yön veren, bloklar arasındaki güç değişimi, doğal olarak stratejik öneme sahip bölgelerin kaderlerini de aynı doğrultuda değiştirmiştir.

7 7 Uluslararası ilişkilerde belirleyici rol oynayan diğer unsur ise; ulusal çıkar faktörüdür. Bilindiği gibi devletlerin öncelikli hedefi, ulusal çıkarlarını korumak ve gözetmektir. Ne var ki devletlerin çıkarlarının birbirinden farklı olması farklı stratejileri de beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla, uluslararası alanda her devlet kendi çıkarları doğrultusunda bir siyaset izlemeye yönelmekte veya birtakım güç dengeleri kurma çabası içine girmektedir. Çünkü stratejik çıkarlar, ulusları çıkarlarını ilgilendiren bölgeleri -kendi ülkeleri dışında alanlar da olsa- denetlemeye ve korumaya çalışmalarını zorunlu kılmaktadır (Ökçün, 1958, 180). Bu teorik çerçevede, emperyalist güçlerin Ortadoğu ya yönelik geliştirdikleri stratejiler söz konusu etkenlerden kaynaklanmıştır. Ortadoğu, bugün olduğu gibi çok eski dönemlerde de uluslararası politikaların odak noktası olmuştur. Ortadoğu nun dünya siyasi tarihindeki önemi şüphesiz Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasındaki merkezi konumu sebebiyle kültürel, sosyal ve ekonomik açılardan büyük bir potansiyele sahip olmasından kaynaklanmıştır (Şehsuvaroğlu, 1997, 29). Üç kıta arasında bir köprü vazifesi gören bölge, tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, Hrıstiyanlık, Musevilik ve Müslümanlık gibi üç büyük dinin doğum yeri olmuş ve muazzam bir kültürel birikim ortaya koymuştur. Bölgede din, kültür ve tarih benzersiz bir farklılaşma göstermiştir. Öte yandan kara, deniz ve hava iletişiminin merkezi olması ve petrol başta olmak üzere önemli doğal kaynaklara sahip olması da güç odaklarının ilgilerini bölge üzerine çekmiştir (Karadağ, 2004, 9; Ersin, 2003, 21). Bu açıdan bakıldığında emperyalist güçlerin katkılarıyla Ortadoğu nun uygarlıklar, din ve mezhepler, ideolojiler ve ekonomiler arası önemli bir mücadele alanı olduğu görülmüştür. Dünya güç odakları için Ortadoğu yu önemli kılan temel unsurlar ise kısaca şu başlıklar altında toplanmaktadır (Kocaoğlu, 1995, 174; Şahin, 2003, ):

8 8 -Üç kıtayı birleştiren kara, deniz ve hava yollarının kilit noktası olması, -Dünya petrol rezervlerinin 2/3 nün Ortadoğu da yer alması, -Petrol ve doğalgaz akışının en kısa yollardan bu bölgeden sağlanması, -Önemli su yolları ve geçitlerine sahip olması, -Tarihin en eski din ve kültür merkezlerinin bölgede bulunması. Söz konusu özellikler Ortadoğu yu emperyalizmin ilgi odağı haline getiren unsurlar olup bölgeye hakim olmanın dünya hâkimiyeti için gerekliliğini de gözler önüne sermektedir. Kısa bir ön değerlendirmesi yapılan bu stratejik unsurların aşağıda ayrıntılı biçimde ele alınması konunun daha iyi anlaşılması açısından yararlı olacaktır Coğrafi ve Jeopolitik Faktör Ortadoğu, petrolün henüz bilinmediği ve endüstride kullanılmadığı dönemlerde (Giritli; Akt. Ersin, 2003, 19), kara ve deniz jeopolitiği bakımından dünya kıtalarının kilit noktasını oluşturmuştur. Tarih boyunca büyük medeniyetlere ev sahipliği yapan ve önemli gelişmelere sahne olan Ortadoğu, coğrafi konumu sebebiyle her dönem dikkatleri üzerine çeken bir bölge olmuştur. Coğrafya ve jeopolitik otoritelerinin Dünya Adası olarak niteledikleri Asya-Avrupa ve Afrika dan oluşan eski dünya kıtaları birbirleriyle Ortadoğu da bağlanmaktadır. Ayrıca bölge üç kıta arasındaki bu merkezi konum özelliği dışında, belli başlı dünya denizlerine açılan su yollarına da sahiptir. İlkçağlardan itibaren kara devletleri açık

9 9 denizlere inme siyasetini bu bölge üzerinden izlemişlerdir. Her ne kadar XV. yüzyılda gerçekleşen coğrafi keşiflerle birlikte bölgenin kıtalararası ulaşımdaki önemi azalmışsa da ilerleyen zamanlarda Süveyş Kanalı nın açılması ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dünya petrol ihtiyacının Ortadoğu dan sağlanma zorunluluğu, bölgeye yeniden önem kazandırmıştır. Ayrıca dünyanın en önemli su yolları olan Türk Boğazları, Kızıldeniz, Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi de bölgeye ayrı bir önem katmaktadır. Hint ve Atlas Okyanusları gibi Doğu ve Batı arasındaki iki büyük deniz ise Akdeniz aracılığıyla Ortadoğu da birbirine bağlanmaktadır (Memiş, 2002, 8-11; Sander,1996, 68; İsrail-Arap Harpleri, 1979, 3). Deniz eksenli güçlerin Avrasya stratejilerinin merkezinde bulunan Ortadoğu özellikle İngiltere ve ABD nin deniz ağırlıklı stratejileri için hem karşı stratejik gücün hâkimiyetine kesinlikle terk edilmemesi gereken bir savunma hattı, hem de Avrasya içlerine ve kıyı denizlerine yönelik stratejik egemenliğin önemli bir üssü olma özelliği taşımaktadır. Avrupa ve Asya kıtalarına yönelik her türlü müdahalede üs potansiyellerine sahip olan Ortadoğu bölgesi aynı zamanda, Avrasya yı çevreleyen Kore, Çin, Hind, Hin-i Çin, Arap, Anadolu, Balkanlar, İtalya, İber ve İskandinav yarımadalarından oluşan kenar kuşağın merkezinden Arap ve Anadolu yarımadalarını tümüyle, Hind ve Balkanları doğrudan etkileşim, İtalya ve İber yarımadalarını da deniz kıyı komşuluğuyla etkileme potansiyeline sahip olan Ortadoğu, kara jeopolitiğinin uluslararası güç dengelerine yansıyan iç mantığında vazgeçilmez bir öneme sahiptir (Davutoğlu, 2003, ). Amerikan global stratejisi üzerinde derin izler bırakan ünlü jeopolitikçi Nicholas Spykman ın bu konudaki tespitleri oldukça dikkat çekicidir. Spykman, kenar kuşak memleketlerini kara kuvvetleri ile deniz kuvvetleri arasında bir tampon bölge olarak görmüş ve bu bölgenin dünya hâkimiyeti için ne kadar önemli olduğunu şu şekilde ortaya koymuştur (Bilge, 1958, 168):

10 10 Kenar kuşak memleketlerine hakim olan Avrasya yı kontrol eder, Avrasya ya hakim olan dünyayı kontrol eder. Tüm bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; bugün Ortadoğu olarak adlandırılan bölge, jeopolitik açıdan sahip olduğu coğrafya bakımından dünyaya yönelik açılımların kilit noktasını oluşturmaktadır. Bu sebeple, dünya üzerinde hâkimiyet kurmak isteyen her güç, bunun ancak Ortadoğu da etkin bir varlık kurmakla sağlanabileceğini idrak etmiş ve bölge, tarih boyuca çeşitli bahanelerle emperyalizmin mücadele alanı olmuştur Ekonomik Faktör XIX. yüzyılın sonlarına kadar ekonomik açıdan önemini İpek Yolu nun son bulduğu nokta olmasından alan Ortadoğu, daha sonraları bölgede petrolün bulunmasıyla birlikte -özellikle Arap Yarımadası ve çevresindeki zengin petrol rezervleri bakımından- stratejik öneme sahip bir coğrafya haline gelmiştir. XX. yüzyılın en kıymetli ham maddesi olan petrole sahip olma düşüncesi, dünyayı bu yolla hâkimiyet kurmak isteyen devletlerin mücadele alanı yapmıştır. Modern ekonomilerin temel unsurlarından biri olan petrol; ona sahip olan ülkeleri de modern ekonomilere sahip kılmıştır. Bu nedenle petrolün ekonomik değeri tartışılmaz bir gerçektir (Karadağ, 2004a, 95, 2004b, 9,13; Kocaoğlu,1996, 12). Ortadoğu ya yönelik geliştirilen stratejileri sadece petrol unsuruna bağlamak mümkün değildir. Konu, Ortadoğu nun ekonomi merkezli siyasi tarihi açısından değerlendirildiğinde, petrolün tek başına yeterli olmadığı görülmektedir. Bugün

11 11 Ortadoğu olarak adlandırılan bölge, antik dönemlerden bu yana tarım potansiyeli ve ticaret aktarım hattı olarak önemli bir konumda yer almaktadır. Dünya ana kıtası üzerindeki bütün ulaşım ve ticaret yollarının Ortadoğu ile doğrudan veya dolaylı olarak bağlantı içinde olması, bölgeyi ekonomi eksenli politikaların merkezi haline getirmekte (Davutoğlu, 2003, 332) ve bu da dünya güç odaklarının dikkatlerini bölge üzerine çekmektedir. Tarihte güçleriyle kendilerini kabul ettiren devletlerin bölge ile ilgilenmelerinin temelinde, Ortadoğu nun coğrafi değerinin, ticari olanaklarının ve ekonomik kaynaklarının istismarı düşüncesi yatmıştır. Bu doğrultuda; Ortadoğu tarihi süreç içersinde, İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Osmanlıların ve son dönemlerde de ABD ile Çin gibi kıta devletlerinin ilgilerine hedef olmuştur (Erendil, 1992, 12; Karadağ, 2004b, 9). Ekonomik kaynak dağılımı açısından değerlendirildiğinde ise, Ortadoğu genel yapısı itibariyle petrol ile özdeşleşen bir coğrafya olarak görülmektedir. Nitekim, Ortadoğu teriminin insan zihninde ilk olarak petrol kavramını çağrıştırması şüphesiz bölgenin bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Dünya petrol kaynaklarının büyük bir kısmı -yaklaşık 2/3 ü- bu bölgede yer almakta ve bu kaynaklardan çıkan petroller Batı Avrupa ekonomisi için hayati önem taşımaktadır 1. II. Dünya Savaşı öncesi ağırlıklı olarak siyasal alanda mücadele eden büyük devletler, Ortadoğu da kendi petrol şirketlerini kurarak ürettikleri petrolle dünya siyasetine yön vermeyi hedeflemişlerdir (Ülman, 1958, 232; Saltıkgil,1970, 49-51; Bensch, 1970, 91). İkinci Dünya Savaşı nın ardından petrolün stratejik bir unsur olarak bölgesel ve uluslararası gelişmelerde önem kazanması tarih sahnesinde yeni bir dönemin başlangıcının da habercisi olmuştur. Savaş sonrasında başta ABD ve İngiltere olmak üzere diğer batılı devletler çeşitli entrikalarla pay alma yarışına girmişlerdir. Söz konusu devletlerin petrol unsurunu kullanmak suretiyle bölgedeki siyasi gelişmeleri 1 Dünya petrol rezervlerinin dağılımı ve bu dağılım içinde Ortadoğu nun payı Ekler bölümünde Ek-2 de verilmiştir.

12 12 denetleyerek genel siyasete yön verdikleri görülmüştür. Ayrıca petrol, bölgedeki oluşumlarını yeni başlatan siyasi birimler açısından da coğrafyanın pekiştirilmesi için yine bir araç olarak kullanılmıştır. Böylece XX. yüzyılın ilk yılları içerisinde Ortadoğu daki yoğun diplomatik pazarlıklar sonucunda büyük güçler kendi dengelerini yaratırken; bölgedeki siyasi unsurların da yoktan varolmalarının hazırlayıcısı olmuşlardır (Niray, 2003, 12; Şahin, 2003, ). Bu noktada; bölge dışı güçlerin Ortadoğu petrolleri için giriştikleri mücadelelerde ekonomik faktörlerin dış politika üzerinde ne derece etkili olduğu açıkça görülmüştür. Diğer taraftan petrolün stratejik öneme sahip bir ham madde olmasında yeryüzüne dağılımının da büyük ölçüde etkili olduğu söylenebilir. Petrol rezervlerinin yeryüzüne dengeli bir şekilde dağılmayışı, bazı bölgelerde üretim ve tüketim fazlalıklarını ortaya çıkarmış, bu durum ise petrolü belirli ülkelerin başka alanlarda edinmek zorunda oldukları hayati öneme sahip bir ham madde haline getirmiştir (Taşlı, 1991; Akt. Ersin, 2003, 24). Özellikle uluslararası ekonomik dengelerin Asya dan Avrupa ya kayması sürecinde, Sanayi Devrimi nin de etkisiyle enerji kaynaklarına duyulan gereksinimin artması, petrolü stratejik bir araç, Ortadoğu yu da stratejik bir rekabet alanı haline getirmiştir (Niray, 2003, 12). Böylece, Ortadoğu sadece ticari ve doğal kaynak aktarım hattı olarak değil, doğal kaynak stoku olarak da başlı başına önemli bir stratejik konum kazanmıştır. Petrol rezervlerinin az olduğu bölgelerin tüketim oranlarına bakıldığında ise, söz konusu bölgelerdeki oranların, rezervlerin çok olduğu bölgelere kıyasla daha yüksek olduğu görülmektedir. Petrol üretim ve tüketim oranları arasında görülen farklılaşma, petrolün işlenmesine yönelik talebin en çok olduğu bölgelerde yapılmasından kaynaklanmaktadır (Gürel, 1979, 23). Ortadoğu bölgesinin dünya ham petrol üretimindeki payı ve bu petrolün kullanım oranı aşağıdaki grafikte verilmiştir.

13 13 Bölgelere Göre Petrol Üretim ve Tüketim Oranlarının Yüzdesel Dağılımı Kuzey Amerika Batı Avrupa Ortadoğu Afrika Asya Pasifik Sosyalist Ülkeler SSCB Çin Halk Cumhuriyeti Ülkeler Toplam Üretim Payı % Toplam Tüketim Payı % Grafikte de görüldüğü gibi, Ortadoğu nun dünya petrol rezervlerinin önemli bir kısmına sahip olması bölgenin stratejik yapılanmasında etkili olduğu kadar, küresel ve bölgesel güçlerin bu yapılanma içindeki durumlarını belirlemelerinde de önemli rol oynamıştır. Başka bir ifadeyle petrol, modern zamanlarda iki önemli çatışma alanı olan, jeopolitik ve ekonomik güç dağılımının kesişim alanını oluşturmuştur. Daha önceleri çorak ve verimsiz alanlar olarak görülen coğrafi bölgeler, petrolün bulunmasıyla birlikte klâsik jeopolitik yaklaşımları değiştirmiştir. Petrolün ekonomik değerinin hızlı bir artış göstermesi, petrolü uluslararası güç dengelerinin temel unsuru haline getirmiştir (Davutoğlu, 2003, 333). 2 Söz konusu değerler International Petroleum Encylopedia (1976) ve The Petroleum Economist(1977) verileri göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Gürel, 1979, 23.

14 14 Kısacası, Ortadoğu petrolleri üzerindeki kontrol, uluslararası alanda devletler arasındaki güç dağılımı bakımından son derece önemlidir. Çünkü petrol politik, ekonomik ve askeri olarak paraya ve güce çevrilebilen en uygun metadır (Kocaoğlu, 1995, 10,178). Bu kaynağı kontrol etmek, bir yandan dünya sermaye gücünü kontrol etmeyi, diğer yandan da bütün insanlığa hükmetme imkânını elinde bulundurmayı sağlamaktadır (Ersin, 2003, 25). Dünya üzerindeki büyük güçlerin Ortadoğu ya yönelik izledikleri politikalara bakıldığında bölgede mevcut kaynak bakımından petrolün taşıdığı önem kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu nedenledir ki Ortadoğu, petrol üretim miktarı ve petrolden elde edilen gelirler sebebiyle uluslararası politikaya en çok konu olan bölgelerden biri olmuştur (Taşlı, 1991; Akt. Ersin, 2003, 29) Jeokültürel ve Dini Faktör Ortadoğu nun coğrafi ve ekonomik özelliğinin yanında sahip olduğu tarihi geçmiş de bölgeye ayrı bir önem katmaktadır. Yapılan araştırmalar da göstermektedir ki Ortadoğu nun tarihi, milattan önceki dönemlere kadar uzanmaktadır. Tarihin bilinen en eski ve köklü uygarlıklarına ev sahipliği yapan ve farklı kültürlerin birbirleriyle kaynaşmasına sahne olan Ortadoğu, oldukça renkli bir yapı sergilemektedir. En eski çağlardan bu yana dünyanın merkezi olarak nitelendirilen Ortadoğu, tarih boyunca Mezopotamya, Mısır, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı gibi büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve bu kültürel birikim üzerine şekillenmiş olan Batı medeniyetleri arasında da bir köprü oluşturmuştur (Niray, 2004, 9; Öngör, 1965, 1). Dolayısıyla, bölgenin dünya üzerindeki bu merkezi konumu, onu kültürel etkileşimlere de açık hale getirmiştir.

15 15 Diğer taraftan, Ortadoğu daki kültürel oluşumların insanlık tarihini derinden etkileyen sonuçlar doğurması, bölgeyi evrensel ve yerel nitelikli kültürel karşılaşmaların ve hesaplaşmaların merkezi yapmıştır. Uluslararası ilişkilerde belirleyici bir unsur olan din faktörünün, bölge için apayrı bir önemi vardır. Hrıstiyanlık, Musevilik ve İslâmiyet gibi üç büyük dinin Ortadoğu kökenli olması ve önemli din merkezlerinin burada yer alması bölgeyi son derece önemli kılmıştır (Ersin, 2003, 21; Erendil, 1992, 39-40). Söz konusu dinlere mensup toplumların Ortadoğu halkları üzerinde etkili olduğu düşünülürse, bölgenin tarihsel gelişiminin bu çerçeve içinde şekillendiği söylenebilir. Ortadoğu nun kendi içinde sahip olduğu bu jeokültürel çeşitlilik, bölge içinde kimi zaman kaynaşmalara aracı olurken kimi zaman da mücadelelere ve parçalanmalara sebep olmuştur. Bölgenin jeopolitik ve jeoekonomik olanaklarını istismâr etmek isteyen her unsur, etnik ve kültürel farklılıkları kullanarak bölge içinde sürekli bir huzursuzluk ve çatışma ortamı yaratmıştır (Hourani, 1997, ; Dağı, 1995, ; Şahin, 2004, 166). Kısacası, oldukça zengin bir kültürel mirasa sahip olan Ortadoğu bölgesi, aynı zamanda da sürekli kavga ve çatışmaların vazgeçilmez alanı olmuştur.

16 ORTADOĞU ÜLKELERİ Büyük bir devletler topluluğu olan Ortadoğu coğrafyası, günümüzde ciddi bir evrim geçirmektedir. Özellikle XX. yüzyılın ortaya çıkardığı milli devletler, büyüklü küçüklü arazi ve nüfuslarıyla bölgede hızlı bir oluşum sürecine girmişlerdir. II. Dünya Savaşı sonunda bağımsızlık düşüncelerinin etkinlik kazanmasıyla Ortadoğu daki sömürge idareleri de yerlerini birer birer yeni devletlere bırakmıştır (Erendil, 1992, 1). Genel sınırları çizilmiş bölge içersinde yer alan ülke yapılarının incelenmesi, Ortadoğu ya yönelik geliştirilen stratejilerin hedeflerini belirlemede yararlı olacağından bu kısımda; Ortadoğu ülkelerinin genel yapıları ele alınmıştır. Bu noktada, Ortadoğu da yer alan ülkelerin başında; İran, Irak, Suriye, Türkiye, Mısır, İsrail, Suudi Arabistan, Lübnan, Ürdün, Kuveyt, Kıbrıs ve Umman Devletleri yer almaktadır İran Resmi adı İran İslâm Cumhuriyeti olan İran, Ortadoğu nun en büyük ülkelerinden biridir. Ülke; kuzeyde Hazar Denizi, güneyde Umman Denizi ve Basra Körfezi, doğuda Afganistan, Pakistan ve Türkmenistan, batıda ise Türkiye, Irak, Azerbaycan ve Ermenistan ile çevrilidir. Geçmiş dönemlerde Pers ülkesi olarak anılan ülke, 1935 yılında resmen İran adını almıştır (Memiş, 2002, 40; Erendil, 1992, 20). 3 Ortadoğu bölgesinin sınırları içinde kalan ülkeler Ekler bölümünde Ek-1 de verilmiştir.

17 17 I. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş esnasında İran, devlet otoritesi ve milli birliği zayıf, anarşinin hüküm sürdüğü, Rus, Alman ve İngiliz kuvvetlerinin etkin olduğu bir ülke yapısı sergilemiştir. Savaş sonrasında Rusya ve İngiltere nin bölge üzerindeki etkinlikleri önemli ölçüde azalırken (Armaoğlu, 2000, 208; Tanrıkulu, 1970, 34), bir Kazak Tugayı Komutanı olan Rıza Şah Pehlevi nin gerçekleştirdiği darbe sonucu ülke, Pehlevi hanedanlığının idaresi altına girmiştir yılından itibaren ülkenin idaresinde söz sahibi olan Pehlevi Rejimi, 1979 yılında gerçekleştirilen İslâm Devrimi yle birlikte sona ermiştir. İslâm Devrimi nin ardından İran halkı tarihinde ilk kez gerçek bir referanduma gitmiş ve % 98.5 gibi bir çoğunluk İslâm Cumhuriyeti nden yana oy kullanarak Humeyni Hükümeti ni ülkenin başına geçirmiştir. Böylece, İran tarihinde yer etmiş olan Şahlık Rejimi sona ermiştir (İran İslâm Cumhuriyeti Büyükelçiliği, 2001, 13). Humeyni Hükümeti nin izlemiş olduğu siyaset çerçevesinde İran, şer i esasların temel alındığı İslâmi nitelik taşıyan bir devlet yapısına kavuşmuştur. İran ın ekonomik yapısına bakıldığında ise, petrol ve doğalgaz ihracatından elde edilen gelirlerin ülke ekonomisinin can damarını oluşturduğu görülmektedir. Ortadoğu petrollerinin % 10 una sahip olan ülke, dünya doğalgaz rezervleri sıralamasında da ikinci sırada yer almaktadır (Erbakan, 1991, 9; Akt. Ersin, 2003, 24). Bu durum da kendisini her zaman dikkat çeken bir bölge yapmıştır Irak Fırat ve Dicle havzası üzerinde kurulmuş olan Irak toprakları tarihte Sümer, Akad, Babil, Asur, Roma, Bizans, Sasani, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı gibi birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Topraklarının stratejik bir mevkide bulunması Irak

18 18 coğrafyasını her dönem hareketli kılmıştır. Irak ın bugün doğuda İran, güneyde Basra Körfezi, Kuveyt ve Suudi Arabistan, batıda Ürdün ve Suriye, kuzeyde de Türkiye ile sınırları bulunmaktadır (Erendil, 1992, 21; Memiş, 2002, 41). I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı yönetimi altında olan Irak toprakları, savaş sonrası yapılan San Remo Konferansı yla İngiliz mandası altına girmiştir. Daha en başında bölgenin tabii kaynakları ve stratejik öneminin farkına varan İngiltere için Irak toprakları, Hindistan daki sömürgelerine giden yollarının güvenliği açısından XIX. yüzyıl boyunca vazgeçilmez bir ilgi alanı olmuştur. Irak, her ne kadar 1930 da tam bağımsızlığını kazanmış olsa da ülke yönetimi uzunca bir süre perde arkasındaki İngilizler tarafından sürdürülmüştür (Eraslan, 2003, 18,420). II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere nin Ortadoğu daki yerini ABD almış ve Irak, bu kez de Amerikan politikalarına hedef olmuştur. Tek hedefi, Ortadoğu petrollerini ele geçirmek olan ABD, Irak ı söz konusu plânları içine katmaya çalışmıştır (Niray, 2003, 12-13; Kürkçüoğlu, 1972, 54-55). Irak ın içerde karşılaştığı diğer sorunlar ise; İngilizlerin bölgede bir Kürt Devleti kurdurmak istemesinden kaynaklanan Kürt Meselesi ve ülkedeki Sünni ve Şiiler arasındaki iktidar mücadelelerinden kaynaklanan mezhep çatışmalarıdır (Kılıçoğlu ve Oğuz, 2004, ).

19 Suriye Tarih boyunca çeşitli isimlerle anılan Suriye bölgesinin Arap Tarihi kaynaklarındaki adı, Şam ve Dımaşk olarak geçmektedir (Yücel ve Sevim, 1992, 304; İslam Ansiklopedisi, Suriye Maddesi, 1997, 51). 4 Suriye adı ise Batılı devletlerce XIX. yüzyılda bölgesel olarak kullanılmaya başlanmıştır (Umar, 2003,1). Etrafı; Irak,Türkiye, İsrail, Ürdün, Lübnan ve Akdeniz ile çevrili olan Suriye (Erendil, 1992, 22; Memiş, 2002, 42), sahip olduğu coğrafi konum sebebiyle ilk çağlardan itibaren pek çok istilâya uğramıştır. Anadolu ve Mısır arasında köprü vazifesi görmesi de yine kendisini bu bölgelerde kurulan devletler arasında vazgeçilmez bir çekişme ve nüfuz alanı yapmıştır. Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı egemenliği altına giren Suriye toprakları, I. Dünya Savaşı sonrasında yapılan San Remo konferansıyla Fransız mandası altına alınmıştır. Arap bütünlüğünü parçalamak isteyen Fransa, Lübnan ı Suriye den ayırmış ve geri kalan Suriye topraklarında da federal bir sistem kurmuştur (Armaoğlu, 2000, 198; Ülman, 1966, 4). Fransızların bu yaklaşımları bağlantısızlık politikasını benimseyen, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı olan Baas İdeolojisinin temellerinin bu ülkede atılmasında etkili olmuştur. Michael Eflâk ve Selahattin El-Bitar tarafından 1943 yılında başkent Şam da kurulan Baas Partisi daha sonra çoğu Arap devletlerinde de etkin bir konum kazanmıştır (Ersin, 2003, 35-36). II. Dünya Savaşı na kadar Fransız hâkimiyetinde yönetilen Suriye, Fransızların savaştan yenik çıkmasıyla birlikte, 12 Nisan 1946 da tam bağımsız bir 4 İslam literatüründe Suriye, Akdeniz in doğu sahili ile kuzeyde Anadolu, doğuda Fırat nehri ve güneyde Arap çölü ( Bâdiyat al-arab) ile çevrili bölgeye verilen isimdir. Müslümanların bölgeyi fetihlerinden sonra ise, Bilad al-şa m (al-şam) ismi yaygın olarak kullanılmıştır. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için bkz. İslam Ansiklopedisi, (Suriye maddesi), Cilt XI, 1997,s 51; A. Hâluk Ülman, (1966) Suriye Buhranı, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.

20 20 devlet haline gelmiştir. Ancak ülke, içerde Birleşik Arap Cumhuriyetleri adını taşıyan Mısır ile birleşme taraftarları ve bağımsız kalmak isteyenler arasında yaşanan mücadeleler sebebiyle uzunca bir süre istikrâra kavuşamamıştır (İslam Ansiklopedisi, Suriye Maddesi, 1997, 649; Caşın, 1995, 61-62; Akt. Karakoç, 2003, 437) Türkiye Coğrafi konum açısından değerlendirildiğinde, Ortadoğu ülkelerinin Batı ya açılan penceresi niteliğinde olan Türkiye, jeopolitik ve stratejik açılardan son derece önemli bir coğrafya üzerinde yer almaktadır. Türkiye; Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Balkanlar ve Doğu Akdeniz e komşu bir ülkedir. Çok yönlü bu coğrafi özellik, onu aynı anda birden fazla coğrafyanın ülkesi yapmaktadır. Bu bakış açısından hareketle, Türkiye nin yalnızca bir Asya ve Ortadoğu ülkesi olmayıp, aynı zamanda bir Avrupa, Balkan, Doğu Akdeniz ve Karadeniz ülkesi olduğu sonucuna varılabilir (Akdemir-Çağlıyan ve Kuşçu, 2004, 21,24; Sander, 2000, ). Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında köprü vazifesi gören Anadolu Yarımadası (Soysal ve Batu, 1965, 9), tarihin ilk çağlarından itibaren her türlü gelişmeye tanıklık etmiş, kültürler arası etkileşimin aracısı olmuştur. Türkiye, gerek doğu-batı ekseninde gerekse kuzey-güney ekseninde yapılabilecek her türlü ekonomik ve askeri müdahaleyi kontrol edebilecek önemli üs potansiyellerine de sahiptir. Bu nedenle dünya hâkimiyeti kurmak isteyen devletler için Türkiye, kilit bir ülke konumundadır (Korkmaz, 1999,95; Akt. Bolat ve Çeşme, 2003, 181). Dolayısıyla dünya çapında yaşanan her gelişme, ister Doğu kökenli olsun ister Batı kökenli olsun hep bu topraklar üzerinden dünyaya ulaşmıştır. Bir başka ifadeyle, bugün Anadolu denilen coğrafya tarihe tanıklık etmiş topraklardır.

21 21 Diğer ülkeler gibi tarihin en eski medeniyetlerine yurt olan bu coğrafyada hiç şüphe yok ki en derin izleri Osmanlı Devleti bırakmıştır. Bu topraklar içinden çıkıp altı yüz sene varlık gösterebilmiş ve üç kıtaya hükmetmiş bir imparatorluk olarak Osmanlı Devleti nin ülke tarihindeki yeri elbetteki yadsınamayacak bir gerçektir. Fakat pek çok ülkenin kaderini değiştiren I. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti nin de sonunu hazırlamıştır. Savaş sonrası ülke topraklarının emperyalist devletlerce paylaşılması, Mustafa Kemal Atatürk ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı nı başlatmış ve emperyalizme karşı büyük bir mücadele örneği verilmiştir. Türk Bağımsızlık Savaşı nın kazanılmasının ardından 24 Temmuz 1923 te yapılan Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti ni Avrupa uluslar hukukuna dahil etmesi ve Ortadoğu daki ilk laik devletin kurulduğunu göstermesi bakımından son derece önemli bir antlaşmadır (Tanör, 1998, 124; Memiş, 2002, 39). Türkiye, ekonomik kaynaklar açısından değerlendirildiğinde, belki diğer Ortadoğu devletleri gibi petrol ile özdeşleşen bir coğrafya görünümü sergilememektedir. Ancak gerek tarım gerekse ticaret aktarım hattı ve ulaşım ağı bakımından önemli üs potansiyellerine sahip bir bölgedir (Akdemir-Kuşçu ve Çağlıyan, 2004, 43). Nitekim, dünya güçlerinin Ortadoğu ya yönelik geliştirdikleri stratejilerde de Türkiye yi tampon bölge olarak algılamalarında bu özellikler etkili olmaktadır Kıbrıs Sicilya ve Sardunya adalarından sonra Akdeniz in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz ticaret yolları üzerinde olması sebebiyle her dönem dikkat çeken bir bölge olmuştur. Geçmiş dönemlerde Mısırlılar, Hititler, Akalar, Dorlar,

22 22 Fenikeliler, Asurlular, Persler, Romalılar, Araplar, Fransızlar, Cenevizliler, Venedikliler, Osmanlılar ve İngilizler Ada üzerinde hâkimiyet kurmuş başlıca toplumlardır (Alasya,1964, 13-15; İNAF,1992, 7). Kıbrıs, tarih boyunca kaderi dışardan belirlenmiş bir Ada dır. Üzerinde yaşayan insanların yanı sıra içinde bulunduğu bölgeyi ve uluslararası sistemi etkileyen sorunların adası olarak nitelenen Kıbrıs ın önemi coğrafi konumundan kaynaklanmaktadır. Uluslararası stratejik hâkimiyet teorilerinin merkezinde yer alan Kıbrıs, eski dönemlerden beri Ortadoğu ya açılmak isteyen devletler için stratejik ve ticari öneme sahip vazgeçilmez bir üs olmuştur. Ada, hem Ortadoğu petrollerinin ulaşım yollarına hem de buradan dünyaya açılan kara, deniz ve hava yollarını kontrol edebilecek bir konuma sahiptir (Gürel,1984, 9,11; Bozkurt,2002, 9). Dolayısıyla Ada nın hâkimiyeti, gerek Akdeniz gerekse Ortadoğu hâkimiyeti açısından oldukça önemlidir. Bugün toprakları üzerinde iki farklı milletin yaşadığı Kıbrıs ın siyasi durumu büyük ölçüde dış güçler tarafından belirlenmiştir. Bilhassa, II. Dünya Savaşı nın ardından Kıbrıs Meselesi ile yakından ilgilenmeye başlayan Yunanistan bu yolla, Kıbrıs ı İngiltere nin elinden çıkararak Batılıların bölgedeki durumunu zayıflatmak ve adanın kendisine ilhak edilmesini enosis sağlamak istemiştir. Kıbrıs topraklarında yüz yirmi bin civarında Türk vatandaşının bulunması, doğal olarak Türkiye yi enosis konusunda söz sahibi yapmıştır yılından sonra Ada da Yunan tethişçiliğinin artması, Türk-Yunan ilişkilerini oldukça gerginleştirmiştir. Bir yandan ABD, bir yandan da NATO nun baskısıyla Türkiye ve Yunanistan arasında ikili görüşmelere gidilmiş ve 1959 yılında Türk-Yunan-İngiltere ve Kıbrıs Türk ve Rum temsilcileri arasında Garanti Antlaşması imzalanmıştır yılında yürürlüğe giren Kıbrıs Anayasası ile Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuştur (Armaoğlu, 2000, ).

23 23 Kıbrıs Cumhuriyeti nin kurulmasına rağmen Rum kesiminin söz konusu devleti işlemez hale getirmesi ve Türklere karşı soykırım uygulamalarını başlatması, iki taraf arasında tekrar gerginliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, 1964 yılında Tarafsızlar Konferansı na yolladığı mesajında; Rum kesiminin self-determinasyon mücadelesi adı altında Türk cemaatine karşı ırk ve inanç ayrımı politikası takip ettiğini ve gerçek niyetlerinin Ada yı Yunanistan la birleştirmek olduğunu açıklamıştır. 5 Türkiye, Garanti Antlaşması ndan doğan hakkını kullanarak 1974 yılında gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı ile yaşanan gerginlikler sona ermiş ve Ada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti arasında bölünmüştür (Erendil, 1992, 27-28). Ancak söz konusu düzenlemenin soruna kökten bir çözüm getirdiğini söylemek pek mümkün değildir. Öyle ki bugün Türkiye yi en fazla uğraştıran meselelerden biri olan Kıbrıs Sorunu, Türkiye nin Avrupa Birliği ne üyeliğinde de belirleyici olmaktadır Mısır Afrika Kıtasının kuzey doğu ucunda yer alan Mısır Arap Cumhuriyeti, Ortadoğu nun en geniş topraklara sahip ülkesidir. Kuzeyi Akdeniz, doğusu Kızıldeniz ile çevrili olan ülkenin siyasi sınırlarını ise; güneyde Sudan, batıda Libya, kuzey doğuda da İsrail ile olan kısa sınırı oluşturmaktadır (Akgür ve Roca, 1997, 4). 5 Dışişleri Belleteni (Ekim-Aralık 1964), Sayı:3, Ankara, s. 15.

24 24 Beş bin yıllık bir tarihi mirasa sahip olan Mısır (Erendil, 1992, 26; Memiş, 2002, 48), bulunduğu konum itibariyle tarih boyunca büyük medeniyetlerin istilâlarına uğramış ve bu sebeple uzun yıllar istikrâra kavuşamamıştır. Yavuz Sultan Selim zamanında (1517) Osmanlı topraklarına dahil edilen ülke, I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere nin egemenlik haklarını kurduğu iki Osmanlı toprağından biri olmuştur (Armaoğlu, 2000, 204). Her ne kadar Mısır, 1922 de bağımsız bir devlet olduğunu açıklamışsa da ülkedeki İngiliz varlığı ve Süveyş Kanalı üzerindeki kontrol bir süre daha devam etmiştir yılında yapılan genel seçimlerde General Abdül Nâsır ın başa gelişiyle ülkedeki İngiliz hâkimiyeti sona ererken aynı yıl Süveyş Kanalı da millileştirilmiştir (The Middle East, 1957, 88-89; Kürkçüoğlu, 1972, 81-82) yılına kadar Krallık İdaresi ile yönetilen Mısır, bu tarihten itibaren Cumhuriyet Rejimine geçmiştir Anayasası nda da Mısır demokratik ve sosyalist sisteme dayalı bir Arap Cumhuriyeti olarak tanımlanmıştır (Yavi ve Yazıcıoğlu Yavi, 1996, 147). Mısır ın geçmişten bu yana izlediği genel dış politikaya bakıldığında, büyük çapta bir değişim yaşandığını görmek mümkündür. Nasır döneminde Doğu Bloku ile sıkı ilişkiler kurulurken, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemlerinde tam aksine Batı ve özellikle de ABD yanlısı bir politika izlenmiştir. Bunda ülkenin Amerikan yardımına olan ihtiyacının büyük etkisi vardır. Devlet eliyle alınan tüm önlemlere rağmen Mısır ekonomisi yeterli gelişmeyi gösterememekte ve başta ABD olmak üzere pek çok Batılı kaynaktan ve uluslararası finans kurumlarından yardım almaktadır. Tüm bu koşullara rağmen Mısır, Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yönelik ticarette önemli bir köprü vazifesi görmektedir (Akgür ve Roca, 1997, 11-17).

25 Ürdün Resmi adı, Haşimi Ürdün Krallığı olan Ürdün ün Suriye, Irak, Suudi Arabistan ve İsrail ile sınırları bulunmaktadır. Güneybatısında yer alan Akabe Limanı ise ülkenin Kızıldeniz e açılımını sağlamaktadır (Sobutay ve Engin,1997,1; Erendil, 1992, 23). Ortadoğu nun jeopolitik yapılanması Ürdün ü bölgesel politikaların kilit noktası haline getirmiştir. Ürdün, bir yandan Filistin ve Batı Şeria bağlantısı üzerinden İsrail, Suudi Arabistan, Irak ve Suriye gibi ülkeler arasında, diğer taraftan da Akabe Körfezi ndeki konumuyla Mısır Irak, Mısır Suriye ve Suriye-Suudi Arabistan arasında tampon bir rol üstlenmiştir. Bu tampon konum, Ürdün ü, hem Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki hem de Arap ülkelerinin kendi aralarındaki lojistik rekabetin en önemli unsurlarından biri kılmıştır (Davutoğlu, 2003, ). XVI. yüzyılın başından Birinci Dünya Savaşı na kadar geçen sürede Osmanlı Devleti nin bir vilâyeti olan Ürdün toprakları savaş sırasında İngiliz işgaline uğramıştır. İngiltere, Ürdün le olan ilişkilerini manda rejimi yerine antlaşma münasebeti şeklinde geliştirmeyi tercih etmiştir. Bu doğrultuda 22 Mart 1946 da yapılan bir antlaşmayla bağımsızlığını kazanan Ürdün, 1948 de yapılan yeni bir antlaşmayla da Haşimi Ürdün Krallığı adını almıştır (Memiş, 2002, 44; Armaoğlu, 2000, 204; The Middle East, 1959, ) den bu yana ise, ülkenin Batı Yakası ( Batı Şeria ) İsrail işgali altında bulunmaktadır. Ürdün, ekonomik açıdan gelişmiş bir yapıya sahip olmamakla beraber dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biridir. Ortadoğu pazarına açılan bir kapı olmasının yanısıra ekonomik ve siyasi istikrârı, düşük işgücü maliyeti ile yatırımlar için oldukça uygun bir ülkedir (Sobutay ve Engin, 1997,95).

26 Lübnan Resmi adı, El Cumhuriyye el Lübnaniyye olan ve bir zamanlar Ortadoğu nun en gelişmiş ülkelerinden biri olarak nitelendirilen Lübnan da yaşanan iç savaşlar ülkenin bu özelliğini silerken komşuları tarafından işgaline de sebep olmuştur. Ülkenin Akdeniz kıyıları dışında Suriye ve İsrail ile sınırı bulunmaktadır (İslam Ansiklopedisi, Lübnan Maddesi, 1997, 101; Erendil, 1992, 22). Eski bir Akdeniz ülkesi olan Lübnan ın tarihi çok eskilere kadar uzanmaktadır. Uygarlık tarihinde derin izler bırakan Fenikeliler bu topraklarda yaşamışlardır. Daha sonraları da yine çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan Lübnan, I. Dünya Savaşı sonunda Suriye ile birlikte Fransız mandasına girmiştir. Fransa, Mayıs 1926 da Lübnan a sözde bir bağımsızlık vererek Lübnan Cumhuriyeti ni ilân etmiştir. Ülke Anayasası nda yetkilerin büyük ölçüde Fransız manda rejimi çerçevesinde belirlenmiş olması, ülkedeki milliyetçilerin ayaklanmalarına yol açmış ve bir ittifâk anlaşmasıyla, Lübnan 1936 da yarı bağımsız bir devlet sayılmıştır. Bu anlaşmanın, Milletler Cemiyeti nin onayından geçmesinden üç sene sonra ülkenin tam bağımsızlığına kavuşacağı kararlaştırılmıştır (Armaoğlu, 2000,199; Acar, 1989, 33-34). II. Dünya Savaşı ndan sonra ise ülke iç karışıklıklar ve komşularının saldırılarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır.

27 Umman Umman Sultanlığı; batıda Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, güneyde Yemen Cumhuriyeti, kuzeyde Hürmüz Boğazı ve doğuda Arap Denizi ile sınırlıdır (Erendil, 1992, 249). Arkeolojik kazılar ve araştırmalar bu bölgede medeniyetin en az 5000 yıl öncesine kadar uzandığını göstermiştir. Sümer Tabletleri nde Megan yani Bakır Ülkesi olarak geçen ülkenin Umman olduğu anlaşılmıştır (Umman Sultanlığı Tanıtma Bakanlığı, 1996, 20, 26). Arap Yarımadası nın güneydoğu ucunda yer alan Umman, ayrıca Hindistan yolu üzerinde olması sebebiyle korsan kıyısı olarak da anılmıştır. Arapların elinde bulunan ticaret yollarını hâkimiyetleri altına almak isteyen Portekizliler ve İngilizler bu kıyıları işgal ederek buralarda küçük limanlar kurmuşlardır (Erendil, 1992, 24; Memiş, 2002, 46) lerden sonra yabancı unsurlar tasfiye edilmiş ve bölge yeniden Arap egemenline girmiştir. Ortadoğu devletlerine oranla iktisadî açıdan gelişmiş bir ekonomiye sahip olmayan Umman, geliştirdiği projelerle kalkınmaya çalışan ülkeler arasında yer almaktadır. Ülke gelirlerinin önemli bir kısmı ise petrol ve doğalgaz ihracatından sağlanmaktadır.

28 Kuveyt Ortadoğu ve Körfez ülkelerinin en küçüklerinden biri olan Kuveyt, Arap Körfezi nin kuzey batı köşesinde yer almaktadır. Irak la Suudi Arabistan arasında sıkışan ve denize kıyısı olan ülke için Orta Doğu nun Küçük Amerikası denilmektedir. Tarih boyunca sırasıyla İran, Osmanlı, Portekiz ve İngiliz egemenliğinde kalan bölgede 1914 te Britanya İmparatorluğu nun himayesinde bağımsız bir Emirlik kurulmuştur. Ülkedeki İngiliz himâyesi Kuveyt in bağımsızlığını ilân ettiği 19 Ocak 1961 tarihine kadar sürmüştür (Erendil, 1992, 24; Memiş, 2002, 45). Kuveyt in Ortadoğu petrollerinin % 10 una sahip olması (Erbakan, 1991, 9; Akt. Ersin, 2003, 24) onu her zaman uluslararası politikaların hedefi yapmıştır. Kuveyt teki zengin petrol kaynakları sebebiyle Irak ın Kuveyt üzerinde hak iddia etmesi ve 1990 yılında ülkeyi işgal etmesi, ABD başta olmak üzere Batılı Devletler, SSCB, Arap Devletleri ve Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Söz konusu devletlerin ortak hareketi sonucu Irak, 1991 yılında bölgeden çekilirken Kuveyt de Şubat 1991 de yeniden bağımsızlığına ve savaş öncesi statüsüne kavuşmuştur (Ok ve Sobutay, 1999, 23).

29 Suudi Arabistan Arap Yarımadası nın en geniş topraklarına sahip olan Suudi Arabistan, El Memleket ül Arabiyye es Saudiyye resmi adını taşımaktadır. Suudi Arabistan Krallığı Hicaz, Necid, Asir ve El Ahsa bölgelerinin siyasal bakımdan birleştirilmesiyle oluşmuştur. Resmi bir anayasası olmayan devlet şer i esaslara göre yönetilmektedir (Erendil, 1992, 22; Memiş, 2002, 43). Suudi Arabistan topraklarını değerli kılan başlıca iki unsur bulunmaktadır ki bunlar petrol ve din faktörleridir. Her iki faktör insanlık için son derece önemli kriterlerdir. Büyük dinlerin sonuncusu olan İslamiyet in bu topraklarda doğup gelişmiş olması ve yine Müslümanlar için kutsal sayılan önemli din merkezlerinin ülkede yer alması Suudi Arabistan ı bu açıdan oldukça değerli kılmaktadır. Diğer taraftan, ülke günümüz dünyasının en değerli maddi enerji kaynağı olan petrol bakımından da önem arz etmektedir. Bölgede çıkartılan petrol miktarı Ortadoğu petrollerinin % 20 sini oluşturmaktadır (Erbakan, 1991, 9; Akt. Ersin,2003, 24). Suudi Arabistan ın bağımsızlığına kavuşması diğer Ortadoğu devletlerinde olduğu gibi I. Dünya Savaşı nın ertesinde yaşanan gelişmelerden sonra gerçekleşmiştir. Savaş öncesinde Osmanlı Devleti ne bağlı olan ülke, savaş sırasında İngilizlerin desteğiyle isyan ederek 1926 yılında bağımsızlığını kazanmış, 1932 de ise Suudi Arabistan Krallığı adını almıştır (Armaoğlu, 2000, ; Memiş, 2002, 43).

30 İsrail Bugünkü resmi adı Medinat Yisrail olan ülkenin Suriye, Lübnan, Ürdün ve Mısır ile sınırları bulunmaktadır. Ayrıca Batı Şeria da kalan eski Filistin toprakları ile Gazze Şeridi ni de işgal altında tutmaktadır (Erendil, 1992, 26). Eski Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail Devleti nin Ortadoğu daki geçmişi çok eskilere uzanmaktadır. Kültürel, dini ve siyasi kimliğini bu topraklar üzerinde geliştiren Yahudi Halkı, uzun yıllar dağınık bir şekilde yaşamasına karşın ülke ile olan bağlantısını hiçbir zaman koparmamış ve 1948 de İsrail Devleti ni kurmuşlardır (İsrail Enformasyon Merkezi, 1994, 9). İsrail Devleti nin kuruluşunda Yahudilerin milli ülküsü olan Siyonizm in büyük etkisi olmuştur. Dr. Teodor Herzl tarafından geliştirilen Siyonist İdeoloji; oldukça uzun bir sürgün hayatı yaşayan Yahudilerin anavatanlarına geri dönmelerini ve milli bir Yahudi Devleti nin kurulmasını öngörmüştür. Nitekim, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu nun 29 Kasım 1947 de aldığı taksim kararıyla Filistin toprakları Araplar ve Yahudiler arasında bölünmüş ve ardından da 14 Mayıs 1948 de İsrail Devleti nin resmen kurulduğu bildirilmiştir. İsrail Devleti nin kuruluşu başta Filistin olmak üzere çoğu Arap devletince tanınmazken Arap milliyetçiliğinin de canlanmasına yol açmıştır (Besalel, 2000, 262; Arap-İsrail Harpleri, 1979, 7). Ülkenin gelişmişlik düzeyine bakıldığında ise, İsrail dünya sıralamasında oldukça ileri bir seviyede yer almaktadır. Siyasal durumu sebebiyle yakın komşularıyla ticari ilişkilere giremeyen İsrail, Avrupa Topluluğu ve Amerika ile yaptığı Serbest Ticaret Antlaşmaları vasıtasıyla dış pazarlara yönelmiş durumdadır (İsrail Enformasyon Merkezi, 1994, )

31 31 İKİNCİ BÖLÜM SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ ULUSLARARASI KONJONKTÜR İÇİNDE TÜRKİYE NİN ORTADOĞU DAKİ YERİ VE ÖNEMİ 2.1. ORTADOĞU DAKİ GÜÇ DENGELERİNİN DEĞİŞİMİ Tarihin gördüğü en yıkıcı savaşlardan biri olan II. Dünya Savaşı ndan sonraki dönemde, dünya oldukça önemli olaylara sahne olmuştur. Her ne kadar sıcak savaş dönemi bitmişse de uluslararası ilişkilerde tam anlamıyla sağlıklı bir barış ortamı kurulamamıştır. Dünya kendisini bir anda uluslararası politikaların değiştiği, dengelerin hassaslaştığı ve bölgesel kutuplaşmanın ön plâna çıktığı bir Soğuk Savaş Dönemi nin içinde bulmuştur. Güç dengelerinin farklı kutuplara kayması, daha önceleri uluslararası politikada belirleyici unsur olan Batılı devletleri ikinci plâna düşürmüş ve bu da dünya üzerinde birtakım boşluk alanlarını ortaya çıkarmıştır. Savaş sonunda ortaya çıkan iki süper gücün (ABD ve Sovyet Rusya) önderliğinde, Doğu-Batı Bloklarının oluşumu ve Bloklar arasında yaşanan olaylar yeni uluslararası sistemin belirleyici özelliği olmuştur (Üçok, 1975, 294; Sarınay, 2002, 924; Armaoğlu, 2000, ). II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan gelişmeler uluslararası sistemi iki kutuplu yapıya dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda Ortadoğu daki güçler dengesinde de önemli değişikliklere yol açmıştır. Savaş öncesi bölgede aktif rol oynayan ve bölge politikalarına yön veren başlıca üç devlet; İngiltere, Fransa ve Sovyet Rusya

32 32 olmuştur. Bu dönemde Ortadoğu daki Sovyet tehlikesine karşı en büyük karşı gücü ise İngiltere oluşturmuştur. Ancak II. Dünya Savaşı nda İngiltere ve Fransa nın eski gücünü kaybetmesi ve bu ülkelerin artık Ortadoğu da Sovyet Rusya ya karşı bir güç dengesi kuramayacağının anlaşılması, bölgede yeni bir güç olan Amerika Birleşik Devletleri ni ortaya çıkarmıştır (Kedourie, 1992, 110; Üçok, 1975, 294). Ortadoğu daki yeni kuvvet dengelerinin ABD ve Sovyet Rusya arasında kuruluşu, ideolojik olarak birbirine düşman iki yeni Blokun doğmasına sebep olmuştur. ABD Batı Avrupa nın liderliğini üstlenirken Sovyet Rusya da Doğu Avrupa yı kontrol altına almıştır (Baharçiçek, 2001, 32; Kennedy, 1993, 442). Dünya hâkimiyeti için Ortadoğu nun ne kadar önemli bir coğrafya olduğunun farkında olan her iki devlet de bir yandan karşı gücün bölgedeki durumunu zayıflatmak, diğer yandan da kendi etkinlik alanlarını genişletmek suretiyle bölgede birbirlerine karşı bir güvenlik sistemi kurma çabası içine girmiştir (Ülman, 1958, 232). Böylece, Ortadoğu şekil itibariyle farklı, amaçsal olarak aynı nitelikte yeni bir odaklaşmanın merkezi haline gelmiştir. Ortadoğu daki üstünlük mücadelesinde iki güçlü rakip olan ABD ve SSCB nin bölgeden beklentileri birbirine çok benzemektedir. İki devlet için de Ortadoğu, karşı gücün hâkimiyetine terk edilmemesi gereken stratejik öneme sahip bir bölgedir. Ortadoğu da kontrolü kaybetmek demek; jeopolitik, ekonomik ve politik açıdan küresel dengenin karşı güce geçmesi anlamına geldiğinden (Davutoğlu, 2003, 342), iki süper gücün bölgede birbirlerine karşı verdikleri yoğun mücadeleleri bu ölçütler içerisinde değerlendirmek gerekmektedir. Bu bakış açısından hareket edildiğinde, süper güçlerin ulusal ve küresel politikalarının temeline oturttukları ve vazgeçilmez saydıkları Ortadoğu bölgesi ile ilgilenme nedenlerini şu şekilde açıklamak mümkündür:

33 33 Sovyetler Birliği açısından Ortadoğu; üç kıta arasındaki jeopolitik konumu, sahip olduğu petrol kaynakları ve coğrafi yakınlığı sebebiyle ülke güvenliğinin sağlanması açısından kontrol altında tutulması gereken bir bölge olmuştur. Öte yandan, Sovyetler Birliği nin Ortadoğu hâkimiyeti, tarih boyunca Rusya nın hayalini kurduğu sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirebilmesi için önemli bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Fakat, bölgenin başta ABD olmak üzere Batı hâkimiyeti altına girmesi, ülkenin siyasi ve savunma düzeni açısından bir tehdit unsuru oluşturmuştur. Söz konusu durumun farkında olan Sovyetler Birliği, bir yandan bölgedeki Batı nüfuzunu kırmaya diğer yandan da Ortadoğu devletlerini kendi yanına çekmeye çalışmıştır (Ülman, 1958, 233; Bağcı, 2001, 102). Amerika Birleşik Devletleri nin Ortadoğu politikasına resmen girişi ise, Ortadoğu daki Sovyet tehlikesine karşı 1947 yılında Türkiye ve Yunanistan a yaptığı yardımlar sonucu gerçekleşmiştir. II. Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu ya yayılmak isteyen Sovyet Rusya (Ersin, 2003, 58) karşısında önemli bir rakip olarak beliren ABD nin bölgeye yönelik başlıca hedefleri; bölgedeki Sovyet yayılmacılığını önlemek, bölge petrolünün dünyaya serbest bir şekilde aktarımını sağlamak, İsrail ile Basra Körfezi ne sınırı bulunan ve ABD ye dost olan Ortadoğu ülkelerinin güvenliğini sağlamak (SİSAV, 1992, 143; Mc Ghee, 1992, ; Albayrak, 2002, 871) şeklinde özetlenebilir. Bu noktadan hareket eden ABD, stratejisini de Ortadoğu da küresel ve bölgesel denge unsurlarının kurulması şeklinde iki yönlü bir sisteme göre geliştirmiştir. XIX. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan sömürgeci yapılanma sürecinden en fazla etkilenen bölgelerden biri şüphesiz Ortadoğu bölgesi olmuştur. Ortadoğu nun jeopolitik ve jeoekonomik yapısı arasındaki bağımlılık ilişkisi, I. Dünya Savaşı sonunda sömürge yarışından galip çıkan Batılı devletlerin özellikle de İngiltere nin bölgeye bakışını değiştirmiştir. İngiltere için Ortadoğu; sömürgelerine giden yolda önemli bir mevki olmakla beraber sahip olduğu petrol rezervleri ile de ekonomik

34 34 açıdan eşi bulunmaz bir kaynaktır. Bir diğer Avrupa devleti olan Fransa için ise, bölgede yeni yerler elde etmek temel hedef olmuştur (Davutoğlu, 2003, ). II. Dünya Savaşı na kadar Ortadoğu nun tek ve mutlak hâkimi olan İngiltere ve Fransa, savaştan sonra üstünlüğünü uluslararası politikanın yeni gücü ABD ye devretmek zorunda kalmışlardır. Ancak İngiltere nin eski gücünü yitirmiş olmasına rağmen bölge üzerindeki çıkarlarını devam ettirme eğiliminde olduğu görülmüştür. Bu dönemde bölgede büyük petrol şirketlerine ve üslerine sahip olan İngiltere, Süveyş Kanalı, Kıbrıs, Sudan ve Güney Arabistan gibi Ortadoğu nun önemli noktaları üzerinde de hâkimiyetini devam ettirmiştir (Ersin, 2003, 66). Kısacası, ekonomilerinin ana kaynağı olan petrolü ve dünyanın en önemli deniz ticaret yollarını başka bir güce kaptırmama endişesi duyan İngiltere ve Fransa nın savaş sonrası dönemde de Ortadoğu daki mevcut durumlarını devam ettirme eğiliminde oldukları görülmüştür.

35 TÜRKİYE NİN BATI İLE OLAN İLİŞKİLERİ IŞIĞINDA İZLEDİĞİ ORTADOĞU POLİTİKASI Türkiye Cumhuriyeti nin kurulmasından sonra Türk dış politikası, Ortadoğu nun özellikle de Arap ülkelerinin işlerine karışmama ilkesi temeline oturtulmuştur. Türkiye ile Ortadoğu ülkeleri arasında oluşan bu yeni durumun altında birtakım sebepler yatmaktadır: Bu sebeplerden ilki; Türkiye nin bölgedeki eski bir emperyalist güç (Osmanlı İmparatorluğu) olmasıdır. İkincisi; Arap ülkelerine göre Türkiye nin Batı yla gereğinden fazla yakın bir ittifâk içine girmesi ve Batılı tarzda modern bir devlet kurmak uğruna İslâm öğretilerini terk etmiş olmasıdır. İdeolojik açıdan, Türkiye nin 1923 ten sonra Ortadoğu dan kopması büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ün Türk Devleti ile İslâm Cemaati nin milli liderliği arasındaki bağa son vermek konusundaki kararlığının bir sonucudur yılında Halifeliğin kaldırılması 6 da bunu açıkça göstermektedir ten sonra iki taraf arasındaki ilişkilerin kopmasında etkili olan üçüncü etken ise; Türkiye nin İsrail i 1949 da tanıyan ilk ve tek Müslüman ülke olmasıdır (Baç, 2001, 101; Soysal, 1999, 515,521; Kürkçüoğlu, 1972, 6). Türkiye nin İsrail i tanıması, İsrail ile geliştirmeyi plânladığı ilişkilerden ziyade, ABD ve Batı Bloku nda bu yönde oluşan eğilime Türkiye nin de katıldığını göstermek amacıyla ortaya konan bir davranıştır (Bostancıoğlu, 1999, 334). 6 Mustafa Kemal Atatürk, 1 Mart 1924 günü Meclis i açış konuşmasında Halifelik kurumunun yozlaştığını ve halkın ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: bağlı olmakla mutlu olduğumuz İslâm dinini, yüzyıllardan beri gelenek durumuna getirilmiş olduğu gibi, siyasal bir araç olarak kullanmaktan kurtarmanın ve yüceltilmenin gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve tanrısal inanışımızı ve vicdanımızı karışık ve türlü renge giren ve her biçim çıkarların oluşum yeri olan politikadan ve politikanın bütün kötülüklerinden bir an önce ve kesinlikle korumak, ulusun mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu şekilde, Müslümanlığın yücelikleri ortaya çıkar. TBMM nin 3 Mart 1924 tarihli toplantısı sonunda ise, Halifelik makamı 431 sayılı yasa ile kaldırılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Yayına hazırlayan Dil Derneği, s

36 36 Bu tarihten itibaren yüzünü Batı ya dönen, Musul ve Sancak sorunları dışında Ortadoğu yla ilişkilerini en alt düzeyde sürdüren Türkiye nin bölgeye yönelik siyaseti (Karakoç, 2004, 442), II. Dünya Savaşı nın hemen sonrasında yeni bir eğilimin ilk işaretlerini vermesine rağmen asıl aktif değişim 14 Mayıs 1950 serbest seçimlerini kazanan Demokrat Parti nin iktidara gelmesinden sonra gerçekleşmiştir. Demokrat Parti döneminin ilk yıllarında ülkenin dış politikasında ağırlık, ülke güvenliğine verilmiştir. Özellikle, yıllarında Sovyetler in Türkiye üzerindeki istekleri göz önüne alındığında günün koşulları ülke güvenliğine olağanüstü bir öncelik gerektirmiştir (Yavuzalp, 1991, 70; Bağcı, 2001, 101). Küresel ve bölgesel dengelerin oldukça hassas olduğu bu yıllarda kurulan Demokrat Parti idarecileri de dış politika felsefelerini şu temel esaslara dayandırmışlardır: Dış politikamız, milletlerin hukuk eşitliğine, milletlerarası siyasi, iktisadi ve kültürel işbirliğine, kolektif güvene, iyi komşuluk münasebetleri esasına dayanmalıdır. Milli varlığın ancak milli kuvvetle korunabileceği kanaatine bağlı kalmakla beraber, milletler birliği gâyesini hedef tutacak barışçı ve açık bir dış siyasetin, memleket menfaatlerine en uygun ve realist yol olduğuna inanıyoruz. 7 İkinci Dünya Savaşı nın sonlarında CHP İktidarı ile başlatılan Batı ya yakınlaşma çabaları, DP İktidarı tarafından daha aktif bir şekilde devam ettirilmiştir. Batı ya sıkı bağlarla bağlanmak düşüncesinde olan Demokrat Parti yöneticileri, Batılıların kurduğu siyasi, askeri ve ekonomik her türlü kuruluşa katılmayı Türkiye için temel hedef olarak belirlemişlerdir (Sezer, 1999, 443). DP yönetimi bu gayretlerinin en büyük karşılığını, 1952 yılında Türkiye nin NATO ya kabul edilmesiyle 8 almıştır. Ancak DP nin dış politikası bununla kalmamış, ABD nin isteğiyle Ortadoğu ve Balkanlarda yeni pakt arayışlarında bulunmuştur (Eroğul, 2003, 115; Tunçay, 1988, 180). 7 Demokrat Parti Program ve Tüzük (1946), Ankara, s.6. 8 Dışişleri Belleteni, (Ekim-Aralık 1964), Sayı III, Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı Yayınları.

37 37 Türkiye, NATO ya katıldıktan sonra milletlerarası tüm gelişmeleri bu teşkilât açısından değerlendirmiş ve Batı nın kendisi için uygun göreceği rollere hazır olduğu mesajını vermiştir. Demokrat Parti yönetiminin Üçüncü Hükümet Programında belirtilen şu ifadeler Türk dış politikasındaki Batı etkisini açıkça ortaya koymuştur: Dış politika mevzuunda Birleşmiş Milletler idealine samimiyetle bağlı kalmaya ve NATO gibi müşterek müdafaa teşkilâtı içindeki şerefli mevkiimizin idamesine matûf gayretlerle tam bir mutabakat halindeyiz. 9 Daha genel bir ifadeyle söylenecek olursa, Batı nın Yakın ve Ortadoğu daki çıkarları, Menderes Hükümeti tarafından Türkiye nin kendi güvenlik çıkarlarıyla özdeş olarak algılanmış ve bu algılama, DP Hükümeti nin 27 Mayıs 1960 ta askeri darbe ile iktidardan düşürülmesine kadar geçen süre içersinde aldığı tüm kararlarda etkili olmuştur (Bağcı, 2001, 101; Gerger, 1983, 537). Türkiye nin 1950 lerdeki aktif ancak sonuçları açısından başarısız olarak nitelendirilen Ortadoğu politikasını değerlendirirken 1945 sonrası uluslararası sisteme egemen olan Soğuk Savaş olgusunun Türkiye tarafından nasıl algılandığına bakmak gerekmektedir. Türkiye, coğrafi önemi sebebiyle II. Dünya Savaşı boyunca Mihver ve Müttefik devletlerin kendi yanlarında savaşa sokabilmek amacıyla yoğun baskılarına hedef olmuştur. Baskılar karşısında Türkiye nin dış politikası ise, ülkenin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü hiçbir taviz vermeden korumak ve söz konusu 9 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: X, Cilt I, (26 Mayıs 1954), s

38 38 devletler arasında bir denge unsuru oluşturabilmek şeklinde belirlenmiştir (Sarınay, 2002, 924). II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan stratejik rekabet ortamı, Türkiye nin yeni bölgelerarası strateji arayışlarında ve Ortadoğu politikasının şekillenmesinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Stratejik açıdan kendisini hazırlıksız bir şekilde küresel ve bölgesel bir ölçek büyümesi içinde bulan Türkiye, bu noktadan sonra uluslararası konumunu yeniden belirlemek ve bu konumdan hareketle kültürel, coğrafi, ekonomik, siyasi ve stratejik hedeflerini yeniden düzenlemek zorunda olduğu gerçeğini görmüştür. Özellikle Fransa nın Suriye, İngiltere nin de Irak sömürge geçmişi üzerindeki etkileri; Almanya nın Berlin- Bağdat demiryolu projesi ile ilgili bölge politikası; Rusya nın tarihi Avrasya stratejisinin bir ayağının Ortadoğu olması ve uluslararası sistemin yeni süper gücü olan ABD nin Ortadoğu politikalarını yönlendiren tek güç olma çabası, Türkiye nin Ortadoğu ya yönelik politikasını değiştiren başlıca etkenlerdir (Davutoğlu, 2003, 73-74,396). Bu dönemde Türkiye nin dış politikasındaki en önemli sorun, savaş içinde düştüğü yalnızlıktır. Savaş boyunca dikkatle tarafsız olmaya çalışan ve her türlü çatışmaya girmekten kaçınan Türkiye, bu tutumuyla her ne kadar toprak bütünlüğünü korumayı başarmışsa da savaş sonunda büyük bir yalnızlığa itilmiştir (Sever, 1997, 19; Barlas, 1970, 78-81). Birleşmiş Milletler Teşkilâtı nın kurulması amacıyla 25 Nisan 1945 te toplanan San Francisco Konferansı nda Türkiye, bu yalnızlığını belirgin bir biçimde hissetmiştir. Kurulacak olan bu yeni teşkilâtın esas itibariyle savaşı kazanan devletlerin bir teşkilâtı olacak olması ve savaş sonu dünyasını bu devletlerin istek ve çıkarları doğrultusunda yönlendirecek olması, savaş boyunca aktif tarafsızlık politikası izleyen Türkiye yi bu teşkilâtın dışında bırakmıştır. Bu sırada, Batılı devletlerle Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin savaş sırası işbirliği havasının etkisinde bulunduğu düşünülür ve ABD nin Postdam Konferansı nda

39 39 Boğazlar rejiminin değişebileceği ve toprak isteklerinin de bu iki devleti ilgilendiren bir sorun olduğu biçimindeki yani Türkiye nin geleceği konusundaki kayıtsız tutumu göz önüne alınırsa (Deringil, 2003, 254; Halil, 1968, 87), Türk Hükümeti nin II. Dünya Savaşı ndan hemen sonra içine düştüğü yalnızlık daha iyi anlaşılacaktır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 191, ). Diğer taraftan, II. Dünya Savaşı nın ertesinde Türkiye, kuzeyden gelen Sovyet tehdidi baskısını derinden hissetmiştir. Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, 19 Mart 1945 te Sovyet Hükümeti nin günün şartlarına ve II. Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan yeni dünya düzeni karşısında, 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması nı feshettiğini bildirmiştir (Erkin, 1968, ; Barlas, 1970, 74; Durusoy, 1999, 116). Molotov, Türkiye nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper ile yaptığı görüşmede, iki ülke arasında anlaşma sağlanabilmesi için; Boğazların Türkiye ile Sovyetler Birliği tarafından ortaklaşa savunulması (Aydemir, 1969, 317), bunun sağlanabilmesi için ise Sovyetler e deniz ve kara üslerinin verilmesi, Montreux Antlaşması nın değiştirilmesi, Kars ve Ardahan ın Sovyetler Birliği ne teslim edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Erkin, 1968, 257, 262; Gothard, 2002, 801; Sarınay, 2002, 924; Deringil, 2003, ). Sovyetler Birliği nin kabul edilmesi mümkün olmayan istekleri karşısında Batı Bloku na kayan Türkiye, Ortadoğu da çıkan her yeni devletin muhtemel bir Sovyet müttefiki olmasının doğurabileceği tehlikelere karşı psikolojik, diplomatik ve taktik hazırlığı iyi yapılmamış refleksler göstermiştir. Sovyet tehlikesi karşısında daha ziyade bu blok-eksenli reflekslerin sonucunda İsrail i tanıyan ilk ülkeler arasında yer alınması, Süveyş Bunalımı konusunda takınılan tavır, Bağdat Paktı nın kurulması ve Suriye ile savaşın eşiğine gelinen gerilim Türkiye ile Ortadoğu ülkeleri arasında siyasi bir karşı kutup algılamasına dönüşmüştür. Bu dönemde Batı ülkelerine karşı anti-emperyalist bir söylem ve mücadele geliştirmeye başlayan Arap kamuoyunda, Türkiye bu kez sömürgeci ülkelerin bölgedeki stratejik ortağı olarak

40 40 görülmeye başlanmıştır. Türkiye nin Ortadoğu politikasının yürütülmesinde işbirliği için bölgede Batı nın adamları olarak bilinen kişileri seçmesi ise (Irak ta Nuri Said, Lübnan da Camille Chamoun), Türkiye ye karşı varolan kızgınlığı daha da arttırmıştır (Davutoğlu, 2003, 410;Yavuzalp, 1991, 73; Çavdar, 1938, 2073). DP Hükümeti, Arap ülkeleri ile ilişkileri düzeltmek için yeni bir politika geliştirmeden önce, Sovyetler Birliği nin Ortadoğu da uygulamak istediği süreklilik diplomasisi için bir engel teşkil ettiği gerçeğini de kabullenmek zorunda kalmıştır. Çünkü, Sovyetler Birliği İsrail i tanımış olduğu halde taktik değiştirerek Arap tezini desteklemiş ve İsrail ile olan ilişkilerini de 1950 li yılların başında kesmiştir. Menderes Hükümeti, Arap ülkelerinin Türkiye ye karşı takındıkları kızgınlık politikasının önemli bir faktörünü oluşturmuştur. Hükümet, dengeli bir siyaset izlemeye çalışırken tek taraflı ve ters bir yol takip etmiştir. Bunun da gerçek sebebi, Menderes Hükümeti nin ilk dönemlerde bölgeye yönelik belirgin bir politikasının olmayışıdır (Bağcı, 2001, 103). Tercihini Batı Bloku ndan yana kullanan Türkiye nin Ortadoğu da izlediği politikalar, sadece bölgeyle ilgili sonuçlar doğurmakla kalmamıştır. Çoğu sömürge devrimleriyle kurulan ve anti-sömürgeci bir söylem içinde olan Tarafsızlar Bloku gözünde de ciddi bir itibar kaybına yol açan bu politika, Doğunun ilk antiemperyalist bağımsızlık savaşını yapmış Türkiye için önemli bir uluslararası yalnızlaşma sürecine sebep olmuştur (Davutoğlu, 2003, ; Gerger, 1983, 539). Türkiye nin uluslararası alanda içine düştüğü bu yalnızlık, onu ister istemez Batı ya özellikle de ABD ye yöneltmiştir. Batı dünyası ile yüzyılların çelişki ve savaşımı, yerini uyum ve anlaşmaya bırakmıştır. Bir başka deyişle, uluslararası sistemin iki kutuplu bir yapıya dönüştüğü bu dönemde, Ortadoğu daki bölge

41 41 dengeleri içinde stratejik öneme sahip olan Türkiye, Soğuk Savaş ın taraflarından olan Batı Bloku nun üyesi olmuştur (Özdağ, 1997,33; Gerger, 1983, 537). Türkiye nin Batı Bloku ve ABD ye kaymasında; Sovyet tehlikesi, ülkenin ekonomik kalkınmasını sağlamak için gerekli olan dış yardımın temini (Durusoy, 1999, 115) ve Ortadoğu bölgesindeki istikrarsızlığın önemli ölçüde etkisi olmuştur. Türkiye, Sovyetler Birliği karşısında duyduğu güvenlik endişesi sebebiyle NATO ya katılmış ve ardından ABD ile yaptığı bir dizi ikili anlaşmalarla kendisini bu devletin savunma sistemine bağlamıştır (Kılçoğlu ve Oğuz, 2003, ; Sander, 2000, ). Daha önceki kısımlarda Sovyet tehlikesi hakkında genişçe yer verildiğinden burada bu konuya kısaca değinilmiştir. Türkiye nin Batı ya yönelişinde etkili olan ikinci faktör, ülkenin kalkınması için gerekli olan dış yardım ve kredilerin o dönemde ancak Batı dan gelebilecek olmasıdır. Savaş boyunca tarafsız kalan Türkiye, bu sırada savaşan devletlere ham madde satarak elinde 245 milyon dolarlık bir altın ve döviz stoku biriktirmiştir. Fakat Türk Hükümeti, o günün koşullarında Türkiye nin her an savaşa girebilme ihtimâlini göz önüne alarak bu stoku saklamayı uygun görmüştür. Diğer taraftan savaşın bitişiyle birlikte dış gelirlerde de önemli ölçüde bir azalma olmuştur. Türkiye nin yaşadığı bu ekonomik sıkıntılar ise, dış borçlanmayı beraberinde getirmiştir (Gönlübol ve Ülman, 1996, ). Türkiye nin Batı ya kayma sürecinde kısmen de olsa etkisi olan üçüncü etken; Ortadoğu daki istikrarsızlıktır. Bir yandan büyük güçlerin mücadele alanı olan, diğer yandan ise bölge uluslarının çatışmalarına sahne olan Ortadoğu, Türkiye nin güvenlik endişesi taşımasına sebep olmuştur. Ortadoğu nun büyük miktarda silah akışının görüldüğü bir bölge olması da Türkiye nin güvenlik endişesiyle Batı ittifâklarına katılımını hızlandırmıştır (Sander, 2000, 232; Göktepe, 2002, ).

42 42 Türkiye, bu evrensel güç savaşımındaki yerini almakla, yalnız dış politikasını ona göre düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda ulusal çıkarlarını da genel olarak Batı, özel olarak ise ABD çıkarlarıyla özdeşleştirmiştir. Özellikle 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini nden sonra Batı dünyası ile öylesine yakın ve işlevsel bağlar kurulmuştur ki Türkiye çok kısa sürede Batı nın en sağlam müttefiki haline gelmiştir (Gerger, 1983, 537; Albayrak, 2002, 872). DP yönetimi ile birlikte Türk dış politikası, Türkiye nin çıkarı Batı nın yani ABD nin çıkarı ile özdeştir. anlayışıyla yönetilmeye başlamıştır. Bu anlayış doğal olarak Türkiye nin Ortadoğu politikasına da yansımıştır. Bölgedeki gelişmeleri Soğuk Savaş mantığı ve Batı gözlüğüyle izleyen Türkiye, Batı nın Ortadoğu daki temsilcisi olarak bağımsızlıklarını yeni kazanan Arap ülkelerini Batı yla yakınlaştırmak amacıyla, bölgede bilinçli olarak Batı Kulübü nün aktif bir üyesi rolünü üstlenmiştir. Gerçekten de bu dönem içersinde Türkiye nin Ortadoğu nun sismografı olduğu söylenebilir. Bu sebepten dolayı Türkiye, komünist olmayan ülkelerin bulunduğu bölgedeki anahtar rolünü sürekli olarak korumak istemiştir (Bağcı, 2001, 101). Türkiye, güvenlik endişesiyle bir yandan Batı ile olan ilişkilerini sıkılaştırırken bir yandan da Arap dünyasının desteğini sağlamaya çalışmıştır. Bu amaçla 29 Mart 1946 tarihinde Irak ile 10, 11 Ocak 1947 tarihinde de Ürdün ile Dostluk Anlaşmaları imzalanmıştır. 11 Türkiye nin Ortadoğu ülkeleri ile askeri ittifâklar kurma düşüncesi ya NATO ittifâkına ya da ABD nin ve İngiltere nin de üyeleri bulunduğu veya katkılarının 10 Resmi Gazete, Sayı: 6705, (12 Eylül 1947), s TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, Cilt IV, (14 Şubat 1947), s. 172.

43 43 olacağı paktlara ilgi göstermek şeklinde gelişmiştir. Akdeniz de veya Ortadoğu da askeri ittifâkların kuruluşuyla ulaşılmak istenen asıl hedef, NATO İttifâkı dışında Türkiye nin güvenliği için özel garantiler elde etmektir. Bu açıdan bakıldığında DP Hükümeti nin Ortadoğu politikasına yön veren üç temel hedef şu şekilde belirlenmiştir: -Ortadoğu da istikrarın ve güvenliğin korunması, -Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki anlaşmazlığın tatmin edici bir çözüme ulaştırılması, -Komünizmin bu hassas bölgeye girmesini engellemek için etkili bir güvenlik sisteminin yaratılması (Bağcı, 1990, 44; Sever, 1997, 94). Soğuk Savaşın meydana getirdiği değişikliklerin kendisine tanıdığı tüm olanakları fazlasıyla kullanmak isteyen Türkiye, Batı nın sözcüsü olarak Ortadoğu devletleriyle ilişki kurarken savaş sonrası meydana gelen ikinci önemli değişikliği ve sonuçlarını dikkate almamıştır. Türkiye, sömürgelerin self determinasyon hakkına dayanarak bağımsızlıklarını ilan etmelerini ve iki kutuplu uluslararası sistemde kendi değerleriyle üçüncü bir kutup oluşturma çabalarını göz ardı etmeyi tercih etmiştir. Bu nedenle de Türkiye nin Batı çıkarlarını korumak adına bölgesel düzeyde savunma örgütü kurma ve Arap ülkeleriyle ilişkilerini bu çerçevede geliştirme isteği, Batı emperyalizmine karşı yürütülen mücadele sonucunda bağımsızlıklarını kazanan Arap devletlerince emperyalizmin sözcülüğünü yapmak şeklinde algılanmış ve olumsuz karşılanmıştır (Karakoç, 2003, 442). Türkiye nin Batı dünyası ile girdiği ittifâklar, onu Arap kamuoyunun gözünde düşman kamp ın içine katmıştır. Bu durum ise, Türkiye nin Arap ülkeleri ile olan ilişkilerinde uzun vadede onarılması güç yaralar açmıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 615; Kurat, 1975, ; Soysal, 1993).

44 44 Dış politikada batılılaşmanın Türkiye nin temel felsefesi olduğunu vurgulayan Menderes Hükümeti, bununla beraber yeni dönemin koşullarına uygun olarak tüm dış politika prensiplerini yeniden gözden geçirmiştir. DP nin muhalefette bulunduğu yıllarda iktidardaki CHP Hükümeti ni eleştirerek Türkiye nin yanlış ve gereksiz bir şekilde Doğu komşuları ile ilişkilerini ihmal ettiğini vurgulamıştır. Başbakan Menderes ve onun ilk Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü yaptıkları açıklamalarda kendi Hükümetlerinin, geçmişte ihmâl edilen Arap ülkeleriyle olan münasebetleri düzeltmeye kararlı olduğunu belirtmişlerdir. Bu politikanın içeriğindeki özellik; Türkiye nin Ortadoğu daki zayıf Müslüman ülkelere büyük ağabey rolü oynayacak olmasıdır (Bağcı, 2001, 104; ). Soğuk Savaş algılaması ve ABD ile ilişkilerin merkezi konumu, arasında uluslararası politikada gerçekleşen değişimlere Türkiye nin yeterince hızlı tepki verememesi sonucunu doğurmuştur. Türkiye, Eisenhower Doktrini ni onaylarken İngiliz etkisi altında kalan Ortadoğu da kendi etkinliğini ve prestijini arttırabileceğini ummuştur. Türkiye nin bir alt hegemon diye nitelenebilecek şekilde; Batı çıkarlarının bir uzantısı olarak Ortadoğu da aktif ve önder bir rol oynamasını engelleyen faktörler hesaba katılmamıştır. Çoğunluğunu Arap ülkelerinin oluşturduğu Ortadoğu da Türkiye, nasıl algılandığını ve değerlendirildiğini bir süzgeçten geçirmeden önderlik rolü üstlenmeye çalışmıştır. Oysa, Ortadoğu ülkeleri açısından Türkiye; tarihsel, kültürel ve dini bağlara rağmen bölgede bir lider olarak görülmemiştir. Türkiye nin Ortadoğu da ABD ve Batı Kampı çıkarlarının uzantısı bir alt hegemon gibi bölgede önderlik üstlenmeye yönelik girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasında, kendisinin Ortadoğu da Batı nın devamı şeklinde algılanışı etkili olmuştur. Bölgede politik etkinliği olan Mısır ve Suriye gibi ülkeler, Türkiye yi kendi çıkarlarını birlikte oluşturup savunabilecekleri bir ortaktan çok, Batı nın çıkarlarının bir temsilcisi olarak görmüşlerdir. Bunun en somut örneği MEDO nun (Middle East Defance Organization) oluşturulması çabaları sırasında gözlenmiştir. Savaş sonrasında eski küresel etkinliğini yeniden kazanma girişimlerinde bulunan İngiltere, artık Arap devletlerine ve İran a karşı tek başına

45 45 çıkarlarını sürdüremeyeceğini fark ederek Ortadoğu Komutanlığı rolüne Türkiye yi uygun görmüş ve 1951 de MEDO projesini geliştirmiştir. Bölgede İngiliz etkinliğini devralma çabasındaki ABD de bu projeye Fransa ile birlikte ortak olmuş ve dört ülke İngiltere, ABD, Fransa ve Türkiye Mısır a başvurarak, Suriye, Lübnan, Irak, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail in içinde yer alacakları bir savunma örgütü kurulmasını önermiştir ki İngiltere nin, Türkiye nin NATO üyeliğini geciktiren tutumu da onu MEDO da kullanmak istemesinden kaynaklanmıştır. ABD nin bu projedeki hedefi ise, bölgeyi çevreleme stratejisi içine katmaktır (Bostancıoğlu, 1999, 334; Kürkçüoğlu, 1972, 33-35). Batı nın kendisine öncelikli rol biçtiği Ortadoğu Komutanlığı Projesi ne Türkiye nin yaklaşımı olumlu yönde olmuştur. Dönemin Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü, 19 Aralık 1951 de hükümetin takip ettiği dış politika ile ilgili Meclis te yaptığı konuşmada Ortadoğu Komutanlığı Projesi ne de değinmiştir. Bu konuda Köprülü; Maksat, maddi ve mânevi ehemmiyetine rağmen dışarıdan gelecek bir taarruza karşı maalesef açık bulunan Orta Doğu nun, böyle bir tecavüze karşı müdafaası için plânlar yapılması, Orta Doğu devletlerinin böyle bir müdafaa için askerî bakımdan ihtiyaçlarının tesbit ve imkân nispetinde temin olunmasıdır. Komutanlığa iştiraki arzu edilen devletler, bittabi, bütün Orta Doğu devletleri ve bu bölgenin müdafaası ile ilgili diğer devletlerdir. Bunlar, arzu ettikleri takdirde ve gayet tabii olarak, icabında, teferruatını taraflarla müzakere ve münakaşa ettikten sonra eşit durumda olarak komutanlığa gireceklerdir. Orta Doğu nun emniyeti bizim Cenup cenahımızın emniyeti demektir. Bilmukabele bizim emniyetimiz Orta Doğu nun emniyetini çok büyük nispette sağlamaktadır. Bundan dolayıdır ki, menfaatlerimiz müşterek bulunan Orta Doğu devletleriyle günün birinde Orta Doğu Komutanlığı meselesini görüşebilecek durumlar hâsıl olmasını umumi menfaatler bakımından da temenni eyleriz

46 46 demekte ve Ortadoğu Komutanlığı Projesi ile Atlantik Paktı arasında bağlantı olduğunu düşünenlere şöyle cevap vermektedir: Atlantik Paktına girmek üzere bulunduğumuz şu sıralarda, bizim, coğrafi durumumuz itibariyle, Orta Doğu Komutanlığı meselesi ile Atlantik Paktına girmemiz ve tedafüî teşkilâtta alacağımız mevki meselesi arasında herhangi bir rabıta mevcut olduğunu düşünenler oldu. Halbuki bu iki mesele, yekdiğerinden tamamen ayrıdır. Bir tarafta ahdî esaslara istinaden teşekkül etmiş bir tedafüî tertip vardır: Atlantik Paktı. Diğer tarafta ise, sadece üzerinde işlenecek henüz ahdî temelleri kurulmamış bir fikir bir tasavvur vardır: Ortadoğu Komutanlığı. Bunların yekdiğerleriyle irtibatlandırılması bittabi her şeyden evvel mantıken mümkün değildir. Atlantik Paktı na girmemizin Orta Doğu Komutanlığının tahakkuk etmesiyle hiçbir alâkası yoktur. Bizim için evvelâ Atlantik Paktına girersek onun çerçevesi içinde diğer âza devletler gibi, aynı hak ve vecibelerle yer alacağız; ondan sonra da, aynı pakt üyesi olup da Orta Doğu Komutanlığının kurulması lüzumunda mutabık bulunan Birleşik Amerika, İngiltere ve Fransa ile birlikte, bu komutanlık işi ile ayrıca meşgul olacağız. 12 Türkiye nin MEDO daki öncelikli rolünü, Batılı güçlerin bölgeye ilişkin çıkar plânlarının bir örtü altında gizlenmesi olarak değerlendiren Mısır ın teklifi reddetmesi sonucu MEDO gerçekleşmemiştir. Ortadoğu Komutanlığı Projesi nde Batılıların ve Türkiye nin varlığı, Araplar arasında MEDO nun NATO ile organik bir ilişkisinin bulunacağı düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. Dolayısıyla Türkiye nin Batı ile çok yakın algılanması ve İsrail ile ilişkileri, Arap Devletlerince lider olarak benimsenmesini zorlaştırmıştır (Bostancıoğlu, 1999, 335; Sander, 1979, 78). Üzerinde durulması gereken bir diğer önemli nokta da; Batı dünyasının Türkiye ye karşı kayıtsız tutumunun değişmesidir. Söz konusu değişimde etkili olan 12 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre IX, Cilt XI-XII, (19 Aralık 1951), s

47 47 en önemli faktör, savaş esnasında Sovyetler Birliği ile Batılı Devletler arasındaki işbirliğinin savaş sonrasında sürdürülemeyeceğinin anlaşılmış olmasıdır. Doğu Avrupa devletlerinin teker teker Sovyet uyduları haline gelmeleriyle Orta ve Batı Avrupa nın geleceğinin tehlikeye düşmesi, Yunanistan da süren iç savaşın istenmeyen bir yönde gelişmesi, İran ve Türkiye üzerindeki Sovyet baskısı ABD nin Türkiye ye olan tutumunu değiştirmiş ve bu değişiklik Truman Doktrini ne varmıştır (Sever, 1997, 43-49; Sander, 1979, 11-18). ABD nin önderliğini üstlendiği Batı dünyasının yeni strateji plânlarında Türkiye, Yunanistan ve İran Yakın Doğu da Sovyet yayılmacılığını önleme politikasında bir kalkan olarak görülmüştür. Öte yandan, Arap ülkelerinin ve İsrail in Avrupa, Asya ve Afrika arasında doğal bir köprü oluşturmalarından dolayı Batı dünyası, bu ülkelerin uluslararası komünizmin eline düşmemeleri için büyük bir çaba harcamıştır (Bağcı, 2001, 101). Bu temel değişim ve yöneliş, 1947 yi izleyen yıllarda Türk dış politikasını biçimlendirip yönlendiren en önemli unsur olmuştur. Bu tarihten itibaren Batı güvenlik sistemleri içine dahil olmaya başlayan Türkiye, Ortadoğu politikasını da aynı doğrultuda şekillendirmiştir Truman Doktrini ve Marshall Plânı Uluslararası sistemin iki kutuplu bir yapıya dönüştüğü Soğuk Savaş Dönemi nde Türkiye nin Batı Bloku na yönelişini hızlandıran gelişmeler; Truman Doktrini, Marshall Plânı ve Kore Savaşı sonrası Türkiye nin NATO üyeliğinin gerçekleşmesi olaylarıdır (Fisher, 1970, 129; Mc Ghee, 1992, 34). 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini ile Batı dünyasıyla kurulan ilişkiler öylesine işlevsel bir hâl almıştır ki Türkiye dünya çapında komünizme karşı açılan

48 48 mücadelenin en hararetli savunucusu ve Ortadoğu ya yönelik stratejilerin temel halkası haline gelmiştir (Gerger, 1983, 537). Kapitalist dünya ile sosyalist dünya arasında baş gösteren bu mücadelede Türk dış politikası, kapitalist dünyanın bilhassa da ABD nin Ortadoğu politikasına göre şekillenmiştir (Abayrak, 2002, 868). Türkiye bu dönemde, ABD nin SSCB yi çevreleme politikasında (containment policy) kilit bir rol üstlenerek, Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile ABD hegemonik sistemi içinde yer alma isteğini politik bir uygulamaya dönüştürmüştür seçimleriyle yönetime gelen Adnan Menderes İktidarı nın I. Hükümet Programı nda belirtilen dış siyasi çizgi ise, Batı ya ne ölçüde dayanıldığını açıkça göstermiştir. Programda; Türkiye nin üzerinde bulunduğu coğrafyanın önemine değinilmekte ve gerek milli varlığı koruma, gerekse dünya barışı için dost Amerika ve müttefik İngiltere ve Fransa ile siyasi, iktisadî ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi temel hedef olarak gösterilmiştir. Bu devletlerin destekleriyle Yakındoğu devletleri ile daha sıkı ilişkiler kurarak bölge barışına katkıda bulunmak isteği de hedeflenmiştir (Girgin, 1993, 27; Arar, 1968, ). Ancak, Batı ile kurulmaya çalışılan bu işbirliği ortamı, Ortadoğu ülkeleri tarafından hoş karşılanmamış ve bu tutum Türkiye nin bölge devletleriyle olan ilişkilerine olumsuz yansımıştır. Diğer taraftan, Batı dünyasının Yunanistan ve Türkiye yi destekleme kararı almasında, bu dönemde açıkça belirginleşen Sovyet tehlikesinin özellikle bu iki ülkeyi hedef alması etkili olmuştur. Zira, İkinci Dünya Savaşı ertesinde Sovyet Rusya, İran üzerinden Ortadoğu petrolleri ve Basra Körfezi ile Hint Okyanusu, Türkiye üzerinden Boğazlar, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz, Yunanistan üzerinden de yine Doğu Akdeniz e çıkma şeklinde üç yönden yayılma çabası içine girmiştir. Geleneksel olarak İngiltere nin çıkar alanlarını oluşturan bu bölgelerin II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Rusya ya karşı İngiltere tarafından savunulmasının mümkün olamayacağı anlaşılmıştır. Ortadoğu nun güvenliği için Türkiye ve Yunanistan ın Sovyet baskısına karşı mutlak surette korunması gerektiğine inanan İngiltere, bu tarihten sonra bölgede Rus emperyalizmine karşı koyabilecek yegane güç olarak ABD yi görmüş ve 1947 Şubatı nda Amerikan Hükümeti ne Türkiye

49 49 ve Yunanistan a askeri ve ekonomik yardım yapılması konusunda iki muhtıra vermiştir (Armaoğlu, 2000, ; Ülman, 1961, 93-94; Mc Ghee, 1992, 52). Bu muhtıralarda Yunanistan daki iç karışıklıklara ve Türkiye nin yaşadığı ekonomik sıkıntıya değinilmiş ve bu iki ülkenin komünist tehlike ile karşı karşıya bulunduğuna dikkat çekilmiştir (Küçük, 1979, 389; Sever, 1997, 33-42). Türkiye ve Yunanistan ile ilgili İngiliz muhtıraları, Amerikan yöneticilerini bir an önce karar vermeye zorlamış ve ABD, yalnız Ortadoğu nun değil bütün Batı dünyasının savunması için stratejik bir mevkide bulunan Türkiye ve Yunanistan ı, genişleme emelleri açıkça ortaya çıkan Sovyetler Birliği karşısında yalnız bırakmamak yolunu seçmiştir. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları yetkilileri ile yaptığı uzun görüşmelerden sonra Türkiye ve Yunanistan a yardım etme kararı alan Başkan Truman, bu amaçla Senato ve Temsilciler Meclisinin 12 Mart 1947 de yaptığı ortak oturumda, sonradan Truman Doktrini olarak bilinecek bir mesaj okumuştur. Amerikan dış politikasında yeni bir çağın başlangıcı sayılan bu mesajda, Başkan Truman, Kongre üyelerine Türkiye ile Yunanistan ın durumu hakkında geniş bilgi vermiştir. Truman, ABD nin Birleşmiş Milletler ilkelerine bağlılık ve saygısını belirttikten sonra, bu ilkelere aykırı düşen Sovyet davranışları yüzünden ortaya çıkan dünya düzenine yönelik görüşlerini şu sözlerle açıklamıştır: Amerikan dış politikasının, kendilerini boyunduruk altına almak için silahlı azınlıklar tarafından sarf edilen gayretler ve dış baskılara karşı koymaya çalışan hür milletleri desteklemek amacına yönelmesi gerektiği kanısındayım. Truman, ayrıca bundan doğacak sonuçlar ne olursa olsun, bu devletlerin hürriyet ve bağımsızlıklarını koruyabilmeleri için Kongre den Hükümet e, 250 milyonu Yunanistan a, 150 milyonu Türkiye ye olmak üzere toplam 400 milyon dolarlık yardım ve her iki ülkeye askeri ve lojistik destek verilmesini de istemiştir (Gönlübol ve Ülman, 1996, ; Mc Ghee, 1992, 57-58; Halil, 1968, 93).

50 50 Amerika nın Türkiye ve Yunanistan a yapacağı yardım hakkında Başkan Truman, Kongre ye sunduğu altıncı raporun Türkiye ye ait kısmında, özellikle şu noktalara değinmiştir: Türkiye ve Yunanistan dünyanın nazik bir bölgesinde komşu bulunmalarına ve her ikisi de ayni kanuna göre Amerika'dan askerî yardım görmelerine rağmen bu memleketlerde hâkim olan durumlar arasında açık bir tezat mevcuttur. Türkiye, Yunanistan gibi fakirleşmiş bir memleket değildir. Türkiye'de, güvenliğinin maruz kaldığı tehlikenin mahiyetini değiştiren veya örten dahilî bir karışıklık yoktur. İkinci Dünya Savaşından sonra Rusya'nın toprak taleplerine maruz kalan Türkiye'nin bu talepleri kesin olarak reddetmesi ve şiddetli askerî tedbirler alması bütün dünyanın hayranlığını kazanmış ve kendisine yapılacak her tecavüze sonuna kadar karşı-koyacağını hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ifade etmiştir. Amerikan Yardım Programı, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü muhafaza etme kudretinin artmasına ve Orta-Doğu'da bir istikrar unsuru olarak oynadığı role devam edebilmesi gayesine matuftu. 75 numaralı kanun 1947 yılının Mayıs ayında kabul edildiği zaman Türkiye altı yıldan beri kişiden fazla bir kuvveti silâh altında bulundurmakta ve yıllık gelirinin yüzde ellisinden fazlasını millî savunması için sarf etmekteydi. Bu. altı yıllık barış devresi zarfında dört milyon kişinin silâh altında bulundurulmuş olmasını ifade eder. Türkiye gibi bir ziraat memleketinde bu büyük ordunun iktisadî kaynaklara ve el emeğine yüklediği yükün, memleketin bir tecavüze karşı koymak hususundaki genel kudretini son derece azaltabileceği aşikârdı. Hâlen gayretlerimizi malzeme ve mal kolaylıkları göstermek ve meslekî bir yardımda bulunmak hususları üzerine toplamış bulunuyoruz. Bu gayretler, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin temel yapısını takviye etmeye yardım edecektir. 13 Truman ın 1947 yılı Mart ında ilân ettiği Doktrin, her ne kadar Türkiye ve Yunanistan ın savunulması amacına yönelik bir gelişme gibi görünse de temelde ABD emperyalizminin Soğuk Savaşı başlatan ve o günün koşulları altında dünya statükosunu ABD lehine geliştirme amacını taşıyan bir belgedir. Doktrin, sadece 13 Ayın Tarihi, Sayı: 166, (Eylül 1947), s. 46.

51 51 Avrupa ve Ortadoğu yu ilgilendirmemekte, Amerikan diplomasisinin ve dış politikasının etkinliğini belirleyen bir strateji de çizmiştir. Ayrıca özgür ve demokratik ülkelerin dolaysız yada dolaylı saldırı ve silahlı azınlıkları ile dış baskılara karşı korunmalarını öngörerek, komünizm tehdidi gerekçe gösterilerek Sovyetler Birliği nin çevrelenmesini amaçlamıştır. Bu nedenle denilebilir ki; Truman Doktrini, ABD nin coğrafi bakımdan sınırlı ve somut olan çıkarlarını bütün dünya çapında uygulanacak ahlâki bir ilke biçimine sokmuştur (Sander, 1979, 11-12; Sever, 1997, 49; Bostancıoğlu, 1999, 243). Truman Doktrini nin ilânından sonra, ABD bu doktrini Ortadoğu ya da genişletmek için İngiltere yle birlikte girişimlerde bulunmuştur. Ancak bu dönemde Sovyetler in kendisine sınır komşusu olan iki devlet - Türkiye ve İran - dışında, Ortadoğu da fazla bir etkinliği görülmemiştir. Bu yüzden kendilerini Türkiye nin aksine, doğrudan bir Sovyet tehdidi altında görmeyen Arap devletlerinin büyük bir çoğunluğu Doktrin in genişletilmesine izin vermemişlerdir (Sander,1996, 233). Truman Doktrini nin Türk dış politikası üzerindeki etkisine bakıldığında ise; kendisini açık bir Sovyet tehlikesi ile karşı karşıya bulan Türkiye nin Batı öncülüğünde kurulan tüm siyasi, askeri ve ekonomik organizasyonlara üye olmak düşüncesine yöneldiği görülmektedir. Necmettin Sadak, Truman Doktrini ni Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir siyasi zafer olarak nitelendirmiştir. Sadak a göre, Türkiye Truman Doktrini sayesinde yanı başındaki Sovyet tehlikesine karşı dünyanın en kuvvetli, aynı zamanda hürriyet ve istiklâl prensiplerine en çok bağlı devletini dost ve yardımcı edinmiştir Eylül 1947 tarihli Akşam dan, Ayın Tarihi, Sayı: 166, (Eylül 1947), s

52 52 Doktrin in Türk siyasetinde gösterdiği en somut etki ise, Türkiye nin Filistin sorununda takındığı tavırda ortaya çıkmıştır. Türkiye Truman Doktrini nin açıklanmasına kadar Arap ülkelerinin siyasetini desteklerken ABD den yardım almaya başladıktan sonra, bu konudaki siyasi tutumunu değiştirmeye başlamıştır. Önceleri bağımsız bir Arap devletinin kurulmasını savunan Türkiye, bu olaydan sonra daha kuruluşundan dokuz ay sonra İsrail Devleti ni resmen tanımış ve Yahudi asıllı vatandaşlarının İsrail e göç etmeleri için gerekli izni vermiştir. Arap ülkelerine karşı takınılan bu tavır, daha sonraları bölge ülkeleri ile yıllarca sürecek olan bozuk ilişkilerin de temelini oluşturmuştur (Bağcı,1990, 12-13; Gerger, 1983, 538). Truman Doktrini nin ilânıyla birlikte önemli bir ilerleme gösteren Türk- Amerikan ilişkileri, Türkiye nin Marshall Plânı na dahil edilmesiyle daha da gelişmiştir. Amerikan Dışişleri Bakanı George Marshall ın öncülüğünde geliştirilen ve savaş sonrası Avrupa devletlerinin ekonomik kalkınmasına yardımcı olmak maksadıyla ortaya konulan Plân, 12 Temmuz 1947 de Paris te aralarında Türkiye nin de bulunduğu on altı Avrupa devletinin katıldığı konferansta ele alınmıştır. Konferansa katılan devletler ABD ye sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırlamıştır. Bu program çerçevesinde ABD 3 Nisan 1948 de bir Dış Yardım Kanunu çıkarmıştır (Armaoğlu, 2000, 444). Avrupa devletlerinin durumlarını gözden geçiren Amerikalı uzmanlar, başlangıçta Türkiye ye iktisâdi yardım yapılmasına taraftar görünmemişlerdir. Gerekçe olarak da Plân ın milli bir kalkınma programı olmadığını, savaştan yıkılmış olarak çıkan Avrupa nın kalkınması için hazırlanmış bir plân olduğunu göstermişlerdir. Amerikalı uzmanların bu tutumu, Türk kamuoyunda ABD ye karşı tepkilerin doğmasına neden olmuştur. Ekonomik açıdan yalnız bırakılan Türkiye nin Sovyet tehlikesine karşı ileride politik açıdan da yalnız bırakılabileceği düşüncesi, Türk kamuoyunda yaygın bir endişe haline gelmiştir (Durusoy, 1999, 122). Bu sebepten dolayı, Türk Hükümeti meseleyi doğrudan Amerikan Hükümeti ne taşımış,

53 53 Türkiye nin kalkınması için dış yardımın kaçınılmaz olduğunu ve durumun yeniden gözden geçirilmesini talep etmiştir. Konuyu tekrar ele alan Amerikan Hükümeti, söz konusu istekleri haklı bulmuş ve Avrupa İktisâdi Andlaşması nın imzalanmasından üç ay sonra Türkiye yi bu plâna dahil etmiştir. Türkiye nin güvenliğini ve ekonomik alanda kalkınmasını sağlamak amacıyla ABD, 4 Temmuz 1948 de Ankara da Türkiye ile bir anlaşma imzalayarak ekonomik yardıma başlamıştır ( Gönlübol ve Ülman, 1996, ; Celâl Bayar ın Söylev ve Demeçleri, Der: Şahingiray, 1999, 38). Marshall Plânı çerçevesinde Türkiye ye iki şekilde yardım yapılmıştır. Bunlardan ilki; direkt yardım olup Amerikan Hükümeti nce Türkiye ye dolarla yapılmış ve Amerika dan mal ve hizmet satın alımı için kullanılmıştır. İkinci şekil yardım ise; tiraj hakkı suretiyle çeşitli Avrupa ülkelerinde Türkiye ye sağlanan satın alma imkânlarıdır. 15 Yardım Programı gereğince 1948 malî yılı içinde Türkiye'ye teslim edilen askerî yardım malzemesinin tutarı ağırlık tonu, hacim tonu bulmuştur. Yapılan hizmet ve mal tutarı, doları, 31 Aralık 1948 tarihinde teslimine müsaade edilen malzeme tutarı ise doları bulmuştur. 16 Truman Doktrini ve ardından gelen Marshall Plânı ile Türkiye nin genel olarak Batı, özel olarak ise ABD ile olan ilişkileri hızlı bir gelişim sürecine girmiş ve bu gelişmelerin doğal bir sonucu olarak Türkiye, Sovyet yayılmacılığına karşı Batı dünyasının siyasi, askeri ve ekonomik önlemler zincirine dahil olmak için büyük çaba harcamıştır. Filistin sorununda takınılan tavır ve Kore ye asker gönderme 15 T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Arşiv No: / Ayın Tarihi, Sayı: 166, (Eylül 1947), s. 50.

54 54 kararı, bu zincirin bir sonraki halkası olan NATO üyeliğini de beraberinde getirmiştir. Söz konusu gelişmeler, Türkiye yi Batı kulübüne yaklaştırırken Ortadoğu ülkelerinden de uzaklaşmasına sebep olmuştur İsrail Devleti nin Kuruluşu ve Türkiye nin Tutumu Türkiye nin Arap ülkeleriyle ilişkileri, Filistin in 1947 de BM kararıyla bölünmesinden beri devam eden Arap İsrail uyuşmazlığından önemli ölçüde etkilenmiştir. Savaş sonrası dış politikasını ABD ye endeksleyen Türkiye doğal olarak bu konuda da Batı yanlısı politikalar izlemiştir. Türkiye nin bu tutumunda İsrail ile geliştirmeyi umduğu ilişkilerden ziyade, Batı Bloku na bağlılığını gösterme düşüncesi yatmaktadır. ABD, Ortadoğu üzerindeki politikalarını Türkiye ve İsrail yakınlaşması gibi tarihe oldukça aykırı bir uzlaşma üzerinden yürütmeye çalışırken (SİSAV, 1992, 182; Aktaş, 1998, 432), Türkiye de bu dönemde ABD ile ortak hareket etmek uğruna İsrail ile aynı politikalarda buluşmuştur. Bu hareketi ile Batı ya yakınlaşan Türkiye, Arap ülkelerini ise karşısına almıştır. I. Dünya Savaşı ndan sonra Osmanlı Devleti nin çökmesiyle Ortadoğu bölgesinde meydana gelen boşluk, sömürgeciliğin başka bir şekli olan manda yönetimi ile doldurulmuş ve Araplar gelişigüzel çizilmiş sınırlar ile irili ufaklı devletlere ayrılmışlardır. II. Dünya Savaşı sonrasında mandater devletlerin İngiltere ve Fransa-bölgeyi terk etmesiyle bu ülkelerde bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. İngiliz mandası altında bulunan Filistin topraklarına ise, bu süre zarfı içersinde çok sayıda Yahudi göçü gerçekleştirilmiş ve kısa sürede Yahudiler bölgede etkin bir güç haline gelmiştir (Kürşad, 1970, 49; Hourani, 1997, ).

55 55 XIX.yüzyılda güçlenmeye başlayan ve bağımsız bir Yahudi Devleti kurma amacı taşıyan Siyonizm İdeolojisi, 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu ile resmi İngiliz görüşü haline gelmiştir. Bu görüş ABD, Fransa ve İtalya tarafından da destek görmüştür (Ersin, 2003, 78-79). Yahudilerin Filistin de bir Yahudi Devleti kurma söylemleri neticesinde baş gösteren Arap-Yahudi mücadeleleri, sorunu uluslararası bir boyuta sokmuş ve olay Birleşmiş Milletler e intikâl etmiştir. Birleşmiş Milletler Kurulu nun hukuk kurallarına aykırı olmasına rağmen 29 Kasım 1947 de aldığı kararla; Filistin toprakları Araplar ve Yahudiler arasında taksim edilmiştir (Smith, 1996, 139; Armaoğlu, 1994, 84-89). 17 Arap ülkeleri bu karara şiddetle karşı çıkarken Türkiye de Arap ülkeleriyle ortak hareket ederek aleyhte oy kullanmıştır (Altunışık, 1999, 182). Türkiye nin Arapları destekleyen bu tavrı Arap kamuoyunda büyük bir memnuniyet yaratmıştır. Ancak iki taraf arasındaki bu dostane ilişkiler uzun süreli olmamıştır. Türkiye nin Filistin Uzlaştırma Komisyonu üyeliği bunun en somut örneğidir. 18 Türkiye nin komisyona üye olması beraberinde tarafsız olmasını gerektirmiştir ki Arap ülkeleri Türkiye nin kendilerini destekleyen politikasından vazgeçmesini ve Filistin meselesinde tarafsız kalmasını istememişlerdir (Özmen, 2001, 258; Kürkçüoğlu, 1972, 30). Türkiye ye karşı Arap kamuoyunu kızdıran asıl gelişme ise, İsrail in Türkiye tarafından resmen tanınması olayıdır. BM in Taksim Kararı ndan sonra Filistin den çekilme kararı alan İngiltere nin bölgeyi terk etme hazırlıklarına başladığı sırada, Musevi Liderliği, 14 Mayıs 1948 tarihinde kendilerine ayrılan topraklarda İsrail Devleti ni kurduklarını bildirmişlerdir. Başta ABD ve Sovyetler Birliği olmak üzere çoğu Batılı devlet İsrail i tanımakta gecikmemiştir. Çünkü İsrail in İslâm dünyası 17 BM in 29 Kasım 1947 taksim kararına göre Filistin topraklarının genel görünüşü, Ekler bölümünde Ek-3 de verilmiştir. 18 Filistin Uzlaştırma Komisyonu na Türk Hükümeti nin üye olarak katılmasına dair Bakanlar Kurulu kararı Ekler bölümünde Ek-4 te verilmiştir.

56 56 için büyük bir tehlike arz etmesi, büyük devletlerin bölgedeki çıkarları için rahatlatıcı bir etki yapmıştır. İlk zamanlarda güvenlik endişesi sebebiyle Türk Hükümeti, bu olayda oldukça temkinli davranmıştır. Fakat daha sonra ortaya çıkan gelişmeler (Knesset seçim sonuçları, İngiltere nin de İsrail i tanıması ve Türk-ABD güvenlik aşamalarının gelişmesi) Türkiye nin endişelerini önemli ölçüde azaltmıştır (Özmen, 2001, ). Dönemin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, 8 Şubat 1949 da Anadolu Ajansı na verdiği demeçte Türkiye nin İsrail devletini tanıyıp tanımayacağı konusundaki bir soruya şöyle cevap vermiştir: İsrail Devleti bir vakıadır, 30 dan fazla devlet tanımıştır. Arap temsilcileri de İsrail temsilcileriyle konuşmaktadırlar. Türkiye'ye gelince, Uzlaştırma Komisyonunda vazifemizi daha iyi görebilmek için bugünkü durumumuzu değiştirmemeği daha faydalı buluyoruz. 19 Sadak ın bu ifadesinden kısa bir süre sonra Türkiye, İsrail i 28 Mart 1949 da resmen (de facto) olarak tanımıştır. 20 Türk yetkilileri, İsrail in tanınmasından sonra artan Arap tepkilerini yumuşatmak için birtakım haklı gerekçeler ileri sürmüş ve ortaya çıkan gerginliği en alt seviyeye indirmeye çalışmışlardır. Her ne kadar Türk tarafı, İsrail i tanıyan en son Batılı devlet olduğunu ve Türkiye nin böyle bir teşebbüse İsrail in bölgede bir gerçek olduğunun kabul edilmesinden sonra kalkıştığını ileri sürmüşse de Araplar Türkiye nin İsrail i tanıyan ilk ve tek Müslüman ülke olduğu görüşünü savunmuşlardır (Özmen, 2001, 272; Baç, 1999, 182). Ancak Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler, yaşanan bazı krizlere ve Arap ülkelerinin baskılarına rağmen devam ettirilmiştir. 19 Ayın Tarihi, Sayı: 184, (Şubat 1949), s Türkiye Cumhuriyeti nin İsrail Devleti ni resmen tanıdığına dair Bakanlar Kurulu kararı Ekler bölümünde Ek-5 te verilmiştir.

57 57 Türkiye nin Ortadoğu ülkelerini karşısına alacak nitelikteki bu yaklaşımları, bölgede Türkiye nin önderliğinde oluşturulmak istenen örgütlenmelere katılımda da büyük sorunlar yaratmıştır. Arap ülkeleri, Ortadoğu bölgesi için tasarlanan projeleri Batı çıkarlarına hizmet edecek nitelikte projeler olarak değerlendirirken, Türkiye yi de Batı dünyasının bölgedeki temsilcisi olarak görmüştür. Kısacası, Türkiye ile Ortadoğu ülkeleri arasındaki münasebetler, Batı dünyası ile kurulan ilişkilere göre şekillenmiştir. Doğu yada Batı konumunu belirlemek zorunda kalan Türkiye ise tercihini, Ortadoğu ülkelerini karşısına almayacak şekilde Batı Kulübü nün aktif üyesi olmak yönünde kullanmıştır Türkiye nin NATO ya Girişi Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile Türkiye bir ölçüde Sovyet tehlikesine karşı güçlendirilirken, bu sırada Avrupa da da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Soğuk Savaşın iyice şiddetlendiği bu dönemde, Doğu Avrupa ülkeleri teker teker Sovyet etki alanı içine girmeye başlamışlardır. Özellikle komünist idareye karşı demokratik düzeni korumaya çalışan Çekoslavakya nın Prag Darbesi yle Sovyet yönetimine girmesi, Batı Avrupa Birliği nin kurulmasında tetikleyici bir rol oynamıştır (Baharçiçek, 2001, 35; Roberts, 2003, 416; Armaoğlu, 2000, 448). Açıkça görülen Sovyet yayılmacılığı karşısında Batılı devletler, güvenliklerini sağlayabilecek bir dizi örgütlenme içine girmişlerdir ki bu örgütlenmelerin ilkini; 17 Mart 1948 yılında İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında imzalanan Brüksel Antlaşması oluşturmuştur (Halil, 1968, 109; Erkin, 1987, 266). Fakat bu antlaşmaya imza atan devletlerin gerçekte Sovyet tehlikesine karşı koyabilecek nitelikte güçlerinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu gerçeğin farkında olan Batılı devletler, mevcut bir komünist tehlikeye karşı dünyanın bir diğer süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri ne dayanmak zorunda olduklarını kabul

58 58 etmişlerdir. Dolayısıyla, taraflar daha ilk günlerden itibaren ABD yi bu ittifâkın içine dahil etmeye çalışmışlardır ( Sarınay, 2002, 925). Brüksel Antlaşması nın imzalanmasının ardından Fransa Dışişleri Bakanı George Bidault, General Marshall la görüşerek Brüksel Antlaşması nın beş ülkesi ile ABD ve diğer Avrupa ülkelerinin de yer alacağı ortak bir savunma sisteminin geliştirilmesini istemiştir. Bu olay, Kuzey Atlantik Paktı nın doğmasında atılmış önemli bir adımdır (Bağcı, 1990, 14). Nitekim, 4 Nisan 1949 da Brüksel Antlaşması na imza atan beş ülke ile ABD, Kanada, İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz in katılımıyla NATO ( North Atlantic Treaty Organization ) İttifâkı kurulmuştur ( Armaoğlu, 2000, 449; Roberts, 2003, 417). Batılı devletlerin muhtemel bir Sovyet tehlikesine karşı oluşturdukları NATO örgütlenmesi, Sovyetler in Türkiye üzerindeki plânlarından endişelenen ve ABD den yardım alan Türkiye de büyük ilgi uyandırmıştır. Türk Hükümeti, yaşanan gelişmelerden duyduğu memnuniyeti dile getirirken kendisinin de bu ittifâka dahil edilmesini istemiştir. Ancak Türkiye nin üyeliğine NATO devletlerinden çeşitli nedenlerle itirazlar yapılmıştır. ABD ve İngiltere tarafından yapılan açıklamalarda, Kuzey Atlantik Paktı nın coğrafi sınırlamalarına dikkat çekilerek bu paktın sadece Kuzey Atlantik Bölgesi için tasarlanmış bir güvenlik antlaşması olduğu ve bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye nin bu antlaşmaya dahil edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir (Bayar, 1969, 128; Sever, 1997, 56). Ayrıca İngiltere, Türkiye yi Ortadoğu daki İngiliz çıkarlarının korunmasına yönelik kullanmak istemiştir. 21 Danimarka ve Norveç gibi üye ülkeler ise, Doğu Akdeniz veya Ortadoğu da 21 II. Dünya Savaşı ndan oldukça zayıflamış olarak çıkan İngiltere, Ortadoğu daki ve Süveyş Kanalı nın doğusundaki çıkarlarını kaybetmemek amacıyla Ortadoğu Komutanlığı Projesi fikrini ortaya atmıştır. İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Mısır ın katılımını öngören bu projede Türkiye ye önemli roller biçilmiştir. Ortadoğu Komutanlığı içinde Türkiye nin coğrafi konumu, askeri kuvveti, Doğulu ve Müslüman kimliği projenin tümüyle Batı kimliği taşımasını önlemiş olacaktı.bu sebeple İngiltere, Türkiye yi söz konusu plânlarında önemli bir dayanak olarak görmüş ve NATO üyeliğine şiddetle karşı çıkmıştır. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, ; Sander, 1979, 75; Kurat, 1975, )

59 59 çıkabilecek bir çıkar çatışması içine girmek istemediklerinden Türkiye nin NATO üyeliğine karşı çıkmışlardır (Ataöv, 1969, 207; Gerger, 1983, 539). Fakat, antlaşma metninin yayınlanmasından kısa bir süre sonra İtalya ve Afrika daki Fransız topraklarının antlaşmaya dahil edilmesi coğrafi sınırlamanın aslında bir bahane oluğunu göstermiş ve bu durum Türk kamuoyunda tepkilere yol açmıştır. Bu tepkilerin odak noktasını; Türkiye nin Sovyet tehlikesiyle karşı karşıya bırakılması halinde, Kuzey ve Batı Avrupa da tesis edilmeye çalışılan güvenlik zincirinin beklenen yararı sağlamayacağı ve komünizmin Türkiye üzerinden yayılma çabasına girişeceği yolundaki düşünceler oluşturmuştur. Tüm bu tepkilere rağmen, Türkiye Batı dünyası ile olan ilişkilerini kestirip atmamış, NATO ve Akdeniz bölgesinde bir bağlantı için kapıları açık bırakmıştır (Mc Ghee, 1992, ; Halil, 1968, ). Bu konuda Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak yaptığı bir açıklamada; Avrupa daki barış yalnız kıt a kısmında korunamaz. Bizce Avrupa Barışı birdir ve bölünemez. Bu sebepledir ki, biz Atlantik sahillerinin savunma sisteminin Akdeniz de bir anlaşma ile imtidat ettirilmesi veya tamamlanması imkanlarını tasavvur ediyoruz. Bu anlaşma sonradan, bütün siyasi imkanlar tamamlanınca münasip zamanda hasıl olabilir. diyerek (Gönlübol ve Ülman, 1996, 224), benzer bir paktın Akdeniz ülkeleri için de oluşturulması gerektiğini dile getirmiştir. Sadak, 1949 yılında Londra ya yaptığı ziyaret esnasında International News Service Ajansı muhabirinin Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde Batı ve Arap devletlerinden oluşan bir Akdeniz Bloku na Türkiye nin taraftar olup olmayacağı sorusunu ise; Avrupa nın herhangi kısmında Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde, sulh ve emniyeti takviye edecek her anlaşmaya taraftarız. şeklinde cevaplamıştır. 22 Yine dönemin gazetelerinden biri olan Cumhuriyet Gazetesi nin 11 Mart 1949 tarihli sayısındaki bir yazıda; o günkü şartlar altında, bir Sovyet saldırısı göz önüne alındığında en önemli stratejik mevki olarak Türkiye ve Yunanistan üzerinden 22 Ayın Tarihi, (Şubat 1949), Sayı: 183, s. 138.

60 60 geçerek Akdeniz e inen yol gösterilmiştir. Ayrıca, Batılı devletlerin Kuzey ve Batı Avrupa saldırı istikametini kapatmaları ve Akdeniz yolunu açık bırakmaları halinde, Sovyet Rusya nın bu açık yolu takip edeceği öngörülmüştür. Buna karşı ise, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Türkiye nin katılacağı bir Akdeniz Savunma Paktı oluşturmak veya Türkiye ve Yunanistan ın bağımsızlıklarını garanti edecek bir beyannamenin yayınlanmasının gerektiği görüşü savunulmuştur. 23 Türkiye nin NATO üyeliği konusundaki baskıları artarken, içeride de iktidar değişimi yaşanmıştır genel seçimlerini kazanan Demokrat Parti yöneticileri, Türk dış politikasında herhangi bir aktif değişimin olmayacağını, ancak bir önceki Hükümetin pasif kalma politikası yerine daha aktif bir dış politika takip edeceklerini açıklamıştır. İşte bu sırada patlak veren Kore Savaşı, yeni hükümete bahsettiği siyaseti uygulayabilecek uygun ortamı hazırlamış ve Türkiye nin NATO ya üyelik kampanyasını daha hızlı bir şekilde sürdürebilmesi için büyük bir fırsat vermiştir (Celâl Bayar ın Söylev ve Demeçleri, Der: Şahingiray, 1999, 4; Sever, 1997, 63-64; Albayrak, 2002, 864). Doğu nun, Batı nın kendi etki alanı olarak gördüğü bölgeye girmesi anlamına gelen Kore Savaşı, 25 Haziran 1950 yılında Kuzey Kore nin Güney Kore ye saldırmasıyla başlamıştır. Savaşın çıkmasıyla toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, saldırıyı durdurmak ve bölgede barışı yeniden sağlamak için üye ülkelerden gerekli yardımı beklediğini açıklamıştır (Özdağ, 1997, 33; Armaoğlu, 2000, 455). Türkiye, BM in yaptığı bu çağrıya Amerika Birleşik Devletleri nden sonra cevap veren ikinci ülke olmuştur. Türk Hükümeti nin Kore ye asker gönderme kararı, Ulus gazetesinde şöyle ifade edilmiştir: 23 Cumhuriyet, 11 Mart 1949, s. 3.

61 61 Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin, Kore ye yardım hususundaki müracaatına Hükümet cevap vermiştir. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü nün, Mr. Trygve Lie ye çektiği telgraftan ögrendiğimize göre, Hükümet Kore cephesindeki ateş hattına 4500 Türk er ve subayını göndermeye karar vermiştir. 24 Türkiye nin Kore ye asker gönderme kararı, dünya basınında olumlu yankılar uyandırmıştır. New York taki büyük gazeteler, haberi birinci sayfadan verirken radyolar da haberi birkaç kez tekrarlamıştır. New York Herald Tribune Gazetesi, 27 Temmuz 1950 tarihli sayısında; Türkiye den sonra İngiltere, Avusturalya ve Yeni Zelanda da Kore ye asker gönderecekler başlığını kullanırken, New York taki WOR Radyosunun 26 Temmuz günkü yayınında da olayın Türkiye ile olan kısmında şu ifadeler yer almıştır: Bilhassa Türkiye nin yardım teklifi çok manâlıdır. Çünkü, bu küçük memleket, dünya harbinin hitamından beri Sovyet namlusunun ağzında oturmakta, Rusya nın ve peyklerinin daimi tazyiki altında bulunmaktadır. Komünistler, Yunanistan la birlikte Türkiye ye de hakim olmağa çalıştıkları zaman biz Türkiye ye silah yardımında bulunmuştuk. Doğu Avrupa daki komünist tehdidini hakikaten Amerika önlemişti.fakat, dünyanın diğer kısımları ile olan münasebetlerimizde yapılan yardımdan dolayı takdir görmek ender tesadüf edilen bir meta olduğundan, bu günkü durumda ve bilhassa bu şartlar içinde Türkiye nin yardım teklifi son derece ferahlatıcıdır. 25 Türkiye nin daha önce görülmemiş bir şekilde, farklı bir bölgeye askeri yardım göndermesi gerçekten radikal bir değişimdir. Bu değişimde, NATO ya Temmuz 1950 tarihli Ulus tan, Ayın Tarihi, Sayı: 200, (Temmuz 1950), s Dış basında yer alan bu ifadeler, dönemin T.C. Başbakanlık Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü Haberler Bürosu Müdürü Nuri Esen in, Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü ne 28 Temmuz 1950 tarihli ve 5778 sayılı sunduğu rapordan aktarılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Arşiv Belge No: /

62 62 girmek konusunda ısrarcı olan Demokrat Parti Hükümeti nin Batı kamuoyunda Türkiye ye karşı olumlu bir hava yaratma çabasının büyük etkisi olmuştur. Nitekim, Kore ye asker gönderme kararının açıklanmasından birkaç gün sonra Türkiye, NATO ya girmek için yeniden başvuruda bulunmuştur (Sever, 1997, 66). Bu arada ortaya çıkan gelişmeler Türkiye nin istekleri doğrultusunda bir gelişme göstermiştir. Sovyet yanlısı Balkan ülkelerinin hızla silahlanması, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu da güvenliğin korunması, Boğazların denetim altında tutulması ve Batı Avrupa ya yönelik bir Sovyet saldırısı durumunda Türkiye de kurulacak hava üslerine ihtiyaç duyulması, Türkiye nin NATO ya alınmasını kolaylaştırmıştır (Akalın, 2000, 93; Halil, 1968, 125). Ayrıca Ortadoğu Komutanlığı Projesi nin gerçekleştirilememesi, Ortadoğu daki Batı savunması için Türkiye nin tam üye olarak NATO ya alınmasını gerekli kılmıştır. Yunanistan ile birlikte NATO Bakanlar Konseyi nin Eylül 1951 tarihleri arasındaki toplantıları sonucu İttifâk a katılan Türkiye, 17 Ekim 1951 tarihli ek protokol ile NATO üyeliğini gerçekleştirerek Batı Bloku nun askeri örgütlenmesi içindeki yerini almıştır (Albayrak, 2002, ; Gerger, 1983, 538). 19 Şubat 1952 tarihinde yayınlanan Resmi Gazete de, Yunanistan ve Türkiye nin Kuzey Atlantik Antlaşması na iltihakına dair protokolün I. maddesinde; Yunanistan Krallığı ile Türkiye Cumhuriyeti nden her biri, iltihak vesikasını Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti ne tevdi eylemesi tarihinde, Antlaşma nın 10. maddesine tevfikan iş bu Antlaşma ya taraf olacaktır. 27 denilerek, Türkiye nin NATO üyeliği resmen açıklanmıştır Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt XXXIII, (1952), s. 314; Sicilli Kavanini, Cilt XXXIII, (15 Şubat 1952), s Resmi Gazete, Sayı: 8038, (19 Şubat 1952), s

63 63 NATO üyeliğinin gerçekleşmesi, Türkiye nin dış politikasında özellikle de Ortadoğu politikasında radikal değişimleri de beraberinde getirmiştir. Bu dönemden sonra Ortadoğu daki Batı çıkarlarını korumaya yönelik girişimlerde bulunan Türkiye, bölge devleti olmanın avantajlarını kullanabilecekken, izlediği politika sebebiyle Arap devletlerinin tepkisini üzerine çekmiştir. Ortadoğu da yaşanan gelişmelere Batı gözlüğü ile bakan Türkiye, bölge ülkeleri tarafından emperyalizmin Ortadoğu daki temsilcisi olarak görülmüş (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 621) ve bu durum iki taraf arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilemiştir.

64 64 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE NİN ORTADOĞU DA LİDERLİK ÇABALARI 3.1. TÜRKİYE NİN İTTİFÂK ARAYIŞLARI Türkiye, NATO üyeliğinin kesinleşmesinin ardından İngiltere ve ABD nin istekleri doğrultusunda Ortadoğu ve Balkanlar da yoğun bir şekilde diplomatik çalışmalara başlamıştır. Bu çalışmalar her iki bölgede de askeri nitelikli ittifâkların kurulması ile sonuçlanmıştır (Tunçay, 1988, 180). Batı nın Sovyetler Birliği ni çevreleme politikasının Balkanlar daki halkası olan Balkan Paktı, ABD ve İngiltere nin Ortadoğu daki çıkarlarını korumaya yönelik oluşturulan ve daha sonra CENTO ismini alan Bağdat Paktı, bu çabaların sonucu kurulmuş paktlardır (Çavdar, 1983, 2073; Ataöv, 1969, 241). Ortadoğu ve Balkanlar da askeri ittifâkların ortaya çıkmasında Batı dünyasından gelen istek kadar Demokrat Parti yönetiminin Batı Bloku ile bütünleşme isteklerinin de etkisi olmuştur. Demokrat Parti Hükümeti, Türkiye nin sahip olduğu jeopolitik konumu Batı ya karşı kullanmak istemiştir. Bu amaçla Sovyet tehdidi altında bulunan ve özellikle ABD açısından stratejik öneme sahip bölgeleri, Türkiye üzerinden ABD güvenlik sistemi içine almak için büyük bir çaba harcamıştır (Özdağ, 1997, 42). Türkiye nin stratejik plânlamaları doğrultusunda gerçekleştirilen askeri ittifâkların ilkini Balkan Paktı oluşturmaktadır. Balkan Paktı nın sonuçları dolaylı olarak Türkiye nin Ortadoğu politikasını

65 65 şekillendirdiğinden Balkan Paktı hakkında kısa bir ön değerlendirme yapmak faydalı olacaktır Balkan Paktı Demokrat Parti yönetimini ilk yıllarda dış politikada en fazla meşgul eden konulardan biri, Balkanlar da Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında bir ittifâk kurma girişimi olmuştur (Eroğul, 2003, 119). Üç devlet arasında gerçekleştirilen ve Balkanlar da muhtemel bir Sovyet tehlikesine karşı ortak bir güvenlik sistemi yaratmak amacıyla oluşturulan Balkan Paktı, temelde klâsik bir askeri ittifâktır (Akalın, 2000, 95). Balkan Paktı nın oluşturulması için ABD nin Türkiye ve Yunanistan ı Yugoslavya ile askeri işbirliğine zorladığı görülmüştür. ABD nin böyle bir ittifâk kurma nedeni ise şu şekilde açıklanabilir: Türkiye ve Yunanistan ın NATO ya girmelerinin ardından NATO nun İran a kadar uzanan kanadında Sovyetler Birliği ne karşı tek açık kapı olarak Yugoslavya kalmıştır yılından itibaren Sovyetler Birliği ile arası açılmış olan Yugoslavya Kominform dan çıkarıldıktan sonra ağır bir Sovyet baskısı altına girmiştir (Eroğul, 2003, 119; Sezer, 1999, 448). Avrupa nın savunulmasında önemli bir konumda yer alan Yugoslavya nın içinde bulunduğu şartlar, ABD yi Balkanlar da bir ittifâk kurma düşüncesine sevketmiştir. Türkiye ve Yunanistan ise, askeri ve ekonomik destek açısında ABD ile yapacakları pazarlığın gücünü arttırabilme düşüncesiyle ittifâka sıcak bakmışlardır (Sander, 1979, 124).

66 66 Üç devletin hükümet temsilcileri düzeyinde başlayan görüşmeler sonucunda 28 Şubat 1953 te Ankara da bir Dostluk ve İşbirliği Andlaşması imzalanmıştır (Gürün, 1983, 353; Yurdusev, 1999, 378). Her üç devlet de bu anlaşmayı Birleşmiş Milletler Andlaşması nın 51. maddesine uygun olarak imzaladıklarını ve yine bu andlaşmanın öngördüğü şekilde gerekli tedbirleri alacaklarını açıklamışlardır (Çelik, 1969, 165; Gürün, 1983, 353). Andlaşma, TBMM de 6087 sayılı kanunla 18 Mayıs 1953 te kabul edilmiştir. 28 Dostluk ve İşbirliği Andlaşması nın I. maddesi gereği yapılan ilk yıllık toplantıdan sonra taraflar resmi bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride; üç devlet arasındaki andlaşmanın bir ittifâk andlaşmasıyla güçlendirilmesi konusunda görüş birliğine varıldığı açıklanmıştır. Bu amaçla hazırlanan metin, NATO Konseyi nin 29 Temmuz 1954 tarihli toplantısına sunulmuş ve Konsey, metni onayladığını açıklamıştır (Çelik, 1969, 166). Böylece, 9 Ağustos 1954 günü Yugoslavya nın Bled şehrinde üç devlet arasında imzalanan andlaşma ile Balkan Paktı kurulmuştur (Yurdusev, 1999, 378; Soysal, 1965, 428). 29 Andlaşma nın en önemli özelliği, her üç devletten birine veya birkaçına herhangi bir silahlı saldırı olduğu takdirde diğer üyelerin Birleşmiş Milletler in tanıdığı hakla söz konusu devlete yardım edebilecek olmasıdır (Armaoğlu, 2000, 523; Özdağ, 1997, 44). Balkan İttifâkı, Yugoslavya nın Sovyetler Birliği ile barışması sonucunda izlediği politikanın değişmesi ve Kıbrıs Meselesi yüzünden Türk-Yunan ilişkilerinin bozulması sebebiyle kısa sürede işlemez hale gelmiştir (Çelik, 1969, 169; Türkiye Ansiklopedisi ( ), 1974, ). Balkan İttifakı nın aldığı bu yeni durum, Türkiye yi Batı çıkarlarının bulunduğu bir diğer önemli bölge olan Ortadoğu ya yöneltmiştir. Balkan İttifâkı nın ardından bu kez de Ortadoğu da bölgesel bir ittifâk 28 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: IX, Cilt XXI-XXII, (20 Nisan 1953), s. 1-5; Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt XXXIV, (1953), s Balkan Paktı nın metni için bkz. İsmail Soysal, Türkiye nin Dış Münasebetleriyle İlgili Başlıca Siyasi Andlaşmaları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1965, s

67 67 kurma girişimlerinde bulunan Türkiye, bölgede etraflıca düşünülmeden geliştirilen politikalar ortaya koymuştur. Türkiye nin önderliğinde kurulmak istenen Bağdat Paktı, bölgedeki ülkeleri iki karşıt kutuba ayırmakla kalmamış ( Akalın, 2000, 95), Türk-Arap ilişkilerini de kopma noktasına getirmiştir Ortadoğu Savunması = Bağdat Paktı Balkan Paktı nın başarısızlığa uğramasının ardından Ortadoğu da Sovyet tehlikesine karşı varolan boşluğu doldurmak amacıyla dış kuvvetlerin etkisiyle kurulan Bağdat Paktı, Türkiye nin Batı emperyalizmi adına Ortadoğu daki Arap ülkeleriyle oluşturmaya çalıştığı bir ittifâktır (Çelik, 1969, ; Ataöv, 1969, 243). Batı dünyası ve onun Ortadoğu daki uygulayıcısı olan Türkiye açısından Bağdat Paktı nın kurulması, komünizme karşı yapılan mücadelenin bir parçası olarak görülmüştür. Kurulacak olan böylesi bir paktla, Batı dünyası kendi güvenliği için Ortadoğu da sağlam bir halkanın oluşturulacağını (Akalın, 2000, 96), Türkiye ise bu olaya aracılık etmekten dolayı Batılı müttefiklerinden alacağı desteği düşünerek Bağdat Paktı nın kurulmasında öncülük etmiştir. Bağdat Paktı, temelde bölge devletlerinin çıkarlarını korumaktan çok Batılı devletlerin Ortadoğu da çıkarlarını korumaya yönelik kurulmuş bir ittifâktır. Nitekim, Bağdat Paktı nın kurulmasıyla birlikte Arap kamuoyundan gelen tepkiler ve bölge devletlerinin Pakt a taraftar olanlar ve olmayanlar şeklinde iki kutuba

68 68 ayrılması, Pakt ın dışardan gelen istekler doğrultusunda oluşturulduğunu göstermiştir. Bu noktada, Ortadoğu da NATO nun bir uzantısı olarak kurulan Bağdat Paktı nın (Gerger, 1983, 539) oluşturulma sebeplerine bakmak Batı dünyası ile Türkiye nin bölgeye yönelik hedeflerini daha iyi gözler önüne serecektir Pakt ın Kuruluş Nedenleri Daha önceki bölümlerde de ifade edildiği gibi, Türkiye nin NATO ya katılımının söz konusu olduğu dönemde en büyük itiraz İngiltere den gelmiştir. İngiltere nin, Türkiye nin NATO üyeliğine karşı çıkması, onu Ortadoğu da kurmayı düşündüğü savunma sistemi içinde kullanmak istemesinden kaynaklanmıştır. Ancak Kore Savaşı nın çıkması ve Türkiye nin savaşta etkin bir şekilde yer alması, Türkiye nin NATO ya girişini büyük ölçüde kolaylaştırmıştır. ABD nin İngiltere yi itirazlarından vazgeçirmesi ve Türkiye nin, İngiltere ye ileride oluşturulması düşünülen Ortadoğu savunma sistemi içinde aktif rol alma sözünü vermesiyle Türkiye nin NATO üyeliği gerçekleşmiştir (Bağcı, 1990, 48; Gönlübol ve Ülman, 1996, 251). NATO ya girişten sonra İngiltere ye verdiği söz gereği Ortadoğu da aktif bir politika izlemeye başlayan Türkiye, bir bakıma bölgede Batı nın uydusu olmuştur. İngiltere, ABD, Fransa ve Türkiye nin önderliğinde kurulması plânlanan Ortadoğu Komutanlığı Projesi nde de Türkiye nin üstlendiği görev, onu başta Mısır olmak üzere çoğu Arap devletiyle karşı karşıya getirmiştir. Ortadoğu Komutanlığı Projesi, Arap kamuoyunda Batılı devletlerin Ortadoğu daki sömürgeci faaliyetlerini devam ettirmesine dayanak oluşturacağı düşüncesinin oluşmasına sebep olmuştur. Bağımsızlıklarını yeni kazanan ve Batı nın kalıntılarını ülkelerinden silmeye çalışan

69 69 Arap toplumlarının emperyalizme karşı giriştiği mücadele karşısında Türkiye nin Batı dünyası ile birleşerek Arap ülkelerinin çıkarlarına ters düşen tekliflerde bulunması, bu devletler tarafından Türkiye nin emperyalizmin Ortadoğu daki savunucusu olarak algılanmasına sebep olmuştur (Ataöv, 1969, 243; Özmen, 2001, 284). Batı dünyasının Sovyetler i çevreleme politikasının bir halkasını oluşturan Bağdat Paktı, Ortadoğu bölgesinde baş gösteren Sovyet tehlikesi ve bölgede çıkarlarını sürdürmek isteyen Batı dünyasının bu tehlikeye karşı bölgedeki boşluk alanlarını ortak bir savunma sistemi sonucu kurulmuştur (Akalın, 2000, 96; Çelik, 1969, 170). Sovyetler Birliği nin yanı başında bulunan ve Batı nın toplu güvenlik sistemine bağlanmamış olan Ortadoğu nun önemi, Kore Savaşı yla daha da artmış ve tehlikenin boyutu gözler önüne serilmiştir. NATO nun doğu cephesini güçlendirmek isteyen Batı dünyası, bölgede İran ve Pakistan ı da içine alacak, NATO ile SEATO yu birbirine bağlayacak nitelikte bir savunma teşkilâtının kurulmasına ihtiyaç duymuştur (Gürün, 1983, 354). Kore Savaşı ardından Ortadoğu bölgesini Batı savunma sistemi içine katmak görevini Amerika Birleşik Devletleri üstlenmiştir. ABD ye göre, Ortadoğu da bir savunma örgütünün kurulması, İngiltere nin bölgedeki varlığının sürdürülmesi sorunundan çok daha önemli bir boyut kazanmıştır ( Kürkçüoğlu, 1972, 51; Sezer, 1999, 449). Amerika Birleşik Devletleri nde 1953 yılında Eisenhower ın yönetime gelmesinin ardından ABD, bölgede sağlam bir organizasyon kurmaya karar vermiştir. Yeni yönetim, değişen uluslararası koşullarda Ortadoğu Komutanlığı ve Ortadoğu Savunma Örgütü nün bölge savunması için yeterli olmadığını görmüştür

70 70 (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 620). Bölgede kurulmak istenen organizasyonu oluşturmadan önce bölge sorunlarını yerinde değerlendirmek isteyen Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, Yakın ve Ortadoğu Güvenlik Sorumlusu Harold Stasses ile birlikte 9 Mayıs 1953 te Ortadoğu ve Güney Asya ülkelerini kapsayan bir geziye çıkmıştır (Sever, 1997, 107; Aydemir, 1968, 324). Ortadoğu gezisi sırasında Dulles ın edindiği izlenimler başlıca şu üç noktada toplânmıştır: 1-Bölgesel bir savunma teşkilâtı kaynağını her şeyden önce bölge halkları ve hükümetlerinden almalıdır, 2-Ortadoğu halkları ve hükümetleri, kendilerini doğrudan doğruya Batılı bir savunma örgütüne bağlamak istememektedir, 3-Kuzey Kuşak devletleri Sovyet tehlikesinden dolayı endişe duymaktadırlar (Özmen, 2001, 285; Gönlübol ve Ülman, 1996, 252). Dulles, üzerinde önemle durduğu bu üç nokta dışında raporunda ayrıca, bölge ülkelerinin endişesinin ve kızgınlığının kaynağını da açıklamıştır. Dulles, Arap ülkelerinin Batılı bir savunma örgütü içine girmek istememesinin ana nedeni olarak; Batılı devletlerin bölgedeki sömürgeci geçmişlerini ve İsrail sorununu göstermiştir (Sever, 1997, 108). Raporda dikkat çeken bir diğer önemli nokta ise, bölgenin bütün devletlerini içine alacak kollektif bir savunma sisteminin yakın zamanda mümkün görülmemiş olmasıdır. Dulles ın Türk liderleri ile yaptığı görüşmelerde başarılı bir savunma yapısının oluşturulmasında uygulanacak yöntem konusunda çıkan görüş ayrılıkları da bu noktada toplânmıştır. Türk Hükümeti, Ortadoğu daki ülkelerin askeri ve ekonomik açıdan zayıf olduklarını, muhtemel bir Sovyet tehlikesine karşı tek

71 71 başlarına mücadele edemeyeceklerini ve Ortadoğu daki güvenlik boşluğunun doldurulması için Batı nın bölgede kendi savunma plânını bir an önce uygulamaya geçirmesini istemiştir. Türkiye nin bu görüşüne karşılık Dulles, söz konusu savunma sisteminin bölge içinden çıkması ve Arapların desteğinin sağlanması gerektiğini savunmuştur. Ancak Ortadoğu gezisinin sonunda, bölgede kurulacak olan savunma sistemine Arap katılımının yakın zamanda mümkün olamayacağının anlaşılması üzerine Dulles, Arap ülkelerinin Sovyet tehlikesinin yeterince farkında olmadıklarını, bu sebeple Sovyetler Birliği ne yakın olan ve komünist tehlikenin farkında olan Kuzey Seddi ülkeler (Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve Suriye) arasında bir paktın kurulması gerektiğini savunmuştur (SİSAV, 1992, 183;Armaoğlu, 2000, 525; Bağcı, 1990, 51) Pakt ın Kuruluşunda Türkiye nin Rolü Sovyet Rusya nın Ortadoğu ya sızmasını önlemek amacıyla ABD tarafından geliştirilen Ortadoğu ülkeleri arasında bir ittifâk kurma fikri, Türkiye nin önderlik ettiği Bağdat Paktı nın kurulmasıyla gerçekleştirilmiştir (Armaoğlu, 2000, 491). Ortadoğu gezisi esnasında bir durum değerlendirmesi yapan ABD Dışişleri Bakanı J. Foster Dulles, Ortadoğu da kurulması plânlanan savunma sisteminin liderliği için en uygun ülke olarak Türkiye yi görmüş ve Mayıs 1953 tarihleri arasında Ankara ya yaptığı ziyaret sırasında da bu konudaki görüşlerini açıklamıştır (Çelik, 1969, 170; Özdağ, 1997, 46). ABD nin Türkiye yi lider olarak seçmesinde, Türkiye nin NATO da bulunan tek Ortadoğu ülkesi olması ve bu sayede Batı savunma sistemi ile Ortadoğu savunma sistemi arasında bir köprü oluşturacağı düşüncesi yatmıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 53).

72 72 İç politikada yaşanan ekonomik sıkıntılar sebebiyle ABD den daha fazla yardım alma ihtiyacını hisseden Türkiye için ABD nin yeni Ortadoğu politikası, eşi bulunmaz bir fırsat yaratmıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 621). Türk yöneticileri, Ortadoğu ya coğrafi yakınlığını, Batı yla olan ittifâkını ve Ortadoğu daki diğer ülkelere göre askeri ve ekonomik açıdan daha güçlü konumda olması sebebiyle Türkiye yi, Ortadoğu daki bir savunma organizasyonuna önderlik etme konusunda en yetkili ülke olarak görmüşlerdir (Sever, 1997, 111). Türk Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü, 23 Şubat 1953 de Meclis te yaptığı konuşmada Ortadoğu da bir savunma sisteminin kurulması gerekliliğini şu şekilde açıklamıştır: Bugün bütün Orta-Doğu memleketlerinin aynı büyük tehlikenin tehdidi altında bulunduğu herkesçe bilinen bir hakikâttir. Biz kendilerine teker teker en samimi dostluk bağlarıyla bağlı bulunduğumuz bu memleketlerle, ayrı ayrı hepimizin huzur ve istiklâlini, manevi ve maddi varlığını, mukaddesatını tehdit eden büyük ve müşterek tehlikeye karşı gerekli müdafaa teşkilâtını, el birliği ile kurmak ümit ve temennisindeyiz; ve bu yolda müspet neticelere varıncaya kadar elimizden geleni yapmaktan tariğ olmayacağız. Bütün alâkaların, tam bir müsavat içinde ve munhasıran kendi arzu ve iradeleriyle, böyle bir müşterek müdafaa sistemi kurmak için şimdiden düşünüp birbirleriyle fikir mübadelelerine başlamaları, bize göre, realist bir siyaset icabıdır. Yoksa, tehlikeleri vaktinde sezerek onları karşılamak üzere icap eden tedbirleri süratle almanın ve bitaraf kalabilmek yahut bu vesile ile bazı küçük menfaatler elde edebilmek ümidiyle müşterek müdafaa gayretlerine katılmaktan içtinap etmenin ne kadar acı âkıbetlere mâl olduğunu, daha dünkü tarihteki misaller pek açık göstermiştir. Vatanımızın müdafaası bakımından bizim için hayati bir mahiyeti haiz olduğunu daima tekrarladığımız Orta-Doğu müşterek müdafaası için süratle kurulması icab eden teşkilâtın, her şeyden evvel bu bölge memleketimizin müşterek eserleri olacağını bu kürsüden bir kere daha belirtmek isterim. Bugün bizim ve coğrafi bakımdan bu sahaya mensup olmamakla beraber bizimle birlikte hareket eden sulh ve hürriyet cephesine mensup devletlerin bütün gayretlerimiz, Orta-Doğu da barışı sağlam bir müdafaa teşkilâtı ile teminat altına almak hedefine teveccüh etmektedir TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: IX, (23 Şubat 1953), s. 828.

73 73 Bağdat Paktı nın kurulması amacıyla başlatılan girişimlerin ilk adımı, Türkiye ile Pakistan arasında 2 Nisan 1954 tarihinde Karaçi de Dostane İşbirliği Andlaşması nın imzalanmasıyla atılmıştır. 31 Karaçi Andlaşması olarak da bilinen andlaşmayla, tarafların ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslararası meselelerde birbirlerine danışacakları, kültürel, ekonomik ve teknik konularda geniş ölçüde işbirliği yapacakları belirtilmiştir. Askeri nitelik taşımayan Karaçi Andlaşması, esasında ABD nin Ortadoğu da gerçekleştirmeyi düşündüğü güvenlik kuşağının oluşturulmasına hizmet edecek şekilde geliştirilmiştir (Çelik, 1969, 170; Ataöv, 1969, ). Özellikle VI. maddede yer alan şu ifadeler; İşbu Andlaşmaya, Âkıd Taraflarca onun gayelerinin tahakkuku için iştiraki faydalı addedilecek Devletler, Âkıdlarla aynı şartlar tahtında ve aynı hakları haiz olmak üzere iltihak edebileceklerdir. İltihak keyfiyeti, iltihaknamenin Türkiye hükümetine, usulü veçhile tevdiinden sonra, bundan diplomatik yolla Pakistan Hükümetine Türkiye Hükümetince resmi ihbarda bulunulması tarihinden itibaren hukukan tevekkün etmiş olacaktır. 32 andlaşmanın diğer devletlere de açık olduğunu ve daha geniş kapsamlı bir savunma işbirliğini ön gördüğünü göstermektedir. 31 Düstur,Üçüncü Tertip, Cilt XXXV, (1954), s ; Resmi Gazete, Sayı: 8730, (16 Haziran 1954), s Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt XXXV, (1954), s. 1924

74 74 Dönemin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ise, Türkiye ile Pakistan arasında imzalanan Karaçi Andlaşması na ilişkin TBMM ye yaptığı açıklamada, andlaşmanın Ortadoğu da geniş çapta oluşturulacak işbirliği için sadece bir başlangıç olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: istiklâlini yeni kazanmış olan ve güzel bir istikbale namzet bulunması bizim için bir bahtiyarlık teşkil eden Büyük Pakistan milletiyle de sıkı bir dostluk ve iş birliği muahedesi akdeyledik ki, bu ancak bir başlangıç sayılmak icabeder. Zira bu muahedemizi süratle takviye ususunda Pakistan la mutabakat halindeyiz. 33 Türk-Pakistan Dostluk Andlaşması nın imzalandığı sırada Ortadoğu ülkelerinde de önemli gelişmeler yaşanmıştır. Türkiye den sonra Ortadoğu nun en güçlü devleti olan Mısır, İngiltere ile 27 Temmuz 1954 te İngiltere nin Süveyş ten çekilmesini öngören bir antlaşma imzalamıştır. Mısır ile İngiltere arasında böylesi bir anlaşma ortamının yaratılması, ABD ve Türkiye de Mısır ın Ortadoğu savunma sistemi içine çekilebileceği ümidinin doğmasına neden olmuştur. Demokrat Parti yönetimi, İngiltere-Mısır Antlaşmasının yarattığı olumlu atmosferden yararlanarak Mısır ile ilişkilerini geliştirmek istemiştir. Ancak Mısır dan beklediği cevabı alamayınca bu kez girişimlerini Irak üzerinde yoğunlaştırmıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 622; Akalın, 2000, 96). Türkiye ile Irak arasında gerçekleşen görüşmelerin Mısır a oranla daha dostane ve sıkı geçmesinde, Irak yönetimindeki lider değişikliği ve ülkenin uzun zamandan beri sürdürdüğü Batı ya yaklaşma çabaları etkili olmuştur. Özellikle 12 Eylül 1954 te Irak ta Hükümeti kuran Nuri Said Paşa, Batı yla işbirliği kurarak ülkenin daha fazla ekonomik imkân sağlayabileceğine, Arap dünyası içinde lider 33 TBMM Zabıt Ceridesi, Dönem X, Cilt I, (1 Kasım 1954), s. 17.

75 75 olma şansını doğuracağına ve İsrail e karşı Irak ın durumunun güçlendirileceğine inanmıştır (Özmen, 2001, 288; Sever, 1997, 125). Arap ülkelerinin tepkisinden çekinen Irak, ilk zamanlarda Karaçi Andlaşması na çekimser kalmış ve katılmamıştır. Mısır ile İngiltere arasında imzalanan Antlaşma ise Batı ya yaklaşma çabası içinde olan Irak Hükümeti ni oldukça rahatlatmıştır. İngiltere ye yaptığı ziyaret dönüşü Türkiye ye uğrayan Nuri Said Paşa, 9-19 Ekim tarihleri arasında Türk yetkilileriyle Ortadoğu da kurulacak olan savunma paktı için ilk ciddi görüşmeleri yapmıştır. Görüşmeler sonunda, iki ülkenin başbakanları Adnan Menderes ve Nuri Said Paşa ortak bir bildiri yayınlayarak, İki ülkenin daha fazla gecikmeden Ortadoğu da ortak bir güvenlik kuşağı oluşturmak için işbirliği içinde çalışacaklarını açıklamışlardır (Kürkçüoğlu, 1972, 55-57; Gürün, 1983, 356). İstanbul da yayınlanan bildirinin ardından 6-14 Ocak tarihleri arasında Bağdat ı ziyaret eden Adanan Menderes ve Fuad Köprülü, burada Irak yetkilileriyle tekrar görüşmelerde bulunmuş ve 12 Ocak ta ikinci bir ortak bildiri daha yayınlanmışlardır (Kurat, 1975, 285). Yayınlanan bildiride, ortak bir güvenlik paktının kurulması konusunda görüş birliğine varıldığı ve paktın şu esaslara dayandırılacağı belirtilmiştir: a) Pakt, bölge içinden veya bölge dışından gelebilecek saldırılara karşı işbirliğini öngörmüştür. Bölge dışından gelebilecek saldırı ile Sovyetler Birliği kastedilirken bölge içinden gelebilecek saldırı ile İsrail kastedilmiştir. b) Pakt ın başlıca hedefi, Birleşmiş Milletler Andlaşması nın ilke ve kararlarına uygun olarak bölgede istikrarı sağlamak olarak belirlenmiştir. c) Pakt ın, andlaşmanın barışçı hedeflerini gerçekleştirme yolunda kararlılığını ispat etmiş veya bu yolda hareket edebilecek devletlerin katılımına açık olduğu belirtilmiştir. Bu son madde ile pakt, sadece bölgesel katılıma değil bölge dışı devletlerin katılımına da açık hale getirilmiştir (Kürkçüoğlu, 1972, 59-60).

76 76 Irak Hükümeti ile andlaşma prensipleri üzerinde anlaşan Başbakan Adnan Menderes, Ankara ya dönerken Irak la imzalanacak andlaşmaya katılımlarını sağlayabilmek için 14 Ocak ta Suriye yi, 15 Ocak ta da Lübnan ı ziyaret etmiştir. Suriye, Türkiye nin önerisini kesinlikle reddederken Lübnan Hükümeti, kuvvetli bir Ortadoğu savunma örgütünün kurulmasına taraftar olduğunu ancak Arap Birliği nin onayı olmadan böyle bir örgüte giremeyeceğini açıklamıştır (Bağcı, 1990, 64-65; Kurat, 1975, 285; Gürün, 1983, 356). Ortadoğu da ortak bir güvenlik sisteminin kurulması amacıyla Türk yetkililerinin Irak a yaptıkları ziyaret sonrasında konuyla ilgili bir açıklamada bulunan Başbakan Adnan Menderes hedeflerini şu şekilde özetlemiştir: tutulan yol bütün Arap devletleri için, Orta şark ve hepimiz için yeni bir siyasi hayatın başlangıcını teşkil edecek kadar mühimdir. Arap devletlerinin, istisnasız olarak hepsinin hayrınadır. Orta Şarkta Sulhün, emniyetin ve istikrarın temin ve istihsali bakımından kudsiyet arzetmekte olduğu söylenebilecek kadar hayra matuf bir gayeye hizmet etmektedir. 34 Türkiye ile Irak arasında kurulması düşünülen pakt fikrine başta Mısır olmak üzere çeşitli Arap devletlerinden olumsuz tepkiler gelmiştir. Tüm tepkilere rağmen Irak ve Türkiye, 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat Paktı adıyla anılan Türk-Irak Karşılıklı İşbirliği Andlaşması nı imzalamışlardır 35 (Eroğul, 2003, 162; Göktepe, 2002, 908; Baç, 2001, 102). Andlaşma, imzalanmasından iki gün sonra 26 Şubat 1955 te 6496 sayılı kanunla TBMM tarafından oybirliği ile kabul edilmiştir T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Arşiv Belge No: / Dünya, (27 Şubat 1955), s Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt XXXVI, (1955), s. 139.

77 77 Dönemin gazetelerinden biri olan Dünya Gazetesi, Bağdat Paktı nın onayını 27 Şubat 1955 tarihli yayınında baş sayfadan vermiştir. Andlaşmaya aynı yıl içinde sırasıyla, İngiltere, Pakistan ve İran katılmış (Çetinsaya, 2001, 143; Göktepe, 2002, 908), böylece Pakt beşli bir ittifâk haline gelmiştir. Amerika ise, asıl üye olmamakla beraber Pakt ın Daimi ve Yardımcılar Konseylerinin toplantılarında her zaman bir gözlemci bulundurmuştur (Soysal, 1965, 435; Özdağ, 1997, 46).

78 78 Sekiz maddeden oluşan Bağdat Paktı nın başlıca hükümleri ise şunlardır: Madde I- Yüksek Âkıd Taraflar, emniyet ve müdafaaları için Birleşmiş Milletler Anayasasının 51 inci maddesine uygun şekilde İşbirliği yapacaklardır. Bu işbirliğinin tahakkuku için ittihaz etmeyi kararlaştıracakları tedbirler aralarında hususi anlaşma mevzuu olabilir. Madde II- İşbu Andlaşma yürürlüğe girer girmez Yüksek Âkıd Tarafların salâhiyetli makamları 1 inci maddede derpiş olunan işbirliğinin tahakkuku ve tatbikını temin maksadiyle alınması gereken tedbirleri tâyin ve tesbit edeceklerdir. Bu tedbirler, Yüksek Âkıd Tarafların Hükümetlerince tasvibini mütaakıp derhal tatbik mevkiine girmiş addedileceklerdir. Madde III- Yüksek Âkıd Taraflar yekdiğerinin dahilî işlerine her hangi bir müdahalede bulunmamayı taahhüt ederler. Yüksek Âkıd Taraflar aralarında zuhur edecek bütün ihtilâfları Birleşmiş Milletler Anayasası gereğince sulh yolu ile halledeceklerdir. Madde IV- Yüksek Âkıd Taraflar bu Andlaşma hükümlerinin, içlerinden biri tarafından üçüncü bir Devlet veya Devletlerle giriştikleri beynelmilel taahhütlerden hiçbirisi ile tearuz teşkil etmediğini beyan ederler. Bu hükümler Âkıd Tarafların yukarda mâruz beynelmilel taahhütlerine mugayir değildir ve mezkûr beynelmilel taahhütlere mugayir oldukları şeklinde de tefsir edilemezler. Yüksek Âkıd Taraflar işbu Andlaşma ile gayrikabili telif her hangi bir beynelmilel mükellefiyet yüklenmemeyi taahhüt ederler. Madde V- İşbu Andlaşma Arap Birliği âzası Devletlerden her hangi birisinin veya bu bölgenin emniyet ve sulhu ile faal şekilde ilgili ve taraflarca mutlak olarak tanınan her hangi diğer bir Devletin iltihakına açık bulunacaktır. İltihaknamenin ilgili Devlet tarafından Irak Hariciye Vezaretine tevdii tarihinden itibaren iltihak keyfiyeti tahakkuk etmiş addedilir.

79 79 İşbu Andlaşmaya iltihak eden her hangi bir Devlet, Andlaşmaya taraf olan bir veya daha fazla Devletlerle I inci maddeye tevfikan hususi anlaşmalar yapabilir. İltihak eden Devletin salâhiyetli makamı II inci maddeye göre tedbirler tâyin ve tesbit edebilirler. Bu tedbirler ilgili Tarafların Hükümetlerince tasvibedilir edilmez tatbik mevkiine girmiş addedilirler. Madde VI- Âkıdların adedi asgari dördü bulduğu andan itibaren Andlaşmayı alâkadar eden maksatlar dairesinde çalışmak üzere vekiller seviyesinde bir daimî konsey kurulacaktır. Konsey çalışma usullerini kendisi tâyin eder. Madde VII- Bu Andlaşma beşer senelik müddetlerle yenilenebilmek üzere beş sene için mer idir. Taraflardan her hangi birisi işbu Andlaşmayı nihayete erdirmek arzusunda bulunduğunu diğer Taraflara yazılı olarak, yukarda mâruz müddetlerden her hangi birisinin hitamından altı ay evvel bildirmek suretiyle bu Andlaşmadan çekilebilir. Bu takdirde Andlaşma diğer Taraflar için mer iyette kalır. Madde VIII- İşbu Andlaşma Âkıd Taraflarca tasdik olunacak ve tasdiknameler en kısa bir zamanda Ankara da teati edilecektir. Tasdiknamelerin teatisi tarihinden itibaren Andlaşma mer iyete girecektir. 37 Bağdat Paktı nın yukarıdaki hükümleri arasında özellikle V. madde, oluşturulmak istenen organizasyonun niteliğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu madde ile andlaşmanın sadece Ortadoğu devletlerine değil, bölge barışı için çalışacak diğer devletlere de açık olduğu belirtilmiştir. Maddede yer alan bir diğer önemli 37 Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt XXXVI, (1955), s ; Sicilli Kavanini, Cilt XXXVI, (26 Şubat 1955), s. 14.

80 80 özellik, andlaşmaya katılacak devletin ilgili taraflarca gerçek anlamda tanınması şartıdır. Bu ifadeden şu sonuç çıkmaktadır ki, İsrail bölge devleti olduğu halde Irak tarafından tanınmadığı için pakta alınmamış, buna karşılık İngiltere bölge devleti olmadığı halde tarafların tanıması sebebiyle pakta girebilmiştir (Kürkçüoğlu, 1972, 65; Gönlübol ve Ülman, 1996, 259) Bağdat Paktı na Ortadoğu Ülkelerinin Yaklaşımı ve Pakt ın Sonuçları Sovyet Rusya nın Ortadoğu ya sızmasını önlemek ve Ortadoğu ülkelerini ortak bir teşkilât içinde birleştirmek amacıyla kurulan Bağdat Paktı, beklenenin aksine bölgede bloklaşmaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Arap ülkelerinin çoğunun Pakt a katılmaması bölgede Arap olan ve olmayan ülkeler arasında bir ayrılık yarattığı gibi Arap ülkelerinin de kendi içlerinde üç gruba ayrılmasına yol açmıştır. Bu grupların ilkini; pakta katılan İran, Irak ve Pakistan, ikincisini; pakta şiddetle karşı çıkan Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve Yemen, üçüncüsünü ise; her iki tarafa da katılmak istemeyen ve tarafsız kalan Ürdün ve Lübnan devletleri oluşturmuştur (Armaoğlu, 2000, 492). Bağdat Paktı na karşı en şiddetli tepkiler başta Mısır olmak üzere Arap devletlerinden gelmiştir (Çelik, 1969, 172). Komünizmin güneye sarkmasını önlemek ve Batı ittifâk zincirinde Ortadoğu daki boşluğun doldurulması amacıyla kurulan Bağdat Paktı, Batı emperyalizmine karşı uzunca bir süre mücadele etmiş Arap toplumlarında hoş karşılanmamıştır. Arap devletleri, bu paktın Arap Birliği ne karşı olduğuna ve Batı emperyalizminin bölgede devamını sağlayacağını

81 81 düşündüklerinden andlaşmaya şiddetle karşı çıkmışlardır (Tanrıkulu, 1970, 34). Özellikle 4 Nisan 1955 te İngiltere nin Pakt a katılması ve aynı gün Irak la bir işbirliği andlaşması imzalaması, Bağdat Paktı nı Arapların gözünde iyice zayıflatmıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, ; Akalın, 2000, 96). Arap devletlerini kendi liderliği altında toplamaya çalışan Mısır, liderliği Türkiye ye kaptırmaktan çekindiği için böyle bir teşkilâta katılmayacağını en başında açıklamıştır. Arap ülkelerinin Türkiye ile işbirliği yapmalarını ve Türk-Irak Paktı na katılımlarını önlemek amacıyla da yoğun bir kampanya başlatmıştır. Kahire Radyosu 25 Ocak 1955 tarihindeki yayınında, İsrail dostu olarak suçladığı Türkiye ile bir ittifâk yapmanın dolaylı olarak İsrail le bir ittifâk yapılması anlamına geldiğini ve bunun Arap Birliği ne ihanet olduğunu ileri sürmüştür (Kürkçüoğlu, 1972, 62; Özmen, 2001, 288). Mısır Başbakanı Nâsır ise, Bağdat Paktı nın Arapları bölen bir gruplaşma olduğunu, sözü edilen komünist tehlikenin gerçekte Arapları hedef almadığını ve Araplar için asıl tehlikenin Batılıların desteğini alan İsrail den geldiğini savunmuştur (SİSAV, 1992, 184). Diğer taraftan Bağdat Paktı konusunda Lübnanlı gazetecilerin sorularını yanıtlayan Mısır Millî İstikamet Vekili Salah Salim, Türk-Irak ittifâkının imzalandığı gün Mısır ın Arap Güvenlik Paktı ndan çekileceğini ve üye devletlerin başka memleketlerle her türlü ittifâk akdetmesini reddeden yeni bir askeri pakt hazırlayıp Arap devletlerine bunu imzalamalarını teklif edeceğini açıklamıştır. 38 Nitekim, Arap Birliği Devletleri arasında Ortadoğu Güvenlik Teşkilâtı konusunu görüşmek üzere 22 Ocak-6 Şubat tarihleri arasında yapılan toplantıya 38 T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Arşiv No:

82 82 Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan şiddetle karşı çıkmıştır (Özmen, 2001, 290; Armaoğlu, 2000, 526). Bağdat Paktı nın imzalanmasından sonra Mısır ve Suriye, 2 Mart ta Arap Birliği Savunma Paktı nın yerine geçecek ve Irak ı dışarıda bırakacak yeni bir siyasi, askeri ve ekonomik anlaşma yapılmasını kararlaştırmışlardır. Daha sonra Suudi Arabistan ın da bu anlaşma içine çekilmesiyle birlikte üç devlet 6 Mart ta yayınladıkları bildiri ile Türk-Irak Paktı na katılmamaya karar verdiklerini açıklamışlardır. Üç devletin verdikleri karara Yemen katılırken, Lübnan ve Ürdün tarafsız kalmayı tercih etmişlerdir (Gönlübol ve Ülman, 1996, 261). Türk Hükümeti, Arap devletlerinin aldıkları bu kararı Bağdat Paktı na karşı alınmış bir tavır olarak değerlendirmiştir. Başbakan Menderes, özellikle Mısır ın gösterdiği tepkinin Nâsır ın Ortadoğu daki liderliği kaybetme korkusundan kaynaklandığını savunmuştur (Sever, 1997, 128). Türkiye nin pakta muhalefet eden devletlerle yakın ilişkiler kuramaması ve sert tutumlar sergilemesi, ilişkilerde varolan gerilimi arttırıcı bir etki yapmıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 74). Mısır ve Arap devletleri dışında İsrail de farklı nedenlerle Pakt ı hoş karşılamamıştır. İsrail, Pakt ın Türkiye nin Arap-İsrail meselesine olan yaklaşımını değiştirebileceğinden endişelenmiştir. İsrail in endişeleri, Birleşmiş Milletler Filistin Kararlarını uygulamak üzere Irak Başbakanı Nuri Said in hazırladığı mektubu, Türk Başbakanı Adnan Menderes in onaylaması ile daha da artmıştır. Türkiye nin kendisinden 1947 Birleşmiş Milletler sınırlarına çekilmesini talep edeceğini düşünen İsrail, bunun İsrail e karşı girişilmiş düşmanca bir tutum olduğunu ileri sürmüştür. Bağdat Paktı, Türkiye nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinde olduğu gibi 1947 yılından beri iyi olan Türk-İsrail ilişkilerini de bozmuştur (Sever, 1997, 128; Gönlübol ve Ülman, 1996, ).

83 83 Bağdat Paktı, Türkiye nin Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Ortadoğu da kendisine karşı plânlanan bu paktın kurulmasında önderlik rolü üstlenen Türkiye, Sovyet yönetiminin yoğun eleştirilerine hedef olmuştur. Sovyet Hükümeti nin 16 Nisan 1955 de yayınladığı resmi açıklamada, Ortadoğu daki durumun son zamanlarda gergin bir hâl almasının asıl sebebi olarak, Batı güçlerinin bölgedeki ülkeleri saldırgan Kuzey Atlantik Bloku nu tamamlayacak askeri gruplara çekme girişimleri gösterilmiştir (Bağcı, 1990, 69). Kısacası, kaynağını Dulles ın NATO ile SEATO arasındaki boşluğu doldurma isteğinden alan Bağdat Paktı, beklenilenin tersine sonuçlar doğurmuştur. Ortadoğu da güçlü bir savunma teşkilâtı oluşturamayan Pakt, bölgede bloklaşmaların ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu ise SSCB nin bölgeye girmesini kolaylaştırmıştır. Batı ya karşı cephe alan Arap devletleri, bağımsızlıklarına saygı göstereceğini söyleyen ve bölgede sömürgeci geçmişi bulunmayan SSCB yle işbirliği içine girmeye başlamışlardır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 626; Özmen, 2001, 293; Armaoğlu, 2000, 528). Bağdat Paktı nın taraflarından olan Irak, Batı dünyası ile birlikte hareket ettiği gerekçesiyle Arap kamoyunca eleştirilmiş ve dışlanmıştır. Irak Hükümeti nin itibar kaybetmesi daha sonra ülkede 1958 Irak İhtilali nin çıkmasına yol açmış (Özmen, 2001, ) ve artan baskılar karşısında Irak bir yıl sonra Bağdat Paktı ndan çekildiğini açıklamıştır. Irak ın ayrılmasıyla birlikte ismi CENTO olarak değiştirilen Pakt ın merkezi de Ankara ya taşınmıştır (Soysal,1999, 518; Gürün, 1983, ). İngiltere ve ABD nin teşvikiyle Bağdat Paktı nın kurulmasında etkin rol oynayan Türkiye, şüphesiz paktın sonuçlarından en fazla etkilenen ülke olmuştur.

84 84 Türkiye nin Ortadoğu da giriştiği ittifâk arayışları Arap ülkeleri başta olmak üzere, İsrail ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerini bozmuştur. Söz konusu devletler Türkiye yi Batı nın bölgedeki temsilcisi ve uygulayıcısı olarak gördükleri için Türkiye nin önderliğinde kurulan Bağdat Paktı nı da Batı nın plânlarının bir uzantısı olarak değerlendirmişlerdir. Diğer taraftan Türkiye nin Ortadoğu ülkeleri ile Batı arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini sağlayamamış olması, Batı dan özellikle ABD den beklediği yardımları da alamamasına sebep olmuştur (Gönlübol ve Ülman, 1996, ; Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 626).

85 85 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ORTADOĞU BUNALIMLARI VE TÜRKİYE Bağdat Paktı nın imzalanmasından sonra Ortadoğu, kısa süre içinde birbiri ardına yaşanan bunalımlara sahne olmuş ve Soğuk Savaşın uygulama alanı haline gelmiştir. Türkiye nin Ortadoğu da yaşanan bunalımlar karşısında izlediği politikalar ise yalnızlaşma sürecini daha da hızlandırmıştır (Karakoç, 2003, 443). Ortadoğu da yaşanan bunalımların ilkini, Mısır ın Süveyş Kanalı nı millileştirilmesi sonucu ortaya çıkan 1956 Süveyş Bunalımı oluşturmuştur. Süveyş Bunalımı nı 1957 Suriye Bunalımı, 1958 Irak İhtilâli ve 1958 Lübnan ve Ürdün olayları takip etmiştir SÜVEYŞ BUNALIMI VE TÜRKİYE Süveyş Bunalımı nı ortaya çıkışı, Süveyş Kanalı nın Mısır tarafından millileştirilmesi kadar, İngiltere nin Süveyş Kanalı üzerindeki sömürge geçmişinden kaynaklanmıştır. İkinci Dünya Savaşı nın bitmesinden sonra Ortadoğu da özellikle de Mısır da milliyetçilik akımlarının kuvvetlenmesi, bölgede üsleri bulunan İngiltere nin durumunu oldukça zayıflatmıştır. Mısır ın kendisini bölgeden çıkarmak istemesi İngiltere yi yeni çözüm arayışlarına sevk etmiş ve bu arayışlar sonrasında yaşanan gelişmeler 1956 Süveyş Buhranı nın çıkışına uygun zemini hazırlamıştır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 277).

86 86 Bir Fransız Şirketi tarafından yapılan Süveyş Kanalı, 17 Kasım 1869 da dünya deniz trafiğine açılmıştır. Başlangıçta Fransız şirketinin işletmesi altında olan Süveyş Kanalı nda toprakları üzerinde bulunması sebebiyle Mısır ın da hisseleri bulunmaktaydı. Mısır Hükümeti nin mâli sıkıntı içine girmesi sonucu bu hisseleri 1875 yılında İngiltere satın almış ve bu tarihten itibaren Süveyş Kanalı İngiliz- Fransız Şirketi tarafından ortaklaşa işletilmiştir yılında Mısır ı işgal eden İngiltere kanal üzerindeki kontrolünü daha da kuvvetlendirmiştir (Özmen, 2001, 295; Armaoğlu, 2000, 492). İngiltere nin Mısır ı işgali diğer devletleri endişelendirmiş ve bu önemli deniz yolundan serbest geçişi garanti altına almak için 29 Ekim 1888 de İstanbul da uluslararası bir anlaşma imzalanmıştır. İstanbul Anlaşması olarak bilinen bu anlaşmayla, milletlerarası bir statüye bağlanan Süveyş Kanalı nın bütün devletlerin savaş ve ticaret gemilerine açık olması garanti altına alınmıştır yıllarında İtalya nın Habeşistan ı işgal etmesiyle birlikte İmparatorluk Yolu için bir tehdit unsurunun ortaya çıktığını düşünen İngiltere, 26 Ağustos 1936 tarihinde Mısır Hükümeti ile bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşma ile Mısır bağımsızlığına kavuşurken, İngiltere de Süveyş Kanalı bölgesinde 10 bin asker bulundurma hakkını elde etmiştir. Mısır üzerindeki askeri işgali kaldıran anlaşma, buna karşılık yerine sürekli bir askeri savunma ittifâkını getirmiştir (Çelik, 1969, 176). II. Dünya Savaşı sırasında bu anlaşmaya dayanan İngiltere, Mısır a 200 bin kadar asker yığmış, savaş sonrası da Sovyet tehlikesine karşı bölgenin güvenliği açısından askerlerini geri çekmemiştir (Kocaoğlu, 1995, 112; Armaoğlu, 2000, 493). İngiltere nin bu tutumu Mısır kamuoyunda büyük tepkilere yol açmıştır. Savaş sonrası Mısır daki siyasi havanın değişmesi ve siyasi partilerin yaptıkları propagandalar ülke içinde İngiliz aleyhtarlığını doğurmuştur (Özmen, 2001, 296). 39 Süveyş Kanalı nın 1888 İstanbul Anlaşması nca belirlenen niteliği Mısır Hükümeti nin 16 Ağustos 1956 Londra Konferansı nda yaptığı açıklamada belirtilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Arşiv Belge No: /

87 87 Süveyş Kanalı konusunda en önemli dönüm noktalarından biri, Yarbay Cemal Abdülnâsır başkanlığındaki Hür Subaylar Komitesi nin 23 Temmuz 1952 de gerçekleştirdikleri askeri darbedir. Krallık İdaresine son veren askeri yönetim, içte otoriteyi sağlayabilmek için dış ilişkilerde barışçı bir ortamın sağlanmasını gerekli görmüştür. Süveyş konusunda daha uzlaşmacı bir tutum takınan yeni hükümet, 19 Ekim 1954 te İngiltere ile yeni bir anlaşma imzalamıştır yılındaki İngiliz-Mısır Anlaşması nı sona erdiren bu anlaşmaya göre, İngiltere yirmi ay içinde Mısır topraklarından çekilmeyi kabul etmiştir (Armaoğlu, 1994, 118). Anlaşmanın dördüncü maddesine göre ise, Arap devletleri arasında imzalanan Ortak Savunma Andlaşması na taraf devletlerden herhangi birine veya Türkiye ye silahlı bir saldırı olduğu takdirde Mısır, İngiltere ye her türlü kolaylığı sağlamayı kabul etmiştir (Armaoğlu, 2000, 496; Çelik, 1969, 177). İngiltere ile Mısır arasında imzalanan 1954 Andlaşması ndan sonra Mısır la bir işbirliği ortamının sağlanabileceğini düşünen Batı dünyası, çok geçmeden bu düşüncelerinin mümkün olmayacağını görmüştür. Bağdat Paktı nın imzalanması ve sonrasında yaşanan olaylar, Mısır ın Batı dünyası ile arasını iyice açmış, Süveyş Kanalı konusunda da yeni bir gerilime yol açmıştır Süveyş Buhranı nın ortaya çıkmasında özellikle iki gelişmenin büyük ölçüde etkisi olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki Bağdat Paktı nın kurulması, diğeri Mısır ile Sovyetler Birliği arasındaki yakınlaşmadır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 278; Kürkçüoğlu, 1972, 81). Arap dünyasında liderlik çabası içinde olan Mısır lideri Nâsır ın Arap ülkeleri arasında siyasal ve ekonomik bir ittifâkın kurulması için girişimlerde bulunduğu sırada (İsrail-Arap Harpleri, 1979, 11), Ortadoğu da da Türkiye nin önderliğinde askeri bir ittifâk olan Bağdat Paktı kurulmuştur. Nâsır, amacını gerçekleştirme konusunda bir engel oluşturacağı düşüncesiyle Bağdat Paktı na şiddetle karşı çıkmıştır. Suudi Arabistan ve Suriye yi de yanına alarak Pakt a karşı yoğun bir muhalefet kampanyası başlatmıştır (Özmen, 2001, 298). Mısır Dışişleri Bakanlığı,

88 88 Ankara daki Mısır Büyükelçiliği ne çektiği 14 Mayıs 1956 tarihli telgraf ile, Bağdat Paktı aleyhindeki propagandada kullanılabilecek gerçek bilgilerin şifreli bir şekilde hemen bildirilmesini istemiştir. Ankara Büyükelçiliği nin söz konusu telgrafa cevabında ise; Bağdat Paktı aleyhinde yapılacak en etkili propagandanın, Pakt ın İsrail tarafından gerçekleştirilecek bir saldırıya da karşı koyacağı yönündeki propagandanın çürütülmesi ve Arap ülkelerini bu konuda aldatmak için gösterilen çabanın boşa çıkarılması olduğu belirtilmiştir. Büyükelçilik, ayrıca Türkiye nin iki yüzlü bir politika izleyerek bir yandan İsrail in bağımsızlığını garanti ettiğini bir yandan da Batı politikasını destekleyerek Arap memleketlerindeki eski nüfuzunu canlandırmaya çalıştığını iddia etmiştir. 40 Mısır ın Doğu Bloku ile yakın ilişkiler kurması ve Batı ya karşı Sovyet kozunu kullanması, Batı ile ilişkilerini bozan diğer bir unsurdur. Mısır-Sovyet yakınlaşmasının ilk aşamasını, Mısır ın Çekoslavakya dan silah satın alması olayı oluşturmaktadır. Mısır, 1955 yılı başlarında Gazze de başlayan Mısır-İsrail arasındaki sınır çatışmaları sebebiyle ABD ve İngiltere den mal karşılığı (pirinç ve pamuk) silah satın almak istemiştir. ABD ve İngiltere nin silahları para karşılığı satmak istemesi üzerine Mısır da söz konusu silahları Çekoslavakya dan aldığını açıklamıştır (Özmen, 2001, 298; Armaoğlu, 1994, ). Mısır-Sovyet yakınlaşmasının ikinci aşaması ve Süveyş Buhranı nın çıkmasına yol açan en önemli gelişme ise, Assuvan Barajı projesi yüzünden çıkan anlaşmazlıktır. Mısır ın Nil nehri üzerinde kurmayı tasarladığı ve ekonomisi için büyük önem taşıyan Assuvan Barajı için ABD, İngiltere ve Dünya Bankası Mısır a kredi yardımında bulunmayı garanti etmişlerdir. Ancak Mısır ın Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurmaya başlaması sonucu, ABD 15 Temmuz 1956 da söz verdiği yardımı yapamayacağını açıklamıştır. İngiltere ve Dünya Bankası da ABD yi 40 Mısır Dışişleri Bakanlığı ile Mısır ın Ankara Büyükelçiliği arasındaki telgraf alışverişinin aslı için bkz. Ek-6.

89 89 izleyerek kendilerinin de yardımda bulunmayacaklarını açıklamışlardır. Batı nın bu tutumu karşısında tavrını sertleştiren Nâsır, 26 Temmuz da Süveyş Kanalı nı millileştirdiğini açıklamıştır (Hourani, 1997, ; The Middle East, 1957, 89). Batı dünyası Mısır a gerekli yardımı vermeyeceğini açıklamakla, uluslararası kamuoyunda Nâsır ın itibar kaybedeceğini ve dış yardım için Batı ile işbirliğinin gerektiği düşüncesinin oluşacağını zannetmiştir.ancak Nâsır ın Batı emperyalizmine karşı verdiği mücadele, onun Arap dünyası ve bağlantısız devletler içindeki itibarını daha da arttırmıştır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 279; Kürkçüoğlu, 1972, 91) Süveyş Savaşı Mısır ın Süveyş Kanalı nı 26 Temmuz 1956 tarihinde millileştirdiğini açıklamasından üç gün sonra ABD, İngiltere ve Fransa durumu görüşmek üzere 16 Ağustos ta Londra da bir konferans düzenlenmesine karar verdiklerini açıklamışlardır. Konferansa 1888 İstanbul Andlaşması na taraf olan ve Kanal dan en fazla yararlanan yirmi iki ülke katılmıştır (Armaoğlu, 1994, 156; Sever, 1997, 160). 41 Bu sırada Süveyş Kanalı nı Boğazlara benzeten Nâsır, Türkiye den bu olayda arabuluculuk yapmasını istemiştir. Türk Hükümeti ise olaya hukuksal olarak değil, siyasi açıdan yaklaştığından Konferans davetini kabul etmiştir (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 627; Karakoç, 2003, 444). 41 T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Arşiv Belge No: /

90 90 Konferans ta ortaya konan görüşler içinde en fazla dikkat çeken ABD Dışişleri Bakanı Dulles ın önerdiği plândır. Dulles ın Plânına göre, Süveyş Kanalı Mısır ın da yer alacağı, Birleşmiş Milletler e bağlı uluslararası bir kuruluş tarafından yönetilecek ve 1888 İstanbul Antlaşması na uygun olarak bütün ülkeler tarafından hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan kullanılması esasına dayanmıştır. Konferansın sonuna doğru Pakistan, Türkiye, İran ve Habeşistan ın getirdiği değişiklerle son şeklini alan Dulles Plânı çoğunluk tarafından kabul edilmiştir (Kürkçüoğlu, 1972, 82-83; Bağcı, 1990, 80). Beş Devlet Plânı olarak da anılan Plânı, Mısır a kabul ettirebilmek için ayrıca Avustralya, Habeşistan, İran, İsveç ve ABD den oluşan bir komite (Beşli Komite) kurulmuştur (Gönlübol ve Ülman, 1996, ). Kahire de yapılan görüşmeler sonucu Mısır Başbakanı Nâsır, yarı resmi Orta Doğu Ajansı na verdiği beyanâtında; Süveyş Kanalı nın uluslararası bir denetim altına konulmasını kesinlikle kabul etmeyeceğini, Kanal üzerindeki egemenliğinden de asla vazgeçmeyeceğini açıklamıştır. 42 Mısır la yapılan görüşmelerden olumlu bir sonuç alınamaması İngiltere ile Fransa yı askeri harekât konusunda daha kararlı hale getirirken ABD, Süveyş Sorunu nun başından beri barışçı bir yolla çözülmesine taraftar olmuştur. Dulles Plânı nı kabul eden on sekiz ülke, Süveyş Sorunu na çözüm bulmak için Eylül tarihleri arasında Londra da tekrar bir araya gelmişlerdir. Konferans sonunda yayınladıkları bildiri ile, Birinci Konferans ta kabul edilen esasların aynen geçerli olduğu ve Süveyş Sorunu konusunda Mısır la işbirliği halinde çalışmak üzere Süveyş Kanalını Kullananlar Birliği adı altında bir birliğin kurulduğunu açıklamışlardır (Armaoğlu, 1994,158; Sever, 1997, 163). İkinci Londra Konferansı ndan sonra İngiltere ve Fransa, konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ne götürmüşlerdir. İngiltere ve Fransa nın bu 42 Ulus, 19 Ağustos 1956, s. 5.

91 91 hareketlerine karşılık Mısır da BM Güvenlik Konseyi ne başvurarak, söz konusu devletlerin kendisine karşı sergilediği tutumun uluslararası barış ve güvenlik ortamını tehlikeye düşürdüğünü iddia etmiştir. İki tarafın şikayetlerini ele alan BM Güvenlik Konseyi, bazı noktalar üzerinde görüş birliğine varmışsa da tam bir çözüm yolu bulamamıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 85-86). Mısır ın Süveyş Kanalı nı uluslararası kontrol altına alınmasını kabul etmemesi ve Kanalın işlemez hale gelmesi üzerine, kanal üzerinde hayati çıkarları bulunan İngiltere ve Fransa İsrail i de yanlarına alarak gizli bir plân hazırlamışlardır (Hourani, 1997, 427). Üç ülke arasında yapılan görüşmeler sonunda geliştirilen plân şu temel esaslara dayandırılmıştır: İlk olarak İsrail Mısır a saldıracak, ardından İngiltere ve Fransa her iki devlete ateşkes için ültimatom gönderecekti. Mısır, ateşkes isteğini kabul etmeyecek ve İngiltere ile Fransa da Mısır a karşı savaşa girecektir (Memiş, 2002, 98; Özmen, 2001, 299). Yapılan plân gereği İsrail, Sina bölgesinde devam eden gerginlikleri bahane ederek 29 Ekim 1956 da Mısır a saldırmıştır (Erendil, 1992, 76; İsrail-Arap Harpleri, 1979, 12). İsrail in Mısır a saldırmasının ardından İngiltere ve Fransa 30 Ekim de her iki devlete ateşkes çağrısında bulunmuş ve Kanalın her iki yanında 10 ar millik bir alanın gerisine çekilmelerini istemişlerdir. Plânlandığı gibi İngiliz ve Fransız ültimatomlarını İsrail kabul ederken Mısır kabul etmemiştir (The Middle East, 1957, 89). Süveyş Kanalı nın güvenliğini koruma gerekçesiyle kıyıya asker çıkaran İngiltere ve Fransa böylece Mısır a karşı başlatılan savaşın içine fiilen girmişlerdir (Ersin, 2003, 88-89; Karakoç, 2003, 444). İngiltere ve Fransa nın Birleşmiş Milletler Andlaşması na aykırı olan bu davranışı, uluslararası alanda geniş yankılar uyandırmıştır. Sovyet lideri Bulganin,

92 92 5 Kasım da İngiltere ve Fransa ya verdiği notalarla Mısır a karşı sürdürdükleri savaşı sona erdirmelerini, aksi takdirde Sovyetler Birliği nin bölgedeki saldırıyı kuvvet kullanarak durduracağını ifade etmiştir. Ayrıca, ABD ye bölgeye yönelik bir Sovyet- ABD ortak operasyonu düzenleme teklifinde bulunmuştur. ABD ise Sovyetlerin isteklerine karşı çıkarken, İngiltere Fransa ve İsrail i Mısır topraklarından çıkmaları konusunda sert bir şekilde uyarmıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 89). Süveyş Savaşı, Bağdat Paktı na üye devletler arasında da huzursuzluklara yol açmıştır. İngiltere nin Pakt a üye olması ve Süveyş konusunda sergilediği davranışların Pakt ın bütününe bir eleştiri getirebileceğinden endişelenen bölge devletleri, Tahran da yaptıkları toplantıya İngiltere yi çağırmamışlardır. Toplantı sonunda yayınlan ortak bildiride; İngiltere, Fransa ve İsrail in kanal bölgesindeki askerlerini geri çekmeleri istenmiştir (Sander, 1979, ; Sever, 1997, 166; Bağcı, 1990, 80). Uluslararası baskılar karşısında İngiltere ve Fransa Mısır dan çekilmek zorunda kalmış, İsrail ise Sina Yarımadası nı boşaltmıştır. Birleşmiş Milletlerin ateşkes çağrısıyla savaş, 7 Kasım 1956 da sona ermiş fakat Süveyş Sorunu bir sonuca bağlanamamıştır. Süveyş Buhranı ndan bir bakıma faydalanan Mısır Hükümeti, Kanal ın millileştirilme sürecini tamamlamıştır. İngiliz ve Fransız şirketleriyle imzaladığı ödeme anlaşmalarıyla kanalın yönetimini elde etmiştir (Çelik, 1969, 178).

93 Süveyş Buhranı Karşısında Türkiye nin Tutumu 1856 Süveyş Buhranı, Türk Hükümeti ne Ortadoğu politikasında büyük zorluklar yaşatmıştır. Türkiye nin 1888 İstanbul Andlaşması nın taraflarından biri olması ve Mısır a karşı savaşan İngiltere nin Bağdat Paktı nın üyesi olması, onu Süveyş Buhranı konusuyla yakından ilgilendirmiştir. 43 Bir yandan genel dış politikası gereği Batı yanlısı bir tutum sergileyen diğer yandan da Arap dünyası ile ters düşmemeye özen gösteren Türk Hükümeti, ilk zamanlarda bu konudaki tutumunu belirlemekte güçlük çekmiştir. Daha sonra ortaya çıkan olaylar Türkiye yi Batılı müttefikleriyle birlikte hareket etmeye yöneltmiştir. Türkiye nin Londra Konferansları na katılması ve Dulles Plânı nı desteklemesi, onun Batı yanlısı politikasını açıkça ortaya koymaktadır (Bağcı, 2001, 120). Ayrıca bu dönemde Türkiye nin aldığı kararların ABD politikasıyla paralel bir gelişme gösterdiğini söylemek de mümkündür. Bilindiği üzere Mısır ın Süveyş Kanalı nı millileştirmesi sonucu konuyu görüşmek üzere Londra da yapılacak olan konferansa Türkiye de çağrılmıştır. Londra Konferansı nda aktif olarak yer alan Türkiye, İran, Pakistan ve Habeşistan ı da yanına alarak iki konuda değişiklik teklifi getirdiği Dulles Plânı na tam destek vermiştir (Kürkçüoğlu, 1972, 93). Bu değişiklik teklifleri; Kanal Şirketi ne ödenecek tazminatın bir madde olarak değil, bir istek olarak girişe konulması ve yeni Kanal düzeninin Mısır ın egemenlik haklarına kesinlikle zarar vermemesi şeklinde belirlenmiştir. Söz konusu değişikliklerin çoğunluk tarafından kabul edilmesiyle birlikte Türkiye, Dulles Plânı nın Mısır ın egemenliğine bir zarar vermediğini, Kanal ın kendine özgü nitelikleri sebebiyle geçişin tarafsız ve uluslararası güvence altına alınması gerektiğini savunmuştur (Gönlübol ve Ülman, 1996, 281; Bağcı, 1990, 80). 43 Cumhuriyet, 19 Ağustos 1956, s. 3.

94 94 Süveyş Kanalı nın uluslararası yönetim altına alınmasını savunan Türkiye, bu tutumuyla yakın geçmişinde benzer bir sorunla karşılaştığını göz ardı etmiştir. Lozan Andlaşması nın Boğazlar üzerinde uluslararası denetim maddelerini değiştirmek için mücadele eden ve bunu Montreux Sözleşmesi ile başaran Türkiye nin Süveyş Kanalı için uluslararası bir güvence istemesi oldukça çelişkili bir durum göstermiştir (Çelik, 1969, 179). Nitekim Süveyş Buhranı çıktığı sırada Mısır, Süveyş Kanalı nı Boğazlara benzeterek Türkiye den arabuluculuk yapmasını istemiştir. Bu konudaki gelişmeleri Hüseyin Cahit Yalçın, Ulus Gazetesi ndeki makalesinde şöyle dile getirmiştir: Son günlerde, Süveyş Kanalı meselesinde Türkiye nin aracılık etmesi için Lübnan Hükümeti tarafından Ankara da bir teşebbüste haberi ortaya çıkınca birdenbire kimse buna ihtimal vermemişti. Arkası kesilmeyen haberler ve beyanatlar ise teşebbüsün doğruluğu hakkında şüphe bırakmadı. Fakat pek tabii olarak resmi kaynakların sükût etmesi hesabiyle işin mahiyeti müphemdir. Birdenbire nazara çarpan nokta Mısır ın Türkiye den böyle bir hizmet beklemesidir. Vakîa ortada resmen Mısır ın adı geçmiyorsa da Mısır ın dostu ve Arap Birliği dolayısıyla müttefiki bulunan Lübnan Hükümetinin arabulma meselesinde Kahire ile anlaşmadan Ankara ile temasa girmesi imkansız görünür Kasım 1956 tarihli Zafer Gazetesi nde ise, Süveyş Buhranı sırasında yaşanan sıkıntıların Türkiye nin bölgedeki önemini bir kez daha arttırdığı şu ifadelerle belirtilmiştir: Süveyş hâdiselerinin ortaya koyduğu bir mühim hakikât daha vardır. O da petrolün istihsalindeki veya nakli ile tevziindeki emniyeti, bunun en mühim mütemmimi olan <siyasi 44 Ulus, (19 Ağustos 1956), s. 1.

95 95 emniyet>le tamamlamak lüzumudur. İşte bu bakımdan, son hâdiseler, Türkiye nin Ortadoğu daki ehemmiyetini ayan beyan ortaya koymuştur. Türkiye, bu saha üzerinde bir nizam ve istikrar unsurudur. Bağdat paktındaki diğer üç müslüman devletle, barışı ve kurtardığına şüphe yoktur.bağdat Paktı, eğer görmek ve anlamak istidatları varsa, Orta Doğu nun bir yandan petrol emniyetini bir yandan da siyasi emniyet ve istikrarını tekeffül edecek bir durumdadır. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarına geçit veren bir Orta Doğu coğrafyası ve bunu emniyet altına alacak ahenkli, ittiratlı ve enerjik tedbirler lüzumu ile karşı karşıyayız. Türkiye işte böylesine mühim bir anda, söz istemekte ve dostlarından, cümlemiz için faydalı, geniş ve dinamik bir anlayış beklemektedir. 45 Türk basınında konuya ilişkin bu türlü yaklaşımlar yapılırken Türk Hükümeti de Süveyş Kanalı nın kendine özgü özelliklerinin olduğunu ve Boğazlara benzemediğini belirterek söz konusu çelişkiden kurtulmak istemiştir (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 628). Yapılan açıklamalardan da anlaşılmaktadır ki, Türk Hükümeti Süveyş sorununa hukuki açıdan çok siyasi açıdan yaklaşma eğilimi göstermiştir. I. Londra Konferansı nda olduğu gibi II. Londra Konferansı nda da Batılı devletlerle birlikte hareket eden Türkiye, Konferans sonunda kurulan Süveyş Kanalını Kullananlar Birliği ne ilk katılan ülkelerden olmuştur (Özmen, 2001, 303). Süveyş konusunda Türkiye nin karşılaştığı en güç durum ise, İngiltere ve Fransa nın Mısır a karşı savaş açması olayıdır. İngiltere ve Fransa nın Mısır a karşı başlattıkları saldırıyı uluslararası hukuka aykırı gören Türkiye, bu iki müttefikini tamamen karşısına almamak için ortaya çıkan buhrandan Mısır ı sorumlu tutmuştur (Karakoç, 2003, 444; Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, ). Dönemin Dışişleri Bakan Vekili Ethem Menderes, 28 Aralık 1956 da TBMM de yaptığı konuşmada Mısır ı şu şekilde suçlamaktadır: 45 Zafer, (29 Kasım 1956), s. 1,4.

96 96 Bağdad Paktının, Mısır Hükümetinin beynelmilel Süveyş Kanalı Şirketine tek taraflı bir kararla el koyması ile başlıyan Süveyş Kanalı buhranında, kendi ölçüsünde, hayırlı tesirlerini icra etmekten hâli kalmadığını takdir etmek icab eder. Filhakika, bu buhrana hem Mısır Milletinin istiklâl, hükümranlık ve toprak bütünlüğünü koruyan, hem de Süveyş Kanalından serbest geçişle alâkalı bilcümle memleketlerin menfaatlerini gözeten bir hal şekli bulunması suretiyle meselenin mantık ve milletlerarası hukuk ve nasfet esasları dairesinde tasfiyesi mümkün iken, bunu Şark la Garb ın mücadelesi şekline sokmak isteyenler bulundu. Bu zararlı ve kasdı mahsusa dayanan teşebbüslerin önlenmesi bakımından Bağdad Paktı mütevazi fakat tesirli vazifeler görmüştür. 46 Hükümetin yarı resmi yayın organı olan Zafer Gazetesi nde ise, Mısır Başbakanı Nasır ın Arap dünyasındaki itibarını yükseltmek uğruna komünizmin Ortadoğu ya girmesine imkân verdiği ve kendisinin Süveyş Kanalı üzerinde ortaya çıkan bunalımın gerçek mimarı olduğu belirtilmiştir. 47 Türkiye, Süveyş sorununun çıkmasına zemin hazırladığı gerekçesiyle Mısır ı suçlarken Birleşmiş Milletler Genel Kurulu nda İngiltere ve Fransa nın aleyhine oy kullanmıştır (Bayülken, 1966, 32). Türkiye nin bu tavrında, Bağdat Paktı na üye devletlerin etkisinin olduğu bir gerçektir. Bağdat Paktı na üye devletlerin Tahran da yaptıkları toplantıda, Irak ve Pakistan İngiltere nin pakttan çıkarılmasını istemişler ancak Türkiye İngiltere nin üyeliği konusunda diğer ülkeleri ikna etmiştir. 10 Kasım 1956 da İngiliz Büyükelçisi ile görüşen Başbakan Menderes, İngiltere nin Tahran toplantısına çağrılmamasının geçici bir zorunluluktan kaynaklandığını ve İngiltere ye karşı bir tavır alınmadığını belirtmiştir (Bağcı, 1990, 80; Kürkçüoğlu, 1972, 98). Bağdat Paktı na üye ülkelerle İngiltere ve Fransa nın Mısır daki kuvvetlerini geri çekmesini isteyen Türkiye, İsrail e aynı yumuşak tavrı göstermemiştir. İsrail in 46 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: X, Cilt 14-15, (28 Aralık 1956), s Zafer, (23 Kasım 1956), s. 4.

97 97 Mısır a saldırmasıyla dünyanın dikkatlerini Ortadoğu ya kaydırdığını ve hür dünyanın davasına kötülük ettiğini savunan Türkiye, 26 Kasım 1956 da İsrail deki büyükelçisini geri çekme kararı almıştır (Sander, 1979, 148; Bostancıoğlu, 1999, 335). Türk Hükümeti aynı gün İsrail e yaptığı açıklamada, büyükelçisini çekme kararının Bağdat Paktı nı kuvvetlendirme amacını güttüğünü ve bu kararın İsrail ile olan ilişkilerini etkilemeyeceğini belirtmiştir (Sever, 1997, 170; Gönlübol ve Ülman, 1996, ). Nitekim iki ülke arasındaki ilişkilerin orta elçilik (maslahatgüzar) düzeyinde devam ettirilmesi, Türkiye nin İsrail e karşı takındığı tavrın Arapların tepkisini önlemeye yönelik bir karar olduğunu ortaya koymuştur (Özmen, 2001, 306). Süveyş Buhranı karşısında Bağdat Paktı ülkeleriyle birlikte Ortadoğu nun güvenliğini korumaya çalışan Türkiye ye Amerikan Hükümeti nden de destek gelmiştir. Amerikan Hükümeti 29 Kasım 1956 da yayınladığı bildiride; Türkiye, Irak, İran ve Pakistan ın toprak bütünlüklerine ve bağımsızlıklarına karşı herhangi bir tehdidin ortaya çıkması halinde konuyla yakından ilgileneceği güvencesini vermiştir. 48 Türkiye nin Mısır a karşı gösterdiği tepkinin temelinde, ticari çıkarlarından çok Batı nın bölgedeki çıkarlarının korunması düşüncesi yatmaktadır. Süveyş Kanalı nın sadece Mısır ın kontrolüne bırakılmasının, Sovyetlerin kanal üzerinde hâkimiyet kurmasını kolaylaştıracağını ve bu durumun Batı nın güvenliği için ciddi bir tehdit unsurunu ortaya çıkaracağını düşünen Türkiye, uzunca bir süre bölgedeki İngiliz varlığını desteklemiştir. Süveyş Sorunu nda Türkiye yi Batı ya yönlendiren bir diğer unsur, Türkiye ile Mısır arasında yaşanan diplomatik gerginliklerdir. Bağdat Paktı öncesinde Türk Hükümeti nin Mısır la kurmak istediği dostane ilişkilerin Mısır Hükümeti nce reddedilmesi, Nâsır ın Bağdat Paktı na karşı yaptığı 48 Zafer, (30 Kasım 1956), s. 1.

98 98 muhalefet ve Kıbrıs sorununda Yunanistan ı desteklemesi iki ülke arasındaki ayrılıkları derinleştiren başlıca gelişmelerdir (Sever, 1997, ). Süveyş Buhranı nın genel olarak Batı aleyhine sonuç vermesi, Batı ülkeleriyle birlikte hareket eden Türkiye açısından da olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Türkiye nin savaş boyunca izlediği istikrarsız ve Batı yanlısı politikalar, onun Arap dünyasındaki prestijini bir kez daha sarsmıştır. Arap ülkelerinin tepkilerini yumuşatmak amacıyla İsrail deki elçisini çekme kararı alması, beklentileri karşılayamadığı gibi Türkiye nin İsrail ile olan ilişkilerini de kötü yönde etkilemiştir. Nitekim, Türkiye nin Süveyş konusunda fazla düşünmeden verdiği kararlar, onu Ortadoğu daki Batı karşıtı devletlerle karşı karşıya getirmekten başka bir sonuç vermemiştir EISENHOWER DOKTRİNİ VE TÜRKİYE Süveyş Buhranı ndan sonra Ortadoğu da meydana gelen boşluk alanını Sovyetler Birliği nin doldurmasını önlemek amacıyla ilân edilen Eisenhower Doktrini (Çelik, 1969, 135), aynı zamanda ABD nin bölgeye yönelik yeni politikasını da açıkça ortaya koymuş olması bakımından dikkat çekicidir. Süveyş Savaşı, İngiltere ve Fransa nın bölgedeki durumlarını sarsarken savaş boyunca aktif şekilde Mısır ı destekleyen Sovyetlerin pozisyonunu kuvvetlendirmiştir. Her ne kadar ABD, İngiltere ve Fransa nın davranışlarını haksız bulmuşsa da Arap kamuoyunda Sovyetler kadar güç kazanamamıştır (Kocaoğlu, 1995, 114). Bu sebeple, Sovyetlerin Ortadoğu yu etkisi altına almasını kendi çıkarları açısından

99 99 tehlikeli gören ABD, Ortadoğu daki bu boşluğu bölge devletlerinin kendilerinin doldurmasını sağlamak amacıyla (Albayrak, 2002, 873) gerekli yardımı yapma kararı almıştır. Ortadoğu daki Batı emperyalizmini çökertmek isteyen Sovyet tehlikesi karşısında ABD Başkanı Eisenhower, 5 Ocak 1957 de Amerikan Kongre sine Ortadoğu ülkelerine yapılmasını istediği yardımın gerekçesini açıklayan bir mesaj sunmuştur. Ortadoğu üzerindeki Sovyet tehlikesine dikkat çeken Eisenhower mesajında, Kongre den bölge devletlerinin bağımsızlıklarını koruyabilmeleri için ABD nin bu devletlere gerekli işbirliği ve yardımı sağlamasını istemiştir. Eisenhower ın teklifi birkaç ufak değişikliğin dışında kabul edilmiş ve Kongre 9 Mart 1957 de kendisine istediği yetkileri vermiştir (Sander, 1979, 151; Kürkçüoğlu, 1972, ). Eisenhower Doktrini nin Kongre de kabul edilmesinin ardından Eisenhower ın özel danışmanı James P. Richards ın başkanlığındaki bir heyet, Doktrini bölge devletlerine tanıtmak amacıyla 12 Mart ta Ortadoğu gezisine çıkmıştır. Görüşmeler sonucu Doktrin, Lübnan, Libya, Tunus, Fas, Afganistan ve Bağdat Paktı üyeleri tarafından kabul edilmiştir (Armaoğlu, 2000, 503). Bağdat Paktı na üye devletlerden Türkiye, İran, Irak ve Pakistan başbakanlarının Ocak tarihlerinde Ankara daki toplantılarında yayınladıkları ortak bildiride, dört devletin Ortadoğu da barışın sağlanması ve halkın ekonomik gücünün arttırılması amacına yönelik olan Eisenhower Doktrini ni destekledikleri açıklanmıştır (Gönlübol ve Ülman, 1996, ; Armaoğlu, 2000, 503). Paktın bir diğer üyesi olan İngiltere nin söz konusu doktrinden aynı hoşnutluğu duyduğunu söylemek pek mümkün değildir. Çünkü Eisenhower Doktrini, İngiltere nin Ortadoğu daki nüfuzunu ikinci plâna atarken ABD nüfuzunu ön plâna çıkarmıştır. Ancak ABD nin işbirliği olmadan Ortadoğu daki çıkarlarını devam ettiremeyeceğinin

100 100 farkında olan İngiltere, isteksiz de olsa Eisenhower Doktrini ni kabul etmek zorunda kalmıştır (Sever, 1997, 178). Türkiye, Eisenhower Doktrini ni Ortadoğu ya siyasi istikrarın getirilmesinde ve Truman Doktrini ile başlayan askeri ve ekonomik yardımların Ortadoğu ülkelerine genişlemesi şeklinde değerlendirmiş ve memnunlukla karşıladığını belirtmiştir. Başbakan Adnan Menderes, Eisenhower Doktrini hakkında 6 Şubat 1957 de Associated Press e yaptığı açıklamada; doktrinin Ortadoğu ya güvenlik ve istikrar getireceğini ve Bağdat Paktı nı güçlendirecek nitelikte bir unsur olarak düşünülebileceğini ifade etmiştir. 49 Başkan Eisenhower ın özel danışmanı James P. Richards ın Başbakan Menderes le yaptığı görüşme sonunda 22 Mart 1957 de yayınlan bir bildiri ile; Türk Hükümeti nin Doktrini desteklemekle kalmadığı aynı zamanda Doktrini bölgede gerçekleştirmede ABD ile birlikte hareket edeceği de açıklanmıştır (Bağcı, 1990, 85). Türkiye açısından Eisenhower Doktrini nin en önemli özelliği, Bağdat Paktı nın güvenliğinin ve Ortadoğu daki Batı nüfuzunun korunmasında ABD desteğinin sağlanmış olmasıdır. Doktrin, ABD ye gerektiğinde bölgeye müdahale etme hakkı tanımış ve böylece ABD, Sovyetlere karşı koruyucu bir güç olarak Ortadoğu ya yerleşmiştir (Sander, 1996, 276; Kürkçüoğlu, 1972, 117). Türkiye nin Eisenhower Doktrini ni desteklemesinde Ortadoğu da siyasi istikrarın sağlanması isteği kadar, ABD den alacağı maddi yardımların da etkisi olmuştur. Ankara daki görüşmeler sırasında ABD, Türk Hükümeti ne 20 adet F-100 den oluşan bir filo, ödünç denizaltı ve iki Honest John taburundan oluşan askeri donanımı sağlama güvencesi vermiştir (Sever, 1997, ). 49 T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Arşiv Belge No: /

101 101 Eisenhower Doktrini ile Türkiye ve ABD arasında gelişme gösteren işbirliği ortamı, Türk Hükümeti nin NATO ile Bağdat Paktı arasında bir bağlantı kurma isteklerinin dolaylı da olsa gerçekleşmesini sağlamıştır (Bağcı, 1990,87,89) Eisenhower Doktrini ne karşı ortaya çıkan tepkilerin en şiddetlisi tahmin edileceği üzere Mısır, Suriye ve Sovyetler Birliği nden gelmiştir. İngiltere ve Fransa nın Mısır a saldırısına hiçbir müdahalede bulunmayan ABD nin, savaş sonrasında bölgedeki boşluğu doldurma gerekçesiyle müdahale isteğine karşı çıkan Mısır, söz konusu boşluğun Arap ülkelerinin kendileri tarafından doldurulabileceğini savunmuştur. Sovyetler ise doktrini, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu ülkelerini hâkimiyeti altına alma amacını güden bir tedbir olarak değerlendirmiştir (Armaoğlu, 2000, ; Kürkçüoğlu, 1972, 116). Sonuçları açısından değerlendirildiğinde; Eisenhower Doktrini nin ABD ye beklediği sonuçları sağlayamadığı söylenebilir. Ortadoğu daki gelişmelere Soğuk Savaş mantığı ile bakan ABD nin askeri cephe kurma yoluyla Sovyetlerin bölgeye girmesini önlemek istemesi, Arap dünyasındaki prestijini azaltmıştır. Buna karşılık Sovyetler Birliği, Mısır ve Suriye ye yaptığı askeri ve ekonomik yardımlar ve İsrail konusunda Arap tezini destekleyen politikası ile bölgedeki konumunu kuvvetlendirmiştir (SİSAV, 1992, 146).

102 SURİYE BUNALIMI VE TÜRKİYE Daha öncede bahsedildiği gibi Süveyş Buhranı, İngiltere ve Fransa nın Ortadoğu daki etkinliğine son verirken bölgede önemli bir boşluk alanını ortaya çıkarmıştır. Ortadoğu daki bu boşluk alanını doldurmak isteyen Sovyet Rusya ile bölgede İngiltere ve Fransa nın yerini alan ABD arasında baş gösteren nüfuz mücadelesi, Ortadoğu da birbiri ardına yaşanan gerilimlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur (Koçsoy, 1991, 112; Kürkçüoğlu-Fırat, 2002, ). Süveyş Buhranı sonrasında bölgede çıkan olayların ilkini 1957 Suriye Buhranı oluşturmaktadır. 5 Ocak 1957 de Eisenhower Doktrini ni ilân eden ABD, Bağdat Paktı devletleriyle yakınlaştığı gibi Ortadoğu meselelerinde de daha aktif rol oynamaya başlamıştır. ABD nin Ortadoğu daki rakibi Sovyet Rusya ise, emperyalizm aleyhinde propagandalar yaparak bölgedeki Batı karşıtı Arap devletleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Ortadoğu daki bu ABD-SSCB çekişmesi 1957 yılında Suriye de bir buhranın ortaya çıkmasına yol açmıştır (Armaoğlu, 2000, 503; Gönlübol ve Ülman, 1996, ). Süveyş Buhranı sırasında Sovyetler Birliği tarafından Suriye ye yapılan yardımlar, 6 Ağustos 1957 de iki ülke arasında imzalanan bir ekonomik ve teknik yardım antlaşmasına dönüşmüştür. Suriye-Sovyet yakınlaşması ve Suriye nin Sovyet yanlısı politikalar izlemesi, komşu ülkelerde ve Batı da çeşitli endişelerin doğmasına yol açmıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 103). Batılı devletlerin endişesi, Irak petrol borularının Suriye den geçmesinden kaynaklanmıştır. Süveyş Buhranı esnasında Suriye nin petrol borularını tahrip etmiş

103 103 olması, Batılı devletleri tekrar olası bir tehlike karşısında duyarlı olmaya yöneltmiştir (Gönlübol ve Ülman, 1996, 290; Sander, 1979, 156). Türkiye nin endişeleri ise, güney sınırında beliren komünist tehlikeden kaynaklanmıştır. Batıda Bulgaristan, kuzeyde Sovyetler Birliği ile sınırı bulunan Türkiye, güney komşusu Suriye ye komünizmin girmesi halinde üç taraftan komünist tehlikeyle çevrileceği için güvenlik endişeleri duymuştur (Bağcı, 1990, 89). Türk askeri yetkililerinin yaptıkları açıklamada; Türkiye nin endişelerinin sadece kuzeyden gelebilecek Sovyet tehdidinden kaynaklanmadığı, Sovyetlerin Türkiye yi iki cepheli bir saldırıya hedef yapabilecek nitelikte, Suriye ye yaptığı askeri stoktan kaynaklandığı belirtilmiştir (Sever, 1997, 186). Suriye-Sovyet yakınlaşmasının bir sonucu olarak, Şam Radyosu ndan 12 Ağustos ta yapılan açıklamada; Suriye askeri makamlarının hükümeti devirmek için Amerika tarafından hazırlanmış bir teşebbüsü netice vermeden meydana çıkardıklarını ve bu konunun resmi tebliğ ile neşredileceği bildirilmiştir. 50 Bu açıklamanın ardından Suriye Hükümeti, mevcut düzeni değiştirmeye çalıştıklarını iddia ettiği üç Amerikalı diplomatı, 13 Ağustos 1957 de sınır dışı etmiştir. 17 Ağustos ta da Suriye ordu kademelerinde önemli tasfiyeler yapılmıştır. Genelkurmay Başkanı General Nizamettin in yerine komünist eğilimli Albay Afif Bızrî getirilmiştir (Kürkçüoğlu, 1972, 103; Avcıoğlu, 1979, 1655). Suriye deki olaylardan endişe duyan Irak Kralı Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin 22 Ağustos ta İstanbul a gelmişler, Başbakan Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile görüşmüşlerdir. 24 Ağustos ta İstanbul a gelen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Loy Henderson un da görüşmelere katılması, Sovyetlerde 50 Ayın Tarihi, Sayı: 285, (Ağustos 1957), s. 410.

104 104 ve Arap devletlerinde Suriye deki rejimin değiştirilmeye çalışıldığı iddialarını kuvvetlendirmiştir. İstanbul da yapılan toplantıdan sonra yayınlanan bildiriden görüşmelerin Suriye konusu üzerinde şekillendiği anlaşılmaktadır. Henderson, Türkiye dışında Irak, Lübnan ve Ürdün e yaptığı ziyaret dönüşünde hükümete sunduğu raporunda; Suriye ye Sovyet Bloku devletlerinden önemli ölçüde silah aktarımının yapıldığını ve Suriye nin komşu Arap devletlerindeki hükümetleri devirmek için propaganda faaliyetlerine giriştiğini açıklamıştır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 291; Bağcı, 1990, 90-91). Suriye Dışişleri Bakanlığı ise, Associated Press ve Reuters haber ajanslarına yaptığı açıklamalarda Suriye ye yöneltilen suçlamaları reddetmiş ve SSCB den Suriye ye yapılan ekonomik yardımın kapsamını bildirmiştir. 51 Henderson un raporunun ardından 5 Eylül 1957 de bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanlığı, Suriye nin uluslararası komünizmin eline düşmesi ve bunun Ortadoğu nun bütünlüğü açısından ciddi bir tehlike oluşturacağı için Suriye ye komşu olan devletlere silah göndereceğini bildirmiştir. ABD, Henderson un raporundan sonra Suriye ye karşı tavrını sertleştirirken, Türkiye nin de bu sırada Suriye sınırına asker yığması, Suriye Buhranı nı bir Türkiye-Suriye sorunu haline dönüştürmüştür (Sander, 1979, 160). 51 T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Arşiv Belge No: /

105 Türkiye - Suriye Gerginliği Henderson raporundan sonra Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan a silah yardımında bulunacağını açıklayan ABD Dışişleri Bakanlığı, Suriye ye karşı askeri bir harekatta bulunmayacağını belirtmiştir. Türkiye nin Suriye ye yönelik tavrını kesin olarak belirlemekten dikkatle kaçınan ABD yönetimi bir taraftan da Arap savunma hareketini güçlendirmekten başka hiçbir harekatta bulunmaması konusunda Türkiye yi uyarmıştır. ABD ve komşu Arap devletlerinin Suriye ye askeri bir müdahalede bulunmaya niyetli olmadıklarını gören Menderes Hükümeti, güney sınırının güvenliği için ciddi endişeler duymuştur (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 630; Bağcı, 2001, 127). Gerek hükümet yetkilileri gerekse Türk basını bu konudaki duyarlılıklarını her fırsatta dile getirmişlerdir. Suriye deki Sovyet tehlikesine dikkat çeken Ömer Sami Coşar, 25 Kasım 1956 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ndeki makalesinde bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştır: Amerikanın ve Avrupanın <siyasi çevreleri> Rusyanın Stalinci siyasete avdet edip etmediğini, edip etmeyeceğini hâlâ araştırmakla, soruşturmakla meşgul. Moskovada eski tarihi politikasına avdet edildiğini ve bu yolda süratle ilerlenmekte olduğu âşikâr bir surette gösteriyor!... Birleşmiş Milletler tarafından serbest bırakılan Rusyanın Suriyede, Mısırda ne yaptığı sorulmalıdır. Suriyeye Rus silahlarının yığıldığı, tanklarının, teknisyenlerinin gönderildiği bildiriliyor. Rusya Suriyede bu silahlarla bir tuzak kurmaktadır. Bu gelişmelerden sinirlenecek komşu devletlerin Suriyeye taarruz etmelerini canı gönülden arzu ettiği anlaşılmaktadır Cumhuriyet, (25 Kasım 1956), s. 3.

106 Ağustos 1957 tarihli Havadis Gazetesi nde ise, Suriye deki gelişmelerin tehlikeli boyutları şu şekilde ortaya konulmuştur: Suriye de cereyan eden bu hadiseler yakın zamanda, Ortadoğu ve dolayısıyla dünya sûlhünü tehdit eden neticeler verebilir. Çünkü komünistler, buraya turist olarak gelmemişlerdir. Suriye hâdisesi, Ortadoğu da, geniş vâdeli bir yayılma programının başlangıcıdır. Komünistler, burayı bir defa demir perde arkasına ait bir mühimmat deposu, bir kışla haline koyduktan sonra, mıhakkak ki, bir atlama taşı olarak kullanmaya teşebbüs edeceklerdir. 53 Sovyetler in Suriye ye silah aktarımının devam etmesi üzerine orta bir yol seçen Türkiye, Eylül ayında Suriye sınırına asker yığmaya başlamıştır. ABD kaynaklarına göre, 27 Eylül 1957 tarihinden itibaren Suriye sınırına iki piyade tümeni ve bir zırhlı tümene eşdeğer yaklaşık kişiden oluşan motorize bir birlik yerleştirilmiştir. 10 Ekim de bir zırhlı tugayın daha eklenmesiyle Türk Kara Kuvvetleri nin gücü yaklaşık kişiye çıkarılmıştır (Karakoç, 2003, 445). Bu arada, ABD nin Batı Avrupa daki hava kuvvetlerinin bir kısmını İncirlik Hava Üssü ne göndermesi ve 6. Filo nun Doğu Akdeniz de görülmesi (Sander,1979, 158) Türkiye-Suriye ilişkilerini oldukça gerginleştirmiştir. Türkiye nin Suriye sınırına asker yığmak suretiyle bölgede bir kriz ortamının doğmasından bazı kazançlar elde edebileceği görüşünü savunan Ayşegül Sever e göre; Menderes Hükümeti yaklaşan 1957 seçimlerini kazanabilmek için sunî bir kriz ortamı yaratmak istemiştir. Sever, Menderes Hükümeti nin Suriye ile yaşadığı problemlere dikkat çekerek halka ülkedeki ekonomik sıkıntıları unutturmak istediğini ve ekonomik sorunların üstesinden gelebilmek için bölgedeki krizi kullanarak Ağustos 1957 tarihli Havadis ten, Ayın Tarihi, Sayı: 285, (Ağustos 1957), s. 421.

107 107 ABD den daha fazla maddi yardım almayı plânladığını savunmaktadır (Sever, 1997, 193). Türkiye nin Suriye sınırına asker yığmasına ilk tepkiler Sovyetler Birliği nden gelmiştir. Sovyet Başbakanı Bulganin, 10 Eylül 1957 de Başbakan Menderes e gönderdiği mektubunda, Suriye sınırına yığılan Türk Kuvvetleri nden duyduğu endişeleri belirtirken Türkiye nin Ortadoğu daki barışın korunmasıyla ilgisi bulunmayan güçlerle ortak hareket ederek bir saldırıda bulunması halinde başına büyük dertler açacağı tehdidinde bulunmuştur (Armaoğlu, 2000, 508; Sander, 1979, 161). Başbakan Menderes, Bulganin e verdiği cevabi mektubunda; Türkiye nin, Suriye ve tüm komşu ülkelerine karşı saldırgan plânlarının olmadığını, söz konusu tedbirlerin sadece güvenlik amacıyla alınmış tedbirler olduğunu belirtilmiştir. Menderes, mektubunda bu konuda Suriye nin şikayetçi olmadığı halde Sovyetler Birliği nin tepki göstermesinin, Sovyetlerin Suriye sorununa sahip çıkmak isteğinden kaynaklandığını iddia etmiştir (Kürkçüoğlu, 1972, 106; Koçsoy, 1991, 113). Bulganin in mektubundan sonra Türkiye ile Suriye arasındaki gerginlikler bazı sınır olaylarının patlak vermesine neden olmuştur. 8 Ekim 1957 tarihinde Türk Hükümeti ne bir nota gönderen Suriye, Türkiye ye Suriye nin kuzey sınırında tahrik edici faaliyetlerde bulunduğu, ülkenin hava sahasını ihlal ettiği ve sınıra haksız yere asker yığdığı şeklinde çeşitli suçlamalar yöneltmiştir. Suriye notasına 15 Ekim de cevap veren Türk Hükümeti, hakkındaki iddiaları reddetmiş, Suriye sınırında aldığı tedbirlerin Ortadoğu daki gerilimin doğal bir sonucu olduğunu ve Suriye nin bu durumdan duyduğu endişelerin yersiz olduğunu savunmuştur. Suriye ile Türkiye arasında gerçekleşen bu nota alışverişi sırasında Sovyetler Birliği, Türkiye ye karşı

108 108 Suriye nin yanında yer alacağı yönünde açıklamalarda bulunmuştur. Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Khruschev, 9 Ekim 1957 de New York Times Gazetesi ne yaptığı açıklamada, ABD ve Türkiye yi Ortadoğu da saldırgan politikalar izlemekle suçlamış ve bölgede bir savaş çıkması halinde Türkiye nin bu savaşa bir gün bile dayanamayacağını belirtmiştir (Avcıoğlu, 1979, 1956). Sovyetlerin Türkiye ye yönelttiği bu açık tehdide karşılık ABD nin cevabı gecikmemiştir. 10 Ekim de ABD Dışişleri Bakanı Dulles, bir bildiri yayınlayarak Ortadoğu barışı için asıl tehlikenin Sovyet desteğini alan Suriye den geldiğini ve Türkiye ye karşı bir saldırı olduğu takdirde, ABD nin NATO gereğince yükümlülüklerini yerine getireceğini açıklamıştır. Gerek Sovyet gerekse ABD açıklamalarından da anlaşılacağı üzere; ilk bakışta Türkiye-Suriye arasındaki bir sorun gibi görünen mesele, aslında iki büyük gücün Ortadoğu daki mücadelesinden başka bir şey değildir (Gönlübol ve Ülman, 1996, ). ABD ve Sovyetler Birliği ni Ortadoğu da tekrar karşı karşıya getiren Suriye Krizi, Sovyetler Birliği ve Suriye tarafından BM e getirilmesiyle birlikte uluslararası bir nitelik kazanmıştır (SİSAV, 1992, 184). Suriye, 16 Ekim 1957 de BM e bir mektupla başvurarak Türkiye ye yönelik iddialarını tekrarladıktan sonra ülkesinin güvenliği için sorunun BM Genel Kurulu nda tartışılmasını talep etmiştir. Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko da BM Genel Kurulu Başkanı na gönderdiği mektubunda, Türkiye nin Suriye ye saldırması halinde gereken yardımı yapmalarını istemiştir. BM de yapılan oylama sonucu Genel Kurul gündemine konan Türkiye-Suriye anlaşmazlığı, 22 Ekim de görüşülmeye başlamıştır. Görüşmelerde ilk sözü Türk temsilcisi Seyfullah Esin almıştır. Esin, Türkiye ile Suriye arsındaki gerginliğin Suudi Arabistan Kralı Suud un arabuluculuk çalışmalarının bir sonuca varmadan Genel Kurul da görüşülmemesini istemiştir. Esin in ardından söz alan Suriye temsilcisi Zeineddine ise, Kral Suud un arabuluculuk tekliflerine şiddetle karşı

109 109 çıkmış ve Türkiye nin konuyu Genel Kurul gündeminden çıkarmak istediğini iddia etmiştir (Kürkçüoğlu, 1972, 110; Bağcı, 1990, 95). Süveyş Krizi, BM Genel Kurulu nun gündemine getirildiği sıralarda Suudi Arabistan Kralı Suud, Ortadoğu daki gerginliği sona erdirmek ve havayı yumuşatmak için iki taraf arasında arabuluculuk girişimlerinde bulunmuştur (The Middle East, 1959, 396). Kral Suud Ekim tarihleri arasında Beyrut a yaptığı ziyaret sırasında Türkiye ve Suriye ye gönderdiği mesajlarda iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesinde her türlü yardıma hazır olduğunu bildirmiştir. 21 Ekim 1957 de Suudi Arabistan dan yapılan resmi açıklamada, Kral Suud un Türkiye ve Suriye arasında arabuluculuk önerdiği ve iki devletin bu öneriyi kabul ettikleri bildirilmiştir. Kral Suud un arabuluculuk teklifine Türkiye nin uzlaşmacı yaklaşımına karşılık Suriye olumsuz bir tavır sergilemiştir. Suudi Arabistan ın açıklaması Ankara tarafından aynı gün doğrulanırken Suriye tarafından yalanlanmıştır. Suriye, önce Suud un teklifini kabul ettiğini açıklamış birkaç saat sonra ise açıklamasını geri alarak meselenin BM de görüşülmesini istediğini bildirmiştir (Kürkçüoğlu, 1972, ). Türkiye-Suriye anlaşmazlığının Genel Kurul daki görüşmeleri sırasında Türkiye ve Suriye nin görüşlerini destekleyen iki tasarı sunulmuştur. Bu tasarılardan ilki, Türkiye-Suriye arasında araştırmalarda bulunmak üzere bir komisyonun kurulmasını öngörürken, ikincisi sorunun BM Genel Sekreteri aracılığıyla iki taraf arasında görüşme yoluyla çözülmesini önermiştir. Söz konusu tasarıların Genel Kurul a sunulduğu sırada Endonezya temsilcisi her iki tasarının da oylamaya konulmaması ve sorunun iki ülke arasında görüşme yoluyla çözüme bağlanmasını teklif etmiştir. Çoğunluk tarafından kabul edilen bu teklifi, Türkiye ve Suriye temsilcileri de desteklediklerini açıklamışlardır. Daha sonra Suriye nin meseleyi BM den geri çekmeyi kabul etmesi ve Türkiye nin güvence vermesi sonucu Genel Kurul Başkanı L. Munro 30 Ekim de yaptığı kapanış konuşmasında, meselenin

110 110 Genel Kurul da daha fazla görüşülmemesi gerektiğinin kararlaştırıldığını açıklamış ve böylece Suriye Sorunu BM gündeminden çıkarılmıştır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 298; Kürkçüoğlu, 1972, 111). Suriye Sorunu nun BM gündeminden çıkarılmasıyla Türkiye nin Sovyetler Birliği ve Suriye ile olan ilişkileri hızlı bir yumuşama dönemine girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluş yıldönümü sebebiyle 29 Ekim de Moskova daki Türk Büyükelçiliği nde verilen resepsiyona Sovyet liderleri Khruschev, Bulganin ve Mikoyan birlikte katılmışlardır. Resepsiyonda Sovyet liderleri barış yanlısı açıklamalarda bulunmuşlar ve Suriye Bunalımı nın bir yanlış anlamadan kaynaklandığını açıklamışlardır. Türkiye nin Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerindeki yumuşamaya paralel olarak Suriye ile olan gerginlik de kendiliğinden azalmıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 112). Suriye ve Mısır ın birleşerek 1 Şubat 1958 de Birleşik Arap Cumhuriyeti ni (BAC) kurmasıyla (Bozarslan, 1976, 118; SİSAV, 1992, 184) Türkiye-Suriye ilişkileri daha da kuvvetlenmiştir. Suriye nin Sovyetler Birliği ne bağlanmasındansa bir Arap devleti olan Mısır ile birleşmesini olumlu karşılayan Türkiye, 11 Mart 1958 de Birleşik Arap Cumhuriyeti ni resmen tanıdığını bildirmiştir Dünya, (12 Mart 1958), s. 1.

111 Suriye Buhranı nın Türkiye Açısından Sonuçları Suriye Buhranı ile Ortadoğu da bir Arap devletiyle doğrudan doğruya ilk kez karşı karşıya gelen Türkiye (Kürkçüoğlu, 1972, 120), krizin sonuçlarından şüphesiz en fazla etkilenen ülke olmuştur. Suriye ile uzun bir sınıra sahip olan Türkiye, Sovyetlerin bölgede giriştiği faaliyetleri kendisine yöneltilmiş davranışlar olarak değerlendirmiş (Gönlübol ve Ülman, 1996, 299) ve Suriye Buhranı nda Sovyetlere karşı Batı nın yanında yer almıştır. Türkiye nin özellikle ABD yanlısı politikalar izlemesinde güvenlik kaygıları kadar iç sorunların da etkili olduğu görülmüştür. Bu dönemde DP Hükümeti nin iç politikadaki en önemli sorunu; ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıdır. Türkiye nin ekonomik sıkıntısı, ABD nin 1955 ten beri yapmış olduğu yardımları azaltmasıyla daha da önemli boyutlara ulaşmıştır. DP Hükümeti için bir diğer önemli iç mesele ise yaklaşan 1957 seçimleridir. Ekonomik sorunların ağırlaştığı bir ortamda seçimleri kazanmanın güç olacağını bilen DP Hükümeti, Suriye ile sunî bir kriz ortamının yaratılmasına olumlu bakmıştır. DP Hükümeti, Suriye ile çıkabilecek bir kriz ortamının, halka ekonomik sıkıntılarını unutturarak dikkatlerini dış meselelere çekeceğini hem de ABD den daha fazla ekonomik yardımın sağlanabileceğini düşünmüştür. Nitekim DP nin stratejisi beklenen sonucu vermiş ve 1957 seçimlerini Demokrat Parti kazanmıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 632; Bağcı, 1990, 95). DP Hükümeti, Suriye Buhranı ile iç politikada sağladığı başarıyı, Arap ülkeleriyle olan ilişkilerinde sağlayamamıştır. Türkiye, Sovyetlerin Suriye aracılığıyla Ortadoğu ya girmesini engellemek istemiş ancak buhran karşısında izlediği politikalar ve Arap ülkelerinin anti-emperyalist söylemleri Sovyetlerin bölgeye girişini kolaylaştırıcı nitelikte sonuçlar doğurmuştur. Türkiye nin Suriye

112 112 Sorunu na aşırı tepki göstermesi Arap ülkeleriyle ilişkilerinin biraz daha bozulmasına sebep olmuştur (Koçsoy, 1991, 114; Karakoç, 2003, 447). Suriye Buhranı nın önemli sayılabilecek bir sonucu daha bulunmaktadır ki o da, ABD nin Eisenhower Doktrini çerçevesinde komünist tehlike nin hedefi olan Ortadoğu ülkelerine yardım edeceği sözünü gerçekleştireceğini kanıtlamış olmasıdır (Bağcı, 1990, 95). ABD, Suriye Buhranı sırasında Türkiye nin güvenliğinin korunmasına yönelik yaptığı açıklamalarla ve yardımlarla Eisenhower Doktrini ne bağlılığını göstermiştir ORTADOĞU BUHRANLARI VE TÜRKİYE 1957 Suriye Buhranı nın ardından Suriye ile Mısır arasında kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti nin 11 Mart 1958 de Türk Hükümeti tarafından tanınması ile Ortadoğu da kısa süreli bir barış ortamı yaratılmıştır. Her ne kadar Türkiye BAC ı tanımakla Suriye ve Mısır ile olan ilişkilerini yumuşatmışsa da genel olarak Ortadoğu daki Arap ülkelerinin gözünde büyük ölçüde itibar kaybına uğramıştır. Bu dönemde Batı emperyalizmine karşı mücadelenin ve milliyetçilik hareketlerinin hız kazandığı Arap kamuoyunda Türkiye, Ortadoğu da Batı dünyasının uydusu ve uygulayıcısı olan bir ülke olarak nitelendirilmiştir. Suriye Buhranı sonrasında bölgede oluşan olumlu hava, çok geçmeden yerini yeni bunalımlara ve krizlere bırakmış ve bu bunalımlar Türkiye nin bölge ülkeleri ile olan ilişkilerini tekrar gerginleştirmiştir yılında Ortadoğu da yeniden bir karmaşa ortamı yaratan gelişmelerin başında; Irak İhtilâli ve sonrasında yaşanan Lübnan ve Ürdün Olayları

113 113 yer almaktadır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 300). Lübnan ve Ürdün olaylarının çıkışında Irak İhtilâli nin büyük ölçüde etkisi olduğundan öncelikle bu ihtilâlin sebep ve sonuçlarını değerlendirmek gerekmektedir Irak İhtilâli Bağdat Paktı sonrasında Arap ülkeleri arasında güç kazanan Batı karşıtı milliyetçi akımlar, etkisini ilk olarak 1958 yılında Irak ta askeri bir darbenin gerçekleştirilmesiyle göstermiştir. Irak ta 14 Temmuz 1958 tarihinde Kral Faysal ın iktidardan düşürülmesiyle gerçekleştirilen askeri darbe, ülkede monarşi yönetimine son verirken bölge politikalarında da önemli değişikliklere yol açmıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 632; Sander, 1996, 278; SİSAV, 1992, 185). Irak İhtilâli nin çıkmasındaki en önemli etken, monarşi yönetiminin halkın genel eğilimlerine ters politikalar izlemiş olmasıdır. 1 Şubat 1958 de Suriye ile Mısır ın Birleşik Arap Cumhuriyeti ni kurmaları üzerine Irak, Ortadoğu daki bu yeni oluşumu dengelemek için 14 Şubat ta Ürdün ile bir Arap Birliği Federasyonu kurmaya karar verdiklerini açıklamıştır (The Middle East, 1959, 125). Batı yanlısı olan bu iki devletin birleşme kararına Arap ülkelerinin yanı sıra ülke içinden de tepkiler gelmiştir. Irak ile Ürdün arasında bir federasyon kurma fikrinin halka danışılmadan alınmış bir karar olması, her iki ülkede de halk ile yönetimin arasını açmıştır (Armaoğlu, 2000, 512).

114 114 Irak yönetiminin Arap Birliği ni kurma çabalarının ardından aynı yılın Haziran ayında Lübnan da halk tarafından hükümete karşı şiddetli ayaklanmalar çıkarılmıştır. Ayaklanmaları bastırmada yetersiz kalan Lübnan Hükümeti, ülkede istikrarı yeniden sağlayabilmek için ABD ve müttefiklerinden yardım istemiştir (Canatan, 1996, 114). Batılıların Lübnan a müdahalede bulunacağını düşünen Irak yönetimi, kendisinin de Lübnan a yardım konusunda hazır olduğunu bildirmiştir. Irak Başbakanı Nuri Said Paşa nın Lübnan a askeri yardım yapma kararı alması, hükümet ile halk arasında baş gösteren ayrılıkları derinleştirmiş ve ülkede askeri bir darbenin çıkmasına sebep olmuştur (Koçsoy, 1991, 115). 14 Temmuz 1958 günü Bağımsız Subaylar olarak adlandırılan bir grup asker General Abdülkerim Kâsım liderliğinde yönetimi ele geçirerek Kral Faysal ı, Başbakan Nuri Said Paşa yı ve Naip Prens Abdülillâh ı öldürmüşlerdir. Aynı gün General Kâsım başkanlığında kurulan yeni Hükümet, Bağdat Radyosu ndan yayınladığı bir bildiriyle Irak ta monarşi yönetimine son verildiğini ve Cumhuriyet Rejimi nin kurulduğunu duyurmuştur. 55 Bildiride; Allah ın yardımı, halkın ve silahlı kuvvetlerin desteğiyle Irak ın sömürgeci devletler tarafından başa getirilen hain yöneticilerin hâkimiyetinden kurtarıldığı ve ülkede Cumhuriyet yönetiminin kurulduğu ilân edilmiştir. Bildiride ayrıca, yeni yönetimin Bandung Konferansı kararlarına ve Irak ın çıkarlarına uygun olan tüm milletlerarası yükümlülüklerine sadık olacağı da açıklanmıştır (Ülman, 1958, 237; Canatan, 1996, 145). Irak İhtilâli, Mısır ve SSCB tarafından memnuniyetle karşılanırken Batılı devletlerde ve Bağdat Paktı na üye ülkelerde büyük endişeler uyandırmıştır. Özellikle İngiltere ve ABD, Irak taki darbenin bölgede yeni gelişmelerin ortaya çıkmasına öncülük edebileceğinden ve bu durumun Batı nın Ortadoğu dan tamamen çıkarılmasına yol açacağından endişe duymuştur. Bu sebeple ABD ve İngiltere nin 55 Milliyet (15 Temmuz 1958), s.1.

115 115 Irak İhtilâli nin hemen sonrasında Lübnan ve Ürdün e asker göndermeye başladığı görülmüştür (Armaoğlu, 2000, 512). Batı nın endişeleri karşısında açıklamalarda bulunan Irak taki yeni yönetim, hedeflerinin Batı ve Doğu Blokları yla iyi ilişkiler kurmak olduğunu ve iki Blok a da eşit uzaklıkta bulunduklarını belirtmişlerdir. İhtilâlin lideri General Kâsım, Batı ile olan ilişkiler konusunda yaptığı açıklamada, Irak İhtilâli nin Batı ülkelerine karşı yöneltilmiş olmadığını, iki tarafın çıkarları gereği karşılıklı saygı çerçevesinde Irak ın Batı ile işbirliğine devam edebileceğini belirtmiştir. Irak Dışişleri Bakanı Dr. Abdülcebbar ise, yabancıların Irak taki mallarının devletleştirilmeyeceğini ve İhtilâl öncesi yapılan ve Irak ın çıkarlarına ters düşmeyen bütün anlaşmalara bağlı kalınacağını açıklamıştır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 301). Irak İhtilâli, Bağdat Paktı na üye ülkelerde ise adeta bir şok etkisi yaratmıştır. İhtilâlin çıktığı gün, İstanbul da Pakt ın İslâm ülkeleri arasında yapılması çok önceden kararlaştırılmış olan bir toplantı düzenlenmiştir. Kral Faysal ın İstanbul daki toplantıya katılacağı gün tevkif edilip öldürüldüğü haberi (Avcıoğlu, 1979, 1658), Bağdat Paktı üyeleri arasında büyük bir şaşkınlığa yol açmış ve görüşmelerin Ankara da yapılması kararlaştırılmıştır Temmuz tarihlerinde Ankara da yapılan toplantıda Türkiye, İran ve Pakistan devlet başkanları, Irak taki gelişmeleri değerlendirmişler ve Irak İhtilâli konusundaki ortak görüşlerini bir bildiri ile açıklamışlardır. Üç devlet de Irak taki askeri darbenin dış kaynaklı yıkıcı faaliyetler sonucu çıkartıldığı, asıl amacının Bağdat Paktı nı yıkmak olduğu şeklinde görüş birliğine vardıklarını ve bölgedeki karışıklıkları önlemek için alınacak tedbirleri destekleyeceklerini açıklamışlardır Vatan, (15 Temmuz 1958), s Vatan, (18 Temmuz 1958), s.1.

116 116 Bağdat Paktı ülkelerinin Ankara daki görüşmeleri sırasında Pakt üyelerinin Irak a karşı kuvvet kullanıp kullanmayacağı konusunda bölge devletleri arasında birtakım söylentiler dolaşmıştır. Bölgede çıkan söylentiler büyük ölçüde, Pakt üyelerinin Türkiye deki görüşmeler esnasında ABD den Eisenhower Doktrini ni Irak ta uygulamaya koymasını istemiş olmalarından ve Türkiye nin Pakt tan bağımsız olarak Irak İhtilâli ne karşı daha sert politikalar izlemiş olmasından kaynaklanmıştır. İstanbul ve Ankara daki görüşmelerde Türkiye, İran ve Pakistan Devlet Başkanları Eisenhower a bir mektup göndererek, Irak taki darbenin Nâsır ve komünistlerin kışkırtmaları sonucu çıktığını ve ABD nin göstereceği tepkinin bölgede hayati önem taşıyacağından dolayı kendisinden Irak a müdahalede bulunmasını istemişlerdir. Ancak bölgedeki tüm söylentilere rağmen Bağdat Paktı üyeleri Irak a herhangi bir müdahalede bulunmamışlar, ülkedeki olayları kınamakla yetinmişlerdir (Sever, 1997, 213; Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 632) Irak İhtilâli Karşısında Türkiye nin Tutumu Irak ta 14 Temmuz 1958 de gerçekleştirilen askeri darbe, Batılı müttefikleri gibi Türkiye de de geniş yankılar uyandırmıştır. İhtilâl karşısında farklı yaklaşımlarda bulunan iktidar ve muhalefet çevrelerinin ilk kez bir dış politika sorununda birbirine zıt görüşleri savundukları görülmüştür (Bağcı, 1990, 97). İktidar ile muhalefet arasındaki görüş ayrılıkları, Türk Hükümeti nin İhtilâl sonrası Irak ta kurulan yeni rejime yaklaşım tarzından kaynaklanmıştır. Irak İhtilâli karşısında birtakım güvenlik endişeleri duyan Türk Hükümeti nin gösterdiği tepkiler doğal olarak kendisini muhalefet ile karşı karşıya getirmiştir.

117 117 İktidar çevrelerinden gelen tepkilerin odak noktasını, Irak sınırında yeni bir komünist tehlikenin belirme ihtimali ve Bağdat Paktı nın geleceği sorunu oluşturmuştur. Stratejik açıdan değerlendirildiğinde, komünist devletlerle oldukça uzun bir sınıra sahip olan Türkiye nin Irak sınırında ihtilâl sonrası komünist bir tehlikenin ortaya çıkma ihtimali, iktidar çevrelerinde ciddi güvenlik endişeleri yaratmıştır Suriye Buhranı nda güney sınırında komünist tehlikesini açıkça hisseden Türkiye, Irak İhtilâli ile yeniden böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalmaktan çekinmiştir (Sever, 1997, 209). Türk Hükümeti nin ikinci endişesi ise, İhtilâl in Bağdat Paktı nı vurma amacını taşıdığına inanmasıdır. Bilindiği üzere, Irak taki eski hükümet, Bağdat Paktı nın kurulmasında Türk Hükümeti ile birlikte yoğun çaba harcamıştır. Ancak ihtilâl sonrasında kurulan yeni hükümetin Pakt tan ayrılıp ayrılmayacağı konusunda birtakım belirsizlikler görülmüştür. Paktın tek Arap üye ülkesi olan Irak ın ayrılma kararı alması halinde Paktın Ortadoğu daki durumunun sarsılacağını düşünen Menderes Hükümeti, Temmuz da Ankara da yapılan toplantı sırasında Bağdat Paktı ülkeleriyle birlikte İhtilâl karşısındaki tavrını net bir şekilde ortaya koymuştur. Hükümet yetkilileri, Irak İhtilâli ni gerçekleştiren siyaset eşkiyaları nın Ortadoğu da önemli bir barış ve istikrar unsuru olan Bağdat Paktı nı vurmak istediklerini, İhtilâl gününün İstanbul da yapılacak Bağdat Paktı toplantı gününe denk getirilmesinin de kasıtlı olduğunu savunmuşlardır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 302). 17 Temmuz da bir basın toplantısı yapan Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu, Irak taki yeni hükümetin Bağdat Paktı ndan ayrılıp ayrılmayacağı konusunda kendisine yöneltilen bir soru karşısında; Türk Hükümeti için yeni bir Irak Hükümeti nin söz konusu olmadığını, Irak-Ürdün Federasyonu nun Başkanı nın Kral Hüseyin olduğunu ve yasal hükümetin de Kral Hüseyin in idaresindeki hükümet olduğunu belirtmiştir. 58 Zorlu nun açıklamalarına rağmen Irak taki yeni Hükümet böyle bir federasyonu kabul etmemiştir. Kısa bir süre sonra da (2 Ağustos 1958) 58 Vatan, (18 Temmuz 1958), s. 1,5.

118 118 Ürdün Kralı Hüseyin, Arap Birliği Federasyonu nun sona erdiğini açıklamıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 632). Bağdat Paktı üyelerinden ayrı olarak Irak İhtilâli karşısında daha sert politikalar izleyen Menderes Hükümeti, bir ara Irak üzerine askeri müdahalede bulunma fikri üzerinde durmuştur (Sander, 1979, 166; Canatan, 1996, ) yılında Yassıada da Menderes Kabinesi üyelerinin sorgulamaları sırasında DP li bakanlardan Hayrettin Erkmen e ait olduğu anlaşılan özel notların bulunmasıyla, Celal Bayar ve Adnan Menderes in Irak a askeri müdahalede bulunma kararı aldıkları anlaşılmıştır. Erkmen in notlarında; Irak ta askeri darbenin çıkması üzerine F.Rüştü Zorlu nun Irak a karşı harekete geçilmesini teklif ettiği, Bayar ve Menderes in bir süre görüştükten sonra bu teklifi kabul ettikleri ve Genelkurmay Başkanı nın bu konuda plânlar hazırlattığı ifade edilmiştir. Erkmen, ayrıca Bayar ve Menderes in ülkenin ve dünyanın kaderi ile ilgili bu önemli kararı alırken kabineye haber bile vermediklerini, ancak bu kararlarının Amerikan Hükümeti tarafından engellendiğini açıklamıştır. 59 Türkiye nin Irak a müdahale edeceği haberleri Washington, Londra ve Moskova da ilgiyle takip edilmiştir (Sever, 1997, ). 24 Temmuz da Türkiye ye bir momerandum yollayan SSCB, bölgede silahlı bir çatışma başlatmanın getireceği ağır sorumluluklar konusunda Türkiye yi uyarmıştır (Kürkçüoğlu, 1972, ). SSCB nin uyarlarının yanı sıra Türkiye nin Irak a askeri müdahalede bulunma isteği, ABD ve İngiltere den de beklenen desteği alamamıştır. Irak a yapılacak müdahalenin Irak halkını yeni rejime daha fazla bağlayacağını ve yeni Hükümeti Mısır ve SSCB ye yaklaştıracağını düşünen ABD ve İngiltere, Türkiye yi Irak gelişmeleri karşısında ihtiyatsız bir hareket te bulunmaması konusunda 59 Cumhuriyet, (25 Mayıs 1961), s. 1, 5.

119 119 uyarmıştır. 60 Batılı müttefiklerinden umduğu desteği bulamayan Türkiye, böylece Irak la muhtemel bir savaşın eşiğinden döndürülmüştür. Daha öncede bahsedildiği üzere; Menderes Hükümeti nin Irak İhtilâli karşısında takındığı sert tavır iktidar ile muhalefet arasında fikir ayrılıklarına yol açmıştır. Hükümet, Irak İhtilâli nin dış tahrikler sonucu çıkartıldığını savunurken, muhalefet İhtilâli, monarşi yönetiminin baskıcı ve kanunsuz davranışlarına karşı çıkan bir direniş hareketi olarak değerlendirmiş, Irak taki yeni rejime karşı sert bir tavır takınılmasının Irak ı BAC a veya SSCB ye daha fazla yaklaştıracağını savunmuştur (Gönlübol ve Ülman, 1996, 302; Koçsoy, 1991, 119). Cumhuriyet Halk Partisi lideri İsmet İnönü 2 Ağustos 1958 de basın mensuplarına yaptığı açıklamada Menderes Hükümeti nin dış politikasını şu şekilde eleştirmiştir: Şimdi size İktidarla dış politikada görüş birliği halinde olmadığımız en mühim noktayı söyleyeyim. Biz maceracı bir politikada memleket için her türlü tehlikeler bulunduğuna samimi olarak kaniiz. Biz Meclisi toplantıya çağırdığımız zaman Ortadoğu buhranı, Türkiye bakımından en vahîm halindeydi. Meselenin en ehemmiyetlisi, Türkiye nin hudut dışı bir bir askeri sefer macerasından alıkonulmasıdır. hiçbir bekleme devri geçirilmeksizin yeni Irak idaresine karşı hasmâne bir tavır takınılması, yanlış ve zararlı olmuştur. Yeni idareyi red ve meyus etmeğe hakkımız yoktu. Hele aleyhine tarafımızdan askeri ve zecrî harekete tevessül edilmesi haksız olduğu gibi çok da zararlıdır. (Aydemir, 1968, ) Irak taki yeni rejimin durumunu sağlamlaştırması, Batı nın yeni rejime karşı tavrını yumuşatması ve muhalefet çevrelerinin Hükümet e yönelttiği eleştiriler karşısında DP yönetimi de tutumunu yumuşatmak zorunda kalmıştır. NATO 60 Vatan, (20 Temmuz 1958), s.1.

120 120 ülkelerinin 21 Temmuz 1958 de Irak taki yeni rejimi tanıma konusunu görüşmek üzere yaptıkları toplantıda, Türk Hükümeti böyle bir kararın erken olduğunu savunmuşsa da müttefikleri arasında yalnız kalmamak için alınan karara uymak zorunda kalmıştır (Sever, 1997, 217). Türkiye Büyük Millet Meclisi nin 26 Temmuz 1958 de yaptığı olağanüstü toplantısında Hükümet adına konuşan İçişleri Bakanı Namık Gedik, Irak taki gelişmeleri şöyle değerlendirmiştir: Her hangi bir memleketin iç meseleleri hakkında mütalâa serd etmek istemeyiz. Fakat şu hususu belirtmek lâzım gelir ki, iç meselelerin kanlı hâdiselere yol açması bütün insanlık vicdanını muzdarip etmiştir Bu kardeş milletle öteden beri aramızda mevcut ahenkdar münasebetlerimizin devamı başlıca arzumuzdur ve bu düşüncemiz bütün Arap memleketlerine karşı takip ettiğimiz yakın dostluk politikamızın bir icabı bulunmaktadır. 61 Türkiye, 28 Temmuz da Londra da yapılan Bağdat Paktı toplantısının ardından 31 Temmuz 1958 de Irak rejimini resmen tanıdığını açıklamıştır (Sever, 1997, 217). Türkiye nin dış politikasında olduğu kadar iç politikasında da derin izler bırakan Irak İhtilâli (Eroğul, 2003, 222), Menderes Hükümeti nin Ortadoğu daki aktif politikasının da sonunu hazırlamıştır. Ortadoğu da Batı yanlısı bir dış politika takip eden Türkiye, Irak İhtilâli ile bölgede güç kazanan Batı karşıtı unsurların hedefi haline gelmiştir. Irak ta kurulan yeni yönetimin kısa bir süre sonra Bağdat Paktı ndan ayrılacağını açıklamasıyla, Türkiye bölgedeki tek Arap müttefikini kaybetmiş ve böylece Arap Ortadoğu sundan da tamamen kopmuştur (Bağcı, 1990, 96; Kürkçüoğlu, 1972, 136). 61 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: XI, Cilt IV, (26 Temmuz 1958), s

121 Lübnan Olayları 1958 yılında Lübnan da bir iç savaşın patlak vermesinde etkili olan en önemli gelişme, Arap dünyasını derinden etkileyen milliyetçilik akımıdır Mısır Devrimi ile iktidara gelen Cemal Abdülnâsır ın ortaya attığı Arap milliyetçiliği fikri, Arap dünyasında önemli bir kutuplaşmanın da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kutuplaşmanın ilk kanadını Nâsır yanlısı Arap ülkeleri oluştururken, ikinci kanadını Batılı güçlerden destek gören ve tutucu rejimlerle yönetilen Arap ülkeleri oluşturmuştur. Arap dünyasındaki bu kutuplaşma, Lübnan da etkisini daha somut bir şekilde göstermiştir (Acar, 1989, 36; Bozkurt, 1976, ). Milliyetçilik akımlarının zamanla Lübnan da çok sayıda taraftar bulması, Batı yanlısı bir politika izleyen Hrıstiyan lider Camille Chamoun un idaresi için tehlikeli bir durum ortaya çıkarmıştır. Amerika ve Bağdat Paktı tarafından destek gören Chamoun un ve Nâsır tarafından destek gören ülkedeki sol grupların karşılıklı hazırlıklara girişmesi ülkeyi bir iç savaşın içine sürüklemiştir (Bozkurt, 1976, 124). C. Chamoun idaresinin Nâsır yanlısı, milliyetçi ve tarafsız bir politika takip etmeyeceğini anlayan Nâsır taraftarları, 1957 seçimleri ile işbaşına gelecek yeni idarenin milliyetçi bir politika takip etmesini ümit etmiştir seçimlerinin yaklaştığı günlerde Cumhurbaşkanı Camille Chamoun, 1958 Eylül ayı sonunda Başkanlık süresi dolacağından ve Anayasa gereğince yeniden seçilmesinin mümkün olamayacağından, Anayasa da bazı değişiklerin yapılması yoluna gitmiştir. Chamoun un görev süresini dört yıl daha uzatmak için seçimlere hile karıştırması, ülke içinde büyük tepkiler uyandırmıştır. Lübnan daki gerginlikler, 8 Mayıs 1958 günü muhalefet kanadından bir gazetecinin Hrıstiyanlarca öldürülmesi sonucu milliyetçiler ve Batı taraftarları arasında silahlı çatışmalara dönüşmüştür (Armaoğlu, 2000, 510; Acar, 1989, 14).

122 122 Lübnan da çıkan çatışmalar karşısında endişe duyan Chamoun, ülkedeki ayaklanmalardan Nâsır ı sorumlu tutmuştur. Chamoun, ayaklanmaların Nâsır ın kışkırtmaları sonucu çıktığını ve Lübnan a Suriye den kitleler halinde sızmalar olduğunu ileri sürerek 22 Mayıs 1958 de BM Güvenlik Konseyi ne şikayette bulunmuştur. Chamoun un şikayeti üzerine Güvenlik Konseyi, Suriye-Lübnan sınırını kontrol etmek için 11 Haziran da Lübnan a bir gözlemciler heyeti gönderilmesine karar vermiştir. Gözlemciler heyetinin 4 Temmuz 1958 de sunduğu rapora göre, Suriye-Lübnan sınırında Chamoun un iddia ettiği şekilde hiçbir sızma hareketine rastlanılmadığı bildirilmiştir (Ülman, 1958, 242). Lübnan daki ayaklanmaların giderek artması karşısında etkili olamayan Chamoun yönetimi, ABD ve Batılı devletlerden ayaklanmaların bastırılması için yardım talebinde bulunmuştur. Lübnan daki karışıklıkların hız kazandığı sırada Irak ta da 14 Temmuz da hükümet darbesi gerçekleştirilmiş ve monarşi yönetimine son verilmiştir. Lübnan da da benzeri bir durumun yaşanması ihtimalinden korkan ABD, bu sebeple Chamoun un çağrısına cevap vermiştir. ABD Başkanı Eisenhower 15 Temmuz da yayınladığı bir bildiri ile Chamoun un isteğiyle ABD nin milli çıkarları ve dünya barışı açısından hayati önem taşıyan Lübnan ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü devam ettirebilmek için Beyrut a deniz piyadelerinin çıkarıldığını ilân etmiştir. Eisenhower, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı nın bölgede gerekli güvenlik tedbirlerini alması halinde Amerikan kuvvetlerinin Lübnan dan çekileceğini de ifade etmiştir. 62 Eisenhower ın açıklamasının ardından Amerikan deniz piyadeleri Beyrut a çıkarken, 16 Temmuz da da Amerikan 24. Hava İndirme Tümeni birlikleri Adana daki İncirlik Üssü ne gelmiştir. 63 ABD nin bu kararı ile Eisenhower Doktrini ilk kez tam anlamıyla uygulamaya konulmuştur (Sander, 1979, 166). 62 Milliyet (16 Temmuz 1958), s Milliyet, (17 Temmuz 1958), s.1.

123 123 Lübnan da Hükümet e karşı çıkan ayaklanma güçlerini etkisiz hale getirmek için bölgeye çıkarma yapan ABD, isyancı grupların dışardan aldıkları yardımları engellemeyi başarmış olmasına rağmen olayları tamamen durduramamıştır. Lübnan daki muhalefet kanadının baskıları karşısında Chamoun un yeniden seçilme şansının ortadan kalkmasıyla Eisenhower, ABD Ortadoğu İşleri Uzmanı Robert Murphy i bölgedeki durumu incelemek üzere özel temsilci sıfatıyla Beyrut a göndermiştir. Murphy, yaptığı incelemeler sonunda; Lübnan da uzlaşmanın sağlanabilmesi için tarafsız bir başkanın seçilmesi ve her iki tarafı da temsil edecek bir hükümetin kurulması tespitinde bulunmuştur. İktidar ve muhalefet liderleriyle yapılan görüşmeler sonunda, Cumhurbaşkanlığı adaylığı için Genelkurmay Başkanı Chebab uygun görülmüştür (Acar, 1989, 38; Bozarslan, 1976, 131). İç çatışmalar sırasında tarafsız bir tutum sergileyen ve orduyu politikanın dışında tutan Chebab, 31 Temmuz 1958 tarihinde yapılan seçimlerde Lübnan Parlamentosu tarafından Cumhurbaşkanı seçilmiştir (The Middle East, 1959, 221). 23 Eylül de işbaşına geçen Chebab ın yeni kabineyi kurma görevini Chamoun karşıtı milliyetçi liderlerden Raşit Karamani ye vermesi Chamoun taraftarları arasında memnuniyetsizlik yaratmıştır. Milliyetçi gruplarla Chamoun taraftarları arasında yeniden baş gösteren ayrılık hareketlerini önlemek amacıyla bu kez Amerika nın Beyrut Büyükelçisi Mc Clintock arabuluculuk yapmıştır. Mc Clintock ve Cumhurbaşkanı Chebab ın çabalarıyla 15 Ekim 1958 de iki tarafı da memnun eden bir Hükümet kurulmuştur. 17 Ekim 1958 de Lübnan Parlamentosu ndan güven oyu alan ikinci Hükümet iki taraf arasında uzlaşmayı sağlamış ve böylece 1958 Lübnan iç savaşı sona ermiştir (Ülman, 1958, 253).

124 Lübnan Olayları Karşısında Türkiye nin Tutumu Türkiye ile Lübnan arasındaki diplomatik ilişkiler 1946 yılında iki ülkenin birbirlerinin başkentlerinde diplomatik temsilcilikler açmasıyla başlamıştır. Bu tarihten Bağdat Paktı nın kurulmasına kadar geçen dönemde Türkiye-Lübnan ilişkilerinde dikkate değer bir gelişme yaşanmamıştır. Bağdat Paktı nın kurulmasıyla Ortadoğu daki devletleri Batı savunma sistemi içine çekmek isteyen Türkiye, 1955 sonrası dönemde Lübnan la ilişkilerini yoğunlaştırmak için büyük bir çaba göstermiştir. Batı yanlısı girişimlere katılma konusunda ilk başlarda temkinli davranan Lübnan Hükümeti nin Eisenhower Doktrini nin ilânıyla tarafsızlık politikasını terk etmesi ve 1958 yılında ülkede bir iç savaşın çıkması Türkiye nin Lübnan a ilgisini daha da arttırmıştır (Sever, 1997, ). Irak İhtilâli nin çıktığı 14 Temmuz günü İstanbul da Bağdat Paktı nın müslüman ülkeleri arasında yapılan görüşmeler sırasında Lübnan daki olaylara da değinilmiştir. Türkiye-İran ve Pakistan devlet başkanları ABD Başkanı Eisenhower a gönderdikleri muhtırada, ABD nin Lübnan çıkarmasından duydukları memnuniyeti dile getirmişlerdir (Gönlübol ve Ülman, 1996, 303; Sander, 1979, 167). Türkiye, Lübnan gelişmeleri karşısında Bağdat Paktı ndan ayrı olarak da ABD nin giriştiği hareketleri desteklemiştir. Türk Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu bir açıklamasında; Lübnan ı hariçten tertiplenen yıkıcı faaliyetlere karşı korumak üzere ABD nin giriştiği hareketi, Türkiye nin tamamen desteklediğini ve bunu, Eisenhower Doktrini nin bir tatbikatı kabul ettiğini belirtmiştir. 64 Türk Hükümeti, ABD nin Lübnan çıkarmasına tam destek vermekle birlikte 5000 kadar Amerikan askerinin acil durumda kullanılmak 64 Vatan (16 Temmuz 1958), s. 1.

125 125 üzere Adana daki İncirlik Üssü ne gönderilmesine de izin vermiştir (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 634; Ülman, 1958, 259). 26 Temmuz da TBMM nin olağanüstü toplantısında Lübnan daki gelişmelere değinen Dışişleri Bakanı Vekili Namık Gedik; Lübnan daki âsilerin artması sonucu Lübnan Hükümeti nin ABD den yardım istemek zorunda kaldığını ve Amerikan yardımlarının BM Andlaşması nın 51. maddesine uygun olduğunu açıklamıştır. 65 Lübnan olayları karşısında Türk Hükümeti nin izlediği politika, içerde ve dışarda çeşitli tepkilere yol açmıştır. İngiltere ve Fransa, çıkarmanın kendilerine danışılmadan oldu bittiye getirilmesinden dolayı rahatsız olurken (Sander, 1979, 168), SSCB ve Birleşik Arap Cumhuriyeti İncirlik Üssü nün ABD tarafından kullanılmasından rahatsız olmuşlardır. Bir Amerikan çıkarmasında ilk kez bir Türk üssünün kullanılması, Arapları ve Sovyetleri ileriki zamanlarda Türk üslerinin ABD tarafından nasıl kullanılacağı konusunda telaşlandırmıştır (Sever, 1997, 230). Lübnan çıkarması ve İncirlik Üssü nün ABD tarafından kullanılması dışarıda olduğu kadar ülke içinde de yoğun eleştirilere uğramıştır. Özellikle muhalefet kanadı, NATO yla bağlantısı bulunmamasına rağmen İncirlik Üssü nü Amerikalıların kullanımına açtığı ve bu konuda TBMM nin görüşünü almadığı için Menderes Hükümeti ni ciddi şekilde eleştirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi, İncirlik Üssü nün kullanılması konusunda TBMM de bir genel görüşme açılmasını istemiş, ancak 26 Temmuz da yapılan olağanüstü toplantı, herhangi bir tartışma açılmadan sona ermiş ve Meclis tatile girmiştir. Meclis in tatile girmesine rağmen konunun peşini bırakmayan Cumhuriyet Halk Partisi lideri İsmet İnönü, bu konuda hükümete şöyle bir eleştiri getirmiştir: Son günlerin hadiseleri arasında Amerikan askeri uçaklarının ve 65 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: XI, Cilt IV, (26 Temmuz 1958), s

126 126 silahlı kuvvetlerinin Adana ya geldiği üzerine memlekete bir bilgi vermek vazife değil midir? Herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir açık olan bu nokta hükümet beyanatının eksik ve kifayetsiz olduğuna sadece bir delildir. Öğrenmek istediğimiz şudur: Amerikan birlikleri Adana ya bizim hükümetimizin isteğiyle mi gelmişlerdir, yoksa kendileri mi bizim hükümetimizden müsaade talep etmişlerdir? (Gönlübol ve Ülman, 1996, 304). İsmet İnönü nün açıklamalarından da anlaşılacağı üzere; Lübnan çıkarması meselesinde muhalefet kanadının eleştirileri, İncirlik Üssü nün ABD nin isteği ile kullanıma açılması ve ABD nin kendi çıkarları için Türk üslerini NATO dan bağımsız olarak kullanması konularında yoğunlaşmıştır (Sander, 1979, 169). Muhalefetin eleştirilerini yanıtlayan F. Rüştü Zorlu, İncirlik Üssü nün NATO yükümlülükleri dışında kullanıldığını kabul etmekle birlikte, bunu küçük dost bir ülkenin isteğiyle savunmaya giden güçlere destek vermekten ibaret olarak değerlendirmiş ve eleştirileri anlamsız bulduğunu açıklamıştır (Avcıoğlu, 1979, 1661; Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 634). ABD ve Batı ya ne kadar güvenilir bir müttefik olduğunu kanıtlamak isteyen Menderes Hükümeti, içte ve dıştaki tüm eleştirilere rağmen İncirlik Üssü nü ABD nin kullanımına açmıştır (Sever, 1997, 230). Türkiye nin bu tutumu karşısında Arap ülkeleri, onu ABD ile işbirliği yaparak Lübnan ın iç meselesine müdahale etmekle suçlamıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 136).

127 Ürdün Olayları Amerikan deniz piyadelerinin Lübnan a çıkarılmasının ardından Temmuz 1958 de de İngiliz kuvvetlerinin Ürdün e çıkarıldıkları görülmüştür. İngiliz çıkarması, Irak taki olayların kendi ülkesine sıçramasından korkan Ürdün Kralı Hüseyin in Batı dünyasından yardım istemesi üzerine gerçekleştirilmiştir (Gönlübol ve Ülman, 1996, 303). Daha öncede bahsedildiği gibi, 1957 Suriye Buhranı sırasında Mısır ve Suriye nin Birleşik Arap Cumhuriyeti ni kurmaları üzerine Irak ve Ürdün Arap Birliği Federasyonu nu kurduklarını açıklamışlardır. Irak İhtilâli sonrasında Federasyon un Başkanı olan Irak Kralı Faysal ın devrilmesiyle, Arap Birliği Federasyonu nun Anayasası gereğince tüm yetkiler Ürdün Kralı Hüseyin e geçmiştir. Irak taki yeni yönetimin Arap Birliği Federasyonu nu tanımadığını açıklaması ve Ürdün de Nâsır taraftarlarının artması, Kral Hüseyin i Irak taki gibi benzer bir darbenin Ürdün de de gerçekleşmesi ihtimaliyle endişelendirmiştir (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 634; Koçsoy, 1991, 116). Bu sebeple Kral Hüseyin, ABD nin Lübnan a çıkarma yapmasının ardından ABD ve İngiltere den Ürdün e de yardım etmelerini istemiştir. Kral Hüseyin 17 Temmuz da yaptığı bir radyo konuşmasında; Ürdün ü sınırlarını çevreleyen düşmanlardan korumak için geçici bir tedbir olarak aldığı yardım kararının BM Andlaşmasının 51. maddesince tanınan meşru müdafaa hakkı na uygun olduğunu ve kararın Ürdün Parlamentosu ile Hükümet in oybirliği ile alındığını açıklamıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 125). Ürdün Kralı Hüseyin in yardım isteğine olumlu yanıt veren İngiliz Hükümeti, Temmuz da Kıbrıs ta üslenmiş olan askeri kuvvetlerinin bir kısmını Ürdün e

128 128 göndermiştir (The Middle East, 1959, 196). İngiltere nin Ürdün çıkarmasına Amerikan hava kuvvetleri de yardım etmiştir. İngiliz kuvvetlerinin Ürdün e gelişini Kral Hüseyin dost kuvvetler Ürdün e vardı şeklinde açıklarken, İngiliz Başbakanı Harold Mc Millan, Avam Kamarası ndaki konuşmasında durumu şu şekilde özetlemiştir: Ürdün Kralı ve Başbakanı yardım talebinde bulunurlarken Birleşik Arap Cumhuriyeti nin Ürdün de karışıklık yaratmak ve Irak takine benzer bir şekilde meşru Ürdün hükümetini devirmek için teşebbüse geçtiğini bldirmişlerdir. Filhakika, İngiliz istihbarat kaynakları da Ürdün de bugün Birleşik Arap Cumhuriyeti tarafından bir hükümet darbesi hazırlandığını fakat Ürdün hükümetinin bundan zamanında haberdar olduğunu teyid etmiştir. Ürdün hükümeti yardım talebi münasebetiyle Suriye kuvvetlerinin Ürdün hudutlarında harekâtta bulunduklarını, Ürdün e bu suretle tehdit ettiklerini de İngiliz hükümetine bildirmiştir. 66 Batı dan destek alan Ürdün, ayrıca 17 Temmuz da BM Güvenlik Konseyi ne başvurarak içişlerine karıştığı iddiasıyla Birleşik Arap Cumhuriyeti ni Konsey e şikayet etmiş ve 20 Temmuz da BAC ile diplomatik ilişkilerini kestiğini açıklamıştır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 634). BM Güvenlik Konseyi nin Ortadoğu sorununu görüşmek üzere 8-21 Ağustos tarihleri arasında yaptığı olağanüstü toplantı sonrasında BM üyesi 10 Arap ülkesi tarafından sunulan karar, oybirliği ile kabul edilmiştir. Arap ülkelerinin birbirlerinin rejimlerini değiştirmeye yönelik faaliyetlerden kaçınmaları esasına dayanan karar, aynı zamanda BM Genel Sekreteri nin Ürdün ve Lübnan daki yabancı kuvvetlerin 66 Vatan, (18 Temmuz 1958), s.1.

129 129 çekilmelerini kolaylaştırmak için çalışmalarda bulunmasını da öngörmüştür. Karar gereği Ortadoğu ülkelerini ziyaret eden BM Genel Sekreteri Hammarskjöld, 20 Eylül de Genel Kurul a sunduğu raporda, ABD ve İngiltere nin Ekim ayı içinde Lübnan ve Ürdün den geri çekilme konusunda güvence verdiklerini açıklamıştır. 26 Ekim de Amerikan kuvvetlerinin Lübnan dan, 2 Kasım da da İngiliz kuvvetlerinin Ürdün den çekilmesi ve Ürdün ile BAC arsındaki ilişkilerin düzelmeye başlamasıyla Ürdün Krizi sona ermiştir (Kürkçüoğlu, 1972, ) Ürdün Olayları Karşında Türkiye nin Tutumu II. Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu da çıkan buhranlar sırasında Batı nın yanında yer alan Türkiye, İngiltere ve ABD nin Ortadoğu daki müdahalelerinin tam destekçisi olmuştur. Türk Hükümeti, Lübnan çıkarmasında olduğu gibi İngiltere nin Ürdün e müdahalesini de Ürdün ün istiklâlinin, dışardan tertiplenen yıkıcı faaliyetlere karşı korunması şeklinde değerlendirmiştir (Ülman, 1958, 260). DP Hükümeti, İngiltere nin Ürdün e müdahale etmesiyle Batı yanlısı Ürdün rejiminin Irak taki gibi benzer bir olaya tanık olmayacağını düşünerek çıkarmayı memlukla karşılamıştır. Ürdün çıkarmasıyla ilgili olarak bir basın toplantısı yapan Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu, Ürdün ün Bağdat Paktı üye ülkelerinden yardım istediği yönündeki bir soruyu; İngiliz kuvvetleri Ürdün e çıktığına göre bu yardım yapılmıştır. diyerek cevaplamış ve Bağdat Paktı üyelerinin Ürdün e her türlü desteği verme kararında olduklarını açıklamıştır (Gönlübol ve Ülman, 1996, 304).

130 130 Dışişleri Bakan Vekili Namık Gedik ise, TBMM nin 26 Temmuz daki olağanüstü toplantısında İngiltere nin davranışını desteklediğini ve çıkarmanın BM Andlaşması na hukuken uygun olduğunu şu sözlerle açıklamıştır: Ürdün ile olan gayet yakın ve dostane münasebetlerimiz muvacehesinde bu devletin istiklâl ve bütünlüğünün korunmasına büyük bir ehemmiyet atfetmekteyiz. Bu sebepledir ki, İngiltere nin Ürdün ün müracaatı üzerine aldığı tedbirleri yerinde bir hareket olarak telâkki ediyoruz. Meşru hükümetlerin Birleşmiş Milletler Anayasasına ve karşılıklı yardım anlaşmalarına müsteniden yaptıkları taleplerin karşılanmasını haklı görmemeye imkân yoktur. Ve esasen bu gibi yardımlar Devletler Hukukuna tamamen uygun bulunmaktadır. 67 Görüldüğü üzere Türk Hükümeti, Irak İhtilâli ve Lübnan gelişmelerinde olduğu gibi Ürdün olaylarında da Batı yanlısı bir tutum sergilemiştir. Söz konusu ülkelerle Türkiye arasında gerçek anlamda tehlike yaratacak bir durum bulunmamasına rağmen, Türkiye nin bölgedeki olaylarda aktif ve müdahaleci bir politika izlemesi kendi güvenlik çıkarlarından ziyade, Ortadoğu da Batı üstünlüğünün devam ettirilmesi isteğinden kaynaklanmıştır (Sever, 1997, 238). 67 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: XI, Cilt IV, (26 Aralık 1958), s.822.

131 Bağdat Paktı ndan CENTO ya Geçiş Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde imzalanan Karşılıklı İşbirliği Andlaşması esasına dayanan Bağdat Paktı nın geleceği, 14 Temmuz 1958 Irak İhtilâli ile büyük bir belirsizlik içine girmiştir. Irak taki eski idarenin devrilmesi özellikle Pakt a üye ülkelerde ve ABD de Bağdat Paktı nın devamı konusunda ciddi endişeler yaratmıştır. Pakt ın Irak dışındaki tüm üyeleri ve ABD, İhtilâl sonrası Bağdat Paktı nın durumunu görüşmek üzere Temmuz da Londra da bir araya gelmişlerdir (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 633; Gürün, 1983, 360). Görüşmeler sonunda yayınlanan ortak deklârasyonda dikkat çeken esasların başında şu ifadeler yer almaktadır: 1- Londra da vekiller kademesinde akdedilen toplantıya iştirak eden Bağdat Paktı azaları son hadiselerin ışığı altında durumlarını tekrar incelemişler ve Pakt a hayat vermek ihtiyacının her zamandan daha fazla olduğu neticesine varmışlardır. Azalar müşterek güvenliklerini idame ve doğrudan doğruya veya bilvasıta vuku bulacak tecavüze karşı koyma hususundaki azimlerini bildirirler. 2- Pakt çerçevesi dahilinde kolektif güvenlik tedbirleri alınmış bulunmaktadır. Müşterek askerî plânlama tekâmül ettirilmiş ve bölge iktisâdi projeleri geliştirilmiştir. Müşterek güvenlik için diğer hür dünya memleketleri ile münasebetler tesis olunmaktadır. 3- Pakt teşkilâtında aslî tadiller yapılıp yapılmaması ve Paktın bugünkü şekliyle devam edip etmemesi meseleleri, alâkalı hükümetlerce incelenmektedir. Londra toplantısında temsil olunan memleketler bu bölgede müşterek savunma hükümlerinin daha da kuvvetlendirilmesi hususundaki kararlarını bir kere daha teyid etmişlerdir yılı 24 Şubat ında Bağdat ta imzalanan Karşılıklı İşbirliği Paktının 1. maddesine göre, Pakt azaları güvenlikleri ve savunmaları için işbirliği yapacaklardır ve bu işbirliğini tatbik mevkiine koymak için de hususî anlaşmalar imzalayabileceklerdir. Bunun gibi, Birleşik Amerika, dünya sulhünün nef ine, Kongrenin tanıdığı yetkilere uygun olarak bu tebliği yayınlayan devletlerle güvenlik

132 132 ve savunma mevzuunda işbirliği yapmayı kabul etmektedir ve bu işbirliğine vücut verecek anlaşmalar derhal hazırlanacaktır. (Gönlübol ve Ülman, 1996, 306). 28 Temmuz da Londra da yayınlanan deklârasyondan da anlaşılacağı üzere, Bağdat Paktı üyeleri, Irak Devleti nin olmaması durumunda da teşkilâtı devam ettirme kararı almışlardır. Görüşmelerde ABD nin de yer alması, onun Bağdat Paktı na ilişkin yaklaşımını büyük ölçüde ortaya koymuştur. Pakt üyeleri Londra daki toplantı sırasında ABD nin Pakt a katılmasını istemişler ancak Pakt üyeleriyle ilişkilerini ikili anlaşmalar imzalama yoluyla geliştirmeyi tercih eden ABD, bu teklifi reddetmiştir (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2002, 633). Dış politikasını dostluk ve tarafsızlık ilkesine dayandıran Irak taki yeni idarenin komünist ülkelerle iyi ilişkiler kurması Irak ın Bağdat Paktı ndan çekilebileceği ihtimâlini kuvvetlendirmiştir. Daha sonra yaşanan gelişmeler bu ihtimâli doğrulamış ve Irak yönetimi, ilerleyen tarihlerde Bağdat Paktı ndan çekildiğini açıklamıştır. 23 Ekim 1958 de Ankara da yapılan ve Irak ın katılmadığı Bağdat Paktı toplantısında, Pakt ın merkezinin geçici bir süre için Ankara olacağı açıklanmıştır (Kürkçüoğlu, 1972, 129). Bağdat Paktı nın daha sonraki toplantılarına da katılmayan Irak yönetimi, 24 Mart 1959 da İngiliz, İran, Pakistan ve Türk Büyükelçilerine Pakt tan çekildiğini resmen bildirmiştir. Irak Başbakanı General Kasım yaptığı açıklamada, askeri ve saldırgan bir paktın Irak ın tarafsızlığıyla uyumlu olmadığını ve Irak ın son sekiz aydır paktın üyeleriyle ilişkilerinin işlemez hale geldiğini belirtmiştir. 68 Irak Hükümeti nin yaptığı açıklamanın ardından Bağdat Paktı nın ismi, Merkezi Andlaşma Teşkilâtı (Central Treaty Organization - CENTO) olarak 68 Keesing s Contemporary Archives, ( ), s

133 133 değiştirilmiştir Bağdat Paktı andlaşma metnine ufak tefek değişiklikler getiren CENTO nun yeni merkezi de Ankara olmuştur (SİSAV, 1992, 185; Aydemir, 1968, 326). CENTO nun ilk toplantısı, 7-9 Ekim 1959 tarihleri arasında Washington da ABD Dışişleri Bakanı Christian Herter in başkanlığında yapılmıştır. Toplantı sonunda yayınlanan bildiride; Teşkilât a NATO ile SEATO Paktları arasındaki bölgeyi ilgilendirdiği için CENTO isminin verildiği açıklanmıştır 69 (Soysal, 1965, 435; Gürün, 1983, ) sonrası dönemde Ortadoğu da Batı dünyasının sözcülüğünü yapan ve bölgedeki savunma sistemlerinde aktif rol alan Türkiye açısından CENTO nun en önemli sonucu; DP Hükümeti nin Ortadoğu politikasının iflâsı olmuştur. 28 Temmuz 1958 de yayınlanan Londra Deklarasyonu nun dördüncü maddesinde yer alan Birleşik Amerika, dünya sulhünün nef ine, Kongrenin tanıdığı yetkilere uygun olarak bu tebliği yayınlayan devletlerle güvenlik ve savunma mevzuunda işbirliği yapmayı kabul etmektedir ve bu işbirliğine vücut verecek anlaşmalar derhal hazırlanacaktır. ifadesi, Amerika ya Türkiye nin içişlerine müdahale imkânını verecek olan ikili andlaşmaların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır (Eroğul, 2003, 223). CENTO, zamanla ABD nin Ortadoğu da bir savunma teşkilâtı niteliğini almış ve Türkiye nin Bağdat Paktı ndaki etkinliğini büyük ölçüde azaltmıştır. CENTO ya resmen üye olmayan ancak gözlemci sıfatıyla toplantılarına katılan ABD, Türkiye ile ikili andlaşmalar imzalayarak ve askeri üslerden ayrıcalık elde ederek Türkiye üzerindeki nüfuzunu arttırmıştır (Aydemir, 1968, 326). Ortadoğu da yaşanan son gelişmeler, Türkiye nin Arap dünyasındaki itibarını tamamen yok ederken, içerde de iktidar-muhalefet ilişkileri görülmedik şekilde 69 Keesing s Contemporary Archives, ( ), s

134 134 sertleşmiştir. Bu dönemde DP iktidarının, siyasi sorunların kaynağı olarak gördüğü basın ve muhalefeti etkisiz hale getirmek için bir Tahkikât Komisyonu kurdurması, var olan gerginliği daha da arttırmıştır. Olayların büyümesiyle birlikte sıkıyönetim ilân eden Hükümet in, aynı zamanda sokağa çıkma yasağı ve basına yasak koyması ülke çapında hoşnutsuzluklara yol açmıştır (Albayrak, 2000, 874; Eroğul, 2003, ). Gerek ülke içinde gerekse dış kamuoyundan destek bulamaz hale gelen Demokrat Parti yönetiminin siyasi yaşamı, 27 Mayıs 1960 günü gerçekleştirilen askeri darbe ile sona ermiştir.

135 135 SONUÇ II. Dünya Savaşı nın sona erdiği 1945 yılından 1960 yılına kadar geçen on beş sene boyunca Türkiye nin izlediği Ortadoğu politikasını konu edindiğimiz bu çalışmada özellikle, söz konusu döneme damgasını vuran Soğuk Savaş olgusunun Türkiye nin Ortadoğu politikasına ne ölçüde yansıdığı ve Türkiye açısından ne gibi sonuçlar doğurduğu incelenmiştir. Bu araştırma sonunda, Türkiye nin Ortadoğu politikasının iki önemli etken doğrultusunda şekillendiği tesbit edilmiştir. Bu etkenlerin ilkini; uluslararası alanda meydana gelen değişimler, ikincisini ise; iç politikada siyasi ve ekonomik tercihlerin el değiştirmesi oluşturmuştur. II. Dünya Savaşı nın ortaya çıkardığı yeni dünya düzeni, şüphesiz Türkiye nin dış politikasında derin izler bırakmıştır. Savaş boyunca özenle tarafsız kalmaya çalışan Türkiye, bu tarafsızlığının bedelini savaş sonunda ağır bir şekilde ödemiştir. Dünya güç dengelerinin ABD ve SSCB ye kaydığı ve Soğuk Savaş ın başladığı 1945 yılı sonrasında Türkiye, büyük bir yalnızlık içine girmiştir. Bu dönemde gündeme gelen Sovyet talepleri ise, Türkiye nin Batı ile yakınlaşmasını sağlamıştır. Sovyet istekleri karşısında güvenlik endişesi duyan Türkiye nin Batı ya yönelmesi dolaylı olarak onun Ortadoğu politikasını da etkilemiştir yılında NATO üyeliğinin gerçekleşmesiyle birlikte Batı ittifâk sistemleri içinde yer alan Türkiye nin, bu tarihten itibaren Ortadoğu olaylarına aktif olarak katıldığı görülmektedir. Ortadoğu da bir blok politikası izleyen Türkiye, bu dönemde bölgede komünizme karşı verilen mücadelenin en büyük savunucusu olmuştur. Stratejik konumunun kendisine sağladığı imkânlarını en iyi şekilde kullanmak isteyen Türkiye, izlediği politikalar ile Batı ya ne kadar güvenilir bir müttefik olduğunu kanıtlamak istemiştir. Gerek Filistin meselesinde gerekse

136 yılları arasında Ortadoğu da yaşanan buhranlar sırasındaki tutumu ile Türkiye bu bağlılığını açıkça göstermiştir. Türkiye nin Batı ya yönelişinde kuzey sınırında hissettiği Sovyet tehlikesi kadar, ülke içinde yaşanan gelişmelerin de önemli etkisi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu nun son dönemlerinden itibaren siyasal tercihini Batı dan yana kullanan Türkiye nin bu yönelişi, özellikle 1950 seçimlerini kazanan Demokrat Parti nin iktidara gelmesiyle daha da bir kesinlik kazanmıştır. Demokrat Parti iktidarının dış politika felsefesinin özünü oluşturan Batı yla bütünleşme ilkesi, Türkiye nin Ortadoğu olaylarına yaklaşımını da doğrudan etkilemiştir. Bu dönemde, DP yöneticilerinin Ortadoğu yu Batı savunma sistemlerine bağlamak amacıyla bölgede askeri paktlar kurmaya çalıştıkları görülmüştür. Bu pakt girişimlerinin en önemlisini, ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ın girişimleri ve Türkiye nin yoğun çabalarıyla 24 Şubat 1955 tarihinde kurulan Bağdat Paktı oluşturmuştur. Türkiye nin Ortadoğu da Batı yanlısı bir tutum sergilemesinde iktidar değişimi kadar dikkate alınması gereken bir iç etken daha bulunmaktadır ki o da; ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıdır. Demokrat Parti yönetimi, ülkenin kalkınması için gerekli olan dış yardımın kaynağını Batı da, özellikle ABD de görmüştür. Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile başlayan Amerikan yardımlarının sürekliliğinin sağlanabilmesi için Türkiye, ABD nin güvenilir bir müttefiki olduğunu her fırsatta göstermeye çalışmıştır. Bir başka deyişle, dış politikasını ABD nin Ortadoğu politikasına endeksleyen DP iktidarının bu tavrında önemli ölçüde ulusal çıkarlar esas alınmıştır. Türkiye nin Ortadoğu olayları karşısında sergilediği Batı yanlısı tavırlar, bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini ise son derece olumsuz etkilemiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında emperyalizme karşı verdiği mücadele sonunda bağımsızlıklarını kazanan Arap ülkelerinin Batı dünyasından hızla uzaklaştığı sırada Türkiye, bölgede

137 137 ters bir yol takip etmiştir. Sovyet komünizminin Ortadoğu ya sızmasını önlemek için bölgede Batı taraftarı söylemler içine giren DP Hükümeti, şu ayrıntıyı göz ardı etmiştir. Ortadoğu da bağımsızlıkları için yıllarca mücadele eden Arap ülkeleri, bu mücadelelerini Türkiye nin savunuculuğunu yaptığı Batı dünyasına karşı yapmışlardır. Ayrıca, söz konusu ülkeler Türkiye nin kuşku duyduğu Sovyetler Birliği nden de kendilerine yönelik herhangi bir tehdit hissetmemişlerdir. Bütün bu açıklamalardan sonra şu sonuca varılmaktadır ki o da; Türkiye nin gerek dış kaynaklı gerekse iç kaynaklı etkenlerle II. Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu da yanlış bir dış politika izlediğidir li yıllar boyunca bölgede Soğuk Savaş mantığı ile Batı Bloku nun aktif bir üyesi olarak hareket eden Türkiye nin bu tavrı, kendisini Arapların gözünde düşman kamp ın içinde yer alan bir ülke olarak görmelerine katkı sağlamıştır. Güvenlik endişeleri ve ekonomik sıkıntıları sebebiyle yönünü Batı ya çevirerek taraflı bir Ortadoğu politikası izleyen Türkiye, bölge halkı ve siyaset çevrelerinde büyük bir itibar kaybına uğramış ve bölgedeki aktif konumunu kaybetmiştir sonrası Türk-Arap ilişkilerinde gözle görünür şekilde yaşanan düşüş, 1965 e kadar devam etmiş, bu tarihten sonra iki taraf arasındaki ilişkilerde kısmî bir düzelme gözlenmiştir.

138 138 KAYNAKLAR Yararlanılan Arşivler T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Keesing s Contemporary Archives ( ). Volume No: XII, Bristol: Keesing s Publications Limited. Resmi Yayınlar Ayın Tarihi (Sayı: 166, Eylül 1947; Sayı: 184, Şubat 1949; Sayı: 200, Temmuz 1950; Sayı: 285, Ağustos 1957). Ankara: Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğü Yayınları. Düstur (1952,1953,1954,1955). Üçüncü Tertip, Cilt 33,34,35,36.Ankara:Başbakanlık Matbaası. Resmi Gazete (19 Şubat 1947, 12 Eylül 1947, 19 Şubat 1952, 16 Haziran 1954). Sicilli Kavanini (1947, 1952,1955). Cilt 28,33,36. İstanbul: Cihan Kitaphanesi. TBMM Tutanak Dergisi (1947, 1952,1953). Dönem VIII, IX, Cilt 4,15,21,22,23, Ankara: TBMM Basımevi.

139 139 TBMM Zabıt Ceridesi (1952,1954,1955,1956). Dönem IX, X, Cilt 11-12, 1,2-3, 14-15, Ankara: TBMM Matbaası. Süreli Yayınlar Dışişleri Belleteni (Ekim-Aralık 1964, Sayı 10; Mart 1965, Sayı 6; Mayıs 1965, Sayı 8; Nisan 1966, Sayı 19). Ankara: Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi. Cumhuriyet (11 Mart 1949, 19 Ağustos 1956, 25 Kasım 1956, 25 Mayıs 1961). İstanbul. Dünya (27 Şubat 1955, 12 Mart 1958). İstanbul. Milliyet (15 Temmuz 1958; 16 Temmuz 1958; 17 Temmuz 1958). İstanbul. Ulus (19 Ağustos 1956). Ankara. Vatan (15 Temmuz 1958; 16 Temmuz 1958; 18 Temmuz 1958; 20 Temmuz 1958). İstanbul. Zafer ( 23 Kasım 1956, 29 Kasım 1956, 30 Kasım 1956). Ankara.

140 140 Kurum Yayınları Demokrat Parti Program ve Tüzük (1946). İstanbul: Pulhan Matbaası. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (1979). İsrail-Arap Harpleri. Ankara: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları. İNAF (1992). Kıbrıs Geleceğinin Bilinmeyen Yönleri. İstanbul: İsrail Enformasyon Merkezi (1994). İsrail in Gerçekleri. Kudüs. SİSAV. (1992). Ortadoğu ve Geleceği. İstanbul. Umman Sultanlığı Tanıtma Bakanlığı (1996). Umman 96. Maskat. Kitaplar Acar, İ. C. (1989). Lübnan Bunalımı ve Filistin Sorunu. Ankara: TTK Basımevi. Akalın, C. (2000). Askerler ve Dış Güçler Amerikan Belgeleriyle 27 Mayıs Olayı. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları. Akgür, M. - Roca, D. B. (1997). Mısır Ülke Etüdü. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları. Aktaş, Ü. (1998). Osmanlı Çağı ve Sonrası. İstanbul: Bakış Yayınları.

141 141 Alasya, H. F. (1964). Kıbrıs Tarihi ve Kıbrısta Türk Eserleri. Ankara: Ayyıldız Matbaası. Altunışık, M. B. (1999). Türkiye ve Ortadoğu (Tarih, Kimlik, Güvenlik). İstanbul: Boyut Yayınları. Arar, İsmail (1968). Hükümet Programları ( ). İstanbul: Burçak Yayınevi. Armaoğlu, F. (1994). Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları ( ). Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. (2000). 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi ( ), Cilt I-II. İstanbul: Alkım Yayınevi. Ataöv, T. (1969). Amerika, Nato ve Türkiye. Ankara: Aydınlık Yayınları. Atatürk, M. K. Nutuk. Yayına Hazırlayan: Dil Derneği. Avcıoğlu, D. (1979). Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt IV. İstanbul: Tekin Yayınevi. Aydemir, Ş. S. (1969). Menderes in Dramı. İstanbul: Remzi Kitabevi. (1986). İkinci Adam, Cilt III. İstanbul: Remzi Kitabevi. Baç, M. M. (2001). Türkiye ve AB: Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler. İstanbul: Alfa Yayınları. Bağcı, H. (1990). Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası. Ankara: İmge Kitabevi. Barlas, M. (1970). Türkiye Üzerine Pazarlıklar. İstanbul: Giray Yayınları.

142 142 Bayar, C. (1969). Başvekilim Adnan Menderes, (Derleyen: İsmet Bozdağ). İstanbul: Baha Matbaası. Besalel, Y. (2000). Yahudi Tarihi. İstanbul: Üniversal Yayıncılık. Bostancıoğlu, B. (1999). Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası. Ankara: İmge Kitabevi. Bozarslan, M. E. (1976). Savaşan Lübnan. İstanbul: Üçüncü Dünya Yayınları. Bullard, Sir R. (edt.) (1958). The Middle East (A Political and Economic Survey). London: Oxford University Press. Canatan, Y. (1996). Türk-Irak Münasebetleri ( ). Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları. Çelik, E. (1969). 100 Soruda Türkiye nin Dış Politika Tarihi. İstanbul: Gerçek Yayınevi. Dağlı, N. - Aktürk, B. (1988). Hükümetler ve Programları ( ), Cilt I. Ankara: TBMM Basımevi. Davutoğlu, A. (2003). Stratejik Derinlik. İstanbul: Küre Yayınları. Deringil, S. (2003). Denge Oyunu (II.Dünya Savaşı nda Türkiye nin Dış Politikası). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları. Erendil, M. (1992). Çağdaş Orta Doğu Olayları. Ankara: Genelkurmay Basımevi. Erkin, F. C. (1968). Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi. Ankara: Başnur Matbaası.

143 143 (1987). Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar-Yorumlar, Cilt I. Ankara: TTK Basımevi. Eroğul, C. (2003). Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi. Ankara: İmge Kitabevi. Ersin, N. (2003). Ortadoğu Savaşlarının Perde Arkası. İstanbul: Gündem Yayınları. Girgin, K. (1993). T.C. Hükümetleri Programlarında Dış Politikamız (70 Yılın Panoraması) ( ). Ankara: Dışişleri Bakanlığı Yayınları. Gönlübol, M. - Ülman, A. H. (1996). Olaylarla Türk Dış Politikası. Ankara: Siyasal Kitabevi. Gürel, Ş. S. (1979). Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. (1984). Kıbrıs Tarihi ( ) Kolonyalizm, Ulusçuluk ve Uluslararası Politika.Ankara: Kaynak Yayınları Gürün, K. (1983). Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939 dan Günümüze Kadar). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Halil, A. (1968). Atatürkçü Dış Politika ve NATO ve TÜRKİYE. İstanbul: Gerçek Yayınevi. Hourani, A. (1997). Arap Halkları Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları. Karadağ, R. (2004). İsrail Ortadoğu ve Amerika. İstanbul: Emre Yayınları. (2004). Petrol Fırtınası. İstanbul: Emre Yayınları.

144 144 Kedourie, E. (1992). Politics in the Middle East. New York: Oxford University Press. Kennedy, P. (1993). Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Kocaoğlu, M. (1995). Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu. Ankara: Genelkurmay Basımevi. (1996). Petro-Strateji. Ankara: Türkeli Yayınları. Koçsoy, Ş. (1991). Irak Türkleri ve Türk-Irak İlişkileri ( ). İstanbul: Boğaziçi Yayınları. Küçük, Y. (1979). Türkiye Üzerine Tezler ( ). İstanbul: Tekin Yayınevi. Kürkçüoğlu, Ö. E. (1972). Türkiye nin Arap Orta Doğusu na Karşı Politikası ( ). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Mc Ghee, G. (1992). ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu (Çeviren: Belkıs Çorakçı) Ankara: Bigi Yayınevi. Memiş, E. (2002). Kaynayan Kazan ORTADOĞU. Konya: Çizgi Kitabevi. Ok, S.- Sobutay T. (1999). Kuveyt Ülke Etüdü. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları. Öngör, S. (1965). Orta Doğu (Siyasi ve İktisadi Coğrafya). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Özdağ, Ü. (1997). Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri ve 27 Mayıs İhtilali. İstanbul: Boyut Yayınları.

145 145 Özey, R. (1997). Dünya Denkleminde Ortadoğu Ülkeler-İnsanlar-Sorunlar. İstanbul Özmen, S. (2001). Ortadoğu da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail. İstanbul: Kültürsanat Yayıncılık. Roberts, J. M. (2003). Yirminci Yüzyıl Tarihi. Ankara: Dost Kitabevi. Robins, P. (1991). Turkey and Middle East. London: Pinter Publishers. Sander, O. (1979). Türk-Amerikan İlişkileri ( ). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. (1996). Siyasi Tarih ( ). Ankara: İmge Kitabevi. (2000). Türkiye nin Dış Politikası. Ankara: İmge Kitabevi. Sever, A. (1997). Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı ve Orta Doğu ( ). İstanbul: Boyut Yayınları. Smith, C. D. (1996). Palestine and the Arab Israeli Conflict. New York: St. Martin s Press. Sobutay, T. - Engin, Ö. (1997). Ürdün Ülke Etüdü. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları. Soysal, İ. (1965). Türkiyenin Dış Münasebetleriyle İlgili Başlıca Siyasi Andlaşmaları. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. (1993). Türk Dış Politikası İncelemeleri için Klavuz ( ). İstanbul: OBİV Yayınları.

146 146 Şahingiray, Ö. (drl.) (1999). Celâl Bayar ın Söylev ve Demeçleri/ Dış Politika/ İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Tanör, B. (1998). Kurtuluş Kuruluş. İstanbul: Çağdaş Yayınları. Umar, Ö. O. (2003). Türkiye-Suriye İlişkileri ( ). Elazığ: T.C. Fırat Üniversitesi Orta-Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları. Üçok, Ç. (1975). Siyasal Tarih ( ). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Ülman, A. H. (1966) Suriye Buhranı. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Yavi, E. - Yazıcıoğlu Yavi N. (1996). Tarih Öncesi Çağlardan Günümüze MISIR. İzmir: Yazıcı Yayınevi. Yavuz, A. (1976). Türkiye Cumhuriyeti nin Akdettiği Milletlerarası Andlaşmalar (20 Nisan Temmuz 1976). Ankara: Dışişleri Bakanlığı Yayınları Yavuzalp, E. (1991). Menderes le Anılar. Ankara: Bilgi Yayınevi. Yücel, Y. - Sevim, A. (1992). Türkiye Tarihi, Cilt IV. Ankara: TTK Basımevi.

147 147 Makaleler Akdemir, İ. O. - Çağlıyan, A. - Kuşçu, V. (2003). Haritayı Tersten Okumak: Türkiye nin Jeopolitiğine Negatif Bir Bakış IV. Türkiye nin Güvenliği Sempozyumu, Ekim Elazığ: Fırat Üniversitesi Basımevi. (2003). Küresel Enerji Dolaşımına Göre Türkiye nin Konumu ve Enerji Diplomasisi, IV. Türkiye nin Güvenliği Sempozyumu, Ekim Elazığ: Fırat Üniversitesi Basımevi. Albayrak, M. (2002). DP Hükümetlerinin Politikaları ( ), Türkler, Cilt XVI. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Alp, T. (1970). Türk-Pakistan İlişkileri, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt VI, Sayı XXXIII. İstanbul: Tarihi Araştırmalar Vakfı Yayınları. Bağcı, H. (2001). Demokrat Parti nin Ortadoğu Politikası, Türk Dış Politikasının Analizi, (Derleyen: Faruk Sönmezoğlu). İstanbul: Der Yayınları. Baharçiçek, A. (2001). Soğuk Savaşın Anlamı ve Sona Ermesinin Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri, 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası, (Derleyen: İdris Bal). İstanbul: Alfa Yayınları. Bakan, S. (2001). Teoriler Işığında Politika, 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası, (Derleyen: İdris Bal). İstanbul: Alfa Yayınları. Bayülken, Ü. H. (1966). Türk-Arap İlişkileri, Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı 19, (30 Nisan 1966). Ankara: Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi.

148 148 Bazoğlu Sezer, D. (1999). Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye nin İttifâklar Politikası, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Sempozyuma Sunulan Tebliğler). Ankara: TTK Yayınları. Bensch, D. E. (1970). The Dynamics of Economic Development, The Middle East in Transation, (Edited by: Donald E. Bensch and G. George Fry). Columbus: Capital University. Bilge, A. S. (1958). Jeopolitik, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt XIII, No: III. Ankara. Ajans Matbaası. Bolat, N. - Çeşme, A. (2003). Ortadoğudaki Devletlerin Türkiye deki Terörist Faaliyetlere Verdikleri Destekler, IV. Türkiye nin Güvenliği Sempozyumu, Ekim Elazığ: Fırat Üniversitesi Basımevi. Bozkurt, İ. (2001). Kıbrıs ın Tarihine Kısa Bir Bakış, Avrupa Birliği Kıskacında KIBRIS MESELESİ, (Editörler: İrfan Kaya Ülger-Ertan Efegil). Ankara: HD Yayıncılık. Çavdar, T. (1983). Demokrat Parti, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt VIII. İstanbul: İletişim Yayınları. Çetinsaya, G. (2001). Türk-İran İlişkileri, Türk Dış Politikasının Analizi, (Derleyen: Faruk Sönmezoğlu). İstanbul: Der Yayınları. Dağı, İ. D. (1995). Ortadoğu ya Demokrasi Neden Gelmez?, Yeni Türkiye Türk Dış Politikası Özel Sayısı, Sayı III. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Davutoğlu, A. (1995). Türk Dış Politikasında Stratejik Teori Yetersizliği ve Sonuçları, Yeni Türkiye Türk Dış Politikası Özel Sayısı, Sayı 3. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.

149 149 Eraslan, C. (2003). Irak Sömürgeleştirilmesine Bir Bakış ( ), Irak Dosyası I, İstanbul: TETEV Yayınları. Fırat, M.-Kürkçüoğlu, Ö. (2002). Ortadoğu yla İlişkiler, Türk Dış Politikası, Cilt I, (Editör: Baskın Oran). İstanbul: İletişim Yayınları. Fisher, S. N. (1970). Contemporary Turkish Politics, The Middle East in Transation, (Edited by: Donald E. Bensch and G. George Fry). Columbus: Capital University. Gerger, H. (1983). Türk Dış Politikası ( ), Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt II. İstanbul: İletişim Yayınları. Göktepe, C. (2002). Menderes Dönemi ( ), Türkler, Cilt XVI. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. (2002). Bağdat Paktı ndan CENTO ya Geçiş, Türkler, Cilt XVI. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Gönlübol, M. - Ülman, A. H. (1966). Türk Dış Politikasının Yirmi Yılı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt XXI, No:I. Ankara: Sevinç Matbaası. Gözen, R. (2001). Dış Politika Nedir?, 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası, (Derleyen: İdris Bal). İstanbul: Alfa Yayınları. (2001). Ortadoğu da Güç Dengeleri, 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası, (Derleyen: İdris Bal). İstanbul: Alfa Yayınları. Jaeschke, G. (2002). I. ve II. Dünya Savaşlarında Türkiye nin Dış Politikası, Türkler, Cilt XVI. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.

150 150 Karakoç, E. (2003). Tarihsel Gelişim Sürecinde Türkiye-Suriye İlişkileri, IV. Türkiyenin Güvenliği Sempozyumu, Ekim Elazığ: Fırat Üniversitesi Basımevi. Kurat, Y. T. (1975). Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası , Belleten, Cilt XXXIX, Sayı 154. Ankara: TTK Yayınları. Kürşad, C. (1970). Arap-İsrail İhtilâfı ve Türkiye, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt V, Sayı XXVIII. İstanbul: Tarihi Araştırmalar Vakfı Yayınları. Niray, N. (2003). Bölgesel ve Küresel Gelişmeler Işığında Ortadoğu da Oluşan Siyasal Gelişmeler ve Türkiye nin Yeri, Birinci Ortadoğu Semineri (Bildiriler). Elazığ: Fırat Üniversitesi Orta-Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları. Ökçün, A. G. (1958). Dış Politikada Milli Menfaat, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt XIII, No: IV. Ankara: Ajans Matbaası. Özcan, G. (2001). Türkiye-İsrail İlişkileri 50. Yılına Girerken, Türk Dış Politikasının Analizi, (Derleyen: Faruk Sönmezoğlu). İstanbul: Der Yayınları. Saltıkgil, H. V. (1970). Dünyada ve Türkiye de Petrol, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt V, Sayı XXX. İstanbul: Tarihi Araştırmalar Vakfı Yayınları. Sarınay, Y. (2002). Türkiye nin NATO ya Girişi, Türkler, Cilt XVI. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Soysal, İ. (1999). Türk-Arap İlişkileri ( ), Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Sempozyuma Sunulan Tebliğler). Ankara: TTK Yayınları. Soysal, İ. Batu, H. (1965). Türkiye nin Tanıtılması, Dışişleri Belleteni, Sayı 10, (Temmuz 1965). Ankara: Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi.

151 151 Şahin, N. (2004). Ortadoğu da Kavramlar Üzerine Metodolojik Bir Yaklaşım, Birinci Ortadoğu Semineri (Bildiriler). Elazığ: Fırat Üniversitesi Orta-Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları. Şehsuvaroğlu, L. (Aralık 1997). Ortadoğu ve Su Politikaları, Türk Yurdu, Cilt 17, Sayı 124, Ankara. Tanrıkulu, C. (1970). Türk-İran İlişkileri, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt VI, Sayı XXXIII. İstanbul: Tarihi Araştırmalar Vakfı Yayınları. Tunçay, M. (1988). Siyasi Tarih ( ), Türkiye Tarihi, Cilt IV. İstanbul: Cem Yayınevi. Ülman, A. H. (1958). Orta Doğu Buhranı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt XIII, No: IV. Ankara: Ajans Matbaası. Yurdusev, E. (1999) Döneminde Türkiye ve Balkanlar, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Sempozyuma Sunulan Tebliğler). Ankara: TTK Yayınları.

152 152 Ansiklopediler Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (1983). İstanbul: İletişim Yayınları. İslâm Ansiklopedisi (1997). İstanbul: MEB Yayınları. The Middle East (1957, 1959). London: Europa Publications Limited. Türkiye Ansiklopedisi ( ) (1974). İstanbul: Kaynak Kitaplar Basımevi. Türkler (2002). Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Tezler Durusoy, S. (1999). II.Dünya Savaşı Sonrası İktisat Politikası Arayışlarında Demokrat Parti Anlayışı (Anadolu Üniversitesi Doktora Tezi). Eskişehir

153 153 EK - 1 EKLER Ortadoğu bölgesinin coğrafi sınırlarını gösteren harita. Kaynak: Memiş, E. (2002). Kaynayan Kazan Ortadoğu. Konya: Çizgi Kitabevi.

154 154 EK 2 Dünya petrol rezervlerinin yeryüzündeki dağılışı ve bu dağılım içinde Ortadoğu nun payını gösteren harita. Kaynak: Belgelerle Türk Tarihi Dergisi (Ocak 1970), Cilt V, Sayı: 28, s. 40.

155 155 EK - 3 BM Genel Kurulu nun 29 Kasım 1947 de aldığı karara göre, Filistin topraklarında resmen bir İsrail devleti kurulmuş ve Kudüs uluslararası bir şehir olarak ayrı bir yönetime bağlanmıştır. Kaynak: Armaoğlu, F. (1994). Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları ( ). Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ Dr. Tuğrul BAYKENT Baykent Bilgisayar & Danışmanlık TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ Düzenleyen: Dr.Tuğrul BAYKENT w.ekitapozeti.com 1 1. TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK KONUMU VE ÖNEMİ 2. TÜRKİYE YE YÖNELİK TEHDİTLER

Detaylı

5. ULUSLARARASI MAVİ KARADENİZ KONGRESİ. Prof. Dr. Atilla SANDIKLI

5. ULUSLARARASI MAVİ KARADENİZ KONGRESİ. Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 5. ULUSLARARASI MAVİ KARADENİZ KONGRESİ Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Karadeniz bölgesi; doğuda Kafkasya, güneyde Anadolu, batıda Balkanlar, kuzeyde Ukrayna ve Rusya bozkırları ile çevrili geniş bir havzadır.

Detaylı

Title of Presentation. Hazar Havzası nda Enerji Mücadelesi Dr. Azime TELLİ 2015 ISTANBUL

Title of Presentation. Hazar Havzası nda Enerji Mücadelesi Dr. Azime TELLİ 2015 ISTANBUL Title of Presentation Hazar Havzası nda Enerji Mücadelesi Dr. Azime TELLİ 2015 ISTANBUL İçindekiler 1- Yeni Büyük Oyun 2- Coğrafyanın Mahkumları 3- Hazar ın Statüsü Sorunu 4- Boru Hatları Rekabeti 5- Hazar

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Yakın Doğu Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi ne aittir. Bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan

Detaylı

değildir. Ufkun ötesini de görmek ve bilmek gerekir

değildir. Ufkun ötesini de görmek ve bilmek gerekir Yalnız z ufku görmek g kafi değildir. Ufkun ötesini de görmek ve bilmek gerekir 1 Günümüz bilgi çağıdır. Bilgisiz mücadele mümkün değildir. 2 Türkiye nin Jeopolitiği ; Yani Yerinin Önemi, Gücünü, Hedeflerini

Detaylı

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1 ( STRATEJİK VİZYON BELGESİ ) TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1 Yeni Dönem Türkiye - Suudi Arabistan İlişkileri: Kapasite İnşası ( 2016, İstanbul - Riyad ) Türkiye 75 milyonluk nüfusu,

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 017-018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı 1. 1. XIV. yüzyıl başlarında

Detaylı

UNCTAD DÜNYA YATIRIM RAPORU 2015 LANSMANI 24 HAZİRAN 2015 İSTANBUL

UNCTAD DÜNYA YATIRIM RAPORU 2015 LANSMANI 24 HAZİRAN 2015 İSTANBUL UNCTAD DÜNYA YATIRIM RAPORU 2015 LANSMANI 24 HAZİRAN 2015 İSTANBUL UNCTAD Dünya Yatırım Raporu Türkiye Lansmanı Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü nün (UNCTAD) Uluslararası Doğrudan Yatırımlar

Detaylı

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE Yazar: Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL İSTANBUL 2015 YAYINLARI Yazar: Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL Kapak ve Dizgi: Sertaç DURMAZ ISBN: 978-605-9963-09-1 Mecidiyeköy Yolu Caddesi (Trump Towers Yanı)

Detaylı

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011 GELECEK İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011 SARIKONAKLAR İŞ TÜRKĠYE MERKEZİ C. BLOK ĠÇĠN D.16 BÜYÜME AKATLAR İSTANBUL-TÜRKİYE ÖNGÖRÜLERĠ 02123528795-02123528796 2025 www.turksae.com Nüfus,

Detaylı

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 0. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI. OSMANLI DEVLETİ NİN KURULUŞU (00-5). XIV. yüzyıl başlarında Anadolu, Avrupa ve Yakın

Detaylı

SAYIN TAKİPÇİLERİMİZ,

SAYIN TAKİPÇİLERİMİZ, SAYIN TAKİPÇİLERİMİZ, Araştırma grubumuza destek amacıyla 2000-2015 seneleri arasındaki konuları içeren bir ARŞİV DVD si çıkardık. Bu ARŞİV ve VİDEO DVD lerini aldığınız takdirde daha önce takip edemediğiniz

Detaylı

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ... vii KISIM 1 GASTRONOMİ: KAVRAMSAL YAKLAŞIM VE TRENDLER

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ... vii KISIM 1 GASTRONOMİ: KAVRAMSAL YAKLAŞIM VE TRENDLER İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... vii KISIM 1 GASTRONOMİ: KAVRAMSAL YAKLAŞIM VE TRENDLER Bölüm 1: Gastronomi Kavramı: Tanımı ve Gelişimi... 3 1.1. Gastronomi Kavramı... 5 1.2. Gastronominin Tarihsel Gelişimi... 8 1.3.

Detaylı

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI AZİZ BABUŞCU 4 te AK AK PARTİ İL BAŞKANI 10 da YIL: 2012 SAYI : 169 24-31 ARALIK 2012-7 OCAK 2013 BÜLTEN İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI T E Ş K İ L A T İ Ç İ H A F T A L I K B Ü L T E N İ 3 te 2

Detaylı

İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER... III GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYADA SİYASİ DURUM 1. Üçlü İttifak... 5 2. Üçlü İtilaf...

İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER... III GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYADA SİYASİ DURUM 1. Üçlü İttifak... 5 2. Üçlü İtilaf... İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER... III GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYADA SİYASİ DURUM 1. Üçlü İttifak... 5 2. Üçlü İtilaf... 7 a. Fransız-Rus İttifakı (04 Ocak 1894)... 7 b. İngiliz-Fransız

Detaylı

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiyenin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ V GİRİŞ 1 A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5 BİRİNCİ BÖLÜM: AVRUPA SİYASAL TARİHİ 1 2 I.

Detaylı

TÜRKİYE ve IRAK. I I. TARİHSEL ARKA PLAN: ABD İŞGALİNE KADAR TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ İngiliz Ordusu, 30 Ekim 1918'de imzaladığı Mondros Mütarekesi'ne rağmen, kuzeye doğru yaptığı son bir hamle ile Musul

Detaylı

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki 14.11.2013 tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki Tablo 1 Sosyal BilimlerEnstitüsü İletişim Bilimleri Doktora Programı * 1. YARIYIL 2. YARIYIL İLT 771 SİNEMA ARAŞTIRMALARI SEMİNERİ 2 2 3 10 1

Detaylı

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ INSTITUTE FOR STRATEGIC STUDIES S A E STRATEJİK ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ KASIM, 2003 11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ 11 EYLÜL SALDIRISI SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ FİZİKİ SONUÇ % 100 YIKIM

Detaylı

BLOG ADRESİ :

BLOG ADRESİ : BLOG ADRESİ : http://ozel-buro.tumblr.com ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBUNA AİT TUMBLR BLOGUNDA HALEN İŞLENEN VE İLERİDE İŞLENECEK OLAN KONULAR AŞAĞIDA GAYET AÇIK VE BİR ŞEKİLDE YER ALMAKTADIR. MAKALE VE ARAŞTIRMA

Detaylı

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ... ÖRNEK SORU: 1 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti açısından, 30 Ekim 1918 de, yenilgiyi kabul ettiğinin tescili niteliğinde olan Mondros Ateşkes Anlaşması yla sona erdi. Ancak anlaşmanın,

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGIN SETA Abdullah YEGİN İstanbul

Detaylı

DÜNYA SERAMİK SAĞLIK GEREÇLERİ İHRACATI. Genel Değerlendirme

DÜNYA SERAMİK SAĞLIK GEREÇLERİ İHRACATI. Genel Değerlendirme DÜNYA SERAMİK SAĞLIK GEREÇLERİ İHRACATI Genel Değerlendirme Haziran 2014 2012 yılı dünya seramik sağlık gereçleri ihracat rakamlarına bakıldığında, 2011 yılı rakamlarına nazaran daha az dalgalanma gösterdiği

Detaylı

Araştırma Notu 15/179

Araştırma Notu 15/179 Araştırma Notu 15/179 27.03.2015 2014 ihracatını AB kurtardı Barış Soybilgen* Yönetici Özeti 2014 yılında Türkiye'nin ihracatı bir önceki yıla göre yüzde 3,8 artarak 152 milyar dolardan 158 milyar dolara

Detaylı

A) Siyasi birliklerini geç sağlamaları. B) Sömürge alanlarını ele geçirmek istemeleri. C) Sanayi devrimini tamamlayamamaları

A) Siyasi birliklerini geç sağlamaları. B) Sömürge alanlarını ele geçirmek istemeleri. C) Sanayi devrimini tamamlayamamaları 1. Almanya ve İtalya'nın; XIX. yüzyıl sonlarından itibaren İngiltere ve Fransa'ya karşı birlikte hareket etmelerinin en önemli nedeni olarak aşağıdakilerden hangisi gösterilebilir? A) Siyasi birliklerini

Detaylı

İspanya ve Portekiz de Tahıl ve Un Pazarı

İspanya ve Portekiz de Tahıl ve Un Pazarı İspanya ve Portekiz de Tahıl ve Un Pazarı İspanya da 120 un değirmeni olduğu bilinmektedir. Bu değirmenlerin çok büyük bir çoğunluğu yılda 2000 tonun üzerinde kapasiteyle çalışmaktadır. Pazarın yüzde 75

Detaylı

HAZIRLAYAN GAZİANTEP SANAYİ ODASI TİCARET DAİRESİ EKİM

HAZIRLAYAN GAZİANTEP SANAYİ ODASI TİCARET DAİRESİ EKİM SURİYE ÜLKE RAPORU HAZIRLAYAN GAZİANTEP SANAYİ ODASI TİCARET DAİRESİ EKİM 2011 SURİYE ÜLKE VE İHRACAT RAPORU RESMİ ADI BAŞKENTİ DİL : Suriye Arap Cumhuriyeti : Şam (Damascus) : Arapça (resmi), Kürtçe,

Detaylı

Orta Asya daki satranç hamleleri

Orta Asya daki satranç hamleleri Orta Asya daki satranç hamleleri Enerji ve güvenlik en büyük rekabet alanı 1 Üçüncü on yılda Hazar Bölgesi enerji kaynakları Orta Asya üzerindeki rekabetin en ön plana çıktığı alan olacak. Dünya Bankası

Detaylı

Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR

Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SOSYAL BiLiMLER LiSESi DERS KiTABI SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR Prishtine, 2012 ic;indekiler I ÜNiTE: BÜYÜK COGRAFYA KESiFLERi 3 1. BÜYÜK COGRAFYA KESiFLERi 3 A. COGRAFYA KESiFLERi

Detaylı

Haftalık ders sayısı 2, yıllık toplam 74 ders saati Kategoriler Alt kategoriler Ders içerikleri Kazanımlar Dersler arası ilişki IV.

Haftalık ders sayısı 2, yıllık toplam 74 ders saati Kategoriler Alt kategoriler Ders içerikleri Kazanımlar Dersler arası ilişki IV. 339 GENEL LİSE Haftalık ders sayısı 2, yıllık toplam 74 ders saati Kategoriler Alt kategoriler Ders içerikleri Kazanımlar Dersler arası ilişki IV. Yeniçağ 3. Yeniçağda Avrupa 6. Eğitim, kültür, bilim ve

Detaylı

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ...

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ... İçindekiler ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ... 5 I.1. Arnavutluk Adının Anlamı... 5 I.2. Arnavutluk Adının Kökeni... 7 I.3.

Detaylı

Lozan Barış Antlaşması

Lozan Barış Antlaşması Lozan Barış Antlaşması Anlaşmanın Nedenleri Anlaşmanın Nedenleri Görüşme için İzmir de yapılmak istenmiş fakat uluslararası antlaşmalar gereğince tarafsız bir ülkede yapılma kararı alınmıştır. Lozan görüşme

Detaylı

Güncel Jeo-Politik ve D-8 Cuma, 08 Aralık :55

Güncel Jeo-Politik ve D-8 Cuma, 08 Aralık :55 Dünya da politik dengeler dinamik bir yapıya sahiptir. Yüzyıllar boyunca dünyada haritalar, rejimler ve politikalar değişim içerisindedirler. Orta çağ Avrupa sı ve Fransız ihtilali ile birlikte 17. Yüzyılda

Detaylı

Ortadoğu Diye Bir Yer Var mı?

Ortadoğu Diye Bir Yer Var mı? Ortadoğu Diye Bir Yer Var mı? Sedat LAÇİNER Coğrafi ya da siyasi anlamda bölgeler ortak ve yakın özelliklerine göre sınıflandırılırlar. Örneğin kıtalar, denizlerle çevrili geniş toprak parçalarıdır. Yarımadalar,

Detaylı

Dünyanın meşhur su kanalı ve boğazları

Dünyanın meşhur su kanalı ve boğazları Dünyanın meşhur su kanalı ve boğazları Dünayadaki su yolları çağlar değişse de stratejik önemini muhafaza ediyor. 11.06.2017 / 13:10 Uluslararası ticaretin en önemli güzergahlarını barındıran dünya üzerindeki

Detaylı

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları PA 101 Kamu Yönetimine Giriş (3,0,0,3,5) Kamu yönetimine ilişkin kavramsal altyapı, yönetim alanında geliştirilmiş teori ve uygulamaların analiz edilmesi, yönetim biliminin

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI KASIM EKİM 07-08 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı TARİH VE TARİH YAZICILIĞI

Detaylı

YÜKSELME DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

YÜKSELME DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ  Youtube Kanalı: tariheglencesi YÜKSELME DEVRİ KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ www.tariheglencesi.com Youtube Kanalı: tariheglencesi 05.08.2017 II.Selim (1566-1574) Tahta Geçme Yaşı: 42.3 Saltanat Süresi:8.3 Saltanat Sonundaki Yaşı:50.7

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ. Eylül Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH Ar&Ge ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

HALI SEKTÖRÜ. Eylül Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH Ar&Ge ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1 2015 HALI SEKTÖRÜ Eylül Ayı İhracat Bilgi Notu TDH Ar&Ge ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği Page 1 HALI SEKTÖRÜ 2015 EYLÜL AYI İHRACAT PERFORMANSI Ülkemizin halı ihracatı 2014 yılını % 7,3 oranında

Detaylı

ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ 2013. Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2

ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ 2013. Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2 ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ 2013 Başkent Pekin Yönetim Şekli Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2 Nüfus 1,35 milyar GSYH 8,2 trilyon $ Kişi Başına Milli Gelir 9.300 $ Resmi

Detaylı

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler On5yirmi5.com Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler nelerdir? Yayın Tarihi : 12 Kasım 2012 Pazartesi (oluşturma : 12/22/2018) Cemiyetler-Zararlı ve Yararlı

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ. Ekim Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

HALI SEKTÖRÜ. Ekim Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1 2015 HALI SEKTÖRÜ Ekim Ayı İhracat Bilgi Notu TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği Page 1 HALI SEKTÖRÜ 2015 EKİM AYI İHRACAT PERFORMANSI Ülkemizin halı ihracatı 2014 yılını % 7,3 oranında

Detaylı

2019 ŞUBAT DIŞ TİCARET RAPORU

2019 ŞUBAT DIŞ TİCARET RAPORU 2019 ŞUBAT DIŞ TİCARET RAPORU ATSO AR-GE VE DIŞ İLİŞKİLER BİRİMİ *Tablo ve listeler TİM ve TUİK istatistikleri ihracat ve ithalat verilerine göre ATSO- Dış Ticaret Servisi tarafından derlenmiştir. 2019

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ. Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

HALI SEKTÖRÜ. Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1 2017 HALI SEKTÖRÜ Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği Page 1 HALI SEKTÖRÜ 2017 NİSAN AYI İHRACAT PERFORMANSI 2017 yılı Ocak-Nisan döneminde Türkiye nin toplam

Detaylı

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2016 Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2016 Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu Deri ve Deri Ürünleri Sektörü Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu TDH Ar&Ge ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ SEKTÖRÜMÜZÜN YILI MAYIS AYI İHRACAT PERFORMANSI yılı mayıs ayında, Türkiye

Detaylı

Güncel Bilgiler. y a y ı n l a r ı

Güncel Bilgiler. y a y ı n l a r ı DÜNYA - SİYASET 2012 yılının Şubat ayında Tunus ta yapılan Suriye nin Dostları Konferansı nın ikincisi Nisan 2012 de İstanbul da yapıldı. Konferansta Esad rejimi üstündeki uluslararası baskının artırılması,

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ. Ocak Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

HALI SEKTÖRÜ. Ocak Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1 2018 HALI SEKTÖRÜ Ayı İhracat Bilgi Notu TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği Page 1 HALI SEKTÖRÜ 2018 OCAK AYI İHRACAT PERFORMANSI 2017 yılında Türkiye nin toplam ihracatı 2016 yılına kıyasla

Detaylı

SAINT BENOIT FRANSIZ LİSESİ

SAINT BENOIT FRANSIZ LİSESİ COĞRAFYA NIVEAU / SEVIYE L-1 1-Coğrafya nedir coğrafyanın bölümleri. 2-Dünyanın şekli ve sonuçları. 3-Dünyanın hareketleri. 4-Harita bilgisi. 5-Atmosfer ve özellikleri. 6-İklim elemanları 7-Sıcaklık 8-Basınç

Detaylı

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi 2 de Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi AK Parti İstanbul İl Kadın Kolları nda AK Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya gelmenin mutluluğunu yaşadı. 8 de YIL: 2012 SAYI

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Öğrenim Durumu: Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Uluslararası İlişkiler Ana Gazi Üniversitesi 2004

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Öğrenim Durumu: Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Uluslararası İlişkiler Ana Gazi Üniversitesi 2004 ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı: Fatma ÇOBAN Doğum Tarihi: 1983 Öğrenim Durumu: Doktora Yabancı Dil : İngilizce Öğrenim Durumu: Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Uluslararası İlişkiler

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ 2015 YILI İHRACATI

HALI SEKTÖRÜ 2015 YILI İHRACATI HALI SEKTÖRÜ 2015 YILI İHRACATI Ülkemizin halı ihracatı 2014 yılında % 7,3 oranında bir artışla kapanmış ve 2,4 milyar dolar olarak gerçekleşmişti. 2015 yılında ise halı ihracatımız bir önceki yıla kıyasla

Detaylı

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2017 Ekim Ayı İhracat Bilgi Notu

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2017 Ekim Ayı İhracat Bilgi Notu 2017 Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2017 Ekim Ayı İhracat Bilgi Notu TDH Ar&Ge ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ SEKTÖRÜMÜZÜN 2017 YILI EYLÜL AYI İHRACAT PERFORMANSI 2017 yılı

Detaylı

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 ( TASLAK STRATEJİK VİZYON BELGESİ ) TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 Yeni Dönem Türkiye - İtalya İlişkileri: Fırsatlar ve Güçlükler ( 2014 ) Türkiye; 75 milyonluk nüfusu, gelişerek büyüyen

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ. Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

HALI SEKTÖRÜ. Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1 2017 HALI SEKTÖRÜ Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği Page 1 HALI SEKTÖRÜ 2017 MAYIS AYI İHRACAT PERFORMANSI 2017 yılı Ocak-Mayıs döneminde Türkiye nin toplam

Detaylı

MEVLÜT GÖL KARŞILAŞTIRMALI HUKUKTA ANAYASA BAŞLANGIÇLARININ SEMBOLİK VE HUKUKİ DEĞERİ

MEVLÜT GÖL KARŞILAŞTIRMALI HUKUKTA ANAYASA BAŞLANGIÇLARININ SEMBOLİK VE HUKUKİ DEĞERİ MEVLÜT GÖL KARŞILAŞTIRMALI HUKUKTA ANAYASA BAŞLANGIÇLARININ SEMBOLİK VE HUKUKİ DEĞERİ İÇİNDEKİLER TAKDİM...VII ÖNSÖZ... IX İÇİNDEKİLER... XI KISALTMALAR... XVII GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM Başlangıç Kavramı

Detaylı

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI 1. ve Terörizm (UGT) Yüksek Lisans (YL) Programında sekiz

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ. Kasım Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

HALI SEKTÖRÜ. Kasım Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1 2016 HALI SEKTÖRÜ Kasım Ayı İhracat Bilgi Notu TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği Page 1 HALI SEKTÖRÜ 2016 KASIM AYI İHRACAT PERFORMANSI 2016 yılı Ocak-Kasım döneminde Türkiye nin toplam

Detaylı

İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI

İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI Eski adıyla İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) günümüzde nüfusunun çoğunluğu veya bir kısmı Müslüman olan ülkelerin üye olduğu ve üye ülkeler arasında politik, ekonomik, kültürel,

Detaylı

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2018 Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2018 Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu 2018 Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2018 Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu TDH Ar&Ge ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ SEKTÖRÜMÜZÜN 2018 YILI NİSAN AYI İHRACAT PERFORMANSI 2018 yılı

Detaylı

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI HAFTALAR KONULAR 1. Hafta TÜRK DEVRİMİNE KAVRAMSAL YAKLAŞIM A-) Devlet (Toprak, İnsan Egemenlik) B-) Monarşi C-) Oligarşi D-) Cumhuriyet E-) Demokrasi F-) İhtilal G-) Devrim H-) Islahat 2. Hafta DEĞİŞEN

Detaylı

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2015 Haziran Ayı İhracat Bilgi Notu

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2015 Haziran Ayı İhracat Bilgi Notu Deri ve Deri Ürünleri Sektörü Haziran Ayı İhracat Bilgi Notu Tekstil, Deri ve Halı Şubesi İTKİB Genel Sekreterliği 07/ DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ SEKTÖRÜ YILI AYI İHRACAT PERFORMANSI yılı Haziran ayında, Türkiye

Detaylı

ZİYARETÇİ ARAŞTIRMASI ÖZET SONUÇLARI 9 12 Ocak 2013

ZİYARETÇİ ARAŞTIRMASI ÖZET SONUÇLARI 9 12 Ocak 2013 ZİYARETÇİ ARAŞTIRMASI ÖZET SONUÇLARI 9 12 Ocak 2013 TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi Büyükçekmece İstanbul 1 İÇİNDEKİLER SAYFA 1. ARAŞTIRMA KONUSU 3 1.1. FUAR KÜNYESİ 3 1.2. ARAŞTIRMANIN AMACI 3 1.3. ARAŞTIRMANIN

Detaylı

İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ (TÜRKÇE LİSANS PROGRAMI) 4 YILLIK DERS PLANI

İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ (TÜRKÇE LİSANS PROGRAMI) 4 YILLIK DERS PLANI İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ 2017-2018 BÖLÜMÜ (TÜRKÇE LİSANS PROGRAMI) 4 YILLIK DERS PLANI (Eğitim planı toplamda 135 Kredi ve 241 AKTS den oluşmaktadır. Yarıyıllara göre

Detaylı

TÜRKİYE - FRANSA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

TÜRKİYE - FRANSA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 ( TASLAK STRATEJİK VİZYON BELGESİ ) TÜRKİYE - FRANSA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 Yeni Dönem Türkiye - Fransa İlişkileri; Fırsatlar ve Riskler ( 2016 ) Türkiye; 75 milyonluk nüfusu, gelişerek büyüyen ekonomisi

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Karşılaştırmalı Eğitim Nedir?... 1 Yabancı Ülkelerde Eğitim... 4 Uluslararası Eğitim... 5 Kaynakça... 12

İÇİNDEKİLER. Karşılaştırmalı Eğitim Nedir?... 1 Yabancı Ülkelerde Eğitim... 4 Uluslararası Eğitim... 5 Kaynakça... 12 İÇİNDEKİLER Karşılaştırmalı Eğitim Nedir?... 1 Yabancı Ülkelerde Eğitim... 4 Uluslararası Eğitim... 5 Kaynakça... 12 I. ALMANYA EĞİTİM SİSTEMİ 1. DOĞAL FAKTÖRLER (Coğrafi Yapı, İklim Koşulları)... 14 1.1.

Detaylı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ 13 1.1.Türkiye Ekonomisine Tarihsel Bakış Açısı ve Nedenleri 14 1.2.Tarım Devriminden Sanayi Devrimine

Detaylı

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ No.12, ARALIK 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ NO.12, ARALIK 2016 ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI 30 Kasım 2016 Çarşamba günü Ortadoğu Stratejik

Detaylı

Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavut Milliyetçiliği

Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavut Milliyetçiliği Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavut Milliyetçiliği Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavut Milliyetçiliği Balkan Yarımadasın da en eski halklarından olan İllirya kökenli bir halk olarak kabul edilen Arnavutlar,

Detaylı

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü Deri ve Deri Ürünleri Sektörü Aralık Ayı İhracat Bilgi Notu TDH Ar&Ge ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ SEKTÖRÜ YILI AYI İHRACAT PERFORMANSI yılı Aralık ayında, Türkiye nin

Detaylı

Kategori Alt kategori Ders içerikleri Kazanımlar Dersler arası ilişki

Kategori Alt kategori Ders içerikleri Kazanımlar Dersler arası ilişki Kategori Alt kategori Ders içerikleri Kazanımlar Dersler arası ilişki Bölge Bölge bölgeler kavramı - Kıtaların meydana gelmeleri, bölgelere ayrılmaları, oluşmaları ve gelişmeleri (1+1) - Bölgeler kavramı,

Detaylı

YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI

YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS Tezli yüksek lisans programında eğitim dili Türkçedir. Programın öngörülen süresi 4

Detaylı

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2015 Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2015 Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu Tekstil, Deri ve Halı Şubesi İTKİB Genel Sekreterliği 06/2015 DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ SEKTÖRÜ 2015 YILI AYI İHRACAT PERFORMANSI 2015 yılı

Detaylı

SERAMİK SEKTÖRÜ NOTU

SERAMİK SEKTÖRÜ NOTU 1. Dünya Seramik Sektörü 1.1 Seramik Kaplama Malzemeleri SERAMİK SEKTÖRÜ NOTU 2007 yılında 8,2 milyar m 2 olan dünya seramik kaplama malzemeleri üretimi, 2008 yılında bir önceki yıla oranla %3,5 artarak

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ. Mart Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

HALI SEKTÖRÜ. Mart Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1 2018 HALI SEKTÖRÜ Mart Ayı İhracat Bilgi Notu TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği Page 1 HALI SEKTÖRÜ 2018 MART AYI İHRACAT PERFORMANSI 2018 yılı Ocak-Mart döneminde Türkiye nin toplam ihracatı

Detaylı

Devrim Öncesinde Yemen

Devrim Öncesinde Yemen Yemen Devrimi Devrim Öncesinde Yemen Kuzey de Zeydiliğe mensup Husiler hiçbir zaman Yemen içinde entegre olamaması Yemen bütünlüğü için ciddi bir sorun olmuştur. Buna ilaveten 2009 yılında El-Kaide örgütünün

Detaylı

IV.HAFTA XX.YÜZYIL BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU

IV.HAFTA XX.YÜZYIL BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU IV.HAFTA XX.YÜZYIL BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU Osmanlı Devleti nin 19. yüzyılda uyguladığı denge siyaseti bekleneni vermemiş; üç kıtada sürekli toprak kaybetmiş ve yeni yeni önem kazanan petrol Osmanlı

Detaylı

T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI I. YARIYIL II. YARIYIL Adı Adı TAR 501 Eski Anadolu Kültür 3 0 3 TAR 502 Eskiçağda Türkler 3 0 3 TAR 503 Eskiçağ Kavimlerinde

Detaylı

HALI SEKTÖRÜ. Mart Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

HALI SEKTÖRÜ. Mart Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1 2017 HALI SEKTÖRÜ Mart Ayı İhracat Bilgi Notu TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği Page 1 HALI SEKTÖRÜ 2017 MART AYI İHRACAT PERFORMANSI 2017 yılı Ocak-Mart döneminde Türkiye nin toplam ihracatı

Detaylı

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi tarafından tam algılanmadığı, diğer bir deyişle aynı duyarlılıkla değerlendirilmediği zaman mücadele etmek güçleşecek ve mücadeleye toplum desteği sağlanamayacaktır.

Detaylı

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 ( TASLAK STRATEJİK VİZYON BELGESİ ) TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 Yeni Dönem Türkiye - Polonya İlişkileri; Fırsatlar ve Riskler ( 2016 ) Türkiye; 75 milyonluk nüfusu, gelişerek büyüyen

Detaylı

Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)

Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923) Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923) Lozan Antlaşması, Türk Kurtuluş Savaşı nı sona erdiren antlaşmadır. Bu antlaşma ile Misak-ı Milli büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Şekil 1. Kasım 1922 de Lozan Konferansı

Detaylı

TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU 2018 yılı içerisinde Türk araçlarının karayolu ile taşımacılık yaptığı ülkelerin harita üzerinde gösterimi OCAK-HAZİRAN 2018 İHRACAT VERİLERİ

Detaylı

1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN

1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...V İÇİNDEKİLER...IX KISALTMALAR...XV GİRİŞ...1 1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN I. KENDİ KADERİNİ TAYİNİN ANLAMI...5 A. Terim Sorunu...8

Detaylı

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, (1)

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, (1) BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, 1914-1918 (1) Topyekûn Savaş Çağı ve İlk Büyük Küresel Çatışma Mehmet Beşikçi I. Dünya Savaşı nın modern çağın ilk-en büyük felaketi olarak tasviri Savaşa katılan toplam 30 ülkeden

Detaylı

SERAMİK KAPLAMA MALZEMELERİ VE SERAMİK SAĞLIK GEREÇLERİ SEKTÖRÜNDE DÜNYA İTHALAT RAKAMLARI ÇERÇEVESİNDE HEDEF PAZAR ÇALIŞMASI

SERAMİK KAPLAMA MALZEMELERİ VE SERAMİK SAĞLIK GEREÇLERİ SEKTÖRÜNDE DÜNYA İTHALAT RAKAMLARI ÇERÇEVESİNDE HEDEF PAZAR ÇALIŞMASI SERAMİK KAPLAMA MALZEMELERİ VE SERAMİK SAĞLIK GEREÇLERİ SEKTÖRÜNDE DÜNYA İTHALAT RAKAMLARI ÇERÇEVESİNDE HEDEF PAZAR ÇALIŞMASI ORTA ANADOLU İHRACATÇI BİRLİKLERİ GENEL SEKRETERLİĞİ Seramik sektörünün en

Detaylı

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir. Sevgili Meslektaşlarım, Kıymetli Katılımcılar, Bayanlar ve Baylar, Akdeniz bölgesi coğrafyası tarih boyunca insanlığın sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimine en çok katkı sağlayan coğrafyalardan biri

Detaylı

İKİNCİ BİNYILIN MUHASEBESİ İÇİNDEKİLER

İKİNCİ BİNYILIN MUHASEBESİ İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER B İ R İ N C İ C İ L T Kitap Hakkında 1 Başlarken 5 CENGİZ HAN MEDENİYETE YENİ YOLLAR AÇMIŞTIR 1. Cengiz Han ın Birlik Fikrinden Başka Sermayesi Yoktu 23 2. Birlik, Beraberlik ve Çabuk Öğrenme

Detaylı

TOPLAM 30 TOPLAM 30 TOPLAM 30

TOPLAM 30 TOPLAM 30 TOPLAM 30 1. YARIYIL ULS 101 Uluslararası İlişkiler I 6 Z 3 0 3 ULS 103 Siyasi Tarih I 5 Z 3 0 3 SKY 107 Siyaset Bilimi 4 Z 3 0 3 SKY 103 Hukuka Giriş 5 Z 3 0 3 TDİ 101 Türk Dili I 2 Z 2 0 2 YDİ 101 Yabancı Dil

Detaylı

2014 YILI TEMMUZ AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

2014 YILI TEMMUZ AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ DERİ VE DERİ MAMULLERİ SEKTÖRÜ 2014 TEMMUZ AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU İİTKİİB GENEL SEKRETERLİİĞİİ AR & GE VE MEVZUAT ŞUBESİİ Ağusttos 2014 2014 YILI TEMMUZ AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

Detaylı

İTKİB Genel Sekreterliği AR&GE ve Mevzuat Şubesi

İTKİB Genel Sekreterliği AR&GE ve Mevzuat Şubesi HALI SEKTÖRÜ 2014 AĞUSTOS AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU İİTKİİB GENEL SEKRETERLİİĞİİ AR & GE VE MEVZUAT ŞUBESİİ EYLÜL 2014 1 2014 YILI AĞUSTOS AYINDA HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ Ülkemizin halı

Detaylı

İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1

İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1 İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1 BÖLÜM 1: SEÇİLMİŞ KAVRAMLAR BÖLÜM 2: BÜYÜK DÖNÜŞÜM VE OSMANLILAR BÜYÜK DÖNÜŞÜMÜN İZLERİ...11 DEVRİMLER ÇAĞI VE OSMANLILAR...14 a) Sanayi Devrimi... 14 b) Fransız Devrimi... 17 c)

Detaylı

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ STRATEJİK VİZYON BELGESİ ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ Ekonomi, Enerji ve Güvenlik; Yeni Fırsatlar ( 20-22 Nisan 2016, Pullman İstanbul Otel, İstanbul ) Karadeniz - Kafkas coğrafyası, tarih boyunca

Detaylı

Türkiye İle Yabancı Ülkeler Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik Ve Spor Alanlarında Mevcut İşbirliği Anlaşmaları

Türkiye İle Yabancı Ülkeler Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik Ve Spor Alanlarında Mevcut İşbirliği Anlaşmaları Türkiye İle Yabancı Ülkeler Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik Ve Spor Alanlarında Mevcut İşbirliği Anlaşmaları - Türkiye ile Afganistan arasında 7 Kasım 1959 tarihinde Ankara'da "Kültür

Detaylı

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2017 Kasım Ayı İhracat Bilgi Notu

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2017 Kasım Ayı İhracat Bilgi Notu 2017 Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2017 Kasım Ayı İhracat Bilgi Notu TDH Ar&Ge ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ SEKTÖRÜMÜZÜN 2017 YILI KASIM AYI İHRACAT PERFORMANSI 2017 yılı

Detaylı

1. ÜNİTE: HAKLARIMI ÖĞRENİYORUM

1. ÜNİTE: HAKLARIMI ÖĞRENİYORUM SOSYAL BİLGİLER PROGRAMI 5. SINIF 1. ÜNİTE: HAKLARIMI ÖĞRENİYORUM Bu ünitede öğrencilerimiz içinde bulunduğu çeşitli grup ve kurumlarla ilişkisini anlamaya çalışır. Katıldığı gruplarda aldığı roller ile

Detaylı

9. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

9. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI.Tarih biliminin konusunu, tarihçinin kullandığı kaynakları ve yöntemleri kavrar..tarihî olayların incelenmesinde yararlanılan zaman kavramlarını

Detaylı

Fevzi Karamw;o TARIH 10 SHTEPIA BOTUESE

Fevzi Karamw;o TARIH 10 SHTEPIA BOTUESE Fevzi Karamw;o TARIH 10 FEN LisESi DERS KiTABI SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR Prishtine, 2012 i

Detaylı

Dr. Öğr. Üyesi Abbas KARAAĞAÇLI. 1. Adı Soyadı : Abbas Karaağaçlı 2. Doğum Tarihi : Unvanı : Dr. Öğr. Üyesi 4.

Dr. Öğr. Üyesi Abbas KARAAĞAÇLI. 1. Adı Soyadı : Abbas Karaağaçlı 2. Doğum Tarihi : Unvanı : Dr. Öğr. Üyesi 4. Dr. Öğr. Üyesi Abbas KARAAĞAÇLI 1. Adı Soyadı : Abbas Karaağaçlı 2. Doğum Tarihi : 10.07.1956 3. Unvanı : Dr. Öğr. Üyesi 4. Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans İletişim Fakültesi İstanbul

Detaylı