AYDIN BOYSAN'IN YAYINLANAN KİTAPLARI

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "AYDIN BOYSAN'IN YAYINLANAN KİTAPLARI"

Transkript

1

2 AYDIN BOYSAN'IN YAYINLANAN KİTAPLARI MİZAH SÖYLEŞİLERİ 1. PALDIR-GÜLDÜR 1. Basım/ Ocak Basım I Temmuz YANGIN VAR! 1. Basım / Şubat Basım / Kasım UMUT SİMİT 1. Basım / Nisan Basım I Kasım YALAN 1. Basım I Şubat Basım / Şubat OLDU MU YA! 1. Basım / Aralık FISILTI 1. Basım / Mart Basım / Mayıs DOSTLUK 1. Basım I Mart Basım / Mayıs ALDANMAK 1. Basım / Temmuz 1989 GEZİ YAYINLARI 1. DÜNYAYI SEVEREK 1. Basım / Nisan 1988

3 olldanmak Aydın Boysan Mizah söyleşileri

4 Kepak TAYHIN AKSOY Yayın Hakları (c) AYOIN BOYSAN BAS YAYINLARI 1. BASIM / TEMMUZ 1989 Dizgi _ Baskı ALTIN KİTAPLAR BA.SIMEVi Adres BAS YAYINLARI Çamlık Mevkii 2.4/2 Etiler - İstanbul

5 Kitabı yazmaktan da daha zor olan işim, bu kitabın da ortaycı çıkması için emsalsiz yardımlarını gördüğüm Uğur Gergin ve Dr. Turhan Bozkurt dostlara, şükranlarımı dile getirebilmek.

6

7 ÖNSÖZ Son beş yılda bu kitapla birlikte sekizincisini sunduğum mizah dizisinin, bana huzur verdiği kadar daha uslu yaşamama da yardımcı olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Beni bu sonuca götürmeye neden olan saygıdeğer ve sevgili okurlara. neler borçlu olduğumun bilincindeyim. Yine en iyi dileklerle. Aydın Boysan Etiler,

8 İÇİNDEKİLER ŞİİR'DEKİ GERÇEK ı. KIVRANAN ÜLKEMİZ POLİTİK AŞURE HAVA TAHMİNİ ELEŞTİRMEK ÜZERE FARKINA VARMADAN SARMAŞIKLI MEYHANE 6. SARMAŞIKLAR ÇİÇEKLENDİ y AZ BİTİNCE DELİKLİ TAŞLAR SOFRA KEYFİ HAYVANLAR 10. ASİNUS'A SAYGI KURTLAR VE KÖPEKLER HAYVANLAR ÜZERİNE KİM KİMİ SEVİYOR ÇAGIRI 14. FISILTININ GÜCC' ESKİ BOGAZİÇİ OTELLERİ AKILLARINDAN ÇIKMIYOR AKIL SPORLARI 17. ÇİZGİ VE AKIL

9 18. EN BÜYÜK OLAY DIŞ MERKEZLİ DÜŞÜNCELER EVLİLİK ÜZERİNE 20. ŞAKA VE KAVGA SEN HAKLISIN!..., EVLİLİKTE İNCELİK KISIR DÖNGÜ TURİZM ÜZERİNE 24. UYUMAK VE SEVİŞMEK SONU GELMİYOR...' NUH TUFANINDA İSTANBUL HAVASI DALGA GEÇMEK CÖMERT KIZLAR 29. KOLAYLIK QÖSTERMEK GECE ÇEVRİLEN FİLMLER BEBEKLER VE LEYLEKLER SAGLIK ÜZERİNE 32. HANİ NEZLE İLACI? İLLE DE İLAÇ SESSİZ YER UZAKTAN - YAKINDAN 35. TUTUMLU OLMAK KALABALIGI DAGITMAK TERS İŞLER KARADENİZLİLER ÜZERİNE ÇALIŞMA YAŞAMI 39. HAY ALİ İŞADAMI İŞ GÜNLERİNDE GİZLİ İŞLER

10 KARIŞIK 42. SEVGİYİ YARATMAK SUÇLAR - CEZALAR ZAMAN ÖLDüRMEK TRAFİK ÜZERİNE DL:MLENl\iEK ÜZERİNE 46. DELİLERLE DEMCİLER ÖLÇÜ KAÇIRMAK BEKT AŞİNİN CEHENNEMİ HUZUR ARARKEN 49. İÇ HUZURU NEŞE NEREDE? HER YAŞTAN GENÇLERLE

11 ŞİİR' DEKİ GERÇEK 1. Bir şhr şöyle: var. Kıvranan Ülkemiz Adı «Kıvranan Ül kemiz»... Başlangıcı «Colu k çocuğumuzu. evimizi barkı mızı I Koruması gerekenler diyor ki: I 'Hadi gidelim, çal ıp çırpalım'. / Dürüst kişiler kan a ğ lıyor ü lkenin durumuna.» Şai rin coşkusu tükenmiyor ve şiir çok uzun... Yazı mıza sığması mümkün değil... Kısa alıntıla rla yetiniyoruz: «Dört bucağa yayı lmış kötü kişiler. ı Yal ınayak t>aşı ka bak birtak ı m adamlar I Servet içinde yü züyor şimdi. ı Duygulu insanlar hıckırırken I Umu rsuzların k ı lı kıpırdamıyor. I Bir zamanlar kendine tabut alamayanlar I Türbe sahibi olu verdi.» Evet, saygıdeğer ve sev gi l i okurlar, lütfen yukarıdaki «Kıvranan Ülkemiz>> şiirini, muhalefet liderle.rimizden biri sinin döktürdüğünü sanmayınız... Bu şiir, g ünümüzden yak laşı k dörtbin yıl (kırk yüzyıl) önce, Mtsı r'da yazılmıştır. Şairinin kim olduğu, bell i deği ldir. Bir kitap var. Adı: (< Es ki Uygarlıkların Şiirleri». T. İş -11-

12 Bankası kültür yayınlarından... Altıyüz sayfa... Bütün bu şiirleri müstesna bir zevkle derleyen ve dilimize kazandı ran zot: Talôt Sa it Ha iman... Kitap, başucumdan ayırma dıklarımdan biri... Neden a yırmadığım do bel li... Bu şiirlerden anlıyo rum ki, insanlar binlerce yıldır değişmemiş... Daha bin lerce yıl da değişmeyecek Böylece, «kötü zamanlarda yaşadığımız» gibi bir düşüncenin, saçmalığını öğreniyo rum. Demek k i, hep böyle geldi, böyle gidecek... Dertler de değişmemiş... İ şte yine bir başka Mısırl ı şair, bin lerce yıl önce şöyle yakınıyor:... Kimlere dert yansam bugün? I Kötüye çatan ıyı insanlara I Herkes gülüp geçiyor. I Kimlere dert yansam bugün? I Deliler en vefalı dost ı öz kardeşler düşman.! Kimlere dert yansam bu gün? ı İ nsanlar haset dolu. I Güvendiklerinde yürek yok. Goethe ( ), yaklaşık iki yüzyı l önce. şiir üze rine konuşuyor: «Gitgide daha iyi anlıyorum ki, şiir bütün insanlığın ortak malıdır. 'Ulusal Edebiyot' terimi a rtık fazla anlam ta şımıyor, 'Dünya Edebiyatı Cağı' açılmak üzeredir, her kes bunu hızlandırmak uğrunda çalışmalıdır.» «Büyük kültürlerin şiirle başladığı» söyleniyor. Ger çekten de bütün insanlar, sanatın üst düzeyinde buluşu yorlar, yalnız şiirin değil... Her tür edebiyatın do, müzik ve görsel sanatların da... Bilimin de... Herşeyin üst düzeyi, tüm insan lığın ma lı... Sanırım ki bu gerçek, Goethe' den iki yüzyıl sonra daha iyi anlaşılmıştır (Acaba?). Yazı denen marifeti ilk ku llanıp geliştirenler Sümer liler olmuş... Günümüzden yaklaşık yedibin yıl kadar ön ce... Mezopotamya şiirinin ilk örnekleri de, dörtbinbeş-12-

13 yüz yıl kadar önce ortaya çıkmış... Ü nlü örneklerden bi ri, dörtbin yıl kadar önce anlatılmaya başlanan Gılgameş Destanı: «Kurduğumuz ev sonsuz mu ki? I Yaptığımız anlaş molar yürürlükte midir sonsuz?» diye sorulduktan sonra gerçeğin burgusu, tatlı-tatl ı beyinlere sokuluyor: «Hicbir zaman hiçbir şey kalıcı o>mamıştır. ı Birbirine ne kadar benzer uyuyanlarla ölüler.» Gerçekler neden üzüntü versin ki? Adı üstünde, «ger çek» bu! Kabul etmek gerekir. İsterse ölüm olsun, ger çeği sevmelidir bile. Gılgameş Destanı'ndo üsteltk umut veren dizeler yok mu? Binlerce yıl sonra bugün bile, bize ders olacak: «Ü lkede sonsuz. sürüp gider mi nefret?».. Sanot yas tutmayı küçümsüyor, çünkü ölümü küçüm süyor. Yunanlı şair Safo (ikibinaıtıyüz yıl önce), ölürken kızına diyor ki: «Bize yas yaraşmaz. ı Şiirin conevioo mesi ı Doğru olmaz.» I Yas gir Bambaşka bir yerden, Amerika'don, Kızılderili şai r (koç b-in yıl önce olduğunu kim bilsin?) «Ayrılış»ı onlotı yor: «Gidiyorum, kadınım, ağlama L Kadınım, ağlama sakın. ı Gittiğim yol, ölüm yolu ama, ı Yamaç ta gireceksin koynuma, I BirHkte uyuyacağız, o gün yak ı n.» İ ron'lı şair Rudoki (bin yıl önce) yas konusunda öğüt veriyor:

14 ağlıyorsun, dostu m. I Gel g ö r ki gkien gi tm i şti r; I Gelen geliyor, sen ona bak. I Göz yaşl ar ı n diriltmez k i ölü yü. Gizlice uzaklara, Çin'e kadar gide l i m. Şair Tao Yuan-Ming (bin beşyüz yıl ön ce), ölümle dal ga geçiyor. Kendi 'kendisine ağıt yakmış: «Nerde hayat varsa orda ölüm olmalıdır» diye söze giriyor. Şöyle sür dü rü yor: Bırakalım Akdeniz'i. çok «Ne doğruyu brn yorum a rtık, ne eğriyi. ı Bin yıl geçip g idince kim h atı rl a r I Bug ü n ü n görkem ini bugünün düşüklüğünü. I Keşke hayattayken bol bol içseymişim.», Ya «Kara sevda»?.. Hiç de ğiş mem i ş. Yunan'lı şair Asklepiades (ikibinüçyüz yıl önce). başına nefer geldiğini anlatıyor: «Allak bullak ediyor ben i ı Did ime nfn g üzelliği. I Eriyo ru m bitiyorum Didime diye. / Ka ray m ı ş Ko raysa kara. I Kömür kara değil mi sankt? ı Kö mü r tutuşmayagörsün, ı Güller g ibi ı şıl dar.» '. mı? Değ i l... Adı bilinmeyen bir binbeşyüz y ı l önce). «Buluşmamız» Joponya'da aşk farklı Ja pon şairi {belk i şi irind e a nl atı y o r : «Gökyüzü - yeryüzü I Ancak bu ikisi yok ol ursa ı ikimiz, s en \le ben ı Buluşamayacağız.ıı Biz ister ölünsün, ister ölünmesin (öl ü n ü r ya!). yaşama mı geçilirmiş h iç?.. İ şte Eskimo «Utitiok'ın türkü sü» : evkinden vaz -14-

15 Sevine içindeyim ne güzel! ı Çevrem baştan başa buz, ne güzel! I Sevine içindeyim ne güzel! I Ülkem çamur deryası, o da güzel! I Sevfnç içindeyim ne güzel! I Ne zaman bitecek bu? Ne güzel! I Yoruklum uyanık beklemekten. Bu do güzel. Bize binlerce yılın zevkini cömertçe hediye eden Tolôt Soit Holman'a, yürekten teşekkürler. -15-

16 2. Politik Aşure Başarı hırsı. dünyadaki pek cok ilerlemenin kaynağı dır. Saygı ve övgü ile karşıl ıyorum. Özellikle bilim ve sa n atta... Ancak, işe politika ve makam hırsı ka n şı rso hır sın böylesi ni, hemen karontina'ya alıyorum... Bakalım bir hastaltk çıkar mı diye... İkinci dü nya savaşının ünlü İngiliz,kumandanı Mare şal Montgomery, popüler olduğu kadar hırslı idi. O za ma n Londra'da anlatılırmış ki. bir gün müttefik ordu1arı başk u ma n da n ı General Eisenhower, İn giltere Kralı Georg Vl.'ya dert yanmış: «Korkarım 1ki, Montgomery'nin benim mevkiimde gözü var». K ra l r a hatla m ı ş : «Bu n u d u yduğ u ma çok sevindim. Benim mevkiimde gözü olduğunu sanıyord um». Genelde politikacı, ülkesinde v e belki de d ü nyada, kend isinden daha iyi düşünebilen bir kişin i n yaşayabile ceğ i ne i na n ma z. Bu gerçeği S. Ste inberg şöyle bir anla tımla zevklendirir: «Şaşılacak kada r çok sayıda politikacı, ü l ke n in en iyi kafasın ı aynad a arar». Küçüklüğü, ille de küçültmek gerekmez. Kartalın ge çemediği yerd e serce on tane yol bulur. «Her serçe, kar talın hiç a n lamayacağı pek çok şey bilir» (H. Kudszus). Karta llar arasında dol aşmamak gerektiği n i de... Bir siyasa l pa rti n 1 n en ateşli üyesi, en kafasız üye,,, sidir. Cünkü gerçekler, aklı başında üyenin üzerinde so ğ uk duş etki si yapar. -16-

17 Gü ney Amerika, sürekli hükümet darbeleriyle sarsılan devletler kı ta s ıd ı r Böyle bir ülke vatand a şına nicin bu kada r cok darbe olduğu sorulmuş ve şu yanıt alınm ışt ır ; «Elbet olu r.. Daha biz hepimiz Cumhurbaşkanı ol mad ı k i<i..» Pol i t i ka cı, g el eceğ i n nasıl o la c ağ ı nı en güzel anla tan kişidir... Sonradan, neden öyle olmad ığ ını da. ((Sürekli olarak gerçeği söyleyen politikacı yokt u r. Çünkü sürekli olarak g erçeği söyl eyen kişi, politikacı ol maz» ( M a rk T'wa in) -Gerçeği söyl eye bi lme kte n kaçmamak için, ta rafs ız olmak gerekmez. Gerçek sevgisi, iyi ve doğruyu bu l m anın yoludur. İçtenlikle davranan, yüreğ inin ka p ı ları nı acmak tan kork ma z Orada, cok konu k icin yer vardır Dahlem kentinde, bir belediye başkanı çağın 'bildirisi: Cuma akşam ı saat 20'de: «Gökyüzüne bakışı>. Herkesi bek liyoruz. Giriş ücretsizdir. «Bir i n san ın akıllı davranabtlmesi iç i n, üç yol vardır. Birincisi iyi düşünmektir: Bu en soylusudur. İkincisi t a k lit etmektir: Bu en kolayıdır. Üçüncüsü denemiş olmak tır: Bu en acısıdır» (Konfiçyüs). «Akıl kıtlığı, hile ve ihanet doğu ru r. Bir başkasından daha k u rna z olunabilir ama. herkesten daha kurnaz olu na ma z. En büyük ku r na zlık, k u rna zl ığı n ı g i z l eye bi l m ekti n > ( Le Rochefoucau ld). Sorulur: «Politikada. akıllı ile a ptal a rasındak i fark nedir?» Ya n ıtlanır: «Aptal l a n e tler, akıllı hüküm verir». Politikacı bası nı, «ortalığı karıştırdığı ı cın» baskı al tına almak eğilimine girer. Okunabilir haber ve yorumların yeri n i, söylenti g a z etele ri alır. Oysa bunlar orta lık k arı ş tırmakla ka!rnaz, anaforlar yaratır. Ka n ş tı rm ak >ı basının görevidir. Her po l itika c ı b u n u her l i d er ise. beynine kazı- K.öğrenmeli v e içine s indi r me l i, -17- F./2

18 malıdır. Sonuçlar «karıştırmak» yüzünden çı kmaz... Çay neden tatlı olur? «Kan ş tırıldı ğı» için mi, yoksa «içine ş,e. ker atıkiı ğınd an» mı?.. Şekerin yerini zehir de alsa, ger çek değişmez. «Politikoda, kaybedilen fırsatlar bir Bunlar, kayıp da h a eşya bürosunda butunmaz» ele geçmez. (P.H. Spaak). Politikanın halk için en tehlikelileri, güçlüfer de değil dir, güçsüzler de... En büyük tehltke, kendisini büyük odam sanan sıradan adamlardan koynaklonır. İçi boş lakı rdı yığınlarıyla hiçbir yere varılomoyoca ğını, Olof Palme iyi anfotmı ştır : «Politikodo, çene ile na kavt etmeye kofkışmomolıdır». «Gençliğimde, pohukocınrn entelektüel olması gere k tiğine inonırdtm. Bugün. entelektüel olmanın bir potitrko cıyo, hiç oımo.zso zarar vermediğfni biliyorum» demekte di r Co rlo Sc h mid... Öte yand an kesin olan şudur ki, kültür fukomlığı ile malül olan politikacı rktkjon, kendis ne zarar vermenin öte sinde, insanların cezotandırılmasıdır. «Bir politikacı kendini yenilgileriyle batırmaz, aksine Pirus zaferleriyle batırır» (Horold Macmillon. her şeyi kay bederek kazanılan zafer biçrmi). «Asıl kaybeden, seçilmediği holde seçilmiş gibi dav ranan politikacıdır» (Ernst Schröder). «Bir politikacının, geleceğinin geçmiş zamana kaydı ğını birdenbire anlaması. dafma en utandırıcı sürprizdir» (Carlo Fronchi). «Politikada hoyret e<:illecek kada r çok k u yruk vardır. (T. Cum Bu kuyruklar, sahipleri olan köpekleri sollar onı mings). «Politikacı, ba şkasın ın nasırına basıldığı zaman fer yat koparma yeteneği okm kişidir» (Henry Tisot). Hayret! Söz g eldi, nasıra kadar dayandı. Nasır denen sancı kaynağını. dünyada en güzel şiirlemiş olan sanatçı, -18-

19 Orhan Veli'dir. İlk yayınlandığında olay çıkaran şiiri, «Yazık Oldu Süleyman Efendi'ye...» diye 'biter. Kitabe-i Seng-i Mezar l. şöyledir: Hiçbir şeyden çekmedi dünyada I Ne.sırdan çektiği kadar; I Hattô cirkin yarntıldığından bile I O kadar müteessir değildi; I Kundurası vurmadığı zamanlarda / Anmazdı ama Allahın adını. I Günahkôr da sayılmazdı. i Yazık oldu Süleyman Efendi'ye. Davranışlarıyla insanların beyinlerini nasırlaştıranıar.ise, poliukacılardır. Beyin nasırlarını hem yaratırlar. hem de üstüne basarlar... Yazık olur vatandaş efendiye. -19-

20 3. Hava Tahmini Bir sabah Viyana'da, otel od asınd a uyandım. Yalnız yanıma aldığım küçük pilli radyo, hava r<> porunu veriyordu. Viyanalı s pi ker hanımın g üzelliği, rad yoda bile belli oluyordu. O yür ek oynatan ses. g üzel ol mayan bir hanı mdan çıkamazdı. Viyanalı hanı mı n şivesi bile bir başka türlü yd ü Anlatıyordu: «Hava saboh erken biraz sisli o loca-k ama, so nra açılacak, Bulut yok, bütün gün g ü ne şli geçe cek. Bu bulutsuz günün gecesinde, dolunay seyredebfle ceksiniz. ısı, g ü ndüz terletmeyecek. gece üşütmeyecek...>> Ve daha birtakım ayrıntı lar... B u sevimli spiker h a n ı m sonunda. ömrümde duyma dığım b i r espriyi patlatıyordu : «Bu anlattığım hava ta h mini bugün tutmazsa, sakı n bize kızmayı n ız. Bugün tut mazsa. önümüzdeki g ün le rden birinde tutar... O do ol mazsa, gelecek ay bir g ü n tutar. Ya da gelece k y ı l bir gün tutar. Sakın kızmayın olur mu?» Bu hava tahmini, aklımdan çıkmaz... Politikacıların gelecek konusunda verdikleri haberler, tıpkı Viyana rad yosunun hava tahmin lerine benzer. Gelecek yıl mı tutar, yoksa ge lecek yüzy ı l mı? Yoksa daha s on ra k i yüzyıllar mı? Bilinmez. Bir soru-oyun şöyled i r : «Başarıh poliukacı ile kötü politikacı o ra sınd a ne fark vardır?» Yanıt: «Başarılı politikacı söylediğine kendi de inanmaz. Köyolculuklarda

21 tü politikacı ise, inandığını söylemez.» Politikacının silahı, yalnız söz değildir. Görüştüğü insanları seçişi, bunları onurlandırması veya batırışı, el sıkması veya sarılıp öpmesi, sinsiliğini saklayışı, bunların hepsi - hatta susması bile, görünmeyen silahlarıdır. Her politikacı iktidar hırsıyla yanıp tutuşur. İstisnasız hepsi, i ktidara geleceğinin güvenini. çevreye yayma çabasındadır. Umulmadık politikacı, umulmadık anda iktidara gelir. İ ktidardan düşmek, aynı bicimde olur. Bir tiyatro yüksek okulu... Oyunculuğun ne kadar hüneri varsa, öğretiyor. Kayıt bürosuna evrakını getirip başvuran kişinin durumu, oldukça tuhaf... İleri yaşta bir adam... Soruyorlar: «Siz bu yaştan sonra, rol yapmayı öğreneceksiniz de ne olocok? Film mi çevireceksiniz, sahneye mi çıkacaksınız? Neye yarayacak?» <<'Varamaz olur mu hic? Partime genel başkan seçildim...» Yanlış yapmayan siyasal iktidar, ne oldu - ne olacak... Hata yapmamak, siyasal iktidarın tabiatına aykırı... İktidar, iktidara geldiğinin ertesi günü yanlış yapmaya başlar. Hür basın ise daha ertesi günü, bu hataları çıtlatır. Ama bu uyarılar, zafer şakşakları arasında gürültüye gider. Zaten iktidar, zaferin matematik sonuçlarına yaslanan bir rahatlığa düşer. Matematik donelerden yalnız matematik ile sonuç çıkarmaya colışın::ık, hesap yapmasını bilmeyen politikacı işidir. Birkaçbin, ya da birkaçyüzbin oy peşinde tarih ve vicdana aykırı davranışlara girişmek, politika cahillerinin hesabıdır. İ ktidar hataları zincirinin halkaları büyüdükçe, halkın ve onun dili olan basının sesi daha çok duyulmaya başlar. Çünkü zafer soytarılarının gürültüsü de hafiflemiştir. Halkın, (eibet onun dili olan basının) sesinin doruktaki- -21-

22 lerce duyulmasını engelleyen duvar, yakın çevrenin çı kor cılar ve maskaralar kalab<llığıdır. Kral ördek avında... Av uşakları, çevredeki ördek leri kışkırtıp, kralın önünden gecirtiyorlar. Sonunda haz ret. önünden geçen bir ördeğe ateş ediyor, heyecanla ya nındaki maskarasına soruyor: «Vurdum mu?» «Majesteleri, zavallı ördeğin hayatını bağışlamak ôli cenaplığında bulundular...» Ve sonra iktidar sahipleri, basını küçümseme-korkut ma ve ezme nöbetleri geçirirler. Oysa iktidara, o basınla gelmişlerdir... O basınla da giderler. Basında, açık ve gizli sansürün en ağır koşullarını yaratan Hitler bile. bu çürük duvarın arkasına gizleneme miştir. Hem de 1940 yılında, Fransız ordularını yendikten sonra, Paris'e yaptığı zafer ziyareti gününde... O gün Pa ris'teki bir Fransız kitapçı dükkônının vitrini, Hitler ve Mus solini'nin büyük boy fotoğraflarıyla süslenmiştir. Vitrine ise. yüzlerce kitap dağıtılarak fon yapılmıştır... Tek bir ki taptır bu... Bir roman: «Seti ilen>. Ne kadar masum olursa olsun, ne kadar basit olursa olsun. her düşünce bir tehlike yaratabilir. Küçük, ya da büyük... Ama en korkunç tehlike, düşünmeye alıştırılma yan kafalam girecek olan en basit fikirlerin, yaratacağı fırtınalardır. Tehlikeli düşüncelerden insanları korumanın tek yolu, onları düşündürmeye alıştırmaktır. Bunu ancak. «düşünceli» iktidarlar anlar. Zaten: «Hiçbir tehlikesi olmayan bir düsüncenin, dü şünce olma değeri yoktur.» (0. Wilde). Politikacının gerçekten iyisi olmaz mı? Elbet olur... Zaten sistemler, devrilmedikleri sürece. bu müstesna trı sa nların omuzlarına biner. İyi politikacı. sistemin iskeletidir. İnsan vücudundaki.gibi... Partilerin iskeletini kuran iyi politkacılar ortah1<to - 22-

23 gözükmez ama, bütün yükü onlar taşır. İnson iskeleti gibi... Politika yaşayışında ortalıkta gözükenlerden ve çevre He ilişkiyi kuranlardan, iskeletin haberi yoktur. İnsan yaşayışındaki gibi... Partilerin ve onların kurdukları politik sistemin ölüm nedeni, hepsini sırtında taşıyan iyi' politikacı iskeleti deı;ıildir. Beyindir - dildir - dudoktır - yürektir. Ölümden sonra ilk çürüyenler de bunlardır. Siyasi mezarlar, yüzyıllar sonra bile kazılsa, görülür ki tek çürümeyen, ömür boyu 'bütün yükü taşımış olan iskelettir. Kısacası: O organ yaşar gibi göründükçe, kimsenin göremedikleridir. -23-

24 Eleştirmek Üzerine Balzac'a göre eleştiri. bir fırçaya benzer. Cok yumuşak olursa. boşuna zahmet edip de kullanmamalıdır. Cünkü hiobir etkisi olmaz. Elbet bu fırça benzetmesinin arkasından, bizim «fırçalamak» deyimiyle anlatmak istediğimiz şeyin, eleştiri anlamına gelmediğini de eklemelidir. Başka bir yönden yaklaşalım. Olabildiğince sade bir anlatımla diyelim ki: «Eleştiri, ele alınan konuyu, ölçüye vurmaktır». Yani konu «ne» ise. ya da «kim» ise, onun enini-boyunu-derinliğini ortaya koymaktır. Yani gerçek ölçülerini, açığa cıkartmaktır. Eğer ölçüsüzlük varsa. bunu da apacrk gözler önüne sermektir. Eleştiri der demez akla ilk gelen, sanat eleştirileridir. Örneğin bir müzik bestesi için «eleştirmen» sıfatını akın kişi, öylesine kişisel ve soyut ölçüler kullanabilir,ki, kimse bir şey anlamaz. Anlamadığını da söylemeye korkar. Zaten bir besteden alınaca k müzik zevki içinde, «anlama» denen zihinsel eylemin ne olduğu da belli değildir. Beethoven'in 14 numaralı piyano sonatının adı: «Ayışığı Sonatı»dır. Şimdi dinleyenlerin bir bölümü: <cbaba Beetho ven! Ayışığını amma da anlatmış ha!» diye hayranlık belirtirler. Oysa bestecinin kendisinin bile, bu ayışığı adından haberi yoktur. Ölümünden 50 yıl kadar sonra ayışığı adı, başkaları tarafından konmuştur.

25 -25- Evet. resim sonatını «anlamak» do özellikle karmaşık hôle getirildi... Biliyoruz: «Sanat dünyanın. bir sanat merc inden seyredilmesidinı. Işıklar mercekten geçerken kırılacak, sanat ekranındaki hayal, değişecektir. Resim, ko nusuna tıpatıp benzemeyecektir. Benzerse, arada sanat merceği yok demektir... Demek ki resimde, sanatın getirdiği bir değişme söz konusudur. Bu değişmenin sınırı ne olmalıdır? Yani resim, konusundan büsbütün kopmalı mıdır? «Gerçeküstü» diye ad taktıkları resim türü, sanatçının hakkı olan özgürlüğün kulla.nılması mıdır? Yoksa bu işe, birtakım yeteneksizlerin ve sanat şaklabanlarının aldatmacası mı karışmaktadır. Ya nen-figüratif resim, yani yalnız sanatçısının aklından geçen biçim ve renklerle yapılan oyunların. sanat içindeki yeri nedir? Bir soru daha: Ar'ıadolu kadınlarının dokuduğu halı ve kilimler mi daha üst düzeyde sanattır, yoksa bu resimler mi? Elbet sanatçının kişisel yeteneklerini unutmadan... Ama yalnız ressamlar için değil, kilim dokuyan hanımlar için de... Gerçeküstü ne mene deyimdir ki? Gerçeğin üstüne çıkılabilir mi? Gerçek yeterli değil midir? Sanat zevkini gerçeğin içinde aramak, boşuna zahmet midir? «Gerçek», kendi konuları üzerinde sanat zevkinin yaratılamayacağı dar sınırlar içinde midir? Ya da sanatçının elini sürmek istemeyeceği coraklıklarla sakatlanmış bir çöl tekdüzeliği midir? Bu soruların hepsine «hayır» diyorum. «Gerçek», gerçek sanatçıya konu olmak için yetip de artacak, görkemli bir hazinedir. İster resimde isterse de edebiyatta olsun, gerçek sanatçının yaratacağı gerçek bile, gerçekten daha gerçektir. Bütün sanatlar eleştiriliyor... Sanatseverler ve eleştirmenler tarafından... Sanatseverin eleştirme hakkında, dokunulmazlık var... ister beğenir, ister beğenmez... ister

26 sever, isterse de sevmez. Amaaa, herkese akıl hocalığı yapmaya kalkışan «eleştirmen» denen kişiler. sanatseve rin durumunda mı? Kendilerinin beğenisi, cok kişisel ölçüler içinde değ il mi? Yargıları. herkes için geçerli mi? Bu sefer eleştirmenler eleştiriliyor. Deniyor ki: «Eleştirmen, mucizeler bekleyen kişidir». Bir başkası diyor ki: «Eleştirmen, zor memnun olmakla övünen kişidir. Oysa hiçbir sanatçı, eleştirmenleri memnun etmek için eser vermez». Bir başka düşünce: «Cağımız eleştirmenleri, mideleri bozulmuş oburlard ır. Ayrıntıları höpürdeterek yutmaktan öteye, geçemezler» (B. Brecht). Eleştirmenleri daha ağır eleştiren sözler de var: «Eleştirmen, koşmayı öğretmeye yeltenen bir bacaksızdır». Ya da: «Eleştirmen, başkası yumurtlarken gıdaklayan tavuktur» deniyor. Bir örnek daha: «Eleştiri, başkalarının cebinden hovardalık etme sonatıdır... Hırsızlığı caktırmodo n...» Elbet sanat eserleri eleştirisi üzerine, yalnız hafife alan sözler söylenmemiş, övenler de var. Diyorlar ki: Eleş.tiri. herşeyden önce yetenek işidir. İncelik ve kavrama gücü gerektirir. Eleştirinin kendisi bile, öğretilmesi mümkün olmayan bir sanattır. Şimdi, çok önemli bir yol ayırımına geliyoruz. Hemen şimdi, eleştiriyi eleştiren, hattô batıran yargılar anımsadık. Öte yandan mizah sanatı do, tümüyle eleştiri temeline dayanır diyoruz. Öyleyse eleştiriyi küçümseyen sözler, mizah için de geçerli olamaz mı? Olamaz... Çünkü mizah, sanat eserlerini değil, yaşayışın (hayatın) kendis ni eleştirir. İki eleştiri! biçimi arasında, dağlar kadar olan fark budur. Eleştiri, mizah eserinin kendi içindedir. Ama sa nat eseri olarak mizah, eleştiriye karşı bağışıklık iddiasında da değildir. Hangi eleştirmen ne isterse söyler

27 Mizahın türleri çok zengindir. Sanatçıları tarafında n ekranc.kı-perdede-tiyatroda-karikatürde ve yazıda sunulur ama, sunuluşu bu bicimlerde bitmez. Yaşayış içinde o denli yaygındır ki, her zaman ve bütün insanlar tarafından yapılır. Bile-bile yapılması da şart değildir. Farkına varmadan da yapıla bilir. örneğin bir politikacının bir secim n utkunda yaptığı mizah, bir sözlü mizah sanatçısının bir ömürde yaptığına taş çıkartabilir. Görüyorsunuz

28 Farkma Varmadan Farkına varmadan ne yapılır? Ne yapılmaz ki, herşey... Farkına varmadan fazla kaçırılır, geç kalınır, ileri gidilir. Bir dikkat eksikliği vardır bu işte ama, bazı başka eksiklikler de vardır. Bakarsınız birisi, farkına varmadan, hoş bir espri yapar. Oysa bilirsiniz ki, eblehin biridir... Olabilir. Bazı işler de, körlemeden yapılır. Olsun da, böyle olsun. Küçük ilanlarda bir zat kendisini şöyle tanıtıyor: «Özel dedektif olarak seks konularında ol ağanüstü başarılı olduğum...» vs. Güvenilir ipuçları veren bir ilan daha: «Şiirlerimin yaratılmasında etken olan kaynaklar; üzüntü, aşk, sanat, bilim ve can sıkıntısıdır». Gütersloh kentinden, bir ilan-haber: «Fraeulein G.H. (doğuşu J... ) ile Herr W.H. dün evlendiler. Tebrik ziyaretinde bulunulmaması rica olunur». Aferin... İşte bu oldu... Acıkça anlatılmazsa rahat vermezler yılında, Berlin'de bir gazete ilanı: «Pencere camı temizleme kuruluşu. Uzmanlık dalı: Resmi dairelerin temizlenmesi». Ne iyi... Araştırdım: Şirket İkinci Dünya Savaşı'nda kapanmış... Ne yazık. Clever Kreisblatt'da bir bildiri... Çok eski olduğu için, isim yazmakta bir sakınca yok: «Frl. Anna Munkelbeck için ileri sürdüğüm kuşku uyandıran sözleri, büyük üzüntüler içinde g-eri aldığımı bildiririm».

29 Avrupa gazetelerine,,jönderilen okur mektuplarından bir alıntı: «Sizi temin ederim ki, gönderdiğim müsveddelerin gerçek kişilerle ilgisi yoktur, roman tarafımdan yaratılmıştır ve başımdan geçmiştin>. Ünlü 1komedyen Hans Albers,ife ilgili oloraık, şu dergi değerlendirmesi yapılıyor: «Aföers ailesinin damarlarında. hiçbir zaman, bir damla bile komedyen kanı bulunmadı. Babası Hamburg mezbahasında kasaptı. Ancak bu yükselişin tarihi, Alman kasaplarında, ne yüksek değerde yaratıcı sanat güçlerinin gizlendiğini kanıtlıyor». Bir haberi yazarken. ne kadar dikkatli olmak gerekiyor. Ya olunmazsa? İşte örneği: «Bu akşam. genel istek üzerine. Macar Senfoni Orkestrası'nın son konseri». (Münclıner Telegraph Gazetesi). Münih akşam gazetesi bildiriyor: «Şimdi Fransız polisi, ölü ile ceset arasındaki benzerlikleri araştırıyor». Morg'dan dönen muhabirin bir izlenimi daha: «Bütün cesetler ölmüştü...» Yazar Stefan Andres döktürüyor: «Ölen insan, ölüm üzerine bambaşka şeyler düşünüyor». İşte gerçek bir müstesna insan... Herhalde röportaj yaptı da geri döndü. Hazret sürdürüyor: c<insan'ın varlığının en önemli bölümü hayattır». Aman, aman! Nasıl da bildi? Karanlıkları nasıl da yırttı? Alkışlarım... Zeka çakışlarının bu denli görkemli oluşu. do rusu 'insana yaşamayı sevdiriyor. «Keskin zeka, keramete kıç attırın> derler ya... Bu da öylesi.!bir trafik kazası olmuş. Normal olarak hiçbir ölüm beklenmez ama, bu örnekteki hiç beklenmiyor, akıldan geçmiyor. Herkes şok geçiriyor. Ölenin arkadaşlarından biri. şaşkınhk içinde yakınıyor: «Aah, ah! Daha ölmeden yarım saat önce hayattaydı...» Evet... 'Muhterem'in kederine saygılar... Ama lütfen söyler misiniz? Nerede olocokti? -29-

30 <<Farkında mısınız?» konusunda, eski bir olay anla tı lır. B. Amerika Başkanı Roosevelt'in say ı n eşi, güzelliöt i l e h i c değil ama, sadeliği ve hazırcevaplığı i le, bizde bile tan ı nırdı. Aileni n a l ı şverişini kendisi yapardı. Günün bi rin de satıcı kızlar. hayret içinde kendisine soruyorlar: «Siz M rs. Roosevelt'e benzediğinizin farkında mısınız?» «Evet... Hatta sayın Başka n bile, ben i bozan karı sıyla karıştırır». Bu yıl B. Amerika'da, dört yılda bir yapılan secim var. Eh, biz de anlaş!lmadık bicimde sandık a bonesi olduk. Oy sa 12 Eyl ü l yönetiminin «yukarısı» öyle istedi. Yeni ana yasada, seçimlerin a ras' uzatıldı. Cumh u rbaşkanlığı se çimi, yedi yıla çıkarıldı. İ k i devre secilen, neredeyse Ata türk kadar uzun süre Cumhurbaşkan ı olacak... Fazla ka çacak. Ası l öneml isi, genel seçim lerin dört yıldan beş yıla çıkarılmış olması... O n iyeyd i? Ü lke uzu n süre, seçimsiz h uzur dönemleri yaşa s ı n diye... Oysa bi:ıdmle alay ediliyor. Çünkü biz, her yıl sandık başına gidiyoruz. Pol itika dalaş maları, çocuklarımızın terbiye-s i n i bozuyor. Politikacılar bizi,. şöy l e mavallara layık görüyor: «Et sıkıntımız, insa n la rı n artışı ile sığırların artışı ara sında eşitli k sağlanamamasından kayna klanıyor». Her i ş Ankara'nın başının a ltından çıkıyor. Zaten An,. kara'nın havası, başkent old u ktan sonra bozuldu. Ankara' n ı n ü l k e i l e i l i şkisi y ok... Ankara vatanda n kopuk... Va tandaş başkente sesin i duyura mıyor. İ ddia ederim ki İ stan bu l'u n nüfusu, o n m i lyonu g eçer. Ü lkenin beşte biri... Ru hu... İ sta nbul bile Ankara'ya sesini duyuramıyor. Şu İ sta nbul-ankara i l işkisinden, yüreğ i m ya n ı k... Ben Anka ra'ya, ilk kez yarım yüzyıl önce g ittim. Hafifteeen se, ver gibi olmuştum. Şimdi ise ü rküyorum. Hem mahşer ka laba l ığından, hem de göze görünmeyenlerden... Şu İ stan bu l-ankara i l i şkisi konusunda ağzıma geleni bir söylesem, -30-

31 acaba «farkına varmadan» bir espri yapabilir miyim? De n e ye ceğ im : «Anka ra istanbul'o, ista n bul'un Anko ro y a olduğund a n çok d a h a uza ktın>. >Bizim Narlıkapı da «acele etme, çabuk ofü> denirdi. Çelişki g i bi gözükürd ü a ma. değild i. Telaşsız ıbir hız kast edili rd i. Doğruydu. Şimdi ben, bir gerçeği da ha anlataca ğ ı m. Çelişki g i bi gözü kecek, oysa değil... Düpedüz-a paçık bir gerçek: «Ülkemizd e çok görül ü p de, sık sık rastla n maya n ya şayış biçi mimiz demokrasidir». Ya nlış mı? Ya lan mı? ' ',,

32 -32- SARMAŞIKLI MEYHANE 6. Sarmaşıklar Çiçeklendi Günler iyice uzadı. Akşam artık, geç oluyor. Sarmaşıklı meyhanenin çiçekleri de, sarmaşıkları da bir patladı, fışkırdı kiii... Masalar çoktan bahçeye çıktı. Sarmaşık bu! Öyle, zoraki yapı malzemesinden saçaklar gibi, kızışmıyor. Yapraklar serin kalıyor, arasından hava geçiyor. Hele bir de döşemedeki taşları, bol suyla yıkamıyorlar mı, akşam saat 7'ye kalmadan bahçe iyice serin olu yor, palamarı çözen demci, «koca masa»ya çöküyor. Gündüz zamanının iş sinirini atmak icin, herkes birbirini matrağa almaya başlıyor. «Öyle derin-derin ne düşünüyorsun?» «Aklımdan bir meyhane açmak geçiyor. Kôr e\ mesem bile, hiç olmazsa meyhane masrafından kurtulurum diye düşünüyorum. Zarar etmek de istemem... Ama bunun çaresini buldum. Meyhaneyi, Alkol Tedavi Kliniği'nin karşısında açacağım...» - «Amma münasebetsizlik haaa... Orada iş yapar mı?» «Hele sen, tedavi olup, klinikten çıkanları bir gör!..» «Sen dün gece çok ölçüsüz içtin... Eve de geç gittin... Karın seni yola getirmek için neler söyledi?ı> - «Evet, o niyetle bir saat konuştu... Anlatayım... Azar ve beddualarını da söyleyeyim mi?» - «Hayır, onları söyleme!» «Öyleyse bir şey demedi...» Birisi anlatıyor: «Karım çok iyidir. Eve dönünce, ayak-

33 kobılonmı bile çıkarır.» Öteki: «Neee? Meyhaneden sarhoş dönünce mi?» «Hayı r. İ şten ayık dönünce... Kilitler...» Rıfkı bey o akşam, sarmaşıklı meyhaneye gecikiyor. Geldiğinde, ikinci tur rakı dağıtımı bitmek üzere... Hemen yakınmaya başlıyor: «Son zamanlarda fazla kaçırdı k... Bu akşam buraya gelmek kararın ı, a. n cak kahve fal ına ba karak verebildi m...» Soruyorlar: «İyi de, niye bu kadar geciktin?» «Falda meyhaneye g itmek çıkıncaya kadar, yed i kah ve i çmek zorunda ka ldım.» Dostla r masasında o akşa m ilk defa konuk olarak içen at suratl ı adam, kendine fazla g üven iyor: «Karşımda aptal bir surat görürsem, duramam s ü rekli g üleri m...» Yorum yapıyorlor: «Öyleyse sen, tıraş olurken yüzünü kesersin...» Dem sofrasında yüzler pembel eşince, yakınmalar baş lıyor: «Kısmete ba k! Evle nmek isted iğim üçüncü kız da red etti...» «Bu mutluluğun. hep böyle sürü p g ideceğ i n i san ma!» Rıfkı be y a nlatıyor: «İ şe bak be! Gazete ne yazıyor: Bi r adam üç kad ınla aynı zamanda evlendi diye, bir y ı l h a pis yataca kmış...» Pepe ocıklamo istiyor: «Ceza olsun diye mi, yoksa dinlensin d iye mi?» Herkes bitirdiği liseyi överken, Bekir de eksik kal m ıyor: «Bizim l ise gtbisi yoktu... Özel okuldu a ma, hayata he men a lıştırırd ı. Bizim yatı l ı öğrenciler, pencerede n parça parça i pl e i nd i rip, ka ryola sattılar.» «Eski İsta n bulluların, yani mahcup - hadd i n i bilir in san. l arı n kökü kurudu... Milletin gözü yü kseklerde...» De şiyorlar: «Attın yine!» «Ne atması aabi? Eskiden i nsanla r kendisini öld ürmek için, Sarayburnu'ndan d enize atlard ı. Şimdi aşağısı kurtar-33- F./3

34 mıyor, Boğaziçi köprüsünden atlıyorlar.» < Matrağı bırakın ama, artık bu işin ölçüsü kaçtı. Yazık bu insanlara! Köprüden denize atılarak kendini öldürenlere, engel olmalı... Bir alay polis var. Tabancaları bellerinde. Engel olsunlar...» Yufka yüreklinin biri soruyor: «Polis, kendini 'aşağıya atan adama nasıl engel olabilir?» «Ateş etsin ahi!» Sıkıntıya bakın! Tulum'un dişleri arasına yine bir balık kılçığı kaçtı galiba... Ağzını fırın kapağı gibi açtı. Elini soktu... Tırnağıyla sökmeye uğraşıyor. Laf da anlamaz ki... Yine de duramadım: «Cek elini ağzından!» Pepe lafa karışıyor: «Kızma abi! Adam dişhekimi... Eli akşama kadar ağızlardan çıkmıyor... Alışmış, hoşgör...» «Ne hoşgörmesi lan! Ya bevliyeci olsaydı.» Azarladığım için Pepe bana içerliyor ama, çaktırmıyor. Ayrıca pusu kuruyor: «Ben yazar olsam, lafı uzatmam. Kısa keserim.» Herhalde bir bildiği vardır. Soruyorum: «Bir yazı ne kadar kısalabilir?» «Tek sözcüğe bile iner. 'Naaa ' derim, herkes anlar.» Kapanma saati yaklaşıyor. Herkes sessizliği bozmak için, aklına geleni söylüyor: «Benim bir kardeşim vardır. Valla inanmazsın kardeşim olduğuna... Bana hiç benzemez...» «Sahi mi? Öyleyse bir akşam getir! Bu ilginç ve hoş adamı tanımak isterim...» «Lan Kôni! Sen gerçek bir eşeksin... Bir boynuzun eksik.» Kôni için bir kurtuluş umudu beliriyor ya... Bırakmıyor: «Eşeğin boynuzu olmaz ki...» «Hah! Öyleyse hiçbir şeyin eksik değil...» Cüneyt 1bey o akşam öylesine içiyor ki, ayağa kalkamıyor. Arkadaşları koluna girip, evine götürecekler... So ruyorlar: «Bu hôlinde karına ne söyleyeceksin bakalım?» O ise alacağı önlemi, dili dolaşarak anlatıyor: «Hiçbir şey söylemem... Ayık taklidi yaparım...» -34 -

35 Ötekiler anlatıyor... Pepe ile Tulum, gecen akşam Taksim'de icmişler. İkisinin de önde gelen huyu, coşkunluk... Yine ölçüyü kaçırmışlar, zor yürüyorlar. Bir boş taksi bulup, arka koltuğa yerleşiyorlar. Şöföre de, «Taksim lütfen!» diyorlar. Şöför hareket etmiyor da, inip arka kapıyı açıyor ve «Zaten Taksim'deyiz» diyor. İkisi de taksiden iniyor. Tulum şoförün eline yuklüce bir para sıkıştırıp, rica ediyor: «Evlôdım, bir daha sefere bu kadar hızlı gitme!.» -35-

36 1. Yaz Bitince İ şte yine yaz bitti. Gün ler kısaldı. Ka ran lığın erken basması. keyfimi kaçırıyor. İ şten dönüş, hep :karanlığa kalıyor. Yaz sıcağından sıkıldım ama, yağmurdan da sıkı lıyorum. Herkes farkında m ı. yoksa ya lnız hen mi bir ke şifte bulundum? istanbul'da bahar kalmadı. bahar... Ne i l kba har. ne sonbahar... Geçen g ü n. içim sıkıldı. Sarmaşıklı m eyhaneye erken düştüm. Tersliğim üzerimde ya! ö nce Mücahit'i azarla dım: «Şu sarmaşı kların dökülen kuru yapra klarını temizle senize ' be! Cürüyen ya praklar. kendi kökleri n i zehirliyor». Sonra içeri g irdim. Demcile rin neredeyse hepsi erken damlam ış... Büyük masa dolm u ş.. Sohbeti koyulaştırmış lar bile... «Rıfkı aabi! Ben sigara içerim... Çakmakla yakarsam da keyiflenirim. Sen de çakmak ku l lan ır mısın?» Kendi «Hayır... Ben i m içtiğime çak mak gerekmez. ateşler». Cüneyt bey sordu: «Zülküf! Dün gece eve cok gec g ittin. Hanım ne dedi?» Zülküf: «Yine mi m eyhaneden ge liyorsun dedi.» - «Pekiyi, sen ne ded in?» «Gelmeyip de ne yapacağı m. orada kalamam k i de dim». Rıfkı bey ikinci kadehi bitirince. yemeğini ı smarlad ı. Sonra da diskur geçti: «Arkadaşlar! Aç karn ı na içmek zararlıdır. Karaciğerinizi d üşünün, midenizi d ü şünün, co. -36-

37 luk çocuğunuzu d üşünün...» Pepe kaşındı: «Bu arada va tanımızı da düşünelim mi?» Rıfkı ıbey bir şey söylemedi, yalnız ters ters baktı. Bi raz sonra et yemeği geldi. Bir lokma alınca patronu ça ğırdı: «Oğ lum M ücahit! Biftek diye verdiğin bu et, yene cek g ibi değil...» Meyhaneci pişkin: «Ben ne yapayım aabi? Bu sığırın kabahati...» «Onun için ben de sana söylüyorum ya!..» Kôni tonton 'bir şişman... Kafada tek tel sac kalma mış. Lôhana gibi bir kellesi var. Parıl parıl... İçince pem beleşiyor. Bir ara yerinden fırladı. Kapının yanındaki ay nada bir süre suratını seyrett i. Kafasını okşayıp sıvazladı. Sonra kendini övdü: «Vay itoğlu it vay be! Elli yaşını geçtin... Kafanda hôlô tek tel ağarmış sacın yok...», Kôni'nin burnu da morarmış... Doktorun yanına gi dip şikôyet ediyor: «Abi be! Burnumun :kırmızılığı geçsin diye, senden bir ilaç istedim. Verdiğin Bacı da aldım. Şim di de mosmor oldu... Ne olacak şimdi?)) Doktor sôkin: «Merak etme, buluruz çaresini... Ne renk istiyorsun?» Deli mantığı kadar güçlü olmasa bile, demci mantığı da, olur-olmaz politikacıdan daha tutarlı... Geceyarısma doğru bile olsa... işte tam bu sırada, birisinin aklına ge len soru şu: «Dünyadaki ilk erkek 'kimdi?» Yanıt çabuk gelmiyor ama, y:ne de biliyorlar : «Adem 'Baba!» - «Cok doğru. ya kadın?» «Elbet Adem Bab<:ı 'nın annesi...» Pepe bana bulaşıyor: «Babacığım, ne oldu o senin. uzayda rakı içme araştırmaların? M erih yaratıklarıyla iliş ki kurdun mu?» Anlatıyorum: «Evet. i lk delegeler geldi bile...» Pepe doktora bakıp, b iraz sırıttıktan sonra, yine bana ciddi ciddi s o ruyor : «Baba k ırma hatırımı, a n lat ne oldu?» Ne olacak, sarhoş kerata... Nasılsa yutacak... An latıyorum:

38 «Son aldığım rapora göre bir uçan daire, Las Vegas'a iniyor. İçinden çıkan bir minik yaratık, kumar salonlarını dolaşıycr. Çamaşır makinası gibi bir şey hınzır, rengi de yeşil... Olan bitene şaşıp kalıyor. Derken - derken, tek kollu haydut denen kumar rnakinalarından birisinde, ışıklar çakıyor, acayip sesler çıkıyor. Makinadan şangırtılar içinde, bir çuval dolusu fiş dökülüyor. Uzay adamı şaşkın ve kızgın mırıldanıyor: 'Kusacak kadar içmek, şart mıydı?' diye...» Meyhane bu! Saat 24'e yaklaşıyor. Kimse kimseyi takmıyor. Yarısı hayatını anlatıyor, kalan yarısı ise canından bezmiş... Henüz devrilmeyenlerin yanında, masanın altına kayanlar da var. Nasıl 'bir itliktense, Tulum o gece çok geç geldi. Masanın altına kayan birisinin başına gitti. Ellerini beline koyup baktı. Sonra Mücahit'i çağırıp, masanın altındakini gösterdi: «Patron! Bana da bunun içtiği rakıdan gönder!ıı Tulum zaten yüklü gelmiş. Bir ufağı bitirdikten sonra, büsbütün çenesi düştü. «Yeter artık» dedik, dinlemiyor. Cıvıtıyor: «Ben sarhoş değilim... Gözlerim de sağlam... Mesela şu karşıdan gelen Mücahit'in köpeğinin iki gözü var, ben de iki görüyorum...» Pepe bağırdı: «Lan Tulum! O köpeğin iki gözü olduğu doğru ama, o köpek gelmiyor, gidiyor...» Herkes hesabını ödemeye boşladı. Cüneyt bey garsonu çağırıp sordu: «Oğlum Veli! Karışık ızgarayı dünkünden yüz lira fazla yazmışsın. Ne oldu? Bir günde et mi pahalılaştı?» «Hayır abi! Kömür paha lılaştı...» «Peki be! Hesap onüçbin lira tutuyor, niye ondörtbin yazdın?» Veli kulaklarına kadar sırıttı: «Canım aabicim! 13 uğursuzdur...» - 38-

39 Gece bitiyor. Meyhanenin kapısına cıkıldı. Her zamanki gibi, herkes herkesle vedalaştı. Araba tevziatı yapıldı. Altı kişi bir kücük arabaya tıkışıp, eve gidecekler. Karar verdiler, yolda hep beraber şarkı söyleyecekler. Pepe 'bağırdı: «Lan Tulum, arabayı sen kullan! Dilin dolaşıyor, şarkıyı berbat edersin... >> -- 3S -

40 8. Delikli Taşlar Alkole doyanıklığın, kişiye göre değiştiğini bilmeyen azdır. Varılan sarhoşluk derecesi, yalnız kandaki alkol yo ğunluğu ile belli olmaz. Alkole alışkanlık, vücut yapısı, sağlık durumu. kişisel özellikler, o günün ruhsal durumu gibi etkenler de, sarhoşluk derecesinin faktörleridir. Marifet olmayan tek dayanıklılık. ickiye dayanıklı olmaktır. Asıl marifet, lckiye dayanıklı olmomaktan doğar. Gevşeme. rahatlama, sinir atma. dünyayı kalaylamaktan vazgeçme basamağına, bir-iki kadehle (tek-duble, adamına göre neyse öyle) gelinebiliyorsa, demci kafayı bünye fazla hırpalanmadan bulur. Bu durum, sağlıklı sonuçlar veren bir talihe sahip olmaktır. Öte yandan, «delikli taş» gibi içtiği sanılanlar vardır. İçer devrilmezler. Hayranlık uyandırırlar. Yıllar yılları kovalar, devrilmezler... Ama gün gelir bir devrilirler ki, bir daha ayağa ka kamazlar. Nice dağ gibi sevgili dostum, böyle yitti-gitti. Azgın demsever. kendi rekorlarını kırdığı bir gece sabaha karşı, gözünü hastanede acıyor. Şaşkın: «Neredeyim ben? Ne oldu bana?» Başında bekleyen hemşire açıklıyor: «Sakin olun! Alkol zehirlenmesi geçiriyorsunuz...» «Neee? Hangi namussuz bana zehirh alkol verdi?» Votkacı, içki satan mağazanın tezgahtarına rica ediyor: «Bana bir şişe votka verin ama, taze olsun!» Tezgôh- -40-

41 ta r şaşkın, soruyor: «0 da ne demek? Votkanın bayatı olur mu?» Votkacı israrl ı : «Olur ya!.. Dün gece verdiğin i k i şişeyi içtim, saba ha kadar kustum» Bir külüstür gemi içinde, fırtınaya ya ka lanıyorlar. Fır tına o kadar dehşet ki, gemi battı-batacak, içindekiler öl d ü-ölecek... Uzun saatlar, ölü m teh likesi i çinde geçiyor. Sonunda l i man görün m ü ş... Öl üm tehlikesi geçmiş... Her kes sevinç gözyaşla rı döküyor. Ya lnız bir kişi surat ası yor ve sebebini a nlatıyor: «Gemide, ölümden kurtul uşumuz şerefine içeceğimiz i çkf yok...» İçkiye, kend ini serin sulara bıra kı r gibi dalma nın ne den leri, bin ta n e mi, yoksa birkaç ta ne mi? Sanmam k i bine varsın... Ama birkaç taneyle de, a n latıla maz ki... Herhalde sebeplerden birisi, bıkkınlıkta n kurtu l ma aşkına, kendini koyvermektir. «Ne»den mi b ı kkınlık? Ne'den olmaz 'ki? İ şinden-aş kından ba şlar da, :kend i nd en bıkmaya kadar... En pis bık kınlık çeşidi de bu son uncusu... Tem izlenmek mümkün değil... Ne kadar kendinden kacsa, ıkurtulamaz. Bazan içinde umut doğar, sanır ki çevresinde değişikli kler olu yor... İ ki dost oturmuş, içiyorlar da içiyorlar... Durmaksızı n... Devrilmelerine d e beş kalmış. Şeşi beş görme denen bir hôl var ya han!... Ta m öyle. Bir an geliyo r ki daha çok içen ötekin i dostça uyarıyor: «Ba na bak Ahmet! Yeter! Kes şu içkiyi! Suratın çar şamba paza rına döndü...» Amerikal ı bir sanat eleştirmen i, resimden iyi a n lıyor ama, öte ya ndan da korkunç b i r a l kol d ü şk ün ü... Lond ra'ya geldiğinde British M useu m 'u ziya rete g id iyor. İ l k baktığı çerçeveden sonra, not defterine yazıyor: «Bir sarhoş ka rası... Karakteri va r. Kırmızı burnu konuya uygun.. Pe

42 rişan yüz çizgileri de... Cehre yabancı gelmiyor. Amerika' da da benzer bir resim hatırlıyorum...» Hazret haklı... Çünkü girişteki aynaya bakmış... Yeşilaycılar toplantısında bir alkol karşıtı, içkinin tehlikeleri üzerine ateşli bir konuşma yapıyor. Dinleyicilerden biri itiraz ediyor: «Su yüzünden toplu ölüm, alkole göre çok daha tehlikelidir». Yeşilaycı bu düşüncenin saçma olduğunu söyleyip, tartışma öneriyor. İlk sözü demlenme yanlısı alıyor: «Nuh tufanından başlayalım...» İçkiye kendini fazlaca kaptıran, kendini suçlamaya başlıyor. Suçluyor ama, bir yandan da içiyor. Demci artık, iki ruhludur. Sürekli kendisiyle hesaplaşır. Sanılmasın ki, Kat Dağla rının arkasında yaşayan demciler, 'başka cinstendir. İşte Cin Şairi Tao Yuan Ming, kendini şöyle anlatıyor: Bir konuk var içimde, I Ayrı şeylerden zevk alıyoruz. I Birimiz zil zurna, I Ötekimiz içkiye el sürmez. I Sarhoşla, ayık ı Güleriz birbirimize: I Birimiz birşey anlamaz ı Ötekinin eleminden. ı Yol yordam, nezaket falan - I Sarhoşa göre bunlar hep çılgınlık. I Git kendi kafanın dikine, I Pabuç bırakma başkalarır.a, ı Aklın sırrı bundadır. I Dinle, koca ayyaş, I Gün karanlığa gömülünce I Sen mum yak. Rahmetli Cohit Sıtkı Tarancı, içkinin ötesine varınca ne olduğunu anlatıyor: Gün olur ki ne kız ne rakı ne şiir, Hiçbir şey insanı sarsmaz, kandıramaz; Pekiyi, ya sonra ne aranacak? İşte bunu, tek damla icmeden, ayık kafayla düşünmek gerekmez mi?

43 Sofra Keyfi Damak zevki ile oburluk arasında, zıtlaştıran farklar var. Kafada, yedi tane delik... Üçü ikişer ikişer... Kulaklar - gözler ve burunda... Ağıza gelince, durumu garip... Tek delik ama, çok işi var. Konuşmak (dinlenebilir gibiyse), şarkı söylemek (o da dinlenebilir gibiyse) benzeri marifetleriyle, yüksek derecede zevk verme konusunda, gözler ve kulaklarla yarışıyor. Ama sıra yeme-içmeye gelince, küçümseme başlıyor. Neden? Damak zevki, görsel sanatlar, müzik ve edebiyattan alınanlarla kıyaslanmıyor da, ondan... Kabul... Haksız dajil... Ama ayrı da tutsak. yeme-içme keyfini ve zevkini küçümsemeye kalkışmak, yersiz. Konuya, acikma duygusunu anımsayarak gireem. Açlıkla beyin fonksiyonları arasında ilişki var. «Aç bir adam. öfkeli bir adamdır» {İngiliz özdeyişi). «Mide şakadan anlamaz» (Yugoslav özdeyişi). Demek istenir ki, mizahtan anlamak, beyin ve akıl işidir. Dolayısıyla aç mide, beynin işlevlerini çelmeler. Vereceği akıldan en büyük tehlike doğan kaynak, midedir. Özellikle politikada... (Görüyoruz ah, görüyoruz). Hele midesi (ve hırsı) büyümüş politikacının doygunluk hırsı. birkaç santim yukarıya kaçıyor: Gözü doymuyor. Ağzının tadını b'ılenler için, aslı Fransızca olan «Gourmetı> sözcüğünü, her dilde duyarız. Bizde bile... Ama her-

44 Yemeklerin lezzeti. yakışan bir sos ile en yükseğe çıkarılır. Sos iştah acar ve sindirime yardımcı olur. Önemi eski çağlardan beri bilinir. Aristofanes'in bir oyununda, kuşların tanrılara ve insanlara isyanına neden olan, kötü bir sostur. İkibin yıl öncesinin Pompei'sinde, bütün Avru kes bir başka türlü soyıuyor. Kimisi de, onun doğrusu «Gourmand»dır diyor. Ben onu-bunu bilmem! Sözlüklere baktım: Birincis i için, «ağzının tadını bilen» karşılığı var. İkincisi, ise; hem ağzının tadını bilen, hem de çok yiyenler için kullanılıyor. Her tki sözcük de, yalnız tıkınmasını bilen «cburnlar için kullanılmıyor. Bizim deyimlerimiz içinde, «boğazına düşkün» var. Hem «ağzının tadını bilemıler, hem de «Obun> lar için, kullanılabiliyor. Bir yemekte, ustaca düzenlenmiş ve hazırlanmış yiyece,k lerle-iceceklerle, yalnız beslenme amacı aranmaz. Bu sofra, yaşama neşesi verecek hoş sohbetlerin sahnesi olur. Sofra keyfi, bütün ülkelerde - bütün zamantorda - her gün - bütün insanlar için geçerli... İsterse yalnız ayran içilsin... Başka hiçbir zevk ve keyif ile de çelişmiyor - zıtlaşmıyor. «Bazı başka zevkler gibi», yaşlanınca insanı terk etmiyor. Son nefese kadar sürüp gidiyor... Eğer vücut sağlığı hırpalanmamışsa... Eski Parisliferden d'aigrefeuille adındaki zot, cenneti şöyle tanımlıyor: «Sonsuza dek, ka kmodon sofrada oturulocak, sürekli yenip içilecek, açlık duygusu hiçbir zaman geçmeyecek, midenin dolduğu hiç anlaşılmayacak...» Rossini, yalnız besteci olarak tanınmıyor. Aynı zamanda, üstôd bir amatör aşçı... ömründe iki kez ağladığı söyleniyor: Birisi. «Sevil Berberi» operasının ilk sahneye konuşunda ıslıklandığı gece... İkincisi ise, «l ossini usulü» pişirdiği sığır filetosunu, havuza düşürdüğj zaman...

45 -45- pa ve Akdeniz'e «garum» adlı sosu üreten ve satan bir fabrika vardır. Gazetelerde-dergilerde ağzının tadını bilen uzman kişiler, yemek üzerine eleştiri yazar. Alman «Süddeutsche Zeitung»da yazan zat, gittiği restoranda, verdikleri sosu şöy e ar:ılatıyor: «Bu sosu etin üzerine değil, pantolonumun üstüne dökseydim daha iyi oloca ktı. Çünkü pantolonu. temizleyiciye gönderebihrdim». İtkel mutfaklar, «SOS» değil de, «şok» esasına dayanıyor. Amaç, zehir gibi acı baharat ile ağzı-burnu çarşamba pazarına döndürüp, ne halt yendiğini çaktırmamoktır. Her insan, kendi ütkesinin yemekleriyle neşesini buluyor. Ö rneğin biz pilav yanında kuru fasulyaya bayılırız. Hele bir de, pastırmalı-sucuklu yapıldıysa... Fransızların Cassoulet'si de, buna benzer bir fasulya yemeğidir. Bazı ulusların belirli damak keyiflerine bir örnek, Alman şairi H. Heine'den: «Din reformcusu Luther, Almanyoyı temelinden sarstı. Ama F. Dmke sôkinleştirdi: Bize patatesi tanıttı...» Almanların bir de bira aşkı var. Ü nlü başbakanları Bismarck, parlamentonun bütün üyelerfyte anlaştığı tek konu olarak, bira sevgisini gösteriyordu. Prag'ın cok sevilen sosislerinin adı: Vursty... Kalitesi iyi olursa, çatal batırıldığı zoman et suyu fışkırıyor. Bu nedenle Praglı erkekler birbirini. giysi ve kravatlarındaki et suyu lekelerinden tanıyorlar. Fronsanın Akdeniz kıyısındaki Provence eyaletinde, «Bouilla baisse» dedikleri balık çorbasına çok düşkünler... Hakları da var, gerçekten nefis yapıyorlar. Diyorlar ki: KMeltem esintileri Provence'a. şiirini, ressam Cezanne renklerini, balık çorbamız da damak zevkint verdi». Balık ded k de, aklıma geldi. Karadenizliler konuşu-

46 yor: «Hamsili pilav, iştah açanı. Birisi karşı koyuyor: «Denedim, iki tencere yedim, açmadı...» Yüzlerce-binlerce yıl geçecek (hesabını biz bilmeyiz). kıyamet kopacak. diriler-ölüler hep birlikte toplaşıp, cennete ve cehenneme gidecekler. Bir Karadenizlinin korkusu şu: Ya kıyamet koptuğunu duymaz da, sonsuza dek mezarda kalırsa?.. Çare aramış, mezar taşına şöyle yazdırmış: «Kıyamet günü uyanmazsam, mezarımın başında, 'HAMSİ' diye bağırın yeter, ben kalkarım». -46-

47 HAYVA N LAR 1 0. Asinus'a Sayg ı Asinus'un insan lığa h izmeti, İsa'dan önce ya klaşık dörtbin yıllarında başla r. Bir başka deyimle bu hizmet. a ltı b i n yıldanberi sürüp gitmekted ir. Köken i Equus asinus' tur. Lôtincesi asinus ya da asellus olup, Türkçesi «eşek» tir. «Tekpormak l ı lar» a ilesindendir. G ü n ümüz a sinus'ları nın kökeni, «Eq:.ıus asinus otlanticus»tu r. Bu onurl u a ileye mensup olan soylu yabaneşekleri, tarihte i l k defo Nil va disinde ( İ.Ö. 4000) evcilleşme talihsizliğine uğra m ışlard ır. Bu kara ta lih sürüp g itmiş ve tarih i n ilk eşek süva rilerine. günümüzden dörtb i nbeşyüz yıl önce Mısı r'da, dörtbin y ı l önce M ezopota mya'da rastla nmıştır. Asi nus (ya n i eşek) H ıristiya n h k tarih inde de büyük rol oynar. Hazreti İ sa'nı n Kudüs'e gelişi ile, ünlü M ısır'a ka çışın te k g üven ilir taşıt a racı, asinus'tur. Eşeklerin Grek ve Roma uygarl ıkları n ı n gelişmesinde de, temel görev leri olmuştur. Kafa büyü ktür. Ense yelesinde (deyim saçma. değilse), kısa ve dik d u ran k ı l lar vard ı r. Temel rengi, hafif doruya kaçabilen kahve grisi ya da gri (külrengi) olu r ki, tüylerin ka rı n bölümünde beyazlaşmasıyla, ayrıca şirin lik kazanı r. Kuyruk uzundur. Eşeğin büyük orga nları a rasında, kafası ve k u lakları a kla gelir. Eşek sağ l ığının e n güvenilir gös tergesi, kula klarının d i k duruşudur. Düşük kulaklı eşek, ma kam kaybetmiş pol iti kacıya benzer

48 Eşek lerin büyü k onur d uyduğu olayla r a rasında ka tırların babası olma ları, çok öneml idir. Her ne kada r, atla rı n baba ve eşeklerin anne olduğu h a ller var ise d e. bizde du rum fa rklıdır. Genelde eşeğin baba oluşu terc i h ed i l i r v e t ü m ü lkemiz katırların ı n pederleri, eşeklerd i r denebilir. Katırlar p laton ik yaratıklard ı r. Bedensel sevişmeden tümüyle vazgeçmişlerdir. Çoc u k la rı olmaz. U mutsuzluklarla dolu d ü nya larına, isyan etmezler. Tıpkı babaları g i bi, ömür boyu çalışır d u rurlar. Katırlar. kendilerinden önce yaşayan kuşakla rı n dene yimlerine. büyük saygı gösterir. Bunu, ıkırk yıl önce Hok kôri'de çalışır.ken gözlerimle görmüştüm. O zaman Hakkôri ' n i n tek yolu, bir karış genişl iğ indeydi ve Zap nehri yamac larındaki uçuru m l u kayalarda n geçerd i. Bütün 'k atı rlar dört aya kları n ı da yüzy ı l la rd ı r aynı yerlere basmışlard ı. Tıpatıp aynı yerlerde, nal çukurları acmışla rdı. Pekiyi, bu a kı l n erede n gelmektedir. Şöyle bir mantık yol unda n yü rüyerek. sonuca varı la b il ir. İ nsan yavruları için yapılan ya kıştırmalarda, örneğin akl ı babas ı ndan güzet l iğ i anasından aldığı söyleni r. Katırla r için d e d u rum ay nıdır. Güze l l ikleri atlarda n. a kı l la rı eşeklerden olınmadtr. Eşeğin inatçı olduğu söylenir... Ha ksızd ı r... Bu denli sabırlı bir yaratığa, hiçbir itiraz hakkı tanımamak, insan lığa yakışır mı? İnat sanılan şey, sadece eşeği n kendi si n e önerilen i mkônsız bir işi, kab u l etmeyişi değ i l m id i r? Aslında inat. eşeklere değ il. bir k;sım politikacılara vergr di r. Eşekteki azim. eşekteki sab ır. hangi hayvanda bu lu n ur? O köpek denen şaklaba n lar. on pa ra l ı k iş m i görü r? O n ları eşekler g i bi ça l ıştırmadı kça (ahlakla rı konusunda nasıl olu r da ciddi bir fikir edi n il ebilir? Eşek. a lay etmeye yeltendiğ imiz d ört ayağıyla yere sapasağ la m basar. Statik a çıda n en güvenl i biçimd ir. İn sanların her an düşme tehl ikesi içinde olduğu bu d ü n,

49 yada. eşeklerin d ü ştüğ i gö rli imez h ile... Eşekler insa n ları düşürebilir, insanlar eşekleri d üşü remez. Karga. hayvanlar ara sında, yürüyüşün ü n afil i olma sıyla ü n l ü... Ancak yine an latılır k i saksağan, karganı n yü rüyüşünü tc k!it etmeye ça l ışırken, kendi yürüyüşü n ü u nu tur, b i r daha yürüyemez olu rmuş di ye... Oysa eşek, saksağan g i bi bir a şağılık d uygusuna düş mez, atın g u r u rl u yürüyüşünü tak l it etmeye yeltenmez. Ç ü nk ü :bi l i r ki herkes. hoş ol sun nôhoş olsu n, ancak ken disine ait öze l l i klerle bir kişilik bütü n l üğ ü oluşturur. Bilir ki y ü rüyüşü dahil, herşeysi eşekçe ol malıdır. Ü lkemiz. eşek!er sa İzin verirseniz sormak isterim yesinde rekorlar kitabın{] geçebilecek ağanüstü bazı ku ru luşları sinesinde barındırmıyor mu? «Eşek mezbahaları», ya lnız bize özgü işletmeler değil m i? Ba şkaları öğrenmesin diye, bu nları g izli kurm uyor muyuz?... Eşeklerin ü l kemizde i nsan sağlığı na yaptığ ı her türlü katkı i çi n, a yrıca şükran borcumuz olduğunu belirtmek gö revimizdir. Biz insa nlıık görevimizi yapa rsa k onların a nla yacağına inanmak, bir kere daha insan lık borcum uzdur. Eşekleri n, sa nata en yakı n hayvanlar olduğu yadsı na maz. Anırmaları bile i ki noto lıdır. Nefes verirken kalın, ne fes a l ı rken ince ses çıkarırla r. Dört ayaklılar a rasındo. tek notal ı havlamalardan - kişnemelerden başka ses ç ı ko ro n, h a n g i yaratık vardır ki? İ nsanların yaptı ğ ı bazı ha m esprilere «eşek şa kası» denmesi, bu c iddi yaratıklara yapılan en büyük haksızl ı k la rdan birisidir. Zaval l ı eşeğin bütün ö m rü, ciddi ca l ışma l arla geçe r. Şa ka yapmaya zamanı mı ka lır, takatı m ı? Bir gerçeğ i ka rş ı koyula mo yacak g i bi a çıkla ma k, yine i n sa n l ı k borcudur: Tarihte şaka yapan eşek görü l memi ştir. Za va l l ı ları n sırtına yü k lenen bu şa kaların hepsi n i. insanlar yapmışlardır F./4

50 Eşek şaka yapmcz a ma, m izahta n a nladığına da i r i nand ırıcı emôreler vardı r. Tari h in bütün ü n l ü leri ata bin miş!erdir. Tablolar bu kahra m a nları, hep a t üstünde gös terir. Oysa bizim mizah p irim iz Nasreddi n Hoc a 'n ı n yeğle d iği taşıt. eşek değ i l m idir? Aklımızın simgesi saydığımız Hoca'nın bu davra nışında, eşekten yana bir tercih oldu ğ u n u anlamamak, eşekleri k üç ümseme ha k k ı n ı a l ı r gö türür. Selôm size asinus'lar!

51 11. Kurt l a r ve Köpekler Ad ı Avrupa Ekonom fk Top l u l uğu (AET) mi, yoksa Av ru pa Toplu luğu (AT) mi, her neyse oraya g irmek istiyoruz ya! Nereye g i receğ imizi tan ıma mız gerek... Hiç olmazsa fı kra la rından... Fııkralan nı bile b il med iğimiz bir yerde, şaşı rıp ka lırız sonra... Ö ğretmen sın ıfta soruyor: «Bir karınca. kendi a ğ ı rlığı n ı n 50 misli bir yü kü taşır. B u bil g iden nasıl bir sonuç çıkarılabilir?» Bir öğrencinin yanıtı : «Sendik a ya üye olmamışlard ı r.» İ nsanlarla hayvanlar arasındaki i l işki. çok öne m l i... B u ilişkinin. ömürl eri tü ke n d ikten sonra bile, süreceğ i n i düşünen var. Kimisi d ünyaya, b i r kez daha geleceğini sa n ıyor. Hatta başka ya ratı k olarak.. Ş imdiden sipariş bile veriyorlar: «Ben bir da ha d ünyaya gelirsem, deve olma k isterim..» Arkadaşı u mutlu d eğ i l : «Bu isteğ inin yerine g e leceğ i n i sanm ıyorum...» - «0 neden?» «İ ki kere aynı şey olunmaz d a onda n.. :» Deve. en a z d ü şünenlere örnek g öste ri l iyor. Oysa, de veden d e a pta l ne görke m l i yaratıklar var... Bir hayva n ı n beyni küçüldükçe, kalbi büyüyor. Ö rneğin deve yatıp kalk mayı a k ı l ediyor da, zürafa edemiyo r. Bu yüzden kalbinin ağırlığ ı, tam 12 kilo... B i r kalp ki, orta boy b ir maymun kadar... Akı l. boyla-kiloyla-makamla orantılı değil... En küçü k, en a k ı l l ı ve kü ltürlü olabiliyor. Sinemada son seans, gece- 51 -

52 yarısı bitiyor. Aradan iki saat geçiyor. İ k i fore, zamanın geldiğine inanmışlar, mak i n e da,iresi n e dalıyorlar. Biri si f i l m i kem i rm eye boşl a m ış, öte ki soruyor: «Nasıl buldun?» «Boşver! Romanı daha i y iydi...» İ skoçyol ı tutumlu ya! Fare ka pan ını ku ru yor. Kapa na peyn i r yerine de, dergiden kestiği bir peynir reklamı ko yuyor. Ertesi sa bah bir de ba k ıyor k i, kapana, bir fare fo toğrafı yakakınmış... İ nsanlar, endüstri ürünlerindeki h ı nzırlı kla rı çakmıyor. Oysa artık, hayvanlar bile kül yutmuyor. Yaz gelince kışltk lor, k ı ş gelince yazlıklar dola plara kaldırı l ı rken, ceplerine nafta l i n k on u r ya... Çünk ü na.ftalin konmazsa, g üve de nen kanatlı böcek, yünlü ve pa muk l u ku ma şla rı yer... An cok, uyga rl ı k i lerledi kçe, güvelerin başına nafta l i nden boş ka belalar da gelir o l m uştu r. Güven in biri i syan edtyor: «Naylon, PoliokrH, plasti k kuma ş.. Utan mazca sah tekörlık b u i ş!..» İ nsa n la rı, insan yerine koyan ha yva nla rdan biri de pa pağa n lar... M u ttal ip bey k u şç u dükkôn ına g irip, dokışma yo başl ı yor. H oşu a g iden bir papağan a soruyor: «Sen konuşabilir m isin?» Papağan kızıyor: «Amma apta l ca soru... Sen uçabilir m isin?» M üşteri, papağa n sotıcısına karşı koyuyor: «Fiyatına diyeceğ i m yok 0ma, bu papağan ağzın ı açıp do te I< söz söylemiyor.» Satıcı: «Şu a nda elbet s öy lemez. Bu kadar ucuz sa.tırdığını duyunca. kızgınlıktan dil i tutuldu. ıı Hanı mefendi satı n olacağ ı köpeğin şeceresini soruyor, köpekçi anlatıyor: «Eğer bu köpek konuşabilseydi, ağz ı n ı aç ıp ikimize de söz söylemek tenezzülünde bu lu n mazdı. O ka dar soylu dur.» Müşteri köpek satıcısının, nere<ieyss boğazını s ı ka. n

53 cak: «Dün bana sattığınız bekçi köpeği. beş para etmez...» Satıcı şoşkın: «Ama neden?» «Dün gece o kadar çok havladı ki. hırsızın sesini duyamadık...» Köpek de bozan kurt gibi ulur. Erbabı, kurt uluması ile. köpek ulumasını birbfrinden ayırmasını bilir. Köpeklerle kurtlar arasında ki ilişkiler. siyasal partiler arasındaki ilişkilerin tıpkısıdır. Birbirlerini, en can alacak yerden ısırmaya çalışırlar. Hatta insanlar için söylenen «eski kulağı kesiklerdendir» deyimi, kurt-köpek ilişkilerinden kaynaklanır. Aslında köpekler için söylenir... Neden? Takım halinde çarpışmasını iyi bilen kurtlardan biri. köpeği kulağından yakalar - bırakmaz, ikinci kurt köpeğin boğazını ısırarak işini bitirir. İşte onun için çoban köpeklerinin kulağını keserler ki, kurtlar kapmasın. kavga gücü artsın diye... Ele-avuca sığmayan insanlara, işte bu sebeple eski kulağı kesiklerdendfr denir. Amaç iltifattır. Arzettiğim bu bilgi, yarım milyon nüfuslu eski İstanbul'un, Narlıkapı semtinden edinilmiştir. Kültürün böylesi, öyle olur-olmaz yerlerden alınmaz. Bu açıklamakjra. ansiklopedilerde - deyimler sözlüklerfnde falan rastlanmaz. Bir ilkokul sınıfı... Çocuklar cin mi cin, canlı mı canlı... Güzel öğretmen hanım. hayvanları anlatıyor. Çocuklar çoğunu tanıyor. Hatta taklitlerini bile yapıyorlar... Ke dinin. hindinin, horozun, kazların, eşeklerin, köpeklerin... Hepsini yapıyorklr oma. aralarından kurt taklidi yapmasını bilen çrkmıyor. Oysa öğretmen hanım, kurt taklidi yapılmasını istiyor... Hınzır oğlanlardan biri atılıyor: «Öğretmenim! Benim dedem çok güzel kurt taklidi yapar. Üç bina ötede oturur. _Hemen alıp getireyim mi?» Öğretmen memnun: «Haydi çabuk getir dedeni!» diyor. Birkaç dakika sonra içeri giren ak sakallı ihtiyara öğretmen hanım: «Hoşgeldiniz!» diyor. İhtiyar duymuyor: «Efendiiim?» Öğretmen. bu sefer bağı- -53-

54 rarak: «Hoş gelai niiiz..» Adamcağızın kulakları h iç d uy m uyor: «Efendiiim?.» Öğretmen: «Kurt taklidi, kurt?» İh tiyar: «Haaa?. i> Anlaşmak m ü mkün değ i l... Küçük öğrenci söze.karışıyor: «Öğretmen im! Siz sor masını bilmiyorsunuz. Ben söyliyeyim de, bakın nasıl kurt ta klidi yapacak..» Torun, dedenin karşısına geçiyor... Dudaklarını oynatarok (ve bazı e l işaretleri yapara k) so ruyor: «Dedeee! Gençliğinde sen nasıldın?.» İ htiy ar, patlı yor - g ürl ü y or: «Aaaooou u u uııı»

55 Hayvanlar Üzerine Geçenlerde, hayvanları sevnıektense, bitkileri sevmeyi yeğlediğ imi anlattım. Hayvansever dostlar, böyle düşünmemi, benim duygusuzluğuma bağladılar. Hayvanların zekôsı, inceliği, bağlılığı konularında, nutuklar dinledim. Hatta köpekleri çok seven bir sevgili kızım, onları layık oldukları yere koymadığımı düşünmüş... Bana kızmış. Şimdi, önce köpeklerden boşlayarak hayvan-insan ilişkileri üzerinde kısaca duralım... Bakalım kendimi bağışlatacak mıyım? İlk işim, köpeklerle insanların zekôsını karşılaştıracak olan bilimsel araştırmalardan örnek vermek olmalıdır... Sokak köpeğinin biri, yolda eski bir arkadaşına rastlıyor. Bu ikincisi, köpekhkte çok ilerlemiş... Talihi de acık... «Köpek psikolojisi araştırma enstitüsü» kadrosuna girmiş... Ötekinin: «Nasılsın?» sorusuna şöyle yanıt veriyor: «Cok iyiyim. Eğer canım birşeyler yemek istiyorsa, birtakım saçmalıklar yapıyorum. Beni doyurmak için, deli gibi uğraşıyorlar.» Bu kış gittiğim zaman anlatmışlardı. Rolls-Royce so kakta yavaşça ilerliyor. Kibar Côto d'azur kenti yerel gazetesinin kapısında duruyor. Şöför koşup kapıyı açıyor. Hanımefendi içeri girip, danışmadaki görevliye soruyor: «Dün gazetenize bir ilan vermiştim. Çalınan köpeğimi bulana, beşbin dolar ödül verecektim. Acaba gazetenizin

56 hangi yetk i l isi, bana bu k ::muda yen i bilgi ol u p olmadığını söyleye bi l i r?» «Hiçbirisi söyleyemez. H e psi köpeğ ini!i aramaya g it ti. Daha dönen olmadı.» M ü şt e r i si köpek saticısına çok öfkel i geliyor, şi köyet ediyor: «Bana bir köpek sattınız. Çok iyi korur dediniz. O ysa dün akşom evime hırsız girip beşyüzbin l ira mı çaldı. Köpek havlamadı bile...» Köpek satıcısı ora l ı değ il, umur sam ıyor: «Sizden önce çok z engin insa nları n yanındaydı. Ufa k m i kta rlara a ğzını a çmaz.» Evin küçük oğlund a, hayvan sevgisi duyguları uyan d ı rm a k isten iyor. B u da bir eğitim yolu... En az zararlısı d iye, -bir kaplum bağa hedi ye ediyorlar. Ancak küçük oğ la n sevinmekle birl ikte şaşkın : «İ yi ama, ben bunu okşama k istersem, kapağını nasır. kaldıracağım?» Hayvanlar i nsanla ra benzetilmeye kızmıyorlar. Çünkü haberleri olmuyor. Haberleri olsaydı, ne yaparlardı bilmem. İ nsan ların tepkisi ise, benzetildikleri hayva na göre değişi yor. Boğaya benzeti len övünüyor da, öküze benzetilen bo ğalaşıyor. Arslan olmai< makbul sayılıyor da. eşeğe ben zetilen kızıyor.. Hem de doğru dürüst birşey 'bi l meden... Baka l ı m -a rslan i l e e ş eği, her bakımdan ciddi ola ra k k a r şılaştı rm ı ş mıdır ki?. Tilkiye benzeti lmenin tepkisi, a d a m ı na göre... Benze tilmeyi özendirecek bir soru ş öyle: «Bir müzmin bekô r He. bir tilki a rası nda ne fark vardır?» «Fa rk yoktur. İ kisi de oltadak i yemi. yakala nmadan götürmeyi bllir.» Afrika'da zencileri n yaşadığı yerlerde bu lunan «çeçe>) sineğ i var. ısırdığı zenciyi u yutuyor. Afri ka'nın söm ürge ol duğu za ma n larda, bütün memurlar da beyaz Avrupa lı ya

57 O zaman sorarlarmış: «Bir zenci ile bir memur orasında ne fark vardır?» diye... Yanıt şöyleymiş: «Çeçe sfneğinin ısırdığı zenci uyur, memur uyanır.» İşte uyku ile ilgili bir bilmece-soru doho: Bir ayı ile bir miskin arasındaki fark nedir? «Ayı yalnız kışın uyur.» Ayıların doğa merakı, e bet de insanlardan fazla... Çünkü içinde yaşıyorlar... Apartman yaşayışına yabancı zavallılar. Sonbahar gelmiş... Ağaç yapra klarının dökülmesini seyreden iki ayıdon biri, ötekine dtyor ki: «Çok merak ediyorum. Bu kış, uykumdan vazgeçeceğim ve ilkbaharda bu yaprakları tekrar ağaçlara nasıl yapıştırdıklarını göreceğim...» Yavru arslan artık büyümüş... İlk kez sirk çadırının ortasındaki arenaya çıkarılıyor. Etrafına ba kınıyor. Yüzlerce insan büyümüş gözlerle onlara bakıyor. Yavru arslanın ödü kopuyor. Baba arslana korku içinde soruyor: «Bu kadar çok yaratık burada ne yapıyor?» Baba arslan avutuyor: «Korkma! Hepsi demir parmaklıkların arkasında...» Öğretmen soruyor: «Bana Christoph Kolombus'u kim anlatacak?» Çok bilmiş öğrenci atılıyor: «Bir tavuk cinsidir.» Öğretmen şaşırıyor: «Aaa!.. Bu do nereden cıktı?» «Yumurtası ünlüdür.> Her yaratığın eser vermesi, kendine göre... Tavuk hanımlardan biri, konuyu birkaç hafta düşünüyor. Sonra arkadaşlarına, vardığı sonucu bildiriyor: «Yazıklar olsun bize! Yıllarca bu kadar eseri (yumurtayı) ortaya koyduktan sonra,.bulunduğumuzdan daha iyi bir yere gelmiş olmalı idik... Ziyan etmişiz ömrümüzü...» Tavukların zekôsı konusunda, pek parlak şeyler anlatılmıyor. Oysa bana gelen bilgiler, 'bu yolda değil... Tavuklarda derin bir gözlem yeteneği var. İki tavuk, paskalya zamanı bir Avrupa kentinde gezi- -57-

58 yorlarmış. Derken, b i r pasta hane vitrininde, birkaç karış yü ksekliğ inde çikolatada n bir yumurta g örmesinler m i? İ ki s i de h eyeca n la n mış. B irisi, «Hemen içeri girip sora l ım» d iyor. Ötek i. «Neyi?» deyince : «Horozun adresini..» Dünya değ işti... Artık inekleri döl lemek ıçın, boğa ları yormuyorlar. Veterinerler cihazlar ve tüp lerle gelip, yapay dölleme yapıyorla r. Veterine r büy ü k çiftliğe bu amaçla ge lm iş, bütün inekle ri aşı l ıyor. Er. sona bir inek ka l m ış a m a, veterinerde tüp k a l mamış... İ neğ i okşayıp söyleni yor: «Ey sarı k ız! Darı lma! Sana bugünlük ma lzeme kal madı.» Sarı kız dudaklarını uzatıp böğ ü rüyor: «Ö p bari. >>... Şimdi se:nırım bir noktaya d ikkat etmen in sırasıdır. Bütün h ayvan la r, insanlara benzetildiği için sevimli olu yor... İ nsanlar d a ha yvan lara be nzediği zaman g ü l ünç

59 13. Kim K i m i Sev i yor? İ nsanların bu kadar ağır sorun u va rke n, hayvanlarda n söz açmak doğru m udur? Daha önemlisi, insa ncıl mıdır? Dünya ve ülkemiz, çeşitli olaylarla sarsılırken, i nsa n ları bırakıp da sözü hayvan la ra kaydı rmak, yakışık a lır mı? Sanıyorum al ır... Biz hayvanları insan yerine koyduk ça, onlar da bizi hayvan yerin e koyacak, yaklaşacağ ız. H em hayvan ları küçü ltmemiz icirı, hangi vicdan nedenine dayanacağız? Dünyada son ayların olaylarına göre, bizim mi, yoksa hayvanla rı n mı daha «insancıl» davrandığ ı, acık ça belli değil midir? Boba öğütü dinlemelidir d eğil mi? Bu işin kanu n u yok... Dinlemen in u yg u n olu p olmadığı, öğütüne ve ba basına gö re değişir. At yarışı yetiştiricisi ve ahır sahibi bir adam. «Hayata atılan» oğ luna şu öğütü veriyor: «U nutma oğ lum, altın eğerli bir katıra, bütün saray ka pıları açılır...» İnsanlarda «hayvan sevgisi» vardır. Bencil bir duygu dur bu! Çünkü bu işin içinde, biraz da hayvan ları i nsanla rın yerin e koymak bul u n uyor. Yoksa yanılıyor muyum? Yeteri ka dar sevecek insa n bulamayan la r, sevgi konten jan larının bir bölümünü, hayvanlara mı kaydırıyorlar... Yoksa ikisi de m f? Hangisi olursa olsun, bu olasılıkların hiçbiri insanla ra onur bağışlamıyor. İnsanlarda hayvan sevg isi var da, hay van larda «İnsan sevgisi» olduğuna inana mıyorum. İnan- 59 -

60 mamalı o kuyruk sallamalara, kucoğo oturmalara, kişnemelere... Hepsi hesaplı... Sevginin hesaba dayananı olmaz. Çiftçi Müller, öğle vakti telaşla doktora koşuyor. Bu ağırk'clnlı adamın telaşına şaşan doktor soruyor: «Önemli <bir durum mu var?» Müller: «Hem de nasıl? Ben hastayım, at hasta, karım hasta, domuzun ise işti hası yok..» Hanımın. aile sorunlarıyla siniri çok bozulmuş... Çevresinden kopsun diye, uzunca bir köy tatiline gönderilmiş... Gerçekten de doktorların dediği oluyor, kocasını da özlüyor. yuvgsına dönüyor. Adam da iyi karşılıyor: «Hoşgeldin karıcığım! Evine döndüğüne sevindim. Umarım ki artık köy hayatını, inekleri-öküzleri, atları-eşekleri özlemezsin...» «Hayır. hayır... Sen varken...» Hem şöyle bir düşünelim: Tarih boyunca insanlar mı hayvanlara iyilik etti, yoksa hayvanlar mı insanlara? Sö mürdük biz zavallıları... Zaten durum değişmedi. İyilik ettiğimizden bile, karşılık bekledik... İnsafı elden bırakmıyorsak, doğru konuşmak zorundayız: Hayvanların insanları sevmesi için, ciddiye alınacak dayanaklar bulunabilir mi ki? Sonra do, uslan-kaplan-timsqh gibi yaratıklara, «vahşi hayvanlar» etiketini yapıştırıveririz. Oysa bu zavallılar, üstlerine gidilmedikçe insonlara yaklaşmazlar... Bunl'Clra vahşi diyen insanjar, binlerce-onbinlerce mezbaha çalıştırarak, her gün milyonlarca hayvanın canını alır. En iyi baktığ. ımızın. en çok sevdiğimizin reklamı yapıkın hayvanlar: Atlar... Onlara bile çektirdiğimiz çile, insafa mı sığar? Binicilik sporuna heveslenen gene kız, ôfet mi ôfet... Gözalıcı, ince... Bir gören, bir daha başka yere bakamıyor. İlk olarak engel atlıyor. Kendisi uçarak geçmiş ama, at engel üstüne düşmüş, kalmış. Binicilik hocası, çimenler -60 -

61 üzerine uzanıp g ü l ümseyen güzel ijiniciye rica ediyor: «Birinci deneme içirı, çok iyi... Yal n ız lütfen, bir da ha ki sefere, a tı da yan ı n ıza a lmayı u n utmayın...» ıbir at ya rı şı nda iki jokey birden. aynı a nda attan dü şü yorjor. Birisi kafasını vurup kendinden geçiyor ama, öte ki derhal ayağa kalkıyor ve a ta atlıyor. Öndekilere de ye tişip, onları bile geride bırakıp, ıbi r i nc i oluyor, ancak d is kalifiye ediliyor... Neden? Çünkü şaşk ı nlı k la. öteki n i n a tına a tla mış... U çakta n, otomobilden başka 1bir şeye binmemiş bir şehi rl i... Kı rkından sonra ilk kez, ata binmeye heveslen miş... B i ndi ri l mi ş ama. ne yapacağ ı n ı bildiği yok... Üze ng i demirlerini, ayal<larını takacqğ ı na ellerine almış, soruyor: <'Atın emniyet kemerle ri nasıl 'bağlanır?» Oku lda doğa bilgi leri ders i... (Bizde hôlô var mı?) Ö ğ retmen soruyor: '< B i r a ygır i le iğdiş bir at a rasında ki fark nedir?» Veterinerin oğlu i y i bil iyor: <,Aygırın baba olması mümkündür. Ama iğdi ş a t, a n c a k a m ca olabilir...» Jokey, iş kılığıyla, telôşla hastaneye başvuruyor. Kay dını yapan h emşi re hanım soruyor: «İyi bir binici misin iz?» Jo ke y, biraz da öfkeli, yanıt veri yor: <'Ben d ü nyaya eğer üzerinde geldim...» Hemşire: «Zava l l ı a nnen iz!..» Hayvanlar ôlem i nde büyük 'h eyeca n... Sosyete rez i l l iğ i var. En y üksek sınıftan ıbir a rap kısrağı, bir katır do ğuruyor. Bu yasak <IŞk. dillere desta n... Krat Aslan, sa rayına mensup olan kısrağt, öfkeyle sorguya çekiyor, hay kırıyor: «Nasıl olur da bir eşekle sevişirsin?» Kısrak mah cup, hesap veriyor: "Gözlerimi kapamıştım Ma j esteleri» Ver: Meksika... Rodeo gösterheri var. Ç ılg ın atla rı n üstünde, 'binici d u ra mı yor. Hele bir deh '<lt var ki, en h ızlı bin ici leri yere vurup sürüklemiş... En g özü kora :binici

62 bile, a rtık denemeye cesaret edemiyor. Derken, ufak-tefek ve sıska b iris i çtkmış: «Ben binerim» d iyor... İ zin vermek istememışler ama, sonunda i mza alm ışlar: «Sorumluluk benimdir» diye... Bırak mı şlar. Hayret!.. Adam o cılgın atı yola getirmiş, ödülü de kazan mış. Çevresini sa ran fa r, bu m ü th iş başarıyı nasıl kazandığın ı sorun ca, s ıska binici açıklıyor: «Ben im uzatmalı s evgilim, yılla rdan kırı r da.» beri s ürekli hıç

63 ÇAGIRI 14. Fısıltmm Gücü Erkeklerin, güzel hanımlara ba,kışlarını nasıl değerlendirmelidir? Soru da ciddidir, sorun da... Önce «kem gözle bakmak»ta n başlayalım. Bu deyim ile, sözlük anlamıyla, «kötü gözle bakmak» anlaşılır. Kö tü bakış, kötü kişinin işidir. Kişi kötü ise, nereye bakarsa baksın, 1kötü bakar. Böyle bir bakışın, hanımlıkla - beylikle lalan, ilişkisi yoktur. Kötü gözle bakmak yanında, «kötü niyetle bakmak» diye bir deyim daha vardır. Korkmasak - çekinmesek de, bunun ne demek olduğunu, biraz açıklığa kavuştursaık... Güzel bir hanıma bakan birisi, eğer ona hemen bedenen yaklaşmayı aklına getiriyorsa, bu adam «hamervah»ın biridir, işte onun bakışı kötü niyetlidir. Bir güzel kadın, herşeyden önce bir görsel sanat eseridir. Bakılmaz, seyir edilir, temaşa edilir. Bakmak, salt fizyolojik bir iştir. Sanat eserinin ruh ile köprü kurması, fizyolojtk olayın, sonrasında ve üstündedir. Ruh ile değerlendirilen kadın güzelliğinden, ten zevklerinin tepişmesi doğmaz. Oysa, küçük-yumuşak spor alanı zevklerini, aklından bir türlü çıkarmayan erkekler vardır. Tıka basa dolu otobüste oturacak yer bulaıı iki adamdan birisi, iyice gözlerini yumuyor. Öteki nedenini sorunca anlatıyor: «Ayakta duran kadınlan görmeye tahammül edemiyorum.» -63-

64 Hanımları aklına. bu derece ve bu bicimde takanlar. mantık dizisi sırasına göre düşünme gücünü yitirirler, saldırgan da olurlar. Hôkim sanığı uzun uzun sorguyoı çektikten sonra, sabrı tükeniyor ve azarlıyor: «'İtiraf et artık, bu kadına tecavüz ettiğini!..» Sanık esasa itiraz etmiyor oma, durumunu belirtiyor: «Evet... Ancok, hafifletict sebeplerin dikkate alınmasını isterim.» - «Neymiş o hafifletici sebepler?» «Bu kadın, benim oklımı başımdan alıyor.» Hanımlara, edep dahilinde ya klaşmak için, fırsatlar yaratılır. Örneğin yemeğe davet etmek bir çaredir. Gidilecek yerin ve yemeklerin secimi, imkôn ve hesap sorunudur. Restoranda masaya oturan gene adam, yemek lis-. tesini almış, cebinden kalemini de çıkartmış, listeyi çizip duruyor. Merakla bakan garsona do açıklıyor: «Birazdan sevgilim gelecek... Hep en pahalı yemekleri ısmarlar... Onları, bitti diye çiziyorum.» Para durumu elverişli olduğu halde hasisliği huy edinenler var... Bu tiplerin örneğini uzaklardan verelim de, yakınlarımızdan alınan olmasın... İki İskocyalı restoranda oturuyor. Birisi ötekini fısıltıyla uyarıyor: «Steve! Komşu masadaki sarışın kadın, sana pek tatlı bakıyor. Enayilik etme!» Steve de arkadaşına fısıldıyor. «Farkındayım... Hesabını ödesin diye bekliyorum.» Olanakları sınırlı bile olsa, hanımların değerini kavrayabilen, onlara karşı en cömert olanlar, yine denizciler... Açık deniz kaptanına, kazancı ile ne yaptığını soruyorlar, anlatıyor: «Bir bölümünü kadın ve içkiye ayırırım... Kolanını da har vurup harman savururum.» Bir de, çapkınlıkla ilgili masraflarını düşünmek zorunda olmayanlar var. Onların çapkınlik masrafı, bizim gibi1 petrol tüketicilerinin cebinden çıkıyor. Geçen yıl İspanya' nın Marbella'sında, yat limanında görmüştüm. Londro li- -64-

65 manına bağlı Schachnaz isimli ve ştıep kadar büyük bir yat, limana bağlıydı... Yata bir Rolls-Royce yaklaşmıştı. İçinden çıkan yaşlarındaki sarışın güzel kız, yata götürülmüştü. Bu kızın gençliği ve güzelliği, hôlö aklımdan çıkmadı. Bu unutamayışta güzel kızın masrafına, birkaç Cent de olsa, benim de benzin parası biçiminde iştirak etmiş olduğumu sanmanın. etkisi olsa gerekir. Playboy denen adamlar, oldum olası sinirime dokunmuştur. Hiçbir sorumluluğu olmayan bir yaşayıştan, olsa olsa cıvıklaşma doğar diye düşünürüm. Playboy, Rolls - Royce otomobiline kurulmuş, şöförüne emrediyor: «Soldaki gümüş grisi Jaguar arabayı kullanan hanımla tanışmak istiyorum. Lütfen hemen, o otomobile çarpınız...» Hamburg plakalı lüks otomobil, Stuttgart'a yakfaşıyor. Yol kenarında otostopçu bir genç kız, elinde gideceği yerin adı yazılı bir karton: München... Otomobil durup kızı alıyor. Tekrar yola düzülünce, sürücü diyor ki: «Tuhaf şey! Siz bugün rastladığım ve München'e giden, üçüncü hamile hanımsınız.» Kız sertçe red ediyor: «Ben hamile değilim ki...» Gene adam ise diyor kt: «Daha München'e gelmedik ki...» Alman restoranlarında, özellikle gasthauslarında servis yapanlar, genellikle erkekler değil hanımlardır. Bu hanımların güzelliği ise, bürolarda çatışanlardan daha az etkilemez. Öyle tavşan kızların çalıştığı müstesna lokalleri bir kenara bırakalım. Ama Avrupa ve Amerika restoran ve barlarında, bozan yine de o kadar güzel servis personeli hanımlar çalışıyor ki, niye saklamalı, yürnk oynatıyorlar. Eski Alman dostlarımdan Richard, özellikle bu güzeller konusunda uzmc:ndı. Bu hanımların, çapkınlara karşı «cifte kavrulmuş» olduğunu bilirdi. Ama yine de yakınlaş F./5

66 ma yolları n ı bu lurd u. Gün ü n birinde ilgine bir sahneye ta n ı k olduk. Yanımızdaki masada oturan, çok yaşlı - ici geç miş bir Alman, hepimize h izmet eden g üzel G isela'ya ası lıp duruyordu. Bu yapışkan l ı k, aylarca sürmüş zaten.. So n unda Gisela'nın tepesi attı. İhtiyara g id i p dedi ki:. «Herr M ü l ler! Gözünüzü açı n! Asıl bir 'evet' dersem. gün ünüzü görürsünüz.».. Bilmem Picasso'nun res imleri n i sever misiniz? Bu so ruyu n icin yöneittiğimi de açıklaya yı m : Kendisinin, hanım larl a ilgili bir sözün ü a ktarocağım. Resimleri n e kızan va r sa bile, sözünün olağanüstü g üzelliğini küçümsemeye kal kışmasın... Picasso d iyor ki: «Güzel bir hanımın fısıltısı, göreve çağınl m a n ı n g ök gürü ltüsüdür.»

67 15. Eski Boğaziçi Otelleri Büyük konuşanlar, yalnız büyük adamlar mı? Vooo... Dünya sorunlarına çare bulamayan yok... Bu yüzden de ülkemiz sorunları sahipsiz kalıyor. Azgın parasal enflasyona da alıştık... Alınan yok... Sanki -bu sorun başka bir dünyadan kaynaklanıyor... Hiçbir sorumlunun çehresinde. pembeleşme izine rastlanmıyor. Öte yandan enflasyonun bir çeşidi var ki, onu ciddiye alan vatandaş sayısı, sanki iki elin parmağı kadar... Bu acıklı iş, ülkedeki «cocuk doğurtma enflasyonu». Bir ülkede nüfusun yarısı 20 yaşın altında ise, orada çağdaş koşullarla kalkınmanın mümkün olmadığı haykırılmıyor. Açıkça anlatılmıyor ki, sonunda çocuk doğmasa da, erkek yine erkektir. Doğum konusunda önlem ve dikkat isterken, erkeklikten tenzilat talep edilmiyor. Hele evlilik dışı ilişkilerde, bu dikkat şart oluyor. Nüfus planlaması konı..sunda konferans veren adam, sözlerine şöyle başlıyor: «Saygıdeğer hanımlar, beyler! Yeryüzünde pek çok kaza çocuklar tarafından meydana getirilir.,. Pek çok çocuk ise, kaza ile...» Ülkemiz erkekleri, güçlerine güveniyor (nazar değmesin!). En çok sevdikleri spor, yatay egzersizlerle yapılanı... Bu konuda dünya ölçüsünde öncü sayılabileceğimiz söyleniyor. Bu spor olimpiyat programına alınırsa, altın madalya şansımızın kuvvetli olduğu iddia ediliyor. -67-

68 Uzman k işilerin a nlattığına göre, çapkın erkeği n has ola n ı, i l işkileri macunlaştı rm ıyor. İ l işkilerin k esil mesinden sonra bel l i olan «tatlı sürprizler»e sebep olmuyor. Vicda n g örevi. yal n ı z g üzel anılar b ı rakıp, kısa kesmek... Aralarında şöyle konuşuyorlar: «Şu mavi g özlü uzun saclı sarışın ı g örüyorsun ya! B ir za manlar ona ôşık olmuş tum». Arkadaşı ilgileniyor: «Ne süre i l e?» «B i l mem... Saata bakmad ım». Gene kız. kendisine hayra n olan delika n lının mektu bunu okuyor:. ((Sevgi l i Meleğim! Seni nasıl sevdiğimi a nlayamazsın... Senin için. denizlerin d i bine iner, kendimi cehennem a teş l erine a ta n m. Seni deli gibi özledim. Bu gece saat dokuz da, sen i sizin evin alt köşesinde u mutla bekleyeceğ i m (yoğmur yağ mazsa)...» Lüks bir restoran... Yerine otura n bir hanımefendi. şaşkı n l ı kta n küçük d i l i n i yutaca k neredeyse... Kendisine ;- ait en güzel gece kıyafetin i g iyen oda h izmetçisi, b ir beyefend i ile oturmuş, yemek yiyorlar. Hanıme fe ndi m üdür aracılığ ı i l e beyefendiye haber yolluyor ki, ya n ı nd a ki ha n ı m kendisinin oda h izmetcisidir v e ken d i tuval etini giy m iştir. Beyefendi de hanımefendiye haber yoll uyor k i: «Ü zülmesinler... Bir soa ta kalmaz, soyunacak...» Benim çocukluğumd a (gençliğimde b i l e değ i l ), gaze telerde okurd uk. «Boğaziçi Otelle ri» ünlü bir deyimdi. Ah l a k zabıtasının önemli işi, bu otelleri basmaktı. Erkekler za'bıt tutup evlerine yollanır, ka dınlar ise «emrazı zühre viye» hastanesine muayeneye gönde rilirdi. O zamanki Boğaziçi otel tarifel erine, seyrek de olsa orta ha lliler b i le katl anabilirdi. Aym d u rumdaki kişi bugün kü Boğaziçi otellerinin, postanesine zor g irer. Evet, orta hal l i çağın gerisi nde kalmış, oteller ise çağ atlamıştır. O yıllarda bir a rkadaşımızın 'başına gelen İŞİ, hôlô u nu ta m ıyoruz. Dostumuz Za mpik Ahmet. hanıml a rı n kol

69 bini caimal<toki hüneriyle ünlüydü. «Bir bakışı yeten> diye bilinirdi. Hanım ne kadar gene ve güzel olursa olsun... Yine öyle oluyor. Boğaziçi otelinin kapısında rastladığı, nefes kesen güzellikte bir hanımın, bir anda kalbini çalıyor. Otele giriyorlar. Güzel kızın karısı olduğunu bild irerek, başvuru formunu imzalıyor. Odaya çekiliyorlar. Ertesi gün öğleye doğru uyandığında, yalnız... Hemen giyinip aşağı iniyor ve hesabı istiyor. Fatura toplamının şaşırta n yüksekliği karşısında, feleğini şaşırıp mırıldanıyor: «İyi ama ben bir gece kaldım...» Memur durumu açıklıyor: «Evet ama beyefendi, sayın eşiniz 20 gündür otelimizde kalıyor». Dolandırı lmanın ve kazık yemenin dışında, dünyanın az yıldızlı otelleri bile çapkınlar için cennet... Saat hesabı kiralanan tertemiz odalar bile var. Japonya'da böyle otellerin çok küçük ve kalabalık olması yüzünden, evli çiftler bile kaçıyor. Bir yandan da, garsoniyerin elektrik makbuzunu cebinde unutup, fena halde yakalanan çapkın dostlarımız. başka çapkın dostlarımızı otellerden yararlanmaya teşvik ediyor. Gene çift geceyarısı otele başvuruyor. Eşyaları yok, ikisi de çekingen ve oğlan kekeiiyor. Deneyimli resepsiyon memuru akıl veriyor: «Biz dürüst bir oteliz. İki kişilik bir oda alın, yeter. Sabaha karşı koridorda yürümeler ve kapı vurmalardan hoşlanmayız». Çapkın erkeklerin işi zor... Onları yormamalı... Bilmece bile sorulacaksa, kolay tarafından sormalı... İşte kopyası baştan verilmiş örnek şöyle: «Bir oyuncak trenle, bir kadının göğüsleri arasında ne fark vardır?» «Yoktur... İkisi de çocuklar içindir ama, büyükler oynan>

70 Çapkın erkeğin gözü doymaz. Dünya işlerini sanki 'bitirmiştir de, uzay araştırmalarına girişmiştir. Venüs'lülerin, dünya çapkınlığı üzerine hikôyelerini, onlar aktarır. «Aceleniz neydi?» fıkrasını duymayan kalmamıştır. Hep geçmişten anlatacak değiliz ya! Bir de gelecekten haber verelim: Astronotlar Venüs uçuşundan dönmüş... Birisi Venüs kadınları üzerine anılarını ve görüşlerini anlatıyor: «Hiç yadırganmıyor, hepsi tıpkı dünya kadınları gibi... Ancak memeleri sırtlarında... Göze tuhaf görünüyor ama. dans ederken zevkine doyum olmuyor...»

71 16. Akıllarından Çıkmıyor Hazretin biri kalkmış. hikmet savuruyor: «Erkeklerin rüyası, hanımların kendilerini kollarıyla sarmaları, ama ellerine geçirmemelerıdir» gibi... Sanırım yutturuyor. İş rüya görmeye kalırsa, insanlar kendini tutamıyor, istiyor da istiyor. İnsan istediği bir şeyi olamasa bile. onun rüyasını görmelid ir. Bu da bir tedavi biçimi olsa gerekir. Tahminlerimde yanlışlık olabilir, oma sanırım bir gerçeğe, hiç olmazsa bizim kamuoyu aroştırma kuruluşları kadar, yaklaşmış olurum. Diyorum k şimdi Türkiye'de, hin kişi başbakan olma rüyası görüyordur. İyi ki de görüyordur. Çünkü hiç olmazsa rüyasını görmeseler, bu bin kişiden yüz kişisi çıldırır. Yazık değil mi? Ya bakan olma rüyası görenler? Kesin söyleyeyim: Tam 450 kişidir. Yok, yok, affedersiniz 449 kişidir. Çünkü bu zevattan birisi, başbakan olur. Geri kalanı, iyi ki rüyasını görür. Yoksaaa? Hımmm... Milletvekili olmak rüyası görenler ise, son yerel seçimde adaylık koyan, birkaçyüzbin kişidir. Rahibelerin de, sevişme rüyası gördüğü anlatılır. Eh. onlar da, bari rüyasını görsünler... Bir rahibe hanım, manastırda gece yatmış uyumuş... Derken rüyasında bir erke.k melek gelip, yatağına yanaşmasın mı? Kendisini kollarına alıp, pencereden dışarı çıkarmasın mı? Kanatlarını çırpa çırpa, rahibe hanımı bulutların üstündeki şatosuna -71 -

72 götürmesin m i? Sa nki bütün bun la r yetmemiş gibi, kız cağızı yatağa yatırıp soymç:ıya başlamasın mı? Sonrası da meraklı... Erkek melek kızcağızı okşayıp öpüyor, okşayı p öpüyor... Ara da n yarım saat geçmiş, hôlô okşayıp öpüyor... Bir yarım saat d a ha okşayıp öpüyor Rahibede sabır ka lmamış, soruyor: «Ee, sonra?» Erkek melek d iyor ki: «Sonrasını ben bilmem... N ihayet bu rüya, senin rü yan... Söyle de, ne istiyorsan yapayım...» İsra i l b u... Fanatik dinci dolu... Oysa bir Amerikalıdan dinlemişti m, Amerikadaki ya hudi ha hamları, bayağı tole ranslı kişilermiş. Şöyle ki: Amerikan otellerinin birine, gece vakti bir satış m ü messili geliyor. Yer yok. odayı bir haham ile paylaşaca k... Odaya gird iğinde selam veriyor, haham d a eğilerek kar şılık veriyor ve d uaya devam ed iyor. Sonra hangi yatakta yatacağını soruyor. H aham e liyle işaret ed ip, duaya d e vam ediyor. Satış m ü messili haha ma: «Ben g e ce yatağa bir kız alırsam ra hatsız ol ur musunuz?» d iye soruyor. Haham iki parmağını havaya kaldırıp, d uaya devam ed iyor. Napolyon... Ü n l ü pervasızlarda n biri... Bu yan ı n ı bile, ü n ü n e ü n katmak için kullanabiliyor. G ü n ü n birinde, çok önemli bir toplantı için, ba kanlar kuru l u n u topluyor. Bir ara uşağı gelip kulağına fısıldayarak, kendisini bir kadı n ı n birbuçuk saattır salonda beklediğini a n latıyor. İmpa ratorun ta l imatı kısa: «Soyunsun!» Napolyon gibi pervasızlık edi lmese bile, cinsel konu larda olağa nü stü d i kkatli olmak gere kiyor. Bu konuda. yaşlı profesörler bile, istisna olamaz. B i li md e g izl ilik ol mayacağı inancıyla da olsa e n ufa k d ikkats izlik, neşeli ve aynı zamanda ayıp sa hnelere dönüşebilir. Zooloji profesörü Afrika gezisinden dön üyor. Öğre n

73 cilerini evinde caya çağırıp, gördüklerini anlatıyor: 11..Ve sonunda erkek aslanın korkunç kükremesini duyduk. Sandık ki çevredeki hayvanların ödünü koparmak istiyor. Oysa, bu bir aşk çağırısı imiş... Sesi tanıyorsunuz: 'Aaooo uuu...' gibi bir şey...» Tam bu sırada kapı açılıyor, profesörün karısı soruyor: «Beni mi çağırdın?» Müdür bey iş gezisinden dönüyor. Bir başka müdür arkadaşına rastlıyor. Soruyor. «Gözlerin neden bu kadar kızarmış?» Öteki de anlatıyor: «Geçici görevle buraya geldiğim gece, otelde güzel bir kadına rastladım. Uzatmayayım... Sonunda odama çıktık. Ertesi sabah uyandığımda kadın ağlıyordu. Evli olduğundan vicdan azabı çekiyordu. Ben de duygulandım, birlikte yarım saat ağladık...» Beriki müdür şaşıyor: «E birader, sen buraya geleli, bir ay oldu, gözlerin neden hôla kıpkırmızı?» «Sen de har gün yarım saat ağlasan, senin de gözlerin böyle olur...» Benzer olaylardan, acaba başka nasıl sonuçlar çıkabiliyor? Şehire ünlü bir falcının geldiği haberi, anında yayılıyor. Adam iskambil falıyla geleceği öyle bir okuyor ki, kelimesi sekmiyor. Müller ailesi de merak içinde... Randevu alıp karı-koca birlikte gidiyorlar. Şiddetli merakları, kac çocukları olacağı... Falcı kartları açtıktan sonra hanıma diyor ki: «Sizin üc çocuğunuz olacak...» Sonra heye dönüyor: «Sizin de bir...» Avrupada, tütüncü dükkônları, pek fiyakalıdır. Pipo lar, purolar, çakmakların da çeşidi vardır. Cici kızlar hizmet eder. Adamın biri dükkôna girip, bir paket sigara alıyor ve hemen bir sigara yakıyor. Cici kız uyarıyor: «Burada sigara içilmez». Müşteri bu yasağı kavramıyor: «Bu nasıl iş? Hem satıyor, hem de icirmiyorsunuz...» Kız: «Biz burada prezervatif de satıyoruz ama...»

74 -74- Evli çift... Otomobil kazası geçirip, öbür dünyaya beraber gidiyorlar. Protokol görevlisi Aziz Piyer karşılıyor. İlk iş günah sorgulaması ya, önce adamı, etkili yöntemlerle sorguya çekiyor. Zavallı sıkıntılar içinde, karısına üç kere ihanet ettiğini itiraf ediyor. Üç kere iğne batırılarak, cezası veriliyor. Adam acısı geçtikten sonra, karısını soruyor. Aziz Piyer bildiriyor: «Haa, karın mı? Onu dikiş makinasının altına yatırdık...»

75 AKIL SPORLARi 17. Çizgi ve Akıl Karikatür üzerine konuşmak, yalnız sanatın sozunu etmek değildir. Tarihle ilgili karikatür yapmak da, sanat tarihinden söz açmak değildir. Evet. karikatürün, «Sanat» olan bir yanı vardır. Sanatla karikatür ilişkisinin tanıtımı, bu sözlerle anlatılmış olur oma, böylece karikatürün ne olduğu, anlatılıp bitirilmiş olmaz. Karikatür, her rkisini de kullandığı halde; resim de değildir, yazı da değildir. Kartkatür, «amacı insanları gerçeği görünceye kadar düşündürmek olan aklın sanatı mizah»ın. bir özel sunuş biçimıdir. Bir karikatürün, ille de güldürmesini bekleyen kişi, direkt olarak mizaha konu olur. Kendisine, güldürme görevi verilmek şartıyla... Karikatürün amacı, güldürmek değil düşündürmektir. Karikatür öyle istediyse, düşünmekle birlikte, gülünebilir de... Bir karikatürü herkes anlamayabilir. Seyreden akıllı ve anlayışlı da olsa, karikatürün konusuna yabancı olduğu için,.anlamayabilir, doğaldır. Ama konunun içinde olan seyircinin anlamaması, karikatürün kofluğundan değil, seyircinfn kofluğundan kaynaklanır. Karfkatürde, yazılı da olsa yazısız do olsa, resim ile söz ayrılmaz bir bütündür. Çünkü yazısız da olsa karikatürün algılanması (idrak edilmesi), zihinde anında sözcüklere dönüşüverir. Demek ki karikatürün, yazısız bile olsa, bir tekste sahip olduğu gerçeği savsaklanamaz

76 Karikatür seyredende, öyle zihinsel hayaller yaratabilir ki. resim bir anda söze dökülür. Elbet seyredenin kendi dilinden sözlere... Aynı nedenle karikatür, zihinde hatiften gelen (kendisi görülmemekle birlikte direkt ses çıkarmayan, ama ses duyguları yaratan). etkiler yapabilir. Hatta çok sayıda yazısız müzikal karikatüre rastlamaz mıyız? Karikatür esasta, ille de sözleri dayana k yapmaz ama, tekst ve grafiğin ifadesi, zihinsel yeteneklerle ve düşünmenin dolaylı yollarından sözlü anlatımlara dönüşmüş olur. Karikatürün aniamı mı desek. yoksa karikatürün esprisi mi? İşte her neyse bu dediğimizden sonra, karikatürün bir de görsel ifadesi vardır. İşte bu; bu paragrafın başında anlatmaya calıştığımız espriden, başka bir olaydır. Bu ayrıca, görsel ifadenin espri yeteneğidir. Aynı konuyu yüz karikatürcü çizse, yüz türlü çizim çıkar. Elbet yüz tane de, birbirinden farklı görsel ifade yeteneği... Demek olur ki; karikatürün mizah imajı acısından asprisi sabit kalsa bile, buna eklenecek olan görsel i'fade yeteneği, ustanın kişiliğine bağlıdır. Böylece, karikatürün üç ana ögesi (unsuru) olduğu anlaşılır: Mizah acısından esprisi, görsel ifade gücü ve altına imza atan akıl ve düşünce sanatçısının kişiliği... Sözlü mizahın kasalarında bulunan fıkralar, herkesin malı... Fıkralara kimse imza atamıyor. Hatta 'belirli kişilerin başından gecen anekdotlar bile, herkesin malı... Bunlara kimse sahip çıkamıyor. Hepsi orta malı... Oysa karikatür öyle değil... Resimde sanatcısınm imzası va r. İzinsiz kullanılamaz. Söz ile anlatılsa bile, zaten esprisi yiter-gider. Öyle mizah konuları vardır ki. yalnız karikatür diliyle zevk alınabilir. Sözlü anlatımı, yavan kalır. ıssız ada,

77 u ça n h a l ı, çiv i l i yataktak i H int fa kiri g ib i kon u l a r. buna örnek olabil ir. Bazı fıkraların, d izi çiziml er eşliğinde an latıldığı gö rü l ü r. Bu a n latım b i çiminde çizim yazıyı, ha re k e t kom i ğ i ile g üçlendirmeye ça l ışır. Bu radaki yazı ya l n ı z da kalsa. a ni a m ı n ı yitirmez. Ama bil m e l i d i r ki bu son an l attığımızın adına, ka rika tü r denemez. Kari katür, tek k i şin i n sanatıd ır. Tiyatroya, operaya falan ben z e mez... Bozan m ima rlıkta old uğ u g ib i, o rtak eser falan verilemez. Tek kişi; başlar-bitirir. Ama sevim li b i r y a n ı d a h a vardı r : Seyircisi ( sa natseve ri, okuru,. d aha n e d e ne b i l i rse h epsi} de, hep tek kişidir. Bir karikatürü bin kişi de seyretse, hepsi teker teker seyretmiş d e mekti r. Fı kra g ibi, tiyatro gibi. çok kişi -hep birlikte, d inlemez- sey re tmez. Saklamadan a ç ıklayayım : Ka ri katürc ü dostlarımı. şid detle takdir ediyor ve onları kıska n ıyorum. B i zi m, sayfa la rca-forma larca. uzata -uzata h az ı rl ık yaptıktan sonra vurd uğ u muz son d a rbeyi, o n l a r bir re s i mle yapıyorlar. Hatta bozan tek sözcü k k u l lan mada n, «Yazısızı> lan ile... Karikatür, h i ç çevir i g e re k m e d i ğ i n d en (ya da çeviri yalnız birkaç sözcü k i ç i n yettiğinden ). eser bittiği anda bütü n d ü n ya i n s a n l a rı n a h itap edebil iyor. Bir eski rüya var: Bugün y üzlerce d i l kon uşan-yazışan insa n la rı n, tek l:: i r d i l ile a n l a şa b: l ıııesi... Karikatür sa natı bu kon u d a, d ünya b i ri n cisi... Bütün i nsa n lcırın a nladığı tek d i l... Karikatur sözc ü ğ ü n ü n köken i, İta lya nca «ca rica re» d i r. Y ük lemek ve ya fazla yü klemek a n lamına gelir. Bu nedenle res i m, kes i n l ikle abartma l ı ol u r. Kısa l a r bodur, uzunlar sıska, şişma n lar dobiş çizi l ir. Bu a ba rtm a l ı çizim, ka rikatürün ta biatı nda vard ı r. Bu çiz i m biçimine kızma k. azge li şm i ş l i k kan ıtıdır

78 Karikatürist Erdoğan Bozok arkadaşım, benim bir karikatürümü yapmış, gösterip sordu: «Nasıl, benzemiş mi?» diye... Kendisine dedim ki: «Evet, benzemiş... Karikatürün bana benzemesi çok başarılı ve neşeli bir iş de, eğer ben senin karikatürüne benzersem, o felaket olur...» O gün öyle söyledim ama, şimdi tereddüt geçiriyorum... Pek hoş çizmiş Erdoğan hınzırı... Yoksa ben karikatüre benzesem. daha mı iyi olacak?

79 18. En Büyük Olay Geçenlerde oturdum. Dünya tarihinin en büyük olayı, acaba hangisidir diye düşünmeye başladım. Aklımdan neler geçmedi ki? Yazı ile meram anlatmanın başlaması. herhcılde tarihin en büyük olaylarından biriydi... Ama. en büyüğü olabilir miydi? Galiba olamazdı... Çünkü el yazması kitaplar yaygınlaşamadı. Kitlelerin malı olamadı. «Uygmlığı başlatan en önemli olay, tekerleğin icadıdır» diyenler vardı. Bu sevimli düşünceyi, fazla ciddiye almak mümkün değildi. Bir zamanın önemsenen olayı, Cinli'lerin barutu bulmasıydı. Alfred Nobel dinamiti bulduktan sonra, barut denen şeyin ne olduğunu artık kimse öğrenmez oldu. Uygarlık bu! Gelişiyor batasıca... Dinamitin peşinden. atom bomb(]si cıktı. Şimdi artık Nobel'i; koyduğu ödüllerle iyilik meleği, ya da Hıristiyan Havarileri'nden biri sananlar bile var. Her daha beter. beteri unutturuyor... Pekiyi ya uzay yolculuklarının başlaması? Bundan iyihk mi doğacak, kötülük mü, bilmiyorum ki... Fazla kafa yormaya gerek kalmadı. Raslantı sonucu buldum. En büyük olayın ne olduğunu bilen vardı. Victor Hugo idi bu zat... Demişti ki: «Kitap basımının bulunması, dünya tarihinin en büyük olayıdır». Bu düşüncenin doğruluğu, artık kitap basım yöntemlerinin Gutenberg'in buluşuna göre farklı olmasıyla değişmiyor. Gerçekten de bilim ve kültürün insan toplulukların

80 da şimşek h ızıyla yayılması, ki ta p yüzü ndendir. Kita pların çoğa ltı l a ra k bütü n i nsan ları n beyini ne ya nsıtılması. iyi kötü bütün uygarl ı k gelişme leri n in temel taşıdır. Bilimler ve hatta basit bilgile r. her d üzeyde öğre ni m kuruml arında ve a raştırmada, kita p a racılığıyla yaygınla şıyor. Bil i msel iletişi m i n yolu k itaptır. Başta edebiyat, tüm sanat zevklerinin büy ü k kitlele re tattırı l ma s ı d a, kitap sa yesinde m ü m kü n olur. Akut (müzmin) tembelleşme, kötü sonuçlara gebe bir h asta l ı ktır. Bedensel de olabil ir. ruhsa l da... Bedensel mis k i n l i kten, vücut sağlığ ını h ı rpa layan etk i ler doğar. Spor j im na stik d iyemesek bile, vücut sağlığı için hareket l i l i k şa rttır. Bu h a reket l i l i k v ü c u t için neyse. okumak da ruh i ç in odu r. Okumak denen eyle min insa n la rı nasıl etkilediğ i n i. E.B. Wh ite şöyle tan ı ml ı yor: «Oku mak, uyan ık d u ra n a k ı l ırı ça l ışmasıd ı r ki. ideal şartlcırla. ' kendinden g eçme'nin bir biçimini doğu rur. B u h a l. ok u ya n ı n deneyimine öylesine yücel i k ve güç kata r k i. başkcı türlü her i l işki biçimine gö re fa rkl ı l ı k yaratın>. Matbaayı i:ıulan Guten berg, 1 5'inci yüzyıl insanıdır. Ondan bir yüzy ı l sonra Montaigne, kitap ve insa n i l işkisini şöyle özetler: «Ne yaparsınız bu adamlara : Yazılı olmayan lafı din lemezler, kitaba geçmedi kçe s özlere i na n mazlar; gerçeğe sakal l ı olmadıkça kulak vermezler. Budalalıklar yazı kalı bına döküldü mü, bir ciddi l i k kazan ıyor. ' B ir yerde d u y dum' deseniz olmaz. ' B i r yerde okudum' diyeceks iniz». İ nsan ların d üşünmesi, ruh sağlıkları n ı n a la metidir. Ama kötü d üşüncelere dalması. bu nalması. ruh sağlı kları n ı zedeler. Böyle düşüşlerden koruyacak e n soy l u, en pariak çare, oku m a zevki ve a l ışkanlığ ı d ı r. Tek teh l i ke, kötü kita p l a ra d a l m a ktır. «Hiçbir zaman lı i ç k i msenin a n lamadığı, hattô yaza n ı n b il e a n l a madığı -,

81 kitaplur, bütün :;ağlarda er. büyü k h ı rsla okunanlar olmuş tun> (Lichte r. berg ). (( Kötü k itap l a rla i l işki ço k zaman, kötü insanla rla iliş kiden teh l ikel idir» (W. H a uff). Ancak iyiler her zaman için kötü lerden, kötü lerin iyi lerden öğrendiğinden, çok daha fazlasını öğ renir. K itap la r ve yazarlar üzerine, yalnız a s ı k suratlı söz ler sıralamak şart değ ildir. İ nsanın neşes i n i bu lması için, yazarların b irbiri hakkında söylediklerini okuma k yeter... Örneğin Francois Sagan şöyle der: «Kita p yazanlar. ender o l ara k entele ktüel ( aydı n ) ki şilerd ir. Ente l ektüel k işiler, başkala rının yazdığı kita plar üzerine k onuşa n kişilerdir». Bir soru: İyi yazarla kötü yazar a rasındaki fark ned ir? Yanıt: «Kötü yazar eserinden iyidir, iyi yazar ise hep ese rinden kötüdür;ı (Jea n Pa ul). Yazarlar üzerine konuşulduktan sonra, bazı okurla r üzerine de, b i r çift söz etmeden d u ru l amaz. Olay şöyle : M üşteri a k ı l veri l mesini isteyince, kita pçı sord u : «Hafif bir şey m i olsun?» «Fa rketmez... Arabam kapıda». Bıra ksanız, b u edebiyatçıla r birbiri n i n gözün ü oya rla r. Ama ya pmazlar... Neden? Ç ü nkü edebiyata yakışmaz. An ca k ; edebiyata yakışır gibi gözüken işleri de, yakışmaz göz ü ken lerden daha masum değildir. Bir şa ir arkadaşına, heyecan l a soruyor: «Son kita b ı m ı okudun mu?ıı Ya nıt kı sa: <( Evet» - «En çok neres i n i beğend in?» «Alı ntı ya pmanın yasak olması n ı... ıı Evet... Böyled i r bu yazar ta k ı m ı... Her biri, her,kitabıyla ba şyapıt yarattığ ı n ı sanı r. Laf a n latmak da m ü rn kün değildir. Pa rla k eseri n i n, «an laşılmadığına» inanır. Oy sa O, harika l a r yorntrnışt ı r. İ şte yine bu kafada bir yazar. k itab ı n ı basmaya razı ola n yayıncıya endişesini bel i rtiyor: F./6

82 «Ya benim kitabım. halkın seviyesine inemed iği için anlaşılmaz da, kitaplar elinizde kalırsa?..» Yayıncı sôkin: «Merak etmeyin! Kalanı yılbaşından önce konfeti yapıp satar, ben yine yolumu bulurum». İstanbul'da, bir kitap imza günündeydi. Okur, yazara yaklaşıp kitahı uzattı ve iltifat etmek istedi: «Biliyor musunuz? Ben sizin bu kitabınızı, ta Ankara' da aldım». Yazar: «Aaa! O sizdiniz demek...»

83 19. Dışmerkezli Düşünceler Öyle sözcükler var ki, alışmışızdır, çok duyarız, anladığımızı sanırız. Oysa ya anlamayız, ya da gerçekte olduğundan farklı anlarız. Kimisi için, «eksantrik düşünceleri» olduğu söylenir. Bu sözü ben, «alışılmadık» gibi anlar, es geçerdim. Oysa sözün anlamı, öyle değil... Geçenlerde, dalga geçtiğimin farkına vardım. Şu sözün doğru anlamının ne olduğunu öğrenmek istedim. Sözcüklerde, «merkez dışı» gibi karşılıkl ara rastladım. Tutmadı... Dolambaçlı gittim. Fizikteki eksantrik karşılığı, «dışmerkezli»dir. Hatta makinalarda eksantrik «mil»ler vardır. Otomobiii motorlarında da... Fizikte dışmerkezli uygulamalar, eğrisini doğrusuna getirmek için kullanılır. Düşünce biçiminde de, eğri imiş gibi başlayıp, doğru sonuçlar çıkarmak, neden mümkün olmasın? Hele bir deneyelim... istanbul'un Adaiar'ından pek hoşlanmam ama, motorlu taşıt bulunmayışını beğenirim. Dilerim ki vicdansızın biri çıkıp da, «yeniiik yapacağım» diye değiştirmeye kalkışmaz. Paytonlarla eşekler yetiyor da, artıyor bile... Şu meret bisiklet bile tehlikeli... Bir bisikletli Büyükada'da, arkadaşıma çarptı da, ayağı kırıldı. Birkaç yıl önce de, bisiklet çarpmasından adam öldü. Demek ki bisikletlileri kaldırıp. eşekleri korumak gerekiyor. Üzüntü kaynaklarını kurutmak, üzüntüden kurtulmak, işten değil... Çaresi, tarifleri değiştirmek... Eski Cin ge- -83-

84 leneklerinde,.«çalcın0» değil, «yakalana nııa hırsız deniyor. Biz de kabul ediverelim, bitsin bu iş... Ondan sonra ülkemizde hiç hırsız bulunmadığı için, rahatça sevinebiliriz. Bir yakın arkadaşım var. Çok severim. Cenazelerde çok karşılaşırız. Çünkü ortak dostumuz çoktur. Geçenlerde yine bir cenazede karşılaşınca patladım: «Eee, yeter ama burada görüştüğümüz!..» O sôkindi. Avuttu: «Şükret karşılaştığımıza... Ayaküstü merhaba diyemesek, birimiz sandıkta olacağız...» Bizde, bir işin üstüne-üstüne gitmek alışkanlığı yoktur. «Bulaşmamak» yaşama biçimimizin orta direğidir. Beıkleriz... Belki zaman bir çözüm getirir... Öyleyse biz getirmesek de olur. Niye «buluşalım?» Alimallah pasta altında kalırız da, yine bulaşmayız. Ünlü zenginlerin eskiden, ne yolla zengin oldu.klan kamuoyuna yayılırdı. Birinci Dünya Savaşı «Bulgur Kralı» rrın, Cerrahpaşa'da yaptırdığı sarayın adı «Bulgur Palas»tı. Sonra «Şeker Kralı» duyduk. Peşinden. ticaret-sanayi zenginleri doğdu. Şimdi yeni bir tip var: «Yakınlık zenginleri»... Bir onda mü iti-milyoner olanlar... Yanlış anlaşılmasın, lira değil, dolar lıesabıyla... Ey insaf sahipleri! Lütfen söyler misiniz? «Cocuklar icin muzır» olan örnekler, asıl bu «köşeci»ler değil mi? Bu «köşeci» örnekler. tertemiz gene insanların duru teyinlerine. kızgın demir gibi girmiyor mu? Para kazanmak herkesin hakkı... Temiz olmayan, bir çıkarı. yanlış yerde bulunarak elde etmek... Bilimsel tanıtımını yapmak gerekirse, «kir, yaniış yerde bulunan ma lzemedir». Kısaca açıklayalım... Bir malzeme temiz olabilir. Bir yer de temiz olabilir. Ama o temiz malzemenin, o temiz yerde olmasından kirlilik doğar. Örnek mi? Mercimek çorbasından saç kılı çıkarsa. mide bulanır. İsterse sevgilinin saçı olsun... Banyodan cıkmış, mis gibi sa çlarını parfümlerle taramış güzel kadına -84-

85 del i gibi aşık adam, yüzünü kendinden geçerek o saçlara gömerse... Ve de o saclar a rasından mercimek çıka rsa. aşığın m idesi yine bulanır... isterse mercimek de temiz olsun... Söyleşirken arasıra, b i r şey i n «üstün l üğ ü tartışıla maz» gibi h ü kümler kulağımıza geliyor. Ka bu l ettiğimiz an da, elimiz-kolumuz bağlanıyor. Düşünme esnekliğ imiz yok oluyor. Çünkü, üstünlüğü tartışılamayacak hiçbir kavra m var ol masa gerekir. Örneği n, «hukukun ü stünlüğü tartışılamaz» dendiğ i za man, benim cie içimden ina n ma k geliyor. Ameı bu roman tik bir d u yg u... Gerçek o değil... Eğer bir ü l kede, iktidar daki çoğunluk partisi genel başkanı her istediğini ya pa biliyorsa, o ana kad a r açığa vurmadığı bir d üşüncesini önerisini, sabaha karşı ka n u n maddesi höline getirebiliyor sa, o ü l kede hukukun üstün l üğ ü tartışılır. Bırakalım üstünlüğünü, böyle bir ülkede, demokratik h u ku k düzeninin var olu p olmadığı tartışılır. «Üstü nlüğü tartışılamaz» d emekle, a ncak uyku ilacı verilir. «Ka ranlığın kara n l ı k olduğu tartışılamaz» bile dense. k uşkulanmalıd ır. Çünkü, kara n l ı ktan karan! ığa b ile fark vardır. Akşa m karanlığı ile sabah kara n l ığı, birbirine ben zemez. Geleceğin ka ra n l ığı, geçmişin karanlığından be te rd i r. Yutturulan yeni uyku ilacı, ortaçağ kafasıyla eğitim yaparken, 21 'inci yüzyı l ı n gençlerini yetiştireceğimiz ha yal i... Anadolu Yörükleri arasında i nceleme yapan b ir d os tum a n latmıştı. Çok büyük a ile düzeniyle yaşıyorlar. A i l e reisinin, d iyelim ki O kızı, 1 0 oğl u var. Han ımlar, gelinler düzine hesa bı, o ma hal-hatı r sorunca, bir fasıl şikôyet eden aile reisi, iki yaşındaki en küçük oğ lunu gösterip, d u rumu özetliyor: «U mudum bunda!»

86 Evet, ülkemizin de umudu, geleceğin 'kuşaklarında... Ama henüz dünyaya gelmeyenlerde... Çünkü dünyaya gelenler, son 'kırk yılımızın politikacılorını-yöneticilerini tanıdılar. Zordur onları unutturmak. 21'inci yüzyılın insanlarını. ancaık 21'inci yüzyılda do ğacak olanlar yetiştireceık. Bir tesellimiz var: Kültür ve sanat yaşayışımızın, gele,cekte cok-cok daha iyi olacağı kesin... Çünkü bugünkünden daha beter olması mumkün değildir. -86-

87 EV L İ L İ K ÜZERİ N E 20. Şa ka ve Kavga İnsanlar bir ışın şakasını yapmayı becerem iyorlarsa. ay nı i nsanlar o işin cidd isini, h iç beceremezler. En ciddi işi başaracak kişi. o işi güleryüzle becermesini bilen kişi dir. Bir işin hoş ta rafların ı o rtaya çıkarabi l me g ücü, o işi sara ka ya a lma kla, alay etmekle artırı labilir, ele geçirile bi l i r. Evl i l i k de bu nlar arasındadı r. Evl i l i kte s ü resizlik baskısını ve te kdüzeliği rahatla tacak önemli caı eler a rasında, eşlerin birbi riyle dalga geç mesi, a la y etmesi bulunu r. Elbet esprisiz batırmalar, a p ta l ca aşağılamalar, bu söyled iğimin dışında kalır. Şakası yapılmaya, böylece ta dlandırmaya en çok g e reksinmesi olan kuruluşları n başında, evli l i k geli r. Dün yada süresi kayıtlı olmayan tek a nlaşma, evli liktir. Mahkemelerin verdiği ömür boyu hapis cezas ı bile, son kanu n değ işikliklerinden sonra, yı lda sona erer. Bu duru mda soru-bil mece ş öyledir: «Evlilik ile ömür boy u hapis cezası arasında fark var mıdır?» «'Elbet vard ır... Evl i l i k g erçekten ömür boyudu r». B izim çocu kluğumuzun m izah derg i lerinde, kaynana g el i n kavgaları, kay nana -da mat an laşmazl ıkları, konuların öneml i- bir bölümüyd ü. Şimd i çevreme bakıyorum da, bu çekişmelerden pek eser yok... Ne oldu? İnsanlar birbirini daha iyi m i a n lamaya başladılar? Yoksa uza klaştılar do ondan mı?

88 -88- Evlilik yanıklarından birisi arkadaşlarına öğüt veriyor: «Anladık... İnsanın anne ve babasını seçmesi elinde değildir... Ama bari kaynana ve kayın babasını seçerken dikkatli olmalıdır...» Seba çocuklarına, eski aile fotoğraflarını gösteriyor: «İşte bu resim kaynanamın, saniyenin ikiyüzellide biri ile çekilmiş bir fotoğrafı...» Çocukların biri soruyor: «Nasıl anlaşılıyor enstantanenin bu kadar kısa olduğu?» «Ağzı kapalı...» İki dost konuşuyor: «Yahu! Senin hanımın rüyası piya no çalmakmış da, sen vazgeçirip flüt çalışmaya razı etmişsin... Niçin değiştirdin?» «Anlamadın mı daha? Flüt çalarken şarkı söyleyemiyor...» Hanımlarla beylerin, evlilik olayını değerlendirmede farklı davrandıkları, hep söylenir. Bu farkı, hınzırca düşüncelerle belirtmeye çalışan bir erkek, şöyle demektedir: «Hanımlara göre evlilik, düğün gecesi ile başlayan neşeli bir oyundur. Erkeklere göre ise, ölümle biten bir dram...» Farklar konusundaki bilmeceler, zihin acar. Acılan zihin, sorunları anlama yeteneğini geliştirir. İşin nereye varacağını öğretir. Hele az düşünmeye alışmış erkekleri. tehlikelerden korur. Sorulur: «Bir bekôr adamla bir evli adam arasında ne fark vardır?» Yanıt: «Bekôr adam aşık olursa, ôkıbeti evlenmektir. Evli adam ôşık clursa, sonu boşanma ktır>?. Yeni evli gene kadın, bunalım geçirme'y'e başlıyor. Ruh doktoruna başvuruyor. derdini anlatıyor: «Balayımız so;ıa erer ermez, kocamın ben i sevmediğini anladım». Doktor soruyor: «Pekiyi. balayının bittiğini nasıl anladınız? ı:

89 «Kocam, sarmısak-soğan yemeğe başladı...» Evliliğ in şakasını, hanımın yüz ü n e karşı yapmaya ödü kopan erkekler kendi aralarında yal n ız kalın ca döktürü yorlar. Memur, müdür beyden rica ediyor: «Efend im ben evle ndim. Maaşım yetm iyor. Lütfen zam yapınız». Müdür bey, usulden red ediyor: «M ümkün değil Cabir bey... Kazalar için ödeneğimiz yok... Sigorta olsaydınız». Da i rede sabah çayı içilirken, gazete de oku nuyor. Der ken birisi ma kası a l mış, gazeteden bir yeri kesiyor. Arka daşı sormu ş, «Nedir o kestiğin?» diye... «Bir haber... Ada m ı n biri, ceplerini karıştıran karısın ı öldü rmüş..» - «Ne ya pacaksın kesip de?» «Cebime koyacağ ı m». İşyeri... Arada dinlen mek icin, kişisel söyleşilere dalı n ıyor. Böylece iki h a n ı m da kon uşurken, birisinin birden ak l ı na geliyor: «Aaa! Sen geçen hafta kocandan ayrıla c a ktın, ne oldu?» «Bil iyorsun, biz yedi yıllık evliyiz. İki hafta önce tele vizyonumuz bozuldu, hôlô tam i r ed ilemedi. Bu arada a n ladım ki benim kocam. son derecede hoşsohbet. akıllı bir adammış... Ayrılmaktan vazgeçtik». Eski dostlar konuşuyor: «Üç yıl önce buluştuğumuz da, boşanmaya kararlı değil miydin?» - «Evet kararlıydık. Ama ba ktık ki ü ç çocuğumuz var. Bir tane daha yapa lım da, çocukları i kişer i kişer paylaşalım dedik... Yine olma dı». - «Niye olmadı?» «İkiz doğdu». Kadı n arkadaşına yakınıyor: «Beş çocuğumuz olduk tan sonra kocam ka lkmış ba na: 'Se n i h ic sevmedim' di yor...» Arkadaşı. duru m değerlendirmes i n i mantıklı ya pı yor: «Sen yine şükret... Ya sevseydi koç çocuğunuz olur du..»

90 Hiç kavga. etmemiş evlileri hatalı bulmak mümkün değil... Ama bilsinler ki, eksikleri var. Karı-koca kavgası, evliliğin heyecan ve zevkini artıran en değerli mücadele sporudur. Oyunun kurallarına uymak koşuluyla... Danışman denen kişiler. eskiden de vardı ama, bu kadar bol değildi. Şimdi her makam sahibinin, çok sayıda danışmanı var. Yanlış kararlarını yükleyeceği sırtlar, çoğaldı. Danışıp-danışıp, yine kendi bildiklerini okuyorlar. Ya da danışmanlara soracakları konular, bir yönteme tağlı değil, keyiflerine kalmış... Uygar ülkelerde politika, mali işler, vergiler, borsa gibi konularda müşavirlere çok alışılmış da, bizim daha bilmediklerimiz de var. Örneğin, «evlilik müşaviri» gibi... Tam onbir çocuğu olan aile, evlilik müşavirine başvurup, bu çoğalmayı durdurmak icin çare soruyor. Müşavir, bazı açıklamalardan sonra, en önemlisini söylüyor: «Ve artık her kavgadan sonra, öpüşmek yok! Sadece el sıkışın yeter! Okey?..»

91 21. Sen H akhsm! Haydi y ine bir özveride bulunup, en teh l ikeli kon ular d a n birine g irelim. «Bi ri» dedim... «E n önemlisi» desem hemen ü l kemizin iç h uzuru konusuna g irmek gerekecek... Giremem bugün... O havada değ i lim. Hem ü lke i ç h uzu ru nun, destekleri altından çekiliyor. Ü l ke kültür çoraklaş masına sürüklen iyor. Ne beklensin ki? Bug ü n l ü k ölçümüzü dar tutalım da, aile içi a nlaşmaz l ıkların ötesine atlamayalım. O n u bile sınırlayıp, karı-koca i l i şkileri içinde bırakal ı m... Evde i c h uzurun bozulmasının nelerden kaynaklanabileceğ i ne, kısaca g öz atalım. Herkes hatasını kabul etse, tüm a n la şmazl ıkların ru ha sıkıntı veren ağırl ı ğ ı ortadan ka l kacak. Işık a rtacak. oksijen bol laşaca k... Oysa nereden çıkmışsa cıkmış. bir «haklı cıkma hırsı» hepimize aşılanmıştır. Haklı çıkmasak ne olur sanki? Yanıldığımızı kabul etsek, boncuklarımız m ı dökül ü r? Hayır, olmaz... Haklı çıkma inatlaşmasına girmek, ruhla rı mızı sarmıştır. Hanım o g ü n kuaföre g itmiş. Bey akşam işten gelmiş. görmüş, kızmış: «Bana sormadan saclarını kısaltmana, ke sinlikle razı değilim..» Hanım:. «Sen kel olurken bana m ı sord u n?» Karısı Maamıt beye, öfkeyle söyleniyor: «Sen ben i deli edeceksin. N e söylersem söyleyeyim, hep d üzeltme ye kal kışıyorsun. 23 yıldır bundan vazgeçmedin...»

92 «Ha n ı m. o d ed i ğ i n 23 değil 24 y ı l olaca k». Mücell i p bey a kşam evi n e dönüyor. Karısı g ü lerek kar ı lıyor. Adam soruyor: «Pe k neşel isin ınaaşa l l a h! naza r değmesin! Bu da neden?» H a n ı nı anlatıyor : «Bugü n caddede, senin birinci ka rın a rastlamayayım mı? Selô mlcıştık... Sonra b i r yere g idip, birl i kte kahve iç tik. BiriJ i r i rn ize seni a n lcı ttık. Ö mrümde bu kadar g ü ldü ğ ü m ü hatırlamıyorum...» Erkeklerin ya l n ız olarak iş gezisine çıkmaları, ev için d e çoğu zaman sorun yaratır. Hele batıya doğru gidiliyor sa... Böyl e durumlarda erkeğin, yola çı ka r çıkmaz i ncel i k gösterme ç a balarına gi rmesi, en çok a rkadaşları n ı zor ciucumda bıra kır. Vaktiyl e bir a rkadaşımız Paris'e giderken Yeşilköy'den uçağa binmiş, biner binmez de sayın eşine, «Seni çok öz ledimıı d iye mektup yazmıştı. Bindiği uçak şirketinin ver diği kôğıda... Üstel i k uçakta, beleşten postaya vererek... B u mektub u yazan kişi ( içimden başka sıfat g eçiyor a ma, söyl eyemem... ), yıl larca bize örnek g österil m işti. Evin beyi iş gezisine ç ı kıyor. V al izini a lm ı ş veda edi yor. Tam kapıdan çıkarken, karısına d iyor k i : «Bir hafta cia rı fazla kalmanı gerekirse, b i r kart atarım». Hanım: «Yoru lma! Senin o kartı paltonu n cebin d e görd ü m».!3aza n d a tersi o l u r y a! Hanım geziye çıkar, erkek ev de yalnız kalır. Sakın h aa, bir h a lt etmeye kal kışmama l ıdır. Hanımla rdaki mantı k zekôsı dedektiflerd e olsa, şimdiye kadar Abdi İpe kçi ile Olof Palme'nin katilleri bul u n u rd u. Gen ç kad ın bir hafta için, a n nesi n i ziyarete g id iyor. Kocası işte olduğu nda n, i ki pusula bırakıyor. Biri cay ka vanozunda, öteki n i televizyona yapıştırıyor. Döndükten sonra bir de bakıyor ki pusulal arı n biri, göml ekleri n a ra sında... Kıyamet kopuyor: «Neee? Senin ben yokken, tem iz beyaz g öm leğe n e i htiyacın vardı k i? Herha lde bir h ınzırlığ ın va r.. "

93 Akşam işinden çıkıp hemen evine gelen erkeğin durumu normal... Bir-birbuçuk saat gecikip, ayaküzeri iki tek atması da anormal sayılmayabilir. Daha fazlasını savunmak. zor... Niye daha fazla gecikirler acaba? Hanım akşam vakti, işten dönen kocasına anlatıyor: «Doktor dilime bir baktı, çok çalışmcıktan bu hôle geldiğini söyledi...» «Gördün mü? Ben sana hep, 'çok konuşma' demiyor muyum?» Boşanma davası... Hôkim bey erkeği sorguya çekiyor: «Demek ki tam dört yıldır, karınıza tek bir söz söylemediğinizi itiraf ediyorsunuz... Sebebini nasıl açıklayacaksınız?» «Karımın sözünü kesmek istemedim hakim bey... )> Kadın çenesini kısmış, kocasına soruyor: «Her akşam bu yere batasınca bar tezgôhında, zorunlu olarak mı oturuyorsun?» «Zorunlu olarak değil, gönüllü olarak..» Karı-koca kavgası bomba gibi patlamış... Gökgürültüleri ile sürüp gitmiş... Sonunda ikisi de yorg un düşüp koltuklara yığılmışlar. Biraz nefes aldıktan sonra hanım. içini çekerek yakarıyor: «Aah, ah! isterdim ki şu anda, rahmetli annemin yanında, cennette olayım...» Beyin rüyası değişik: «Ya ben? isterdim ki şu anda sarmaşıklı meyhanede bir şişe ra kının başında olayım...» Hanım: «Vicdansız! İlle.daha iyisi senin olacak değil mi?..» B:r Avrupalı yeni evli çift... Sevişiyorlar... İkisi noel yemeğine oturmuş....adetleri yılbaşında hindi, noelde kaz pişirmek... Aşk bol ama, para kıt... Hanım kaz yerine tavşan pişirmiş... Biraz da üzgün: «Babamın evinde, ıkaz olmayan noel sofrası olmamıştı». Damat bey: «Ama sevgilim, ben varım yal» Avrupa'lılar, dağlara çıkmaya bayılır. Ailece tırmanır- -93-

94 lar. Bu sefer yine bir kan-koca, bütün gün kan ter içinde tırmanıp, dağın tepesine çıkıyorlar... Dünya ayaklarının altında... Seyrediyoriar... Adam derin nefesler alıp mırıldanıyor: Ne güzel oma, doğanın bağrında olmak...» Hanım: «İstemiyorsan giderim...» Bey, otomobili kullanan karısına haykırıyor: «Fren yap! freeem>. Kadın aksine gaza basıyor. Sonuç: İkisini de hurda olan otomobilden zor çıkarıyorlar. Bey hanıma soruyor: «Neden fren yapmadın?» «Bana bağırılmasından hoşlanmam...» -94-

95 22. Evl i l i kte İ ncel i k Eskiden evlenmelerin çoğu, «gorucw> usulü ile olur du. B u biçim evlenmeler, san ı rı m azaldı ama, bitmedi. Da mat bey gelin hanımın yüzünü, ancak düğün gecesinin sonu nda, peçesini açtığı zaman görürdü. (Ne heyecan ama! ) Bütün ya kıştırmaları, evlenecek insa n lar adına baş kaları yapard ı. Bizim bu eski usulümüz, 2 1 ' i n ci yüzyıl yaklaşırken bü tün d ünyada, daha çağdaş görü n üşlü, ama daha matrak bir bicimde ortaya çıktı. Görücü görevini, artık bilgisayar lar yapıyor. Adaylar hakkındaki bütün bilgiler, bilgisayara depolanıyor. Yakıştırmaları yapanlar da, a rtık insanlar de ğ i l de makinalar... Neme lazım, tuhafıma gidiyor. Yer Amerika, kuruluş bir «Evlendirm e Enstitüsü». Baş vura n bekôra bir yetkili yanıt veriyor: «Bilgisayarımız sizin.i çin, m ükemmel bir buluş yaptı. Aday olan Lady, soylu ve 1 5 m ilyon dolar serveti var.» Başvura n ada m umutlanı yor. R ica ediyor: «Bir fotoğrafın ı görebilir m iyim?» «Hayır... Serveti beş m i lyon dola rdan fazla olan ha n ı m ların fotoğrafını göstermem iz, usulden değ ildir.» Evlilik denen kuruluşun yapısında, bir «hesaba gel mezlik» var. Evet, bilg isayar hesa bı, geçi msizliğin yüzde '.ka çını önlüyor, o da belli değil... Pekiyi ya! Evlilikte ge.çimsizliği - zıtlaşmayı önlemenin g a ra ntisi ne?.. Aşk ev lenmesi mi? Ne yazık ki değil... Geçimsizlik tartışma ları nda, hatta kavga larında, ku

96 sur evlilerde değil gibi geliyor bana... Bu tip tartışmalar, tüm insanlara özgü kusurlardan kaynaklanıyor. Şiddetli geçimsizlik, bir de bakıyorsunuz ki, alışkanlık ve tiryakilik hôline gelivermiş... Ya şimdi ne yapacağız? Karamsarlığı macunlaştırmadan, işi şakaya vuracağız... Çare yok... O gün deneyimli kitapçıya, iki paket yeni kitap geliyor. Kitapların birisi: «ahenkli evlilik». öteki «mutlu evlilik» adında... Kitapçı bir an düşündükten sonra, ikisini de ütopiler (ham hayaller) bölümüne yerleştiriyor. Kavga etmeye, evlenmeden önce başlandığı enderdir. Kanun zoruyla olmadıkça, evlilik umutlu başlar. Aile yaşayışında, çiçekler açacaktır. Ama çiçek beklerken, bir de bakarsınız, saksıdan ısırgan ya da deve dikeni çıkar. Dalar da dalar... Bu kötü tohumu kim atar? Elbet erkekler... Balayı gezisi bitmiş, gene çift yeni döşenmiş evlerine dönüyor. Damat bey, başucuna koyduğu küçük bir kutuyu gösterip anlatıyor: «BalE:Jyınıızdan kalan en değerli anı, bu kutuda...» - «Öyle mi sevgilim? Ne var içinde?» «Otel faturası..» Akşam ı1emeğinden sonra iki saat daha geçiyor. Karı-kocanın, alışkanlıkları gereği seyrettiği televizyon filmi de, sona eriyor. Fırtınalı da bir film ki, heyecandan yorulmuşlar bile.. Hanım beye sokulmuş, mırıldanıyor: «Unutmadın değil mi? Hani ilk tanıştığımız gece de, dehşetli gök gürültülerı duymuştuk.» Adam kesinlikle unutmamış: «Yaao, yaa... Duymuştum da, ben Tanrı'nın uyarısını. yine de anlamamıştım..» Saat 17'de hanımlar konkene ara verip, beş çayı içiyorlar. Tüketilen pastalardan daha tatlısı, dedikodu yapmak... Anlatılıyor: «Jale cok kızmış... Kocasıyla bir aydır konuşmuyor..» Merakla soruluyor: «Niye kızmış?» «GüzelUk salonuna gitmek için kocasından yüzbin lira istemiş... Kocosı da beşyüzbin lira vermiş..»

97 Evde k i m daha çok kon uş ur? Evet. a k şa m vakti, iş dö n üşü. g ü n ü n söyleşisi yapılır. İyidir, hoştur... Sonra? Bu konu şma her akşam, saatlerce s ü remez. Uzun ıkonuşma ı arla d ers verildiği de olur a ma... Tren kompartmanında, i ki erkek yolcu var. Birisi so ruyor: «Sigara içersem,rahatsız ol u r musunuz?» öteki ba bacan... Rica ediyor: «Ama n efendim! Lütfen evinizde imiş g i bi dcıvra n ı n ı z,...» Birinci yolcu, siga ra pa ketin i tek rar cebine koyuyor: «Ö yleyse içemem...» Adam s ürekli eleştirildiği için, canından bezmiş... Da yan a mıyor: «Aaa, yeter a ma... Bu evde yaşama k s a na zor geliyorsa. topla bavu lunu, g it a n n en in yan ı na...» Kad ın başka önlem d ü şünüyor: «Böylesi sa na ıkolay geliyor değil m i? H ayır... Bu se fer ben g itmey ec eğ i m, a nnemi bura ya ça ğı raca ğ ı m...» Kadın akşam eve g elen kocasına. g ü nd ü z okluğu doktor m uayenesi n i a nlatıyor: «Doktor di lime bir baktı, sonra hemen bir kuvvet şurubu reçetesi yazdı...» «İ nşal lah d i l i n için yazmamıştır...» Fikriya a n ı m komşusu n u uyarıyor: «D rriya a n ı m! Kö şeboşındal-.:i sinemada oynayan film, pek rezil bir şey...» «Nereden bil iyorsun? Gördün mü?» «Hayır... Görmedim ama, ıkocam ü ç kere g itti». M ü lôyim bey, s es i n i y ü kseltmeden a n latıyor: «Bizim a ile, tam bir devlet g i bi orga n ize olmuştur. örneği n ka rım Mal iye Bakanı, kaynanam İ çişleri Bakanı, kızım ise Dışişleri Bakanıdır...» Soru lu yor: «Ya sen n e'si n?» «Ben ' hal k ' ı m... H epsin i öderim...» M utta l ip beyin karısı, m ızmızlanıp d ur uyor : «B ütün gardırobum u yenilemem gerekiyor. Yıllard ı r aynı e l bi seleri g iydiğim için komşu la r a lay edip duruyorlar». Muttalip bey boşka seçenek bu luyor : F.17

98 «Topla eşyaları! Başka yere taşınmak daha ucuza gelecek...» Erkeklerin inceliği üzerin e bir örnekle bitirelim de, a l ı n masınla r. Evin erkeğ i bili m adam ı... Araştırmacı... (Ya l n ı z,kürsüye çıkıp ders vermiyor). İ nce b i r zat ayn ı za manda... Karısının doğum gününü unutanlardan değil... Hediyesi bile hazır: «Sevgilim! Sana doğ u m g ü nü nde bir sü rprizim var... )) Kadı n, tatlı umutlarla, bu sürprizin ne olduğunu soruyor. Bilgin açıklıyor: «Ye n i bulduğum bir mikrop tü rüne, sen i n a d ı n ı ver dim»

99 23. Kısır Döngü Her a n laşmada, s ü re v a rd ı r. Ne zaman sona ereceği bil inir. Devletıerarası dostlu k a ntlaşmaları bile, sınırlıdır. Sürenin son u nda, taraflar serbesttir. isterlerse yeniden a n laşırlar. o başka iştir. Dü nyada en yaygın olu p da. sü resi sınırla n mayan tek a n la şma evhhktir. Anla ş ma ve antlaşmal a r dışında s ü resiz olan, acaba başka ne vard ı r diye dü ş ü nd üm de, bizi m Sarmaşıklı M ey hane demcilerinden biri ipucu verdi, adı n ın g izli tutul ması şartıyla... Dedi k i, «M üebbet hapis de sınırsızdır». Ancak, öteki demci ta kımının verdiği bilgiye göre müebbet hapis cezası, ô niden erken ölü m olmazsa, ecel gelinceye kadar sürmez. Ceza u yg ulamalarında, bir günü iki sayarlar, «iyi hal» grbi ba h aneler bulurla r, mahkumu bir a n önce d ı şa rı atarlar. H içb ir müebbetin, eceli gelin ceye kadar «icerde» kaldığ ı görül memiştir. Sözün son u nda, demci hergelelerden bi ri, e kled i : «Aa bicim! ' İ yi h a l ' mahpusaned e d ü z işler, çıka r kurtulur sun... Evlilikte 'iyi hal' sahibiysen, ters işler, hep icerde kalırsın...» «Keskin zekô, keramete kıç attırır» denir. Ün ü n e ba sahiplerin den birisi kılırsa, Napolyon da k eskin zekô im iş... Fiya kasına inanmayın, en hoşjanmodığım kişilerden birisi de Napolyon 'dur. Hazret bir g ün, hapishane teftiş etmiş... Kendisini imparator ilôn etti ya... Ağzından kanun

100 -100- dökülüyor. Emretmiş: «Bütün mahkumların cezalarının yarısını affettim». Hapishane müdürü şaşkına dönmüş... Neden? Bazılarının hesabı çok kolay yılı 15'e, on yılı beşe indirir, olur biter. Ya müebbetlerin yarısını nasıl bulacak? Cesaret edip imparatora ne yapacağını sorunca, yanıtını alıyor: «Bir gün içeri al, bir gün bırak!» Şimdi hınzırlığı bırakıp, bir gerçeği açıkça dile getirelim: «Bu dünyadaki erkeklerin önemli bir bölümü, karısından korkmasa serseri olur. Yaşlı dünyamızın sırtı, bu kadar serseriyi taşıyacak güçte değildir. Bu olasılık, dünyamızın koruyan ozon ta bakasırnn hırpalanmasından bile daha tefılikelidir. Kadınla erkeğin evliliğe bağlılıkları arasında, savsaklanmayacok farklar olduğu unutulamaz. Anne ile çocuğu, birbirinden çok zor koparılır. Baba ile çocuğunu birbirinden koparmak için, o denli zahmete gerek yoktur. Eğer çocuk varsa evlilik içindeki kadın, artık kendisini anne bilir. Erkek ise. bir düzine çocuk da olsa. «'bekar adam>> olmanın kalıntılarını. yüreğinden silip atamaz. Yıllarca sürüp de, hiçbir olay çıkmamış olan evlilik, istisnadır. Böyle evliliklerden kural çıkarılamaz. Hatta böyle evlilikleri örnek göstermek, tehlikeli bir yanlışlıktır. Çünkü normal insanlar, evliliklerinde olay çıktıkça kendilerini anormal sanmaya başlarlar. Evliliği yolunda yürütebilmek için, her huzur kaçıran olayı geçici saymak, hiçbir olayı do mutsuzluğa - huzur kaçırmaya bahane (ya da sebep) saymamak gerekir. Yanlışlık yapıla bilir. Her yanlışlığı abartıp, anıları müzminleşen olaylara dönüştürmeye kalkışmamalıdır. Elbet kimse de, aynı yanlışlığa abone olma şımarıklığına düşmemelidir. Yanlışları. abortılmış «tavır koyma» davranış-

101 !arıyla ceza landırmaya kalkışmak, daha büyük yanlışlık lara d üşmek olu r. Han ı m veya bey, hangisi ya n lışlık yaparsa yapsın, hak l ı v e ölç ü l ü uyarılarl a karşılaşırsa, çenesin i tutmalı, kula ğ ı n ı a çmalıdır. Bu a n, düşünme ve düzelmenin en ma ntıklı y ol la rı n ı bulma zama n ıdır. Kim bu anda; karşı ta rafı n aynı ya nlı şl ı kları yapmış ojduğunu, zaten bilmemkac yıl önce bu yüzden kırılmış old u ğ u n u a n latmaya kalkışıp da bir takas yapma işine yeltenirse, çocu kluk eder. Bir çocuk, ötekinin kumd a n yap t ı ğ ı evi bozarsa, o da on un kovasını denize otar. Bunlar çoc u k ça d ı r ama, môsumdur. Yetişkin insa nların, hele ka n-kogan ı n böyle ta kaslara ka lkışmaları, ilişkileri «tôsit da i re» ye s ürükler. Hemen «fôsit daire» n i n n e olduğunu a n ımsaya l ı m (fô h ecesi uzatılacak, fasulyanin fa'sı gibi kısa kes ilmeyecek). Fôsit: yan lı ş, bozuk, fena, kötü l ü k ç ı ka ra n a n lamlarına ge l i r. D u ru laşmış deyimi : «kısır döngü»dür. İ çinde n çıkı lama yan bir ters gidiş a nlatı l ma k istenir. B u çu k ura düşmemenin çaresi, her yanlışlığın ya da oloyın hesabı n ı kendi içinde bırakma ktır. «Amo sen 1 8 y ı l önce d e bana bunu yapmıştın» gibisinden, eski defter karıştırma larına g i rmemektedir. Her a n, bütün evl iliğin he sa pla rını ç ı kartmaya teşne olmamaktır. Kin ve sinirl i l i k... Evl ı l iğ in i ki zehiri... Surat asmak, azarlama k... Hele hele. sürekli olarak çocukları aza rla mak... En zararl! a lışkanlıklar... Yemeğe bir misafir gelmiş. Yemek yenmiş bitmiş, e r Kekler salonda kahve i çiyor. Hanım m utfakta... Bir ya ndan dağlar gibi yığ ılan bulaşıkları yıkıyor, bir yandan da, ço c u klarla uğraşıyor. Derken birdenbire öyle dehşet verici b i r şa ngırtı kopmuş k i, san ki bin tabak kırı lm ış... Peşinden buz g i bi bir sessizlik... Evin bey i : «Anlaşıldı... Ka rım kır d ı» diyor. M isafir «Nereden a nladın?» diyor

102 «Kimseyi azarlamod ığ ı no U nutmamak çok göre... ıı d oğru olur: Evl ilik ne kadar uzun sürerse sürsün, hayat kısadır. Avusturya l ı besteci Gustav Mah ler, bir eğ lenceye g idiyor... Biraz önce dans ettiği gü zel kadının, kim olduğu n u soruyorlar: «Bir d u l hanım» d i yor. Beğenmişler: «Bir du l han ımın bu ne güzel...» Mahler uyarıyor: «Kend i dulu n uz olmazsa..» kadar neşel i olması

103 TU RİZM ÜZERi N E 24. Uyumak v e Sevişmek Son birkaç yılda ü lkemizde çiğnenen sakızlard a n bi risi: «Turizm patlaması»... Ben bu sözden tedirgin olu yorum. Elbet turistlere h izmet edecek yatak sayısının, ko ca ma n bir ülke için çok az olmasına üzül ü rdüm. Önemli artışları n kısa zamanda gerçekleşme yolunda oluşu iyi, hoş... Sevin iyorum. Ama yine de ted i rg i n oluyorum. Çünkü bizim, patlamadan önce başaramadığımız ışı, patlad ı ktan sonra nasıl becerebileceğimizi kestiremiyorum. Kona klama tesislerimizde, restora nlarımızda, bozan bi zim g ibi vata ndaşla n çil eden çıkarıyorla r. Yabancı turist, haklı olara k daha hassas... Cünkü biz de, yabancı ü lke lerde gezerken, daha a lıngon ız. En pa ha l ı n ı n 'biraz a9ağısındaki turistik tesislerimizde verilen yem ek, genelde iyi a n ı l a r bıra kaca k gibi değil... Sah n eler şöyle: Otel restoran ı nda turist, garsondan şikô yet defteri n i istfyor. Daha sonra şef, merakla garsona so ruyor: «Mü şteri ştk0yet defterine n e yazdı?» «H içbir şey yazmadı. Yal n ız pirzolayı yapıştırdrn. Zengin turistin kolay para harcayacağı n ı düşün üyoruz. Oysa bol para harcaya n zengin, a ncak istisnadır. Paris' in d ün yaca ü n l ü Tou r d 'Aıgent restoranının tarih i nd eki e n ucuz yemeği yiyen adam, dünya n ı n e n zengin kişilerinden birisidir: Gülbenkyan... Yediği: Bir bonfile, bir salata. O kadar

104 Gülbenkyon, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Musul petrollerinin yüzde 5'ine sahipti. Lôkobı, Mr. Yüzde Beş idi. Hottô anlattığım restorandaki hesaptan, yüzde beş tenzilat yapılmasını do istemişti. Bizde restoran hesapiannın, kontrolu yapılamaz. Çünkü okunması mümkün değildir. Okunaklı yazılan tek şey toplamdır. Onun ise, hazmedilmesi mümkün değildir.. Şef garson, garsonu sorguya çeker: «Altı numaradaki müşteri hesabını aldıktan sonra, başını kaldırıp. gözlerini yumup, uzun-uzun düşünmedi... Yoksa eksik mi yazdın?..» İskoçların hasisliği üzerine anlatılanların sonu yok... Oysa gerçekte, geliri İskoçlar kadar olan bütün uluslar, tıpkı onlar kadar tutumlu... Hepsinden daha az gelirli olduğumuz halde. en hovardaca davrananlar, yine bizden çıkıyor. Çünkü en zahmetsiz, en beleş tarafından para vura nlar 'bizde... Ama biz yine de, İskoçlarla ilgili şakaları savsoklamayalım. İskoç kaldığı pansiyonda, sabah kendisini tembih ettiği saatta uyandıran gene kıza diyor ki: «Teşekkür ederim. Ama benden bahşiş beklemeyin... Zaten uyanıktım». Bir İskoç, mahkemeye başvurarak adını değiştirmek istiyor. Hôkim nedenini sorunca, şöyle anlatıyor: «Sokakta bir kutu kartvizit buldum». Vatanımız güzel... Hatta yer yer cennet... Ama unutmayalım, dünyar.ın her yeri güzel. Turisti, yalnız doğa güzelliği ve güneşle doyuracağımızı sanmak, yanlış hesaptır. Güzel iklim, güneş, yalnız bize özgü özellikler değil.. Turizm şirketi görevlisi, müşteri kızıştırıyor: «Bahama adaları cennettir, cennet... Yılda 365 gün güneşlidir...» Sonra hızını alamayıp ekliyor: «Bana kalırsa daha fazladır ya... Neyse...» Tanıtmaya gelince, iyice yaya kalmışız. Kanuni Sultan

105 S üleyman sergilerinin çektiği ilgi ile, g u n umuz Türkiye' s i n i tanıttığımızı sanmak, hafif l i k ol u r. Sanat elçilerimiz ola rak, mehter ta kımı, davul-zurna yollamak, düşünce ve d i kkat ögelerinden yoks und u r. Günümüz Türkiye 'sini, çağ daş s u u llerle ta n ıtmak şarttı r. Turist ya lnız, doğa g üzel liklerine gelm iyor. Şeh irleri mizin tarihi, yg prsı ve anıtla rıyla da ilgil i... Büyü k kent lerimizde u l a şım, bizim için zaman katil i bir zorl uk. Kitle taşıma a ra çları işkence... Yabancı turist için pratikte, n e redeyse mümkün değil. Otomobille gelen için ise, park so runu zor... Park soru n u, tüm dü nya kentlerind e zor ya... Ancak her c iddi d ünya kentinde. kitle taş ımacılığı, rahat çözümlere kavuşturuluyor. «Her sabah, işbaşından iki saat önce a rabama a tla yıp, işyerime gid iyorum. Otoparkta yer bulmak için, sıra ya giriyorum». - «Yazık... Ne yapıyorsu n o iki saatta?» «Otobüsle eve dönüp, ra hat rahat kahvaltı ediyo rum». Yabancı tatil köyleri n in ü l ke m izde kuru l maya baş lanması, 30 yıl kadar öncedi r. O zamanlar bu turisti:k köy lerin, kuru l u ş prensipleri üzerin e bir kitap oku muştum. Ö n em l i kura l lardan birisi, köye misafir gelenleri ortak ya şayışa, ya kınlaşmaya sürükleyecek önlem lerdi. Deniyordu ki: «Bir tatil köyü, beşyüz kişiden aşağısı için ya pılmamalıdır. Böylece, kü ltür, spor ve eğlence n i n h er tü rlüsü i ç i n. gruplar kurulması kolaylaşır. Bu g rup lar, yelke n, yüzme, j i mnastik, voleybol, bin icilik g ibi s por larla ya da tiyatro, klasik m üzik g ibi sanat uğraşla rıyla. sürekli olarak meşgu l edil me l idir.» Cok önemli bir öğüt de şöyleyd i: «Köyler olabi ldiği ka dar sade i nşa edilmelidir. (Beş yıldızlı otel tutkunları n ı n kula kları çınlası n ). Yata k oda ları manzara görmemeli, bu odalard a oturanlar sıkılma l ı, hemen çıkı p ortak a ktivite lere katılmalıd ı r. (Elbet ekstralar da böylece artırılmalı

106 dı r). Yatak odaları, yalnız uyu mak ve s evişmek icin inşa edi l i r. Bu iki eylem ici n de, konforlu ve güzel oda gerek mez». Akdeniz kıyılarında tatilden dönm ü ş Alman kızları ko nuşuyor. E l ke an latıyor: «Riviera'dan iyisi yok... Düşün b ir kere... Her sa bah e rken otel personelinden birisi, koridorda zil çalara k do l aşıyor ve 'herkes kendi odasına!' d iye bağ ırıyordu.».. Turistik tesis işletmecilerimiz böyle bir h izmetin onur larına dokunacağı nı d ü şü nmeye devam ederlerse, biz öteki ü l kelerle zor rekabet ederiz

107 25. Sonu Gelmiyor Adı m «gezginıı e çıktı y a! Herkes d e ben i, keyfimden geziyorum sa nıyor. Tozutmama az ka ldı. Her 2-3 ayda bir, gazetedeki arkadaşlar, şakayla karışık sorguya çekiyor lar: «Nerede yeni gezi yazıları?» Sanki beni m işim gücüm yok da, boyuna sürtüp d u ra cağım... Hem siz, benim böyle kon u ştuğuma da ba k mayın lüt fen... Ben de pek yerimde d urmuyorum ya, neyse... Yıl l ar geçtikçe, büsbütün telôş i ç i ndeyim Dünya haritaları yetmed i... Bir de kocaman k ü re a ldım, geceleri onu sey redip d u ruyorum. Acaba daha nereleri görmedim diye... H em söz a ramızda, meret gezmekle bitecek g i bi değ il.... Kuzey yarımküresini epey dolaştım ama, g üney yarım küresin i n henüz cahili sayılı rı m. Bu yaştan sonra bitirmek zor mu zor... Ancaık beni, g ezme sevgi m i n ya nında büs bütün ateşleyen, sinirimi boza n tipler. bazı tan ıdıklarım... Fırsat buldukça soruyorlar: «Sen Patagonya'yı gördün mü?» Üzüntüyle yanıt veriyorum: «Hayı r..» «Ohooo, Patagonya'yı görmeyenin, dü nyadan haberi yoktur.» Vay canına! Boşuna yaşam ışım demek... Bu sefer ben ona soruyorum : «Sen Pata gonya'dan boşkaı nereleri gör dün?» d iye... Sı rıtarak anlatıyor: «ıerzincan, Erzurum, Kon ya, Lüleburgaz.» Sonrası y ok. Hem Patagonya 'ya da, e t a lmaya gitmiş, can l ı h ayvandan başka, bir şey görme

108 miş... Vay vicdan fukarası vay! Bir de benimle dalga geçiyor. Her ülke, kendi tipinde antika yetiştiriyor. Ülkelerin mizah yeteneğinde farklılıklar olduğunu düşünebilmek için. akıl denen nimetin farklı dağıtıldığını kabul etmek gerekir. Buna da gönlüm razı, değil... Aynı tarihte farklı zamanları yaşamak, öğrenim ve eğitim farkları var. Bu yüzden bazı esprilerin, «yerel» olduğu sanılıyor. Oysa aslında mizah, olduğu gibi ulusiararası karakterde... Ama yine de yakıştırma farkları var. Örneğin şu fıkranın, bizim Karadenizliye yakışmadığını, kimse düşünmeyecektir: Aile, inşaatı yeni biten apa rtman dairesine taşınacaktı. Baba, eş daireye daha önce taşınan Karadenizli komşusuna sordu: «Hesap etmeye üşeniyorum. Siz perde yaptırmak için kaç top kumaş aldığınızı söyler misiniz?» Söyledi: «On top.» Birkaç hafta sonra ikinci aile taşındı. _Bir gün kapıda rastlaştılar. İkinci taşınan, Karadenizli beye takaza etti: «Sizin perde kumaşı hesabınız yanlış... Aldığım on top kumaştan yedi top arttı.» «Benim de artmıştı.» Dfyelim ki ülkenin birinde (bizde değil haa!) kanun çıktı... Şöyle: «Vergi borcu olanın iki kulağından (iki gözünden, daha iki nesi varsa ondan) birini kesecekler.» Bana kalırsa, aklı başında herkes kaçmalıdır. Vergi borcu ister olsun, ister olmasın... Vergi borcu olmayanın, «korkacak nesi var, kaçmasın» denemez, kaçmalıdır. Çünkü Maliye, önce keser, sonra defterlere bakar. Amerika'dayken bir kişiden söz açmışlardı. Ortayaşlı bir adam... işe girecek. Özgeçmişine, bütün bilgileri yazmış. İlle de bir Amerikan esprisi yapacak ya! Doğum yeri 1ı1e tarihinden sonra: «Doğum kontrolundan bir sonuç alınamaması üzerine» doğduğunu belirten bir de kayıt düşmüş. Bu kişiyi işe almamışlar... Çünkü: «Yanlışlıkla doğan adamdan hayır gelmez» diye düşünmüşler

109 Patagonya'yı öven tanıdık g ibi bazıları, Atrika'yı övü yorlar. G üney Afrika'da manzaralar o kadar g üzelmiş ki... Ba n a n e? Yalnız g üzel manza ra, göz doyurmuyor. Afrrka' yı gezmek h evesim, hic yok. Her ne kadar yam yamların a rtık insa n yemed iği, bilimsel araştırmalara yöneldiği a n latılıyorsa da, i nanasım gelm iyor. Bir Afrika araştırma cı sının g ezi a n ı larını, daha yeni ok udu m. Anlatıyor: «Komşu kamptaki a rkadaşımın yamyamlar tarafında n kaçırıldığını duyunca, sadık adamlarımı a ldım, silahland ı k yola çıktık. Yirmi saat zorlu y ü rüyüşten sonra kaçırıldığı yere va rd ı k a ma, çok geç ka lm ıştık. Kemi kleri n i çöpe at mışla r, adını yemek listesind en bile silmişlerdi.» Romal ı taksi şöförlerı, h ınzır mı hınzır... Birisi öyle a ra ba s ürüyor ki, icerdeki turistin sabrı tüken miş bağırı yor: «Şart mı deli gibi g itmeniz? İ şte a ltıncı ada ma çarptınız...» ŞöfÖ rsôkin : «Siz bu raya Roma'yı görmeye m i geldiniz,. yoksa ista tistik yapmaya mı?» Ya bi r Kuzey Avrupcılı il e bi r Akdenizli a rasında ne fa rk vardır? Kuzeylinin n e h issettiğ i n i kavrayabi lmek icin, önce düşünmek gerekir... Bir Akde n izl in in ise ne düşündüğünü kavramak için, önc e h issetmek.... Aydı n l arı m ız, «k öy gerçeği>ı n i öğrenmek hevesinde... Kitaplardakine benziyor m u acaba? Adam şehirde doğmuş büyüm ü ş... Heves etmiş, köyde tatil yapıyor. O ne kadar cok konuşu rsa, evsa hibi köy l ü de o kadar az konuşuyor. Hazret her şeyi öğrenmek istiyor: «E pek i yi, yağmur yağ dığı zama n, inekler nerede d u rur?» «Yağmurd a. ıı Yurt dışında da, 'ı çinde de, çok otobüs yolculuğu yap tım. Ö nce d ışarıdan bir fıkra : Otobüs yolcusu yanındakine şaşkın l ı kl a sord u : «E l inizi n i ye cebime soktunuz?» Öteki :

110 «Kızmayın sakın! Kötu bır niyetim yok. Kibrit arıyorum.» Beri:ki de bağışladı: «E bono söylesene be kardeşim!» «Haklısınız... Tanışmadığım kimselerle konuşmaya utanıyorum da...» Son olarak da, bir yurt ici otobüs yolculuğu anısı : Yaşlı hanım, yüreğini oyn(]tan otobüs şöförüne fena halde kızmıştı. Söylendi, söylendi, sözünü şöyle bağladı: «Kö tü zamanlar yaşıyoruz. Benim gençliğimde, otobüs şöförleri bile terbiyeliydi.» Şöför ise, tek bir soru yöneltti : «0 zaman otobüs icat olmuş muydu?»

111 26. N uh Tufam nda Nelere sa hip olunsa, böylece de neler yapılsa hoş olu r d iye, düşü n ü p duru ruz çoğu zaman... İ lk okla gelen, biz i sıkıntı larımızdan kurtaracak kada r ölçül ü maddi ola naklara sahip olmak değildir... Düş kurma k parayla değ il ya! isteriz d e isteriz... İ l k işim iz, kellemize videoyu takıp, di psiz-sonsuz ten zevklerinin hayallerine da lmaktı r. İşin başını, tüken meyecek bir zenginlik olarak görürüz. Alman ların büyük yazarı, J.W. von Goethe var ( ). Zaten ya lnız A l man ların olmaktan taşıp, d ünya ü n ü olmuş. Eserleri, burada say ı la mayacak kada r çok... Anco k değişik yanları ndan biri, Wetmar Dükü'nün Ma l iye Bakanı da oluşu... Pare işlerinden iyi a n l ıyor ama, iş şiir yazmaya gelince, zeng inliği şöyle a nlatıyor: Hiçbir şeyin yoksa, y ü k ün hafiftir. Ama zeng inliğ i n yükü, daha hafiftir. - Yüzyı lımızla ilgili bir politik a n lamı olmadığını bel irte rek, eski bir Cir. atasözünü aktara l ım: Yitirecek h içbi r şeysi olmayan insa n, zengind i r. O ki Cin'den örnek verdik. H int'ten vermezsek, ha tırları ka l ı r. H i ntli şair ve filozof Rabindranat Tagore, zen g i n bir Bra h man a il esindendi ama, Hindistan halkını yatay olara k parça layan kast sistemine karşıydı. (Benim a n ı m sadı ğ ı m. Bahçevan kitabı dilimizde yayınlandı) yı l ı nd ak i ölüm ü ne kad a r H indistanın bağımsızlığı için İng iliz

112 lere karşı d i rendi. Zenginlik konusunda k i düşüncesi, kıso ve acıkt ı : (<En zeng i n insan l a r, en cok şeyden vazgece bilen let dinı. <<Zenginliği çok kimse küçümser. Ama ondan vazge çebilecek yeterl i g üce sah ip olabilen insan sayısı. çok az dır» d iyor La Rochefoucault. Hepimiz d uymuşuzdur, ya da okumuşuzdu r. Den iz su yu içmek, susuzluğu d i n d i rmez. Den iz kazası geçirip de. den iz suyu içmek zorunda ka lanın, büsbütü n içi yanar. İçtikçe içesi geli r. Doymak bilmez. A. Schopenhauer'e g öre. zengi n l ik de tıpkı böyle... Zengin liğe doyulmaz. Ama bazı kimselerd e zenginleş tikçe, zevk a lınan kaynaklar aza l ı r-ku ru r. Şımarma teh li kesine düşülmese bile, her istediği n i yapabileceği n i sa n mak. ruhsal yoksulluğ un ezikliğini ortadan kaldırmaz. Dolar milya rd erin i n can ı sıkılmış... Özel jet uçağına atladığı gibi, d ü nyanın çevresini dolaşıyor. Pi lotu a rada açıkla malar ya pıyor: «Fran sa üzerindeyiz... İsviçre'yi ge ç iyoruz...» Patron pilotun sözün ü kesiyor: «Ayrıntıya g irme! Kıta l a rı söyle yeter». Yetişm iş ve yetişmemiş insan la r a ras ındaki farkın na sıl anlaşılaca ğ ı, merak etmeye değer. «Yetişmemiş insan her şeyi ayrıntı g ibi g örür, yetişmiş insan ise i l işkilerin ne olduğunu kavra m (W. Raa be ). Bazan en ya kın dostla r a rasında, soğ u k rüzgô rlar esi yor. Sebebi c iddi, ya da değ i l... Hele c iddi değ il de, bir takım gereksiz a lınmalar y üzünden ise yazık ama, oluyo r işte... Bazan d a büsbütün saçma nedenlere d ayan mıyor. Birisi a rkadaşına çok kızg ı n : «Sen benim iyice züğ ü rtle cl iğim söylentisini yayıyormuşsun. Ayıp değ i l mi?» «Kesinlikle yala n... Ben tersini söyledim, pa rası ak l ı ndan çoktur ded i m.» Ü l kemizdekı geçim şartla rı y üzünden şimdi artık iyi

113 ce zora sokulan bir dar gelirli vata ndaşın, bu satırları oku dukta n sonra: «Tagore'undan da, Goethe'sinden d e» d i ye başlamasına, h i ç m i h i c karşı değ i l i m. Ama derim ki, başlamanın böylesi «'bitirmek» değildir. Ne d urumda olu nursa olunsun, ya şama neşesini korum a k için çaba gös termekten ve korumaktan vazgeçilemez.... Ya n i, uçaklarda-yatlard a gezmeyen, «yaşamıy o r» m u '.:leınektir... «Yaşamasını bilmek», ne demek ola ki? Yan i. ikinci mevki trenle yolcul u k yapan birisi, bu d ü nyada ke yif yapmakta n, kesinlikle mahrum mu :ka lacaktır? Tren kompartmanı nd a bir ada m, karşısı ndakine cok n a z i k ri c a ediyor: «Lütfen ben im sağ bacağımı, ka na pe nin üzerine koyar mısınız?» Yol a rkadaşı, isteği h emen ye rine getiriyor. Sonra bir rica daha : «Lütfen bana ü st raf ta ki yastıklardan birini verir m isiniz?» Hemen veriliyor. Yol arkadaşı merak lı: «Üzüldüm. Ne ra hats ızlığınız var?» «Ra hatsız l ı ğ ı m falan yok! Tatildeyim de, keyif yapıyo r u m... >> H a m bu rg 'tan k a l k a n gemi, N ew York'a hareket ed i yor. Ka marotlar farked iyor ki, a d a m ı n biri ku rtarma san d a l ı na g irmiş, bir türlü inmiyor. Y emekleri n i bile oraya istiyor. Baş.kamarot korkmasına gerek olmadığını ayrıntı larıyla a n latınca, d iyor ki: «Ne korkusu yahu! Ar kadaşlarımla: 'Bir kayıkla At Okyanusunu geçerim ' d iye bahse tutuştum da on.. )> lantik dan. Diyel i m ki aynı yolcu gemisindeyiz. Pahalı kamara la kalan şişman yo!culordcm birisi. gemi dokto ru n d cm a k ı l a l m a k istiyor: «Dalga olursa ben i m midem ça bu k b oz u l u r Acaba hangi yemekler d okunmaz?» Dok rırı b i ri n d e. tor: olanlar...» soru-bilmece: Kamarada kalan dobiş m i kurtar- <' E n u c u z Şimdi F./8

114 ma sanda!ındaki hergeleyı kıskanmalıdır. yoksa o mu öte kini? Veni zenginin yüreğini, hemen bir korku kaplıyor. Geçmişinin ortaya çıkması korkusu bu... Onun için Avrupa ' da, Amerika'da, diplomalarıyla, armalarıyla soyluluk unvanları satılıyor. Bugün parayı bastıran, otomatik olarak kont veya dük oluyor. Gelelim bize: Gene adam, Osmanlı sülôlesinderı olduğunu anlatıp övünüyor. Arkadaşı dayanamıyor: «Yok artık, neredeyse Nuh'un gemisinden kayıt getireceksin...» «Yok... Nuh tufanında o gemiye binmemişler. Kendi yat'larını yeğlemişler». Birbirini kıskandırarak komşu çatlatma yarışında, Muttalip bey kimseden geri kalmıyor: «Biz geçen yıl bir dünya gezisi yaptık ama. bu yıl başka yere gideceğiz...»

115 İstanbul Havas Ne iyi ama! Bugün bu köşede ralıatız. Başka yerde ne olur bilmem... Ama ben bugün burada, kanun zoru ile. ancak «havôiyat»tan söz açabilirim... Hele bakın, nereden de aklıma takıldı bu «havôiyat» sözü? Böyledir bu iş... Sazan akşam ne konuşulduğu unutulur da. altmış yıl öncesi. bellekten fışkırıverir... Havadan - sudan söz acarken, sanki hiç ciddi konuşulmayacakmış sanılır. Pek o kadar da değil... Ben kendi hesabıma, bu yaz İstanbul sıcaklarından, ciddi olarak bezdim. Kuraklık ve güneş bitkilerimi kavurdu. İ kibuçuk ay. ciddi yağmur düşmedi. İlk haftalar daha kolay katlandım ama. son haftalarda bu kuraklık bende, sebebini bir türlü anlayamadığım. sıkıntılar-özlemler doğurdu. Hep, «bir şey eksik, ıbir şey eksik» diyordum. istanbul'da doğmuş, yaşı ilerlemiş bir hemşeri olarak, eksik olan bu «şeyin» beni nasıl delice özlemler içinde bıraktığını, sonunda keşfettim. Ben İstanbul sokaklarının «çamun>unu özlemiştim. Ben nasıl olur da çamursuz bir İstanbul'a katlana bilirdim? Davutpaşa Çöp İskelesi, Davutpaşa Ispanak Virônesi, Samatya Narlıkapı Çıkmazı, Yeşilköy Bamya Tarlası çamurlarında büyümüş olan ben, nasıl olur da çamurdan mahrum bırakılabilirdim? Hem aslında zaten bırakılmıyordum ki... İlgililer bizi

116 bu tutk u l u alışkanlığımızdan koparmıyordu k i... Örneği n şimdi oturduğ um Etiler'in N ispetiye Caddesi, azıcık yağ murda Venedik kanal-sokaklarına benziyordu. Arnavutköy Akı ntı Burnu sah i l yol u nda, göller olu şuyord u. Bunlar hep. yol inşaatçılarımızın inceliğiydi. Kimbi l ir, Etiler'in taaa te pesinde ve Boğazici'nde denizin tam kenarı nda, yağmur su larını akıtmadan yolda tutmak icin, n e büyü k özverilere katlanıyorlardı? Neyse... B e n, ömrü m ü İ stanbul' da geçirmiş olmakta n şikôyetçi değ i l im. B u şehri seviyorum. Ben artık bu şehire kök saldım. B ir yere g idemem... G idemem a ma, hani İ s tanbu l havasının da, oyna k mı oyn a k, c ilveli mi cilveli ol d u ğ u n u gizlemek mümkün m ü dür? kışını hatırlarım. Kar ve buzdan okullar ka pa nmıştı da, ondan u n utmam kışında, Tuna'dan buzlar gelmişti. Bütün Boğaziçi ba l ıklarının k u la ğ ı na kar suyu kaçmıştı. Hepsi sırtüstü, suyun üstüne çıkmışla rd ı. Böylece, «kulağına kar suyu kaçtı» deyiminin d e ne demek olduğunu. söz a rasında a nlatmış old u k. Evet... O kış Fındıklı'da, Akademi rıhtımında, sopalara bağ l ad ığ ı mız çata l larla, zıpkın g ibi batırarak torik a vlardık. B i r za manlar İstanbul Belediyesi'nde, yıl ı ba şın da yapılmış şehir harita la rı görmüştüm. Eski istanbu l ' u n yarısı yeşil a!ar.dı... H epsi Belediye Pa rkı değildi d e, boo ta nl a r. bah çeler çoğ u n l u ktaydı. N üfus, yarım m ilyonu az geçiyordu. Şimdikinin ya klaşık on beşte biri kada rd ı. 30'1 u yıllarda Yedikule'den çıkılınca, marul bahçeleri geçiliyor. Kazl ıçeşme'ye varılıyordu. Sonra, ta Bakırköy'e kad a r dağ başından gidiliyord u. Zeytinburnu yoktu... Şişli tramvay deposundan sonrası, dutluklard ı... Son ra da yer leşme falan yoktu. Boğaziçi köyleri birbirinden kopuktu. Ya lnız den izden gidiliyordu. Bebek ile Rumelihisa rı a rasın da, taşıt yolu bul u nmazdı. Evet. bu a nlatımın sonu gelmez. O eski İ stanbul, o nô- 116-

117 rin g üzel aile kızı, a rtık orta malı oldu. Bi rbirine yapışa n, itişen-dürtüşen, bina ka!abo l ığında, a rtı k esinti de yok. Soka klard a rüzgôr esmiyor. Sokaklar k ızışıyor. Kızışan bi naların ısıttığı hava, sabaha kada r insanların ciğerine - te n i n e yapışıp kalıyor. Örnek mi? İ mar ettiğimiz N işanta ş. Topağacı... Sekiz y ı l oturd u k, bili rim. İ stanbul havası konusu içinde ka lalım da, şimdi bir denbire akl ıma gelen çok eski bi r olaya geçe l im. Yı l: H ı ristiyan Bizans'ın (o zaman istanbu l ' u n adı). dördüncü Haclı Seferi i le gelen H ıristiyanlar tarafından ele gecirile r k. yakılıp yı kılması senes i... ista n bu l 'a, o za man d a bayı la n bayılanayd ı : «Ey koca kent! Ey koca kent! Bütün şeh irleri n k ra l içes i... Dü nya nın dört yönünün yüreği! Batıya d i kilmiş cennet!» diyorla rdı ( Dukas). Peşinden ekleyiveriyorla rd ı: «Bizans'ın bir sakıncası varsa, o da iklimi ydi. En büyük sakınca, üç den izden bir den gelip, geceleri kapal ı yerlerde oturmayı eziyet hô line getiren rutubetti. Yalnız Ada la r bu çileden kurtu l u rd u. Ama onlar da cok uzaktı. Karadeniz'den esen buz g ibi rüz gôr, ayrı bir işkenceydi». İstanbul'da kışın b i r lodos eser, yaz geldi sanılır Ya zın do tersi: Üşüten poyrazl a r vard ı r. On un i çin bizim Nar lıkapı'da: «İ sta nbul 'u n yazı-kışı yoktur, lodosu-poyrazı var d ı r» d en irdi. Meğersem b u söz, cok eskiymiş... E. Brad ford'un «1 204 İhaneti» a d ı ndaki dördüncü Haclı Seferi ki tabını okuyu nca, daha o zamandan söylendiğin i öğren. dim. O seferde canı en çok yananla r. meta l zırhlar g iym i ş haçlı şöva lyeleri... O seferler üzerin e tarih yazan C.J. Foul k es hayretin i şöyle d i l e g etiriyor: «Şöva lyelerin, kalın el biseler ve çok ağır zırhlar ile, yakıcı g ü neş a ltında na sıl savaştıkları. hôlô a n laşıla mayan bir sırdır. Üste lik giyip,

118 çıkarması o kadar zordu ki, zırhlarını gece-gündüz sırtla rında taşırlard ı». Pekiyi, b u zırhlar g iymiş haclı şövalyeleri nasıl helô ya giderlerdi? Herhalde gidemezlerdi. Dördüncü Haçlı Seferi şövalyelerini n, yüzyılların pır Jonta kenti olmuş o zaman istanbul 'unu, ne kadar cok yön l ü berbat ettikleri böylece daha iyi an laşılıyor

119 Dalga Geçmek Görüyorsunuz. mahcup olmak duygusundan da epeyce uzak. çafakalem yazıp duruyorum. Hem de mavi tüylü kamış kalemle... Mürekkep hokkasına bana bana... CXıktilo makinasından nefret ediyorum. Sonra kôğıtları koca masaya yayıp, yazıyı bir nefeste okuyorum. Çukur veya tümsek varsa belli oluyor. Bunlara, kontrolu gereken bilgilere, işaret koyup, kôğıtları zımbolıyorum. Bu işler hep, tek damla içki içilmemiş gecelerin, yarılarında oluyor. Yazı ertesi geceyarısı, kendi sansürümden geçiyor. Düzeltiliyor, benden kopuyor. Bereket versin yazı, okur huzuru na, cok sonra çıkıyor. Anında çıksa, belki de dilim dolaşacak, edep endişesi yüzünden şaşıracağım. Oysa yazarken, nasılsa düzeltirim deyip, hafiften ayıp şeyler ve argo sözcükler yazmaya korkmuyorum. Ama bir de bakıyorum ki, bunları düzeltmemişim... Okuyunca mahcup oluyorum dersem, inanır mısınız ki? (Sahiden biraz oluyorum). Dostlarıma hep söylüyorum. Yaşayışın zorluklarından kurtulmanın güvenilir çaresi, onun felsefesini yapmak... Diyorum ki: «Ben hayatın ne olduğunu, lakerda yerken anlıyorum... Ama balığın tadından değil, yanındaki yumruklanmış kuru soğandan... Hayat da kuru soğan gibi... Tabakaları kalktıkça küçülüyor ve arada bir göz yaşı dökülüyor...»

120 Dostlarım arasında doğru dürüst insanlar da var ama, onlarla böyle konuşamıyorum. Beni anlamıyorlar. Bunları demci takımına anlatıyorum. O hergeleler hic anlamıyor. Dalga geçtiğimi sanıyorlar. Onlar da benimle dalga geçiyor. Aslına bakarsanız. ömür boyu herkes birbiriyle dalga geçiyor. Gene adam, seyahat acentesindeki kıza isteğini bildiriyor: «Uzun süreli, ama masrafsız bir deniz gezisi istiycrum». Kız yolunu bul uyor: «Siz önce, Deniz Kuvvetlerine girmeyi bir deneyin...» Kokteyl parti... Herkes yanındakinden kaçıp, başka birisine rampa ediyor. Durum, yine tıpkısı... Soru şöyle: «Siz sayın Özsakallıoğlu musunuz?» - «Hayır. Adım, Cuhacımelımetlergil'dinı. «Özür dilerim. Bu iki ismi, hep birbirine karıştırırım». «Yahu, sen Ahmet beyi tanır mısın?» «Ahmet beey?.. Ahmet bey? Ahmet bey haa? Hayır. Bu adı hiç duymadım». Direksiyon öğreniminin, okullarda olacağı kulağıma geliyor. Avrupada bu iş için bayağı fiyakalı okullar ve öğretmenler var. Bu hocalardan birisi, öğrencisi olan hanıma sabırla diyor ki: «Bazı demir parçalarının, ayakkabılarınızı berbat ettiğinizi söylüyorsunuz. Onlar demir parçası değil, debriyaj - fren ve gaz pedallarıdın>. Otomobil meraklısı anlatıyor: «Kullanılmış bir araba aldım. 180 kilometre yaptım». Arkadaşı şaşıyor: «Nee? Saatte mı?» «Hayır. Toplam olarak». Ülkemizde, dalga geçmek denen keyifli işin büyük ustası, Nasreddin Hoca... Söylentiler öyle ki, Timurlenk dahil, dalga geçmediği kimse kalmamış. Hoca'nın menkıbelerini toplamış olanlar arasında, bereket versin yaban-

121 cılar da var. Aşağıdaki anlatımı, Almanca bir «Nasreddin Hodja» kitabından aktarıyorum: Hoca Bursa çarşısına gidip kendisine bir pantolon beğeniyor. Ama biraz sonra, kendi pantolonunun fena do olmadığını düşünüp, yerine bir cüppe almaya karar veriyor. Cüppeyi sarıyorlar. Alıp ayrılırken dükkancı: «Parayı ödemedin» diyor. Hoca: «Karşılığında pantolonu verdim ya!» deyince dükkancı: «Ama sen pantolonun da parasını vermedin,» diyor. Hoca kızıyor: «Akıllısınız siz Bursalılar. Pantolonu aldım mı ben sanki?..». Bu fıkra günümüzde, İ ranlılardan İ skoçlara kadar her ulusun kendi fıkrası olarak anlatılıyor. İngiliz Elisabeth devri «Jestbooks»larda ve Alman «Schwankbüchernlerde de yazılmış... Uzun bir fıkradan sonra. hemen bir kısasını anlatıp denge sağlamak gerekiyor. Dostlar arasında konuşma:,x Bana borç para verir misin?» Öteki: «Sevinerek... Ama yalnız bin lira...» «Pekiyi, sevinmeden kac lira verirsin?» Elektrik kesilmeleri azaldı ama, yok olmadı. Bazı binalarda bu yüzden, bozan asansör çalışmıyor. Bilmemkaç kat merdiveni yaya çıkarken, iltifat yağdırma konusunda iktidarla muhalefeti, birbirinden ayırmıy9rum. Yaşlıca bir hanım, zemin katın zil düğmesine bosıp, soruyor: «Cok affedersiniz, Ahmet beyin kaçıncı katta oturduğunu bilmiyorum da ondan sizi rahatsız ettim. Lütfen söyler misiniz?» söylüyorlar: «Sekizinci katta oturur. Ama asonsör bozuk». «Öyle miii... Çıkmam... Mektup yazarım daha iyi». Şimdi anlatacağım olay yabancı bir ülkede geçiyor. Bizde de olabilir ama, böyle mükellef zor bulunur. Bulunsa da, konuşmaya çekinir. Evet... Devam: Vergi mükellefi, bağlı olduğu vergi dairesi müdürüne gitmiş soruyor:

122 "Benim ne zaman yaz tatil ine çıkmama izin verirsiniz?» Müdür biraz şaşırmış, d iyor ki: «Bize ne? Siz bizde çalış mıyorsu n uz k i..» Müke l l ef isra rl ı : «Aman efendim! Sizde ça lışmıyorum ama, sizin için çalışıyorum».. Film yapımcısı, h ınzırı n biri... Yıldıza i ltifat yağdırı yor: «Siz Hollywood'un en g üzel kad ınısınız» Yıldız kı rıtı yor: «Böyle düşün mese idiniz de, böyle konuşacaktınız». «Öyleyse ödeştik. Ben böyle konuşmasam d-0, siz öy le d üşü necektiniz»

123 CÖM ERT K IZLAR 29. Kolayhk Göstermek Lütfen şu cümleye d i kkat buyuru r musunuz? «Doğa. insan denen yaratığı, kadı n la r-erkekler olara k ikiye ayır dığı zaman, tam ortadan kesmedi» Belki biçimsel fa k l ılıklar kasdediliyor bu sözle Ve bu sözü söyleye n, ben deği lim. Ben söylemiş olsa n, h emen muzır imalarda bulun duğum düşünülebilir. Oysa bu sözü söyleyen, ü n l ü filo zof Schopen hauer... Böylece, ya bu sözde edepsizli k ol madığı, ya da edepsizliği benim yapmadığım a nlaşılmış ol uyor «Hanımlar yal n ız ş u n u n için güzelleşme hırsındad ı r: Erkeklerin gözleri, beyin le ri n e göre daha gelişmiştir d e on dan..» Şimdi bu n oktada, vicdan l a r konuşmalıdır. Bir hanım sözkonusu olduğunda; erkeklerin a klına ilk gelen, önce onu anlama k m ıdır, yoksa önce kısaca ba kıp, sonra da olabildiğince çabuk rampa etmek midir?. Mahkeme salonundaki davacı gene kız, a ldatıldığım iddia ediyor: «Beni a ldattı. Benimle evlenmeye söz verdi. Sonra gidip baş.kasıyla evlendi... Ka lbimi kırdı.» Hôkim bey davayı bitiriyor. Hüküm: Beş milyon li ra tazminat.... Sonra ki duruşma: Trafik - kazası... Adam kulla nd ığı otomobil l e bir kad ı na çarpmış ve üc kaburga kemiğini kır m ı ş... Hüküm: Bir m ilyon lira tazminat... Kıssadan hisse: Hanıml arın kalbini kırmayın!

124 Ko!aylı k göstermek d iye bir deyim var. Ü lkemizde eşi ne ender rastlanıyor ama, d ünyada erkekleri sa ldırga n l ı k sucundan koruya nlar, «kolaylı k g österen» hanımlar. özel likle bu hanımların kal bi, kes i n likle kırılmamalı... Yeni tanışmışlar... Gece k u l ü bü ndeki son danstan sonra g en ç kız, delika n l ı n ı n önerisini kabul ed i p, evine g i c/iyor... Genç adam heyecan lı... Pu l kolleksiyonunu, plôk ları n ı, kita plarını gösteriyor. İ kinci içkiyi karıştı rırken, yü zünü k ızdırıp soruyor: «Sevişmeyi önersem, red ede r m i sin?» Kız oğla n ı n gözlerine derin derin bakıp d iyor ki : «Böyle bir deneyimi hiç geçirmedim...» Oğlan şaşkın : «Neee? Hiç sevişmedi n mi?» «Ö yle değ ii canım! H iç red etmedim demek isted im...» İyi a ileden, iyi y etiş m iş bir genç adam, bir kıza abayı yakıyor... Ama kızın geçmişi konusunda, hiçbir bilg iye sah i p değ i l... B ir yandan d a, görg ü kuralları n ı öğretiyor, sosyeteye a l ı ştırmaya çal ışıyor: «Bil ba kalım! Erkekler mer divende n için önden yürü r?» «Elbet ö nd en g ider ya! Adam ın kaçı ncı katta otur duğunu, kız nereden bilsin?..» ' Deneyimli' gene k ızları n, buluşmalard a n sonra ki sa ba h söyleşi lerine bir örnek şöyle: «Ne geceydi ama! üc defa tokat atm a k zorunda kaldım...» Berik,i meraklı: «0 ka dar saldırg a n m ıydı?» «Yok ca n ım! Uyandırma k için vurd u m...» Ah bu Avrupa'lı kızlar! Yerlerinde m i dururlar? Tek kişilik uça k la, Afrika üzerinde bile uçarl a r. İ şte böyle bir kızılsaçlı afet, yine yerinde d urama mış... Afrika üzerinde u ça rken, motorlar birdenbire durmasın mı? Ne yaps ın kız cağız? Paraşütle atlayıp canın ı kurtarmaktan ba şka çare mi var?.. Atlamış... B u tatlı cad ılar, öyle uygar yerlerde d e gezmez. Ne olacak? İ lle de yamyamların üstünde uçacak ya! Onların

125 arasına düşmüş... Doğru kabile reısmın huzuruna çıkarılmış... Yamyam reisinden ne beklenir? Elbet kızın tadına bakmış... Neresinden? Dudaklarından... Sonra da aşcıbaşıya dönüp diyor ki: «Ben yarın sabah kahvaltıyı, yatağımda yapacağım...» Bir petrol şımarığının haremi... Başlarında haremağaları. sürüyle de kadın dolu... Hazretin gözü doymamış (gözü...). basmış parayı, Avrupalı bir kız da getirtmiş. Günün birinde haremağası, Avrupa lı kıza münasebetsiz bir öneride bulunuyor. Kız şaşkın... 'Reddediyor... Ağa ise alıngan: «Kafeinsiz kahve içersin, filtreli sigara tüttürürsün, alkolsüz bira içersin... Beni niye red ediyorsun?» Hollywood... Artık şansları azalmaya başlayan yık:lız adayları... Hepsi de yürek oynatacak kadar güzel... Hayal kurmaktan vazgeçmiyorlar. Biri anlatıyor: «Ben zengin olunca, Beverly Hills'de bir villa alacağım. Paris'den giyineceğim ve Porsche'mi kendim kullanacağım...» İkincisi: «Ben zengin olunca, lüks bir yat alıp, sürekli olara k dünya denizlerini dolaşacağım..» Üçüncüsü: «Ben zengin olunca, her gece yalnız yatacağım...» Yine iki yıldız adayı konuşuyor: «Bu güzel vizon mtmtoyu koca aldın?» - «Para vermedim... Değiştirerek aldım...» - «Neyle değiştirdin?» «Aptalca sorular sorup durma!..» Rita Eva'ya anlatıyor: «Düşünebiliyor musun? Kocam Paris'e gitti. Bana ne getirdiğini söylesem şaşa rsın: Cincillô...» Eva teselli ediyor: «Üzülme! Penisilin alırsın. çabuk geçer...» Paris cafe'sinde bir Alman oturuyor. Paris'e giden Bavyera lı, rahat oturur mu? İlişki arıyor. Paris güzelle rine, gözleriyle saldırıyor. Nihayet birisinden, bakış ve gülümseme karşılığı olmasın mı? Hemen yanaşıp soruyor:

126 (<Al manca bil ivor m u s u n uz?)> l< ;z da Almanca yanıt veri yor: «N e için?» Paris'te M ontnıartre... Erbabı bil ir, kayn ıyor. Y i ne bir Bavyera l ı cici kızlardan birin e soruyor : «Almanca bilir m i siniz?» d iye... Kız: «Evet, oldu kça...» d iyor. «Ne kadar?» «Fiyatına göre... Beşyüz franklık da konuşuru m, bin fran k l ı k da...», Bir cici hanım.. Mesleği: Duvar çiçeği... Ay l ı k zorun lu doktor muayenesine g id iyor. Doktor incelemesini bitiri yor ve son olarak parmağından kan alıyor. Ancak, ka n boyuna a kıyor ve durma'k bilmiyor. Doktor soruyor: «Ka nınızda pılıtıiaştirıcı m adde çok az... Ondan.. Reg l o l d u.. ğ u n u z zama n da herha lde kaybı n ız fazla oluyor. «Hem de nasıl? Beşbin marktan fa zl a...» »

127 30. Get:e Çevrilen Filmler Hollywood... Olmayacak işleri, sanki olacak işlermiş g bi gösteren rüya fabrikası... İ nsanları, eroinden :beter uyuştura n, zehir üretim yeri... B u y üzden, boğazına kadar pisliğe batan insan, çırpınmıyor da, Hollywood işi mutlu raslantılar bekliyor. O ü n l ü oyuncuları asıl parmağında oy n atan la r, Hollywood «Ba ba» ları... E n ü n l ü film yıldızlarından biri evleniyor... Ya d a rek lam a cısı ndan «Ba'ba» lar öyle uygu n gördüğü icin, evlen diriliyor. Birkaç g ün sonra rastladığı bir arkadaşı kendi sine: «Düğün nasıl geçti?» d iye soruyor. Ya n ıt: «Bilmem! Daha basın eleştirilerini okumadım.» Şimdi bir sözcük a rıyorum. Hollywood yaşayışına ya kıştırmak için... Yaşama, Baba'lar ta rafından o denli bal landırılmış, y a da cıvıtılmış 'ki, dedi1kodu kral içeleri türe miş... Birisinin adı: Elsa M axwell... Ö yle g ü ç kazanmış ki, yaptığı (ve ded i kodu basınına geçen) yakıştırmalarla, yıl dızları parlatır, ya da karartır olmuş Hol lywood ' un g ü, nahla rını azaltan örneğ i n O rson Welles g ibi h o ş insa n ların da, orada yaşamış ve ü n le nmiş olma ları... Elsa Maxwell, Orson Wel les'i ziyaret ed ip, öfkeyle şi kayet ediyor: «İ şte bakı n! Biraz önce Pau lette Godda rd'ı n yan ındayd ı m. Ben konuşurken en a z onaltı kere esnedi..» Welles bu öfkeyi haksız buluyor: «Ama Elsa, esnediğini de n ereden çıka rı yorsunuz? O da a rada söze karışmak istemiştir.»

128 Televizyon yaygınlaştığı için şimdi artık eskisi kadar yoğun değilse bile, esasta değişen bir şey yok... Hollywood'da aynı hayat yaşanıyor. Gündüz ne kadar film çevriliyorsa, gece de o kadar film çevriliyor. Kimse kendi yaşayışına hôkim değil... Gece de senaryolara uygun olarak geçiriliyor. Kimin hangi senaryoda, hangi rolü oynayacağını, yine «Baba»lar saptıyor. Güzel ve ünlü yıldızlardan biri, yine evlendirilmiş... Genç adam daha balayında iken, karısına gözdağı veriyor: «Sonra bana hiç kızma! Ben bozan, sebepsiz bile olsa, kıskançlık bunalımlarına girerim.» Gene kadın garanti veriyor: «Üzülme! Ben seni sebepsiz kıskandırmam...» Hollywood'da, yıldız adaylığından vazgeçmek durumunda kalan binlerce güzel kız ne yapıyor ki? Sanat denen şey unutulacak artık... Az bir şey sanat katılacak olan zenaatlar bile hayal olacak... Artık düpedüz bir «iş» yapılacak. Yetsin bunun onuru... Bir mağazada düpedüz. tezgôhtarlık - veznedarlıktır yapılacak olan... Büyük mağazanın kasasında çalışan güzel gene kız, hafiften üzülüyor. Erkeklerde, eskisi kadar hayranlık uyandırmadığını sanıyor. Neden öyle sandığını da anlatıyor: «Paranın üstünü saymaya başladılar.» Şirkete yeni memur olarak yakışıklı bir genç adam alınıyor. Hanımlar görüş bildirmeye başlıyorlar: «Adamın bekôr olduğu besbelli...» - «Nereden bildin?» «İşe her sabah, başka yönden geliyor...» Gene kızlar söyleşiyor... Birbirini iğneleme silôhları. daima hazır... Bir erkeğin sözü ediliyor: «Tuhaf adam! Şimdiye kadar hiçbir erkekten duymadığım şeyler söyledi...» «Ne dedi? Evlenme mi teklif etti?» Serbest düşünceli gene kız, arkadaşına öğüt veriyor: «Bu oğlana dikkat et! Seni bekôr evine çağırırsa, bil ki art

129 düşünceleri var demektir...» Sonra bir nefes a lıp ekliyor: «Bulaşık yıkatır..» Kızla r d edikod u yapıyorlar: «Sizin şirket büyük mü?» «Hem de ncsı l? B ir söylenti bütün şirkete yayı l ı ncaya kadar ü ç gün geçiyor...» Hol l ywood 'lu yı ldız adayı hanım, rüyasını an latıyor: :d stiyorı ki, bir v<.:ruşta i k i sinek birden öldüreyim...» 1< Ne demek o?» «Bir dolar rnilyoneriy le, sevişerek evleneyim...» Re:>,j isör, senaryo yazarıyla dalga geçiyor: «Tebri kler... Tertemiz bir senaryo yazmışsınız. }) «E l bet ya! İ yi düşündüm... Bütün sahneler ba nyoda ne<;iyor.» Alı bu Hollywood... Neler ya pmadı neler? Avrupa'da kiın sivri ldiyse, çekip a l ıverdi. lngrid Bergmann'da n, Mau rice Chevalier've kadar... E n ü n l ü p iyes v e kita pları da, senaryo ve film yapmadılar mı? Romeo ve J u liet'den, Ü ç A rkadaş'a kadar.. Başlıca opera ve operetleri de denedi ler ya! Opera filminde, aşk sah nesi provası yapıl ıyor: Re ji sör mem n u n değ i l... Tenoru soğ u k bul u p azarlıyor: «Da ha canda n oynasanıza! Ömrün üzde sevmediniz m i hiç?» (<Sevdim ama, o sırada şarkı söylemedim.» Sazan, «Amerikan esprisi» diye, küçümsenen mizah örnekleri duyuyoruz. Değişik a lışkanlıklar sonucu ortaya çıkan fa rklılı kla r. böyle h ü k ümler doğurabiliyor. Ö rneğin an layışlı d ostlarımd a n biri, seyrettiği bir Amerikan ffl m i içi n, şöyle konuşmuştu: «Yarısını hiç a n l a madım... Anladığım öteki yarısını ise, kavraya madım...» Fazla tipik bazı esprilere bakıp da, çoğ u örneği n a n laşılmaz olacağını düşünmek yersiz... Hele boza n, Fran sızların uzman sa nıldığı kon u l a rda bile Amerfkal ı la r, iyice sevimli örnekler veriyorlar F./9

130 İ şte yine, bir Amerikan bilmecesinden sorular: 1 7 ay lık bir kız çocuğu, 1 7 yaşında bir.j<ız, 27 yaşında bir ha nım ve 37 yaşında bir han ı m a rasındaki farklar nelerdir? Yanıtları şöyle: 1 7 aylık bir kız, yatağa yatırılır, sonra bir masal \l n la tı lır. 17 yaşında bir kıza, önce masa l a nlatılır, sonra ya tağa yatı rıl ı r. 27 yaşında bir kadı n ise, yatakta kendisi masal gibidir. 37 yaşında bir kad ının ise. dediği şudur: «Masal a n latmayı bırak da, g e l hayd i!..»

131 Bebekler ve Ley lekler Aile terbiyesi adı verilen bir yetiştirme biçimi var... Hôlô bir de ece var... Evvelce, çocuğun yaş.amanın ruhsal şartlarına uyum sağlayabilmesinin temeli, bu eğitimdir diye bilinirdi. Bu inancını korumaya devam edenler arasında, ben de bulunuyorum. Ama ne yazık ki bazı ana - babaların, ç'jcukları büsbütün yoldan çıkardığını da görüyorum. Anne, babasıyla birlikte sinemadan dönen küçük oğluna soruyor: «Anlat bakalım yavrum, film güzel miydi?» «Güzeldi ama en hoşu, yanında oturan kadının. babama bir tokat patlatmasıydı...» Erol Fransız okuluna verilmiş. Akşam ev ödevi yapıyor. Babası do az bir şey Frans;zca bildiği için, ona soruyor: «Baba! 'le ceur mü yazılır, yoksa la ceur mü?'» Adam oğlanı haşlıyor: «Likör' dür o likööör... Yine dikkat etmemişsin...» Bizde de başladı ya! Artık, yat limanları mız da var. Bunları dolduracak teknelerimtz de... Hem ben nereye gittiysem dikkat ettim. Bütün yatların adları, hep hanım isimleri... Erkek adı olan yok... Bir yat limanını gezen çocuk babasına, yatlara neden hep hanım adları konduğunu soruyor ve yanıtını alıyor: «Hem çok pahalı şeylerdir, hem de idareleri zordur...» Çocukları, yaşama ş.aşkınma döndüren işlerden birisi de, karı..:koca kavgaları... Hele çocukların yanında, haşin

132 ve coşkun bir bicimde ya pılırsa... Aşağ ılayıcı sözler söyl enir ve d üşü nce:ler ileri sürül ürse... Bu d avranış, ç içekleri benzinle su lamaktan beter... Yavruların gelecek umutla rını k u rutma k için, aile ici kavgalardan daha etkili bir ze hir yok... Oysa evlôtcıklar. büyü klerden daha akıllı ve duy gulu... Söylenmeyeni bile a n lıyorlar. Yemek salon u nda m isafirler var. Yemeği n son una doğru evin küçük oğl u, «İ yi geceler» d i yor, yatmcya gö türül üyor. Çocuk kendisini yatıra n a nnea n n esine, izlenim leri n i özetliyor: «Anlaşılan bu a kşam, çok önem li m isafir l er var...» Büyük h a n ımefendi h ayretle soruyor: «Nasıl a n ladın?» «Annem babamın espri le rine g ü l üyord u da, ondan...» Hanımlar a rasındaki evlilik söyleşileri nden bir örnek : «Evlenmeden önce, çocuk eğitimi konusunda ü ç yöntem geliştirmiştim. Şimdi üç çocuğum v a r, yöntemim yok...» Bell i... Çocuklar yaramazlıkla rı icin hoşgörül müycr. Yapmadıkları için bile peşin azarlanıyor. Bu d u ru md a ço cuk, kendisinden haşarıı:k beklendiğine in a nıyor ve onu yapıyor. Küçük Erol, bir a rkadaşın ı n doğ u m gününe çağı rı lmış... Annesi götürecek... Kadıncağız u ya rı larına, son ola ra k şunu ekliyor: «Allahaısmarladı k demeden önce de, yaptıkları n için,özür d ilemeyi unutmayacaksın...» Çocu kların nasıl d ünyaya geldiği, a çı kça a nlatılmıyor. Ya : «Sus bakiiim! Sen daha çocuksun. Büyüyünce öğre n i rsin» den iyor. Ya da h erkes kolay ı n ı bulmuş. a l ı şmış. çocukları leylekierin kapıya bıraktığı a n latılıyor. Çocuk bile a k ı l dışı bu lduğu bu masala inan mıyor. A ra ştırmaya başlıyor. Küçük oğlan babasına tersleniyor: «Bugün öğrendim beni aldcıttığınıt:. ". Ben i leylek getirm iş d e kapıya bırak mış ha? Yalan söylüyorsunuz...» Baba sabırlı : «Oğlum, ne

133 reden çı artıyorsun yalan söylediğimizi?>} «Leylekler sonbaharda Afrika'ya göç ediyor. Oysa ben Ocak ayında doğmuşum...» Evet, bu leylekler göcmen kuşlardır... Yaz başında Avrupa'ya gelirler, sonunda Afriko'ya uçarlar. «Neden Afrika 'ya uçarlar?» diye sorulursa, yanıt, şöyle: «Afrika zencileri de, çocuk sahibi olmak isterler.» Öğretm3n hanım, Nuh tufanı masalını anlattıktan sonra soruyor: «Nuh'un gemisine, niçin her yaratık cinsinden bir çift aldığını bilen var nıı?» Erol biliyor: «Yavruları leyleklerin getirdiğine inanmıyordu da, ondan...» Çocukların zevk sahibi olduklarından kuşkulanmak saçma olur... Kanıtlıyorlar: Evi neşe dalgası sarıyor. Ailenin ilk kız çocuğu doğmuş... Baba oğlunu kıskandırmamak ioin, müjdeyi ona münasip şekilde veriyor: «Oğlum, seni de tebrik ederim. Leylek sana, minicik bir kızkardeş g8tirdi...» «Babacığım. seni anlayamıyorum... Dünyada bu kadar güzel kadın dururken, bu işi nasıl oluyor da bir leyleğe bırakıyorsun?» Çok çocuk sahibi olmayı hôlö erkeklik sanan kelle hammalları aramızda yaşıyor. Toplumumuz değil çocuklarımıza, evlenmiş kadınlarımıza bile doğa gerçeklerini öğretememiş... Acık olmamayı, edep gereği saymak gibi gerilikler, azalmıyor... Yetişkinler, kendilerinin doğru-dürüst bilmediği doğa sorunlarını, çocuklara nasıl öğretsinler ki?.. Küçük oğlan huysuzlanıyor ve sorup duruyor: «Anne! 'Erotik' ne demektir?» Kadıncağız bıkkın: «Aptalca şeyler sorma! Ben dokuz çocuğu büyütünceye kadar, yabancı dil öğrenmeye zamanım mı oldu?» Yetişkinler çocukların hızlı gelişmesine engel olamıyor. Ya gelişme ne zaman sona eriyor, duruyor? Çocuklar ye

134 tişkinler kadar «büyüdüğlııı zaman... Yaşlanmış. iki kişi konuşuyorlar: «Delirdi bu dünya! Oğlum kalkmış, bana akıl öğretiyor.» «0 bir şey mi? Torunum benden ödüne para istiyor.» Amca Bey, kardeşinin ortaokul öğrencisi çocuklarını ziyaret ediyor. İki oğlan da okumaya dalmış... Birisi, koca bir «fizik deneyleri» kitabı okuyor. Amca ona büyüyünce ne olmak istediğini soruyor. «Fizikçi» yanıtını alıyor. öteki yeğen ise, seks dergileri karıştırıyor. Amca ona da soruyor: «Sen büyüyünce ne olmak istiyorsun?» «Ben yalnız büyümek istiyorum. O yeter... ıı -134-

135 SAGLIK ÜZERİNE 32. Hani Nezle ilacı? Erkeklerin bazı kadın hastalıklarına tutulmaları mümkiin değildir. Örneğin rahim hastalıklarına... Cünkü rahimleri yoktur. Aynı sebeple bazı ünlülerimiz de, beyin kanamasına karşı bağışıklıdır. İşte bu durum, sevgiii doktorlarımızın başındaki dertleri azaltır. Tıp biliminde, sınırların geniş olduğundan bile söz edilemez. Çünkü o denli engin ufuklarda yitip giden bilim dalıdır ki, sınırları yoktur. Bu yüzden organ naklinde harikalar yaratan tıp bilimi, bu sonsuz sorunlar yükünün altında kalmış, daha nezleye bile ilaç bulamamıştır. Ancak, umut yitirmeye gerek yok... Yüzyılımızın baş larında, «iltihaplı hastalıklara 20'nci yüzyılda çare bulunacağı» söylendiğinde, kimse inanmamış... Oysa söylenen, gerçekleşmiş... Günümüz gençleri, bizim çocukluğumuzda ve gençliğimizde katlanılan hastalıkların, artık adını bile bilmez. Çıban, dolama, zatürree, çiçek. belsoğukluğu gibi... Gelecek yüzyılda, bugün insanların başına bela olan pek çok hastalığın yeryüzünden silineceğine inanmak, iyimserlik olmasa gerek... Ancak, insanlara rahat batar. Bu yüzden doğa, ortadan kalkan hastalıklar yerine, hiç bilinmedik yenilerini kor ki, insanların savaş için kaşınmaları geciksin... Aziz ve sevgili doktorların başına sarılan asıl dert, hastalıklar değildir de hastalardır. Doktora karşı koyan

136 çoğu zaman. hastalık değ il de, hastanın kendisidir. Söz dinlemeyişi, perh izini tutmay ı ş ı, ilaçlarını d üzen l i a lmayışı. masada fazla zıkkımlanması ve benzeri nedenlerle.. &ı ni m gibi... En ha incesi de, doktorları aldatmaya yelten mektir. Bir hanım... G iyim eşyası satan mağazaya g irip, bir giysi beğeniyor. Anca k tutturm uş, ille de bir numara.b ü yüğünü a l m ak istiy or. Sebebi n i d e anlatıyor: «B u radan doktoruma g ideceğim. G iysi m i bol görürse. bana verdiği perhizi tuttuğuma inanır.» İl k ya rdım d oktoru, kaza geçiren kadı n ı m uayene et ti kten sonra bu lguları yazdırıyor: «Ü çüncü ve dördüncü kaburgala r kırı k... Sol omuz zedelenmiş... Sağ göz mo rarm ı ş...» Sonra hasta kadına soruyor: «Yaşınız kaç?» «21». Ekl iyor: «Bellek zayıflamış.» Ka dın, ruh hekimine b i r saate yakın a n latıyor. Sonra soruyor: «Kocamın kulakla rı iyi işitir de, benim söyledik lerimi h iç d uymuyor. Acaba b u, ender rastlanan bir has ta lık mıd ı r?» «Hayır... Ender rastla n a n bir yetenektir.» Büy ü k bir u partman... B i r daire kapısındaki kartvizit te, fsim ve başında da doktor yazı lı. Birisi kapıyı çal ıyor ve doktoru hastaya çağı rıyor. Ancak, kapıyı açan zat özü r diliyor: «Mümkün değil... Ben t ı p doktoru değilim, felsefe doktoruyum...» Ka pıda ki adam şaşkın : «Ne hasta lıklar çıkmış da, ben im ha berim olmamış...» Gene insa n l a r, seyrek hastalanı r. Hasta insan ge nelde somu rtkan olur. Güzeller ise. çirkinlere göre daha sağlıklıdır. Bu nedenlerle doktora, genç-güleryüzl ü ve gü zel h a nımların başvurması e n derd ir. Doktor genç kızla ko n uşurken mem n u n : «Saptadığım tedavi iyi geldi demek... Çok sağlıklı ve hoş görünüyors u n uz...» «Ben mavi giyersem, h ep hoş görü n ü rüm.»

137 Gene kızın dişhekiminden ödü kopuyor. Ama yine de kapının zilini çalıyor. Kapıyı açan hemşire diyor ki: «Üzgünüm... Doktor yok.» Kız ise üzgün değil, sevinçli... So ruyor: «Bir daha ne zcıma bulunmayacak? Söyler misiniz?» Doktorlara hastalıktan çok hastaların sıkıntı yaratmaları sanki yetmez... Bir dert de, hasta yakınları ve ziyaretçilerdir. Her ziyaretçi, yakın ilgisini kanıtlamak için, ille de doktorlarla konuşmaya çalışır. Hasta yakınlarının ise, «yüreği yanıyormuş gibi» dolaşmaları, bozan çadır tiyatrosu oyunudur. Gene adamın babası, ciddi bir hastalıkta n yatıyordu. Arkadaşları teselli etmeye çalışıyorlardı: «İnşallah aileden kalıtımla gelen bir hastalık değildir...» Oğlu fena halde irkildi: «Aman-aman! Sakın haaa... İnşallah değildir.» Sordular: «Baban neden hastalandı?» «Cok çalışmaktan...» Bir an duralım... Yoksa hastalar ve yakınlarına fazla mı takıldık? Bu kalem denen silah, Acem kılıcından da beter... Yalnız iki yanı da kesmez... Değil dört yanı, altı - üstü dahil, nice bin - nice onbin yanı yaralar. Haksızlık etmeyelim... Biraz da doktorlara takılmazsak, fanatik davrandığımız sanılır. Razı değilim... Doktorun odasına giren adam, selamsız-sabırsız söze dalıyor: «Size minnettarlığımı nasıl ifade edebileceğimi bilemiyorum...» Doktor gelen adamı, dikkatle süzüp soruyor: «Kim olduğunuzu çıkaramadım. Siz hasta mısınız, yoksa vôris mi?» Hasta, doktora minnetler sunuyor: «Verdiğiniz ilaç için çok teşekkür ederim.» Hekim rahat: «Rica ederim. İyi geldi demek... Kaç şişe içtiniz?» «Ben içmedim. Amcama bir şişe içirdim. Mirası ba na kaldı...»

138 -138- Kadın hasta telôşlı: <1Ameliyatımın başarılı olacağına inanıyor musunuz doktor bey?» «Elbet efendim! 50 kere yaptığım ameliyat bu... Elbet günün birinde başaracağım...» Yok, yok!.. Hastalar da doktorlar da saygıdeğer insanlardır. Ayırıma gerek yoktur. Ünlü ürolog dostumuza gelen hasta, olağanüstli üzgün... Cok sık helaya gittiğinden şikôyet edıyor. Bu derdine kesinlikle çare bulunmasını istiyor. İyi yürekli, şirin doktor dostumuz. hastayı rahatlatmak için diyor ki: «Evlôdım, ya ni sen de saatte bir-iki kere pisuvara gitsen ne olur? Gidiver...» Hasta şiddetle karşı koyuyor: «Mümkün değil! Ben minare külahı tamircisiyim.»

139 33. i ile de ilaç Hasta olmak zor iş demeye kalkışırsam. öfkelenen olur, onun için demiyorum. Ama hekimlik de kolay değil... Doktorların sıkıntısının başında, hastaların çoğu za man gerçeği saklamaları, ya da akıllarının kafalarından bir karış yukarıda olması geliyor. Hanım hasta ruh doktoruna yakınıyor: «Cok üzüntülüyüm. Yüreğimdeki gene yaşta ölme tehlikesinin korkusunu, bir türlü atamıyorum... Yardım ediniz lütfen!». Doktor derin derin baktıktan sonra, hastasını rahatlatıyor: «Üzülmeyiniz lütfen! Bu tehlike geçmiş..» Hasta, muayeneden sonra kendisine ilaç verilmezse, doktora boşuna geldiğini düşünür. Onun için reçete alışkanlığına, kesinlikle uyulur. Böyle bir durumda doktor has. tayı uyarıyor: «Bu size reçetesini yazdığım ilaç var ya! Buna ancak çok sağlıklı insanlar dayana bilir. Yoksa götürür...» işte başka bir hasta... Söz dinlemiyor. İlle de reçete istiyor ki, ilaç alsın... «Doktorcuğum, ne olursa olsun bana bir ilaç yazın...» - «Ama neyiniz var ki yazayım?» - «Şiddetle ôşık oldum...» Doktor: - «Buna verebileceğim ilaç yok...» «Nasıl yok? Sevdiğim hanım eczacı...» Doktor hastayı iyice muayene ettikten sonra soruyor: «Oturarak yapılan bir mesleğiniz mi var?» Hasta şaşırıyor:

140 «Evet desem doğru olur mu acaba? Cokeyim.» F;kralar dalgınlık konusunda, hiç dünyaya gelmemiş profesör tipleri anlatır. Güya karısı profesöre diyor ki: «Bugün nişanlandığımızdan beri, tam 25 yıl geçti...» Profesör de güya kafasını kitaptan kaldırıp diyor ki: «Artık evlensek nasıl olur?» Benim ömrüm boyu biriktirebildiğim tek değerli hazinem, dost muhitim... Arala rında, çeşitli bilim dallarından pek değerli profesörler de var... Üniversite sayısı otuza dayanınca, farklılık doğdu mu, orasını bilmem... Ama benim tanıdığım profesörler, zihinsel kavrayış yavaşlığını, öyle dalgınlık falan numaralarıyla örtmeye çalışacak insanlar değil... Hepsi cin fikirli filozoflar... Hasta iyileşti, taburcu ediliyordu. Kendisini iyi eden profesör doktora veda ede-rken, aklına koyduğu isteği söyledi: «Hocam! Siz olmasa idiniz belki ölürdüm. Gözüm korktu. Bundan sonra yüz yaşıma kadar yaşamak istiyo rum. Ne yapmalıyım?» «Cok sigara içer misin?» - «Hiç içmem». «Ya içki?» - «Ağzıma koymam. Yeşilaycıyım» - «Pekiyiii... Sevişmekle aran nasıl?» Hasta: - «Tanrı korusun hocam. Bu güna htan ödüm kopar.» «İyi ama evladım! Zorun ne? Ne yapacaksın yüz yıl yaşayıp da?» Öğrencilere gelince, hınzırlar çağlar boyu cin olmuşlardır. Her ne kadar şimdi bazıları YÖK uykusuna yattıysa da, uzun sürmez uyanırlar. Tıp fakültesinde son sınıf sınavları... Profesör soruyor: «Hastanın bir bacağı kısa kalmış... Siz olsanız ne yapardınız?» Öğrenci: «Topallardıır...» Çeşitli hastalık türleriyle tanışma konusunda, ma hrumiyet içinde kaldığımı söyleyemem. Tepeden tırnağa, değerli bazı deneyimlere sahip oldum. «Ne»den gideceğim konusunda henüz ciddi bir işaret yok ama, «ne»den en çok :. 140-

141 çektiğimi biliyorum: Dişlerimden... İnsanda her şeyden bir-iki tane var, oysa diş dediğimizden 32 tane... Derdi bitmek bilmiyor. Son \'lllarda kişisel yaşayışımda, diş hekimleriyle daha bir sıkı-fıkı oldum. Çünkü canımı yakmaları korkusu, iyice azaldı. Yoksa neme lazım? Yaklaşmazdım... Akşam sofrasında diş doktoru görsem, dişim ağrımaya başlardı. Diş ağrısının acısı, hardal veya biber acısına benzemez. Beter bir sıkıntıdır. Bir dostum hiç hoşlanmadığı insanf'ar için, «diş ağrısı gibl herif» der... Sevimli benzetmedir. Ben de kullanmaya boşladım. Politikada da böyle tipler var. Bir türlü kurtulamıyoruz... Söküp atamıyoruz. Koltuktaki hasta, diş hekiminin aynı zamanda yakın arkadaşı... Onun için hekim, çekinmeden rica ediyor: «Hemen şimdi, yürek paralayıcı bir feryat kopar!» - «Niye yahu! Deli misin?>ı «Deli falan değilim. Bekleme salonu ağzına kadar dolu... Oysa ben, bir saat sonra başlayacak olan maça yetişeceğim...» Dişi çekilen hasta itiraz ediyor: «Ama doktor bey! Bir diş çekimine yüzbin lira hesap çıkarmışsınız. Bunda insaf var mı?» «Elbet var efendim... Dişiniz çekilirken öyle haykırdınız ki. bekleme odasından üç hasta kaçtı». Misafir içeri girip, evsahibini koltuğa uzanmış görünce soruyor: «Neden yatıyorsun?» - «Dişçiden geliyorum» - «Canın acımış gibi bir hatin yok. Niye?» «Bırak yahu! Zevkimden yatıyorum. Dişçi tatile gitmiş, aybaşında dönecekmiş..» Dişçi koltuğuna oturan gene kadın çok güzel ve sanki lı iç kumaş kullanmadan giyinmiş... Doktor bu güzelliği saygı ile seyrettikten sonra rica ediyor: «Siz önce lütfen giyininiz de, dişinize sonra bokay1;11 >ı

142 Dişçi koltuğuna oturan gene kadın, korkuyor... Kararsız... Diyor ki: Bir diş çektirmekle bir çocuk doğurmanın acısı fark etmiyor...» Hekim rica ediyor: «Karar verin... Koltuğu ayar edeceğim.» Diş nekimleri aralarında, aşk üzerine söyleşiyorlar: «Söyle bakalım! İlk aşk ile son aşk arasındaki fark nedir?» «İlk aşk, ön dişler gibidir. Çabuk sallanır ve düşer. Son aşk ise, son çıkan 20 yaş dişi gibidir. Ölünceye kadar zor sökersin...»

143 34. Yaza rla r y a zı Sessiz Yer kon u l a r ı n ı nası l bu l u rlar? Diyelim k i, roma n - a n ı-deneme için zama n bol, düşünür bul urlar. Ya her g ü n gazetede yazmak zorunda olanlar? Zor iş zor... ü stadlar zoru başarıyor. Dağarcı kta biri k i m, kafada a k ı l, s ü rekli uya n ı kl ı k, yo m a n çalışma g ü c ü istiyor bu iş... El leri ne, d i l lerine, kafa larına sağl ı k! Hatırlatacağım tek yanı şu : Bu başarı, politikacı kafasıyla kavra n amıyor Ben fa kire geli nce, durum kolay.. Pazardaaan. za ra tek bir yazı... Ciddi - pa oıma k zorunda do değilim. Ce bimde bu iş için bir not kôğıdı var. Nerede olursa olsun, a k l ıma geleni, o onda iki satırla not a lıyorum. C ünkü 20 saniyeyi geçerse, u nutuyorum. Başlığı hatırlamak yetiyor. Gerisi kolay... Diyelim k i not kôğıtlarındon i ş çıkma dı... Acıyorum sözlüğün gelişigüzel bir yapra ğını... İ l k sözcükten tuttu rup g idiyorum. Ya do kendi kendime : «Hayır a rkadaş! Bu yaptığın yakışıksız bir iş... Prensiplerden h a reket etmeli sin!» d i yorum. Kendi m i zora koşuyorum. ö rneğin diyorum ki, bu hafta «bütü n insanları aynı biçimde ilgi l endiren» bir konu bulmalıyım. Son uçta, böy l e şartlomolordan da b i r yere varılabiliyor. Evet. varılıyor o ma, bozan sevimsiz engelleri aşmaya çalışma k gerekiyor. Bu g ü n olduğu g rbi... Prensibi koyduk y a! Geri dönmek, koçmak y ok. «Bü tün insanları aynı bicimde ilgilendiren» kon u n u n ne oldu

144 ğu belli... «Para» olduğunu sanan, aldanır. Eskimolarla yamyamlar para kullanmıyor. Öyleyse onları bile ilgilendiren konu nedir? Ne olduğunu pattadak fiziksel yönüyle açıklarsam, küçümseyen olur. Olursa olsun ama, hen yine de «fiziksel» değil, «sanatsa l» bir yol bulmalıyım. Nasıl mı? Söze J.W. Goethe'yi karıştırarak... Hazret dünya edebiyat kitaplıklarının onda birini kaplıyor. KoKnu ondan bir şhr ile acıklanırsa, ne bok olursa olsun, «sanatsal» oluyor. Evet... Üstadın Almancasını dilimize çevirmek de bela mı bela... Ama ne yapalım? Paçayı sıkıp çevirmek ve sunmak zorundayım. İşte konumuzu sanat ışığına boğan, Goethe şiiri: Bir köpekcik aranıyor. ne ısırır ne ağzını acar, Kırık camları mideye indirir, ve peşinden pırlantalar.. ca r. İşte böylece bugünkü konumuzun helö (W.C.) olduğunu, dünya edebiyat üstadlarından 'biri sunmuş. oluyor. Dilimizde kullandığımız «helföı sözü, «boşluk» anlamına geliyor. Oldukça kibar... Fransızlar çift sıfır kullanıyorlar, «numarasız» kapı demek istiyorlar. Oysa biz bunu yanlış çevirip, «yüz numara» demişiz. Her ne kadar gerçeğe her zaman uymuyorsa da, Alma nlar bu yer için, «sessiz yer» deyimini kulla nıyorlar. İnceliktir... Her ülke, kendi alışkanlıklarını olağan sayıyor. Bu nedenle Avrupa'yı gezecek Japon turistler, şiddetle uyarılıyor: «Avrupa'da, sakın mezarlıklara işemeyinizb> München (Münih)'de ise Hôkim Dr. Josef Meyer'in, kesinleşen bir mahkeme kararı var: Her kim ki üç büyük kupa (litrelik) bira içtikten sonra, eğer helô bulamazsa, sokakta bir duvara boşalabilir. Londra'dan bir haber: İskoçya 'nın Linwood kentindeki Chrysler Otomobil Fabrikası'nda duvara su döken bir

145 işçiye zorunlu izin verilmesi i.izerine, üçbin işçi grev taşlatıyor. Bozan bir yazının fiyakasına yeni renkler sürülür. Sanki gradosu yükselmiş gibi gözüksün diye... Yine de yükselmez ya, neyse... Sanki öyle gözükür. Bunun yollarınd:ın biri. işin tarihinden aktarmalar cakıştırmaktır. Olimpiyat yılındayız ya! Oradan cırpıştıralım... Hıristiyanlık öncesi Olimpiyatlar yapıldığı sırada «Olimpiaıı denen vadi, helô kirlenmeleri yüzünden cehenneme döne., milyarlarca sinek ve sivrisinek, insanların kanını emerdi. Hattô filozof Epiktet, bir tanıdığını şöyle azarlamıştı: «Nee? Olimpiyatlar'a mı gidiyorsun? Dünya gaileleri yetmedi mi?» rvıexico Cıty'de nüfus, 20 milyona yaklaşıyor. Dünyanın en pis kentlerinden biri... Birinci sebep, helô sorunu... Gelen turist ishal oluyor. 1868'de bu şehirde yapı!an olimpiyatlarda yaratılan bir karikatür şöyle: Sürat koşusunda ipi birinci olarak göğüsleyen atlet durmuyor, aksine hızını cı rttırıyor... Üzerinde «erkekler» yazılı helô kapısını buluncaya kadar... Afrika'nın Uganda Devlet Başkanı İdi Amin Dada'yı. ben unutmuyorum. Ama asıl unutmadığım, Uganda'nın o zamanki hanım Dışişleri Bakcı nı... Ceylan gibi bir gene kadındı. Erbabının anlattığına göre de, tam bir çikolataydı. İşte Paris'in ünlü Le Figaro gazetesinden, onunla ilgili bir haber: «Uganda Devlet Başkanı Dr. İdi Amin Dada'nın açıkladığına göre; Dışişleri Bakanı Elisabeth Togo, Pa ris'in Orly Havalimanı umumi helôsındcı, cinse! ilişkide bulunurken yakalanmıştır. Kendisi Bakan'lıktc:ın azledilmiş ve kamu haklarından mahrwn bırakılmıştır». Bu gelişme yett:rince açıklığa kavuşmamış. olayın merak uyandıran gizli ycnları cıydır.:anmamıştır. Elisabeth'in düşürülme sebebi, cinsel ilişkide r.ıi bu!ur.:naktı r. yoksa bu işi helôda mı yapmaktır? Anlaşılmıyor... Ds.;letlerin doruk F./10

146 ma kamlarını işga l edenlerin, üst d üzey soru nla rda kuşku yaratacak gizli l ikler bırakmaması gere k iyor. Bırakırlarsa, onların da başına b i r ta kım dertler geli yor. İ şte İdi Amin de düşürü l müş bu l u nuyor. Bir başko ü lkede sığıntı oturuyor. Ya E lisabeth?.. Ne oldu yavrucağa? İdi Amin g id i nce. te krar Dışişleri Bakanı oldu mu a caba? Y oksa hôlô helôda mı?

147 UZAKTAN - YAKINDAN 35. Tutumlu Olmak Şu İskoçlar, «hesabın! bilir» olmak konusunda adlarını.: rv ıe bir çıkartmışlar ki. bu ünü ellerinden kimse alamaz. Üstelik bu ünü garantiye almak için, işi abartmışlar da ob1jrtmışlardır. Kendilerini iyice nekes. hasis tanıtmak amr:ıcıyla, ellerinden geleni yapmışlardır. Bu özelliklerinin fıkraları. dünyaya yayılmış da yayılmıştır. Bu işin arkasında. bir aldatma olsa gerek... Bütün 'bu fıkraları anlatanlar - uyduranlar, İskoçların kendileri... Hayat sahnesinde, düpedüz oyun oynuyorlar. Amaç, beleşçiler! daha işin başından yaklaştırmamak... Bizde de Karadenizliler öyle yapmaz mı? Karadenizli fıkralarım en çok yaratarılar ve anlatanlar kendileri değil rrid;r? Kendini akıllı sana nice bön kelle hammalı, böylece Ka radenizli tuzağına düşmez mi? Bir kere İskoçların üretip dünyaya yaydıkları viskinin ne akıllıca iş olduğu ortada... Damıtılmış içkiler arasında en pahalısı... Söz aramızda. «akşamdan kalmalık» hasta lığını en az ozdıranların da, başında geliyor. Aslına bakarsanız saçma savurganlıklar. bazı hastalıklardan kaynaklanır. Vurgun yapmış olmak, ya da kendine ait olmayan olanakları savurmak gibi... Hesabını bilmemek de marifet değildir. Marifet. «hesabını bilir» olmaktır. İskoçlar da savurgan insanlar değildir oma, dünyaya fıkralarıyla neşe dağıtarak, masrafsız bir hovardalık etme yolu keşfetmişlerdir

148 d ersleri n i, d a h a çocu kken aile İ skoçlcr tutu ml u l u k içinde a l ma ya başlarlar. Tam zamanıd ı r, bu bilgiler ye r eder. Evi n küçük oğl u, e v iş lerine yard ı m ediyor. Bir pa keti bağladıktan sonra a rtan ipi kesmek için, büyükanne sinden makas istiyor. Yaşlı h an ım vermiyor: «Olmaz! Makas, evde konu l< l ar diş i n le kes!» v a rsa k u l l a n ı l ı r... İpi Mcla wers iki oğ l u n u pazar g ü n ü yanına a l ı p parka götü rüyor. İ kisine birden tek b i r ba lon a ld ı kta n sonra d i yor k i : «Haydi şın...» ba k a l ı m! Şimdi bunu k ardeş kardeş payla Çocuk yaşta a lınan bütü n dersler gibi, tutu m l u l u l: a l ışkanlığı da, ömür boyu geçmiyor. İ k i dost a ilen i n er kekleri konuşuyor. «Bu yııbaşında, ka rına n e hediye ede ceksin?» McNepp gu ru rla anlatıyor: «Gel ecek y ı l ba şında bir çift kü pe a lacağım...» «İyi a m a ben sa na bu yıl ba şını soruyoru m, gelecek y ı lbaşı n ı değ i l...» - «Anladı m... Bu y ı l başı karıma bir şey a l ma yacağm-ı, ku l a kla rına k ü pe deliğ i açtıracağım..» a ma, a i leler bul uşması... Sorular vor: «Oğ l unuz büyü yünce hangi mesleği seçmek istiyor?» - «Doktor ola cak.» «Demek ş imd iden seviyor?» Dost.. - «Ondan değil... Be k le me oda sı dergi lerini ş i md idım biriktirdi d e...» H a h!.. Şimdi aklıma geldi. Ben im doktor dostlarımın be kleme oda ları ndaki dergi ler de, böyle birikmiş a n laşı l:jn... Greta Garbo bu derg i lerde hölö 1 7, Brigitte Bardot 1 5 ya şı ndad ı r B u ndan sonra hangi hekim d ostu m u n bek lc:ırne c d a s ı n d ı beş yıl da n d aha eski derg i görürsem, ken d i lerin i toş h i r edecek ve «hedef göstereceğim.>>.,

149 Gelelim yine İskoçya'ya... Tra f i k kaza s ı oluyor ve oto mob i l ça rpa n ya ba n c ı turiste İskoçya hostanesinde, kan veriliyor. Turist birkaç saat sonra ken d ine gelince sev i n i yor ve kan verene, pek cömert b i r para hediyes i sunu yor. Teh l ike geçmiyor. İ k i gün s onra kan verme olayı yi neleniyor. Turist bu defa, d a ha tutu m l u bir mikta r para veriyor. Üç g ü n sonra yeniden kan verilen turist. bu sefer metel ik vermiyor... Neden? Ç ü n k ü artık damarların d a, İskoç kanı dolaşıyor. McFraser'e otomobil çc rpı vor Ama çok yavaş... Hiç bir zara r vok... Anca k suç l u olan İ n g i l iz sürücü, telaşa kapı l ıyor. Herhangi b i r zara r doğ mamasına da karş ı n, avu cuna on sterl i n sıkıştırı l a n McFraser soruyor:. «Sir! Her g ü n buradan g e ç iyor musu n uz?» İ l g i l i makamlar İskoçya'da, yı l l a r c a a raştırma yapıyor lar, a maçları suçlu sayısını azaltma k... Ü n iversite lerle. kam uoyu a ra ştırma enstit ü l eriyle işbirl iği yap ı l ıyor. Bilim sel ve z i h i nsel tüm cabal a r h a rcandıktan sonra suçlu sa y ı s ı n ı azaltmak için en etkili ça re bulu nuyor: Hapishanelerde mohkonı lo rda n, pansiyon ücreti a l mak... Yaşlı bir İ skcç'un k u l a k la r ı ağır işitiyor. Ça re a rıyor. İ k i karış boyunda i nce bir kablo parça sı bu l u yor. Bfr ucu n u ceketinin mendil cebi ne sokuyor, öteki ucunu d a kula ğına... «İşte ekono m i k bir iş itme cihazı!» d i yor. Arkadaşı a lay ediyor: «Delirdin a ma sen?. Ne işe yara r bu?». <'Ya ra maz o l u r m u h i ç? Kablo parça s ı n ı göre n, be nimle bağıra ra k konuşuyor.» Bilini r, acı k denizlerde gemi leri martılar izler. Gemi den ne atı l ı rsa, ya havada kaparlar y a suda... Yol ları n ı bulurlar. Fransız l i mcın la nndan birine giren gemiyi kıyı

150 dan seyredenler konuşuyor: «Bak! Bir İskoç gemisi...» Öteki: «Nereden anladın?» «Peşinde martı yok...» Ömür boyu yer eden alışkanlıklardan, vazgeçilemiyor. Öbür tarafa giderken bile, her işin maliyetine dikkat etmek şart... McKilrush, eczaneye fırtına gibi girerek, tezgôha beş pens atıyor ve diyor ki: «Kendimi öldüreceğim, bana zehir verin!» Eczacı sôkin: <( Dün zam geldi. Bir ölümlük zehir, altı pens'e çıktı...» McKilrush öfkeleniyor: «Ama saçma bu yaptığınız iş... Ben ölmek istiyorum, mahvolmak değil...»

151 36. Kalaba l ığ ı Dağıtmak N a s ı l a nla tsam d a, ş u fıkra n ı n tad ın a varılsa? Zor a ma, deneyelim... Geçen yüzyıl Almanya 'sında, Prusya!ılık var a m a, N azi'lik henüz ortada yok... Herkeste, m ü zik sevgisi ve düşkün l ü ğ ü kök salmış... Hammalla r bile, Bavyera h a l k havaları d in le m iyor da, klasik müzik aşkı içinde Anlatıyorlar: İ k i piyano ho mmalı. çok y ü ksek bir bina nın en üst katına k uyruklu piyan o çıkaracak l a r. Sırtta mer divenden çıkarma ktan başka care yok. Binbir zahmetle çık a rıyorlar. Son katta hammalın birisi, müzik ô şığı öte kisine soruyor: «Şimdf söyle ba kalım! Beethoven ha k kında ne d üşü n üyorsun?» A l m a nların o ü n l ü eski P rusya ordusundan, ( Nazi cağ ı ord u su nd a n kesinlikle olamaz) a n latılan bir f ık ra var. Gü nun birinde nefer Hans'ın sabrı tükenmiş, ka rşı koyuyor: «Yüzbaşım! Bana kötü davran maya d eva m edersen iz, ord ud a n istıfa edip kendime bir top satın a l ı r, vatan sa v unmdsı görevimi özel sektör olara k s ürd ü rürüm.» Ney se... İ nanmak zoru nda değ i l iz... Fıkradı r. Alma n ların her işi ciddi yaptığı bilinir. Gezdiğim her ü l kede gördü m. Başta Ja pon lar ve Amerikalılar ol mak üzere herkes çok fotoğraf çekiyor a ma ( biz lıa ric}. bu a ma tör zev ki Almanlar kadar ciddiye alıp, tad ı n ı iyice ka çıran yok g i bi

152 Almanlar a rasında b i r tatil sonu söyleşisinden: «Sen tati l inde, Venedi k'teki bütün ki l iseleri göre b i ld i n m i?» «Hayır... Ama hepsin i n fotoğrafını çektim.» Sora l ı m : B ir Alman'ın ka hvaltı etmesiyle, bir Fransız'ın kahva ltısı a rası nda ne fark v a rdır?.t\lman'ın kahvaltısı, zahmetli bi r ça l ışma gününün başlangıcıdır. Fransız'ın kahvaltısı ise, güzel yaşcınmış bir gecen i n son udur. Yerinde München yaz ı l ı olup, bizim Münih ded iğ i m iz kente, artık «M ünşen» demeye başladık. Çağ atladığımızın ka nıf ları ndan birisi d e budur. İ şte b u M ü nşen'in, çok ünlü bir blrahanesi vard ı r. Gü nde ta ne, «litre l i k» bard a k bira içen Bavyera l ılar b u raya geli rler. Masalar büyüktür. Yer ayırmak falan yoktu r. Gelen çöker... İ şte böylece, 1 20 kiloluk b i r Bavyeral ı gel i p masaya oturuyor. Ya nındaki P rusya l ı, omuzuna vuruyor: «Şa pka m ı n üstüne oturdu nuz.» Bavyera l ı soruyor:.. <ı Gidecek m isiniz?» Almanya 'da Bavyeral ı l a r P rusya l ı la rı, hiç m i h iç sev mezler. Bu sevgi yoks u l l uğ u, bir fı kra i l e kanıtlanır. Bir Bavyera l ı, komşula rı na dert yanıyor: «Karı m ôld ü. Çocu ğ u m yok. M a l-mül k ortada kalacak... B i r zenci çocuğunu evlat ed ineceğım...» Komş u l a r şaşk ı n, «Neden zenci ço cuğu?» diye soru yorlar. «H i ç ol mazsa, Prusyal ı o l madığına güvenirim...» Evet... Bir soru daha : B i r İ ngiliz i le, bir Fransız a ra sı nda ki fark nedir? Ya nıt i c i n koşul ne? Ayn ı d u ru mdaki değişik tepki ler a ranacak... Ö rneği n İ n g i l i z için 2 1 Hazi mn, e n uzun g ü n say ı lı r. Fra n sız için ise, «en kısa gece». B i r Bavyera lı bir Pru<;yc:! 'ii ne kadar s::: v mezse, bir İ skoç dcı b i r İ n g i l iz'i o kadar sevmez. Farklı l ı k!arını beli rt

153 mek için şöyle sorulur: «Sacları d ökülmeye ba ş layan bir İ ngiliz ne yapar?» «Şa mpuan kullanır...» - «Ya bir İskoç yalı?ı> «Tarağını ve fırçasını satışa çıkarır...» İskoçların tutumluluğ u y aygınlaşmı ş ve d ü nyaca ünlü bir efsane olmuştur. İ skocya'da bir gece... Zevkl i bi r ka ra n l ı k... B i r dostu Pat'ı ziyarete geliyor. Bakıyor ki karan lıkta oturuyor. Nedeni n i soruyor. Pat: «Okuyoru m» d iyor. «Kara n l ı kta mı?» - «Işık yakmak pahalı... Ben körler a l fa besi öğrend im.» İ skoçya'lı M c Mahon'un, beşinci çocuğu da doğuyor. Bi r arkadaşı, bu kadar çok çocuğun, İ skoç tutumluluğu ile nasıl bağdaştığın ı sorunca a n latıyor: «Ö len babam ça maşır ü retirdi. Cok sayıda çocuk bezi bıraktı...» Palto satın alaca k İ skocya l ı, belki yüz ta nesin i de nemiş... Bir türlü beğenemiyor. Satıcı kızı da, canından bezdirmiş. En sonunda bir paltoya aklı yatar g ibi oluyor. Yine de teredd ütü var. Soruyor: «Bu pa ltonun, yüzde yüz yün kl!maştan olduğunu garanti eder misiniz?» Satıcı kız d i kka tli : «Düğ meler haric...» İ skoçyalı, sonunda bağrına taş basıp, yen i bir kasket al maya kara r veriyor. Dük köna g irip, satıcı kıza rica edi yor: «Başımdaki kasketin tıpkısını istiyorum. bunu da siz d en a l mıştım.» Satıcı kız karşı koyuyor: «Mü mkün değil... el l i y ı l oldu.» Bizim d ü kkön açı la l ı, daha yen i Tren istasyonu hammo l ı kızgın söyleniyor: «İskocya lı' iki ağır bavulunu trenden taksiye taşıdım. ' Bununla bir ça y içersiniz' d iye elime bir şey tutuşturdu, g itti.» Ar kadaşı soruyor : «Kaç para verdi?» «Pa ra falan değil. Bir parça kesme şeker vermiş.» nın

154 Turist. bir İ skoçya po nsiyon u n da kal ıyor. Evsahibin e de anlatıyor: «Herkes sevmez ama. ben İ skoçyatıları se verim. Espril i ve terbiyel i insanlarsın ız» Evsahibi onaylıyor: (( Evet... Espri Tanrı verg isidir. Terbiyeli davranmak ise, masraf gerektirmez.»... İ skoçları n tutum luluğu konusunda ki bu fı kra la r, u n u t u lsa da olur. Ama bir tanesi var k i u n utulamaz, sona sak ladım: İ skoçya 'da polis mes leğ i ne giriş i mtihanı... Soru cidd i : «Bir kalabalığı na sı l da ğıtırs ı n ız?» Cevap pa rla k : «Şa pkamı cı!<'.arır, para topla r ı m.»

155 37. Ters İ şler Politikacılar, gazetecilerin çoğu za ma n ters işler yap tı ğ ı nı d ü şü n ü rler. Pek d e ha ksız sayılmazlar. Çünkü gaze telerin kuruluşunda, başka iş yerlerine göre farklılık var d ı r. Ö rneğin bazı iş y erlerinde gazete okuyanı işten atar lar, gazetelerde ise okumaya n zor yaşa r. Kıbrıs'a g ittiğimde, bana ters gelen bir uygulama gör müştüm. Bakan ara baları n ı n hepsi Mercedes idi. Evet. çok küçük ü lk e n i n bakanları bisiklete bin m ez ama, yüzel l i bin n üfuslu bir ü l ke b a k a n la rın ı n ille de l ü ks otomobile binmel eri şart değil... H ô lô sol trafiğ in yürürlükte ol uşu n u da, tuhaf ka rşılamıştım., Bazı şeyl er bilin mediği için, d uyg u la n m a doğmaz. O y sa, kô ğ ıt peçete ile tuvalet kôğıdmın, aynı hamurdan - ay nı makinada yapıldığını bilenin, keyfi k aça r. Bir kere akla takılmaya görsü n. Oysa ikisi d e sterildir. Öyle olması da g erekir. İ kisi de, en ön e mli yerlerde kullanılır... B izim H avayolları, tuhaf m ı tuhaftır. Cinnet g etirt m eye, y ü re k ezmeye birebird ir. Hele An kara'dan i stanbul'a gelecek son uçağın geci km e işkencesi, katlanılacak çile deği ldir ama katlanırız, ç ü n k ü b u ülken i n insanı olara k yaşa maya a l ışmışızdır Vakit geceyarısını saatlarca g eçiyor. Neredeyse şa fak sökecek... Anka ra'dan İ sta n bu l 'a gidecek olan son uçak, bir türl ü kalkmak bilmiyor. Bizim Havayolları'nın ba n

156 kosuna yaklaşa n ortayaşl ı b i r ada m, yer hostesine uçak bileti uzatıyor. Hostes ha n ı m biraz şaşkı n : «İ yi ama bu çocu k bileti» deyince, adam fı rsla soruyor: «Anlad ı nız mı şimdi, ne kadar beklettiğin izi?..» İnsanların değeri ne ile ölçülecek? Parasıyla olmaz (Oiur d iyenler de va r ya, neyse... ). Kaç şişe içtiği de, ölçü değild i r. Başka insa ncıl değerlerin i, kü ltü rün ü, kim nasıl tartacak? «Hoş adamd ı r» fa lan g i bi sözler de ölçü ver miyor. Herkes de ta rih e geçecek değ i l ki, öldükten sonra tarafsız bilginler değerlendirsin... Bizim arkadaşlardan bi ri, y i n e kolayını bul d u : «Cenazesine kaç çelenk geldiğine bakacaksın..». Yok... Buna da razı değilim. lskatçı (cenaze d ilen cisi) sayısından da, bir son u ç ç ıkarılamaz. Cenaze ka ldı rıl ı rken, g ü len insa n lara rastlan ı rsa, «cok sevilmezdi» de nemez. Ağlaya n bol olursa, «cok sevil ird i» denemeyeceği g ibi... Hem g ülmek, ille de sevinmenin işareti değildir. Ağlamanın, ille de üzülmenin kan ıtı olmadığı gibi... Ba na kal ı rsa cenazede, edepsiz fıkra a n la tılmasın, yeter. Cenaze deyince, a kl ı m a bir benzetme gelir. Bizim Karadenizli Tolôt, Tos u n dostumuzu iyi a n latır: «Ha To sun Ağa bey'in ağzına düştün, ha i ma m ı n kayığına bindin... Aynı şey...» Talôt'ın «i ma m ı n kayığı» d ediği: «tabut»tur. Sazan «laf a n latmak» n e zor... İnsan en ya kınına an latam ıyor. Oysa Karadenizli, derdini çok i nce a n latır... Biri a rkadaşım olan ü ç kişi, bir i ş gezisine çıkıyorlar. Fra n kfurt'ta uça kta n i n i p kendi leri n i bek leyen otomobi le bin mişler, otoyola çıkmışlar Cok yoğu n Vf'ı tehl ikeli bir sis var... Ama şöför oral ı değil, deli g ibi sürüyor ile... O n metre ötesi göz ü k müyor. Bizimkilerin ödü kopu yor. defalarca uyarıyorla r ama, şoför yöne la f d i n le meyi p çılgın ca ve teh likeli kullanışı n ı sürd ü rüyor. Arkada otu ra n yaşlı Ka radenizli, son bir u mutla şöfö

157 re rica ediyor: «Evlôdırn! Biraz yavaş gitsen de manzara seyretsek...» İnsanın işine sevgi duyması, talihlerin en güzeli... Bir örneğini İsvicre'de duydum. Demiryollarından emekli olan birisine, emekli maaşı dışında, dolgun bir de kıdem tazminatı çeki veriyorlar. Ama adam, çeki almak istemiyor. Ricası şöyle: «Ben ömrümü vagonlarda geçirdim. Onların dışında bir yaşayışa katlanamam. Siz bana kör bir hatta eski bir vagon verin de, ömrümün bundan sonrasını onun içinde geçireyim. Bu çeki de geri alın...» İsviçre demiryolları bu isteği yerine getiriyor ve yeni emekliyi, bütün trencilere örnek gösteriyor. Adam da memnun ve mutlu... Yalnız, bir tuhaflığını seziyorlar. Geceyarısı da olsa. kar fırtınası do esse. sigarasını vagondan dışarı çıkıp içiyor. Sorulunca nedenini şöyle açıklıyor: -«Bana. sigara içmeyenlere mahsus bir vagon verilmiş...» Bu zata aferin!.. Yine de bir Avrupa emeklisinin mutluluğunu yaşıyor. Acaba bizimkiler ne yapar? Kulak verelim: İ ki emekli... İ kisi de iyice yaşlı... Parkta ayaklarını sürüyerek, sabah gezintilerini yapıyorlar. İkisinin d_e gözüne. park kanapesinde birbirine sarılıp öpüşen gene bir çift ilişiyor.. İhtiyarlardan biri icini çekiyor: «Ah, ah! Gene olmalıymış...» Öteki farklı düşünüyor: «Ben yokum... Birkaç öpücük uğruna. 40 yıl daha çalışarak anam bellensin istemem...» Üç türlü akıllı var. Az akıllılar. orta karar akıllılardan daha bilgili... Aslında aklının az olduğunu kabul eden yok oma, içten içe duydukları korku, onları bir şeyler öğrenme çabasına sürüklüyor. Orta karar akıllı kendine güvendiği için, cahil kalmaktan korkmuyor, öğrenme tembelli

158 ğ i ne düşüyor. Oysa aklı cioğ ru-dürüst çal ışan, ömür boyu öğrenme çabasını eksiltmiyor. Günahımızı zor veriyoruz da, masrafsız hed iyeleri d a ğıtı rken olağanüstü cömertiz... Hele bazı i nsanları, he men «büyük adam» yapıyoruz. Yan l ı ş olduğunu b il e bile... Oysa örneğ in eşek, k u lağı büyü k d iye, eşe k lil<ten kurtu l muş o l muyor. Büyüklüğün asıl kaynakları, göz le görülmü yor

159 38. Ka radenizl i ler Üzerine Bir süredir Ka rad e n izli lerden söz açmadı k. Sa kın hao sa n ı lmasın ki, aklımdan çıkmışlardır... M ü m kü n değ ildir... Nasıl tek çi çekle yaz o lmazsa, tek Karad eniz fıkrasıyla da yazı b ütü nleşmiyor. Zaten tek cicek sunmak da pek ôdet olmamıştır. Bi ri ktirip buket ya pmadan. sunamam... Buketi de, koklanmamış çiçeklerden yapmam gerekiyor. Ek bir açıkla ma yapmam da şart olur: Bu fıkralardan. Karadenizlilerin zekôsı konusu nda sonuç çıkarılamaz. Din leyende kafa bulunup bulu n ma d ığ ı a nlaşılır. Temel Reis evine telefon almış, a rkadaşı Cemol'in ha beri yok... Olur mu h i ç? Temel öfke l enmiş azarlıyor: «Bre cah i l! Sen h iç tetefon rehberi okuma z mısın? ıı. Bu fıkrayı isteyen sever, istemeyen sevmez... Ama ben seviyorum... Esprisi nas ı l olursa olsun, bana u m ut ve riyor. Halkımızın kita p okumaya, telefon rehberinden bile olsa başlaması. son zamanların en neşel i haberleri nden bi ridir. Temel'le Cemal, bil mece oyu n u oynuyorlar: Cema l so ruyor; «'B ir zurna i le, bir çuval çimento arasında ne fark vardır?>ı - «Bilmem... Ne fark vardır?ıı - <<Nasıl bilmezsin! Ö yle b i r bil irsin k i?» - «Nasıl bilirim?» «İ kisini de üflersin, görürsü n... ı> Cemal şişiniyor... Yeni k a s ket g iymiş... Soruyor: «Te mel! De baka l ı m! Bu kasket, beni on yaş daha g ene gös

160 -160- terrrıiyor mu?» Temel arkadaşının kalbini kırmıyor: «Elbette ya;! Aslında sen kaç yaşındasın?» - «37». «Kasketli mi, kasketsiz mi?» Karadenizde banka şubesi... Müşteri gelip hesabından yüzbin lira çekiyor. Yüz tane binlik verip rica ediyorlar: «Sayınız lütfen...» Müşteri yetmişe kadar saydıktan sonra, gerisini saymada!l parayı cebine sokuyor. Memur soruyor: «Niye hepsini saymadınız?» «Neden sayayım? yetmişe kadar ta mam olduktan sonra, yüze kadar da tamamdır...» İ ki Karadenizli, yolda bir tane altın buluyorlar. Paylaşılacak gibi bir mal değil... Ne yapsınlar? Kura çekecekler. Cemal bir avucuna altın alıp yumruk yapıyor, öbür avucuna da bir kiremit parçasını... Sonra ellerini arkasına saklayıp soruyor: «Altını mı, kiremidi mi?» Temel: «Altını...» «Vay namussuz! Bugün yine talihlisin...» Kamyon şöförü Hüseyin, İ ngiltere'ye mal götürecek.. Akşam kahvede, büyüklerden biri uyarıyc;>r: «Aman dikkat et! İngiltere trafiğinde soldan gidilir. Denemediğin iştir. Çok tehlikelidir.» Hüseyin kabul ediyor: «Çok haklısın Osmafl Dayı! Ben de Samsun Rize orcsında denedim, gördüm. Çok tehlikeli coook...» Hapishane gecesinde, sabah olmak üzere... Işıklar yanıyor, kimse uyumamış... Çünkü idam var. Karadenizli gardiyan, asılacak olan adamın hücresine giriyor. Son derecede iyi davranıyor. Bir ricası var: «Bak hemşehrim! İkimiz de Karadenizliyiz. Birazdan idam olacaksın, bana bir iyilik yap! İdam mahkumlarının son arzusu yerine getirilir... Ne olur, benim maaşımı arttırmalarını iste!..» Bir Avrupalı turist, yerel yaşayışı çok iyi öğrenmek için, bir Karadenizli aile yanında pansiyon kalıyor. Alışmış,

161 işlere de yardım ediyor. Derken günün birinde, somonların arkasında bir insan iskeleti görmesin mi? Ödü kopuyor. «Nedir bu?» diyor. Evsahibi anlatıyor: «Hoo o mu? O bizim İ lyas'dır. Çocukken saklambaç oynamıştık da, bulamamıştık...» Karadeniz ilindeki devlet hastanesinde yatan hastanın. durumu çok ağır... Doktorlar Temel Reis'i hastanın yanına. ancak birkaç dakika için bırakıyorlar ve rica ediyorlar: «Hastayı neşelendir. teselli et!» Temel'in aklına neşelendirecek söz gelmemiş ama, çıkarken teselli etmeyi unutmamış: «Korkma... Herkes ölecek... )> Küçük yolcu gemisi. kasırgaya dayanamıyor. batıyor. Canını kurtarabilenler arasında üç kişi. bir ıssız adaya düşüyor. Bir İngiliz. bir Alman ve bir de Karadenizli... Aç kalmıyorlar ama. günler. aylar geçiyor, kurtuluş umutları zayıflıyor. Ruhsal 'bunalımlara giriyorlar. Derken birdenbire. Hızır gelmesin mi? Her üçüne de. birer isteklerini yerine getireceği müjdesini vermesin mi? Önce Fransız. hemen Paris'de olmak istediğini söylüyor. Bir anda gözden kayboluyor. Sonra İngiliz, Londra'ya gitmek isteyip, o da yok oluyor. Sıra Karadenizlide: «Olur mu canım? Ben burada yalnız kaldım... Fransızla İngiliz. geri gelsin!» Karadenizli Cemal ile Karadenizli Temel, paraşütçü ayrılıyorlar. Yer talimleri bitiyor. İlk atlayışları için. uçakla yükseliyorlar. Ta m atlayacakları sırada Cemal bağırıyor: «Ula Temel! Senin paraşütün yok!» Temel anlamamış: «Ne olacak yoksa? Dışarıda yağmur mu var?» Hep görüyoruz, yıllardır uçak kaçıran kaçırana... Para istiyorlar. arkadaşları serbest bırakılsın istiyorlar. En önemlisı de. kendilerini kurtaracak araçların sağlanmasını istemek... Bir Ka radenizli de, aklına koymuş bir şey kaçıracak ama, uçağa hiç binmemiş, deni2'den bir araç olsun F./11

162 istiyor. Sonunda bir denizaltı gemisi kaçırıyor... İstedikleri de şunlar: Yüzbin dolar ile bir paraşüt... Ben kendi hesabıma, Karadenizlilerin paraşütle ilgili fıkralarını pek seviyorum. İşte bir daha: Karadenizli atlamış, paraşütünü de açmış. yavaşça aşağı doğru süzülüyor. Derken birdenbire hemşehrilerinden Osman'ın, aşağıdan yukarı doğru fırladığını görmesin mi? Şaşkınlıkla soruyor: «Osmaaan! Sen nereden geliyorsun?» Osman ise hem el sallıyor, hem de açıklıyor: «Cephane fabrikasında n...»

163 ÇAL I ŞM A YAŞAM I Haya l i İ şada m ı 39. İ şadamlarımızın a rasına, bozı garip m i garip kişilerin karışıp, iz kaybettirdikleri a n laşı lıyor. Böyle olduğunu san dığım birisini, bir başka ciddi işadamına, söz arası nda sor d u m : «Bu zat b ir gece kumardan on m i lyon kazansa, n e yapar?» Tah m i n i n i söyled i : «Kısa b i r Avrupa tatil i yapar...» İ kinci soru : «Ya piyangodan bir milyar kazansa?» Yanıt: «Bir Rolls-Royce otomobil a l ı r...» Son soru : «Ya bir ya kını ölse de, yüz milyar miras kalsa?» «Borçlarını öder.» Bu tip adamlara acıkça 'bir od takılı p öylece anılmaz sa. bu nlara da «işadamı» d en i rse, ha ksızlık olacak... H er kes zan a ltı rlda kaklca k... Asl ı nda bunları resmen ayıkla ma k gerekir ki, «muzır» örn e k olmasınla r. Ü l kemizde ço cukların a h lô kını asıl bozonlar, bu tip «hayali işadamları»... Yoksa bir-iki bacak resmi deği l... Sınırsız ve dipsiz bir piş kinlik, «hayali işadamlorınmı at oynattırıyor. Ye ni bir, «haya li işadamı» güruhu yara tı ldı Böylele rini engelleme konusundaki resmi savsaklama pişkinliği, bu tiplere utanma duygusunu büsbütün u nutturdu. Dolan dırıcılar, yad ı rganmaz oldu. Elimde i m kô n olsa, akşamdan sabaha köşe dönme örnekleri n i n gene beyinler üzerinde yaptığı tah ribatı, ölctüreceğim... Hem de birkaç tarafsız ( hatta yabancı) araştırma grubuna... Asl ı nda bu a raştır mayı, Ticaret ve Sanayi Odaları; TÜ SİA D g ibi kuruluşlar ya ptırsa iyi olacak.. Yaptırırlar mı a caba?

164 Bir «hayali işadamrn, yakınıyor: «Cok borçluyum... Aylardır sabahlara kadar uyuyamıyorum. Hiçbir gece gözüme uyku girmiyor...» Dostu soruyor: «Eziyet bu! Pekiyi, nasıl katlonabiliyorsun?» «Gündüzleri uyuyarak... )} Bir başka «hayali işadamı» anlatıyor: «Son günlerde sürekli tehdit mektupları alıyorum.» Arkadaşı yardımcı olmak istiyor: «Hemen polise bildir!» «Mümkün değil... Mektuplar vergi dairesinden geliyor.» Akşamdan sabaha köşe dönen «hayali işadamlarının» iplikleri bir pazara çıksa... Yani foyaları meydana çı ksa... Yani şimdi bilinmeyen dalaverelerinin musluğu bir açılsa... Her birinin yaşayışı, ikişer-üçer haftalık dizi yazı olur. P<r lis romanı satışları durur. Ama «hayali işadamı» teşvik edildikçe, bunlar meydana çıkmaz. Gizli kalır. Biz de size. ancak birtakım yakalanabilir zavallıları anlatmayı, sürdürür gid eriz. Kapı çalınıyor. Açıyorlar... Gelen, açana soruyor: cc Gazetedeki ilônı okudum. Yitirdiğiniz cüzdanı bulana, çok y üksek para ödülü vereceğini bildiren siz misiniz?» Adam heyecanlanıyor: ccbuldunuz demek... Size minnettônm...» «Hayır. henüz bulmadım. Ancak. aramaya başlamadan önce, acaba ufak bir avans rica edebilir miyim?» Hôkim hırsızlık sanığını azarlıyor: «Niye düzenli bir gelir elde etmeye çalışmadın?» «Calıştım ama, hep yakalandım.» Küçük hırs.ızların, küçük dolandırıcıların yüreği, «haya l! işadamı» kadar kötü değil... Kusurları, tembel oluşları. hırslarının bulunmayışı... Bir de çalışkan ve Hırslı olsalar, cc hayali işadam1» olacaklar. Geceyarısı yaklaşıyor. İki berduş, köprü altında uzan

165 m ış, gazete kôğıtlarına sarı nm ış, söyleşiyorlar: «Abd uş u çoktan beri görmedim Nerelerde?» Arkadaşı biliyor: «Ca l ışıyor.» «Nee? Vay hırslı h ergele vay! Para için yapmayaca ğı şey yok... >> Asl ı n da banko soyg u n c u ları nın, parada gözü yok... Konaatkôr insanlar... Topu-topu, yüz-ikiyüz m i lyon çalı yorlar. M i lyarla götürmüyorlar. İ ki haydut ba nka soyuyor Sırtlarında para çuva llarıyla kaçarlarken. alarm zil leri çal mış pol is peşlerine düşmüş... B u d uru mda b ile felsefe yapmaktan vazgeçmiyorlar. Birisi d iyor ki : «Sana söylerd i m de inanmazd ın. Para salı i bi ol ur ol maz dert başlar d iye... Görüyorsun i şt e...» '.., B uyurunuz lütfen, işte yakalanmış bir sanık daha: Ma hkeme h uzuru na ç ıka rı l m ış... Hôkim bey dosyaya bir göz a ttıkta n sonra, öfkelenip azarlıyor: «Sadaka istemişsi n, kadıncağız ka l km ı ş sanu pasta vermiş... S e n d e k a l k ı p, kad ı n ı n penceresine taş a tmı şsın... Utanmadın mı?» «Taş atma d ı m. verdiği pastayı attım hôkim bey...» H ô kim lere ra hat ve huzur verilse, ne a dalet gecik mesi ol u r, ne de a d li hata ka l ı r. Anca k konu ları hôkim h u zuru na, «eksiksiz ve doğ ru olarak hazırlanmış» götürmek gerekiyor yıl önce d Hi mizd e sa kız olan «hôkim te m inatı» sözl.ınü d uymaz old u k. Anlaşı lan sorun çözüldü (Acaba?.. ). Çözülmediyse ayıp oluyor. H em sonra bir hô kim, e n az bir ba kan kadar ayl ı k a l mıyorsa, bundan d a mahcup olmalıyız... Hôk iml erin ü l kenin onu ru olduğu n u bilmeliyiz. Gene ada mın babasına, oğlu n u n ne m esle k seçtiği sorul uyor. O da anlatıyor: «Ben h u kuk okuması n ı, h ôkim olmasını i stiyord u m. Baktım k i çenesi d urm u yor... Herkesin işine d e burnunu sokuyor... Bari avukat olsun dedl m...»

166 Evet... Avukatlar hakkında konuşurken dikkatli olmalı... Yoksa insanı hôkim huzuruna çıkarıverirler. Bana göre sorun yok... Korkmam... Müstesnô değerde avukat dostlarım var. Onlar beni korur. Onun için, dilimi tutmaz - anlatıveririm... Hôkim, sözü iyice uzatan avukatı uyarıyor: «Lütfen artık özetleyiniz! Zaten müvekkiliniz, bankayı soyduğunu itiraf etti.» Avukat hôkime kırılıyor: «Şimdi çok üzüldüm hôkirn bey! Biz ikimiz de hukukçu olduğumuz halde, siz sanığa benden çok inanıyorsunuz.» Mahkemenin son celsesi başlayacak... Son söz savunmanın... Sanığın babası avukata ga ranti ediyor: «Eğer oğlumu altı ayla kurtarırsanız, size açıktan bir milyon lira daha ödeyeceğim.» Duruşma bitiyor, avukat dışarı çıkıp babayı buluyor: «Zor oldu ama başardık. Az kalsın beraat ediyordu.»

167 40. İ ş Günlerinde İ ş i l işkileri bu! Esas yukarıda ka lmak... Hem herkes y uka rı çıkarsa, o da olmaz. O zaman yine aşağıda kalın mı ş olur. Başka ları n ı n s ı rtına basmadıkça, daha yuka rıya çıkmanın ga ra ntisi yoktur. Onun için herkesi n birbiri ne şaşı rtma vermesi, iş hayatın ı n ta biatında vardır. Başka s ı n ı n s ı rtına basamayacak olanın da yapacağı, yukarıda kini eteğ i nden aşağı çekmektir. Esas olan, işi sona erdirmek değ i ldir. İ ş ne olursa olsun, sonunda haklı çıkmak esastır. Kim kime karşı olur sa olsu n, «ava n taj» elde etmeğe çalışılır. B u ça'ba daha i l k i l işki lerde gösteri lir. Ö zel sektörde eskiden patron larla görüşülürdü. İ ster özel, ister resmi sektör olsun, ça l ışan ların 'i l işkisi artık, yöneticilerle... Temsi l i n perdesi, daha i l k başvurma ile açılıyor. Personel M üdürü, başvu ran iş isteklisine soruyor: «Di yors u n uz k i, müthiş bir satıcı sı nız. Başa rınıza bi r örnek ve rebi l i r misin iz?» «Elbet beyefend i! Bir keresi n d e tek i n?ği olan köylü ye, ta ksitle süt sağma makinası sattım. İ l k taksit olarak da i neği aldım». İ şe gird i kten sonra, sorun la r kolaylaşıyor. Evde sabah kahvaltısı... Adam kafasını gazeteye sokm uş, zama n geçip g id iyor. Karısı soruyor: «Bugün işe g itmeyecek misin?».a dam birden zıplıyor:

168 «Nee? Ben hôlô evde m!yim? Oysa ben işteyim sanıyordum...» İşyerlerinde en çok sözü edilenler. maaş zammı ve izin konularıdır. Bunlar üzerinde açık ve kapalı sohbet. zamanın yarısını doldurur. Kôni bey genel müdür beye, kinayeli bir masal anlatıyor: «Eskiden iki arkadaş varmış... Birisi ağırkanlı ve tembelmiş. ötekisi ise. çok çalışkanmış ve 40 yaşında milyarder olmuş...» Genel müdür ise, Kôni beyin sözünü :kesiyor: «Ve 41 yaşında ölmüş ve tembel olanı, onun dul karısıyla evlenmiş...» Yetkili makama zam isteklerinin sunuş biçimi ve alınacak sonuç, işyer!erinin en heyecanlı günlük olayları... Odadan çıkan memura arkadaşları merakla soruyor: «Ne oldu? genel müdür senin zam isteğini kabul etti mi?» «Hayır... Ama kapıya daha yakın bir yere oturmama izin verdi... Paydosta daha çabuk çıkabileyim diye...» Gtmel müdür memurunu azarlıyor: «Zorun ne evlôdım? İşyerinde niçin boyuna ıslık çalıp duruyorsun?» «Üzüldüm ama şimdi beyefendi... Benim kadar aylık alan birisi, hôlô neşelenebiliyor diye sevinirsiniz sanıyordum...» Demek oluyor ki. gerçekten geçim sıkıntısı çekecek kadar az maaş alan bir memurun. ıslık çalması teşvik edilmelidir. Çalmıyorsa, maaşından başka geliri var demektir. Bu durumda bu memurun işine. hemen son vermelidir. Çünkü maaşına muhtaç olmayan kişiden. kuruluşuna hayır gelmez. Zam isteklerinin yerine gelmemesi hôlinde. başka bazı yollar da deneniyor. İ ki memur konuşuyor: «Biz işyerimizde, 30 saatlık cxılı :rıa haftası uygulamaya başladık». Ôt8ki kıskanıyor: «Bravo! Çok cömert genel müdürünüz varmış...» «Cömert mi? Yok canım! Haberi yok...»

169 işyeri tiyatrosunun incelik dolu sahneleri, yöneticilerle çalışanlar arasında yaşan ıyor. Genel müdür bey çok öfkelenmiş, memura gürlüyor: «Bana ba k! Sen kendini Genel Müdür sanıyorsun galiba?» Memur: «Hayır beyefendi! Estağfurullah... Haddime mi düşmüş...» «Öyleyse niye saçma laflar ediyorsun?» Genel müdür muhasebe müdürüne bağırıyor: «Söyle bana, söyleee! Besbelli bu iş... İki olasılık var: Ya sen delisin, ya ben...» Muhasebe müdürü karşı koyuyor: «İyi ama beyefendi, sizin bir deliyi muhasebe müdürü yapmanız mümkün değil ki...» «Yahu! istasyon şefinin işine neden son verdiler?» «Azizim, adamın hiç kabahatı yok... Ulaştırma ba kanının bindiği tren istasyona girerken, hoparlörle 'lütfen çekiliniz' diye rica etti». Muaalip beyin bir daireye işi düşüyor. İşi şimşek hızıyla çözüyorlar. Beş dakika sonra sokağa çıkan Muttalip bey, durumu düşünüyor: «İkametgah istemediler. beyanname doldurtmadılar, pul-fotoğraf demediler. hare almadılar...» Sonunda karar veriyor: <dok, yok! Ben yanlış yere geld im...» Daktil0-Sekreter kursunda hoca, kesin öğüt veriyor: «Not alın! Patronunuz veya genel müdürünüz, karısı ile beraber tatile gitmişse, kendisine gelen şu iki cins mektubu, sakın haa peş.inden yollamayınız: Vergi dairesinden gelenlerle. parfüm kokup da özel yaşayışı ilgilendirdiği belli olanları...» İş adamı yakınıyor: «Yıllar geçtikçe hayat zorlaşıyor. Eskiden iş gezisine sekreterimle çıkar. kayda karı m diye geçirirdim. Şimdi artık karımla çıkıyor ve masrafa yazmak için kayda sekreterim diye geçiriyorum»

170 Sekreter hanım tüm cidd!yetini takınıp, genel müdüre diyor ki: «Sizden, maaşıma zam yapmanızı bekliyorum». Hazret zaten. öksürüğü cinli bir adam, bağırıyor: «Zam haaa! Başka benden ne bekliyorsun?» «Bir bebek...» önemli olar., nasıl bir işte çalışılacağını iyi seçmek... Eğer aşk ve şevk ile çalışılacak bir iş seçilmişse, alınan ücretin önemi bir derece azalıyor. İki yakın arkadaş,konuşuyor: «Duydum ki. yeni işe başlamışsın!» - «Evet... Gazino daki revü kızlarının, soyunup giyinmesine yardım ediyorum. Haftada yirmibin lira... )> - «Bu kadar az mı?» «Daha fazlasını öde)'emem» ,..-

171 41. Gizli işler Başımıza bir bilgisayar işi cıktı kiii, daha ne olduğunu doğru dürüst kavrayabilmiş değiliz. Hayretler içinde kalıp duruyoruz. Neydi o bir zamanlar öğrenciyken, sınav süre lerinin önemli bir bölümü, kare-,kök, kare-küp olmaya harcanır giderdi. Şimdi, deyim yerine oturuyorsa eğer, em kuruşluk cep bilgisayarlarında düğmeye 'basar basmaz, anında sayılar fışkırıyor, sonuç alınıyor. Biraz da karışık örnekler verelim de, işin yaygınlığı anlaşılsın... Eğer bilgisayar olmasaydı, örneğin aya gidilemezdi. Hani o, «rota düzeltmek» diye bir iş yapıyorlar ya, dünyaya dönerken... Bu işi yapmak için beş.yüz üstôd bilgini masaya otursa, alsalar hazretler kalem kôğıdı, hesap yapmaya başlasalar... Ne olurdu? Yıllar geçer, bilginler bitiremezdi... Uzay gemisindeki kahramanlar, son veda mesajlarından sonra her yıl gözyaşları içinde anılırlardı... Bilginler rota düzeltme hesaplarının sonunu, bir türlü getiremezdi... Yadsınamaz ki, uzay bilgisayar sayesinde fethedilmiştir... Ama fethedilmiştir de, insanlara ne hayrı olmuştur? Burası henüz şüphe bulutlarıyla kaplıdır. Haydi yine göklerden yere inelim de, bilgisayarın günlük yaşayışımıza neler getirdiğine. kısaca göz gezdirelim. Her iş gibi bunun da cılkı cıktı. Çalışma dünyamızda bilgisayar yaygınlaşması, bitmek-tükenmek bilmiyor. Tıp gelişmelerinden, muhasebe kayıtlarına kadar her alanda, bil

172 g isayor işgali yaşanıyor. Tükenmeyen bilgisayar dalgaları. iş dünyasını sa rmakta, insan emeğinin yerini almakta... Bu yüzden işine son verilen tatlı genç kız, direktöre yakınıyor: «Ah, ah!.. Yanlışlık yaptım... Bilgisayarla neler yapamayacağınızı sıze anlatmaya, vakit bula madım...» Yanlışlık acaba, gene kızda mı, yoksa direktörde mi? Bir yöneticinin pozisyonu ne kadar yükselirse, o kadar çok yanlışlık yapması hoşgörülüyor. Politika do bu konuda, iş dünyası gibi... Politikacı yükseldikçe, daha çok halt karıştırma hakkını kazanıyor sanki... Politikacı, yalnız halt karıştırmaya başladığı zama n ise, en yüksek yere cıkmış oluyor. Bu gerçeği nasıl yuttuğumuzun nedeni de 'belli: Bu özelliğ i artık. onun stili sanıyoruz. Alıştığımız deyimi kullanalım: Sekreter bir yöneticinın sağ koludur. ister hanım ister bey olsun, farketmez. Sağ kolu oluşu değişmez de, hanım sekreterlerin yöneticileri uygarlaştırma yolunda, katkıları olur. İki genel müdür konuşuyor: «Yahu sen nasıl oldu da, o resim gibi güzel sekreter hanımı değiştirip de, yerine bir erkek görevlendirdin?» «Sürekli olarak centilmen gibi davranmaktan bıktım da ondan...» B. Amerika Grado bir, anı kitapları yüzünden çalkalanıyor. Önemli politik kişilerin çapkınlıkları, ağızlarda çiklet gibi çiğneniyor. Daha gecen aylarda senato, bir adayın bakan olma yolunu, bu yüzden tıkadı... Yakıştıramadım... Oysa önceki olayların keyfine yaslanan bir fıkra, şöyle anlatılıyor: Bir güzel sekreter hanım, patronu olan senatöre (üstelik senatöre) diyor ki: «İsteğimi yerine getirmezseniz, hemen yayınlanacak olan anı kitabımın müsveddeleri hazır...»

173 Personel müdürü, iş. için başvuran g üzel kızla ön gö rüşmeyi ya ptıktan sonra diyor ki: «E l bet son iki sözcük, genel müd ü r tarafından söylenecek... Ama n e d iyeceğ ini bil iyorum... )) Kız merakla soruyor : «Ne d iyecek?)) «Aman Yarabb i m!.. )) Yeni bir sözcü k türedi... «Bürokrat» deniyor. Yabancı kökenl i bu sözcükle, masa başında tem iz i ş yapanlar kas ded i l iyor sanırım. Bu kişilerin işten kaytarma ve g izli tem bel l i k leri üzerine a n latılanlar, kitaplar dolduruyor... Perso nel bölü müne başvura n adama soruyorlar: «Colışmak m ı istiyorsunuz?» «Hayır, bir memuriyet arıyorum...» Genel m üd ür, yü ksekten torpilli Abd ü lgaffar bey i n ay l ığını, bizzat - elcağ ızı ile veriyor ve ekl iyor: «Siz e maaşı nızı niçin bir hediye paketi içinde verdi ğimi, a n layacağ ınızı u marım... )) Torp i l l i gene adam, her sabah işe geç geliyor. Sa brı tükenen m üd ü r bey, soruyor: «Artık hoşgörü sınırlarını aş tınız. Bu s ü rekli gecikmeleri nasıl açıklayacaksınız?» Gene adam üstelik şıma rık da: «Beyefendi, bir zamanlar siz de gene idiniz...» «Evet, evet ama, her gece değ i l... )) Personel m üdürü, yen i işe alınan memura öğ üt veri yor: «Size. istediğinizin i ki misli ücret verdi k... Neden olduğun u a n layabildiniz m i? Gece-gündüz çalışmanızı bek l i yoruz...» «Anlam ıştım bu işin içinde bir münasebetsizlik old u ğunu...» Bir işsiz, arkadaşına a n l atıyor: «Son genel m üdürüm g ibi ince ruh l u ada m görme di m... İ şime son verdiği g ü n beni odası na çağırıp: 'Siz

174 o l madan bütün bu işlerin içinden nasıl çı kacağı mızı bile m iyorum. Ama, yarından başlayara k özveriye katlanaca k ve bunu deneyeceğ iz ded i» '.. Kıyıda-köşede kalm ış b ir kasaba... Ana cadd esinde Bankanın ş iddetli bir müfettfşi, kapıyı açıp içeri g iriyor. Garip şey: Ca l ı şma zam a n ı k i m se yok... Sessizce i lerley p bir odan ı n kapı sın ı a ra l ı yor. Bir de ba kıyor ki, ş uben in a ltı memuru da, odada otu rmuş iska m bi l oynuyor. Müfettişin cinleri başına çıkıyor, hemen a larm d üğ mesine basıyor. Ziller-düdükler ort a lığı i n l etiyor, yine orta lı kta kimse yok derken, kapı açılıyor, komşu meyhanenin garson u, altı bardak soğ u k b ira getiriyor. bir banka şubesi

175 -175- KARIŞIK 42. Sevgiyi Yaratmak Eski askerler pervasızlaşır. Yıllar geçtikçe, ölümün onları es geçmeğe alıştığını sanırlar. Cesaretin de ötesine gider, cür'etli olmaya başlarlar. Ve bir gece vakti, düşman karşısında sigara içerken, kurşunu yerler. İnsanlar da yaşlandıkça pervasızlaşıyor. Tehlikelerden sakınmaz oluyorlar. Özellikle hassas konulardaı gevezelik etmenın sonuçlarını, umursamıyorlar. Düşündüklerini, daha ambalajsız - daha çıplak ortaya atıveriyorlar... Benim yaptığım gibi... İşte şimdi bir ma ın tarlasına giriyorum; konumuz «Aşk»tır... Tehlike anlaşıldı değil mi? Ne dersem diıyeyim, küçümseme veya öfkeyle karşılayacak olanların, az olmayacağı kesin... Ancak düşünceleri saklamakla, öfkelerin azalmayacağını da bilmekte yarar var. Önce. sözcüğün anlamları üzerinde biraz durmalıyız. Aşk ile sevgi sözcüklerinin, eşanlamda kullanıldığı oluyor. Tanrı aşkı da şiirlerde, Leyle ile Mecnun aşkı da... Erol Ayşe'yi seviyor, Ayşe de babasını... Anlam sınırını nasıl daraltıp da, dert anlatmanın yolunu bulacağız? Şöyle belki: Bugünkü konumuz, hanımlarla beyler arasında doğan, tutkulu (belki şiddetli) sevgidir. Sevgi plôtonik olabilir, dahası var: plôtonik kalabilir. Ancak, bu yazıdaki tanıtını içine giren hiçbir sevgi, cinsel-

176 likten yoksun olamaz. Sevg i n in platoni k olması i çin bile. kaynağında ve içinde, cinselliğ!n bulunması şarttır. Had ı m erkeği n g üzel bir h a n ı ma sevgisi, a n ne-babasına duyd u ğ u sevg i ile a y n ı rafa kaldırılır. Sevginin, yaratıcı bir y a n ı vard ı r. Kim severse sev sin... Sevmek, sanat eseri yaratma ktır. Sevgideki yaratı cılık payı, sevilen kişinin ruha ve göze h itap eden 'kalite lerine bağlıdır. Bu gerçek, en kaba ve çirkin biçimde şöyle açıkl a n a bilir: Zihinsel yaratma ve sevme gücü en yü ksek olan erkek, kadının en külüstürüne, görke m l i bir a şkla bağ lonabilir... Aynı a n latım tıpatıp, b i r kad ı n ı n bir e rkeği sev mesi için de, geçerl idi r. Bir sevg i, ölünceye dek sürebilir. Süremeyeceği söy lenemez. Şiddetın i de yitirmeyeb i l i r. Ancak, söylenebilecek olan, bir sevg inin tıpkı aynı biçimde, yıl süremeye ceğidir. Değişmeyen-gelişmeyen-kemikleşen bir sevgi ola maz. Za man usta, sevgide bicim ve içerik gelişmeleri ya ratı r. Sevg i n i n canlı k a l ma s ı, b u gel işmelere bağlıdır. Her bitki, çiçeği kesildikçe yen i cicek verir. Kesilmez, öyle bı rakı lırsa, enınde-sonu nda kuru r. Aşk yüzünden İ ngiltere Kralı ( hatta o zama n Büyük Britanya İ mparatoru) Edward V l l l. tahtın ı terketmiştir. Ba na kal ı rsa bu işin, aşk yüzünden m i olduğu, yoksa İ ngil tere Kra l l ı ğ ı g i bi sıkıcı bir işten kurtul ma k için mi yapıldığı, anlaşılamamıştır. Aşk devam etmiş midir, etmemiş m i d i r. b i l miyoruz. Çünkü gazetelerde, m üstafi Kral 'ı n evlendiği sevg il isiyle el ele fotoğrafları n ı bile, görememiş bulunu yoruz. Aşk u m utsuz ola b i l i r. Ö yleyse ne yapılacakt:r? Çok basit. çoook: U mutsuzluğa katlanı lacaktır. i sterse öm ü r boyu... Ya d a n e yapılacaktır? O aşk ateşi. yürek içinde söndürü lecektir. Daha açık söyleyeyim mi? Belki o ateş. zaten kendisi sönecektir bir süre sonra

177 U mutsuz sevg iler sonunda. den3nen başka bazı yol l a r da va r... Ô rm.ğ i n kendin: öldürmek... işte zayıf kişile rin saçmalığı... Yaşamak ne kadar çile l i olursa olsun, ya şayışa bağlı kalacağız... İ nsanız biz... Aşk bile yaşarsak var, ölürsek yok... İ yi kullarına cennet vaat eden hangi d in. i nsonlann o rada ôşı k oldu kla rına kavuşacağından söz ediyor? Demek k i k endi n i öldürmek, aşkı da öld ü rmek... Zayıf kişilerin u m utsuz a şk yüzünden kendilerin i öld ü r saçmalığ ı n d a n, d a h a v a h i m olan b i r olasıl ı k v a r. B c: kıyorsunuz g e n ç adam: «Sen i ba şkasına yô r etmem» deyip, gene kızın a lnına-yüreğ ine, ta bancayı boşaltıyor. Bu olur mu? Bu sevgiye sığar mı? Vicdan nereded i r? B u tür ölme ve öld ü rm e haberlerine, gazete leri m izde sık sık rastlan ı r. Geçmişteki ünlü örneklerinden b i ri Avus t u rya-ma carista n İ mparatorlu ğ u Veliahtı Prens Ru<.!olf'un, önce sevgilisini sonra kend isini öldürmesi d i r. Mayerl ing Faciası olara k tcı rihe geçmiştir. Olayı bir p re n sin y cı ra t ması a nlattığımız biçimdeki mahiyetin i değiştirmez. m eleri., Edebiyatın u l u l a ştırdığı, beden zevkleri nden biisbüti.i n a rındırdığı aşklar. sanat eseri ola ra k d ura d ursun... Yaşa ma gerçeğinde, aşkın «hadım»ı ol maz. Ö te yandan, «hayvani aşk» d enen beden tutk u n : u k larında da, ruhsal ağırl ı k sıfı ra i nmez... Azıc ı k d a olsa. i nsanlık hô!ô söz konusuysa... Bir aşkın ruhsal yan ı d a, bedensel yan ı d a s ıfıra i n m e z a m a, ağırlığın hang isinde oldu ğ u, b i reysel örneklere çok bağlıdır. Genellemeler teh l i keli d i r. Belki kısaca, şu ha tırl atma yapılabil ir: Ci nsel eğitim i ve deney i m i noksa n ola n erkekle r. herkes in içinde bile olsa, kes in tiye u ğ ramayan ten temasları a rarlar. U mutsuz aşklar tiya trcısum.ı:ı bir başka oyu n u. seve n i n sevmeyen i n a ya kla n na ka panmasıdır... Bu d u rumd a. hanımların daha on u rl u old ui<ları kesin... Çare sanıp ayak F./12

178 ıara kapanmak şaşkınlığı, asıl e rkeklerin alışkan lığı. En ters sonuç veren g irişim bu! Art hesapla rı olmaya n h i çbir onu rl u kadın, ayaklarına kapanan erkeğ i, ada m yerine koy maz. Bu alçalma, vücudun değilse bile, ruh u n intiharıdır. Aşk eğer, cığ ızdan salyalar a kıtan ten zevkleri rüyası değ i lse, ken dini koyvermek, gevşemek g rbi hafifl ikler do ğ u rmaz. Tersine, ağır soru m lu l u klar yükler. Zaten a şk. ya ratma ağırlıklı ise, sanatın zevkl i ç iles in i çekmekten k u r tulma k, a kla gelmez ki

179 3. Suç la r-ceza l a r D i l i m izde, (<delikan l ı ıı diye bir d eyim va r. Dostlara da soruşturd u m, başka d i l l erde rastlayam ad ı m. Bu deyimde. peşi n bi r h oşgörü nıyeti gızl i... İ y i... Ya n l ı ş davra n ışlar ve kabahatler, hep delika nlı oluşa yüklenecek... H atta, «genc i iğ ine verin» diye bir özür biçi m i de uydu rm uş uzd u r. Oysa i nsanların kendi akılla rına en cok inandığı çağ1ar. genelik va şlarıdır. Öyleyse bu deyim ler, yaş l ı la rı n ya kıştı rd ığı te kerlernelerdir. Bir ceza a vu katının bekleme odası d uvarında, bir uya n levhası asılı, şöyle yazıyor: «Yalnız bir kez gene olunur, sonra başka bahaneler a ra n ı r.» Gençlik d ed i k... Bir sanığa, hapishane a rkadaşl arı so ruyor: «Niçin bu kad a r g e n e bir avukat tuttun?)) «Göreceksiniz bakı n. davam n e kada r uzayacak... Ya şlı a vu kat dayanamazdı.)) Uzun yıllar deney geçirmiş avukatla r, h içbi r h ü kü m ka rşısında şaşkınlığa düşmezler. M üvekk11 1eri n i de teselli etmekten vazgeçmezler. Yine böyl e bi r d u rumda, a vukat san ığı a vutuyor: «Hele siz şu m ü ebbet'i b i r yatın d a, son rasını d ü ş ü nü rüz...» H a kim bey sanığı uyarıyor: «Sürekl i ağla m a kta n vaz g e cinizl M a h kemeyi, ağlayara k etklleyeceğ inizi sanmayı nız. ıı San ı k da öyle d üş ünüyor:

180 «Cok hakl ısınız... Ama a vukatım, ağlamamın şart ol d u ğ u n u söyleyip. ağ latıyor...» Avu ka t müvekkiline, duru m u özetliyor: «Ne yazık k i açıklamak zoru ndayım, davan ızı kazanmak için ha rcadı ğım çabal a r boşuna oldu...» «Ben de ne yazık ki açıklama k zorun da yı m, benden ücret alacağınız konusunda k i u mutları n ız da boşuna ola cak...» İ k i arkadaş hanımdan b i risi soruyor: «Nası l oluyor da birdenb ire. o verôset davasını kesi n l ikle kazanacağ ına ina n ıyors u n?» «İ nanrrım ya! A v u ka t ı m tona d ü n, evlenme teklif et t i... )) Avu kat beyin k a rısı, eve gelir gelmez soruyor: «Koca m beni telefon la ara dı mı?» A n latıyorlar: «Evet aradı. Bir evl iliğe ihanet işiyle uğraşıyorm uş. Gece geç gelecekmiş.. ı> Zengin bir adam. ruhunu tesli m ed iyor. K arışık işlere de g i rm iş ç ı kmış... Becerik l i avukatları n, savunma usta l ı ğı yla k u rtu lmuş... Cenaze kalabalık... ( Böyle kişilerde hep!<alaca l ı k olur). Avukatları da, kil isede yerin i a lıyor. Ancak, geciken b i r avukat, aradan süz ü l ü p meslektaşla rının ya n ı n a gel iyor v e soruyor: «Cok m u geç kaldım?» «Hayır. Papazın savunması daha boşlamadı...» Ta nık. hele ömründe i l k defa geldiyse. mahkeme hu zurunda şaşıra bilir. Ama c i n g i bisi de vardır, m antık dizisi ni yitirmez. Hôkim tan ığ a soruyor «Sanığın sarhoş oldu ğunu nereden a n l a d ı n ız?,> Tan ık: «Otobüste bir hanıma yer verd i... >> Hakim : «Olur! B u yüzden sarhoş olması neden... g e re '< s i n? ı: «Ama koca otobüste, iki yolcu i diler... ıı H ô k i m ta nık yeri ndeki adamı, önceden uya rıyor: «Di k kat edi n iz! Ya l n ız gözlerin izle görd ükleri n iz i söyleyiniz! Başkalarından d uydukları n ızı değ i l...» Sonra sormaya baş

181 l ıyor: «Doğ u m tarih i n iz?ıı Ta nık şaşk ı n : «O l u r m u a m a hôkim bey? Ben b u n u gözlerim le gör med i m k i... Başkal a rından d uydu m...» Hôkim ta n ı ktan bilgi istiyor: «Sa nığı tan ıyor m us unuz? Sczüne inanılır b i r kişi m id ir?» «Sanm ıyorum. 25 yıl kadar, hava tah m i n işinde ça l ıştı. ıı İ k i komşu zıtlaşıyor. mahkemey e d ü şüyorl a r. Hôkim dava cıya soruyor: <'Dava l ı sizin için 'deve' demiş, doğru mu?ıı Yanıt: «Doğru...» Hôkim : «Ö yleyse n iye dava ediyorsunuz?» Bir İ ng iliz hôkim, sa nığı sorguya çek meye başlıyor: «Siz, içkiye d üşkünlüğünüz yüzünden m ahkeme h uzuruna cıkmış bulunuyorsunuz...» Sanık. heyecanla garanti verme ye çalışıyor: «Sizi kutsa l b i ld i ğ i m her şey üzerine te m in ederim ki b e n sayın hôkim, içkiye sizden daha.d üşkün de ğ i l i m...» Hôkim: «İ tirafın ıza teşekkür ederi m.ı> Amerika lı hôkim ler, garip gözüken kara rlar verirler... H ız sınırı n ı otomobi liyle epeyce aşan bir traf i k suç l u su n u, hôkim şöyle cezalandırıyor: «Sizi göide 75 tane balık ya kalayarak, ya rdım için ver meye m a h k u m ediyoru m. Böylece, d u ru p düş ün menin de ğerin i a nlamış olacaksı n ız...» Ccktand;r Karadenizli fı krası a n latmadım. Dostlarım, ken d i leri n i u n uttuğ u m u sanaca klar... M ü mkün değ i l... Ta zelerinden biriktirmek istiyoru m. Bir de bakıyorum ki, bir kaç g ü n son ra başkala rı a n latmaya başlıyor. Bu yüzden birikti remiyorum. Ama, ben i m yeni duyduğum bir ta nesini, hemen sunayım. Karadeniz l i evinde uyu rken, geceya rısı bir tıkırtı d u yuyc r. A l t kat:ı i n e r in mez de, h ı r sızla karşılaşıyor. Adam üstelik eli ta ba r. ca i ı... Şakası yol<, fısıltıyla d iyor ki: «Bü tün para n ı n n e rede olduğ u n u doğru söylemeye s6z ver

182 mczsen, kurşunu alnına yersin, sö ver!» Evsahibi de diyor ki: «Söz veriyorum... Ama sen de doğru söylersem. tabancayı kullanmayacağına söz veriyor musun?ı> Hırsız da namus sözü veriyor. Evsahibi açıklıyor: «Bankada... >> Boşanma davalarından, çok ders alınır. Boşanmak için başvuran bir çifte, Fransız hôkim sebep soruyor. İ kisi de inatla aynı sebebi ileri sürüyor: «Ömrümüzün sonunu, barış içinde geçırmek istiyoruz...» Kadın 75, adam 82 ycışında... Bir mahkum, sabah erken hapishaneden kaçıyor. Orta lık birbirine giriyor. Ancak adamcağız o akşam geç vakit, 'kendisi tıpış tıpış yürüyerek, hapishaneye dönüyor. Günün olayı ya! Gece kendisiyle konuşmayı başaran bir gazeteci, kaçan mahkuma soruyor: <( Niçin isteyerek geri döndünüz?» Mahkum anlatıyor: «Akşam karanlığını bekled im, eve çaktırmadan girip karımın yanına süzüldüm. Karım da bana dedi ki: Nerede kaldın? Dokuz saattir dışordasın...»

183 44ı. Zaman Öldürmek Merhaba! D ilerim k. hepiniz çok iyisinizd i r... Evet beni m yü rekten d i leğ i m böyled i r. H epinizin birden «çok iyi» olma s ı n ı n, m ü m k ü n olmadığını bil mez olur muyum? Ama dile ğ im böyled ir... Ayırım yapamam. Ben kalkıp da, «benim gi b i düşünenler çok iyi olsu n. düşünmeyen lerin iyiliği az şekerti kalsın» d iyemem... H em zaten beni m g i bi, sokaktaki ada m ti pinde ve şartlan d ı rılmamış h i çb i r insa n, başka türlü d ü şü nmez. Bi z i n sa n l a rı v e onla r ha k kındak i dilekle6mizi, sınıflondırmo yız. Ayıra n lar, aydınlığı engel l eyenler ve gölgelere-ka ranl ı k lara sığınmaya ça lışanlardır. Evet... G ü n ler geçiyor... G ü n le r toplanıp-y ıllar, yıllar toplan ı p-ömü r geçiyor. Değişen bir şey yok m u? Var... Za m a n ı ö l çme biçi m leri değ işiyor. En önemlisi: Yaşayış, yaş landıkça hızlanıyor... İ sterse saatlar aynı tempoyla çalış sın... İ sterse y ıllar, aynı uzunlukta ols u n... B i r ö mü rü n s ı rtındaki zam a n yükü a ğ ırlaştıkça, geriye bakınca görü len ya şama sahneleri zen g i nleştikçe ( kimisi rdn birtktirdiği servet yal n ız b u! ). gecen a nların-g ü n lerin icini daha çok dold u rmay a ça lışıyoruz... Çuval dold u ru r g i b i... Sıkıştıra sıkıştıra... O k i zaman görece l i d i r (izôfl, rölôtif - Einstein 1 905). demek ol uyor k i yaşa yışa ne kadar olay tıkıştırı rsa k, o ka dar çok yaşa m ı ş olacağiz. Kof ve miskin ömürlerdeki ya

184 şama süresi ise. «sı fır» olaca k... İ sterse takvimler. yüz yıl g östers i n... Nazik soru şurada : «Za m a n nası l kull a nı lacak?» Za man. onu kullanmasını bil en i c i n bir değer i fade edi yor. Kullanmasını bilmeyen için, h i çbir değeri yok... Cün ü a kı p gidiyor. «Su a kar. deli ba kar» özsözünün zamanı geçti a r tık. Yerine gel mesi gereken özsöz şu: «Za ma n a ka r, aptal bakam. Hem zaten s u a kıyor ve deli ba kıyorsa. bunda a kla mantığa daya nan bir sebep a ramak gere ki r. Çünkü del i l i k, a k ı l denen hazinenin değişik bir görün üş biçimidir. Ak l ı n. klasik olmayan bir biçimde sahneye konmasıdır. De l i l iğ i n m alzemesi ve içeriğ i, a kı l d ı r. Aklın zerresin in a ra n d ığ ı, ya da hiç bu lu nmadığı b i r sığlı k veya d üz lü k ise. a p ta l l ı ktır. S por ile oyu n a rasındaki karmaşık i l işkilere g irmeden, adına sportif denen oyu n l a ra bi r göz ata lım: Bu oyunlar da «zaman çal mak», bir oyun taktiğ i yap ı l mıştır. Ama a d ı üzerinde: Zaman çal m a k... Yan i d ü pedüz h ı rsızlık yapıl maktad ı r. Bu h ı rsızlığın kura l lara bağ la n m ı ş b i r biçimde yapılması. n iteliğini değiştirmez. Dünyaya gelen insanlara matematik olara k eşit dağı tılan tek hazi ne, aarnan» ci ı r. Evet. matematik olara k her kes icin, tıpatıp aynı ölçülerle ifade edi len zaman, kul l a n ı mına göre değişik değerlere varaca ktır. Aklı başı nda insan bir zaman biri m i n i zen g i nleştirecek, düşünce fuka rası ise. a y n ı zaman birimini çoraklaştıraca ktır. Zamanın varlığı ya da yokluğu. söz korusu olamaz. Za man sürekli olarak aktığına göre, demek k i sürekl i ola ra k vard ı r. Fa r k l ı l ı k, şundan doğar: Zama n iyi kullanıl ı r. ya da kötü i< u l lanıl ır. Herha ngi bir uğraş konusu i ç i n, «bu na zamanım ych sözürıün a rkasında i k i olas ı l ık vardır: Ya o kon u. o zaman ı d ah a iyi kullandıracak başka konu lar yüzünden programa a l ı na maz. Ya da o kişi. zam a nını

185 'kullanmasını bilmemektedir. Zamanın nasıl kullanılacağını anlayabilmek icin, zaman ayırmak gerekir. Para harcarken cin gibi, gözüken bazı insanların. zaman harcarken nasıl kafasızca savurganlık ettiğini görürüz. İsterse 10 da-kika, isterse 10 gün olsun. zamanımızı nasıl kullanacağımızı bilmek için ayıracağımız zaman, en doğru harcanmış zamandır. Ya koca bir ömrü planlamak... Ne kadar önemli değil mi? Hemen akla gelen soru şu: Bir insan, bütün ömrü.'l ü, planladığı gibi geçirebilir mi? Hayır, geçiremez... Geçiremezse de geçiremez... Bu değişmeler, planlamanın gereksiz olduğu anlamına gelmez. Bir ömür geçerken. elbet bilinmez-beklenmez olayların yüklediği esnekliklere. mahkum oluruz. «Bu esnekliklerin sınırı ne oirnalıdır?» sorusunun yanıtı da hazırdır: İnsanlar. kendileri için kabul edecekleri ahlak prensiplerinin. sınırları içinde kalmalıdır. Zamanın kullanım şartları değişebilir. Bu ahlak prensipleri değişemez. Hem zaten. ömür boyu bütün zamanı. ille de planlandığı gibi kullanmak şart değild ir. Şart olan, zamanı doğru ve güzel kullanmaktır. Ömür boyunca yeni olanaklar ortaya crkar, ya da yeni olanaklar yaratılır. Böyle sürprizler, yeni umutlar doğurur. Bu yeni umutların vereceğ'i zevk ve huzurdan, neden mahrum kalınsın ki? Yaşamanın kabul ediliş bicimine göre, farklı yorumlar yapılır. Örneğin denir ki: «Evliler bekôrlardan çok yaşar...» Peşinden hınzırca bir ekleme yapılır: «Cünkü bu tekdüze hayat, onlara daha uzun gözükür». Her espride anlatılmak istenene, inanmak şart değ ildir. İsterse gülünmüş, ya da gülümsenmiş olsun... Tekdüze yaşamak, zamanı güzel kullanmasını bilmemektir. Evli iken zamanı iyi kullanmasını beceremeyenler, yaşamayı bıktırıcı bir mekanik anlamsızlığa dönüştürenler, bekôr da kalsalar ayni hafifliğe düşeceklerdir

186 i ster yazılı ister sözlü olsun, söyleşilerin en doğurgan ve gür kayna ğ ı topluca yaşanan «kötü zamanla nıdır. Dü şündü rm e sanatı olan miza h ı n da en y üksek dorukla ra ç ı kışı, en kötü zamanlarda olu r., Cinayetierin en büyüğü, zaman öld ürmektir... Ö ldü rü len zaman, isterse katil i n kendi malı olsun

187 45. Tra f i k Ü zerine A l manca'da sevişmen in terbiyeli (! ) bir adı: «C insel trafik»tir. Aca ba neden böyle söylenir? Sıfır n u mara bir Alman dostum, sevişmeyi çok kısa ta n ı m l a m ı ştı: «Sürekli h a reket... S ürekli hareket...» demişti. Sevişme ile trafiğ i n benzetilmesi sebeplerinden b iri, her ikisinden de bazı tehl i keler doğabilmesi olasılığıdır. İ kisinde de kaza i htima l i vard ı r. Bu kazalardan, kanlı so n uçlar do doğabilir. Bazı kaza larda ha nımlar ağ laya ağ laya kürtaj çaresi a rayabil ir. Kavalye n ezlesi (Avrupa'da b elsoğ u k l uğu içi n, k iba rca beyle söylenir) olanlar ise, doğru başka doktorlara koşarlar. Gerçekten de trafiğin ciddi tanıtımları içinde: «Taşıt ve yaya ların ha reketi ni d üzen a ltına a l mak» gibi bir an latım bul u n u r. Ö yleyse ha reket yönünden. trafik i l e sevişme a rasında bir ya k ınlık va rdır. Ancak bizde bazı sürücüler, bu benzeyişi fazla c id d iye a lıyor. Sürücülüğü, şehvete benzer bir a zg ı n l ı k içinde yapma k gerektiğ ini san ıyorla r. Akılsızca ve vicdansızca gaza basarken, bir çeşit «hadım şehveti» k ızışması içinde bul unuyorlar. Benim çocukluğumd(], hanım sürücülere pek ender rastlanırdı. Ö zel l ikle bizim semtlerde, «görü l medi k şey» d i... Günün birinde biz, Şark Şimendifer Ku l übü sahasın da futbol oynarken, tramvay yolu ndan b i r h aykırma duyul du : «Kadın şöföör!» d iye. Yüzlerce çocuk, «kadın şöför» ü

188 görebilmek için, kilometrelerce, deli gibi, kan-ter içinde koşmuştuk. Şimdi artık, zarif hanımların otomobil kullanmaları. yadırganmaz oldu. Hele sabah erken işine giderken arabasını kullanan hanımlara. saygı duyuyorum. Ça lışan hanımlar, ülke ve aile retahına kcıtkıda buiunuyorlar. Ancak, çözemediğim bir görüntü var... Saat sula rı, yine bazı hanımlar. otomobil kullanarak oyun toplantılarına gidiyorlar. Acaba kendilerinin, ülke ve aile refahına katkıları ne oluyor? Ailenin, yalnız hanımlara mahsus «ikinci amba»sı, parasal yönden bir rahatlık işareti... Hele hanım çalışmıyorsa... Genelde hanımların, otomobilleri iyice hırpalayan :kozalar yaptıkları halde, kendilerinin hiç hırpalanmaması gibi harikala r yarattığı çok anlatılır. Yine böyle bir durumda, hanım beyin yanına geliyor. Bey: «Hoşgeldin! Nasılsın? Yeni bir şey var mı'?» deyince, hanım anlatıyor: «Var sevgilim... İkinci arabamız. artık birinci arabamız oldu...» Geçenlerde benim arabayı hilmemkaç km. revizyonuna verdik. Revizyon güya yapıldı oma, arabanın iki kapısı da gömülmüştü. Hôlô macunlu dolaşıyoruz. Gecen yıl tamirhaneye araba bırakan birini görmüştüm. Ustaya hesap soruyordu: «Her şeyi yaptım diyorsun ama, yalan söylüyorsun... Yapmış olsanız; direksiyonda yağlı parmak izleri bulunur, döşeme pislik içinde kalir, koltuklar yağlanır. 'boyalar çizilirdi... Hani?.. Hepsi tertemiz...» Pek cok Avrupa kenti. otopark sıkıntısından kıvranıyor. Örneğin Roma... Bir saat park yeri bulmaya çabalamış bir mi.işteri. girdiği Roma restoranının sahibine yakınıyor: «Otoparkı olmayan restoranı niçin acıyorsunuz?» «Bu soru ciddi mi? Bir otoparkım olsa-ydı, bu meret restoranı açar mıydım sanıyorsunuz?»

189 Otomobil ü reten bir büyü k tesisin genel m ü dü rü, yıllık orta klar kurulu topla ntısında k i konuşmasında, şöyle bir iddia ileri sü rüyor: «Eğer tesisim iz çalışanları sabahlan şehirdeki trafik sıkışıklığından işe geç kalmasalard ı, haftada ü çyüz oto mobil daha fazla üretmiş olacaktık...» Tampon una vurulan otomobi i sürücüsü, hemen ka pıyı açıp koşa rak a rkadaki a ra ba n ı n s ü rü c üs ü ne bağırı yor: «Deli misin be! Frene bassana!» öteki sürücü piş:kin, sırıtıyor: «Kusura bakmayı n! B u g ü nkü benzin fiyatla rıyla, fren yapmaya kıyamıy orum da...» Pilotlar, geceleri, kör uçuşa a lışkındır ya! Ha va o g ü n ç o k s i s l i... Kaptan pilot akşa ma d oğru s o n u ç u şunu bitirecek... Havaalanına kör u çuşla iniyor. Sonra otomobiline binip benzinciye giriyor. Depo dolma kta iken, benzin satan ada m : «Ön camları yıkayıp temizleyey i m» d iyor. Pi lot: «Bıra k, yorul ma... Nasılsa birazdan karanlı k olaca k...» İ sta n bu l 'un. yaşlı ve çelebi taksi şöförlerinden biri a n latıyord u : «Müşteri a ra baya bindi kten sonra, 'Havaala nına' derse, onunla ağzı mı a c ı p da rki laf etmem. Ama : 'H avaolonına lütfen' derse, o müşteriyle konuşurum. Cün kü tek bir sözcü k e ksikliği, az gel işm i ş l iğ i hemen belli eden>. Sanırım ki bu durumda, taksi şöförün ü n ben imle n i çin konuştuğu a n laşılmış ol u r. Adamın biri, otomobil yol u üzerinde, g ökyü zü n e baka baka yürüyordu. Bizim bitirim şöförl erd en b iri ca m ı a çıp, u yardı : «Beyabi! Gittiğin yere 1ba kmazsan, pek yak ı nd a baktı ğın yere gidersin haa... >ı Otobüs şöförü, kapıdan g'iren yol cu han ı mı uya rıyor: «Ha n ı m! cocuğun uz için de bilet ge rekir». H a n ı m karşı koyuyor: «Aaa! O n iye? Ço::;uık a ltı ya

190 şındo değil ki... Ben evleneli daha beş yıl oldu...» Şöför: «Hanım, ben bilet istiyorum... İtiraf değil...» Köyden gecen lüks otomobil, bir horozu eziyor. İçinden cıkon kibar adam, horozun sahibi olan 'köylüden özür diliyor: «Üzülmeyin! Horozun ölümünü telôti edeceğim...» Köylü de kibar adamı kümese götürüp diyor ki: «Öyleyse hemen başlayın...» Annesi, gece dışarı çıkmaya hazırlanan kızını uyarıyor: «Kızım, çok drkkatli el!» Genç kız annesinin korkusunu gidermeye çalışıyor: «Korkma anne! Bu yaşta otomobil altında kalacak değilim...» Anne: «Benim korkum otomobilden değil, sürücülerden...»

191 D E M LEN M EK ÜZERİ NE 46. Del ilerle Demci ler Del ilerle sarhoşl a ra g ü lmek, herkesin kofa yına geli yor. Onları küçük görebilme du yg u la rı nd a n doğan azgın lıkla, 1kendilerinin yüceldiğ in i sananlar va r. Eğer 'böy le bi risi, m izah duygu ve sevecen liğinden tüm ü yl e yoksun bir kimse ise, espri zevkine varmadan bir ü stü n l ü k tepişmesi içinde ise, bu odam b udalanın sıfır n umarasıdı r. Delilik; aklın isyanıdır. özgü rleşmesidi r. Delili kle ap ta l l ı ğ ı n bi rb i ri ne yakın olduğunu sanan k işiyse, a ptalın te k id ir. Aptalın tozutmosı ile tozutmamosı a rasındaki fark, h issedi lmez bile... Delilerle beraber a nılması hoşgörü lebilecek olanla r. keyfince i çk i içmesin i bilenlerd i r. Ça kırkeyif demci, ken d i n i d e l il iğe gönüllü olarak kaptıran kişidir. Bir başka ta nıtımıyla, g ecici delid ir. Benzer ama, üstelik daha da a kord suz ve teh likelidir. Çünkü, deli bile sa rhoştan korkar. 'Demcin in d e l i havasına g i rmesi, çevresine o zevki verebilmesi için, portföyündeki zekô hazinesinde, yüklü olacak ba kiyesi vermesi şarttır. Ancak a kıllı insanın ça kırkeyifl iğinden, tad alınabfür. Aptal ı n sarhoşl uğu, a pta lın tozutması kadar tatstz-lezzetsiz v e kek remsi olu r. Deliler d e d emciler d e, engin sevecenliğe, sınırsız öz veriye s a h i p insanlardır. Çevrelerine n eşe verebilmek için. k en d i l eri n i küçültmekten çekinmeyecek kadar, hovarda gö n ü l l üd ü rler... Etrafların ı n budalala rla dolu olduğunu 'bilse ler bil e

192 Dünyada her şey otomatik oldu ya! Restoranlar da o yolda... Makinolara mangırı atan, düğmeye basıp malı alıyor. Bir demci, cepleri metal pcıra dolu, sollanamk mokinaya yaklaşıyor. Parayı atıyor. kolu çekiyor, makina sandviçi veriyor. Sonra aynı deliğe yin<" parayı atıyor, kolu çekiyor. makina sandviçi veriyor. Böyle sürüp gid iyor. Onuncu sandviçten sonrn yanındaki birisi uyarıyor. «Yetmedi rtıi bu kadar sandviç?» Demci başını cevirmeoen yanıt veriyor: «Hazır kazanırken niye bırakayım?» Tanığın söyieyecekleri, davanın sonucuna kesin etki yapacak... Olgun hôkim bu nedenle, bütün babacan lığını takınıp soruyor: «Sözü geçen gecede, sanığı meyhanede gördüğünüzden emin misiniz?» «Evet Hôkim bey, eminim. Hem de çift gördüm». Şa rapçı, meyhane garsonunu çağırıp soruyor: «Hani bana dün akşam verdiğin kırmızı açık şaraptan. hôlô kaldı mı?» Garson: «Kaldı. Vereyim mi?» «Sakın haaa! Sen şarabı boşver de. bana bira getir...» Ressamımız Ça llı İ brahim Bey merhum. içkiyi tadına vararak içmesini en iyi bilen ünlülerimizdendi. Sofra sohbeti müstesna zevk verirdi, anekdotları unutulmazdı. Kadeh kaldırınca bin türlü söz akla gelir ya! En çok kullanılanlardan biri, «Şerefinize» dileğidir. Bir sevgili dostum. ünlü ressamımıza böyle söyleyince, Ça llı diyor ki: «Şeref'ini korumak herkesin kendi becereceği bir iştir. Ama sağlığı korumak elde değil... 'Sağlığa' demeli...» Evet... Dilek hem akıllıca. hem de güzel ama. her zaman tutmuyor. Buna da şaşmamak gerek... Her iyi dilek tutsa. insanlar ölçüyü büsbütün kaçıracak... Neler görmedi k? Eski günlerde bir yaz akşamı, su kenarında kumlan sofraya oturduk. İkinci ıbarda klar bitinceye kadar. iskemlenin biri boş kaldı, Dayı Kadri gelmedi oma haberi geldi. Birimiz hayretle isycn ediyordu: «Nasıl olur c!a o

193 asla n g ib i Kadri sağlığını kaybeder?» Bir başka a rkadaşı mız biliyordu : «Ba şkaları n ı n sağlığına, çok kadeh kaldırdığ ı için...» Evet... Söz döndü dolaştı, yine şu ölçü işine geldi. Ah b u ölçü işi ah! Hele o eve dönüş, hanımın karşıla ması var ya! Ben hôiô anlaya madı m... Z i l-zu rna eve d önen sar hoş, han ımdan korkmasın diye mi o kad a r içiyor? Yoksa o kadar içtiği içi n mi hanımdan korkuyor? Anlayamadım. Demci... Geceyarısı... Evin in kapısına gelmiş... Ka rısı ka rş ı l ıyor ve söyle niyor: «Yine zil-zu rna sarhoşsun... Allah cezan ı versin!..» «Verd i... Sen i çift görüyorum». J\dam a kordsuz sa rhoş... San ki içmiyo r da, somuru yor. Sabaha karşı eve gelmiş... N e halt ettiği n i hatı rlamı yor. Kafa taş, dil tahta g i bi. Karısı kahvaltıda çayı önüne sürmüş, soruyor: «Dün gece nerelere gittiğini bilmek isti yorum...» «Ben d e..» Hôklm sa n ığa soruyor: «D ü n g ece çok içkili d u rum da, çevrenin huzurun u kaçırmış, g üvenlerin i teh l ikeye sok muşsun, doğru mu?» Adam özürünü a n latıyor: «Dün sa ba h erken, karım evden kaçtı...» Hôkim kızıp bağ ırıyor: «B ütün g ü n kutlaman şart mıydı?» Eski İ stanbul semtleri... Daracık sokak lar, d i p-d ibe ev cikl er... Kökünü kazıyorlar. Eski çevremizden 'kalanlar bile rasgele... Büyüklük kompleksi geldi. Neredeyse tüm i s ta n bul'u, <:yap-işlet-devret» d iyerek, devredeceğiz. Nere de o Narlıkapı'da, cumbada n cumba ya bağ ı rmala r? «Eee Haticaanım! Hayı rlı olsun... Kocan ra kı fabrika sında çalışmaya başlamış... Nasıl? Memn u n mu 1bari?» «Memnu n ya! Geceleri eve iş bile g etiriyonı F./13

194 Rakı fabrikası... İmbikten süzülen içki, koskocaman tank içinde birikiyor. Bir kaza olmuş... Herkesin sevdiği Mehmet Usta, rakı tankının içine düşüp boğuluyor. Ustabaşı tüm arkadaşlarının üzüntüsünü dile getiriyor: «Ne kadar eziyetli bir ölümle gitti zavallı...» Gene işçilerden biri söze karışıyor: «0 kadar değil Usta! Başını üç kere rakıdan çıkardı, beyaz peynir istedi...» ,

195 47. Ölçü Kaçırmak Aklımdan geçen bazı şeyleri, şimdi dile getireceğim. Ondan sonra da kimseyi, sağlıklı bir mantık düzenine sahip olduğuma inandıramayacağım. Haklı olacaklar... Çünkü diyeceğim odur ki: «Beni bir doktorun sorguya çekmesinden ise, bir savcının sorguya çekmesini yeğlerim...» Her ne ka<:iar ıbu tercih, bir saçmalık gfbi gözüküyorsa da, durum öyle değil... Bu saçma görünüşün arkasında, öyle sağlam bir mantık var ki, şimdi oyan-beyan ortaya çıkacak... Deli zekôsı nasıl akıl durdurursa, benim saçma görünen düşüncem de, mantığa takla attıracak... Savcı sorgusu önemsemem... Çünkü içimde, savcıyı ilgilendirecek suçlarım olduğuna dair şüphem yok. Hani dün gece. sayın iktidar partisi genel başkanının canı istemiştir, geç vakit basınla ilgili kanunlara yeni maddeler eklenmiştir... Ben de haberim olmadan suçlu düşmüşümdür... Orasını bilmem. Ancuk, bir şey söyleyeyim mi? Yine de farketmez. Ama doktor karşısına çıkmak, hiç savcı karşısına çıkmaya benzer mi? Daha sözü edildiği anda, ej irn-ayağım titremeye başlıyor. Neden?.. Biliyorum ki suçluyum da ondan... Nasıl anlatsam? Sağlık dosyamdaki sabıka kayıtlarım. daha 13 yaşından başlıyor (Yıl: 1934). O zaman bütün

196 çocukları kavurup geçe n ; tifo-tifüs-kıza m ı k-su çiçeg ı kaba ku l a k g i bileri n i kasdetmiyorum. Bunlar a l n ımızın ya zısıydı... Başı ma gelen hastalık, (başıma gelmed i y a, ney se... ) basit savsaklamalar yüzünden de g el me m işti. Sonra a rtı k ö m ü r boyu, «yaşama azg ın lıkları ndan» do ğan hasta l ı klar-ra hatsızlı klar, dizi d izi sıra l a nmaya başla dı. Ö m rümce her işi, ya hiç ya pmadım, ya deli gibi yaf} tı m. Kutsal bildiğ im ekmeğ imi, kaza n ı rken de... Bu söz ağzımdan zor çıkm ıyor: Yetmiş (evet. 70) yaşıma merd iven dayamışken, hôlô zevk içinde çalışıyorum. Beni avuta n çalışmak... Tersinden giderek falan değil, d ü pedüz mantıkla va r d ığım sonuç şöyle ki: İ nsan çalışmaktan yorulmuyor. i n sa nları yora n-es kiten-çü rüten tek sebep: Miskin l i k... Deneb i l i r ki, kofa d i nleyecekleri zamanları olmayaca k mı? İ nsan d ü nyaya, yalnız çalışmak için gelmiş b i r ma kina mıdır? Hiç de öyle old u ğ u n u söylemedim... Yaşa madan zevk a lınacak uğ raşlar, elbet olaca ktı r. Bir insanı n, avareliğin-tembelliğin (miskinliğin d eğ il) zevkine va rabil m esi için bi le, çok çal ışmaya a l ışmış olması gerek i r. Yi nelemekten çek i nm iyorum : Marifet, sululuğu 'bi le ciddiye a labilmektir. Bir işin zevki n i a l a bilmek için, m i ktar sın ırlaması da şarttır... Su içerken bile.. 50 l itre Taşdelen suyu içen bir insan çatlar. Ben sigarayı, 20 yaşı mdan 50 yaşıma 'kadar, g ü nde dört paket i çtim. Otuz yıl süreyle... H er bir siga ra dan dibine kadar, vantuz g ibi n efes çekerek... Dördüncü i nefeste hôl c duman ç ı ka ra ra k yıl öksürdüm. Gece sekiz saat yatarsam, :beş saat öksürüyordum. Kalan üç saatta ise, öksürmediğim için, «'bana bi r şey m i old u acaba?» d iye uyuya mıyordum. S iga rayı 50 yaşım ı bitirdiğ im g ü n bıraktım. 1 7 yılın dol

197 masına az ka ldı. Tek n efes duman çekmed im. Neden mi bıra ktım? Korkudan... Dedim ya, «ya h ep-ya hiç» diye... Sağ l ı k fişlemesinin can alıcı kayna k larında n olan yemek-içmek konusunda da, a kort tutmadım. Genç yaşlardan başlaya rak benim fişler, dolaplara sığmaz old u. Kara ciğerim daha otuzlu yaşlarım da, yorg u n l u k emareleri göstermeye boşladı. Bir vefa borcunu ödemek için fırsat kolluyorum. Sanı yorum k i 'bu fırsatı. önümüzdeki y ı l bula ca ğı m. Akla gel meyen b i r engel çıkmazsa, d emcil i kte 50 y ı l l ı k h izmetimi tamam layacağım. Dostla rım, 50'inci y ı l j ü bileme hazırla n ıyorla r. Dilerim ki üzüntüsüz b i r yılda, bomba gibi patla yan bir kahka halar dizisini yaşarız. Benim kollad ığım fırsat, bunca yıl beni ya l n ız bı ra k mayan vefakôr karaciğerime, minnet borcu m u ödemek içindir. Sanırım ki bilimsel a raştırmalarda, m ü stesna h iz metler yapmış oia n insan organları, tıp tarihine geçmek tedi r. Benim karaciğerim de (ben deği l ), tı p dalında No bel ödü l ü ne a day gösterilmelidir. Ge lecek yıl «Ka raciğer yılı» i l a n edilme l i, her y ı l 'bel irli bir g ü n, «analar günü-ba ba lar g ü n ü» g i bi, karaciğer g ü n ü olara k kutla nma lıdır. B u denli mahcu p olma d uygusundan yoksu n düşün celer i le ri sürebilen birisinin, «Suçluların telaşı» içinde ol duğu herhalde a nlaşıltyor. Bana pir aşkına, ama bilim a dam l ı kları o nuruna ihtimamla bakan eşi bulunmaz, paha biçilmez hekim dostlarıma, bu saçmalıkları söy lemeyece ği m... «Delird i yine» d iyecekler. Son ta nsiyon oynama sından sonra, ba na verdi kleri a l tı aylık cezayı bitird im. Sanıyorum ki yakında tah l iye ola ca ğım. Zaten artık bana, pek bir şey sormuyorlar. Yal a n söyleyeceğimi biliyorla r. Analizlere, grafiklere b a k ı p hüküm veriyorlar. Temyizi fal a n da yok.. Artı k ha pisten kaçma d üşleri falan da kurm uyorum. Umudum uslu d u ru p, e rken tah liy e olma:k... Kaçmak d a ha

198 teh likeli... Artık geride ka l a n yı llc rı n çokluğu yüzüooen, sağ l ı k fişlenmeierinin boll u ğ u da vız gel iyor. Yaşlanma kto n da hiç ıbi r şikôyetim yok Her üzün tüsüne rağmen, yaşama zevkine bir türlü doyamadığım bu dü nyada, uzun yaşayabilmek için yaşlan ma ktan başka ç-:ı re olmadığı n ı, iyi öğrendim

199 48. Bektaşinin Cehennemi Gezdikçe daha iyi göıdüm. Dünyada o denli çok ve çeşitli inanç va r ki, ciddi öğrenilmesi bile mümkün değil... Üstelik, değişen ve çelişen yanlarını karşılaştırmaya kalkışmaktan da, fazla bir şey öğrenilemez. Yalnız, hurafe ve safsatalara inananlara. gereksiz yere yüreklere salınan cehennem korkularından titreyenlere. acınır... Katolik kilisesinden, cennetin anahtarlarını satın alıp, dışarıda ka lmayacağını sananlara da... Papaza önemine göre parayı ödeyince, günahların affolacağına inananlara da... Yankesici işinin büyük ustası... Kilisede papazın önüne diz çökmüş, günah çıkartıyor. Ama huy bu! Bir yandan da papazın altın cep saatını yürütmüş, itiraflarına başlamış: «Ben bir altın saat çaldım muhterem peder.» - «Öyle mi? hemen geri ver!» Papazın emri hemen yerine geliyor: «Buyurun, size geri veriyorum». Papaz razı değil: «Caldığın kişiye geri vereceksin!» diyor. Yankesici gerçeği söylüyor «Geri verdim almadı...» Papaz memnun: «Aferin! Öyleyse saat sende kalabilir. Ama gör bok. ne cömert Hıristiyanlar var...» Hıristiyanlar, Tanrı'nın dünyayı altı günde yarattığına incınırlar. Hatta kaçıncı gün, neyin yaratıldığının, takvimi vardır. Bir küçük çocuğa merak olmuş, soruyor: «Baba! Süre çok kısa... Tanrı dünyayı nasıl olup da altı günde yaratabildi?ı> Babanın verdiğ1 yanıt parlak: -199-

200 «H içbir mimarı, mühendisi, müteahhidi, işe karıştır madı da ondan...» An laşılmaz iştir, yaşa mak için d ü nyaya gelen insan lar bir yanlışlık yapıyor ve yaşayıştan çok ölümle uğraşı yorlar. En önem l i olan da, öldükten sonra nereye gi d i le ceği... Cennete mi, cehenn eme mi? Trafik kazası geçirdikten sonra komaya g i ren aile rei sinin ba şında gün lerce umutsuzlukla bekl iyorla r. Kaza ge çiren zat, son u nda gözünü a çıyor. Günlerce korkular için de bekleşen aile bayram ed iyor. Ama ba ba, zaten iyim sermiş, a n latıyor: «Evet, gözümü aça mıyord u m ama, yaşayaca ğ ı ma gü veniyordum. Çünkü arada acıkıyordum. O halde cennette değ i l dim. Aya klarım buz kesiyordu. O halde cehennemde d e d eğ i ldim. Daha ne ols u n?..» Ü n l ü ressam ve müzeci m iz E l i f Naci Bey merhum, Topkopı M üzesi M üdürü olduğu zamanlard a başından ge cen bir olayı, kendisi şöyle a n latmıştı : «Makamın cennet olsu n deseniz de, ben cennete g it meyeceğimi biliyorum. Topkapı sarayında görevl i old uğum zamanlarda, memurlardan biri odama g irdi. Adı n ı h i ç u nut mam. Etrafına ba kındı, kapıyı kapad ı. Çok önem l i bir şey söyleyecek gibi bir p ozisyonda : 'Beyefendi! Siz res i m ya pıyorsunuz değ i l m i?' dedi. Evet deyince: 'Sizi çok seve riz, yapmayın res im!' dedi. Ekled i : 'Çünkü resi m gü nahtır. Yapan doğru cehenneme gider' dedi. «M üdür sandalyesinde otu rd uğum için, memurun dav ra nışını biraz laubô ll buldum: 'Sen resim yapıyor musun?' O: 'Allah korus u n! ' ded i. Ded i m k i : 'Başka günahın da yok sa, demek ki cen nete g id eceksi n ' O emindi: ' E l bette... inşa l la h... '» Elif Naci bey, konu şmayı şöy l e kapatıyor: «Seninle beraber cennette olma ktansa. ben cehen ne mi tercih ederim»

201 Mü stesnô dostlardan Prof. H i kmet Binark an lattı. İ s ta nbul Tekn ik Ü niversitesi'n i n eski ü n l ü hocalarından Prof. Mustafa Sa ntur'un, 65'inci yaş g ü n ü kutlanıyormu ş. Ya kın larından biri: «İ nşa l l a h i kin ci 65 yılınızı da kutlarız» d i ye, i y i d i lek leri n i bildiriyor. A m a Hoca memnun değ il, iti raz ediyor: «Alla h ı n i nayetine n iye sınır koyuyors u n uz efendim?..» Bir Bek taşı Baba'sı... Ne va ptığı, ne yapmadığı pek m ua mmô değ i l. Hiç gizlemediğ i ise, s ü rekli içmek... Gü nah ı n ı n çeşidine, mikta rına hesap yapılamıyor. Ancak, a ra da bir, «Affet A l la h!» diye in l iyor. Yine bi r yakarması ndan sonra, ya n ı ndak ilerden biri d ayanamayı p patla mış: «Hangi birini affetsin? Hangi biri n i?..» Bektaşi kızıp, adamı pay lamasın mı? «Bre nasipsiz! Allah isterse hepsi n i affeder.. O Al lah'tır...» Bektaşirıin kendisineı g üven i, acı k-seçik davra n ışın dan doğ uyor. Yaşayışın ve ölümün felsefesini ya pmış... Tanndan hiçbir şey i n g ız lenemiyeceğine inan ıyor. Ta n rı n ı n adaletine sonsuz i ma n ı var. Bu ra hatlık içinde, bu d ü n ya ve öbür dünya konularını, Ta n rı h uzurunda bile tartış mahtan korkmuyor.. Yardı m etmek iyi... Ancak, edene ve edilene göre, ö l çü bilmek gerek... Sonra da gizlenmeli ve susma l ı... Ha sisi n birisi, Bektaşini n biris i n e para ya rd ı m ı yapmış a m a, d i l i n i de tutamamış. Diyor k i : «Sen ş i m d i b u parayla, doğru meyhaneye gidersin». «A m uhteremim! Yan i bu parayla Ha c'ca mı gidebile ceğ i m i sanıyorsun?» Bektaşi ile k omşusu, pek sev işirlermiş. Yıllar geçmiş, öbür dünyayı boylamışlar. Son uç bell i : Bektaşi cehenneme, komşu cennete gidiyor. Aradan yüz cehennem yılı geçmiş, yine karşılaşmışlar. Komşu iyi kalpli ya... Bek taşiye acıma

202 duygulan icinde, ne gibi ce!ıeınnem azapları çektiğini soruvor. Bektaşi ise memnun: «Kalabalık olduğumuz için, çok iş düşmüyor, bütün gün dalga geçiyoruz. Benim payıma, günde bir el arabası kömür taşımak düşüyor, o kadar...» Komşu hayretler içinde: «Yapma yahu! Ben her sabah beşte ka lkmazsam, işimi yetiştiremiyorum. Önce yıldızları parlatıyorum. Sonra güneşi uyandırıyorum. Sonra bütün gün yağmur bu lutlarını gezdirmem gerekiyor». Bektaşi niçin bu kadar işi olduğunu sorunca, komşu açıklıyor: «Adam yok, adaaam..»

203 HUZUR ARARKEN 49. İç Huzuru Mutıuluğw1 emelinde, «kişisel denge yeteneği)) olsa gerekir. Ama bu yetenek de bir fo,ı'dur. Yaşayış resminin yapıldığı tuvaldir. Ya da yaşama mozayiğinin zeminidir, huzur ya da mutluluk, bu zemin üzerine resmedilecektir... Evet, l{işisel denge yeteneği zemininin üzerine... Bir mozayiğin taşlcrını, teker-teker aklımıza getirelim. Sanki birbiriyle, hiç ilişkisi yoktur. Uyuştukları sanılmaz... Moru da vardır, pembesi de... Daha önemlisi akı da - karası do... Birbiriyle tek-tek zıtlaşırlar bile... Ama her bir taş, mozayığin bütünü içinde, tek bir sonucu yaratmaya hizmet eder: Sanat eserinin bütünlüğü ve başarısı... İnsan ya:?ayışı da bir mozayiktir. Birbirine, hiv de benzemez olabilen duygulanmalar, algılamalar bir araya gelir, bir insan ömrünün tümünü resimler... Yaşama huzuru. yüzlerce-binlerce küçük sevinme ve neşelenmenin, topluca yarattığı bir mozayik değil midir? «Alçakgönüllü, gösterişsiz, iddiasız bir mutluluk, mutluluğun en iyi biçimidir» (Fontane). Gerçekten de baş döndürecek kadar şiddetli bir mutluluk dozu, aklı tehlikeye sokar. Hele böyle bir mutluluk biçiminin sürekliliği, ruhsal dengenin salla ntıya girmesine neden olabilir. Bir başka tehlike, 'kişinin yaşayıştan kopması, hava lanmasıdır. Hiçıbir sağlıklı insan dünyaya, sürekli üzülmek için gelmez. Şartlar ne olursa olsun; her normal insanın cev

204 heri nde, üzüntüleri h i ç ol mazsa zama n zaman ezmek, on ların üstüne çıkmak yeteneği vard ı r. Sürekli olara k «tarif siz kederlen> içine gömü lm üş insan, tedavisi mümk ü n ol mayan bir hastadır. Ama yine d e ş i ddetli m uti uluk, şiddetl i mutsuzluktan daha uyuşturucud u r. M utlul u k sözü, sanırım ki tüm dünya dillerinde öl ç ü süzce kulla n ıl ma kta. Sözcüğü n enflasyonu var. B u e nf lasyona karşı yine de mutl u l u k diye a n latılmak istenen duygunun, ya da koşulların, kendisi ortada pek g özükmü yor. Mutl u l u k denen düş, bu denli yoğunlaştırılmasa, ya pışkan hole getirilmese, macunlaştırılmasa belki de ele avuca daha kolay gelecek... Kısacası m utl u l u k denen şe yi fazla a bartmasak da, iç h uzu ru dediğimiz bir fera hl ı k i l e yeti nebi i s ek... İyi olmayacak m ı?.. Süresine ölçü koymak çok zor... Ama büsbütün boş l ukta bırakmada n söyleyeyim: Birkaç saotçık d uya bhece g i m iz i ç h uzuru, nefesin i ciğerimize çekeceği m iz iç h uzuru, zihnimizde kuracağımız her tür düşten (rüyada n) daha Gağ lıklı d eğ i l mi? Çünkü iç h uzuru gerçek, ötek i d üş... Geçenlerde içki konu lu bir panele katı ldım. Kon uşma cı arkadaşların hepsiyle, bir konuda tam a nlaştık. İçkiye düşkün oluşun biraz ötesinde içki tutkunu olmak, adına «kaçış» denebilecek bir olaydan kaynoklanıyor. Evet, çev reden de kaçıp kurtulduğumu sanmak va r ama, a s ı l acı klısı, kendinden kaçmak... İç h uzuru bulamaya n kişi, her şey den önce kendinden koçm a k için bahane a rıyor... Çevresinden ve kendinden kaçmayan kişi, ya lnız kal ma ktan da korkmuyor. Schopenhauer şöyle d iyor: «Yü reğ i n gerçek ve derin barışı, hicbir eksjği olmayan tam bir iç h uzuru, ancak yalnız iken b u lu nun>. Kendisiyle barışık olan insan, h uzuru n u yitirmiyor. Bu kimse, endazesiz ve azgı n tutkulara da kapılmıyor

205 İçinclen çıkamayacakları tutkulara kapılma yolundaki en tehlikeli kişiler. gölgesiyle 'bile kavga eden öfkeliler... Kullanmayı çok sevdiğimiz yanlış bir özdeyişimiz var. <<Öfke baldan tatlıdır» diyerek birbirimizi, kötü sonuçlar vereceği kesin olan ruhsal tepişmelere sürüklüyoruz. Her şeyden önce öfke, baldan tatlı falan değildir. Öfke midenin değil de. ruh'un!rnsmasıdır. Sindiremediği için... Öfke her zcman, onu doğuran ithamdan daha zararlıdır (Çin özdeyişi). «Öfkelenmek ve nefret etmek; ya ra r sız - tehlikeli - akılsızca - gülünç ve haincedirn (Schopenhauer). Öfkelenme denen ruhsal bunalımı önleyecek ilaçlardan biri, besbelli ki küfür etmek... Her boşalma gibi, küfürün de ruha ferahlık veren bir yanı var. Yine bir Cin özdeyişine göre: «Her gün bir küfür, mutluluğu arttırır. yaşama süresini uzatın>. Sanmamalı ki, daha da uzun yaşamak için, her saat başı küfür etmek bir işe yarar. Eğer küfür eden, başkasını batırarak kendisinin büyüdüğünü sanıyorsa, aptallık eder. Fırsat bu fırsattır, belirtelim: Yaşayışın bütün gizlerini, o kısacık, hap gi'bi ufacık özdeyişlerden öğrendiğini sanan, aldanır. Böyle bir sanı insanı, zihinsel tembelliğe sürükler. Özdeyişler dahil her şey öğrenilmeli, ama körü körüne inanmamalıdır. Her öğrenilen. yeni baştan düşünülmelidir. Özdeyişler ve öğütler. olsa olsa, düşünme ya ngınları çıkaracak kıvılcımlar olabilir. Yangından sonra geriye ne kalacağı da bilinmez. Bu kadar mutluluk ve huzur gevezeliğinden sonra, sanırım 1ki bir yere varmak zorundayım. Kısaca diyeceğim ki. huzura :kavuşmcnın güvenilir temeli, dünyayı sevmektir. Dünyayı sevmek, istisnasız olarak dünyadaki her şeyi sevmek zorunluğunu doğurmaz. Sürekli olarak kötümser olmakla da dünya sevilemez. İyimserlik de, saflık derecesine vardırılamaz

206 Ne yapma l ı da dünyayı sevmeli? Ben ça resini buldum sanıyorum. N için sevmem gerektiğini düşünüyorum da, ondan seviyorum. Yan i sevmesem ne olacak? Bu dünyada bu dünyanın başka a lternatifi yok ki... Ya sevmeden yaşa sam olmaz mı? Olmaz!.. Ha sevmeden yaşamışım, ha yaşamamışım

207 50. Neşe Nerede? Haydi çekinmeden soralım: Nasıl huzur bulacağız? Varsa eğer, huzursuzluklardan nasıl kurtulacağız? Niçin çekinmeden soralım diyorum ki? Bir işin üstüne üstüne gidilmezse, o iş hiç çözüme kavuşmuyor. Olsa olsa, kavuşmuş gibi gözüküyor, aldanıyoruz. Tabii huzur derken, herhangi bir parti genel başkanının veya makam sahibinin huzuruna çıkmayı kasdetmiyo rum. Böyle huzurların, çoğu zaman büsbütün huzur kaçırdığı kesin... Bizim aradığımız, yürek huzuru... Bir yanılgıya da düşmemeli... Genelde sanırız ki, ciddi olunca huzur kaçar, neşeli olunca gelir. Ta nımlayalım: Mizah (humor}. neşeli olunca ciddi kalabilme gücüdür. Ben ömrümce, hangi işi yaparsam yapayım, hep elimden geldiğince ciddi olmak için çaba gösterdim. İş derken, yalnız yaşama olanaklarımı sağlayan meslek çalışmalarını kasdetmiyorum. Ama yemek yerken ve içki içerken de, hep ciddi oldum. Elbet kendi koşulları içinde... Ben evimdeki yüzlerce içeceğe bakarken de ciddiyim. Bu yaşımda, bu kiloyla, her hafta, saatlarca çiçek bakıyorum. Mesleğim kadar ciddi yapmaya çalıştığım bir uğraşım da, yazı yazmaktır. Ya daha ciddi yapmaya çalıştığım iş nedir? Söyleyeyim: En ciddi davranışım, sululuğu ciddiye almaktır. Katışıksız bir sululuk, yani yüzde yüz saf bir sululuk -207-

208 -208- biçimi, sadece sululuktur. İci koftur, mizah değildir. Evet. mizah bazı olayları hafifteeen sulandırır. Bu, mizahın olaylara kattığı renktir. Ama bu 'katkının dozu ve zamanı, aklın sanatı olan mizahın, en hassas değerlendirmesidir. Her şey ölçü işidir. Huzura temel yapacağımız neşeyi ararken, bunun kestirme yolu olan iyimserli kte de, ölçüyü kaçırmamalıyız. Devekuşu iyimserliği, çöl hayvanlarının alışkanlığıdır. Kendini kapıp koyveren :bir insanın iyimserliği, yakınları tarafından haklı bir kötümserlikle izlenir. A. France: «İyimserliğin abartılmış biçimi, düpedüz pervasızlıktır» diyor. H. Bergson da: «Sivri düşünen kötümser, derin düşünen iyimser olum demekte... Yaşayışımız içinde pek çok olayın çözümü de, doğru düşünmekle bulunuyor... Ama her şeyden önce, «düşünmekle» 'bulunuyor. Mizah ise, güldürme değil, düşündürme sanatıdır. Mizahın verdiği neşe, bozan da güldürerek değil ağlata rak verilir. Bu da mizahın, yollarından biridir. Asıl amaç, ruhsal dengeyi sağlam tutmaktır. Düşündüren, yani ruhsal dengeyi sağlam tutmaya yarayacak mizah kaynaklarını 'bulmak için, fazla caba harcamak gerekmiyor. Çevreye kulak vermek yetiyor. En oz masrafla ve en kolay ele gecen mizah hazineleri, gazetelerdir. Her sütunda, beş-on espri yakalanır. Ama okunanı düşünmek koşuluyla... Bu hazinenin tiryakisi olanlar, ancak fazla neşelenmekten hasta olabilir. Buyurun bir örnek: «Friedrich Rotbart gölde boğulmasaydı, daha uzun yaşayacaktı». Buyurun bir gazete haberi daha: (Gördünüz mü şimdi? Korkudan, örnekleri bizden vermiyorum). Hep başkaları sanık olacak değil ya! Gün oluyor, bir kentin iki hôkimi bir-

209 den, otomobil kullanırken hız sınırını aştıkları için, yakalanıyor ve mahkemeye veriliyorlar. İ şe 'bakın! İ ki hôkim de birbirini sanık olarak mahkeme huzuruna alıyorlar. önce gene hôkim, yaşlı hôkimi yirmi dolar cezaya mahkum ediyor. Sonra da yaşlı hôkim gene hakime yüz dolar ceza veriyor. Diy o r ki: «Bugün aynı suçtan ikinci vakayla karşılaşıyoruz. Onun için ceza, herkese ders olacak kadar yüksek olmalıdır.» Yalnız gazeteler mi? Hiç ayırım yapmadan, herhangi bir sanat dergisini rastgele açsanız, şöyle bir inciye rastlarsınız: «Mısır'daki sfenkslerin, erkek mi dişi mi olduğu, çok tartışılmıştır. Oysa gerçek, her za man olduğu gibi ortadadır.» Neşe müzikle bulunur mu? Bulunur... (Kaset koymadan da...) Orkestranın çaldığı parça bitiyor. Davulcu gitarcının :kulağına eğilip soruyor: «Şimdi hangi valsi çalacağız?» Gita rcı: «Kar valsi...» Davulcu: «Yapma ya hu! Ben bunu daha yeni çaldım.» Hesna hanım sıcakkanlı,kadın... Kapıda rastladığı komşusuna, hal-hatır soruyor. Fikriyônım anlatıyor: «Sorma hemşire! Akvaryumdaki süs balıklarım öldüğünden beri, ev çok sessiz 'kaldı.» İ nsanları en çok düşündürenler, delilerdir. Çünkü delilik, üklın ağırlığındaki dengesizliktir, akılsızlık değil... Alman köyünün Gasthaus denen meyhanesi var. Alışılan çeş tli sürekli eğlencelerden biri de, köyün delisi ile dalga geçmek... Masaya bir tane beş mark, bir tane de iki mark koyuyorlar. Köy delisi her seferinde, iki markı alıp kaçıyor. Gülüşüyorlar. Durumu gören bir yabancı, merak etmiş, deltyi yalnız bulup fısıltıyla sormuş: «Niye beş markı almıyorsun?» Deli: F./14

210 -210- «Enayi miyim? oynamazkmı. Bir kere beş markı alsam, bir daha Doktor ressamla dalga geçiyor: «İş diye sizinkine derler... Yanlış yaparsanız siliyorsunuz, olup bitiyor...» Ressam karşı koyuyor: «Asıl keyifli iş sizinki... Yanlış yaparsanız, hastanız düzeltiyor.» Doktor, muayenehanedeki odasının kapısından giren adama: «Soyununuzıı diyor. Gene odam derdini anlatmaya çalışıyor: «Beyefendi ben hasta değilim. Lütfederseniz ben, kızınızla evlenmek üzere izin vermenizi rica icin, huzurunuza cıkmış bulunuyorum...» Doktor durumu kavrıyor: «Öyle miii?..» Ve doktor bu sefer daha ciddi rica ediyor: «Soyununuz!ıı diye...

211 51. Her Yaştan Gençlerle Saygıdeğer ve sevgili geneler! İ çime ukde o!an bazı düşünceleri, size sunmak istiyorum. Söyleyeceklerim, 6 ya şındakiler için ne ise, 26 yaşındaki:er icin ele, tıpatıp oyni... Hem 6 yaşındakilerin bu sözleri, daha oz anlayaca kları oklımdan geçmiyor. Dilrmize, garip bir yakıştırmayı da yerleştirmişizdir. yetişkinler için «'büyükler», çocuklar için de «küçükler» deriz. Cok görmüşümdür, öyle insonlor vardır ki, yaşı ilerledikçe «küçülün>... Büyümek şöyle dursun... Yetişkinlerin de en sevimlileri, çocukça ya nlarını yitirmemiş olanlardır. Saygıdeğer gene arkadaşlarım, Yaşayışın tümünü planklmak zor... Ama her insanın, kendi yaşama felsefesini d üşünmesi, belirlemesi şart... Kemikleştirmeden... Haydi bırakalım şu cıvıtılmış mutluluk sözünü, «huzur» dediğimiz duyguya, hangi,koşullarla varılacağını bilmek gerekiyor... Sürekli olarak varılamoyo cak maddesel şartlar arayıp dünyayı lanetlemekle, bir yere va rı lmıyor. Huzur bulmanın güvenli dayanağı. ruhu yüceltme co balanna ağırlık vermekle bulunuyor. 'Biliyorum, aylaklığın-tembelliğin bir keyfi vardır. Genelerin de, çocukların da, bu zevkten vazgeçmelerini salık verecek değilim. Ancak derim ki, tembelliğin zevkine en iyi varabilecek olanlar, en çok calışanlardır. Tembellik, kı 'kısa dinlenme dönemlerid ir. Sürekli tembellik edenler

212 ise, gözle görülen, ya da görülmeyen koflaşmalara mahkumdur. Hem dünya gailesine karşı teselli bulmanın en iyi çaresi, çok çalışmak değil midir? İnsanlar icin «Hırslı olmak», küçümsemeye alıştığımız bir öze!hktir. Saçmadır... Dünyada, bilim ve sanattaki tüm gelişme ve ilerleme!er. çok çalışan hırslı insanların eseridir. Ahlak kuralları içinde l<alan bütün hırslı insanlar, her yaşta çocukkıra ve gençlere, hatta ben yaştakilere bile, hôlô örnek olmalıdır. Sanmayınız ki ders programları, size «hayatta lazım olacak şeyleri» öğretmek icin yapılır. Kültürün çok kullanılan bir tarifi vardır: «Öğrendtkten sonra unutulan şeylerdir» gibi... Lüzumsuz gözüken bütün o bilgilerin öğretilmesinin amacı, beyinin düşünebilme gücünde, yeni ufuklar açmaktır. İyi biliniz ki öğretilmeleri şarttır. Yetişkinlere, öğretmenlere, elbet saygılı davranılacaktır. Aslında yaşıtlarınız ile yaşı sizden ufak okınlara, yalnız sevgi duyacak değilsiniz, onlara da saygı borçtur. Unutmayın! Saygının içinden ürkeklik ve korkuyu çıkarıp atın! Korkulu saygı, pısınklığa sürükler. Refaha erişmekten söz açılır. Unutmamalıdır ki refah. bedene hitap eden koşulların geliştirilmesidir. Bi.)tün insanların. maddesel sefaletten kurtulması, elbette ki yürekten dileğimizdir. Ancak refahın getirdiği konfor şartlarından, hangi noktada vazgeçilmesinin uygun olacağı düşünülmelidir. Konfor şartlarında lüks koşulların yaygınlaşması. sadece bu işten keyif alan insa nları, daha ela lüks şartlar aramaya sürükler. Ruhsal olarak bir «lüks uşaklaşması» başlar. Her türlü lüks eşya imalcileri, insanlorı bu yola sürüklemenin yolunu iyi bilirler. Örneğin, «bilmemne» marka saatla, veya çakmakla, «ayırdedilirsiniz» derler. Yani böylece «başka insanlardan fa rklı olursunuz» masalını anlattılar. Sürekli olarak ruhu

213 n u yüceltme çabalarında üşengeçliğe düşenler, «bilmem ne» marka çakmakkl başka i nsanlardan,farklı olabilecek leri mavalını yutanlardır. O ça kmak olsa olsa, bu insan ların ru hunu a levlere gömer, yangın yerine çevirir. Oysa insanları birbirinden ayıran, kişili klerin gelişmesidir. Lüks, insanları ruhsal şartların ı. geliştirme çabaların da tembelliğe sürükleyen bir uyuşturucudur. Sevgili gene a rk a daşl arı m, Kafa'ya tokl u k değ il, açlık yaraşıyor. Beyin imiz; d üşü n ü lmü ş kotarılm ış, paketlenmiş hazır fikirlerin ambarı de- ğildir. Her konuyu, her an, yen iden düşünmek borcumuz... Fikir a mbarlamak, kelle üşengeçliğinin ta kendisi... Her konuyo, her a n, düşünme açlığı ile saldırma-k gerekiyor. Hele başkasının düşündüklerini, kapıları açara'k be yinde depolama k, beyinin düş ü n m e gücünü sakatlar. Bir konuyu düşün mek, zihi nde tartmak için gerekli veriler, eğer o anda ye te rl i değilse, korkma ma lıdır. O gün, ya birkaç gün sonra, ya da birkaç yı l sonra o veriler edinilecektir. Dünyada hiç kimseye, sizin adınıza d üşünmek için veka let vermeyin iz. İ nanma k kon usunda ki m sey i vekil etmeyi n iz. Hele a n la ma d ığ ı n ız şeye, hiç ina nmayınız.. Sevgili geneler, Ben i m çocukluğumda İstanbul'u n kenar mahallelerin deki a hşa p evlerde; elektrik, su, soba, kalorifer, telefon, buzdolabı ve başka ev a letleri yoktu. Televizvon nedi r, bil mezdik. Evler; fare, ta hta kurusu ve pire kaynard ı. Biz yıl larımızı, gençliğimizi böyle evlerde geçirdik. Şimd i şartlar herkes için, az ya do çok değişmiştir. Ama ben sizi kıs ka n mıyorum. Sebep kı sa : Atatürk sağ d ı ve ezan Türkçe okunurdu o zaman. Cumhuriyetin 1 0'uncu yılı nda, ben 1 2 yaşındaydım 'de öldüğ ü nde, Vata n ı gençlere emanet etmişti. Bizim k uşağın görevi n i yaptığı söylenemez. Bizden sonraki k u

214 şaklar bizden de kor.kak cıkmış. ve din ile devlet işlerini :birbirinden aylran laik devlet temelinin, yeraltından sarsılması tehlikesine göz yummuşlardır. Her yaştan gene arkadaşlarım, Bugün Vatan size, Atatürk'ün öldüğü günlerden daha çok muhtaçtır. Hepinize yürekten sevgiler ve saygılar sunarım

215

216

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di -gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di ne: Sen gü neş li so kak lar da do laşı yor sun, is

Detaylı

mer can or ma nı için de do laş mak tay dı. Ka ya la rın ara sın da ki ya rık lar da on la rın yu va la rıy dı. Ha nos de lik ler den bi ri ne bil gi

mer can or ma nı için de do laş mak tay dı. Ka ya la rın ara sın da ki ya rık lar da on la rın yu va la rıy dı. Ha nos de lik ler den bi ri ne bil gi mer can or ma nı için de do laş mak tay dı. Ka ya la rın ara sın da ki ya rık lar da on la rın yu va la rıy dı. Ha nos de lik ler den bi ri ne bil gi al mak için ka fası nı sok tu. Ama içer de ki za rif

Detaylı

Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar

Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar la da gi di le mez. Çün kü uçak lar çok ya kın dan geçi

Detaylı

Gü ven ce He sa b Mü dü rü

Gü ven ce He sa b Mü dü rü Güvence Hesabı nın dünü, bugünü, yarını A. Ka di r KÜ ÇÜK Gü ven ce He sa b Mü dü rü on za man lar da bi lin me ye, ta nın ma ya S baş la yan Gü ven ce He sa bı as lın da ye - ni bir ku ru luş de ğil.

Detaylı

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan 1. Sahne (Koruluk. Uzaktan kuş cıvıltıları duyulmaktadır. Sahnenin solunda birbirine yakın iki ağaç. Ortadaki ağacın hemen yanında, önü sahneye dönük, uzun ayaklık üzerinde bir dürbün. Dürbünün arkasında

Detaylı

4. - 5. sınıflar için. Öğrenci El Kitabı

4. - 5. sınıflar için. Öğrenci El Kitabı 4. - 5. sınıflar için Öğrenci El Kitabı Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı nın 28.08.2006 tarih ve B.08.0.TTK.0.01.03.03.611/9036 sayılı yazısı ile Denizler Yaşamalı Programı nın*

Detaylı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Çetin Öner. Roman GÜLİBİK. Çeviren: Aslı Özer. 26. basım. Resimleyen: Orhan Peker

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Çetin Öner. Roman GÜLİBİK. Çeviren: Aslı Özer. 26. basım. Resimleyen: Orhan Peker Çetin Öner GÜLİBİK ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Roman Çeviren: Aslı Özer Resimleyen: Orhan Peker 26. basım Çetin Öner GÜLİBİK Resimleyen: Orhan Peker cancocuk.com cancocuk@cancocuk.com Yayın Koordinatörü: İpek

Detaylı

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Yüreğimize Dokunan Şarkılar On5yirmi5.com Yüreğimize Dokunan Şarkılar Gelmiş geçmiş en güzel Türkçe slow şarkılar kime ait? Bakalım bizlerin ve sizlerin gönlünde yatan sanatçılar kimler? Yayın Tarihi : 6 Ocak 2010 Çarşamba (oluşturma

Detaylı

Seçelim ve yerleştireli. Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu... e?

Seçelim ve yerleştireli. Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu... e? Seçelim ve yerleştireli. erelisi iz? e i adı e u oldu erha a Türk ü sizi adı ız erelisi iz? Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu.... e? Sophie : Be i adı Sophie. Kutlu : Memnun oldum. Sophie : Be de..

Detaylı

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları. HASTA İŞİ İnsanların içlerinde barındırdıkları ve çoğunlukla kaçmaya çalıştıkları bir benlikleri vardır. O benliklerin içinde yaşadıkları olaylar ve onlardan arta kalan üzüntüler barınır, zaten bu yüzdendir

Detaylı

STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI

STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI 22 STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI 406 A GRUBU STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI 22 A GRU BU STAJ ARA DÖ NEM DE ER LEN D R ME S AY RIN TI LI SI NAV KO NU LA

Detaylı

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ? 2017-2018 EKİM AYI 5-6 YAŞ PLANI EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?.HAFTA: EVİMİZ VE AİLEMİZ Evi izi Evi izi eşyaları ı ta ıyalı. Ailemizde kimler var. Çekirdek aile ve ge iş aileyi ta ıyalı. ölü leri i ta

Detaylı

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler. ENGİN VE İKİZLER ALIŞ VERİŞTE Hastane... Dr. Gamze Hanım'ın odası, biraz önce bir ameliyattan çıkmıştır. Elini lavaboda yıkayarak koltuğuna oturur... bu arada telefon çalar... Gamze Hanım telefon açar.

Detaylı

ya kın ol ma yı is ter dim. Gü neş le ısı nan top rak üze rinde ki çat lak la rı da ha net gö rür düm o za man. Bel ki de ka rın ca la rı hat ta yağ

ya kın ol ma yı is ter dim. Gü neş le ısı nan top rak üze rinde ki çat lak la rı da ha net gö rür düm o za man. Bel ki de ka rın ca la rı hat ta yağ SAKARKÖY Uzun boy lu bir can lı ol ma yı ben is te me dim. Ben, doğ du ğum da da böy ley dim. Za man la da ha da uzadım üs te lik. Bü yü düm. Ben bü yü dük çe di ğer can lılar kı sal dı lar, kü çül dü

Detaylı

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı, Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı, elinde boş bir çuval, alanın ortasında öylece dikiliyordu.

Detaylı

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA 1. HAFTA TARİH : 01 MART 2016 04 MART 2016 KONU : YEŞİLAY 1- Yeşilay nedir? Ne işe yara? Faaliyetleri nelerdir? Nefes akciğer yapalım. Vücudumuzu 2- Sigara ve alkolün zararlarını hep birlikte öğrenelim

Detaylı

İslam da İhya ve Reform, çev: Fehrullah Terkan, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2006.

İslam da İhya ve Reform, çev: Fehrullah Terkan, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2006. Faz lur Rah man: 21 Ey lül 1919 da Pa kis tan n Ha za ra şeh rin de doğ du. İlk öğ re ni mi ni Pa kis tan da Ders-i Niza mî ola rak bi li nen ge le nek sel med re se eği ti mi şek lin de biz zat ken di

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi, DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi, 1 / 9 Gönül tamircisi!, Tıpkı, Yunusun dediği gibi: Ben gelmedim kavga için!/benim

Detaylı

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz. TATÍLDE Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz. Ízin zamanı yaklaşırken içimizi bir sevinç kaplar.íşte bu yıl da hazırlıklarımızı tamamladık. Valizlerimizi

Detaylı

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 27.03.2017 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir.

Detaylı

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: 6.7.2006. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: 6.7.2006. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 6.7.2006 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir. Şiirlerin

Detaylı

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR!.. SERIS.INDEN BAZILARI 1 - Cin Ali'nin Atı 2 - Cin Ali'nin Topu 3 - Cin Ali'nin Topacı 4 - Cin Ali'nin Karagözlü Kuzusu 5 - Cin Ali'nin Oyuncakları 6 - Cin Ali Okula Başlıyor

Detaylı

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz. Bozuk Paralar KISA FİLM Yaşar AKSU İLETİŞİM: (+90) 0533 499 0480 (+90) 0536 359 0793 (+90) 0212 244 3423 SAHNE 1. OKUL GENEL DIŞ/GÜN Okulun genel görüntüsünü görürüz. Belki dışarı çıkan birkaç öğrenci

Detaylı

Sevgili dostum, Can dostum,

Sevgili dostum, Can dostum, Sevgili dostum, Her insanı hayatta tek ve yegâne yapan bir öz benliği, insanın kendine has bir kişiliği vardır. Buna edebiyatımızda, günlük yaşantımızda ve dini inançlarımızda çeşitli adlar vermişlerdir.

Detaylı

ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır.

ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır. ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır. (Şapkasını takar.) Nasıl oldu Mimiciğim? Ay çok hoş! (Saçlarına taktığı çiçekleri gösterir.) Ne

Detaylı

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir? ALTIN BALIK Bir zamanlar iki balıkçı varmış. Biri yaşlı, diğeriyse gençmiş. İki balıkçı avladıkları balıkları satarak geçinirlermiş. Bir gün yine denize açılmışlar. Ağı denize atıp beklemeye başlamışlar.

Detaylı

ZAMİR Varlıkların veya onların isimlerinin yerini geçici veya kalıcı olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu kelimelerle, bazı eklere zamir denir. Zamirlerin Özellikleri: İsim soyludur.

Detaylı

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ? 2017-2018 EKİM AYI 4-5 YAŞ PLANI EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?.HAFTA: EVİMİZ VE AİLEMİZ Evi izi Evi izi eş aları ı ta ı alı. Ailemizde kimler var. Çekirdek aile ve ge iş aile i ta ı alı. ölü leri i ta

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ / AKP de bir kişi konuşur, diğerleri asker gibi bekler! Tarih : 06.01.2012 CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem AKP deki tek adamlığı hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın üslubunu ve liderliğini

Detaylı

İntikam. Ölüm Allah ın Emri

İntikam. Ölüm Allah ın Emri İntikam Bilir misin sen her gece Kendinle oturup konuşmayı Geceden uyanmamaya ant içip Gün ışığıyla yeniden doğmayı Bilir misin sen her güne hayata küskün başlamayı Anti sosyal kişilik olup da Şişelerin

Detaylı

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN 2011 PAZARTESĐ SAAT- 07:42 Sahne - 1 OTOBÜS DURAĞI Otobüs durağında bekleyen birkaç kişi ve elinde defter, kitap olan genç bir üniversite öğrencisi göze çarpar. Otobüs gelir

Detaylı

Mutfak Etkinliği. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Şarkı. Büskivili pasta yapıyoruz.

Mutfak Etkinliği. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Şarkı. Büskivili pasta yapıyoruz. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Şarkı Mutfak Etkinliği Sohbetler Yaşayan değerlerimizden Doğruluk ile ilgili sohbet ediyorum. Sağlığımızı korumak için neler yapmalıyız konulu sohbet

Detaylı

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ . CİN. ALİ'NİN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI 1 - Cin Ali'nin Atı 2 - Cin Ali'nin Topu 3 - Cin Ali'nin Topacı 4 - Cin Ali'nin Karagözlü Kuzusu 5 - Cin Ali'nin Oyuncakları 6 - Cin Ali Okula Başlıyor

Detaylı

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright 1 LİMONLU KEK Şule: Mutlu günler. Ahmet: Mutlu günler. Şule: Bugün nasılsın? Ahmet: Çok mutluyum. Şule: Bu harika bir haber. Eeee söyle bakalım, bugün hangi yemeği yapalım? Ahmet: Dur biraz düşüneyim Şule:

Detaylı

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. SOKAK - DIŞ - GÜN ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. Batu 20'li yaşlarında genç biridir. Boynunda asılı bir fotoğraf makinesi vardır. Uzun lensli profesyonel görünşlü bir digital makinedir. İlginç

Detaylı

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ BU AY HANGİ KAVRAMLARI ÖĞRENECEĞİZ? Hızlı-Yavaş Ön-Arka Sağ- Sol BEYİN FIRTINASI YAPALIM Büyüdüğünde hangi mesleği seçeceksin ve nasıl bir yerde yaşayacaksın? Bir gemi olsaydın nerelere giderdin? Neler

Detaylı

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Çok Mikroskobik Bir Hikâye Çok Mikroskobik Bir Hikâye ÜMMÜŞ PÖRTLEK İlköğretim Okulu nda sıradan bir ders günüydü. Eğer Hademe Kazım, yine bir gölgelikte uyuklamıyorsa, birazdan zil çalmalıydı. Öğretmenimiz, gürültü yapmadan toplanabileceğimiz

Detaylı

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş? ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkok Benim adım Deniz. 7 yaşındayım. Bu hafta sonu annem ve babamla birlikte kampa gittik. Kampa

Detaylı

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl Platon'un Devleti-2 Platon, adil devlet düzenine ve politikaya dair görüşlerine Devlet adlı eserinde yer vermiştir 01.08.2016 / 15:01 Devlet te yer alan tartışmalar sürerken, Sokrates varoluştan varolmayışa

Detaylı

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali Aşağıda verilen isimleri örnekteki gibi tamamlayınız. Örnek: Ayakkabı--------uç : Ayakkabının ucu İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali Kalem sap Çanta renk Araba boya Masa kenar Deniz mavi Rüzgar şiddet

Detaylı

ELAZIĞ - TUNCELİ ZİYARETİ

ELAZIĞ - TUNCELİ ZİYARETİ SAYI : BİR 7-11 MAYIS 2009 ELAZIĞ - TUNCELİ ZİYARETİ Ben siyasi hayatım ve ülke sevdamla ilgili olarak tüm Türkiye yi memleketim bilirim ancak Çemişgezek benim doğup, büyüdüğüm yer. Elazığ Valisi Muammer

Detaylı

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan 2010 16:15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: 4075. 1 / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan 2010 16:15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: 4075. 1 / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden, Çemberlitaş taki dedesinin konağında büyüyen şair, Amerikan ve Fransız kolejlerinde başladığı ilk ve lise öğrenimini Deniz Lisesi nde tamamladı. İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü nü 1924 te bitirince

Detaylı

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri. C i h a n D e m i r c i Damdaki Mizahçý 90 Yaþýnda Eskimeyen Bir Usta: Haldun Taner Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri. 1986'da yitirdiðimiz Haldun Taner

Detaylı

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen NOGAY Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen NOGAY Çok çok eski zamanlarda, var varken, yok yokken ahmak bir kurt, kapana yakalanmış. Kapana yakalanan

Detaylı

36. AVRUPA BRİÇ ŞAMPİYONASI WIESBADEN / ALMANYA

36. AVRUPA BRİÇ ŞAMPİYONASI WIESBADEN / ALMANYA 36. AVRUPA BRİÇ ŞAMPİYONASI WIESBADEN / ALMANYA 1983 MİL Lİ TA IM SEÇ ME LE Rİ Al man ya, Wi es ba den 1983 Av ru pa Şam pi yo na sı için mil li ta kım seç me le ri, yi ne ba zı yö ne ti ci le rin is te

Detaylı

TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR

TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR LYS YE HAZIRLIK TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR Ş. İBRAHİM YILDIRIM Beta Yayın No : 3350 2. Baskı Ocak 2016 - İSTANBUL ISBN 978-605 - 333-508 - 5 Cop yright Bu ki ta bın bu ba sı sı nın Tür

Detaylı

O.Ö. 100 Temel Eser. Kategori: Türk Şiiri Çarşamba, 28 Nisan :35 tarihinde yayınlandı. Gösterim: 3981

O.Ö. 100 Temel Eser. Kategori: Türk Şiiri Çarşamba, 28 Nisan :35 tarihinde yayınlandı. Gösterim: 3981 TANITIM: Varlık, Bilgi, Can, Adam, Yapı Kredi Yayınlarınca basılan BÜTÜN ŞİİRLER şairin sağlığında kitaplarına aldığı şiirlerle dergilerdeki ve defterindeki şiirlerinin toplamıdır.yapı Kredi Yayınlarının

Detaylı

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu! Kaybolmasınlar Diye Mesleğini sorduklarında ne diyeceğini bilemezdi, gülümserdi mahçup; utanırdı ben şairim, yazarım, demeye. Bir şeyler mırıldanırdı, yalan söylememeye çalışarak, bu kez de yüzü kızarırdı,

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI T105004 ADI SOYADI NOSU UYRUĞU SINAV TARİHİ ÖĞRENCİNİN BÖLÜM Okuma Dinleme Yazma Karşılıklı Konuşma Sözlü Anlatım TOPLAM

Detaylı

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin. Bu kitapçığı, büyük olasılıkla kısa bir süre önce sevdiklerinizden biri size cinsel kimliği ile biyolojik/bedensel cinsiyetinin örtüşmediğini, uyuşmadığını açıkladığı için okumaktasınız. Bu kitapçığı edindiğiniz

Detaylı

DÜZLEM AYNALAR BÖLÜM 25

DÜZLEM AYNALAR BÖLÜM 25 DÜZE AAAR BÖÜ 5 DE SRU 1 DE SRUAR ÇÖZÜER 4 1 A B C D E F ışık ışını B noktasından geçer ışık ışını E noktasından geçer 5 ESE AAR ışını ve düzlem aynalarında yansıdığında, n = 3 ve n = 1 olur Bu durumda

Detaylı

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΣΧΟΛΙΚΗ ΧΡΟΝΙΑ : 2014 2015 Μάθημα : Τουρκικά Επίπεδο : Ε1 Διάρκεια : 2 ώρες

Detaylı

MODEL SORU - 1 DEKİ SORULARIN ÇÖZÜMLERİ

MODEL SORU - 1 DEKİ SORULARIN ÇÖZÜMLERİ 5 BÖÜ RENER 1 2 ODE SORU - 1 DEİ SORUARIN ÇÖÜERİ T aralığı yalnız, T aralığı ise yalnız kaynaktan ışık alabilir aralığı her iki kaynaktan ışık alabileceğinden, + ( + yeşil) = renkte görünür I II O IV III

Detaylı

Bu haftaki yazımıza geçmişten bir medya kazasıyla giriyoruz Yıl 1983

Bu haftaki yazımıza geçmişten bir medya kazasıyla giriyoruz Yıl 1983 - Turgut Sunalp'e seçim kaybettiren medya kazası - Gaffur'a Vakit zulmü Ve - İki ayrı "KANATLI" kaza RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı * * * Bu haftaki yazımıza geçmişten bir medya kazasıyla

Detaylı

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ DÜŞÜNEN ÇOCUKLAR EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ DÜŞÜNEN ÇOCUKLAR EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ 2017-2018 Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ DÜŞÜNEN ÇOCUKLAR EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ GÜNLER EYLÜL-2017 EKİM-2017 KASIM-2017 ARALIK-2017 Pazartesi 4 11 18 25 2 9 16 23 30 6 13 20 27 4 11 18

Detaylı

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

&[1Ô A w - ' ,,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ .... CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI 1 - Cin Ali'nin Atı 2 - Cin Ali'nin Topu 3 - Cin Ali'nin Topacı 4 - Cin Ali'nin Karagözlü Kuzusu 5 - Cin Ali'nin Oyuncakları 6 - Cin Ali Okula Başlıyor

Detaylı

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır.

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır. İÇ - AĞAÇ EV SALONU - GÜNDÜZ Salon kapısının altından içeri bir mektup süzülür. mektubu almak için koşar. zarfı çevirir, üstünde yazmaktadır. Oo, posta gelmiş! Hey,, bu sana! mektubu omzunun üstünden fırlatır.

Detaylı

10. SINIF KONU ANLATIMLI. 2. ÜNİTE: ELEKTRİK VE MANYETİZMA 4. Konu MANYETİZMA ETKİNLİK ve TEST ÇÖZÜMLERİ

10. SINIF KONU ANLATIMLI. 2. ÜNİTE: ELEKTRİK VE MANYETİZMA 4. Konu MANYETİZMA ETKİNLİK ve TEST ÇÖZÜMLERİ 10. IIF KOU ALATIMLI 2. ÜİTE: ELEKTRİK VE MAYETİZMA 4. Konu MAYETİZMA ETKİLİK ve TET ÇÖZÜMLERİ 2 Ünite 2 Elektrik ve Manyetizma 2. Ünite 4. Konu (Manyetizma) A nın Çözümleri 3. 1. Man ye tik kuv vet ler,

Detaylı

Türkçe Dil Bilgisi B R N C BÖ LÜM SES B L G S. a b c ç d e f g h i j k l m n o ö p r s t u ü v y z TÖMER. Gazi Üniversitesi 17

Türkçe Dil Bilgisi B R N C BÖ LÜM SES B L G S. a b c ç d e f g h i j k l m n o ö p r s t u ü v y z TÖMER. Gazi Üniversitesi 17 B R N C BÖ LÜM SES B L G S a b c ç d e f g h i j k l m n o ö p r s t u ü v y z TÖMER Gazi Üniversitesi 17 1-ALFABE Tür ki ye Türk çe sinin alfabesinde 29 harf var d r. A a (a) ayakkab B b (be) bebek C

Detaylı

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Aşağıdaki şiiri okuyunuz. Soruları cevaplayınız. OKULUMUZ Her yerden daha güzel, Bizim için burası. Okul, sevgili okul, Neşe, bilgi yuvası. Güzel kitaplar burda, Birçok arkadaş burda, İnsan nasıl sevinmez,

Detaylı

PARAGRAFTA YARDIMCI DÜŞÜNCE

PARAGRAFTA YARDIMCI DÜŞÜNCE PARAGRAFTA YARDIMCI DÜŞÜNCE PARAGRAFTA YARDIMCI DÜŞÜNCE A a düşü eyi destekleye, u görüşü okuru kafası da etleş esi i sağlaya yardı ı yargılara yardı ı düşü e de ektedir. Yardı ı düşü eyi ul aya yö elik

Detaylı

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda Bir gün sormuşlar Ermişlerden birine: Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? Bakın göstereyim demiş Ermiş. Önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları çağırarak onlara

Detaylı

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim on günlerde mevsimsel geçiş döneminin verdiği miskinlikle aklıma yazılabilecek bir yazı gelmiyordu. Bugün kardio antrenmanımı yaparken,aklıma sevgili olmamak için yapman gerekenler adlı yazım geldi. Bende

Detaylı

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR 3. B A S I M Çocuklarla İlgili Her Türlü Faaliyette, Çocuğun Temel Yararı, Önceliklidir! 2 Süleyman Bulut Anne Ben Yapabilirim 4 Süleyman

Detaylı

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU 1. DIŞ. CADDE - GECE 1 FADE IN: Saat 22:30. 30 yaşında bir gazeteci olan Eren caddede araba sürmektedir. Bir süre sonra kırmızı ışıkta durur. Yan koltukta bulunan fotoğraf

Detaylı

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi daha çok sevdiğimiz bir dağ köyünde doğup büyüdüm. Uzak

Detaylı

NOT:Yukarıdaki hece ve sözcükleri öğrencimize bol bol okutunuz.15 tanesini yazımına bakmadan deftere yazdırınız.

NOT:Yukarıdaki hece ve sözcükleri öğrencimize bol bol okutunuz.15 tanesini yazımına bakmadan deftere yazdırınız. eş aş iş oş uş ış öş üş şe şa koş şi şo şu şı şö şü ez az iz oz uz ız öz üz ze za zi zu zı zö zü eşi aşı kuş kış düş işe aşar eşik şık kuşu kaz tiz boz yaş buz tuz muz kız köz yüz meze zaza izi mış dış

Detaylı

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar. Edatlar (ilgeçler) Tek başına bir anlam taşımayan, ancak kendinden önceki sözcükle birlikte kullanıldığında belirli bir anlamı olan sözcüklerdir.edatlar çekim eki alırsa adlaşırlar. En çok kullanılan edatlar

Detaylı

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç katıyordu. Bulutlar gülümsüyor ve günaydın diyordu. Melek

Detaylı

CİN ALİ İLE BERBER FİL

CİN ALİ İLE BERBER FİL ....... CiN ALl'NIN HiKAYE KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI 1 - Cin Ali'nin Atı 2 - Cin Ali'nin To'Ju ' 3 - Cin Ali'nin Topacı 4 - Cin Ali'nin Karagözlü Kuzusu 5 - Cin Ali'nin Oyuncakları 6 - Cin Ali Okula

Detaylı

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3 UFUK GÜRBÜZDAL 21302411 TURK 102-3 (Ayhan Türker/ Çiçekçi / turkerart.com) BÜTÜN YEMİŞLER DALLARINIZDADIR Çiçekçi bir abi var kireci dökülen binamızın önünde, yaşı binanın kapısından bakınca kırk, kırk

Detaylı

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU 25 Ders 3 İnsan Bir gün ağaçtan küçük bir çocuk oyan, ünlü bir ağaç oymacısı hakkında ünlü bir öykü vardır. Çok güzel olmuştu ve adam onun adını Pinokyo koydu. Eserinden büyük gurur duyuyordu ama oyma

Detaylı

Seç Bakalım. ... / 24 Puan. Aşağıdaki sözcüklerin doğru hecelenmiş biçimlerini yuvarlak içine alın.

Seç Bakalım. ... / 24 Puan. Aşağıdaki sözcüklerin doğru hecelenmiş biçimlerini yuvarlak içine alın. TÜRKÇE Adı - Soyadı :... Sınıfı / Şubesi:...Tarih:... /... /... Konuşma Kuralları, Hece Bilgisi, Okuduğunu Anlama, Öykü Oluşturma 1 A oğru mu Yanlış mı?... / 10 Puan B Ne emeli?... / 6 Puan 1. Konuşmalarımızda

Detaylı

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım. Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım. Cenaze namazıyla yapılan cenaze törenine bir kere daha canım sıkıldı da diyemeyeceğim Devrimcilerin bu türlü davranışlarına alıştık

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ /CHP içindeki Brütüsleri soran Ertuğrul Akbay a Kemal Kılıçdaroğlu bu cevabı verdi: Benim tek güvencem partililerim ve halkım. Tarih : 05.01.2012 Partililerim ve halkım bana sahip çıkıyor diyen

Detaylı

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir. SIFATLAR 1.NİTELEME SIFATLARI 2.BELİRTME SIFATLARI a)işaret Sıfatları b)sayı Sıfatları * Asıl Sayı Sıfatları *Sıra Sayı Sıfatları *Üleştirme Sayı Sıfatları *Kesir Sayı Sıfatları c)belgisizsıfatlar d)soru

Detaylı

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU KASIM 2018 EĞİTİM BÜLTENİ 10 KASIM 10 kasım 10 kasım 10 kasım benim en büyük yasım Sen yüreğimde sen damarımda Sonsuzluğa akan kansın Yurdumu

Detaylı

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK Geçen gün amcam bize koca bir kutu çikolata getirmişti. Kutudaki çikolataların her biri, değişik renklerde parlak çikolata kâğıtlarına sarılıydı. Mmmh, sarı kâğıtlılar muzluydu,

Detaylı

KÜRESEL AYNALAR BÖLÜM 26

KÜRESEL AYNALAR BÖLÜM 26 ÜRESE AYNAAR BÖÜ 6 ODE SORU DE SORUARN ÇÖZÜER d d noktası çukur aynanın merkezidir ve ışınlarının izlediği yoldan, yargı doğrudur d noktası çukur aynanın odak noktasıdır d olur yargı doğrudur d + d + dir

Detaylı

SİBELANNE ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ ÇALIŞKAN ARILAR SINIFI

SİBELANNE ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ ÇALIŞKAN ARILAR SINIFI SİBELANNE ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ ÇALIŞKAN ARILAR SINIFI ULAŞIM VE TRAFİK HAFTASI * Trafiğin tanımı yapıyoruz(yayalar,taşıtlar vb.) *Trafik işaretlerini öğreniyoruz. Trafik polisinin görevlerini öğreniyoruz.

Detaylı

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor. OKUMA - ANLAMA: ÖĞRENCİLER HER GÜN NELER YAPIYORLAR? 1 Türkçe dersleri başladı. Öğrenciler her gün okula gidiyorlar, yeni şeyler öğreniyorlar. Öğretmenleri, Nazlı Hanım, her Salı ve her Cuma günü sınav

Detaylı

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR ANNEM ANNEM Annem annem canım annem, Gönlüm senle kalbim senle Canım annem gülüm annem Dünyam sensin benim bir tanem.. Biliyorum elbet bir gün gelecek Bir başka bebekte bana annem diyecek Bende hep iyi

Detaylı

GİRİŞ CÜMLESİ. Giriş ü lesi, ko uya girişi yapıldığı, ko u u ta ıtıldığı ü ledir.

GİRİŞ CÜMLESİ. Giriş ü lesi, ko uya girişi yapıldığı, ko u u ta ıtıldığı ü ledir. PARAGRAF TAMAMLAMA GİRİŞ CÜMLESİ Giriş ü lesi, ko uya girişi yapıldığı, ko u u ta ıtıldığı ü ledir. Paragrafı konusu u ü lede ortaya atılır. Tü de geli ge elde özele yö te i i uygula dığı paragraflarda

Detaylı

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI Hafta Sonu Ev Çalışması YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI Zaman adlı ölümsüz bir dev vardı. Bir gün Zaman, Yıl Dede'yi dört kızıyla birlikte yeryüzüne indirdi. Kızlar, yeryüzünü çok sevdiler. Hepsi bir yana dağılıp

Detaylı

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam. Onaylayan Administrator Pazartesi, 21 Mayýs 2007 Besteciler.org Amerika A memo Burasý New York Amerika Evler karýþtý bulutlara Nasýl bir zaman Nasýl bir yaþam A memo Ýnsanlar simsiyah, kýzýl, beyaz Sokaklar

Detaylı

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı - 'Büyük haber gazetecinin ayağına gelmezse o büyük haberin ayağına nasıl gider? - Söz ağzınızdan bir kez kaçınca rica minnet yemin nasıl işe yaramaz? - Samimi bir itiraf nasıl harakiri ye dönüştü? - Evren

Detaylı

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΕΘΝΙΚΗΣ ΠΑΙ ΕΙΑΣ ΚΑΙ ΘΡΗΣΚΕΥΜΑΤΩΝ ΚΡΑΤΙΚΟ ΠΙΣΤΟΠΟΙΗΤΙΚΟ ΓΛΩΣΣΟΜΑΘΕΙΑΣ Milli Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı Devlet Dil Sertifikası DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM

Detaylı

Ye aya Gelece i Görüyor

Ye aya Gelece i Görüyor Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Ye aya Gelece i Görüyor Yazari: Edward Hughes Resimleyen: Jonathan Hay Tercüme eden: Nurcan Duran Uyarlayan: Mary-Anne S. Türkçe 60. Hikayenin 27.si www.m1914.org Bible

Detaylı

TAHRAN İRAN SOFRASI ANKARA

TAHRAN İRAN SOFRASI ANKARA Yiyiniz içiniz ancak israf etmeyiniz (Araf 31) Banu Atabay'ın lezzetler.com Yemek Tarifleri Sitesi TAHRAN İRAN SOFRASI ANKARA Ankara Kızılırmak caddesinde, Tahran İran Sofrası Ankaralı'lara İran mutfağını

Detaylı

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi?

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi? Alkollü İçecek: 18.12.2011 Gün içinde ürünü ne zaman satın aldı/tüketti/kullandı? -Akşam yemeğinden sonra saat 20:00 civarında. Ürünü kendisi mi satın aldı, başkası mı? Kim? -Kendim satın almadım. Kız

Detaylı

GELECEĞİ DÜŞÜNEN ÇEVREYE SAYGILI % 70. tasarruf. Sokak, Park ve Bahçelerinizi Daha Az Ödeyerek Daha İyi Aydınlatmak Mümkün

GELECEĞİ DÜŞÜNEN ÇEVREYE SAYGILI % 70. tasarruf. Sokak, Park ve Bahçelerinizi Daha Az Ödeyerek Daha İyi Aydınlatmak Mümkün www.urlsolar.com S L D-S K -6 0 W ile 1 5 0 W St an d art S o kak L a m ba sı F iya t K arşılaşt ırm a sı kw h Ü c reti Yıllık Tü ke tim Ü cre ti Y ıllık T ü ketim Fa rkı kw Sa at G ü n A y Stan d art

Detaylı

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Dünyayı Değiştiren İnsanlar Dünyayı Değiştiren İnsanlar Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim,

Detaylı

MALTEPE SİHİRLİ GEMİLER ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ 3 YAŞ

MALTEPE SİHİRLİ GEMİLER ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ 3 YAŞ MALTEPE SİHİRLİ GEMİLER ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ 3 YAŞ MAYIS AYI PSİKOLOJİ BÜLTENİ ÇOCUKLARDA YARDIMSEVERLİK Çocuklar küçük yaşlarda özellikle 3 yaşına kadar oldukça benmerkezci ve kendilerine yönelik

Detaylı

ÖDEV ve ÖLÇME AKILLI. Barış TEPECİK

ÖDEV ve ÖLÇME AKILLI. Barış TEPECİK AKILLI ÖDEV ve ÖLÇME. sınıf Barış TEPECİK AFG Matbaa Yayıncılık Kağıt İnş. Ltd. Şti. Buca OSB, BEGOS 2. Bölge 3/20 Sk. No: 17 Buca-İZMİR Tel: 0.232.442 01 01-442 03 03 Faks: 442 06 60 Bu kitabın tüm hakları

Detaylı

EYLÜL AYI BÜLTENİ(İnci Taneleri)

EYLÜL AYI BÜLTENİ(İnci Taneleri) EYLÜL AYI BÜLTENİ(İnci Taneleri) KONULAR 1-Okula Uyum Haftası 2-Okulumuzu Tanıyoruz 3-Okul Kuralları BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR 1-1-4 Eylül kurban bayramı 2-25 Eylül- 1 Ekim itfaiye haftası 3-Eylülün 3. haftası

Detaylı

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye: Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye: - Deli, deli, diye seslenmiş. Siz içeride kaç kişisiniz? Deli şöyle bir durup düşünmüş: 1 / 10 - Bizim

Detaylı

GÜZEL SÖZLER. (Derleyen; Veyis Susam) * Ne kadar çok olsa koyunun sürüsü, Ona yeter imiş kasabın birisi. * Alçak, ölmeden önce, birkaç kere ölür.

GÜZEL SÖZLER. (Derleyen; Veyis Susam) * Ne kadar çok olsa koyunun sürüsü, Ona yeter imiş kasabın birisi. * Alçak, ölmeden önce, birkaç kere ölür. GÜZEL SÖZLER (Derleyen; Veyis Susam) * Ne kadar çok olsa koyunun sürüsü, Ona yeter imiş kasabın birisi. * Alçak, ölmeden önce, birkaç kere ölür. Yiğit ise sadece bir kere.. 1 / 23 * Âlimin benzer misali,

Detaylı

tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com Acele karar vermeyin Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanıyormuş. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını

Detaylı