Acının Antropolojisi*

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Acının Antropolojisi*"

Transkript

1 David Le Breton Yaşam Kit apları Acının Antropolojisi* Türkçesi: İ s m a i l Y e r g u z

2 A C IN IN A N T R O PO LO JİSİ* D a v id L e B r e t o n (doğ. 26 Ekim 1953), Fransız antropolog ve sosyologu. Strasbourg İnsan Bilimleri Üniversitesi'nde profesördür. A raştırmalarını bed en ve riskli tavırlar antropolojisi üstünde yoğunlaştırmış, bu arada sessizlik ya da yürüyüş gibi daha kişisel temalara da el atmıştır. Breton'un ö teki yap ıd an arasında Y ü rü m ey e Ö v g ü (Sel Yayıncılık), A n t hro p o lo g ie du c o rp s e t m o d ern ité (Bedenin A ntropolojisi ve M o d em ite, 1990), D u S ile n c e (Sessizlik Üstüne, 1997), L a S o c io lo g ie d u c o rp s (Bedenin Sosyolojisi, 2002), Le Sav eu r du M on de (Dünyanın Tadı, 2006) sayılabilir. SEL YAYINCILIK / YAŞAM KİTAPLARI

3 *SEL YAYINCILIK P i y e r l o t i C a d d e s i, 1 1 / 3 Ç e m b e r l i t a ş - İ s t a n b u l T e l. : ( ) F a k s : ( ) h t t p : / / w w w. s e l / a y i n c i l i k. c o m E - m a i l : h a l k l a i l i s k i l e s e l y a y i n c i l i k. c o m I S B N * SEL Y A Y I N C I L I K : Y A Ş A M K İ T A P L A R I : 0 3 ACININ ANTROPOLOJİSİ D a v i d l e B r e t o n Türkçesi: İ s m a i l Y e r g u z Kitabın Özgün Adı: A n t h r o p o l o g i e d e l a d o u l e u r E d i t i o n s M é t a i l i é, Birinci Baskı: T e m m u z İkinci Baskı: N i s a n Baskı v e Cilt Y a y l a c ı k M a t b a a s ı F a t i h S a n a y i S i t e s i, 1 2 / T o p k a p ı - l s t a n b u l,

4 David le Breton Acının Antropolojisi Türkçesi: İsmail Yerguz

5 İ çindekiler G ir iş Acı deneyimleri A c ı den ey im leri...19 A c ın ın b iç im le r i...22 İfade e d ile m e y e n Acının antropolojik özellikleri A c ın ın b e lir s iz liğ i...39 S em bo lik etkin lik ü stü n e...50 A c ın ın sem bo lik boy u tları: p lac ebo ( y alan c ı ilaç) e t k is i K işisel d e n e t im Eyub ya da anlam arayışı T i A cı v e kö tü lü k: T ev rat v e In cil' den K u ran a...73 D oğ u in an ç ların dan g elen ac ı k av r a m ı...91 A h lak o larak a c ı Acının sosyal yapısı A c ın ın r it ü e lle ş m e s i...99 E ğ itsel v e r ile r K ü ltü rel v eriler S o sy olo jik v eriler T ıp u y g u lam aları v e kü ltü rler B a ğ la m K işise l v e r i l e r A c ın ın so sy al y ö n e t im i Sosy al statü o lar ak ac ı D en ey sel acı ü stü n e g ö z le m le r Modemite ve acı Acının sosyal işlevi A c ın ın bağ ışı Y aşam ak için a c ı...174

6 E ğ itici a c ı A c ı v e r m e S p o r kü ltü rü n ü n kabu l ettiğ i ac ı tn isy asy on acısı D ü n y ay a aç ılm a an lam ın da ac ı T e ş e k k ü r B ibliy og rafy a N o tlar...220

7 David Le Breton A cının antropolo jisi " B aşım ız a g ele bilec ek en kö tü o lay a, ac ıy a ö z e llikle dikkat etm em iz g erekir. B en ac ıy a en bü y ü k kötü lü ğ ü y ap m ak isterim v e bir y an dan da kaç arım on dan. T an rıy a şü kü r p e k faz la bir ilişkim o lm adı o n u n la şim diy e kadar. A m a sabırla, ac ıy ı y o k edem ese k bile hafifletebiliriz. B i z im elim iz dedir bu. B eden im iz et kilen ebilir am a ru hu m u z u v e aklım ız ı g ü ç lü tu tabiliriz ac ı karşısın da." " Montaigne, Les Essais (D en em eler), 1,14

8 Giriş İnsanların aynı yaralara ya d a rahatsızlıklara karşı tepkileri sosyal ve kültürel durumlarına ve özel koşullarına göre farklılık gösterir. Duyarlık eşikleri aynı değildir. A cıya karşı tavır asla sabit değildir, kendi içinde bir güç taşır, mümkündür ama kesin değildir. Kimi zaman çok kesin direnişlerin ya da tersine beklenm ed ik zayıflıkların belirtisid ir ama ö zel durumlara özgü değişiklikler de gösterir. Bu sosyal, kültürel, kişisel hatta ortama bağlı değişikliklerin açıklanması için anatomi ve fizyolo ji yeterli değildir. A cıyla mahrem ilişki acının bireyi etkilediği and a içerdiği anlama bağlıdır. Sıkıntı çeken insan fizyolojik tipte kişisel değişmelere itaat eden özel bir oıgarun pasif m erkezi ko numunda değildir. İnsanın kend i kültürünü sahip lenme biçimi, kend ine ait değerler, d ünyayla ilişkisinin üslubu endişe ve sıkıntılarını belirleyen dokudur. A cı her şeyden önce bir durum olgusudur. Deneyim, sözgelimi hastanın rahatlaması ve huzura kavuşmasında bütünüyle mesleki de olsa çevrenin önemini gösterir. Geçici tedavi servislerindeki gö revliler dostça birkaç sözcüğün ya da alna dokunmanın, hastanın başucunda durmanın yeterli olmasa da en etkili sakinleştiriciler o ld uklarını bilirler. A cı hiç kuşkusuz mahrem bir olgudur ama aynı zamanda da sosyal, kültürel bir olgudur ve ilişkilere d e bağlıdır, bir eğitimin meyvesidir. Toplumsal ilişkid en kaçması söz konusu olamaz. A ristoteles geleneği içinde, acı, uzun süre heyecanın özel bir biçimi gibi kabul edilmiştir (N iko m akho s' a A h lak D ersleri, Kitap II). Mahremiyetine dokunulmuş insanın bir ölçüşüydü. 9

9 Daha so nra m ekanist felsefe, ö zellikle Descartes'la birlikte acıyı bedensel işleyişin ürettiği bir duyum gibi tanımlamıştır. O dönemde insanın, kendi acısını oluşturmadaki payı belli değildi ve acı tamamen duyuların aşırı uyarılmasının bir sonucu olan mekanik bir doyum etkisi gibi görülüyordu. Biyolojinin, acı etkisinin "m ekanizm ası"nı irdelemek, bir uyarının kö kenini, güzergâhını ve varış noktasını nesnel bir biçimde betimleme gibi bir ayrıcalığı vardı. Psikoloji ya da felsefe acıyla ilgili anekdotları yani bu bağlamda bireyin öznel duygularım dile getiriyorlardı. Bu teori ö zel ileticiler sayesind e, uyarılan bir siniri doğrudan doğruya beyindeki bir acı merkezine ulaştıran v e deri yoluyla algılayan ö zel bir sistem d üşüncesine ulaşıyo r du. Bir sinir ve beyin mekaniği acı uyarısını taşıyor ve tutuyordu; insan ise, sadece "beden makinesi"nin söz konusu old uğu bir yerd e ikincil hatta ihm al edilen bir hipotezd i. Bununla birlikte bed ene yö nelik d uyum ları anlayabilmek için bunların varlık nedenini bireyin bedeninde değil kişisel yaşamının tüm karmaşıklığı içinde kendisinde aramak gerekir. Bu bağlamda deneyimin öngördüğü olguların tümü imkânsız gözüküyordu. Freud ve Breuer, histeri sıkıntılarında devreye giren bilinçdışı mantığını gö sterm eye çalışırken yayınlad ıkları H is teri ü stü n e in celem eler (1895) adlı yapıtlarında bütünüyle nörolojik bu yaklaşıma ilk darbeyi vuruyorlar ve kendilerine göre insanın sadece sinirlerden oluşmadığını ya da beynin özerk biyo lo jik etkinliğinin ilgisiz bir eklentisi o lm ad ığını hatırlatıyorlardı. A cının duyumların aşırı uyarılmasının, organların normal işleyişinin sınırlarını aşan aşırı bir yükün sonucu olan özel bir durum olduğu düşünülmüyor bugün artık. A cı bir duyuyu etkileyen v e bireyin, d ünyaya bakışı bağlam ında, kendisine yararlı bilgi veren bir d uyum gibi etki etmez. Dış nesnelerin içinde bulunan, kendisine özgü bir organ tarafından kavranabilecek bir nitelik değildir. Çok çok, kimi zaman, derinin kesen ya da yakan bir objeyle temas etmesi olgusunda olduğu gibi du 10

10 yumsal bir izlenimle birlikte ortaya çıkar a m a onun ayrılmaz bir parçası değildir. Hiçbir duyu organı acının kaydedilmesi konusunda uzman değildir." A cı bir işlev değildir, bir işlevin hasar görmesidir"1diyor J. Sarano. Tümüyle duyumsal olan bu acı kavramı açıklayamadığı duygusal boyutu uzun süre dışlamıştır. Melzack ve VVall'ın son derece bereketli kuramı gibi çağdaş çalışmalar acı olgusunun karmaşıklığını teslim ediyorlar.2 A cı merkezi ve hissedilen acı arasında birçok ara konak vardır. Bu süzgeçler acının yo ğunluğunu artırır ya da azaltırlar. A cının girdiği yo l, geçtiği yerlerde onu yavaşlatır, azaltır ya da azdırır. Öteki duyumsal algılar da ona karşılık verirler ve onu değiştirmeye (sıcaklık, so ğuk, masaj v b) katkıd a bulunurlar. Bazı koşullar (yoğunlaşma, rahatlama, oyalanma vb) ket vururlar ona. Bazıları ise (korku, yorgunluk, kasılma v b) yayılm asını hızlandırırlar. Sıkıntı vermeyen yani bireyin bilincinde fizyolojik bir olgu kaymasını yansıtmayan acı yoktur. Hiç kuşkusuz yetersiz ve çok fazla ayrıntıya girmesi tartışmalara yol açan bir tanım d a In te r n ation al A ssoc iation fo r the stu dy o fp ain ' in (IASP) tanımıdır: Acı "ho ş olmayan bir duyumdur ve gerçek ya da potansiyel veya bu sözcüklerle tanımlanmış bir darbeye tepki olarak gelen duygusal bir deneyimdir."3 A cı veren bir uyarı (sen sory pain ) kişisel bir algı (su fferin g p ain ) içerir.4 Her acı manevi bir yara açar, bireyin dünyayla ilişkisine bir saldırıdır. Lobotomi acının duygusal unsurunu saf dışı eder, acıyı bir tasarım durumuna getirir. Birey acınm duyumsal hayalini hisseder ama verdiği sıkıntıyı hissetmez. Dayanılmaz uyarılara maruz kalan insanlarla deney yapma bağlamında hipnozdan ağrı kesici gibi yararlanan başka çalışmalar göstermiştir ki acı hissi birey tarafından algılanır ama s en so ry p ain su fferin g p ain d e n kurtuluyor- muş gibi ayrı ve kopuk olarak algılanır bu acı. Dolayısıyla hissedilen acı basit, duyumsal bir akış ya da yükseliş değil, her şeyden önce bireyin dünyayla ilişkisi sorununu ve dünyayla ilgili d eneyimini so rgulayan bir algıdır. Ö teki algıların antroıı

11 polojik koşullarından kaçamaz. Eşzamanlı olarak algılanır ve değerlendirilir, anlam ve değer terimlerine entegre edilir. Asla sadece fizyo lo jik değildir, bir simgeye bağlıdır. A cı o rganizmanın sav unulm asının karm aşık bir yansımasıdır. Onu hissedemeyen insani varlık müthiş kırılgandır. Fizik bütünlüğü tehdit eden tehlikeleri açık seçik ve çok zahmetli biçimde öğrenmek zorunda kalır. Doğuştan böyle bir yeteneğe sahip o lmayan insanlar bunun gerekliliğine tanıklık ederler: A ğır yaralı o ld ukları hald e hiçbir şey hissetmezler, farkında olmadan ağızlarını ya da dillerini ısırırlar, kalemle yanaklarını d elerler ya da yem ek yem eyi bırakm ad an d işlerini kırarlar, bir yerlerini yakarlar, hiçbir şey hissetm ed en d erilerini yüzerler, bir uzuv larını kırarlar v e ayağa kalkmaya çalışırlar. A cıya karşı doğuştan duyarsızlık bireyi çevrenin gizlediği tüm tehlikelere maruz bırakan bir sakatlıktır: Kapıya sıkıştırılmış parmaktan kaynar bir sıvı içmeye, ciddi tehlikeleri olan bir d üşmed en bir iço rgan p atalojisine karşı hiçbir tepki gö stermeme durumuna... vb. Bu durum, üstelik bireyin, zedelenmiş uzuvları ya da dokuları koruyan acıyı yatıştırıcı konumlar alabilm esini d e engeller. 5 Cüzam, belirtilerind en biri acıyı hissetmeme olan bir hastalıktır. Cüzamlıları etkileyen uzuvlann uçlarının kaybedilmesi olgusu hastalığın zorunlu geçiş dönemlerinden biri değil sonucudur. Do kulan bozan acı belirtilerini hissedemeyen hastalar farkında olmadan ağır biçimde yaralanırlar ve büyük bir kayıtsızlık içinde dokuları zorlarlar. Bazı üçüncü dünya ülkelerinde fareler, geceleri uyanmadan ve kendilerini ko ruyamadan etlerini yerler. 6 Cüzam lılar kendilerini sakatlıklara karşı koruyabilmek için kendi bedenlerinin çevresind eki nesnelerin etkilerini gözleriyle d enetlem ek amacıyla her an uyanık olmayı öğrenirler. Görme ya da duyma, koruma işlevinde zaaf gösteren acının iç anlamının yerini tutarlar. insani bir d ünyanın yani insanın eylem inin ulaşabileceği bir anlamlar ve değerler dünyasının oluşmasında acı hiç kuşkusuz temel bir veridir. A cı çekm eyen insanın eli kolu bağ 12

12 lıdır, yakınlığı çoğu zaman mesafeli o lan bir çevrenin etkisi altındadır bu insan. A cı, insanı, durumunu olumsuz etkileyen birço k tehditten korur, yarattığı doğrudan bir geri çekilme olgusuyla, bellekte bıraktığı ve daha açık seçik bir biçimd e dav ranmaya götüren bir izle o rganizmayı korur. A cı kend i açısınd an uygunsuz her eylemi anınd a cezaland ırarak ço cuğun eğitiminin vektörüdür, insanın doğuştan kırılganlığını ödünleyen gerekli temkinliliği öğretir. A cı sıkıntı veren bir durumdur ama aynı zamanda da dünyanın kaçınılmaz zorluklarına ve acımasızlıklarına karşı çok önemli bir savunma aracıdır. Öte yandan sadece bir savunma işlevine uygun bir tanım içinde de yok olamaz. Daha şaşırtıcı ve beklenmedik özelliklere sahiptir ve kesinlikle hiçbir basit formülle tatmin olmaz. Ortaya çıkan ve tedavi edilmesi gereken bir hastalığı gösteren pusuladır ve bir yandan da kimi zaman insanın rahatça kaybolabileceği ve çok tehlikeli değişmeleri haber vermeyi unuttuğu kanşık yönleri gösteren, çekinil- mesi gereken sayısız düzensizlik ve dengesizliğe boyun eğer. A cı, farklı kutuplara boyun eğen ve insana yardıma gelen uyanıklığı da şaşırtan ilginç bir pusuladır; yanan parmakta ya da ameliyat edilmiş veya bütünüyle alınmış bir uzuvda hayali olarak yayılır ve bir süre sonra öldürücü olacak olan bir kanserin gelişmesi sırasında susar. A ma insan makine olmadığı gibi acı d a bir m ekanizma değild ir: Po tansiyel bir koruma aracı olan acı ve insan arasında insanı dünyaya bağlayan ilişkinin zıtlığı v e karmaşıklığı vardır. Duyum değil bireysel bir algı yani bir anlam olduğundan, acının "caydırıcı anlamda"amaççı bir yorumu basit ve yetersizdir. M. Pradines acıda "m o tiv e ed ici bir iticiliğin, büyük olasılıkla tepki olan bir düzenin (çünkü bilincin yok olmasından hatta bey in zarının çıkarılmasınd an sonra bile etkilidir) v e iticilikle çok yakından ilintili, bilinçli olduğu söylenemeyecek d uygusal bir d urumun birleşmesiyle o luşan bir karmaşa"7 gö rür. İşte bu bağlamda acı basit, aşın, duyumsal bir mesajdan 13

13 ayrılır, insana birliği ve sürekliliği içinde saldırır ve kimi zaman da çökertir onu; yararlı bir "koruma özelliği"ne sahip gözükür ama çoğu zaman zayıf, engellenmiş ve sakatlanmıştır, ço ğu zam an tedavi edilmesi gereken bir hastalık olur. A cılı bilinç acıya katıksız bir fizyolojik savunma statüsü verme eğilimini saf dışı eden fazlalıktır. René Leriche tüm "ağrı cerrahlığı" kariyeri boyunca acının, yararlı bir uyarı olarak kuşkulu meşruiyetiyle mücadele etmiştir. Şöyle diyor kendisi: "H astalarla temas halinde yaşayan hekimler için acı sadece belirsiz, sıkıcı, gürültülü patırtılı, zor, çoğu zaman yok edilmesi zor ama genellikle teşhis için de değerlendirme için de çok önemli olmayan bir belirtidir. Çok az hastalığın habercisidir ve genellikle bazı hastalıklarla birlikte görüldüğünde yanıltıcı olur. Buna karşılık bazı kro nik d urumlarda hastalığın tümü gibi gö zükür ve söz konusu hastalık bu acı olmadan olamaz."8 A cı, yoluna, sözgelimi sinir ağrıları ya da hayali uzuvları etkileyen ağrılarda gö rüld üğü gibi insanın d urumunu iyileştirecek hiçbir belirti vermeden hayatı işkence haline getirerek devam eden kaprisli bir belirtidir. Savunma tepkileri mi? Hayırlı belirtiler m i?" diye soruyor René Leriche."A ma aslında en ö nem li hastalıkların ço ğu belirti v ermeden yerleşirler bed enimize... A ğn geldiğinde çok geçtir artık. Çözülme süreci güçlenmiştir. Eli kulağındadır. A cı uzun süre önce yitirmiş olduğumuz bir durumu daha kötü ve daha hüzünlü bir hale getirir sadece. Savunma tepkisi mi? Kime karşı ama? Neye karşı? Genellikle sadece öldürdüğünde acı veren kansere karşı mı? Z amanı geldiğinde hemen hemen hiç acı vermeyen tüberküloza karşı mı? Her zaman sinsice ilerleyen kalp hastalıklarına karşı mı?... Dolayısıyla yanlış hayırlı acı ya d a ağrı d üşüncelerini bırakmamız gerekir. A slında acı insanı zayıflatan, daha fazla hasta eden uğursuz bir armağand ır."9 Hastalığın habercisi olan acı ya da ağrı bazı durumlarda hastalığı sonsuza kadar uzatır ve kendi amacı olur. Hastalığa dönüşür. İnsand aki ikili bir ilişkidir, klinik araştırmalarını v e 14

14 ö zellikle bu acıları v e ağrıları çö zebilecek v e ind irebilecek çareleri yoğunlaştırarak sabırla sorgulanması gerekir ama çoğu zaman gizlenir: İnsanı bütün derinliğiyle kapsar. A cı da ölüm gibi ortak bir yazgıdır, hiç kimse ondan kaçabileceğini iddia edemez. Hiç kimseyi unutmaz ve insan iradesine rağmen, yaşam sürerken farklı biçim ler altınd a hizaya getirir insanı. Modernite acıda, tıbbın, gecikmeden ortadan kaldırması gereken bir arkaizm görse de insan her zaman kaçmaz ondan. A cının sosyal işlevleri de vardır ve gerçekten de çok farklı yönlere çekilebilen bir enstrümandır acı. Sözgelimi eski zaman Hıristiyanı acısını bağışlayarak İsa'nın kurban edilmesi dolayısıyla yükümlü olduğu borcunu öder. Bu durumda çekilen her acı, bir sevgi kanıtı, bir ibadettir. Hiç kuşkusuz acı ilişkisi değişmiştir ve Kilise günümüzde İsa'nın acılarını daha çok insanların sevgi gösterisi gibi görmektedir. İnanan insana haç yolu zorunluğu yüklenmemektedir artık. Yaşamak için mutlaka acı çekme gerekliliği birçok insanda, her türlü dinsel d ünya gö rüşü d ışınd a geçerlidir. Bu insanlar hastalıkların, başarısızlıkların, düş kırıklıklarının verdiği acılarla üzüntü içinde yaşarlar. Burada da yaşamayı sürdürme olanağı veren acı sayesinde bir borç ödenir. Doğuştan şanssız oldukları kabul edilen (ya da şanssızlıkların yakalarını hiç bırakmadığı) bu hastaları iyileştirm ek d av ranışlarının bilinçsiz mantığı konusunda şu ya da bu biçimde aydınlatılmadıkları takdirde, onlara verilecek en iyi hizmet değildir her zaman. A cının öteki işlevleri klasiktir ve bireyler arasınd aki güçler ayrılığınd an beslenir: Ceza, bedensel ceza, işkence vb. insan yaşamında belli bir "kö tülüğ ün sırad anlığı"nm ayrıcalıklı yollarıdır. Z o rlamak, aşağılamak ya da yok etmek amacıyla ötekine acı çektirmek sanatının tükenmez yo llan vardır. Bu bağlamda çektirilen acı tercih edilen araç, hatta öteki üstündeki iktidar arketipidir. Buna karşılık aynı zamanda bedene, geleneksel toplumların inceliklerini öğrenmeye başlamış acemilerin (inisiyeler) çok iyi bildikleri gibi bir cemaate yakınlığın ya da bağlılığın 15

15 belleğini kaydetmek için de yararlıdır. Bu durumda delikanlının statü değişikliği, fizik belirtilerin yansıttığı bedenindeki ve kimliğindeki sosyal yetkinlik de eşlik eder çekilen acıya. Geçiş ritleri çoğu zaman kararlılığı, karakter gücünü denemek için acılı deneyimlerdir. A cı insanı kendisinden koparması ve sınırlarıyla yüz yüze getirmesi anlamında kutsal bir yaradır. A ma kaprisli bir biçimdir bu bağlamda, ad koymanın mümkün olmadığı bir acımasızlıkla yakar. Bununla birlikte acı, mo ral bir d enetim altında tutulduğu ya da aşıldığı takdirde insanın bakışını genişletir, yaşamın bedelini, geçip gitmekte olan anın tadının çıkarılması gerekliliğini hatırlatır. Her şey insanın ona yüklediği anlama bağlıdır. Vurduğunda yaşama zevki diye bir şey bırakmaz, tersine, uzaklaştığında d a bu zev ki yenid en harekete geçirir. Yaşama coşkusunu hatırlatır. İnsanı esasa götüren bir m e- m en to m ori' & n. Yerini Gelişme'ye bırakan A ydmlanma'nm büyülü dünyasında en geniş anlamda acıyla mücadele özel bir hesap gibidir. Gerçekten de Gelişme'yle özel bir felaketin özellikle de hastaların ya da yaralıların dinmeyen acılarının birlikteliğini nasıl anlamak gerekiyor? Hümanist Settembrini B ü y ü lü D ağ 'da Hans Casto rp'a "insan organizmasının yetkinleştirilmesinin var olan tüm olasılıklarını kucaklayan" ve amacı "insan mutluluğ unu" hazırlamak "bir başka d eyişle insanın çektiği acılarla mücadele etmek ve onları yok etmek o lan" bir "Gelişme Örgütü Birliği" içinde yer aldığını anlatır. Sosyoloji bu büyük amaç için seferber edilir. Birlik öncelikle bu dünyadaki kötülüklerin envanterini çıkarmaya çalışır ve bu amaçla bir "acı so sy o lo jisinin geliştirilmesi gerekir/ 'Birlik, yaklaşık yirmi formalık bir sözlük içinde, hayal edilebilecek en özel ve en mahrem olanlardan, büyük grup çatışmalarına, sımflararası düşmanlıklardan ve uluslararası çatışmalardan kaynaklanan kö tülüklere kadar bütün insan acılarını sınıfland ıracak v e ird eleyecektir."10 16

16 A cı çekmeye karşı ve dolayısıyla aynı zamanda onun hiç kuşkusuz en belirgin biçimi olan ağrılara ve acılara karşı mücadele Gelişme ideolojisinin temelini oluşturur. Ve hiç kuşkusuz XIX. Yüzyılın ikinci y ansı, anesteziyi yaygınlaştırarak insanların acılannı büyük ö lçüd e dindirmiştir. A ynı şekilde bugün, gündelik yaşamd a, ağ n kesicilerin yaygınlaşması da hizmet ediyor bu amaca. Bununla birlikte kronik ağnlar modern tıbbın en önemli sorunlanndan biri haline gelmiştir. A ğnlar ve acılar devam etmektedir, baş edilememiştir bunlarla, yüzbinlerce batılı (dünyada kaç kişi?) sürekli mucize mo lekülü arayan ama çoğu zaman acı çeken insanın kendisini unutan bir tıbbın karşısında bu ağnlar ve acılar yüzünden sıkıntı çekmeye devam ediyor. Thomas Mann'm önerdiği "acı sosyolojisi" her zamankinden daha fazla gündemdedir, hatta kimi zaman etki alanı daha da yaygınlaşıyormuş gibi bir izlenim vermektedir. Ve acı ko nusunda sürekli farklı tıp alanlanna başv urulmakta, bu tıp dalları seferber olmakta ve dertlerine çare arayanlar bu farklı alanlarda çalışan uzm anlann akınına uğramaktadır. A cı da ölüm de teknik ya da bilimsel hayaller içinde yok olmazlar. Ve her hekim, acı çeken bir hastaya etkili bir tedavi uygulayabilmek için gerekli olan ön yoklam alan kendi d eneyim lerind en bilir. A ğrı tıbbi muayenenin ilk hareket noktasıdır, hastayı rahatlatma gerekliliği konusunda kimseyi aldatmayan bir işarettir. Ve pratisyen hekimin ilk amacı hiç kuşkusuz nedenleri tedavi etmek ve ağrı ya da acıyı yok etmeye yönelik teşhisi koymaktır. A ğnd an söz etmek tedaviye kesin ve tartışmasız bir davettir çünkü tıbbın ve ağnnm kaderi kısmen hastanın himayesine bağlıdır doğrudan doğruya. Bununla birlikte bu kitapta çoğu zaman tıbbi uygulamalardan söz edilse de daha çok acı çeken insana yönelmiştir bakışlar. Bizim amacımız acıya antropolojik d üzlemd e yaklaşmak, insanın acısıyla ilişkisini analiz ederken bu bağlamda etkin olan sosyal ve kültürel dokunun koşulları ve değerleri nasıl etkilediğini sorgulamaktır. A ma bu ara 17

17 da insanın sosyal ve kültürel koşulların sonucu olduğu kadar birlikte yaşad ığı anlam lı unsurların yorulmaz bir yaratıcısı old uğunu da unutm am ak gerekir. İnsanın acısıyla ilişkisini yansıtabilecek kuşatıcı bir fo rmül yo ktur kesinlikle, bild iğim iz sadece her ağrı ya da acının sıkıntı verdiğidir ve bu sıkıntılar insanın kend i bireyselliğine ö zgü bir anlam ve yoğunluktadır. Bu kitap sabırlı bir biçimde işlemeye çalıştığımız beden antropolojisinde yeni bir bölüm oluşturuyor. A n thro p o lo g ie du c o rp s et m o dern ité (1990) adlı yapıtta bir araştırmanın güzergâhını saptadık, çağdaş dünyada bedeni ayrıcalıklı bir analist gibi görerek antropolojik dönemece uygulama alanı sağlayacak belli d üşünce yö ntemleri geliştirdik. Yüzün insani anlam ını işlemeye çalıştığımız D es v isag es'da (1992) ya da insan bedeniyle ilgili tıbbi uygulamaları ele aldığımız L a C hair à v i f t e (1993) aynı antropolojik hedefe yöneldik ve bu yöntemleri uygulamaya başladık. Bu araştırmaların temelini, bedeni bir anlam ve değer dünyası yapan sosyal semboller oluşturuyordu. Bu yapıtlarda ayrıca antropolojik dönemecin tıp uygulamalarına nasıl ışık tuttuğunu göstermeyi de istedik ve tıbbm tedavi sırasınd a genelllikle ihm al ettiği şeyleri gö sterm eye çalıştık: İnsanın bedeni ya da hastalığıyla ilgili anlam ve değerlerin boyutu. A macımız G. Simmel ya da M. M auss'un izinden giderek bedenin sosyolojik ve antropolojik bir analiz için elverişli ve verimli bir o bje olduğunu göstermektir; beden bize göre hakkınd a iki, üç şey sö yleyip, esası biyo lo ji ya d a tıbba bırakılması gereken bir şey değildir, bizi hem insan toplumlarının özüne hem de in san ın özüne götüren sosyal ve kültürel anlamlar kavşağıdır. Burada söz konusu olan acının sosyal ve kültürel yapısıdır yani acı çeken insanın mahremiyetine dalmak ve bu yolla insanın biyolojik bir veriyle, tavır ve davranışlarında bu yapısal özellikleri sahiplenmek amacıyla nasıl oluştuğunu v e bunları nasıl anlam land ırdığını çö zmeye çalışmaktır. 18

18 1 Acı Deneyimleri " Itısan bedeni düny ay ı ikiy e ay ırır: R en k düny ası, acı düny ası." Paul Valéry M auv aises pensées et autres A cı D en ey in den A cı hiç kuşkusuz insanın ölümle birlikte en güçlü biçimde p aylaştığı deneyimd ir: Hiçbir ayrıcalıklı o nu bilm ezlikten g e lemez ya da herhangi birinden daha iyi bilmekle övünemez. İnsanm içinde doğmuş bir şiddettir acı, insanı bitirir, bunaltır, içind e açtığı uçurumd a yo k eder, hiçbir amacı o lmayan bir dolaysız duygular içinde ezer. İnsanm kendisi ve dünyayla olan ilişkisini kopanr. A cı sağlığı yerinde olduğu müddetçe kendi içinde saydam olan, kendine güvenen, amaçları ve dünya arasına bir engel girmediği takdirde yaşamma kök salmış hiçbir fizik o lguya ald ırm ayan insanm gerçek birliğini bozar. Gerçekten de gündelik yaşamda beden göstermez kendini, hafiftir, esnektir; boyutları sosyal ritüellerle ve birbirlerine çok yakın durumların tekrarlanmasıyla silinmiştir. 11 René Leriche'i sağlığı "organların sessizliği içinde yaşama" diye tanımlamaya götüren de bedenin insanm dikkatinden kaçması olayıdır. Canguilhem d e sağlığı "insanm bed eninin farkında o lmaması"12 durumu o larak tanımlar. *9

19 Yaşam sırasında ikilem anları ortaya çıkar: Bazı ko mpleksler bireye, başkaları karşısınd a fiziksel aşağılık d uygusu aşılarlar; yorgunluk, zorlanma, herhangi bir yara, kimi zaman bir eyleme geçme iradesiyle onu hayata geçirememenin getirdiği çelişki: Bir engele takılma durumu, yüzme ya da dalmada başarısızlık, bitkin d üşm ek vb... insanda kend isininkind en farklı ve kendisine itaat etmeyen bir beden içinde hareketsiz kalma duygusu uyandıran ve acı veren olaylardır. A ma bu ikilem anlan sürekli bir yorgunluğa dönüşmedikçe ya da ağn ya da acı, bir sakatlık durumuna yol açmadıkça o kadar önemli değildir. Neşe ve zevk, gündelik yaşamın, bildik bir deneyim o larak belirgin ö zellikleridir, buna karşılık acı m utlak bir yabancılık duygusu içinde yaşanır, insanda yaşama zevkini oluşturan alışkanlıklar ağını parçalar. Hayatı tecavüze zorlar, insanı çabalannın kabalığ ınd an kuşkulanm aya gö türecek kadar tutsak eder; tersine zevk, çoğu zaman geçicilik, kırılganlık d uyguları içind e algılanır. A cı yaşamd a bireyin, kend i bedenini kendisi dışında bir olgu gibi algıladığı bir zaman dilimidir. A şılmaz ve dayanılmaz bir ikilem, insanı, kendi potası olan bir acıyı çekme zorund a bırakarak isyankâr bir bed ene hapseder. Z ev k insanın d ünyayla ilişkisinin taşması, p atlaması yaygınlaşmasıysa acı da el koyma, içsellik, kapanma, acı olmayan her şeye karşı ilgisizliktir. Bir organ, zedelenen bir doku, o zamana kadar bedenin sakin gecesine yayılmış bir işlev bireyin özel dikkatine büyük acılar vererek empoze eder kendini, normal yaşamın esas unsurlarının yerini alır hatta acı kronikleşip, artarsa dünyaya ve başkalarına karşı her türlü ilgiyi yok edebilir. İştah yitimi, yaşamdan tiksinme, alınganlık, bitkinlik, tembellik, uykusuzluk, bir sıkıntılar korteji eşlik eder acıya ve hiçbir şeyi ihmal etmeden tüm yaşamı renklendirir. Bilinç tanımakta zorlandığı ama varlığını kendisine empoze eden bir bedenin sınırları içine hapsolur. Kafka'mn "insan bedeninin korkunç sınırlan" dediği de budur belki. 20

20 A cının o rtaya çıkması kimlik d uygusu için ko rkunç bir tehdittir. Israrcı bir baskı bir süre sınırlarda tutunur, sonra daha yakma gelir, insanın moral gücü uzaklaştıramazsa eğer taşar. A cı insanın kısmen kendinden, sürekli toplumsal ilişkilerind en v azgeçmesi sonucunu getirir. İnsan genellikle başkalarıyla ilişkilerini d üzenled iği d enetim d uygusunu yitirir. Genel tavırlarını aksatan davranışlar (yüz hareketleri, ağlamalar vb) gösterir, sö zler (yeminler, yakınmalar vb) söyler. Ya d a enerjisini tüketmed en acısıyla baş ed ebilm ek veya başkalarının kendisine verdiği değeri yok edebilecek ilişkilerden kaçmak için içine kapanır. Uzun bir süre kendi yakınları bile tanıyamaz onu. A sla yapmayacağını sandığı şeyleri yapar ya da söylemek istemediği şeyleri söyler ve sonra da pişman olur. Direnci yavaş yavaş yok eden bir zaman dilimi içinde acının acımasızlığı ve sertliğiyle kimlik duygusunun az ya da çok hissedilir biçimde erozyona uğraması hastaların çoğu zaman insanı içten kemiren yabancı bir kimlik olarak niteledikleri bir imaja çağn yapar. A cı adeta bir mülkiyet biçimi, insanı kemiren ve ona davranışlarını dikte eden, eski saygınlığının bazı özelliklerini, başkalarının kendisinde gördüğü olası güçlü insan şöhretini bir nefesle yok eden dev bir güçtür. Her acı, en hafifi bile dönüşüm getirir, yaşamın görülmemiş bir bo yutuna atar, insand a başkalarıyla ve d ünyayla ilişkisini altüst eden bir metafizik açar. A man vermeyen yabancı ve kemiren bir figürdür ve sürekli işkence ederek yıpratır. İnsan kendini hastalık ve acmın eksik olmadığı bir ev gibi görür. Bunların kendi bedenini o luşturd uklarını, kend isine ait o lduklarını anlayamaz, Ö teki gibi, d ışarıd akiler gibi gö rür o nları, sıkıntıları içine sokmak bir başkası olmaktan vazgeçmenin bir işareti gibi o lmuştur sanki. Bilinçsiz itkilerin o rtaya çıkmasının örnek imajı olan acı kişiliği yok eder/ 'Kendi yaşamımızda ve tüm yaşamda bir kendiliğinden koruma ve kendiliğinden gerçekleştirme özerkliğini kanıtlamamıza karşın acı bize ne kadar kö le, geçici v e güçsüz o ld uğum uzu öğretir, yaşamın 21

21 kendisinin kendi içinde nasıl kendi düşmanı olma olanakları içerdiğini gösterir" diyor Buytendijk. 13 A cı bedenin sadece bir bö lüm ünü etkilese de, bir çürük d iş ağrısı olsa da insanın kendi bedeniyle ilişkisini bozmakla yetinmez, öteye geçer, hara- ketleri belirler, d üşüncelerin içine sızar: Dünyayla ilişkinin tümüne sirayet eder. Bireyi bildik etkinliklerine bağlayan ipleri koparır, yakınlarıyla ilişkilerini zorlaştırır, insanda yaşama zevkini yok eder ya da azaltır. A cıdan kaçarken olası bütün sığınaklara baş vurabilir insan. Basit bir diş ağrısı yüzünden de olsa acı çeken insan kend isinin çektiği acılardan habersiz o lanların dünyanın en mutlu insanlan olduğuna inanır ve şansını asla d eğerlend irememiş olmasına şaşırır. A cı d üşünceyi v e yaşamı felç eder. A rzuları, toplumsal ilişkileri etkisi altına alır. Etkilenen kişid e sürekli gevelenen bir felaket d uygusu v e etkilenmeyen kişide de sürekli yinelenen özel bir esirgenme duygusu yaratır. A c ın ın biçim leri A cı belli bir süre içinde etkisiz kalmaz, ne olduğu pek belli o lm ayan farklılıklara göre yo ğunluğu değişir, saatlere ve günlere göre farklılık gösterir, yakalanması zor verilerin etkisinde- dir, o rtam a, günün belli bir anına, bir hareketin ya d a bir tedavinin derin etkisine bağlıdır. A cı çeken insan, acı yaşamı zehir etse bile, kendisini, çoğu zaman kestirilemeyen bir acının etnologu yapmayı başaramaz. A cı, insanı koşullara göre farklı biçim de etkileyen tek bir formül içinde değerlendirilmesine olanak tanımaz. Yoğunlukları ve süreleri farklı acılar görülür. Temel bir acı fenomenolojisi kuvvet çizgilerini ve dünyayla çok özel ilişkileri gündeme getirir. Ç o k şidde tli acı geçicidir, bir düşme, yanma, şiddetli diş ağrısı, bir yere çarpma, iyileşmesi geciken bir yara, sözgelimi baş ağrısı gibi bir keyifsizliğin sonucudur. Bu acılar sırad an acılar 22

22 dır, günd elik yaşamı aksatırlar, geçici sıkıntılar verirler, insanın kendisine ya d a beceriksizliğine karşı ö fkelenmesine neden olurlar, ağrıyı ya da sindirim güçlüğünü rahatlatmak için bir teneffüstür; pratisyen hekime baş vurulur ya da rahatsızlık veren dişi tedavi etmesi için dişçiye gidilir. Bu rahatsızlıklar kim i zaman başka bir acıyı dind irm ek amacıyla uygulanan ted av ilerin parad o ksal so nucud ur: Bir yarayı temizlemek, bir kırığı alçıya almak vb. A meliyat sonrası ağrılar ve acılar değişik örneklerdir bu bağlamda. Olası bir nedene bağlanan ve sad e ce geçici kötü bir an olarak yansıyan bu acıların çoğunun algılanmasında bunalım büyük bir rol oynar. Bu duygular ihtiyat getirir, bireyin ö zellikle kendine rağmen çevresind eki tersliklere karşı y ar ar lı b ir mesafeli olma durumunu ve dikkatli olmayı öğrenen çocuğun tedbirli davranmasını sağlarlar. Geçip giden günler ve insanın sayısız etkinliği içinde kaçınılmazdır bunlar, insana yaşamının kırılganlığını ve ortama karşı hassas o lduğunu hatırlatır. H astalığın, sinsice ilerleyen ö lüm cül bir ağrının ö n belirtileri olan öteki acılar daha endişe vericidir. Çoğu zaman sıradan ama sıkıntı v eren bu d irençli ağrılar ve acılar tıbbi muayenelerin hareket noktasıdır. Soljenitsin'in K an serliler K oğ u şu adlı yapıtında bir kadın birkaç gündür aralıklı olarak acı çekmekte ve inlemektedir/ 'Kadın kanser uzmanı olmasaydı bu acıya hiç önem vermeyecekti ya da tersine korkusuzca muayene olmaya gidecekti. A ma bu çarkı çok iyi biliyordu ve içine girmekten korkmuyordu... şö yle düşünüyo rdu: "Kim bilir, geçer belki! Kimbilir belki d e sinirseld ir!"14 A cı burad a bir işaret gibi algılanır ya da tedavi edilmesi gereken patolojik bir gelişmeye eşlik eder. İlk tedav ilerin amacı ağrıları d ind irm ek v e nedenlerini anlamaya çalışmaktır ve daha sonra kaynaklandığı organik rahatsızlık üstünde yoğunlaşırlar. Batılılarm çoğunluğuna göre hekim ağrı ya da acıyı teşhis eder ve dindirir, gerekli ve kaçınılmaz bir muhataptır. Bildiğimiz (ya da bild iğim izi sandığımız) ve küçük bir korkuya neden olan bir sıkıntı için ken 23

23 di kendimizi tedavi yoluna başvurma kimi zaman hekime gerek bırakm az. Kimileri eklemlerden kaynakland ıklarına inand ıkları ağ rılar için kültürel aid iyetlerine v e durumu değerlendirme biçimlerine göre, şarlatanlara, büyücülere, masajcılara, kemik uzmanlarına vb. giderler. Kimileri ise bütün bunlara sırt çevirirler, saldırılara karşı müthiş bir direnç gösterirler ya da kendi moral olanaklarıyla yetinirler. Bu alışılm am ış v e kısa süreli acı v e ağrılard an yakınm a kültürel açıd an anlaşılabilir ve kabul edilebilirdir; sosyal ilişkileri pek fazla etkilemez ve bir korunma tavrı getirir. Bu ağrılar ve acılar, hayata, başkalarının, bir migrenin ya da bir düşme olayından kaynaklanan sonuçların kendilerini aynı sıkıntılara so km asını bekled ikleri gibi saygılı o lm ayı kabullendikleri, zararsız bir kesinti, acı bir renk getirirler. M eslektaş d ayanışmasına ya d a yakınların ilgisine v esile olurlar. Bu d ikkat işaretleri insanın kend isini tanımasına yardımcı olurlar, bireyd e kişisel d eğer d uygusunu güçlendirirler. İnsan saatler, günler, hatta haftalar boyu kendine rağmen, yaşam koşullarını değiştiren ve sürdüğü takdirde kendisini bunalım ve umutsuzluğa sürükleyen bir işkenceye katlanır. A ma rahatlama hatta sağlığa kavuşma ilke olarak yıkımdan sonra gelir. A cının genellikle geçici özelliklerini tanımak onun yavaş yavaş geçeceği duygusunu verir. Hekimin kısa müdahale süresi içinde dişleri biraz sıkmak gerekir sadece; dişçinin müdahalesinden önce birkaç saat ya da bir damla krizinin geçmesini beklerken birkaç saat. Sonunun gelmekte olduğunu düşündüğümüz acı şiddetini kısmen yitirir, kimlik duygusunu yıpratmaz. W. Styron şöyle diyor: "Uykuya, Tylenol'e, hipnoza ya da bir pozisyon değişikliğine veya çoğu zaman bedenin sahip olduğu bir kendi kendini iyileştirme gücüne bağlı olarak gelen rahatlamaya güveniyoruz ve gelecek bu rahatlama anlarını, bize geçici olarak ne kadar yiğit, yürekli, iyimser ve yaşama bağlı iyi oyuncular olduğumuzu göstermek amacıyla gelen doğal bir ödül gibi kabul ediyoruz."15 24

24 A ğrının ya da acının yakında kesinlikle dineceği duygusu d irenci güçlend irir y a da en azınd an ağlamaları, inlemeleri hafifletir ancak tedavisinin mümkün olmadığı sanılan bir sıkıntı söz konusu olduğunda, bir hastalık tehdidi olarak ortaya çıktığında şiddetlenir ağrı ve acılar. K r o n ik ağ rı yaşamm önünde uzun ve zahmetli bir engeldir. Şiddeti değişir, çok fazla sıkmtı veren etkileri kesintili biçimde gelebilir ve gündelik yaşam akışını değiştirebilir ya da hiç aman vermeden etkinliklerin büyük bölümünü felç eden, yakında bir rahatlama belirtisi vermeden, sürekli bir ağrı biçiminde görülebilir. Tıp, günümüzde eskiden ölümle sonuçlanabilen hastalıkları tedavi ederken ve yaşamm son safhasını özel bir biçimde denetimi altına alırken, bir yandan da daha önce ölüm olayıyla daha çabuk biten ya da daha erken ölümler nedeniyle rahatça gelişme olanağı bulamayan az ya da çok sert ve kalıcı acıları ve ağrıları kesin ve kaçınılmaz yapmaya çalışmaktadır. Batı toplumlarına daha uygun yaşam koşullarına bağlı yaşam süresinin uzaması kronik hastalıklarla ilgili ya da yaşlılığın sonuçlarıyla ilgili acıları artırmaktadır. Aynı şekilde bütün acı ve ağrıların yararsız olduğu ve bir suçluluk yakınlığı içinde olmadıkça bunlardan bir an önce kurtulm ak gerektiği yaygın inancı, tıbbın, bir zamanlar çalışma koşullarının ya da bireylerin yaşamının gerekli ve sıradan bir bedeli gibi kabul edilen ağrı ve acılara önem vermesi sonucunu getirmiştir. Sözgelimi sırt ağrıları batı toplumlannda en sık görülen ağrılar arasındadır. Z am an içinde iyice yerleşen bu isyankâr acıların içinde aynı zamanda migrenler, travma sonrası sıkıntılar, nörolojik sıkıntılar vardır... Bunlar kimi zaman, nevraljilerde, hayali uzuv ağrılarında görüldüğü gibi çok şidd etli olabilirler. Etkileri az ya da ço k, ö zelliklerine, yoğunluklarına gö re v e kültürel ya da kişisel sav unma durumlarına gö re belli olan bir kırmızı çizgiyi gösterir bunlar. Kronik ağrılar çoğu zaman tıbbı, bunların teşhis ve tedavisi konusunda aciz bırakırlar. H oş bir tabirle "işlev sel hastalıklar" denen rahatsız- 25

25 tıklardan m uzd arip hastaları etkilerler: H ekimlerin yeteneklerini, tıp teknolojilerini (röntgen, ultrason, ekografi, radyografi vb) başarısız kılan hastalar. H astalar acı çekerler ama pratisyen hekim ler "hiçbir teşhis" koyam&zlar. A ğrı vücuda bir kez yerleşince yaşamın her anını iğneler. İnsanın dünyayla bütün ilişkilerine damgasını vurur ve işleri kenara bıraktıran bir perde gibi araya girer."h er tarafa, gö zlerime, duyularıma, düşüncelerime nüfuz eden acı; bir sızıntı bu" diyor A lphonse Daudet günlüğünde ve şöyle devam ediyor: "A nem iyle bo şalm ış, o yulm uş, sefil iskeletimd e acı, eşyaları, halıları olmayan bir evde çınlayan ses gibi çınlıyor. Bende acıdan başka canlı bir şeyin kalmadığı bir yerde geçen günler, uzun günler..."16 A cı insanı dünyanın dışına atar, acı çeken insan en sevdiği hareketleri bile yapamaz. Bedenine olan güvenini yitiren insan kendine ve dünyaya karşı güvenini de yitirir, kendi bedeni, kendi yaşamını süren sinsi ve acımasız bir düşman olur. Yargıç İvan İlyiç kronik bir ağrı çekmektedir, kimi zaman unutur ağrılarını, kimi zaman ise artık kesildiğini sanır bu ağnların/ 'A ma birdenbire yaklaşıveriyordu ağrı, mahkeme falan ilgilendirmiyordu onu, sağır ve inatçı bir tav ırla işine başlıyo rdu. İvan İlyiç kafasını takm amaya çalışıyo r du ağrıya ama ağrı işine devam ediyordu, geliyor, önünde duruyor ve ona bakıyordu. İvan İlyiç felç olduğunu sanıyordu, gözlerindeki ışık sönüyor ve kendi kendine soruyordu gene: "Gerçek olmasın sakın bu!" Meslekdaşları, yardımcıları, onun gibi p arlak, akıllı bir yargıcın şaşırmasını, hata yap m asını şaşkınlıkla izliyorlardı."17 A cı yalnızlık duygusunu keskinleştirir, insanı kendi sıkıntısıyla ayrıcalıklı bir ilişkiye sokar. A cı çeken insan içine kapanır v e başkalarınd an uzaklaşır. Kend isini kimsenin anlamadığını sanması, böyle bir acınm başkalarının merhametine ya da basit idrak duygularına kapalı olduğuna inanması o nun bu eğilimini daha da güçlendirir. A cı insanlığın durumunun sınırlarının zorunlu ve şiddetli bir deneyimidir, yeni bir yaşam biçimini başlatır, aman vermeyen bir ken 26

26 di içine hapsolma durumudur."a cılarım bütün ufku kaplıyor, her şeyi dolduruyor" diyor gene Daudet (s. 45). A cı sinirleri canlandırır, küçük bir rahatsızlık, bir gürültü, bir ho şnutsuzluk tüm çevreyi şaşkınlık içinde bırakan boyutlar kazanır. Acı, zaman kavramını tahrip eder ve gündelik olayları egemenliği altına alır, insanı esasla ilgilenmekte zo rlanan ilgisiz bir seyirci d urumuna düşürür. A cı çeken insan için dünya acılarla dolup taşar. Bu koşullardan doğan bunalım, yaşamın son bulabileceği tehlikesiyle birlikte gelen işkence duygusu, acıları d aha da katlanılmaz kılar. Dış dünyadan soyutlanma ve içine kapanma her türlü bed ensel d eğişikliğe gö sterilen ö zel ilgiyi besler, yaşamın kısalması duygusuna bağlı sıkıntı tüm acıyı istila eder ve tam bir kötümserliğe yol açar. Tüm fiziksel sıkıntılar abartılır v e sağlıklı insanın kestiremeyeceği acılar olarak algılanır. 18 A cıya karşı direnç kapasitesi kesinlikle zayıflar. İşkence bitmeyecek gibidir, o günkü acıların d ayanılmazlığm d an ço k uzak o lan eski acılar no staljisine götürür. Katherine M ansfield'e kulak verelim: "Düşünülürse, insanın çektiği acıların sınırları yoktur. Şimdi denizin dibine dokundum, daha aşağı inemem artık", ve işte daha derinlere inildi. Ve bu böyle sonsuza kadar gider. Geçen yıl İtalya'da "bir gölge daha ve arkasından ölüm gelecek" diye düşünüyordum". A ma bu yıl, Casetta'da dehşet içinde düşündüğüm gibi korkunç geçti."19 Günün birinde mümkün olursa eğer, rahatlama, yalnızlık ve terk edilmişlik duygusunu siler. İnsan önceki saatlerin ve günlerin sadece acıyla d am galad ığı yaşamınd an yararlanmaya başlar yeniden. Kimi zaman aylar, yıllar boyunca kurşun gibi ağırlık veren sıkıntıdan kurtulan insan bu anı kimi zaman bir rönesans gibi, "no rm al" yaşama dönüş coşkusu gibi algılar. A cı anılarında dağılır ve içeriği artık bir anlam taşımayan, anlaşılmaz, iğrenç bir deneyim olarak kalır sadece. Sözgelimi Henri M ichaux kendisinin çekmiş o ld uğu sıkıntılar aracılığıyla acıyla olan karmaşık ilişkiyi anlatıyor: "A cıyla ve dolayısıy 27

27 la tüm yeni duyarlıklarla kurulması çok zor yeni ilişkiler... acı çeken insanın başaramadığı şey budur işte... gerçek acısı budur... acı içinde acı, başarısızlığı... A cı çeken insan, gözlerini aptalca geleceğe çevirmiş, daha iyi günleri bekler, kendisine hayatı zehred en şeyi unutur, kesinlikle hatırlayamaz o nu, oysa o acı çok önemliydi ve her şeyin yerini almıştı hayatında."20 A m an v erm ey en ac ı insanın dünyaya sadece acısının yansımasıyla bağlı old uğu âna damgasını vurur; duyumları ya da duygulan onu hiçbir boşluk bırakmadan saran bir acıyla istila edilmiştir. René A llendy, bö brek iltihabınd an ö lmeden kısa süre önce şunları yazmıştır: "Korkunç, insanı aşan bir yorgunluk hissediyorum; yatakta pozisyon değiştirme düşüncesi bitirici bir teşebbüs gibi gözüküyor. Bedenimin her parçası acı veriyor, paramparça ve dövülmüş gibi". Bir hafta sonra devam ediyo r: "Kaburg alarım gitgid e daha fazla ağrı veriyor, uzuv larım yavaş yavaş ölüyor, ayaklarım ağırlaşıyor. A ğzımda kül tadı var ve öksürünce sert bir amonyak kokusu geliyor burnu- ma[...] Bu acı veren, nemli, sağlıksız bedene girmek iğrenç bir iş gibi geliyo r bana, ıslak, kirli, kokan, iyice sertleşmiş ve daralmış, dayanılmaz ağırlık veren giysilerini giymeye çalışan bitkin düşmüş bir askere benzetiyorum kendimi."21 A man vermeyen acı çoğu zaman kanser ya da aids hastalıklarının son evresinde görülür. Hiç kesilmez ve ağırlaşır, sonunda sürekli bir um utsuzluk d urumu yaratır. H içbir iyileşme başlangıcı o larak kabul ed ilemez, hastalığın kaçınılmaz biçim d e ilerlediğinin işaretidir ve yaklaşan ölüm nedeniyle bunalıma yol açar. A cıy ı artıran her gelişme bireyin egemenliğind eki bir yitimdir ve sona doğru kaçınılmaz gidişin bir işaretidir." A kşam ya da sabah, Pazar ya da Cuma günü, İvan İlyiç için değişen bir şey yoktu: bir an aman vermeyen o sağır ağn, kaçınılmaz bir biçimde elinden kaçıp giden ama bütünüyle de yok olmamış bir yaşam... yaklaşmakta olan korkunç ve iğrenç ölüm, tek gerçeklik ve her zaman aynı yalan"22 diyor gene Tolstoy. Tutarsız, dakik acı hastalığın son anında bireyi yok eden ve onu 28

28 bir bilinç kalıntısına d ö nüştüren mutlak bir acı haline gelir. Yaşam en küçük bir ilgi belirtisi sunmaz, kend i cehennemine kapanmıştır, insan bir an önce ölmek ister ve kimi zaman da hekime bu d ileğini iletir. A man vermeyen acıların ve ağrıların ilaçla dindirilmesi hasta için ağır sonuçlar doğurabilecek etik sorunlar getirir çünkü yararlanılan mev zuat yaşam ın so n d ö nemlerinin kalitesi ve yakınlarla ilişkilerle bağlantılıdır. Ölme biçimini belirler. A cı ya da ağn hissedildiğinde, dindirilmesi için çevredekilerin büyük çabalar harcaması ve çok daha şiddetli bir ağn ya da acının yaklaşmakta o ld uğunu hatırlatan bir sald ınnın dayanılmaz baskısını kırabilmek amacıyla ağrı kesicilerin dozunun g it gide artırılması gerekir. Deneyler gö stermiştir ki ağ nlan tedavi etme ya da önleme konusunda acemilik ya da çekingenlik yaşamın son anlarını zehir eden çok kuvvetli bir bunalıma yol açar. Belli bir yönteme dayanmadan ya da zamanı iyi ayarlanmadan morfin verme kısa süre sonra yeni ağrı dalgalarına yol açar v e hasta acılar içinde, tekrar acılannın d inmesini beklemeye başlar. Bazı hastalar bu çevrim takıntısı içind e beklerler yaşamlarının son bulmasını. A cı, getirdiği bağımlılık duygusuyla artar: "Hem şireyi çağınyo rum ve ona acı çektiğimi söylüyorum; 'Şimdi geliyorum' diyor ve gelmiyor. Bu daha da artıyor acımı" diyor ölümü yakın olan bir hasta. Düzenli biçimde yapılan iğnelerla hastanın ağnlan önlenmeye ve özel durumuna bağlı beklenmedik hareketlerinin denetlenmesine çalışılır. A ğrıların ve acıların yoğunluğunun tedavi eden personel tarafından genellikle yeterince değerlendirilememesi ve hekimlerin ikincil sıkıntılar çıkarma korkusu ya da çok sıkı bir bağımlılık nedeniyle yaşama geçirilmesi zor bir simyadır bu. Buna karşılık hastane personeli hastaya, bilincini yok eden, yaşamının son anlannın durumunu ondan gizleyen ve yalanlarını son bir görüşmeden mahrum eden yüksek dozda ağrı kesici ilaçlar verir/ 'Hastanın acı çekmesi ve ona yüksek dozda ağrı kesici verme arasında bir ara çözüm olmadığı düşünülür. 29

29 Duyumsal algıların tümünü bozmadan acıyı dindirmenin mümkün olmadığına inanan hekim bu alternatifin kaçınılmaz o ld uğuna inanır."23 Bireyin bilinci, acı çekmemesi için nö tralize edilir ama bu bağlamda hekimlerin vicdanlarının rahat olmasıyla birlikte ilaç acıyı aşar çünkü aynı zamand a hem bilinci hem yaşam ilişkisini yok eder. Bu durumda hasta uyuşukluk içinde, yaşamının son anlarının farkında olmadan, yakınlarıyla so n kez görüşemeden ve dolayısıyla onlarda bir suçluluk duygusu uyandırarak ölür. Bir tedavinin tercih edilmesi genellikle örtük biçimde belli bir ahlakın, belli bir görüşün tercih ed ilm esi anlamına gelir. 24 Özellikle, insan acıdan başka bir şey olmayınca ölüm hızla yaklaşırken hekim ya da hastane personeli de etkilenir doğal olarak bu tercihten. O zaman hastanın baş ucunda, servislere ve uygulamaya konan etik duyarlıklara göre karşıt ahlaklar v e gö rüşler çarpışır. Hastalığın son safhasında daha uygun ve hastanm bilincini son nefesine kadar koruyan başka bazı tedavi biçimleri de vardır. Bu bağlamda hastayı iyileştirmeye yönelik tedavilerin yerini hastay ı rahatlatm ak amacıyla uygulanan p alyatif tedaviler alır: Her acı ve ağrı ya da her sıkıntı veya keyifsizlikle mücadele etme olanağı vardır, bunların çevresinde rahatlatıcı olabilecek koşullar oluşturulur, ölüme doğru elverişli bir ortamda eşlik edilebilir hastaya ya da baş ucundaki yakınları cesaretlendirilir. C. Saunders ve M. Baines'i dinleyelim: "A m aç hastayı iyileştirmek değildir artık, onun maksimum olanaklarla yaşayabilmesini sağlamaktır, rahat olmasma ve fiziksel etkinliklerde bulunabilmesine olanak sağlamaktır, ölümüne kadar kişisel ilişkilerini sürd ürebileceğinin güvencesini v ermektir ona önemli olan."25 Britanya'da San Christopher ekibi tarafından başlatılan tedavi yöntemlerini örnek alan bazı serv isler yaşam larının so nuna yaklaşmış hastaları kabul ediyorlar ve onların acılarım onurlarını dikkate alarak ve bilinçlerini açık tutmaya çalışarak dindirmeye çalışıyorlar. Hatta belli bir ö zerkliğe kavuşm alarını da sağlamaya çalışıyo rlar v e bu 30

30 amaçla inisiyatifi hastaya bırakmakla birlikte ağrı kesicileri ağızdan vermeyi (iğneden çok) tercih ediyorlar. A cının hastalığın son safhasındaki saldırısı birtakım hassas ö tenazi so runları çıkarır. H asta, yaşam ının artık acılar yaratmaktan başka bir işe yaramadığını düşünüyorsa ve uygulanan zahmetli tedaviler bu yaşamı ve geri kalan süreyi en küçük bir egemenlik şansı tanımadan uzatıyorlarsa ölme isteği şiddetli bir hal alır. Bu tercih kimi zaman stoacı bir kararlılıkla uzun sürede olgunlaştırılır. Ölmeyi bilmek yaşamayı bilmek kadar önemlidir. Freud, daha sonra özel hekimi olan Max Schuı'la ilk kez görüşürken şunları söylemiştir ona: "Bana şu konuda da söz verin: Z amanı geldiğinde boşuna acı çekmeme izin vermeyeceksiniz." On bir yıl sonra, kanserin kemirdiği Freud bu sözünü hatırlatır hekimine: "Sevgili Schur sizinle ilk görüşmemizi hatırlayın. Z amanı geld iğind e beni terk etmeyeceğinize dair söz vermiştiniz. Şimdi işkenceden başka bir şey değil hayatım ve bunun da bir anlamı yok."26 Freud aman vermeyen acıları içinde, ama kendi kararıyla, gözleri açık olarak ayrılır hayattan. Çoğu zaman, ailesine ya da tedavi eden ekibe bir yük olduğunda (ya da öyle sandığında) kişisel bir anlamsızlık d uygusu egem en o lur hastaya. Dünyayla hiçbir ilişkisi kalmaz, kimi zaman, çektiği acı d ışınd a, en küçük hareketler için bile başkalarına bağımlı olma durumu kabullenilmediğ ind en ya da çevrede bir ilgisizlik, sıkıntı, rahatsızlık hissed ildiğinden bir onur meselesi çıkar ortaya. Onur, bir ruhsal durum değildir, kendine saygı ve başkalarının onaylamaları arasında en küçük bir d engesizliği kabul edemeyen so syal bir ilişkidir. A cı dünyayla ilişkiyi keser ve hastada başkaları için bir yük olduğu duygusu uyandırır ve durumu ya da yaşı gereği hiç umudu yoksa bu duygulan kesindir. A cılann beslediği ölme arzusu, bu koşullarda, dayanılmaz olur ve hasta bu arzusunu hekime ya da hastabakıcılara açıkça söyler veya intihara ya da daha fazla tedavi olmayı reddetme tavrına dönüşür bu arzu. Ölümün kucağında yaşamın çok zor olduğu izlenimi, var olabilmek için ölüm arayışlannı getirir. 3*

31 Çok sayıda araştırma ve inceleme göstermiştir ki ötenazi arzusu anlamsız bir yaşamla yüz yüze gelen, insanların saygı ve ilgisind en yoksun, tedavi eden ekibin azarladığı ve acısı yeterince dikkate alınmayan hastanın terk edilmesinden doğar. Hastanın fazlalık hatta "onursuzluk" gibi gördüğü bir yaşamın hiçbir önemi kalmamıştır artık. Bununla birlikte refakat, bireyi yalnızlıktan kurtararak ölme arzusundan vazgeçirir ve hastanın yaşama tekrar değer vermesi sonucunu doğurur. H astaların baş ucund a bulunanların d eneyim leri refakatin acıları hafiflettiği hatta kimi zaman askıya aldığını göstermiştir. A cının dinmesi, mümkün olursa eğer, nitelikli bir çevrenin varlığı ve huzur veren bir ihtimamla güçlenir. Yaşamın sonuna doğru hasta rutin bir tedavi altındaysa tıbbi tedavi yeterli olmaz. Sadece hastanın kendisine yakın bulduğu bir yüz, ona, dünyanın değerini bilerek son saatlerini doldurması zevkini verebilir. İfade edilem ey en İnsanı köklerind en ko p aran v e o laylara yabancılaştıran acının koşullarını adlandırmak ya da onlara tanıklık etmek yaşamı yararak içine yerleştirilmiş bir ölüme benzer. Soljenitsin'in kahramanı Kostoglotov'a kulak verelim: "O sonbahar, anladım ki insan kendisini ölümden ayıran çizgiyi aşabilir ve aynı zamanda da hâlâ yaşayan bir beden olarak kalabilir. İçinizde, bir yerlerde kan akıyordur hâlâ ama psikolojik açıdan ölümden önceki hazırlık safhasını aşmışsınızdır ve ölümün kendisini yaşamışsınızdır."27 İnsanın kendisinden kopması olan ölüm, acı haline gelmiş yaşamdan kopmadır. Burada insanın, kendisine kavuşamadan kendisinin yanında yaşama zorunda kalması söz konusudur. A cı, yaşayan insanda ölümün bir versiyonu gibidir, insana kendi yasını empoze eder. Bu bağlamda, M o ntaig ne'in belirttiği gibi, insanı kend i eğreti durumunu 32

32 kabullenme konusund a eğitmeye uygun bir deneyimd ir." A cının kendi etkisi aklı başında, ağırbaşlı bir insanı ö fke v e umutsuzluğa düşürecek kadar dayanılmaz ve şiddetli değildir. Ka- nn ağrılarım başlayalı beri kendimle ilgili olarak şimdiye kad ar bilmediğim bazı şeyleri öğrendim: Her şeyle uzlaşıyorum ve ölümle çok yakın ilişkiler içindeyim artık, ölüm tamamını getirecek bu işin; bu hastalık beni sıkıştırdıkça v e rahatsız ettikçe ölüm daha az korkulacak bir şey haline gelecektir."28 A cı insanın sınırlarını yok eder, ölüm düşüncesinin bir önsezi haline geldiği bir korku bulaştırır insana; dili paramparça eden bir meçhulün içine dalar ve bunalımı özgürleştirir. Levinas şöyle diyor: "A cı kendi içinde son kerte gibi bir şey barındırır, a a çeken insan acıdan daha fazla sıkıntı verecek bir şeyler olacağını sanır, acıyı oluşturan hiçbir içe kapanma boyutu olmamasına rağmen mümkün bir olay için serbest alan vardır sanki, hâlâ bir şeylerden end işelenmek gerekmektedir... bu d u rumdaki insan acı içinde bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış bir olayın ötesindeki bir olayın eşiğindedir adeta."29 A a gündelik dehşeti içinde hiç aman vermeden sürdüğünd e yaşamda sürekli ilerleyen ölüm gibidir, gerçekten ölme arzusu uyand ırm asa d a bed enin huzura kavuşabilmesi için hastayı bir uzvunu feda etmeye ya da bir organının alınmasına razı eder. Soljenitsin devam ediyor: "Diomka kendisi değildi artık, ayağında ağrılar ve çekilmeler vardı ve hiçbir şey dindiremiyordu bunları, uyuyamıyordu, hiçbir şey yapamıyordu ve çevresindekileri çığlıklarıyla rahatsız etmemek için dişlerini sıkmak zorundaydı. O kadar bitkin düşmüştü ki ayağı onun için artık değerli ve yaşamsal bir organ değildi, lanetli bir yük haline gelmişti bu ayak, ondan bir an önce ve olabildiğince az sıkıntıyla kurtulması gerekiyordu. Ve bir ay önce yaşamınm sonu gibi gördüğü ameliyat, bir kurtuluş gibi görünüyordu artık." (s ). A cının kesilmeye razı o lm ası için, kendinden bir parçayı vermek yaşamı köstekleyen ölümün ağırlığının sembolik bir biçimde hafiletilmesidir. Sonunda sabırsızlık 33

33 içinde kabul edilen sembolik pazarlık. A cı bedene bu denli yapıştığında, acımn bedelini bir defada ödemek için bedeni feda etmek gerekir. Her şeye rağmen yaşamaya devam etmek için ö lüm d en, mümkün o labilecekleri kurtarmak gerekir. İnsan bilim leri bilgileri, ed ebi tanıklıklar v e ö zellikle hastaların ya da yaralıların tanıklıklarıyla kısmen tanımlanabilecek acıyı hissetmek her şeyden önce her türlü ölçüden, her türlü belirleme ve betimleme girişiminden kaçan, derecesini ve ö zelliklerini bir başkasına anlatmanın mümkün o lmad ığı kişisel ve mahrem bir olgudur. A cı dilin radikal başarısızlığıdır. Bed enin karanlığına gömülmüştür, bireyin kendi içind eki tartışmasına aittir. Bedeni, kendi içindeki halesinde özümser ya da içine çöreklenmiş yırtıcı bir hayvan gibi kemirir ama işkence eden bu mahremiyeti adlandırmaya olanak tanımaz. İfade edilemez, en gözüpek kâşiflerin somut bir coğrafyasını çizebilecekleri bir kıta değildir. Bıçağı altınd a, yaşam ın birliğinin paramparça olması dilin de parçalanmasına yol açar. Çığlıklar, sızlanmalar, inlemeler, ağlamalar ya da sessizlik yani sözün ve düşüncenin yetersizlikleri... ; acı sesi kısar ve tanınmaz hale getirir. Yüze acılı ve kırışmış bir hava verir. Karakteristik ve so syal açıd an tanınm ası müm kün o lm ayan mimikler, kırışma... bunlar acıların şiddetinin ve dünyaya kapanmanın gelgitleridir. Beden hareketsizlikten ya da başkalarının farkında o labilm ek için o lağanüstü bir irad e çabası gerektiren ağrı kesiciler dolayısıyla çökmüştür/ 'Sessiz odada ben de rahat ve sakin gözüküyordum. Dişlerimin arasında olmaları beni daha mutlu ed ebilecek kimselerin bakışları (biraz sıkıntılı) karşısında yemeğimi sessizce yiyordum. Konuşuyorlardı benimle. Dostlardı bunlar hiç kuşkusuz. Ben ateş içinde, onlar dışarıda. A sla bir eşitlik değildi bu."30 diyor H. Michaux. A cı hiçbir şeyin ulaşamayacağı bir dünya içine dalmış olduğundan bir mesafe yaratır. Öteki gibi acı çekmek mesafeyi yok etmek ve bir kader birliği yapmak için yeterli değildir çünkü acı insanı yalnızlaştırır v e ö zelleşmiş kişiliğinin sınırla 34

34 n içinde tutar. A cı çeken insanın çığlıklarına kimi zam an yakınlan bile dayanamaz, bu çığlıklar toplumsal bağı gevşetir; a a çeken insanın terk edilmesine izin vardır artık, kolektif dünyanın dışına atılabilir bu insan. Ulysses'in yoldaşı Epiktetos Lemmo s adasınd a hayasızca terk edilir/ 'Huzur içind e Tanışlara kurbanlar sunamıyorduk artık: Bütün askerler, sürekli uğursuz çığlıklar atıyor, inliyorlardı..."31 On yıl sonra Neoptolesnos'la birlikte döndüğündü Ulysses böyle haklı çıkarır kendini; ve gelişinin amacı geç de olsa bir pişmanlıktan sonra talihsiz insanı ö zgürlüğüne kavuşturm ak değil, H eleno s'un kehanetleri do ğrultusund a Troya'yı fethetmek amacıyla o nu o r d usuna katılmaya razı etmektir. A cının gelmesiyle birlikte eski kimlik yok olur. A cı arttıkça çığlıklar şiddetlenir, organik kaosla insanın kendisinin istediği dilin yıpranması olgusu karşı karşıya gelir. A cı, sözü kaynağında yok eder. Hastalığı sırasında bir krizin getirdiği ağnlarh kıvranan Philoktetos genç Neoptolemos'a durumunu gizleyem ed iğini v e sessizce geçiştiremediğini söyler. Kend ine hakim olabilmenin bütün koşullan birdenbire yok olur ve sadece ölümü özler: "A h! Ah! İçim deliniyor, A llah aşkına oğlum dinin altında bir kılıç varsa, vur, bir an önce kes ayağımı" (S. 374). İnlemeler, sızlanmalar, acının amansız sald ınlanyla dil kangren olur." A h, toprak, böyle, olduğum gibi, ölürken al beni. Beni bunaltan bu ağnlarla doğrulmam mümkün değil" (S. 377). Philoktetos adeta koma halinde seriliverir yere. Çığlıklar sonunda, iki yok olma yeri arasında gidip gelerek sessizliğin d inginliğine kavuşur. H ekime ya d a çevreye karşı yap ılan eğretilemeler, kullanılan sıfatlann zenginliği, d ilin eksikliği içind e yansıtılan bir acının vuruculuğunu küçük dokundurmalarla kuşatma amacına yöneliktir/ 'Bıçak darbeleri ya da yaralar gibi". A ma bu yaklaşık im ajlan belirten insan hiç bıçak darbesi almamıştır ve hiçbir zaman bir köpek tarafından ısırılmamıştır. Beylik ve sonunda başka bir biçimde formüle edilebilen bir deneyimi dü 35

35 zenleyen eğretilemeleri kendine mal eder. A ma bu yöntem çoğu zaman pratisyen hekime olası bir teşhiş konusunda yardımcı olma bağlamında yeterlidir çoğu zaman. Betimlemelerden gelen izlenimler de belirler olası bir patoloji alanım. A cının değerlendirilmesi esasen hastanın söylediklerine ve hekimin ya da hasta-yakınlarının sezgilerine dayanır. Bazı işaretler aldatıcı olmasa da, hastanın dile getirdiği dayanılmaz bir acı ifadesi tanıklara her zaman bir şey ifade etmeyebilir. Hatta kim i zaman çekilen acı ko nusundaki kuşkulan artırabilir. Hastayla hekim ya da tedavi eden ekip arasında bu tür deneyimler sık sık yaşanır. A cı ve ağrının açık seçik belirtisi akan kan ya da kırılmış bir uzuv değildir, çok ince gözlemler ya da hastanın söylediklerine güvenmek gerekir bu bağlamda. A cı kanıtlanmaz, hissedilir. Bu anlamda sosyal dünyayla ilişkinin inkâr etmeye çalıştığı bir insani koşul ö zelliğini ifşa eder: Yalnızlık ya da daha d o ğrusu içe kapanma. Yıkılm ış, acı çeken insan kimi zaman çektiği sıkıntının anlaşılmaması ya da şiddetinden kuşku duyulması yüzünden bir dram yaşar. Ve bedene gizlenmiş ve bakışlardan kaçan bir işkencenin samimiyetini kanıtlayabilecek hiçbir şey yoktur. İnsan çok şiddetli ağrılar çektiğini söyler ama bunları kendisi gibi hisseden ya da paylaşan başka birinin olamayacağını da önceden bilir."a ğnlan ve acılarımı anlatabilirim, bir başkası da yapabilir bunu ya da yapabildiğimizi söyleriz ama bunları tam anlamıyla ve doğru bir biçimde ve hangi kesinlik düzeyiyle yansıtabildiğimiz nasıl doğrulanabilecektir" diyor W ittgenstein. Ve devam ediyor: "N. 'nin acı çektiğini bilebilirim hiç kuşkusuz ama ne kadar acı çektiğini bilemem. Onun kesinlikle bildiği bir şey bu acı ama dış belirtileri, bütünüyle özel bu durum hakkında bir şey ifade etmiyorlar bana."32 Sözcükler dağılır ve bedenin içe kap anmalarınd aki işkencelerine rağmen kaçıcı bir gerçekliği adlandırırlar. Başkasının acısının şiddetini anlayabilmek için başkası o lmak gerekir. Bedenlerin farklılığı, kim liklerin zo runlu ayrılığı kendi acısına, özgürlüğüne ya da kişiliğine zincir 36

36 lenmiş gibi zincirlenmiş başkasının acı ve ağrı bilincine nüfuz ed ebilmeyi imkânsızlaştınr/ 'Bunalıyorum, ağrılarım var. Bunalım d ile getirilebilir, belirtiler o luşturabilir, birtakım işaretlere ve fantazmalara dönüşebilir ya da eylemle giderilebilir. Hatta bulaşhrılabilir; acı ise sadece insanın kendisine aittir."33 Yanık yarasının ne o lduğunu anlayabilm ek için yanm ak gerekir. A ma gene yanan başka birisinin acısının d erecesini anlayabilme olanağı yoktur. Sözgelimi yanma bir kader birliği yaratabilse de insanı acısının verdiği yalnızlıktan ve böyle bir acıyı sadece kendisinin çektiği düşüncesinden kurtaramaz. Hiç kuşkusuz acı çeken bir insan asla o kadar yalnız değildir bu anlamda. Acı basit bir biçimde bir anormalliğe, bir sıkıntıya dönüştürülemediğinden, kişiden kişiye değiştiğinden ve tıbbi muayeneyle anlaşılamadığından çekilen acının yoğunluğunu ve özelliklerini kesin bir biçimde değerlendirmeye yönelik araştırmalar yapılmıştır. Paramparça olmuş bir bilincin yakalan- mazlığından patalojik bir durum olup olmadığını anlayabilmek ya da v erilen ağrı kesicilerin so nuçlarını değerlend irebilmek amacıyla sap tanması gereken bir o lguya nasıl geçilecektir? Klinik yöntem çeşitli önlemler almıştır bu bağlamda. Tekboyutlu ölçekler: A nalojik görsel ölçek (EVA) yüz milimetrelik yatay bir çizgidir. Sol ucu acısızlığı, sağ ucu ise en yoğun acıyı gösterir. Hasta o an hissettiği acı yo ğunluğunun işaretini verir. Böylelikle acı milimetre ölçüsüyle yaklaşık olarak saptanır. Sayısal ölçekte (EN) hasta O'dan (acı çekmeme durumu) 10'a (ya da 100'e) kadar (çok fazla acı çekme durumu) bir not verir. Bunlar bir ağrı kesicinin sonuçlarını değerlendirme konusunda hızlı ve uygun biçimde kullanılabilen ölçeklerdir. A ğrıların ya da acıların sadece yoğunluğunu değerlendirebilirler. Başka birtakım aletler hastanın bedeninde gezdirilerek, bu sırada verdiği sesli tepkilere d ikkat ed ilerek v e kesin belirtiler v ermeye çalışmasının koşulları sağlanarak değerlendirme yapma olanağı sağlarlar. Sözgelimi Mac Gill soru fişi34 acının özellik

37 lerinin v e yo ğunluğunun d eğerlendirilmesi o lanaklarını sağlar. Çok yararlı olan bu yöntemde birçok unsur arasmda tercih öneren 20 sınıfa aynlm ış 78 üniteden oluşan bir liste çıkar ortaya. İlk on sınıflandırmada duyumsal ifadeler (titreme, ürperti, nabız atışı, yara, çekmeler vb) sıralanır; daha sonraki beş sınıfland ırm ad a ise d uygusal ifadeler (yorucu, bitirici, korkunç, iğrenç, dayanılmaz vb) yer alır; öteki üç sınıflandırma ise farklı ifadelere yer verir. H astaların cevaplarına göre d e ğerlend irilen notlarla acının ustalıklı bir biçim d e değerlend i rilme olanağı bulunur. Bir tür mahrem sismografi, tedavi yöntem lerinin hastanın d urumuna etkilerini yansıtır. Yaşadıklarına en yakın gündelik vokabülerden alınmış bir sözcük halesi acı halesiyle örtüşür. Kendi içlerinde yetersiz ama bir araya gelmeleri bir olumsuzluk gibi yavaş yavaş başka biçimde kavranması mümkün olmayan bir sıkıntıyı kuşatan sözcüklerin to planmasıyla gerçekleştirilen bir anlam p ro jeksiyonudur bu. A cı sözcükten sözcüğe kısmen elenir. A ma şiddeti soru fişinin 78 ünitesine mi bağlıdır? Dil onu adlandırırken dünyayla karmaşık bir ilişki içindedir. Dile getirilen acı asla yaşanmış olan acı değildir. Wirginia Woolf şöyle diyor: "En sıradan bir kız öğrenci âşık olduğunda derdini anlatmak için Shakespeare ya da Keats'ten yararlanır. A ma bir adam hekime baş ağrılarını anlatm ak isted iğind e dil kaçar... A cısını bir eline alır v e kendinden bir parçayı da öbür eline (Babil halkının başlangıç döneminde yapmış olduğu gibi belki)... bunları birbirleriyle çarpıştırıp içlerinden yeni bir sö zcük çıkarabilmek amacıyla..."35 İnsan dilin imkânsızlığına çare bulmak ister. Ve acı onu boşuna ancak bir boşlukla, kesinlikle bir ihanet olan bir çeviri yoluyla anlayabilecek başkalarına aktarmaya çalışan bir insanın m ahrem iyetine kapanm ış bir imkânsızlıktır. 38

38 2 Acının antropolojik özellikleri " A cı iki ke z ac ıtır ç ü n kü ay n ı z am an da sıkın tı v eren esrarlı bir şey dir." F. J. J. Buytendijk, D e la do u leu r A cın ın belirsiz liğ i A cı psikolojik bir olgu değildir, yaşamsal bir olgudur. A cı çeken beden değildir, tümüyle bireydir. İnsanın köklerinden koparılan fizyolojik unsur hasta insanın tarafına geçen bir veteriner hekimlik alanma girer bu durumda. 36 A cının oldukça karmaşık, biraz şeytansı co ğrafyası bed en gerçekliğinin ne kadar bilinçdışı, sosyal, kültürel ve bireysel anlamlara gönderme yaptığını gösterir. İnsanın yaşayan bedeni o rganizmasının çizdiği engebelerle sınırlı değildir, insanın bu bedeni kuşatma, algılama biçimi daha belirleyicidir. Bu beden bir biyoloji olmaktan çok bir sembolizmayı temsil eder ve hatta biraz cahil biri tarafından böyle görüldüğünde hep öyle kalır/ 'Hastalık da yararlıd ır insana. İnsan her zaman ağrılardan, acılardan kaçamaz ve her zaman da haz peşinde koşamaz" diyen Montaigne37 bö ylece insanın d ünyayla ilişkisinin belirsizliğini tanımlamaya çalışıyor. Sad ece fizyo lo jik neden insanın acısıyla karmaşık ilişkisini anlatamaz. A cının bir çok nedeni vardır, bireyin kendisiyle bilinçsiz bir ilişkisi de söz konusudur burada ve acı kimlik gerilimlerinin d ağıld ığı yansıtıcı bir yüzeyd ir; kül- 39

39 türel mo dellerle işbirliği içinded ir ve yürürlükteki so syal alışkanlıklarla beslenir. A cının karmaşık ama sembolik boyutu birtakım belirtilerle ya da yakınmalarla, sızlanmalarla beslenir ama bu sırad a bedende bir değişiklik olduğunu belirten hiçbir şey yoktur. Böy- lece "işlevsel" denen birçok hasta, pratisyen hekimler, hastaneler ya da kliniklerde kayıtlı muayeneler içinde yüksek bir yüzdeye sahiptir. A cı oradadır, yaşamın üstene çöker ve modern tıbbın gelişmiş teşhis aletleri hiçbir organik hasar ve zedelenme saptayamaz bedende. Çoğu zaman kişisel bir anlamsızlık ya da sessizlik duygusunu bozan bir işaret, tanınma, dikkat gösterme talebiyle ortaya çıkan acı38 bedende çınlayan ve toplumsal bir ilişki, bir yardım bekleyen yaşamsal bir sıkıntıdır. Hekim ya da çevre organizmaya yönelik doğrudan bir tedavinin ötesinde hastanın yakınmasını anlamlandırmaya çalışmalıdır. A cı bireyle birleşmeden önce yaşamdadır. Belirti bir ekran, beden, dünyayla ilişkiyi kemiren bir eksikliği duyuran dümdüz bir yoldur. Çocuk ya da yaşlılık kliniği çoğu zaman yol göstericidir bu alanda. A cınm, güvenilir bir gerçeklik rolü oynadığı belirtileri üretmeye yönelik başka koşullar da vardır. Ö zellikle yetişkin insanda cinsellik suçluluk ya da tiksintiyle yaşand ığınd a acı, eylem e geçme korkusunu meşrulaştırır ya da bir suçluluk duygusunu (sancılı regl durumları, migren, karın ağrısı vb.) hatta cinsel güçten kuşkulanma duygularını yansıtır. Aynı zamanda az ya da çok bilinçli olarak kimlik duygusu için bir tehdit gibi algılanan bir değişim korkusunu uzaklaştıran bir sığmak d a olabilir. İnsan farkında o l madan acının güçsüzleştiren karakterine ve bu duruma düşmüş insanı kuşatan saygıya güvenir. A cı, yoksunluk, korku pahasına kendini savunma duygusunu kısmen tatmin eder, d aha fazla acı verebilecek bir durumla karşı karşıya gelmekten sakınabilir kendisini. Z or koşulları yaşamak fedakârlığa ya da bir kimlik düğümlenmesi kırılmasına tercih edilebilir gözükür. Buna karşılık, insand aki bu belirtileri biçimlend irme, 40

40 acısını beslem e yeteneğinin, göreceğimiz gibi sem bo lik bir etkisi (p lac ebo [y alan c ı ilaç ] etkisi) vardır ve bu etki onu uygun ko şullar bir araya gelir gelmez acısınd an kurtarır. Bunlar sembo lik unsurun yani ö tekiyle temel ilişkinin merkezinde bed ensel gerçekliğin kö k salmasının göze çarp an örnekleridir. A cının isteriye dö nüşmesi ısrarlı bir tanınma ve sevgi arayışıyla kendini gösterir. İnsan "ho ş bir kayıtsızlık"la ya da sahneye uygun bir taşkınlık içinde acısını gösterir. Freud bir zamanlar, bilinçdışmm kimyasına kö k salmış arzu v e içselleştirilmiş ahlak arasında itiraf edilebilir bir uzlaşma oluşturan olası bir acıdaki dönüşümü çok etkili bir şekilde açıklamıştır. H isteri İn c elem eleri adlı çalışmasının çok bilinen bir bölümünde, organik rahatsızlığı olan ve acısını sakin bir şekilde anlatan ve de teşhis için önemli olduğunu bildiği kesinlik kaygıları içindeki bir hastad an sö z eder. Buna karşılık sinir hastası acısını dikkate almayan çaresiz bir dille mücadele eder "v e sözünü kesmek zorunda kaldığında kesinlikle hekime derdini anlatamadığına inanır. Bunun nedeni dikkatinin kendi acıları üstünd e yo ğunlaşmış olmasıdır." Buna karşılık Freud, genç histeri hastası Elisabeth Von R. 'yi muayene ettikten sonra şöyle bir gözlemde bulunmuştur: "Derisi çimdiklendiğinde ya da acıya çok hassas kaslarına dokunulduğunda veya bunlara baskı yapıldığında yüzünde acıdan çok bir tatmin duygusu işareti beliriyordu. Çığlıklar atıyor -şehvetle okşanmış gibi-, kızarıyor, başını ve gövdesini arkaya atıyor, gözlerini kapıyordu."39 Dönüşüm mekanizması bilinçdışı çekimi, fizik bir acıyla kızkardeşin ko casına d o ğru yöneltir, arzunun, serbestçe, hiçbir yasaklama o l mad an o rtaya çıkmasına aracı olur. Elisabeth "işlevsel sıkıntısını simgeleştirmeyle yaratmış ya da artırmıştı ve,[...] bağım lılık ve güçsüzlük durumunu telafi amacıyla mevcut koşulların herhangi birini değiştirmek için ayakta duramama-yürüyememe durumunu bir kendini ifade biçimi o larak görmüştü, 'çiv i lenmiş gibi kalmak, hiçbir desteği olmamak vb.' bu yeni dönüştürme etkinliğine temel o luştururlar."40 Elisabeth acısı ve 41

41 felç d urumu sayesind e yasak bir arzunun v erdiği ahlaksal baskıdan kurtulmuştur; böylece toplumun lanetlediği bir libidinal tatm in v e meşru bir ceza arasınd aki uzlaşma sayesind e so ğukkanlı bir gö rünüm verir. Freud v e Breuer şu gözlem de bulunuyorlar daha sonra: "Peki ama fizik acılara dönüşen nedir?" Temkinli bir tav ırla şu cev ap verilebilir: "A hlaksal bir acı o luşturabilecek ve oluşturması gereken bir şey" (s. 132). Cécilie'nin d erdi ise bir yüz nevraljisid ir; bu rahatsızlık ilaç ted av isine cevap vermemiştir uzun süre ama birdenbire çok şiddetli bir heyecan so nrasmd a geçer. Bu durumla ilgili o larak Freud'a anlattığına göre kocası kendisini şiddetle azarlamış ve çok etkilenmiş bu durumdan. Olayı anlatırken elini acıyan yanağına götürür v e adeta haykırarak şöyle der: "Yüzüm e bir to kat atmıştı sanki." Yüzündeki ağrı o anda kesilir. Freud gündelik konuşma eğretilemeleriyle ilgili bu fizik o lgular bağlamınd a bir yığın ö rnek verir. Dil kimi zaman canlanır v e bir acı akımım besler. Birtakım sırad an im ajlar yaşamın v e acının iç içeliğini yansıtırlar. İnsan kendini bir dramla "ezilm iş", "paramparça olm u ş", "so luğu kesilm iş" hissedebilir, "yüreği yanabilir", "tü kenebilir" vb. Sözün cinsel sapması bedenin histerileşmesiyle g erçek bir acıya dönüşebilir. Hastalık hastası başka türlü acılar çeker, kendisine geçici bir kimlik sağlayan sinsi v e ald atıcı ağrılardan v e acılardan yakınır. Bu hastalar hekime iyi niyetlerini göstermek ve dağılmış, birbirlerinden kopmuş organlarıyla parçalanmış, hiç arkası kesilmeyen hastalıkların sığınağı, talihsiz bir bedenden şikâyetlerini değerlendirmesi için giderler. Hastalık hastası tıbba güvenir ve inanır ve bedeniyle ilgili olarak hiçbir şey anlatmadan bo l bol konuşur. Bir denge sırığının hareketi, hekim karşısında umutsuz bir kurtuluş isteğinden tedavilerin uğrattığı kaçınılmaz düş kırıklıklarına götürür. Hastalık hastalığı yaratıcısı son derece üretken ve yorulmak bilmez hasta olan acılı v e zahmetli d uyumlarla birbirlerine eklenmiş parçalardan oluşan bir bedenin karmaşık yaşamım içerir. İlişki kura- 42

42 mama, kendind e bir birlik o luşturamama, kend ine hakim olamama durumu olan dinamik öğe kaygıları doğurur. Bireyin yatkın olduğu ruhsal enerjisini yönlendirme olgusu, acı veren bedenini tek objesi gibi görür. Dünyanın gürültülerine karşı kendi bedensel duyumlarına özel ilgi göstermeyi yeğler: Kalp atışları, soluk alıp verme, kaşınmalar, baş dönmeleri, barsaklardan gelen bir takım sesler sinsi hastalık belirtileri o larak algıladığı belirtilerdir. Dış dünya onun gözünde ikincildir ya da anlamsızdır. A cı dünyaya fizik olarak karışmanın ayrıcalıklı bir biçimi olan insana giriş yolunda hareket eder. Bir iş kazasından sonra, genellikle memleketlerinden ayrı ve yalnız yaşayan insanlar, göçmenler, sürgünler, bir bölgeden başka bir bölgeye nakledilen işçiler ya da memurlar, tedaviden so nra ve hekimlerin o nlara "artık bir şeyleri kalmad ığım" söylemelerine rağmen ağrılarının bir türlü geçmemesinden yakınırlar. H ekim hastasına, ağzı kulaklarına v ararak, muayenelerin, sağlığının yerinde o lduğunu gö sterd iğini söyler ancak bunaltıcı ağrı ve acılan kesilmeyen hasta için aynı şey söz konusu değildir çoğu zaman. Nasıl harita yeryüzü demek değilse muayene de insan değildir ve hasta anlaşılmadığından ya da hekimler sıkıntılarının nedenlerini bulamadığından isyan eder. H astalığına bir ad konmasını, derd ine bir çare bulunmasını ister. Hekimin rahatlatıcı konuşmalan onu anlamsızlıkla yüz yüze getiren fazladan bir acıdır. Eğer acı çekiyorsa mutlaka bir şey vardır, sö yled iklerine kuşku d üşürmek, çektiği gerçek acıları yo ksaymak, kaderini eline alm ak için anlam arayışlarını askıda bırakmak değilse amaçları, nasıl "hiçbir şeyin yok" diyebilirler ona. Hekim bütünüyle ve keyfi bir biçimde o rgan d üzeyind e kalarak, acı çeken hastanın yüzüne d eğil muayenelerden çıkan sonuçlara bakarak, elinde olmadan, hastanın sıkıntısını daha bir yoğunlaştım. Bu durumda hastalar, ellerinde röntgen paketleri ve reçetelerle bir hastane servisinden ya da bir hekimden ötekine koşarlar ve hiçbir zaman bekledikleri cev abı alamazlar. Yaşamları tıbbın, anatomik-fizyo lo jik 43

43 düzlemde saptayamadığı bir ağrının ya da bir zedelenmenin arayışına dönüşür, çılgınca bir ko şuşturmadır bu. Bulanık psikiyatrik sıkıntılar bir ihmale ya da adaletsizliğe kurban gittiklerine inanan bu hastaların acısını daha da artırır. Tıp (hasta beden bilimi) ve psikiyatri (geri kalanların bilimi?) ayrımı, tıp tarihinin mirasçısı bu ikilem inşam zihin eklenmiş bir bedene böler. Parçalanan hasta bu ağrılarının ve acılarının saptanabilmesi olasılığından uzaklaşır, hiç kimse onu sabırla dinlemez ve şikâyetlerinin anlamını sorgulamaz. Hastane servisleri ya da sosyal hizmet servisleri yardımcı olamazlar ve geri çevirirler onu. Bu d inleme yetersizliği, kuşkulanılan bir iyi niyetin ısrarcı belirtisi, kimlik meselesi haline gelen acıyı azdırır. 41 A ma hekim açıkça görülemeyen organik nedenleri araştırmayı bıraksa ve hastayla karşılıklı bir fikir alışverişi oyununa girmeyi kabul etse ve kendini hastalığın anlamını aramaya verse de kimi zaman acının kalbine ve kimlik ikilemine dokunur. Malika olayı bu tür bir girişimin belirgin örneklerinden birini oluşturur. Malika evli, çok çocuklu, Faslı bir kadındır. Çok iyi Fransızca konuşur. Baş ağrılarından şikâyetçidir ve tedavilerden sonuç alamamıştır. Gene de aynı şikâyetlerle ilgili olarak bir dış muayene amacıyla hastaneye gider. Kendisine bakan hekim daha önceki muayenelerden sonuç alınamadığını hatırlatır. Bununla birlikte kadının yaşadığı çö küntü karşısında tedaviyi derinleştirmeye çalışır. Hastaya bu baş ağalarıyla, kendisinin Faslı ve köklerinden kopmuş olması arasında bir bağlantı olup olamayacağını sorar/ 'Hayır, em ig rerı bu n lar! diye karşılık verir Faslı kadın. Biraz duraksar, birdenbire dil sürçmesinin farkına varır. Farkında olmadan gizlemek istediği bir belirti vermiştir. Hekimle (ve biz gözlemcilerle) birlikte katıla katıla güler. Ve bu zımni anlaşma sözü açığa çıkanr."kö - yümde benim kötülüğümü isteyen insanlar v ar". Malika daha sonra olayı kesinlikle çözebilecek bir murabuttan söz eder. Ona akıl danışmak istediğini söyler. Hekim teşvik eder onu bu konuda. Malika görüşmeye asık bir suratla ve sıkıntılı gider, 44

44 dönüşte ise yüzü gülmektedir. İki kültürel referans karmaşası içind e (ve hiç kuşkusuz o görüşmede farked ilmeyen başka sıkıntı kaynaklarıyla) M alika sorunlarını anlatm ak için ço cukluğunun to plumuna özgü d ensizce bir üslup benimser. A ma ağrılarına v e acılarına Batı tıbbının anatom ik-fizyo lo jik paradigması aracılığıyla tanı koymak mümkün değildir. Fransa'ya iyi entegre olmuş Malika bu tıbbi rasyonelliğe katılır ve kendisine göre tanımlanması çok kolay olan ağrılara hekimlerin çare bulamamalarını anlayabilir. Dolayısıyla ısrarcı olur ama bir dil sürçmesi sonucu belirsizlik ortaya çıkar: Fransız kültürüne uyarlanma o nun ilk kültürel referanslarını silememiştir. M alika farkınd a o lmadan hekimd en, köyüne gidip geleneksel üfürükçüye ted av i o lma izni istemiştir. Geçerliği kalmamış d eğerlerle uzlaşma tıbbi rasyonelliğin bir resmi temsilcisinin sözü aracılığıyla gerçekleşir. Bu o nayla M alika'nın ikilemi kaybo lur, korkmadan, kafasında bir takıntı olmadan bu çareden med et um abilir nihayet. Hekim M alika'nın p arçalanmış kimlikleri arasında bir köprü kurmuştur. Bu iki referans sistemi, karşıt gibi gördüğü bu iki sadakat arasında yaşadığı çatışmayı bitirmiştir. 42 Hiç kuşkusuz bütün sorunları çözülmemiştir, ama kendi hikâyesinin oyuncusu olmuştur ve acısının pasif nesnesi değildir artık. 43 Salondan güleç yüzle çıktığında belki de artık köyündeki üfürükçüye gitmeye gerek duymadığını düşünüyo ruz. Kimileri de bazı durumlarda acıyı tercih ederler, yüceltirler ve onu lezzetli bir yemek, tükenmez bir zevk kaynağı gibi görürler. A cıyı eski ya da yeni bir tavrın, kendilerini suçlu gördükleri bir yaşam biçiminin telafisi gibi görürler ya da belirgin ö zelliği kuşkulu bir m utluluk o lan bir ço cukluk d eneyimini yeniden yaşarlar acılarında. Mazohist paradoksal bir tavır içind e fizik bütünlüğü tehlikeye d üşürebilecek bir zev k peşindedir: Sopa, dayak, kırbaç, yara, kan vb."a cı hisleri, öteki hoş o lm ayan hisler gibi cinsel tahrik alanını aşarlar v e bir zev k durumu yaratırlar"44 d iyo r Freud. A cının erotikleşmesinin baş 45

45 kasına yapılan işkencelerle özdeşleşerek zevk duyma yoluyla sadik bir karşılığı vardır. A ma mazohist kendi fantazma alanları dışında öteki insanlar gibi acı çeker. Nevraljiler ya ta tansiyon nedeniyle baş ağrıları, migrenler veya tedavisi olmayan sırt ağrıları endişe verici klasik ağrı örnekleridir ve belirli hiçbir fizyolojik kaynağa dayanmazlar. Kazalardan hatta kimi zaman basit yaralardan kaynaklanan hasarlar iyileştikten ço k sonra da dayanılmaz acılar verebilirler. 45 A ğrılar ve acılar ameliyatla tamamen ya da bir bölümü alınm ış hayali uzuv ları yıllar bo yunca etkileyebilirler, bu karışıklıklarla ilgili sıkıcı ö rnekler oluştururlar. Bu isyankâr ağrılardan etkilenen bazı hastalar kimi zaman bütün çabalarına rağmen çözüm getiremeyen sıkıntılı hekimleri endişeye düşürür. Teşhis koymada karşılaşılan başarısızlık "bilgisi olduğu kabul edilen hasta" nm tartışılmaz ayrıcalığını d estekleyen ustalıklı bir operasyonla dönüşüme uğratılır/ 'Psikolojik" olduğu söylenen acı ya da ağrı, tıbbi değerlendirme alanının dışına çıkar. Sıkıntı veren sorun giderilir ve yeni bilgiler ışığında değerlendirilen beden sisteminin güvenilirliği içinde küçücük bir belirtiyi bile yeniden yorumlar. Tıpta hasta kimi zaman hastalık ya da zedelenmeyle rahat ve huzurlu bir baş başalığı engelleyen münasebetsiz biridir. Rahatsızlık p ratisyen hekimin değerlendirmeleriyle saptanır ama acı ya da ağn hastanın hissettikleri dışında hiçbir kanıt vermediğinden hasta derdini anlatamayabilir hatta bütün hastalıkların o rganlardan geld iğine inanan dar görüşlü bir hekim tarafından numara yapan biri gibi d e görülebilir. Ve şikâyetleri o lan kişinin sıkıntısını sosyal olarak değerlendirme yetkisi sadece bu hekimdedir. Gerçeği söylemenin ya da hastalığın hayali olduğunu söylemenin bu tıbbi tekeli, hastayla, acısı karşısındaki kayıtsızlığıyla kend isini şaşırtan v e sö yled iklerine kuşkuyla bakan hekim arasında bir çatışma nedenidir. Gerçekten de hekim, kuşku durumunda, acısının kabul edilmesini ve tanınmasını ya da haklarının verilmesini isteyen bir insanın ağrı ya da acı çekip çek 46

46 mediğine karar verme lütfunun kendisinde olduğuna inanır. Tıp, genel olarak hastalığı ya da acıyı, adlandırarak ve üstlenerek "yaratır" ve daha sonra hastaya sosyal bir rol verir ama bu ö zel ko şullarda hastanın hissettikleri ya da hissetmesi gerektiklerine göre kesin kararını verir. Bununla birlikte René Leriche gibi uyanık bir hekim bu kuşkulard an kesinlikle sıyrılır: "Birçok engelleyici taklit ve oyuna son vermeyi başarabildim. İnanıyorum ki hemen her zaman, acı çekenler, söyledikleri gibi gerçekten acı çekiyorlar ve acılarıyla çok fazla meşgul o lduklarınd an sanılabileceğind en ço k fazla acı çekiyorlar. Katlanılması kolay tek bir acı vardır, başkalarının acısı..."46 Leriche böylece hastanın dile getirmekte yetersiz kaldığı bir rahatsızlığın d eğerlend irilebilmesinin karmaşıklığını ve mo ral unsurunu hatırlatıyor. Joyce Mac Dougall düşsel ya da duyulur boyutu olmayan somut dünyaya yapışmış bir düşünceye bağımlı "duygusuz- laşm ış" hastalardan söz eder. Bunlar derinliği olmayan bir d ünyanın gerçekliğine bağlanmışlard ır v e acılarını kâtip ler gibi, eğretilemelere baş vurmadan, basmakalıp deyimlerle ve sö zcüklerle, sanki kendileriyle başka bir yerd eymiş de, durumları kendilerini fazla ilgilendirmiyormuş gibi anlatırlar. A cı belirtilir ama hastayı etkilemiş gibi değildir. Joyce Mac Dougall bu hastaları, anneleriyle d uygusal bağlarını erken dönemde yitirmiş, bir öfke ve protesto döneminden sonra görünüşte acılarını unuttukları d epresif bir karaktere bürünen ço cuklara benzetir. Bunlar varlıklarını eksiltme riski taşıyan bir o bjeye bağlanm a tehlikesine karşı müthiş güçlüd ürler v e özellikle "işlem sel bir d üşünce" sayesind e hareket ettikleri d ünyaya gerçekten ilgi gö stermezler. 47 Bedenleri, o nları d üşmanlıklara karşı koruyan bir kabuktur ama bu kabuğun sıradan düşüncelere yönelme sonucu çırpınmalarının sembolik olarak red d edilmesi gerekir. 48 Bunu karşılık bazıları da tersine, yaralarına ya da zedelenmelerine rağmen kesinlikle hissetm ed ikleri fizik bir acıyı ka 47

47 bul etmezler. Duyguları ve bedenleriyle bir dışsallık ilişkisi içind e o bjelere v e kendilerini bitirebilecek d urumlara karşı kayıtsızdırlar. A cı işaretlerini anlama yetisini yitirmiş insan saldırılara karşı gülümser ya da kayıtsızdır. Hatta kendisini yaralayabilecek koşullara teslim edebilir bedenini. Schild er bu bağlamda örnek olarak hekimlerinin uyguladığı tuhaf tedavileri kabul eden bir kadın hastadan söz eder/ 'Çimdiklendiğinde, v uruld uğunda, hatta bir şey batırıld ığında hiçbir tepki vermiyord u."49 Bu kadın gözlerine çeşitli objeler batırıyor, sürekli yaralıyo rm uş kendisini, kendisiyle yeteri kad ar ilgilenemediğinde hissetmediği bu acı duygusuna karşı bitmeyen bir merak içind eymiş sanki. Kimileri d e kendilerini sakatlarlar, d erilerinde yaralar açarlar, şiddetle bir yerlere çarparlar ya da barsaklarmı mahveden objeler yutarlar. Sözgelimi psikoz insan ve dünya arasında parazit yapar. Kimi, duyulmamış acılardan yakınır ve bunların bedenine ışınlar ya da zararlı, gizli etkilerle gird iğind en veya kendisine işkence yap an insanlar tarafından gönderildiğinden kuşkulanır. Bir başkası, sakin bir tavırla kendisine ulaşamayan bir acının ö nünd e gider, bed ensel bütünlüğüne zarar verebilecek her türlü d arbeye karşı kayıtsızdır. Ve sözgelimi hekim birçok dişinin çürümüş olduğunu görür ya da hiç söz etmediği bir apand isiti o lduğunu anlar bu kişinin. Böylece acı da, her türlü sosyal ve kültürel bağımlılıktan kurtulmuş olarak kendi yoluna devam eder, özel bir tarihin konusu, daha derin kişisel bir acının ekranlarından biri olur, bed enin bütünlüğünü tehd it eden tehlikelerin habercisi d eğildir artık. Çevrenin ulaşması mümkün değildir ona, radikal bir biçim d e d ilin başarısızlığını hatırlatır v e her insanın ancak ö tekilerin anlayışsızlığı ya da duyarsızlığı nedeniyle kendisini ad ad ığı to plum sal ilişkinin suskun sırrını açığa çıkarır. A cı her zaman kişisel bir öykünün birbirine dolaşmış ipleri arasına sıkışır. Yaşama zorluğu ve bedenin verdiği zorluk arasında gidip gelir, ince ve gerekli bir biçimde ya da kimi zaman çılgınca ve acımasız bir biçimde birini öbürüne bağlar. 48

48 Onu gerçekten oluşturan fizyolojik bir yasa yoktur: paradoksal bir sığınak, yaşamda sürekli yinelenen bir deneyim, aşksız- lığm telafisi, ötekine baskı aracı, bir talebin güvencesi, bir tür kefaret vb. A cı bireyin sadece fiziksel ya da moral durumu hakkınd a d eğil aynı zamand a başkalarıyla, ö zellikle gömülmüş bir ö ykü gibi içselleştirilmiş başkalarıyla ilişkilerin durumu hakkında bilgi verir. Birçok durumda acı, açık seçik bir biçimde, doğrudan ya da dolaylı olarak kimliğin korunmasının antrop olo jik işlevidir. Görünür nedeni olmayan fizik acı, acıdan zevk alma, tuhaf bir biçimde acıyı zevke dönüştürme, hasarın derecesiyle uygun olmayan yakınmalar, iyileşmeden sonra süren ağrılar ve acılar ya da tersine acı ya da ağrı vermeyen önemli hasarlar vb... Bütün bu sıkıntılar insanın bedeniyle ilişkisinin yaşamsal ve fizyolojik verilerinin karmaşık bir biçimde iç içe geçmiş olduğunu gösterirler. Birini ya da ötekini bu etkilerden arındırm ak hastanın gerçekliği üstünd e fethedilen her alanın yitirilmesi demektir. Eğer her şeyin iki sapı varsa ve bunların birinden tutulabiliyorsa ve öbüründen tutulamıyorsa insanı iki parçaya bö len her türlü yaklaşımın, tutulam ayan saptan yakalanmasından endişe edilmelidir. A cı, acı itirafları olan sözler dışında somut kanıtlar vermez, değerlendirilebilmesi sadece hastanın ifadesiyle mümkündür. Hissed ildiği ö lçüd e mümkündür ve dünyayla ilişkiye sekte vurur. A cının ya da ağrının organik izi yakalanması daha zor bir gerçekliktir: A cıyı çeken, bir zedelenme ya da sakatlanmış bir organın sempatik sinir sistemi değildir, bireydir. A cı beden, tıbbın özel yetki alanı ve geçişi, psikologların ya da etkinlikleri bedenin dış çevresiyle ilgili psikologların veya ruh hekimlerinin alanı olan ruh ya da ruhsal yaşam arasındaki ikiliğin sınırlarını gösterir. Yaşamları ağrı ve acılarla felç olmuş hastalarda bu sıkıntıların köklerini saptama bağlamınd a o ldukça yaygın gö rülen başarısızlık bütünüyle beden ve belirtilerine odaklanmış tıbbın amacından sapmış so nuçlarınd an biridir. Tıp hasta beden v e süreçlerinin 49

49 bilimidir, insan ve insanın dünyayla ilişkisinin bilimi değildir. Tarihsel açıd an bireyi, yapısı ve patolojik süreçlerini parçalara ayırdığı insan bedeni üstünde ustalığını göstermek amacıyla yöntemli bir biçimde saf dışı eden ikilik temeli üstüne kurulmuştur. 50 Bireyselliği içind e acı çeken insan hemen bu p aradigma içinde yer almaz. Bedeni bireyin çektiği acının gerçekliği konusunda itirafa zorlayamamak, insanın tıp epistemolojisi içinde içe atma olgusunun sonuçlarından biridir. Nasıl ki insan bazı sorumluluk üstlenme durumlarında hastalığın bir kalıntısıysa tespit edilemeyen ağrı ya da acı da çok yakından baktığı bir beden üstünde egemenlik kuran bir tıbbın kalıntısıdır. A cı bedende hapsedilmesine izin vermez, acı çeken insanı ister tümüyle. İnsanın dünyayla ilişkisind e fiziksel d eğişikliklerinin toplumsal ilişki içinde yani sembolik boyut içinde gerçekleştiklerini hatırlatır. S em bo lik et kin lik ü stü n e Beden insana özgü her şeyi sonsuz bir değişkenliğin sınırları içinde sosyal ve kültürel bir yapının sonucu haline getiren koşulların dışında değildir. Bedenin doğası diye bir şey yoktur, yere ve zamana göre değişen bedensel koşullar söz konusud ur sadece. Bir yerde, bir dini ayin sırasında ateş üstünde yürünür, bir başka yerde yanık yaraları ağıtlar söylenerek ve yaralara üflenerek tedavi edilir, hastalıklar hasta bir insanın kaybo lm ay a yüz tutmuş enerjileri, tek bir temasla yenid en düzenlenerek tedavi edilebilir ya da trans durumu veya doğaüstü güçler aracılığıyla tanrılarla konuşarak iyileştirilebilir ya da insanın geleceği kum üstünde okunur. Bir türlü iyileşmeyen bir hastaya o sırada ölmüş birinin sağlıklı kalbi nakledilerek tedavi edilebilir. Bir molekül aracılığıyla hastaya dinamizm kazandırılabilir ya da sıkıntısı ortadan kaldırılabilir vb. Bedenin doğası olmadığı gibi insanın doğası ya da dünyanın doğa 50

50 sı diye bir şey de yoktur. İnsan toplumlan yaşadıkları evrene anlam v e biçimini verirler. İnsanın çevresi üstünd eki eyleminin sınırları ö nce d uyularının sınırlarıdır, daha so nra d a o bjektif sınırlardır. Sembo lik sistem tüm üyle etkinlik sistemidir. Belirli bir dönemde, belli bir topluluk ya da bir grup için ittifak ve eylem alanı olan doğa her zaman kültürel bir veriye dönüşür. Avrupa köylerinde yaraları dua okuyarak ve yanık yaralarının olduğu yerlerde birtakım hareketler yaparak tedavi eden insanlar olmuştur. Bu uygulamalarla bir süre sonra acı geçer ve yara da hiçbir iz bırakmadan kaybolur. Yanmış bir hayvan da aynı şekilde tedavi edilir. Böyle bir deneyimi yaşayan insan için sıradan bir gözlem, bu tür uygulamaların kabul edilemeyeceği ve olumlu sonuçlar veremeyeceği düşüncesinin egemen olduğu biyotıp düşüncesi çerçevesi içinde kalmak isteyen biri için sıkıntılı bir durum... A slında biyotıp ve bu tür uygulamalar birbirlerini çürütmezler, farklı alanlard ır sad ece. İlgilendikleri aynı "bed en" değildir. Yaralarm, sırrını sad ece uygulamayı yap anın bild iği yö ntem lerle temizlenmesi ya da büyü bozma uygulamaları aynı toplum içinde en ileri tıbbi uygalamalarla birliktedirler çünkü bunların tümü farklı gerçeklik düzlemlerini hedef alan kültürel uygulamalardır, aralarında bir gelişme farkı yoktur, sadece uygulama alanları ve vizyonları farklıdır. Farklı tıp alanları d a kend i aralarında birbirlerini dışlamazlar: Omeopati ya da klasik tıp, osteopati veya kiropraktik veya akupunktur... sadece bu örnekler bile bedenin ve hastalığın bir özel yorumuna tanıklık ederler, özel tedavi yöntemleri uygularlar ama hepsi de beden ya da hastalıkla ilgili bir gerçeklik içind e yer alırlar. Günüm üzde halk hekimliği de incelenmeye değer bir alandır: Sırları kendilerinde olan yöntemlerle tedavi edenler, ipnotizmacılar, büyücüler, şifalı ot tedav isi uygulayanlar, üfürükçüler vb. insan bedenin sem bo lik boyutunu hatırlatırlar bize. Bedenin olası kültürel yorumlan kategorisi insanı acılannd an v e ağrılarınd an kurtarmaya 51

51 çalışan bir yığın tıbbi uygulamadan oluşan kategorinin temelini oluşturur. Beden toplumdan topluma değişiklik gösteren bir gerçekliktir, o nu tanımlayan imajlar, o nun do ğasını açıklamaya çalışan bilgi sistemleri, sosyal bağlamda öne çıkaran yollar, yöntemler, gerçekleştirdiği perfo rm anslar ço k çeşitlidir hatta bizim A risto teles mantığımızla (üçüncü şıkkın imkânsızlığı) bakıldığınd a zıtlıklar gösterir. Bed en, anatom i v e fizyoloji yasalarına göre d üzenlenmiş o rganlardan v e işlevlerden ibaret d eğildir, her şeyd en ö nce sembo lik bir yapıdır. Bir başka deyişle, bedenin ve batı toplumlannm resmi bilim dalı biyotıp bedenin tasarımlarından biridir ve desteklediği uygulama alanlarında etkin ve meşrudur. A ma başka kültürlerde gelişmiş çok farklı ağrı ve beden vizyonlarını destekleyen tıp alanları da kendi bo yutlarınd a etkilidirler. Bed en betimlemeleri, d ünya ö lçeğinde, çok farklı tedavi yöntemlerini besleyen belirsiz görüntüler yığınıdır. İnsan toplumdan topluma değişen, etten ve kemikten yapılmış, anatomik-fizyo lo jik yasalara göre çalışan bir yaratıktır; Kanak kültüründeki gibi bitkisel biçimler ağı; insanı bir mikrokosmos gibi çevresindeki evrene bağlayan Çin tıbbmd aki enerji ağı gibi; kendisini cangıld aki tüm tehlikelerin karşısında bulan v ahşi hayvan terbiyecisi gibi; çevresind eki ko kularla ço k sıkı ilişki içind eki evrenin bir parçası gibi, zihinsel etkinliklere açık minyatür bir dünya... Ne kadar toplum varsa, bu bilgilere dayanan o kadar farklı temsil ve etkinlik. 51 Hiç kuşkusuz yaygınlık d üzeyleri farklıd ır ama beden ya da tıp veya hastalık antropolojisine m eydan o kuma so runu kalıcıdır. Sayısız ted av i sistemi analizlerinin arkasınd a bir yığm bedensel gerçeklik yatar. Modellerin göreliliğini oluşturan sad e ce antropoloji değildir, o, kendine rağmen, bilgilerini aşan ve ona belli bir "tatm in" sağlayan batı metropolleri aktörüne kendini her gün empoze eder. Bu görüntülerin etkinliği, aktörü, ko lektif o larak kabul ed ilmiş bir v izyo nun içine entegre etm e o lgusuyla ilişkilidir. Bu tasarımlara baş v urarak, kendisini 52

52 etkileyen bed ensel o layları her an, grubunun, hatta muhtemelen, bir ezoterizm biçimine baş vurma ya da kendi benzerlerine yabancı kültür evrenind en aktarma sö z konusuysa eğer referans grubunun onayını aldıklarını bildiği anlamlara bağlar. Bu durumda, bu hareketler bildik bir biçimde algılanır ve sosyal ve kültürel çevreye iyi kötü bir uyum olanağı sağlarlar. A ma bu ho m o jen likten, öteki ve çevreyle ilişkiyi tutarlı kılan bu anlamlı ilişkiden yoksun aktör, sözgelimi acı ya da hastalıkla yüz yüze gelirse bir anlamsızlık uzmanına baş vurur: Hekim, üfürükçü, psikolog, kırıkçı, çıkıkçı, bü y ü cü, sihirbaz hekim v b. Bu sihirbaz hekimin amacı yok etmek, çevreyle ilişkinin sürekliliğini sağlamak, aktörün hal ve hareketlerinde özerk olabilm esini sağlamaktır. A ma birey bedeninin imajını nasıl yaşar? Bizim bu terimden anladığımız, bireyin belli bir sosyal ve kültürel bağlam içind e v e kend i kişisel yaşam ı aracılığıyla bed enini tasarlamasıdır. G. Pankovv psikoz pratisyeni düşüncesi aracılığıyla, iç içelikleri varoluşsal beden imajını oluşturan iki temel unsur saptar: B içim, bed enin farklı bö lümlerinin anlam lı birliği duygusu, bunların bir bütün olarak kavranması, mekânda kesin sınırlarının kavranması. Bu imajın gücü, biçimi düzeyinde, çok etkili bir biçimde, bireyin kendisiyle özdeşliğine çoğu zaman zarar veren bir etkiyle doğrulanır. Bedenin imajı aynı zamanda bir iç erik' le oluşur: Gerçekten de aktör bedenini bildik ve tutarlı bir dünya gibi yaşar, içindeki duyumsal uyanlarla özdeşleşir ve anlamlı kılar onlan. A ma beden imajı bağlamında iki başka temel unsur vardır ve bunlar daha önce sözünü ettiğimiz öteki iki unsurdan ayrı düşünülemez: B ilg i: yetersiz de olsa, toplumun, bedenin görünmez katmanlanndan, onu oluşturan şeylerden, organlann ve işlevlerin düzenleniş biçiminden oluştuğu düşüncesiyle ilgili bilgi. Bu bilgi, eğreti de olsa, aktörün yüz yüze geldiği fizik olgularla daha bildik bir ilişki sağlar. Nihayet bir de de ğ er alanı, aktörün, yaşama biçimini ve fiziksel özelliklerini hedef alan toplumsal yargıyı iç- 53

53 selleştirmesi vardır. Bu unsur, aktö rün kend isine o lan saygısını belirler büyük ölçüde. Aynı derecede önemli iç içe geçmiş bu eksenler so syal, kültürel, ilişkisel v e kişisel bir bağlam içinde yer alırlar. Tüm insan toplumlan, her aktöre, bedenini, işaret noktalarıyla ve varlığının gelişmesi için yeterli güvenlikle yakınlaştırma olanağı veren bu antropolojik yapının bireysel bağlamda yerli yerine oturmasını desteklerler. A ma beden imajı sadece c o g ito gücüyle yani aynı zamanda bilinç dışı süreçlerin d e yer ald ığı içebakış o lgusuyla birleştirilem ez 'da Cl. Levi-Strauss ünlü bir makalesinde "sembolik etkinlik"in analizini verir. Bu yazısında, hastayı acılarından ve ağrılarından kurtaran bir etkinlik üretme olanağı veren özel bir beden vizyonuna dayanan büyü yoluyla bir tedaviyi anlatır. Bu bağlamda olgular Panama'da, Cunas Yerlileri arasında derlenmiştir. Bu toplumda, zor doğumlar sırasında büyücüden yardım isteme alışkanlığı yaygındır. Doğuran kadımn çektiği sıkıntılar, fetus oluşumundan sorumlu güç Muu'nun olağan amaçtan sapıp doğuran kadının p u rba' s ın ı (ruh) ele geçirmesi olgusuyla açıklanır. B ü y ü cü ya de sih irbaz he kim 'in müdahalesi bu p u rba' n m araştırılmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla M uu'ya, özellikle vahşi hayvanlara karşı amansız bir savaş başlar. Muu yenilgiye uğratıldıktan sonra, bü y ü cü p u rba' y ı doğuran kadına geri verir. Ve kadının doğurmasının önünde bir engel kalmad ığı söylenebilir. M uu bir süre için uzaklaşır. Üremenin ve fetusun büyümesinin koruyucu gücünü kızdırmamak ve ona sadece ödevlerini hatırlatmak gerekir. B ü y ü cü h e kim 'in ve koruyucu ruhlarının mücadelesi, o, hastanın baş ucuna gelir gelmez başlayan bir şarkıda anlatılır. Kutsal öykü aracılığıyla d o ğ u r a n kadının sıkıntıları m it dünyasına aktarılır. İki aktör, önceden yazılmış, beklenmedik olayları tamamen çizilmiş ve kendileri için izlenmesi gereken bir yol olan, daha önce yazılmış bir öykünün içinde hareket ederler. Mit, bü y ü cü ' nün, kadının bedeni içinde sürdürdüğü mücadeleyi anlatır. A şılması gereken engelleri, bozulması ge 54

54 reken oyunları, kadının çektiği acıları temsil eden ve yok edilmesi gereken ucubeleri sayar: "Patlak gözleri, kambur v e benekli vücuduyla oraya buraya koşuşturan ve kuyruğunu sallayan A lligato r A mca; parlak yüzgeçlerini o ynatan, yüzgeçleri her yanı istila eden, her şeyi iten, her şeyi sürükleyen parlak vücutlu A lligator Tiikw alele A mca; Nele ki (k) kirpananele, yapışkan dokunaçlarını çıkaran ve çeken A htapot; ve ötekiler: Şapkası ıslak olan, Şapkası kırmızı olan, Şapkası rengârenk olan vb.; ve bekçi hayvanlar: Kara kaplan, Kırmızı hayvan..." Kadının kamına büzülmüş olan bu korkunç gladyatör doğurmasının mümkün olmadığını söylüyor. Mit öyküsü, sembolik bir biçimde iki kahramanın kurtuldukları tuzakları ve bu vesileyle tanrılarla in illo tem p o re yaşadıkları maceraları anlatır. Öykü kadına bir anlam sistemi sunar ve kadın bu sayede nihayet acı ve sıkıntısını bir düzene sokabilir. Şöyle diyor Cl. Le- vi-strauss: "Koruyucu ruhlar ve kötü ruhlar, doğaüstü ruhlar ve büyülü hayvanlar yerlilerin evren anlayışının temelini oluşturan tutarlı bir sistemin parçasıdır. Hasta onları kabul eder ya da daha doğrusu onlardan asla kuşkulanmamıştır. Onun kabul etmediği tutarsız ve keyfi acılardır ve bunlar onun sistemine yabancı bir unsurdur, bununla birlikte bü y ü cü m ite baş vurarak her şeyin tutarlı gözüktüğü bir bütünü yeniden oluşturur."53" Bu tedavi öyküsü bedenin imajının antropolojik eksenlerini gösterir. Yaşanmış süreçlerin aktö rün bed enind e yaşayabilmeleri için onun bunları biçim ve bir an lam 'a dönüştürdüğü duygusu içinde olması gerekir: Bunların, tuhaflığın, acının, katlanılmaz olanın ortaya çıkmasıyla bozulduğu yerde onlara bir yol açmak önem kazanır. B ü y ü cü y a da sihirbaz hekim daha önce kaba ve saçma duyumlar kaosunun görüldüğü yerde bir biçim ve bir anlam oluşturur. Bu düzensizliğe, toplum ve hasta tarafından kabul gören bir anlam vererek getirdiği tutarlılık hastayı, insanileşmiş bir doğa düzenine geri götürür. Doğuran kadın, aman vermeyen ve kendisini öğüten vahşi bir evrene 55

55 esir olduğu bir dönemde M uu'nun pençelerinden kurtulur, kendisine sahip olur, kendisini anlamlandırır ve tedavi eden bü y ü c ü ' n ü n eylemini de kendi lehine çevirir. Rahatlamıştır ve çocuğunu doğurabilir artık. B ü y ü c ü ' n ü n uyguladığı simgeleştirme donmuş gibi gözüken bir durumu serbest bırakır. Bu amaçla bedenin (kendi bed eni) imajının ö teki iki eksenine dayanır: B ilg i: Kadının bilinen şeylerine baş vurur, bunları kendi cemaatinin özellikleri gibi görür. Burada anılan mit ortak bir ö zelliktir, keyfi ya da rastlantısal bir ö ykü değildir. S ihirbaz hekim 'in etkinliği bilinen bir tema çevresinde döner. Öte yandan, bu kaosa bir anlam vererek ve bu mücadele sırasında eşlik ederek, kendi değerini ve duyulan saygıyı da gösterir ona sihirbaz. Bedenindeki düzensizlik ve kargaşa soyluluğundan hiçbir şey götürmemiştir. Oysa daha önce söylediğimiz gibi bedenin gerçekliği semboliktir. Mümkün olmayan bir doğumun anlamsızlığının dayanılm az muamm ası karşısında, başkald ıran bir bed enin derinliği ve yoğunluğu karşısında bü y ü c ü 'nün rolü olaya yenid en anlam kazand ırmak, d o ğuran kadına, grubun gerekli ko n sensüsü aracılığıyla içind eki tuhaf v e acı veren d uyguların içeriğini açıklamaktır. Bir ara, d ünyanın insani d üzenind en kaçmış gibi gözüken şey geri döner. Üfürükçünün yorumu ve çok güçlü bir ritüel bağlamınd a anlatılan m it aracılığıyla gelen eylem sayesinde kadın doğumun kontrolünü yeniden eline alır ve bundan böyle normale döner işler. A ma ilk bakışta, uygulandığı objeden (beden, acı, hastalık...) bize göre (ama sadece bize göre, Cunas yerlilerine göre değil) farklı o lan sembo l (sözcük, tören, dua, eylem) son derece etkili olsa da, kendisi de bir sembol gereci olan bir bedende başka bir suya karışan su gibi yayılır ve yoğunluğu azalır. Büyücü'nün aracılığıyla gelen müdahalenin iki ucu arasında hiçbir kopukluk, hiçbir kesiklik yoktur. B ü y ü cü hekim anlam dokusu içindeki bir boşluğu doldurur, acıyla gelen anlaşılmaz şeyin önünü keser. A ktörün ve toplumun kabullendiği yeni bir anlam getiren bu eylemler sı- 56

56 kıntınm insanileşmesine ya da daha doğrusu sosyalleşmesine katkıda bulunurlar. A ktörü ait olduğu grubun genel sembolizmine bırakırlar. A ktör, baş vurduğu tedavicinin katıldığı bed e nin temsiline minimal düzeyde de olsa katılır. Bu katılım hiçbir biçimde inançla karıştırılmamalıdır çünkü c o g ito düzeyinde yani içebakış düzeyinde yer almaz, burada büyük ölçüde bilimdışı süreçler etkin olur. Burada kadiri mutlak diye bir şey söz konusu değildir, büyücü tedavide başarılı olamayabilir. A ma geleneksel yöntemlerle tedavi eden köy hekimi sıkıntının kaynağını bilir ve çevresi güvenir ona, o toplumdaki yaygın patolojilere uyguland ığında bilgisi yararlı v e etkilidir. Bu analiz Cl. Lev i-strauss'un sem bo lik etkinlikle ilgili metinlerinde zaman zaman görülen ikili engeli aşar. Sözgelimi Levi-Strauss büyücünün uyguladığı tedaviyi esasen psikolojik bir etkinlik olarak görür ve ona göre bü y ü cü n ü n doğum yapan kadına elini sürmemesi onun bu gözlemini doğrular kendisine göre. Bu farklı gerçeklik, düzeyleri arasındaki sembolik benzerlik sayesind e fizik d üzlemd e gö züken eylemleri zihinsel düzlemde yönlendirerek etkili olmaktadır: Bir yanda fizyolojik düzensizlik ve öte yanda da imajlar dizisi. Cl. Levi- Strauss'un analizinin zenginliği d üşünülm emiş bir şeye dayanmasıdır: Beden ve ruhu, organik ve psikolojik olanı ayıran ve toplumlarımızda bedeni hekimlerin analizine ve ruhu da psikologların ya da psikanalistlerin öngörü ve anlayışlarına teslim eden bu tür bir iş bölümüne açılan ikili Batı metafiziği modeli. A ma daha önce belirttiğimiz gibi54 birçok toplumun sosyal imgeleminde beden insandan mutlaka ayrı tutulmaz. Kaldı ki Cl. Levi-Strauss, kendisi de "M uu'nun yolu ve M uu'nun yaşamının yerli düşüncesi için bir güzergâh ve mitsel bir yaşam o lmadığını, bunların gerçek anlam da gebe kadının cinsel organını, rahmini temsil ettiğini söyler ve ona göre bunlar bu organların derinliklerinde zaferle sonuçlanan bir mücadele veren bü y ü cü hekim ve n ü şü 'ler tarafından araştırılır." (s. 207). B ü y ü c ü ' n ü n eylemi ve kadının bedeninin temsili 57

57 arasında esinleyici bir derinlik yoktur ve psikolojik eylemden söz etmek sunulan olguları kazanılmış özelliklere indirger ki bu da sonu gelmeyen sorular doğurur: En dar anlamda psiko- somatiğin tutarlılığı yani karşılıklı etkileşim içinde bir so m a ve bir p s y c h e ' d en oluşan ihsan. A ma bir alternatif getirmeye çalıştığı ikili mirastan çok fazla bağımsız olan bu yaklaşım günümüzde kesinlikle tartışmalıdır. 55 Bu görüş açısı bir psikosomatikten daha az karmaşık ve daha üretken bir yol açan bir fizyosemantiğe geçme olanağı sağlar. Burada mit, bü y ü cü ' nün sem bo lik eylemini, to pluluğun katılımı aracılığıyla d estekleyen bir beden ve hastalık teorisi gibi etkin olur. Hekim aracılığıyla gerçekleşen anlamlandırma kadına insani ve sosyal koşullarını geri verir, onu, karnındaki çocuğunun neden olduğu gerilimlerd en kurtarır. Cl. Lev i-strauss'un d ediği gibi: "Büy ü cü, hastasına, d ile getirilemeyen ve başka türlü d ile getirilmesi mümkün olmayan durumları anında ifade edebileceği bir dil verir" (s. 218). A ma bu dil, işlenmesi bir grup sembolleşmesine yani bed ene bağlı bir gereç üstünd e sem bo lik bir egemenliktir. A ynı gereçler bir anlam da m it alanında v e kadının bed e nind e d e v arlıklarını gösterirler. Dolayısıyla "fizy o lo jik serbestliği sağlayan" sadece sözsel ifade değildir çünkü fizyolojik unsur, antropolojik düzlemde sembolik unsurdan farklı bir şey değildir. B ü y ü cü bu alandan kaçan şeyin denetimini hastanın da katıldığı etkin bir sembolleştirme sayesinde eline geçirir. Cl. Levi-Strauss, bir biyo tıp kavramı (organik) getirir ki ihtiyacı yoktur buna. Biz tıpta "placebo etkisi" denen sembolik etkinlik biçim lerind en biriyle sürdüreceğiz bu analizi. A c ın ın sem bo lik boy u tları: p lacebo ( y alan c ı ilaç) etkisi A cmın karmaşıklığı, insanın bilincinde dolambaçlı bir biçimde ilerlemesi, onu üstlenme biçimlerine yansır. Ötekinin bakışının gücü tedavilerde p lacebo'ların etkisiyle yansır

58 Hastaların yüzde 35'i bir yalancı hap aldıktan sonra çok açık seçik bir rahatlama hissettiklerini söylemişlerdir. Morfinin çok şiddetli ağrı ya da acılarda sadece yüzde 75 oranında etkili olabildiği göz önüne alındığında çok daha kafa karıştırıcı bir orandır bu. Beecheı'in çalışmalarından alman sonuçlara göre hastanın içinde bulunduğu stres ne kadar şiddetliyse, yalancı ilaç da o kadar etkilidir. Sözgelimi bu ilaçlar çok sıkıntı veren bir acı ya da ağrıyı kesmek amacıyla kullanıldıklarında, test amacıyla oluşturulan bir ağrı ya da acıyı kesmek amacıyla alındıkları durumlara göre on kat daha etkilidirler. 57 Bu koşullarda ortaya çıkan sembolik etki sadece bir organı değil, insanı tümüyle etkileyen bir ağrı ya da acımn çok fazla özellik taşıdığı gerçeğini hatırlatır. Bütün acıları o luşturma ya d a dindirme bağlamında toplumsal ilişkiyi harekete geçirir. Tedavi etkinliği, sunuluş biçimlerine ve hastaya sunulan içeriğe göre kesinlikle organik düzlemde etkin olur ancak acı algılamasını kuşatan sosyal, kültürel, bireysel ya da özel durumları da etkiler. Ve acmm ya da ağrının nedenine bir ad koymak inisiyatifi geri getirir, her türlü negatif hipotezi, hastanın sıkıntısını, bunalım ını v e acısını artıran her türlü fantazmayı engeller. Bunalımı doğuran sadece anlamsızlıktır, bilincin kavrayamadığı şeydir. A cıya karşı mücadele, kendisini yıpratan şiddeti anlam ayan bir hastaya işkence yap an ko rkunun başlangıçtaki huzurunu gerektirir. A cımasız ve kaba bir yok etme deneyimidir o ve yeniden anlam düzeni içinde yerini almalıdır. Ve dolayısıyla yakındaki bozgununun habercisi olabilecek bir proje içinde yer alır. Çünkü acıya verilen anlam bilgi değerine sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda eylemden önce gelir, türü belirlendikten sonra onunla mücadele yolunun kendiliğinden o luşm asını gerekli kılar. A cının anlam ı koşullara göre d eğişir ve bireyi başka bir biçimde davranmaya zorlar. Kemoterapi tedavisi gören kanser hastası Robert Jaulin kişisel direniş kapasitelerini belirleyen bu anlam d eğişiklikleri ko nusund a ö rnek tanıklıklar yansıtır: 59

59 "Tabii ki genellikle hiç hoş olmayan, acı veren durumlarla karşılaştım ama bunların beni gerçekten ezmiş o ld uklarını hatırlamıyorum; bir yerlerde, çok farklı bir şey vardı ve önceliği ve üstünlüğü olan bir şeydi bu; en azından bana bir mücadele gücü veriyordu. İçine dalmış olduğum kemoterapiye bağlı bulantılarda sinsi bir şiddet vardı ve sanki sadece benim katlanabileceğim bir şiddetti bu."58 R. Jaulin, Dako ta'da, Siyu yerlileriyle birlikte Meksika bitkilerinden elde edilen ve halü- sinasyo n etkileri veren uyuşturucu p artilerine katılmış. Bu sırada mide bulantıları ve kusmalar olur ama saygın bir sihirbaz hekimin başkanlığında gerçekleştirilen bu ortak etkinlikte acılar ve ağrılar paylaşılır ve hafifletilir. Bunu karşılık kemoterapide insan çıplak ve yalnızdır. Tedavileri dolayısıyla bir araya gelen hasta grupları yan yana, kibarca acı çekerler; her biri ötekilerin fizik ve moral alanını çok fazla işgal etmek istemez. Sızlanmadan, iyi ilişkiler içindeki bir toplulukta, ağırbaşlı bir tavırla kusarlar ama toplumsallık yoktur burada. Hiçbir gelenek, hiçbir tören üstadı koşullara önemli bir anlam yükleyemez ve enerjileri ortak bir proje içinde bir araya getiremez. Herkes iyileşebilmek amacıyla, kendi inançları ve beklentileri içinde tek başına mücadele eder. Bireylerin girişimi yani tıbbi mevzuatların daha da güçlendirdiği "biz"d en çok "ben"in girişimi. Bu acılar ve sıkıntılar grubun himayesinde ben'in değişiminin parlak ve etkileyici bir perspektifi içinde yer almazlar, kendi içlerine kapanırlar, kırılması zo r bir yalnızlık oluştururlar. Gelecek için açık seçik bir vaat değildirler çünkü iyileşme bir kesinlik değildir, sad ece bir o lasılıktır/ 'Kemo terapi her halükarda iyileştirmez ve sayısız insan boşu boşuna acı çeker, sözgelimi annem ve kardeşim" diyor Jaulin (s. 55). Bu seansların verdiği karmaşık ve dayanılmaz acılar başka bir arayış empoze eder: "A cı nasıl öğrenilecekti, sırtımı duvara vermiş, sadece bunu düşünüyordum" (s. 102). A cının üstesinden gelebilmek için ona, kendisini aşan ve uygun duruma getiren bir anlam verm ek gerekir. 60

60 Bu bağlamda Katherine Mansfield de başka bir örnektir. Erken yaşta gelen ölümünden kısa süre önce, tüm dinsel refe- reransların dışında, bir acı anlayışı geliştirir ve bu sayede yaşamına tamamen egemen olmayı başarır. Şöyle diyor: "Boyun eğmek gerekir. Direnme. Kabul et! A cını hayatının bir parçası yap. Yaşamda, gerçekten kabul ettiğimiz her şey dönüşüme uğrar. Böylece acı bir sevgi olmalıdır. İşin sırrı burada yatar. Kişisel aşktan daha büyük bir aşka geçmem gerekir... Şimdi yüreği sökülmüş birine benziyorum ama dayan! Maddi dünyada da manevi dünyada da acı sonsuza kadar sürmez... A cı onarmıyorsa eğer, ben o hale getirmek istiyorum o nu."59 K. Mansfield, daha bireysel bir tavır içinde, eski bir Yahudi-Hıristiyan geleneğine dayansa da, acısını, kendisine empoze ettiği anlam aracılığıyla denetleme iradesine sahip olabilmek için büyük çaba harcıyor. A meliyat so nrası ağrı v e acılarla ilgili o larak yapılan bir anket korku ve acıyı hafifleten ve bireyin iyileşme sürecini aydınlatan bu anlam işaretleri konusunda bilgi veriyor. A ğır bir ameliyat geçirecek hastalar iki gruba ayrılıyor. Bir grup ameliyatın sonuçları konusunda kesin bilgiler istiyor; onlara kaçınılmaz ama endişe edilmemesi gereken bazı acılardan ve ağrılardan söz ediliyor. A meliyat sonrası ağrı ve acıların karnm kesilen bö lgesind eki kasların şidd etli kasılm asınd an kaynakland ığı v e gev şeyerek bu ağrıları d indirebilecekleri sö yleniyor. Bu bağlamda bazı basit yöntemler öğretiliyor. Ve nihayet tam anlam ıyla bir rahatlamaya kav uşmanın zo rlukları anlatılıyor. A ma bu hastalar her an ağrı kesicilere baş v urmayı bilirler. Sıradan bir tedavi sınırlan içinde kalan öteki hasta grubu hiçbir özel talimata gerek duymaz. Bilgilendirilen hastalar, bu grupla karşılaştırıldıklarında çok belirgin biçimde daha az yakınırlar, d aha az ilaç isterler v e d aha kısa süre kalırlar hastanede. 60 Sıkıntılılar açıklam a istemediklerind en daha fazla acı çekerler ve tedavi eden ekibe daha sonra sorun çıkarırlar. Nedenlerin ve açıklam alann reddedilmesi hastanın korunması 6ı

61 bağlamında pek doyurucu olmaz. Teşhis edilmiş, nedeni belirlenmiş bir ağrı ya da acı belirsiz, teşhis edilmemiş, anlamsızlık içinde kalmış, aktör tarafından anlaşılmamış bir acıya göre d aha katlanılabilirdir. Daha titiz, daha hassas başka bir araştırma ve incelemeyle acımn algılanması ve bademcik ameliyatı için hastaneye yatırılan ço cukların ameliyat so nrası tepkileri belirlenir. Sö z konusu araştırma bedensel simgeler üstünde yoğunlaşır, hastanede yattığı dönemde, çocuğun acı algılamalarına karşı annenin tavrının etkisini değerlendirmeye çalışır. Rahat ya da endişeli bir annenin ço cuğunun stresini hafiflettiği ya d a şid d etlendirdiği farzedilir. Gündelik yaşam deneyimleri fazlasıyla tanıklık eder bu olguya. Hastanede tedavi organizasyonunun hastaya bir eşya muamelesi yaparak, onu sadece hasta bir beden gibi görerek, bireyselliğin silindiği v e sıkıntısının end er o larak dikkate alındığı rutin bir yaşama mahkûm etmesi bunalımı artırır. Bu o rganizasyo nun hastaya, sıkıntılarına ya da ald ığı tedaviye elverişli bir biçimde egemen olma olanağı veren işaretler vermemesi durumunda geçerlidir bu olgu tabii ki... A nnenin çocuk üstündeki etkisini test etmek amacıyla iki grup oluşturulmuştur. (Daha önce hastane deneyimi olan ya da bazı tıbbi komplikasyonlar yaşamamış çocuklar alınmamıştır bu gruplara). Bu iki grup arasında optimal bir uygunluk aranır. Toplam 80 çocuk üstünde gerçekleştirilmiştir bu anket. Birinci grup ta bir hemşire annelerle ilgilenir v e o nlarla birlikte bir güven ortamı oluşturmaya çalışırken çocuklar muyane edilir. Bu sürenin koşullarının iyi anlaşılması için gerekli bilgiler verilir kendilerine, ameliyatın v e nekahet d ö nem inin safhaları açıklanır. Endişelerini anlatmaları ve kafalarına takılan sorulan sormaları istenir. Hemşire bütün sorulara dikkatle ve özenle cevap verir. Bu konuşma ve fikir alışverişi sırasında doğrudan doğruya muhatap alınmasalar da çocuklar da bulunur. Öteki grupta, tersine, anneler ve çocukları, iletişim için özel bir çaba harcamaya gerek d uymad an hastane rutinine tabi olurlar. 62

62 Daha so nraki günlerd e anneler anket sorularını cevap larlar, ameliyat ö ncesi ve so nrası stres d üzeylerini değerlend irirler, ço cuklarının d urumlarını anlatırlar ve ö zellikle evd eki nekahet dönemiyle ilgili gözlemlerini aktarırlar, ikinci bir anket de çocuğun hastanedeki yaşamıyla ilgili olarak hemşirelere (oluşturulan iki grup tan habersiz) uygulanır. So nuçlar ço k anlamlıdır. A yrıntılı açıklam alard an yararlanan anneler açık seçik biçimde öteki gruptaki kadınlara göre daha az endişelidirler. Rahattırlar ve güven içindedirler, sıkıntılarını denetlerler ve rahat görünümleriyle çocuğu da rahatlatırlar. Öteki grubun çocuklarıyla karşılaştırıldıklarında bu çocuklarda ortaya çıkan kesin fizik belirtiler onların streslerinin en alt düzeyde olduğunu gösterir: A teşleri ve kan basınçları hemen hemen normaldir; uykuları son derece düzenlidir; kâbus falan görmezler ve uyku durumları çok kısa sürede düzene girer; hastaneye götürülürken ve sonrasmda daha az ağlarlar ve daha az yakınırlar durumlarından, hastanede daha kısa süre kalırlar. A n nelerin, iyileşme yolunu belirleme olanağı veren anlamdan yo ksun sıkıntısı ço cuğun da sıkıntısını artırmıştır; nabız atışlarının hızlanması, ateş, uykusuzluk, acıların ve ağrıların daha etkili biçimde hissedilmesi. Gerektiği gibi özümsenemeyen bir travma deneyimi ardı arkası kesilmeyen kâbuslarla yansır. Hastaları, durumlarıyla ya da uygulanacak tedaviyle ilgili o larak belirsizlik içind e bırakan rutin ted av iler uygulayan servisler için sıkıntı veren bir durumdur bu. Konuyla ilgili metni kaleme alanlar bu tespitin etik ve pratik yanlarının altım çiziyorlar. 61 Tedavinin etkili o labilmesi için kesin bilgiler v e hastanın sorularına cevaplar gereklidir. A cıya (ya da hastalığa) karşı ilk sav unma hastanm bunlara yükled iği anlamdır. H astalığa hiçbir anlam ya da değer yüklenemediği takdirde çıplak halde yaşanır ağrılar ve acılar, hastalık etkili olur ve korku ve depresyonunun üstüne üstüne gider çoğu zaman. A ğrı kesiciler ko nusund a yapılan o n beş araştırmayı inceleyen Beecher bu deneylere katılan ve travma ya da ameliyat 63

63 sonrası ağrılardan şikâyet eden 1082 hastanın yaklaşık yüzde 35, 2'sinin kendilerine yalancı ilaçlar verilmesind en so nra belirgin biçimde rahatladıklarını saptamıştır.62 Bu çalışmaları on beş yıl sonra, arasında yapılmış bir dizi incelemeden yararlanarak güncelleştiren F. J. Evans'm ulaştığı sonuca göre yalancı ilaç sayesinde, açık seçik biçimd e rahatlayan hasta o ranı yüzd e 36'dır. 63 Ev ans'm bahsettiği başka bazı araştırmalara göre ağrıların ve acıların yalancı ilaçlarla dind irilmesi mo r fine oranla yüzde 56 oranında daha fazla etkindir. A spirin ve öteki kuvvetli ağrı kesiciler arasındaki oran da budur aşağı yukarı. Placebo en çok bilinen etkin tedavi yöntemleri kadar etkilidir neredeyse. 64 Placebo'nun sembolik etkinlik tesbiti, etkin ağrı kesiciler ağrı ya da acının tamamen yok edilmesi için her zaman yeterli gelmediğinden daha bir anlamlıdır. İlaç verme ya da tedav i uygulama biçim i aracılığıyla sağlanan aşırı rahatlık bireyi kendisine rağmen felç eden bunalımı dindirir, ürünün beklenen etkilerini hisssedilir derecede etkileyebilen hatta onları nötralize edebilen sembolik bir vektör oluşturur. Gelecek saatleri ya da günleri yaşamak için bir yön verir. Ürünün etkili bir rahatlama aracı olduğu inancı asla nötr değildir. Eğer tedavi eden hekim uygun olduğuna inanmışsa sadece hasta üstünde değil aynı zamanda ilacı veren hekim üstünde de etkisi gitgide artan bir güç izlenimi uyandırır, eğer hekim ürüne kuşkuyla bakarsa, etkileri azalır ya da bütünüyle yok olur. Hastanın umutlan ve arzulanan etkiyi üreten hekimin umutları arasında bir el koyma durumu oluşur. Tedavi objesinin (ilaç, ameliyat, vb) içerdiği etki gücünü tedav i ekibinin beklenti v e inançlan v e hastanın algılama biçimi yönlendirir. Nöbetli göğüs ağnsı tedavisinde göğüs atardamarlarının d ikilmesiyle ilgili bir anket kanıtlar v erir bu bağlamd a. Bu cerrahi müdahale bazı pratisyen hekimler tarafından ve bazılannm da kuşkulan altında yıllarca coşku ve heyecanla uygulanmıştır. Beecher, bu cenahların, hastalarının d aha so nraki durumları üstündeki etkisini d oğrulam ak amacıyla ameliyat so- 64

64 nuçlanm karşılaştırmayı düşünmüştür. Bu işi co şku v e heyecanla yap an cerrahların yap tığı ameliyatlarla ilgili d ö rt dö kümden alman sonuçlara göre 213 hastadan yüzde 38'i ameliyattan so nra açık seçik bir rahatlama hissetmiş, hastaların yüzde 65-75'i ise durumlarında çok açık seçik bir iyileşme görmüşlerdir. Buna karşılık "kuşkucular" sadece yüzde 10'luk bir rahatlama saptayabilmişlerdir. Bu d eneylerle ilgili araştırmalar birço k hastayı sağlığına kavuşturmuş olsa da p siko lo jik tedavinin yararsızlığını göstermiştir. Psikolojik tedavinin etkisi hekimlerin, inançlarını hastalarıyla paylaşmalarından gelir. 65 Böyle bir tedavi girişiminin yararına olan inancm yitirilmesi başarısızlığının kanıtlanm asını hızland ım. Placebo etkisinin kökenindeki belli bir kişisel ilişki tipinin tespiti acının sembolik dünyada kök salmasını yansıtır. Tedavi ilişkisinin getirdiği anlam ekleme durumu, acı olgusuna damgasını vuran ve onun insan tarafından kavranılış biçimini değiştiren dayanılmaz olan şeyi işlevsizleştirir. Sembolik etken, belirtinin bu düğüm noktasına müdahale ederken, acıyı, anlamını ve daha sonra da doğasını değiştirerek hafifletir. A l gıyı etkileyerek nesnesini fizik o larak etkiler. Buna karşılık basit karın ağrıları, hasta ansızın, bir kanser teşhisind en ö nce aynı belirtilerin gö rüldüğü aile bireylerind en birini hatırlad ığınd a ko rkunç olur. A cı kişisel v e to plum sal anlam ların yankılandığı yerdir. Tıbbın placebo diye adlandırdığı sembolik etkinlik toplumsal ilişki içinde etkili olan bir tedavi aracıdır. Kendini tam olarak tanıma, kişisel bir düzensizlik bağlamında pozitif bir çözüm yolunda güven veren bir hekim (ya da bir uzman) hastanın fizik kaynaklarım harekete geçirir, aynı şekilde, geleceği sembolik anlamda engelleyen sıkıntı verici ve kuşkulu bir bakış mücadeleden vazgeçme eğilimini güçlendirir. Her türlü tedavi girişimi, ister istemez, olumlu ya da olumsuz koşullarda bu değişken ve düzensiz fazlalığı getirir. Aym şekilde, bir acı ya da ağrı sembolik bir müdahaleyle yok olur ya da hafifler veya hipnotize olmuş insanda hiçbir 65

65 hasara bağlı olmadan ağrılar ya da acılar oluşturur. Hipnoz, hastanın özel bir trans haline geçmesini gerektiren başka bir sembolik etkinlik yoludur. Telkin yoluyla etkili olur ve bu telkinler kısa sürede gerçekleşir. Hipnotizmacının etkili sözleri, ilgili kişinin bedensel açıdan hiçbir etki hissetmediği bir ağrı ya da acı durumu ortaya çıkarabilir. Hipnoz altındaki bireye madeni para verilir ve kendisine bu paranın yakıcı olduğu söylenir, söz konusu kişi çığlık atar ve parayı uzaklara fırlatır... ço k bilmen bir deneydir bu. Daha sonra vücutta yanık kabarcıkları o luşur.66 Bedende sadece bir telkinle ağrı ve acı oluşturan hipnoz, birey bu nedenle gerçekten acı çekmeye başlayınca bu ağrı ve acıları kolayca yok edebilir. Hipnoz altmda gerçekleştirilen cerrahi m üd ahaleler tıp tarihind e ço k eskid en beri yaygın bir uygulam ad ır.67 Sözgelimi 1829'da Jules Cloquet, altm ış yaşlarınd aki bir kadının gö ğsünü hipno zla uyutarak almıştır." A meliyatı bir ceset üstünde yapmıştım sanki" diyor Cloquet. Eter ya da kloroformla anestezinin bulunmasından ö nceki yıllarda birço k ameliyat bu koşullarda gerçekleştirilmiştir. 1842'de James Ward, derin bir hipnoz uykusuna dalan birinin bacağım kalçasından kesmiştir. Ve hasta, uyandığında hiçbir şey hissetmediğini söylemiş. Daha sonra aynı yöntemlerle Loysel (1845 ve 1846), Fanton, Jo ly ve Tosw ell (1845) tarafından başka ameliyatlar yapılmıştır. Kalkütalı bir cerrah, Esdalie hipnoz yöntemiyle yüzlerce ameliyat yapmıştır. Manchester'da yaşayan İskoçyalı cerrah James Braid 1843'te onyıl- lardır süren hipnoz tartışmalarıyla ilgili olarak önemli bir yapıt yazmıştır: N eu ro hy p n o lo g ie o r the ration ale o f n erv o u s sleep c on sidered in relation w ith an im al m ag n etism. 1866'da Fransizca- ya çevrilen bu yapıt hipnoz sayesinde gerçekleştirilen çok sayıda cerrahi müdahaleyi (herhangi bir organın ya da bir parçasının kesilmesi, apseli yaraların deşilmesi, diş çekimleri vb.) anlatır. Broca da başarıyla uygulamıştır bu yöntemi. Poitiers'd e Guerineau hip noz yö ntem iyle bir hastanın bacağını kalçasınd an kesm iş v e bu hasta ameliyattan so nra "kend isini cen

66 nette sandığını" söylemiştir. A ncak bu yöntemin uç bir uygulama olması, istikrarsızlığı, herkese uygulanamaması (öz ellikle uygulayacak olanın kuşkucu olması durumunda) hipnozun, başanlı bir yöntem olmasına rağmen gözden düşmesine neden olmuştur. 1847'den başlayarak eter ve kloroform aracılığıyla anestezi, daha sonra bedenin bir bölümünü uyuşturabilm e o lanağı tıp alanına rasyonel v e hastayla ilişki türünd en bağımsız bir yöntem argümanı getirirler. Sadece anatomik-fizyo- lojik bir çerçeve içinde kalarak hipnozu anlamanın olanaksızlığı çok sayıda mevcut tıbbi gerekçeye, alaycı bir biçimde kuşkuyla bakılmasına yol açıyordu. Hipnoz, insanın koşullarını ço k güçlü bir biçim d e belirleme o lanağına sahip o lmasına rağmen tıp d ünyasınd an kaybolmuştur/ 'Şubat I860'tan başlayarak kimse hipnozdan söz etmemiştir artık" diyor Jules Roc- hard 1875'te. 68 Hipnoz daha sonra özellikle akıl hastalıkları alanıyla sınırlı kalır ve Charcot'nun 1893'te ölümüyle bu yöntemd en yararlanmaktan gene vazgeçilir. İkinci Dünya Sav a şından sonra hipnotik uyuşturma yöntemi cerrahi müdahalelerde ya da doğumlarda düzenli biçimde uygulanmıştır. 69 A ma anestezi ya da ağrı kesicilerin denenmiş yöntemler olması, uygulam alarının kolay o lması, hastanenin yaygın v e gündelik koşullarına uygun olması hipnozu, tartışılmaz tedavi ya da ağrı kesici d eğerine rağmen, kenarda, kuşkulu bir zanaatkârlık yö ntem i o larak bırakmıştır. Refakat, dinleme, sıkıntı ve bunalımı denetim altına alma, hemşirelerin ve hekimlerin acı çeken hastaya ilgi göstermeleri ağrı ve acılan gerçekten dindirir. Bu bağlamda kimi zaman ço k küçük d o zd a ağrı kesiciler hastanın rahatlaması için yeterli gelir. Buna karşılık, terked ilmişlik, yalnızlık acılan v e ağrıları şiddetlendirir, bunları yoğun bir sıkıntıya dönüştürür, hasta çevresindekilere bağırır, çığlıklar atar ve bu tavırlan yaşama arzusunun so n işaretleri gibi d üşünülebilir. Çatışm alar v e tartışmalar çoğu zaman teknik açıdan iyi tedavi edilen ama hiçbir dostluk ilişkisi bulamayan ve terkedilmişlikleri (ya da böy

67 le düşünmeleri) yüzünden acı çeken hastaların ve hastaların sıkıntılarını abarttıklarını v e d o layısıyla abartılı'isteklerd e bulunduklarını düşünerek öfkelenen hastabakıcıların çevresinde ortaya çıkar. A ma deneyimler gösteriyor ki terkedilmiş ya da redd ed ilm işlik duygusu acıları artırıyor. Bir araştırmayla Brompton kokteylinin (Londra'daki San Cristopheı's hospice ekibinin kullandığı bir uyuşturucu) ağrı kesici etkisi üç farklı tedavi bağlamında değerlendirilmiştir: Koğuşlar, genel hastane bakımı çerçevesi içinde tek kişilik odalar ve geçici tedavi servisi. Refakatçileri o lan hastalar o lm ayan hastalara göre kesinlikle daha az acı ve ağrı hissederler. Geçici tedavi servisinde "ço k sıkıntı verici, korkunç ya da dayanılmaz" kategorisine giren hiçbir acı hissetmezler, o ysa tek kişilik o dalarda ted a vi olan hastaların yüzde 10'u ve koğuşlarda kalanların yüzde 13'ü bu tür ağrı v e acılarınd an y akınırlar.70 Yalancı ilacın etkisi ya da refakatçilerin önemli yardımı acının nasıl sembolik boyut içinde kök salmış olduğunu yani toplumsal ve duygusal bağların içinde yattığını hatırlatır. A cıda nesnellik yoktur, acının insanın tüm boyutlarını özellikle kendi özel yaşamı, toplumsal ve kültürel kökleri ama aynı zamanda da çevresind eki ilişkilerin ö zellikleri içind e o luşm uş bilinçdışıyla ilişkisini kapsayan bir öznelliği vardır. K işisel den etim Epikuros'a göre, insan bir zevk duyma fırsatı yakaladığında bu zevki tatması, bu zevkin içine dalması, ona bağlanması uygun olur. A cılarla geçen kö tü günlerin amsı d eğerli bir kaynaktır insan için. Epikuros acılarını ve sıkıntılarını eski hazlarını ve zevklerini hatırlayarak ve böylece bilincin sadece acı ya da ağrı üstünde yoğunlaşmasını engelleyerek hafifletirmiş. Bu yönteme karşı olanlar bu düş perdesinin kırılgan olduğunu sö ylüyo rlar. Güzel anıları hatırlamak bo yund uruktan kurtula 68

68 bilecek gücü v ermez her zaman. Bununla birlikte uzaklaşmaya çalışma, belli bir mesafeden bakma acıyı hafifletir, geçmişte yaşanan zevkleri ve yaşanan sıkıntılar geçtikten sonra gene yaşanacak o lan zevkleri hatırlatır Ep ikuro s insanın akıl yürütme gücüne ve iç gücüne inanır. Stoacı Marcus A urelius onun tavrını örnek tavır olarak gösteriyor: "Şö yle diyor Epikuros: "Hastalığımda konuşmalarım asla benim zavallı vücudumun çektiği sıkıntılarla ilgli d eğild ir; ziyaretime gelenlere asla bunlardan söz etmemişimdir. A ma doğal sorunlarla ilgili ilkelerle ilgilenmeyi bırakmam, ö zellikle d üşüncenin, bir yand an bed e nin sarsıntılarım hissederken bir yandan da sıkıntılardan uzak kalmasını ve kendisine özgü sağlığı nasıl koruyabildiğini anlamaya çalışırım."71 Epikurus ölüm döşeğinde İdomene'ye şöyle der: "Sana bu mektubu hayatımın son mutlu günlerinde yazıyorum. Karnım ve belim dayamlmaz şekilde ağrıyor. A ma seninle sohbetlerimizin anılarına dalınca duyduğum zev k geçiştiriyo r bu ağ rıları." Stoacı ahlak anlayışına göre acı insanda bir doğa olgusundan gelen yaradır. Bedeni kemirir ama damgasını vurmaz. İnsanın egemenliği bu acıyı değerlendirmesiyle ve etkilerini yok etmesiyle ya d a o nların üstüne çıkmasıyla ilişkilidir. A cı, etkis in i ancak kendisine karşı negatif bir yargıyla birlikte hisetti- rebilir. İnsanın tepkisi bir duruma karşı değil, bu durumla ilgili düşünceye karşıdır. Stoacı geçmek bilmeyen ağrı ya da acılara karşı kayıtsızd ır çünkü kişiliği ve d ünyanm acımasızlığı arasına son derece güçlü kendi kararlılığını sokar. Olayların kontrolünü kaybetmek kendini kaybetmektir çünkü olaylar insanın kendi iradesinin gerekçesidir. Özgürlük ahlaksal bir kavramdır; felaketlerden ve tersliklerden kaçamayabilir ama ancak kişisel eylemiyle boyun eğebilir bu duruma. İnsanı, tek efend isinin kend isi o ld uğu iç d ünyasınd an başka gerçekten ilgilendirebilecek başka bir şey yoktur. Seneca şöyle diyor: "Baskı'altınd a d eğilim, hiçbir sıkıntım yo k, Tanrının kö lesi d e ğilim, onun kararma katılıyorum ve her şeyin ebediyen geçer 69

69 li yasalar doğrultusunda olup bittiğini bilmem güçlendiriyor bu eğilimimi." Şiddetle direnen insana boyun eğdirebilecek bir güç yoktur. A cıya kararlılıkla direnme konusunda bir yığın anekd o t vardır. N ero n'un, kendisine karşı suikast düzenleyeceğinden kuşkulandığı Lateranus tehditlere karşı, beklediği işkencelere karşı kendi anlamlandırma gücüyle kararlılıkla karşı koyar/ 'Lateranus idama götürülür, kafasını kesecek olan celladın ilk darbesi ço k zayıf kalır, kesemez kafasını, Lateranus daha sonra kafasını daha kararlı ve güvenli bir biçimde uzatır" diye anlatır Epiktetos (E n tretien s, I, 4; Fr. Çev.). Damla krizi nedeniyle ço k büyük acılar içinde kıvranan Posidonius, Pom peius'u konuk eder ve onunla iyilik ve erdem üstüne sohbet eder. Bir ara acının etkisiyle şöyle haykırır: "Yapacak bir şey yo k, acı; ne kad ar sıkıntı v erirsen ver, senin bir acı o ld uğunu kabul etmeyeceğim." Epiktetos da, bir gün, efendisi, ayağına bir işkence aleti taktığınd a koşullara karşı kararlı bir so ğukkanlılık örneği verir ve şöyle der efendisine: "Dikkat et, kıracaksın." Gerçekten d e bacak kırılır/ 'Söylemiştim sana". A cı çeken insan, içinden devşirdiği güçten vazgeçmezse ve acılarına karşı etkin bir mücadele v erirse, tıbbi ted av i başarısız olsa da acıyı kontrol altına alma ya da azaltma yolunda kend i o lanaklarına sahip olur. Yoga, rahatlama yö ntemleri, kişiliği uyumlu hale getirme çabaları, meditasyon ya da hipnoz... hastalar bu çarelerin ötesinde, direnç için sürekli bir meydan okuma haline gelen acı içinde kendi yollarmı kendileri açarlar. Bir kadın, baş ağrılarını çocukluğunda dolaştığı bazı özel yerleri hatırlayarak hafifletir; bir başkası, saldıran acıyla mücadele eden ve onu kendisinden uzaklaştıran bir dostunu hatırlar. Bir hekim bir çocuğun acısını bir ucubeye benzetir ve ona nasıl egemen olacağını öğretir. Kol siniri kopan genç bir kazazede, hekimin kendisini kıskaca alan ağrıların ve acıların en azından beş yıl süreceğini söylediğini işitir: "Beynin anlama süresi" (!). Kazazede, hekimin acısını dindire- meyeceğini anlayınca kendi acısının içine girmeye ve onu de 70

70 netlemeye karar verir/ 'Madem ki bu acı bend en kaynaklanıyor, onu durdurabilmem gerekir, dedim.[...] A cı belli bir sınırı aştığında, ona karşı artık bir şey yapamayacağımı biliyordum; ama acı kendisini hissettirmeye başladığında, belli bir zihinsel yoğunlaşmayla ben de saldırıya geçiyordum ve böylelikle onu, git gide daha etkili bir biçimde engellemeyi başardım. Başlangıçta yirmi saldırıdan birine karşı koyabilirken, daha sonra on saldırıdan birine ve nihayet beş saldırıdan birine karşı koyabilecek duruma geld im." Bu hasta birkaç hafta içinde, birisiyle konuşarak, sohbet ederek bütün ağrılarını ve acılarım kontrol altına almayı başarır. Aynı yöntemle ve hekimi de çok şaşırtarak zahmetli bir muayene ve testlerin yol açtığı ağrıları ve acıları da kontrol altına alabileceği bir güce ulaşır. 72 Bu konuyla ilgili bir yığın örnek verilebilir. Pascal kendisini kıvrandıran amansız diş ağrılarına, içine daldığı zor bir matematik problemiyle eğlenerek karşı koyar. Damla krizleriyle kıvranan Kant dikkatini bir isim ya da bir obje üstünde yoğunlaştırır ve bunlar ona acısını unutturmakla kalmazlar, uyuyabilm e o lanağı da sağlarlar. Çünkü acı katıksız, biyolojik bir olgu değildir, her zaman insanın yüklediği anlamın damgasını taşır, asla ulaşılm az v e egemenlik altına alınamaz değildir. 71

71 3 Eyu b ya da an lam arayışı " Beden de y an sıy an du y u lu r ac ı ile g ü n ah o lan m an e v i ac ı ar asın da bir de n klik ku r m a im kân sız lığ ı in san bilin c in de ç o k bü y ü k bir sıkın tı y aratır. E ğ er bö y le bir de n klik sü re kli v ar o labilsey di, acı biz i şaşırtam az dı. B ir tü r den g elen m iş dü z e n siz lik o lu rdu." Louis Lavelle, L e m al et la so u ffran c e A c ı v e kötü lü k: T ev rat v e în c il' den K u ran ' a A cı, kötülüğün anlam ının so nsuzluğu so runund an kaynaklanır ve dini anlayışlara göre evrende bir kum tanesi olan o korkunç ve kusurlu yaratığa karşı bir an için b it zorluk çıkarma, bir engellemedir. Dinsel sistemler, insanili çektiği acıyı esasen evreni açıklama anlayışlarına entegre etmişlerdir. Bu bağlamda acıyı Tanrıya, tanrılara ya da kosmoso göre doğrulamaya v e insanların bu acıları üstlenme ya d a bunlarla mücad ele etme aracılığıyla tavırları belirlem eye çalışmışlardır. Birço k kültürd e acının insanileşm esi, nedeninin dinsel o larak belirlenmesind en ve izlenecek ahlaksal tavırdan geçer. İyi, yarattıklarını seven v e o nlara yardımcı o lan iyi bir Tanrının eseri o l duğu kabul edilen bir varlığa musallat olan böyle bir sıkıntının anlamının sorgulanması bağlamında Eyüb'ün öyküsü anlamlıdır. Eğer Tanrı d ünyayı d üzenlem eye çalışırken kötülüğü 73

72 yarattıysa ya da hoş gördüyse, onun gücünün sınırlan nedir v e yarattıklarıyla, ö zellikle d e insanla ilişkisinin sınırları nedir? İnsanlık tarihinin en uzak d önemlerind en beri acıyla bütünleşme ve ona egemen olma, acıya bir tutarlılık ve bir anlam kazand ırma çabası olmuştur. Ey üb'ün so rduğu so ruları acı çeken her insan sormuştur ve gelen cevaplar dinlere ya da kozmo lo jilere v e acıya verdikleri anlamlara göre değişir. Biz burada, bu sorunla ilgili dinsel tartışmaların sonu gelmediğinden, bir kesinlik kaygısı içinde olmadan bazı işaret noktalarım göstermeye çalışacağız ve bu bağlamda önce kitaplı dinlere göz attıktan so nra acı ve ıstırabın d o ğu geleneklerind eki yerini hatırlatacağız. 73 Kutsal Kitap (Tevrat ve İncil) geleneğinde hastalık ve acı A dem ile Havva'nın yılana kanıp İyilik ve Kötülük ağacının meyvesini yemelerinden sonra ortaya çıkar. İlk başta acıdan habersizdir insan, dünyayla arasında hiçbir kopukluk yoktur. Istırap cennete yabancıdır. İnsan baştaki birliğini bo zarken yeni yaşam biçim inin kırılganlığını tanır. A cı bilincin o rtaya çıkışının bir sonucudur. Tanrıdan kopan insan kendi kaderinden tamamen sorumlu olur, sembolik bir boyut yani anlam ve değer ama aynı zamanda da ayrılık ve belirsizlik boyutlarını da kazanır. Dolayısıyla kö tülük insan yaşamına girmiş olur. İnsan cennetin doğusuna sürülmeden önce ne acı, ne hastalık ne ö lüm vardır. M utsuzluk insan ve kutsallık arasınd aki kopuşun bir sonucudur. Kutsal Kitap m etinleri genellikle mutluluk v e sağlığın insanın Tanrının buyruklarına uymasına bağlı olduğunu söylerler. M utsuzluk, acı, ıstırap Kutsal Kitap'm buyruklarına karşı gelm enin sonuçlarıdır. İnsanın d ünya v e Tanrıyla ilişkilerini d oğru bir ödüllendirme ilkesi belirler. Doğru yoldan uzaklaşan insan ceza görür v e Tanrının gazabına uğrar. Kaçınılmaz bir metafizik insanlığın koşulları üstünde etkili olur, işlenen günah oranında bir ceza verilmesine göz kulak olur bu metafizik. İyi, mutlud ur ve sorunu yoktur, kötü, doğru yoldan sapışını acı 74

73 çekerek öder."iyi'nin mutlu olduğunu söyleyin çünkü o iyi işlerinin meyvelerini toplayacaktır. Vay haline kötünün ve kötü işler yap anın çünkü o da yap tığı işlere göre muamele görecektir." (İşaya, III, ). Mısır'ın on felaketi (Göç, VII-XI), Musa'nın kızkardeşi M eryem'e musallat olan cüzam (Sayılar, XII- 10), Kral Yehoram'm kann ağrıları (Tarihler 2; XXI-18), Gehazi'nin cüzamı (Krallar 2, V-XXVII) vb. Tanrının buyruklarına uym ayan günahkârı cezaland ıran hastalıklar ko nusund a Kutsal Kitap örneklerinden bazılarıdır. A na-babanın gördüğü cezaların sonuçları kimi zaman çocuklara da yansır: "Babalar yeşil üzüm yediler ve çocukların dişleri bozuldu." (Göç, XX, 5-6). A cı bir günahın işaretidir. Önce ruh kirlenir ve daha sonra da bedeni kirletir: A cı ya da hastalık günahın somatik versiyonlandır/ 'Tannnm eli herkesin iyiliği içindir ama gazabı ondan yüz çeviren herkese ulaşır." (Ezra, VIII, 22). Kutsal Kitap'ta Tanrının buyruklarını küçümseyenlerin acı çektiklerini ve çekeceklerini anlatan bir yığın örnek vardır. Sonuç olarak acı bir reddetmeden, karşı çıkmadan kaynaklanmaz, Tanrının insani zaafların üstüne inen güçlü eli gibi kabul edilir. Buna karşılık Tanrı ödüllendirirken sorgular ve azarlar. Böylece iyi'nin günahkârın ödüllendirilmesinden ve tüm felaketlerin kusursuz insanın üstüne çö kmesinden d uyduğu ko rku günd eme gelir/ 'Kalbimi temiz tutmamın, ellerimi m asumiyetle yıkamamın hiçir anlamı yok. Her gün dövülüyorum, her sabah cezalandırılıyorum." (Mezmurlar, LXXIII, 18). Hezekiel de kuşkuludur: "Kötü insan muamelesi gören iyi insanlar var ve iyi insan muamelesi gören kötüler var." (Hezekiel, VIII, 14). Yeremya da acı acı yakınır Tanrıdan: "N için kötülerin yolu mutluluk yolu? N için bütün hainler huzur içinde? Onları ekiyo rsun ve kö k salıyorlar; iyi yaşıyo rlar; meyvelerini topluyo r lar." (Yeremya, XII, 1-2). Ve Yeremya Tanrıdan, kö tü'y ü mutsuzlukla, felaketle cezalandırdığı varsayılan yasalara bağlı kalmasını istiyor, so syal yaşamı ho r gö ren v e yaratıcılarını küçümseyen insanlara karşı şaşmaz bir adalet istiyor. Başlangıç 75

74 döneminde İbrani cemaatinin anlayişma göre her insan hak ettiğini alsa da iyi'lerin isyanı olayların çoğu zaman farklı biçim d e geliştiğini, kö tünün ö d üllendirild iğini v e erdemin cezaland ırıld ığını hatırlatıyor. Eyüb'ün kitabı Tanrı ve insanlar arasındaki bu tartışmaya örnek bir boyut getiriyor. Yaşamın olağan akışı içinde ebedi adalet sorununu ve özellikle de namuslu ve dürüst insanın acı çekmesi sorununu irdeliyor: "N için ben?"74 Eyub Tanrı korkusuyla yaşayan ve kötülük yapmaktan çekinen dindar bir insandır. Varlıklı, konuksever, mutlu, çevresi tarafından sevilen biridir, şanslı biridir. Tann ve şeytan arasındaki bir çekişme bu uyumu bozar. Tann Eyüb'ün sadakatini en amansız silahlarla dener. Z enginliğini v e ço cuklarını yitiren Eyub bu talihsizliğine direnir, şikâyet etmez. Yas simgesi olarak giysilerini yırtar ve saçlarını kazıdıktan sonra Tanrının önünde diz çöker: "A na rahminden çıplak çıktım ve gene çıplak olarak döneceğim oraya. Tanrı vermişti, Tanrı aldı: Tanrıya şükürler olsun." (1-21). Tanrı başka bir sınama telkin ed en şeytan karşısında galip gelir: "Elini uzat da onun kemiğine ve etine dokun; ve yüzüne karşı sana lanet edecektir." (II-5). Malının, mülkünün elden gitmesine ve çocuklarının ölümüne sabırla katlanan Eyub kendisini kemiren fizik acı karşısında çöker. Küllerin üstüne oturur, bir çömlek parçasıyla yaralarının kabuklarını kazır. Tüm bed eni sadece yaradır. Yanma gelen üç arkadaşı kendisini teselli etm ek isterler ama çektiği acılarla o kadar değişmiştir ki tanıyamazlar onu. Böylesine bir acı karşısında hıçkıra hıçkıra ağlarlar, üstlerini başlarını yırtarlar ve yas simgesi o larak alınlarına toz sürerler. Eyüb'ün yanında yedi gün yedi gece hiç ko nuşmadan otururlar. Eyub, sekizinci gün suskunluğunu bozar: Doğduğu güne lanet eder. Eyüb'ün, adaletsizlik yüzünd en çektiği ıstırap, yığınla acının getirdiği fizik ıstırabı aşar. O zamana kadar acılarına katlanmıştır, şim di kad erine isyan eder. Kendisine böyle bir öfkeyle hücum eden bu nedensiz acıyı anlayamaz. Yanındaki üç arkadaşı sırayla nasihat 76

75 ederler ama düş kırıklığına uğratırlar Eyub'u ve üstelik tavır v e tutum unun yanlış o lduğunu sö ylerek daha da ö fkelend irirler onu. Üç arkadaşı klasik inancı temsil eder. Onlara göre her felaket Tanrı ya da insanlara karşı işlenen günahların cezasıdır. Ey üb'ün üstüne çö ken felaketler bir günahkârlığın işaretlerid ir v e o nun bunları inkâr etmeye hakkı yoktur. Kend isi günahsız olduğuna inamr ama farkında olmadan günah işlemiştir ya da çocuklarından birinin yapmış olduğu bir kötülüğün zararlı gölgesi ona kadar uzanmıştır. Tanrı karşısında hiçbir insan m asum değildir. A rkad aşlarının, Eyub'u, günah işled iğini kabul etmesi için razı etmeye çalışmaları birdenbire açıkça iyi'nin cezalandınlabileceği ya da kötü'nün ödüllendirilebileceği olasılığını getiren bir d üzene karşı günah işleme korkularından gelir. A rkadaşlarından Temanlı Elifaz hatırlatır ona: "Durup dururken ölen bir masum var mı? Doğru insanların öldürüldüğü nerede görülmüş? Ben gördüklerimi ve yaşadıklarımı anlatıyorum: Günah ve felaket to humlan atanlar gene o nlan biçiyorlar." (IV, 7-8). Ve Elifaz Eyub'tan nedamet getirmesini ister ve pişman olduğunu itiraf ettiği takdirde eski mutluluk ve sağlığına kavuşacağından hiç şüphe etmemesi gerektiğini söyler. Şuahlı Bildad da Tanrıya güvenmesini ister: "Tann dürüst insanı geri çevirmez, kötü insanların ellerinden tutmaz" (VIII-20). Eyub bir vicdan muhabesebine davet edilir ve işlediği günahlan bağışlaması için Tannya yakarması istenir: Gene arkad aşlannd an N aamatlı So far da Tannya kafa tuttuğu için kınar onu: Tannnm kararlannd an kim kuşkulanabilir? diye sorar ve pişmanlığını itiraf ettiği takdirde her şeyin yo luna gireceğini söyler. Üç arkad aşı, Eyub'u, işled iği günahlar dolayısıyla pişman olduğunu itirafa davet etmek için kanıtlar gö stermekten ço k büyüleyici v e etkileyici birtakım sözler söylerler. A ma Eyub pes etmez, arkadaşlannın fikirlerine şiddetle karşı çıkar. Hiçbir günahı yoksa, Tanrısının kusursuz bir kuluysa neyin günahını çıkaracaktır? O sad ece kend i bedeniyle ve soyu sopuyla birlikte acı çektiği için yakınmaz, özel 77

76 likle kendisini d ünyanın ahlaksal d üzenine karşı çıkm a no ktasına götüren, görülmemiş ve son derece anlamsız koşullara karşı hiçbir şey yapamadığı için yakınır. A ma delilik ya da um utsuzluk tehlikelerini uzaklaştırırken bir yand an da olayların kend isini yo k etmesine izin vermez. Tanrıdan ısrarla sorusuna cevap vermesini ister, durumu kontrol altında tutar."bir günah işlemişsem eğer söyleyin ne olduğunu" (VI, 24) diye yalvarır Eyub. İlahi adalete olan güvenini yitirmemiştir. Ölmed en ö nce Tanrının kendisini yargılam asını v e arkadaşlarının ithamlarınd an kurtulmak ister. Eyüb'ün acısına katlanamaması, nedenini anlayamamasmdandır/ 'İşte zorbalık, şiddet diye haykırıyorum, yanıt yok; yardım diye bağırıyorum adalet yok, yolumu aşılmaz bir duvarla kapattı, patikalarımı karanlıklara bo ğd u." (XIX, 7-8). Çünkü çektiği acılar anlam sızd ır o na göre, Eyub kırılmıştır, isyan eder ve Tanrıya sorular sorar bıkm adan usanmadan. A cı şiddettir ama aynı zamanda da adaletsizliktir. Ya da Tanrının kayıtsızlığına teslim edilmiş bir dünya düşünmemiz gerekir. Ey üb'ün kitabı acıyı günahın zo runlu cezaland ırılmasıyla birleştiren öteki Kutsal Kitap metinlerine yöneltilen bir itirazdır. Mezamirlerde ya da Hezekiel'de, acıya terk edilmişliğin ve başkalarının sadece iddialara dayanan acımasız yargılarının sıkıntısını ekleyen bir yaklaşımın ifşa edilmesi amacıyla başka sesler yükselir. İnsan acı çekebilir ve hiç günah işlememiş olabilir. Oysa Eyüb'ün arkadaşları kendisinin ya da çocuklarının işlemiş olduğu günahı itiraf etmesini istiyorlar ve Tanrının emirlerine karşı çıkarak daha fazla aşağılandığını ve hakarete uğradığım söylüyorlar. Ve kısa süre sonra Eyüb'ün kendisini şiddetle savunması ve ısrarla masum olduğunu söylemesi karşısınd a sabırsızlanıyo rlar/ 'Daha ne kad ar üzeceksiniz beni? Daha ne kadar ezeceksiniz beni sözlerinizle? Onuncu kez azarlıyo rsunuz beni." (XIX, 2). Eyub arkad aşlarına tav iz vermez, onların karşısında pes etmez, şiddetle yakınmaya devam eder, sessizliğe göm ülmez çünkü itirafla eş anlam lıdır bö yle 78

77 bir tavır: "Sizin bildiğinizi ben de biliyorum." (XIII, 2). Hatta itirafta bulunur: "Bu lafları çok dinledim ben." (XVI-2). A ma gene de açık değildir durum, masum olduğunu ileri süren başka birinin acısına bir sebep bulsa da böyle bir muameleye maruz kalan kendisinde hiçbir şey bulamaz. Sadece kendisi mi masumdur insan, başkası da masum olamaz mı? Eyüb'ün arkadaşlarının, acısını dinsel bir dogma içine sokmaları onları her türlü merhamet duygusu karşısında sağırlaştırır, bilgileri arkadaşlıklarını zorlaştırır, acımasız sav alara dönüşürler. Ko nuşmaları anlamsızdır ve Eyüb'ün yalnızlığını daha da artırırlar."gerçekten ço k kötüsün d eğil mi, işled iğin günahların sayısı belli değil." (XXII, 5) diye bitirir sözlerini nihayet Elifaz. Bir dördüncü kişi Elihu da Tanrıya böyle hitap eden Eyüb'ün müthiş iddia ve varsayımlarına karşı çok öfkelenir, böyle bir kibir o na göre eski bir günahı ifşa eder. Tanrının kusursuz adaletinin müthiş bir övgüsünü yapan, Eyub'u aşağılayan Elihu o ana kadar üç arkadaşın söylediklerini de daha etkileyici bir üslupla özetler. Nihayet Tanrı müdahale eder ve Eyub'u bağışlar. Bununla birlikte Yaradılış olayları konusundaki cahilliğinin boyutlarını göstererek paylar onu: "Ben dünyayı yaratırken sen neredeydin? Bir şey biliyorsan bu konuda söyle." (XXXVIII, 4). İnsanın gülünç v e acınası bilgileriyle Tanrının bilgileri arasınd a uçurumlar vardır. Tanrının gerekçelerini ve nedenlerini insanın mütevazı idraki kavrayamaz. Ve Eyub aczini itiraf eder. A ma Tanrı Elifaz'a da döner ve ayıplar onu: "Sana ve iki arkadaşına da çok kızdım çünkü siz kulum Eyub gibi, benim hakkımda doğruları söylemediniz." (XLII, 7). Tanrı birtakım yüce ifadelerin ağırlığı altında merhameti susturan dinsel bağnazlığa karşı acı çeken (ve doğru) insanın tarafında olmayı seçmiştir. Ey üb'ün yüzü, o nun içind e bulund uğu koşullara uygulanabilecek gibi gözüken soyut yasalardan çok daha anlamlıdır ve ağırdır. Tanrı Eyub'a mutsuzluklarının ve acılarının nedenini açıklamayı kabul etmez. Sır olarak kalır bu. A cının bir anlamı 79

78 varsa da insanın kavrayışının ötesindedir bu ama asla boş, yararsız ve nedensiz değildir. Bu konuda susmak ve Tanrıya teslim olmak gerekir."sen benim hükmümü yok etmek mi istiyorsun? Haklı çıkmak için beni mi suçluyorsun?" der Tanrı (XL, 8). Eyub kibirli tavrını ve bunun anlamsızlığm teslim eder: "Kendisini suçlar ve tozların ve küllerin üstünde nedamet getirir." (XL, 6). Kadiri Mutlak karşısında sadece sessizliğin hükmü geçer. Tanrının gerekçelerini insan d eğerlend iremez. A cı, herkesin liyakatine göre ö d üllend irilm esiyle ilgili rahatlatıcı hesaba denk düşen bir şey değildir. A man vermeyen kö tülük insafsızca çö ker insanın üstüne. A m a Eyub bütün acıların Tanrı açısınd an bir anlamı o ld uğunu anlar. Ve geçm iş yaşam ını sorgular, Tanrı buyruklarına uyma kaygısı başka insanlara, başka o laylara karşı ilgisini kö rletiyo ıd u belki. İçe kap alı bir d ind arlık ö tekini d ikkate alm ad ığı takdirde inancın sadece gölgesidir. Eyub acı çekerek değişir, alçakgönüllülük onu esasa geri getirir/ 'Eyub yakınlarını savunurken, o nlarla ilgilenirken, Tanrı onun işlerini yoluna koymuştur." (Sonuç, 10). Eyüb'ün öyküsü acı çeken insanın içinde bulunduğu korkunç yalnızlığın karşısına güven ve inancı koyuyor. Tannnm bulunduğu konum insan idrakiyle örtüşemez kesinlikle ama bu, onun insanı yalnızlığa terkettiği ya da yarattığı dünyada bir kao s hüküm sürd üğü anlamına gelmez. Tanrının suskunluğu inanan kişiyi umutsuzluğa düşürmemelidir, İnanan kişi Tanrmın gözlerinin önündedir her zaman, Tanrı bu insana uzak değildir, kayıtsız da kalmaz. Tanrı verdiği acıyla, doğru ve dindar bir insan olmasına rağmen Eyüb'ün ruhunu güçlendirir. A ma Eyüb'ün Kitabı'nm örnek niteliği taşımasının özelliği d e budur işte: Her inançlı insana yazgı karşısında bir anlam ve bir davranış çizgisi verir. Sadece bir anlamı olan kişisel bir olay gibi çekilen acı üstlenilebilir. Dolayısıyla bu bağlamda sonsuza kadar gidecek bir sınır yoktur. Eyub, acısı belki dayanılmaz hale geldiğinde bile, asla bir cevap geleceği umudunu yitirmemiştir. A rkad aşlarıyla sürekli tartışmış, itham larını bir 8o

79 bir çürütmüştür. Eyüb'ün yaratıcısına karşı sürekli isyanı, ona tehdit edilen kimliğini koruma ve kendisini vuran acıya karşı durmaksızın anlam arama olanağı vermiştir. Hiç bitmeyen bu anlama isteği onun nefret ve çöküntü duygulan içine batmasını engeller. Bu durumda acı, Yahudi tarihinde çok daha anlamlı hale gelir çünkü Yahudi anlayışına göre yardım etmeyen ve acılan sürekli artıran bir Tann düşünmek bağışlanmaz bir günahtır. Doğru insanın çektiği acı anlaşılmaz bir muammadır. Yahudi geleneği yaradan ve yaratıcı arasındaki tartışmayı her zaman canlı tutar hatta isyanı bile kabul eder. A cı ruhun değişmesi değildir, idrakin dışında bir sıkıntıdır ama eğer insan bü acıyı hak etmed iğini d üşünüyorsa şikâyet etmeye hakkı vardır. İnsan Eyub gibi isyan edebilir, kaderine lanet edebilir, bu konuda özgürdür. A cıyla baş edebilmek için her şeye izin vardır Yahud i inanand a. Yahudi geleneği H ıristiyan d üşüncesinin tersine çile ya da aşağılanmaya yabancıdır. Tannya yakm olmak için bilinçli o larak a a çekm enin hiçbir anlamı yoktur. Bu tür işkenceler mümkün mertebe uzaklaştırılmalıd ır (beslenme amacıyla katlanılması çok zor bir tavırla öldürülen hayvanlar dünyası için de geçerlidir bu). Sünnet, çocuğun acı çekmemesi için büyük bir dikkat ve özenle gerçekleştirilir. Ölüm yaklaştığında acı dayanılmaz hale geldiğinde, insanın kend i isteğiyle yaşamına son vermesi kesinlikle yasaksa, Tannya bu durumdaki kulunu yanma alması için yakanlabilir. Haham E. Gugenhe- im 'a göre "ço k aa çeken, iyileşme umudu olmayan bir hastanın ölmesi arzulanabilir, bunun için dua edilebilir. Bu bağlamda Hahamm ölüm olayı örnek gösterilebilir... Bilgeler onun yaşaması için Tannya yakanrlarken, Hahamın hizmetine bakan kadın, onun dayanılmaz acılar içinde kıvrandığını görünce Tannya, yaşamına bir no kta ko yması için dua ediyord u: "D ilerim sayende göklerin iradesi yeryüzünün iradesine baskın çıksın." A alara ve çaresizliğe bir an önce son vermeye yönelik bir 8ı

80 ölümün bir an önce gerçekleşmesine yönelik bu dualar yasak değildir çünkü bu durumda Tanrıya ait olan bir hak gaspedil- miş olmaz, ondan bir istekte bulunulur." A cı bir ceza değildir, bir kurtuluş yolu ya da özel bir lutuf da değildir. Toplum elind eki o lanaklarla, ö zellikle v e ö ncelikle acı çeken insanın yakınlarının ilgisiyle, sürekli mücadele etmiştir acıyla. P atho s ( ac ı) etho s' a (ahlak) d ö nüşm ez." A ğrı kesicilerin yasaklanması Yahudi dünya görüşüne terstir", diyor Jakobovits. 75 Bunu karşılık Hıristiyan geleneği acıyı ilk günahla özdeşleştirir, insanlığın kaçınılmaz bir verisi yapar onu. İsa'nın kör bir adamın karşısında, ona, bu adamın böyle bir cezaya müstehak olması için "kendisinin mi yoksa ana babasının mı günah işlediğini" soran çömezlerine söylediği gibi, acı, bir ceza değildir."ne kendisi günah işledi ne de ana babası, bu adam Tanrının işlerinin onda görülmesi için böyle oldu." (Y u han rn, 9, 1-3). A cı hak eden insana verilmiş bir ceza değildir, günahın ya da kusurun bir sonucu değildir, çarmıhtaki İsa'nın çilesine ortak olmak için bir fırsattır.76 A cının kabullenilmesi insanı Tanrıya yaklaştıran olası bir ibadet biçimidir, ruhu arındırır. Özellikle A ntik dönemde ve Ortaçağda uzun bir süre özel bir lutuf, bir yardım gibi düşünülmüştür. A lçakgönüllülü olmayı öğretir ve ruhu güçlendirir: "Bu m ükem mel açınlamalar kibirden başımı d ö n dürmesin diye etime bir kıymık soktu, dengemi kaybetmemem için melek yüzlü bir şeytan gönderdi bana." ( II C or, XII, 7.). H ıristiyanlık, Tanrmın kendisiyle ilgili am açlarını anlamayan Eyub'ta gördüğümüz gibi acıyı bir nefret motifi yapmak şöyle dursun insanı acıyı kabullenmesi gereken bir konuma getirir. İşkence çeken ama dünyanın kurtuluşu için kaderini bilinçli bir şekilde kabul eden İsa'nın masumiyeti, Eyüb'ün isyanı v e yaratıcısının bakışını kabullenmem esiyle çelişir. H ıristiyanlık sürekli, haksız yere işkence gö rd üğüne inanan, kendisindeki Tanrı imajıyla uyuşmayan bir yanlışlığa ya da bir kaprise kurban gittiğini söyleyen Eyüb'ün egemen ve 82

81 baskın gururundan uzaktır. Hıristiyanlık aynı zamanda, eski kahram anlan ö rnek gö steren Yunan filo zo flannın salık v erdikleri sabır ve direnç düşüncesine ya da kişisel iradeden kesinlikle vazgeçmeden dayanılmaz ve katlanılmaz olana karşı karakterli bir mücadeleyi tercih eden stoacılıktan da uzaktır.77 Yahudiliğin büyük parad o ksu, tüm insanlar tarafınd an işlenen bir günah yüzünden, acı çeken bir insan imajı, aynı zamanda Tanrı olan ve herkesi haç yolunda kendisini izlemeye teşvik eden bir insan im ajı karşısında, "acı çeken iyi insan" d e nizdeki bir damla gibi kaybolur. A cı yeniden masum acı olma hakkına sahiptir. 78 Hasta üstüne çöken utanç duygusundan kurtulur. D ağ da v aiz, acıyı, insanın koşullarına y abana bir şey olarak reddetmek şöyle dursun onun Tanrıya ulaşmanın ayrıcalıklı bir yolu yapmış ancak gereklilik haline de getirmemiştir çünkü bu amaca ulaştıracak başka yollar da vardır. A ma acı arınmadır, kurtuluş olasılığıdır. Petrus şöyle der: "Bir süre, inançla sınanan d eğerinizin-ateşle sınanmış o lan ve hiçbir kalıcılığı olmayan altından daha değerli-isa'nın açm lamalan sırasında övgü, şan şöhret ve şeref getirmesi için acılar çekmeniz gerekti" (I. Pet., 6-7). İsa'nın çarmıhta ölmesi esasen acının bir gizemidir, insanın sonsuz günahını karşılayabilecek sonsuz bir acı aracılığıyla bir kurtuluş öyküsüdür. H ıristiyan için, acı, uzun süre, İsa'nın ö r nek acılarına (bu acıları onun kadar yoğun biçimde hissedemeyeceğini bilmekle birlikte) sınırlı düzeyde de olsa bir katılım olmuştur. Bazı ibadet ve mistisizm biçimlerinde acı her gün işlenir, her gün sembolik bir haç yolu, yeni bir Çile güzergâhı oluşturulur. 79 Hatta bir tercih alanı, kişisel bir krallık olur. Çok sayıda mistik vardır buna tanıklık edebilecek (bkz. aşağ ıda). Bu bağlamda Léon Bloy, Barbey d'a urevilly'ye şunları yazmıştır: "Çocukluğumdan beri şu ya da bu biçimde acı çekmemiş olduğumu hatırlamıyorum ve çoğu zaman da inanılmaz bir düzeye ulaşmıştır bu acılar. Bu sadece Tanrının beni ço k sevdiğini gösterir. A cı konusunu sık sık ve yoğun bi 83

82 çimde düşünmüşümdür. Sonunda şuna inandım ki bu dünyada ilahi olan tek şey budur. Gerisi insanidir."80 Pascal'e göre de günümüzde çekilen her acı çarmıhtaki İsa'nın acılarının bir uzantısıdır: "Kalbime ve ruhuma girin, benim acılarımı oraya götürün ve kendi çilenizden kalanları bende çekmeye devam edin, kendi uzuvlarınızda tükettiğiniz acılarınızı bedeninizi tam anlamıyla tüketinceye kadar... Tamamen sizinle dolu olabilm em için yaşayan ve acı çeken ben o lmasın artık, bend e yaşayan ve acı çeken siz olun; Efendim iz."81 A cı bu dünyada Hıristiyan geleneğinin asla tam anlam ıyla kurtulam ad ığı bir kefaret bo yutu almıştır. Macar köylü kadım Margit Gari günüm üz halk kato likliğind e sürekli Pascal'in d üşüncelerini yineler: "H asta yatağı, acıların çekildiği yatak, bu dünyadaki araf tır. Bu dünyada çektiğim acılar öbür dünyada katlanacağım acıları azaltıyo r."82 H ıristiyanlıkta ö zellikle kato lik v ersiyonunda bir dolorizm (elemcilik, acıcılık) biçimi vardır ama acı kend i içind e bir d eğer değildir, ö yle o lsaydı, insanın kendine ya da başkalarına uyguladığı bir vahşet olurdu sadece. Ruhu d eğiştiren Tanrıya yaklaştıran bir simya olarak düşünülür. 83 Mümini manevi bağlamda dener ve ona liyakatini gösterme fırsatı verir. İnançlı insan kend isine sıkıntı v eren acıyı kabullenir çünkü bu acıya bir anlam ve bir değer verir. Onu, Tanrının, tavır ve davranışlarını düzeltmesi için gönderdiği bir sınama gibi kabul eder. Şüphesiz bir Hıristiyan, çok dindar da olsa zaman zaman şüpheye düşer. Eyub gibi İsa da çarmıhta sıradan bir insan d urumuna düşmüştür, kırılgan v e acılı, geçici zaafları olabilen, birdenbire Tanrının artık arkasında olmadığını sanarak dehşete düşmüş bir insan... İsa Golgotha'da acılarını ve ölüm korkularını dile getirir: "Tanrım, Tanrım, niçin yüzüstü bıraktın beni?" (M at., 27-46). Ve sonra hemen toparlar kendini. Tanrının suskunluğu bir yo kluk işareti değildir. Hıristiyanlık ya da Yahudilik acının ifade edilmesine karşı değildir. Eyub uzun uzun v e inand ırıcı bir ifad eyle yakınır, eşsiz bir ifade gücü vardır onun yakınmalarında. Tanrıya güvenme konu 84

83 sunda bir pazarlık söz konusu değilse eğer, haykırmaya, yakarmaya ya da ağlamaya izin vardır. "Hekim in görevi tam anlamıyla insani olmayan ve doğal olarak sonuna doğru giden bir yaşamı olabildiğince uzatmaya çalışmak (hangi yolla ve hangi koşullarla olursa olsun) yerine acıyı d indirmeye gayret etmektir: Ruhun yaratıcısıyla buluşmasının kaçınılmaz ve kutsal saati" diyor VI. Paul. Uzun süre elemci (acıcı) bir çizgiyi benimsemiş olan katolik gelenek artık büyük ölçüde çağdaş değerlere açılmıştır, çilecilik değerlerinin kesin savunucusu değildir artık. Her türlü anesteziyi ama bir yandan da özel bir acı deneyimini kabul ed er.85 A ma bu bağlamda öne sürülen çarmıh, çile olarak acı değildir, çarmıhtan fışkıran sevgidir, yani insanın içindeki gücü sürdürebilmeyi başarmasıdır. İsa'nın çilesi, fedakârlığıyla d ağıttığı sev gi o lmasa hiçbir anlam ifade etmezdi. Bir zamanlar değerli olan acıyı kurban etme olgusunun bugün çağdaş Hıristiyanlıkta hiçbir anlam ı yoktur. 85 Bir İtalyan hekimi, Tanrı tarafınd an, günahların cezalandırılması amacıyla ya da gelecekteki bir yaşama hak kazanm a aracı o larak gönd erilen acı d üşüncesind en gitgide vazgeçmesini otuz yılda, gündelik yaşamı içinde kaydetmiştir." A cınm günahların kefaretini ödemeye yaradığını iddia etmek çok şiddetli acıların çok büyük günahların karşılığı olması anlamına gelmiyordu. Doğru ve iyi insanların acılarının aynı zamanda bir tercih işareti olduğu da düşünülüyordu... İnsanm kendi acılarının ve İsa'nm acılarının, M eryem'in ve azizlerin acılarının özdeşleşmesi olan bir karşılaştırma olgusu gündeme geliyordu."86 Böyle bir düşünce günümüzde çok zayıflamıştır. A cı bundan böyle rahatlamayı, kurtuluşu hak eden bir sıkıntı gibi yaşanmaktadır. Ö teki kitap lı d inler gibi Hıristiyanlık da değişen koşullara uyarlar kendini. M odemite inançlı insanlara, temel metinlere körü körüne bir sadakat yerine bu konuda yeni yorumlar getirmeyi empoze ediyor. Tıbbi koşullar acıyı saf dışı edebilmekle birlikte onun kaçınılmazlıkla eşdeğer eski anlamını da değiştiriyorlar. Buytendijk'e göre Hı-

84 ristiyarı inançları "acıy a bir insanlık d urumunun gerçekleşmesi olarak olağanüstü bir anlam yüklüyorlar ama tıp ve hijyene, bunların yoğun önleme tekniklerine ve acıya karşı mücadele etkinliklerine d e karşı çıkm ıyo rlar."87 Reform hareketiyle birlikte o rtaya çıkan farklı akım lar müminin, kurtuluş arayışı içind e ibad etinin güv en v erici huzurunu reddediyorlar. İnsanm aldıkları ve hak ettikleri arasmda ruhun selametini bir iyilik ve kötülük baremine göre sıralayan bir işlem yoktur kesinlikle. Tanrının inayeti yoksa eğer hiçbir girişim kurtuluş getiremez. İnsan yaratıcısına karşı kesinlikle borçludur. Dindarca bir yaşamın tek ödülü, insanın Tanrının buyruklarına olabildiğince yakın olduğu duyguları içinde olmasıdır. Tavır ve tutum ödeve, Lutheı'e göre çalışma ve misyon anlamına gelen b e r u fa bağlıdır. Dünyanın dışında, manastırların huzuru içinde kurtuluş arayışı, çile çeken İsa'yla özdeşleşme yoluyla yoksunluklar, nefis köreltmeler daha çok "hayatın içindeki çileciliği" salık veren protestan anlayışına yabancıd ır (M. YVeber). A cı ilişkisi kato likle farklılık alanlarınd an biridir. Pro testanlıkla gelen düşüncenin belirgin özelliği insan doğasının ilk günahtan sonra kaçınılmaz bir biçim de bozulmuş olduğudur. A d em 'in günahı insan ve aşkınlık arasmda bir uçurum oluşturur. A cı, insanı, işlediği günahı cezalandırmak amacıyla cennetten kovan Tanrının bu reddedici tavrından kaynaklanır. A cı çeken insan kendi günahlarının kefaretini ödemez, kendisi aracılığıyla günahtan so nraki insanlığın kad erini gerçekleştirir. Çekilen her acı işlenen günahların maddi anlamda hatırlatılması ve A d em 'in ilk günahına bir katılımdır. Protestanlık, insanı pisliklerinden arındıran ya da ileride, araftaki acılarını önceleyen lütuf ve erdem dolu bir acı kavramından uzaklaşmıştır. A cı, E y ü b' ü n K itabı esprisi içinde sürer, tanrının bir sınamasıdır ve insanm olgunlaşmasını sağlar, insanda ortaya çıkardığı zenginliklerle belli olur değeri. A cıyla baş edebilme o lanağı v eren cesaret v e kararlılık Tanrıya yaklaştırır insanı. 86

85 Bir protestan, bir cenaze töreniyle ilgili izlenimlerini aktarıyor: 'Tö reni yö neten papaz fizik acılarla, yaslarla, çeşitli sınamalarla dolu bu yaşamın, ince örtüsü altındaki bu çok güçlü ruhun Tanrının lütfunun sağlayabileceği ço k etkili bir kanıt olduğunu gösterdi. Ve herkes de onun doğruyu söylediğini anlıyordu, mücadalelerle geçen bu hayatta, göklerden gelen bir güçle desteklenen bu varlıkta Tanrının kendisi vardı."88 A cı ne cezadır ne de kurtuluş çünkü insanın kişisel kaderi önceden belirlenmiştir. Rasyo nel o larak bakıld ığınd a açabileceği yaralardan sakınılması gereken bir d ert gibi algılanır. A cıyla mücadele etmek meşrudur ve onunla özdeşleşmek de tatmin ve zevk duygusu verir çünkü taşıdığı özellikler itibariyle Tanrının kayıtsız kaldığı bir yoldur. Din kültürü, açık seçik amaçların ötesinde, tavırlara ve d e ğerlere kültürel bir bilinçdışı tarzında çok güçlü bir biçimde d am gasını vurur. A ğrı kesici ilaçlar ö nermek, hekimi genellikle hastanın acısından çok bu acıyla ilgili düşüncelerine gönderme yapan dozları reddetmeye ya da önermeye götüren duygunun çoğu zaman tehlikeli bir çözümlemecisidir ve bu bağlamda hastaya daha az acı çektirme riskini göz ardı etmemek gerekir. Genellikle katolik geleneğe bağlı olan (ama Roma eğilimlerini daha geç benimseyen) Fransız hekimleri kronik bir ağrıyı ya da ölümün yakın olduğu bir dönemdeki acılan dindirmek amacıyla uzun süre düşük dozda morfin verme eğilimi içinde oldular. 1987'lerde bile Danimarka ve öteki İskandinav ülkeleri onlara göre yirmi kat fazla morfin kullanıyorlardı. A cmın yararsız ve zararlı olduğunu düşünen İngiliz- ler de artık ölüm olayımn beklendiği ve tedavinin minumum düzeye indergendiği hastaneleri devreye soktular ve Fransız hekimlerine göre çok yüksek dozda ilaçlar vermeye başladılar am a bir yand an d a hastaların bilinçlerinin açık o lmasına v e kişiliklerini koruyabilmeleri olgusuna dikkat ettiler 'te, kraliçe Victoria ikinci ço cuğunu d o ğururken kend isinin kloroform verilerek uyutulmasını istemiştir ve bu yöntemin uygu 8 7

86 landığı ilk kadınlardan biridir. Üçüncü çocuğunu doğururken d e aynı yö ntemle anestezi uygulanmıştır kendisine. Ve Hıristiyan buyruğuna rağmen yap ılm ıştır bu uygulama: "A cı çekerek doğuracaksın". A ynca şunu da söylemek gerekir ki o dönemde anestezi henüz deneme aşamasındaydı. Başka bir protestan ülke, Hollanda'da ötanazi uygulanabilmesinin şartları hastalığın kesinlikle iyileşmez olması, ağrıların ya da acıların çok şiddetli ve sakatlayıcı olması ve hastanın bu konuda çok ısrarcı bir tavır içinde olmasıdır. Bu ülkede gönüllü ötanazi yani hastanın açık seçik biçim d e talep etmesiyle uygulanan ötanazi operasyonu sayısı yılda 2300'dür. 90 Çekilen acı kurtarıcı değildir, sadece şiddettir. Aynı şekilde protestan ülkeler A BD ya da Britanya'da p ain czmıc'lerdeki aa ve ağırlarla mücadele etkinliklerini yakınd an izlemektedirler. Öteki kitaplı din olan İslam'ın da özel bir tavrı vardır acıya karşı. İslamm etim o lo jik anlam ı 'Tanrının buyruklarına bo yun eğme"dir. Müslüman başına gelen talihsizlikler ve çektiği acılar karşısında isyan etmez. Bunlara karşı, bir insan olarak elindeki olanaklarla mücadele eder, isyan etmez, beddua etmez. Bu dünyada çekilen acılar ve sıkıntılar imanın gücünü denerler. A cı insanı Yaradana yakınlaştıran bir olgudur. Bir hı- rıstiyan ya da Yahudi, iyi ve doğru insanın acı çekmesi paradoksuyla daha çok karşı karşıyadır bir Müslümana göre çünkü onlara göre Tanrı sevgidir, Müslümana göre ise özellikle kadiri mutlaktır. M ümin kendisini Tanrıya teslim eder ve sabreder ve acı karşısında direnç gösterir. M ektu b: Yazılmıştır, insan kaderinden kaçamaz. Kadiri mutlak olan Tanrı acıyı istemişse, insanın bund an kaçması mümkün değildir/ 'Yerin, göğün sahibi Allahtır, istediğini bağışlar, istediğini cezalandırır. Esirgeyen v e bağışlayand ır." (III, 124). Tanrının am açlan idrakinin dışında olsa da boyun eğmelidir insan ona."sabırla acı çekenlere müjde ver." (II, 150). A cı, bir günahın cezalandırılması değildir, doğumundan çok önce yazılmıştır insanın alnına. Kör, sakat ya da hasta herkesin yediği masada yiyecektir 88

87 yemeğini, öteki insanlardan farklı olmalarını gerektiren hiçbir utançları yoktur onların. Hiç kuşkusuz acı bazı durumlarda günahı cezalandırır ama bu cezayı, Tanrının kendi kararı dışında v erebilecek bir sistem yoktur. Kö tünün mutluluğu mümini şaşırtmasın, cezasım bulm aktad ır o: "G ün gelecek başlarında ve ayaklannda hissedeceklerdir acıları. O zaman tanrı o nlara "alın bakalım, yaptıklarınızın karşılığıd ır bu" diyecektir (XXIX, 55.). A ma acıyı yaratan Tanrı insana tıp ve ibadet yoluyla bu acıyla mücadele olanaklarım da vermiştir. İnanan insan sabırlı ve dirençli olmalıdır çünkü Tanrının, inancının gücünü ölçtüğünü ve değerlendirdiğini bilir. Her felaketin ve mutsuzluğun bir ilacı vardır; her acının bir tesellisi bulunur ve mümin acısını ölçüp biçmeye kalkmadan çare aramalıdır. Tanrının yardımıyla bulacaktır bu çareyi. İlk ilaç ibad et v e duadır. H icretten sonraki dönemde bir Müslüman kolundan ameliyat olacaktır. A ma inana gereği, o dönemde, kendisine, bileşiminde alkol bulunan uyuşturucu ilaç v erilmesini kabul etmez. H e kimler ikna edemezler onu bir türlü, "Tanrının insanın işlerini kolaylaştırmak istediğini" ve bazı özel durumlarda yasaklan kaldırdığını söylemeleri de fayda etmez. Sonuç olarak hasta dua ederken, tüm dikkatini sadece Tannya yönelttiği sırada ve başka hiçbir şeyin kendisini ilgilendirmediği bir anda koluna metal konur. 91 Tıbbın o lanaklan müminin hizmetindedir. Gururla ve hoşnutluk içinde kendini acıya garketmek, acıyı yok etmek ya da azaltmak için hiçbir çaba göstermemek bilincin sorunlu olduğunun işaretidir. Peygamber bir gün yolda, iki oğlunun desteğinde adeta sürünerek yürümeye çalışan bir ihtiyara rastlar ve "N ed ir am aa bu adamın bö yle?" diye sorar "Yemini var, yürüyecek" diye cevap verir çocuklar. O zaman Peygamber "Tannnın bu adamın kendisine işkence etmesine ihtiyacı y o ktur" der. Ve bir hayv ana binm esini emred er ihtiyara. 92 Dolorizm yoktur İslamda. Çekilen aa dile getirilmelidir ama abartılmamalıdır. "M üslüm an acıya terketm ez kend ini." 89

88 İbni Mesud anlatıyor: Hasta olan Peygamberin -Tanrı ondan lütfunu esirgemesin, huzurunu eksik etmesin- yanma gittim. Dokundum kendisine ve "Çok acı çekiyor olmalısın!" dedim/ 'Kesinlikle, normal bir insanın iki katı acı çekiyorum" diye cevap verir Peygamber. Hadislerden öğrenilebildiğine göre Peygamber, o ğlunun ö lümüne ağlamaktadır/ 'Yürek ked erlenir, gözlerden yaş akar. A ma Tanrının gücüne gidecek hiçbir şey sö ylem eyeceğiz" d er çevresine. M üslümanlar v e H ırıstiyanlar için bu d ünya geçidir, bir geçiş yeridir ve kendi içinde bir amaç değildir. Kuranda hindu gelenekleriyle (ya da Pascal'in görüşleriyle) bir yakınlık vardır. Şöyle der Kuran sözgelimi: "Biliniz ki bu dünyadaki hayat bir oyundur, vakit geçirmedir, boş bir görüntüdür, aranızda yap tığ ınız bir gurur savaşıdır, zenginliklerle v e ço cuklarla kibirlenmed ir. Yağmura benzer bu d ünyad aki hayat: Bu yağmurun yeşerttiği bitkiler inançsız insanları heyecanlandırır, sonra da solar, sararır ve kuru ot haline gelir... Bu dünyadaki hayat g eçici bir zevkten başka bir şey d eğildir." (LVII, 19-20). Ö nemli olan sadece sürdüğünüz yaşamın götüreceği gelecekteki cennet yaşamıdır. Bu durumda acıyı önemsemek anlamsızdır, hiçbir biçimd e kurtarıcı bir değeri yoktur ama inanan insan için, gösterilen direnç yoluyla Tanrıya olan kesin güvenini gösterme fırsatıdır/ 'İnsanlar sadece 'inanıyo ruz' dedikleri için rahat kalacaklarını ve sınanmayacaklarını mı sanıyorlar?" (XXIX-1). A cılar içindeki insan inananı yitirmemelidir. Tanrının, kendisini terketmiş olabileceğini sandığı bir an onun, inançlı insanı, samimiyetini ölçmek amacıyla elinde tuttuğu andır. H er um utsuzluk küfre girer, Tanrının gücünd en şüp helenmektir. M üslüman ıstırabın p ençesind eyken Tanrıya sığınmak ister: "Biz Tanrıya aidiz ve ona dönüyoruz." (II, 151). Kurtuluş düşüncesi içinde mutlu ya da mutsuz her olay aynı zamanda bir ahlak testidir. A cıdan kurtulmak için intihar etm ek ya da acılarla felç olmuş bir hastaya ötanazi uygulamak M üslüm an anlayışına yabancıdır. Ülseri o lan bir ad am intihar 90

89 eder. Tanrı şöyle buyurur bu konuyla ilgili olarak: "Kulum kendi yaşamıyla ilgili olarak benim önüme geçmiştir. Bilsin ki cennete giremeyecektir o."93 D o ğ u in an ç ların dan g elen ac ı kav ram ı Hindu dini ya da Caynacılık ve özellikle de Buddhacılık gibi büyük Doğu dinlerinde acı bunların metafizikleri içinde yer alır. Bu inançlann tümü acının, insan karakterinin bir özelliği o lduğunu kabul etmekle birlikte her biri kendine ö zgü bir kurtuluş yo lu ö nerir; insanın, kaçınılmaz bir acıdan, sürekli bir disiplin sayesinde kurtulabilecekleri görüşü egem endir bu inançlara/ 'Beden acıdır çünkü acının yeridir; duyular, objeler, algılar acıdır çünkü acıya götürürler; zevk de acıdır çünkü arkasından acı gelir" diyor A nirud ha.94 Buddha'nm giriş söylevi Benares vaizi insanın, doğumundan ölümüne kadar içinde yıkandığı sonsuz bir acının tespitidir. Ama doğu inancı umutsuzluğa teslim etmez kendini, yaşamın hamuru olarak acı bilincini kurtuluşun bir koşulu yapmıştır. Bilge kişi özgürlüğü dünyadan el etek çekmeyle, çileyle, inancının ilkelerini tam anlam ıyla uygulayarak, yo ga gibi bed ensel teknikleri uygulayarak hak eder. İnsan yaşamının sefaleti tanrıların verdiği bir ceza değildir sadece insanların cehaletidir. Kurtuluş her türlü acıyı yok edecek olan vahiydedir. Bilgeliğe ulaşmış kişi, görünüşte, gene eskisi gibi himaye altınd a yaşar ama aslında başka bir yerdedir, ö zgürdür, insanlık koşullarının dışındadır. Do ğu inanç sistem ind e insanı etkileyen tüm acılar kesinlikle günahın sonuçlarına bağlanır. A ma burada Eyub meselesinin bir anlamı yoktur çünkü sorumluluk ilk günah gibi insanı ezen soyut bir günaha ve de insamn mevcut durumunun eylemlerinin sonuçlarına gönderme yapmaz. Hindu dininin ve Buddhacılığm insan anlayışları bizim Batı anlayışlarının zıddıdır. 9 1

90 Ruh sadece bir kez doğmaz, ruhun, doğan, yaşayan, yaşlanan ve ölen ve herkesin tanıdığı bir insanı kesinlikle ve şaşmaz biçimde temsil eden tek bir yüzü ve tek bir bedeni yoktur. Ruhun varoluş ilkesi kendisinden önce gelir ve mevcut insani biçim inin dokusu süreksizliktir, esas değildir o, akıp giden dönüşümler içinde bir safhadır. Kişi geçici bir hayali somutlaştırır. Genellikle belleğin d üğüm led iği bir bilince sahiptir, tö zsel bir gerçeklik değildir. Kurtuluş gerçekleşir gerçekleşmez dağılır ve Tekliğe, Biricikliğe döner. Yaşamdan yaşama sürüp giden bir manevi güç vardır, bu güç insanları birbirine bağ lar am a o nların birliklerini ya d a bireyselliklerini aşar. Hindu dini bu tinsel ilkeyi atm an diye adlandırıyor; bu ilke peşpeşe çeşitli biçimler aldıktan sonra nihayet br ahm an ' da (Birlik, Evren) dağılır. Buddhacılık ise brahm an ya da atm an gibi kavramlard an ayrılır, aynı şekilde, Hinduculuğa özgü din adamları sınıfından ya da törenlerden de uzaktır. Her insan Nirvana'y a ulaşabilir. İnsan cehalet içind e kald ıkça sadece kendisinin yaşadığını sanır, öteki insanlardan ve dünyadan kopuk bir yaşam dır bu, sürekli yanıltıcı bir çevre içinde yaşar bu insan. Bilgi bu boşluğun doldurulmasıdır, hayali görüntülerin bir bir kalkmasıdır. A ma gerçeğin, kendi içinde hiçbir değeri yoktur, sadece kurtuluşa doğru yol gösterir; eğer bir kurtuluş yolu değilse hiçbir şeydir. Bizim duyularımıza göre dünya derin gerçeğ in bir hayalidir. Do ğum bir yarad ılış gibi gö zükm esine rağmen bir değişim, bir dönüşümdür, sam sara (yeni bir bedende ortaya çıkma çevrimi) yolunda yeni bir deneyimdir; ölüm bir son, varlığın dağılması çağrışımı uyandırır insanda, oysa bir geçiştir, bir postun atılması ve başka bir biçimin beklenmesidir. Bir bedenden ötekine geçiş özellikle yaşamı bütünüyle acıyla birleştiren Bud d hacılıkta arzu ed ilebilecek bir kad er d e ğildir. İnsanlığın somut koşulları, mutlak bir değer vereceği bir meşruiyete bağlı değildir. Hayat acı ve sıkıntıdır, aşamalı bir arınm ay a götüren acının dağılmasıdır. H ayali görüntülerd en so nra cehalet geriler, hayaller dağılır. A m a kurtuluşa ulaş 92

91 madan önce yol uzundur ve acı karm a (tapınma, eylem ve sonuçlan) içkisini so nuna kad ar içm ed en mümkün d eğildir kurtuluş. A cının kökeni karm a' y ı düzenleyen ödül ilkesindedir. A cının kişiden kişiye değişen yoğunluğu, özellikleri bu şaşmaz yasaya tabidir. Her eylem hak edilen şeylerin özel bir toplamını o luşturur. Eylemler sad ece yaşanan anla ilgili değildir, hayatının sonunda verilecek hesabı olan bir insanın gelecekteki yaşamını da ilgilendirir. K arm a yaşam stili olarak yapılan olumlu ya da olumsuz işlerin getirdiği sonuçlan yansıtır. Sam - sara (varlıkların göçü) boyunca beden, bu macerada ebediyen angaje olmuş tinsel bir ilkeye anlam veren geçici bir pılı pırtıdır. İnsanın her eylemi çıkanna ya da zararınadır. Mevcut ya da gelecekteki yaşam kalitesi, koşulları, somutlaşması... bütün bunlar karm a yasasına bağlıdır. Z evk ya da acı kesinlikle rastlantının ya da özgürlüğün bir sonucu değildir, daha önce yaşanmış olayların belli bir dönemde gelen kaçınılmaz mirasıdır. Şaşmaz bir adalet sonucu her insan eylemlerinin meyvelerini toplar. İnsan büyük bir zevki, neşeyi hak ettiği kadar, acı v e ıstırabı da hak eder. Çekilen fizik acıya, bugün belirsiz bir neden bulunabilir belki ama bu acının, geçmişe bakıldığında, kesin ve şaşmaz bir nedeni vardır. A cı işlenen günahlann bedelidir, zevkler hak edilmiş ve birikmiş ve erdemli davramşlann ödülüdür. Hastalığı yüzünden acı çeken ve ölen çocuk kendi karm a sının meyvelerini toplamıştır, tıp kı yas tutan aile bireylerinin, belli dönemlerdeki olumsuz ve kötü eylemlerinin sonuçlarının bedelini ödemeleri gibi. A cı çeken insan kendisini sorumlu tutmalıdır bundan. A s la, Eyub gibi Tanrıyı suçlamamalıdır, d ürüst v e namuslu yaşamının bed eli acı o ld uğund an Tanrıya bu adaletsizliği nedeniyle isyan etmemelidir. A cı insanı paramp arça ed ebilir ancak burada söz konusu olan mevcut yaşamı değildir, başka bedenler, başka yüzler altındaki başka yaşamları düşünmesi ve dikkate alması gerekir bu bağlamda. İnsanı kosmos'a dahil eden ve 93

92 kesin, şaşmaz ve evrensel bir nedenselliğe göre yönlendirilen başka yaşam biçimlerine karıştıran d ayanışma d ünyayı sürekli biçimde ahlaksallığın egemen olduğu bir düzene dönüştürür. Toprak, taş, bitkiler, hayvanlar, insanlar insanın mo ral değerinin değişkeleridir. H er v arlıkta ifadesini bulan d o ğa, varlığın daha önceki yaşamlanndaki tavır ve tutumunun bir sonucudur. Bir topluluğu mahvedebilen acı, bir hayvan türünü neredeyse yok edebilir ya da bir çocuğu doğumunda etkileyebilir, böylelikle aşkın (transcendant) bir adaleti yerine getirir, bu sırad a da bir m etafizik acınm fiziğine dönüşebilir. A cı dünya d üzeni içind e do ğrulanmıştır. Tüm mevcut yaşam biçim leri daha önceki yaşamların eylem tohumlarının tam bir hasadıdır. Özellikle Buddhacılıkta bir yaşamla daha sonraki yaşam arasında bağ tözselden ço k mantıksal (karma'ya özgü) gözükse de her insan ektiğini biçer. Eyüb'ün isyanı Hindu anlayışına ve Buddhacı anlayışa göre anlamsızdır. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin so syal ya d a tarihsel koşullarla ilgisi yoktur, sadece insanların k ar m alar ım yansıtır. A cı, her zam an, acı çeken insanın unuttuğu ama geçmişteki erdemli davranışların ödülü o larak kaçınılmaz bir gerekliliğin d am gasını taşıyan nedenlerden dolayı hak edilm iştir.95 Öte yandan çekilen acı sadece zarar vermez çünkü birikmiş kötü eylemlerden arındırma gibi bir değeri de vardır. A cıya direnme karakterin gücünü biler ve insanın dünyasını zenginleştirir. Sürdüğü yaşamda acı çeken atm an (ben, yaşam so luğu, ruh) ked erli bir insanın geçici himayesi altında ruhgöçü sırasında daha iyi yarınlara hazırlanır. Böylelikle kar m a'nm aşılmasıyla ilişkili olan her türlü acıdan kurtulm a d urumuna yaklaşır. A h lak o larak ac ı A cı kavramı üstünde ağırlığını hissettiren ahlak d ini o lmayan insanlarda da etkisini hissettirir. A cımn nötr bir olgu ola 94

93 rak hissedilmesi ender rastlanan bir olgudur. P ain (İng.) ya da p ein (A lmanca) sözcüğünün Yunanca ve Latince kökenleri p o - in e (acı çekmek, ıstırap içinde olmak) ve poerıa' dv c (ceza). Çekilen acıdan günah yüzünden müstehak olunan acıya kadar aynıdır etimolojik kök. Sanskritçedeki p u kökü arınma, arındırmaya gönderme yapar. A cının ciddi ve titiz biçimde yönlendirilmesi, insanı cezaland ırmanın v e işled iği günahtan arınd ırmanın geleneksel bir biçimidir." A cı çekmek, ağrı çekmek" (Fr. Avoir mal, Latince m alu m ) deyiminin ahlaksal kökeni de açıktır. Dilin bilinçd ışı ö zelliği insan v e d ünyayla ilgili acı v e sıkıntıları tam bir ad aletsizliğin aşkmlığma bağ layan uzun geleneği anlatır. M asum insanın acı çekmesi d inleri etkileyen ve dinsiz insanda, farkında olmadan aynı tutarsızlık duygusu uyandıran antropolik bir direnci harekete geçirir. Yaşananlar dünyanın bu çalkantılı, düzensiz ve şiddete teslim olmuş hali karşısında bu hoş ahlak reçetesini sürekli yalanlaşa da yürek temizliği kaçınılmaz bir biçimde beden temizliğini getirir. İflah olmaz bir acı içinde kıvranan Tolstoy'un kahramanı İvan İlyiç, geçmiş yaşamına baktığınd a hiçbir belirti v erm eyen, hiçbir nedeni olmayan bu sıkıntının kendisine tebelleş olmasını anlaya- maz."m ücad ele etmem direnmem mümkün değil ama hiç değilse nedenini anlayabilseydim! Bu da mümkün değil. Benim uygun bir yaşam sürmediğimi söyleselerdi belki bir gerekçe, bir izahat olabilirdi bu ama böyle bir suçlama da kabul edilebilir bir şey değil". İvan İlyiç ne kadar meşru, düzenli, dürüst bir yaşam sürdüğünü hatırlayarak bö yle d üşünür."96 A cı çok keskin bir kötülük figürüdür. Sürekli insan ahlakının kırılganlığını hatırlatır. Bir m etafizik içerir. Temel bir o laylar ve insanlar arasındaki uyum duygusunun karşısına sonsuz bir kötülük özgürlüğünü gösteren gerçek bir koşul çıkar. Bir insanın yaşamı onun kişisel niteliklerine tam bir kayıtsızlık içinde çöküp gidebilir ve buna karşılık erdemsiz bir insan m utlu bir yaşam sürebilir/ 'Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi ölünceye kadar reddedeceğim" der Camus'nün 95

94 bir kahramanı. 97 İnsan eylemlerinin ahlakı bedenin ahlakım bağlamaz hiçbir biçimde: kabul edilebilir değildir böyle bir düşünce ve doğal olarak büyük dinler ısrarla karşılık verirler. A m a bunların birleştird ikleri güçleri, kötülük v e hastalığı birleştiren ahlak anlayışını tamamen zayıflatamaz o ysa bu anlamda bütün tartışmalar Eyüb'ün Kutsal Kitap'taki öyküsüyle bitmişti. Gürültü patırtı günah ve acıyı birbirine bağlama çabalarını kesinlikle kesintiye uğratmaz. M od ernite d e kaçamaz bu olgudan. Hastalığın hak edilm iş old uğu d üşüncesi, acıların, bir insanın onaylanmayan ve kabul edilmeyen tavrının cezalandırılması anlamına geldiği düşüncesi çağdaş düşünceye de derinlemesine kök salmıştır. Çekilen her acı gizli ya da açık bir biçimde, her insanın içinde bulunan Eyüb'ün çığlıklarına neden olan bir adaletsizlik duygusunu fışkırtır. Hastalanmayı hak etmediklerini düşünen ve acının kendilerine amansızca saldırmasını anlayamayan sayısız hasta vardır ve bunlara göre aslında başkalarının hak etmiş o lduğu acı kendilerini bulmuştur. Hastalık acı ve ölümle karıştığında çoğu zaman işlenen bir günahın sonucu gibi yaşanır. İsyan duygusuna ya da böyle bir günah işlediğine inanmayan insanda öfkeye veya kişisel ahlaksal görevlerini yerine getiremediğine inanan kişide boyun eğme duygularına yol açar."işlediğim günahlara karşı kutsal bir ilaç gibi acı v erd iğiniz için şükürler o lsun sana Tanrım" diyor Baudelaire ve farkında olmadan aynı metafiziğe bağımlı olduğunu gösteriyor. Sözgelimi aid s'e yakalanan A lain-em- manuel Dreuilhe de "hastalıklı bir suçluluk içindeki mantali- temizde her virüs saldırısı geçmişteki boş bir çiftleşmeye denk d üşer" diyor. 98 A cı çeken günah işlemiş bedendir. A ids, yaşam biçimleri ya da cinsellikleri içinde suçlu olan genç erkeklerin ya da kadınların tam anlam ıyla çarpıcı günah imgelemini yansıtır. Ya da tersine bu insanlara, "masumiyetlerine" rağm en (kan nakli yoluyla) bulaşmıştır bu hastalık. Bununla birlikte Ey üb'ün hak ettiğind en kuşkuland ığı bir hastalığa karşı 96

95 isyan ettiğini ve Tanrıdan destek aldığını gördük. Hıristiyan geleneği Isa aracılığıyla acı çeken insanın masumiyeti temasını yineler. A ynı şekilde İslam da... A ma hastalığın ahlakıyla ilgili önyargı etkisini dağıtır ve tutarsız hale getirir. Bu duygu gizliden gizliye, durmaksızın devam eder yoluna ve doymak bilmez bir adalet arayışı peşindedir. A ma doğa insanın kendisi hakkmdaki düşünceleriyle ilgilenmez. Doğa da insan gibi d oğal o larak ahlaklı değildir. 97

96 4 Ac ın ın s o s yal ya p ıs ı " F iz ik ac ı hiç ku ş ku su z m o ral bir u n su ru n, en erjin in, iraden in e tkis i altın dadır. A m a n asıl m ü dahale ediy o r bu n lar? S adec e ifadey i, ac ın ın v e rebilec eğ i işaretleri m i en g elliy o r lar y o ksa bu ac ı alg ılam aların ın keskin liğ in i en g elley eb ilec ek bir g ü c e m i sahip tirler? " René Leriche, C hiru rg ie d e la do u leu r A c ın ın ritü elleşm esi Çekilen acıya bir anlam v ermeyi istem ek anlık acının ötesine gider, hastalık, yaşamı d ünyayla karmaşık bir ilişkiye sokunca daha d erin bir anlam içerir. İnsanın acısını anlaması yaşamını anlamasının başka bir biçimidir. Bütün toplumlar acıyı dünya görüşlerine entegre ederlerken ona, çoğu zaman çıplaklığını hatta keskinliğini azaltan bir anlam, giderek bir değer verirler. A cıyı, kökenini açıklam aya yö nelik nedensellik ağlarının içine yerleştirirler ve özellikle de her toplum, kendine göre geliştirdiği ö zel tıp teknikleriyle, o nunla m ücad ele etmenin sembolik ve pratik olanaklarını bulmaya çalışır. İnsanın acısına bir anlam vermesi, o nun nesnelere pürüzsüz bir biçimde bakmasını sağlar, hastalandığında paniklemesini ya da yaşamsal fonksiyonlarının durmasını engeller. A nlam örgüsü dünyanın ham ve kaba yanım koruyan bir kalkan işlevi gören 99

97 kültürün ham maddesidir. İnsanı minimum bir ko rkuyla tutarlı ve kestirilebilir bir dünyaya sokar. A cının, ona bir anlam ve değer veren bir kültür içine entegre edilmesi şiddetini azaltır; bu durumda acı az ya da çok kaçınılmaz bir olgu gibi görülür ve insanın onunla, toplumsal ilişkinin sıradan biçimlerine göre yani toplumun beklentilerine cevap vermeyerek saygınlık ve onurunu tehlikeye atma riskinden uzak durarak uyuşması gerekir. A cıya yüklenen kolektif anlam ve onu başkalarına anlatan ritüelleşmiş işaretler sembolik teşhirlerdir ve insan bunlar aracılığıyla hastalığının kaderini elinde tutarak yaşam ının kaderini de elinde tutar. Böylelikle acının dünyasına olası bir giriş alanı önerilir ve her aktöre belli bir denetim olanağı sağlanmış olur. İnsan kendi direnme gücünü öncelikle başkalarının acılarıyla ilgili bilgilerinde bulur: Bu direnme gücü ait o lduğu so syal grupla ilişkilidir. Bütün toplumlar, örtük bir biçimde, zor olduğu kabul edilen sosyal, kültürel ya da fizik koşulları dikkate alarak acının doğruluğu ve haklılığı konusunda bir tanımlama yaparlar. Toplumun yaşadığı deneyler, bireylerini, bu olaylara mal edilebilen bild ik bir acı beklentisine götürürler. Bu bağlam da doğum olayı bir örnek oluşturur. A cının tahmin e d ile n şiddeti ve bilinen direnme biçimleri kuşaktan kuşağa ya da da aynı ko şullan yaşayan insanlar aracılığıyla aktarılır, hastabakıcıların, ebelerin ya da hekim lerin tanıklıklarıyla ö ğrenilir. Cerrahi müdahale ya da diş çekme ya da tedavisi, yaralanmalar vb'leriyle ilgili olarak bu olayları daha önce yaşamış olanlar ve bu konuda tavsiyelerde bulunm ak isteyenler çeşitli yorumlar getirirler. Hekim hastanın sürekli biçimde çektiği acının şiddeti hakkında tahminlerde bulunabilir. Her deneyim, her hastalık, her hasar gittikçe yayılan bir acı alanına dahil olur. Toplum sembolik olarak meşru olanın sınırlarını belirler ve bunu yaparken de olası aşırılıkları engellemeye çalışır. A cının bireysel ifad esi tanıkların beklentilerini besley en ritüelleşm iş biçimler içine sızar. Belli edilen bir acı bu acıyı doğuran 10 0

98 nedenle orantılı gibi gözükmediğinde ve klasik çerçevenin dışına taştığında bir oyundan ya da sahtekârlıktan kuşkulanılır. Bu durumda aktörün şöhreti tartışılmaya başlar. İnsanın, acısına sabırla ve dirençle katlanmak zorundayken, teslim olması, ağlayıp sızlayarak çev resind ekilerin beklentilerini bo şa çıkarması sessiz bir ayıplama ve kmamaya ya da üstü örtülü bir biçimde daha metin olması yolunda isteklere yol açar. Yakınları acılarını hafifletmenin çarelerini arasalar bile sıkıntı verir çevresine. A lışılmış ve beklenen ağırbaşlılıktan sapma hastanın beklediği tavırların zıddı tavırlar doğurur: Duyarlık ve merhametin yerini sıkıntı ve anlayışsızlık alır. Buna karşılık, acının ritüelleşmesi dramatikleşmeye yol açtığında acısmı içselleştiren ve bu konuda kimseye bir şey söylemeyen hasta zor anlaşılır. Yakınma, ağlama, sızlanma hastanın başucundaki insanların varlığını doğrulayan bir dil değeri taşır, buna karşılık kendini tutması, gösterilen ilgiyi, duyarlığı reddedici bir tavır içinde olduğu anlamına gelebilir. Çektiği varsayılan acıya rağmen kend isiyle yakınlık kurulam ayan hasta, etrafında koşuşturan insanlara önem vermediğini göstermek ister sanki. A cısını tek başına ve sessizce çekme gücü... Bu sözde güç onun alışılmış sızlanma ve yakınmalarıyla çelişir: Destek ve teselli verm ek için sadece yakınma bekleyen aileyi düş kırıklığına uğratır. Sıkıntı hastanın yakınlarının gö sterm ek zo runda olduklarını hissettikleri duyarlığı anlamsız kılan anormal bir durumdan doğar. A cının, kendine özgü ritüelleri vardır ve bunların, iyi niyetlilere sıkıntı ve rahatsızlık verme riski olmadan aşılmaları mümkün değildir. A cı çeken insan, o dehşet verici koşullarda bile geleneklerin, kendisi için çizdiği yolu izler. Birinci Dünya Savaşı sırasında cep hede yaşadıklarını anlatan René Leriche acıya dayanma bağlamında farklı kültürlerin altını çiziyor: "Fransızların fiziksel duyarlığı A lmanların ya da İngilizlerin duyarlığından farklıydı. Özellikle bir Avrupalıyla bir A syalı ya da A frikalının tepkileri arasında çok derin ayn- İ O I

99 lıklar vardı.[...] Ço k aristokratik bazı Ruslar bana açıkça başv u rarak, hiçbir şey hissetmediklerinden bazı Kazaklan ameliyat etmek üzere uyutmanın mümkün olmadığım ifade ettiler, bir gün, tereddütler içinde, anestezi yapmadan, yaralı bir Rus'un üç parmağını ve eltaraklannı ve arkadaşlarından birinin de bacağını dibinden kestim. Hiçbiri en küçük bir ürperti bile göstermed i, isted iğim şekilde ellerini çevirdiler, ayaklarını kaldırdılar, adeta mükemmel bir lokal anestezi uygulanmıştı ve bir an bile koyvermediler kendilerini."99 Görünüşte, çok büyük olasılıkla insan iradesinin dikkate alınmadığı fizyolojik seriler kalkanı arkasınd aki bir yığın tavır büyük ö lçüd e sosyal, kültürel, ilişkilere dayalı ya da kişisel etkilerle yönlendirilir. A cı örnek gösterilebilir bu bağlamda. A cıyı önce aynı duyumlara ve aynı savunma biçimlerine yol açan, bütünüyle fizyolojik bir tepki gibi tammlama eğilimi egemendir. Oysa durum böyle değildir. A cı bir hasann ağırlığıyla orantılı değildir: Bir çizik ya da bir yanık, bir diş ağrısı insan hayatını tehlikeye atan organik bir bo zukluktan daha fazla acı verir. Bir kapıya sıkışıp, ezilen parmak ya da kopan bir tırnak çok büyük acılar verir oysa beyindeki bir sorun, ölümcül bile olsa, hiç ağrı ya da acı vermez kimi zaman. Öte yandan insanın hissettiği acı, bedeninde oluşan bir hasarın bilince yansımasıyla bir tutulamaz, hekime, anında farklı hastalıklann neden olduğu acı yoğunluklannın bir çizelgesini çıkarma o lanağı v eren şifreli bir uyarlama d eğildir. Fizyoloji açısından, patalojik bir süreç içinde görülen ya da herhangi bir hasarla birlikte görülen acı ya da ağn hastaların tanıklıklarından çıkarılabilen bir olasılıktır ama sadece istatis- tiki bir değeri vardır çünkü bir insanın başına gelen bir şeyi bir başkasının gerçekten kavrayabilmesi imkânsızdır. Sözgelimi patolojik durumlarla bir tutulan bazı acılar ve ağnlann özellikle dayanılmaz ve çok şiddetli oldukları kabul edilir: Böbrek sancıları, sinir ağ rılan, nöbetli göğüs ağ rılan, d o nmuş bir organın ısıtılması vb hastalan ya da kazazedeleri kuşaklar boyunca mahvetmiştir. 102

100 Duyarlık eşiği tüm insanlarda yakınd ır birbirine ama bireyin tepki gösterdiği ve tavır aldığı acı eşiği esasen sosyal ve kültürel d o kuya bağ lıd ır.100 İnsan acı çekerken d ünya gö rüşünün, d insel ya d a laik d eğerlerinin, kişisel yaşamının etkisi alto d ad ır. İnsan fizyolojisi asla, açık seçik, pürüzsüz şekilde çalışmaz, onu o layların, spo ntanlığm, to p lum sallığın d ışınd a tutabilecek biyolojik bir bekâreti yoktur. İnsanlar aynı beden içinde yaşamazlar, beklenen fizik performanslar toplumdan to plum a d eğ işir.101 İnsanın acıyla ilişkisi ö zellikle kültürel ko şullar olan bu bedensel koşulların değişebilirliğinin karmaşık belirtilerind en biridir. René Leriche'e göre "fiziksel acı, bir sinirdeki belli bir durumun basit, yaygın sinirsel etkisi değildir. Bir uyaranla bedenin tümü arasındaki çatışmanın sonucudur."102 Georges Can- guilhem. Leriche'in düşüncelerine bir ekleme yaparak insanın acısını -aynı zamanda da hastalığını ya da yasını- kendi algılamasının ve de bu acının gerçek etkisinin çok ötesine götürdüğünü sö yler.103 Bu çok kesin tanımlama bireyin acısının düzeyini algılamasındaki kişisel payını değerlendirme olanağı verir. Bir acının etkisinin toplumsal, kültürel v e p siko lo jik süzgecini belirtir. Uyaran ve algılanan arasında tüm boyutlarıyla (bireyselliği, yaşamöyküsü, sosyal ve kültürel aidiyeti) birey vardır. Değerlendirmelerden kaçan bazı örtük normlar acıyla ilişkiyi belirler. A cı hiçbir katıksız öze denk düşmez, bedensel dönüşümler ve bunların, bu duyguyu tanıyabilmeyi "öğrenmiş o lan" ve onu bir anlam ve değer sistemine taşıyan bir birey tarafınd an d eğerlendirilmesi arasınd aki so n derece karmaşık bir ilişkiyi yansıtır. A çlık gibi acmın da biyolojik bir kökü vardır ama insanlar onu aynı anda hissetmezlerse, aynı zevki duymazlarsa, aynı şekilde beslenmezlerse, yedikleri şeylere aynı anlamları yükleyerek aynı ritüellerle tatmin olmadıkları gibi aynı şekilde acı çekm ezler v e aynı acı aynı yo ğunlukta saldırmaz onlara; insanlar acılarına, yaşadıkları ortama özgü kolektif yönelimlere göre farklı bir anlam v e d eğer yüklerler. A cı 10 3

101 y ı b a s it bir biyolojik veri gibi görmek yeterli değildir çünkü insanileştirilmesi bilince yansmmasınm koşuludur ve insanlar farklı yerlerde ve farklı zamanlarda aynı biçimde ve aynı anda acı çekmezler. E ğ itsel v eriler L an c et' in haftalık gebe kadınların taşıdıkları dölütler üstünd eki bir araştırması, bu kad ınların aşırı ve saldırgan ilgiler karşısında acı çekmelerinin m üm kün o ld uğunu göstermiştir. Dölütlerden alman iki yüz kan örneği strese bağlı biyoşi- mik dokular ortaya çıkarmıştır (kortizol ve beta-end o rfin).104 Psikanaliz, başından beri, özellikle O tt o Rank, G. Groddeck ya da daha yakın dönemde Françoise Dolto aracılığıyla aynı şeyi dile getiriyordu. Frederik Leboyer de, yetmişli yıllarda, o dönemde "zorlanmadan do ğum" dediği bir kavram aracılığıyla ısrarla hatırlatıyordu aynı şeyleri. Kuvözlere bakanlar, aşırı ö zend en ya da herhangi bir temas nedeniyle sıkılan bebeklerin gerilim v e ağlama tep kilerini görürler. A ynı şekilde, çocukların çektikleri acılar konusunda insana kesinlikle örgenci (or- ganiciste) bir açıdan bakan görüş bu bağlamda, yakın dönemlere kadar birçok hekimi çok şaşırtmıştır. Süt bebeği, çığlıklarından, ağlamalarmdan, sızlamalarından, kendisine dokunuld uğund a tepki göstermesinden, o ynayam amasınd an, heyecanından ya da hareketsizliğinden anlaşıldığı gibi acı çeker. A cı çektiği sırad a hissettiklerine kesin bir anlam verebilecek sözcüklerin bulunması mümkün olmaz. Bununla birlikte çevrenin tepkileri de onun duyarlığını biçimlendirmeye başlar. Bebeğ i rahatlatm aya yö nelik hareketler, konuşmalar, ilgi gö sterileri ya da hiç ilgi göstermeme, çevresindeki konuşmalardan çıkarabildiği anlamlar, içinde y a ş a d ığ ı b u duygusal ortam tümüyle, bebeğin acıyla ilişkisinin ilk damgasını taşır. Bireyin acıya tepki gösterme biçimi çok büyük ölçüde yaşamın ilk yıl- 10 4

102 lannd a ve ana-babamn ço cukluk yaralarına ya d a hastalıklarına gösterdiği ilgiye göre kök salar. A ile çocuğun bedensel değişikliklerinin ve dünyayla ilişkisinin biçimlendiği çok güçlü bir sosyalleşme yeridir. Yıllar boyunca, aile içi ilişkiler, eğitsel amaçlı olsun olmasın, algı ve heyecan alanını belirlerler, bu aland a eğiticid irler v e bireyin kend isine ya da başkalarına yönelik ifadesini biçimlendirirler. Ö zellikle annenin yüzü, ses tonu, ilgi düzeyi birlikte etkili olurlar ve çocuğun dil deneyimini yavaş yavaş geliştirirler. A nne acıyı adlandırır ve onu bir simge alanının içine dahil etmeye çalışır. Tavrı teşvik edici ya d a caydırıcıdır, acıyı yatıştırır ya d a şiddetlendirir. Çocuk, altı ayd a, canını yakan bir yarad an etkilend iğini ağlayarak gösterir. 105 Büyürken yaşadığı zor deneylerin sayısı da artar ve bu bağlamda bilinci de gelişir: İlk dişler, düşmeler, hastalıklar, y aralar..., hareketlerini d üzenlemeyi, bir yerini acıtabilecek tehlikeli durumlardan kaçabilmeyi, d o ğru muhataba, özellikle annesine hitap ederek acılarından söz etmeyi öğrenir. Dili kullanmaya başlaması çocuğa kişisel deneyimlerini geliştirme, başkalarına aktarmak amacıyla bilgilerini d üzenleme olanağı verir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki acı sözcükleri ço cuğun v okabülerine giren ilk sözcüklerdir. A cı çektiğinde çevresinin ilgi nesnesi olan ya da ötekilerin acısına tanık olan çocuğun acıyla ilişkisi zamanla, kültürel modellere göre oldukça kestirilebilir bir biçime kavuşur. Bireyin, topluluğun ya d a çevrenin ö zellikle kend i kuşağınd an kişileriyle karşılıklı ilişkileri bu tip davranışları güçlendirir ve bir tür doğal kesinlik haline getirir. A ma bu yönelimler özel bireysel gelişmelere bağlı bir değişim alanını da boş bırakırlar. A cı karşısında, aynı kültür içind e karşılaşılan farklılıklar (acı eşiği ve benimsenen tavır) kim i zaman, kültürleri aynı ilişki içind e kendi aralarında ayıran farklılıklard an daha belirgindir. Batı toplumlannda çocukların eğitiminin belirgin özelliği, uzun süre, erkek çocuğa, geleceğin aile reisi ve kız çocuğa da gelecekteki eş ve anne olarak yakıştırılan imajlar olmuştur (ve 10 5

103 muhtemelen bugün de biraz böyledir durum). A ile ve okul eğitimi erkek çocuk için acı karşısında direnci ön plana çıkarır, kız çocukta ise d uygusallığa pnem verir. Genellikle acısına teslim olma eğilimindeki kız çocuğu teselli etmek yaygın bir tavırdır. Duyarlık dişi çekiciliğinin bir özelliğidir, erkek çocuk ise "adam olduğunu göstermek" zorundadır ve yetişkinlerin koydukları kurallara karşı çıkmamalıdır. A cı karşısında erkek "kad ın" durumuna düşmemek için dişlerini daha fazla sıkmak zorundadır genellikle. A ma, sadece sürekli bir mücadele içind e o lan eğitsel etkiler nedeniyle d e o lsa bu şema ço k da kesin değildir. D. Mechanic, W isconsin'de Madison kentinde 350 çocuk ve annesi üstüne yap tığı bir araştırmad a annelerin ço cuklar üstündeki tavırlarının sonuçlarını incelemiştir. A z sayıda çocuk annelerin ve çocukların davranışları arasında çok sıkı bir ilişki o ld uğu hip otezini d o ğrulamıştır. A nnenin etkisi d avranışlarını bir transfer şeklinde aktaran bir saydamlık oyunu değildir. Ço cuk büyüd ükçe, aile çevresi d ışınd a, başkalarıyla geliştirdiği karşılıklı ilişkiler d e artar. Eğitsel etkiler çeşitlenir. A yrıca aile grubunun duygusal dinamiği de çocuğun etkilenmesini çeşitlendirir ve renklendirir. A nnenin tavır ve tutumunun rolü önemlidir ama babanın, büyük babaların, büyük annelerin, dayıların, amcaların, teyzelerin, halaların, kız kardeşlerin ve erkek kardeşlerin tavırları da karışır bunlara ve annelerin ço k güçlü iradelerini alt üst edebilirler bu bağlamda. Çocuk, başkalarının yazılması gereken şeyi yazdıkları beyaz bir sayfa değildir, kendine özgü bir yaratıcılığı vardır ve bu yaratıcılık sayesinde aile normlarına karşı çıkan bir aktördür. Modellere direnir, yavaş yavaş hastalık ya da acıya karşı kendi tepkilerini geliştirm ek am acıyla bu etkileri kend ine gö re d üzenler." A şın ko ruyucu tavırlar içind e o lan, hastalık hastası bir annenin ço cuğu mutlaka aynı (ya da karşıt) ö zellikleri taşım az."106 Çocuğun zenginlikleri çoğu zaman ana babanının zihnind eki o lasılıkları geçersiz kılar. 10 6

104 Bununla birlikte aile sürekliliği içind e yer alan ilişki tiplerinin kimi zaman ana babaların kendi acılarına özgü ilişkilerden ço k daha etkili so nuçları olur. Ço cuklarının en küçük bir sıkıntısı karşısında birdenbire telaşla seferber olan ilgisiz ya da vakitleri olmayan ana babalar çocukta acı ve sevgiyi birleştirirler ve tatmin olamamış bir sevgi isteğini yansıtan sürekli bir acı arayışını beslerler. Başka durumlarda da aynı türden belirtiler görülür. Daha sonra pişman olan ve aşırı şefkat gösterisi yapan bir ana-baba tarafınd an cezaland ırılan bir ço cuk, kendisine rağmen, kimi zaman çocukluğun çok ötesine giden bir acıödül düzeni içine girer. Duygusal istikrarsızlık bağlamında, annenin başlangıçtaki ilişkileri çocuğu genellikle, koşullann zorladığı bir kendini tanıma olgusu içinde sürekli bir acı arayışı içine atar. A cının sev giyle ö zdeşleştirilmesi ö zellikle yaşama bir acı ipiyle bağlanmış gibi gözüken paitı p r o n e p atien ts' ta tehlikeli ve sık rastlanan bir zincirdir. 107 Buna karşılık kendi haline bırakılan ya da sorularına pek cevap alamayan çocuk, bir yerinde bir yara o luştuğund a ya da hastaland ığınd a sertleşir, bed eninin, d ile getirilen v e p aylaşılan bir acıya elverişli olduğunu düşünmez, acıyı kendisine saklar, kendi denetiminde olan bir şey gibi görür. Dövülen çocuk için de aynı şey söz konusudur. iy icil, kronik ağrılardan yakınan yetişkinler üstünde yapılan bir araştırma, onların tavırlarının annelerininkiyle ilişkili olduğunu ortaya çıkarmıştır. A cıya karşı aktif bir mücadele içine giren yetişkinler pasif eğilimler içindeki arkadaşlarına göre daha az hissederler acıyı. Bu p asif yetişkinler hissettikleri acının bir an ö nce geçmesi için hekimlerin ö nerdikleri egzersizleri ender olarak sonuna kadar götürürler. A nnelerinin de boyun eğmiş bir tavırları vardır ve bu etkinlikler sırasmda yakınmalarını çocuklarının yakınmalarına karıştırırlar. Karşılıklı ortak etkileşimler özellikle durumun zorluğunun ve aşılmazlığınm altını çizer. Buna karşılık mücadeleci bir tavır benimsemiş o lan anneler ço cuklarını sürekli cesaretlendirirler v e acıla- 107

105 rina rağmen desteklerler onları; onların direnme iradelerini ve acıyla baş ed ebilecek güçte o ld uklarını gö sterm elerine yard ım cı o lurlar.108 A nnenin kendisine hakim olabilme gücü çocuğun m ücad ele gücünü anlayabilm ek için kesin bir veridir. Kuzey Kaliforniya'da ameliyat olan ya da zor bir hastane d ö nem i geçiren 994 ço cuğun ana-babasmın yaklaşık yüzd e biri çocuklarını bu olaya hazırlamıştır. Çok az sayıda çocuk, acısına katlanabilmesine yardımcı olabilecek bilgi ya da destek alabilmiştir. A nkete katılan 68 ana-babadan hiçbiri sorunla yüz yüze gelmek istememiştir. Kaygılarının dışına itilen acı birtakım kurallar hariç, bu insanların ço cuk eğitim i anlayışlarının da dışındadır. Çocuğu sıkıntıya alıştırmak için hiçbir özel çaba gösterilmemiştir. Sadece 213 çocuk, acıya karşı mücadele etmek için yaratıcı tavırlar geliştirmiştir: 93 çocuk avunma yoluna başvurur (başka şeyler düşünmek, alfabeyi tersinden ezbere okumak vb.); 91 çocuk yumruklarını sıkar ya da fizik anlamda gerilir; 29 çocuk durumun kontrolünü kaçırmam ak için düşler kurar ya da rahatlatır kendisini. Çocukların söylediklerine bakılırsa, geri kalanlar acıya karşı mücadele ed ebilmek için hiçbir özel yöntem uygulam azlar.109 Bireyin acısıyla ilgili d eneyimini tanımlama ko nusunda geri kalanların payım belirlemek zordur. Öğrenme yo llan çocuğun çevresinde oluşan sosyal ilişkilerin simyasına ve kendisine empoze edilen değerlere bağlıdır. Hiçbir toplum, bireylerine, uygun acı eşiğini ve bu bağlamda belirlenecek tavn saptamak amacıyla ders vermez. Bununla birlikte acıya bağlı gibi gözüken dayanılmaz bir duygunun çözülebilmesi öğrenilmiş bir veridir. A lgıyı yönlendiren ve onu hissetmenin ve göstermenin ortak bir yolunu belirleyen örtük ve önerilmiş kategorilerinin bilinm esini gerektirir. 10 8

106 K ü ltü rel v eriler Ortak ve çok genel duyumlarla ilgili verilerin algılanması so syal ve kültürel bir ö ğrenim olgusudur, nesnel duyusal değişiklikler kategorisi alanına taşınamaz. Bilincin içeriği fiziksel içerikle eşdeğer değildir. Bireyin, dünya görüşü, duyularının v e d eğerlerinin referansıyla hissettiğini d üşünd üğü şeyleri yo rumlayarak aktardığı yerde zihinsel bir etkinlik devreye girer. Birey, bed eniyle ilişkisind e bir kayıt ekranı değildir, ald ığı duyumları kendi kategorilerine dönüştürür ve bu kategorileri kendi üslubuyla referans grubunun öteki üyeleriyle paylaşır. Sö zgelim i uzun süredir çektiği ve yakınlarının da şikâyetçi olduğu bir sırt ağrısını umursamayabilir ama ilk kez hissettiği boğazındaki bir ağrıyla ilgilenebilir. Teşhisteki olumsuzluklar nedeniyle hekimi endişelendirebilecek bir sıkıntıyı da fazla ö nem sem ez v e katlanabilir. İçselleştirilmiş kültür bireyle birleşmiştir, duyumsal algılan yönlendirir ve acıyı korku ya da ilgisizlik d o ğuran d üşünce katego rileriyle biçimlendirir. Kendisine sorular sorulan hasta sıkıntılannın özel bir biçimde okunmasına katılır; kendisine göre, durumunda etkili o labilecek şeyleri anlatır. Bir cahil bilgisiyle yaşad ıklarını biçimlendirir, hissettiği bir acımn nasıl başlad ığını, nedenini anlatır, acısını hafifletebileceğine inand ığı "birtakım uygulamalar" önerir. A ma tıp onun kulağıyla dinlemez, bilimsel bir kültürün parçasıdır o, formasyonları, bu kültürü düzenlerken oluşmuş sınırlı sayıda uygulamacıdan oluşan bir gruba özgüdür bu kültür. Hasta bu uygulamaların ve bu bilgilerin dışındadır; bahsettiği bedende gündelik yaşamının ve özellikle iş dünyasmda başkalanyla ilişkilerinin hareketleri ve imajları vardır. H ekim se so yut bir bed enle ilgilenir, sıkıntılannı belirlemeye çalıştığı bir biyolojinin damgasını taşır bu beden. Tıbbi etkinlikler kolayca yanlış anlamalara yol açabilecek bu ayn- ma, eşit ama farklı düzeydeki bir doğruluğun iki söylemi arasındaki açıklığa dayanır. Hekim kendisine göre acının ve acı 109

107 ya bağlı belirtilerin nesnel bir tanımlamasını bekler, bu bağlamda amacı bunları hastalıkla ilgili çeşitli kategorilere dayandırmaktır; özel tedaviler gerektirmesi ve dolayısıyla hastanın kaderini ilgilendirmesi daha bir önemli kılar bu hastalık kategorilerini. A ma tıp kültürü gündelik kültürle de, bu konularda bilgisiz olan, başka bir değer ve bilgi dünyasmda yaşayan ve sağlığını bir uzmana emanet eden birinin bedeniyle ilişkisiyle de örtüşmez. Hekim (en azından işin başında) hastanın bedensel içeriğiyle, hastaya göre sıradan ve daha belirleyici belirtileri gölgede bırakan algılamaları değerlendirebileceği sözler ve yakınmalar aracılığıyla tanışır. Aynı şekilde hekime d anışm a karan, hasta, d urumunun kısa sürede d üzelebileceğim umut ettiğinden haftalarca beklendikten sonra alınmış olabilir. M uayene sırasınd a çeşitli so rularla hastanın bilgiye dayanmayan söyleminden doğan yanlış anlaşılmalar ortadan kaldırılmaya çalışılır. Hastanın, şikâyetlerini dile getirdiği bireysel v e kültürel üsluba yakınlaşamayan hekim kend i bilgi ve becerisi ışığında karar vermeye çalışır. Nasıl olursa olsun, her belirtinin kesinlikle birçok yansıması vardır; bu belirtinin hekim ya da bu konuda bilgili olmayan hasta tarafından belirtilmesi, açık seçik o labilm esine rağmen kesinlikle nesnel o lmayan özgün bir metnin çevirisi gibi dolambaçlı bir yola götürür. Hastanın düşüncelerinin doğruluğundan kuşkulanılamaz çünkü her şeyd şn önce onundur bu hastalık ve ondan sonra hekimin mesleki uğraş alanı içinde yer alır.110 Hekim muayenesi bilim ve hekim becerisi arasında, bu alanda çalışan diğer insanlar ve başka bir dünya görüşüne uyan ve bu alanda cahil ve inatçı insanın bilgileri arasınd a p aylaşılan bir d ünya görüşüyle birleşm iş bir uyarlam a, bir düzenlemed ir. Tıp p ratiği bilgisiz hastanın acılarını ya da bedeninin ortaya çıkardığı sürprizleri dile getirmek amacıyla sergilediği kültürün dikkate alınmasını gerekli kılar. Hekimin dili, kendi kültürel tavır ve değerleri içindeki hastanın bedensel deneyiminden farklıdır. Bu anlamııo

108 da teşhis hastasıyla aynı kültür dokusu içinde yer alan bir köy hekimi, bir sihirbaz hekim, bir büyücü için daha kolaydır. H e kim, hastanın tanıklığıyla o rtaya çıkan d o lambaçlı yo lları izleyerek, onun peşinden giderek ama kendi tercihlerini de göz ardı etmeden hastalığa etkili bir biçimde el koymaya çalışır. Yerel dil bir engel oluşturmaz bu bağlamda çünkü her hastalık canlı bir bedendedir; beden başka bir boyutta yer almadığından, kültür, kaçınılmaz biçimde hastalığın ortaya çıktığı yerdir. H ekim m uayenesi kuralları o lm ayan bir etkinliktir; dümeni hekim tutar, kendisiyle iyi kötü işbirliği içind e o lan, derdini iyi kötü anlatmaya çalışan ve bazı durumlarda da, eğer doyurucu bir teşhis istiyorsa dengesini ayarlamak zorunda olan bir müşteriden almayı başardığı bilgileri kendisine göre d üzenlem eye çalışır.111 Günümüzde veriler kesinlikle değişmiş olsa da I. Z ola'nın çok ilginç çalışması, belirtilerin algılanması ve şikâyetlerin yansıtılm ası konusund a kültürel o lgular so rununu d erinlemesine işliyor. Z o la bu ko nuyla ilgili o larak yap tığı ankette İrlandalI (42 kadın ve 39 erkek) ve İtalyanlardan (34 kadın ve 29 erkek) oluşan 144 kişiyle görüşmüştür. A nket Temmuz 1960-Şu- bat 1961 arasında Boston'da iki büyük hastanede yapılan göz ve ORL muayeneleri sırasında gerçekleştirilmiştir. Bu insanlar ilk kez muayeneye gelen hastalardır ve hekimle görüşmeden önce katılmışlardır ankete. Sosyal açıdan homojen bir topluluk o luşturan bu hastalar aym tıbbi ko rumad an yararlanırlar. İtalyanların çoğu göçmendir ve geri kalanlar da ikinci kuşaktandırlar. Mandalıların çoğu ikinci kuşaktan, geri kalanlar ise üçüncü ya da dördüncü kuşaktandır. A nketten çıkan sonuca göre patolojik durumlara yakın bir yelpazede İrlandalılar sıkıntılarını minimize etmeye çalışırlarken İtalyanlar ağrılarının ve acılarının yoğun ve yaygın olduğunu dile getirme eğilimi içinde olmuşlardır. Şöyle bir gözlemde bulunuyor Zola: "A şağı yukarı aynı teşhis bağlamında İtalyanlar, İrlandalIlara göre çok fazla belirtiden şikâyet ediyorlar, bedenlerinin çok daha 111

109 fazla bö lgesinin rahatsız o lduğunu sö ylüyo rlar ço k daha çeşitli ağrı ve sıkıntıdan söz ediyorlar. Aynı şekilde çoğu zaman bu rahatsızlık belirtilerinin başkalarıyla ilişkilerinde düzensizlik yarattığını sö ylüyo rlar."112 Başka anketler gibi Z o la'nm çalışması da İtalyan hastaların durumlarını dramatikleştirme gibi bir kültürel eğilim içinde olduklarını gösteriyor ve bu eğilim çoğu zaman tıp ve hastane kültürü gereklilikleri karşısında durumlarını sarsıyor onların. Buna karşılık İrlandalIlar bilinen ve alışılmış tavırlarıyla yaşamın zor olduğu ve direnmek gerektiği duygu ve düşünceleriyle uyum içinde durumlarını kabulleniyor ve içinde bulundukları koşullara katlanıyorlar. Bu konuyla ilgili olarak gene Z ola'yı dinleyelim: "A cılarım gösterme biçimi bağlamında, tedaviyi kolaylaştırmaya yönelik pek az şey yaptıkları görülürken bu tutumlarının sonucu sürekli bir acı ve ağrı d uhım u şeklinde yansır. Böylece hayatın zo r ve acımasız (yani "perhizlerle d o lu") olduğu kanıtlanmış olur. 113 Bir örnek: Presbit ya da hipermetrop durumunda sıkıntıyı yansıtmanın iki farklı biçimi: "Şikâyetiniz nedir?" diye soran hekime İrlandalı hasta çok nötr bir karşılık verir: "İğneye iplik geçiremiyorum, gazete de okuyamıyorum/ 'İtalyan hasta ise şöyle bir cevap verir: "Devam lı başım ağrıyor: Gözlerim yanıyor ve kızarıyor." Hekim hastaya ekleyeceği bir şey olup olmadığını sorduğunda İrlandalı hasta hiçbir şey söylemiyor. İtalyan hasta telaşla ekliyo r: "Bu ağrılar bütün gün sürmekle kalmıyor, bazen sabahları da uyandırıyor beni." Daha yakın bir dönemde Boston'da, aynı hastanede, C. Ko- o p m an, S. Eisenthal v e J-D. Sto eckle114 tarafından yapılan başka bir ankette d e aynı insanların acı v e belirtileri algılamalarının kültürel şem aları değerlend irilmiştir. Bu anket çalışmasında farklı kuşaklardan kırk İtalyan ve kırk dört A merikalı seçilmiş ve yirmi yıl önce Z o la'nm izlemiş olduğu aynı yönteme gö re ayrıntılı sorular so rulmuştur. So nuçlar baskın çıkan kültür m o d ellerini gösterir. İtalyan hastalar aynı p ato lo jik belirtilerle ilgili olarak A merikalılara göre daha çok sayıda belirti 112

110 den söz ederler. Yaş ve cinsiyet, gruptan gruba değişen bu kültürel farklılıkların so m ut aracıları o larak ortaya çıkarlar. Yaşları altmışın üstünde olan hastalar (İtalyanlarda yüksek bir orandır bu) aynı yaştaki A merikalı hastalara göre daha fazla acı ve sıkıntı belirtisi gösterirler ve daha fazla yakınırlar. Buna karşılık daha genç hastalarda bu fark ortadan kalkar ve istatis- tiki düzeyde bir anlam ifade etmez. Aynı şekilde İtalyan kadınlar (özellikle) ya da A merikalı kadınlar erkeklere göre daha fazla acı belirtisi gö sterirler v e daha fazla sızlanırlar. A nketi düzenleyenlerin söylediklerine göre acıyı açıkça ve dramatik biçimde ifade eden İtalyan geleneği sosyalleşmenin ve kültürel aktarımın güvenceleri olan yaşlı kadınlarda daha baskındır. Buna karşılık acıya ket v uran A m erikan şem ası çevrelerinde bir model rolü oynadıklarına inanan yaşlı insanlarda daha belirgindir. Büyüklerinin kültürel matrislerinden daha uzakta yer alan ve A merikan okullarında okuyan, başka bir kimlik modeliyle yüz yüze olan İtalyan kökenli genç kuşaklar "A m e rikan" damgalı olduğu söylenen davramş biçimlerim özümserler. 115 Buna karşılık gene aynı çalışmada "İtalyan" ya da "A m erikalı" hastaların, acılarının d ind irilm esini v e hastalıklarının nedeninin kendilerine sö ylenm esini isted ikleri belirtilmiştir. 1952'de Mark Zborow ski acımn algılanması ve belirtilerinin görülmesinde kültürün etkisi konusunda öncü bir çalışma gerçekleştirmiştir.116 A cı so syo lo jisinin klasiği kabul ed en daha so nraki yapıtlarınd an birind e araştırmalarıyla güncelleştirdiği bazı verileri ayrıntılı biçimde sergiler. 117 New York'da, Bronx semtinde Kingsbridge Veterans Hospital'da 146'sı hastanede yatan hasta olan 242 kişiyle konuşur. Bunların çoğu erkektir. Dö rt grup insanla konuşmuştur: İtalyan, Yahudi, İrlanda kökenli hastalar ve "eski kuşak" (kendi ifadesidir bu) A merikalı hastalar. A nket hastalarla v e tedavi ekibiyle yap ılan görüşmelerden oluşur. Öte yandan, acı karşısında genel tavırlarının belirlenmesi amacıyla aynı gruplardan sağlıklı insanlar 113

111 la da görüşülür. A nkete katılan hastaların ço ğunun rahatsızlığı sinirseldir (özellikle disk fıtıkları ve omurga hasarları). İtalyan kökenli ya da Doğu A vrupa'dan gelmiş Yahudi kökenli hastalar hekimlere ve hastabakıcılara göre aşırı duyarlı kabul edilen, heyecana ve dramatikleştirmeye yakın tepkiler gösterirler. Yahudilerde gözlemlenen acının belli edilmesinin engellenmemesi durumu özellikle sosyal çevreyle bir iletişim arayışını yansıtır. 118 Bu tavır, bir tür dikkat ve ilgi bekleme, sürekli rahatlatılmayı istemedir. Bütün aile katılır acıya, diyor Zborovvski; Yahudi hastanın yalnızlığa ya da ilişkisizliğe tahammülü yoktur, ö zellikle acıları ya da ağrıları arttığında başkalarıyla birlikte o lm ak ister. A cıyı ö zellikle uğursuz bir belirti gibi görür, acı ileride sıkıntı ve korku getirecektir. Z borovs- ki'ye göre bu tavır Yahudi halkının acılarla dolu tarihiyle ilişkilidir: Bir Yahudinin "yaşam ve ölüm konusunda her şeyden önce sadece kendisine ve ailesine güvenebileceği düşman bir dünyayla trajik ilişkiler" (s. 135). İtalyan hastalar acının verdiği organik sıkıntıdan çok o anda verdiği rahatsızlıkla ilgilidirler. A cı, verilen ağrı kesicilerle dindirildiğinde yakınmaları da geçer, endişelerini unuturlar ve hem en keyifleri geri gelir. Buna karşılık, acılarınd an ço k etkilenen Yahudi kültür geleneklerine bağlı hastalar kimi zaman, istenmeyen ikincil etkilerin sağlıklarını olumsuz etkilemesinden korktuklarından ağrı kesici almak istemezler. Onlara göre bu ilaçlar, acı için, belirtisi olduğu patolojik durumlar için de geçerli olan yüzeysel ve geçici bir çaredir: Endişeleri budur. Rahatladıkları zaman bile endişelidirler. Belirtisi, acı olan hastalık sıkıntılarının en önemli kaynağıdır. Görünüşte birbirine yakın olan İtalyan ve Yahudi hastaların tavırları esasta farklılıklar gösterir. İtalyanlar, kendilerini sağlıklarına kavuşturmalarım bekled ikleri hekimlere güv enirlerken Yahudiler genellikle görd ükleri tedaviye kuşkuyla v e eleştirel bir gözle bakarlar. İtalyan hasta acısıyla doğrudan ilişki içindedir, şimdiyi yaşar ve ö zellikle hastalığın tüm ü gibi gördüğü acısının dindirilmesini 114

112 ister. Yüzünü geleceğe çeviren Yahudi hasta sağlığına kavuşacağı ve dünyayla eski ilişkisine kavuşacağı ko nusund a endişelidir. A cısının dinmesi ona göre hastalığa karşı mücadeled e geçici bir dönemdir sadece ve kesinlikle çok önemli değildir. Bu iki kültür söz ya da hareketle d uyguların serbestçe ifade edilmesini teşvik ederler, İtalyan ve Yahudi hastalar yakınmakta, sızlanmakta, lanet etmekte vb. özgür hissederler kendilerini. Duygularını açık etmekten utanmazlar. Çevrelerinde, yakınlarının ö zellikle ailelerinin d estek v e şefkatlerini hissetm ek isterler. 119 "Eski kuşak A m erikalı"120 hastalar kendilerine göre öteki hastalan rahatsız eden, uygun düşmeyen bu tür gösterilere belli bir küçümsemeyle bakıyorlar. Onlann gözünde erkeğe yakışan tavırlar değildir bunlar. Hekime acılarının nedenleri konusunda sorular sormadan Önce olabildiğince uzun süre beklemeye çalışırlar, rahatsızlıklannı minimize ederler ya da rahatlatıcı açıklamalar yaparlar bu bağlamda. Direnirler ama bir yandan da teşhisi fazla geciktirmek isterler ve bu amaçla bir pratisyen hekime muayene olma karan verirler. Bu hastalar acılanna bir çeşit mesafeli end işeyle bakarlar. Ço k titiz bir tavırla, neredeyse teknik bir tavırla hissettiklerini en iyi biçimde tanımlamaya çalışırlar. Şikâyet etmezler, işbirliği içinde o lmaya çalışırlar v e o labild iğince az rahatsızlık verm ek isterler. Bö y lelikle A merikan modeli olarak tanınan ideal bir davranış mod elini taklit ettiklerine inamrlar. Bu hastalar her türlü heyecanın sıkıcı olduğunu ve heyecana teslim olan insanın kendine saygısının azaldığını düşünürler. Onlara göre "insanın ağlayıp sızlamasının ya da kaderine lanet etmesinin hiçbir anlamı yoktur." Gelecek kaygısı hastalıklarına bakışlannı etkiler, işi, her şeyin yolund a gitmesi için o rganik işlev bo zukluklarını düzenlemek olan ve insan bedeninin uzmanı olduğu kabul edilen bir hekimin karşısında iyi niyetli hastalardır. Hekimin bir an önce acılarım dindirmesini isterler çünkü acı çekmek hiçbir işe yaramaz onlara göre/ 'Eski kuşak A merikalı" İtalyan ya da Yahudi hastanın tersine, acı çektiğind e o rtalıkta gözükmemeyi tercih «5

113 eder. Sıkıntılarım başkalarına bulaştırmak istemez ve acısıyla tek başına mücadele etmeyi yeğler. Zborovvski, A merikan ulusal karakterinin, burada anılan insanların ataları o lan ö ncülerin oluşturduğu özelliklerinden söz ederken eski kuşak A merikan zenginlikleri içinde yer alan iyimserlik ve güven duygusunun altını çiziyor/ 'Bir yand a Püritenlerin katı v e sert ilkeleri; öte yanda tıbbi bakım ve özenin eksik olması ve yeni hastalıkların engellenmesi için geleneksel ilaçların ve panzehirlerin başarısız olması. Etkenler birbirine karışır ve buna bağlı olarak ortaya çıkan tavırlar doğrultusunda yalanmak bir işe yaramaz ve kurtuluş her şeyden önce insanm fiziksel formuna, hastalık ve acıya direnme gücüne bağlıdır (s. 91)." Katolik İrlandalı hasta eski kuşak A merikalıya yakındır bu bağlamda. Her ikisi de aynı şekilde ağırbaşlı davranır ve aynı direnç kapasitesini gösterir. Istırap çekmeye başladıklarında yalnız kalmak isterler. İrlandalı hasta için aile bu bağlamda bir korunma ve kendini tanıma topluluğu değildir. Tedavi edenlerden kendisini rahatlatacak çareleri beklemez kesinlikle. A cı onun kendi meselesidir, acıyla anlaşmak, uyuşmak ona düşer. A cı ortaya çıkınca önce sabır sonra da kaybolmasını beklemek gerekir. İyice yerleşirse ve işlerini etkilemeye başlarsa, işte o zaman, uzun bir bekleme döneminden sonra hekime başvurur. Muayene konusunda duraksama daha sonra durumundaki en küçük bir değişiklikle sık sık yinelenmeye başlar. Ayrıca hekime sıkıntısının ne olduğunu söylemekte zorlanır, acısını anlatm ak için kullanacağı sö zcükleri karıştırır. A cının kendisinden çok çalışmasını ya da düzenli etkinliklerini engelleyen bir hastalığın fizik sonuçlarma katlanamaz pek. Ona göre acı bir sıkıntıdan çok belirtidir, her şeyden önce kişisel çabalarla çözümlenebilecek korkunç bir fiziksel engeldir. Zborovvski'ye göre İrlandalı hastalar "en hüzünlü ve en depresif " hastalardır. Eski A merikan kuşağı hastaların iyimserliğinden, Yahudi hastaların aile desteğinden ve İtalyan hastalann yaşadıkları ana o daklanmış tav ırlarınd an uzak o lan İrland alı hastalar 116

114 kuşkulu ve alıngandırlar, mevcut etkilerden ve kendilerine acı v eren ko şullann geleceğind en ürkerler." (s. 235). Z borow ski incelemesini bitirirken ailevi koşullanmanın, özellikle annenin etkisinin insanları nasıl, homojen kültür grup ları içind e nisp eten kestirilebilir tav ırlara ittiğini anımsatıyor. Yahudi ya da İtalyan hastalar çocukluklarından beri, özellikle anne tarafından, kendilerini etkileyebilen her türlü terslik (yara, hastalık...) karşısında aşın korumacı ve endişeli tavırlarla karşılaşmışlardır. Yahudi anneler için hastalıktan d a ha kötü bir şey yoktur ve çocuklarının acı çekmeleri katlanılabilir bir şey değildir. Hastalık söz konusu olunca hiçbir harcamadan kaçılmaz. A na-babanm hekim çağıracak ya da tedavi sağlayacak maddi gücü yoksa geniş aile çevresi üstlenir bu işi. 121 A na-babalar, yakmmalara, sızlanmalara sabır ve şefkatle karşılık v erirler v e ço cukların heyecanlı, hassas, sinirli v e abartılı tavırlarına katlanırlar. Daha ziyade katıldıkları toplumun yaşam biçimini ve değerlerini benimseyen daha sonraki kuşaklar, kimi zam an eskilerin tuttuğu, hâlâ yaşayan bir aile kültürü ve katıldıkları toplumun modellerine daha iyi entegre olmuş bir grup kültürü arasmda kalmışlardır. Evde desteklenen tavır d ışarıda alaylara maruz kalmam ak ya d a o lumsuz eleştiriler almamak için engellenir, bastırılır. Daha genç kuşaklarda yabancı kültürü benim sem e d üzeyi ailelerin kend i kültürleriyle karışır. Buna karşılık A merikalı ailelerde eğilim daha çok çocuğu "hastalıklı" ve "sürekli anlamsız bir şekilde kendini dinleyen" biri haline getirmeden yaşamla mücadeleye alıştırma yönündedir. Daha önce gördüğümüz gibi eğitim biçimleri acı konusunda kişisel deneyime bir anlam kazandırırlar ve özellikle insanları, kültürden kültüre değişen farklı değerlere ve so syal v e kültürel koşullarına göre, karşılaştıkları tersliklerle iyi kötü baş ed ebilecekleri bir d uruma getirirler. Z borow ski'nin çalışmaları gündelik yaşamın kargaşası ve hastalık nedeniyle bedene yapışmış bir acı ilişkisi ortamında değil bütün bu olumsuz olabilecek etkilerden uzak ve temiz n 7

115 bir ortamda gerçekleştirilen çeşitli deneylere vesile olmuştur. R. Sternbach v e B. Tursky'nin hipo tezlerine göre acı karşısında sergilenen tavırlar sosyal ve kültürel verilerin etkisindeki algılamalarla bağlantılıdır: Bir uyarının algılama eşiği, önce nötr daha sonra nispeten etkileyici bir elektrik uyarısının dönüşüm eşiği vb. Z borow ski'nin anket yöntemine göre A merikalı, İrlandalı, Yahudi ve İtalyan kadınlardan dört ayrı grup oluşturulur: Okula giden en az bir çocuğu olan ev kadınları. A m erikalı kad ınlar protestandırlar, ana-babalan v e büyük anneleri, büyük babaları A BD'd e doğmuştur, İtalyanlar ve İrlandalIlar katoliktir. Yahudi kad ınlar gibi o nların aileleri d e A vrupa'd an göç etmişlerdir. İtalyan kadınların büyük bölümünün aileleri Güney İtalya ö zellikle Sicilya kökenlidir, Yahudi kadınların aileleri ise Doğu A vrupa'dan gelmişlerdir. Bu anket yöntemi doğrultusunda 60 kadın on beşer kişilik dört grubu ayrılır. Sınıf aidiyetine özgü değişikliklerin etkisini azaltmak amacıyla ev kad ınlarının tüm ü o rta sınıftan seçilmiştir. Bedenlerine elektrik uyarıları v erilir bu kadınların. En alt eşik d eneğin, deneycinin uyarının şiddet ve yoğunluğunu artırması sırasında uyarıyı ilk algıladığı durumda gerçekleşir. Deneğin uyarı sırasında acı hissettiği ve deneye devam etmek istemediğini belirttiği bir anda bir başka eşik kaydedilir. Denekten bir önceki safhada kaydedilmiş zor algılamanın ötesine gidilmesi istendiğinde üst eşik dayanma sınırını gösterir. Sternbach v e Tursky'nin anketi grup lar arasınd aki anlam lı farklılıkları gösterir. A cının o andaki durumuyla ilgili İtalyan kadınların algılama (1, 82), zorluk (6,12) eşikleri ve dayanma sınırları (7, 11) İrlandalı kadmlarınkinden (2.12; 8.68; 9.35) ya da A merikalı kadınlannankinden (2.16; 9.74; 10.23) farklıdır. A lgı eşiği düzleminde Yahudi kadınlar yakındır onlara, buna karşılık öteki rakamlar (8.83 ve 10.16) farklılık gösterir. Sternbach ve Tursky şöyle diyorlar: "Uyarıların geleceğe yönelik hiçbir sıkıntı korkusu vermediği laboratuvar ortamında Yahudi kad ınlarda hiçbir saplantı o luşturm am ıştır bunlar, do layısıyla 118

116 onlarla ve A merikalı ve İrlandalı kadınlar arasında hiçbir farklılık ortaya çıkm am ıştır."122 Bununla birlikte Z bo ro w ski'nin çalışmalarının çağdaş çalışmalarla zenginleştirilm esi gerekir, bu çalışm alar bir dö nemin fotoğrafını verirler ama sonsuza kadar geçerli olabilecek bir tanıklık oluşturmazlar, öte yandan kolektif tavırları kesinlikle ho mo jenleştirerek sınıf farklılıklarını da o rtadan kaldırd ıkları sö ylenebilir.123 Bunlar özellikle acının so syal v e kültürel boyutu bağlamında anlamlı örneklerdir. Ellili yıllardan bu yana dünya değişmiştir ve özellikle de ağn kesici ürünlerin çok yaygın biçimd e kullanıldığı, gündelik hayatın bir parçası haline geldiği (sözgelimi baş ağrılarına karşı aspirin almak), tıbbın tüm sağlık alanını yönlendiren bir yoğunluk kazandığı daha bireyci, parçalanmış batı toplumlannda acı ve ağrıyla ilişkiler değişmiştir. Bugünkü toplumsal manzaranın yakın zamanlara kad ar göçmen ö zellikleri taşıyan v e her zaman bazı davranış biçimlerine ve değerlere bağlı kalan ellili yılların manzarasıyla ilgisi yoktur. Z borow ski'nin anlattığı karakterler tamamen kaybolmuş olmasalar da bu insanların sosyal ve kültürel entegrasyonu içinde yavaş yavaş silinmektedirler. Öte yandan tıp ideolojisi bilgi ve becerilerini acıların ve ağrıların tedavisine sunarken bir yandan da bunlara dayanabilmeyi zorlaştırmaktadır. En küçük bir ağrı nedeniyle hemen bir ilaç alma insanları anında ve etkin bir çözüm bulma arayışlarına götürmektedir. Erkeklik ya da belli bir gruba aidiyet işareti olarak direnç gösterisi, acıyla mücadelede eski yöntemlerin geçersizleştiği, acı çekme korkusunun saplantı haline geldiği bir toplumda ö nemini yitirmektedir. A cı günd elik yaşam ö lçeğinde yararsız ve uç bir psikolojiye tanıklık eden kahramanlık d uygusuna bağ lı bir çekinginlik d uygusunu akla getirmektedir. Ço k çeşitli etkilere açık v e bireyciliğin so syal bir yapı o lduğu heterojen toplumlarımızda biçimsel, kişisel acı ilişkileri geleneksel kültür modellerini belli bir özgürlük içinde süslerler. Bir tav ırlar v e d av ranışlar karışımı o larak sunarlar kendilerini. 119

117 S o s y o lo jik v eriler Yaşam ko şullan acılarla v e sıkıntılarla sürekli ilişki içind eyseler de toplumlar ve bu dertlerden özel olarak etkilenen gruplar, fizik v e mo ral zenginlikler geliştirirler v e bunları sorunlarını daha katlanılır hale getirebilmek amacıyla daha elverişli kılarlar. Sorunlara karşı mücadelede en gerekli nitelikler en fazla arzu edilen değerler olur, hastalığa karşı direnç bir kendini kanıtlama ölçütü, genel olarak bir saygı görme gerekçesidir. M o ntaigne, yaşam ın zo rluklanna alışma ilişkisiyle ortaya çıkan bu gerekli ahlakı çok iyi kavramıştır bir zamanlar: "Felsefe, so nuç o larak bize bir atletin ya da bir katırcının yaşamını örnek gösterir; bu insanlar genel olarak ölüm, acı vb duyguları daha az hissederler, o nlaıd aki direnç gücünü başka insanların, doğuştan ya da doğal yeteneklerle veya bilim yoluyla öğrenmeleri ve edinmeleri mümkün değildir."124 A cıyla yakınlık karakteri etkiler ve üstünde fazla durmamaya götürür. Tüm sıkıntılardan uzak bir yaşamın tersine, çevreyle ilişkinin sürekli canlı tuttuğu bir zahm et v e sıkıntı kültürünün yokluğund a en küçük bir o layın zo rlaştırılmasına katkıd a bulunur. Çok yoksul çevrelerde tıbbi anlamda (önleme, beklenmed ik organik belirtilere dikkat etme, yorgunluk vb.) sağlık kaygısı pek gelişmemiştir. Beden dili, günümüzde hekimliğin önem verdiği kaygılan oluşturan işaretlerle aynı değerde olmayan işaretleri ön plana çıkanr. Tıp titiz bir yaşama, beslenmeye, alışkanlıklara dikkat edilmesini ve özellikle bedenin verdiği bazı işaretlerin izlenmesini ister ki bu anlamda insanların sağlıklanyla ilgilendiklerini söylemek mümkün değildir."kendimizi dinlemiyoruz ve adeta ikinci bir doğa olmuş so syal gereklilikle "hastalığa karşı d ireniy o ruz"."ve acıya'katlanma gücü belli bir gurur duygusuyla kuşatılmıştır" diyor Colette Petonnet/ 'Benim naturam sağlam, ölüm kabul etmedi beni, hekim söyledi." Kaldı ki başka çareleri de yoktur çünkü nazlansalar, kendilerini şımartsalar, yaşayamazlarf...] A cı çe- 120

118 t \ ken bed enleriyle ilgilenmiyo rmuş gibi gö züküyo rlar ya da i belki, beden sadece insanın gücünü göstermesine yarayan, saj. hip olduğu tek şey olduğundan gerçek anlamda bir ilgisizlik söz konusu!"125 Paris gecekondularında ve transit bölgelerinde çalışan bir etnoloğun tespiti bu. Gereklilik kural haline gelir ve sıkıntılar ve terslikler karşısında insanın kendisini önem- semesinin ve asaletini onaylamasının özel bir biçimi gibi empoze eder kendini. Bireyin yer bulmakta zorlandığı bir sosyal yap ı karşısınd a hissed ilen güçsüzlük d uygusunun yerine burada kişisel egemenlik alanı olmuş bedenden öç alma biçimi geçmiştir. Yaralar, iç hastalıklar, insanın, kimi zam an bir mükemmellik gösterisine dönüşen kültürel bir ahlaka göre uyuştuğu bir keyifsizlik gibi algılanır. İnsan her şeyini yitirince en azından bedeni vardır ve varlığını başkalarına onaylatır bu bedenle. İnsanın acıyı d eğerlendirmesi tıp kültürünün d eğerlend irmelerinden çok uzaktır. Hekim yaklaşılması zor, pahalı biridir, özellikle hastanın gururunu okşadığında ve acı karşısında direncini ya da yıp ratıcı ağrılar karşısında fizik gücünü ö nem sediğinde sözü saygıyla dinlenen önemli bir insandır. Peton- net'yi dinleyelim: "Kimileri karaciğer ya da böbrek ağrılarına yıllarca katlanırlar. A bel altı yıl ülser ağrısı çektikten sonra muayene olmaya gitti. A meliyat macerasını ve çektiği sıkıntıları iyileştikten sonra anlattı. Kimse çektiği acıyı söylemiyor. İltihaplı ya da kanlı bir akıntı, bir idrar tutma zorluğu, kapanmayan bir yara uzun süre saklanıyor hekimden." A ncak acılar, ağrılar ve sıkıntılar iyice artıp gündelik yaşamı etkilemeye başlayınca ilgileniyoruz bu tür rahatsızlıklarla. A ğrıların ve acıların değerlendirilmesi gündelik yaşamdaki alışkanlıklarla bağlantılı, sürekli bir alışkanlık değil, farkedilen bir belirtiyi zararlı bir işaret gibi kabul edebilecek bedensel bir projeksiyon değil. M uayene sürekli ertelenir çünkü hasta m uayene so nrasında ailesinden, yakınlarından kopacağından ve savunmasız bir biçimde yabancı bir çevreye teslim edileceğinden korkar: 121

119 Kend i dünyasına uzak v e başkalarıyla ilişkilerin end işe verdiği bir yer olan hastane. İnsan içinde bulunduğu koşulları sürekli yaşadığı bir çevrede kabullenebilir ama başka bir yerde yaşanması zordur bu koşulların; insan moralsiz bir durumda ve hak ettiği muameleyi görmediğini sandığı bir ortamda savunmasız kaldığında korkar. Devam ediyor C. Petonnet: "A cı dayanılmaz olmadığında, insanlar haklı ya da haksız olarak durumun vahametini tehlike eşiğinde görmedikleri sürece şikâyet etmed en katlanıyo rlar sıkıntılarına. Istıraplarına kayıtsız kalarak sürdürüyorlar hayatlarını, rahatsızlıklarına gerekli ilgiyi göstermiyo rlar ama bir yand an da gizli bir end işe duyuyo rlar hastalıklarından. İnsanlar kesinlikle tehlikeli o lmad ığına inand ıkları rahatsızlıklard an şikâyet ediyorlar. H ekim e sad ece başağrısı, uykusuzluk, keyifsizlik, şidd etli yorgunluk gibi nedenlerle baş vuruyorlar... Boş ve lüzumsuz şikâyetler bunlar sanki; aslında her zaman bir şey yüzünd en sıkıntı çekiyorlar."126 Uzun zamandan beri çekilen bir sıkıntı sonucunda bir d amla su bardağı taşırabilir v e nihayet uzun süredir bastırılan bir acı fışkırıverir. Kendini hekimlik kuruntuma çok uzak hissetm e, o lanaksızlıklar, hatta bireyin kend isini so syal anlamda dışlanmış ya da kenarda kalmış gibi hissetmesi, bu değer yargılarını içselleştirmesi dayanılmaz acılara ve ağrılara katlanma ve bir türlü tedaviye yanaşmama sonuçlarını doğurur."h er halükard a, ben..." Kend isini ayıplayacakları korkusuyla m uayeneye gitmez bir türlü v e sıkıntılarını kişisel bir sorun yapar; bunları her şeyden önce kendisi çözecektir. Kentlerd e yaşayan aylaklar v e işsiz güçsüz insanlar, Paris'in belli merkezlerinden ya da istasyonlarından uzakta yaşayan gençler için kendini koyverme, tüm olanaklarını yitirmiş olma, yeniden kimliğine kavuşabileceği bir mekâna sahip olamama, dışlanmışlık ve terkedilmişlik duygusu bedeni hor görme ve sağlığını ihmal etmesi sonucunu doğurur. İnsan çoğu zaman sokakta ya da rastgele bulduğu bir yerde yatıyorsa, beslenm e durumu o günkü şansına bağlıysa, sağlığıyla ilgi 122

120 lenme diye bir şey sö z konusu değildir. Sald ırganlığın neredeyse hiç eksik olmadığı "bedenin her şeye maruz kalabileceği " bö yle bir o rtamd a sıyrıklar, yaralar, çürükler, iltihaplanmalar tedavi edilmez ve bunlarla birlikte yaşamak uygun bulunur, bu insanlar acılarını dindirmeye bile gerek duymazlar çünkü acı zaten sonu gelmekte olan bozguna eklenen bir şeyd ir sadece. Bu insanlarla ilgilenen pratisyen hekimler, d isp anserler, hayır kurumlan, tedavi edilmeyen rahatsızlıkların bu kad ar ço k o lmasına şaşırırlar genellikle. İşçi çevrelerinde genellikle, yaşamla ilişki zedelenmedikçe sıkıntılarla birlikte yaşanır/ 'Geçer canım ", "insan kendini o kadar da dinlememeli." Bir iş günü kaybetmektense ve hekime muayeneye gitmektense "so rum luluğu üstüne alır" emekçi. Beden en önemli çalışma aracıdır. Mesleki ve kişisel etkinliklerin engellenmesi rahatsız edici boyuta geldiğinde acılar ve hastalıklar da hissedilm eye başlar. İşçilerin, rahatsız o lmalarına ya da kendilerini güçsüz hissetm elerine rağmen işe ara vermek istememeleri bu d ünyada uzun süre bir gurur v esilesi, kişisel mükemmellik, direnç ve güç işareti kabul edilmiştir. Ama modernite değerlerinin yükselmesi ve belli bir tıp efsanesinin yayılm ası aktörleri hastalığa karşı en az tolerans no ktasına gö türmüştür. Eskiden önemsiz görülebilen sıkıntılardan şikâyet etmek ender görülen bir şey değildir artık. Günümüzün pratisyen hekimleri, sö zgelim i altm ışlı yıllarda işçinin çalışmasına engel olmayacak belirtiler karşısında artık daha sık istirahat tav siye etme eğilimind ed irler. Yaklaşık o tuz yıldır, toplumsal bağlamda oldukça genel değerler taşısalar da, iş yaşamındaki genel değişiklikler, mutlak olmasalar da yorgunluğa direnme, acıya direnme, sağlığı önemsememe ve hastalıktan korunma önlemi gibi eski işçi değerlerini zayıflatmıştır. İşçi kültürü ve hekime baş vurma arasındaki mesafe eskisi kadar uzak değildir. Köylerde ıstıraba dayanma kavramı daha çok geçerlidir ve bu kavram iktisadi gerekliliklere ve özellikle de çok zor gün 123

121 d elik çalışma ko şullarına dayanır. Çiftlik işleri, inekleri sağmak, hayvanlara yem vermek, ekim ya da hasat yapmak gerektiğinde ağrılarla, acılarla uğraşacak kadar vakit kalmaz. Bu bağlamda Sapir şöyle diyor: "Kö ylünün çok işi olur, sabahtan akşama kadar çalışır, mutlu bir aile yaşamı olup olmadığını düşünecek vakti yoktur. İş beklemez; günleri hep doludur; iki ayağı bir pabuca girmiştir; borçlarını ödeyecek parayı denkleştiremez; nefes alabild iğine şükreder..."ö lüm kalım meselesi."127 A merika'daki kırsal yaşamı irdeleyen Earl Koos da aynı sonuçlara ulaşmıştır: "Ço k yoksul insanlarda sıkıntılarını önemsememe gibi bir eğilim görülür, bu insanlar ender durumlarda hekim e başv urm ak gerektiğine inanırlar."128 Laurence W ylie ise Vaucluse'd e bir kö yün sakinlerinin acıya karşı "Ispartalılara özgü" güçlü dirençlerinden söz ediyor. Bu bölged e insanların hastalıktan çok "yorgunluk" tan söz ettiklerini anlatıyor: "İnsan, çalışacak gücü kalmayınca ve yatmak zorunda kaldığında yorulmuştur."129 Halk tabakası içinde insanları değerlendirme ölçütü çalışmadır: Çalışamamak hastalık belirtisidir yani bu durumdaki insan şikâyet edebilir. M ecburen v e kültürleri gereği "kend ilerini dinlem em eyi", acıya direnmeyi öğrenmişlerdir, çalışmaya bağlı gündelik etkinlikler yaşamın özünü oluşturduğundan daha da güçlüdür bu dirençleri. Gücün, direncin önem kazanmış olması sapmalara izin vermez kesinlikle, acıya direnci kolaylaştırır ve çoğu zaman zor yaşam koşullarına dayanmamn sembolik çarelerini verir/ 'Hastalık hastanın gücünü tüketen şeydir, yani 'normal yaşam a'yı engeller ve beden alışılmış ve bild ik (özellikle mesleki) amaçlar için kullanılabilir sad ece"130 d em iştir Luc Bo ltanski yetmişli yılların başında. H alk çevrelerinde hekim muayenesi işareti çoğu zaman, hastalık ya da kaza sonucu ortaya çıkan acı ya da sıkıntı, işin ve gündelik yaşamın birbirine iyice karıştığı bir yaşam sahnesine çok etkileyici biçimde girdiğinde verilir. A ma bireyciliğin egemen olduğu bir toplumda sağlık kaygısının hatta sadece ben kaygısının iç 124

122 selleştirilmesi, işi her zaman ö ne çıkarm ayan bir tav ır geleneksel koşullan yavaş yavaş sarsan verilerdir. Buna karşılık daha az korunaklı olan köyle çevresi bu sosyal dönüşümlerden daha az etkilenir kesinlikle. O rta sınıflarda v e ö zellikle ayrıcılıklı sınıflarda bed en ilişkisi tıp dünyasından gelen yaygın öğütleri dikkatle algılayan etkin bir ilgiden oluşur. Sağlık ve hastalık arasındaki aynm halk çevrelerinde yapılan o çok belirgin ve çok kesin ayrım değildir burada. Hastalık "ani bir kazadan çok sağlığın yavaş ve farked ilmed en gerilem esid ir."131 Öncü işaretler verir, alışkın bir beden hemen tanır bu işaretleri ve önleyici önlemlerin alınmasını kolaylaştınr. Bu çevrede ağn ya da acı ortaya çıkar çıkmaz tedavi edilir. Sıkıntı bedene yerleşecek vakti bulamaz. Olağandışı ve kalıcı bir duyum bilinç eşiğinden girdiğinde hekim muayenesi şart olur. Bu çevrede hastalık d urumlarıyla ilgilenme eşiği öteki toplumsal çevrelere göre oldukça aşağıdadır. Her zaman formda kalma gerekliliği önem kazandığından, insanların kendilerine sürekli dikkat etmeleri gerekir ve bu da sağlığın korunmasına katkıda bulunur. Aynı şekilde gelecek kaygısı da sad ece yaşanan anın ilişki v e etkinliklerind en uzaklaşmış bir uyanıklılığa götürür. A cıyı ya d a ano rmalliği değerlendirme ölçütü bedenden bildik biçimde yararlanma olgusuna dayanır; bu bağlamda, halk kesiminde yaşamın temelini oluşturan meslek yaşamı ilişkisi sorunu ikinci derecede önemlidir. İnsan ilişkileriyle doğrulanan bir toplumsal yaşamın ürünü o lan bed enin çıkard ığı zo rluklarla v e tersliklerle ilişki toplumdan topluma değişiklik gösterir. Fizyolojik unsur insanın ona verdiği anlam ve değer karşısında silinir. Aynı hastalık bireyin kültürel referanslarına göre az ya da ço k kestirilebilir yargılar ya da toleranslar yaratır. A cı ya da sıkıntı, tıbbın, insanın ekled iği d ö küntüleri tem izleyerek buld uğu insand an bağım sız, insanın bilincinden uzak olgular değildir. İnsanlar, yaşam koşul- lanna v e dünya gö rüşlerine göre uyuşurlar acı ya da sıkıntıla 125

123 rıyla, kendi d eğerleri v e d av ranış m o d elleri aracılığıyla sahiplenirler bunları. Kimi zaman da gerekli bir erdem haline getirirler. Yaşamın her koşulda zor olduğunu düşünürler ve kaçınılm az o lduğunu d üşünd ükleri ama başka birtakım toplulukların da dayanılmaz ve kabul edilmez bularak ulaşabildikleri tıbbi o lanaklarla mücad ele ettikleri bed ensel sıkıntılara katlanırlar. A cı kaba bir veri değildir, özel bir tavrı gerekli kılan verilm iş bir duyunun insani sonucudur. T ıp u y g u lam aları v e kü ltü rler A cılarını dünya görüşlerine entegre edenler sadece hastalar değildir, hekimler ya da hastabakıcılar da kendi değerlerini v e ço ğu zaman da ö nyargılarını hastaların çektikleri sıkıntılara yansıtırlar. Zborovvski'ye göre hekimler, acıyla ilişkinin sad ece bir biçim ini mutlaklaştıran yargılarının kültürel ö zelliklerini anlamadan İtalyan ve Yahudi hastaların tavırlarını "abartılı" buluyorlar. Şöyle diyor Zborovvski: "Elimizdeki malzemeye göre (tıp çevresinin) İtalyan ya da Yahudi hastanın ıstırabının gerçek d üzeyini d eğerlend irebileceği nesnel ö lçütlere sahip olup olmadığını dikkate almadan gerçekten minimize etme eğiliminde olduğunu düşünebiliriz. Öyle gözüküyor ki Yahudi ya da İtalyan hastada ortaya çıktığı biçimiyle acıya karşı ölçüsüz tepki A merikan uygarlığında acıma duyguları değil kuşku uyandırıyor."132 A cı, bir hasarın ağırlığıyla orantılı olmayabilir, şikâyeti, bedeninin verdiği belirtilerin ö zel bir o kumasma bağlı hastanın ifad elerinden karmaşık biçimde çıkarılabilir ama hekimin rolü hastanın sosyal ve kültürel bağlam ını d ikkate alarak belirtileri d eğerlendirmektir. H e kimin hastalık ya da haşan kesin biçimde teşhis edeceği sadece organlara bağlı bir bakir alan yoktur. Hekim de hasta gibi kendi ahlaksal ve kültürel kategorilerini yansıtır belirtilere, bir kayıt cihazı değildir: A cı çeken ve acısıyla ilgili bir şeyler söy 126

124 leyen bir insanın karşısınd a sahip o ld uğu bilgilerden yararlanan biridir. Tıp, doğası gereği bir ilişki olgusudur. Bir meslek kültürüne dayanır ve bu kültüre, amacı, hastanın yargılarına ve tavırlarına damgasını vurmuş ve bu alana uzak bir kültürü saf dışı etmek o lan hekimin kendi kültürü karışmıştır. Bu bağlamda bir yığın yanlış anlaşılma gerekçesi vardır. Muayene, kendi d üşünce katego rilerine kendisine göre karmaşık birtakım bilgileri sokmak isteyen bir hekim ve bu hekimin, böylesi açık seçik gözüken belirtileri niçin evirip çevirdiğini bir türlü anlayam ayan v e derd ini anlatmakta zo rlanan bir hasta arasında kuralları olmayan bir tartışmadır. Derdi okuma çabası karşılıklıdır, uzlaşma v e anlaşmaya dayanır, uyuşabilirlikleri tartışma ve uyuşma aracılığıyla oluşacak dünya görüşlerini temsil ed en insanları karşı karşıya getirir. A BD, Japonya, Tayvan, Tayland, Kore ve Puerto Rico'da aynı dalda uzman, aynı deneyimlerden geçmiş, aynı yaşta 554 hemşireden aynı belirtilere ya da bilinen hasarlara bağlı acı ve p siko lo jik üzüntüleri nicelik açısınd an d eğerlendirm eleri istenmiştir. Elde edilen sonuç ortalamaları çok farklıdır. Her grup nesnel bilgilere d ayand ığına inandığını sö ylemiş ve farkında olmadan kendi kültürel gelenekleri doğrultusunda hareket etmiştir. Aynı hastalıklar Japon ve Koreli hemşirelere göre dayanılmaz ıstıraplar verirken A merikalı hemşirelere göre daha hafif acılar söz konusudur. Belirtilerin değerlendirilmesi, gösterilen şefkat ve verilen tedavi farklı dünya görüşlerine kö k salm ıştır.133 Bununla birlikte acı ve belirtileri sadece kültür etkisiyle izah edilemez ve acının, onu yaşayan insanlar aracılığıyla var olduğu görmezlikten gelinemez. Kültür, ayrıntıları göz ardı ed ilemeyecek bir olgudur, tek parça değildir, koşullanmış aktörlere kendisini kabul ettiren yoğun bir kütle değildir. Başka birtakım etkiler kopukluklar ve süreklilikler getirir bu alana: Bölgesel ve yerel, kırsal ve kentsel kültürler, kuşak, cinsiyet farklılıkları v e ö zellikle bireylerin sınıfsal koşulları. H er insan 127

125 kend isini kuşatan kültürün v erilerini sahip lenir v e bunları kişisel üslübuna göre yoğurur. A cıyla o lan mahrem ilişki bir kültürle bir hasarı karşı karşıya getirmez, sınıfsal kökeni, kültürel aidiyeti, inancı, hissettikleri ve tepkileri konusunda önemli bilgiler verse de yaşamöyküsü kesinlikle başka bir yaşamöy- küsüne benzemeyen bir insana çok özel bir acı durumu yaşatır. Hastanın sosyal ve kültürel kökenlerine ilgisiz kalmak onun kültürünü ya da sınıfını basmakalıp bir olgu durumuna indirgemekten daha önemsiz bir hata değildir: Olguların karmaşıklığını bir avuç reçeteye, bir hazır düşünce ve eylem re- pertuvarına indirgemenin pratik ve kaba biçimi. Aynı rahatlık duygusundan doğan endişe verici ve sık rastlanan yanılgılar. Tıbbın kesin kurallarına göre, ö tekini, yaşam ının anlam v e değerini oluşturan unsurlarla uyum içinde tedavi etmek gerekse de onun kültürünü çok iyi bilmek gerekli değildir çünkü bö y le bir eğilim hastayı, kendi tophımunun bireylerinin genel dünya görüşüne uygun bir kopya durumuna düşürebilir."bu konuyla ilgili somut cevap sonsuz çeşitlilik gösteren kültürleri ay rıntılı o larak tanım ak d eğil, bu çeşitliliklerin v e sağlıkla ilgili uygulamaları etkileyebilme biçimlerinin farkında olmaktır[...] Ben daha ço k pratisyen hekim lerin hastanın kendi kültürel miraslarına karşı hassas o lm alarınd an v e bu farklı mirasların karışmasıyla ortaya çıkan durumlarla igilenmelerinden yanayım "134 diyor Zola. Kültür başkalarının ayrıcalığı değildir, insanın kendisinin ayrıcalığıdır aynı zamanda ve tıp, dünya gö rüşleri v e kültürel p ratikler içind e bir örnektir. Yanlış anlamalara daha müsaittir çünkü herkese sağlık sorunlarında gerekli bir partner gibi empoze eder kendini. Kültürlerarası ilişki iki tarafın tav ırlarının uyuşm asının bir meyvesidir, farklı kültürlerin d eğil, birbirlerinin im ajına sahip bireylerin kendi içlerinde değiştirilebilir örneklerini karşı karşıya getirir ve bunların tavır ve davranışlarını bu imaja göre ve kendilerinde ko rum ak isted ikleri ö zelliklere göre biçimlendirir. Değerlerin 128

126 v e eylemlerin göreliliği d uygusu, bireyin kendi kültürel eğilimlerini iyi tanıması, ötekinin kültürü konusunda yeterli değerlendirmeler, belli bir döneme kadar açık seçik bir tavır olarak görülen bir özelliğe belli bir mesafeden bakabilme yeteneği hekimler için gerekli ted av i aletleridir. B ağ lam A cı çeken insanın, çektiği acıyı adland ırması acıyla ilişkisini belirleyen bir ölçüttür. İnsan herhangi bir yaradan ya da hastalıktan çok bunların kendisi için ifade ettiği anlamlara tepki gösterir. Yaralı bir asker, bu durumu, uzun zamandan beri, yaptığı işin o lası bir sonucu gibi gö rmeye alıştığı için, kolunu makineye kaptıran bir işçi kadar acı çekmez. So nuç olarak asker yaşamı kurtulmuş olduğundan ve kendisine bir aylık bağlanacağından mutludur oysa işçi sakat kalma ve ekmeğind en o lma so nucunu d o ğurabilecek bir sakatlık riski yüzünden dehşete düşmüştür. A sker acılarını nispeten serinkanlı bir tavırla karşılarken işçi üzüntü ve acı içindedir. Henri K. Beec- her İkinci Dünya Savaşında, İtalyan cephesinde, haftalarca ateş altınd a, yaralı askerleri gözlem lemiş v e inandırıcı so nuçlar sunmuştur bu bağlamda. Savaş alanının dışına çıkarılan bu insanların iyimserlikleri ve dinginlikleri şaşkına çevirir onu. Yaralıların sadece üçte biri dayanılmaz acılarını dindirebilmek için morfin yapılmasını istemiştir. Çok sayıda asker, tehlikeli biçim d e yaralanmış o lmalarına rağmen hiçbir şey hissetmed iklerini ifade etmiş v e ilaçla rahatlatılmalarmı istememişlerdir. Bu direncin şok durumuyla ilgisi yoktur kesinlikle çünkü devamı vardır. Beecher bu askerlerin tavrını ameliyat edilen sivil hastalarla karşılaştırıyor. Bu hastaların doku hasarları as- kerlerinkine göre çok daha az olsa da ağrı kesici talepleri çok daha yoğundur ve çok daha fazla sızlanıp yakınırlar. Bu iki d urumd a acıların anlamı farklıdır. Döv üşmeye v e yaralanan 129

127 hatta ölen arkadaşlarını görmeye alışık bir askerin yarası övünç ifade eder: Görevini yapmıştır, düşman ateşi altında kalmıştır, kendisinde eleştireceği bir şey göremez ve özellikle de hayatta kalmıştır. Yara savaş alanından geri çekilmeyle ve cephe gerisine gitmekle eşanlamlıdır, daha sonra sivil yaşam ve muhtemelen de emeklilik gelecektir... Buna karşılık, savaş alanından uzak olan ve pek fazla terslikle karşılaşmayan sivil, hiçbir tehdit beklemediği bir sırada, gündelik yaşamı içinde rahatsızlanır birdenbire. Yaşamı ansızın etkilenir bu durumdan ve böyle bir durumla mücadele edebilmek için hiçbir hazırlık yapmamıştır. Cephedeki askerin yarasının ve sivilin yarasının anlamlarının karşılaştırılm ası kesinlikle müm kün değildir: Bunlar aynı yoğunlukla y aşanm am ıştır.135 A cı çeken hasta şartlara göre, başucuna gelip giden insanlara göre acısının şiddetinin değiştiğini farkeder. Sözgelimi hemşirenin ya da annesinin yanında rahatça ağlayıp sızlar ama meslektaşlarının, iş arkadaşlarının ve de özellikle durumunu öğrenmeye gelmiş amirinin ya da müdürünün karşısında dirençli ve övgüye değer soylu bir tavır sergiler. Rahatsızlığının verdiği sıkıntılarla karşı karşıya kalan insan, saygınlığına gölge düşürmeden, şahsiyetini koruma gerekliliğine boyun eğer v e karşılıklı ilişkiler sırasınd a farklı görünümler alır. Bilinci ço k açık olmasa da kendi kimlik duygusunu sürekli biçimde yönlendiren alışkanlıklar ve değerlere karşı en iyi imajını yansıtmaya çalışır. Kendisine hakimiyetinin yok olmuş gibi gözüktüğü an, karakterini güçlendirmesi ve beklenmedik niteliklerini göstermesi için en uygun andır. A cı çekme biçimi bir muhataptan ötekine değişiklik gösterir. Kronik bir rahatsızlık yüzünden acı çeken hastalar eşlerinin kendilerini gördüğünü ya da işittiğini bildiklerinde (bu kimse odada olmasa bile) ağn ya da acılarının çok şiddetli olduğu düşüncesinde ısrarcı olurlar, hekime yönelik acı ya da ağrı ifadesi aynı zamanda ilgi görmek isteyen hastanın durumunu ve haklılığını bir anlamda doğrulayan eşe de yöneliktir. Gerçekten de şikâyet, 130

128 aynı durumdaki bir hastabakıcı söz konusu olduğunda son derece az alır.136 A cının sözle ifade edilmesinde örtük bir sevgi beklentisi, duygusal bağ ların sıklaştırılm ası isteği vardır. Bir yerin havası, ortamı da hastanın, koşullarını üstlenme tarzınd a rol oynar. Safra kesesi ameliyatı geçiren 69 hasta üstüne yapılan araştırmalardan çıkan sonuca göre odaları ağaçlıklı bir alana bakan hastalar, odaları tuğladan örülmüş bir duvara bakan hastalara göre iki kat daha az ağrı kesici tüketirler. Aynı şekilde bu son grupta yer alan hastalar ortalama bir gün daha fazla kalırlar hastaned e.137 Gece vakti, yalnızlık ve korkuyla, işaretlerin ve gündüz vaktinin bildik çalkantısının yok o lmasıyla acılar ö zellikle d aha fazla hissedilir. Bunalımı ıstırabı azdırır ve hasta hekimleri ve hastabakıcıları daha sık arar: Dinginlik, güv en, tanınma isteği. Bu ned enlerle, geceleri, hasta uyuyabilm ek için daha fazla ilaç ister. A ylaklık acıyı ağırlaştıran başka bir faktördür, hastayı sürekli talihsizliği üstüne düşünmeye iter. Savaşta alınan yaralar ya da spor karşılaşmaları sırasında ortaya çıkan sakatlıklarla ilgili geçici uyuşturmalar kısmen bu insanları eyleme geçirme düşüncesiyle açıklanır. A cı çeken bilinç, kendine dikkat etmeye başlayınca yani tüm ruhsal enerjisini kendisine çevirince azar. Gündelik yaşamda bu çok bilinen tespite örnek gösterilebilecek bir yığın durum vardır. Deneysel acı hisleriyle ilgili çalışmalar dayanma eşiğinin ötesine geçmeye teşvik edilen bir deneğin daha güçlü boşalmaları kabul etmeye razı olduğunu gösterm iştir.138 Ortada tanıklar varsa ya da birtakım aktörler arasında bir yarışma söz konusuysa gene yükselir bu eşik. Mac Gill (Montreal) üniversitesinde gerçekleştirilen bir deney, bireyin dinsel aidiyetinin belirlenmesinden sonra acı eşiğinin grup üstündeki etkisini değerlendirmiştir. Kırk Yahudi ve kırk protestan denek dinsel inançları dikkate alınmadan deneye tabi tutulurlar. Her iki grup da birbirlerinin sadece ö ğrenci o ld uklarını d üşünerek ka 131

129 tılırlar teste ve acı eşikleri ölçülür. Daha sonra kendilerine son derece sakin bir tavırla, araştırmalardan çıkan sonuçlara göre dindaşlarının dayanma eşiklerinin çok düşük olduğu söylenir. Katıld ıkları anket de bu noktayı belirginleştirmiştir. İkinci kez teste tabi tutulan Yahudi öğrenciler performanslarını oldukça yüksek bir düzeye çıkarırlar. Buna karşılık P r o t e s t an öğrenciler aynı düzeyde kalmışlardır. Buna benzer bir anket daha sonra kadınlara yapılır. Bu kez deneklere mensup oldukları dini cemaatin bireylerinin öteki cemaate göre açıkça düşük bir dayanma eşiğine sahip oldukları söylenir. Her iki grup da perfo rm anslarım belirgin biçim d e artırm ıştır.139 Barber ve Hahn farklı bir metodolojiyle, ellerini buzlu suya d ald ırm ış d eneklerind en ho ş sahneler hayal ederek d ikkatlerini dağıtmalarını isteyerek anlamlı bir direnç eşiği yükselmesi sonucu elde etmişlerd ir.140 Gerçekten de etkin hayal gücü, acı üstünde oyalama düşü aracılığıyla bir başka biçimde etkili olur. A cı çeken bireyi meraklandıran ve dikkatini başka yöne çeken bir etkinlik insamn her zaman farkında olmadan kendini denetleme düzeyini gösteren sembolik bir etkinlik biçimidir. Buna karşılık acılı bir d urumu hayal etmeyi yasaklam a bireylerde acıya bağlı fiziksel etkiler uyandırır: Kalp atışlarının hızlanm ası, kas gerilmeleri v e bed enin elektriksel tepkisi. K işisel v eriler A meliyat sonuçlarıyla ilgili araştırmalar bazı hastaların acı çekmediklerini göstermiştir. A meliyat ve ameliyat sonrası acı arasına, kişisel ya da çevreye bağlı, ameliyat koşullarından kaynaklanan ve acıyı artırarak ya da hastaların yüzde 5-20'sinde tamamen yok ederek biçimlendiren kestirilemeyen veriler girer. 141 Daha önceki araştırmalar da doğruluyor bu verileri. Papper, ameliyat olan 237 hastanın yüzde 44'ünün hiçbir ağrı hissetm ed iğini saptamıştır. 142 Yapılan başka bir 132

130 araştırmaya göre barsak ya d a m ide ameliyatı geçiren hastaların yüzd e 21'inin kesinlikle ağrı kesici istemediklerini göstermiştir. 143 Buna karşılık bazı hastalar ötekilere göre daha fazla v e d aha uzun süre acı çekerler. Sö zgelimi M elzack'a göre ameliyat sonrası ağrı ameliyattan sonraki günlerde yavaş yavaş geçer ancak ameliyat geçirenlerin yüzde 30'unda dördüncü günden sonra bile devam ed er.144 Aynı sınıf ya da aynı dinsel duyarlıkları yaşayan insanlar içinde ortak eğilimlere ve dünyayla iyi kötü kestirilebilir ilişkilere rağmen kişisel özellikler geçerlidir. Her aktör ait olduğu grup tan ald ığı ö rtük etkilerin ö tesind e acı karşısınd a kendi üslubuna göre tepki verir. Kim ileri acıyı uyg un biçim d e yaşamanın ö tesind e, başka insanlara göre daha dirençli o lmakla ünlüdür, kimileri ise ço k daha duyarlı ve kırılgandır acı karşısında. A. Petrie çalışmalarında acıya karşı bu farklı tepkilerin altını çizmiştir. 145 Aynı şekilde doğum sancıları en şiddetli ağrılarla ö zdeşleştirilir ço ğu zaman ancak bunlar da kadınların bireysel özelliklerine ve kültürel aidiyetlerine göre değişiklik gö sterir.146 Marcel Proust bir yazısında, aynı sosyal ve kültürel çevreden gelseler d e insanlann acı karşısında farklı tavırlarını anlatır. Proust bu yazısında A lphonse Daudet'den söz eder. Daudet frengi kökenli bir omurilik rahatsızlığı nedeniyle uzun süre büyük acılar çekmiş ve sonunda neredeyse felç olm uştur: "İlk görd üğüm d e bakam ıyo rd um M ösyö Daudet'ye. On yıldır büyük acılar çektiğini biliyordum. Her gün sakinleştirici almak zorunda olması da daha bir tehlikeli hale getiriyordu durumu. Ve her akşam, bedeninin v erdiği acı iyice yayılıp dayanılmaz olunca uyuyabilmek için bir şişe kloral içiyordu. Ben onun bir istirahat arası gibi algıladığı, çektiği acılarla kesinlikle karşılaştırılamayacak son derece hafif bir ağrı ya da acı karşısında nasıl bütün insanlardan kopmuştum, acı çeken bedenimi ilgilendirmeyen şeylere karşı, zihnimin saplantı haline getirdiği kişiye karşı nasıl kayıtsız kalmıştım... bunları hatırlıyo rum d a..."

131 Birinci Dünya Savaşında cephede hekimlik yapan Georges Duham el, to p lum sal koşulları birbirlerine yakın o lsa da insanların acılarına hakim olma ve dayanma gücü konusundaki farklılıklarla ilgili o larak sayısız ö rnek vermiştir. Charente sepetçisi A uger "acı çektiği için mutsuz görünmüyor" ve "bir zamanlar orada burada şişinen, sürekli gösteriş yapan" Grégoire önemsiz bir tedavi sırasında, bir hareket yaptığmda inliyor, sızlanıyo r, isyankâr bir hasta, sıkıntılar karşısında "cesaretini kaybediyor." Ne zaman yarasına bakılsa, ne zaman pansuman yapılsa korku ve acı içinde kalıyor, kendisine engel olm aya çalışıyo r ama başaramıyor, hastabakıcılarını v e hekim lerini huzursuz ediyor." Bazı insanların y abana dil konuşama- ması gibi Grégoire da aa çekmeyi bilmiyor. A ncak Çince öğrenmek, acı çekmeyi öğrenmekten daha kolaydır. A a çekmeyi bilm iyor diyorsam söylemek istediğim, maalesef, başkalarından daha fazla acı çektiğidir. Ben insan bedenini tanırım ve bu bağlam da bazı işaretler vardır ki yanıltıcı olamaz bunlar. Grégoire kabullenemiyor acıyı. Bazı çocuklar vardır, köpekten o kadar çok korkarlar ki köpeklerin onları ısırması kaçınılmazd ır."148 Grégoire acı karşısında savunmasızdır ve nedeni de yaşamöyküsüdür, işçidir o; A uger gibi genellikle onun sosyal ortamım karakterize eden direnç gösterme ve mesafeli olma özellikleri yoktur onda. Ve tedavi gördüğü hastanede, çevresinde oluşturduğu boşluk sessiz eleştirilere muhatap olduğunun bir kanıtıdır. Buna karşılık A uger acıyı ilahi bir lütuf gibi yaşamaktad ır, kabullenmiştir aasın ı v e başkalarına karşı huysuzluk etmez. Bir havan topu mermisi oyluk kemiğini kırmış, bacağını koparmış, küçük bir et parçası bacağının tam olarak kopmasım engelliyormuş, bıçağını çıkarmış ve o parçayı kendisi kesmiş. Daha sonra Duhamel kemiğini kazımak için kendisini bayıltmayı önerince istememiş: "O kadar zor olacağmı düşünmüyorum. Sizin için bir sakıncası yoksa, bayıltmayın beni ve işinizi yapın, gerisini bana bırakın." Bununla birlikte yüzünü aay la buruşturur birkaç kez ve o zaman da hastaba- 134

132 kıcılann sö yledikleri neşeli şarkılara eşlik ed er ve herkesi güldürür. Şöyle diyor Duhamel: "A uger aydın bir insan gibi, akıllıca, neredeyse yöntemli bir biçimde acı çekiyor. Her şeyi birbirine karıştırmıyor ve olur olmaz da şikâyet etmiyor. Başkalarının elindeyken bile kendi organını kendisi alan ve silahın işini tamamlayan biri olabilmeyi başarmış. Cerraha akıl öğretmeye kalkışmayacak kadar alçakgönüllü ve saygılı bir insan ama değerli bilgiler de veriyor."149 A uger kendisini tedavi ed en ele rehberlik eder, p ansumanı değiştirilirken canını acıtan hareketleri kabullenir. Bu anlamda hiç şikâyet etmeyen, uygulanan tedaviyi serinkanlı bir tavırla kabul eden ideal bir hastadır. Erkek ve acıya karşı dirençli adam imajı değerini bulmuştur. Sakatlığı dolayısıyla küçülmüş hissetmez kendini, mesleğine devam edebileceğini söyler Duhamel'e. Aynı şekilde karısının kendisine karşı tavrı konusunda da kuşkusu yoktur, geleceğe güv enle bakar. Buna karşılık başkaları için ö zellikle, ağır yaraları nedeniyle tarlada çalışamayacak o lan kö y lüler için üzülür o. Grégoire ise yalnızdır, daha bağım sız çalışır ve gezgindir, kimlik duygusu zedelenmiştir ve dolayısıyla acı daha katlanılmaz olmuştur onun için. A ma Duhamel'e göre yürekli bir tavır sergilemede çekilen acıya bir soluk ekleyen bir biber tanesi yüzünden bozulabilir. A ğır yaralanan Tricot bir gün burnunda bir sivilce farkeder. Korkunç acılarla ve sıkıntılarla boğuşmuş biridir o ama bu önemsiz olay çaresiz bırakmıştır kendisini. Şöyle diyor Duhamel: "A slında bardak taşmıştır. Böyle bir sıkıntının çıkmaması gerekiyordu. Tricot şikâyet etmeye başladı ve o andan itibaren hiç iyi görmedim o nu."150 A nestezi istemeden göğsünü açmışlardı ve dayanmıştı ama fazladan bir acı getiren bir damla su çaresiz kılar onu. Ve ölümünü beklemeye başlar çünkü yaşama zevkim yitirmiş ve mücadeleden vazgeçmiştir. Aynı insan acıyla sürekli, değişmez bir ilişki içinde değildir. Daha önce gördüğümüz şartlar değiştirir durumu bu bağlamda, kendisini ço k fazla meşgul eden bir iş bulabilir ve oyalana 135

133 bilir ya da birdenbire beklenmedik bir amaca yönelerek veya tüm dikkatini yönelteceği beklenmedik kaygıların ortaya çıkmasıyla unutur acısını. İnsan sadece acısını düşünürse, acının saldırısı karşısında çökerse acı şiddetlenir. A cı olgusuna verilen anlam, şu ya da bu zamanda kendisini hissettiren ruhsal d urum, acı d uygusunu belirleyen matrislerdir. A c ın ın so sy al y ö n etim i Tıbbın tedavi edemediği kronik acılar ve ağrılar olumsuz bir olgudur: Tıbbın tüm acı değerlendirmeleri konusunda kesin bir referans o luşturduğu d üşüncesini ö rnekleyen parad o k sal bir tanımdır bu. Dolayısıyla uzun süreli bir hastalık şeklinde düşünülmez kronik ağrı ya da acı. Özellikle rahatsızlık verici bir şeydir, ara sıra kesilen sürekli bir ıstıraptır ve hasta, herhangi bir rahatsızlık nedeniyle yaptığı gibi hekime ya da bir uzmana görünür bu nedenle. A cı ya da ağrı klasik bir muayene gerekçesidir. Hasta bir an önce kurtulmak ister sıkıntısından. Kısa sürede sağlığına kavuşabileceği umudu onu bir ölçüde rahatlatır. Hasta ne kadar gençse, durumunun geçici olduğuna ve uygulanan tedaviden sonra eskisi gibi sağlığına kavuşacağına ve bedeninde herhangi bir hasar kalmayacağına olan inancı da o kadar büyüktür. Buna karşılık daha yaşlı hastalar yaşlarına bağ lı o lası rahatsızlıklar (ro matizma, gut, eklem iltihabı vb) yüzünden ağrı ya da acı çekerler. Kronik ağrılar ya d a acılar aynı zamand a çabuk ilerleyen v e ağırlaşan hastalıklara da (kanser, aids...) bağlıdır. Hasta sosyal ve kültürel koşulları, sahip olduğu birtakım tem el bilgiler doğrultusunda hekime, büyücüye ya da akupunktur uzmanına, kemik uzmanına vb. başvurur. Halktan bir hasta daha çok bir akrabalık ve yakınlık sisteminden yararlanır bu bağlamda. Tıp konusunda fazla bir deneyimi yoktur, pek fazla karşılaştırma yapamaz. Hekime güvense de, bu ko 136

134 nuda düş kırıklığına uğrasa da durum değişmez onun için. H ekim e başv urma aynı zamanda yakın d eğend irmeleri devreye sokan dostların, arkadaşların tavsiyesinin bir sonucudur. H alktan insanlar başv urabilecekleri yerler y a da alanlar bağlamında daha kısıtlı olanaklara sahiptirler. A ğrısı ya da acısı olan kişi kendi değerlendirmelerine göre bu tedavi uzmanlarından birine başvurur ve bu kararında aynı sıkıntıları çeken ve tedavi olan aileden ya da yakın çevreden insanların tavsiyeleri de etkili olur. Buna karşılık, rahatsız olan kişi, ağrılarını ya da acılarını durumu ve yaşma göre "d o ğal" bulursa, bunların kaçınılmaz olduklarını düşünür ve uzman ya da pratisyen hekime baş vurmaya gerek duymadan kendi kendisini tedavi etme v e başının çaresine bakma yo luna gidebilir. Buna karşılık ayrıcalıklı kesim ya da orta sınıf insanlarında tedavi olabilecekleri çeşitli hekimleri karşılaştırma, bu hekimlerin kapasite v e yetenekleri hakkınd a bilgi to plama eğilim i hakimdir. Bilgileri, ilişkileri, gezip dolaşmaları sayesinde sahip oldukları değerlendirme kapasitesi, onları tercihlerinde daha özgür kılar, başkalarının öğütlerine daha az bağımlı kılar kesinlikle. Bu bağlamd a o lası bir çareyi arama sistem i kozmopolittir, acımasız bir eleştiri vardır bu aland a.151 Eğer acı ya da ağrının özellikle geçici bir belirti olduğu düşünülürse, yetersiz bir tedavi görme kronikleştirir hastalığı. Ve öncelikli tercihlerinden vazgeçmek zorunda kalan bireyin, kendisine rağmen bir yaşam biçimi gibi örgütlenir ağrı ya da acı ve aynı şekilde aile ve meslek yaşamı da etkilenir bu durumdan. Birey, kestirilebilirliği değişen geçişlerle belirlenmiş bir hastalık "m esleğ i" (Freidson) edinir. Sürekli kaygısı istikrarlı ve tutarlı bir kimliğe sahip o lma, sürekli ıstırabının verdiği sıkıntılara rağmen başkalarının gö zünd eki imajını korumaktır. Aynı zamanda hem bir anlam arayışı içindedir hem de rahatlam ak ister. Kim lik d uygusunun kend isini sürekli hissettirmesi hastada, kısa süre sonra çektiği işkenceyi ve özellikle de bu konuda kendisinden önceki uygulamaları mutlaka an 137

135 lama isteği uyandırır. A ma çektiği sıkıntının sürmesi, tedavinin başarısız o lması hastayı, her türlü kestirilebilirliğin dışında dikenli bir yola atar/ 'Kronik ağrı ya da acı" hastanın sıkıntılarını anlaşılabilir bir kategori içine so kacak bir teşhis beklentisi içindedir ve sonunda şikâyetlerine bir meşruiyet kazandırır ve daha önceki tavır ve tutumunu doğrular. Bir anlam düzeninin kurulması hastalığı iletilebilir kılar v e bu d urumun kişisel bir tatmin duygusuyla ilgisi olmadığı konusunda özellikle çevrenin hatta hekimin sürekli kuşkularını giderir. A cıya bir anlam arayışı aynı zamanda bir "psikolojik" acı teşhisinin üstüne kap anm am ası için m ücad ele eden hastanın, peşini hiç bırakmadığı bir amaçtır. A ğrıları ya da acıları bedenseldir, beyninde değildir bunlar. Bedeniyle acı çeker ve bu düzeyde bir tedavi beklentisi içindedir. Ona göre "psiko lo jik"in anlamı "d üşsel" dir ve bu sözcük, içtenliğine yöneltilmiş bir kuşku gibi yansır ona. Organlar üstünde yoğunlaşma bir mesleki savunma biçimi hatta bir tür sabırsızlık ve sinirlilik belirtisidir; hekim bu yolla uzmanlık ayrıcalığından vazgeçmeden hastalık üstündeki egemenliğini sürdürmeye çalışır. Hasta, bu kaygıya aynı dirençli tavırla karşılık verir, kendisindeki belirtilerin "so m ut" biçimde tanımlanması dışında bir kurtuluş yoktur onun için sanki... Eğer ağrı ya da acı sadece bir hasarm sonucuysa sabır göstermek ve muayanelerden geçmek zorunludur, bir kez organik neden bulunduğunda çözüm gelecektir arkadan. Bu durumda hasta, katıksız bir teknik ilişki objesi olarak teslim eder kend isini, rahatsızlığıyla ilgili o larak her türlü kişisel değerlend irm ed en vazgeçer, sıkıntılarının anlam ını v e etkileyebileceği alana yansımalarını sorgulamak istemez artık. S. Jallade şöyle diyor: "Böylelikle tedavi ilişkisi 'ortak bir hayal' olur adeta ve hastanın talebiyle hekimin cevabının buluşması özellikle hayal içinde karşılıklı inatlaşmalarıyla beslenir: Tıp için her şey mümkündür."152 Organlar bağlamında belirtinin ortadan kaldırılması kendi içinde bir amaç haline gelir ve bu da 138

136 tüm farklı inisiyatifleri (dinleme, yardım ilişkisi, psikoterapi...) boş ya da uygunsuz hale getirir. Nihayet konan teşhis aktörü kaostan kurtarır, acıyı düşünülecek, tepki gösterilecek bir şey haline getirir, tekrar, uzun sorgulamalardan sonra sıkıntıların çözümlenmesi amacına yönelik alan içine dahil eder. Hekim, kendilerine, yatıştırıcı bir tavırla "hiçbir şeyleri olmadığını" söylediğinde, bunu duyan bütün hastalar mutlu olurlar, buna karşılık, sıkıntılarına teşhis koyamayan ve çektiği ağrıları ya da acılan hayal ya da yalan hanesine yazan bir tıbbın düş kırıklığına uğrattığı kronik acı ya da ağn çeken hasta kırgındır. Buna karşılık hastalığın teşhis edilmesi tüm engelleri ortadan kaldırır ve hekimin pek alışkın olmadığı bir mutluluk ve sevinçle algılanır. Sonunda şikâyetlerinde haklı olduğu anlaşılan hasta masumiyetinin kabul edilmiş olduğuna da inanır/ 'Hekim telefon edip, rahatsızlığımın ne olduğunu söylediğinde, bu konuda söylediği her şeyi anlamamış o lmakla birlikte bir şeyim o lduğu için ço k mutluyd um " diyor kronik ağnlardan şikâyet eden bir kadm."tekrar aramak zorunda kaldım onu... Kanser olsam da umurumda değildi... Bir rahatsızlığım vardı, emind im bund an... v e hekimler hiçbir teşhis koyamıyorlardı. Korkunç bir durumdu bu... Bu kafamın kesinlikle kanşık olmadığı anlamına geliyordu. Hastalık hastası değildim... Bir rahatsızlığım olduğunu bilmem iyiyd i."153 Hastanın sıkıntılan dolayısıyla kendisini suçlu hissetmesi şaşırtıcı bir durum ve şikâyetlerinde ve bazı hekimlerle ilgili düşüncelerinde haklı olduğunu göstermek için organlar bağlamında bir yükümlülüğü içselleştirmesiyle ilgili olarak çok şey anlatıyor. Bununla birlikte aldatıcı bir ortamdır bu çünkü deneyler göstermiştir ki organ düzeyinde bir teşhis m utlak bir tedav i için yeterli değildir. Rahatlamaya yönelik arayışların boş çıkması, çekilen acının teşhisinin yeni bir hastalık belirtisi o ld uğu sonucunu g etirm e si kronik rahatsızlığı olan hastada kuşkulara yol açar.154 A cılar, ağnlar dinmek bilmez, muayeneler sürer, tedavi bir türlü 139

137 etkisini göstermez. H astanın, hiçbir şeyin hafifletemediği gündelik yıpratmalara, tıbbın olanaklarının günün birinde bu işin üstesinden geleceği inancına karşı direnme gücüne bir korku karışır. Hekime başvurma isteği daha ısrarcı olmaya başlar. Çoğu zaman bir uzman hekime gidilir, Muayeneler, paradoksal bir biçimde daha fazla acı verir, daha radikal çözümler (sözgelimi cerrahi müdahale) önerilir. Bu bağlamda sürekli başarısızlık çoğu zaman sert eleştirilere hatta tıp kürumuna karşı ilgisizliğe yol açar. Umutlarını öncelikle tıbba bağlamış o lan hasta, cesaretini yitirince farklı d üzlemd e çalışan uzmanlara (kemik uzmanı vb.) ya da d ip lom asız hekimlere, büyücülere, kırıkçılara, çıkıkçılara vb. yönelir. 155 Tedavi yörüngesi pragmatik hale gelir, anında sonuç alma özlemlerine dönüşür ve bütün umutlara sarılır hasta. Çok zor durumdadır, sıkıntılarını dile getirebileceği bir araç yoktur elinde, hekim de çare o lam az bu sıkıntılarına, bir "kültürsüz lük" o lgusuyla yüz yüzedir (Hilbert): Durumunu anlatacak tek meşru kurum olan tıp yoktur. Örneği olmayan bir olay içinde bulmuştur kendini ve bir çözüm biçim i yaratmak zorunda kalır, aski takdirde teslimiyet ve bo şlukla karşı karşıyadır. Bu kez tam anlamıyla "kronik bir hasta" olan kişi "m ucize" hekim arayışı içine girer. Kişisel deneyimini, aynı sıkıntıları çeken ve aynı yollardan geçen başkalarıyla paylaşır/ 'Bilgileri dağıtan ve üyelerine belli bir rahatlık sağlayan bir alt-kültür o luşur."156 Dip lo masız hekimlerin, kırıkçıların çıkıkçıların, etkili ilaçların adları alınıp verilir, tedavi yöntemleri konusunda fikir alış-verişi yapılır. Koşullara dayanmaya yardımcı olan bir kad er o rtaklığı kurulur kend iliğind en. H asta, acısını yaşamıyla özdeşleştirir, onunla birlikte ve ona rağmen organize olur. İçinde bulunduğu zor koşullar çoğu zaman aile ilişkilerini de etkiler. İçine kapanır, yakınlarına g ö re enerjisi azalmıştır, etkinlikleri zayıflamıştır, planlarında ve tasarılarında kısıntılara gitmiştir, durumundan şikâyetçidir, sürüp giden bir olay karşısında yakınlarını sıkıntı v e sabırsızlık içind e bırakır. İstekle 140

138 riyle katlanılmaz biri haline gelir: Evde konuşmaz, onunla bir yere gitmek mümkün değildir vb. Çevresi çare ve tedavi arayışlarında eşlik eder kendisine ama sürekli başarısızlık ve zamanın akıp gitmesi karşısında yorgunluk çöker çoğu zaman. Eski dengeli hali kalmamıştır artık, durumu, aile çevresi için ilişkilerinin ve yaşam biçiminin yeniden düzenlenmesini gerekli kılar. A cı çeken insan aynı insan değildir artık ama çoğu zaman eski tavır ve davranışlarının ışığında algılanır. Kendisinde gözlemledikleri bu değişiklik nedeniyle eleştirirler onu ama bu duruma neden olan koşullan değerlendirmek akıllarına gelmez. A cı sinirli yapar insanı, çevrenin bu insanlara hoşgörülü ve anlayışlı davranması gerekir, aksi takdirde kavga eksik olmaz. İvan İlyiç, kendisini endişelendiren aman vermez acılar karşısınd a huysuzlaştığını v e aile yaşamını zehir ettiğini farkeder. Tartışmalar şiddetlenir ve hiç eksik olmaz."kocasanın tahammül edilmez biri olduğunu ve hayatını mahvettiğini düşündü, kaderine üzüldü... İvan İlyiç'in özellikle haksız olduğu bir kavgadan sonraf...] onun gerçekten çok alıngan biri olduğunu ama bunun hastalıklı bir durum olduğunu kabul etmek gerekti..."157 Şüphe kimi zaman "biraz iyi niyet gösterebilen" ya da "kendini daha az dinleyen" bir hastanın kötü niyetinden kaynaklanır. Sürekli üstüne kapanan bir ağm içinde çırpınan, acı çeken bir insan için kendini tatmin, zev k suçlam alan katlanılmaz suçlamalardır. Başlangıçtaki dayanışma şüpheye, kimi zaman da dışlamaya götürür. İyileşme isteği kesin ve samimi bulunduğu sürece aileler desteklerini sürdürürler. A ma kimi aileler, uzun bir zaman dilimi içinde bu işi uzattığı ve kendi sorumluluğunu kendisinin üstlenebileceği düşünülen hastaya karşı anlayışsızlık gösterilmesi nedeniyle parçalanır."ve bunu bilecek tek insan bend im " diye düşünür İvan İlyiç, "çevresindekiler kendisini anlamıyorlardı ve dünyada her şeyin eskisi gibi olduğunu düşünüyorlardı. İvan İlyiç'in en fazla canını sıkan da buydu" (Fr. Çev. s. 208). Depresyon çoğu zaman acı 141

139 tablosuna eklenir ve sonunda yaşam tablosunu bozar. Kişisel uyarlanm a v e katlanma kapasiteleri ailenin ö teki bireyleri tarafınd an yoğun biçimde uyarılır. Kimi zaman duygusal bağlar gevşer. Hasta yakınlan sadece zorlayıcılık içine batmış hissederler kendilerini ve acı duyarlar bundan, üstüne üstlük hasta kendilerine karşı sevgi ve gönül borcu da hissetmez. Kimi zam an karşılıklı anlayışsızlık ay nlıklarla, bo şanmalarla sonuçlanır, bu çarkın oluşturduğu terkedilmişlik duygusu alkolikliğ e ya d a intihara bile sürükleyebilir. A cı, kurbanının bedeninin karanlığınd a yatsa d a yansımaları, kendisinin gizli ve geveze merkezini oluşturduğu bir tür sosyal sistem içinde oluşan bir dizi aktörü kuşatır. Kronik acı ya da ağn son derece sosyal bir hastalıktır, ana-babayı ya da eşi, ço cuklan, do stlan hatta komşuları de etkiler, dolaylı olarak mesleki çevreye de bulaşır ve nihayet kısa süre içinde bild ik bir güzergâha (hekim muayeneleri vb) zorlar. Hekimlerin, hastabakıcılara!, eczacılann, o lası d ip lo m asız hekim lerin devreye girm eleri gerekir... üyeleri arasınd a m utlaka iletişim olm ası gerekmeyen ama hastanm acıyla ilişkisinin farkınd a olm ad an harekete geçirdiği ve birleştirdiği sosyal bir hareketliliktir bu. Kesinlikle boş zaman bırakmayan, tam mesai isteyen b ir uğraştır. Bazı d urumlarda insan, durumuyla ilgili bilgilere sahip o l mak ister. Hekimlerin ya da yakınlannın karşısında acısını kesin biçim de anlatsa da verdiği bilgilerden ne şekilde yararlanacaklarını bilmediği muhataplar karşısında bu tür açıklamaları temkinli bir şekilde yapar. Mesleki konumunu ya da kimliğini ko rumak en ö nem li kaygısı olur. H asta, d urumundan çıkar sağ lam ak ya d a durumuyla ilgili aslı astarı o lmayan şeyleri o rad a burad a konuşm ak amacıyla hastalığını abartan insanlara karşı kuşku ve güvensizlik içindedir. Gözden düşme tehlikesi içindedir, aşırı suçlamalara maruz kalır, hatta taklitçilikle itham edilir. Mesleki konumuna çok büyük zararlar verebilecek kişisel kırılganlığının o rtaya d ö külm esind en korkar. Ba- 142

140 şma gelen talihsizliği bir yabancıya ya da bir meslektaşa veya bir yakınına söylemeden önce temkinli davranmak zorundadır. Ko nuşmalarının ya da şikâyetlerinin kuşkuyla karşılanması karşısında duyduğu öfke, acısıyla ilgili somut bir kanıt göstermedikçe kimsenin kendisine inanmayacağı korkusu, hatta işini yitirme korkusu veya sadece yakınlarının ya da meslektaşlarının saygısıni yitirm e ko rkusu hastayı "kend i so rumluluğunu üstlenm e", zorluklara rağmen çalışmaya devam etmek zorunda bırakır ve bu amaçla sadece acı ya da ağrı verecek hareketlerden kaçınmaya ya da ağır şeyler kaldırmamaya gayret eder. Hasta bu zor anları kimliğini yitirme korkusuna ya da im ajının başkaları tarafınd an redd edilmesine tercih eder. Durumunun ortaya çıkmasının sosyal ilişkiler düzleminde çoğu zaman zararlı olduğunu deneyleriyle öğrenmiş zor durumdaki biri için sessizlik ço ğu zaman bir gerekliliktir. Sır saklama birço k insan için acıları yaşamanın tamamlayıcı parçasıdır. Sözgelimi J. Kotarba, A merika'da, kronik ağrılar çeken (sözgelimi çarpma ya da düşmeye bağlı) yüksek düzeyde atletlerin, profesyonel olarak tanındıklarından ya da bir rekabet veya insanların acımasız biçim d e kullanılm aları d olayısıyla ekiplerdeki yerlerini ko ruyabilmek amacıyla bu gizleme o yunlarını anlatır. Sporcular, yarışmalar sırasında yenilmektense ya da antrenör veya kulüp hekimiyle kavga etme hatta takımdan atılma riskine girmek yerine dişlerini sıkmayı tercih ederler. A tletler bu amaçla kend i aralarında stratejiler geliştirirler, tecrübelerini birbirlerine aktarırlar v e zamanla her şeyin d üzeleceğine inanarak umutla d urumlarını ko rum aya çalışırlar.158 Çoğu zaman kronik ağrılar (sırt ağrıları vb) çeken işçiler de sır saklama zo runluğuyla karşı karşıyadır. Tüm bedenin ıstırap çekmesi ya da bazı kasları etkileyen acı ya da ağnyla uğraşmak, bunlara göğüs germek zahmetli ve tehlikeli bir şeydir, so nuç almak zo rdur bu çabalardan. Bu bağlamda güdülen amaca belirti vermeden ulaşmak zordur: bu 143

141 zaafı saygınlıklarına gölge düşürecek tembellik ya da fizik güçsüzlük hanesine yazacak o lan insanlar v eya bu o layı inisiyatifsizlik içindeki bir suçluluk ya da "tem bellik" gibi yo rumlayacak yöneticiler karşısında tüm acıları reddetmektir bu amaç. A cı, üretkenliği açık seçik biçimde etkilemeden direne- bilse de "sorumluluğunu üstlenen" aktör, geleceği ya da kariyeri konusunda endişeye düşmeden görünüşü kurtarır. Durum, kimi zaman bıçak sırtında, gizlilik içinde yönlendirilir. N icolas Daudier "bir yandan, başkalarının, bedenin zorlamalarına yükled ikleri payı artırmak amacıyla, algılanabilir işaretler yardımıyla hastalığı yeter düzeyde tanıtmanın gerekli olduğunu [birey için]" söylerken am açlan çok iyi açıklıyor. Gerçekten de bu pay ne kadar çok olursa, başkalan tarafından yeniden oluşturulan "m utlak" zorlayıcılıklar da önemli olur ve bireysel tavır da daha olumlu bir şekilde değerlendirilir." Rahatsızlığına rağmen amacına ulaşmak isteyen insana daha fazla güvenilir ve inanılır. A ma "ö te yandan, aynı zamanda, başkalarında bedene aşırı bir başvuru inancı oluşturmamak için hastalığa (bireyin sosyal algılanabilirlik durumu) başvurmayı sınırlamak gerekir."159 İnsanın, kendi durumu hakkında bir şey söylememesi gerekir ancak kimi zaman da gerçekleştirilmesi zor hatta bazı koşullarda olanaksız amaçlar yüklenme riskini almamak için açıkça söylemesi gerekir. Numara yapmak zordur, sürekli prova gerekir, asla bilinen bir olayın rahatlığı içinde yapılamaz. Kronik ağrı ya da acısı olan insan asla açık seçik, tek bir tavır içinde olamaz, her sosyal ya da mesleki durum, söylemesi ya da söylememesi gereken şeyi nasıl söyleyip söyleyemeyeceğini çok çabuk bir şekilde sezmesini g erekli kılar. Böylece aktör, kendisinin, istem ed iği bir ö zelliğini (bu özellik onu aynı zamanda başkalarının acımasız yargılarına teslim eder) üstlenmek zorunda kalır ama acısının gö- rünmezliği, her yeni durum için kendi özel durumunu açıklamasının uygun olup olmadığını değerlendirmesi amacıyla bir manevra alanı bırakır ona. Kronik acı ya da ağn aynı zaman 144

142 da sosyal bir ölçüttür, aktöre, bunalıma eklenen bir de kişilik bölünmesi empoze eder. Bu ağrı ya da acı kırılmış bir kol ya da bir kalp hastalığı şeklinde ortaya çıkmış olsaydı aktör, yaşamını en iyi biçimde yönlendirmek amacıyla sosyolojik bir bilgelik içinde o lma ihtiyacı hissetmezdi. Ko rkuları v e kuşkulan doğuran ilk bakışta görünüşten ve de dünyayla ilişkiden hiçbir şeyi eksiltmemiş gibi gözüken böyle bir durumun tuhaflığıdır. İş ortamı koşulların ustalıklı bir biçimde düzenlenmesini zo runlu kılar ancak insanın acısını bazı koşullard a dile getirebileceği kafeler d e ayrıcalıklı mekânlardır. Bir bistrod a konuşmalar çoğu zaman, başkalarına, örtük bir biçimde, soruna uzak olunduğunu anlatmak amacıyla mizah havası içinde başlar ve sözgelimi konuşan kişi kendisinden ço k "o lanet sırt"mdan söz eder. Sürekli sızlanan ya da korkak biri gibi değil, her şeye göğüs geren, görmüş geçirmiş biri gibi tanınmak amacıyla esas konuya doğrudan bir giriş üslubudur bu."kro- nik ağrı ya da acı çeken her insan gibi işçi de çevresine kendine saygısını koruyabileceği biçimd e bir güçlülük im ajı yansıtmalıdır. 160 M izahi üslup hassas bir konuya "hiçbir şey yokmuş gibi" sıradan bir şeyden söz ediliyormuş gibi yaklaşma olanağı verir. Kişi o andaki ortamı yoklar ve kendine ne kadar güvendiğini gösterir, şaka yapar gibi ele alınan sorunun ağırlığım gizler ama başkalarıyla bir kaygıyı p aylaşm ak o lan amacını gerçekleştirir, bir yand an da o nlann ö ğütlerind en v e deneyimlerind en yararlanmak ister. Ço ğu zaman ailesi sürekli yakınmasından bıkmıştır ve acı neredeyse sadece bir barda, kadeh tokuştururken ve sarhoşluğun verdiği içtenlik duyguları içinde az ya da çok dikkatli yabancılara anlatılır. Mahalledeki pratisyen hekimlerin ya da farklı tıp dallarının kapasiteleri, avantajları karşılaştırılır, yakın dönemde yaşanmış kişisel ya da aile çapında deneylerden söz edilir, hep birlikte duyarlık gösterilerinde bulunulur. Halktan bir kimse, böylece barların geçici v e sıcak so syalliği içind e kendisine acılarının gerçekliği 145

143 ni d o ğ rulay an kimliğinin d esteklendiğini gö rür (oysa kimi zaman yakm aile çevresi onu eleştirir ya da sabırlı davranmaz kendisine karşı) ve yükünü hafifleten bir kader birliğini içine dalar. Öte yandan alkol acıyı biraz olsun dindirir, kaygıları unutturur v e arkası gelmeyen ama belli bir süre için zo rluklara rağmen yaşama duygusu veren bir kafe dayanışması oluşturur. S osy al statü o larak acı Kronik acı çoğu zaman bireyin eski alışkanlıklarını yavaş yav aş kaybetmesine ned en olur, so syal bütünlüğüne, aile yaşamına zarar verir, dostlarıyla ilişkilerini yıpratır ancak kimi zaman da tersine, bu insana, başkalarıyla ilişkilerini değiştiren bir so yluluk kazandırır. Eğer kendini so yutlanmış hissed iyo r sa ya da ailesiyle, iş dünyasında, yaşadığı semtte ilişkileri bozulmuşsa, kendini iyi hissetmiyorsa, kendini işinde gelişme gösteremeyecek kadar güçsüz buluyorsa, kişisel ya da parasal so runlarını çö zem iyo rsa, bu ko şullarda bir yara ya da herhang i bir rahatsızlık belirtisi kimi zam an gittikçe yayılan bir acının yankıland ığı yerlere dönüşürler. Bu durumda yerleşme eğilimind e olan acı kimliksel bir değer kazanır, bireye bir statü, bir saygınlık, bir haklılık kazandırır ve üstüne çöken sorumluluklard an kurtulmasına o lanak v erir bö ylece. Durumuyla yakından ilgilenen, onu rahatlatmaya çalışan aile ortamı içinde daha güçlü hisseder kendisini. Yakınlarından küçük çapta da olsa bir saygı gören işçinin durumu budur. Sıkıntı veren sırt ağnlan onun için başka insanlarla bir değiş-tokuş aracıdır. Nihayet ilgi göstermeye başlamışlardır ona, hali hatırı so rulur, ö ğütler verilir, sağlığıyla ilgili d üzenlem eler yap ılm a ya çalışılır. Düzenli biçimde hekime gider, muayenelere razı olur itiraz etmeden. A cı ona küçümsenmeyecek birtakım yan yararlar sağlar, kimi zaman maddi bağlamda bir telafi de geti 146

144 rebilir ve bunlar, hasta farkında olmadan, kurulmuş belli bir sistemi güçlendirirler; bu sistem, bozulması zor ama uzun vadede, eğer aile ya da çevre, meslektaşlar, bir türlü düzelmeyen d urumu yüzünd en so nund a yorgun düşerlerse, cesaretini yitiren hekim kesinlikle çaresini bulam ad ığı bir sıkıntının gerçekliğind en kuşkulanırsa tehlikeli bir sistem d ir.161 D en ey sel ac ı ü stü n e g ö z lem ler A merika'da inceleme nesnesi olarak bir mutlak güç fantazm asınd an esinlenilerek gerçekleştirilen birço k çalışma incelenecek olguyu bir laboratuvar verisine indirger, gerçeğin karmaşıklığını denetlenemez unsurlarının çoğundan arındırarak saydamlaştırır. A ma acının, seçilen bir avuç ücretli gönüllüyle ya da psikoloji veya deneysel fizyoloji hocalarının gözüne girmek isteyen deneklerle sorunsuz bir laboratuvar işlemine indirgenmesi mümkün değildir. Laboratuvarda denenen a cı topluluk içinde oynanan bir oyundur, bu süreçten hiçbir biçim d e o lumsuz etkilenm eyecek o lan bireyi sahned en çekilmekte ve deneyi yarım bırakmakta her an özgür bırakır. A rtık elinden bir şey gelmeyen deneycinin tanık olabileceği şey, olsa o lsa d eneğin, elektro tlarını çıkarırken katıla katıla gülmesidir. A cıyı oluşturan aletlerdir ve bunlar kesinlikle hiçbir korku vermezler; bu arada deneğin sürekli bakışı ve özellikle iradesi altında beden uyarılır. Daha önce gördüğümüz gibi, bu deneyler yol gösterici olsalar da esasa ilişkin hiçbir ipucu vermezler: Nedenini bilmediği, hiç görmediği, varlığına işlemiş, şiddetini kendi keyfine göre ayarlayamadığı ve de geleceği konusunda ne gibi so nuçlar d o ğurabileceğini bilemed iği bir acıyla yüz yüze gelen bir insanla mahrem ilişki. Dolayısıyla verdiği sıkıntı, ko rku, şaşkınlık, a a çeken insanın kimliğinde kalıcı parçalanma bir yana bırakılırsa acı eşiğinden nasıl söz edilebilir!. Somut acı sadece deriyi etkilemez, tüm beden yaşar bu olayı, in 147

145 sanın so luğunu kesebilir, kalp atışlarını hızlandırır, ifad eyi bo zar vb. Bu laboratuvar incelemeleri manevi rahatlık içindeki birey lerin saf hald eki d uyumlarım değerlendirirler. Kahram anları sağlıklı bu akv aryum acısı, gerçek yaşamd a ki acı, yaşayan bedene damgasını vuran, yaşamı adeta yok ed en ya da engelleyen acı konusunda çok az fikir verir. René Leriche "hastalık acısı", etkili v e kalıcı acı, d eneysel acı arasındaki ayrım ı belirtmiştir zaten: "H er şey dışarıdan geliyor, her şey dışarıdan tetikleniyor ve kayda geçirmek için yapılıyor d eneysel acıd a." Buna karşılık, hekimin karşısında "ıstırap çeken hastad a acı, bir ıstırap kasırgası gibidir v e etkisi geçtiğind e bile teşhis koymak mümkün değildir. A cı geldiğinde hasta kendind e değildir, eğer tersine, tümüyle acı üstünde yoğunlaşmadıkça analiz yapma olanakları yoktur elinde. Ve işte anlayamıyorsunuz, içine inemediğiniz bu uçurumun karşısında çaresizsiniz, hayal etm eye çalışıyo rsunuz o nu ama başaramıyorsunuz... kendisini hissettiren yerde, acının üstünde elinizi gezdiriyorsunuz, hiçbir şey farketmemek şaşırtıyor sizi ve kim i zaman, korkunç şiddetli hale geliyor acı."162 Deneysel acı korku ve çaresizliği tanımaz. Birtakım işaretler, belirtiler verir ancak bu aland a gerçekleştirilen çalışm alar sürekli gerçek yaşamla, somut denilen ve bir rahatsızlığı ya da yarası olan hastaların yaşad ığı acıyla ilişkili olmalıdır. Bu tür d eneyler ö nem li bilgiler verseler de abartmamak gerekir ve özellikle hastanm başucuna gid ip, acıntn gerçek d urum uyla ilgili so rular sormak, konuşma ve gözlem yoluyla acılara ya da ağrılara tepkilerinin ö zelliklerini incelemek, testler yap m ak, hastanın kültürel ö zelliklerini paylaşan ailesine ya d a yakınlarına başvurm ak gerekir. A slında fizyolojisi, laboratuvar koşullannda duyu organlarıyla ilgili deneyler yapar, oysa hastanın algılamalarına göre acı aynı zamanda duygusal bir deneyim, duyuların ve heyecanların çözülemeyecek biçimde iç içe geçmesidir. Sözgelimi Hardy, Wolff ve Goodell, yapıtlarında, açıkça şu saptamayı yapmışlardır: "A cı deneyimi, tanım olarak acı du~ 148

146 yumu içerdiğine göre buna bağlı belirtiler, önemli olsalar bile ancak ikincil bir öneme sahiptirler bu d enem ede."163 A ma acı, ıstırap (su fferin g p ain ) her türlü kaygı ve endişeden kopmuş, farklı belirtilere bağlı yoğunlukların toplamı mıdır sadece? Bu güvenilir hayal acının, biyolojik bir alıcı üstündeki bir uyarı olgusu değil, tüm hissettikleri, kişisel psikolojisi, değerleri ve d eneyim iyle bir insamn tüm hissiyatı o lduğu gerçeğini gözden kaçıran mekanik bir insan bedeni vizyonundan beslenir. 149

147 5 M o d em ite ve acı "H astalıktan, ıstırap tan, ac ıdan y ar ar lan m ay a ç alışm ak iy id ir ç ü n kü so n derec e y ay g ın d ır bu n lar ç ev rem iz de v e iy ilik, sağ lık, m u tlu lu k da ç o k en der g ö r dü ğ ü m ü z şey lerdir." Pascal, M adam e d e R o an n ez ' e m ektu p A cı uzun süre bir yazgı, kaçınılmaz bir olgu gibi kabul ettirdi kendini; insan acıyla geçici bir süre için ya da yaşam boyu sadece kendi gücüyle mücadele etmek zorunda hissetti kendini. A meliyatlar, kaçınılmaz olduğunda kurban müthiş bir direnç göstermek zorunda kalıyordu. 1835'te Georget, D ic tion n aire d e la m édecin e (Tıp Sözlüğü) için acıyı tanımlarken son derece doğal bir üslupla şu uğursuz ve korkutucu tabloyu çizmiştir: "Sö zgelimi büyük bir ameliyat geçiren bir hasta, çok az kan kaybettiğinde ya da hiç kan kaybetmediğinde bile şaşkın, bitkin hatta aptal gibidir; çökmüştür, yorgundur, ezilmiştir, hareket edecek hali yoktur; solgun ve zayıftır; kimi zaman çılgınlık düzeyinde coşku gösterilerinde bulunur, bilincini yitirir, kusmak ister, çırpınır, anüsü gevşer ve iradesi dışında dışkılar. Ölüm acının bir sonucu olur: Yakın zamanda gözlemlediğimiz bir olgudan söz edebiliriz bu bağlam d a."164 Mikropsuzlaştırma işleminin bilinmediği bir dönemde, bir hastanın, genellikle ölümle sonuçlanan böyle bir deneyimi yaşamaya razı olabild i

148 mesi için çok kesin bir ölüm tehlikesi karşısında olması ya da tüm yaşamını felç eden dayanılmaz acılar çekmesi gerekirdi. Cerrahın el çabukluğu acıya karşı tek panzehirdi, hekim bu el çabukluğuyla, çığlıklara falan boş vermek ve hastanın umutsuz çabalarını engellemek zorundaydı ve öte yandan da kend isini engellem ek isteyen güçlü ellerd en kurtulm ak zo rundaydı. XVIII. yüzy ıl so nund a, kimyasal araştırmalard a büyük ilerlemeler kaydedilir ve uyuşturucu etkisi yapan maddeler hazırlanır: A zot protoksit, eter, morfin, kloroform. Aynı şekilde Messm er ve özellikle de Puysegur'ün manyetizma çalışmalarının geliştirilmesiyle, 1830'dan sonra hipnoz sayesinde ameliyatlar başarıyla gerçekleştirilmiştir. A ncak hekimleri heyecanlandırmaz pek bu yöntemler. Bu yöntemlerle acının dindirilmesini düşünmezler çünkü bu bağlamda acı çekme doğald ır ve işlerinin bir parçasıdır. Şubat 1847'de, Bilimler A kadem isi'nin eterle uyuşturm a ko nusunun tartışıld ığı bir to plantısında Velpeau şu görüşü ileri sürer: "Bir hastanın az ya da çok acı çekmesi, Bilimler A kademisi bununla mı ilgileniyor?"165 Tıbbın yeni yöntemlere açılması için yüzyılın ikinci yarısını beklem ek gerekir. A ma zihniyet değişikliğinin gerçekleşmesi bütün bir kuşağa yayılır. 1870'de cerrahlar ameliyatlarını anestezi yö ntem lerine başv urm ad an yapmaktayd ılar. Sö zgelimi Rochefo rt başhekimi "klorofo rm vererek uyutma vakit kaybına neden oluyor ve ölümle sonuçlanan kazalara yol açabilir" diyordu ve çoğu zaman anestezisiz yapmıştır ameliyatlarını ve beni uzun bir süre çok etkilemiş olan hastaların çığlıklarına, o, görünüşte kayıtsız kalıyordu. A meliyat edeceği bir denizciye ya da bir askere "hayd i bakalım, piponu doldur ve içmeye başla, çabuk bitecek bu iş!" dediğine birçok kez tanık olmuşum dur."166 A nestezi ameliyat koşullarını alt-üst eder, artık ameliyat edild iğinin farkınd a o lmayan hastaya yapılan işkenceyi yok eder. Hekim, kim oldukları belli olmayan birtakım insanlar tarafınd an zo rla zap ted ilen hastaya müda 152

149 hale ederken acele etmez. Hızlı çalışmak bir meziyet değildir artık, cerrahın, her an öldürebilecek ya da sakat bırakabilecek hareketleri ö lçüp biçecek, değerlendirecek kadar zamanı vardır. A ma anestezinin tıbba girmesi aynı zamanda o kadar da kaçınılmaz o lmayan acı karşısında toplu zihniyet değişimlerinin de işaretleridir. Tıbbın, ağrı ya da acılarına ağrı kesicilerle karşılık vereceğine haklı ya da haksız olarak inanan kurbanlar ıstırabın kaçınılmaz bir kader olduğuna gitgide daha az itibar edeceklerdir. Sözgelimi XIX. Yüzyıl (ve XX. Yüzyılın bir bölümü) Avrupa köylerindeki gibi tıbbi çarelerin olmadığı yerde insanlar geleneksel kö y hekimlerine, büyücülere muayene olurlar, üfürükçülere yalvarırlar ya da çok eski yöntemlere (elle tedavi, şifalı otlar, merhemler vb) başvururlar. Z or yaşam koşulları yaşama damgasını vuran birçok acıyı kader gibi görmelerine neden olur. Çalışmak zorunda olan bu insanların şikâyet etmeye ya da dinlenmeye vakitleri yoktur. Ve acı bir kez yerleşince yaşamları boyunca bu acıyla uzlaşmaktan başka şansları olmaz. Koşulların kaçınılmaz kıldığı bir boyun eğme tavrını neredeyse olağan bir yaşam ve gerekli bir erdem gibi görürler. Elde olmayan bir olayı soylu bir tavırla kabullenme. Diş ağrılarına, yaralarına, bitkinliklerine rağmen çalışmayı bırakmazlar/ 'Dişleri ağrımaz artık, çok oldu o öleli" lafı acının hayattayken etkili olduğunu çok güzel ifade eder. Ölüm en sonunda gelen rahatlamadır, bütün acıların hakkınd an gelen en etkin tıbbi müdahaledir. Diş ağrısı ted av i edilmez. A ğrıyan dişler, gezici dişçi köye geldiğinde, anestesisiz ve bir seferde çekilirdi. Ya da bu işi nalbur yapardı kelpeteniyle. Berber, abseleri usturasıyla deşiverird i bir çırpıda. Yaygın tıbbi müd ahaleler kimi zam an rahatlatırdı ancak bunların da acı v erdiği olurdu. H ekimlerin tedavi yöntemleri pek o kadar yumuşak değildi. Mikrop kapmış yaralar, çürükler, böcek sokmalarından oluşan yaralar kızgın demirle dağlanırdı. Derideki benler, lekeler, basur memeleri, urlar vb de dağlanırdı."bir organı uyarmak için ısırgan otu 153

150 sürme, bedend e kızarıklıklar oluşturma, cildi tahriş etme, kan alma ya da kanı başka bir yere çekme gibi işlemler, bedendeki işe yaramaz sıvıların dışarı atüması için yakı otu yapma tavsiye edilirdi... bu bağlamda amacın, ağrı ya da acıyı bedenin dışına çıkarmak olduğunu söylemek mümkündür..." diyor Jacques Léo nard.167 A cı çeken insandan yakınmak ya da onu tedavi etmeye çalışırken ço k fazla şımartmak aynı derecede zararlıdır. Françoise Loux şöyle diyor: "Gerçekten de tedavi için belli bir enerjiye sahip olmak gerekir. Hastaya ilaçlar aracıyla sıkıntı verm ekten korkmamak gerekir. Yara, hastalık, ancak hasta insan karakteri saf dışı edilebildiği takdirde iyileştirile- bilirler ki bu da çoğu zaman sıkıntı vermeden yapılamaz. Bu tavsiye, kırsal kesim için çok daha gereklidir çünkü oralardaki yaşam koşulları, hekime başvurmada gecikmelere yol açar, kimi zaman kabuk bağlamış olduğundan ve irin topladığından yaraların temizlenmesi zor olur ve dolayısıyla çok derin ve acılı bir kazıma ve temizleme gerekli olabilir."168 A cı yaşamın içine katılmıştı, insan, çevresinde acı çeken başka insanlar görüyordu ve günün birinde kendisinin de aynı acılan çekebileceğini biliyordu. Her şeyden önce sosyal bir koşul olan yazgının ayrılmaz bir parçası kabul edildiğinden katlanıyordu insan acıya. Dayanma eşiği oldukça yüksekti. Sözgelimi çok uzun süreli deniz yolculuklannda farklı koşullarda başvurulabilecek tek çare gemi yaşamının zorluklanyla bilenmiş ama kimi zaman da büyük acılara katlanmış güçlü bir karakter- dir."çekilen sıkmtılann listesi uzar gider" diyor Kuzey Kutbu adalarına kadar giden eski bir balıkçı teknesi kaptanı..."bir fikir verebilmek için sad ece şunu söyleyeyim... bu dönemde öyle hastalar gördüm ki uyuyan insanlan rahatsız etmemek için ya da avdan alacaklan payın azalabileceği korkusuyla sızlanmaya cesaret edemiyorlardı ve kaptan bu hastalar yüzünden ava ara vermek ya da bir limana yanaşmak zorunda kalıyordu... iltihaplanmış bir parmağını kendisi kesmeye karar vermiş birini bile görd üm."

151 Tıbbi ted av inin gelişmesi, ö zellikle d e ağrı kesici dünyasında ilerlemeler öncelikle ayrıcalıklı sınıflara yaramıştır. Ellili yıllard a acı üstüne klasik bir yapıt kaleme alan Buytendijk nüfusu hızla artan gelecek kuşak için, algofobi adını verdiği yeni bir hastalıktan kaçınma tavrı öneriyordu. Şöyle diyor Buytendijk: "Burjuva sınıfının acıya karşı tavrı, fizik acınm esasmı ve anlamım o luşturan so runu, gerçek anlamd a acı so rununu dışlam ıştır."170 Bugün m o d em ite her aktörün, sağlığıyla ilişkisini tümüyle bir tıp sorunu haline getirmektedir, acı büyük bir kesime göre manevi ya da kültürel anlamım yitirmiştir; acı deyince korku ve adlandırılmayan bir şey akla gelir. Katlanma eşiği ağrı kesici kullanım ı yaygınlaştıkça düşmektedir. A nestezi talebi, tıbbın bed en üstündeki keyfi v e sınırsız gücüyle ilişkili olarak ama aynı zamanda da bir zamanlar kişisel dirence bağlanan değerlerin gerilemesiyle hızla yaygınlaşmaktadır. A nketlere göre acı çekme korkusu açık seçik biçimde ölüm korkusundan daha güçlü bir korku doğurur. Günümüzde acı mutlak bir anlamsızlık, tam bir işkencedir. A rtık acıyı da ölümü de insanlık durumunun verileri gibi benimsemeyen bir toplumda ölümden daha beter bir şey gibi görülür. 1980'de kurulan "Onurlu Bir Ölüm Hakkı Ö rgütü"nün Fransa'da 'i aşkın üyesi vardır ve ötanazi hakkı istemektedir bunlar. Dünyada bu talebi dile getiren kayıtlı militan otuz kadar örgütte toplanmıştır. Birçok anketten çıkan sonuca göre Batıda ötanazinin yasallaştırılması eğilimleri gittikçe güçlen- mektedir. Kültürün yani o rtak bir anlamland ırmanın ve tavrın verdiği karşılık, kimlik d uygusunu korumayı v e durumu denetlemeyi mümkün kılan antropolojik mevzuatlar bütünü içinde yer alır. Bu amaç gözden kaçtığında insan, acısı karşısında çaresiz kalır. İnsan, acıya yaşamının bir parçası gibi katlanmaz. Bu bağlamda tıp onyıllardan beri batı toplumlarında büyük ölçüde yaygınlık kazanan bir tavır değişikliği getirir. A cı (ve sağlık) so runu tıp kültürü tarafınd an bütünüyle ö zümsenmiş- 155

152 tir, sıradan insanı çaresiz ve etkisiz bırakır, uzmanların işi olmuştur artık. A cının sorumluluğunu üstlenme ya da acıyı benimsemeyi veya manevi kaynaklarında tüketmeyi salık veren aktörlerin eski değer yargıları ve yetkileri sarsılmıştır. A cının y ararsızlığını v e anlam sızlığını sav unan hekimler v e gazeteciler iddialı demeçleriyle kültürün ve insanın sıkıntılarına mal ettiği anlam ların ö tesine geçtiklerini idd ia ed iyo rlar; bu demeçler kendilerini kişisel yaşamlarına bırakmadan, acılarına cesaret ve tevekkülle katlanan saf ya da en azından ilginç insanlar gibi görüyorlar. Tıp, bir yand an, acıyı kültürel yapıd an ay ınp tamamen teknik bir olguya dönüştürürken kimileri kronik olan bir yığın sa- katlayıcı acıyla baş edemez durumdadır. Bu durumda ıstırap mutlak bir çıplaklığa gönderme yapar. Tıp kültürü acının erdemlerine inanmıyor artık, 171 bu alanda uzun süredir tanık o lunan yetersizlikleri ko nusund a sert eleştirilerin etkisiyle d e ğişmiştir nihayet. Toplumlanmız acıya manevi bir değer vermiyorlar artık. A ma öte yandan, her türlü anlamdan soyutlama da insanı kendi zenginliklerinden yoksun bırakır ve karışıklık çıkarır bu bağlamda. Çektiği acıyla tek başma mücadele edemeyen bir insanın kırılganlığını artırır. Tıp kültürü acının sadece dayanılmaz, korkunç bir şey olduğu, ahlaksal anlamda işkenceyle eşdeğer olduğu, ona bilimsel olanaklara saldırmamanın suç olacağı gibi bir düşünce esinler. Bu tavır tıbba olan talebi artırır am a sıkıntılarını sahiplenme o lanaklarınd an yoksun hastanın bunalımını da artırır. Ayrıca gerçek bir fakülte formasyonundan yoksun hekimlerin bu plandaki bilgileri de son derece yanıltıcı olabilmiştir. İlginçtir, Fransa'da ağrıların ve acıların dindirilmesi hastalığa karşı mücadeleye göre ikinci p landa kalma ö zelliğini sürdürmektedir. A cı çeken insanın o r ganik durumuna önem verilmesinin bir sonucudur bu. Tedaviye rağmen ağrıları ya da acıları kesilmeyen birçok hasta öfke ve kırgınlık içinde bağıra bağıra acının önemli olmadığını söyleyen ama çoğu zaman da üstesinden gelemeyen bir tıbba (ya 156

153 da daha ziyade bazı temsilcilerinin) karşı çıkmaya başlarlar. Şu bir gerçek ki bu bağlamda söz konusu olan her zaman aynı hekimler değildir ve ağrıları ya da acılan dindirme konusunda belli bir yetenek d evreye girer. A cıya karşı seferberlik günümüzde de neredeyse "m ilitan" diyebileceğimiz hekim ya da hastabakıcıların sadece bir bölümünün işidir. Bugün her ağrı ya da acının dindirilebileceğine ilişkin az ya da çok geçerli inanç belli bir tıbbın başarısızlıklanna tanık o lmuş birço k hastada öfke hatta terkedilmişlik duygusu uyandırmıştır/ 'Bugün ağrılar ve acılar etkili biçimde tedavi edilebiliyorsa eğer, bizim dertlerimize niçin çare bulunamıyor?" deniyor. Bu durumda tıp başarısızdır ve kültür de bir davranış modeli verme ve acının anlamını açıklama konusunda yetersizdir. Bed en bir makine gibidir, o nun zenginliklerini d eğerlend irm ek ve işlevsizliklerini de ortadan kaldırmak gerekir. Hastanın acı ve ağrısına ya d a hastalığına verdiği anlam tıbbi etkinliklerle kesinlikle karıştırılmaması gereken bir fantezidir. Illich şöyle diyor: "A nestezinin egemen olduğu bir toplumda acıya karşı koymaktan çok, ondan, ne pahasına olursa olsun kaçmak rasyonel gözüküyor. Fanteziyi, özgürlüğü ya da bilinci yok etse de acının empoze ettiği zo rlamalard an kurtulmak akılcı gözüküyor. Bağımsızlığın yitirilmesine mal olsa da acının empoze ettiği zorlayıcılıklardan kurtulmak mantıklı gözüküyor."172 A ğn kesici tepki bir bo rç, bir v aat gibi düşünülür. Birey bedenind en kopar, bedenini uzmanlara teslim eder ve onlardan kesin bir yanıt bekler, iyileşme ya da acısının geçmesi sürecinde kendisinin de işin içinde olduğunu anlamaz. A cısı, özellikle sürdüğü takdirde, çok ender durumlarda, kendisinin de sorumlu olduğu ve kendi olanaklanyla biraz daha etkin biçimde mücadele edebileceği uç bir deneyim gibi düşünülür. Kendi çözümlerini arama ya da hekimin çabalanna ya da uygulanan tedaviye kendi çabala- nnı da ekleme bağlamında tüm girişimlerini askıya alır. A ğrı kesici ilaçlarda kayded ilen büyük gelişmeler insanların acı konusundaki deneyimlerini de değiştirmiştir. A cı, bir 157

154 takım kolay tedaviler sayesinde yok edilebileceği andan itibaren eski kültürel sav unm alar geçerliklerini yitirmiştir v e bunların yerini teknik mevzuatlar almıştır. Sonuç olarak dayanma eşiği düşmüştür. Uzun zamandan beri mesleklerini icra eden birçok hekimin deneyimi açıkça göstermektedir bunu. A cıya direnme, aktörde, basit bir hap aldığı takdirde geçeceği duygusunun egemen olmasıyla birlikte ortadan kalkar. Önemsiz, kısır bir şey gibi görülen acı, gelişen tıbbın tedavi etmek zorunda olduğu, kaybolup gitmesi gereken azgm ve saldırgan bir atık, bir kalıntı gibi düşünülür. Bir rezalettir, ö lüm gibi, insanlık durumunun eğretiliği gibi. A rtık acı çekmeme isteği patoloji dışındaki d allan da ilgilendirmeye başlar: Özellikle doğum. Hizmet arzı, kendiliğinden oluşan, sonu gelmez bir talep yaratır ve bu talep karşılandıkça artar ve çeşitlenir. Böylece tıp tekniği dünya görüşleriyle karışır, bunları yavaş yavaş değiştirir. Yararlanan kişiyi, zorunlu aracısı o ld uğu bed eni üstünd e m utlak bir güce sahip o labileceğine inandırır. A ma anestezi, bireyin acı çekmeyi beklediği ve buna hazırlandığı koşullarda kimi zaman, her şeye rağmen, daha önce dile getirilmemiş birtakım başka acılar getirmeye yönelik, beklenmedik, tuhaf durumlar yaratır. Bireyin kimi zaman hekimleri şaşırtan kişisel biçimlendirmeleri aracılığıyla yerlerini doldurmaya çalıştığı bir gerçeklikten kopuş, bir eksiklik duygusudur bu. Birkaç ay önce Fransa'ya gelen Benin'li bir genç kadın, bir taşra kliniğinde doğum yapar. Ertesi gün kalkmak istemez ve yatakta kasılıp kalır. Rahatsızlığının ne olduğu sorulduğunda, uygulanan "lo kal anestezi" nedeniyle rahatsızlık d uyd uğunu söyler. Kend isind en gerçek sıkıntısını saklamadan anlatması istendiğinde köyündeki kadınlann doğumlarınd an, ö zelllikle d e annesi ya da teyzelerinin, halalannın yaptıkları doğumlardan söz eder. Bu kadın, ço cuklann her zaman, kadınların çekmeleri gereken acılan içinde doğduklannı görmüştür. A nestezi onu annesinden ve öteki kadın akrabalarından ayırmıştır. Tamamen uydurma bir acı duygusunu içinde 158

155 besleyerek yeniden bulduğu bir dünyaya kök salar, çocuğunun doğumunu kökenlerine sadakat içinde tamamlar. Burada anestezi, deneyimin gerçeklik karakterini yok eden temel bir işaret noktasından yoksun bırakır, onun kendi değerini yok eder, içinde yer aldığı ortak yaşamın değerlerini de dikkate almaz. A cıyı belirti gibi gören bireysel bir sem bo lleştirm e sürek- > liliği sağlar ve kimlik duygusu üstündeki tehditi uzaklaştırır. Bu kadın kendi empatilerini koruyan kültürel bir direnişi hayata geçirmiştir. Batılı kadınlar da buna benzer nedenlerle anestezi istemezler kimi zaman; bu düşüncede olan kadmlara göre anestezi, tüm bed enleriyle yaşamak isted ikleri bir d eneyimin görsel tanıkları yapmaktadır onları. Bu konuyla ilgili başka bir örnek: Cezayirli bir kadın doğuruyor, feryad ediyor, kendi kültürel d eğerlerine bağlı kalıyo r bu bağlamd a ama çevresindeki hekimlerin ve hastabakıcıların hoşuna gitmiyor bu (acıyı dindirme ya da hafifletme adına) ve kendisine haber vermeye gerek görmeden anestezi yapmaya karar veriyorlar. Kadın dehşete düşüyor, çığlıkları artıyor ve paniğe dönüşmeye başlıyor. Nihayet endişelenen bir ebe A rapça bilen birini buluyor ve hayret ve şaşkınlık içindeki kadınla iletişim kuruluyor: "Bacaklarımı hissetmiyorum, hiçbir şey hissetmiyorum artık!" diye haykırır kadın. R. Selzer, C orıfession s d' u n c hiru rg i- en (Bir Cerrahın İtirafları) adlı yapıtmda meslek yaşamında başına gelen tuhaf bir olayı anlatır. Bir gün, odasına girdiğind e yeni ameliyat o lmuş bir kad ım karşısınd a bulur, kadın elind eki usturuyla karnını yarmış v e eliyle o rganlarını karıştırmaktadır. Kadın tekrar tedavi edilir, tehlikeyi atlattıktan sonra cerraha şöyle der: "Ço k canı yanar insanın bu durumda değil mi? Yani şunu demek istiyorum: gerçekten kendi bedenim olsa benim de canım yanardı. A ma hiçbir şey hissetmiyordum". Ve birdenbire anladım, kendi bedeninin içinde ne aradığını: A cısını arıyo rd u."173 A cı, insana, korktuğu bir ölümün varlığını karmakarışık bir biçim d e hatırlatır, yaşamının so nu o lduğunu hatırlatır. Hatta 159

156 onun durumunun da bir işaretidir. Istırap çekmek, insanın kişisel durumunun eğretiliğini, teknik ya da manevi savunma dışında herhangi bir savunma mekanizmasını harekete geçirem ed en tüm açık seçikliğiyle hissetmesidir. Bununla birlikte insan acıyı çok tuhaf bir olay, bilincine çok ters bir şey gibi görse de, acı insanlığının bir işareti olmasına rağmen ölümle ilişkisi çok daha başedilmezdir. A cı çekme yeteneğini yok etmek insanın insanlık koşulunu yo k etmektir. Tıptaki gelişmeler sayesinde acının radikal bir biçimde yok edilmesi fantazması bir ölüm hayalidir, yaşama karşı kayıtsızlığa açılan bir mutlak güç düşüdür. Bu fantazma, insanı bir dizi değiştirilebilir ve eğretiliği ya da ölümü yok etmek için iyice yağlamanın yeterli olduğu çarka indirgeyen mekanik insan bedeni modeliyle birlikte görülür. Böyle bir hayal aynı zamanda zevk yasmı da kabul eder çünkü her türlü duyarlığın ortadan kaldırılması so nucunu doğurur. A cı, insanın, büyük bir haklılık içind e mücadele edeceği bir vahşet olabilir ancak onun, insanlığın dışına atılması rüyası onu haber veren sözde sadece başlangıcını bulan bir yanılsamadır. Onunla uzlaşmaktan başka bir tercih bırakm az."a cıdan kaçabileceğimizi düşünerek ve bu kaçış olanaklarından yararlanarak ama aynı zamanda etkilerinin olası sınırlarını da kabul ederek "acısız yaşam a" sanatına sahip olamayız, daha iyi acı çekerek daha az acı çekeriz."174 A cı, tıbba yeni bir paradigma empoze etmiştir: Beden tıb- bmdan tüm kimliksel derinliği içinde insanı merkez alan bir tıbba geçiş. Toplumsal ilişki hissed ilen acıyı belirleyen bir unsurdur, çok önemli bir sembolik vektörden yoksun kalmadan tedavide göz ardı etmek mümkün değildir onu (bkz. y u karıda). Hekim, sağlık ekibi, çevreyle ilişki içinde belirginleşir. Geçici ted av i uygulayan servislerin d eneyimi belirleyicid ir bu bağlamda, yaşamlarının sonuna gelmiş hastalara refakat etmenin, kesinlikle "fiziksel" olmayan ve insanı tümüyle etkileyen bir acının hafifletilmesi ya da tamamen yok edilmesi çabaları içinde ne kadar önemli olduğunu gösterirler. Hastanın minnet ve 160

157 şükran duygulan içinde olması için tedavinin tam anlamıyla etkili olması gerekir. Öte yandan acıların ya da ağrıların tedavisi tıpta fildişi kulenin yıkılmasını da gerekli kılar. A cı ve ağn o lgusunda bir yığın v erinin bulunm ası tespitind en so nra altmış yıllarda, A BD'de, J. Bonica'nın önderliğinde ilk p ain c li- Mİc'ler kurulmaya başlamıştır. Bu kliniklerin belirgin özelliği farklı alanlarda çalışan meslekten kimselerin kronik ağrı ya da acılannın ted av isini üstlenmek, bir yand an d a bu insanlara ayrım gözetmeden somatik ve psikolojik tedavi uygulamak (destek ya da psikoterapi). 175 Disiplinler arasında birlik ve köprü kurmaktır p ain d in ç le r i n amacı. Bununla birlikte gene tıbbi bir çerçeve (ve çok farklılıklar gösteren bir çerçevedir bu) içinde insanlann sadece kendilerinin çektikleri, kendilerine özgü olan acı ya da ağnlarını tedavi etme iddiasındadır bu klinikler. "Şunu rahatlıkla sö yleyebiliriz ki acılara, ağ nlara karşı genel geçer bir ilaç hiçbir zaman bulunamayacaktır. A cı ya da ağ- n tedavisinin geleceği ço k sayıda yan tedaviden rasyonel biçimde yararlanmaya yönelecektir buna karşılık" diyor Melzack ve Wall. 176 İnsan topluluklan ya da farklı tıbbi uygulamalar aracılığıyla tanıdığımız bir yığın insan bedeni acıları ya da ağrıları algılamanın ve dindirmenin çok çeşitli yollan olduğunu gösterir. H ekim in mahareti bu bağlam d a uygulanabilecek uygun yöntemleri saptamaktır. A ntropoloji aracılığıyla insan bedeninin sembolik yapışım ortaya çıkarmak bir tür farklılık estetiği bulma noktasına götürmez sadece, aynı zamanda bir etiği d e belirginleştirir: Bedenlerin kültürel ço ğulluğu gerçeğinin kabul edilmesinin sonucu tedavilerin de çoğulluğudur. Tedaviler, cerrahide kesinlikle farklıdırlar birbirlerinden, her zaman aynı rahatsızlıklan tedavi etmezler ve genel olarak da sosyal ve ekolojik çevrelerinden ayırmak pek mümkün değildir onlan. A cının karmaşık kıyı coğrafyasının karşısında bir yığın tedavi yöntemi ve hasta talebi vardır. 161

158 6 Acının sosyal işlevi " A cıy la dü şü n m ey i ö ğ ren." M aurice Blanchot, L ' E c ritu re du désastre A c ın ın bağ ışı A cı, bed enini bu amaca yö nelik bir yo ğunluk merkezi yap mayı amaçlayan kişinin yararlanabileceği tükenmez ve çok verim li bir malzemedir. Kararlılığını kanıtlamak ya da inancının gücünü göstermek isteyen insanın emrindedir. Toplumsal bağlamda etkisi kesindir bunun ve mistik insan, Tannnın bu alana olan ilgisinden hiç kuşkulanmaz. Bu yolun tutulması için büyük bir tutku olması gerekir insanda, bu yola girme cesaretini gösteren kişinin gerçek karakterini ö tekilerden ayrılmasının sergilenmesidir acının yolu. A cıyla bilinçli ve amansız bir mücadele çok ender rastlanan bir irade ve direnç gerektirir kesinlikle ama öte yandan da en mütevazı insanın bile elinin altındaki bir olanaktır bu. İlke olarak, acıdan, her insan içgüdüsel olarak kaçar ve o kadar radikal olmayan olanakları acıyı tercih ederek o nu bir kanıt gibi kullanma sıkıntısı içine girmez kesinlikle, herkesin kendisini acıya kendi isteğiyle teslim etmesi övgüye değer bir tavırdır. Bu nedenle bu tercih ender rastlanan bir seçkinlik örneğidir. İnsanın kendi içindeki acıya egem en olması, kav ranamayan şeyle m ücad ele etmek, o nu 163

159 zo rlamak, sıradan insanı boğan ve onda çığlık atma dışında bir tercih şansı bırakmayan bir şeyi kendi iradesine tabi kılmaktır. Bu şiddeti denetleyen, kendi içinde, inançla biçimlendiren insan koşullarına boyun eğmekten çok kendine bağlar o nları. İnsanın başkaları ö zellikle d e Tanrı karşısında kararlılığını göstermesi bağlamında bundan daha anlamlı bir sınav o lam az. Bir Yahudi ya da Protestan için acıda kesinlikle hiçbir ö zel erdem yoktur ama bir Hindu hatta Müslüman için acı bed en üstünde etkili olmanın ve onu iradeye tabi kılmanın bir aracıdır. Buna karşılık Hıristiyan için acı, insanın kendisini bir sevgi işareti olarak göstermesi gibi bir paradoksu temsil eder. Ö zellikle H ıristiyan geleneği, insanın kendisini bir d in kurbanı olarak ya da kendi yaşam biçim i doğrultusunda teslim ettiği acıya büyük önem verir. Paulus'un mektuplarında acı tercihe dönüşür. İnsanlığa leke getiren bir rezaletten ya da işlenen günahların cezalandırılmasından bir kurtuluş umuduna dönüşür. İnsanı hastalık biçiminde ya da yaşamdaki olaylarla vuran rahatsızlıklar vesilesiyle değinmiştik bu konuya. A ma acı aynı zamanda en azından acıyı dinsel bir sınav, Tanrı karşısında bir vicdan smavı fırsatı gibi gören çile çekmiş birçok H ıristiy an için bir gereklilik, m utlu bir bekleyiştir. H ıristiyanlık değerleri altüst eder. Sefalet ya da acı hiç kuşkusuz yoksulların ya da mağdurların çaresizliğidir ama aynı zamanda da ço k daha farklı koşullarda yaşamalarına rağmen bu sefalet ve acıyı bir krallık gibi gören ve kabullenen bazı önemli şahsiyetlerin ya da azizlerin d e tercihidir. İsa'nın Çilesi acıyı, günahkâr insanlığın kurtuluşu için razı o lunan bir fedakârlık mertebesine yükseltmiştir. İsa'nın acısının sunulm ası ilk günahın lekesini silmiştir. A ma bu paradoksal bağış, bu sonsuz borçtan kurtulm ak için buna yakın bir yolu benimsemekten başka çaresi o lm ayan insanı kurtuluşunun borçlusu haline getirmiştir. Hıristiyanlık acıyı, tarihsel bağlam d a bir zevk, ebed i yaşam a girm e bağlamında ayncılıklı bir yol durumuna getirmiştir. Hıristiyanlığın aziz m ertebesine yükselttiği birço k H ıristiyanın ya 164

160 şamı acılarla, işkencelerle, hakaretlerle, aşağılanmalarla do ludur. Bu olumsuzlukların bazıları, onları din kurbanları durumuna getiren toplumsal ve siyasal koşullarla empoze edilmiş, bazıları Isa'nın çilesine yaklaşm ak için bilinçli o larak seçilmiştir, nesnesini rad ikalleştirmekten ko rkm ayan bir imana tanıklık ederler. Din kurbanı, İsa'nın yolunu izleme konusunda bir olanak sunar ve bu olanak, insanın inancı uğruna olabildiğince çok acı çekmesi ve sonunda kendini feda etmesidir. Yüzyıllarca Roma imparatorluğunun hoşgörüsüzlüğüyle yüz yüze kalan gelişmekte olan Hıristiyanlık tarihi özellikle çoğu kurtuluş coşkusu ve inancı içinde olan kurbanlarının tarihidir. Petrus çektiği acılardan söz ederken arkadaşlarını rahatlatır: "İsa'nın çilesine ne kadar çok ortak olabiliyorsanız o kadar mutlu hissedin kendinizi, böylelikle onun yüceliğinde siz de mutlu ve rahat olursunuz, İsa adma hakarete uğrarsanız ne mutlu size! Çünkü yüceliğin ve Tanrının ruhu üstünüzden eksik olmaz." ( ı- P e t r u s, IV, I, Pet ). Roma'nm baskısı Hıristiyanlan mutlu etmiştir çünkü inançlannm kesinlikle sarsılmadığım gö sterirlerse Tanrıya yaklaşacaklardır. 107 yılında Ignatios Romalılar tarafından tutuklanır. Rom a'nm Hıristiyan zenginleri ve önde gelenleri, iradesi dışınd a, kendisini serbest bıraktırm ak için teşebbüse geçerler. A n takya piskoposu Roma kilisesine bir mektup yazar ve çok arzuladığı kurbanlık mertebesine ulaşmasının engellenmemesi için onu savunmamalarını ister. Bu yönde gereksiz bir teşebbüs böyle bir kurtuluş şansını heba edecektir. Ignatios'un bu ko nud aki d üşüncelerini hatırlayalım: "Ben sizin merhametinizden korkuyorum. Sizin korkacak bir şeyiniz yok; siz beni kurtarmayı başarırsanız ben Tanrı'yı kaybederim. Ben sizin insanlara hoş görünmeye çalışmanızı istemiyorum, Tannya yaranmak için gayret sarfedin. Tanrıyla bir olmak için elime böyle bir fırsat geçmez bir daha; müdahale etmekten v azgeçerseniz en doğrusunu yaparsmızf...] Bırakın hayvanlara yem ola 165

161 yım, onlar sayesinde Tanrıyla birleşeceğim. Ben Tanrının yemiyim: Kendimi İsa'nın katıksız ekmeği olarak bulabilmem için hayvanların dişlerinde övütülmem gerekiyor. Okşayın bu hayvanlan, benim m ezanm olsunlar, bedenimden tek bir parça bile bırakmasınlar, cenazem kimseye yük o lmasın[...] O nları bu işe hazır bulabileceğimi umuyorum; beni anında parçalay ıp y utm alan için o kşayacağım o nları, kimilerine d o kunmaktan korktular, bana da öyle davranm alannı istemem. Bu ko nud a iyi niyetli o lmazlarsa zo rlayacağım o nları." A cı tutkusu, işkenceyi soylu bir tavırla beklemek... ve Ignatios devam ediyor: "A teş ve haç, hayvan sürüleri, kemiklerin kırılması, organların koparılması, bütün bedenin öğütülmesi, şeytanın tüm işkenceleri çöksün üstüme yeter ki İsa'da bulayım kendimi[...] Ben Tanrıya ait o lm ak istiyo rum, Tannyla arama d ünyayı s o k m a y ın." Ignatios'un dileği gerçekleşir, sonunda vahşi hayvanlann önüne atılır. Çok bilinen bir olaydır bu. Bu konuda bir yığın başka tanıklık da vardır/ 'Çocuklarımla birlikte Tanrıya kurban olarak sunulmaya layık görülme mutluluğu nereden geliyor acaba?" diye gururla karşılık verir Symphorose H ad rianus'un tehditlerine. A gathe cellatlanna şöyle der: "Bu işkencelerden zevk duyuyorum, iyi bir haber alan insanın duyduğu zevki, uzun zamandır beklediği birini gören birinin ya da büyük bir hazine bulan birinin duyduğu zevki... Buğday tanesini başaktan ayırmak için dövmek gerekir önce, daha sonra ambara koyulabilir bu buğday; aynı şekilde benim ruhum d a cennete ancak bed eni cellatlar tarafınd an parçalanan bir din kurbanının ruhu olarak girebilir."177 Bütün acılar, işkence korkusu, bedenleri parçalamaya gelen v ahşi hayv anlardan ürkme... bunlann hepsi büyüklük güv enceleridir... Din kurbanları geçici ve acılı bir yaşamı, büyük bir bed el karşılığında Tanrı katında ebedi bir yaşam karşılığında d eğiştirirler. Çekilen işkence cennete giden en kısa yoldur. Bakire A pollonia cellatlann elinden kaçar ve kendisini korkutm ak için gösterdikleri ateşin içine atlar kendiliğind en/ 'Özgür- 166

162 dü, kend isini ko ruyabilird i ama m ücad ele etmeden azize mertebesine ulaşamazdı" diyor Jacques de Voragine (s. 332). Kendisini sorgulayan ve inancından vazgeçmeye zorlayan eyalet yöneticisine şöyle der Justina: "İsa'nın emirlerine uyanların hak edecekleri mükâfatı alacağımı umuyorum, bana yapacağın işkencelere bunun için d ayanacağım. Biliyo rum ki bu yaşam tarzını benimseyecek olanlara Tanrı ebediyen yardımcı olacaktır."178 Samimiyetin güvencesi ve Tanrı katında değer kazanma tavrı olarak o çılgın acı çekme arzusunun ifadesini yukarıda Ignatois'un mektubunda gördük. A cı beklentisi de aynı mantık içinde yer alır. Cyprianus hapsedilen ve kurban olmak için sabırsızlanan Hıristiyanları teselli etmek amacıyla şöyle der: "Semavi bir havayı teneffüs ederken gitgide yükseliyorsunuz göklere doğru. A cınız geçici olarak ya da uzun süre eksilse bile vakit kaybetmiş olmazsınız, azizlik mertebesine daha fazla yaklaşırsınızf...] Bir kez acı çeken bir kez kazanır ama cezalara karşı sürekli mücadele eden acı karşısında pes etmez, ebediyen yücelir." İlk Hıristiyanlar, vadedilen acıdan korkmak şöyle dursun Yaradanın yanında bir an önce bir yer kap abilm ek için sunulan şansla coşarlar. Çö mezler gece gündüz dolaşarak din kurbanlarına övgüler yağdırırlar ve adlarını d ö rt bir yana duyururlar. Bu azizlik mertebesi vaad i yo ldaşlarının kalplerinde yaşayacaklarından emin olan çilekeşlere daha bir cesaret verir, azizlik hapsedilen ve aynı işkencelerden geçirilen ilk Hıristiyanlar için çok çekici bir model olur. Öte yandan işkencelere son veren mucizeleri anlatan birçok Hıristiyan öyküsü oluşur bu arada: ateş din kurbanının bedeniyle temas eder etmez söner, bedenleri ezmek üzere yığılan taşlar kuma dönüşürler, melekler kurbanı, cellatların elinden kurtarırlar ya da aç, susuz kalmış mahkûmları beslerler, bakireleri parçalayıp yutacakları sö ylenen vahşi hayvanlar kuzulara dönüşürler adeta vb. A ncak araştırma gerekçesi tamamen "acı"yken acının zevke dönüşmesinde bir paradoks vardır. İsa, Ç ile'y i fizik anlamd a yaşarken insanlığını kanıtlar, insanlara 167

163 olan sevgisini gösterir. A cısını hoş kılabilecek hiçbir yüceltme yoktur, tersine Z eytin d ağındaki sıkıntısı ya da çarmıhtaki ıstırabı bilinir. Olağanüstü bir fedakârlığa katlanması, acısını hafiletebilecek hiçbir mucizenin o lmaması, insanlann o na ne kadar ço k şey borçlu olduğunu gösterir. A ma bazı din kurbanları y a d a m istikler için Tanrının bağışlayıcılığı, inancın gücü acıyı uzaklaştınr ve en şiddetli işkence sırasında bile böylesi bir şenlik yaşam ad ıkları d uygusu uyand ırır bu insanlarda. İnancınd an v azgeçmediği takd irde kend isine uygulanacak işkencenin aletleri gösterildiğinde haykırır Laurentius: "Bedbaht adam! Bunlar benim eskiden beri iştahımı kabartan yiyecekler olmuştur." Kömür ateşi üstündeki kızgın bir demir ızgaraya yatırılan Laurentius celladıyla alay eder: "Sefil adam, bilesin ki senin bu ateşin serinletiyo r beni ama ö bür d ünyada bunlar sana işkence edecekf...] İşte sefil adam bir tarafımı kızarttın, öbür tarafımı da kızart ve ye" (J. De Vorágine, c. 2, s. 73). J. de Vorágine, Go rd on ve Dorothea'yla ilgili olarak da "bütün işkencelere büyük bir zev kle katland ıklarını, kızgın bir ızgaranın üstüne yatırıldıklarında çiçeklerle kaplı bir yataktaymış gibi davrandıklarını ve en küçük bir acı hissetmediklerini" söylüyor (c. 2, s. 188). Mum, zift ve yağ dolu bir kazana atılan Cyprianus ve Justina bu kazanın içinde "gerçekten serinlemişler" ve hiçbir acı duymamışlardır. Bu tür örnekler saymakla bitmez: "Yiğidin ruhu nerededir peki? Güvenli bir yerde: Çünkü İsa'nın içinde. Eğer kendi içinde kalmış olsaydı ve onu arada gözleriyle aramış olsaydı içini delen demiri hissederdi, acıya dayanamazdı, teslim olurdu ya da kabul etmezdi acı çekmeyi. A ma ruhun bedenden isteyerek çıkması ve artık acı çekmemesi aldatmasın bizi: Duyarlığı yok olmamıştır, sadece yenilgiye uğramıştır; onu değiştiren şaşkınlık değil sevgidir (Vaiz 61). İman acıyı etkisiz kılar ve arzu eder, bir zevk kaynağı olarak görür. M ichel Z ink Hıristiyan destanını incelemesinde şu tespiti yapmıştır: "A zizin yaşamı aynı zamanda, neredeyse çelişkili bir biçimde, sarsılmaz bir inancm acıyı hissedilmez hale 168

164 getirdiğini v e acının kabul edilmesinin inanan işareti o lduğunu göstermelidir; Tanrının, kendisine güvenen inşam tehlike ve acıdan koruduğunu ama öte yandan da bağışladığını ve kurbamn çilesine son verdiğini göstermelidir."179 A zizlik çoğu zaman Tanrıya yaklaştıran acı yolunda özgürce kabul edilen bir güzergâha sokar insanı/ 'Sizin için çektiğim acılar zevk veriyor bana ve İsa'nın çektiklerinde eksik kalan şeyi ben kendi bedenimde tamamlıyorum" diyor havari Paulus Koloselilere mektupta (Col. I, 24). Bununla birlikte acı kendi içinde bir amaç, özel bir değer değildir ve sadece acıyı aramakla kurtuluş gelmez, aksi takd irde ço k zararlı ve günaha sokan bir zevk, bir kendini tatmin arayışı olurdu bu. Kendi işlevi ve kendi yararı içinde bir değeri vardır. Doymak bilmez bir ıstırap arayışı, peş peşe gelen kuşaklann, susuzluğunu dindiremeyen bir Tanrı için aalany la dolduracakları dipsiz bir kuyu değildir. Paulus'un metni çok açık seçik bir metindir bu bağlamda: "Bir zamanlar yabancıydınız, yaptığınız kötü işler derin düşmanlığınızı gösteriyordu: ve şimdi Tanrı, sizi, karşısında kusursuz, mükemmel azizler olarak görmek için ölen oğlunun ölümlü bedeniyle barıştırdı." (Col I, 21-22). İsa'nm acılan insanın günahının kefaretidir, bo rç artık tükenmez acılardan başka bir şey değildir. Mümin ilke olarak ilk günahtan miras kalan bütün bo rçlard an kurtulmuştur. A m a ilk haçlı seferleri sırasınd a d in İsa'nm acı çeken insanlığına dönüş düşüncesinin yolunu açmıştır. 180 Hastayla ilgilenme d üşüncesi yaygınlık kazamr v e ilk hastaneler ö rgütlenir. Vaızlarla d esteklenen İsa'nın yaşam ınm gö sterild iği sahnelerde müminlerin yer alması, Hıristiyan duyarlığı inşam, her zaman kurtaracak olan biçimsel bir acı araalığıyla inanan açık seçik kanıtlanmasına götürecek o lan ezici bir bo rç üstünde durur ısrarla. G. Duby XV. Yüzyılın ilk çeyreğinde p ietâ ve "acı çeken insan" İsa resimlerinin yayılmasının üstünde durur. M anastırlarda çile arayan keşişler bed ensel çalışmalara zo rlarlar kendilerini; o dönemde bu tür çalışmalar kölelikle eşan 169

165 lamlıdır (do lo r [ ac ı] ve labo r [ ç alışm a] birbirine çok yakın iki sözcüktür). Çalışm anın kendi içinde hiçbir kutsal anlamı yoktur, zorunlud ur çünkü bedenin köleleştirilmesini kolaylaştırır, yorgunlukla şehveti uzaklaştırır ve derin düşüncelere dalmaya yardım cı olur. A cı arayışı yüzyıllar boyunca kendisini yalanlam ay acak sim gesel bir anlam kazanır. Manastır hayatı zorlaşır. Bir ibadet biçimi olarak acının tercih ed ilm esi inancın gücünü, Tanrıya o lan sevgisini göstermeyi düşünen bir insanın özelliğini belirtir. Bağışa dönüşen kabullenilen acı dolaylı bir ibadettir, bir yaşam ilkesi düzeyine ulaşan bir birlik arayışıdır. Çeşitli acı çekme biçimleri vardır: İffet, çeşitli mahrumiyetler, o ruç vb vazgeçme, arzuların bitirilm esi, bed enin kö leleştirilmesi olur. A ma bunlar, kimi zaman, her gün sergilenen dinsel erdem ve Çile acısına olabildiğince yakın o lm a iradesiyle beslenen bilinçli bir acı aracılığıyla insanın kendisini feda etmesi noktasına gelir. Olumlu acılar m istiklerin v e keşişlerin günd elik yaşamlarına eklenir: Bo yuna geçirilen demir halkalar, bele bağlanan zincirler, at kılından gömlekler ya da kuşaklar, düzenli biçimde kendini kırbaçlama vb. Bu yöntemlerle çekilen acılar çoğu zaman çileciliğe, kendine karşı acımasızlığa, sonunda cennete dönüşeceği umut edilen v e sürekli cezaland ıralan hüzünlü bir yaşama dönüşür. Bununla birlikte d in kurbanlarıyla ilgili o larak gö rdüğümüz gibi Hıristiyan hajiyografisi (azizlerin yaşamöyküleri) acının, özellikle hak eden müminlerde coşkuya dönüştüğünü anlatır. A cı onların en çok değer verdikleri şeyin karşılığıdır, onları etkileyen ve artık adlandırılması mümkün olmayan bir şeye değil, dilin ve bedenin olanaklarını aşan Tanrıyla dopdolu bir neşeye gönderme yapan, dile getirilemeyen bir şeyle yüz yüze getiren ilahi bir belirtidir. A vila'lı Tereza, Bem in'in gözünden kaçmayan biraz bulanık bir ifadeyle yaşadığı bir deneyimi aktarıyor: "Yanımda, sol tarafımda bir melek gördüm, fiziki olarak, sadece bana görünen bir melek. Büyük değild i, küçüktü, ço k güzeldi, yüzü ışıltılar saçıyordu[...] Elinde 170

166 altın bir iğne vardı, ve ucundan ateş çıkıyordu sanki. Elindeki iğneyi kalbime sokup sokup çıkarıyordu sanki, tâ içime kadar giriyordu, içimdeki her şeyi söküyordu ve büyük bir Tanrı sevgisiyle yanıp tutuşuyordum. Öylesine şiddetli acılar çekiyordum ki inliyordum, bu şiddetli acıyı çekmek o kadar hoş bir şeyd i ki bitm esini istemiyo rdum v e ruhumu tatmin edebilecek tek şey Tanrıydı artık."181 Tanguerey bed ensel acılar çekme konusunda yaygın uygulamaların nasıl zevk kaynaklarına d ö nüştüklerini anlatıyo r/ 'Bed ensel acılarımıza d ö nelim, bedenimizi yaralayalım, kanımızdan birkaç damla akıtalım ve çok mutlu olacağız. A zizlerin ruhu zevk ve neşe teneffüs ediyorsa, rahip ler ve rahibeler insanların anlayam ayacağı bir keyif içindeyse bunun tek nedeni bedenlerinin, aziz Paulus'un bedeni gibi, şaşmaz bir katı tavır içind e cezaland ırılması v e itaat içinde tutulmasıdır."182 İsa'yı taklit etmek kesinlikle acı dolu bir yaşam ın tercih ed ilm esini gerektirir. Bu ceza uygulamalarının ötesinde aziz İgnacio de Loyola'nm yaşamıyla ilgili ö rnekler mümini, İsa'nın çarmıhta çektiği şiddetli acıyla özdeşleşmeye teşvik ederler."hz. İsa'nın, hayranlık duyduğumuz Çile'sine göre, insanlık duyguları içinde çektiklerini ya da çekmek istediklerini düşünmek. Ve bütün gücümü ve bütün cesaretimi içimde acı, hüzün ve gözyaşı d o ğurmak için seferber etm ek." Ve daha so nra: "Benim istediğim şeyi istemek ki bu sadece çarmıhta acı çeken İsa gibi acı çekmeyi istemektir, ezilen İsa'yla birlikte ezilmektir, gözya- şıdır, İsa'nın benim için çektiği büyük acılar için çekilen mahrem acıd ır."183 Birço k mistiğin çektiği v e herkesin bild iği acılan anlatmaya gerek görmüyoruz burada. Sadece A vila'lı Te- reza'nın ünlü sözünü hatırlatmakla yetinelim: "Bund an sonra sadece acılar sayesinde katlanabileceğim hayata. A cı çekmek... işte en çok istediğim şey. Ruhumun derinliklerinden kaç kez bu çığlığı atmışımdır Tannya doğru: Tannm acı çekeyim ya da öleyim, sizden istediğim tek şey bu."184 İsa'nın çektiği acı d ünyayı kurtarmıştır, o nun izind en gitmek, o nunla birlikte 171

167 haçım taşımak imana tanıklık eder. Tanquerey de şöyle diyor: "Eğer ruhumuza ve kardeşlerimizin ruhuna hak ettikleri değeri veriyorsak, hiç bitmeyecek bir mutluluk için bazı geçici acılar çekm e zahm etine katlanmamız gerekmez mi? Peygamberim iz kurtarmak istediği ruhlar için kanını son damlasına kadar akıtmıştır, bizim d e onun gibi davranmamız gerekmez mi?"185 XIII. Yüzyılın ilk çeyreğind e A ziz Francesco'nun, bedeninde İsa'nın yaralan gibi yaralar açması en ateşli Hıristiyanlar için, İsa'm n çektiği ilk acılara yalanlaştıran örnek bir model oluşturur. H. Thurston'a göre fransisken dünyasmda daha önce bö yle bir olay görülmemiştir. Bu yara açma uygulaması bir süre sonra başka müminler tarafından da benimsenir ve yaygınlık kazanır. Şöyle devam ediyor Thurston: "D e rin düşüncelere dalan münzeviler, İsa'nın acılarına, onun yara izlerini kendi ellerinde, ayaklannda ve böğründe taşıyarak fiziksel anlamda katılmanın mümkün olduğunu anladıktan sonra bu ilahi önderleriyle birleşme biçimi birçok müminin zihnine yerleşti. Ve gerçek anlamda bir dindarlık takıntısı haline geldi bu: Özellikle kafadaki düşüncenin bedende gerçekleşmiş olduğunu düşünen olağanüstü duyarlığa sahip bazı müminlerde ço k daha güçlüydü bu takıntı."186 H iç kuşkusuz, insanın Tannnın karşısınd a bu şekild e alçalmasında, küçülmesinde, farklı biri olmasmda, İsa'ya duyulan aşın sevgiyi göstermek amacıyla derisini yüzmesinde aşın bir gurur vardır. A şırı fedakârlık, müminlere tevazuyu hatırlatan ve onlara ağırbaşlılık empoze eden ulu kişiler tarafından reddedilen bir eğilimdir. Bedenlerinde İsa'nın yaralan gibi yaralar açan çok sayıda mistik tevazu içinde acı çekerler ve Tannd an İsa'nın yaralarını, kanama gibi d ikkat çekici o lgular o lmadan kendi ellerine ve ayaklanna dağıtmasını isterler. Çoğunun d ileği, giysilerin gizlediği göğüs y arası d ışınd a yerine g e tirilir. Çile çeken mümin, Tanrıyı, kendi acılanna ya da mahrumiyetlerine bo ğarak İsa'ya borcunu ödemeye çalışır. Farklı biri olur, iyi niyetini gösterir ve böylelikle öteki dünyadaki 172

168 ebedi mutluluğa kavuşabilmek amacıyla belli bir güvenceye sahip olduğuna inanır. Böylesi iltifatlarla dolup taşan Tanrı da antropolojik (hatta teolojik) olarak lütfunu, müteşekkir olduğu insana gösterir. A cmm sunulmasında birbiriyle buluşan iki gerekçe vardır: A hlaksal yetkinlik ve kurtuluş arayışı. Çarmıha gerilen İsa'yla ö zd eşleşm e bed enin sürekli acı çekmesini isteme eğilimini d o ğurur. A cı çeken beden inanan insanı geçmiş günahlarından arındırır ve olası günah ya da kötü düşünce kaynağı olan ve derdi sadece kurtuluş olan ve Tanrıdan başka bir şey düşünmeyen bir insan için istenmeyen bir olgu olduğu kabul edilen gündelik yaşama özgü her zevki engellemeye çalışır. Bir kato- lik ilahiyatçı şöyle diyor: "A cı çekmekten korkuyoruz ama mahrumiyet ve acı içinde yaşamak istemiyorsak ve bizi çeken bütün zevklere erişmek istiyo rsak eğer, yıllarca katlanm ak zorunda kalacağımız A raftaki o korkunç acılan düşünüyor muyuz?"187 İsa'nın acılannın gölgesinde, Tannya saygı olmayan her şeyden annm ış bir yaşam için kendinden vazgeçme, kendini cezalandırma disiplini, şeytana uymama. Bu dünyanın nimetlerinden vazgeçme öte dünya nimetlerinden yararlanmaya hazırlar, kişiliği yüceltir ve Tannmn krallığında yer bulacak biri haline getirir insanı. İnsan bir çeşit manevi müsveddedir ve acı onu işleyerek kurtulmaya layık biri yapar. Çekilen acılann, mahrumiyetlerin amacı çile çeken insanın bedenini inanan gayretli bir hizm etkân yapmak, günahın merkezi olan bedenin dünya hevesinden vazgeçme ve acı aracılığıyla bir birleşme yeri haline geldiğini kanıtlamaktır. Ruhun itaatkâr bir aracı haline gelmiş bedeni yöntemli bir biçimde a a çekme yo luyla m ad d ed en bağım sız hale getirm ek gerekir. Hıristiyanlık uzun süre, acıyı, İsa'yla birleşme şeklinde yücelterek acılard an, sıkıntılard an, işkencelerd en koparmıştır. Bu yaklaşım, kesin ve mo dem bir değerlendirmeye göre, bedenin yoksayılmasmı ifade etmez kesinlikle, insanın bilinçli bir tavırla seçtiği acı aracılığıyla bed enin bir bo yutunu yüceltir, bu bo yutu çarmıha

169 gerilmeye katılmanın soylu bir yeri haline getirir. İsa'yı öven b ir acı şarkısıdır. Daha önce belirttiğimiz gibi ağrı kesici ilaçlardaki gelişme ve çeşitlenme Batılı insanın, özellikle de Hıristiyanın acıyla ilişkisini radikal bir biçim de değiştirmiştir. Müminin kendisine yaptığı işkenceler yüzünden ya da zo r yaşam koşullan nedeniyle kaçınılmaz olan acı İsa'ya götüren bir yoldur, insanın değişebilirliğini temsil eder. A ma dinin sosyal entegrasyonu gerçekleştikten sonra ve tıp acıyı dindirmeyi ya da yok etmeyi başardıktan sonra acı çekme zevkinde ısrarcılık kuşkuyla karşılanmaya başlar. A rtık Tanrıya götüren bir yol olmaktan çıkar. İlahiyat tarihinin bir bölümünü kapatır, başka bir bölümü açar. Xavier Thévenot şöyle der: "Bağışlatan ya da kurtaran, belli bir içerikten yoksun, tek başına acı değildir, İsa'mn, acısı içinde inançlı, umutlu ve seven bir insan olarak kalmayı başarm asıd ır."188 Dinsel co şku, bir zam anlar acıd a bulduklarını sevgide bulacaktır bundan böyle. Bakış değişir, çarmıhta İsa acı çeken İsa'd an ço k bunun sembolik anlamı önem kazanır: İnsan sevgisi için kendini feda etme. Mümin yaralardan ya da bedensel işkencelerden yüz çevirir, borcun ödenmesi için acı yerine sevgi sunulur artık. Y aşam ak için ac ı Dinle hiçbir ilgisi olmayan kimi insanlar hiçbir koşulun yok edemediği bir acı yolunda sürdürürler yaşamlannı. Bu eğilimde olan çeşitli tipler vardır. Ve bu eğilim bazı yaşam yörüngelerini ö zellikle zenginleştirir. Derinlerd e yatan bir suçluluk bir durumdan ötekine değişen ve bireyi yaşatan bir acı çekme kolaylığını besler. A cı, çocuk için, annenin dikkatini çekmek amacına yönelik, elindeki son kozdur, dolayısıyla, kimileri de pek iyi iletişim kuramadıkları bir anneyle özel bir ilişkinin mirasçılarıd ır/ 'Divana uzanır uzanmaz, hastalık has 174

170 tası şikâyetlerini sıralayan ya da bütün bedenlerinde çok şiddetli ağrılar çektiklerini söyleyen hastalar bu tür hastalardır. Gerektiğinde, kendini gerçek bir acı kabuğuyla donatmak anne ya da çevrenin etki edemediği kendi içine kapanmış bir bed ene işlev kazand ırma girişim id ir."189 M erhamet ya da başkasına da bulaştırılan suçluluk duygusu aracılığıyla çekilen acı, ilgi görmenin, yakınmanın, sevilmenin, özellikle de sunduğu özel statü içinde tanınmanın güvenli bir yoludur. Beklenen bir şey bağlamında söylendiği gibi, "sıkıntı" içindeki bazı insanlar kend i eksikliklerini, yeteri kad ar sev ilmed ikleri duygusunu, o rtama uyum sağlayamadıkları d uygusunu, d eyim yerindeyse yaşamalarmı engelleyen ama kendilerine dikkat ve özen gösterilmesi gibi pek de önemli sayılmayacak bir yarar sağlayan sav urgan bir acıyla aldatırlar. Klinik ted av ileri sırasında kronik ağrı ya da acılardan şikâyet eden hastaların çoğunun aile içi şiddete maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. Bu durum d a şikâyet, bireyin bu d ünyadaki yerini ko rum asını sağlayan korkunç bir kimliksel d estek işareti anlam ını taşır. A cmm gizli anlam ı bireyin dünyayla ilişkisini belirginleştiren dolambaçlı yollardan ve anlam belirsizliklerinden geçer. Freud'un sözünü ettiği somatik zevk bedeni etkileyen sembolik etkisinin bir sonucudur. İnsan kimi zaman farkında olmadan bol bol acı üretir ve böyle davranmadığı takdirde yaşaması mümkün değildir: Çocukluk döneminden ya da başka bir dönemden kalma hiç bitmeyen bir borcu ödemek için ya da acmm geçer akçe olduğu bir ilişkiler sistemi içinde yerini alabilm ek için. Bu durumda acı bireyin bir gerçeklik güvencesi, başkalarına ve kendi yakınlarına verdiği bir içtenlik işaretidir. İstikrarsrz ve tehdit altmdaki bir yaşamı ipte tutmaya yarayan bir denge çubuğu olur. İnsanı düşmekten kurtarır ve yaşamm beklenmedik olaylarına karşı güçlü bir kalkan oluşturur."a cı çekiyorum o halde varrm" acılarının gölgelerinden başka bir şey olmayan bu p ain - p ro n e p at ie n t ' lan n sloganı olabilir. Sürekli gittikleri hekimlerin tüm çabalarına rağm en asla gerçek an 175

171 lamda rahatlamazlar ya da iyileşmezler bu hastalar. Bedende bir hasann bulunması ve uygulanan tedaviler sadece bir aradır, çok geçmeden tekrarlar rahatsızlık ya da gerekli acıyı bedenin başka bir yerine taşıyan bir kaza olur. Kimi zaman hiçbir hasar bulunamaz ama bireyin, mutlu bir yaşam sürmesine engel olan bu kronik ya da tekrarlayan ağnlar ya da acılar nedeniyle engellendiği ço k açıktır. Yaşamı bir haç yoluna benzer; ceza ve öbür dünya mutluluğu... her ikisinin d e yaşama zevkinin ö nünd eki engeller o larak gösterilmesiyle bunun, gerçekliği daha güçlü biçimde yansıtan bir imaj olduğunu söylemek mümkündür. C oin ciderıtia o p p o sito ru m, borcu geçici olarak ödeyen işkence, yaşamı sürdürme olasılığının önündeki engelleri kaldırır. Bir araştırmasında kimliklerini oluşturma aşamasındaki bazı gençlerin "travma ihtiyacı" üstünde duran Jean Guillaumin "yaşayan bireyin, çok derin yaşama arzusu içinde, Freud'a belki de, yaşam ak için kendi arzusuyla, kendi acısının önüne geçmek gibi birincil bir m a z o ş iz m olduğu söylenebilecek şeyi kendi lehine dönüştürebilme gücünü" gözlem lem iştir.190 Buna göre acı bed end e yaşamm kötü yanını so mutlaştıran bir eğretilemedir. Kaybolan bir sevgiyi geri getirmenin ya da tekrar özgürlüğe kavuşmayı engelleyen ötekini tutmanın son çaresi olan az ya da çok bilinçli bir suçluluk duygusunu yok eden bir ceza gibi sıradanlaşan acı çoğu zaman sürekli bir kişisel başarısızlık tablo suyla karışır. Birey sürekli şanssız o lduğunu kabul ettiği bir yaşamm hüzünlü yüzünü gösterir sürekli ama aslında bu durumdan kurtulma fırsatlarını yakalayamamıştır hiç. Ya da sürekli yeniden hastalanmaya karşı doğal bir eğilimi vardır. Şans çoğu zaman bireyin iradesine boyun eğse de mutsuzluk kurbanlarında en iyi aktörlerini bulur. Engel bu acılı, d epresyo na yatkın, d üzenli biçim d e kendisine gelip şikâyetlerini anlatan v e hiçbir tedav inin yarar sağlamad ığı hastalarıyla ilgili klasikleşm iş bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bu insanlar sürekli talihsiz bir yaşam sürerler adeta. A slında kendi 176

172 kendilerini batırmışlardır zo rlukların içine ya da çevrelerindeki insanların ö ğütlerine rağmen hiçbir şey yapmamışlardır durumlarını düzeltebilmek için. Bu insanlar, üzerlerine çöken terslikleri, sıkıntıların koşullarım kend i yaratırlar sürekli biçimde ve kurtuluş için gerekli çabalan da gene kendileri yok ederler."bu insanlar kendilerini yaralayan, ezen, aşağılayan durumlar içine girerler ya da ilişkilere boyun eğerler ve çevrelerindeki insanlan şaşkınlığa düşürerek hiçbir şey ö ğrenmezler bu deneyimlerden. Bunlar acıların so nuçları d eğild ir çünkü gördük ki yaşamlannın en kötü dönemlerinde sağlıkları yerindedir ve hiçbir acı ya da ağrı çekmezler. Paradoksal bir biçimde eğer işler düzelme yoluna girmişse ya da başarı yakınsa bir sıkıntı, bir rahatsızlık belirtisi gelişmeye başlar."191 Bu tür insanların yaşamlarını bir sarkaç hareketi düzenler. H er türlü ağrıdan ve acıdan kurtulduklan anlar koşulların kendilerine hiç uygun olmadığı anlardır. A ileleri, eşleri ya da meslektaşlarıyla ilişkilerinin bozuk olması ya da peş peşe gelen talihsiz olaylar fizik acılarını yok eder. Her gün acı içinde yaşayan bu insanlar beklenmedik bir başanyı ya da zo r bir durumun uygun biçimde çözülmesini dramatik bir olay gibi yaşarlar. Bir kaza ya da aniden ortaya çıkan bir hastalık, direnen bir ağn ya da acı tam zamamnda gelip, felaketle yakınlaşmadan kavrayamadıkları kimlik duygulan için korkunç bir tehdit gibi algılad ıklan bir zevkten mahrum eder onlan. A cılı al- gılam alannın d ehşet v erici betim lem eleri v e sağlıklı görünümleri arasındaki sapma kimi zaman çok büyüktür. Rahatsızlıklannd an şikâyet ed erler ama çektikleri sıkıntılara rağmen güçlerinin yerinde olduğu izlenimi uyandınrlar. Kimileri "acıdan gizli bir zevk duyarlar adeta, kimileri için ise çektikleri acı işkenced ir" d iyo r G. Engel. Tıbbi güzergâhları incelendiğinde ağrılar, acılar, yaralar, tedaviler görülür, buna karşılık özyaşamöyküleri başansızlıklar ve yoksunluklarla doludur. Bu hastalar kimi zaman hekime, daha fazla acı çekebilme um ud uyla başv ururlar v e bed enleri için daha fazla cerrahi 177

173 m üd ahale ve daha zahmetli muayeneler isterler. H ekimin, taleplerine kibarca ve soru sormadan karşılık vermesi somatik ' ho şnutluğu besler. 192 Bu hastaların yaşamlarını etkileyen kısır döngüden tek çıkış yolu durumlarının bilincine varmalarıyla oluşmuş dünyayla ilişkilerini koparmaktır. Psikoterapi bu zincirlenm enin anlaşılabilm esi için m üm kün bir yoldur. A cı, p ain e- p ron e p atien t farkında olmadan yerleşir bedene, özyaşamöyküleriyle bilinçsiz ilişkilerinin zehirli bir armağanı ve onları yaşam ipi üstünde tutan, kullanılması zor bir denge çubuğudur. A cı olmadan yaşamaları mümkün değildir, başka bir yaşam sürm elerini engelleyen, çö zülem eyen bir çatışmanın o yuncaklarıdır. Buna karşılık acı, kendisine karşı etkili o l maya başladığında aynı zamanda ötekinin bir denetim aracıdır. A cıyla şantaj yapma, seslerini duyurmak için başka hiçbir çareleri kalmayan insanların elindeki korkunç silahtır. A çlık grevlerinin, kayıtsız bir yö netim e karşı v aro ld uklarını göstermek için parmaklarını kesen, bıçak ya da çatal yutan mahkûm ların tanıklık ettiği gibi po litik bir silahtır. Şikâyetçi demokratik bir toplumda her insanın yaşamının mutlak bir değere sahip olduğunu iddia eder. Evlilikte, eşlerden biri karşı tarafın şu ya da bu davranışının sağlığı ya da ilişkilerini nasıl yıprattığını söylediğinde bir güç motifi olur acı. Bu koşullarda hastalık ya da bir kazanın sonuçları acı çeken insana yitirdiği ya d a etkisi azalan egem enliğini geri getiren bir suçluluk duygusunu alevlendirebilirler. A cı, ötekini çok büyük bir borç yükü altına sokan kabul edilmez bir bağış değerindedir. Kendisine baskı yapan bir ilişkid en kurtulmak isteyen bir erkeğin ya da kadının ellerini bağlar. Bazı çiflerin ilişkileri ya da annenin ço cukla ilişkisi (daha end er o larak tersi) bu d üzenin ters ilişkilerini gösterirler. Sözgelimi anne oğlunun (ender olarak kızının) tavırlarını ve davranışlarını acı tehdidiyle denetler ve bu acının karşılığı anne açısından küçük bir zılgıttır. İstemeden d e o lsa acı v erm ek bir telafi bo rcu getiren bir günah, bir suçluluk duygusu uyandırır insanda. Ve elinde pek başka olanak 178

174 bulunmayan birisi de bir yönetme biçimi olarak ustalıklı bir biçim d e yararlanır bu o lanaktan. A cının yeri özyaşamöykülerine göre değişebilir. Yaşanan an eski, iyileşmiş ama anısı insanın içinde kalmış acıları depreştirir. Yaşanan bir acı başka acıları hatırlatabilir ve bu acıyı kalıcı ve sıkıntı verici bir biçimde şiddetlendirebilir; çevreyle yakınlaşm alar bazı belirtilerin taklit ed ilm esi sonucunu doğurabilir. Joyce M ac Dougall kendisi ve ötekiler arasmda bir türlü samimi bir ilişki kuramadığı için "acıları anında kendi acısına dönüştüğünden, başkalarının maddi ya da manevi acılarıyla ilgilenmekten kaçm an" bir hastadan söz ed er.193 Ben ve öteki arasmda bu geçirgenlik tıp fakültelerinde çok sık yaşanan bir olgudur; öğrenciler zaman zaman hocalarının kendilerine p ato lo jik o lgular o larak anlattıkları belirtileri hissettiklerini (ya da hissettiklerini sand ıklarını) sö y lerler.194 Bu tür "etkilenm eler" ayn. zamanda ölümle kesilen çok güçlü duygusal ilişkilerden de kaynaklanabilirler. Sevilen insanın, yaşamının so nund a çektiği acı biçim leriyle yakınlaşm a ilişkinin so n anlarının güçlü bir simgesini içselleştirerek (bir yandan da bu kayba bağ lı suçluluk d uygusunu sim gesel o larak üstlenerek) kaybı kabullenm em enin sem bo lik bir biçimidir. Bu başkasını taklit olayı çoğu zaman acının geçici olarak gerçek kıldığı düşsel bir anatomiyi etkiler. Her şey sanki birey, duygusal olarak önemsediği ötekinin acısının fiziksel belleğine sahipmiş gibi olup biter. Ya da özyaşamöyküsü içinde kabuk bağlamış ve gerektiğinde yararlanabileceği acı olaylarını yedekte tutar bu insan. Başka türlü bir acıyı eğretilemek, kop ma tehd iti altınd a ki (ya da ölümle kopmuş olan) bir ilişkiyi sürdürmek veya belirtiler karışmcaya kad ar ö tekine yaklaşm ak amacıyla düzenler bunları. Ya da çok sıkıntı veren bir yakının ölümünden sonra nihayet özgürlüğe kavuşmanın cezalandırılmasıdır amaç. Bedenin bir ekrana dönüşmesi yorum ve açıklama olanağı sağlayacak yerlerde acılar oluşturur. Birey peşinde olduğu amaçtan habersizdir ama az ya da çok uyuşur bu amaçla. 179

175 A cı ö zel bir bağlam içind e bireyi, beklenm ed ik anlard a ortaya çıktıklarınd a kend isine zarar verebilecek içgüd üsel, oto m atik anlam land ırm alara karşı korur, kim lik d uygusunun sürd ürülm esini sağlayan d uygulanım ları belirler. A cı haşan y o k etm ez ya d a haber verm ez, bireyi ko rum a işlevi üstlenm iştir. Bu d urum d a yaşam sakatlanm ıştır hiç kuşkusuz am a d aha kö tü d urum ların engellenm esinin bed elid ir bu. A cı sad e ce bir fed akârlıktır, yaşam ı sürd ürm ek için kaybetm eye razı o lm am ız gereken bir şeydir. Bilincind e o lm ad ığım ız bir fed a kârlık biçim id ir. E ğ it ic i ac ı Çaresiz insana çektirilen acı o nu yö netm enin, o nun d avranışlarına hatta bilincine egem en o lm anın bir yoludur. Burad a acı v e günahın birlikteliği tuhaftır. A hlak kurallarına her türlü tecav üz o layı yasayı tem sil ed enler açısınd an işlenen günahın d erecesine gö re ayarlanm ış bir acıyla karşılık verilm esini gerekli kılar ilke olarak. A cı v erm ek ceza verm ektir, bed enin gerçek ya d a sö zd e bir ahlaksızlığına işarettir; d avranış sap kınlıklarım cezaland ınr. Sö zgelim i Yunan y a d a Ro m a to p lum und a babanın aile ya da kö leleri üstünd e sınırsız bir gücü vardı. G e nellikle bed ensel cezalar uygulanırd ı. Ro m a'd a kırbaçlanyla so kaklard a d o laşan efend ilerin ceza talep lerini yerine getiren insanlar vard ı v e bir m eslek haline gelm işti bu iş. Ö zellikle ö ğ rencinin d irenm esi d urum und a, cezanın eğitim in bir parçasıyd ı. Kald ı ki bu iki kavram "H elenistik d ö nem Yunanlılan, Firav unlar ya d a Yahud iler için farklı d eğild i birbirind en. İskend eriyeli Kutsal Kitap çev irm enleri İbranice tn û s ar (eğitim, ceza) sö zcüğünü kend ileri için sad ece ceza anlam ına gelen p aid e - ia sö zcüğüyle karşılam akta b ir sakınca gö rm emişlerd ir. Latin geleneği d e aşağı yukarı ay nıd ır."195 İbranice m u s âr ve tö kah at h sö zcüklerinin kö kleri y s t ve y k h 'd ir ve bunlann her ikisi 180

176 nin d e anlam ı güzel sö zlerle ya da ahlak ö ğütleriyle "terbiye etm ek" ya da cezaland ırm aktır.196 "D isip lin" Latince d is c ip lin a, "eğitim, bilim, askeri d isip lin v b " sö zcüğünd en gelir. XIV. yüzyıla kad ar sö zcük özellikle O rtaçağ Latin kilisesi kö kenli "cez a" anlam ına geliyo rd u, d aha so nra "katliam " ve "kırbaçlam a aleti" anlam ını almıştır. Kutsal Kitap 'ta "eğitici acılar"la ilgili ço k sayıd a ö rnek vardır. Burad a çekilen acı d ünyaya açılm a o lgusund an ço k Tanrının buyruklarının gerçekliğinin ve bunlara sad akatin sarsıcı biçim d e hatırlatılm asıd ır. Kutsal Kitap inancı ö ğretm ekten ço k sınar ya d a canlandırır. Kutsal Kitap ço ğu zam an ilahi ceza şem asını yineler ve insana Tanrıya karşı gö revlerini hatırlatır/ 'O d ö vd üğünd e arıyo rlard ı onu. Telaşla Tanrıyı aram aya gid iyo r lar so nra d ö nüyo rlard ı" (M ezam irler, LXXXVIII, 34; ve N e- hem ya, IX, 5-37; I Krallar, V III, 23-53)." [İsrail] işled iği günahla Tanrının bağışlam ası arasınd a kalır. Yaşam ını sürd üren kend i si değild ir. Yaşam ını ö zetlem ek isted iğ ind e günahla lütuf arasınd a b ir gid iş geliş o ld uğunu farked er; bu gid iş gelişin en ö nem li ânı acıd an, suçlu insanın sefaletind en gelen çığlıktır ve bu d a inancın en gerçek ifad esid ir"197 d iyo r J. Co ste. Çekilen acı insanın kusurlarının d üzeltilm esi, bir yenilenm e şansı old uğund an Eyüb'ün arkad aşları acınm eğitici d eğerini hatırlatırlar kend isine: "N e m utlu Tanrının terbiye ettiği insana! Ve Kad irin cezasım küçüm sem e sen" (Eyub, V, 17). Ya d a Süleym an'ın M esellerind eki: "Tanrı insanı hasta yatağınd a acıyla terbiye eder, yatağınd a acıyla terbiye ed er" (XXXIII, 19). Yold an çıkan birine ceza o larak çektirilen acı d avranışları v e tavırları d üzeltir ve Tanrıya sad akata götürür. Efraim şö yle hitap ed er o na: "Beni terbiye ettin, ve bo yund uruk ned ir bilm e y en bir bo ğa gibi terbiye o ld um, beni döndür, d ö neyim çünkü benim Tannm sm. Evet, ben d ö nd ükten so nra, anlad ığım zam an pişm an o ld um, d izim i d ö v d üm." (Yeremya, XXXI, 18 v e d e v am ı). H atta Efraim hak etm iş o ld uğuna inand ığı cezasını tam am lam ak için kend i elini d e uzatır. ı8ı

177 Tanrıyla d üzensiz bir ilişki insanların kend i aralarınd aki ilişkilere d e yansıyan bir parad igm a çizer. A m a insanların kend i aralarınd aki ilişki bağlam ınd a terbiye ilkesi ve acının günahkârın irad esine karşı bilinçli bir biçim d e d ağıtılm ası Tanrı kelam ını d o ğrulam az artık ve d aha ziyad e d ind ışı siyasal, so syal ve kişisel ned enlere dayanır. A cının ö zel bir ceza o larak em p o ze ed ilm esi ço k sık rastlanan keyfi bir durumd ur. Ö zellikle ço cuk günahı cezaland ıran ve d o ğru yo lu gösteren uzun bir so pa gibi algılad ığı bu acıyla yo ğrulm uştur. Ö rneğin bir H erculanum resm ind e bir ö ğrenci iki kö le tarafınd an o m uzlarınd an ve ayaklarınd an tutulm uştur, üçüncü bir kö le d e kırbaçlam aktad ır ço cuğu. A yn bir yaş katego risi o larak ço cukluk d uygusu P. A ries'in çalışm alarınd a gö rüld üğü gibi batı tarihind e yeni bir olgudur. Ço cukluk d ö nem ind en gençliğe geçiş d ö nem i uzun süre pek belirgin biçim d e anlaşılam am ıştır. Şid d et so syal ilişkiler içind e dağılm ıştır, hiçbir yaş sınıfını d ışard a bırakm az. O kul d ünyasınd a ö ğrencileri ko ruyan v e üzerlerind e belli bir oto riteye sahip gö revliler vard ı ve bunlar, ço cuklar kend ilerine, isted ikleri kad ar para getirm eyince ya da d avranışlarını beğenm ed iklerind e d ö verlerd i onları. Bu ilişkilere şid d etten yo ksun olm a yan ko ruyuculuk ilişkileri egemendir. D eneyim siz d elikanlılar fiziksel ya da m anevi kö tü m uam elelerin ço k sık gö rüld üğü geçiş tö renlerind en so nra ö ğrencilik statüsüne kavuşurlar."eski insan şid d et ve kö tü m uam eleyle eziliyord u, bu şekild e hem aşağılanıyo r hem d e efend ilerine sad akat gö sterm ek zorund a kalıyo rd u; bo yun eğd iriliyo rd u kend isine ve artık geri d önülm ez bir biçim d e bo yun eğd iğ i to p luluğa ait o luyo rd u."198 Dinsel o to riteler esasen gençlerin d ünyasına ö zgü bir o lgu o lan bu d eneylerle ilgili kuralları belirlem eye ve bunlara egem en olm aya çalışırlar. Buna karşılık o kuld a angarya ve kö tü m uam e le gö rülm em iştir uzun süre; kurallara aykırı d avranışlar yem eklerin d üzeltilm esi ya da şarap günleri ö rgütlenm esi am a cıy la harcanan tazm inatlarla cezaland ırılır. 199 D isip lin g ün 182

178 d em d e d eğild ir henüz. Uygunsuz d avranışlara verilen cezalar aslınd a ö ğrenciyi to p lum a kazand ırm aya yö neliktir; bu cezalar, ö ğrenciyi, to p luluğa aid iyet d uygusunu güçlend iren ters bir ilkeyle terbiye ed erek aşın bireyselliği o rtad an kaldırırlar. O rtaçağ ö ğrencisinin yaşam ı küçük bir to p luluk içind e g e çer v e d avranışlarını ö ğretm end en ço k bu to p luluk belirler. XVI. Yüzyıld a yeni d isip lin m o d elleri gelir. Ö ğrencilerin sahip o ld uğu ö zgürlük kiliseyi rahatsız eder. Yepyeni bir ço cuğa bakış anlayışı so nucu ço cukluk tam am lanm am ış, sakat, gelişm e si için büyüklerin sürekli d enetim ine ihtiyacı o lan bir insanlık figürü haline gelir. Ço cuk ilk günahın belirgin bir figürü olur, eksiktir çünkü uygun bulunan d isip lin anlaşıyla terbiye ed ilm em iştir. Üstelik zaaflan v e saflığı, etkilere açık o lm ası ned e niyle ço cukluk, d in ad am lan tarafm d an büyük bir titizlikle ele alınm ası gereken bir çağ gibi kabul edilir. Eğitim cilerin ö ncelikli so rum luluğu ço cukluk çağıd ır çünkü o nları ya kurtaracak ya d a kaybedeceklerdir. Terbiye hakkı ö ğretm enlerin ay ncalığı olur. Batı eğitim geleneklerind e bed ensel cezalara başvurm a anlayışı aslınd a ilk günahın gö lgesind e kö k salar. Eğitim her türlü sap kın d avram şın cezaland ırılm ası o larak acının d esteğiyle yo l alır. Eğitim in am acı belleğe kazınacak bir ceza verm ektir; hatayı bed enin hissed eceği bir p işm anlıkla tam ir ed er ve ö rnek d avranışı hatırlatır böylelikle. İlk kutsal kitap m o d elini sahip lenen laik d üzend e yasalara ay km d avranm anın so nucu cezadır. Yahud i-h ıristiyan tem eli üstünd e yükselen to p lum larım ızm d insel kö keni yap ılan kö tülüğün kaçınılm az so nucu o larak cezayı öngörür. Kefaret, ceza çekm e o l gularının tem elind e d üzenin sahip lerinin acı verm e eğilim i yatar. Gözetim, hafiyelik, jurnalcilik (eski d ayanışm a d uygulannı yo k ed en ve m utlak bir kurum o to ritesi getiren) bed ensel cezalar gençlerin çalışm a ve yö netilm e ilkelerini m antıklı b ir biçim d e belirtirler. D o ğuştan gelen eksiklik hiçbir şeyi rastlantıya bırakm ayan zo runlu bir eğitim le telafi edilmelidir. A ynı şe 183

179 kild e öğrenciler, yetişkinlerin ahlaksal açıd an zararlı bulunan etkilerinin d ışınd a tutulmalıdır/ 'So pa ö ğretm enin en azm d an d il o kulu ö ğretm eninin işareti olur, ö ğrencilerin ö ğretm ene bağlılıklarının işaretid ir bu v e d o layısıyla da ço cuğun içine d üştüğü bağım lılık: in fir m u s ( z ay ıf) " d iyor P. A riès buna. Daha ö nceki d ö nem lerd e bed ensel cezalar yo luyla terbiye d üşüncelerind en sö z ed ilm ez pek, "bunların aşağılayıcı bir ö zelliği yo ktur çünkü Kutsal Kitap lard aki sert m anastır kurallarıyla ya d a Kralın, d isip lini kabul ettiği aziz Lo uis'nin yaşam ınd an sahned eki g ibi aziz lerin kabullend ikleri m ahrum iy et y aşam ıyla ilgilid ir."200 XVI. Yüzyıld a cezalar kırbaç cezasına dö nüşür. Kırbaç ço k ö zel bir "sko lastik ceza" d urum una gelir ve ad ı da bud ur zaten. Yaygınlaşm aya başlayan bed ensel cezalar için kayış v e d eğnek kullanılır ve bö ylelikle ço cuk ö zel bir düzen içind e yer alır."yetişkinlerin tüm ü kişisel bir terbiye uygulam asına tabi d eğild i: N itelikli insanlar bu uygulam aların dışınd ayd ı ve d isip linin uygulanm a biçim i ko şulların belirlenm esine katkıd a bulunuyo rd u. Buna karşılık bütün ço cuklar ve gençler, içind e bulund ukları ko şullar d ikkate alınm aksızın ortak rejim e tabiyd iler ve d ayak y iy o rlard ı."201 Ço cukluk en alt so syal katm anlard aki d üzenle bir tutulmuştur. Kö leleştirilmiştir. XŸIII. yüzyıl, A yd ınlanm a d ö nem i bu ço cukluk vizyo nunu d eğiştirm eye çalışır. Eğitim, refo rm kap asitesine, liyakate ve her insand aki so rum luluk d uygusuna dayanır. Ço cuk ad am o lm aya d o ğru gid işteki kad ar z a y ıf d eğild ir ve ö ğretm enlerin gö revi ço cuğu, d urum unu en iyi biçim d e sahip lenm eye hazırlamaktır. Eğitim alm ış bir insan ayd ın bir insandır. Bed ensel ceza ned eniyle aşağılanm a yürürlükteki so syal koşulların o luşm asını engelleyen bir durumdur. Ço cuklar bo yund uruk altına alınm am alı, eğitilm elidir. Bununla birlikte Eski Rejim 'in so n d ö nem i bu ped ago jiye uygun bir d ö nem olsa d a şid d et hiç eksik olmam ıştır. N ap o léo n o kullara askeri d i sip lini sokar. Eski bed ensel ceza uygulam alarıyla ilgili alışkanlıkların kısm en d e o lsa sürd ürd ürüld üğü görülür. 202

180 XIX. yüzyıld a o kullara askeri bir d isip lin egem en olur. Yeni- yetm elik d uygularıyla okullard aki uygulam alard a bir d ö nüşüm gözlemlenir. Yeniyetm elik yaşının askerlik çağm a yakın o lm ası gençler arasınd aki ilişkilerd e belli birtakım sertliklerin ve kabalıkların ho ş gö rülm esi so nucunu doğurur. Sistem li biçim d e bed ensel ceza uygulam ası yo ktur artık am a ceza verm e yaygınlık kazanmıştır. M. Fo ucault siv il to p lum d a m ahkûm lara uygulanan fiziksel işkencelerin terked ilm esini ve insanları yö netm e ve d enetlenm e yö ntem i o larak d isip linin ortaya çıkışını ird elem iştir. D av ranışların d üzeltilm esi kuralları bağ lam ınd a acının em p o ze ed ilm esi eski ö nem ini yitirm iştir; hiç kuşkusuz, so syal yaşam d a çatışm aların çö züm lenm esi ya da beyinlere bir d üzen d üşüncesinin kazınm ası ko nusund a tem el bir ilke olm a ö zelliğini korur. Bireyler arasm d a fizik şid d et, batı to p lum lannd a bile kaybo lm am ıştır kesinlikle (hatta bazı d evletlerd e bir alışkanlık o ld uğu bile sö ylenebilir bunun) am a yasalar yaptırım getirm iştir buna karşı ve d o layısıyla m arjinal bir d urum d ur bu. Ko lektif d üzlem d e disip lin yani zam an ve m ekân içind e insanların eylem lerinin, ço k titiz bir m evzuatla d enetlenm esi ö n pland ad ır bu bağlam d a. A cı ö ğrencinin d avranışlarının glo bal bir biçim d e d enetlenm esi yararına sistem a tik bir bağım lılık aracı d eğild ir artık. XX. Yüzyıl o kuld aki zam an ve m ekân bağ lannı yavaş yavaş gevşetmiştir. Fransa'd a ilkokullard a "ö ğretm enin verebileceği cezalar sad ece kö tü no t lar, azarlam a, zam an zam an teneffüse çıkarm am a, d ersten so n ra gö zetim altınd a tutm a v e geçici tarttır[...] Ö ğrencilere bed ensel cezalar verm ek kesinlikle yasaktır."203 Bununla birlikte genellikle ço k katı so syal ilişkilerin sırad anlığı içind e bo ğulan uygulamalar, ço cuklara karşı ço k pozitif bir vizyo nun gö rüld üğü m ev zuatların so n d erece ho şgö rülü ö ğütlerini pek umursam azlar. Ö zellikle ilkokullard a bed ensel cezaların eksik o ld uğu sö ylenem ez. Kulak ya da saç çekm e, cetv elle parm aklara vurm a, to katlam a ya da po poya vurm a sık gö rülen bed ensel ceza uygulam alarıdır. Ço cuğa, yetişkin insan o ld uğund a

181 daha cid d i bir biçim d e kav rayabileceği bir acı tattırm ak için ona d o ğru yo ld an ayrıld ığınd a nasıl bir bed el ö d eyeceğinin gö sterilm esinin ö nem li old uğunu savunan bir ilked en hareket ed en acı ted avisi yö ntem i. Ço cuğa en küçük bir acı verm e to p lum sal kurallarını benim seyeceği yetişkinlik çağının so nuçlarıyla ço k d aha ko rkunç bir çatışm anın habercisidir/ 'Senin iyiliğin için" d er baba ya da anne ço cuğun kıçına bir şaplak attıktan so nra: "Ç o k seven, ço k gücenir." Fizik acı ya dâ ahlaksal baskı yo luyla cezaland ıran laik eğitim ciler farkınd a o lm ad an eksiklik, kirlilik, kö tülükle ilişkilend irilm iş bir ço cukluk kültürü vizyo nuna bağlı kalırlar; aynı şekild e, p ek p arlak o lm ayan ve başka bir okul d eğeri anlayışını tem sil ed en öğrenciler de teneffüslerd e iyi öğrencileri d ö verek cezalandırırlar. A hlaklı bir d avranış biçim ini yaygınlaştırm a bağlam ınd a acı p ro blem i ö zellikle acı verm e ko nusunun d ayand ığı d eğerler ko nusund a kim in karar verd iğinin bilinm esiyle ilişkilidir. G erçekten d e güçlerin d engesizliği gerekli ko şulud ur bu uygulam anın, ço culan yö netm eyi v e ço cuk eğitim ind e cezanın yararları ad ına fizik ya d a m anevi bir şid d ete başvurm ayı sağlar. A c ı v e r m e Yanlış bir d avranışı ya da bir kabahati cezaland ırm ak için acı v erm ek ya da itaate zo rlam ak eskid en beri bir ko rkutm a ve güç ilkesid ir, ö teki üstünd e bir egem enlik biçim id ir ve bu egem enlik kurm a arzusü insanın kend isini ko rum a bağlam ınd a güçsüzlüğü ne kad ar artarsa o kad ar şiddetlidir. Bir insanın ya d a bir d evletin gücü, hiçbir ayrıcalığı kurbanlar ya d a yasa aracılığıyla tehd it altınd a o lm asa d a verebileceği acıların to p lam ıyla ölçülür. A cı çektirm e ö zgürlüğü iktid arın gö lged e kalm ış yüzüd ür: Tokattan so p alam aya, farklı şid d et uygulam alarınd an kırbaçlam aya... çeşitli yö ntem lerle ezilen, paralanan in 186

182 sanlar; tek sm ır kurbanın ö lüm üd ür burad a. İşkence, şid d et uygulam alarınd a hiç eksik o lm az. A cıyı siyasal d enetim biçim ine d ö nüştürm eyi amaçlar. İşkencecilerin hayallerind en başka sınır tanım ayan bir acı v erm e baskısıyla ö nem li sırları açıklam ası, suçunu, siyasal ya d a ahlaksal gö rüşlerini itiraf etm esi için veya sad ece cellatların kararm a bo yun eğm esi için, kurbanın kim lik d uygusunu kırm ayı amaçlar. Kim i zam an işkence yap arak, kirleterek, eşya d urum una d üşürerek ötekini tam anlam ıyla yo k etm ek ister. A cı verm e v e aşağılam a kurbanın ortad an kald ırılm ası m antığını kullanır. Bed ene el ko ym a insana, ko şullarına ve en d eğer verd iği şeylere el koymadır. Devlete ya da bir gruba insanlar üstünd e bir terö r aracının siyasal ayrıcalığını verir. Sivil to p lum tem silcilerine karşı m utlak iktid ar icraatı iktid arın tüm so syal bünye üstünd eki gücünün eğretilemesidir. Sö z d ünyasının ve ortak anlayışın d ışınd a, to p lum sal ilişkileri küçüm seyerek en güçlü o lanın yasası ilkesini ö n p lana çıkarır. H içbir şeyd en çekinm ed en bir to p lum a ya da bir insana acı verm ek iktid arın tip ik bir güç gö sterisid ir. Kurbanı m utlaka ö ld ürm ez, bo yun eğdirir, uğrad ığ ı kö tü m uam elenin yarası ve aynı hatayı tekrarlad ığı takd ird e ya da "y anlış" bir tavır içind e o ld uğund a kend isini bekleyen kad eri asla unutam az. A m a işkenced en am aç sad ece kurbanın ağzınd an itiraf alm ak ya da onu ezm ek değild ir, cellad a kurbanı tam am en kend ine bağım lı kılm a zevkini verir, kurbanın bed eni, birliği, o nuru, gururu hatta inançlan üstünd e m utlak bir egem enlik kurar. Bir m utlak güç fantazm ası o luşturur ve ço k ko lay anlaşılır bu çünkü ö tekini d erind en ve d o ğrud an bir etkilem e biçim ini yansıtır. İşkence, kend isini savunam ayan am a ço k çeşitli acılara gark o lm uş insana acı çektirm e sanatm ı o labild iğince süsler. Elleri ve ayakları bağlanm ış, cellatların hayal güçlerine tabi olm uş kurbanın kişiliğini yo k etm eye çalışır. Tanım o larak, yüzün inkârıdır, ço ğu zam an so syal, kültürel ya da siyasal aid iyeti değerlend irilen ya da iktid arın, m uhaliflerine karşı keyfi bir tu 187

183 tum içind e o labileceğinin acım asızca hatırlatılm asm ın sim gesel bir unsuru gibi gö rülen tutsağın "suçluluğ u"y la ilgilenm ez. Kurband an kuşkulanıld ığınd a işkencenin gö zünd e masum iyet yo ktur kesinlikle. İşkence bir anlam d a d ed iko d unun zaferid ir. Çektirilen acı bir siyasal gö rüşü, bir yaşam biçim ini, so sy al ya da kültürel bir d urum u, "su ç" gibi gö rülen ilişkileri cezaland ırır. H atanın, kusurun karşısınd a günlere, haftalara y a d a aylara yayılan bir acı vardır. H er gün çekilen, bitm ek bilm ez bir acıyı beklem enin, belirsizliğin, aşağılanm anın, sad ece işkencecilerin iyi niyetinin egem en o ld uğu bir d ış d enetim d en yo ksun sad ist bir hayal gücüne bo yun eğm iş bir nefretin getird iğ i bunalım eklenir. Şid d etli fiziksel acı, çıp laklık, d uyum sal yo ksunluk (karanlık, kafaya geçirilen kukuleta), yıllard an beri ço k sevilen d ünyayla her türlü d uygusal v e gerçek bağın ko p m ası, sad ece v e sürekli bir biçim d e acı veren, acı çeken, bo zguna uğram ış, d ünyad an o and aki yaşam ın m erkezind e o lm ayan her şeyi o rtad an kald ıran işkenceciye tabi o lan bed e ni hissetm e."204 İşkence gö ren insan bed enini, sıkıntısının bir y ansım ası gibi gö rür hep; cellatların sald ırd ığı, işkence ve acının yabancılaştırm asıyla kend isind en farklı bir şey haline gelen, etten ve kem ikten bir yap ı o lan am a kend isini d e bırakm a y an Grego r Sam sa'nın kabuğu gibi zincirlenm iştir o na ad eta. Kurbanın fizik v e d uyum sal unsurları kend isine karşı döner, işkenceciye şid d et uygulayabileceği tüm hassas no ktaları gö s terir. Elaine Scurry 'y i d inleyelim : "G ücün ve zev kin tüm kaynakları, d ünyad a hareket ed ebilm enin y a d a d ünyayı kend i içind e hareket ettirm enin tüm o lanakları bed eni bed end en beslenm eye zo rlam anın araçları o lur[...] : Gö zler biçim leri bo zan bir ışık alır, kulaklar ço k kaba sesler duyar, yem ek yem e nin yerini[...] yiy ecek bulam am a ya d a m id e buland ıran yiyecekler alır; tad alm a ve ko ku alm a d uyuları[...] ağzın içind eki ya d a burund aki yanıklar ya d a çizikler veya iltihap lar yüzünd en sürekli yanılır; d ışkılam a ya d a cinsellik gibi ihtiyaçlar aşağılanm a ve tiksinti gerekçelerine d ö nüşür."

184 Kurbanın dünyasıyla tüm ilişkiyi acı ve nefret yönlendirir. Ve kurban işkencenin ertesi gün m ü yo ksa altı ay so nra m ı biteceğind en habersizd ir, belki d e birkaç saat içind e ölecektir. Gizlilik içind e ifad e ed ilen insan yüzlü m utlak bir keyfiliğin karşısınd a bed enine yapışm ıştır işkence ve işkencecid en kurtulm ak için bu bed end en ayrılm aktan başka çare yoktur. M arcelo Vinar uzun süre işkence gö ren, aç v e susuz bırakılan, uzun süre ayakta kalan Pep e'nin yaşad ığı o lanağanüstü hikâyeyi anlatıyo r. İki hafta so nra, artık yara v e acıd an başka bir şey o l m ayan Pepe bed eninin kend isind en uzaklaştığını hisseder. Karanlık hücresind e ansızın g erçekten arkad aşlarının y aklaştıklarını görür, cesaretlend irirler onu, her gün gelip d urum unu so rarlar, güç verirler ona/ 'Pepe kend isini bir o yun alanıyla d o natır, bu oyun alanı onun ko rkusuna bir m ücad ele anlam ı kazand ıracak v e işkencecilerinin ince teknikleri karşısınd a yenilm ez kılacaktır o nu."206 Sürekli yinelenen ko rku ve d ehşet so n derece uç bir d urum a gö türür ve bu d urum d aki birey bir hayal d ünyası kurar kend ine; bu d ünya acıyı bed end en alır ve sıkıntıları aşm ası için, d ünyaya bir anlam ve kend isine yakm, d o stluk d o lu bir yüz verebilm esi için bir d üş yo lu sunar ona. Bu hayal Pep e'nin gö zünd e bir kurtuluş tekniğind en ço k çö zülm ekte o lan kim liğinin içind en d o ğan v e o nu parçalanm aktan kurtarm aya yö nelen id rakini aşan bir sezgidir. Tek kurtuluş yo lu acıyı, kend isiyle ilişkisi o lm ayan, başka bir dünyaya atmaktır. Bed enind en ko p an ve bilincini cellatlarının d arbelerine d irenen m utlu bir im ajla ço k sıkı biçim d e özd eşleştiren kurban kend isini sıkıntılara karşı ko ruyan bir karşı-d ünya yaratır. Kim liğinin en güçlü yanını kurtarır. Burund i kö kenli genç bir gazetecinin yaşad ıkları da ö rnek gö sterilebilir bu bağlam d a: Deo H akizim ana: "H er gün rüyam d a, kend im i sürekli ayakta d ururken gö rüyo rd um, hücrem d en çıkıyo rd um ve keyfi tutuklam alara v e kö tü m uam elelere karşı büyük bir gö steriye katılıyo rd um. Kend im i sürekli d üşünce ve haber alm a özgürlüğü için m ücad ele p lanlan yap an biri gibi gö rüyo rd um."

185 İşkence uç d urum ları yaşam a deneyimid ir, kim i zam an d a y anılm az o lanın içine atar v e uzun sürer bu. Ço ğu zam an insanın inançlarını sarsar, çılgınlığa ya da bilinçli bir ö lüm tercihine gö türür. Yara alm ad an kurtulm ak m üm kün o lm az ve bu y aralar genelle içerided ir. Fiziksel kö tü m uam elelerinin yerini alan "ço k keskin zihinsel acı" (Uluslararası A f Ö rgütü) etkilerini uzun süre hissettirir yaşam d a, d ünyayla yenid en ilişki kurm ayı engeller. Gö sterm eye çalıştığım ız gibi acı kim liğin tem ellerini zed eler ancak savunm asız, çıp lak v e aşağılanan bir kurbana karşı bilinçli bir şekild e çektirild iğind e hissed ilen travm a d aha şiddetlidir. İşkence ö lüm d en beterd ir, insan o and a içind e bulund uğu m ad d i ve m anevi ko şullard an kurtulabilm ek için intiharı tercih edebilir. İşkence, bed end e sürekli bir d ehşet ged iğ i açarak kim lik d uygusunun dağılm asına, kişiliğin p arçalanm asına yo l açar ve bö ylelikle işkenceci am acına ulaşm ış old uğuna inanır: İhbar, vazgeçm e, ihanet, ele verm e, kend ind en utanm a, d elilik. İşkencenin izlerinin silinebilm esi için ö zel ted aviler ve uzun bir nekahet d ö nem i gerekir. Çekilen acıların itiraf ed ilm esi zo rd ur çünkü bu işkencecinin başarısı dem ektir. İşkencecinin, kurbanın bed enine d am gasını v urm ası hed efi d o ğrultusund a v erilm iş bir tavizdir. O layı hatırlatan her şey çekilen acıları depreştirir. Bununla birlikte kurtuluş d a, kaçınılm az o larak bir an için bu hatıraları canland ıran bir sö zd en geçer am a bu insanın yaşam ına yenid en sahip o lm asının d a ilk ad ı m ıd ır bu. Belleğe yerleşen işkenceler bunları yavaş yavaş kem irip tüketecek bir etkinlikle silinmelidir. A cının d ile getirilm esinin kurtuluş anlam ına gelebilecek bir d eğeri vardır, birey i trav m a takıntısı içine hap sed en kilid i kırar. Kurban uzun bir süre gö rd üğü işkenceyi çağrıştıran d urum lara ve olaylara katlanam az: Çıp laklık, bed ensel ilişkiler, sesler, ko kular... Başka acılar da getiren yaralar uzun bir süre bed ene işkence yapm aya d ev am ed er: Depresyo n, ülser, baş ağrısı, ciltle ilgili so runlar, so lu num so runları, u y ku su z lu k vb. 208 İşkenceciler 190

186 uzakta olsa da sürekli tehd it ed en bir acm m kaçış çizgileriyle d elik d eşik o lm ayan ve yenid en kim liği yansıtan bir bed en yaratm ak için uzun bir çıraklık d ö nem i gereklidir. Bu şekild e çektirilen acı, ben ve d ünya arasında bir ged ik açar. Yaşam için ve başkalarına güven için gerekli o lan o nto lo jik güvenlik d uygusuna geri d ö nm e yavaş ve kim i zam an d a m üm kün değildir. İşkence acı ve ıstırap çekm ekten farklıd ır ve prensip o larak ço k farklı bir katego ri içind e yer alır. Şö yle d iy o r Fo ucault bu ko nuyla ilgili olarak: "D üzenli bir uygulam a sö z ko nusud ur ve bu uygulam a ço k iyi tanım lanm ış bir m evzuata uygund ur: zam an, süre, kullanılan aletler, ip lerin uzunluğu, ağırlıklar, köşeler, so rgulam ayı yap an gö revlinin m üd ahaleleri... bunların tüm ü farklı alışkanlıklara göre titiz likle belirlenm iştir. A cının belli d o zlard a verilm esi için titiz bir d enetim gereklidir. Istırap sad ece yaşam a hakkınd an m ahrum etm ek olm ad ığınd an aynı zam and a acının hesaplanm ış şid d etinin aracı v e am acı old uğund an ö lüm d e d o ruk no ktasına ulaşır: Giyo tind en-bütün acılan tek bir âna ve tek bir harekete ind irgeyen: acının sıfır d erecesi-bütün acıları nered eyse so nsuza taşıyan bed eni parçalam aya, asm aya, yakm aya ve m ahkûm u uzun süre ko m ad a bırakan çark işkencesine kad ar; işkenceyle ö ld ürm e, bed eni "b in ö lüm "e bö lerek yaşam ı acı içind e tutm a sanatıd ır."209 Istırabın, vahşetin so n sınırı o ld uğu yerd e, "niceliksel acı sanatı" (M. Fo ucault, s. 38) olan işkence, bed enind e yö ntem sel bir acı pro to ko lü uygulam asını gö rm ek zo rund a o lan bir m ahkûm a şid d et uygulanm asıdır. İşkence sahnesinin id d iası ö rnek o lm ak ve iktid arın gücünü v e karşı ko nulm azlığını gö sterm ekti am a am acını aşan bir id d iayd ı bu ço ğu zam an çünkü seyirci kitlesinin d uygulan karışıktı bu ko nud a: Seyirci kim i zam an kad erine acıd ığı, cesaretine, im an gücüne vb hayran o ld uğu m ahkûm d an yanayd ı. Suçlu kim i zam an günün kahram anı, so syal eşitsizlik ve hakim iyet üstüne kurulu bir iktid arın ad aletsizliklerine karşı dire 191

187 niş m o d eli olur. XVIII. yüzyılın ikinci y ansınd a v ahşice işkencelere karşı sesler yükselm eye başlamıştır, to plum insanın acı çekm esind en ço k fazla etkilenir. Bu tür etkileyici sahneleri seyred enlerin ö zenle ve titizlikle hazırlanm ış bu tür gö sterilerin, kö tülük yap m ak için bo ylesine kararlılık içind e olm anın, so nund a, gücü kitlelerin gücüyle birleşm iş suçlu üstünd e cayd ıncılık yaratm aktan ço k o nun cüretini artırm asınd an ko rkm aya başlar yö neticiler. M ahkûm a çektirilen acıd a aşırılığa kaçm a, ad alet ad m a en acım asız suçluların yararland ıklan yö ntem lerd en yararlanm a da aynı d ereced e suçlu gö rülebilm ey e başlar. Birkaç o nyıl içind e, XVIII. yüzyılın so nund an XIX. Yüzyılın başına kad ar bazı A vrupa ülkelerind e, A BD 'd e, Rusy a'd a işkence kam uo yund an gizlenm eye başlar. Parçalanm ış, yakılm ış, sakatlanm ış, d eşilm iş, d ağlanm ış bir bed ene d uyulan ö fke bazı d uyarlıklarla çatışır. Bed ensel o lm aktan ço k yaşam sal bir ceza sistem i geçerli o lur artık. Fransa'd a giyotin y eni ad alet anlayışının ço k ö zel bir aracı o lur: Bir çırpıd a yo k ed er yaşam ı, fazlad an bir acı v erm ez, ö fkelend irm ez, kızd ırm az, nered eyse so yut bir biçim d e gö rür işin i.210 Tabii ki d o k to r G uillo tin d aha eski versiyo nları bilinen bu aleti insani gerekçelerle geliştirm iştir. M ahkûm a ço k büyük acılar verm e o nun tüm insani ö zelliklerini yo k etm e irad esinin yerini acının azaltılm ası, süresi v e yeri ko nusund a birtakım ince ayarlam a lar alır."ceza d ayanılm az d uyum lar verm e sanatınd an askıya alm an hakların yö netilm esine d ö nüşm üştür" d iyo r Fo ucault (s. 16). So nu ö lüm e m ahkûm ed ilm e o lm ad ıkça acı zind anların ya d a hap ishanelerin içind e bir sır o larak kalır, d ünyayla ilişki kurabilm esi için bırakır bed eni. Temeli m ahrum iyet, hakların askıya alınm ası o lan ceza m atem atiği, büy ük bir m utluluk içind e çektirilen ve insanlara seyrettilen acıya d uyulan açlığ ı saf d ışı eder. Hiç kuşkusuz, sö m ürgelerd e ya da bu ülkelerd e cez alann "insanileştirilm esi" ni istey en isy an hareketleri sırasınd a işkence, kö r şid d et, v ahşice acım asızca cezaland ırm a ya da y o k etm e isteği eksik o lm ayacaktır. 192

188 Kafka C ez a S ö m ü r g e s i ad lı yapıtınd a işkencenin antro polo jik işlevi ko nusund a ço k çarp ıcı bir eğretilem e yapmıştır. Bu ad ad a ad alet yasalara karşı gelenlere işled ikleri suçla o rantılı cezalar verir. Burad a ad alet hap is ya da sürgün yo luyla tem el yaşam haklarınd an m ahrum etm ekle yetinm ez, suçu m anevi anlam d a acıyla eşd eğer kılacak bir m o d el geliştirir. Kafka'nın hikâyesind e bir yo lcu, bir ceza sö m ürgesind e, ko m utanına karşı gelen bir erin cezasının infazım seyretm eye d avet edilir. Verilen cezalan uygulayan m akineye karşı ad eta d insel bir co şkuyla bağlı o lan bir subay kararı okur: "Vereceğim iz ceza ço k sert, ço k acım asız değil. Sad ece, elim izd eki aletle suçlunun bed enine tecavüz ettiği yasa m ad d esiyle ilgili bir yazı yazıyoruz!...] Ko m utanına itaat et."211 Bed enin acılann to p lanm a m erkezine d ö nüşm esi yasanın aynı bed ene yazılm asıyla gerçekleşir. A m a yo lcunun tanıklığının, alete düşm an o lan valinin) gö revine so n verebileceğind en ko rkan subay m ahkûm u serbest bırakır ve alete kend isi oturur. A let o nun bed enine "ad il o l" yazısını kazıyacaktır. A m a şaşırır v e kurbam nı bitm e yecek bir işkencenin içine atar, so nund a iğrenç belleğini tükürür, keyfi uygulam alan o rtaya d ö külm üştür so nund a sanki. Sp o r k ü l t ü r ü n ü n k a b u l et t i ğ i a cı Sp o r etkinliği d irenç gö sterm e ve yo rgunluğa d ayanabilm e bağlam ınd a ö zel b ir teknik ya da ö zel bir yetenek istem ez, aynı zam and a acıya, sahalard a rahatlam anın v e hissed ilen geçici co şkunun d ayanılm az çekiciliğine karşı m ahrem bir m ücadeledir. Bed en, ilerleyişlere d üşm an o lunca aktö rün acısıyla birleşir. Ö zel atletik niteliklerinin ö tesind e ço k büyük gelişm e ler kayd ed erken p erfo rm anslannı da geliştirir. Rakibi geçm e ya da reko r kırm a çekilecek acının ve üstesind en gelinecek etkinliğin ad ını koyar. A cıya d ayanm a eşiğiyle kişisel ilişkid e bilinen tüm çabalann ö tesine gid en her türlü fiziksel ya da spor 193

189 tif etkinlik. A ntrenm an, psiko lo jik yö ntem ler ya da güçlü bir karakter sayesind e her zam an fethed ilecek bir alan vardır. Perfo rm ans acı d ünyasınd a bir işarettir. O lanakların ve sınırların d enenm esiyle işbirliği içindedir. A m a bir yaranın y a da direktiflerini em p o ze ed en bir hastalığ ın hasarlarının v erd iğ i acının tersine, sp o rtif etkinliklerd en gelen acı b u acıyı çeken insanın d enetim ind ed ir, insanm, nefesi kesilerek, bunalarak, kaslarını gererek kend i bed enine karıştığı m ahrem bir m ücad eled ir. Kend i kend isine verd iği acının şid d etinin efend isi o lan aktö r bu acının süresini d e belirler, ço k yo ğ un bir çabayı d urd urabileceğini hatta, ço k ileri gittiyse eğer tam am en bitirebileceğim bilir. O n üç triatlo n'a (49, 5 km. yüzm e, 549 yürüyüş, 2340 bisiklet) eşd eğer bir denem eye girişen, nefes nefese kalm ış b ir atlet "so l bileğind eki kiriş iltihabı ve kem ikzarı iltihabıyla sağ d izind eki bir kist arasınd a yö rüngesind en sap m am aya çalıştığını, p istte sürekli aynı hat üzerind e kalm aya çalıştığını ve d ik d urm anın ço k ço r o ld uğ unu" anlatm ıştır ( L ib é r at io n, 27 Ekim ). A cı, etkinliği sırasınd a ya da reko r kırm aya çalışırken kend isini iyi d urum d a gö sterm eye yö nelik sem bo lik bir d eğiş to kuş içind e atletin kabullend iği bir fed akârlıktır. H er sporcunun kend i yalnızlığı içind e ö tekilerin acısına d ayanm a eşiğine karşı gö rünüşteki yarışın yanm a hayali bir yarış gelir. İfad e ed ilem eyen b u d urum içind e egem enliğini d aha ileri no ktaya gö türm ek am acıyla sürüp gid en sağır bir m ücad eled ir bu. A ntrenm anın ro lü, teknik yeteneklerin geliştirilm esinin ya da d uyum ların bilincine varılm asının ö tesind e acıyı d üzenli ve hassas biçim d e d inleyerek, yö ntem sel o larak d eğerlend irm e o lanağı verir; burad a am aç acının gelişini engelleyebilm ek, v erebileceği tehd iti hissetm eye alışm ak ve her seferind e belli bir üstünlük sağlam aktır o na karşı. A ntrenm an sırasınd a hissed ilen v e yineleyen bir acı, tek ö nem li şey o lan yarışın verebileceğ i v e farked ilm esi zo r o labilecek bir acıyı çekerken d aha ileri gid ebilm ek için gerekli bir koşuldur. A tlet, antrenm anlar 194

190 sırasınd a, hissettiği d üzenli acı aracılığıyla büyük gün gelip çattığınd a d irencinin bed elini sem bo lik o larak öder. So nund a başarıya ulaşabilm ek için "acı çekm eyi bilm ek gerekir" derler işe yeni başlayanlar. Sporcu, sırad an bir insan gibi acıd an kaçm az, bed eniyle birlikte gerçekleştird iği eserin bir ham m ad d esi gibi d üşünür acıyı. A m acı, acı yaklaştığınd a, cesaretini yitirm e ya d a yarışı bırakm a eğilim ine karşı çıkabilm ek am acıyla kend isini d isipline etm ektir, acıya eşlik etm eye ve şid d etini d üşürm eye çalışır. A cınm, ko ntro lünd e kald ığı sürece, bireye bir sınır çizm e, bir eşik çizm e, d ünyayla fizik ilişkiyi sem bo lize etm e gibi bir yarar sağlar. İçlerind e spo rcuların d a o ld uğu ço k sayıd a batılı insan- günüm üzd e, şid d eti gitgid e artan acılara direnm e bağlam ınd a içlerind eki kap asitenin ö n plana çıktığı ço k uzun süreli ve ço k yo ğun birtakım d enem elere girişiyorlar. Yanş, jo g- ging, triatlo n, trekking vb... yeteneği o lm ayan insan bu tür etkinliklere başkalarıyla yarışm ak için girişm ez, kend isini bitiren ve çö kerten acıya karşı teslim o lm am aktır am acı. Ço k sayıd a ve çelişkili referansın bulund uğu, d eğerlerin kriz içind e o ld uğu bir to p lum d a kend isini bu d eneyim lerd en geçm ek zo rund a hissed en aktö r d ünyayla d o ğrud an ilişkisind e karakter g ücünü, cesaretini v e kişisel y eteneklerini d eney ebileceğ i rad i kal bir yo l arar. İnsanın üstlend iği zo r işi so nuna kad ar götürm esi burad a kend isine sem bo lik bir d estek bulan bir yaşam a m eşruiyeti sağlar o na. Perfo rm ans ikincil bir ro le sahiptir, sad ece kend isi için bir d eğeri vardır. Sö z ko nusu o lan başkasıyla m ücad ele etm ek d eğil, kend i kararlılığını güçlend irm ek, kişisel o lanaklann so nuna kad ar gid erek acıyı aşmaktır. Fiziksel sınır, to p lum d üzeninin verm ez o ld uğu d uyuların sınırlarının yerini alır. A cı kend ini ne kad ar ço k hissettirirse insanın kend i içind eki anlam ı fethetm esi d e o kad ar kesin gö zükür v e yarışı bırakm a eğilim ine karşı gö sterilen direnç de o kad ar ço k tatm in sağlar. Sp o rtif ya d a fizik etkinliğin sem bo lik biçim i altınd a yaşam ın d izginlerinin yenid en ele alınm ası gerçeği yatar. 195

191 Ve yaşam a zev kinin d e ö tesind e aşılan acım n belleği ayrıcalıklı bir tanıktır. 212 Bazı sp o r d alları, bu d allard a etkinlik gö steren sporculard an bu karışık d eğerli ilişki içind e d aha ileri gitm elerini ister. Sö zgelim i hiçbir insan kend isine vurulm asını istem ez, bö yle bir tehlike sezince kaçar ya da herhangi bir d arbe ald ığınd a üzülür am a bo ksö r kend i sp o r d alınd a iyi bir d üzeye gelebilm ek için bu d arbeleri alm ayı öğrenir. A ntrenm anlard a ya da m açlard a ö zel o larak sürekli bu d arbeleri alm ak ister. Bo ks acının so syal işlev i bağlam ınd a ö rnek bir figürdür, birbirlerine karşı hiçbir nefret d uym ayan am a m eslekleri tutkulu seyircileri tatm in etm ek am acıyla şid d etli d arbeler ind irm ek ya da alm ak o lan karm aşık etkiler altınd aki iki insanı bir araya getirir. A cı, iki tarafın yum rukları aracılığıyla gö steri yap ar; bu gösterid e bed enler v e yüzler gö nüllü o larak çıp laklıklarını sergilerler, ter, kan, seyircilerin çığlıkları vardır, ışık o yunları d ram ı güzelleştirirler. Toplum için şid d et o lan şey bo ksö r için acıdır. Rakibin üstünd e fiziksel anlam d a yo ğunlaşm ayla ve acı v erm eye yö nelik d arbelerle bo ks glo bal bir acı figürüdür. Jo y ce Caro l O ates şö yle d iy o r: "Bo ksö r id eal o larak yaşam ın o lağan ko şulu o lan acım n yo kluğund a ringd eki fizik acıyı tercih eder. Birisine vuram azsa, kend isine vurur ki bu yaşad ığının farkınd a o lm asının bir biçim id ir."213 Bu sp o r d alı ö zellikle p o p üler bir acıya d ayanıklılık etiğine gö nd erm e yapar. Bo ksö r için so run d üşm ed en hangi acıyı tad abileceği v e ö zellikle nasıl karşılık verebileceğid ir. Peşp eşe gelse bile bu d arbelere ne kad ar d ayanırsa rakibini o kad ar etkiler. Bed enlerin ringd eki m ücad elesi aynı zam and a, az rastlanan bir güçle, ald ığı d arbelere ald ırm ad ı ğım gö stererek rakibin d engesini bo zm ay ı am açlayan sem bo lik bir m ücad eleyi d e gerektirir." Yum ruk y em ek" hiçbir acı belirtisi, hiçbir karakter zaafı belirtisi gö sterm em ek d em ektir aksi takd ird e rakibe ço k güçlü fizik v e p siko lo jik bir zırh verilm iş o lur çünkü rakip en küçük bir bo şluktan yararlanm asını bile- 196

192 çektir. A cının yaşayan im ajı o larak boksör, sürekli ind ird iği d arbelerle acı verir ve teslim o lm aya zo rlam ak, güçsüz d üşürm ek için ona d a acı verm ek gerekir. Bo ksö r kend i yaralarına, çürüklerine ald ırış etm ed en rakibine kend i acılarının d ayanılm azlığım kabul ettirm elid ir v e daha fazla acılara razı o lm ayacak b ir d urum a getirm elid ir onu. H avlu atm ak, d üşlenen bir so yunm a o d ası ve istirahat zevkine gö türen ço k basit bir hareketse eğer bed ene acı verm eyi uzatm anın ne yararı olabilir. Bo ksö rün, rakibind en, hiç send elem ed en o labild iğince ço k yum ruk alm ası, yüzün kan ter içind e kalm ası, sald ırılar karşısınd a gö sterd iği cesaret kitleleri heyecanlandırır. Belli ed ilen acı ku rbanı kutsallaştırır, güzelleştirir. A cı çekm ekten asla kaçm ad ığınd an p erişan o lan bed eni bo ksö rü bir ö te d ünya m utluluğu im ajı haline getirir. Bo ksö r bö ylelikle, ö lüm e, gö zlerini hiç kaçırm ad an bakm asını bilen bir insan olur. A nd ré Rauch 24 Ekim 1912 d e Carp entier'nin A m erikalı Pap ke karşısınd a ald ığı ağır yenilgiyi yo rum larken, şam p iyo nun uğrad ığ ı bo z gunla ilgili o larak belirsizliğin egem en o ld uğu bir gö zlem d e bulunuyo r/ 'Tek bir zafer sö z ko nusu: O nun acı çekm e kapasitesi. Perişan durum d a, kanlar içind e kald ığı hald e pes etm iyo r v e yenilgid en büyüyerek çıkıyor. Bu bo ks m açınd a gerçek anlam d a kaybed en sad ece seyircinin d ışlam ış o ld uğu sporcud ur çünkü seyirci ço k fazla şid d et istem iyo r v e yaratm ıyo r."214 t n is y as y o n ac ıs ı A cı birço k geleneksel to p lum d a inisÿasyo n tö renlerind e gö rülen bir o lgud ur: inisiye o lanın fizik gö rünüm ünün belirgin işareti o lm ası d o layısıyla daha ço k, bed enle bir o lm uş bir bellektir: Sünnet, d işlerin parlatılm ası ya da çekilm esi, bir parm ağın kesilm esi, d ö vm e, hacam at, yakm a, so p ayla d ö vm e, angarya, işkence vb. A cı inisye o lanın bed enine yazılm ış genel yasanm mürekkebid ir. O nto lo jik d eğişim i, d ünyayla eski iliş 197

193 kiyi bir kalem d e silerek bir to p lum sal d ünyad an başka birine geçişi kanıtlar. 215 Bed end eki iz, verd iği acıyla ko şulların zo r luğunu, artık ad am o lm a so rum luluğunun üstlenild iğini gö s terir, cid d i bir to p luluğun içtenliğini kesin ve çürütülem eye- cek bir biçim d e gösterir. Bed end eki izler to p luluğa aid iyeti gösterir> acıyı so m ut bir statü d eğişikliğini hafızalara kazıyarak maddileştirir. Bariba kültüründ e acıyı çağraştıran belirtiler verm ek utandırıcıd ır. To plum un kabul ettiği d avranış m o d eli bireyd en so ğukkanlı v e tem kinli o lm asını v e günd elik hayat gailesiyle ilgilenm esini ister. Erkek ya da kad ın d o ğad an d aha güçlüd ür çünkü do ğa insanlarla ifad e ed er kend isini... Sünnet sırasınd a ö ğrenm iş o ld uklan gibi acılarını gö sterm em eyi öğrenirler. Gerçekten d e d elikanlı kızgın d em ir bed enine yap ıştığınd a hiçbir zayıflık belirtisi gö sterm ez. Bu sırad a bağırır ya da ağlarsa gülünç d urum a d üşer v e ailesinin kend isind en utanm a sına y o l açar. Tö ren sırasınd a am cası gö zlerinin içine bakar ve d irençli o lm asını ister ond an. A ile ço cuklarını ö v en bir şarkı söyler, bu arad a tö reni yö neten kişi sünneti gerçekleştirir. Kız ço cuğun da aynı cesareti gö sterm esi istenir am a çektiği acı ned eniyle çığlık atsa da daha anlayışlı d avranılır ona karşı. Kız ço cuk bu d eneylerd en geçerek şarkı sö ylenm ez kesinlikle. Bir kad ın, bızırın alınm ası (kad m sünneti) sırasınd a çekilen acıyla karşılaştırılabilecek başka bir acı o lam ayacağını sö ylem iştir. Bö yle bir acı çeken kad ın bütün acılara katlanabilecek kad ar güçlü hissed er kend isini. Direnç gö sterm enin ö nem i kad ınlara gö re erkekler arasınd a d aha ço k d ile getirilse d e herkesten to p luluğun id ealine uygun d avranışlard a bulunm ası bekle- nir."utancın karşısınd a ö lüm ço k d aha güçlü bir güzelliğe sahip."216 d iyor bir Bariba atasözü. P. Clastres başka bir kıtad a, A che d elikanlılarının ergenlik çağm a geçiş tö renlerini anlatıyo r; bu tö ren sırasınd a d elikanlının sırtına, d erisini p arça parça ed en v e ço k acı veren bir d ö v m e yapılıyo r. Bu am açla d elikanlı yerd e uzanıyo r ve sırtını 198

194 "yarm a işini yap acak g ö rev li"ye teslim ediyor. Bu kişi ço cuğun sırtım, siv ri bir taşla om zund an beline kad ar yarıyor. Bu işi yap arken taşa bütün gücüyle bastırıyor, yırtıyo r d eriyi ve yaklaşık on tane d ik ve paralel çizgi çekiyo r/ 'Ko kunç bir acı bu[...] am a[...] d elikanlı kesinlikle yakınm ayacak, en küçük bir inilti ya da ağlam a sesi çıkarm ayacaktır: kend ini kaybed ecek am a d işlerini sıkacaktır kesinlikle. Yiğitliği v e ad am olm aya ad ay o ld uğu bu d irenciyle d eğerlend irilecektir."217 Geleneksel to p lum lard aki geçiş riti, ço k zo rlu d eneyim ler aracılığıyla bu to p lum lann kabul ettiği ahlaksal d eğerlerin kazanılm asına yö nelik bir uygulam ad ır. Toplum sal ilişkilerin tem el d eğerlerini gö sterir ve ö zellikle d e üyelerine ritüel bir çerçeve içind e, yaşam ın sıkıntılarına gö ğüs germ eye hazırlayan bir acı d eneyim i yaşatır. Ço ğu zam an d üşm anlıkların egem en o ld uğu bir çevred e cesaret to p luluğun hayatta kalabilm esi için gerekli ço k tem el bir erdemd ir. Çekilen acı bir panzehird ir, o lası felaketlere karşı b ir d irenç hafız asını içselleştirir, d elikanlıy ı karşılaşacağı zo rluklara karşı daha az kırılgan yapar. Karakteri güçlend irm eyi hedefler. D elikanlıyı bilinçli bir şekild e bir acıyla karşı karşıya getirm ek to p luluğun, hayatını id am e ettirebilm esi için o nd a bulunm ası gereken niteliklerin test ed ilm esid ir: Direnç, so ğukkanlılık ve cesaret. Geçiş tö renleri bir to p lum sal m o ral o kulud ur ve bu o kuld a, bıçak d eriye gird i ğind e y a da d eriyi yırttığınd a hiçbir şey o lm am ış gibi acıya dayanm ak gerekir. A cının şid d eti acı içind e acı gibid ir v e bilinçli bir tavırla bu acıya egem en o lm ak, kend isini bo yund uruk altına alacak güce bo yun eğm eyen bir delikanlının yiğitliğini ve d o layısıyla d a içind e yaşad ığı to p luluğa tam anlam ıyla katılım ını gösterir. Yaşam ının d eğeri, am acı, gruba katılım ının bir üslubu o lan bu d irenç anını da gerekli kılar."a cı çekeceğim i biliyo rd um kesinlikle am a adam o lm ak istiyo rd um ve ad am sınıfına girebilm em için hiçbir şey zo r gö zükm üyo rd u."218 A cıya d irenm e d elikanlının tartışılm az m eziyetleriyle hak ettiği ve herkesin ö nünd e verilm iş bir tür brö v e gibidir, buna kar 199

195 şılık talihsizce atılan bir çığlık ya d a ço k fazlı sırıtan bir ko rku, m ensup o ld uğu to p luluğun v e ailesinin ö nünd e so n derece d eğersiz bir d urum a d üşürür onu. D elikanlının so syal statüsü, to p luluk üyesi o larak d eğeri bağlam ınd a da aynı şey söz ko nusud ur. A cıd an kaçan genç bir karakter zaafı, ko rkaklık gö sterm iş o lur v e bu ko şullard a gerçek ad am olam az, içind e y aşad ığı to p luluğa entegre o lm ası sorunsaldır, ahlaksal d üzeyi yeterli değild ir. Bu ço k ö nem li g ünd e direnç zaafı içind e o l m a d urum u, sö z ko nusu kişiyi tüm yaşam ı bo yunca gö lge gibi izler. Çö llerd e, Bed evilerle birlikte d o laşan Thesier arkad aşlarınd an, y akın zam and a, M aha kabilesind e izled ikleri bir sünnet tö reni izlenim lerini d inliyo r: "A li'nin o ğlu çükü kesild iğind e o rtalığı ayağa kald ırd ı" d ed i katıla katıla gülen Sa- id."kız gibi çığ lık atıyo rd u." H erkes gülm eye başlad ı ve kim i leri d e "A llah yüzünü kara çıkarsın em i" d iye bağırdılar. Z a v allı ço cuğun başına gelen talihsizlikten çevred eki tüm Bed e vilerin haberd ar o lacakları kesind i."219 A cı insanı d eğerlend i ren bir ö lçüdür. A cıya d irenem em ek d o ğa karşısınd a bir güçsüzlük belirtisid ir. Kültür, biyo lo jik kurallar tarafınd an yö netilm ekten ço k bunlara egem en olm a girişim ind e bir üyesinin şahsm d a bo zguna uğramıştır. Burad a acıya yüklenen bir anlam sö z ko nusud ur: Topluluğ u ay nı referanslar etrafınd a birleştirerek belleğ i g üçlend irm ek. Paylaşılan acı o rtak d uyguları güçlend irir v e bu d uygular d aha so nra aynı yaştaki gençlerin o luşturd ukları ayrıcalıklı ilişkiler sayesind e d aha da güçlend irilir v e sürdürülür. Z ev kten ya d a neşed en d aha güçlü bir so syal bağd ır, zam an içind e anekd o tlar, acıları, p aylaşılan heyecanlan hatırlatarak kad er birliği yaratır. Bö ylece kuşaklar arasınd a bir süreklilik kurulur. D aha ö nce, aynı d eneyleri yaşayan ağabeylerin çizd i ği y o l gençlerin içind eki zenginlikleri seferber ed er ve soylula- şırlar bu gençler bö ylece. Bu gençler tek başlarına acı çekm ezler, babaları gibi (ya d a kızlar sö z ko nusuysa analan gibi), ağabeyleri gibi, belli günlerd e herkesin kişisel yeteneklerini sergi 200

196 led iği bir süreklilik içind e, birlikte acı çekerler. Genç, ko lektif bilinç d o ğrultusund a hareket ed er ve kuşaklar zincirind eki yerini alır. A cısıyla m ücad ele ed erken asla yalnız değild ir, yetişkinliğe geçiş tö renind e çekilen acılar o rtak acılardır. So rum luluktan kaçan v e to p luluğa sad ece zaaflarını gö steren gencin nasıl bir to p lum sal d üş kırıklığı yarattığı anlaşılır bir şeydir. Şö yle d iy o r Pierre Clastres: "İnisyasyo n tö reni grup tan bireye, kabiled en gençlere uzanan bir ped ago jid ir. D iyalo gsuzluk ve kabullenm e ped ago jisi: D o layısıyla inisiyeler işkenceler karşısınd a susm ak zo rund ad ırlar. H içbir şey sö ylem eyen kabullenir. N eye razı o lurlar d elikanlılar? Bund an bö yle ne o lacaklarsa o nu kabullenm eye razı o lurlar: Top luluğun bütün haklara sahip üyeleri."220 G eçiş tö renleri sırasınd a çekilen acı birbirini izleyen, ço k titizce hazırlanm ış d enem eler aracılığıyla kim i zam an aşın bo y utlara ulaşır, acı çeken d elikanlının sabrı insanlık ko şullarının sınırlarına dayanır. Bütün bunların am acı o nu artık hiçbir tehlikenin ya d a d üşm anın ko rkutam ayacağı gerçek bir insan yapm aktır. İnisiyeler bu tö renler sayesind e ö lüm karşısınd a hiçbir ko rku duym azlar. 1832'd en başlayarak Prairie yerlileri arasınd a çalışan etno lo g ressam Geo rges Catlin "M and an kabilesinin yıllık tö renini" büyük bir hayranlıkla anlatır. 221 A d aylar bu tö renlerd en ö nce d ö rt gün o ruç tutm ak v e üç gün üç gece uykusuz kalm ak zo rund ad ırlar. Bu ned enle bitkin d ü şen d elikanlılar kend ilerini g eçecekleri d eney lere hazırlam akla gö revli kim selerin ellerine teslim ed ilir: "Ö nce, acı çektirilecek d elikanlıların bed enlerine şişler geçirilird i, sırt kısm ına, o m uzlara, gö ğse, ko llara, kalçalara, d izlere." Bir gö revli elind eki bıçakla ad ayın d erisini birkaç santim etre kad ar kald ırır ve "d elikanlıya daha fazla acı çektirm ek için ö zenle tuza bulanm ış" bir bıçakla d elikler açar bed enind e. İkinci bir gö revli açılan yaralara şiş sokar. Dakikalarca sürer bu işlem ve bu sırad a delikanlı hiç hareket etm ez, yere d o ğru eğilm iştir ve bu iki gö revlinin işlerini ko laylaştırm ak için elind en gelen her şe 201

197 yi yapar. Bu uygulam aların yö nlend irild iği m erkezin bulund uğu yap ının tep esind e bir ip uzatılır ve bu ip d aha sonra ad ayların sırtlarına ya d a gö ğüslerine so kulm uş v e kafatasları y a d a silahlarla d o natılm ış şişlere bağlanır ve iyice gerilir ve d aha so nra M and an kabilesi d elikanlıları bo şluğa bırakılır. Şö yle d ev am ed iyo r Catlin: "Bu d elikanlıların acılarına katlanırken gö sterd ikleri sükûnet hatta so ğukkanlılık işkence o lgusund an ço k daha o lağanüstüyd ü. H içbir d elikanlı, bıçak bed e nine girerken yüzünü buruşturm ad ı, H atta benim o sırad a resim lerini yap tığım ın farkınd a olan bazıları gö zlerim in içine bile bakıp, gülüm sed iler ve bunlar o sırad a, aynı zam and a bed enlerind e gıcırd ayan bıçağı hissed iyorlard ı. G ö zyaşlarım ı tutam ıyo rd um." A ğırlıkları altınd a ezilen gerilm iş d eri, sel gibi akan kan, işkenceye ö lüm cül bir hava katar. Uzun so palarla bed enler kend i çevrelerind e döndürülür. Bu ço cuklar bitm ek bilm eyen acılard an ancak bayıld ıklarınd a kurtulurlar ve kısa süreli bir kurtuluştur bu çünkü ayıld ıklarınd a m erkezin başka bir bö lüm üne sürüklenirler ve o rad a o nları, ö nünd e bir bizo n kafatası gö rülen ve elind e küçük bir balta o lan bir savaşçı bekler. H er inisiye sırayla küçük p arm ağını Büyük Ruh'a fed a ed eceğini bild irir ve elini kafatasının üstüne ko yar: "Parm ak bir balta d arbesiyle zıp lıyo rd u. Bu d eneyd en d e geçtikten sonra tanrıya küçük parm aklarının arkasınd an baş parm aklarım d a aynı so ğukkanlılık içind e feda ed en insanlar gö rd üm : O k atabilm ek için gerekli üç p arm ak yetiyord u o nlara." Tö ren bitm em iştir henüz. Bed enlerini d elik d eşik ed en o klar ve ağırlaştıran eşy alarla kö y m erkezine sürüklenir d elikanlılar. Kabilenin bütün erkekleri çığlıklar atarak halka oluştururlar. A d ayların bileklerine kayışlar geçirilir v e halka o luşturan erkekler bu kayışları çekerek, çılgınca bir yarışa sürüklerler d elikanlıları."birinci halkanın çevresind e ikinci bir halka o luşturulur: İki güçlü bekçi tarafınd an sürüklenen zavallı bed enlerin oluşturd uğu halka; Ö lüm e yani yeni bir bayılm a olayına kad ar o labild iğince uzun süre d irenebilm ek için m ücad ele ed ecekler 202

198 d ir."n ihayet bayıld ıklarınd a da halka d ağılm az/ 'H areketsiz bed enleri sürüklenir yerlerd e, kanlarıyla birlikte bed enlerine asılm ış eşyalarını da yitirirler; so nund a d erileri iyice yüzülünce şişler d e düşer. Bu işkence aletlerinin başka türlü çıkarılm a sı m üm kün o lam az; birisi elini sürecek o lsa bunlar Büyük Ruh'a hakaret etm iş olurd u ve ad aym o zam ana kad ar çekm iş o ld uğ u acıların v e sıkıntıların hiçbir anlam ı kalm az d ı." Bununla birlikte bed ene ço k sıkı biçim d e sap lanm ış şişlerin çıka- rılam ad ığı da olur. Catlin bö yle bir olaya da tanık olm uştur: "Bacağına bir ren geyiği kafatası bağlanan bir zavallı, halkanın etrafınd a bo şuna d ö nüp d uruyo rd u, yükü bir türlü bo şalm ı yo rd u ve d erisi d e yırtılm ıyo rd u/ Tö ren üstad ı, bu zavallının çevresind eki halkad a yer alan insanları durdurur, d elikanlı kend ine gelir, "sükûnetle kanlı ve p aram parça bacağına ve derisind e asılı kalm ış eşyaya baktı so nra m eyd an o kuyan bir gülüm sem eyle, kend isine y o l açan kalabalığın arasınd an Pra- irie'ye kad ar sürüklend i... Bir kilo m etre kad ar gitm eyi başard ı, bo ş bir alana ulaştı, o rad a üç gün, üç gece tek başına, kim sed en yard ım alm ad an ve aç, susuz kald ı, Büyük Ruh'a d ua etti. D aha so nra bed end en gelen akıntılarla birlikte şiş te d üştü v e d o ğrulam ayacak kad ar bitkin d urum d a o ld uğund an em ekleyerek kö ye d ö nd ü." Geçiş tö renleriyle ilgili etno lo jik literatür incelend iğind e, tö renin am açlarını aşan v e d elikanlının büyükleri tarafınd an d ö vüld üğü, aşağıland ığı, hakarete uğrad ığı, acı çektirm e olgularının ço k sık gö rüld üğüne tanık olunur. G üney Kam erun Beti'lerinin So erkek inisy asy o n tö renini anlatan M. H o usem an bunun bir versiyonunu aktarır. Ö ncelikle sırtta açılan d e rin bir yarayla acem ilerin d ayanm a gücü ö lçülür ve d elikanlılar d aha so nra yeni statülerini kazanırlar. So n bir d eneyd e ise, d elikanlılar yaklaşık o n m etrelik bö lüm ünü ısırganların arasınd an geçerek tam am layacakları bir tünele d o ğru ko şarlarken büyükler onların üstüne ısıran karıncalar atarlar." A m a tö renin başınd a ve so nund a gelen b u "m antıklı ve o nurlu" acı 203

199 anlaşılm az v e aşağılayıcı başka bir acıyla karşıtlaşır."222 Büyüklerd en bo l bo l d ayak yem e, saçm a ve zo r d eneylerd en geçm e, ısırd ıklarınd a ço k acı veren siyah karıncaların kaynad ığı ağaçlard a m eyve to p lam ak vb. Şö yle bitiriyo r yazısını H o usem an: "A d aylard an istenen, d ünyayı ve kend ilerini yenid en d eğerlend irm elerid ir ve bu, sad ece inisiyasyo n eylem leriyle (bunların d ışınd a tanım lanm aları m üm kün d eğild ir) ulaşılabilen daha ö nem li b ir gerçek d üzeyinin varsayılm asıyla m üm künd ür."223 Büyüklerin pervasızca çektird iği bu anlam sız acılar tö ren eğitim ine hiçbir katkı getirm ezler. Tersine to p luluğun bireyler üstünd eki m utlak gücünün hatırlatılm ası, bund an bö yle yetişkin statüsüne alm an inisiyelere tavizsiz biçim d e uygulanan bir o to rite gö sterisi o labilir bu. Geçiş tö renleri sırasınd a acının to p lum sal uygulanışınd a bir yığın anlam vardır. Tek yanlı bir uygulam a sö z ko nusud ur: Sad ece büyükler küçüklere acı verebilir, tersi asla m üm kün d eğild ir. D elikanlılara y ap ılan kö tü m u am elelerin am acı o nların d irençlerini artırm ak, gelecekte üstlenecekleri so rum luluklara layık insanlar yap m aktır. Bazı to p lum lard a acem ilere, yenilere yap ılan ço k ağır ho şgeld in şakaları gibi, bir zam anlar d ayak yiyen büyüklerin şim d i d ayak atm aları, to p luluğun tüm bireyleriyle eşit o lm a anlam ına gelen v e farkınd a o lm ad an ö zlem i çekilen yetişkinlik çağ m a g eçiş sırasınd a küçüklere karşı hissettikleri çelişkili d uy g ulan ifad e eder. Ö d enecek bed el, büyüklerin so n d irenci ve kısa süre so nra geçerliği kalm ayacak o lan güçlerinin sem bo lü her şeye rağm en tö renlerin yö nlend ird iği bu şid d et o lgusuyla ilişkilidir. So n kez ayncalıklarm ı gö sterm eleri için her türlü ö zgürlük tanım r o nlara/ 'Büyükler küçüklere o labild iğince şid d etli acılar çektirm ek için çaba harcarlar" d i yo r P. Clastres v e d ev am ed iyo r: "G uay aki'lerd e acem ilerin d erilerini kesm ek için bam bu bir bıçak fazlasıyla yeterlidir. A m a yeteri kad ar acı verm ez. D o layısıyla bir taş, biraz keskince bir taş kullanm ak gerekir am a ço k d a fazla kesici o lm am ası gerekir bu taşın... kesm e yerine d elm e işine yarayacak bir taş. 204

200 Ve bu aland a uzm anlaşm ış biri, d ere yataklarınd a bu işkence taşlarını arar."224 A cı kutsal bir yaradır. İnsanı huzurlu d ünyasınd an ko p arır ve d ayanılm az o lana zorlar, bed end e silinm ez d eğişiklikler gerçekleştiren d ö nüştürücü bir güçtür. Yarattığı algılam a gücünün ö tesind e bir d ünya getirir. Bu anlam d a acem ilere acı verm enin ve o nları sakatlam anın büyüklerin tatm ış o ld ukları ve tö renlerin d enetim ind eki bir eylem o lm ası anlaşılır bir şeydir. Gençlik kim liğinin p arçalanm ası acem iyi eski tutsaklıklarının ö tesine gö türen v e o na d ünyayla yeni bir ilişkinin yo llarını açan bir şid d et d eneyim iy le desteklenir. A cı, acem inin yıkılm am ası için, belli süreler içind e tö rensel uygulam alar içind e gerçekleştirilm esi gereken yakıcı bir kutsallık deneyimid ir. İnisiyasyo n tö reni sırasınd a d elikanlıya çektirilen acı ve bed e nind e açılan yaralar o ço k ö nem li anın o naylanm ası, belleğin güvence altına alınm ası v e artık aşılm ış o lan bir kişiliğin sarsılmasıdır. A cem i, ço k büyük sim gesel d eğeri o lan gö rünüm ünd eki fizik d eğişiklikle so syal anlam d a yenid en tanımlanır. A cı sö zleşm eyi o naylayan damgad ır, sıkıntılarını aşm anm verd iği d uygular içind e güçlenm iş yeni bir insan d ünyaya getirir. İfad e ed ilm esi ço k zo r o lan bu d eneyim artık gerid e kalm ış o eski insanı yo k ed er v e yeni insanın d o ğum una eşlik eder. M ircea Eliad e'y e gö re tö renlere d am gasını v uran acı sem bo lik anlam d a eski aid iyetlerind en annarak yenid en d o ğ m a o lanaağı veren ö lüm le eşdeğerd ir. Eliad e A frika to p lum la- nm n geçiş tö renlerind eki sünnet acısının "bir inisyasyo n ö lüm ü ifad esi" o ld uğunu sö yler."225 D ü n y a y a a ç ıl m a a n l a m ın d a a c ı Yaşam ın bed elinin v e insanın, kend isine kesinlikle yabancılaşm ad an ve başkalannd an uzaklaşm ad an kend i bed enind en ö zgürce yararlanabilm esinin hatırlanm asınd a parad akso l bir 205

201 acı erd em i vardır. Rahatlam a, d ünyaya yenid en gelm e, geçici o larak sakatlanm ış bir yaşam ın tam anlam ıyla yenid en sahiplenilm esi gibidir. So krates P h aid o r ida zincirlerind en kurtulup d o stlarıyla zev k ve acı d iyalektiği so rununu tartışm aya başlad ığınd a bu d uygularını d ile getiriyo r: "Biri o rtaya çıktığınd a arkasınd an ö bürü geliyor. Sanıyo rum benim başım a gelen de buyd u çünkü zincirin ayağım a verd iği acının arkasınd an zev k d uym aya başlıyo rum... hissed iyorum b unu."226 Kaybed ilm iş gibi gö züken şeyin yenid en bulunm asıyla acıd an uzaklaşm a, yenid en d ünyaya gelm e d uygusuyla birlikte d ünyaya yaklaştırır ve az ya d a ço k uzun bir süre, yaşad ığını yo ğun biçim d e hissettirir insana. M o ntaigne bu tesp iti yineliyo r: "A nid en gelen d eğişikliği hissetm ekten d aha ho ş bir şey o labilir m i? Taş d üşürm ek gibi o lağanüstü bir acıd an so nra, çakan bir şim şek gibi, pırıltılar saçan sağlığa yenid en kavuşm ak, şid d etli ve anid en bastıran karın ağrılarınd an so nra rahatlam ak... ö zgürlüğü v e d o p d o lu bir yaşam ı yenid en bulm ak, bund an daha güzel bir şey olabilir m i? Ço k kısa bir süre içind e ilaçla iyileştirm e zev kini tattığım ız bir acı ya da ağrıyı çekm ek ned ir ki? H astalıktan so nra sağlığa kav uşm ak kad ar güzel bir şey yo k bence; ve hastalık ve sağlık birbirine o kad ar yakınd ır ki ben birbirlerini d ened ikleri, birbirleriyle çekiştikleri, m ücad ele ettikleri o ihtişam lı halleri içind e tanıyabilirim ancak o nları v e ayıram am birbirlerind en!"227 A ynı etkinlik içind e güçsüzlük d uygusunun o rtaya çıkm ası v e ö te yand an d a egem enlik bo yutlarının o rtaya çıkm ası ço k bilinen bir olgudur. Lo uis Lav elle'e göre "her insan, kesinlikle kend isine sald ıran acıyı p üskürtm ek ister; am a geçm iş yaşam ına şö yle bir baktığınd a kend isini en fazla etkileyen şeyin çekm iş o ld uğu acılar o ld uğunu farkeder; bu acılar d am gasım vurm uştur; yaşam a cid d iyet ve d erinlik kazand ırır; insan yaşad ığı d ünyayla ve kad erinin anlam ıyla ilgili o larak en tem el bilgileri bu acılard an çıkarm ıştır."228 A cı, yaşam a co şkusuna gerçek d eğerini veren bir ko ntrap unto gibi yer alır yaşam ın içinde. Yaşam sad ece gerçekten ge 206

202 çici, tehd it altınd a o ld uğu için değerlidir. A cı ya d a ağrıları d i nen ya da yavaş yavaş iyileşen bir hastanın hissettiği m utluluk, uzun bir hastane d ö nem ind en so nra gelen ilk ö zgürlük günlerinin keyfi d e ö rnek gö sterilebilir bu bağlam d a. İyileşen her acıd a p o tansiyel o larak bir inisyasyo n bo yutu, yaşam ı daha yo ğun biçim d e yaşam aya bir d avet vardır. Çünkü acı insanı kend ind en koparır, eski kim lik d uygusunun kö k sald ığı huzuru altüst eder, çekilen acı antro polo jik o larak rad ikal bir değişim ilkesidir. Geçiş tö renleri acıyı, yenid en o luşm uş kim liğe kavuşm a tekniği gibi entegre eder. Bir bilgi aracıdır, insanın kend i sınırlan içind e bir d üşünm e biçim i v e başkalarını daha yakınd an tanım a biçimidir. A cı bir m etafiziktir, geçip gittikten so nra, insanın, d aha geniş anlam lı ve yaşam a zevkine d avet ed en bir d ünyaya yerleşebilm esi için gerekli m esafeli bakışı sağlar. D ehşet ve ö lüm d uyguları içind e tahrip ettiğind en ve hareketsiz hale getird iğind en, hastalığınd an kurtulan insand a yaşam ın bed eli d uygusunu kö kleştiren bir anahtardır. A cı kutsal bir vahşidir. N için kutsal? Çünkü insanı aşkm lık d eneyim i ne gö türürken kend isinin d ışına atar ve o na varlığınd an habersiz o ld uğu birtakım zenginlikleri gösterir. Ve v ahşid ir çünkü kim liğini bo zarak yap ar bunu. Tercih şansı bırakm az insana. Yanma riskinin büyük o ld uğu bir ateş deneyimid ir. A cısının kend isini v e tüm o nurunu yitirm esine yo l açan bir felaket o lm ası ya da tersine başka bir bo yutunu gö rm esini sağlayan bir şans o lm ası kend i elind ed ir insanın: Bu bo yut acı çeken ya d a acı çekm iş o lan am a d ünyaya gö zlerini açarak bakan bir insanın boyutud ur. İnsan ya acının vahşetine bırakır kend ini ya d a bunları bo yund uruk altına alm aya çalışır. Bunu başarabild iğ i takd ird e başka bir insan o larak çıkar bu d eneyd en, daha d o lu bir yaşam a doğar. 229 A m a acı yerleşm enin serbest o ld u ğu bir kıta değild ir, d ö nüşüm için rahatlam a gerekir. 207

203 T eş ek k ü r A cı üstüne bir şeyler yazm ayı yıllardır düşünüyo rdum. Veriler, notlar, konuşmalar biriktiriyordum ama bu kadar iddialı bir amaç ürkütüyordu beni. İnsan bilimlerini ve pratisyen hekimliği yakınlaştırmak için bitmez tükenmez çaba harcayan Jean Broussier kuşkularım ı giderdi ve bu türden bir sorunun etik am açlarıyla antropolojik verilerin hekimler tarafından tanınmamasından söz etti bana. Girişimimi teşvik eden öteki isimler A jans Réactiften Guillemette Iskhinazi, Philippe Raffin, Michel Delarbre "A vrupa'da acı" konulu bir inceleme istediler benden ve böyle bir araştırmayı gerçekleştirebilmem için gerekli o lanakları sağladılar. Bu konuyla ilgili rapo rum u kend ilerine verdikten so nra yarı yolda kalmak düş kırıklığı içinde bırakacaktı beni. A raştırmalarımı sürdürdüm. Bana gösterdikleri güvenden dolayı teşekkür ed iyo rum kendüerine. Susanne Mussard, A lain Gras, Freddy Raphaël, A ndré Rauch, Patrick Vendermeersch, ço k d eğerli tavsiyelerde bulund ular, m ü teşekkirim kend ilerine. A yrıca katkılarından dolayı François-Dominique Charles, Jean-Michel Clavert, Nicole Dreyer-Muller, Christian Michel, Souâd Hariki, Josette Estrad e'a da teşekkür ediyorum. Tours hastanesinde birlikte çalıştığımız Philippe Bagros'a da ço k şey borçluyum; hekim lik uygulam alarını ve so runsalını paylaşarak önemli bir birikime sahip oldum sayesinde. Öğrenciliğim sırasında otistik çocuğun ıstırabı konusunda yaptığımız ateşli tartışm alar d o layısıyla Christine Guichard'a da d o stluk d uygularım ı ifade etmek isterim. Bu konuşmaları her zaman hatırlıyorum ve onun deneylerinden sürekli yararlandığımı da belirtmek isterim. A ynı şekilde Hnina Tuil'e de çok şey borçluyum: Onunla hastanede tedavi deneyimleri konusunda uzun tartışmalar yaptık; kendisine ayrıca manüskrileri tekrar tekrar okuması, uyarılan, eleştirileri, titizliği v e disipli d o layısıyla d a teşekkür ediyo rum. 208

204 Bibliyografya A ïa c h P., K au fm an n A., W aissm an R., V i v r e a v ec u n e m a la d ie g r a v e, Paris, Méridiens-Klincksieck, Aïn J. (éd.), So u ff r a n ces. Q u el sen s a u j o u r d h u i? Toulouse, Erès, A n g e l l M., "Th e q u ality o f m ercy ", T h e N ew E n g l a n d Jo u r n a l o f M ed i c i n e, v o l. 306, n 142,1994. B a rg o s P., Le B re to n D., «"Les èmigraines". interculturalitè et anxiété â l'hôpital», L e Jo u r n a l d es p sy c h o l o g u es, n 73,1989. Ba k a n D., D isea se, P a i n a n d Sa c r i f ic e. T o w a r d a P sy c h o l o g y o f Su f f e r i n g, Chicago, Beacon press, B a l i n t M., L e M éd eci n, so n m a lad e et la m a la d ie, Paris, Payot, B a sz a n g e r I., «Les maladies chroniques et leur ordre négocié», R evu e f r a n ç a i se d e so cio lo g ie, XXVII, B a sz a n g e r L, E n t r e co m p r en d r e et so ig n er. L es d éb u t s d es cen t r es de la d o u l eu r en F r a n c e, Paris, CNRS, 1987 B a sz a n g e r I., «Douleur, travail médical et expérience de la maladie», Sc i en c es so cia les et sant é, vol. VII, n 2,1989. B a sz a n g e r I., «Émergence d 'un groupe professionnel et travail de légitimation. Le cas des médecins de la douleur», R ev u e f r a n ça ise de so c io lo g ie, XXXI-2,1990. B e l o tti E.G., D u c ô t é d e s p e t it e s f i l l e s, Paris, Des femmes, B e e c h e r H.K., M ea su r em en t o f Su b j ecti v e R esp o n ses: Q u a n t i t a t i v e E ff ects o f D r u g g s, New York, Oxford University Press, B e e c h e r H.K., «Surgery as placebo», JA M A, vol. 176,1961. Be e c h e r H.K., «Pathology and experiment in advancing study o f subjective responses, w ith emphasis on pain», i n Be e c h e r H.K., (ed.), D isea se and t h e A d v a n c em en t o f B a si c Sc i en c e, Cambridge, Harvard University Press, B e e c h e r H.K., «The measurement of pain», P h a r m a co lo g ica l R e v i ew, n 9,1957. Be e c h e r H.K., «Relationship of significance o f w ound to the pain experienced», JA M A, vol. 161,1956. B e e c h e r H.K., «TTie Pow erful placebo», JA M A, vol. 159,1955. Beg u in A., B l o y, m y st i q u e d e la d o u l eu r, Paris, Labergerie, B e l tr u tti D., «Cultural factors in chronic pain», P a n m in er v a M ed i c a, n 26,

205 Be n n a n i ]., L e C o r p s su sp ect, Paris, Galilee, B e n o is t J., «Le médicament, opérateur technique et médiateur symbolique», P r o jec t i o n s, n 1, B e n o is t ]., A n t h r o p o lo g i e m éd i ca le en so c iét é cr éo le, Paris, PUF Be n so n H., M a c c a llie D.P., «A ngina pectoris and the placebo effect», N ew E n g l a n d j o u r n a l o f m ed ic in e, vol. 300, n 25,1979. B e rn a rd M., «Les paradoxes de la douleur», E sp r i t, n 2,1982. B e s s o n J. M., L a d o u leu r, Paris, Odile Jaco b, B lo c k A.R., K re n e r E., G a y lo r M., «Behavioral treatment for chronic pain: the spouse as a discriminiative cue for pain behavior», P a i n, n 9,1980. B o lta n s k i L., «Les usages sociaux du corps», A n n a l es, 26e année, janv-fév Bo u r ea u F., P r a t i q u e d u t r a it em en t d e la d o u l eu r, Paris, Douin, Bo u re au F., C o n t r ô l er v o t r e d o u l eu r, Paris, Payot, Bo u re au F., L e iz o ro v ic z, C a u lin F., «Effects placebo sur les. douleurs métastatiques osseuses», L a P r esse m éd ica le, n 17,1988. Bo w k e r J., P r o b l em s o f Su f f er i n g i n R eli g i o n s o f t h e W o r ld, Cambrid ge, Cambridge University Press, B re n a S., P a i n a n d R eli g i o n : a P sy c h o p h y sio l o g ic a l St u d y, CC Thomas, B r e n o t P., L es M o t s d e la d o u l eu r, Paris, L'esprit d u temps, Bro sse J., I n v en t a i r e d es sen s, Paris, Grasset, Bu y te n d ijk F.J.J., D e la d o u l eu r, Paris, PUF, L es C a h ier s d e V a r sovi e, «La souffrance au Moyen  ge (France, XIIe-XVe siècles)», Varsovie, C am b ie r J., C o r p s et d o u l eu r, Paris, Masson, C an g u ilh e m G., L e N o r m a l et le Pa t h o l o g iq u e, Paris, PUF, C a r r ie r C., P e y tav in A., «Douleur ou anxiété, cet envers de la médaille», C i n ési o l o g i e, n 132,1990. Centre de Recherches Germaniques, L e M a l et la D o u leu r, Nancy, P U N, Chalier C., L a P er sévér a n c e d u m a l, Paris, Cerf, C h e rto k L., L e n o n -sa v o i r d es p sy, Paris, Payot, C h e rto k L., «Hypnose et douleur», L 'É n i g m e d e la r ela t io n a u cœ u r d e la m éd eci n e, Paris, Les Empêcheurs de tourner en rond,

206 C h irp az F., L e C o r p s, Paris, PUF, C la r k M im s B., «Sociological and cultural aspects of pain», in Tollison G.D., H a n d b o o k o f C h r o n ic P a i n M a n a g em en t, C la r k W.C., C la r k S.B., «Pain responses in nepalese porters», Scien ce, n 209,1980. C la v e rie B., Le B a rs D., Z a v ia lo f f N., D a n tz e r R., D o u leu r s. T.l: D u n eu r o n e à l'h o m m e so u f f r a n t ; T.2: So ciét és, p er so n n e et ex p r ession s, Paris, Eshel, C o m m u n i o, XIII-6,1988. C o ste ]., «Notion grecque et notion biblique de la "souffrance éducatrice"», R ech er ch es d e sc ien c e reli g i eu se, vol. XLVIII, C ra ig K.D., «Social modeling influences: pain in context», in Stem bach RA., T h e P sy c h o l o g y o f P a i n, New York, Raven Press, C ro o g H., «Ethnies origins, educational level, and responses to a health questionnaire», H u m a n O r g a n iz a t i o n, D a v itz L. L., et al., «Suffering as view ed in six different cultures», A m. Jo u r n a l N u r s., n 76,1976. D e v isc h R., W ea vi n g t h e t h r ea d s o f l if e. T h e K h y t a g y n - eco - l o g i c a l h ea l i n g c u l t a m o n g t h e Ya k a, Chicago, University of Chicago Press, D e lv e c c h io G o o d M.J., Bro d k in P.E., G o o d B.J., K le in m an A., P a i n s a s H u m a n E x p er i en c e. A n A n t h r o p o lo g i c a l P er sp ecti v e, Berkeley, University o f Califo rnia press, D o d ie r N., «Corps fragiles. La construction sociale des événements corporels dans les activités quotidiennes de travail», R evue f r a n ç a i se d e so c io lo g ie, vol. XXVII, D o d ie r N., L 'E x p er t i se m éd ica le, P a r i s, M ét a i l i é, D u n n -G e ie r B.J., et a i es, «A d o lescent chro nic p ain: the ab ility to co p e», P a i n, n 26,1986. E g b e rt L.D., et a l, «Reduction o f postoperative pain by encouragement and instruction o f patients: a study of doctor-patient rapport», N ew E n g l a n d Jo u r n a l o f M ed i c i n e, n 270,1964. E n g e l G.L., «"Psycho genic" pain and the pain prone patient», A m er ic a n Jo u r n a l o f M ed i c i n e, n 26,1959. E n g e l G.L., «Guilt, pain and success», Psy ch o so m a t ic M ed i c i n e, vol. 24, n 1,1962. E n g e l G.L., «The need for a new medical model: a challenge for bio-medicine», Scien ce, n 196, H

207 E r l i c h M., L a M u t i l a t i o n, Paris, PUF, Ev an s F.}., «Expectancy, therapeutic instructio ns and the placebo responses», itt W hite B.T., Schartz G.E., Placebo: T h eory, Resea r ch a n d M echa n ism s, New York, Guilford Press, Fa g e rh a u g h S., Stra u s s A., P o li t i c s o f P a i n M a n a g em en t : St a f f - p a t i en t s I n t er a c t i o n s, Menlo Park, Addison-Wesly, Faiz a n g S., P o u r u n e a n t h r o p o lo g ie d e la m a la d ie en F r a n c e. U n r e g a r d a fr i c a n i st e, Paris, Éditions de l'ehess, Fie ld s H.L., D o u l eu r s, Paris, Medsi, FL a n n e ry R.B., So s J., M a c G o v e rn P., «Ethnicity as a factor in the expression pain», P sy ch o so m a t i cs, n 22,1981. F o u c a u lt M., Su r v ei l l er et p u n i r, Paris, Gallimard, Fo u ru re G., M a l h eu r et ch â t im en t. H ist o i r e d 'u n e co n t r o ver se et r éf l ex i o n s t h éo l o g iq u es, 2 tomes, Lille, Fre e d m an L.Z., Fe rg u so n V.M., «The question o f "painless childbirth" in primitive cultures», A m er i c a n Jo u r n a l o f O r t h o p sych i a r t r y, n 20,1950. Fre u d S., Bre u e r ]., Étu d es su r l 'h y st ér i e, Paris, PUF, Fre u d S., «Deuil et mélancolie», in M ét a p syc h o lo g ie, Paris, Galimard, Fre u d S., I n h i b i t i o n, sy m p t ô m e, a n g o isse, Paris, PUF, G au v ain -P iq u ard A., M e ig n ie r M., L a D o u l eu r d e l en f a n t, Paris, C alm ann-lév y, G i o m a l e d i m et a fi si ca, «Il problema délia sofferenza inutile», N 1,1982. G o o d B.J., D e lv e c c h io G o o d M.J., «The meaning o f symptoms: a cultural hermeneutic model for clinical practice», in Eisenberg L. Kleinman A., (eds.), T h e R eleva n c e o f So c i a l Sc i en c e f o r M ed i c i n e, Dordrecht, Reidel Publishing C., G u illa u m e P., M éd eci n e, ég l i se et f o i (XIXe-XXe siècles), Paris, A ubier, G u illa u m in J., «Besoin de traumatisme à l'adolescence», A d o lescen ce, n 3,1985. G u tto n P., «A propos du travail de la souffrance de l'enfant», P sy c h a n a l y se à l 'u n i v er si é, vol. 4, n 15,1979. G u tto n P., «L'enfant et sa souffrance», P sy c h o lo g ie m éd ica le, t. VII, n 8,1975. H a in a rd J., K a e h r R., L e M a l et la D o u leu r, Musée d'ethnographie de Neuchâtel,

208 H ard y J.D., W o l l f f H.G., «On the nature of pain», P sy c h i a t r i c R eview < XXVII, H ard y J.D., W o l l f f H.G., G o o d e ll H., P a i n Sen sa t i o n s a n d R e a ct i o n s, Baltimore, W illiams and Wilkins, H av au x B., S te n u it A., V io lo n A., «Étude du seuil douloureux chez le sujet normal et chez le sujet douloureux chronique», R evue d e m éd eci n e de Br u x el l s, n 4,1983. H e r z lic h C, P ie r r e t M a l a d es d 'h i er, m a la d es d 'a u j o u r d 'h u i, Paris, Payot, H ilb e r t R., «The acultural dimensions of chronic pain: flaw ed reality construction and the problem o f meaning», So c i a l P r o b lem s, vol. 31, n 4,1984. H irs c h E., Médecine et éthique. L e d ev o i r d 'h u m a n i t é, Cerf, I l l i c h I., N em esis m éd i ca le, Paris, Seuil, Jak o b o v its I., Jew i sh M ed i c a l E t h i c s, N ew York, Bloch Publishing Company, Ja l l a d e S., «Médecine psychosomatique et douleurs rebelles», R evu e d e m éd eci n e psych o so m a t iq u e, vol. 16, n 1,1974. Ja lm a lv, La souffrance physique, n 21,1990. Ja n k e le v itc h V., L 'A u st ér i t é et la V i e m o r a le, Paris, Flammarion, Ja u lin R., L 'A n n ée ch a u v e, Paris, Métailié, Je a n - P a u l II, L e Sen s C h r ét ien d e la so u f fr a n c e, Paris, Le Centurion, Je lk S., «De la douleur à l'anesthésie», É q u i n o x e, n 8,1992. Je rp h a g n o n L., Pa sca l et la So u ff r a n c e, Paris, Èd. o u v rières, K e e le K.D., A n a t o m ies o f p a i n, Oxford, Blackxell Scientific Publications, K e e le K.D., Sm ith R., (eds), T h e a ssessm en t o f p i n i n m an a n d a n i m a ls, London, Livingstone, K e n t G., «M em oiy of dental pain», P a i n, n 21,1985, pp Kin g S.H., Per c ep t io n s o f I l l n es a n d M ed i c a l P r a c t i c e, New York, Russell Sage Foundatio n, K le in m a n A., P a t i en t s a n d H ea l er s in t h e C o n t ex t o f C u l t u r e, Berkeley, University o f Califo rnia Press, K le in m a n A., So c i a l O r i g i n s o f D ist r ess a n d D isea se. D ep r essio n, N eu r a st h en ia a n d P a i n i n M o d er n C h in a, New Haven, Yale University Press,

209 K le in m a n A., T h e I l l n ess N a r r a t i v es. Su f f er i n g, H ea l in g, a n d t h e H u m a n C o n d i t i o n, Basicbooks, K n o b e l M., R o u g ie rs S., B a c c o c h e H., L a So u ff r a n c e, Paris, Centurio n, K o o p m an C., E is e n th a l S., Sto e c k le J.D., «Etnicity in the reported pain, emotional distress and requests o f medical outpatients», So c i a l Sc i en c e a n d M ed i c i n e, n 18,1984. K o s te r litz H.W., T e re n iu s L.Y., (eds), P a i n a n d So ciet y, Deerfield Beach and Basel, Verlag-Chemie, K o ta rb a }., C h r o n ic a l P a i n : it s So c i a l D i m en sio n s, Bervely Hills, CA, Sage, K o ta rb a J., «The chronic pain expérience», in Douglas J., Jo hnson J., E x i st en t i a l So c io l o g y, New York, Cambridge University Press, L a c h a u x B., L em o in e P., Pla ceb o, Paris, Medsi, L a f a y A., (éd.) La Douleur: ap p r o ch es p l u r i d i sc i p l i n a i r es, L'Harm attan, Paris, L am b e rt W.E., Lib m an E., P o se r E.G., «Effect o f increased salience o f membership group on pain tolerance», Jo u r n a l o f P er so n a l i t y, n 28,1960. L a rk in s F.R., «The inluence o f one patient's culture on pain response», N u r si n g C l i n i c s o f N o r t h A m er i c a, vol. 12, n 4,1977. L a s s n e r J., «Psychosomatique et douleur», C a h ier s d 'a n a st h ésio lo g ie, t. 20, n 1,1972. L a v e lle L., L e M a l et la So u f f r a n c e, Paris, Pion, Le B r e to n D., Cor ps et sociét és, Paris, M éridiens-klincksieck, Le B re to n D., A n t h r o p o lo g i e d u co r p s et m o d er n it é, Paris, PUF, Le B r e to n D., L a So c io lo g i e d u co r p s, Paris, PUF. Que sais-je? Le B r e to n D., P a ssio n s d u r i sque, Paris, Métailié, Le B r e to n D., L a C h a i r à v i f. U sag es m éd ic a u x et m o n d a in s d u co r p s h u m a in, Paris, Métailié, Le B re to n D., «Corps et anthropologie: de l'efficacité symbolique», D io g èn e, n 153,1991. Le G a r r a c E., M o saïque d e la d o u leu r, Paris, Seuil, L é o n a rd J., A r c h i v es d u co r p s, Rennes, Ouest-France, L e ric h e R., L a C h i r u r g i e d e la d o u leu r, Paris, Masson,

210 L e ric h e R., L a C h i r u r g i e à l 'o r d r e d e la v i e, Paris, La Diane Française, L e v in as E., «La souffrance inutile», L es C a h ier s d e la n u i t su r v e i l l ée, n 3, Paris, Verdier, L e v in as E., L e T em ps et l 'A u t r e, Paris, PUF, Lev y G., (éd.) L a D o u l eu r : "a u - d elà d es m a u x ", Paris, Éd itio ns d es archiv es co ntem p o raines, Lew is C.L., L e P r o b l èm e d e la so u f fr a n c e, Paris, L ip to n J.-A., M a rb a c h J.J., «Etnicity and the pain experience», So c i a l Sc i en c e a n d M ed i c i n e, n 19,1984. L o c k M., G o rd o n D., (eds). B i o m ed ic i n e ex a m i n ed, Dordrecht, Kluw er A cademic Publishers, Lo ux F., R ic h a rd P., Sa gesse d u co r p s, Paris, Maisonneuve et Larose, Lo ux F., L e C o r p s d a n s la so ci ét é t r a d i t i o n n ell e, Paris, Berger-Levrault, M a c D o u g a ll J., P l a i d o y er p o u r u n e c er t a in e a n o r m a l it é, Paris, Gallimard, M ai 93. V a in cr e la d o u leu r, Colloque infirmier européen, MA I 93, M a rie -C a rd in e M., C o ttr a u x J., «A la recherche d e la subjectivité douloureuse», C a h ier s M éd i c a u x L y o n n a is, vol. 47, n 32, M a rty P., d e M 'U z an M., D av id C, L 'I n v est i g a t i o n p sy ch o so m a t iq u e, Paris, PUF, M a z a rs G., L 'H o m m e sa n s d o u l eu r, Paris, Calmann-Lévy, M e c h a n ic D., M ed i c a l So cio l o g y. A Selecti v e V iew, New York, Free Press, M e c h a n ic D., «Social psychologic factors affecting the presentation o f body complaints», T h e N ew E n g l a n d Jo u r n a l o f M ed i c i n e, 1982,286,21. M e c h a n ic D., «The influence o f mothers on their children's health attitudes and behavior», P ed i a t r i c s, n 33,1964. M e c h a n ic D., «Religion, religiosity, and illness behavior: the special case o f the jew s», H u m a n O r g a n iz a t i o n, vol. XXII, pasc. XXX, M e lz a c k R., «The perception o f pain», Sci en t i f i c A m er i c a n, vol. 204, n 2,1961. M e lz a c k R., T h e p u z z l e o f p a i n, New York, Basic books,

211 M e lz a c k R., W a l l P., Le D éfi d e la dou leu r, Paris, Vigot, M erk sey H., Sp e ar F.G., P ain : P sy c holo g ical an d P sy chiatric A s p e c ts, London, M o rin is A., «The ritual expérience: pain and the transformation o f consciousness in ordeals o f initiation», E tho s, vol. 13, n 2, M o rris D.B., T he C u ltu re o f P ain, Berkeley, University o f Califo rnia Press, M o u lin de D., «A historical-phenomenological study o f bodily pain in w estern man», B u lletin o f the H isto ry o f M edic in e, n 48, M o c c h ie lli R., In tro du c tion à la p sy c ho lo g ie stru c tu rale, Paris, D essart, N a th a n T., L' In flu en ce qu i g u ér it, Paris, Odile Jaco b, N a th a n T., La F o lie des au tres. T raité d' ethn o p sy chiatrie clin iqu e, Paris, Dunod, N a to li S., U E sperien z a del dolore. L e fo r m e del p atir e n ella cu ltu ra o c c iden tale, Milano, Feltrinelli, N em o P., Jo b e t l ex c ès du m al, Paris, Grasset, N e u sc h M., L e M al, Paris, Le Centurion, N ie tz sc h e F., L e G ai sav oir, Paris, Gallimard, N o re s J.-M., La D o u leu r e t la c on dition hu m ain e, Thèse, Paris, P a c e J.B., P ain : P erso n al E x p erien c e, Chicago, Nelson-Hall, P a s s o t C, La S o u ffran c e des au tres, Paris, Le Cerf, P a tr ic k C.J. C ra ig K.D., P r a c h in M.K., «Observer judgments o f acute pain: facial action determinants», Jo u rn al P erson al, soc. p s y c ho l., n 50,1986. P e rn ic k M.S., A calcu lu s o f su fferin g : p ain, p rofession alism an d an e sthes ia in n in teen th- c en tu ry A m eric a, N ew York, Columbia University Press, P e r r in E., «Passage d 'un système de soins à un système de santé: l'exem ple du mal de dos», E thn o lo g ic a H elv etic a, n 17-18, P e te r J.-P., (éd.), D e la dou leu r, Paris, Quai Voltaire, P e te r J.-P., «Silence et cris. La médecine devant la douleur ou l'histo ire d'une élision», Le G en re hu m ain, n 18,1988. P e te r J.-P., «A pories de la douleur», S c ien c es so c iales e t san té, V II- 2,

212 Pé t o n n e t C, O n est t ou s d a n s l e b r o u i l l a r d, Paris, G alilée, P e tr ie A., I n d i v i d u a l i t y i n P a i n a n d Su f f er i n g, Chicago, University o f Chicago, P ic h a rd - L é a n d ri E., G au v ain -P iq u ard A., (eds.), L a D o u l eu r ch ez l 'en f a n t, Paris, Medsi-MacGraw -Hill, Pig eau d L es M a l a d i es d e l 'â m e. E t u d es su r la r ela t io n d e l âm e et d u co r p s d a n s la t r a d it i o n m éd ic o -p h ilo so p h iq u e c la ssiq u e, Paris, Les Belles Lettres, Pinell P., N a i ssa n c e d 'u n f l éa u. H ist o i r e d e la l u t t e co n t r e l e ca n cer en f r a n c e ( ), Paris, Métailié, P o n ta lis J.-B., E n t r e le r êve et la d o u l eu r, Paris, Gallimard, Q u a d em i d el ci r co l o sem io lo g ico sic i l i a n o, «Il dolore. Pratiche e segni», n 32-33,1989. Q u e n e au P., O ste rm a n n G., L e M éd eci n, l e p a t i en t et sa d o u l eu r, Paris, Masson, R a u c h A., B o x e, v i o l en c e d u X X e siècle, Paris, Aubier, R a u c h A., «Violence et maîtrise de soi en boxe», C o m m u n i ca t i o n s, n 56,1993. Reik T., L e M a soc h ism e, Paris, Payot, Rey R., H i st o i r e d e la d o u l eu r, Paris, La Découverte, R ic œ u r P., L e M a l, Genève, Labor et Fides, R ig lia o P., «Il dolore, la morte, il senso. A ppunti per una riflessione», M a r g i n a l i t à e so ciet à, n 11,1989. R o b in so n V., V i c t o r y o v er P a i n. A n H i st o r y o f A n et h esia, New York, Shuman, Ro ss D.M., Ro ss S.A., «Childhood pain: the school-aged child's view point», P a i n, n 20,1984. R o w le y H.H., Su b m issio n in su f f er i n g, Cardiff, University o f Wales Press, R u ssie r ]., L a So u f f r a n c e, Paris, PUF, Sacks O., M i g r a i n e, Paris, Le Seuil, Sa la m a g n e M.-H., V a n ie r T., «Douleur physique. Souffrance globale à la phase ultime d'une maladie cancéreuse», R ev u e d u p a r t i c i en, t. XXXVI, n 9,1986. S a r a n o }., L a d o u leu r, Paris, Épi, S a r g e n t C., «Betw een death and shame: dimensions o f pain in the Barbia culture», So c i a l Sc i en c e a n d M ed i c i n e, n 12,1984. Sau n d e rs C., Bain e s M., L a V ie a id a n t la m o r t, Paris, Medsi,

213 S c a r r y E., T h e B o d y in P a in. T h e M a k i n g a n d U n m a k in g o f t h a W o r ld, Oxford, N ew York, Oxford University Press) S c h a t t n e r M., So u ff r a n c e et d i g n i t é h u m a in e, Paris, Marne, S c h e l e r M., L e Sen s d e la so u f fr a n c e, Paris, Aubier, S e b a g - L a n o ë R., «La souffrance du vieillard en fin de vie», L e So i n d es m a la d es en f i n d e v i e, a sp ect s ét h iq u es, Dossier documentaire, Centre Sèvres, Paris, S e b a g - L a n o ë R., M o u r i r a cco m p a g n é, Paris, Desclée de Brouw er, Sk ip p e r Jr J.K., L e o n a r d R.C., «Children, stress, and hospitalization: a field experiment», Jo u r n a l o f H ea lt h So c ia l B eh a vi o r, n 9, S o n t a g S., La Maladie comme métaphore, Paris, Le Seuil, S o n t a g S., L e Si d a et ses m ét a p h o r es, Paris, Christian Bourgois, S o u l a i r a c A., C a h n J. C h a r p e n t i e r P a i n, New York and London, S t e r n b a c h M. T u r s k y M., «Ethnie differences among housew i ves in psychophysical and skin potential responses to electric shocks», P sy c h o p h y sio l o g y, 1965, n 1. S t r a s s b e r g D., K l i n g e r B.I., «The effect on pain tolerance of social pressure w ithin the laboratory setting», Jo u r n a l o f So c ia l Psych olo gy, n 88,1972. S t r a u s s A., L a T r am e d e la n ég o c ia t io n. So c io l o g i e q u a l i t a t i v e et i n t er a ct io n n i sm e, Paris, L'Harmattan, S t r a u s s A., M i r o i r s et m a squ es. U n e in t r o d u c t i o n à V i n t er a ct io n n ism e, Paris, Métailié, S z a s z T., D o u l eu r et p l a i si r, Paris, Payot, V a r i l l o n F., L a So u ff r a n c e d e D i eu, Paris, Le Centurion, V a r o n e F., C e D i eu cen sé a i m er la so u f fr a n c e, Paris, Cerf, V a s s e D., L e P o i d s d u r éel: la so u f fr a n c e, Paris, Seuil, V e r s p i e r e n P., Fa c e à c elu i q u i m eu r t, Paris, Desclée de Brouwer, V i o l o n A., L a D o u l eu r r eb el l e, Paris, Desclée de Brouw er, W a c q u a n t L. JD., «Corps et âme. N otes ethnographiques d 'un aprenti bo xeur», A ct es de la rech erch e en scien ces sociales, n 80, W a n d - T e tl e y J.I., «Historical methods of counter irritation», A n n. P h y s. M ed. n 3,

214 W e is O.F., et a l es, «A ttitudes o f patients, housestaff and nurses tow ard postoperative analgesic care», A n est h. A n a l g., n 62,1983. W i t t g e n s t e i n W., Fic h es, Paris, Gallimard, W o l f f B.B., L a n g le y S., «Cultural factors and the response to pain: a review», A m er ic a n A n t h r o p o lo g i st, n 70,1968. Z b o r o w s k i M., P eo p le in P a i n, Jossey-Bass, San Francisco, Z b o r o w s k i M., H e r z o g E., L i f e i s w i t h p eo p le, international Universities Press, Z b o r o w s k i M., «Cultural components in response to pain», Jo u r n a l o f So c i a l I ssu es, n 8,1952. Zo l a I.K., «Culture and symptoms. A n analysis o f patients-presenting com plaints», A m er ican Socio logical R eview, n 31,1966. Z o l a I.K., «Illness behavior o f the w orking class: implications and recommandations», in Shostack A.B., Gombert W., B l u e C o l l a r W o r ld, Englew ood Cliffs, Prentice-Hall,

215 Notlar: 1 J. Sarano, L a D ou leu r, Paris, Épi, 1965, s Bu iki araştırmacı "küçük kapılar teorisi"nin temellerini atmışlardır. Bkz. L e D éfi d e la d o u leu r, Paris, Vigot, 1989, s (Fr. Çev.). Bu yapıt tıp ve insan bilimleri arasındaki çok verimli bir işbirliğine tanıklık eder. Acının tıbbi tarihi konusunda özellikle R. Rey'i (.H ist oir e d e la d o u leu r, Paris, La Découverte, 1993 referans gösteriyoruz; aynı zamanda bkz. J. -P. Peter (editör) D e la dou leu r, Paris, Quai Voltaire, 1993). 3 Merksey H. Ve ark adaşları, Pain terms: a supplementary no te", Pain, no. 14, 1982; "Classification of chronic pain syndromes and definitions o pain terms", Pain, Suppl. 3, R. Melzack ve K. L. Casey, "Sensory, motivational, and central control determinants of pain: a new conceptual model", D. Kenshalo (yay.), T h e Sk in Sen ses, Springfield, Thomas, 1968 için d e; s R. Melzack, P. Wall, agy. S. 5 ve devamı. 6 N. Cousins, L a V olon t é d e gu ér ir, Paris, Le Seuil, 1980, s (Fr. Çev.). 7 M. Pradines, "Douleur et finalité", R evue d e m ét a ph ysiqu e et m or a le, Nisan 1947, s R. Leriche, C h ir u r g ie de la d o u leu r, Paris, Masson, 1949, s A g y., s T. Mann, B ü y ü l ü D a ğ (Fr. Çev. Montagne Magique, Paris, Fayard, 1961, s ). 11 Bkz. D. Le Breton, A n t h r o p o lo gi e d u co r p s et m od er n it é, Paris, PUF, 1990,6. bölüm. 12 G. Canguilhem, L e N o r m a l et le Pa t h olo giqu e, Paris, PUF, 1966, s. 52 ve 72. Doğru ve aynı zamanda paradoksal bir tanımdır bu çünkü insan yaşamı bütünüyle bedenseldir ve sürekli bir fiziksel ve algısal süreç olmadan varlığı söz konusu olamaz. 13 F. J. J. Buytendijk, D e la d o u leu r, Paris, PUF, 1951, s. 16 (Fr. Çev.). 14 A. Soljénitsyne, L e P a v il l o n d es ca n cér eu x, Paris, Julliard, 1968, s. 133 (Fr. Çev.). 15 W. Styron, Face au x ténèbres, Paris, Gallimard, 1990, s. 94 (Fr. Çev.). 16 A. Daudet, L a D o u lo u, Paris, Librairie de France, 1930, s. 18 ve L. Tolstoy, L a M o r t d 'I v a n I ll i t c h (İvan İlyiç'in Ölümü), Paris, Le Livre de Poche, 1958, s. 220 (Fr. Çev.) 220

216 18 B. Ha vaux, A. Stenuit, A. Violon, "Etude du seuil douloureux chez le sujet normal et le sujet douloureux chronique", R ev u e M é d ica l e de B r u x ell es, no. 4, K. Mansfield, L e f o u r m i, Paris, Club des libraires de France, 1956, s. 316 (Fr. Çev.). 20 H. Michaux, Face à ce qu i se dérobe, Paris, Gallimard, 1975, s R. Allendy, Jo u r n a l d u n m édecin m alade, Paris, Piranha, 1980, s. 41 ve L. Tolstoy, a g y., s C. Saunders, M. Baines, L a V ie a id a n t la m o r t, Paris, Medsi, 1986, s. 33 (Fr. Çev.). 24 Çok geniş bir alana yayılan ağrı tedavisi bu yapıtın çerçevesini aşar, bkz. R. Melzack, P. Wall, agy. s. 167 ve devamı; F. Boureau, Pr a t iq u e d u t r a it em en t d e la d ou leu r, Paris, Douin, 1988; C o n t r ôlez vo t r e dou leu r, Paris, Payot, C. Saunders, M. Baines, a gy. s. X 26 M. Schur, L a M o r t dan s la v i e d e Fr eu d, Paris, Gallimard, 1975, s ve 622 (Fr. çev.). 27 A. Soljenitsin, a gy. s Montaigne, L es Essais (Denemeler), c. II, böl. 37, Paris, Gamier- Flammarion, 1969, s E. Levinas, L e T em ps et V A u t r e, Paris, PUF, 1983, s H. Michaux, a gy. s Sophocle, Ph iloct èt e, Livre de poche, 1962, s. 345 (Fr. Çev.) 32 W. Wittgenstein, Fich es, Paris, Gallimard, 1970, s. 139 (Fr. Çev.). 33 J. -B. Pontalis, Ent r e le r êve et la d o u leu r, Paris, Gallimard, 1997, s R. Melzack, P. Wall, a gy. s. 34 ve devamı. 35 V. Woolf, "On being ili", Co llected essa y s, c. IV, Londra, Hoggarth Press, 1967, s René Leriche şöyle diyor: "A cı insan bedeninde hiç eksik olmaz ve biz çok az şey biliyoruz onun hakkında. Bunun nedeni hiç kuşkusuz kendi içinde, gözlemcinin yakalayamadığı öznel bir olgu olmasıdır ama acı öte yandan belki de tıbbın ölüler üstünde yaptığı otopsilerle ve mikroskopik deneylerle çok özel bir biçimde irdelediği bir olgudur[...] İkincisi, acıyla ilgili düşüncelerimiz ve acının kendisi arasında keşfedilmemiş bir bireysel deneyim alanı vardır", C h iu r g ie d e la d o u leu r, a gy. s Montaigne, L es Essa is, c. II, böl

217 38 M. Balint, L e M é d e c in, s o n m alad e e t la m alad ie, Paris, Payot, 1960 (Fr. Çev.). 39 S. Freud, J. Breuer, Et u d es su r l'h y st ér ie, Paris, PUF, 1956 (Fr. Çev.). 40 A g y. s Sözgelimi Jalil Bennani, Le Corps su spect, Paris, Galilée, Aynı zamanda bkz. S. Ferenczi, "Psychanalyse d e névroses de guerre", Psych an alyse I I I ( ), Paris, Payot, 1974 (Fr. Çev.). 42 P. Bagros, D. Le Breton, "Les émigraines: interculturalité et anxiété à l'hôpital", L e Jo u r n a l des p sych o lo gu es, no. 73, Bu konuda Tobie Nathan'm çalışmalarım salık veriyoruz; özellikle L 'I n fl u en c e q u i g u ér it, Paris, Odile Jacob, S. Freud, M ét apsych ologie, Paris, Gallimard, 1968, s. 28 (Fr. Çev.). 45 Bu konuda bkz. R. Melzack ve P. Wall, agy. s. 8 ve devamı. 46 R. Leriche, a g y., s P. Marty, M. de M'Uzan ve C. David, L 'I n vest ig a t io n psychosom at i qu e, Paris, PUF, Bkz. J. Mac Dougall, Pla id o y er p o u r u n e cer t a in e a n o r m alit é, Paris, Gallimard, 1978, s. 184 ve devamı; P. Marty, M. de M'Uzan, C. David, a gy. 49 P. Schilder, L 'I m a g e d u co r p s, Paris, Gallimard, 1968, s. 122 (Fr. Çev.). Aynı zamanda bkz. Th. Szasz, D ou leu r et plaisir, Paris, Payot, 1986, s. 178; R. Melzack, P. Wall, a gy. s. 116; J. -D. Vincent, L a Biologie des passion s, Paris, Odile Jacob, D. Le Breton. L a C h a ir à v i f. U sages m édicau x et m o n d ain s d u cor ps h u m ain, Paris, Métailié, Bu konularla ilgili olarak bkz. D. Le Breton, A n t h r o p o lo g ie d u cor ps et m od er n it é, a gy. 1. ve 4. bölüm. 52 Bu yaklaşımdan daha önce, fizik handikapları olan insanlar bağlamında, bireyin kendisiyle ilişkisinin antropolojik açıdan anlaşılması (A n t h r o p o lo gie d u co r p s et m o der n it é) ya da yüzle ilişki (D es visages, Essai d'an t h ropologie) bağlamında yararlandık. 53 Cl. Lévi-Strauss, "L'efficacité symbolique", A n t h r o p o lo gie st r u c t u r a le, Paris, Pion, 1958, s D. Le Breton, A n t h r o p o lo g ie d u co r p s et m o der n it é, a gy. : L a So cio lo g ie du corps, Paris, PUF, Que sai-je?, Psikosomatiğin paradoksu modem tıbbın temel ikiliğine ve sadece psikolojik ve organik unsurların birleştirilmesiyle yetinerek onun bedene odaklanmasına karşı çıkmaktır. Günümüzde çok sayıda araştırmacı bir anlamda bu mirasın dışında kalan bir in 222

218 san tıbbı oluşturmak istiyor. İnsanın koşullarını ve bedendeki yansımalarını ele alacak olan bir sembolik paradigması bize göre psikosemantik alanına uzanır. 56 Telkin kavramı Kartezyen bir temele, basit bir ben psikolojisine gönderme yapması bağlamında hasta üstünde sembolik etkiyi açıklama konusunda yetersizdir. A merika'da "placebo etkileriy le telkin testleriyle bağlantılı çalışmalar insanların birbirleriyle ilişkilerindeki kopukluğu gösterir, bk z. A. K. Shapiro, "Factors contributing to the placebo affect", Jo u r n a l o f p sy ch ot er apy, cilt XVIII, ek 1,1964, s H. -K. Beecher, M ea su r em en t o f su b jecti ve r esp on ses: qu a n t it a t ive eff ects o f d r u g s. New York, Oxford University Press, 1959, s R. Jaulin, L 'A n n ée ch a u ve, Paris, Métaillié, 1993, s K. Mansfield, Le Jo u r n a l, a gy. s L. D. Egbert, G. E. Battit ve ark adaşları, "Reduction of postoperative pain by encouragement and instructions of patients: a study of doctor-patient rapport", N ew E n g l ish Jo u r n a l o f M ed icin e, no 270,1964, s J. K. Skipper Jr, R. C. Leonard, "Children, stress, and hospitalization: a field experiment", Jo u r n a l o f H ea lt h So cia l Beh a vior, no. 9, 1968, s Bkz. H. K. Beecher, a g y., s. 65 v e d evam ı.. 63 F. J. -Evans, "Expectancy, therapeutic instructions and the placebo responses", L. White (and ales), Placebo: Theory, Research and M ech an ism s, New York, Guilford Press, 1985 i ç i n d e." Evans şöyle diyor: "Hasta, kronik ağrılar çekmese de kendisine yalancı ilaç verildikten sonra rahatlar ve sakinleşir. Hasta bu tür ilaç tedavisinin etkili bir yöntem olduğunu kabul edince, gözle görülür bir biçimde ağrılara ve acılara daha dirençli bir duruma gelir." (s. 221). 64 a g y., s H. K. Beecher, "Surgery as placebo", JA M A, cilt, 176,1961, s Bkz. L. Cherrok, L e N o n -savo ir d es p sy, Paris, Payot, 1979, s. 42 v e d evam ı. 67 Bununla birlikte bazı hastalıklar yalancı ilaca karşı direnç gösterirler. Ayrıca hipnotik durumu hissetme dağılımı da eşit değildir. Melzack ve Wall'e göre insanların yaklaşık yüzde 30'u derin bir hipnoza dalabilmektedir, yüzde 30' u ortalama bir düzeydedir bu bağlamda ve yüzde 30'u da yüzeyselliği aşamaz. Yüzde 223

219 lo'luk bir kesim ise tepki gösterir hipnoza. Bu istatistikler hiç kuşkusuz birtakım işaretlerden başka bir şey değildir ama cerrahi müdahaleler ya da doğumlarda hipnoza baş vurma olgusunun ancak sınırlı sayıda hastayı kapsadığını gösterirler. Öte yandan sözgelimi Fransa gibi hipnoza neredeyse hiç baş vurulmaması şaşırtıcıdır. 68 J. Rochard, H ist o ir e d e la ch ir u r g ie fr a n ça ise a u X I X. Siècl e, Paris, 1875, s Ayrıca bkz. R. Rey, a gy. s. 292 ve devamı. 69 Bk z. L. Chertok, agy. Sayfa 24 ve devamı. 70 R. Melzack, P. Wall, a gy. s Marc Aurèle, Pen sées p o u r m oi-m êm e, Paris, Gamier-Flammarion, 1964, s Bu son örneği veren M. Schattneı/dır, So u ffr a n ce et d i g n i t é h u m a in e, Paris, Mame, 1993, s. 31 ve devam ı. 73 Ayrı bir çalışma konusu olması gerektiğine inandığımız geleneksel ya da antik toplumlardaki acı ve ıstırap yorumlarına değinmeyeceğiz burada. 74 Eyüb'ün Kitabı'nın çok sayıda yorumu vardır. Giovanni Moretto "Presenza del Libro di Giobbe nel pensiore moderno: une bibliografía", Giom ale d i m et afísica, no l, 1982, s 'de bu literatürün bir listesi vardır. Aynı zamanda bkz. Ph. Némo, Job et l 'ex cès du m al, Paris, Grasset, L. Jakobovits, Jew i sh m ed ical et h ics, New York, Bloch Publishing Company, 1959, s. 99 ve devamı. Jakobovits'e göre Musa dininin acıdan nefret etmesi, gördüğü başka bir doğumda çekilen acılardan çok korkan kadının gebeliği önleyici ilaçlar almasına izin vermesiyle de anlaşılır. 76 Aslında bu noktada kilisenin düşünceleri pek belirgin değildir. Kimi zaman acıyla günahı bir tutar. Bu duraksamalar bağlamında A ziz A uğustinus bir ömek oluşturur. Onun birçok metninde günah acmm doğrudan bir nedeni gibi gösterilir. Bu konuyla ilgili olarak bkz. G. Fourure, M a l h eu r et chât im en t, H ist o ir e d u n e con t r o verse et réflexion s t héologiques, Lille, Faculté de théologie, "Şiddeti, kendi gücünü ve bu gücü başkalarına gösterebilme olanağı verdiğinden acıyı kendisinin şan ve şöhreti gibi gören A n tik çağ insanının gururu söz konusu değildir artık. Eşitlik eğilimi görünümü ya da "acı çeken ve ölen "bilge"nin retorik biçimleri altında acıyı kendinden ve başkalarından gizlemek isteyen gurur da yoktur, M. Scheler, Le Sen s de la souffrance, Paris, A ubier, 1936, s. 64 (Fr. Çev.). 224

220 78 A g y., s Bu eğilim özellikle Golgotha acısıyla yanıp tutuşan XII. Yüzyıldan başlayarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde İsa sürekli acı çeken ve kefaret ödeyen bir figür olarat temsil edilmiştir, bkz. Georges Duby, "Reflexions sur la douleur physique au Moyen A ge", La D ou leur, Paris, Editiions des Archives contemporaines, 1992 içinde. 80 A. Béguin, Bloy, M y stiqu e de la douleur, Paris için de (1948, s. 58). 81 Pascal, "Prière pour le bon usage des maladies", O eu v res com plètes, c. 3, Paris, Desclée de Brouwer, 1992, s (Fr. Çev.). 82 M. Gari, Le V inaigre et le Fiel, Paris, Pion, 1983, s. 38 (Fr. Çev.) 83 F. Varone'ye göre Hıristiyanlık acıyı, İsa'ya çıraklık, insanlığın acılarının paylaşılması olarak görür; öte yandan "skandal ve anormal gibi görülen bir şey, dinamik bir görüş açısına geçilmesi koşuluyla, artık işkence çekmeme ve bir savaşa destek olmama koşuluyla bir güzellik ve mutluluk olabilir" (F. Varone, C e dieu cen sé aim er la sou ffran ce, Paris, Le Cerf, 1986, s. 220). Tanrıya acı aracılığıyla yaklaşabilme olasılığı, acıyı ibadete dönüştürmek Max Scheleı'e göre Ortodoks kilisesinin bir özelliğidir ( ag y., s. 66). 84 "Yüzyıllar ve kuşaklar boyunca acıda insanı içsel olarak İsa'ya, özel bir lütufa yakınlaştıran özel bir güç bulunduğu gözlemlenmiştir. Çok sayıda aziz yaşadıkları derin dönüşümleri çektikleri acıya borçludurlar!...] bu dönüşümün meyvesi insanın acının sadece kurtarıcı anlamını keşfetmesi değil, özellikle acıyla yepyeni bir insan haline gelmesidir, insan acıda tüm yaşamının ve misyonunun yepyeni bir boyutunu bulur", Jean-Paul II, Le Sen s chrétien de la sou ffran ce, Paris, Le Centurion, 1984, s Bununla birlikte Jean-Paul Il'ye göre "A cının anlaşılması ve kabullenilmesi zordur, inançlı insanlar için de geçerlidir bu tespit. İnanç acıyı azaltmaz." 1% 7'd e kardinal Veuillot koma halindeyken şöyle diyordu: "Rahiplere söyleyin, acıdan bahsetmesinler. Ben çok bahsettim çünkü. Bu konuyu yeniden, iyice düşündüğümde ağladım." 85 Sözgelimi bkz. P. Verspieren, Face à celu i qu i m eu rt, Paris, Desclée de Brouwer, 1984; X. Thévenot, Sou ffran ce, bonheur, éthiqu e, Paris, Salvator, 1990; XIX. Yüzyıldan bu yana tıp ve kilise ilişkileri tarihi konusunda bkz. P. Guillaume, M édecin e, Eg lise et fo i, Paris, Aubier, A. Pasqualino, "Il dolore, il malato, e il medico: dialogo, teatralizazzione, descrizione e racconto", Q u adern i del circolo sem iolog ico sicïlian o, no ,1989, s

221 87 F. }. ]. -Buytendijk, a gy. s J. Breitenstein, Le Pr o blèm e d e la sou ffr a n ce, Strasbourg, 1901, s C. Saunders, M. Baines, L a v i e a id a n t la m or t, Paris, Medsi, 1986 (Fr. Çev.). 90 I m p act M édecin Q u o t id ien, no. 565, Bununla birlikte çeşitli protestan kiliseleri arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. Bu girişim konsensüse dayanmaz ve birçok tartışmaya yol açmıştır. 91 M. Al-Jeilani, "Pain: point of view of Islamic theology", N eu r o ch i - r u r g ia, Suppl. 38,1987, s El-Bokhari, T r ad it ion m u su lm an e. C h o ix d e A l- H a d i t h, Bağdat, 1980, s. 38 (Fr. Çev.). 9 3 A g y. s Eliade tarafından aktarılmıştır, L e Yoga, I m m o r t alit é et lib er t é, Paris, Payot, s "Gerçekten de bir Hindu için (aynı zamanda bir Buddhaa ya da bir Caynacı için de) çarmıhtaki İsa imajı sadece şaşırtıcı değildir özellikle anlamsızdır. Çünkü eğer Tann tamamen günahsızsa ve eğer acı kaçınılmaz olarak günahın cezasıysa acı çeken bir Tanrı tümüyle çelişkili bir kavramdır", G. Chemparathy, "Hindouisme et souffrance", Co m m u n ia, no. XIII, 1988, s. 52 (Fr. Çev.). 96 Tolstoy, L a M o r t d 'I v a n I l i t c h, a gy. s. 246 (Fr. Çev.). 97 A. Camus, La Pest e (Veba) Paris, Gallimard, 1947, s A. -F. Dreuilhe, Corps à corps, Paris, Gallimard, 1987, s R. Leriche, L a C h iu r g ie d e la d o u leu r, a gy. s Nepal'de bir dağa tırmanan altı şerpa ve orta sınıfa mensup birkaç Amerikalıyla gerçekleştirilen mütevazı bir anket bunların algı eşiğinin aynı olduğunu ama şerpalann acı uyanlarına karşı tolerans eşiklerinin Amerikalılara göre çok yüksek olduğunu göstermiştir, W. C. Clark, S. B. Clark, "Pain responses in nepalese porters", Scien ce, c Bkz. D. Le Breton, A n t h r o p o lo gie d u co r p s et m o der n it é, agy. 102 R. Leriche, agy. s G. Canguilhem, a g y., 1966, s. 57. Burada Von Weizsacker'in bir tespitinden söz etmek gerekir: "Hastanın hastalığı yoktur. Kendisi yapar bu hastalığı." 104 D. A. Clark, "Fetal plasma cortisol and bêta-endorphin response to intrauterine needling", T h e L a n cet, no. 334,1994, s ; bkz Jean-Yves Nau'nun bu konuyla ilgili yorumları ( tarihli L e M o n d e)

222 105 D. M. Levy, 'The infant's earliest memory of inoculation", Jo u r n a l o f G en et ic Psy ch o lo gy, no. 96, s Çocuğun çektiği acı konusunda bk z. A. Gauvin-Piquard, M. Meignier, L a D o u l eu r de Ven fan t, Paris, Calmann-Levy, 1993, A. Gauvain-Piquard özellikle çocuğun alışılmış ve bilinen davranışları ve hasta olduğunda ya da keyfi yerinde olmadığında sergilediği davranışlar arasında bir karşılaştırmaya dayanan çocuk acılarını değerlendirme cetveli oluşturmuştur (s ). 106 D. Mechanic, "The influence o f mothers on their children's health attitudes and behavior", Pediat r ics, Mart 1964, s G. I. Engel, "Psychogenic" pain and the pain prone paitent", A m er ica n Jo u r n a l o f M ed icin e, no. XXVI, 1959, s B. J. Dunn-Geier ve a r k ad a şla r ı, "Adolescent chronic pain: the ability to cope", P a in, no. 26,1986, s D. M. Ross, S. A. Ross, "Childhood pain: the scholl-aged child's view point", Pain, no. 20,1984, s Bu tespit, anketi gerçekleştiren iki yazan, okulun acı ve sıkıntılar konusunda bir eğitim vermesi gerektiğini tavsiye etmeye götürmüştür. Çocuğun bu konuda gerektiği gibi bilgilenmesi onun kınlganlığmı gerçekten azaltacaktır. 110 Canguilhem şöyle der: "Günümüzde hastalığın hekim tarafından teşhisinin, hastalığın hasta tarafından yaşanmış olmasının önüne geçmesinin nedeni bir zamanlar hastalığın hastayı yaratmış olmasıdır. Dolayısıyla şunu söylemek mümkündür: Günümüzde gerçekten, insanların, hastalıklannı öğrendikleri hekimler olduğu için değil kendilerini hasta hisseden insanlar bulunduğu için tıp vardır", agy. s Aynı zamanda bkz. E. W. Ackerknecht, "The role of medical history in medical education", B u l l et i n o f H ist o r y o f M ed icin e, no. 21,1947, s Bk z. E. Strauss'un çalışmaları; çok sayıda metni özellikle L a Tr a m e d e la n égocia t ion. So cio lo gie qu a lit a t iv e et in t er a ct i o n n i sm e'd e (Paris, L'Harmattan, 1992; Fr. Çev.) toplanmıştır; gene bk z. I. Baszanger, "Les maladies chroniques et leur ordre négocié", R ev u e fr an çaise de sociologie, no. XXVII, 1986, s K. Zola, "Culture and symptoms. A n analysis of patients' presenting complaints", A m er ica n So cio lo gica l R ev iew, no. 31,1966, s ; Aynı zamanda bkz. S. H. Croog, "Ethnic origins, educational level, and responses to a health questionnaire", H u m a n O rgan izat ion, 1961, s

223 113 Mandalılar düzenli biçimde perhiz yaparlardı. Dinsel boyutu dışında her türlü zorluğa karşı mücadelede bir karakter ve alışkanlık kazandıran bir gelenektir bu. 114 C. Koopman, S. Eisenthal, J. -D. Stoeckle, "Ethnicity in the reported pain, emotional distress and requests of medical outpatients", Social Scien ce an d M edicin e, cilt 18, no. 6,1984, s Aynı zamanda bkz. David Efron'un kaynak niteliğindeki çalışması. Efron bu çalışmasında "Yahudi" ya da "İtalyan" kökenli ikinci kuşakların davranış biçimlerinin açık seçik biçimde A merikan davranış modellerine yakın olduğunu göstermiştir. D. Efron, G esture, R ace an d C u ltu re, La-Haye-Paris, Mouton, M. Z borow ski, "Cultural components in response to pain", jou r n al o f social issu es, 1952, no. 8, s (François Steudler, Sociolog ie m édicale, Paris, Armand Colin, 1972 için de Fr. Çev.). 117 M. Zborowski, P eople in P ain, San Francisco, Jossay-Bass, Bununla birlikte Zborowski, gençlerin, belirgin özellikleri acının dışa vurulmaması ve daha az heyecanlanma olan Amerikan modeline yakınlaşma eğiliminde olduklarını söylüyor, agy. s Şunu belirtelim ki Zborow ski'nin incelediği İtalyan hastaların çoğu Güneylidir. Güney İtalya'da acıyla ilişkinin kültürel homojenliği Kuzeydeki kayıtsız tavırla çelişir. Sözgelimi Antonio Pasqualino şöyle diyor: "Venedik'te, acılan hafif olsun, ağır olsun, insanların beddua etmeleri ve çok acı çektiklerini göstermeleri herkes, özellikle hastabakıcılar ve hekimler tarafından kınanır. Kazara lanet yağdıran hasta özür diler ve bu sitemlerde, Sicilyalı hastanın acıma duygusunda bulduğu, zar zor saklayabildiği aynı avuntuyu yeniden bulur adeta." A. Pasqualino, "II dolore, il malato e U medico: dialogo, teatralizzazione, descrizione e racconto", Q u adem i del c irc o h sem iolog ico siclian o, no 32-33,1989, s Öte yandan yaşamda, toplumsal koşulların davranışlarda somut farklılıklara yol açıp açmadıklarının irdelenmesi de uygun olur M. Z borow ski bu bağlamda anglosakson kökenli, genellikle protestan ve atalan en azmdan üç kuşaktan beri ABD'de yaşayan hastalan kastediyor. 121 M. Zborowski, E. Herzog, Life is lüith people. New York, International Universities Press, 1952, s R. A. Stembach, B. Tursky, "Ethnic differences among housewifes in psychophysical and skin potential responses to elecric 228

224 shocks", Psych oph ysiology, cilt 1, no. 3,1965, s Bkz. D. B. Morris, T h e C u lt u r e o f Pa in, Berkeley, University of California Press, 1993, s. 56 ve devamı. 124 Montaigne, Essa is (Denemeler) Kitap 2, böl. 12, Paris, Gamier- Flammarion, s Montaigne daha sonraki sayfalarda, gene acı çeken insanın sosyal durumuyla ilgili olarak şunu söylüyor: " Bu insanların sadece lafını bildikleri hastalıklar için biz kan aldırıyoruz, müshil alıyoruz, hekimlere gidiyoruz... Bu takıntıların kölesi olmuş bir insanla kendisini sadece doğal ihtiyaçlarına ve arzularına bırakmış, olayları sadece o andaki duygularıyla değerlendiren, cahil, hastalık belirtileriyle falan ilgisi olmayan, sadece hastalık gerçekten geldiğinde hastalanan bir çiftçinin hayatım karşılaştıralım... O takıntılar içindeki insanın böbreğindeki taş çok daha önce ruhuna yerleşmiştir C. Pétonnet, O n est t ou s d an s le b r o u illa r d, Paris, Galilée, 1979, s A g y. 127 E. Sapir, "Psychiatrie, culture et salaire minimum", A n t h r o p o lo g i e, Paris, 1967 (Fr. Çev.). Sapiı'in metni altmışlı yıllardaki en yoksul köylü yaşamından örnekler vermektedir. Ama günümüz A vrupa köy yaşamı da aşağı yukarı aynı özellikleri taşır. 128 E. L. Kaos, T he healt h o f Regio n ville, New York, Columbia University Press, 1954, s L. Wylie, U n m ila ge d u V au clu se, Paris, Gallimard, 1979, s. 224 (Fr. Çev.). 130 L. Boltanski, "Les usages sociaux du corps", A n n a les, no. 1,1974, s A g y. s M. Zborowski, a gy. s L. J. Davitz, Y. Sameshima, J. Davitz, "Suffering as viewed in six different cultures", A m er ica n Jo u r n a l o f N u r sing, cilt 76, 1976, s K. Zola, "Oh, where, oh where has ethnicity gone?", Sociom edical I n qu ir ies, Philadelphia, Temple University Press, 1983, s H. K. Beecher, "Relationsheep of significance of wound to the pain experinced", Jo u r n a l o f A m er ica n M ed ica l A sso cia t io n, no. 161,1956, s Bkz. A. R. Block, E. Krener, M. Gaylor, "Behavioral treatment for chronic pain: the spouse as a discriminative cue for pain behavio r", P a in, no. 9,1980, s

225 137 R. S. Uhrich, "View through a window may influence revovery from surgery", Scien ce, no. 224, B. B. Wolff, A. A. Horland, "Effects of suggestion upon experimental pain: a validation study", Jo u r n a l o f A b n o r m a l Psy ch olo gy, no. 72,1967, s W. Lambert, E. Libman, E. Poser, "The effect of increased salience of a membership group on pain tolerance", Jo u r n a l o f Per so n a l i t y, no. 1,1960, s T. X. Barber, K. W. Hahn Jr., "Physiological and subjective responses to pain producing stimulation under hypnotically suggested and waking-imagined "analgesia", Jo u r n a l o f A b n o m a l an d Social Psych ology, no. 65,1962, s C. Conseiller, D. Ortega, "La douleur postopératoire", JEPU, L a D o u l eu r et so n t r ait em en t, iç in d e (Paris, A mette, 1988, s. 139). 142 E. M. Papper ve a r k ad a şla r ı, "Post operative pain: its use in the comparative evaluation o f analgesics", Su rgery, cilt XXXII, A. S. Keats, "Post operative pain: research and treatement", " Jo u r n a l o f C h r o n ic D isaeses, cilt IV, R. Melzack v e a r k a d a şla r ı., Pain on a surgical ward: a survay of the duration and investy of pain and the effectiveness of medication ", P a in, no. 29,1987, s A. Petrie, I n d i v i d u a l i t y in Pa in a n d Su ff er i n g, Chicago, Chicago University Press, Sözgelimi Simon Verdier'nin konuşturduğu Minot köylü kadınların ve halk tabakasından kadınların tanıklıkları..."herkesin doğurma biçimi farklıdır. Kimileri hiç sancı çekmez, öyle doğuruverirler, kimilerinin sancılan uzun sürer", Y. Verdier, Façon s d e d ir e, fa ço n s d e f a i r e, Paris, Gallimard, 1979, s M. Proust, L a Pr esse, 11 Ağustos G. Duhamel, V ie des m a r t y r s, , Paris, Mercure de France, 1917, s A g y., s A g y., s E. Freidson, L a Pr o fessio n m éd icale, Paris, Payot, 1984, s (Fr. Çev.). 152 S. Jallade, "Médecine psychosomatique et douleurs rebelles", R evu e de m édecine psychosom atique, cilt 16, no. 1,1974, s. 50. S. Jallade farklı bölgelerde, kronik ve direnen ağrılardan şikâyet eden otuz beş hastayı gözlemler; bu hastalardan 10'unun rahat- 230

226 sizliği on yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Kendilerine hem fizik tedavi uygulanır hem de psikoterapi yapılır, böylelikle mutlak beden tedavisi ya da da psikolojik tedavi ayrımı ortadan kaldırılır. Bu hastalardan, sadece bir kez gördüğü 6'sı dışında 16 hasta hiçbir acı ya da ağrı çekmez ve kendilerini iyileşmiş kabul ederler; 7 hastada, belirtilerin azalması hastalığı daha katlanılır bir duruma getirmiştir; 6 hastanın şikâyetinde ise bir değişiklik olmamıştır. Ağrılar ya da acılar, hastanın yakınlarıyla çatışmasından ve muayene ya da tedavilerin düş kırıklığı yaratması olgusundan beslenir. Burada da acının nasıl, her zaman simge dünyasına gönderme yaptığı görülüyor. 153 R. Hilbert tarafından aktarılmıştır, 'The acultural dimensions of chronic pain. Flawed reality construction and the problem of meaning", Social Problem s, cilt 31, no. 4,1984, s Bkz. J. Kotarba, C h r o n ic P a in, I t s So cia l D im en sio n s, London, Sage Publications, Aynı zamanda bkz. I. Baszanger, 'Travail médical et expérience de la maladie", Scien ces socia les et san t é, cilt VII, no. 2, Bu tür eğilimlerle ilgili bir örnek de A. Kleinman tarafından verilmiştir: Su f f er i n g, h ealin g, a n d t h e h u m an co n d it io n, Basic Books, 1988, s. 56 v e d evam ı. Kronik ağrılar konusunda aynı zamanda bkz. M. -J. Delvecchio Good, P. E. :Brodkin, B. -J. Good, A. Kleinman, P a in a s a h u m an ex p ér ien ce. A n a n t h r op olo gical p er spect ive, Berkeley, University o f California Press, J. Kotarba, a gy. s L. Tolstoy, îv a n l l y i ç 'i n Ö lü m ü (L a m or t d 'I v a n ïïl i t c h, a g y., s. 202; Fr. çev.) 158 J. Kotarba, agy. s N. Dodier, "Corps fragiles. La construction sociale des événements corporels dans les activités quotidiennes de travail", Rev u e fr a n ça ise d e socio logie, XXVII, 1986, s L 'ex p er t ise m édicale. E ssai d e so cio logie su r l'ex er c i ce d u j u g em en t, Paris, Métailié, Aynı zamanda bkz. R. Hilbert, a gy. s. 370 v e d ev a m ı; S. Fagerhaugh, A. Strauss, P o lit ic s o f P a in M an agem en t : St a ff -p a t ien t I n t er a c t ion, University of California, San Francisco, 1977, s J. Kotarba, a gy. s B. Clark Mims, "Sociological and cultural aspects of pain", G. D. Tollison, H an dbook o f C h r o n ic Pa in M an agem en t, 1989 için d e ( s. 23 v e d evam ı). 231

227 162 R. Leriche, a g y., s J. D. Hardy, H. G. Wolff, H. Godell, Pa in Sen sa t io n s a n d Rea ct ion s, Baltimore, Williams and Wilkins, 1952, s Georget, "Douleur" D ict ion n aire de la m édecine ou répert oire gén é r a l des scien ces m éd icales, c. 10, Paris, 1835, s J. -J. Yvorel tarafından aktınhnıştır, "La transformation du rapport à la douleur au XIX. Siècle" A. Lafay (yay.), L a D ou leu r. A p p roche disciplin air es, Paris, l'harmattan, 1992 (s. 69) için de. 166 P. Le Gendre, D u qu a r t ier la t in à l'aca d ém ie, 1930, J. Léonard, A r c h ives d u co r p s. L a sant é a u X I X. Siècl e, Rennes, Ouest-France, 1986 (s. 309) için de aktarılmıştır 167 A g y., s F. Loup, P. Richard, Sa gesse d u cor ps. L a sant é et la m alad ie d a n s les proverbes fr an çais, Paris, Maisonneuve et Larose, 1978, s J. Recher, L e g r a n d m ét ier, Paris, Pion, 1977, s F. J. J. Buytendijk, agy. s XIX. Yüzyılın ilk yansında anesteziye karşı direnmelerin çok açık biçimde göstermiş olduğu gibi durum her zaman böyle olmamıştır., bkz. J. -P. Peter, " Silence et cris. La médecine devant le douleur ou l'histoire d'une élision", L e G en r e h u m ain, no. 18, 1988; R. Rey, H ist o ir e de la d ou leu r, agy Illich, N ém ésis m édicale, Paris, Le Seuil, 1975, s. 150, M. R. Bond bu tıp ideolojisi bağlamında İngilizlerin acıya karşı geleneksel direnme güçlerinin gittikçe erozyona uğramasını belirtiyor, "The suffering of intractable pain", H. W. Kosterlitz ve L. Y. Terenius, P a in a n d So ciet y, Weinheis, Verlag Chemie, 1980 (s ) için de. 175 R. Selzer, L a C h a ir et le Cou t eau. C o n fessio n s d 'u n ch ir u r gi en, Paris, Le 175 J. Russier, L a So u ffr a n ce, Paris, PUF, 1963, s Bu kliniklerin örgütlenmesi konusunda bk z. J. Bonica, "Organisation and fonction of a pain clinic" J. Bonica (yay), A d va n ces in N eu r o lo gy, cilt 4, için d e, Raven Press, New York, 1974; aynı zamanda bk z. I. Baszanger, "Douleur, travail médical et expérience de la maladie", Scien ces sociales et san t é, cilt. VII, no. 2, R. Melzack, P. Wall, a gy. s J. de Voragine, L a L égen d e dor ée, c. 1, Paris, Gamier-Flammarion, 1967, s Paul Allard tarafından aktarılmıştır, H ist o ir e des p er sécut io n s p en dan t les deu x prem iers siècles, Paris, 1911, s

228 180 M. Zink, "L'A ngoisse du héros et la douleur du saint..." Les Cah ier s d e V a r so vie, La souffrance au Moyen Age (France, XII. -XV. Siècle) Varşova, 1988 içinde (s. 87). 181 G. Duby, "Réflexions sur la douleur physique au Moyen A ge", L es cah ier s de V a r sovie, a gy. içinde, s Marcelle Auclair tarafından aktarılmıştır: La V ie d e sai n t e T h ér èse d 'A v i l a, Paris, Le Seuil, 1950, s F. W. Faber, Sain t sacrem ent, c. 1, s , A. Tanquerey tarafından aktarılmıştır: Pr écis d e t h éologie a scét iqu e et m yst iqu e, Paris, 1946, s Çok zengin bir literatür içinde başka bir örnek: Saint-Vincent-de-Paul'ün sözleriyle ilgili bir metin: "Bedenimize karşı kutsal ve acımasız bir nefret duymalıyız, onun isteklerini reddetmeliyiz, ona karşı elimizden geldiğince ve kurallarımıza uyarak ve vicdanımızın sesini de dinleyerek güç kullanmalıyız." Ya da: "acıya önem verenler ve onu sevenler acı çekme yollarını titizlikle öğrenirler; bu tür uygulamaları keyifle öğrenirler; azizleri taklit ederek acı çekmeyi bir zevk haline getirirler... Acı çekme ve kendilerine işkence yapma olanakları bulduklarında çok mutlu olurlar." Odile Arnold tarafından aktarılmıştır: L e cor ps et l'âm e. L a v i e d es r eligieu ses a u X I X. Siècle, Paris, Le Seuil, s Saint Ignace de Loyola, Ex er cices sp ir it u els, Paris, 1956, s. 99 ve s IV. Yüzyılda Antoine ya da Pakome gibi yaşamlarının her anını Kraliyete daha layık olabilmek amacıyla bedensel acılar çekmeye adayan Mısır ve Suriye çöllerinde yaşayan keşişleri hatırlayalım: Bu insanlar mağaralara ya da mezarlıklara kapanırlar, sütunların tepelerine yerleşirler ve ölünceye kadar oralarda kalırlardı; kimileri de dikenlerle dolu ağaç kütüklerini ya da ne ayakta durabildikleri ne de yatabildikleri küçücük hücreleri mesken edinirlerdi; dünya zevklerinden vazgeçme yoluyla (oruç, kokmuş su içme vb.) ya da fiziksel acı arayışlarıyla (ağır zincirler taşımak, bedene diken batırmak vb) acı çekmek de sık rastlanan olaylardandı, bkz. Jacques Lacarrière, L es H om m es iv r es de D ieu, Paris, Fayard, A. Tanguerey, a g y., s H. Thurston, L es Ph én om èn es p h y sk iqü es d u m y st icism e, Paris, Le Rocher, 1986, s. 152 (Fr. Çev.). 188 A. Tanquerey, a gy. s Xavier Thévenot, Sou ffran ce, bonheur, ét h iqu e, Paris, Salvator,

229 190 D. Anzieu, L e M o i-p ea u, Paris, Dunod, 1985, s J. Guillaumin, "Besoin de traumatisme à l'adolescence", A dolescen ce, cilt. 3, no. 1,1985, s G. L. Engel, "Psychogenic" pain and the pain-prone-patient", A m er ica n Jo u r n a l d f M ed et i n e, no. 26,1959, s L. Chertok "tek başlarına Himalaya'ya tırmanan ya da okyanusları aşan insanlar gibi" bir hasta mesleği oluşturduğunu söyleyen bir adamdan söz eder. On beş yıldır izlediği bu hasta yirmi ameliyat geçirmiş, saysız muayeneden geçirilmiş, bir yığın acı ve anormal karın ve göğüs ağrıları tedavisi görmüş, bkz. L. Chertok, "De la manie chirurgicale (les polyopérés)", A n n a les m édico-psychologiques, Paris, 1972, c. 2, no. 4, s J. Mac Dougall, Plaidoyerpou r un e cert ain e an orm alité, Paris, Gallimard, 1978, s S. M. Woods ve ark adaşları, "Medical student's disease: hypochondriasis in medical education", Jo u r n a l o f M ed ica l Ed u ca t io n, no. 41,1966, s M. -L. Lopez Pino, "Pour une prise de conscience du problème actuel de la discipline", Cahiers pédagigiqu es, no. 4,1964, s J. Coste, "Notion grecque et notion biblique de la "souffrance éducatrice", Rech er ch e en scien ce r elig ieu se, cilt XLVI1Ï, no. 16, 1953, s A g y. s P. Ariès, L 'E n f a n t et la v i e fa m il ia l e so u s l 'A n i c i en Rég im e, Paris, Pion, 1960, s A g y. s A g y., s A g y., s P. A riès şöyle diyor bu konuyla ilgili olarak: "İngiliz okulları eski disiplin anlayışlarını koruyacaklardır: Fransa'da terkedilmiştir bedensel ceza ve kilise sistemi. Ama bu bağlamda tam bir zihniyet değişimi gerçekleştirmeyi de başarmışlardır. Sözgelimi kırbaçlama cezası uygulamadan kalkmamıştır ancak sadece bir ceza olmaktan çıkmış özellikle bir eğitim aracı haline gelmiştir; çocuk böylelikle ceza çekerken kendisini denetleme olanağı da bulabilir ki bu bir centilmenin sahip olması gereken en önemli erdemdir", a g y., s Bu arada Norbert Elias'ın "gelenek görenek uygarhğı"na ve devletin fizik zorlama tekeline bağlı saldırganlıkta gözlenen değişmeler üstüne analizlerini de hatırla 234

230 mamız gerekir, bk z. N. Elias, L a C iv il isat i o n des m oeu r s, Paris, Calmann-Lévy, 1973, s. 321 ve devam ı. 204 B. Douet, D isc i p li n e et p u n i t i o n à l'école, Paris, PUF, 1987, s M. ve M. Vinar, E x i l et t o r t u r e, Paris, Denoël, 1989, s E. Scarry, The Body in Pain, Oxford University Press, 1985, s M. ve M. Vinar, a gy. s A. Jacques tarafından aktarılmıştır, L 'I n t er d i t ou la t o r t u r e en pr o cès, Paris, Le Cerf, 1994, s. 73 ve devamı. 209 Bkz. A. Jacques, a g y., s. 101 v e devam ı. 210 M. Foucault, Su r veiller et pu n ir, Paris, Gallimard, 1975, s Mahkûmun, bıçak kafasını kestiğinde ve kafası bedeninden ayrıldıktan sonra aa çekip çekmediği sorunu Fransa'da giyotin uygulamalarının başlaması sırasında çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Bkz. D. Arasse, L a G u il l o t in e et l 'im a g i n a ir e d e la t er r eu r, Paris, Flammarion, F. Kafka, L a C o lo n ie pén i t en t ia ir e, Paris, Gallimard, 1948, s. 16 (Fr. Çev.). 213 Bkz. D. L e Breton, Pa ssio n s d u r isque, agy. 214 J. C. Oates, O n boxin g, New York, Doubleday, 1987, s. 25; İçte yaşanan boks konusunda bkz. Loïc J. D. Wacquant, "Corps et âme. Note ethnographique d'un apprenti-boxeur", A ct es de la recherch e en scien ces so ciales, no. 80,1989, s A. Rauch, Box e. V iolen ce d u X X. Siècl e, Paris, Aubier, 1992, s. 95. Bu yapıt bu yüzyılda bu spor dalında görülen "vahşet"e karşı toplumsal duyarlığın gelişmesine tanıklık ediyor. 216 A cı dışında korku da inisyasyon pedagojisinin temel bir unsurudur: A cemiler çarpıcı sahnelerle korkutulur, ruhların gelip kendilerini yiyecekleri söylenir, büyükler korkunç vahşi hayvan kılığında görünürler onlara, kocaman ağızlarını açarak dehşet içindeki acemilere saldırırlar vb. Burada da söz konusu olan cesaretin test edilmesidir. Acı vermek aceminin kendi üstündeki denetimini gösterir, acıyla y ü z yüze gelmesi onun dünya olaylarına egemenliğini gösterir. 217 C. Sergent, "Betw een death and shame: dimension of pain in Bariba culture", So ci a l Sci en ce a n d M ed icir ıe, cilt 19, no. 12, 1984, s P. Clastres, C h r on iqu es des I n d ien s G y a y a k i, Paris, Pion, 1972, s C. Laye, L 'E n f a n t n oir, Paris, Pion, 1953, s

231 t 220 P. Clastres, La Société con tre l' Etat, Paris, Minuit, 1974, s G. Catlin, Les In dien s de la P rairie, Paris, Club des librairies de France, 1959, s (Fr. Çev.). 222 M. Houseman, "Le mal pour le mâle: un bien initiatique" J. Hainard, R. Khaer, Le M al et la D ouleur, Neuchâtel, Musée d'ethnographie, 1986 için de (s. 93.). 223 A gy. s P. Clastres, agy. s M. Eliade, In itiation s, rites, sociétés sav an tes, Paris, Gallimard, 1959, s Platon P hédon, Paris, Garnier-Flammarion, 1965, 59, s Platon'la birlikte, genel olarak Grek geleneği acıyı çoğu zaman insana yaşamının yeni kaynaklarını öğreten antropolojik bir olgu gibi görür. Daha önce gördüğümüz gibi Kutsal Kitap'ta acı insanın kendine yeterliğini ve direncini kırıyor, dünyanın bilmediği bir boyutuna götürüyor onu." Kendisine acı tattırılmamış insan çok az şey bilir." (Ben Sirah, XXXIV, 10) 227 Montaigne, Denemeler (Essais, III, s ). 228 L. Lavelle, Le M al et la sou ffran ce, Paris, Plon, 1940, s Bilinçli bir tavırla risk aramak antropolojik anlam üretme, ölüme sembolik bir biçimde yaklaşma aracılığıyla rezil bir mahremiyet içine dalma gerekliliğine denk düşer, bkz. D. Le Breton, P assion s du risqu e, agy. böl

232 David Le Breton Acının Antropolojisi* Türkçesi: İsmail Yerguz Türk okurunun Yürüyüşe Övgü ile tanıdığı David le Breton, son kuşağın önde gelen düşünürlerinden biri. Moderniteye yepyeni bakışaçılarıyla yaklaşan, bireyin günümüzün toplumsal mekanizmalar karşısındaki yerini arayan, bunu yaparken de pek az bilim adamında karşılaştığımız akıcı bir üslubu benimseyen David le Breton, kendine özgü bir risk sosyolojisi geliştirdi. Acının Antropolojisi, daha önce tehlike ve sessizlik üzerinde çalışmış bir yazarın, insan gövdesinin en kuytu boyutları hakkında derin ve etkileyici bir kitabı.

Zorlu Yaşantılar Sonrası Stres Belirtileri (Travma Sonrası Stres Bozukluğu)

Zorlu Yaşantılar Sonrası Stres Belirtileri (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) Zorlu Yaşantılar Sonrası Stres Belirtileri (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) Huriye Tak Uzman Klinik Psikolog Türk Kızılayı Bağcılar Toplum Merkezi Sağlık ve Psikososyal Destek Programı Asistanı İÇERİK

Detaylı

Çalışma Hayatında Psikolojik Sorunlar. Doç. Dr. Ersin KAVİ

Çalışma Hayatında Psikolojik Sorunlar. Doç. Dr. Ersin KAVİ Çalışma Hayatında Psikolojik Sorunlar Doç. Dr. Ersin KAVİ Davranış Nedir? İnsan hem içten,hem dıştan gelen uyarıcıların karmaşık etkisi (güdü) ile faaliyete geçer ve birtakım hareketlerde (tepki) bulunur.

Detaylı

KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON. Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem.

KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON. Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem. KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem. Onkoloji Okulu İstanbul /2014 SAĞLIK NEDİR? Sağlık insan vücudunda; Fiziksel, Ruhsal, Sosyal

Detaylı

YAŞLILIKTA PSİKO-SOSYAL YAŞAM

YAŞLILIKTA PSİKO-SOSYAL YAŞAM YAŞLILIKTA PSİKO-SOSYAL YAŞAM Yaşlıların Psiko-Sosyal Özellikleri İnsanın yaşlılığında nasıl olacağı ya da nasıl yaşlanacağı; yaşadığı coğrafyaya, kalıtsal özelliklere, Psiko-sosyal ve Sosyo-ekonomik şartlara,

Detaylı

Bağımlılık-Bağımsızlık. Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN

Bağımlılık-Bağımsızlık. Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN Bağımlılık-Bağımsızlık Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN Yemedim yedirdim, içmedim içirdim, saçımı süpürge ettim Peki iyi mi ettim? Bağımlılık Bağımsızlık Bağlılık Bağımsızlık Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya

Detaylı

Meslekte Ruh Sağlığı. A.Tamer Aker İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Ruh Sağlığı AD

Meslekte Ruh Sağlığı. A.Tamer Aker İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Ruh Sağlığı AD Meslekte Ruh Sağlığı A.Tamer Aker İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Ruh Sağlığı AD Çalışan Sağlığı Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından sağlık, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal bakımdan tam

Detaylı

MADDE BAĞIMLILIĞINDAN KORUNMA

MADDE BAĞIMLILIĞINDAN KORUNMA MADDE BAĞIMLILIĞINDAN KORUNMA Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Sunum İçeriği Madde Bağımlılığı Nedir? Madde Bağımlılığının Nedenleri Madde Bağımlılığında Risk Faktörleri Bağımlılık Nasıl Gelişir?

Detaylı

Kayıp, Ölüm ve Yas Süreci. Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN

Kayıp, Ölüm ve Yas Süreci. Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN Kayıp, Ölüm ve Yas Süreci Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN Kayıp Kayıp, yaşam döngüsünün her evresinde yaşanır. bağımsızlık kaybı ilişki kaybı, sağlık kaybı, iş kaybı, ekonomik kayıp, evcil hayvan kaybı, organ

Detaylı

TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN ZARARLARI PASİF ETKİLENİM

TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN ZARARLARI PASİF ETKİLENİM TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN ZARARLARI VE PASİF ETKİLENİM TÜTÜN ÜRÜNLERİ TÜTÜN ÜRÜNLERİ TÜTÜN ÜRÜNLERİ TÜTÜN ÜRÜNLERİ TÜTÜN ÜRÜNLERİ Başlıca tütün ürünleri nelerdir? SİGARA ELEKTRONİK SİGARA PİPO PURO NARGİLE ESRAR

Detaylı

Kanserli Hasta Yönetiminde Danışman Hemşirenin Rolü

Kanserli Hasta Yönetiminde Danışman Hemşirenin Rolü Kanserli Hasta Yönetiminde Danışman Hemşirenin Rolü Yük. Hem. Gül Şav Özaydemir Danışman Hemşire EUKAM E.Ü.T.F. Radyasyon Onkolojisi ABD XIX. Ege Onkoloji Günleri 6-7 Nisan 2015 İzmir «Kanserle mücadele

Detaylı

Doç. Dr. Fatih Öncü. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Doç. Dr. Fatih Öncü. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Doç. Dr. Fatih Öncü Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikolojik taciz Bedensel Ruhsal Bedensel ve ruhsal Çalışma hayatında mobbing veya psikolojik

Detaylı

3. Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler. 7. Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri

3. Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler. 7. Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri 1 Aşağıda zaman zaman herkeste olabilecek yakınmaların ve sorunların bir listesi vardır. Lütfen her birini dikkatle okuyunuz. Sonra bu durumun bu gün de dâhil olmak üzere son üç ay içerisinde sizi ne ölçüde

Detaylı

SOSYAL FOBİ. Sosyal fobide karşılaşılan belirtiler şu şekilde sıralanabilir.

SOSYAL FOBİ. Sosyal fobide karşılaşılan belirtiler şu şekilde sıralanabilir. SOSYAL FOBİ Sosyal ortamlarda başkaları tarafından inceleme altında tutulduğu korkusu performans gösterilmesi gereken durumlarda eleştirilme yada küçük düşme korkusunun yaşanmasıdır. Ve kişi bu korkunun

Detaylı

SINIF YÖNETİMİNİN TEMELLERİ

SINIF YÖNETİMİNİN TEMELLERİ SINIF YÖNETİMİNİN TEMELLERİ Yrd. Doç. Dr. Çetin ERDOĞAN cerdogan@yildiz.edu.tr Sınıf Nedir? Ders yapılır Yaşanır Zaman geçirilir Oyun oynanır Sınıf, bireysel ya da grupla öğrenme yaşantılarının gerçekleştiği

Detaylı

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ ADI SOYADI : SINIFI : CİNSİYET : UYGULAMA TARİHİ : Okuduğunuz cümle sizin için her zaman veya genellikle geçerliyse sağdaki boşluğa " doğru " anlamına gelen D harfinin altına X işareti;

Detaylı

BİLİNÇ FARKLI BİLİNÇ DURUMLARI. PSİ153 Psikolojiye Giriş I- Prof.Dr. Hacer HARLAK

BİLİNÇ FARKLI BİLİNÇ DURUMLARI. PSİ153 Psikolojiye Giriş I- Prof.Dr. Hacer HARLAK BİLİNÇ FARKLI BİLİNÇ DURUMLARI Bilinç durumları Uyku, rüyalar, uyanıklık, hipnoz, meditasyon BİLİNÇ Bilinç= Zihin mi? Bireyin dışsal ve içsel uyaranların - yani çevredeki olayların, bedensel duyuların,

Detaylı

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir. Duygu, hareket halindeki enerjidir. Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir. Duygu, insanın yaşam kalitesini belirleyen en önemli kaynaktır.

Detaylı

Sağlık Psikolojisi-Ders 8 Stres

Sağlık Psikolojisi-Ders 8 Stres Sağlık Psikolojisi-Ders 8 Stres Öğr. Gör. Hüseyin ARI 1 Stres Nedir? Stres bir insan için baskı, gerginlik, rahatsız edici çevresel faktörler veya duygusal tepkiler anlamında gelmektedir. Kişinin bedensel

Detaylı

Epilepsi nedenlerine gelince üç ana başlıkta incelemek mümkün;

Epilepsi nedenlerine gelince üç ana başlıkta incelemek mümkün; Epilepsi bir kişinin tekrar tekrar epileptik nöbetler geçirmesi ile niteli bir klinik durum yada sendromdur. Epileptik nöbet beyinde zaman zaman ortaya çıkan anormal elektriksel boşalımların sonucu olarak

Detaylı

Twi$er: @acarbaltas @BaltasBilgievi

Twi$er: @acarbaltas @BaltasBilgievi Twi$er: @acarbaltas @BaltasBilgievi REKABETE HAZIRLIK KENDİ YILDIZINI YAKALAMAK Prof. Dr. Acar Baltaş Psikolog 28 Şubat 2014 MOTİVASYON Davranışa enerji ve yön veren, harekete geçiren güç Davranışı tetikleme

Detaylı

Böbrek Hastalıklarında Yaşanan Ruhsal Sıkıntılar; Yaşamı Nasıl Güzelleştirebiliriz? Prof.Dr.Oğuz Karamustafalıoğlu Üsküdar Üniversitesi

Böbrek Hastalıklarında Yaşanan Ruhsal Sıkıntılar; Yaşamı Nasıl Güzelleştirebiliriz? Prof.Dr.Oğuz Karamustafalıoğlu Üsküdar Üniversitesi Böbrek Hastalıklarında Yaşanan Ruhsal Sıkıntılar; Yaşamı Nasıl Güzelleştirebiliriz? Prof.Dr.Oğuz Karamustafalıoğlu Üsküdar Üniversitesi Hangi Böbrek Hastalarına Ruhsal Destek Verilebilir? Çocukluktan yaşlılığa

Detaylı

EMDR GÖZ HAREKETLERİ İLE SİSTEMATİK DUYARSIZLAŞTIRMA VE YENİDEN İŞLEME. (Eye Movement Desensitization and Reprossesing)

EMDR GÖZ HAREKETLERİ İLE SİSTEMATİK DUYARSIZLAŞTIRMA VE YENİDEN İŞLEME. (Eye Movement Desensitization and Reprossesing) EMDR GÖZ HAREKETLERİ İLE SİSTEMATİK DUYARSIZLAŞTIRMA VE YENİDEN İŞLEME (Eye Movement Desensitization and Reprossesing) Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Panik Atak ve Sınav Kaygısı ndan Kısa Sürede Kurtulmanın

Detaylı

REHBERLİK SERVİSİ. Anne-Babalar Okula Hazır Mıyız?

REHBERLİK SERVİSİ. Anne-Babalar Okula Hazır Mıyız? REHBERLİK SERVİSİ Anne-Babalar Okula Hazır Mıyız? OKULA GİTTİĞİNİZ İLK GÜNÜ HATIRLIYOR MUSUNUZ? Hayatınızda yeni bir sayfa açılıyor. Bu başlangıç hem onun hem de sizlerin hayatında yepyeni bir dönemin

Detaylı

Ayrıca sinirler arasındaki iletişimi sağlayan beyindeki bazı kimyasal maddelerin üretimi de azalır.

Ayrıca sinirler arasındaki iletişimi sağlayan beyindeki bazı kimyasal maddelerin üretimi de azalır. Alzheimer hastalığı nedir, neden olur? Alzheimer hastalığı, yaşlılıkla beraber ortaya çıkan ve başta unutkanlık olmak üzere çeşitli zihinsel ve davranışsal bozukluklara yol açan ilerleyici bir beyin hastalığıdır.

Detaylı

Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar

Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar la da gi di le mez. Çün kü uçak lar çok ya kın dan geçi

Detaylı

E T I. Essen Travma Envanter. Ad: Iklad: Tarih: Kaç yaşındasınız?:

E T I. Essen Travma Envanter. Ad: Iklad: Tarih: Kaç yaşındasınız?: Essen Travma - Envanter Tagay S., Erim Y., Senf W. Rheinische Kliniken Essen, Universität Duisburg Essen 2004 E T I Essen Travma Envanter Ad: Iklad: Kaç yaşındasınız?: Tarih: 1 ETI Talımat: Çok kişi hayatında

Detaylı

DEMANS ya da BUNAMA olarak bilinen hastalık

DEMANS ya da BUNAMA olarak bilinen hastalık DEMANS ya da BUNAMA olarak bilinen hastalık yaşlılığın doğal bir sonucu değildir.. Demansın en sık nedeni ALZHEİMER HASTALIĞI DIR. Yaşla gelen unutkanlık ALZHEİMER HASTALIĞI nın habercisi olabilir!!! ALZHEİMER

Detaylı

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ YÖNERGE:

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ YÖNERGE: SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ YÖNERGE:Okuduğunuz cümle sizin için her zaman veya genellikle geçerliyse, cevap kağıdındaki doğru anlamına gelen ( D ) harfinin üstüne X işareti, her zaman veya genellikle geçerli

Detaylı

Ruhsal Travma Değerlendirme Formu. APHB protokolü çerçevesinde Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından hazırlanmıştır

Ruhsal Travma Değerlendirme Formu. APHB protokolü çerçevesinde Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından hazırlanmıştır Ruhsal Travma Değerlendirme Formu APHB protokolü çerçevesinde Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından hazırlanmıştır A. SOSYODEMOGRAFİK BİLGİLER 1. Adı Soyadı:... 2. Protokol No:... 3. Başvuru Tarihi:...

Detaylı

Baş ağrısı, başta ve bâzen de boyun veya sırtın üst kısmında gerçekleşen ağrılara verilen ortak isimdir. Yaygın ağrı şikâyetlerinden biridir ve hemen

Baş ağrısı, başta ve bâzen de boyun veya sırtın üst kısmında gerçekleşen ağrılara verilen ortak isimdir. Yaygın ağrı şikâyetlerinden biridir ve hemen Baş ağrısı, başta ve bâzen de boyun veya sırtın üst kısmında gerçekleşen ağrılara verilen ortak isimdir. Yaygın ağrı şikâyetlerinden biridir ve hemen hemen tüm insanlar değişik nedenlerle baş ağrısından

Detaylı

9. Sigarayı bırakma zamanı

9. Sigarayı bırakma zamanı 9. Sigarayı bırakma zamanı 1 9. Sigarayı bırakma zamanı Dünyada 8 saniyede 1 can alan, yılda 4 milyon kişinin ölümüne neden olan, dünyada her 10 erişkinden birinin ölüm nedeni sayılan sigarayı bırakmak

Detaylı

Çağımızın Stres Kaynağı Gürültü

Çağımızın Stres Kaynağı Gürültü TEKNIK BILGI Çağımızın Stres Kaynağı Gürültü Ümit Payidar ALTINOK* Özellikle büyük kentlerde ve endüstriyel kesimlerde bulunan gürültü insan sağlığını tehdit edici en önemli unsurlardan biridir. Fiziksel

Detaylı

3/7/2010. ÇAĞDAŞ EĞİTİMDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİNİN YERİ ve ÖNEMİ EĞİTİM EĞİTİM ANLAYIŞLARI EĞİTİM

3/7/2010. ÇAĞDAŞ EĞİTİMDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİNİN YERİ ve ÖNEMİ EĞİTİM EĞİTİM ANLAYIŞLARI EĞİTİM EĞİTİM REHBERLİK ÇAĞDAŞ EĞİTİMDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK NİN YERİ ve ÖNEMİ Eğitim? İnsana en iyi olgunluğu vermektir (Eflatun). İnsana tabiatında bulunan gizli bütün kabiliyetlerin geliştirilmesidir (Kant). Bireyin

Detaylı

Dünya Hekimler Birliği, Hasta Hakları Bildirgesi 1

Dünya Hekimler Birliği, Hasta Hakları Bildirgesi 1 Dünya Hekimler Birliği, Hasta Hakları Bildirgesi 1 34. Dünya Hekimler Toplantısı nda kabul edilmiş (Lizbon, Portekiz, Eylül/Ekim 1981), 47. Dünya Hekimler Birliği Kurultayı nda değişikliğe uğramış (Bali,

Detaylı

AKCİĞER KANSERİ Hastalar İçin Temel Bilgiler

AKCİĞER KANSERİ Hastalar İçin Temel Bilgiler AKCİĞER KANSERİ Hastalar İçin Temel Bilgiler Prof.Dr. Muzaffer Metintaş Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Eskişehir 0 222 2392979/7050-7051-7070, muzaffermetintas@gmail.com

Detaylı

yukarıda olduğu psikolojik bir durumdur.

yukarıda olduğu psikolojik bir durumdur. Stress Yönetimi STRES NEDİR? Bireylerin, fiziksel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi veya zorlanması ile ortaya çıkan psikolojik bir durumdur. Kişilerde meydana gelen ve onları normal faaliyetlerinden

Detaylı

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI 3-4 Aile bireyleri birbirlerine yardımcı olurlar. Anahtar kavramlar: şekil, işlev, roller, haklar, Aileyi aile yapan unsurlar Aileler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar Aile üyelerinin farklı rolleri

Detaylı

GAZİANTEP LİSESİ REHBERLİK SERVİSİ

GAZİANTEP LİSESİ REHBERLİK SERVİSİ GAZİANTEP LİSESİ REHBERLİK SERVİSİ Konsantrasyon Sorunu Ders çalışmak yerine başka şeyler yapmak istiyorum, Kitabı elime alıyorum fakat kapağını bir türlü açamıyorum diyorsanız konsantrasyon sorununuz

Detaylı

UYGULAMALI SOSYAL PSİKOLOJİ (Baron, Byrne ve Suls, 1989; Bilgin, 1999) PSİ354 - Prof.Dr. Hacer HARLAK

UYGULAMALI SOSYAL PSİKOLOJİ (Baron, Byrne ve Suls, 1989; Bilgin, 1999) PSİ354 - Prof.Dr. Hacer HARLAK UYGULAMALI SOSYAL PSİKOLOJİ (Baron, Byrne ve Suls, 1989; Bilgin, 1999) Sosyal Psikoloji Uygulamaları HUKUK SAĞLIK DAVRANIŞI KLİNİK PSİKOLOJİ TÜKETİCİ DAVRANIŞI VE PAZARLAMA POLİTİKA ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ SOSYAL

Detaylı

MESLEKTE TÜKENMİŞLİK SENDROMU

MESLEKTE TÜKENMİŞLİK SENDROMU MESLEKTE TÜKENMİŞLİK SENDROMU İşe başladığınız ilk günlerdeki ruh halinizi hatırlayın Gücümüzün %110 u oranında çalışmaya hazır, idealist, kendi kendini motive eden, çalışarak hiçbir şeyin imkansız olmadığına

Detaylı

UZMAN KLİNİK PSİKOLOG KAHRAMAN GÜLER DEPRESYON

UZMAN KLİNİK PSİKOLOG KAHRAMAN GÜLER DEPRESYON UZMAN KLİNİK PSİKOLOG KAHRAMAN GÜLER DEPRESYON Depresyon en az iki hafta süren, çoğunlukla daha uzun süreyle devam eden, işlevselliği çok ciddi bir oranda bozan, tedavi edilebilir tıbbi problemlerden bir

Detaylı

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) Dr. Çağlayan Üçpınar Nisan 2005

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) Dr. Çağlayan Üçpınar Nisan 2005 Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) Dr. Çağlayan Üçpınar Nisan 2005 Travma Nedir? Günlük rutin işleyişi bozan, Aniden beklenmedik bir şekilde gelişen, Dehşet, kaygı ve panik yaratan, Kişinin anlamlandırma

Detaylı

SOSYAL PSİKOLOJİ II KISA ÖZET KOLAYAOF

SOSYAL PSİKOLOJİ II KISA ÖZET KOLAYAOF DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. SOSYAL PSİKOLOJİ II KISA ÖZET KOLAYAOF

Detaylı

EŞLER ARASI SAĞLIKLI. İLETİŞİM Asiye Türkan

EŞLER ARASI SAĞLIKLI. İLETİŞİM Asiye Türkan EŞLER ARASI SAĞLIKLI İLETİŞİM Asiye Türkan Bilinçli ve sağlıklı iletişim; Anlamlı hayat, anlamlı hayat da sakin ve mutmain ruh halinin gelişmesine yol açar. Bunun içinde özgür ortam şarttır. Özgür ortam

Detaylı

Kazanım İfadeleri. Kendine değer veren insanların (aile-arkadaş vb.) yapıcı uyarılarına kayıtsız kalmaz.

Kazanım İfadeleri. Kendine değer veren insanların (aile-arkadaş vb.) yapıcı uyarılarına kayıtsız kalmaz. YEŞİLAY SAĞLIKLI FİKİRLER KISA FİLM SENARYO YARIŞMASI - 2017 Kazanım İfadeleri Kazanımın İlişkili Olduğu Alanlar Teknoloji Tütün Alkol Madde 1 Kendine değer veren insanların (aile-arkadaş vb.) yapıcı uyarılarına

Detaylı

Sosyal Etki Teorisi. Sunan: M.Benan YAZICIOĞLU Sunum Tarihi: 27.02.2014

Sosyal Etki Teorisi. Sunan: M.Benan YAZICIOĞLU Sunum Tarihi: 27.02.2014 Sosyal Etki Teorisi Sunan: M.Benan YAZICIOĞLU Sunum Tarihi: 27.02.2014 Sosyal Etki ve Uyma Davranışı Sosyolojinin, toplumun bütününü kapsayan kanunu insan toplum hayatı yaşar kanunudur. İnsan bir toplumda

Detaylı

DUYGULAR 3 DÜZEYDE INCELENEBILIR: Öznel yaşantı. Duygusal davranış. Fizyolojik olaylar

DUYGULAR 3 DÜZEYDE INCELENEBILIR: Öznel yaşantı. Duygusal davranış. Fizyolojik olaylar emotions DUYGULAR DUYGULAR OLMASAYDı? DUYGULAR 3 DÜZEYDE INCELENEBILIR: Öznel yaşantı Duygusal davranış Fizyolojik olaylar DUYGU KURAMLARı James-Lange Kuramı Önce fizyolojik değişiklikler sonra duygu Bir

Detaylı

UZ. DR. GÖNÜL ERDAL DAĞISTANLI

UZ. DR. GÖNÜL ERDAL DAĞISTANLI GÜRÜLTÜ = HOŞA GİTMEYEN SES GÜRÜLTÜNÜN SÜRESİ ŞİDDETİ ZAMANI TÜRÜ GÜRÜLTÜ FİZYOLOJİK TEPKİLER RUHSAL TEPKİLER FİZYOLOJİK TEPKİLER ANĠ GÜRÜLTÜDE KAS GERĠLMELERĠ BAġ DÖNMESĠ YORGUNLUK ĠġĠTME KAYIPLARI METOBALĠZMA

Detaylı

Günümüzde diş ve diş eti hastalıkları bütün dünyada yaygın ve önemli bir sorundur. Çünkü ağız ve diş sağlığı genel sağlığımızla yakından ilişkilidir.

Günümüzde diş ve diş eti hastalıkları bütün dünyada yaygın ve önemli bir sorundur. Çünkü ağız ve diş sağlığı genel sağlığımızla yakından ilişkilidir. Ağız ve Diş Sağlığı Günümüzde diş ve diş eti hastalıkları bütün dünyada yaygın ve önemli bir sorundur. Çünkü ağız ve diş sağlığı genel sağlığımızla yakından ilişkilidir. Ağız sağlığı: Dişler ve onları

Detaylı

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ Adı, soyadı... : Sınıfı... : Tarih :.../.../2015 YÖNERGE: Okuduğunuz cümle sizin için her zaman veya genellikle geçerliyse sağdaki boşluğa " doğru " anlamına gelen D harfinin altına

Detaylı

Ruhsal Bozukluklar ile İlgili Sık Görülen Yanlış İnançlar ve Gerçekler. Osman SEZGİN

Ruhsal Bozukluklar ile İlgili Sık Görülen Yanlış İnançlar ve Gerçekler. Osman SEZGİN Ruhsal Bozukluklar ile İlgili Sık Görülen Yanlış İnançlar ve Gerçekler Osman SEZGİN 1 0 Psikiyatrik hastalıklar kalp, şeker gibi gerçek tıbbi hastalık değildir! Ruh hastalığı olanlar olsa olsa deli dirler.

Detaylı

Salih AKYÜZ Hasta ve Çalışan Hakları ve Güvenliği Derneği Başkanı

Salih AKYÜZ Hasta ve Çalışan Hakları ve Güvenliği Derneği Başkanı Salih AKYÜZ Hasta ve Çalışan Hakları ve Güvenliği Derneği Başkanı Hak Kavramı Herhangi bir varlığın, kanuni veya ahlaki gerekçelerle, sahip olması veya yapabilmesi olağan şeyler.. Hak Kavramı Kazanımlara

Detaylı

Sigara sağlığa zararlı olmasına rağmen birçok kişi bunu bile bile sigara kullanmaktadır. En yaygın görülen zararlı alışkanlıkların içinde en başı

Sigara sağlığa zararlı olmasına rağmen birçok kişi bunu bile bile sigara kullanmaktadır. En yaygın görülen zararlı alışkanlıkların içinde en başı Sigara sağlığa zararlı olmasına rağmen birçok kişi bunu bile bile sigara kullanmaktadır. En yaygın görülen zararlı alışkanlıkların içinde en başı çeken sigara vücuda birçok zarar vermekte ve uzun süre

Detaylı

ÖLÜM VE ÖLÜMCÜL HASTANIN BAKIMI

ÖLÜM VE ÖLÜMCÜL HASTANIN BAKIMI ÖLÜM VE ÖLÜMCÜL HASTANIN BAKIMI İçerik ÖLÜMDEN SONRA CESEDİN BAKIMI ÖLÜMÜ YAKLAŞAN HASTANIN DUYGULARI ÖLÜMCÜL HASTAYA YAKLAŞIM YAKLAŞAN ÖLÜM BELİRTİLERİ ÖLÜMCÜL VE AĞIR HASTANIN FİZİKSEL GEREKSİNİMLERİNİN

Detaylı

ÜMRANİYE REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

ÜMRANİYE REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ ÜMRANİYE REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ 1 Düşüncelerini, duygularını rahat ifade edebilen, Çevresiyle olumlu ilişkiler kurabilen, Kendine güvenen, Öğrenmeye istekli, Mutlu, başarılı çocuklar yetiştirelim.

Detaylı

Hem. Dr. SONGÜL KAMIŞLI Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Prevantif Onkoloji A.B.D. Psikososyal Onkoloji Birimi

Hem. Dr. SONGÜL KAMIŞLI Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Prevantif Onkoloji A.B.D. Psikososyal Onkoloji Birimi Kanserli Hastalar Tarafından Sık Sorulan Sorular Hem. Dr. SONGÜL KAMIŞLI Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Prevantif Onkoloji A.B.D. Psikososyal Onkoloji Birimi Hastaların Soruları Tıbbi tedavi Otonomi

Detaylı

Sizinle araştırmalar bir adım daha ileriye gidecek

Sizinle araştırmalar bir adım daha ileriye gidecek Sizinle araştırmalar bir adım daha ileriye gidecek Hastalara ait veri ve tahlillerin kullanılması hakkında bilgiler 1 Sayın hast Hastalıkların teşhisi ve tedavisinde son on yılda çok büyük gelişmeler kaydedildi.

Detaylı

Bedenimiz değil bilinçaltımız bizi hasta ediyor - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Bedenimiz değil bilinçaltımız bizi hasta ediyor - Genç Gelişim Kişisel Gelişim Spiritüel Gelişim Danışmanı Gülnur Ünal Bedenimiz değil bilinçaltımız bizi hasta ediyor Hasatlıklarımızın kaynağının sadece beden olmadığı, duygusal çatışmaların bedenimizi hasta ettiği artık bilinen bir

Detaylı

Kanserli hasta ile iletişim. Kötü haber verme. Prof. Dr. Şeref Kömürcü.

Kanserli hasta ile iletişim. Kötü haber verme. Prof. Dr. Şeref Kömürcü. Kanserli hasta ile iletişim Kötü haber verme Prof. Dr. Şeref Kömürcü serefkomurcu@gmail.com Olgu 49 y, kadın, öğretim üyesi 7/2016 Meme Ca, MKC + AD, T2N2M0 RT ve KT almak istememiş 8/2017 Lokal nüks Tedavi

Detaylı

OKAN EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ

OKAN EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ OKAN EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ AKRAN İLİŞKİLERİ VE AKRAN ZORBALIĞI AKRAN İLİŞKİLERİ Akran etkileşimi doğum itibariyle başlamaktadır. Ancak yaş ilerledikçe akranlarla geçirilen

Detaylı

Programda yer alan etkinlikler okul rehber öğretmeni, sınıf öğretmeni ve idarecilerin işbirliği ile yürütülecektir.

Programda yer alan etkinlikler okul rehber öğretmeni, sınıf öğretmeni ve idarecilerin işbirliği ile yürütülecektir. 2016 2017 Öğretim Yılı 9.Sınıflar için Rehberlik Çerçeve Programı kapsamlı gelişimsel psikolojik danışmanlık hizmetleri anlayışına bağlı kalınarak hazırlanmıştır. Program, Okul Rehberlik ve Psikolojik

Detaylı

İLK YARDIM DENEME SINAVI Aşağıdakilerden hangisi yaşam bulgusu değildir? A) Bilinç. B) Solunum ve dolaşım. C) Vücut ısısı kan basıncı

İLK YARDIM DENEME SINAVI Aşağıdakilerden hangisi yaşam bulgusu değildir? A) Bilinç. B) Solunum ve dolaşım. C) Vücut ısısı kan basıncı İLK YARDIM DENEME SINAVI 4 1. Aşağıdakilerden hangisi yaşam bulgusu değildir? A) Bilinç B) Solunum ve dolaşım C) Vücut ısısı kan basıncı D) Boşaltım 2. Aşağıdaki hastalardan hangisine ilk önce ilkyardım

Detaylı

ÖNSÖZ... IX 1. 10 12 13 10 14 2. 15 15 3. 20 20 24 27 28 29 30 30 33 34 36 39 40 41 42 III

ÖNSÖZ... IX 1. 10 12 13 10 14 2. 15 15 3. 20 20 24 27 28 29 30 30 33 34 36 39 40 41 42 III İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... IX 1. Çocuklara Zarar Veren Anne-Baba Davranışları...1 Aşırı Koruyuculuk ve Kısıtlayıcılık...2 Reddetme; Maskelenmiş Mahrumiyet...4 Aşırı Hoşgörü ve Şımartma...5 Aşırı Beklentiler...6

Detaylı

Çevremizdeki Sağlık Kuruluşları VE Sağlık Hizmetleri

Çevremizdeki Sağlık Kuruluşları VE Sağlık Hizmetleri Çevremizdeki Sağlık Kuruluşları VE Sağlık Hizmetleri Çevremizde bulunan sağlık kuruluşları, herhangi bir sağlık probleminde müdahalede bulunan ve tedavi amacı güden kuruluşlardır. Yaşadığınız çevrede bulunan

Detaylı

Programda yer alan etkinlikler okul rehber öğretmeni, sınıf öğretmeni ve idarecilerin işbirliği ile yürütülecektir.

Programda yer alan etkinlikler okul rehber öğretmeni, sınıf öğretmeni ve idarecilerin işbirliği ile yürütülecektir. KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ MİLLİ EĞİTİM VE KÜLTÜR BAKANLIĞI EĞİTİM ORTAK HİZMETLER DAİRESİ MÜDÜRLÜĞÜ PSİKOLOJİK DANIŞMA REHBERLİK VE ARAŞTIRMA ŞUBESİ 2017 2018 Öğretim Yılı 9.Sınıflar için Rehberlik

Detaylı

Edimsel Koşullama ÖĞRENMEDE ÖDÜL VE CEZANIN ROLÜ. Doç.Dr.Hacer HARLAK

Edimsel Koşullama ÖĞRENMEDE ÖDÜL VE CEZANIN ROLÜ. Doç.Dr.Hacer HARLAK Edimsel Koşullama ÖĞRENMEDE ÖDÜL VE CEZANIN ROLÜ Edimsel Koşullama Davranış ile sonuç arasında bağlantı kurmayı öğrenmedir. Pekiştirilen (memnun edici sonuçlara yol açan) davranışlar güçlenir, cezalandırılan

Detaylı

LENFÖDEM ERKEN TANI VE ERKEN TEDAVİ GEREKTİREN BİR HASTALIKTIR!

LENFÖDEM ERKEN TANI VE ERKEN TEDAVİ GEREKTİREN BİR HASTALIKTIR! LENFÖDEM ERKEN TANI VE ERKEN TEDAVİ GEREKTİREN BİR HASTALIKTIR! Lenfödem, lenf sıvısının dolaşımındaki yetersizlik yüzünden dokular arasında proteinden zengin sıvı birikimine bağlı olarak şişlik ve ilerleyen

Detaylı

HALKLA İLİŞKİLER KRİZ DÖNEMLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER

HALKLA İLİŞKİLER KRİZ DÖNEMLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER HALKLA İLİŞKİLER KRİZ DÖNEMLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER Psikolojik olarak insanların kriz yaşayabileceği gibi toplumlar, işletmeler vb. kuruluşlar da kriz yaşayabilir. Psikoloji de kriz, bireyin tehdit ediliyor

Detaylı

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN TEMEL KAVRAMLARI

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN TEMEL KAVRAMLARI 1 DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN TEMEL KAVRAMLARI Örgütte faaliyette bulunan insan davranışlarının anlaşılması ve hatta önceden tahmin edilebilmesi her zaman üzerinde durulan bir konu olmuştur. Davranış bilimlerinin

Detaylı

SAĞLIKLI KALP İÇİN AKTİF YAŞAM

SAĞLIKLI KALP İÇİN AKTİF YAŞAM SAĞLIKLI KALP İÇİN AKTİF YAŞAM SAĞLIKLI KALP İÇİN AKTİF YAŞAM Günümüzün en önemli sağlık sorunlarından biri de kalp hastalıklarıdır. Bu kavram içinde birçok farklı hastalık bulunsa da, dünyada ve ülkemizde

Detaylı

KÜRESEL AYNALAR BÖLÜM 26

KÜRESEL AYNALAR BÖLÜM 26 ÜRESE AYNAAR BÖÜ 6 ODE SORU DE SORUARN ÇÖZÜER d d noktası çukur aynanın merkezidir ve ışınlarının izlediği yoldan, yargı doğrudur d noktası çukur aynanın odak noktasıdır d olur yargı doğrudur d + d + dir

Detaylı

Kaç çeşit yara vardır? Kesik Yaralar Ezikli Yaralar Delici Yaralar Parçalı Yaralar Enfekte Yaralar

Kaç çeşit yara vardır? Kesik Yaralar Ezikli Yaralar Delici Yaralar Parçalı Yaralar Enfekte Yaralar YARALANMALAR YARA NEDİR? Bir travma sonucu deri yada mukozanın bütünlüğünün bozulmasıdır. Aynı zamanda kan damarları, adale ve sinir gibi yapılar etkilenebilir. Derinin koruma özelliği bozulacağından enfeksiyon

Detaylı

Özgüven Nedir? Özgüven Eksikliği Nedir?

Özgüven Nedir? Özgüven Eksikliği Nedir? Özgüven Nedir? Özgüven; kendimiz ve yeteneklerimiz hakkında pozitif ve gerçekçi bir anlayışa sahip olduğumuz anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, özgüven eksikliği ise; kendinden şüphe duymak, pasiflik,

Detaylı

SINAV KAYGISI KİTAPÇIĞI

SINAV KAYGISI KİTAPÇIĞI SINAV KAYGISI KİTAPÇIĞI HAZIRLAYAN MUHAMMED PAMUK DİĞER DÖKÜMANLARIMIZI REHBERLİK İÇİN YAPILMIŞ YAZILIMLARIMIZI GÖRMEK İÇİN FACEBOOK GRUBUMUZA BEKLERİZ. LİNK: https://www.facebook.com/groups/teknorehbe

Detaylı

ALZHEİMER HASTALIĞINA BAKIŞ. Uzm. Dr. Gülşah BÖLÜK NÖROLOJİ BİLECİK DH 2015

ALZHEİMER HASTALIĞINA BAKIŞ. Uzm. Dr. Gülşah BÖLÜK NÖROLOJİ BİLECİK DH 2015 ALZHEİMER HASTALIĞINA BAKIŞ Uzm. Dr. Gülşah BÖLÜK NÖROLOJİ BİLECİK DH 2015 Bunama yaşlılığın doğal bir sonucu değildir. Yaşla gelen unutkanlık, Alzheimer Hastalığının habercisi olabilir! Her yaşta insanın

Detaylı

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ 1- Beni çok iyi tanımlıyor 2- Beni iyi tanımlıyor 3- Beni az çok iyi tanımlıyor 4- Beni pek tanımlamıyor 5- Beni zaman zaman hiç tanımlamıyor 6- Beni hiç tanımlamıyor

Detaylı

Liderlikte Güncel Eğilimler. Konuşan Değil, Dinleyen Lider. Şeffaf Dünyada Otantik Lider. Bahçevan İlkesi. Anlam Duygusu Veren Liderlik

Liderlikte Güncel Eğilimler. Konuşan Değil, Dinleyen Lider. Şeffaf Dünyada Otantik Lider. Bahçevan İlkesi. Anlam Duygusu Veren Liderlik Video Başlığı Açıklamalar Süresi Yetkinlikler Liderlikte Güncel Eğilimler Konuşan Değil, Dinleyen Lider Son on yıl içinde liderlik ve yöneticilik konusunda dört önemli değişiklik oldu. Bu videoda liderlik

Detaylı

Havacılıkta Ġnsan Faktörleri. Uçak Müh.Tevfik Uyar, MBA

Havacılıkta Ġnsan Faktörleri. Uçak Müh.Tevfik Uyar, MBA Havacılıkta Ġnsan Faktörleri Uçak Müh.Tevfik Uyar, MBA BÖLÜM 1 Biyolojik Varlık Olarak İnsan Birinci Bölüm: Fiziksel Faktörler ve Algı Geçen Hafta GEÇEN HAFTA İnsan, Fiziksel Faktörler ve İnsan Performansı

Detaylı

REHBERLİK VE İLETİŞİM 8

REHBERLİK VE İLETİŞİM 8 REHBERLİK VE İLETİŞİM 8 Yrd. Doç. Dr. M. İsmail BAĞDATLI mismailbagdatli@yahoo.com İletişim Süreci KAYNAK Kodlama MESAJ Kod Açma ALICI KANAL Geri Besleme KANAL Sözsüz İletişim Beden dilimiz jestler, mimikler,

Detaylı

Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar. Dt. Evin Toker

Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar. Dt. Evin Toker Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar Dt. Evin Toker dtevintoker@gmail.com Şiddet Nedir? Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti; fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir

Detaylı

Anksiyete ve gerginlik veya endişe. Eminim bunu son zamanlarda hepimiz yaşıyoruz.

Anksiyete ve gerginlik veya endişe. Eminim bunu son zamanlarda hepimiz yaşıyoruz. Rüyalar genellikle en saçma göründüklerinde en derindedir. Sigmund Freud Anksiyete ve gerginlik veya endişe. Eminim bunu son zamanlarda hepimiz yaşıyoruz. Anksiyete: kendinize kötü bir şey olacağını ve

Detaylı

İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ

İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Hizmetleri MADDE BAĞIMLILIĞI BAĞIMLILIK Bağımlılık, bireyin kendi ruhsal ve bedensel sağlığına

Detaylı

STRES. Doç.Dr. Hacer HARLAK - PSİ

STRES. Doç.Dr. Hacer HARLAK - PSİ STRES Stresli mi? Sınava girmek Patrondan / müdürden zam istemek Ameliyat olmak Seyahate çıkmak Evlenmek Yeni bir şehirde yaşamaya başlamak Bu derste şu sorulara cevap arayacağız: Stres durumunda fizyolojik

Detaylı

PSK 271 Öfke Yönetimi (2015-2016 Güz Dönemi) Yrd. Doç. Dr. Nilay PEKEL ULUDAĞLI. Öfke Yönetimi: Duyguları İfade Edebilmek ve Duygularla Başa Çıkmak

PSK 271 Öfke Yönetimi (2015-2016 Güz Dönemi) Yrd. Doç. Dr. Nilay PEKEL ULUDAĞLI. Öfke Yönetimi: Duyguları İfade Edebilmek ve Duygularla Başa Çıkmak PSK 271 Öfke Yönetimi (2015-2016 Güz Dönemi) Yrd. Doç. Dr. Nilay PEKEL ULUDAĞLI Öfke Yönetimi: Duyguları İfade Edebilmek ve Duygularla Başa Çıkmak Öfkenin Gerçek Nedeni Ne? ÖFKE kıskançlık, üzüntü, merak,

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ Bölüm 1 KRİZ YÖNETİMİ 11

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ Bölüm 1 KRİZ YÖNETİMİ 11 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 KRİZ YÖNETİMİ 11 1.1.Krizin Tanımı ve Özellikleri 13 1.2.Kriz Dönemleri 15 1.2.1.Krizin Gelişme Dönemi 15 1.2.1.1. İç ve Dış Değişiklikleri Fark Etmeme ( Körlük) 15 1.2.1.2.

Detaylı

NİYAZİ FIRAT ERES

NİYAZİ FIRAT ERES Bir tebessüm, birçok şey anlatır. İçinde yüklü olan anlam ve hisler karşı tarafa doğru akar. Yüzümüzdeki gülümseme, içimizi dışa yansıtan bir ayna gibi görev yapar. İletişim ve ilişkilerimizde de büyük

Detaylı

ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ VE ETİK. Prof. Dr. Nermin Ersoy Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı

ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ VE ETİK. Prof. Dr. Nermin Ersoy Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ VE ETİK Prof. Dr. Nermin Ersoy Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Etik Nedir? Felsefenin insanlar arası ilişkilerini ve sorunlarını konu edinen dalı;

Detaylı

Renklerin insan davranışını ve psikolojisini önemli ölçüde etkilediği bugün kesinleşmiştir. Kanada'da bir okulda yapılan deneyde, odaların renk ve

Renklerin insan davranışını ve psikolojisini önemli ölçüde etkilediği bugün kesinleşmiştir. Kanada'da bir okulda yapılan deneyde, odaların renk ve Renklerin insan davranışını ve psikolojisini önemli ölçüde etkilediği bugün kesinleşmiştir. Kanada'da bir okulda yapılan deneyde, odaların renk ve ışık düzenlerinin değiştirilmesi ile bazı öğrencilerin

Detaylı

CERRAHİ TEDAVİ FUTBOL OYNAMA BOL BOL YÜZ

CERRAHİ TEDAVİ FUTBOL OYNAMA BOL BOL YÜZ Halk arasında titreme hastalığı olarak bilinen genelde orta yaş ve üzerinde görülen nörodejenaratif hastalıklardan biri olan Parkinson yavaş ilerleyen ve sinsi bir hastalık. İlerleyen evrelerde ise yardım

Detaylı

İş Yerinde Ruh Sağlığı

İş Yerinde Ruh Sağlığı İş Yerinde Ruh Sağlığı Yeni bir Yaklaşım Freud a göre, bir insan sevebiliyor ve çalışabiliyorsa ruh sağlığı yerindedir. Dünya Sağlık Örgütü nün tanımına göre de ruh sağlığı, yalnızca ruhsal bir rahatsızlık

Detaylı

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin? Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin? - Mutasarrıf demiş adam kabara kabara. - Sonra ne olacaksın? diye

Detaylı

ÖZEL SEYMEN EĞİTİM KURUMLARI

ÖZEL SEYMEN EĞİTİM KURUMLARI ÖZEL SEYMEN EĞİTİM KURUMLARI İZMİT RAHMİ SEYMEN YERLEŞKESİ 2017-18 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI STRES YÖNETİMİ VELİ BÜLTENİ Sayın Velimiz; Stres ile mücadele her gelişim dönemi için önemlidir. Fakat özellikle ergenlik

Detaylı

GÜDÜLENME. Doç.Dr. Hacer HARLAK - Psikolojiye Giriş I

GÜDÜLENME. Doç.Dr. Hacer HARLAK - Psikolojiye Giriş I GÜDÜLENME Dersin konuları Güdülenme ile ilişkili kavramlar Güdülenme kuramları Biyolojik kuramlar İçgüdü Dürtü-azaltma Uyarılma Psikososyal Kuramlar Özendirici Bilişsel Biyopsikososyal kuram Maslow un

Detaylı

Sınav ve Sınav Kaygısı

Sınav ve Sınav Kaygısı Sınav ve Sınav Kaygısı Gündem Sınav Nedir? Sınavla kaygının ilişkisi nedir? Sınav Kaygısının belirtileri nelerdir Sınav Kaygısının olası nedenleri nelerdir? Bu nedenler nasıl kotrol edilebilir Sınav anında

Detaylı

Çene Eklemi (TME) ve Yüz Ağrıları Merkezi

Çene Eklemi (TME) ve Yüz Ağrıları Merkezi Çene Eklemi (TME) ve Yüz Ağrıları Merkezi Beyin Tümörleri Çene Eklemi (TME) ve Yüz Ağrıları Merkezi Sizde mi Diş Sıkıyorsunuz? Diş sıkma ve gıcırdatma, gece ve/veya gündüz oluşabilen istemsiz bir aktivitedir.

Detaylı

AV. VEDAT CANBOLAT AV. ELİF CANBOLAT GÖKTEPE

AV. VEDAT CANBOLAT AV. ELİF CANBOLAT GÖKTEPE AV. VEDAT CANBOLAT AV. ELİF CANBOLAT TIBBİ MÜDAHALEDE KÖTÜ UYGULAMA Tıbbi müdahale; tıp mesleğini icraya yetkili bir kişi tarafından, doğrudan veya dolaylı olsa da tedavi amacına yönelik olarak gerçekleştirilen

Detaylı

İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ile Birlikte Şehrin Gürültü Haritasının Çıkarılması

İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ile Birlikte Şehrin Gürültü Haritasının Çıkarılması İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ile Birlikte Şehrin Gürültü Haritasının Çıkarılması Amaç ve İçerik Projenin temel amacı şehrin farklı bölgelerinde İl Çevre ve Orman Müdürlüğü nün yönlendirmesi ile gürültü

Detaylı

Gü ven ce He sa b Mü dü rü

Gü ven ce He sa b Mü dü rü Güvence Hesabı nın dünü, bugünü, yarını A. Ka di r KÜ ÇÜK Gü ven ce He sa b Mü dü rü on za man lar da bi lin me ye, ta nın ma ya S baş la yan Gü ven ce He sa bı as lın da ye - ni bir ku ru luş de ğil.

Detaylı

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi Çocukları günlük bakımcıya veya kreşe gidecek olan vede başlamış olan ebeveynlere Århus Kommune Børn og Unge Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi Tyrkisk, Türkçe 9-14 aylık çocuklar hakkında durum ve

Detaylı