Ebumara Köşe Yazısı 26 Nisan 2012, www.drtus.com. TUS u KAZAN(a)MAMA SANATI (2.KISIM) (bir pratisyenin anıları) Yol boyunca düşündüm.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

Herkese Bangkok tan merhabalar,

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ


Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Tek başına anlamı ve görevi olmayan ancak kendinden önce gelen sözcükle öbekleşerek anlam ve görev kazanan sözcüklerdir. Edatlar şunlardır:

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır.

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Murat Çelebi 2. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Aşşk Kahve ve Laduree

Bir sözcüğün zihinde uyandırdığı ilk anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Bu yüzden sözlük anlamı da denir.

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Elvan & Emrah PEKŞEN

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

Boylesine bir emek hic bir maddi karsilikla elde edilemez... ILKYAR gonulluleri boylesine essiz birliktelikler yasiyorlar ilkyar lari ile...

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

Sevda Üzerine Mektup

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU BULUTLAR SINIFI EYLÜL AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

MİRKET NİNELER. Parti Veriyor

OYUNCAK AYI. Aysel çok mutluydu. Çünkü bugün doğum. Annesi Elvan a oyuncak bir ayı aldı. Elvan. günüydü. Babası Aysel e hediye aldı.

ÜNİTE 14 ŞEKİL BİLGİSİ-II YAPIM EKLERİ. TÜRK DİLİ Okt. Aslıhan AYTAÇ İÇİNDEKİLER HEDEFLER. Çekim Ekleri İsim Çekim Ekleri Fiil Çekim Ekleri


MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

HAYAT BİLGİSİ HAFTA SONU ÖDEVİ ADI SOYADI:

ISBN :

SİTEMİZE EKLENEN METİN KİTABIM-1 VE METİN KİTABIM-2 ADLI DÖKÜMANLARI OKURSAK HEM OKUMA HIZIMIZ ARTACAK HEM DE OKUDUKLARIMIZI ANLAYACAĞIZ.

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

5. SINIF TÜRKÇE KELİME TÜRLERİ TESTİ. A) Ben ise yağmur yağmasını bekliyordum. Cümlesindeki isimlerin hepsi tekildir.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

OYUNCAK AYI. ayının adını Yumoş koydu. Halasına oturmaya. giderken Yumoş uda götürdü. Halasının kızı. Sorular: 1- Annesi Elvan a hangi hediyeyi aldı?

1. SINIF TÜRKÇE. Copyright YAZAR Ahmet KÜÇÜKAYDIN Hacer KÜÇÜKAYDIN. KAPAK TASARIMI Resul KÖSE. DİZGİ - SAYFA TASARIMI Resul KÖSE

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

3. Sınıf Noktalama İşaretleri

Transkript:

TUS u KAZAN(a)MAMA SANATI (2.KISIM) (bir pratisyenin anıları) Yol boyunca düşündüm. İlk görev yerim olacak olan köy (kağıt üstünde kasaba güya) yoluna düşeli bir saat kadar olmuştu. Koca bir saat! Bir saatin bu kadar uzun bir zaman dilimi olduğunu daha önce hiç fark edemediğimin farkına vardım birden Yaklaşık 30 km lik köy yolunun büyük bir kısmı ormanların arasından geçmekteydi. Bir önceki gün ilçeye geldiğimde vakitler akşamüstünü gösteriyordu Öğretmen evinde geçirdiğim gecenin ardından sabah ilk işim sağlık grup başkanı ile tanışmak oldu. Aynı fakülteden mezun olduğumuzu öğrenince -sağolsun- özel bir alaka gösterdi bana. Çoktandır Cerrahpaşa dan kimse gelmemişti buraya dedi Mecburi hizmetin dedikodusu dolaşmaktaydı ortalarda ama henüz kendileri teşrif buyurmamışlardı hayatlarımıza Bu yüzden gerçekten de periferde Cerrahpaşa lı, Çapa lı yahut Hacettepeli ye rastlamak -uzmanlar hariç- pek mümkün değildi; çünkü büyük şehirlerde TUS işleri daha bir organizeydi Kendisini çeşitli nedenlerle mecburi hissedenler dışındaki TUS çalışanları kütüphanelerde evlerinden daha fazla zaman geçiriyor, güzel yarınlar için öğrenci gibi yaşamaya devam ediyor ve üç vakte kadar sınavı kazanmayı başarıyorlardı İnatla çalışıldığında TUS un hakkı üçtür. Üç sınav sonra bahtımın karası Ankara da buluşabileceğim bir dönem arkadaşımın kalmadığını gayet iyi hatırlıyorum Sağlık grup başkanı kısaca özetlemek gerekirse iyi biri idi Muayenehanesi de vardı ve işleri de deyim yerindeyse tıkırındaydı Pratisyendi ama ilçedeki üç uzman doktorun hastaları toplamından daha fazla hastası oluyordu. O zamanlar her kurum kendi bacağından asıldığından ilçede SSK ya ait bir sağlık kabini vardı ve bu abimizin muayenehanesindeki hasta kuyruğu (evet bildiğiniz kuyruk oluşurdu sabahları muayenehanesinin önünde) SSK sağlık kabinindeki kuyruktan daha uzun olurdu Paraysa para, itibarsa itibar, her şeyi vardı Her seçim dönemi il merkezinden her türlü siyasi partiden gelirler, sıraya geçerler, ilk sıralardan milletvekilliğini teklif ederlerdi ama o hiç oralı olmazdı Çok çalışıyordu ama memnundu hayatından. Oğulları ondan daha çok memnundular bu durumdan. O çok çalışıyor, çok kazanıyor, İstanbul da yaşayan iki oğlu da bu paracıkları gönüllerince değerlendiriyorlardı Doktor oğlu olasım gelmişti! Güzel ülkemde doktor olmaktan çok daha güzeldir doktor çocuğu olmak; hayatımız çalışmakla geçer bizim, gençliğimizin en güzel yılları otlaklarda meralarda geçer, tam bitti derken ondan daha meşakkatli olan TUS serüvenimiz başlar, o biter bedenen ve zihnen hepsinden daha yorucu olan asistanlık hayatı başlar Sonra mecburiydi tayindi derken çoktan geçersiniz yolun yarısını. Bu sefer de yıllar boyunca para kazanıp ömrünüzün sonbaharında rahat yaşamak için birikimler yapmak için uğraşırsınız. Belli bir noktaya gelince de sizde mecal kalmamıştır ama çocuklarınız artık sizin hayat boyu çalışıp kazandıklarınızı afiyetle gastrointestinal sistemlerine indirme yaşına gelmişlerdir. Hayat onlara güzeldir Yol boyu konuştu sağlık grup başkanı abi. Anlattı da anlattı hı hı, haklısınız, evet abi bunlardan ibaretti o konuşurken dilimden dökülenler Çünkü orada değildim ben İnsan bir saate neler sığdırabilir ki? Tüm hayatınısığdırabiliyormuş; yaşadım 1700 metre yükseklikteydi köyüm. İlçeden çıktıktan itibaren her dönemeçte hava biraz daha soğuyor, biz de arabanın camlarını biraz daha yukarı kaldırıyorduk! Köye girdiğimizde artık camlar tamamen kapalı olacaktı. Aylardan Eylül idi ve hava buz gibiydi

Eylül diye fısıldadım. Bir şey mi dediniz doktor bey? dedi. Yok abi yok, bir şey yok! dedim Çok şey vardı aslında Eylül hüzün ayıdır! diye geçirdim içimden yeniden Gariptir hayatımın bir çok önemli olayı hep Eylül ayına denk gelmişti. O yüzden ben Eylül ü çok severim Bu da onlardan biriydi; tüm geçmişimi bir valize doldurmuş ve düş(müş)tüm yollara Dağların tepelerine doğru sürekli tırmandığımız dönemeçli yollardan geçerek varmıştık köye, köyüme Her dönemeçte hayatımın bir dönemi geçti gözlerimin önünden, tıpkı hep o bahsi edilen bir film şeridi gibi Hatırlayabildiğim en eski şeylerin neler olduğunu sordum birden kendi kendime, bu dünyaya dair Yüksek duvarlarla çevrilmiş, içinde portakal, erik, incir, yenidünya, nar ağaçları, ortasında çift katlı ahşap ev bulunan bir bahçe evin önünde bir tulumba ve tulumbanın etrafında koşuşan dört beş yaşlarında iki çocuk ellerinde su tabancaları, birbirlerine su sıkıyorlar ve çok mutlular; ablacığım ve ben bir daha dünyanın hiçbir yerinde kendimi o bahçedeki kadar güvende ve mutlu hissetmeyecektim İlkokul, ortaokul ve lise yıllarım sırayla geçtiler belleğimden, sonraki dönemeçlerde Bir sonraki dönemeçte mekteb-i tıbbiye yi kazandım ve ilk defa ayrıldım ailemden; kanatlandım ve uçtum yuvamdan bir daha dönmemecesine anneciğimden ilk ayrıldığım zamanları tekrar yaşadım; Hatay Has Turizm'in çift katlı otobüslerinden birinin üst katına bindiğimde ve İskenderun dan ilk kez ayrılıp şehr-istanbul'un yolunu tuttuğumda henüz çocuktum, ufacıktım... daha 18'imdeydim geride gözleri yaşlı anneciğimi, babacığımı ve kardeşlerimi bırakıp, çok sevdiğim ve doğduğum memleketimden yine çok seveceğim ve belki de bir ömür doyacağım ve belki de bir daha hiç onsuz kalamayacağım caanım İstanbul uma doğru yolcu edildiğimde... Yaşlıydı gözleri anneciğimin... gururlu genç saklamıştı gözyaşlarını güya ailesinden, ama otobüs daha Denizciler'e bile varmadan salıvermiştim (henüz isimlerini bilmediğim) lakrimal bezlerimden sekresyonlarımı... yaşlıydı gözlerim... hostes kızın dediğine göre 1150 km sürecekti yolculuk... Dörtyol'un oralarda içime bir sızı düştü... bu sızı Adana'da spazma dönüştü... doğru mu yapmıştım acaba, işte hemen şuracıktaydı Balcalı, üstelik eğitimine de çok güzel diyorlardı, mekteb-i tıbbiye aşkı da zaten orada düşmemiş miydi kalbime (bizim oralarda eskiden herkesleri Balcalı'ya sevk ederlerdi, babamın burnunda çıkan leismania'da da öyle olmuştu, ne çok imrenirdim Balcalı'ya her kontrole gittiğimizde beyaz önlüklü tıp öğrencilerine ve doktor zannettiğim şişko çantalı representlere ), tamam işte yazıverse miydim ne Çukurova'yı... bir kızı görüp çok beğenip, ama kızın ondan daha güzel ablası ile kaçmak gibi bir şeydi benimkisi... Hiç görmediğim sevgilime doğru koşuyordum ben... hayallerimin şehrine... sadece Şener Şen filmlerinden ve Peyami Safa romanlarından tanıdığım İstanbul (um)a... ağlayarak gittiğim ama bir daha onsuz yapamayacağım dünyanın en güzel şehrine...... Kaç yıl oldu... hala çok özlerim memleketimi... hala giderken çocuklar gibi sevinirim... hala her dönüşümde bir hüzün kaplar içimi... hala Denizciler'in oralarda bir yerde bir şeyler olur (artık herşeylerini bildiğim) lakrimal bezlerime, hala Dörtyol'un oralarda bir yerde bir sızı düşer içime, hele de mevsimlerden ilkbahar ise, sarmışsa her yanı portakal çiçeklerinin ve iğde ağaçlarının o insana baygınlık hissi veren kokusu ve her defasında, dalar giderim

... "Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi"... ikisi de aslında... insan neden hep bölünür ki?... Yıllar oldu, bazı şeyler hiç değişmiyor... hala çok özlüyorum anneciğimi... hala her gittiğimin ertesi günü geleceğim günün hüznü başlıyor onda, biliyorum... hala gözlerinden yaşlar süzülüyor uğurlarken... hala o 18 yaşındaki çocuğu uğurluyor olduğunu bildiğimi, bilmiyor oysa, ben hala Has Turizm'in üst katında hayallerine kanat çırpan çocuğum...... Alışıyor insan her şeye, Ve; hiç alışamıyor Bir dönemeci daha döndük, ve İstanbul düştü aklıma İstanbul um, biricik sevgilim Daha ayrılalı günler olmuştu ama o kadar özlemiştim ki Halbuki kaçarcasına ayrılmıştım, yıllar boyunca hasretinden prangalar eskiteceğimi bilemediğim İstanbul umdan bu kaçış okul yıllığımdaki sahifeme de yansımıştı: insan vardır, şafak vaktinde doğar, gün batarken ölür Başlayan her şey gibi, üniversite yıllarım da bitiyor. Bu son, her son gibi, bir ayrılığa bırakıyor kendisini Her ayrılık hüzünlüdür ve ben de tüm ayrılanlar gibi hüzünlüyüm. Her şeye rağmen Herkes, bu şehirde bir şey bırakır gider Sürmez ömrü dostlukların, bir gül kadar, Anıları vardır insanların, bu şehirde, Durup durup, nemli gözlerle hatırladığı, Bir gün bu şehirden, başını alıp gidesin gelir Yaptığım tam da buydu; başımı alıp gitmiştim İstanbul umdan Mecburiyetler yüklemiştim kendime, ve kaçmıştım Çok anılarım vardı bu şehirde, her daim nemli gözlerle hatırlayacağım; aşklarımı, aşk zannettiklerimi, dostlarımı, dost bildiklerimi, o ikinci kat daireyi (lojmanı), kağıt kaplı duvarları, ıslak tavanları, kahvehane kokan odayı, köy tavuğu günlerini, iskambil kağıtlarını, tavla zarlarını, kedileri, şarapçı komşuyu, kahveyi, kumandasız televizyonu, demlikteki çayı, küp şekeri, çöp poşetlerini, radyo frekanslarını, Joy fm i, hepimizin olan yatağı yastığı battaniyeyi, sabaha kadar yanan sobayı,

Memoli yi, Hilmi yi, İlhami yi, Mükremin abi yi, BKM yi, Hasan ları, insanları, mahalleyi, İstiklal i, sabahçıyı, Emirgan ı, balıkçı teknesini, Toros u, kurye motorunu, Kocamustafapaşa yı, Eyüp Sultan ı, İstanbul Semazenlerini, Düş Sokağı Sakinleri ni, Kadıköy ü ve hepimizin Fenerbahçeli olduğunu hiç unutamayacaktım Bir akşam üstü ayrıldım İstanbul umdan Vedalaşmaya gel(e)meyeceğini adım gibi bildiğim can dostumu, boşuna aradı gözlerim Yeşilköy de Muhteşem görünüyordu İstanbul um yukarılardan Okuluma (Cerrahpaşa ma), oturduğum semtlere, Zeytinburnu na, Bakırköy e, Eyüp Sultan a,, Kocamustafapaşa ya, kanaryam güzel kuşumun yuvası Kadıköy e, Üsküdar a, Kız Kulesi ne, camilere, tepelere, köprülere, boğaza, dostlarıma, dost bildiklerime bir kez daha el salladım Ve mırıldanıyordum; Elinden dal gibi, düşerken umut, Ne bir hasret dinle, ne bir ah işit, Bir yaprak ol, esen rüzgarlarla git, Kuru bir yaprak ol, dalgalarla gel Sağ elimin işaret parmağını öptüm, üfledim İstanbul uma, hoşça kal sevgilim, bir gün mutlaka yeniden buluşacağız! dedim Henüz kızarmaya başlayan dolunaya döndüm, sen de şahit ol! dedim Gülümsedi ay bana, İstanbul um gibi Bir Eylül günü geldiğim İstanbul dan yine başka bir Eylül günü kaçarcasına ayrılıyordum Rüzgar gibi geç(miş)ti yıllarım Ve ben; yenilmiş ordular kadar yıkıktım, çaresizdim Geçip gittim Şu görünen köy! diye böldü düşüncelerimi sağlık grup başkanı abi. Köye vardığımızda akşam olmak üzereydi. Sağlık ocağının önünde kıyafetlerinden ve hareketlerinden, ilk mesai arkadaşlarım olacaklarını tahmin ettiğim üç kişi, bir masanın etrafında oturuyorlardı; komşu köyden geç(mey)ici görevle gelen bir doktor bey, bir hemşire hanım ve bir ebe hanım, yanlarında da ebe hanımın on yaşındaki dünyalar tatlısı ve cin gibi kızı Birkaç saat sonra boş olan doktor lojmanında bir başıma kalmıştım Yalnızdım ama başım kalabalıktı; ah keşkelerim, eğerlerim, hüzünlerim, hayallerim, gelecek planlarım, ve TUS Kendimi köprüden önce son çıkışı da kaçırmış ve bir anda karşıda buluvermiş gibi hissediyordum Her şey bir anda karşıda kalmıştı. Artık ben bir köy doktoru idim Dağlar başında idim ve yarın başka bir sabaha uyanacaktım Köy doktoru olmak zor zenaattir. Sadece yaşayan bilir bu duyguyu Köyde ilk günlerim çok zor geçti. Hele de İstanbul umdan sonra Hele de geceleri Gece miydi acaba insanı hüzünlendiren yoksa insan mıydı hüzünlenmek için geceyi bekleyen?

Sabahlara kadar düşünüyordum, planlar yapıyor, hayaller kuruyordum, hüzünlü şarkılar eşliğinde İçine düştüğüm durumu bir türlü kabullenemiyordum. Dağların başında yapayalnız kalmıştım, hayatımda ilk defa İlk defa lojman kavramı ile tanıştım, boya badana mefhumu ile Sadece bir yeri boyamadım, vestiyer niyetine kullanılan duvara gömülü dolabı; çünkü lojmanın tarihini özetliyordu adeta bu dolap Her tarafında yazılar vardı, eski meslektaşlarımdan bana yadigar! Ah ulan ah Rıza abi, ben buralara düşecek adam mıydım! yazmıştı biri, ve biri ve zaman göz kırpıp usulca telaşına homurdanarak çekip gitmiştir/ yani bu aşşağılık bir dramdır artık Kimi aldığı TUS puanlarını yazmıştı, bakıp bakıp 60 lı puanlara iç çekecektim her gece Ben neden alamıyorum bu puanları haaa, neden!!! diye kahredecektim, çok iyi bildiğim halde nedenlerini Köyüm küçük bir köydü Toplasan bir tramvay dolusu insan vardı tüm köyde! Günde 3 tane (yazıyla üç) hasta geliyordu sağlık ocağımıza. 3-4 tane de -istisnasız- her gece 2 lerde 3 lerde hasta gelirdi, gecelerimizi zehir etmek için özel olarak görevlendirilmiş gibiydiler Kimi gündüz araba bulamadığı için o saatte geldiğini söylerdi, kimi ilçeye giden 06.00 otobüsüne siparişi yetiştirebilmek için ilaç yazdırmaya geldiğini söylerdi! Eczane yoktu köyde, yazdığımız ilaçları zaten ilçeden getirtmek zorundaydılar Bu şartlar altında günde 5-6 hasta için 2 doktor, 1 hemşire, 1 ebe, 1 şoför, 1 hizmetli hazır kıta beklemekteydik gece gündüz Şoför ve hizmetli aynı köydendi, sağlık ocağının demirbaşları gibiydiler ve tüm tarihini biliyorlardı. Köyün (güya kasaba) kendini kovboy filmlerinin şerifi gibi zanneden bir belediye başkanı vardı ve kendini belediyenin, sağlık ocağının ve ilköğretim okulunun sahibi zannetmekteydi. Ama nedense jandarma karakoluna pek yanaşamıyordu! Elinde bir otuzüçlük, akşama kadar dolanır dururdu boş boş Arada da haber salardı çayımızı içmeye geleceğine dair Lafta sahiplenirdi ama ufacık bir tamirat işi olsa sağlık ocağının, hökümet yaptırsın derdi Köyde aynı frekanstan konuşabileceğimiz, bir tek okulun öğretmenleri vardı Sağlık ocağı ile okul yan yanaydı ve çay saatlerinde bizi de davet ederler, bazen da kendileri gelirdi. Milli takımımızın tüm maçlarını okulda öğrencilerle birlikte izlemiş, dünya üçüncülüğümüzü birlikte kutlamıştık Köylülerin garip bakışlarına aldırmadan, çiçeklerle böceklerle bir olup, milli takım şerefine türküler söylemiştik. Şimdi İstanbul da olmak vardı anasını satiiiimmmm diye bağırırdım milli takımın her zaferinde dağlara taşlara Dağ başında aklı başında, sohbet edebileceğin, bir tek arkadaşa sahip olabilmek o kadar değerlidir ki Hayatımın o zorlu dönemindeki içten dostluklarından ötürü -bazen çok bilmiş bulsam da- meslek hayatım boyunca, tüm öğretmen camiası için elimden gelen her türlü fedakarlığı yapacağıma dair kendime söz vermiştim Ders çalışmaya çalışıyordum, TUS çalışmaya Dersane kavramı henüz çok yeniydi, TUS dersaneciliğinin güzel ülkemde oturacağına hiç ihtimal vermiyor, yıllar sonra onlara ne kadar muhtaç olacağımızı bilemeden, dersane notları ile Cin Ali nin dahiliyesi pediatrisi cerrahisivs.. diye dalga geçiyorduk Binlerce sayfalık textbook lardan TUS çalışmaya alışmış bir neslin evlatları olarak lale devrinden hikayeler gibi görünmüştü gözümüze dersane notları

Gündüzleri sağlık ocağında ve okulda bir şekilde geçiyor, ama geceler geçmek bilmiyordu Akşamları sağlık ocağını kapattıktan sonra herkes kendi lojmanına çekiliyordu. Yalnızlık çok zordu ve alışkın olduğum bir şey değildi Her akşam kendi lojmanıma çekildiğimde, hep o, hayatım boyunca bana o günlerimi hatırlatacak olan şarkı karşılıyordu beni; Her gün akşam olduğunda Bir başıma kaldığımda Gülün rengi solduğunda Yokluğun kanar solumda sol yanımda yokluğu kanayan çok şey vardı Kalktım duvarda gömülü dolaba bir ah ulan ah! da ben yazdım acılar denizi yazdım sonra yalnızız yazdım deniz çoook uzaktaydı, ve dokunuyordu yalnızlık yazdım yazdım da yazdım Heyyy gönül! deyip deyip efkarlanıyordum her gece. Kurt sesleri bölüyordu uykularımı. Pürneşe geçen okul yıllarım geliyor aklıma, Allah ım ben nerdeyim! diye söylenip duruyordum kendi kendime Sesimi bir tek lojmanımın soğuk duvarları, bir türlü adamakıllı yakmayı başaramadığım kömür sobam ve onun üstünde pişirdiğim kestanelerim, demli çayım, çalışma masam (biricik dostum benim, beşinci sınıfta aldığımda tüm hayatıma şahit olabileceğini asla kestiremediğim, öğrenciliğime, doktor oluşuma, tüm TUS macerama, hüzünlerime, hayallerime, gelecek planlarıma, göz yaşlarıma şahitlik eden, ömrü uzasın diye sağına soğuna çiviler çaktırmama rağmen hala gözüme ilk günkü gibi görünen, kendisinden bir türlü vazgeçemediğim, evimdeki en eski dostum, sevgili yol arkadaşım benim; kullanılabilir tek parçan kalana dek senden ayrılmayacağıma sözüm var biliyorsun ebumara / Mart 2012), çalışma masamın üstündeki TUS kitaplarım ve Peyami Safa romanlarım duyuyorlardı İnsanın bir başkası ile konuşmasının ne kadar önemli ve gerekli bir ihtiyaç olduğunu o zamana kadar hiç fark edememiştim. Kendi kendine konuşup durmanın alışkanlık haline gelmesinden korkuyordum. Sonunda; çiçeklere, böceklere, masama, sobama, kütüphaneme, kitaplarıma konuşmaya başlamıştım. Gidişat vahimdi Düş(müş)tüm, dağlar başında Kendimi; Reşat Nuri nin Çalıkuşu sundan, Yakup Kadri nin Yaban ından, Refik Halit in Sürgün ünden bu köye fırlamış gibi hissediyordum Bir gece aldım kalemimi ve kara kaplı defterimi elime, birden yazmaya başladım : Ve, başladım hayatımın her dönemecinde kararını verdiğim, ama ülkemin dağ başındaki bir sağlık ocağı lojmanında, soğuk bir sonbahar gecesinde -dışarda kar yağarken, evet sonbahar ve kar!- başlamayı ancak başarabildiğim şeye başladım Tam 40 gün oldu buraya geleli. Alışmaya çalışıyorum Her şeye alışıyor insan! Tek güvencem bu Köylü bana alıştı galiba Çok eyice bir doktor muşum, İnsan evladı ymışım, Benim gibisi daha köylerine gelmemiş mişim Bunları duyacak neler yaptığımı düşünmeye çalışıyorum, bir şey gelmiyor aklıma, bu iltifatları her gelene söylüyor olsalar gerek taktik zahir

Birçok kimseyle tanıştım geleli. Boncuk ile bile dost oldum. Sordum sahibine adı yokmuş, aklıma ilk gelen köpek adını taktım onaboyum kadar var kerata! İlk günlerde taşla sopayla korkutmaya çalıştım, oralı bile olmadı beyefendi, ben de korkumdan onunla dost olmaya karar verdim! Artık yemeklerimi onunla paylaşıyorum. Sadece akşamları salınıyor sokağa, gündüzleri kış uykusunda gibi. Köy gündüzleri muhtardan bozma belediye başkanı (pardon şerif) ndan soruluyor, geceleri de boncuktan, bir tek otuzüçlük tespihi eksik Akşamları efkar bastıkça lojmanın önündeki ağacın altına geliyorum, hemen yetişiyor boncuk, başlıyor paçalarıma sürtünmeye Karnı acıkınca lojmanımın kapısının önüne gidiyor ve beni hav ları ile çağırıyor. Anlıyorum ve karnını doyuruyorum hemen Kırk gün oldu geleli, kırk koca gün Ama zaman mefhumu çok daha farklı burada. Şehr-İstanbul daki 7/24 koşuşturmaca yok burada. İnsanların hızları baş döndürmüyor, bir sonrakine binse dünyanın sonu gelecekmişçesina vapura hücum eden insanların telaşı yok burada Zaten toplasan bir vapur dolusu etmez hepsi. Ağır çekimde yaşanıyor adeta hayat burada Ne gariptir ki, inadına çok yaşıyorlar insanlar. 90 lı 100 lü yaşlar havada uçuşuyor. 67 yaşında bir adam dedesini muayeneye getirdi bugün112 yaşında Hiç ölmeye niyeti yokmuş gibi görünüyordu! İlkokulda iken kaybettiğim dedeciğimi hatırlıyorum, babasını hiç görmeyen anneciğim ve 2 yaşında annesiz kalan babacığım geliyor aklıma, hüzünleniyorum Çok özlüyorum İstanbul umu, dostlarımı, canlarımı, onu Ayrılık sonradan koyuyor gerçekten, yavaş yavaş Kimler gelmiş kimler geçmiş sağlık ocağından, hepsini anlatıyor Ömer emmi geldim geleli. Ömer emmi hizmetlimiz, hastanelerde efendi diye hitap ettiklerimizden, sağlık ocağında çalışıyor 30 yıldır. Ben doğmadan önce başlamış burada çalışmaya, ilk açıldığında sağlık ocağı. Demirbaşı gibi buranın 72 yaşında, hala döner var diye devlet hastanesine geçmenin düşlerini kuruyor Kefenin cebi yok haaa! diyorum, gülüyor Kefen uzak ona, normal şartlar altında daha otuz yılı var göçmeye kendi hesabına göre Babası da öyle yaşamışmış, amcaları da Ama hakkını teslim etmeliyim, çok çalışkan biri. Yaşama göbeğinden bağlı olanlardan. Sabahın köründe tarladan patates söküşü, atıyla odun taşıyışı görülmeye değer. En sevdiğim yönü; sağlık ocağının sobalarını sabahın 7 sinde bir güzel yakışı ve ilk hasta kaçta gelirse beni lojmanımın penceresinden uyandırışı Gözlerimi açtığımda penceremde bir at başı ve at sırtında bir adam sureti gördüğümde, anlıyorum ki sabah olmuş, uyanmak vaktidir! Geceleri omuzlarıma çöken yük, sabah erken kalkmamı engelliyor. Bu iki şeyden başka hiçbir şey beklemediğimi Ömer emmiye de söyledim; sağlık ocağını ne zaman istersen temizle, sobaları böyle yakmaya devam et, bir de beni uyandır sonra işine bak dedim. Bir de ekledim tabi; sakın ben TUS u kazanana kadar ölme, sonra ne yaparsan yap dedim, güldü Ona kalsa, hiç ölmeye niyeti yok zaten Bir defasında beş on sene önce buradan biri Cerrahpaşa ya gittiydi, hatta demirbaş listesinde hala onun imzası var dedi, koştum baktım imzaya; Pediatri deki hocalarımdan birinin ismi ve imzası Dünya küçük Bakalım hocamın yolundan gidebilecek miyim? Kalktım ve duvardaki gömülü dolabın kapağına yazdım; hayat tesadüfleri sever Hayatımdan memnun olmaya çalışıyorum. İnsan gerçekten iyi olurmuş iyiyim deyince diyorlar, onu deniyorum

27 Ekim 2001 Ebumara Köşe Yazısı Çiçeklerle böceklerle konuşuyorum, yalnızlık zor şeyinsanın aklı başında sadece 1 ( yazıyla bir) tane bile arkadaşının, dostunun olmasının ne kadar büyük bir ayrıcalık olduğunu anlıyorum yalnızız yalnızım.. ve, yalnızlıklarımın içinde o kadar kalabalığım ki köylüler bana doktor beeeeğğ diyor, öğretmenler ve karakoldaki rütbeliler hocam.. adımı söyleyen yok.. kendi ismimin telaffuz edilmesini özledim; ama tek başına, yanında bir sıfat olmadan sadece ismim bunu duymak için telefonlardan medet umuyorum kendimi çağırıyorum durduk yerde lojmanda bir başımayken sesim duvarlarda yankılanıyor, biri bana sesleniyormuş gibi oluyor, mutlu oluyorum mutlu olmak için bahane arıyorum galiba akşam 5 te kapatıyoruz ocağı, bir başıma dolaşmaya çıkıyorum dağlarına bahar gelmiş memleketimin çiçeklere böceklere konuşuyorum onlar da bana konuşmaya başlamadan, bu köyden kurtulmalıyım. Başarabilirsem bir daha köyde yaşamayacağım İstanbulum u çok özlüyorum köye hakim bir tepede sağlık ocağı.. akşamları çayımı alıp lojmanın önündeki ağacın altına oturuyorum hüzünlü şarkılar süzülüyor penceremden dışarı, müziğin sesi evlerine dönen hayvan sürülerinin çıngırak seslerine karışıyor hoca ezan okuyor karakoldaki askerler akşam içtimasına toplanmışlar ve bağırıyorlar her şey vatan için onlara katılıyorum; her şey TUS için köylüler birer ikişer kahvehaneye gidiyor, kahvehaneden geliyorlar kahvehane buradaki tek eğlencelik kavram ve tüm köylüler yaman oyuncu! İki lafı beş dakika aklında tutamayan adamlar, öyle güzel okey ve iskambil oynuyorlar ki biraz önce -biraz önce dediği de beş el önce- doktor beeeğğ kırmızı 4 ü atmıştı Kenaaaaan taşla hocayı elinde kırmızı 4 varsa ben okeye dönüyoooom diyor sağımdaki adam solumdakine. sineğin papazı ile kızı kaldı sadece diye sesler geliyor yan masadan. Bir insan nasıl bu kadar güzel taş/kağıt takibi yapabilir ki! Soruyorum; bizim işimiz bu, doktor beeeeeğğ diyorlar evet, işleri bu kadınlar tarlada bahçede çalışıyor gün boyu, bunlar da akşamları işe geliyorlar kahvehaneye ne güzel iş besınav kaygıları yok, TUS dertleri yok memleketi kurtarma telaşesi yok memleket dediğin, şu dağ başından ibaret onlara, burada doğmuşlar burada ölecekler ve soruyorum kendi kendime, ne işim var benim bunların arasında ama neylersin işte, akıl ve ruh sağlığımız için karışıyoruz içlerine komşu köy sağlık ocağından sağlık memuru Kemal ile.. Kemal; kardeşim gibi oldu.. tek başına, doktorsuz hemşiresiz kalıyor sağlık ocağında, benim köyüm nur nimet onunkine göre. Sıkıldıkça canı, efkar dağıtmaya geliyor yanıma, müsafir oluyor bende hayallerimizi, gelecek planlarımızı konuşuyoruz doktor beeeğğ gelmiyonuz kaç zamandır gaaaveye diyor yoldan geçen biri, hadi Abdullah örtmeni veya senin şu gardaşın Kemal ini al gel de, gene sizi bir tokatlayak diyor yanındaki tokadın büyüğü, benim yediğim, bilmiyorlar dipsiz bir kuyuda gibi hissediyorum kendimi kaç zamandır ne yana baksam no exit yazan, dipsiz bir kuyu acılarım derin ve dilsiz Hayaller kuruyorum, şu karşıdaki dereyi boğaza benzetiyorum, şu karşıdaki köy ışıklarını Anadolu yakasına Ulus parkından Çamlıca yı izliyormuş gibi yapıyorum, Beşiktaş sahilinden kız kulesini, Gülhaneden Haydarpaşa garını izliyormuş gibi gökyüzüne bakıyorum, pırıl pırıl yıldızlar küçük ayıları büyük ayıları tavaları tencereleri yeniden hatırlamaya çalışıyorum en son çocukluğumda bu kadar huzurlu ve pürüzsüz olduğumu hatırlıyorum gökyüzüne bakarken, anneanneciğimin köydeki evinde hayat ne garip rüzgar gibi geçiyor yıllar yalan gibi her şey ve; hayal gibi her şeye rağmen mutluyum galiba, ama yine de İstanbulum un yıldızsız gökyüzünü izlemek istiyorum evimin balkonundan, yeniden.. varsın küçük ayılar büyük ayılar tavalar tencereler çocukluğumun o tatlı

anıları olarak kalsınlar ben yeniden odamdan ışıklı İstanbul akşamlarına dalıp gelecek hayalleri kurmak istiyorum 27 Aralık 2001 Sevdim yazmayı Yazdıkça rahatladığımı ve efkarımın (yalnızlıklarımla birlikte) dağılmaya başladığını fark ettim Ne zaman içimdekiler taşmaya başlasa açacaktım kara kaplı defterimi ve dökecektim fazlalıklarımı oraya Demek ki dedim; aşk ağlatır dert söyletir imiş bir eli yağda bir eli balda olan adam yazamaz.. Üç muzdarip i düşündüm, acaba dedim, yine aynılarını yazabilirler miydi hayatın o sıkıntılarını çekmese idiler? Çiçekli yollardan mı gitmişlerdi acaba kendi zaferlerine? Şimdi daha iyi anlıyordum onları Köy hayatına alışamadım bir türlü Daha doğrusu köy doktorluğu hayatına İstanbul un insanın ilk tanıştığında başını döndüren gürültüsünden sonra ilk günler gerçekten iyi gelmişti. Ama bir süre sonra sol yanımdaki sızı artmaya başladı Hafta sonları fırsat buldukça köyden ilçeye iniyor, o geceyi öğretmenevinde geçiriyordum Dilediğimce yemek yiyordum ilçede, en önemli fark buydu. Bir deri bir kemik kalmak yolunda emin adımlarla ilerlemekteydim köyde Hep hazır yemek ile geçirmiştim okul yıllarımı. İş başa düşmüştü şimdi. 25 yaşımdan sonra yemek yapmayı öğrenmeye başladım. Öğrendim de bir çok yemeği yapmayı kitaplardan. Ama yemek dediğin günde üç defa yapılan bir şeydi ve günde 5-6 saatini yemek ve bulaşık işleri ile geçiren bir tusiyerin sınavı kazanması düşünülemezdi Çareyi basit beslenmekte buldum; çorba, makarna, yumurta ve kahvaltılıklar Mesela, köydeyken o kadar bıkkınlık geldi ki bunlardan buradan bir kurtulursam üç ay yumurta yemeyeceğim diye kendime söz verecektim ve gerçekten de ayrıldıktan sonra tam bir sene aramız limoni kalacaktı onunla Hafta sonlarım ilçeye inebildiğim müddetçe güzel geçiyordu. Karnım sıcak yemek görüyordu her şeyden önce. Tüm vaktim bilumum başkan ve müdür çeşitleri ile okey ve kağıt oyunları oynamakla geçiyordu Çok kişi ile tanıştım ilçede; en az yarısı yarısı ya başkan ya müdürdü! Daire başkanları, şube müdürleri, okul müdürleri, emekli okul müdürleri, köy (kasaba!) belediye başkanları, eski başkanlar, Ankara da bilumum devlet kurumlarından emekli olmuş envai çeşit müdürler Küçücük ilçede hayatımın geri kalanı boyunca tanışamayacağım kadar başkan ve müdür çeşitleri ile tanıştım. Adını bilmediğiniz birine müdür bey yahut başkan bey diye hitap etseniz tutturma olasılığınız hiç de azımsanacak gibi değildi. İlçedeki hayat,köyden şehre indikçe, çok daha cazip ve TUS çalışılabilir gelmişti gözüme İlçedeki devlet hastanesinden iki doktor arkadaş TUS u kazanmış (ahhhh TUS!!!) ve eşleriyle birlikte tayin olup gittiklerinden devlet hastanesi acilinde bir anda dört kişilik bir boşluk oluşmuş ve ben o boşluklardan birine talip oluvermiştim. Sağlık grup başkanı abi ile köyümdeki günlük 5-6 hasta için 2 doktorun fazla olduğu konusunda hemfikir olmuştuk Geç(mey)ici görevle ilçede devlet hastanesinde buldum birden kendimi. Şansım da yaver gitti, eşyalı, ilçedeki birkaç kaloriferli binadan biri olan bir apartmanın en üst katında kutu gibi bir daire buldum. Köyden sadece masamı ve valizlerimi aldım, indim şehre En büyük şansım da alt katımda oturan ev sahiplerim idi; benim yaşlarımda yeni mezun uçak mühendisi oğulları Japonya dan iyi bir iş teklifi almış ve henüz gitmişti oraya. Hiç görmediğim oğullarına da benzetiyorlardı beni ve seni bize Allah gönderdi doktor bey evladım diyorlardı bana Orada kaldığım süre zarfında,gerçek anlamıyla, yediğimiz içtiğimiz hiç ayrı gitmeyecekti ve o harika aileyi hiç unutamayacaktım

Hastanede de işlerim çok rahattı. Ayda sadece 5 (yazıyla beş) nöbetim vardı acilde, başkaca da benden beklenen bir görev yoktu Döner sermaye hadisesi henüz sadece bazı devlet hastanelerinde var iken ve üç ayda bir verilirken hatırı sayılır bir miktarda döner sermaye de alıyordum. Yani TUS çalışırken her şey ayarlanmış gibiydi. Gecemin en koyu anından sabahıma ulaşmış gibiydim Bir yıl kadar bu hal böyle devam etti. Ama itiraf etmeliyim ki; bu rahatlık da battı bana! Ve bu rahatımı kaçırmak için mutlaka bir şeyler yapmalıydım. Hayatımız öğretmenevinde geçiyordu Üç kişiydik, üç ayrı evde, ama iki tanesine boşuna kira ödüyorduk Çünkü yiyor,içiyor, oyun oynuyor, müdür ve başkan çevremizi genişletiyor, evlerimizi de sırayla otel niyetine kullanıyorduk Yaşlı yaşlı amcalar kankalarımız olmuştu! Bir türlü ders çalışamıyorduk, canımız sıkılıyor, öğretmenevine gidiyor, canımız daha da sıkılıyor, daha da uzaklaşıyorduk dersten Tekrar köye dönmek fikri oluştu kafamda. Denize düşmüştüm ve yılanım olmuştu bu fikir Bu rahatlıkta ders çalışamamıştım ya, belki zor şartlar altında olursam oradan kurtulmak için ders çalışırım zannetmiştim. Bir kez daha unuttum zannın hakikatten bir şey içermediğini Bir kez daha kandırdım kendimi Hiç kimse, insanı kendisinden daha kolay kandıramaz! Ve kararsızlık, TUS u kazanamama sanatının icrasında en önemli meziyetlerden biridir İkinci köy seferimden aklımda kalan tek şey; haziran ve temmuz aylarında yaktığımız kömür sobası, sobanın etrafında izlediğimiz milli takımımızın maçları ve dünya üçüncülüğümüzü bir dağ başında kutlamak zorunda kalmaktı Türkiye Türkiye tezahüratlarımız Taksim meydanında yahut Bağdat caddesinde değil, bir dağ başında, bağlarda, bahçelerde yankılanıyordu Aslında her isteyen her istediği yere hemen geçici görevle gidemiyordu, eskilerin tabiriyle bunun için guvvetli torpil gerekiyordu. Ama benim torpilim en kuvvetli yerden kaynaklanıyordu galiba, Allah ın sevgili kulu muydum ne?!!! İlk şehre inmek istediğimde birileri TUS u kazanıp ayrılmış, ikinci defa köye gitmek istediğimde köydeki doktor arkadaşımın achille tendonu rüptüre olmuş ve altı ay rapor aldığından köyüm doktorsuz kalmış ve isteğimi anında yerine getirmişlerdi. Şimdi de yeniden ilçeye dönmek istiyordum, tam da o günlerde köyüme bir doktor arkadaş daha tayin oldu geldi kurada, sağlık grup başkanım ile bir kez daha hemfikir olduk aynı konuda, köyü yeni gelen arkadaşıma teslim ettim Bir akşam üstü yine topladım göçümü, masamın üstündeki, sevdiğim bir şairden bir şiir de ben yazdım duvarda gömülü olan dolabın kapağına; DAĞ RÜZGARI Kaderde senden ayrı düşmek de varmış Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim Seni tanımadan Hele seni böyle deli divane sevmeden Yalnızlık güzeldir diyordum Al başını, kaç bu şehirden

Ufukta çizgi çizgi gördüğün dağlara Rüzgarın iyot kokularını taşıdığı denizlere git Git gidebildiğin yere git diyordum Oysa ki, senden kaçılmazmış Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış Bilmiyordum Yine de dayanmağa çalışıyorum işte Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye Rüzgar güzel bir koku getirmişse Saçlarını okşayarak gelmiştir diye avunuyorum Yaşamak seninle bir başka zamanı Bir başka zamanda seni yaşamak Her şeyden önce sen Elbette sen Mutlaka sen İster uzaklarda ol İster yanıbaşımda dur Sen ol yeter ki bu zaman içinde Ben olmasam da olur Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır Bitmiyorsun Çaresizliğim gün gibi aşikar Su olup çeşmelerden akan güzelliğin İnceliğin ışık ışık yüzüme vuran Sen güneş kadar sıcak Tabiat kadar gerçek

Sen bahçelerde çiçekler açtıran Sudan, havadan, güneşten yüce varlık Sen, o tek sevgi içimde Sen görebildiğim tek aydınlık Bir nefes de benim için al Havasızlıktan öldürme beni Bulutlara, yıldızlara benim için de bak Susadım diyorsam Bir yudum su içmelisin Ben yorulduysam sen uyumalısın Ellerim sevilmek istiyor Saçlarım okşanmak istiyor Dudaklarım öpülmek istiyor Anlamalısın. Ağaçların yeşili kalmadı Gökyüzünün mavisi yok Bu dağlar o dağlar değil Rüzgarında kekik kokusu yok Kim bu çaresiz adam Bu kan çanağı gözler kimin Kaç gecedir uykusu yok Gündüzü yok Gecesi yok Yok Yok Anladım Sensiz yaşanmaz bu dünyada

İmkanı yok. Masamı da aldım ve bir kez daha indim köyden şehre Eski evimi kimseye vermemişlerdi daha, yine oraya yerleştim, köyden eski kiracıları değil de Japonya dan oğulları gelmiş gibi sevindiler Çoktandır unuttuğum kara kaplı defterim düştü aklıma o gece, yazdım: Saat gece yarısını 38 dakika geçiyordu en son baktığımda saate, köyden ayrılırken Bir gece yarısı sessizce ayrıldım bende hatırası hep baki kalacak olan ilk görev yerimden. Yeni gelen meslektaşım, hemşire hanım, ebe hanım ve cin gibi kızı, okuldan iki tane öğretmen ve üç beş köylü el salladılar bana. Boncuk da gitme dercesine havladı durdu kendi üslubunca, ama ben anladım Göçümü taşıyan pikabın arkasına sırtüstü uzanmıştım köy maceram biterken hava soğuktu Soğuk, buranın ve buranın insanlarının en belirgin özelliğiydi. Ama yıldızlar ele veriyorlardı yaz akşamını Köyden şehre kadar hep o bir yanıp bir sönen yıldızı seyrederek düşündüm düşündüm son bir yılda yaşadıklarımı Cerrahpaşa mdan mezun oluverdiğim günü, herkes TUS çalışırken, ama ben başka şeyler peşinde koşarken, çıkış belgemi aldığım o günü, Cerrahpaşa ile irtibatımın koptuğu ve hayata APS ile postalandığım o günü okulun önündeki o ağacın altında durup İngilizce tıp binasına acı acı bakışımı düşündüm İstanbul umu düşündüm yeniden Beni ben yapan, hayatımın en önemli yıllarının geçtiği şehri orada yaşadıklarımı, acılarımı, hüzünlerimi, aşklarımı düşündüm dostlarımı düşündüm dost bildiklerimi oturduğum semtleri, Bakırköy ü, Kocamustafapaşa yı, Eyüp Sultan ı Fenerbahçe yi düşündüm, hatta Pendikspor u bile düşündüm Sabahçıyı düşündüm, biricik dostumla adını bir türlü öğrenemediğimiz camiyi, dostumun küfürleri eşliğinde ağzıma zar attığım kapışmalarımızı dürümcümüzü, balıkçımızı düşündüm sabahlara kadar süren oyunlarımızı, uykum kaçıran tek şey olan o sihirli cümleyi ( ne batağı yavvvvv!!! ) düşündüm deniz manzaralı arabamızda çektiğimiz sabah uykularını düşündüm, bir yaz akşamı Eminönü nde Üsküdar iskelesi nde denize düşüşümü yedi yılını da dolu dolu yaşadığım üniversite yıllarımdan daha nice hatıralar üşüşüp durdu zihnime O yıldız hala bir yanıp bir sönüyordu Sıhhiye yi düşündüm, sağlık bakanlığı ndaki o öğleden sonrayı, beni buralara getiren o kuraya başvuruşumu, evrakları teslim ederkenki ellerimin titreyişini bu günleri hissetmişçesine İlk köy seferimi, hatırladığım tek şeyin soğuk oluşunu, ilçeye inişimi, devlet hastanesini, karlı sokakları, karlı dağları, kapanan yolları, doktor arkadaşlarımı, her şeyin bir anda tepetaklak oluşunu, ömürden sadece gün tükettiğim ayları ikinci köy seferimi, nelerle uğraşmak zorunda kaldığımı, rüzgarın önünde kuru bir yaprak olduğumu O yıldız hala bir yanıp sönüyor, bir açılıp bir kapanan gözlerim gibi yarı uykuluyum, bir ses duyuyorum, geldik hocam Komşu apartmandan yükselen bir şarkı yırtıyor gecenin karanlığını, ilk defa kızmıyorum bu sesleri her gece tüm mahalleye dinleten ve ismi benim için sadece serseri çocuk olan komşumun oğluna; Ey hayat, Kadere inat, Seni sil baştan Yaşayacağım İçimden mırıldanıyorum ben de aynı nakaratı 5 Ağustos 2002 Kendime gelmeye başladım. Kan ter içinde uyanırsınız ya kötü bir rüyadan. Ekstremitelerinize çimdik atarsınız acaba rüya mıydı diye! İnandırmaya çalışırsınız kendinizi yaşadığınız kabusun bittiğine. Kötü günlerin geride kaldığını bir türlü kabullenemezsiniz. Oysa bitmiştir her şey Bir film

repliği gibi haydi bebeğim, evimize gidelim, haydi, her şey bitti der içinizdeki ses size Tam da öyleyim Kötü bir maç daha geride kaldı, ve artık vakit önümüzdeki maçlara bakmak vaktidir Bir kez daha gecenin en koyu olduğu anın aydınlıklara en yakın olduğu an olduğunu özümsüyorum kendi hayatımda Bir kez daha.. hep böyle oldu benim hayatımda. Hep kardeşti en büyük acılarım ile en büyük mutluluklarım benim Siyahım ile beyazım hep yan yanaydı. Kaç kere yaşadım bunu ben hayatımda, kaç kereler Hele bir tanesi var ki yaşadıkça unutamam Birinci sınıfın yazı. Histoloji bütünlememin önceki gecesi. Mağlubiyet muhakkak. Sabah olacak, gideceğim sınava, boyumun ölçüsünü alacağım, kesinlikle kalacağım tabi, sınıfta da kalmış olacağım, büyük beklentilerle geldiğim Cerrahpaşa da doktor olma hayallerim daha ilk yazımda Marmara nın serin sularına gömülecek, mektebi tıbbiye treninden daha ilk durakta ineceğim Velhasılı hayat benim için bambaşka bir şekilde sürmeye devam edecek. Hoş, daha mı iyi olurdu, cevabını hiç öğrenemeyeceğim bir soru bu Bir yaz akşamı, aylardan temmuz, Zeytinburnu nda bir binanın çatısı (not: sadece, yıldızlara bakarak, tıbbiyeden ayrılmak zorunda kaldıktan sonra hayatta başka neler yapılabileceği konusunda, kendi kendim ile istişare yapmak amacıyla çıkılmıştır bu çatıya),hayatta ve tıbbiyede beyaz bayrağı çekmek üzere olan yorgun bedenim, serin bir Marmara meltemi, mehtaba bakan nemli ve umutsuz gözlerim Karşımda Adalar, Kadıköy, Haydarpaşa garı, Üsküdar sahilleri ve Kızkulesi; göz bebeklerimin aksine ışıl ışıllar, ve hayret; bana da umut telkin ediyorlar. O anda umut bana ne uzak kelime Yalvarıyorum Rabb ime.. ve pazarlık yapıyorum adeta hayatımda ilk defa O nunla, bir çocuk masumluğu ile; Sen diyorum, desen ki, haydi geç ya kulum şu sınavını ve devam et tıbbiyede, ne kaybedersin haa söyler misin bana, ne kaybedersin!!! Peki bir de beni düşün, ben neler kazanabilirim öyle bir durumda, tüm hayat planlarım bana yeniden bağışlanır gibi olmaz mı söyle bana!!! Aklıma 3 gün önce kaldığım Biyokimya sınavından sonra Orkide hocanın umut vermeye çalışan cümleleri geliyor; Pes etme evladım, 3 gün az bir zaman değil ki, otur çalış, pes etme, belki çalıştığın yerlerden gelir sorular Birden boğazda bir havai fişek gösterisi başlıyor ışıl ışıl... İçime de işliyor bu ışıltı Pes etmek yok diyorum, iniyorum sabaha kadar sürecek olan ve hayatım boyunca hiç unutamayacağım o çalışmaya başlıyorum. Ve ertesi gün Temel bilimler binası ve kütüphane ile bir üçgen oluşturan o tepede oturmuş sınavın açıklanmasını, 3-4 saat gözümü bile kırpmadan Histoloji hocasının binadan çıkmasını bekliyorum. Ve çıkıyor hoca, acile doğru tırmanmaya başlıyor yokuştan. 5-6 metrelik duvardan önüne atlıyorum heyecanla, soruyorum sınavımı sen geçtin evladım diyor, nasıl yani diyorum nerden biliyorsunuz benim geçtiğimi hani sen şu vizeleri berbat olan ve geçmek için 77 alması gereken öğrenci değil misin diyor, evet oyum diyorum, 78 aldın evladım diyor, heyecandan ve sevinçten ne yapacağımı bilemiyorum, hocanın ellerini öpmeye bile çalışıyorum, sonra saçmaladığımı fark edip koşa koşa Orkide hocanın odasına gidiyorum, birlikte ağlıyoruz, sevinçten O geceyi ve o günü hiç unutmayacağım 14 Ağustos 2002 Sonbahar, yine Her yerde o bildik renk cümbüşü, Ve; güneş rengi bir yığın yaprak Bayramlıklarını giymiş idam mahkumları gibiler, Dallarından düşmeden hemen evvel Bu ne yaman çelişki anne? Ölümlerine gülümsüyorlar, rüzgara inat 6 Kasım 2002

BİR YILIN SON GÜNLERİ bir yıl daha bitiyor işte bu kadar duru,bu kadar yalın bu kadar el değmemiş sıradan bir gerçeği daha kolları bağlı hayatımızın bir şiire nasıl dahil edilir bir yılın son günleri her sonda her başlangıçta ve her defasında alır gibi bir başkasını karşımıza perdeler çekip,ışıklar söndürüp oturup yatağın içine bir başımıza sorgulamak kendimizi biterken bir yılın son günleri biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini gençlik ikindilerini kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri bir yıl daha bitiyor düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey her yıl biraz daha kısalıyor öncekinden bana mı öyle geliyor yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman insan yaşlanırken? kırdım mı incittim mi birilerin kimleri kazandım,yitirdiklerim kimler? kendimi yineledim mi yazdıklarımda? yeniden düşünmeliyim dostluklarımı,ilişkilerimi dağınık yatağım,mutsuz yatağım çoğalttın mı eksiklerimi gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı yitirdim mi yoksa masumiyetimi?

borçlarımı ödedim mi? doğru seçtim mi soruların fiillerini? tırnaklarım kesilmiş,dişlerim fırçalanmış,saçlarım taranmış, giysilerim ütülü,odam düzenli mi? ödünç aldığım kitapları geri verdim mi? geri verdim mi aldıklarımı aşkları,dostlukları,sevgileri,güvenleri,bağları kitaplara,sayfalara,satırlara borcumu ödedim mi? yokladım mı duygularımı hala sevebiliyor muyum insanları? şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım akşama yeni bir yıla ama nedense her şeyin tadı dağılıyor ağzımda bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar Gece telefonları, ıssız konuşmalar Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler Bırakılmış mektuplar Ve yurdumun her karış toprağında tefrika edilen karanlık Ey hayatıma girenler ve çıkanlar Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey işimin başına dönüyorum içimde ıssız bir gönül erinci Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar Hala bir umut var mıdır Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde

(2 saat sonrası) Ve, bir yıl daha bitti sevgili kara kaplı defterim Ramazan davulcusu da bu yılki son geçitlerini yapıyor mahallemden, Haydi kalk gidelim, sahur vakti yaklaşıyor, gidip karnımızı doyuralım, kapatmadan Cemil usta ekmek teknesini Bu yıl da ölmedim anne 31 Aralık 2002 1 Ocak 2003 Artık kurtulmak istiyorum şu kasabadan (Ne ilçesi be!! Ne ilçesi haaa!!! Çıkar şu bilumum başkan ve müdür çeşitlerini, kime inandırabilirsin buranın ilçe olduğunu?)!!! Gitmem gerek bu şehir(!)den artık Gitmek zorundayım ve burası tatlı bir hatıra olarak kalmalı belleğimde Bu benim kaderim mi Allahım! Lütfen beni gizli ve aşikar sıkıntılarımdan kurtar Bir de; TUS Allahım, TUS yaaa!!! TUS!!! 28 Şubat 2003 Tuhaf bir gün Sağlık ocağı, daha iki kelimeyi bir araya getiremeyen ve bir şekilde torpille memur olmayı başarabilmiş iki çalışanım tarafından dalga geçiliyorum; Pediatri haaa doktur beeey, hem de Hacettepe Pediatri hemiiiii!!! (gülüşmeler ve kıkırtılar)

Ah ahmak kafam! Müstehak bunlar sana! Sen daha bir ayağı çukurda emekli amcalarla al papazı ver kızı yap akşamlara kadar Gazetede bir haber; aşkım seni çok seviyorum, çocuklara iyi bak, sizlere layık olamadım beni affet! Dışarıda kar yağıyor. Bana sanki binlerce yıl önce başka bir evrende iken bir dostumdan aldığım bir mesajmış gibi geliyor, okumakta olduğum ve telefonumda hala kayıtlı duran mesaj; dost karlı bir gecede uykusundan uyandırabildiğin insandır uyan dostum, şehrimize ilk karlar düşmekte... Ey dost, sen ki! Sen ki!... vazgeçtim yazmaktan!!! Mahallemden yine o tanıdık gürültü geçiyor; kestaneci amca geldiiiiiiiiiiii Ve biricik ev sahibem, adeta anneyarım olmuş olan Zahide teyzem, gene elinde bir yemek tepsisi ile kapımı çalıyor; doktor bey, evlaaaadııımmmm Dünya dönüyor 23 Mart 2003 Yine, hüzünlerdeyim Okul yıllığımı karıştırdim biraz önce; gelecek yılların neler getireceğini bilememek çok elem verici! Kim bilir hayat bize nasıl bir senaryo hazırlıyor! Ve kim bilir bizler de rüzgarın önündeki bir yaprak misali oradan oraya nasıl savrulacağız, hangi diyarlarda kimlerle beraber olacağız! yazmışım çok sevdiğim bir arkadaşımın sahifesine Sorularını önceden sorduğum cevapların, birinci tekil şahsını oynuyorum Yine yıllığımdan bir bölüm; Hani ince bir hüzün duyarsın kimi zaman Şarkılar daha bir dokunaklıdır Ve o an sanırsın ki hiç kimse yok elinden tutan Oysa her hüznün ardında ümitler gizlidir Bulutların ardındaki güneş gibi Ve unutma sevgi gibi, dostluk gibi, aşk gibi Eğer bir gün yalnızlık duyarsan İnceden yaşlar süzülürse yanağına Ve unutulduğunu sanıp, bir sızı başlarsa yüreğinde O zaman gökyüzüne bak Bulutların ardındaki güneşe Çalılıkların ardındaki çiçeğe Bırak pencerelerinden yağmurlar dolsun içeri Ve aç avuçlarını Sana uğur böceğimi gönderiyorum O haldeyim Uğur böceğimi bekliyorum Bu kasabada unuttum kendimi, Ve; öylesine ve mecburiyetten uğradığım bu kasabadan hiç çıkamamaktan korkuyorum Bu kara kaplı defter bittiğinde, hala burada olmak istemiyorum 7 Nisan 2003

Gazetede bir şarkı reklamı; Yıldızlar gece ağlar Televizyonda bir film oynuyor; Gönderilmemiş mektuplar Radyoda -yeniyetme- bir şair lakırdı ediyor; Gece midir insanı hüzünlendiren yoksa insan mıdır hüzünlenmek için geceyi bekleyen deyü Pediatri den geçti gönlüm Oysa daha okulların ilkinde öğretilmiştim büyünce doktoy olacayımmm ve çocuk doktoyuuuu denilmesini Psikiyatri yahut Radyoloji; yeni gözdelerim Tıptan içre tıptan öte gibi duran iki branş Kısmet! Evet; Hayat güzeldir (La vita e bella) Bir kuşçuya ihtiyacım var hayatta Veya; kuşçu olasım 23 Haziran 2003 Aradan tam 3 yıl geçti TUS çalışamadan geçen üç koca yıl Üç yıl daha yaşlandım Ankara da buluşacak sınıf arkadaşım bile kalmadı. TUS lara gitmez oldum. Gidip de dayak mı yiyecektim TUS tan düzenli olarak? Yenilgiyi kabullendim, ama sadece şimdilik Unuttum kara kaplı defterimi Çok sular aktı köprülerimin altından Evlendim, karıcığımı da ortak ettim TUS dertlerime, yıllarca bu derdimle dertleneceğini bilemezdi herhalde Oğlum oldu, baba oldum Dayı oldum, dayılar oldum Vatan hizmetimi yerine getirdim, hep onur duyacağım o oniki ay ile Dünya dönmeye, altı ayda bir -bahtımın karası- Ankara da TUS lar yapılmaya devam ediyordu Askerlik dönüşü bir yıl daha yine devlet hastanesi acilinde çalıştım. Aradan askerliği çıkarmak TUS planlarımda inanılmaz bir rahatlama sağlamıştı. Çünkü askerlik tehlikesi(!) Demokles in kılıcı gibi duruyordu TUS planlamalarımın üzerinde. Kendime çok kızdım sonradan, keşke daha önce gidip kafamı rahatlatsaymışım diye Devlet hastanesi acilinde 24 saat nöbet tutuyor, ertesi sabah da erkenden uyandırılıyor, bir gün önce hastanenin diğer doktorları tarafından istenen hemogram biyokimya vs. lerin istek kağıtlarını imzalıyorduk. Mevsimlerden yaz olduğu için oralı olup da Ankara, İstanbul ve yurtdışında yaşayan insanlar tatile geliyorlardı. Onların da geldikleri yerlerdeki doktorlarının istediği bir takım tetkikler oluyor onlar da bizim hastanemizde o kan değerlerine baktırmak istiyorlardı. Bir sabah yine nöbet çıkışı sabahın erken saatlerinde acile polikliniğe indim. Bir hastam bana bir bloknot kağıt uzattı ve Hocam benim doktorum Cerrahpaşa da, benden bu tetkikleri istedi, memleketinde yaptırırsın bana telefon açarsın dedi dedi Dahiliye den uzman olmuş ve klinikte kalmayı başarmış, kaşesinde adının önünde Uz.Dr. yazan biri. Çok tipik bir el yazısı olduğu için hemen

tanıdım yazıyı. Tüm okul hayatım boyunca tuttuğu notlardan fotokopiler çektirip sınavlar çalışıp sınıflar geçtiğim bir okul arkadaşım Kaşesinin yanına kaşemi bastım, selam yolladım arkadaşıma Hayat tesadüfleri seviyordu gerçekten TUS dedim, o gün yeniden, ille de TUS dedim O günkü kazandığım TUS çalışma iştiyakı sonraki gireceğim tüm TUS lar için yetecek enerjiyi sağlayacaktı bana Türkiye haritasını aldım önüme, dersanesi olan şehirlere işaretler koydum, hepsinin bulunduğum yere mesafesini hesapladım, en yakın olan 295 km idi. Göze aldım bunu, gittim kayıt oldum dersaneye. Üç ay sonra başlayacaktı dersane ve mevsim kışa dönecekti. Dağlı karları, uzun yolculukları, tüm maaşımı bu yolda harcamayı göze aldım Bu arada kurum içi tayin kurası açıldı, normalde düzenli olarak açılmadığı halde o zamanlar. Yeterince hizmet puanım da birikmişti. Kör istemiş bir göz, Allah vermiş iki göz diye düşündüm, tekrar aldım Türkiye haritasını elime, dersane olan illerin bir listesini çıkardım, sonra da o illerden kurum içi atama ile tayin olabileceğim yerleri belirleyip tek tek aramaya başladım bilgi almak için Bu küçük yerleşim biriminde adeta kısa devre yapıyordum ve TUS çalışabilmem için mutlaka buradan kurtulmam gerektiğine kendimi o kadar inandırmıştım ki, aksi bir durum benim gözüme dünyanın sonu gibi görünmeye başlamıştı. Nöbetçiydim açıklandığı gün. O kadar büyük bir heyecanla bekledim ve sonuçlara o kadar sevindim ki, bu duyguları hiçbir TUS sınavında bile yaşamamıştım ve yaşamayacaktım da Aslında her değerli şey bizim için, yüklediğimiz anlam kadar kıymetlidir. Bunu yaşadım... İlçede, birlikte yaşadığımız yıllar boyunca, hemen her gün, ilçeye tepeden bakan evimizin balkonundan karıcığıma, hep ilçenin çıkışında, dağların arasından kıvrıla kıvrıla uzaklaşan yolu gösteriyor ve ; göreceksin bir gün göçümüzü yükleyip ardımıza bile bakmadan çekip gideceğiz şuradan diyordum Ve, çok zamanlar da Şu yolu görüyor musun, İstanbul uma oradan gidiliyor! diyordum, birlikte şehr-istanbul hayalleri kuruyorduk Daha yeni yeni adımlamaya başlayan oğlumuz da şahitlik ediyordu bu hayallerimize O gün geldi sonunda Göçümüzü yükledik gene bir akşamüstü Gene bir Eylül günü O, dağların arasından kıvrıla kıvrıla uzaklaşan yoldan sessizce ayrıldık ilçeden, ama ardımıza baktık ha, yalan yok Yine de güzel günlerimiz geçmişti burada, güzel komşuluklar, güzel dostluklar kurduk Tam beş yıl olmuştu ben buraya geleli. Beş koca yıl olmuştu İstanbul umdan kaçarcasına ayrılalı Yitik sevdam idi İstanbul benim Bir süre daha bulamayacaktım onu Buraya geldiğim günü hatırladım Tek başıma gelmiştim, tüm düşlerimi hayallerimi gelecek planlarımı valizime doldurup Şimdi yanımda karım, arka koltukta oğlum, yine düş(müş)tüm yollarda Yol boyu hatıralarımla karşılaştım; o karşı şeritteki, ilçeye giden minübüsün en arka koltuğundaki çocuğu tanıdım düşüncelere dalmıştı, pişmanlıkları yüzünden okunuyordu, gözleri nemli, omuzları çöküktü heyecanlıydı, hayaller kuruyordu, belli ki umutları da vardı hayata dairöylesine gidiyormuş gibiydi ilçeye, bir müsafirmişçesine bir arkadaşına bakıp çıkacakmış gibi bir hal üzereydi bir an gözgöze geldik el salladım ona beni tanımadı tebessüm ettim başına geleceklerden habersizdi git dostum dedim, yolun açık olsun, git ve; ben ol da gel Kimdi o el salladığın? dedi karım, Kimdi o pappa? dedi oğlum, Hiç!, dedim, Hiç! Geçip gittik Yollar bizi bekliyordu