Çocukluğum ve Kilis. M. Orhan ÖZOĞUZ



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Akhisarlı Hakkı Baba, 1934 yılında Akhisar da doğdu. Ailesi Aslen Makedonya nın PİRLEPE şehrinden gelmiş Arnavut kökenli bir ailedir.

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

tellidetay.wordpress.com

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

ISBN :

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ANTİKA SANDALYE

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Gülmekten Öldüren Fıkralar - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

MÜSLÜM ERDOĞAN İLKOKULU 1B SINIFI

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

BOSNA-HERSEK TEKİ KÜLTÜR, BİLİM VE EĞİTİM ÜZERİNDEKİ OSMANLI ETKİSİ: MEVCUT DURUM

20 Derste Eski Türkçe

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

YAPACAĞIMIZ SANAT ETKİNLİKLERİ

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar


(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

KURUCULARIMIZDAN SAYIN CEMİL PARMAN ANISINA

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Perşembe İzmir Gündemi

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

Anlamı. Temel Bilgiler 1

M14 esnevi den (şirli) r H i k â y ele

tellidetay.wordpress.com

Siirt'te Örf ve Adetler

Onlar konuşur, AK Parti yapar

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması BEZELYE TANESİ

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

HAYAT BİLGİSİ HAFTA SONU ÖDEVİ ADI SOYADI:

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

A2 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: PASAPORT NO:

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

Aslında bugün İbrahim in Mihrac Ural ın kıçındaki ihanet kılıçları yazısının ikinci bölümü sitede yer alacaktı, ama ne yapayım!

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Devlet BESleniyor. Ben BES i okurken sana yardımcı olmaya geldim dedi.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

MİNİK PATİKLER ANAOKULU

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

CÜMLE BİLGİSİ. ( Cümle değildir. Anlamı yok)

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

Transkript:

Çocukluğum ve Kilis M. Orhan ÖZOĞUZ 1

2

Önsöz İnsanlar ihtiyarlayınca eski hatıraları düşünmekten çok hoşlanıyorlar. Hatta öyle ki bazen dün ne yediğini, kiminle konuştuğunu unutuyor da çocuklukta ezberlediği şiiri hatırlıyor. Hatırladıkça da etrafındakilere anlatmak istiyor. Çeneleri de düştüğü için devamlı aynı şeyleri tekrarlamakla dinleyenleri de herhalde bıktırıyorlar. Ben de ya fazla konuşmaktan yorulduğum için tembellikten, ya da kendimin başkalarından çektiğimi yeni gençlere çektirmemek için yazmaya karar verdim. Böylece şimdilik hatırlayabildiklerimi not etmiş olacağım. Hiç olmazsa ileride hafızam zayıflarsa bende okur, eski hatıraları yenilerim, diye düşündüm. Bunu söylerken aklıma bir hikaye geldi. Vaktiyle herkes olcuma yazma bilmediği için çok yerde arzuhalciler vardı. Adamın birisi bir arzuhalciye gidip oğluna bir mektup yazdırıp, yardım istemek için müracaat etmiş. Adam bunu dinledikten sonra yazmış. Yazdığım tamam mı diye okuyunca adam ağlamaya başlamış. Arzuhalci - Niçin ağlıyorsun diye sormuş. Adam - Meğer başıma neler gelmişte ben bilmiyormuşum demiş. Kim bilir belki bende ileride okurken, başıma neler gelmiş diye, ağlarım. Başkası da okurken sıkılırsa bırakır, hiç kimseyi dinlemek için sıkıntıya sokmayacağım. Bilhassa karşımdakinin de sıkıldığını saklamaya çalışmasını veya beni, isteyerek veya istemeyerek, kırmasını önlemiş olurum diye düşündüm. Yine de inşallah okuyanları bıktırmamayı veya ağlatmamayı ümit ve temenni ediyorum. Bu vesile ile ebediyete intikal etmişlerin rahmetle anılmasına vesile olursam çok mesut olacağım. Kilis i de birazcık olsun anlatabildimse, doğduğum yere karşı olan borcumdan kurtulmanın huzurunu duyacağım. Saygılarımla M. Orhan Özoğuz 3

Altmış küsur seneden sonra çocukluğumu hatırlamak için zihnimi zorladığımda bir kaç hatıradan başka pek fazla bir şey hatırlayamadığımı gördüm. Halbuki çocuklarıma nasıl bir aileden geldiğimizi, bizim devrimizde neler çektiğimizi nasıl yaşadığımızı anlatmak çok isterim. Ayrıca herkes gördüğü hayatı biliyor ve hayat sadece ve hep öyleymiş zannediyor. Halbuki, çok defa başka durumlar da yaşamış kimselerin verdiği kararlan bugünün düşüncesiyle karşılaştırırsanız, edinilen kanaatler yanlış oluyor. Bir çok hadiseyi iyi anlayabilmek için o devri yaşamak lazım. Bugün ben de geçmişteki bazı kararlarımı beğenmiyor veya gülüyorum. Fakat o gün inanarak o karan verdiğimi de biliyorum. Aile bakımından nasıl bir aileden geldiğimi hep merak ederdim. Çok şükür sağlıklarında Ali amcam, babam, Abdullah amcam ve bilhassa Hecaz Erol beyden oldukça tafsilat toplamıştım. Son olarak da babamın dayısı oğlu, Mennan Gökçeimamdan son düzeltmeleri yapmak imkanım oldu. Bunların ışığında oldukça hakikate yakın bir tablo çıkarabildim. Bence insan gerek aile olarak, gerek millet olarak nereden geldiğini bilmesi gerekir inancındayım. Dününü bilmeyen bir insanın bugünkü olaylar karşısında sıhhatli bir karara varacağına inanmıyorum. Baba tarafından ailem Hammal İsmail zadelerdi. Bu ismin nereden geldiğini araştırdım. Kimisi İsmail in hammal olduğunu, başkası parasını yanında taşıdığı için ona bu ismi taktıklarım, büyük amcam, Ali amcama göre ise, çok zengin o derecede de tutumlu olması dolayısıyla ona herkes "Sen malının paranın hammallığını yapıyorsun" dermiş, o isim de oradan kalmış. Hangisinin doğru olduğunu ispata imkan yok. Fakat Ali amcam emin olmadan birşey söylemezdi. Onun için ben de onun söylediklerine inanıyorum. Ailede orijinal bir adet var. Hammal İsmail büyük oğluna Ali adım takmış. O da kendi oğluna baba adı İsmail adını veriyor. Ondan sonra tekrar İsmail ve Ali tekerrür ediyor. Yaşadığını gördükleri ilk Ali, Kudamacı Hacı Alinin kızı Ayşe ile evleniyor, onun iki oğlu (İsmail ve Mustafa) ikide kızı oluyor (Hudarcı Kara Ali ile evlenen Safiye ve Nuri Zengin ile evlenen Fatma). Dedem olan Mustafa nın üç oğlu oluyor, Ali Atıf, Mehmet Oğuz, Abdullah. Görüldüğü gibi dedem büyük erkek evlat olmamasına rağmen ananeyi devam ettirerek baba adını büyük oğluna veriyor. Ali amcamla babam arasında takriben on yaş, babamla Abdullah amcam arasında da yine takriben on yaş olduğu için, büyük amcamı adeta baba gibi sayarlardı ve herhalde AGA kelimesinden olacak (Ağe) derlerdi. Ali amcam da onların okumasında, yetişmelerinde babalarından çok fazla faydalı olmuş. Ali amcam her halde çocukluğunda bir korku geçirdiği için asabileşince hafif kekelerdi. Onu gençliğinde arkadaştan kızdırmış, alacağını, 4

sonradan kendisinin de söylediği gibi, şakadan vermeyeceğiz demişler. Onun - Zarr zarr zaptiye gelse parr parr paramı isterim, sözü senelerce aramızda şaka mevzuu olmuştu. Bizim oralarda Jandarmaya zaptiye derler.gençliğinde bıyığı vardı ve o devre göre fiyakalı gezmek için baston kullanırdı. Okumaya çok meraklı idi. Ömer Hayyam dan ezbere şiirler okurdu. Bilhassa Ömer Hayyam ın meali - Ağlayarak geliyorum, ağlayarak da gideceğim bu dünyadan, aradaki yaptıklarımdan neden hesap soruyorsun ve - Aşağıda bir öküz <dünyanın öküzün boynuzunda durduğu zannediliyordu> yukarıda da bir öküz <yıldızları kastediyor> arasında ne kadar eşekler tepişiyor, diyen şiirlerini acemce söylerdi. Üç de halam olmuş, birisi ben doğmadan ölmüş (Nazmiye hala) kız kardeşini de (yani Hayriye halamı da) aynı adama vermişler. Ayşe nin (Kilis te Ayyüş derlerdi) ilk kocası ölmüş, ondan Niyazi Dülger, Makbule ve Münire adında kızları olmuş. Sonradan Asım Tabak ile evlenmiş. Ondan ben yaşta Mehmet adında bir oğlu vardı. Mehmet ten sonra Ahmet adında bir oğlu daha oldu. Bu kızlardan birisi bize gelmiş yanakları kırmızı kırmızıymış. Annem (Sana neler yedirdiler de böyle yanakların kızardı) demiş. Bunu o kız nenemlerde şöyle anlatmış: -Üm dedi ümledi benim kızım da kızarsın dedi. Bunu bilhassa, o evde şahsen duyduğu için olacak, Abdullah amcam çok defa söyler gülerdi. Abdullah amcam biraz da dedemin arzusu olsun diye Hafızlığa başlamış. Çok iyi hafızdı. Ayrıca da okumaya meraklıydı. Ayşe halam babamdan yaşlı, Hayriye halam babamdan gençti. Onun ablası Nazmiye genç yaşta vefat etmiş. Hayriye, halam gözü çok yaşlıydı, Kenanoğlu ile ölen kız kardeşinin yerine evlenmişti. Teyzesi olduğu, Raif Kenanoğluna bir anne gibi baktı. Hasan Hüseyin adında ikiz oğlu vardı benden sonra Osman çok sonra da Mehmet adında çocukları oldu. Çok samimi ancak son derece ani alıngan bir mizacı vardı. Ablamın her ağlayışında Hayriye hala, Hayriye hala, diye Meleği kızdırırdım. Bunda belki en ufak bir hata yaptığımda Ali amcamın (Minohal) yani Arapça er dayıya diyerek benim de dayım gibi olacağımı tekrarlaması tesirli olmuştur. Ancak bu gün Ali amcamın, belki de bilmiyerek, bana en büyük iyiliği yaptığına inanıyorum. Zira sonradan bende her hareketimde acaba, dayım gibimi hareket ediyorum korkusu, beni bir çok yanlış hareketten korumuştur. Babam rüştiyeden sonra Şama Sultani tahsiline gitmiş. Tahsildeyken Harbi 5

Umumi devam ettiği için kendisi 1917 senesinde gönüllü yazılmış. 1900 senesinde doğduğu için o zaman 17 yaşında olmalı. Bostancıya ihtiyat zabit okuluna göndermişler. Bu vesileyle İstanbul u ailede ilk o görmüş. Harpteki İstanbul un fecaatini anlata anlata bitiremezdi. Bir gün Enver Paşa onların karargahına gelmiş. İhtiyat zabit namzetleri hep okumuş kimselermiş, bunlara karşı alaydan yetişme zabitler de herhalde bir kompleks varmış. Bunlara çok sert muamele yaparlarmış. Teftiş sırası Enver Paşa ile bir ihtiyat zabiti arasında şöyle bir konuşma oluyor, Enver Paşa - Adın ne? diye soruyor - Eşeoğlueşek Paşam. - Bu nasıl ad? - Buraya geldim geleli başka bir adla çağrılmadım Paşam. Bu hadiseden sonra ihtiyat zabit namzetlerine yani yedek subay adaylarına bir daha küfredilmemesi tamimi çıkarılıyor. Fasulye, nohut yemeği verdiklerin de kurtlan ayıklayıp yerlermiş. Yine de şanslı sayılırlarmış, çünkü o sıra onlardan başka muntazaman ekmek bulan yokmuş. Suriye den Halep ve Kilise o harp sırası bir çekirge hücumu olmuş, memlekette yeşil bağ bahçe hiç bir şey kalmamış. Hatta ev kapılarını bile çekirgeler yer, menteşe kapı kolu gibi demir aksam, çat diye düşermiş. Üzüm, tatlı kalmadığı için, (şeker ele geçmez bir hayalmiş), herkes uyuz olmuş. Halep te belediye arabaları her sabah açlıktan ölmüşleri toplarmış. Son zamanlarda bazı gençlerin," Harp yapmalı, On iki adayı almalı idi, Trakya ya yürümeli idi" gibi laflarına, - Bunlar, harp nedir bilmiyor bol keseden atıyorlar, derdi. Harp sonunda terhis olmuş, memlekette devlet otoritesi kalmadığı için dağlar eşkıya dolmuş yolda babamı da soymuşlar. Don gömlek geri gelmiş. Bu sırada Kilis de Fransızlar tarafından işgal edilmiş. Döndükten sonra Kilis te, hasta denecek kadar zayıfmış uzun müddet kendini toparlıyamamış. Antep harbinde çalışan arkadaşlarına yiyecek ve silah şevkiyle meşgul oluyormuş. İhbar etmişler bir kaç gün Fransızların hapsinde yatmış, delil bulamadıkları için serbest bırakmışlar. Anne tarafım Patlıoğlu soyundan geliyor. İsmin nereden geldiğini bilene rastlamadım. Dedemin babası Hacı Reşidin beş oğlu oluyor. Ortancası Mehmet ise de adından çok, bir kolu sakat olduğu için, Çolak lakabıyla tanınıyor. O zaman Kilisin en zengini olduğu söyleniyor. Çolak dedem o zaman çok genç olan, Ali amcamı çok severmiş hatta, annemin ve babamın söylediğine göre "Ali gibi bir oğlum olsaydı hiç param olmasaydı" dermiş. Dayım için de "Bu benim bütün servetimi mahvedecek" dermiş. İki de teyzem vardı Aliye teyzem 6

annemden büyüktü. Kadir Kadirbeyoğlu ile evlenmişti. Sıdıka, Pervin, Lütfiye ve Kadriye adlarında dört kızı vardı. Kilis ten ayrıldıktan sonra temasımız yok denecek kadar az olduğundan pek hatırlamıyorum. Nakşiye teyzem, vaktinde Kilis in sayılı güzellerindenmiş. Kazazoğlu İmam beyle evlenmiş. Atiye adında bir kızı, Seyfiddin adında Melekle akran, Nejdet adında da benim yaşlarında iki oğlu vardı. Ali amcama sermaye veren işe atılmasına sebep olan, Çolak dedemmiş. Ben doğmadan hatta ablam doğmadan önce vefat etmiş. Hakikaten dayım, miras taksiminde parası hamam tasıyla bölünen, serveti bir kaç senede mahvetmiş. Yalnız bin altınlık saman sattığını söylersem, servetin miktarı hakkında bir fikir edinebilirsiniz. Mirastan hisse isteyen ablası yani annemi silahla kovalamış. Komşular kaçırmış, kurtarmış. Allanın büyüklüğüne inanmayanlar ibret alsın diye yazıyorum, sonradan senelerce annem dayıma baktı. Ali amcam da onu ikinci Dünya Harbi sırasında, Sermayesini üç kardeşin verdiği, pekmezhaneye ortak etti. Fakat onu da yürütemedi. Aklımdayken bir hususu daha yazayım. Dayım Halep meyhanelerinde parayı bitirdiği günlerde birisi ona " Baban sürülerini Kürt dağına yollardı, onlarda çok alacağı olacak" diyorlar. Dedem hesabına çok sağlammış. Aniden ölmediği için kimsede bir hesabı kalmadığım söylüyorlarsa da o yine de gidiyor. Kürt ağalan o gelince aralarında toplanıyor ve sonradan babama söylediklerine göre "Bizim kimseye borcumuz yoktu fakat Çolak ağanın oğlunu eli boş döndürmek istemedik aramızda topladığımız bin altını (babanın bizde bu kadar alacağı vardı) diye verdik" demiş. Tabii arabasını doğru Haleb e çektirmiş. Yere düşen altını almaz arkadan gelenler alsın dermiş. Traş için Kilis ten Haleb e arabayla gidermiş. Bir müddet sonra o parayı da bitirmiş. Annemle babam çocukluktan tanışır beraber oynarlarmış. Babamın anne tarafı, Trablus tan geliyor ve Sunusi ailesiyle bağlantılı olduğu söyleniyor. Kilis e Sultan Yavuzun Kilis i alış senelerinde, 1521 senesinde.abdülhalik Mustafa geliyor. Şeyh Gökçe Camii bu zat tarafından yaptırılıyor. Şazeliye mezhebini yaymak için geldiği söyleniyor. Kırmızı saçlı, beyaz tenli mavi gözlü (Gökçe adının göz renginden geldiği söyleniyor) Gökçe imamın kabrinin Kilis le yaptırdığı şimdiki ismi ile Tabakhane Camisinin bahçesinde gömülü olduğu söyleniyor. Ailede çok okumuşlar yetişmiş. Osmanlı devrinde aileden on yedi kişi Şeyhül İslam dan berat almış. Bunlardan on üç tanesinin Muhlis oğlu Cengiz Gökçede bulunduğu söylenmektedir. Ben şahsen göremedim. Son Berat alan Ömer oğlu Şeyh Mahmut imiş. Ben isim benzerliği dolayısı ile Gökçe ailesinin Irandaki Gökçe gölü civarından geldiklerini zannederdim. Ben nenemin annesini hatırlarım. O sıra doksanın üstündeydi, bir kaç sene önce 7

buzda takunyayla abdest alırken düşmüş komaya girmiş. O komadan çıktıktan sonra yirmi sene yaşadı. Hasta olduğu sıra Dr. Emin bey sık sık bakmaya geliyor. Bir gelişinde Büyük nenemi gözlüksüz Kuran okurken görüyor. Sonradan babama anlatırken, - Ben oğlundan bile genç olduğum halde gözlüksüz hiç bir şey yapamazken o gözlüksüz Kuran okuyordu, dediğini duymuştum. Ali amcam dayısı olan Ömer Gökçe imamın kızı Salihayla evlendiği gibi Çolak dedem de, anneannemin ölümünden çok sonra, Ömer dayının büyük kızı Hamide yle evlenmiş. Yani benim neneliğim oluyor. Biz iki kardeşin birisine Hamide nene diğerine Saliha abla derdik. Nedense yenge lafı bizde pek kullanılmazdı. Onun yerine abla derdik. Annem babamla evleneceği zaman, dedem (istemezsem herkes kızının bir kusurumu vardı? der onun için yüz altın verin) demiş. Babamlar zar zor yüz altını tamamlar verirler. O babamı çağırır üzerine dokuz yüz daha koyarak bin altını verir ve bir liste uzatır Haleb e git bunları ve eve lazım olan diğer eşyaları al der. Hepsine Allah rahmet eylesin. Birazda Kilis i kıssaca anlatayım. Gerek ikliminin güzelliği gerek arazisinin mümbit oluşu yüzünden tarihin her devrinde insanlar orada oturmuşlar. Bildiğim kadar Tunç devrinden beri meskun olduğu tesbit edilmiş durumda. Kalde, Asur, Hurri Mitani devletleri arasında el değiştirmiştir. Asurlar devrinde Ki-li-zi diye adlandırılmış. Sonradan Hititler almış. Bir ara Keyhüsrev II zamanında Perslerin eline geçmiş. Milattan önce dördüncü asırda Selefkiller ce alınmış, Selefkillerin Romalılarca mağlup edilmesi üzerine. Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır. Roma imparatorluğu ikiye bölününce Bizans ın olmuş. Haçlı harplerinde bir ara Urfa Dukalığına bağlanmış. İslamlığın yayılmaya başlamasıyla ilk elde edilen yerlerden olmuş. Stratejik ehemmiyeti dolayısıyla her kuvvetli daima Kilis i elinde bulundurmak istemiş. İpek yolunun üzerinde de olması ehemmiyetini daha da artırmış, her devirde Kilis e hakim ve sahip olmaya çalışmışlar. Mühim bir kale olan Azezin Timur un Anadolu yu istilasında tamamen yıktırması Kilis i daha da ehemmiyetli yapmış. Katip Çelebi "Ziyaretgahı Kilis " kısmında şöyle yazıyor: "Evvela Şehit mahallesi kurafesinde üç bin sahabei kiram merkadi şeriflerinin taşlarında masturdur. Cümlesi Halid bin Velid bu şehri muhasara edip şehit olmuşlardır. Ve her şüheda kurbinde Hacı Halil mescidi dibinde bir kubbei ali içinde Şeyh Ahmed ve Şeyh Mehmed hazretleri erbabı sofradandırlar. Odun pazarında Şüheda Sultan ve Canpulad zade hamamı civarında şehid Cemali 8

Sultan ve Ak corum tedribesi kurbinde Şeyh İvaz Sultan. Şehrin şimalinde bir kurşun menzili baid kayalı bayır iizre bir tekyei ali var. Cümle şehir andan nümayandır ve bir mecmaül irfandır. Anda bir kubbei pürenvar içinde Şurahbil medfundur... Gayet ulu Sultandır. Nice kerre üzerlerine nur nazil olduğu miisbettir. Cihannüma tekye biminnettir. Şehrin garbında bir tekyei ali daha var Anda Şeyh Muhammedi Arabi ve Rıttali deyu meşhurdur... Elhasıl ulu sultan sahabei peygamberi ahır zamandır. Hazreti Ebubekir hilafetinde şehit olmuşlardır..." Kilis Bizansa karşı ileri karakol vazifesi gördüğü için, yapılan savaşlarda, çok şehit verilmiştir. Büyük Selçuklu Alp Arslanın Malazgirt savaşından sonrada Anadolu Selçuklarının eline geçmiş. Sonradan Memlukların eline geçen Kilis onaltıncı asırda Yavuz Sultan Selim zamanında 1516 da Osmanlı toprağına katılmıştır. Evliya Çelebi Kilis te kalenin harap olduğunu fakat 4660 ev 30 cami 7 medrese 3 hamam 11 han 2170 dükkan olduğunu kaydeder. Aşağı yukarı iki eve bir dükkan düştüğüne göre, ticaretin ne derece ileri olduğu düşünülebilir. O zamanda şimdide en mühim Cami Kanuni Sultan Süleyman devrinde Cambolat oğullarının yaptırdığı İstanbul camilerine benzeyen camidir. Tekke camiidir. Bahçesinde Beyler beyi olan Cambolat beyin mezarı vardır. Yanında mevlevi dergahı bulunurmuş. Eski devirlerden pek eser kalmamakla beraber, 1334 de Abdullah bin Hacı Halil in yaptırdığı Ulu Cami, 1515 de Seyide Fatma tarafından yaptırıldığı bildirilen Akçunın camisi 1553 te Cambolat tarafından yaptırılan Tekke camisi kalan eski eserlerdir. Şeyh camisini 1569 da Hacı Baki Murat yaptırmıştır. 1665 de Abaza Hasan paşa Şeyhler camisini yaptırmıştır. 1683 de Çalık camisi yapılmıştır. Cüneyne camisinin ne zaman yapıldığı bilinmemekte 19. asırda Salih ağanın onardığı yazılıdır. 1525 te Celaledini Rumi adına yaptırılan, halk arasında Ak tekke denilen, Mevlevihane nin bir çok kısmı yıkılmış olmasına rağmen Semahane 1876 da onarıldığı için günümüze ulaşmıştır. Şeyh Abdullah efendi tekkesi, Nakşibendi tekkesi, 1858 senesinde yapılmıştır. Avlusunda Şeyh Abdullah ın türbesi vardır. Aynı Şeyh Abdullah ın yaptırdığı Baytaz han, Çarşıya çevrilmiştir. Hamamlara gelince Hoca hamamı 1545 de Cambolat tarafından yaptırılmıştır. Eski hamam 1562 de. Paşa hamamı 1567 de, Hasan bey hamamı 1599 da, Tuğlu hamam 1785 de yapılmıştır. 9

Çeşmelerden de bir kaç meşhurunu yazayım: Fellah Çeşmesi 1623 (1787 de onarılmış) Kurtağa Çeşmesi 1635 İpşir paşa Çeşmesi 1654 ve Kavaf Çeşmesi 1844 tarihlerinde yapılmış Kilis in güzel çeşmeleridir. Kilis te bunlara KASTEL derler. Çurun dediklerini de duydum. Yavuzun işgalinden sonra, 1831 senesinde Osmanlıya isyan eden Kavalalı İbrahim paşanın kısa bir müddet işgali ve birinci dünya harbinden sonraki önce İngiliz sonra Fransız işgali sayılmazsa hep Türk kalmıştır. Selçuklular devrinde de esasen Türktü. Kilis bir irfan merkezi olmuş, ilim öğrenmek için bir çok yerden Kilis e gelirlermiş. Matta " Mantığın ilk hocası şeytan, memleketi Kilis tir " derlermiş. Yukarıda izahatını verdiğim böyle bir yerde ve böyle bir aileden, 1926 senesinin 27 Ekim günü, Kilis e göre zeytin vakti, Kilis te Tekye mahallesinde Cambolatların yaptırdığı Büyük caminin yan sokağında o zamana göre iyi bir evde doğmuşum, iyi bir ev dememin sebebi şudur: Kilis teki evler, bir avlu (Kilis te havuş derler) etrafındaki tek katlı muhtelif odalardan meydana gelmiştir. Odalara göz tabir edilir, hatta bazı gözler ahır gibi de kullanılır. Bence bu şekil hem evleri dış baskınlara karşı korumak için hem de dışarıdan evin mahremiyetini korumak için düşünülmüş bir tedbir olsa gerek. Damlar Kilis te düzdür. Şimale çıktıkça sivrilen çatı, iklim ve bilhassa karın yığılmaması için, cenuba gittikçe düzleşir. Hatta tam düz olması ve yağmuru içeri geçirmemesi için yuvarlak taşla sıkıştırırlar. Kilis te buna loğlama derler. O yuvarlak silindir gibi, taşın ismi Loğdur. Bizim evin iki tarafı iki katlı idi. Ayrıca ahır gibi kullanılan yeri yoktu.evler umumiyetle beyaz kalın taşlardan yapılırdı. Bu taşlan herhalde civardaki ocaklardan getirirler ve ustalar ellerinde çekiç ve keski ile günlerce düzeltmeğe çalışırlardı. Bu beyaz taşlar (Kilis te Kesme taşı derler) kalın oldukları için evleri sıcak ve soğuktan da iyice korurdu. Taşların çıkarıldığı yere Kesmelik derler. Yer altındadır. İçerisindeki pınarın suyu o kadar soğukmuş ki, içerisine soğutmak için konan üzümler çatlarmış. Bu taşların üzerine Havara denen bir şeyle badana yaparlardı. Havara kil gibi bir şeymiş. Onu suda eriterek tabii badana elde ederlerdi. Kilis te bir tabir de vardır (Güzellik, sıtma havarası) derler. Herhalde bununla güzelliğin bir ateşli hastalık gelene kadar dayanan bir badana olduğunu, ona kıymet verilmemesi gerektiğini kastediyor zannediyorum. Bizim evde Kilis te o zaman, çok ender olan soba vardı. Kilis te yakacak, bürün dedikleri, Zeytinyağı fabrikasında Zeytinyağı iki taş sıkıştırılarak, alındıktan 10

sonra kalan Küspeyi evlere yakacak olarak verirlerdi. Buna BÜRÜN derlerdi. Fakat sobada bu yanarsa oda çok fena zeytin yağı kokardı. Onun için sobada odun ve tahta yakılırdı. Kilis te kömür yakıldığını hiç hatırlamıyorum. Kilis te herhalde Zeytin bol olduğundan Zeytinyağlı yemeğin kıymeti yoktu. Zeytinyağlı dolma da yapılsa, konu komşu sorarsa ille etli dolma yaptık denirdi. Halbuki ben hala zeytinyağlı dolmayı etliden fazla severim. Hele o dolma kuru patlıcanla ve bulgurlu olursa. Patlıcanın morluğu da bulgura çıkardı, nefis olurdu. Kilis te bazı evlerde Tandır vardı. Odanın ortasında bir çukur, içi yanmış ateş doldurulur üzerine büyük bir yorgan örtülür. Herkes ayağı tandıra doğru başı açıkta kalacak şekilde yorganın altına girerdi. Her halde (ayağını sıcak tut başını serin) sözünü en iyi tandırcılar tatbik ediyorlardı. Ben başımı biraz açık tutsam nezleden kurtulamam. Her halde bu yüzden tandın pek sevmezdim. Esasen o yaştaki bir çocuğun hareketsiz durması pek beklenemez, hele benim gibi bir yaramaz olursa. Onun için tandıra alışamadım. Aklımda kaldığı kadar aynı sokakta karşı sıradaki Muharrem Combolat beyin evi daha güzeldi. Evin içerisinde havuz vardı. Yalnız küçüktü. Sonradan o evi değiştirip arka tarafındaki camiye bitişik daha büyük eve geçtiler. O yeni evin bir tarafı Masmana (Kilis te Sabunhaneye Masmana derler), bir tarafı Cami idi. Dış kapısı bir dehliz dedikleri, caminin bir arkının içine açılırdı. Ben gürbüz bir çocuk olarak doğduktan bir müddet sonra bağarsak hummasına tutulmuşum, çok zayıflamışım. Dr Emin bey bile ümidi kesmişse de son ümit olarak hastahaneye kaldırmışlar. Annem bir an beni yalnız bırakmamış. O kadar zayıf düşmüşüm ki hastabakıcı avucuna alır iğne yaparmış. Çok yaşamaz derlermiş. Yatağa yatırdıklarında o kadar çok ağlamışım ki annem o iki ayı beni kucağında gezdirerek geçirmiş. Herhalde yaşamamdan ümit kestikleri için hiç bir resmimi de çektirmemişler. Zamanla canlanmaya başlamışım. Hastahaneden sonra tekrar iyileşmişim. Hatta zamanla tekrar şişman bir çocuk olmuşum. O arada doktor babama, annemin de zayıf düştüğünü, kuvvetlenmesi, süt verebilmesi için Suriye den bir kaç şişe şampanya getirtmesini söyler. Babam derhal Halep teki arkadaşlarına sipariş verir, bir kasa Napolyon üç yıldız, şampanya gelir. Annem herkesin ısrarına (günahı benim olsun) diyen doktora rağmen, bir dirhem ağzına koymaz, - Ecelim gelmişse bu içkimi beni kurtaracak, hiç olmazsa içkili ölmeyeyim der ve bir yudum içmez. Bütün ömrünce de içmedi. Bizlerdeki inadın diğer Özoğuzlardan da fazla olması herhalde anne tarafından da geldiğinden, katmerli olmasındandır. Annemin bir yudum bile içmediği şampanyaları Doktor Emin bey afiyetle içmiş. Babamın Emin bey için anlattığı bir hikayeyi de hiç 11

unutmam. Bir gün Emin beyin evinin yakınında, yolda bir adam babamın gözü önünde yere yıkılıyor, herkes adam ölüyor diye telaşlanıyor, hemen doktor Emin beyi çağırıyorlar. Emin bey bir eliyle hastanın nabzını tutarken diğer taraftan babamın kulağına - Bu gün zeytinyağı fiyatı ne kadar oldu, der. O zaman herkes zeytinini toplar, para lazım oldukça zeytin yağını satarmış. O zamanın borsası Kilis te zeytin yağı fiyatıymış. Babam, - Adam ölüyor herkes telaşlı can derdinde doktor yağ derdinde, demişti. Kilis te hanımlar kendi şahsi ihtiyaçlar için de yağ sattıklarını bilen bazı beyler evde piyasa haberlerini söylerlermiş. Böylece nasılsa satılacak malın hiç olmazsa ucuza gitmesini önlerlermiş. Evimize dış kapıdan girince, herhalde yabancı biri ise, doğrudan evin mahremiyetine giremesin diye yapılmış, üstü asma ile kapalı, iki tarafı tahta duvarlı bir antreye girilirdi. Diğer duvarların biri komşu duvarı, diğeri kapı idi. Kapıdan gönderileceklerle orada konuşulur eve girecekler için içeriye, örtünsünler diye, seslenilerek haber verilirdi. Dış kapı komşu evin duvarının yanındaydı. Antreden sol taraftaki mandallı bir kapıdan avluya veya havuşa girildiğinde, karşıda evin en geniş odası bulunuyordu. Gerek onun ve gerekse sağ tarafın üzerinde birer kat daha vardı, ikisinin birleştiği köşede merdiven bulunuyordu. Sağ taraftaki aşağı odada çok fena bir hatıram var unutamam. Babam zannedersem İstanbul dan gelmişti. Ben üç veya dört yaşlarında olacağım, herkes beni yalnız bırakıp kapıya koştu. Bende ayağa kalkarak pencereden bakmaya çalıştım. Duvarlar kaim olduğu için pencere altlarında, odaya doğru hafif çıkıntılı mermer vardı. Nasıl olduğunu bilmiyorum, belki ben de babama koşmak istedim, ellerimi bırakınca birden ağzımı pencere kenarına çarpmamla ağzımın içi kan doldu. Tabii haykırarak yeri göğü inlettim. Söylemeği unuttum benim Mustafa Kemal adında bir ağabeyim olmuş çok yaşamadan ölmüş. Ablam doğduğunda babam, kız oldu diye, bir kaç gün eve gelmemiş. Arkadan ben olmuşum. Ayrıca Ali amcamın üç oğlu olmuş üçü de ölmüş yalnız bir kızı (Fevziye abla) vardı, küçük amcam henüz evlenmemişti. Yani ailenin veliahdı ve üç erkek kardeşin, tek erkek evladı idim. Bu saltanatım altı, yedi yaşına kadar devam etti. Ali amcam - Oğlan çocuk Zeytin ağacı gibidir devamlı bakım ister. Kız yabani ot gibidir, kendi kendine yetişir, derdi. Her halde üç oğlunu kaybedip, sonunda dört kızla kalmanın tesiri ile böyle konuşurdu. 12

Benim böyle bir kaza geçirmem herkesi birbirine kattı. Babam, - Ben hizmetçiye kabahat bulmam. Çocuğa sen bakacaksın, diye anneme kızıyordu. Kayınvalide, kayınpeder ve amcalarımın yanında böyle bir durum olması zaten bir anne olarak üzülmekte olan annemi, büsbütün perişan ettiğini, sonradan annemden duymuştum. İstiklal harbi bitmiş, memlekette siyasi faaliyetler başlamış. Bu arada Türkiye de ikinci parti kuruluyor, eşraf diye geçinen tufeyli sınıfı oraya geçiyor. Halk Partisi başkanı babam. Epeyi mücadeleler oluyor. O Parti feshedildikten sonra bir gün Kılıç Ali Kilis e geliyor. Babama, - "Gazinin emri var beş sizden, beş onlardan alınacak. Halk Fırkasında böyle bir heyet kurulacak. Reis Sen olacaksın" diyor. O zaman Belediye de babamların gurubunun elindeymiş. Belediye reisi de Kilis mücahitlerinden Müslüm beymiş. O gece sofrada Kılıç Ali babamı sağına oturtuyor, iltifatın bini bir para. Yemekten sonra babamları bırakmıyor. O gece sabaha kadar babam ve arkadaşlarıyla konuşuyor, fakat bunlar, ya hep ya hiç deyip, düne kadar mücadele ettiği, Fransız işgali sırası bunlar mücadele ederken, evlerine Fransız zabitleri davet eden ve bir iki defa babama silah attırılan kimselerle beraber olmaya, yanaşmayınca ertesi gün hepsinin kapısına bir jandarma koyduruyor, istifalar imzalanmadan evden çıkma yasaklanıyor. Hepsinden istifaları alıp kendi başına bir heyet teşekkül ediyor. Seneler sonra Kilis ten gelen bir misafir babama, - Siz o gün inat etmekle bizleri eşrafın eline bıraktınız hiçte iyi olmadı diyecekti. Maalesef hissi kimseler olduğumuz için bu tarafı düşünmeden hislerimizin fesin oluyoruz ve çok defa faydadan çok zararımız oluyor. Biz kitaplarda bunların halka dayandığını Hürriyet istediklerini falan okurduk. Anadolu da her kasabanın kendi hususi durumu olduğunu sonradan öğrenecektim. Oralarda rakibi hangi partidense sen de aksi partiden olacaktın. Bunun Demokrasiyle hürriyetle hiç bir alakası yoktu. Eşraf denen sınıf Halk partisine girince halk partiden soğuyor. Nitekim 1946 ve daha sonraki hiç bir seçimde Kilis te Halk partisi seçim kazanamıyor. Babamın particiliği de böylece noktalanıyor, ileride, yazılan tarihle, yaşanan tarihin başka şeyler olduğunu öğrenecektim. Kılıç Ali den bahsetmişken sunuda anlatayım, istiklal harbinden sonra, bir çok kimse hiç hayal bile etmediği mevkilere geçince hep eski hanımları boşayıp yeni modern hanımlar alıyorlar. Bunların bu durumuna Gazi Mustafa Kemal çok kızıyor. Kendi hanımını da boşamış olan Kılıç Ali yine böyle birisi için Gazının kızmasına, 13

- Paşam siz de hanımınızı boşadınız niçin diğerlerine kızıyorsunuz? der. - Ben Reisicumhur Mustafa Kemal olarak evlendim, Reisicumhur Mustafa Kemal olarak boşadım. Halbuki sen Kel Ali olarak evlendin, Ali bey olunca boşadın, böyle yapanlara kızıyorum der. Kilisli Mahmut Koska nın da bu mevzuda söyledikleri de çok yerindedir. Her zaman - Bir kilo altının üzerinde oturabilmek için dört kilo kıç lazım, yoksa para adamı rahat bırakmaz oynatır, derdi. Allah para kazandığı zaman şaşıranlardan olmaktan hepimizi korusun. Çolak dedemin - Bir Mecidiyenin üzerinde oturmak için bir batman g.. gerek dediğini de söylerler. Mahmut Koska kendisini iyi yetiştirmiş, Kilis in sayılı tüccarlarındandı. Babamın dayısı Eyüp Gökçeimam la ortaklardı. Yerleri tam çarşının orta yerinde ana caddeye on adım bir yerde idi. Ankara başkent olup yeni yeni evler yapılmaya başlandığı sıra Atatürk yeni evlere gider ziyaret edermiş. Zanedersem Falih Rıfkı nın bir yazısında okudum, tuvaletlerine bakar ve ev sahiplerini tenkit edermiş. Tuvaletin durumu ev sahibinin görgüsünü, medeniyetini gösterir dermiş. Beş altı yaşlarına doğru, dişimi pencereye vurduğum odaya bir kız getirdiler, sonradan bunun bize evlatlık olarak satılan, senelerce biz de kalacak, Fatma olduğunu öğrenecektim. Bir defa Haleb e da gittiğimi hatırlıyorum. Babam ve ablam daha önce gitmişlerdi. Burada şunu açıklamam lazım. Birinci Dünya harbinden önce Kilis in 600 köyü varmış. Hudut çizilirken beş yüzü Suriye de kalmış ve bunların sahiplerine birer pasavan yani bir çeşit daimi pasaport vermişler. Böylece Kilislilerin kaçakçı olmalarına yol açılmış. Fakat bu ikinci dünya Harbine kadar kaçakçılık çok ufak çapta kalmış. Sadece kendi ihtiyacı nerede ucuz ise oradan almışlar. Esasen halkta da para olmadığı için sadece zaruri ihtiyaç için alış veriş yapılmıştır. Neyse Haleb e vardım. Babam beni karşıladı. Doğru bir ayakkabıcı dükkanına görürdü. Yeni ayakkabı aldı eskileri de orada bıraktı. O gün bir eve davetli imişiz. Ablam başkalarıyla önceden gitmiş. Ben orada ablamı görünce hemen yanma koşup kulağına kekeç dilimle 14

- Babam parçanalanmı orada bıraktı, dedim. Bu lafımı sonradan ablam her fırsatta söyler gülerdi. Kilis kendisini Haleb e, Antep ten daha yakın his ederdi. Esasen o zaman babamlara göre Haleb te Türkler Araplardan çok daha fazlaymış. İklim bakımından da Kilis Haleb e benzer. Antep e benzemez. İskenderun dan gelen Akdeniz iklimine tabidir. Renkli dondurmayı ilk defa Haleb te görmüş pek sevmiştim. Yalnız Fransızların getirdiği Senegalli zenci askerlerden çok korkardım. Haleb ten bir hatıramda şudur. Bir gün yolda kırmızı fıstık gördüm babama söyledim, aldı. Meğer bu iç fıstıkmış. Ben kabuğunu kıracağım diye hızla ısırınca dilim dişlerimin arasında kaldı ve çok canım yandı. Fıstığı ben değil yanımdakiler yedi. Babam hep bir gün Haleb in de Hatay gibi Türkiye ye geçeceğini umar ve o zaman Haleb te oturmayı düşlerdi. Zanedersem o Haleb i değil gençliğini arıyordu. Yoksa Haleb te oturabileceğini hiç zanetmiyorum. Hele İstanbul dan sonra. Halep dönüşü Abdullah amcamın düğünü oldu. Esasen babamlar oraya onun ev, düğün hazırlığı için gitmişler. Yukarıda anlattığım o evde bir hatıram da, küçük amcamın, Abdullah amcamın günlerce süren düğününden sonra o meşhur dişimi kırdığım odanın üst katında balayı yaşadıklarıdır. O düğün günlerinde bir hafta, Kilis te, sabahlara kadar eğlenilmişti. Düğünün bir kısmı Ali amcamların evinde oldu. Onların evi bizim evden epeyi uzaktı. Kilis in en büyük caddesi, Kilis e girerken, Kışlanın yanından geçip Kara taş sağında kalarak Kaymakamlığa giden caddedir. Kaymakamlık yahut Kilis te söylendiği gibi HÜKÜMET Konağı büyük meydanın sağ tarafında büyük ve bakımlı bir bahçe içerisindeydi. Kaymakamlığı sağ tarafına alırsan karşında Büyük Cami var (Tekke camii), Meydanın sol tarafı dükkanlarla kaplı, şayet Kaymakamlığa doğru dönmezsen o cadde sizi Orta mektebe götürür. O zaman Orta mektep şehrin son binasıydı. Ondan sonra Bağlar başlardı. Caddede Kaymakamlığa gelmeden önce bir dört yol vardı. Çarşı dört tarafa doğru uzardı. Sol tarafa gidilince, o köşede bir Cami (Kadı camii) de vardır, hiç bir yere dönmeden, bizim eve varılırdı. Bizim eve varmadan sağ tarafta manifaturacı dükkanları vardı. Onlardan birisi Ali amcamın Sürmelioğlu ile ortak durdukları dükkanmış. Dört yoldan, bizim tarafa değil, aksi istikamete, sağ tarafa gidilirse, ileride tekrar sağa dönülerek, Ali amcamların evine varılırdı. Düğünde ben küçük olduğum için Haremlikle selamlık arasında haber götürüp geriliyordum, ilk defa orada gelin, Fıtnat ablanın erkek kardeşi, Sıddık Kazazoğlu ile yine onun gibi o zaman, askeri Tıbbiyede okuyan Haki Dolunayın, Gramofonda çalan plakla, dans ettiklerini gördüm. Herkes ilk defa 15

gördükleri dansa hayretle bakıyorlardı. Onlar da İstanbul da hanımlarla nasıl dans ettiklerini, ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Ali amcamın evinin bitişiğinde Cami vardı. Kadınlar, büyük avluda oynarken bir kaç kişinin minarenin şerefesinden baktığını görmüşler, kıyamet koptu, Selamlığa haber saldılar. Jandarma kumandanı o zaman yüzbaşı olan Raif bey oradaydı, duyar duymaz derhal emirerine söyledi, bir kaç jandarma derhal hepsini indirtti. Bu Raif bey ve hemşiresi Nebile hanım bizden seneler sonra İstanbul a tayin olup geldiler. Her zaman görüşürdük. Sarıyer in yerlisi idiler. Bize daima midye dolması yapıp getirdiklerini hatırlıyorum. Kendisi de Ablası da hiç evlenmediler. Nişantaş ta oturduğumuz zaman Dr Muzaffer Cambolatla Dr. Pakize hanımın beraber gezmesine kızar.o zamanki bir çok kimse gibi, " Kadın erkek arkadaş olamaz" derdi. Ona göre ateşle barut yan yana duramazdı. Düğünden sonra bir müddet damat ve gelin (Abdullah amca ve Fıtnat abla ) bizim evde yukarı odada kaldılar. Sabahlan onları kahvaltıya çağırmayı bana yüklüyorlardı. Ben de o yaşıma rağmen, kapıyı çalmadan, anahtar deliğinden içeri bakmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Çocukları hiç bir şey bilmez anlamaz zannetmek ne kadar yanlış bir şey. Şunu da söyliyeyim ki, belki babamın İstanbul a çok gidip gelmesi, belki o zamanki tek parti olan Halk fırkası başkanı oluşu veya kaymakam ve ileri gelen memurlarla çok teması olması dolayısı ile bizim evde yemek hep masada yenirdi ve çatal bıçak kullanılırdı. Yalnız dedemin, çatal gavur icadı diye, kullanmadığını duymuştum. Dedem beni, belki yukarıdaki yazdığım gibi tek erkek Özoğuz erkek torun olmam yüzünden, belki de bana kendi adını (Mustafa) verdikleri için, beni çok sever çarşıya omzunda götürür getirirmiş. Adı Mustafa olduğu halde o doğduğu sıra halasının Mustafa adında kocası öldüğü için -Buna Mustafa demeyin Mestan deyin, demiş onun için adı Mestan kalmış. Bir gün beni yine omzunda götürürken eşraftan birisi - Ne o Mestan uşak bakıcısı mı oldun? demiş (bizim orada çocuğa uşak derler). Çok ağrına gitmiş, torunu olmayan o zata, - Keşke herkesin olsa da böyle tatlı uşaklık yapsa demiş. Bunu sonradan babam ve büyük amcamdan duydum. Dedem çocuk yaşta yetim ve öksüz kalmış. Akrabaları, elindeki avucundakini yiyip bitirmişler. Evlendiği zaman güya bir ufak sandık altını varmış. Onu da dost, arkadaş temizlemiş. Nenem 16

- Parayı batırırsan, hastalığında sana bakmam dermiş. Dedem varlıktan yokluğa düşmenin verdiği teessürle, adeta hayata küsmüş, kendini ibadete vermişti. Abdullah amcamın hafız olmasını o istemişti. Ben bilmiyorum, çünkü dedemin vefatında beş yaşında idim, ancak duyduğuma göre hakikaten dedem felç olunca nenem bakmamış, ona en küçük hafız oğlu Abdullah bakmış. Ona piyango çıktığında, çok kimse Allah iyiliğinin karşılığını verdi demiş. Babamdan onun, "Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni Sinme tilki gölgesine ko parçalasın arslan seni" mısralarını tekrarladığını duymuştum. Yoksul duruma düşmesine rağmen kimseye minnet etmiyecek karakterdeydi. Nenemin ailesi tarafından gönderilen yardımları geri çevirirmiş. Sakalı kırmızı idi. Ayyüş halamın da saçı kırmızı idi. Dedem ömründe bir defa o da mecbur olduğu için, zanedersem pasavan almak için resim çektirmişti. Vefatından sonra çocukları o resmi büyüttüler. Bir huyu vardı ki, babama, ondan da bana geçmiştir, kızınca uykusu gelirdi. Hatta söylendiğine göre, uykusu gelmediği zaman, nenemle kavga çıkarır, biraz sonra o horul horul uyur, nenem sabaha kadar otururmuş. Tabii dedeme fatihalar okuyarak... Çocukluktan bir hatıram da çok geç konuşmamdır. Herhalde geçirdiğim hastalıkların (hasta haneden sonra boğmaca ve kızamıkta geçirmişim) tesiri ile dört beş yaşına kadar konuşmamışım. Söylenenleri anlardım. Bazıları bunun dili yok diyince (konuşmayanlara dilsiz derler) dilimi çıkarırdım. Bazı ihtiyaçlarımı işaretle anlatırdım. Sağ elimin baş parmağı ile büyük ve işaret parmağımı aşağı doğru, birbirine sürersem bu şeker istediğimi anlatma şekliydi. Şayet iki elimin işaret parmaklan ile birbiri etrafında daireler çizersem çörek istiyordum. Elimi açık olarak sallarsam Zılbiye denen tatlıyı istiyordum. Kim bilir belki de konuşmaya layık bir şey bulamamaktan veya tembellikten konuşmazdım. Konuşabildikten sonra da, ihtiyarlayana kadarda konuşmayı pek sevmezdim. İhtiyarlayınca herhalde eski geri kalmışlığımı telafiye çalışıyorum. Yazları bağa çıkardık. Bu bir büyük hadise olurdu. Gidilen yer beş on kilometre uzakta olmasına rağmen hazırlık günlerce sürerdi. Şimdi orası yani bizim bağın olduğu yer,o semtin ismi Kalleştir, Şehrin içinde kalmış. Kışlıklar kaldırılır, halılar toplanır, hepsi naftalinlenirdi. Bağa gidecek eşyalar önden gönderilirdi. Çadır ve baraka gibi güneşten koruyacak yerler hazırlanırdı. Kilis in etrafı zeytinliktir. İskenderun dan gelen hava burayı Akdeniz iklimine bağlamış. Zeytinliklerin içine de bağ ekilmiştir. Bağlar yerde olur. Köklere tiğek derler. Kilis te çok güzel üzümler olur. Ben hepsinin ismini bilmiyorum. Hömmusu denen üzüm hafif morumsu olur ve bilhassa sabah erken üzerine kırağı düşmüş 17

olanını insan ne kadar yese doymaz. Bir de Horoz karası vardı, galiba Horoz ailesinden birisi bu (ilk üzüm kütüğünü ilk defa Kilis e getirdiği için bu adla anılır. Diğer tipleri hatırlayamıyorum. Kilis te bağdan (üzüm koparıp yemek serbesttir. Sırıklar üzerindeki yerden bekçiler üzümün yenmesine değil bağa yahut zeytine zarar verilmemesini, hayvan girmemesini kontrol ederler. Bizim tarafla ne istediğini bilmeyen veya hiç yerine kavga çıkaran kimseye - Niyetin üzüm mü yemek, bekçimi dövmek?, derler Bağ hayalında hatırladığım, bazen akşam üzeri bir kaç adam bir gaz tenekesi getirirdi. Onu hemen gömerlerdi sonra karanlık bastıktan sonra çıkarır şişeleri doldururlardı. Meğer bu Suriye den getirilen çok meşhur bir kaçak rakı (Zahle rakısı) imiş. Geldiği bildirilince o geçe herkese haber verilir, başta kaymakam, gümrük müdürü, jandarma kumandanı, mektep müdürü, banka müdürü olmak üzere hepsi toplanır, dedemin yatağına en uzak noktada sabaha kadar içerlerdi. Şunu da unutmamak lazım ki o senelerde değil televizyon, radyo bile yoklu. Sinema, tiyatro hak getire. Bir otomobil gelirse bütün kahveler boşalır herkes arabanın peşinden koşardı. Hatta İstanbul u görmüş bir kimseyi görmek için gelirlermiş. Bunu ben bilmiyordum sadece duymuştum. İçmekten başka hiç bir eğlenceleri yoktu. Ali amcam, esasen pek içmez ayrıca büyük pozunda olduğundan, diğerlerini rahatsız etmemek için toplantılara katılmazdı. Babam onun yanında 30-40 yaşına kadar sigara dahi içmemiştir. Abdullah amcam ise o zaman hem küçük olduğu için hem de çocukluktan beri mide rahatsızlığı çektiği için, içmezdi. Haleb teki Amerikan hasta hanesinin başhekimi Antunyan ona PARYAVŞAMI almasını söylemiş devamlı alırdı. O bitkiyi Antunyan Kilis dağlarından toplar mide ilacı yaparmış. Böyle içkili, yemekli günlerde, yardımcısı olmasına rağmen, annem sabaha kadar sofraya istenenleri göndertmekten bitap düşerdi. O devirde kadın hakikaten ezilirdi. Şimdiki feministler o zaman yaşasaydı acaba ne yaparlardı. Her halde onlar da ninelerinin yaptığını yapardı. Hürriyet öyle bir şey ki insan malik oldukça daha fazlasını istiyor. Hürriyet yoksa onu aklına bile getirmiyor. Böyle düşününce hürriyetsiz rejimlerde nasıl yaşanır diyenler, onlar gibi yaşamadıkları için öyle düşünüyorlar. Neyse felsefeyi bırakalım, yine çocukluğumdaki bağ hayatına dönelim. Her seferinde babam bir daha olmayacağına söz verir fakat bu, yeni tenekenin gelmesiyle unutulurdu. Bu sofralarda benim rolüm sofrayla, yemek hazırlanan yer arasında, haber taşımaktı. Bazen de içenlerden birisi beni yanına çağırır para verip bir küfür ezberletir, ben de gider onun gösterdiği şahsa bağırarak küfrederdim. Biraz sonra o, hücumun kimden geldiğini anlar o da bana öğreterek ötekine, tabii 18

parayla, küfrettirirdi. Benim küfür öğrenmem böyle oldu. Bağda babam daima silahlıydı, gece yatarken de tabancasını yastığının altına koyardı. 1941 senesinde son defa Kilis e gittiğimde halam oğlu Hasan beni hiç yalnız bırakmıyordu. Bir gün bana - Sakın tenha yerlere gitme, babanın düşmanları seni vurdurabilir, dedi. Ben onbeş yaşının verdiği pervasızlıkla, bilmemezlikten gelerek, Hasanın kastettiği şahsın oğluna - Hani kim vurduracakmış, senin malumatın varını? diye sordum O da, - Yok böyle bir şey diyerek, o zaman çok görüştüğüm, o yaz her gün beraber okluğum, sonradan ikisi de doktor olan Mahmut Kiremitçi ile Sedat Pınara, - Bak şu Hasanın yaptığına Orhan ı vuracaklar var demiş, dedi. Kendisiyle hakikaten arkadaş olmuştum. Sonradan vefat ettiği için ismini yazmıyorum. Allah rahmet eylesin. Esasen babası öyle yaptıysa oğlunun ne suçu olur. Kanunen de dinimize göre de suç şahsidir. Evlatlar mesul olamaz. Onbeş yaşında bunları ben nereden bilecektim. Son senelerinde felç olmuş dedemin yatağı o barakalardan birisine kurulurdu. Buna baraka değil daha ziyade çardak demek daha doğru olur. Güneşten korunmak için üstü kapalı, dört tarafı açıktır. Biz çocuklar onun karışamayacağından emin olduğumuz için uzun sopayla ayağına dokunur kaçardık. Bir gün benden bir kaç yaş büyük halamın oğlu Hasan bağa gelmişti. Dedemin yanına gittiğinde, ondan beni yakalayıp getirmesini istedi. Kaçtımsa da Hasan beni yakalayıp dedemin yanına götürdü. Dedem ilk ve son defa bana bir tokat attı. Bu bana o kadar dokundu ki, acısından değil, onuruma dokunmasından, uzun müddet ağladım. Çok geçmeden dedem vefat etti. Bizi Kilis e bağlayan en kuvvetli bağ kopmuştu. Bağ günlerini yazarken emektar Perişan dayıyı unutmamalıyım. Perişan dayı bizim merkebin ismi idi. Annem hayvana binmeğe korkardı fakat Perişan dayı müstesna, ismi kimin ve niçin konduğuna dair hiç bir şey hatırlamıyorum yalnız çok uysal ve iyi huylu bir merkepti. Nerde yatıp kalktığını da hatırlamıyorum. Zannedersem Sabunhanenin hayvanlarıyla kalır, bağ zamanı bizimle bağa gelirdi. 19

İki defa hamama gittiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Birisi annemle ve zan edersem Eyüp dayıların evi ile Park arasındaki bir hamama (Hoca hamamı) gitmiştim. Kadınlar günü idi. Bende çok küçük olduğum için beraber gitmiştim. Kadınlar yıkanmadan çok konuşuyorlardı. Annemin beni çok yıkadığım sonunda ağladığımı hatırlıyorum. Ayrıca çok kadın peştamalını çıkarıyordu. İkincisi babamla gittiğim hamamdı. O gün paşa hamamını kapatmışlar mıydı, başka müşterimi yoktu, bilmiyorum. Yıkandıktan sonra hamamın dış kısmında masa kurulmuştu, birkaç arkadaşıyla babam içiyorlardı ve çiğ köfte yiyiyorlardı. Başka hamama gidişimi hatırlamıyorum. Annem bizi evde yıkardı. Bir gün bana allı çivili bir potin almışlardı. Keyfimden ne yapacağımı şaşırdım. Sokağa çıkıp herkese göstermek istiyordum, bırakmadılar. Taşlıkla ayaklarımı vura vura dolaştım. Bu arada benim de bir, ender rastlanır güzellikte, erkek kardeşim oldu ve çok yaşamadan vefat etti. Adı İlhandı, güzelliğine bakmaya gelirlermiş. Bu arada sunuda yazayım. Babamların bir amcası o kadar güzelmiş ki, o muhafazakar devirde, o geçerken genç kızlar mendillerine şeker bağlar ona atarlarmış. O amca çok korkusuz, mert bir kimse imiş. Fakat aynı zamanda güzelliğine ve kuvvetine çok mağrurmuş. Bir gün çok yağmur yağmış onların gideceği yol üzerindeki nehir, zan edersem Asi nehri, kabarmış. Arkadaşları bir gün bekleyelim demişler. Fakat o atını sürmüş ve boğulmuş. Bir kaç gün sonra cesedini bulduklarında o mağrur olduğu güzelliğini balıklar yemişmiş. Onun hanımı olan yenge İlhanı gördüğünde - Gözleri onu andırıyor demiş. İlhan ve Melekle beraber bir resmimiz çekilmişti. Resimci annemin dayısı idi, yeri de Hükümet konağından Camiye giderken sağ taraftaydı. Ona sonradan Kilis e gittiğimde, - Dayımın dayısı diyecek güldürecektim. Ali amcamın bir kızı daha oldu adını Sevim taktılar. Bir kız kardeş de bana gelmişti. Nebile adı takıldı. Bizim evden çıkıp sola dönerseniz sabunhaneye veya Nakşiye teyzemlere, sağ tarafa dönersek biraz ileride bir arkın içinden geçince nenemlere gidilirdi. Kilis teki sokaklar umumiyetle çok dardır. Bütün eski şehirlerde bunu görürsünüz. Herhalde düşmana karşı kolay koruyabilmek için böyle yapılmış. Bir gün nenemler de dedemin yattığı yerde bir kibrit kutusu gördüm. Neneme, - Nene, nene dedem kibritini unutmuş, dedim. O da bana, 20