âlimane: ilm-i belâgat: muhtasar: belaðat-ý Kur'aniye: iþkâl: mülhid: müsamaha: kaide: müþevveþ: ehl-i ilhad: kemalât: nazar-ý insaf: hâlet:



Benzer belgeler
Gökyüzündeki milyonlarca yýldýzdan biriymiþ Çiçekyýldýz. Gerçekten de yeni açmýþ bir çiçek gibi sarý, kýrmýzý, yeþil renkte ýþýklar saçýyormuþ

Kur an'daki selaset, selamet, tesanüd, tenasüb, teavün ve tecavüb mucizevî boyutlarındandır; bunları izah edebilir misiniz?

Nefsini Bilen Rabbini Bilir

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

_MEYVENIN ÇEKİRDEĞİ AĞACIN ÇEKİRDEĞİN NE AYNDIR NE GAYRDIR..._

başlıklı bir dersine dayanarak vermeye çalışacağız.

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.


EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

Fatiha Suresi ve Meali

Birinci Söz. By Hamra

Kur an ın varlık mertebelerini beyan eder misiniz ve ilahi vahiyde lafızların yerinin ne olduğunu

GÜNAH ve İSTİĞFAR. Israr etmek kişiyi nasıl etkiler

Dua ve Sûre Kitapçığı

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır.

Kanguru Matematik Türkiye 2015

"Kuran nedir ve tarifi nasıldır?" başlığı altında yapılan izahı ayeti kerimelerle açıklayabilir misiniz?

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

Kanguru Matematik Türkiye 2017

Cenab-ı Hakk neden insanları yarattı, imtihan olmadan cennete gönderseydi olmaz mıydı, insanın Yaratılış Gayesi Nedir?

Umûr-ı mâliyede cüz î bir şüpheyi bile ta yîb eder. Askerî muhârebeye davet eyler.

2. Kazlarýn bulunduklarý gölü terk etmelerinin nedeni aþaðýdakilerden. A. kuraklýk B. þiddetli yaðýþlar C. soðuklarýn baþlamasý

EK: Mucize Avcısı nı yayına hazırlarken, çok

ünite1 3. Burcu yla çocuk hangi oyunu oynayacaklarmýþ? A. saklambaç B. körebe C. evcilik (1, 2 ve 3. sorularý parçaya göre yanýtlayýn.

AYRILMAMAK ÜZERE İNKIYAD ETMEK.

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

BEDÎÜZZAMAN HAZRETLERİNİN İSİM VE ÜNVANLARI

Onuncu Söz, Yedinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak " " dersek h 6. olarak sadaka verme.

(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)

"İşte, Rabbimizi bize târif eden Kur ân-ı Hakîm; şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi..."

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

BEDİÜZZAMAN IN TABİATÇILARA KARŞI MÜDAFAA STRATEJİSİ

"Vesvese" ile "korku" aynı mıdır? Risalelerde vesveye önem vermemek, modern bilimde ise korkunun üzerine gitmekten bahsediliyor?..

Başta bu hadis-i kudsinin kaynağını vereceğiz. Ayrıca bu hadis-i kudsinin manası ve hakikatını vereceğiz. "Levlâke" hadîsinin kaynakları şudur:

Risale-i Nuru Samsat-ta Lise öğrencisi iken Teyzem oğlu vasıtasıyla tanıdım.

Âyette belirtiliş ifadesiyle Allah a eş ve ortak koşma olan şirk bütün kâinata karşı büyük bir zulümdür.[1]

ALLAH`I (C.C.) BİZE TANITAN ÜÇ BÜYÜK TARİF EDİCİ

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Arap diliyle tesis edilen İslam a dair hakikatler diğer dillere tercüme edilirken zaman ve zeminin de etkisiyle gerçek anlamından koparılabiliyor.

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

Bu sayfa şu linkten yazdırılmıştır: [

Kur an ın Bazı Hikmetleri

1. Böleni 13 olan bir bölme iþleminde kalanlarýn

Şeyh den meded istemek caizmidir?

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

Risale-i Nurun kerametini gördüm.inayet altında olduğumuzu anladım.


Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Kanguru Matematik Türkiye 2015

ÝÇÝNDEKÝLER. Diyalog Tamamlama Haftanýn Testi...25

Kur ân ve iman hakikatlerine ulaşmanın adresi

ALLAH TEÂLÂ'NIN ARŞA İSTİVÂ ETMESİ

GADİR ESİNTİLERİ -10- Şiir: İsmail Bendiderya

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

ÇEVRE VE TOPLUM. Sel Erozyon Kuraklýk Kütle Hareketleri Çýð Olaðanüstü Hava Olaylarý: Fýrtýna, Kasýrga, Hortum

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

Veda Hutbesi. "Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

Hak Teala (cc) itiraz edenlere Hud Suresinde şu kelimelerle cevap vermiştir:

Onuncu Söz, Birinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

Romalýlar Mektubu Kursu Doðrulukla Donatýlmak

söylediğine göre hayırlı olandır. Birçok insan vardır ki kendini aldatırlar ve biz muttakiyiz derler. Fakat muttaki ancak Yüce Allah ın cc

KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti)

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

1 Ahlâk nedir? Ahlâk; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:

Ben Allah ın (cc) kitabıyla kendini keşfeden ve O nunla bir anlam ifade eden her insan gibi, Eşref-i Mahlukat bir varlığım.

Wessalatu wesselamu ala Rasuluna Muhammedin we ala alihi we sahbihi ecmain. Allahumme Rabbena ya Rabbena takabbel minna inneke entessemiul alim.

Kur'an Tercümesi Meselesi


Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS. Tefsir II ILH

İlk paragrafdaki uzun cümlede insanın farklı ve birbirinden önemli yönlerine dikkat çekilir.

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı.

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

TEST. 8 Ünite Sonu Testi m/s kaç km/h'tir? A) 72 B) 144 C) 216 D) 288 K 25 6 L 30 5 M 20 7

ARAPÇA DİLBİLGİSİ BELİRLİLİK TAKISI, ŞEMSÎ VE KAMERÎ HARFLER. Abdullâh Saîd el-müderris

Anlamı. Temel Bilgiler 1

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

M. Sinan Adalı. İllustrasyonlar: Sevgi İçigen. yayın no: 114 NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? / 2

ALTININ DEĞERİNİ SARRAF, KELAMIN DEĞERİNİ ERBAP ANLAR!.. - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

NOT : ÎMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu Seyyid Nakib Şeyh Ferid Buhari'ye yazmıştır.

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

*GALIBIYET VE MAGLUBIYET

İkili Simetrik Kitap ❸

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

Azrail in Bir Adama Bakması

Transkript:

Elde Kur an gibi bir mu cize-i bâki varken, Baþka bürhan aramak aklýma zaid görünür. Elde Kur an gibi bir bürhan-ý hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sýklet mi gelir? [Þu Sözün baþýnda Beþ Þûleyi yazmak niyet ettik. Fakat Birinci Þûle nin âhirlerinde eski hurufatla tab etmek için gayet sür atle yazmaya mecbur olduk. Hattâ bazý gün yirmi-otuz sahifeyi iki-üç saat içinde yazýyorduk. Onun için Üç Þûleyi ihtisâren, icmâlen yazarak Ýki Þûleyi de þimdilik terk ettik. Bana ait kusurlar ve noksaniyetler ve iþkâl ve hatâlara nazar-ý insaf ve müsamaha ile bakmalarýný ihvanlarýmýzdan bekleriz.] Bu Mu cizât-ý Kur âniye Risalesindeki ekser âyetlerin herbiri, yâ mülhidler tarafýndan medar-ý tenkid olmuþ veya ehl-i fen tarafýndan itiraza uðramýþ veya cinnî ve insî þeytanlarýn vesvese ve þüphelerine mâruz olmuþ âyetlerdir. Ýþte bu Yirmi Beþinci Söz öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlarýný ve nüktelerini beyan etmiþ ki, ehl-i ilhad ve fennin kusur zannettikleri noktalar i câzýn lemaatý ve belaðat-ý Kur âniyenin kemalâtýnýn menþe leri olduðu, ilmî kaideleriyle isbat edilmiþ. Bulantý vermemek için onlarýn þüpheleri zikredilmeden cevab-ý kat î verilmiþ. (Güneþ de akýp gider/36:38) (Daðlarý da birer kazýk yaptýk/78:7) gibi, yalnýz Yirminci Sözün Birinci Makamýnda üç-dört âyette þüpheleri söylenmiþ. Hem bu Mu cizât-ý Kur âniye Risalesi gerçi gayet muhtasar ve acele yazýlmýþ ise de, fakat ilm-i belâðat ve ulûm-u Arabiye noktasýnda, âlimlere hayret verecek derecede âlimane ve derin ve kuvvetli bir tarzda beyan edilmiþ. Gerçi her bahsini her ehl-i dikkat tam anlamaz; istifade etmez. Fakat o bahçede herkesin ehemmiyetli hissesi var. Pek acele ve müþevveþ hâletler içinde te lif edildiðinden ifade ve ibaresinde kusur var olmasýyla beraber ilim noktasýnda çok ehemmiyetli mes elelerin hakikatýný beyan etmiþ. Said Nursî âlimane: bilenlere yakýþýr tarzda belaðat-ý Kur'aniye: Kur ân daki mükemmel ve harikulade güzellik-teki san atlý sözler ehl-i ilhad: dinsizler hâlet: durum, hâl, vaziyet, keyfiyet hurufat: harfler icmâlen: kýsaca, özet olarak ihtisâren: kýsaca, özet þekilde ihtar: hatýrlatma ihvan: kardeþler ilm-i belâgat: belâgat ilmi. iþkâl: güçleþtirme, zorlaþtýrma, müþkülleþtirme kaide: kural, prensip, usûl kemalât: olgunluklar, mükemmel-likler, faziletler lemaat: lem alar, parýltýlar medar-ý tenkid: tenkid sebebi menþe: birþeyin çýktýðý yer, kaynak mu'cizât-ý Kur'aniye: Kur ân ýn mu cizeleri muhtasar: kýsaltýlmýþ, özet, hulâsa mülhid: dinsiz müsamaha: hoþgörü müþevveþ: karmakarýþýk, düzensiz nazar-ý insaf: insaf gözü nükte: ince mânâlý söz þûle: parýltý, ýþýltý; alev tab': basma, baský ulûm-u arabiye: arap dilini çeþitli bakýmlardan inceleyen ilimler zaid: fazlalýk

Yirmibeþinci Söz 323 âlem-i mânevîsinin güneþi, temeli, hendesesi.. ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritasý.. ve Zât ve Sýfât ve Esmâ ve þuûn-u Ýlâhiyyenin kavl-i þârihi, tefsîr-i vâzýhý, bürhan-ý kâtýý, tercümân-ý sâtýý; ve þu âlem-i insaniyetin mürebbîsi.. ve insaniyet-i kübrâ olan Ýslâmiyetin mâ ve ziyâsý.. ve nev -i beþerin hikmet-i hakikiyesi.. ve insaniyeti saâdete sevk eden hakikî mürþîdi ve hâdisi.. ve insana hem bir kitab-ý þeriat, hem bir kitab-ý dua, hem bir kitab-ý hikmet, hem bir kitab-ý ubûdiyet, hem bir kitab-ý emir ve dâvet, hem bir kitab-ý zikir, hem bir kitab-ý fikir, hem bütün insanýn bütün hâcât-ý mâneviyesine merci olacak çok kitaplarý tazammun eden tek, câmi bir KÝTAB-I MUKADDES tir. Hem bütün evliyâ ve sýddikîn ve urefâ ve muhakkýkînin muhtelif meþreblerine ve ayrý ayrý mesleklerine, her birindeki meþrebin mezâkýna lâyýk ve o meþrebi tenvir edecek ve herbir mesleðin mesâkýna muvafýk ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphâne hükmünde bir Kitab-ý Semâvîdir. Ýkinci Cüz ve tetimme-i târif: KUR ÂN, Arþ-ý Âzamdan, Ýsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamýndan geldiði için, (On Ýkinci Sözde beyan ve isbat edildiði gibi) Kur ân, bütün âlemlerin Rabbi îtibariyle Allah ýn kelâmýdýr. Hem, bütün mevcudatýn Ýlâhý ünvanýyla Allah ýn fermanýdýr. Hem bütün Semâvat ve Arzýn Hâliký namýna bir hitabdýr. Hem Rubûbiyyet-i Mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. Hem saltanat-ý âmme-i Sübhâniyye hesabýna bir hutbe-i ezeliyedir. Hem rahmet-i vâsia-i muhita nokta-i nazarýnda bir Defter-i Ýltifâtât-ý Rahmâniyyedir. Hem Ulûhiyyetin azamet-i haþmeti haysiyetiyle, baþlarýnda bâzan þifre bulunan bir muhabere mecmuasýdýr. Hem Ýsm-i Âzamýn muhitinden nüzul ile Arþ-ý Âzamýn bütün muhatýna bakan ve teftiþ eden hikmetfeþân bir Kitab-ý Mukaddestir. Ve þu sýrdandýr ki, Kelâmullah unvaný, kemâl-i liyakatla Kur ân a verilmiþ ve daima da veriliyor. Kur ân dan sonra sair enbiyânýn kütüp ve suhuflarý derecesi gelir. Sair nihayetsiz Kelimat-ý Ýlâhiyyenin ise bir kýsmý dahi has bir îtibarla, cüz î bir unvan ile, hususî bir tecelli ile, cüz î bir isim ile ve has bir Rubûbiyyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile zâhir olan ilhâmât suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beþer ve hayvanatýn ilhamlarý, külliyet ve hususiyet îtibariyle çok muhteliftir. Üçüncü Cüz : KUR ÂN, asýrlarý muhtelif bütün enbiyânýn kütüplerini ve meþrebleri muhtelif bütün evliyânýn risalelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyânýn eserlerini icmâlen arþ-ý âzam: en büyük arþ. Allah`ýn arþý; en yüce makam asfiyâ:sâfiyet, kemâlât ve takvâ sahibi olup, hz. peygamberin (a.s.m.) vârisi olup, onun meslek ve gayelerini hayata geçirmeye ve tatbike çalýþan âlim zât avâlim-i uhreviye: âhiret âlemleri bürhan-ý kâtý: kat'î, en saðlam ve þeksiz delil hâcât-ý mâneviye: mânevî ihtiyaçlar hikmetfeþân: hikmet yayan hikmet-i hakikiye: gerçek hikmet, hakikî felsefe hutbe-i ezeliye: ezelî hutbe Kur ân-ý Kerim icmâlen : kýsaca, özet olarak ilhâmât: ilhamlar, Allah`dan kalbe gelen mânâlar kavl-i þârih: açýklayan söz kelimat-ý ilâhiyye: Allah ýn sözleri kemâl-i liyakat: mükemmel ve tam lâyýk olma kitab-ý hikmet: hikmet kitabý kitab-ý þeriat: kanun kitabý kitab-ý ubûdiyet: kulluk kitabý mertebe-i âzam: en büyük mertebe mesâk : maksat, cereyan, geliþim. mezâk : tatmak, zevk tadacak yer, mukaddes: kutsal. muvafýk: uygun mükâleme: konuþma mürþid: doðru yolu gösteren, irþâd eden nokta-i nazar: görüþ, bakýþ açýsý rahmet-i vâsia-i muhita: herþeyi kuþatan geniþ rahmet tefsîr-i vâzýh: ap açýk anlatan tefsir tercümân-ý sâtý: parlak tercüman tetimme-i tarif: târifin tamamlayýcýsý, ilâvesi

324 Sözler tazammun eden ve cihât-ý sittesi parlak ve evham u þübehâtýn zulümâtýndan musaffa ve nokta-i istinadý, bilyakîn vahy-i semavî ve kelâm-ý ezelî.. ve hedefi ve gayesi, bilmüþahede saâdet-i ebediye.. içi, bilbedahe hâlis hidâyet.. üstü, bizzarure envâr-ý îman.. altý, biilme l-yakîn delil ve bürhan.. saðý, bittecrübe teslim-i kalb ve vicdan.. solu, biayne l-yakîn teshîri akýl ve iz an.. meyvesi, bihakka l-yakîn Rahmet-i Rahmân ve dâr-ý cinan.. makamý ve revâcý, bilhads-i sâdýk makbûl-ü melek ve ins ü cânn bir Kitâb-ý Semâvîdir. Kur ân ýn târifine dair üç cüz ündeki sýfatlarýn herbiri baþka yerlerde kat î isbat edilmiþ veya isbat edilecektir. Dâvamýz mücerred deðil, her birisi bürhan-ý kat î ile müberhendir. BÝRÝNCÝ ÞU LE Bu Þu lenin Üç Þuâý var. BÝRÝNCÝ ÞUÂ: Derece-i i câzda belâðat-ý Kur âniyedir. O belâðat ise, nazmýn cezâletinden ve hüsn-ü metanetinden ve üslûblarýnýn bedâatinden, garib ve müstahsenliðinden ve beyanýn berâatinden, fâik ve safvetinden ve maânîsinin kuvvet ve hakkaniyetinden ve lâfzýnýn fesâhatinden, selâsetinden tevellüd eden bir belâðat-ý hârikulâdedir ki, benî-âdemin en dâhî ediplerini, en hârika hatiplerini, en mütebahhir ülemasýný muârazaya dâvet edip bin üç yüz senedir meydan okuyor. Onlarýn damarlarýna þiddetle dokunuyor. Muârazaya davet ettiði halde, kibir ve gururlarýndan baþýný semavâta vuran o dâhîler Ona muâraza için aðýz açamayýp kemal-i zilletle boyun eðdiler. Ýþte belâðatýndaki vech-i i câzý iki suretle iþaret ederiz. Birinci Sûret: Ý câzý vardýr ve mevcuttur. Çünkü Ceziretü l-arab ahalisi o asýrda ekseriyet-i mutlaka îtibariyle ümmî idi. Ümmîlikleri için mefâhirlerini ve vukuat-ý tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardým edecek durûb-u emsallerini kitabet yerine þiir ve belâðat kaybelâðat-ý kur'aniye: kur ân daki mükemmel ve harikulade güzellikteki san atlý sözler biayne'l-yakîn: gözle görürcesine bihakka'l-yakîn: hissedip yaþayarak kesin bilircesine, bir þeyi tam ve kesin olarak bilmek ile biilme'l-yakîn: birþeyi ilimle ve bâzý iþaretleriyle bilmek ile bilhads-i sâdýk: doðru bir hads ile, uzun uzadýya araþtýrmaya gerek kalmadan hemen meydana gelen doðru bir ilimle bilmüþahede: bizzat þâhit olarak, görerek, görür þekilde, görme derecesinde bittecrübe: tecrübe ile bizzarure: kesinlikle, zarûri olarak, mecburî olarak bürhan-ý kat'î: ispatlanarak kesinleþmiþ deliller cezâlet: tutuk olmayan, ahenkli, akýcý ve güzel ifâde cihât-ý sitte: altý yön, altý taraf; ön, arka, sað, sol, alt, üst dâr-ý cinan: cennet yurtlarý, cennetler derece-i i'câz: mu cizelik derecesi durûb-u emsal: atasözleri ekseriyet-i mutlaka: mutlak çoðunluk, büyük ekseriyet hüsn-ü metanet: saðlamlýk ve güçlülüðün güzelliði kemal-i zillet: tam bir alçaklýk, aþaðýlýk makbûl-ü melek: meleklerin kabul edip beðendiði þey mefâhir: iftihar edilecek, övünülecek þeyler mehâsin-i ahlâk: ahlâkî güzellikler; ahlâk ve huy güzelliði muâraza: biri ile yarýþmak, birbirine karþý gelmek, sözle karþýlýklý mücâdele musaffa: sâfileþmiþ, temizlenmiþ, süslenmiþ müberhen: bürhan ve delillerle isbatlanmýþ olan mücerred : yalnýz, tek, hâlis, saf, katýþýksýz, karýþýk olmayan, çýplak, soyulmuþ, tek baþýna. müstahsen: istihsan edilen, beðenilen mütebahhir: ilmi deniz gibi derin olan, büyük âlim olan, allâme nokta-i istinad: dayanak noktasý, dayanma yeri safvet: sâfilik, temizlik, pâklýk, hâlislik selâset: ifâdedeki akýcýlýk, açýklýk, kolaylýk ve rahatlýk þiddet-i ihtiyaç: þiddetli ihtiyaç þuâ: bir ýþýk kaynaðýndan uzanan ýþýk hüzmesi þu'le: alev, ateþ alevi. alevlenmiþ odun tazammun : içinde bulundurma, içine alma, ihtivâ etme, muhît olma teslim-i kalb: kalbin kabul etmesi, doðru ve haklý bulmasý tevellüd: doðma, doðum, doðmuþluk vech-i i'câz: mûcize yönü vukuat-ý tarihiye: tarihî olaylar

Yirmibeþinci Söz 325 dýyla muhafaza ediyorlardý. Mânidar bir kelâm, þiir ve belâðat cazibesiyle eslâfdan ahlâfa hafýzalarda kalýp gidiyordu. Ýþte þu ihtiyac-ý fýtrî neticesi olarak o kavmin mânevî çarþýyý ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesâhat ve belâðat metâý idi. Hattâ bir kabilenin belið bir edibi, en büyük bir kahraman-ý millîsi gibi idi. En ziyâde onunla iftihar ediyorlardý. Ýþte Ýslâmiyetten sonra âlemi zekâlarýyla idare eden o zeki kavim, þu en revaçlý ve medar-ý iftiharlarý ve ona þiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâðatta akvâm-ý âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâðat, o kadar kýymetdar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musâlâha ediyorlardý. Hattâ onlarýn içinde Muallâkat-ý Seb a nâmýyla yedi edibin yedi kasidesini altýnla Kâbe nin duvarýna yazmýþlar, onunla iftihar ediyorlardý. Ýþte böyle bir zamanda, belâðat en revaçlý olduðu bir anda Kur ân-ý Mu cizü l-beyan nüzûl etti. Nasýlki, zamân-ý Mûsa Aleyhisselâm da sihir ve zaman-ý Ýsâ Aleyhisselâm da týb revaçta idi. Mu cizelerinin mühimmi o cinsden geldi. Ýþte o vakit büleðâ-yý Arabý, en kýsa bir sûresine mukabeleye dâvet etti: (Eðer kulumuz Muhammed e indirdiðimiz Kur ân dan bir þüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin/2:23) fermânýyla onlara meydan okuyor. Hem der ki: Ýmân getirmezseniz mel unsunuz. Cehenneme gireceksiniz. Damarlarýna þiddetle vuruyor. Gururlarýný dehþetli surette kýrýyor. O kibirli akýllarýný istihfaf ediyor. Onlarý bidâyeten îdam-ý ebedî ile ve sonra da cehennemde îdâm-ý ebedî ile beraber dünyevî îdam ile de mahkûm ediyor. Der: Ya muâraza ediniz, yahut can ve malýnýz helâkettedirt. Ýþte eðer muâraza mümkün olsaydý acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satýrla muâraza edip dâvasýný ibtal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müþkilâtlý muharebe tariki ihtiyar edilsin! Evet o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi, siyasetle idare ettiði halde, en kýsa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin! En tehlikeli ve bütün mal ve canýný belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir! Çünkü: Edipleri, birkaç hurufatla muâraza edebilseydi; Kur ân, dâvasýndan vazgeçerdi. Onlar da maddî ve mânevî helâketten kurtulurlardý. Halbuki, muharebe gibi dehþetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek, muâraza-i bilhuruf mümkün deðildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyûfa mecbur oldular. Hem, Kur ân ý tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet þiddetli iki sebep var: ahlâf : sonrakiler, evvelkilerin yerine geçenler, halefler akvâm-ý âlem: dünya milletleri bidâyet: baþlangýç, baþ büleðâ-yý arabi: Araplarýn beliðleri, Arap edebiyatçýlar eslâf : öncekiler, geçmiþler fesahat: doðru ve düzgün söyleyerek açýk ve güzel ifâde etme îdâm-ý ebedi: dirilmemek üzere yok oluþ; âhiret inancý olmadýðý için ölümü ebedî yokluða gitmek olarak görme. ihtiyac-ý fýtrî: yaratýlýþtan olan ihtiyaç istihfaf: hafife alma, küçümseme kesret: çokluk, sýklýk, çeþitlilik medar-ý iftihar: övünme sebebi muallâkat-ý seb'a: Cahiliye döneminde Kabe nin duvarýna asýlan meþhur yedi þiir. muâraza-i bilhuruf: söz, yazý veya fikir ile birisine karþý gelmek muharebe-i bissüyûf: kýlýnçla, kuvvetle, silâhla mücadele etmek. silâhla karþý koymak mukabele: karþýlýk, karþýlamak musâlâha: barýþma, kýrgýnlýðý ortadan kaldýrma, karþýlýklý anlaþma revaç: sürüm, kýymet, deðer, geçerlik, makbuliyet þenî: kötü, çok fenâ, çirkin

326 Sözler Birisi, düþmanýn hýrs-ý muârazasý; diðeri, dostlarýnýn þevk-i taklididir ki, þu iki sâik-i þedid altýnda milyonlar Arabî kitablar yazýlmýþ ki hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun her kim Ona ve onlara baksa kat iyyen diyecek ki: Kur ân, bunlara benzemez. Hiçbirisi Onu tanzir edemez. Þu halde, ya Kur ân, bütününün altýndadýr. Bu ise bütün dost ve düþmanýn ittifakýyla battaldýr, muhaldir. Veya Kur ân, o yazýlan umum kitablarýn fevkindedir. Eðer desen: Nasýl biliyoruz ki, kimse muârazaya teþebbüs etmedi? Kimse kendine güvenemedi mi ki, meydana çýksýn? Birbirinin yardýmý da mý faide etmedi? Elcevap: Eðer muâraza mümkün olsaydý, alâ-külli-hal kat î teþebbüs edilecekti. Çünkü: izzet ve namus mes elesi, can ve mal tehlikesi vardý. Eðer teþebbüs edilseydi, alâ-külli-hal kat î tarafdar pek çok bulunacaktý. Çünkü: Hakka muârýz ve muannid daima kesretli idi. Eðer tarafdar bulsaydý, alâ-külli-hal iþtihar bulacaktý. Çünkü: Küçük bir mücadele, beþerin nazar-ý istiðrâbýný celb edip destanlarda iþtihar eder. Þöyle acib bir mücadele ve vukuat ise gizli kalamaz. Ýslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en þenî þeylere kadar nakledilir, meþhur olur. Halbuki: Muârazaya dair Müseylime-i Kezzâb ýn bir-iki fýkrasýndan baþka nakledilmemiþ. O Müseylime de çendan belâðat varmýþ. Fakat hadsiz bir hüsn-ü cemâle mâlik olan beyân-ý Kur ân a nisbet edildiði için onun sözleri hezeyan suretinde tarihlere geçmiþtir. Ýþte Kur ân ýn belâðatýndaki i câz, kat iyyen iki kere iki dört eder gibi mevcuttur ki, iþ böyle oluyor. Ýkinci Sûret: Belâðatýndaki i câz-ý Kur ânînin hikmetini Beþ Noktada beyan edeceðiz. Birinci Nokta: Kur ân ýn nazmýnda bir cezâlet-i hârika var. O nazýmdaki cezâlet ve metanet, Ýþârâtü l-ý câz baþdan aþaðýya kadar bu cezâlet-i nazmiyeyi beyan eder. Saatin; saniye, dakika, saati sayan ve birbirinin nizamýný tekmil eden ne ise, Kur ân-ý Hakîm in herbir cümledeki, hey âtýndaki nazým ve kelimelerindeki nizam ve cümlelerin birbirine karþý münasebatýndaki intizamý öyle bir tarzda Ýþârâtü l-ý câz da âhirine kadar beyan edilmiþtir. Kim isterse ona bakabilir ve bu nazýmdaki cezâlet-i hârikayý bu surette görebilir. Yalnýz bir iki misâl bir cümlenin hey âtýndaki nazmý göstermek için zikredeceðiz. Meselâ: (And olsun ki, Rabbinin azabýndan küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa.../21:46) Bu cümlede, azâbý dehþetli göstermek için, en azýnýn þiddetle te sirini göstermekle göstermek ister. Demek taklîli ifade edecek; cümlenin bütün hey etleri de bu taklîle bakýp ona kuvvet verecek. Ýþte (And olsun, eðer olsa) lâfzý, teþkiktir. Þek, kýllete bakar. hýrs-ý muâraza: karþý koyma hýrsý þevk-i taklid: taklit etme, benzerini yapma arzusu. sâik-i þedid: þiddetli sebep. tanzir etme: benzetme, benzetilme, nazire yapma. muâraza: biri ile yarýþmak, birbirine karþý gelmek, sözle karþýlýklý mücâdele. alâ-külli-hâl: her durumda, muannid: inatçý, bir noktada inad edip duran. iþtihar: meþhur olma, tanýnma, ün alma. nazar-ý istiðrâb: hayret bakýþý, garip ve þaþýrtýcý bularak bakma. belâðat: hitap ettiði kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakîkatlý söz söyleme sanatý, hâlin gerektirdiðine uygun söz söylemek hüsn-ü cemal: yüz güzelliði. i'câz-ý Kur'an: Kur ân ýn yüksek ve eriþilmez ifâdesi. cezâlet-i hârika: insaný hayrette býrakan ifâdedeki akýcýlýk ve ahenkli anlatým. metânet: kararlýlýk, dayanýklýlýk, saðlamlýk. cezâlet-i nazmiye: Kur ân daki kelime ve harflerin hârika bir âhenk ve münâsebet ile nazým ve tertibindeki cezâlet. taklîl: azaltma, tenkis. teþkik: þüphede býrakmak, þüpheye atmak, þüphe. þek: þüphe, tereddüt.

Yirmibeþinci Söz 327 (Dokunur) lâfzý, azýcýk dokunmaktýr. Yine kýlleti ifade eder. (Küçük bir esinti) lâfzý, maddesi bir kokucuk olup kýlleti ifade ettiði gibi; sîgasý, bire delâlet eder. Masdar-ý merre tâbir-i sarfiyyesinde biricik demektir. Kýlleti ifade eder. içindir ki, o kadar küçük ki, bilinemiyor demektir. daki tenvin-i tenkîrî, taklîli (-den, -dan) lâfzý, teb îz içindir. Bir Parça demektir. Kýlleti ifade eder. (Azap) lâfzý; nekâl, ikaba nisbeten hafif bir nevi cezadýr ki kýllete iþaret eder. (Rabbinin) lâfzý; Kahhar, Cebbar, Müntakim e bedel yine þefkati ihsas etmekle kýlleti iþaret ediyor. Ýþte bu kadar kýlletteki bir parça azab böyle te sirli ise, ikab-ý Ýlâhî ne kadar dehþetli olur kýyas edebilirsiniz diye ifade eder. Ýþte þu cümlede küçük hey etler nasýl birbirine bakýp yardým eder. Maksad-ý küllîyi, herbiri kendi lisanýyla takviye eder. Þu misâl bir derece lâfz ve maksada bakar. Ýkinci misâl: (Kendilerine rýzýk olarak verdiklerimizden Allah yolunda baðýþta bulunurlar/2:3) Þu cümlenin hey âtý, sadakanýn þerait-i kabûlünün beþine iþaret eder. Birinci Þart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, (Þeylerden) lâfzýndaki (-den, -dan) i teb îz ile o þartý ifade eder. Ýkinci Þart: Ali den alýp Veli ye vermek deðil, belki kendi malýndan vermektir. Þu þartý lâfzý ifade ediyor. Size rýzýk olandan veriniz demektir. Üçüncü Þart: Minnet etmemektir. Þu þarta daki lâfzý iþaret eder. Yâni: Ben size rýzký veriyorum. Benim malýmdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur. Dördüncü Þart: Öyle adama veresin ki, nafakasýna sarfetsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbul olmaz. Þu þarta Beþinci Þart: Allah nâmýna vermektir ki (Ýnfak ederler/2:3) lâfzý iþaret ediyor. ifade ediyor. Yâni Mal benimdir, benim nâmýmla vermelisiniz. Þu þartlarla beraber tevsi de var. Yâni: Sadaka nasýl mal ile olur. ilim ile dahi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor. Ýþte þu aksâma lâfzýndaki umumiyetiyle iþaret ediyor. Hem þu cümlede bizzat iþaret ediyor. Çünki, mutlakdýr, umumu ifade eder. Ýþte sadakayý ifade eden þu kýsacýk cümlede beþ þart ile beraber geniþ bir dairesini akla ihsan ediyor. Hey'etiyle ihsas ediyor. Ýþte hey'ette böyle pek çok nazýmlar var. Kelimatýn dahi birbirine karþý, aynen, geniþ böyle bir daire-i nazmiyesi var. ikab-ý ilâhî: Allah ýn þiddetli azâbý kýllet: azlýk, hâdirlik, kýtlýk maksad-ý külli: bütünün maksadý masdar-ý merre: fiilin bir defa yapýldýðýný belli eden masdar nekâl: þiddetli azap. iþkence sefahet: zevk, eðlence ve yasak þeylere düþkünlük sîga: kip, fiilin çekiminden gelen þekillerden her biri tâbir-i sarfiyye: sarf ilmine ait deyim teb'îz: bölmek, bir kýsma âit etmek tenvin-i tenkîrî: kelimenin belirsizliðini gösteren tenvin iþâreti, tevsi: bollaþtýrma, geniþletme

328 Sonra kelâmlarýn da, meselâ: Sözler (De ki: O Allah birdir/112-1) de altý cümle var. Üçü müsbet, üçü menfi. Altý mertebe-i tevhidi isbat etmekle beraber þirkin altý envâýný reddeder. Herbir cümlesi öteki cümlelere hem delil olur, hem netice olur. Çünkü: Herbir cümlenin iki mânasý var. Bir mâna ile netice olur, bir mâna ile de delil olur. Demek Sûre-i Ýhlâs da otuz Sûre-i Ýhlâs kadar, muntazam, birbirini isbat eder delillerden mürekkeb sûreler vardýr. Meselâ: (De ki, O Allah týr. Çünkü O Ehad dir; çünkü O Samed dir; çünkü O doðurmamýþtýr, çünkü O doðmamýþtýr; çünkü O, hiç kimse kendisine denk olmayandýr) Hem: (Hiçbir þey Onun dengi deðildir. Çünkü O doðmamýþtýr, çünkü O doðurulmamýþtýr, çünkü O Samed dir, çünkü O Ehad dir, çünkü O Allah týr) Hem: (O, Allah týr. O halde O Ehad dir, o halde O Samed dir. Öyle ise doðurmamýþtýr, öyle ise doðmamýþtýr, öyle ise O, hiçbir þey kendisine denk olmayandýr) daha sen buna göre kýyas et... Meselâ: (Elif lâm mîm. Þu yüce kitap ki, onda asla þüphe yoktur. O, Allah ýn emir ve yasaklarýna karþý gelmekten sakýnanlar için bir yol göstericidir/2:1-2) Þu dört cümlenin herbirisinin iki mânasý var. Bir mâna ile öteki cümlelere delildir. Diðer mâna ile onlara neticedir. On altý münasebet hatlarýndan bir nakþ-ý nazmî-i i câzî hasýl olur. Ýþârâtü l-ý câz da öyle bir tarzda beyan edilmiþ ki, bir nakþ-ý nazmî-i i câzî teþkil eder. envâ: çeþitler, türler, cinsler, nevîler hasýl: peyda olan, husûle gelen, çýkan, meydana gelen kavi: kuvvetli, saðlam, metin, zorlu menfi: nefyedilmiþ, noksan, negatif, müsbetin zýddý, olumsuz mertebe-i tevhid: tevhid mertebesi münasebet: iki þey arasýndaki uygunluk, yakýnlýk ilgi ve alaka mürekkep: terkib edilmiþ, birkaç maddeden yapýlmýþ, birleþik müsbet: olumlu, uygun, yapýlmasý memnuniyet veren, pozitif nakþ-ý nazmî-i i'câz: mu cizelikle ilgili nazma âit nakýþ, bir nakýþ gibi düzenli ve güzel olan Kur ân ýn âyetlerindeki mu cizelik þirk: En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek baþkasýndan meded beklemek. (Þirkin mânasý mutlak küfürdür.) (Politeizm) teþkil: vücud vermek, þekil vermek, suretlendirmek, meydana getirmek

Yirmibeþinci Söz Onüçüncü Söz de beyan edildiði gibi, güya ekser âyât-ý Kur âniyenin herbirisi ekser âyâtýn herbirisine bakar bir gözü ve nâzýr bir yüzü vardýr ki, onlara münasebâtýn hutût-u mâneviyesini uzatýyor. Birer nakþ-ý i câzî nescediyor. Ýþte Ýþârâtü l-ý câz baþtan aþaðýya kadar bu cezâlet-i nazmiyeyi þerh etmiþtir. Ýkinci Nokta: Mânasýndaki belâðat-ý hârikadýr. Onüçüncü Söz de beyan olunan þu misâle bak: Meselâ: 329 (Göklerde ve yerde ne varsa Allah ý tesbih eder. Onun kudreti her þeye galiptir ve hikmeti her þeyi kuþatýr/57:1) âyetindeki belâgat-ý mâneviyeyi zevk etmek istersen, kendini nur-u Kur ân dan evvel asr-ý câhiliyette, sahra-yý bedeviyette farz et ki, herþey zulmet-i cehil ve gaflet altýnda perde-i cümûd-u tabiata sarýlmýþ olduðu bir anda Kur ân ýn lisan-ý semâvîsinden: (Göklerde ve yerde ne varsa Allah ý tesbih eder/57:1) veyahut: (Yedi gök ve yer ve onlarýn içindekiler Onu tesbih eder/17:44) gibi âyetleri iþit, bak! Nasýlki, o ölmüþ veya yatmýþ olan mevcudat-ý âlem, (Tesbih etti, tesbih ediyor.) sadâsýyla iþitenlerin zihninde nasýl diriliyorlar, hüþyâr oluyorlar, kýyam edip zikrediyorlar. Ve o karanlýk gökyüzünde birer câmid ateþpare olan yýldýzlar ve yerde periþan mahlûkat, (Tesbih ediyor.) sayhasýyla ve nûruyla iþitenin nazarýnda gökyüzü bir aðýz, bütün yýldýzlar birer kelime-i hikmet-nümâ ve birer nûr-u hakikat-edâ ve küre-i arz bir baþ ve berr ve bahr, birer lisan ve bütün hayvanlar ve nebatlar birer kelime-i tesbih-feþan suretinde arz-ý dîdar eder. Meselâ: Onbeþinci Söz de isbat edilen þu misâle bak: asr-ý câhiliyet: peygamberimizden (a.s.m.) önceki asýr, insanlarýn puta taptýðý, küfür ve cehâlet asrý arz-ý dîdar: yüzünü göstermek bahr: deniz belâðat-ý hârika: hârika anlatým güzelliði berr: toprak, yeryüzü, yer camid: cansýz, durgun, donmuþ cezâlet-i nazmiye: Kur an daki kelime ve harflerin tertibinin cezâleti hutût-u mâneviye: mânevî hatlar, gözle görülmeyen yollar, çizgiler hüþyâr: uyanýk, akýllý, zekî kelime-i hikmet-nüma: hikmetli kelime; hikmet gösteren kelime kelime-i tesbih-feþan: çok çok tesbih eden kelime lisan-ý semâvî: semâvî dil mahlukât: yaratýlmýþ varlýklar. mevcudat-ý âlem: âlemdeki varlýklar münasebât: alâkalar, ilgiler, baðlar nakþ-ý i'câz: mu cizelik nakþý, süsü nesc: dokuma, örme nûr-u hakikat-edâ: hakîkatlý nûr, aydýnlýk perde-i cümûd-u tabiat: cansýz doða perdesi sahra-yý bedeviye: bedevîlik çölü, göçebe araplarýn bulunduðu çöl sayha: çaðrý, çýðlýk, feryad, nârâ; azap, eziyet þerh: açýklama, izah etme zulmet-i cehil: bilgisizlik karanlýðý

330 Sözler (Ey cinler ve insanlar topluluðu! Göklerin ve yerin sýnýrlarýndan çýkýp gitmeye gücünüz yetiyorsa haydi çýkýp gidin. Ancak Allah ýn verdiði bir güç olmadan çýkýp gidemezsiniz. Þu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlýyorsunuz? Üzerinize ateþten bir alev ve kýzýl bir duman gönderilir de bundan kurtulamazsýnýz. Þu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlýyorsunuz?/55:33-36) (Andolsun ki, Biz dünya semasýný kandillerle süsledik. Ve onlarý [yýldýzlarý], þeytanlarý taþlama birimleri yaptýk./67:5) Âyetlerini dinle bak ki; ne diyor? Diyor ki: Ey acz ve hakareti içinde maðrur ve mütemerrid ve zaaf ve fakrý içinde serkeþ ve muannid olan ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz haydi elinizden gelirse hudûd-u mülkümden çýkýnýz! Nasýl cesaret edersiniz ki, öyle bir Sultanýn emirlerine karþý gelirsiniz; yýldýzlar, aylar, güneþler, emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tuðyanýnýzla öyle bir Hâkim-i Zülcelâle karþý mübareze ediyorsunuz ki, öyle azametli mutî askerleri var. Faraza þeytanlarýnýz dayanabilseler, onlarý dað gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfranýnýzla öyle bir Mâlik-i Zülcelâlin memleketinde isyan ediyorsunuz ki, cünûdundan öyleleri var, deðil sizin gibi küçük âciz mahlûklar, belki farz-ý muhal olarak dað ve arz büyüklüðünde birer adüvv-ü kâfir olsaydýnýz, arz ve dað büyüklüðünde yýldýzlarý ateþli demirleri size atabilirler, sizi daðýtýrlar. Hem öyle bir kanunu kýrýyorsunuz ki, onunla öyleler baðlýdýr, eðer lüzum olsa arzýnýzý yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreler misillû yýldýzlarý üstünüze Allah ýn izniyle yaðdýrabilirler. Daha sair âyâtýn mânalarýndaki kuvvet ve belâðatý ve ulviyet-i ifadesini bunlara kýyâs et... Üçüncü Nokta: Üslûbundaki bedâat-i hârikadýr. Evet Kur ân ýn üslûblarý hem garibdir hem bedî dir hem acibdir hem muknî dir. Hiçbir þey i, hiçbir kimseyi taklid etmemiþ. Hiç kimse de Onu taklid edemiyor. Nasýl gelmiþ, öyle o üslûblar taravetini, gençliðini garâbetini daima muhafaza etmiþ ve ediyor. Ezcümle, bir kýsým sûrelerin baþlarýnda þifre-misâl: (Elif lâm mîm/2:1) (Elif lâm râ/14:1) (Tâ-Hâ/20:1) (Yâsin/36:1) (Hâ-mîm. Ayn sîn kaf/42:1-2) gibi mukattaat hurufundaki üslûb-u bediîsi, beþ-altý lem a-i i câzý tazammun ettiðini Ýþârâtü l-ý câz da yazmýþýz. Ezcümle: Sûrelerin baþýnda mezkûr olan huruf, hurufâtýn aksâm-ý mâlûmesi olan mechûre, mehmûse, þedîde, rahve, zelâka, kalkale adüvv-ü kâfir: kâfir düþman aksâm-ý mâlûme: bilinen kýsýmlar bedâat-i hârika: görülmedik derecede yenilik, üstünlük ve aciplik bedî: eþi benzeri olmayan, hayret verici güzellikte olan, hârika belâðat: hitap ettiði kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakîkatlý söz söyleme sanatý, hâlin gerektirdiðine uygun söz söylemek cünûd: ordu. askerler, neferler farz-ý muhal: olmasý imkânsýz olup, var gibi kabul etmek; olmayacak þeyi olmuþ gibi düþünmek hudûd-u mülk: mülkün sýnýrý huruf: harfler hurufât: harfler lem'a-i i'câz: mu cizelik parýltýsý mâlik-i zülcelâl: sonsuz büyüklük ve herþeyin sahibi olan Allah mechûre: açýktan ve yüksek sesle okunan harfler mehmûse: gizli, gizlenmiþ. gizli okunan harfler, fýsýltý ile okunan harfler mezkûr: sözü edilen, zikredilen, bahsedilen muannid: inatçý. bir noktada inad edip duran mukattaat: Kur ân-ý Kerîm de bazý sûrelerin baþlarýnda bulunan kesik kesik, ikisi üçü birleþik veya tek tek yazýlý harfler muknî: iknâ eden, inandýran, kâfi derecede izah ve ispat eden muti: söz dinleyen, itaat eden mübareze: çekiþme, kavga, dövüþ, mücâdele, çarpýþma mütemerrid: inatçý, dik kafalý, hakký kabul etmekte direnen serkeþ: isyan eden, baþýbozuk, dikkafalý taravet: tazelik, körpelik tazammun: içinde bulundurma, içine alma, ihtivâ etme, muhît olma tuðyan: zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgýnlýk, taþkýnlýk, taþkýn mîzaçlýk, þerî devlet kuvvetlerine karþý durmak ulviyet-i ifade: ifâdenin yüceliði üslûb-u bedî: hârika güzellikteki üslûb

Yirmibeþinci Söz gibi aksâm-ý kesiresinden herbir kýsmýndan nýsfýný almýþtýr. Kabil-i taksim olmayan hafifinden nýsf-ý ekser, sakilinden nýsf-ý ekall olarak bütün aksamýný tansif etmiþtir. Þu mütedahil ve birbiri içindeki kýsýmlarý ve iki yüz ihtimal içinde mütereddid yalnýz gizli ve fikren bilinmeyecek birtek yol ile umumu tansif etmek kabil olduðu halde, o yolda, o geniþ mesafede sevk-i kelâm etmek, fikr-i beþerin iþi olamaz. Tesadüf hiç karýþamaz... Ýþte bir þifre-i Ýlâhiyye olan sûrelerin baþlarýndaki huruf, bunun gibi daha beþ-altý lem a-i i câziyeyi gösterdikleriyle beraber ilm-i esrâr-ý huruf ulemâsýyla evliyânýn muhakkikleri þu mukattaattan çok esrar istihraç etmiþler ve öyle hakaik bulmuþlar ki, onlarca þu mukattaat kendi baþýyla gayet parlak bir mu cizedir. Onlarýn esrarýna ehil olmadýðýmýz, hem umum göz görecek derecede isbat edemediðimiz için o kapýyý açamayýz. Yalnýz Ýþârâtü l-ý câz da þunlara dair beyan olunan beþ-altý lem a-i i câza havale etmekle iktifa ediyoruz. Þimdi, esâlîb-i Kur âniyeye sûre îtibariyle, maksad îtibariyle, âyât ve kelâm ve kelime îtibariyle birer iþaret edeceðiz. Meselâ: Sûre-i 331 ye dikkat edilse öyle bir üslûb-u bedî ile âhireti, haþri, cennet ve cehennemin ahvalini öyle bir tarzda gösteriyor ki, þu dünyadaki ef âl-i Ýlâhiyyeyi, âsâr-ý Rabbâniyyeyi o ahval-i uhreviyeye birer birer bakar isbat eder gibi kalbi ikna eder. Þu sûredeki üslûbun îzahý uzun olduðundan yalnýz bir-iki noktasýna iþaret ederiz. Þöyle ki: Þu sûrenin baþýnda kýyamet gününü isbat için der: Size zemini güzel serilmiþ bir beþik; daðlarý hanenize ve hayatýnýza defineli direk, hazineli kazýk; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ý râhatýnýza örtü; gündüzü meydan-ý maîþet; güneþi ýþýk verici, ýsýndýrýcý bir lâmba; bulutlarý âb-ý hayat çeþmesi gibi ondan suyu akýttým. Basit bir sudan bütün erzakýnýzý taþýyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eþyayý kolay ve az bir zamanda îcad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan kýyamet sizi bekliyor. O günü getirmek Bize aðýr gelemez. Ýþte bundan sonra kýyamette daðlarýn daðýlmasý, semâvâtýn parçalanmasý, cehennemin hazýrlanmasý ve cennet ehline bað ve bostan vermesini gizli bir surette isbatlarýna iþaret eder. Mânen der: Madem gözünüz önünde dað ve zeminde þu iþleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer iþleri yapar. Demek sûrenin baþýndaki dað kýyametteki daðlarýn haline bakar ve bað ise âhirde ve âhiretteki hadîkaya ve baða bakar. Ýþte sair noktalarý buna kýyas et, ne kadar güzel ve âli bir üslûbu var, gör. ahval-i uhreviye: âhiretteki durumlar aksâm-ý kesire: çok kýsýmlar âsâr-ý rabbâniyye: rabbânî eserler.cenab-ý Hakk ýn terbiye ediciliðinin iþaretleri ef'âl-i ilâhiye: ilâhî fiiller, iþleyiþler esâlîb-i kur'aniye: Kur ân ýn üslûblarý fikr-i beþer: insanlarýn fikir ve düþünceleri hâb-ý rahat: rahat uykusu hadîka: duvarlý bahçe, sulu bahçe iktifa: yeterli bulma, yetinme ilm-i esrâr-ý huruf: harflerin sýrlarýný ve hikmetlerini mevzu alan ilim istihrac: birþeyin içinden baþka þey çýkarmak; bazý iþaretleri beliren þeylerden ileriye ait olacak þeyleri çýkarmak meydan-ý maîþet: geçimi temin etme meydaný, yaþamak için lüzumlu maddelerin saðlandýðý yer mukattaat: Kur ân-ý Kerîm de bazý sûrelerin baþlarýnda bulunan kesik kesik, ikisi üçü birleþik veya tek tek yazýlý harfler mütedahil: iç içe, birbiri içinde mütereddid: iki þey arasýnda gidip gelen, kararsýz olan, tereddütte kalan nýsf-ý ekall: yarýdan az nýsf-ý ekser: yarýdan çok sakil: aðýr, can sýkýcý, çirkin semâvât: gökler, semalar þifre-i ilâhiyye: ilâhî þifre ünsiyet: alýþkanlýk, dostluk, yakýnlýk yevm-i fasl: insanlarýn kýsým kýsým ayrýldýðý ve dâvâlarýnýn halledildiði kýyâmet günü

332 Sözler Meselâ: (De ki: Ey mülkün hakikî sahibi olan Allah ým! Sen mülkü dilediðine verir, dilediðinden de mülkü çeker alýrsýn./3:26) ilâ âhir... öyle bir üslûb-u âlide benî-beþerdeki Þuûnât-ý Ýlâhiyyeyi ve gece ve gündüzün deveranýndaki tecelliyât-ý Ýlâhiyyeyi ve senenin mevsimlerinde olan Tasarrufatý Rabbâniyyeyi ve yeryüzünde hayat-memat, haþir ve neþr-i dünyeviyedeki Ýcrâat-ý Rabbâniyyeyi öyle bir ulvî üslûb ile beyan eder ki, ehl-i dikkatin akýllarýný teshir eder. Parlak ve ulvî geniþ üslûbu, az dikkat ile göründüðü için þimdilik o hazineyi açmayacaðýz. Meselâ: (Gök yarýldýðýnda, Rabbinin buyruðunu dinlediðinde. Ki, ona yaraþan da budur. Yer dümdüz edildiðinde, içindekileri dýþarý atýp boþaldýðýnda, Rabbinin buyruðunu dinlediðinde. Ki, ona yaraþan da budur/84:1-5) Gök ve zeminin Cenâb-ý Hakk ýn emrine karþý derece-i inkýyad ve itaatlerini þöyle âli bir üslûb ile beyan eder ki, nasýl bir kumandan-ý âzam, mücahede ve manevra ve ahz-ý asker þubeleri gibi mücahedeye lâzým iþler için iki daireyi teþkil edip açmýþ. O mücahede, o muamele iþi bittikten sonra o iki daireyi baþka iþlerde kullanmak ve tebdil ederek istimâl etmek için o kumandan-ý âzam o iki daireye müteveccih olur. O daireler, herbirisi hademeleri lisanýyla veya nutka gelip kendi lisanýyla der ki: Ey kumandaným bir parça mühlet ver ki, eski iþlerin ufak tefeklerini, pýrtý-mýrtýlarýný temizleyip dýþarý atayým, sonra teþrif ediniz. Ýþte atýp senin emrine hazýr duruyoruz. Buyurun ne yaparsanýz yapýnýz. Senin emrine münkadýz. Senin yaptýðýn iþler bütün hak, güzel, maslahattýr. Öyle de: Semâvat ve arz, böyle iki daire-i teklif ve tecrübe ve imtihan için açýlmýþtýr. Müddet bittikten sonra semâvat ve arz, daire-i teklife ait eþyayý emr-i Ýlâhiyle bertaraf eder. Derler: Yâ Rabbenâ! Buyurun, ne için bizi istihdam edersen et. Hakkýmýz sana itaattir. Her yaptýðýn þey de hakdýr. Ýþte, cümlelerindeki üslûbun haþmetine bak, dikkat et. ahz-ý asker : asker alma daire-i teklif: vazife dâiresi, kullarýn yapmakla vazifeli olduðu emir ve yasaklar dâiresi derece-i inkýyad: boyun eðme derecesi deveran: dönmek, dolaþmak, devretmek ehl-i dikkat: dikkatliler, dikkat sahipleri, dikkat ehli emr-i ilâhi: Allah ýn emri, ilahi emir harb-i umumi: dünya savaþý icrâat-ý rabbâniye: herþeyi terbiye ve idâre eden Allah a âit icrâatlar, faaliyetler istimâl: kullanma maslahat: fayda, maksat, keyfiyet mücahede: cihad etme, çarpýþma, gayret, savaþ münkad: inkýyad eden, boyun eðen, itaat eden müteveccih: yönelmiþ, dönmüþ, bir yere doðru yola çýkan neþr-i dünyeviye: dünyevî neþir dünyadaki varlýklarýn, hayvanlarýn ve bitkilerin daðýlýp yayýlmalarý þuûnât-ý ilâhiye: Allah a âit çok yüksek, ulvî, kudsî, güzel mânâlar, iþler tasarrufat-ý rabbâniye: herþeyi özelliði ve kabiliyetine uygun tarzda terbiye eden Allah ýn tasarrufu tebdil: deðiþtirme, yenileme tecelliyât-ý îlâhiye: ilâhî tecellîler ilâhî lütuflarýn tezâhürleri üslûb-u âli: yüce üslûb

Hem meselâ: Yirmibeþinci Söz 333 (Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut. Su çekildi, iþ bitirildi ve gemi Cudi Daðýna oturdu. Ve Zalimler güruhu Allah ýn rahmetinden uzak olsun denildi./11:44) Ýþte þu âyetin bahr-i belâðatýndan bir katreye iþaret için bir üslûbunu bir temsil âyinesinde göstereceðiz. Nasýl bir harb-i umumîde bir kumandan, zaferden sonra ateþ eden bir ordusuna Ateþ kes! ve hücum eden diðer bir ordusuna Dur! der. Emreder, o anda ateþ kesilir, hücum durur. Ýþ bitti, istilâ ettik. Bayraðýmýz düþmanýn merkezlerinde yüksek kalelerinin baþýnda dikildi. Esfelü s-sâfilîne giden o edebsiz zâlimler cezalarýný buldular. der. Aynen öyle de: Padiþah-ý Bîmisâl, kavm-i Nûh un mahvý için semâvat ve arza emir vermiþ. Vazifelerini yaptýktan sonra ferman ediyor: Ey arz! Suyunu yut. Ey semâ! Dur, iþin bitti. Su çekildi. Daðýn baþýnda me mur-u Ýlâhînin çadýr vazifesini gören gemisi kuruldu. Zâlimler cezalarýný buldular. Ýþte þu üslûbun ulviyetine bak. Zemin ve gök iki mutî asker gibi emir dinler, itaat ederler diyor. Ýþte þu üslûb iþaret eder ki, insanýn isyanýndan kâinat kýzýyor. Semâvat ve arz hiddete geliyorlar ve þu iþaretle der ki: Yer ve gök iki mutî asker gibi emirlerine bakan bir Zâta isyan edilmez, edilmemeli... dehþetli bir zecri ifade eder. Ýþte tûfan gibi bir hâdise-i umûmiyeyi bütün netâiciyle, hakaikýyle birkaç cümlede îcazlý, i cazlý, cemâlli, icmâlli bir tarzda beyan eder. Þu denizin sair katrelerini þu katreye kýyas et. Þimdi kelimelerin penceresiyle gösterdiði üslûba bak. Meselâ: (Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuþ hurma dalýnýn ince yay halini alýncaya kadar incelir./36:39) deki (Kurumuþ hurma dalýnýn ince yaya benzer þekli gibi/36:39) kelimesine bak, ne kadar lâtif bir üslûbu gösteriyor. Þöyle ki: Kamerin bir menzili var ki, Süreyya yýldýzlarýnýn dairesidir. Kameri, hilâl vaktinde hurmanýn eskimiþ beyaz bir dalýna teþbih eder. Þu teþbih ile semânýn yeþil perdesi arkasýnda güya bir aðaç bulunuyor ki; beyaz, sivri, nuranî bir dalý, perdeyi yýrtýp baþýný çýkarýp, Süreyya o dalýn bir salkýmý gibi ve sair yýldýzlar o gizli hilkat aðacýnýn birer münevver meyvesi olarak iþitenin hayâlî olan gözüne göstermekle medâr-ý maîþetlerinin en mühimmi hurma aðacý olan sahra-niþînlerin nazarýnda ne kadar münasip, güzel, lâtif, ulvî bir üslûb-u ifade bahr-i belâðat: belâgat denizi cemâl: güzellik, yüz; cenâb-ý hakkýn lütuf ve ihsâný ile tecellisi hâdise-i umûmiye: herkesi ilgilendiren hâdise, umumi hadise hilkat : yaratýlýþ, doðuþtan gelen vasýf i'caz: mu cizelik icmal: hülâsa etme, kýsaltma, bir araya toplama, kýsa anlatmak, uzun bir hesaptan sonra çýkarýlan netice kalem-i kudret: kudret kalemi kamer: ay katre: damla, yaðmur taneleri lâtif: güzel, hoþ medâr-ý maiþet: geçim kaynaðý me'mur-u ilâhi: Allah ýn memuru, onun emriyle hareket eden muti: söz dinleyen, itaat eden münevver: nurlu, aydýn sahra-niþîn: çadýrda yaþayan, göçer, bedevî süreyya: ülker (pervin) yýldýzý. yedi (veya altý) yýldýzlardýr ki, ikiþer ikiþer karþýlýklý dururlar ve ay ýn geçtiði yerlere yakýn görünürler ulvî: yüce, yüksek üslûb-u ifade: ifâde üslûbu

334 Sözler olduðunu zevkin varsa anlarsýn. Meselâ: On Dokuzuncu Sözün âhirinde isbat edildiði gibi, (Güneþ de kendisine tayin edilmiþ bir yere doðru akýp gider/36:38) deki kelimesi þöyle bir üslûb-u âliye pencere açar. Þöyle ki: lâfzýyla yani: Güneþ döner tabiriyle kýþ ve yaz, gece ve gündüzün deveranýndaki muntazam tasarrufât-ý Kudret-i Ýlâhiyeyi ihtar ile Sâniin azametini ifham eder ve o mevsimlerin sahifelerinde kalem-i kudretin yazdýðý mektûbât-ý Samedâniyeye nazarý çevirir. Hâlik-ý Zülcelâlin hikmetini i lâm eder. (Güneþi de bir lâmba yaptý/71:16) Yani, lâmba tâbiriyle þöyle bir üslûba pencere açar ki, þu âlem bir saray ve içinde olan eþya ise insana ve zîhayata ihzar edilmiþ müzeyyenat ve mat ûmat ve levazýmat olduðunu ve güneþ dahi musahhar bir mumdar olduðunu ihtar ile Sâni in haþmetini ve Hâlik ýn ihsanýný ifham ederek tevhide bir delil gösterir ki, müþriklerin en mühim, en parlak mâbud zannettikleri güneþ, musahhar bir lâmba, câmid bir mahlûktur. Demek (Lâmba, kandil) tâbirinde Hâlik ýn azamet-i Rubûbiyyetindeki rahmetini ihtar eder. Rahmetin vüs atindeki ihsanýný ifham eder ve o ifhamda saltanatýnýn haþmetindeki keremini ihsas eder ve bu ihsasda vahdaniyeti i lâm eder ve mânen der: Câmid bir sýrâc-ý musahhar hiçbir cihette ibâdete lâyýk olamaz. Hem cereyân-ý (Dönen, akýp giden) tâbirinde gece gündüzün, kýþ ve yazýn dönmelerindeki tasarrufat-ý muntazama-i acîbeyi ihtar eder ve o ihtarda Rubûbiyyetinde münferid bir Sâni in azamet-i kudretini ifham eder. Demek þems ve kamer noktalarýndan beþerin zihnini gece ve gündüz, kýþ ve yaz sahifelerine çevirir ve o sahifelerde yazýlan hâdisatýn satýrlarýna nazar-ý dikkati celb eder. Evet Kur ân güneþten güneþ için bahsetmiyor. Belki, onu ýþýklandýran Zât için bahsediyor. Hem, güneþin insana lüzumsuz olan mahiyetinden bahsetmiyor. Belki güneþin vazifesinden bahsediyor ki San at-ý Rabbâniyyenin intizamýna bir zenberek ve azamet-i kudret: kudretin büyük-lüðü câmid: cansýz, durgun, donmuþ deveran: dönmek, dolaþmak, devretmek hâlik-ý zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haþmetiyle herþeyi yoktan yaratan Allah ifham: iknâ edip sükût ettirme, delil göstermekle ve ispat etmekle galip gelme ihsas: açýk anlatmadan kapalýca bahsetme, hissettirme ihzar: hazýrlamak i'lâm : bildirmek, öðretmek insicam: düzgünlük, pürüzsüz olma, uyum kelimât-ý Kur'aniye: Kur ân ýn söz-leri, kelimeleri levazýmat : lâzým olan þeyler mat'ûmat: yemekler, taamlar mektûbât-ý samedâniye: herbiri Cenâbý Hakk ýn birer mektubu olan, yani O nun isim ve sýfatlarýný anlatan varlýklar mumdar: aydýnlatan, ýþýklandýran mum tutan muntazam: düzene girmiþ, intizamlý musahhar: emre verilmiþ, itaatkâr, fethedilmiþ, birine baðlanmýþ münferid: tek, yalnýz, tek baþýna müzeyyenat: süslü þeyler rubûbiyet: Cenâb-ý Hakk ýn her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduðu þeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altýnda bulundurmasý vasfý sýrâc-ý musahhar: emre boyun eðen lâmba, itaatkâr lâmba, güneþ tasarrufât-ý kudret-i ilâhiye: Allah ýn kudretiyle yaptýðý iþler, fiiller, tasarruflar tasarrufat-ý muntazama-i acibe: hayret verici ve düzenli olan tasarruflar, iþler, fiiller üslûb-u âli: yüce üslûb vahdaniyet: Allah ýn tek ve benzersiz olup, kusur ve noksanlardan uzak olmasý vüs'at: geniþlik zenberek: hareketi saðlayan güç kaynaðý, hareket yaptýran âlet zîhayat: hayat sahibi, canlýlar

Yirmibeþinci Söz 335 hilkat-i Rabbâniyyenin nizamýna bir merkez, hem Nakkaþ-ý Ezelî nin gece gündüz ipleriyle dokuduðu eþyadaki san at-ý Rabbâniyyenin insicamýna bir mekik vazifesini yapýyor. Daha sair kelimât-ý Kur âniyeyi bunlara kýyas edebilirsin. Âdeta basit, me lûf birer kelime iken lâtif mânalarýn definelerine birer anahtar vazifesini görüyor. Ýþte ekseriyetle üslûb-u Kur ân ýn geçen tarzlarda ulvî ve parlak olduðundandýr ki, bâzan bir bedevî Arab birtek kelâma meftun olur. Müslüman olmadan secdeye giderdi. Bir bedevî (Artýk emrolunduðun þeyi, kafalarýný çatlatýrcasýna ýsrarla anlat/15:94) kelâmýný iþittiði an da secdeye gitti. Ona dediler: Müslüman mý oldun? Yok dedi, ben þu kelâmýn belâðatýna secde ediyorum. (Bkz. el-âlûsî, Rûhu l-meânî: 14:85) Dördüncü Nokta: Lâfzýndaki fesahat-ý hârikasýdýr. Evet Kur ân mânen üslûb-u beyan cihetiyle fevkalâde belið olduðu gibi, lâfzýnda gayet selis bir fesahati vardýr. Fesahatin kat î vücuduna, usandýrmamasý delildir ve fesahatin hikmetine, fenn-i beyan ve maânînin dâhi ulemasýnýn þehadetleri bir bürhân-ý bâhirdir. Evet, binler defa tekrar edilse usandýrmýyor. Belki lezzet veriyor. Küçük basit bir çocuðun hâfýzasýna aðýr gelmiyor; hýfzedebilir. En hastalýklý, az bir sözden müteezzi olan bir kulaða nahoþ gelmiyor, hoþ geliyor. Sekeratta olanýn damaðýna þerbet gibi oluyor. Zemzeme-i Kur ân onun kulaðýnda ve dimaðýnda aynen aðzýnda ve damaðýnda mâ-i zemzem gibi leziz geliyor. Usandýrmamasýnýn sýrr-ý hikmeti þudur ki: Kur ân, kulûbe kut ve gýda ve ukule kuvvet ve gýnâdýr ve ruha mâ ve ziyâ ve nüfusa devâ ve þifâ olduðundan usandýrmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayýz. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandýracak. Demek Kur ân hak ve hakikat ve sýdk ve hidayet ve hârika bir fesahat olduðundandýr ki, usandýrmýyor, daima gençliðini muhafaza ettiði gibi tarâvetini, halâvetini de muhafaza ediyor. Hattâ Kureyþ in rüesâsýndan müdakkik bir belið, müþrikler tarafýndan, Kur ân ý dinlemek için gitmiþ. Dinlemiþ, dönmüþ, demiþ ki: Þu kelâmýn öyle bir halâveti ve tarâveti var ki, kelâm-ý beþere benzemez. Ben þairleri, kâhinleri biliyorum. Bu onlarýn hiç sözlerine benzemez. Olsa olsa etbâýmýzý kandýrmak için sihir demeliyiz. Ýþte Kur ân-ý Hakîm in en muannid düþmanlarý bile fesahatinden hayran oluyorlar. belið: belâgatlý söz; maksadý tam olarak, noksansýz ve güzel bir üslûpla ifade eden söz bürhân-ý bahir: açýk delil dimað: akýl, zihin, fikir, beyin etbâ: tâbi olanlar, uyanlar, birisinin idâresinde olanlar, baðlý olanlar, halk, yönetilenler fenn-i beyan: edebiyatýn hakîkat, teþbih, istiâre, mecâz ve kinâye kýsýmlarýndan bahseden ilim dalý fesahat-ý harika: insaný hayrette býrakacak derecede doðru ve düzgün söyleyerek açýk ve güzel ifâde etme halâvet: tatlýlýk, þirinlik hilkat-i Rabbâniye: herþeyi terbiye ve idâre eden Allah ýn yaratmasý kelâm-ý beþer: insan sözü maânî: mânalar mâ-i zemzem: zemzem suyu meftun: aþýk, aþýrý bir sevgiyle baðlanmýþ, tutkun me'lûf: alýþýlmýþ, ülfet edilmiþ muannid: inatçý, bir noktada inad edip duran müdakkik: dikkatle araþtýran müteezzi: ezâ duyan, üzgün, incinen, cefâ gören Nakkaþ-ý Ezeli: zaman ve mekânla kayýtlý olmayan ve herþeyi nakýþ nakýþ iþleyen Allah nüfus: nefisler, canlar, þahýslar rüesâ: reisler, baþkanlar sekerat: ölüm âný, can çekiþtirme, ölmek üzere olan bir kimsenin kendinden geçmesi sýrr-ý hikmet: fayda ve gayenin sýrrý tarâvet: tazelik, körpelik tenvin: arapça bir kelimenin sonuna en, in, ün gelme hâli ukul: akýllar zemzeme-i Kur'an: Kur an ýn hoþ sesi

336 Sözler Kur ân-ý Hakîm in âyetlerinde, kelâmlarýnda, cümlelerinde fesahatin esbâbýný îzah çok uzun gider. Onun için sözü kýsa kesip yalnýz nümune olarak bir âyetteki huruf-u hecâiyenin vaziyetiyle hâsýl olan bir selâset ve fesahat-i lâfzýyeyi ve o vaziyetten parlayan bir lem a-i i câzý göstereceðiz. Ýþte: (Sonra Allah, bu kederin ardýndan size bir emniyet, bir uyku verdi de, içinizden ihlâs ile iman etmiþ olanlarý o uyku sarýverdi /3:154) ilâ âhir.. Ýþte þu âyette bütün huruf-u heca mevcuttur. Bak ki, sakil, aðýr bütün aksâm-ý huruf, beraber olduðu halde selâsetini bozmamýþ. Belki, bir revnâk ve muhtelif tellerden mütenasip, mütesânid bir naðme-i fesahat katmýþ. Hem, þu lem a-i i câza dikkat et ki, hurûf-u hecâdan ile en hafif ve birbirine kalbolduðu için iki kardeþ gibi (Haþiye-1) herbirisi yirmi bir kere tekrarý var. ile birbirinin kardeþi ve birbirinin yerine geçtiði için her birisi otuz üçer def a zikredilmiþtir.,, mahreççe, sýfatca, savtça kardeþ olduklarý için her biri üç def a,, kardeþ olduklarý halde daha hafif altý def a sýkleti için yarýsý olarak üç def a zikredilmiþtir.,,, mahreççe, sýfatca, sesce kardeþ olduklarý için herbirisi ikiþer def a, ve ile beraber ikisi suretinde ittihad ettikleri ve, suretinde hissesi ýn yarýsýdýr. Onun için kýrk iki def a, onun yarýsý olarak yirmi bir def a zikredilmiþtir. Hemze ( ), ile mahreççe kardeþ olduklarý için hemze (Haþiye-2) on üç, bir derece daha hafif olduðu için on dört def a,,, kardeþ olduklarý için ýn bir noktasý fazla olduðu için on, dokuz, dokuz, dokuz, on iki, _ nýn derecesi üç olduðu için on iki def a _ zikredilmiþtir., ýn kardeþidir. Fakat ebced hesabýyla iki yüz, otuzdur. Altý derece yukarý çýktýðý için altý derece aþaðý düþmüþtür. Hem telâffuzca tekerrür ettiðinden sakil olup yalnýz altý def a zikredilmiþtir.,,, sýkletleri ve bâzý cihat-ý münâsebât için birer def a zikredilmiþtir., dan ve hemze ( ) den daha hafif ve dan ve ten daha sakil olduðu için on yedi def a _ sakil hemze den dört derece yukarý, hafif ten dört derece aþaðý _ zikredilmiþtir. (Haþiye-1) Tenvin dahi nun dur (Haþiye-2) Hemze, melfuz ve gayr-i melfuz yirmi beþdir ve hemzenin sâkin kardeþi elif ten üç derece yukarýdýr. Zira hareke üçtür. aksâm-ý huruf: harflerin kýsýmlarý cihat-ý münâsebât: münâsebet yönleri fesahat-i lâfzýye: lafýzdaki açýklýk ve anlaþýlýrlýðýndaki güzellik. hurufat: harfler hurûf-u hecâ: alfabe sýrasýna göre dizili harfler, kelimelerdeki harflere ayrýca ses katan elif, vav, he, yâ harfleri ittihad: birleþmek, birlik. lem'a-i i'câz: mu cizelik parýltýsý mahreç: çýkýþ yeri, çýkýþlý, ses ve harflerin aðýzdan çýktýðý yer, harfleri doðru ve aðzýn çýkmasý gereken yerlerinden çýkarma mütenasip: uygun, aralarýnda düzenli bir bað bulunan mütesânid: birbirine dayanýp kuvvet alan naðme-i fesahat: doðru, düzgün, açýk ve güzel ifâdeli oluþun sesi revnak: süs, parlaklýk, göz alýcýlýk, güzellik sakil : aðýr savt: ses selâset : ifâdedeki akýcýlýk, açýklýk, kolaylýk ve rahatlýk tekerrür: tekrarlanma vaziyet-i huruf: harflerin vaziyeti

Ýþte þu hurufun bu zikrinde hârikulâde bu vaziyet-i muntazama ile ve o münâsebet-i hafiye ile ve o güzel intizam ve o dakik ve ince nazm ve insicam ile iki kere iki dört eder derecede gösterir ki, beþer fikrinin haddi deðil ki, þunu yapabilsin. Tesadüf ise, muhaldir ki, ona karýþsýn. Ýþte þu vaziyet-i hurufdaki intizam-ý acib ve nizam-ý garib, selâset ve fesahat-i lâfziyeye medar olduðu gibi daha gizli çok hikmetleri bulunabilir. Madem hurufatýnda böyle intizam gözetilmiþ; elbette kelimelerinde, cümlelerinde, mânalarýnda öyle esrarlý bir intizam, öyle envarlý bir insicam gözetilmiþ ki, göz görse güzel dilemiþ), akýl anlasa Yirmibeþinci Söz 337 (Allah ne mübarek kýlmýþ/yaratmýþ) diyecek. (Allah ne güzel yapmýþ, ne Beþinci Nokta: Beyanýndaki beraattir. Yani, tefevvuk ve metanet ve haþmettir. Nasýl ki, nazmýnda cezâlet, lâfzýnda fesahat, mânasýnda belâðat, üslûbunda bedâat var. Beyanýnda dahi faik bir beraat vardýr. Evet terðib ve terhib, medh ve zem, isbat ve irþâd, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ý kelâmiyede ve tabakat-ý hitabiyede beyânât-ý Kur âniye en yüksek mertebededir. Meselâ: Meselâ: Makam-ý terðib ve teþvikte hadsiz misâllerinden, meselâ Sûre-i (Ýnsan üzerinden öyle bir devir geçti ki.../76:1) de beyanatý, (Haþiye-1) âb-ý kevser gibi hoþ, selsebil çeþmesi gibi selâsetle akar, cennet meyveleri gibi tatlý, hûri libasý gibi güzeldir. Makam-ý terhib ve tehditte pek çok misâllerinden meselâ: (Dehþeti herþeyi kaplayan kýyametin haberi sana geldi mi?/88:1) sûresinin baþýnda beyânât-ý Kur âniye ehl-i dalâletin simâhýnda kaynayan rasas gibi, dimaðýnda yakan ateþ gibi, damaðýnda yanan zakkum gibi, yüzünde saldýran Cehennem gibi, mîdesinde acý, dikenli dari gibi te sir eder. Evet bir zâtýn tehdidini gösteren cehennem gibi bir azap memuru, öfkesinden ve gayzýndan parçalanmak vaziyetini almasý ve ([Cehennem] Neredeyse öfkeden parçalanacak! /67:8) söylemesi, söyletmesi, o zâtýn terhibi ne derece dehþetli olduðunu gösterir. Makam-ý medhin binler misâllerinden baþýnda (Hamd, Allah a mahsustur) olan beþ sûrede (Bkz. 1:1; 6:1; 18:1; 34:1; 35:1) beyânât-ý Kur âniye güneþ gibi parlak, (Haþiye-2) yýldýz gibi zînetli, (Haþiye-1) Þu üslûb-u beyan, o sûrenin meâlinin libasýný giymiþ. (Haþiye-2) Þu tâbiratta o sûrelerdeki bahislere iþaret var. âb-ý kevser: cennette bulunan kevser ýrmaðý aksâm-ý kelâmiye: sözün çeþitleri, kýsýmlarý bedâat: hayret vericilik, yenilik ve iyiliklerde üstünlük, acib ve garib olma, çekicilik cezâlet: tutuk olmayan, ahenkli, akýcý ve güzel ifâde envar: nurlar. aydýnlýklar fesahat: ve düzgün söyleyerek açýk ve güzel ifâde etme fesahat-i lâfziye: anlatýlanlarý doðru ve düzgün söyleyerek açýk ve güzel bir þekilde ifâde etme ifhâm: iknâ edip sükût ettirme, delil göstermekle ve ispat etmekle galip gelme insicam: düzgünlük, pürüzsüz olma intizam-ý acib: þaþýrtýcý düzen, tertib irþâd: doðru yolu gösterme; gafletten uyandýrýp hidâyet yolunu gösterme libas: elbise makam-ý medh: medih, övme yeri makam-ý terhib: korkutma makamý metanet: kararlýlýk, dayanýklýlýk, saðlamlýk münâsebet-i hafiye: gizli münâse-betler, ilgi ve baðlar tabakat-ý hitabiye: hitâp tabakalarý, mertebeleri nizam-ý garib: þaþýrtýcý düzen selâset : ifâdedeki akýcýlýk, açýklýk, kolaylýk ve rahatlýk tefevvuk: üstünlük, üstün olma, üstün gelme terðib: isteklendirme, ümit verme, raðbet verdirme, þevklendirme terhib: korkutma; fazla korkutma vaziyet-i muntazama: düzenli durum

338 Sözler semâvat ve zemin gibi haþmetli, melekler gibi sevimli, dünyada yavrulara rahmet gibi þefkatli, âhirette cennet gibi güzeldir. Makam-ý zem ve zecirde binler misâllerinden meselâ: (Sizden biri, ölü kardeþinin etini yemekten hoþlanýr mý?/49:12) âyetinde zemmi altý derece zemmeder. Gýybetten altý derece þiddetle zecreder. Þöyle ki: Mâlûmdur: Âyetin baþýndaki hemze, sormak (âyâ) mânasýndadýr. O sormak mânasý su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. Ýþte birinci hemze ile der: Âyâ, sual ve cevab mahalli olan aklýnýz yok mu ki bu derece çirkin birþey i anlamýyor. Ýkincisi: (Hoþlanýr) lâfzý ile der: Âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuþ mu ki, en menfur bir iþi sever. Üçüncüsü: (Sizden biri) kelimesiyle der: Cemaatten hayatýný alan hayat-ý içtimâye ve medeniyetiniz ne olmuþ ki, böyle hayatýnýzý zehirleyen bir ameli kabul eder. Dördüncüsü: canavarcasýna arkadaþýný diþle parçalamayý yapýyorsunuz. Beþincisi: (Eti yemeyi) kelâmýyla der: Ýnsâniyetiniz ne olmuþ ki, böyle (Kardeþinin) kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sýla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeþiniz olan bir mazlûmun þahs-ý mânevîsini insafsýzca diþliyorsunuz. Hiç aklýnýz yok mu ki, kendi âzanýzý kendi diþinizle divâne gibi ýsýrýyorsunuz. Altýncýsý: (Ölü olarak) kelâmýyla der: Vicdanýnýz nerede? Fýtratýnýz bozulmuþ mu ki, en muhterem bir halde bir kardeþine karþý etini yemek gibi en müstekreh bir iþ yapýlýyor. Demek zem ve gýybet, aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fýtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. Ýþte bak! Nasýlki, þu âyet, îcazkârane altý mertebe zemmi zemmetmekle i cazkârane altý derece o cürümden zecreder. Makam-ý isbatda binler misâllerinden meselâ: (Þimdi Allah ýn rahmet eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasýl diriltmektedir. Þüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, herþeye kadirdir/30:50) de, haþri isbat ve istib âdý izâle için öyle bir tarzda ameli: uygulamalý, pratik, tatbikî cihet: yön, taraf; vesile, sebep, bahâne fýtrat: yaratýlýþ, huy, tabiat gurub: batma, batýþ, batýda görünmez olmak hayat-ý içtimaiye: sosyal hayat. i'cazkârane: benzerini yapmaktan insanlarý âciz býrakarak, mu cizeli bir þekilde istib'âd: uzaklaþma, uzak görme, ihtimal vermeme, olmayacak sanma makam-ý isbat: isbat yeri makam-ý zem: kötüleme ve ayýplama yeri menfur: nefret edilen mezmum: kötü, makbul olmayan müstekreh: tiksinilen. iðrenç. çirkin rikkat-i cinsiye: insanýn kendi cinsinden olana acýmasý sýla-i rahm: hýsým akrabayý ziyâret etme, onlarla görüþme ve mektuplaþma; alâkayý devam ettirme þahs-ý manevî: manevi þahsiyet, bireysel deðil toplumsal bir kiþilik; tüzel kiþilik. tafsil: ayrýntýlarýyla anlatmak, bildirmek, açýklamak vahdaniyet: Allah ýn bir ve tek olmasý

Yirmibeþinci Söz beyan eder ki, fevkýnde isbat olamaz. Þöyle ki: Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatýnda, Yirmi Ýkinci Sözün Beþinci Lem asýnda isbat ve izah edildiði gibi; her bahar mevsiminde ihyâ-yý arz keyfiyetinde üç yüz bin tarzda haþrin numunelerini nihayet derecede girift, birbirine karýþtýrdýðý halde nihayet derecede intizam ve temyiz ile nazar-ý beþere gösteriyor ki, bunlarý böyle yapan Zâta, haþir ve kýyamet aðýr olamaz, der. Hem zeminin sahifesinde yüz binler envâý, beraber birbiri içinde kalem-i kudretiyle hatasýz, kusursuz yazmak; birtek Vâhid-i Ehad in sikkesi olduðundan, þu âyetle güneþ gibi vahdaniyeti isbat etmekle beraber, güneþin tulû ve gurubu gibi kolay ve kat î, kýyamet ve haþri gösterir. Ýþte (Nasýl?) lâfzýndaki keyfiyet noktasýnda þu hakikati gösterdiði gibi, çok sûrelerde tafsil ile zikreder. 339 Meselâ: Sûre-i (Kaf. Þerefi pek yüce olan Kur ân a yemin olsun/50:1) de öyle parlak ve güzel ve þirin ve yüksek bir beyanla haþri isbat eder ki, baharýn gelmesi gibi kat î bir surette kanâat verir. Ýþte bak: Kâfirlerin, çürümüþ kemiklerin dirilmesini inkâr ederek Bu acibtir, olamaz (Bkz. 50:2) demelerine cevaben: (Üstlerindeki göðe bakmazlar mý, onu nasýl bina edip süsledik ki, hiçbir gediði [kusuru] yoktur/50:6) ilâ âhir.. (Ýþte kabrinizden çýkýþýnýz da böyle olacaktýr/50:11) a kadar ferman ediyor. Beyâný su gibi akýyor. Yýldýzlar gibi parlýyor. Kalbe hurma gibi hem lezzet, hem zevk veriyor. Hem rýzk oluyor. Hem makam-ý isbatýn en lâtif misâllerinden: der. Yani, Hikmetli Kur ân a kasem ederim. Sen resullerdensin. (Bkz. 36:1-3) Þu kasem iþaret eder ki, risâletin hücceti o derece yakînî ve haktýr ki, hakkaniyette makam-ý tâzim ve hürmete çýkmýþ ki, onunla kasem ediliyor. Ýþte þu iþaret ile der: Sen resulsün. Çünkü: Senin elinde Kur ân var. Kur ân ise, haktýr ve Hakk ýn kelâmýdýr. Çünkü, içinde hakikî hikmet, üstünde sikke-i i câz var. Hem makam-ý isbatýn îcâzlý ve i câzlý en lâtif misâllerinden: Yani: Ýnsan der: Çürümüþ kemikleri kim diriltecek? Sen, de Kim onlarý bidayeten bidayet: baþlangýç, baþ efrad : fertler, þahýslar envâ: çeþitler, türler, cinsler, nevîler girift: iç içe girmiþ, karmaþýk hüccet: senet, vesika, delil; bir iddiânýn doðruluðunu ispat için gösterilen belge îcâz: az sözle çok mânâlar anlatma. izâle: ortadan kaldýrma, yok etme kalem-i kudret: kudret kalemi, yani kalem makam-ý isbat: isbat yeri makam-ý tâzim: hürmet makamý nazar-ý beþer: insanýn bakýþý, görüþü. sayha: çaðrý, çýðlýk, feryad, nârâ sikke-i i'câz: mu cizelik damgasý tulû: doðma, doðuþ, birden zuhur etme vâhid-i ehad: bir olan ve birliði her bir þeyde tecellî eden Allah

340 Sözler inþa edip hayat vermiþ ise, o diriltecek. (Bkz. 36:78-79) Onuncu Söz ün Dokuzuncu Hakikatinin üçüncü temsilinde tasvir edildiði gibi, bir zât, göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teþkil ettiði halde, biri dese; Þu zât, efradý istirahat için daðýlmýþ olan bir taburu bir boru ile toplar. Tabur nizamý altýna getirebilir. Sen ey insan, desen; Ýnanmam. Ne kadar dîvanece bir inkâr olduðunu bilirsin. Aynen onun gibi hiçten, yeniden ordu-misal bütün hayvanat ve sair zîhayatýn tabur-misâl cesedlerini kemâl-i intizamla ve mîzan-ý hikmetle o bedenlerin zerratýný ve letâifini Emr-i kün feyekûn ile kaydedip birleþtiren ve her karnda hattâ her baharda rûy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevilhayat envâlarýný, taifelerini îcad eden bir Zât-ý Kadîr-i Alîm, tabur-misâl bir cesedin nizamý altýna girmekle birbiriyle tanýþmýþ zerrât-ý esâsiye ve eczâ-yý asliyyeyi bir sayha ile Sûr-u Ýsrâfil in borusu ile nasýl toplayabilir! Ýstib âd suretinde denilir mi! Denilse, eblehcesine bir dîvâneliktir. Makam-ý irþadda beyânât-ý Kur âniye o derece müessir ve rakiktir ve o derece mûnis ve þefiktir ki þevk ile ruhu, zevk ile kalbi, aklý merakla ve gözü yaþla doldurur. Binler misâllerinden yalnýz þu; (Sonra, bütün bunlarýn ardýndan, kalbiniz yine katýlaþtý. Sanki taþ kesildi, hatta taþtan da katýlaþtý/2:74) ilâ âhir... Yirminci Sözün Birinci Makamýnda üçüncü âyet mebhasinde isbat ve izah edildiði gibi Benî-Ýsrâil e der: Mûsa Aleyhisselâm ýn asâsý gibi bir mu cizesine karþý sert taþ, on iki gözünden çeþme gibi yaþ akýttýðý halde, size ne olmuþ ki; Mûsa Aleyhisselâmýn bütün mu cizatýna karþý lâkayd kalýp gözünüz kuru, yaþsýz, kalbiniz katý, ateþsiz duruyor. O Söz de þu mâna-yý irþâdî izah edildiði için oraya havale ederek burada kýsa kesiyorum. Makam-ý ifhâm ve ilzamda binler misâllerinden yalnýz þu iki misâle bak: Birinci misâl: Yani: Eðer, bir þüpheniz varsa, size yardým edecek, þehadet edecek bütün büyüklerinizi ve taraftarlarýnýzý çaðýrýnýz. Birtek sûresine bir nazîre yapýnýz. (Bkz. 2:23) Ýþârâtü l-ý câz da izah ve isbat edildiði için burada yalnýz icmâline iþaret ederiz. Þöyle ki: Kur ân-ý Mu cizü l- Beyan diyor: Ey ins ve cin! Eðer Kur ân, kelâm-ý Ýlâhî olduðunda þüpheniz varsa, bir beþer kelâmý olduðunu tevehhüm ediyorsanýz, haydi, iþte meydan, geliniz! Siz dahi Ona Muhammedü l-emîn dediðiniz zât gibi, okumak yazmak bilmez, kýraat ve kitabet görmemiþ bir ümmîden bu Kur ân gibi bir kitab getiriniz; yaptýrýnýz. Bunu yapamazsanýz, haydi ümmî eczâ-yý asliye: parçalar, bir bütünü meydana getiren temel unsurlar icmâl: hülâsa etme, kýsaltma, bir araya toplama, kýsa anlatmak, uzun bir hesaptan sonra çýkarýlan netice kemâl-i intizam: tam düzen, mükemmel intizam makam-ý ifhâm: delille isbatlama, anlatma makamý makam-ý irþad: irþad makamý, doðru yolu gösterme mertebesi mebhas: konu, bir meseleye âit söz mîzan-ý hikmet: hikmet terâzisi, hikmet ölçüsü mûnis: alýþýlmýþ, ehlîleþmiþ, cana yakýn, sevimli, dost, itaatkâr müessir: eseri yapan; tesirli, dokunaklý rakik: yufka yürekli, ince merhamet ve þefkat sahibi olan rûy-i zemin: yeryüzü sûr-u Ýsrafil: Hz. Ýsrafil in (a.s.) borusu þefik: þefkatli, merhametli, acýyan tevehhüm: zannetme, evhamlanma, yok olaný var zannetmekle ümitsizliðe ve korkuya düþme zât-ý Kadîr-i Alîm: herþeyi bilen ve herþeye gücü yeten Cenab-ý Hak zerrât-ý esâsiye: temel zerreler, esas moleküller, maddenin yapý taþlarý zevilhayat: hayat sahibi, canlýlar