Uysal Cinayetler. gibi Roman Şiir gibi. Serkan Engin



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Erotik Şiirler Atlasım. Serkan Engin. (Derleme)

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır.

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

CİN ALİ İLE BERBER FİL

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

İnsan Okur. Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

DERİNSU ANAOKULU Haziran Ayı Eğitim Bülteni

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

İşitme Engelli Öğrenciler için Tek Kart Resimler ile Kelime Çalışması. Hazırlayan Engin GÜNEY Özel Eğitim Öğretmeni

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU. NİSAN AYI 1. ve 2. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Esrarengiz Olaylar. Dangg Dongg Dangg

tellidetay.wordpres.com

1. Bölüm. Uçağın kalkmasına bir saat vardı. Birkaç dakika içinde kapıya çağırılacaklardı. Eğer yapacaksa, şimdi yapması gerekiyordu.

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı.

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

KÜÇÜK UYKULAR BAHÇESİ

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

Bir adam... Bel Plan Dış/Gün. Bir şehir... Geniş Açı. Ve insanlar... Geniş Açı

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Örnek alınacak en güzel insan Hz. Muhammed hayatı boyunca görüntüsüne ve hareketlerine dikkat etmiştir.

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

ISBN :

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK


Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

ilkokul Yeşilcan la Temiz Hava

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI ARALIK AYI BÜLTENİ

Sevda Üzerine Mektup

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Bilmece ŞİPŞAK BİLMECELER DEYİM VE ATASÖZLERİ. 2. basım. Resimleyen: Ferit Avcı

Korkut un Hindistan Güncesi - 2 Delhi. 2 Delhi Cuma Delhi`de 2.gün

Yeşilcan la. Temiz Hava. İlkokul

Tuğrul Tanyol. Beyaz at. Sönmüş kentleri dolaştım sessizlikte Boş meydanları, kirli sokakları Herkes kendi yankısının peşinde

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

TÜRKÇE PAMUK DEDE soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. 1) Aşağıdakilerden hangisi Pamuk dede nin yaptığı işlerden birisi değildir?

Transkript:

Uysal Cinayetler gibi Roman Şiir gibi Serkan Engin

İmgeci Toplumcu Roman Manifestosu Sürekli artan bir ivmeyle hızlanan teknolojik gelişmeler bağlamında nesnel gerçeklik, çağdaş roman okurunun alımlama tavrını değiştirmektedir. Televizyon ve internet üzerinden, yoğun bir şekilde, hızlı ve değişken görsel alımlama süreçleri yaşayan günümüz roman okuruna yazılacak olan romanlar, bu görsel alımlama alışkanlığına koşut olarak sinematografik özelliklerden kaçınılmaz bir şekilde yararlanmak zorundadır. Hızlı kurgulanmış hayatlar yaşayan günümüz insanının okuyacağı romanlarda, sinemadaki hızlı kurgu tekniği kullanılmalıdır. Daha ötesi romancı, romanını, kafasının içinde film çeker gibi sekanslar halinde yazıp görsel etkisini somutlaştırmaya çalışmalı ve hızlı hayatından dolayı odaklanma sorunu yaşayan okurun ilgisini ayakta tutacak çarpıcı ve hızlı bir kurguyla romanını kotarmalıdır. Hız üzerinden kendini var eden günümüz insanının, oylumlu ve akıcılıktan uzak bir metne yoğunlaşması beklemez. Bu bağlamda imgeci toplumcu roman, kısa olmalı; kurgusu, dili ve olay örgüsünün yapısıyla bir solukta okunabilmelidir. Ve/ ama ilk okunuşta tükenen bir metin olmamalı; okurda tekrar okuma gereksinimi oluşturacak bir yapıda olmalıdır. Bunu da, romanı her okuyuşta, yeni çağrışımlar geliştirebilecek imgesel bir dille yapmalıdır. Yani,şiir ile düzyazı arasında bir roman dili geliştirmelidir. İmgeci Toplumcu Roman anlayışı, bu sentez dille yazılan romanı, gibi Roman, Şiir gibi diye tanımlamaktadır. İlk örneği de, Serkan Engin tarafından yazılmış olan Uysal Cinayetler isimli romandır. Bireysel ve toplumsal temaları, bütüncül bir yapı içinde ele alan İmgeci Toplumcu Roman, anlamı etkin bir şekilde iletmeye yönelik her türlü biçimsel arayışa açıktır. İmgeci diliyle, hem roman dilinin doğrudan bildirişim yetisini, hem de şiir dilinin imgesel, çağrışımcı yapısını en üst düzeyde kullanmayı hedefler.

Emperyalist kapitalizmin sanattaki gölgesi post-modernizm, romanı da tüket-at modeline sokmuş; kendine ve doğaya yabancılaşmış bireyin, nesnel gerçeklik karşısında edilgen bir tavır sergilemesine katkıda bulunan, hayattan ve insandan kopuk bir roman anlayışını dayatmıştır. İmgeci Toplumcu Roman, hangi tür ya da türler kapsamında yazılırsa yazılsın, romanın, olay örgüsünün altındaki varsıl ileti(ler) ile toplumcu gerçekçi düzlemde, dizgeyi sorgulaması gerektiğini savunur. Okurun bilinç ve estetik algı düzeyini artırarak, nesnel gerçekliği, insandan yana olan dizge için değiştirecek olan bireylerin ve örgütlü bireyler bütünü olarak toplumun dönüşümünün hızlanmasını sağlamak amacındadır. İmgeci Toplumcu Roman, hem kendinin estetik amacı, hem de politik bir araçtır. İmgeci Toplumcu Roman, çok satmanın getirdiği yüksek kâr marjı için değil, insanı merkez alan yapısıyla, insan-doğa uyumu içinde, toplumsal dönüşüme katkıda bulunmak için vardır. Diyalektik gereği, her şey sürekli bir değişim-dönüşüm içindeyse ve her şey karşıtı ile beraber var ise, bugün post-modernist romanın karşıtı olarak var olacak roman anlayışı, İmgeci Toplumcu Roman olacaktır. Serkan Engin Ekin Sanat Ocak 2006

Roman yazdığım için bana aptal diyen babam a

I- 1 Gece, kara bir peçe gibi örtüyordu yüzleri. Ay, esmer bulutların işgali altında. Evleri ahtapot gibi saran sokak aralarında, acemi bir kumarbazın kaybetme korkusu. Evlerine koşturanlarda, henüz hedefine ulaşmamış bir merminin isabet kaygısı. Kapılarını içerden kapattığınızda evler, ana rahmi gibi sıcak ve güvenli, eğer sizi bekleyen birisi varsa içinde. Yalnız yaşayanlar için ev, ıssızlığın başkenti O nu bekleyen hiç kimse yoktu. Artık O da hiç kimseyi beklemiyordu. İnsanlar evlerine tıkıştırırken yanlarında her yere taşıdıkları umutlarını; O, soyunup evinin kurak ikliminden, gecenin siyah paltosunu giydi Hikmet in adımları, bir cerrahın dikiş atışı kadar sakin ve kararlıydı. Bir top mermisi çarpsa bile yıkılmayacaktı. Ara sokaklar, denize dökülen ırmaklar gibi ana caddeye varıyordu. Hikmet, köşeyi döner dönmez ansızın, caddeyle çarpıştı. Bu kadar çabuk buralara gelebildiğine şaşırdı.

Cadde, böcek yiyen çiçekler gibi tüm cazibesiyle avını bekliyordu. Yanardöner tabelalar ve indirim ilanları Meyhaneler ve birahaneler; yani umutsuzluk iklimi, hayal kırıklığının rehabilite merkezleri, kaldırımlara serpiştirilmiş seyyar satıcılar ve etini parayla takas etmeye itilmiş, kaldırımlarda toplum içindeki yerlerinden fazlasını işgal eden, kimi geçkin, kimi henüz tomurcuklanmaya başlamış birkaç kadın, akıp gidiyorlardı Hikmet in iki yanından. Giderek cadde, eski bir anı gibi gerilerde kalıyordu. Ve Hikmet in iskeleye doğru attığı her adımda, kanına daha çok adrenalin karışıyordu. Sonunda varmıştı iskelenin ucuna. Deniz, dipsiz bir uçurum gibi başlıyordu parmak uçlarının bittiği yerde. Artık Hikmet için ya düşmek vardı hayatın balkonundan bilinmeyene ya da teslim olmak canından bezdiren bu korkunç gidişe. Hadi oğlum Hikmet! Bir adım daha attın mı her şey bitecek. Hikmet, iskelenin ucuna çakılı ayaklarını hiç geriye kıpırdatmadan, belini ve boynunu oynatarak geriye dönüp baktı. Ayaklarını geriye çevirirse kararından cayacağından korkuyordu. Arkasında bıraktığı sadece bir kentin karmaşası mıydı? Bir demet yasemini ciğerlerini patlatırcasına koklamak, teninin tüm coğrafyasıyla sevişmek, dişlerini takırdatırcasına buz gibi su içmek, sinemanın en arka koltuğuna yayılıp film izlemek, sıcacık bir simidi çıtırdatarak yemek ve dahası da geride kalacaktı.

Hayret! Ne çok şey varmış bundan sonra yoksun kalacağım Yaptıkları kadar, isteyip yapamadıkları da geride kalmayacak mıydı? Nemrut Dağı nın zirvesinde Güneş in doğuşunu hiç izleyemeyecek; Laz takalarıyla balığa çıkamayacak; kilden çömlek yapmasını ve Fransızca konuşmasını öğrenemeyecek. Bütün bunları bir gün yapabilme olasılığı, biraz sonra O nunla beraber sulara gömülecekti. Yüzünü denize döndü. Denizin nerede bitip gökyüzünün nerede başladığı seçilemiyordu. Gecenin karanlık saltanatını devirecek olan Güneş ile buluşamayacaktı Hikmet. Buluşmamalıydı. Düşünsene Hikmet! Kim bilir bu deniz ne çok şeyi barındırıyor koynunda. Ne çok balık, midye, yosun Ne kadar kum, batık sandal ve daha neler Elbet sana da yer vardır aralarında. Aslında deniz evrensel küme. Hani matematik derslerinde anlatılan her şeyi kapsayan küme. Deniz Dünya nın alt kümesi be Hikmet. Hepimizi, her şeyi kapsıyor işte Off! Neler düşünüyorum ya Yeter artık lan! Kendimi denize atacağım ve bu iş bitecek. Elini iç cebine atıp sigarasını ve çakmağını çıkardı. Yarım paket kadar sigarası kalmıştı. Usulca bir tekini paketten çekip oya işler gibi dudaklarına iliştirdi ve yaktı. Günlerdir hiç sigara içmemişçesine bir istek ve haz ile ilk nefesi içine çekti. De ki bir ayin Hâlâ avucunda tuttuğu çakmağını saygıyla kaldırıp gözleriyle okşadı; Sibel in armağanıydı.

Uzun boylu, balıketi, güleç bir kızdı Sibel. Özü sözü bir, dobra bir kız Çin Seddi gibi dikilirdi acının karşısında; dokunduğu yerde umut yeşerirdi. Bir dönem Hikmet in dini imanı Sibel di. Yüreği koşar adım çarpardı; Sibel in elleri kaybolduğunda avuçlarında. Sibel in gözleri ürkek bir ceylan gibi sekerdi, Hikmet in yüzünün bozkırlarında. Aşk ı bir sustalı gibi saplamıştı bir zamanlar kalbine Sibel. Hâlâ duruyordu izi yerinde Ama koskoca bir aşk, Hikmet in gereksiz kıskançlığı yüzünden kuru bir çınar gibi devrilmişti. Kaç yıl oldu ayrılalı? Hâlâ beni anımsıyor mudur acaba? Hiç olmazsa son kez kana kana sarılabilseydim O na. Öpüp okşadı çakmağını. Sonra bir bebeği beşiğine yatırır gibi iç cebine koydu. Bir damla yaş firar etti gözünden. Hadi oğlum Hikmet, biraz cesaret. Denizin dibini boylayacaksın ve bu iş bitecek Başka yolu yok Hikmet. Hadi at artık kendini. Hadi İskelenin ucuna mıh gibi saplanmış ayaklarının üzerinden öne doğru belli belirsiz eğilip doğruldu. Hani n oldu!? Evde atıp tutuyordun. Mangalda kül bırakmıyordun hani.ha!?yemiyor di mi!? Başaracağım ulan! Bu işe nokta koyacağım Öne doğru bir hamle yapar gibi olduysa da korkusu ensesinden geriye doğru çekti. Hadi atsana lan kendini! At! Atamıyorum.

Atamazsın tabi korkak köpek! Ya ya Tanrı varsa?.. Oh ne âlâ! Şimdi mi imana geldin birden?.. Ya gerçekten Tanrı varsa? Böyle nasıl çıkarım karşısına? Ulan it! Korkak puşt! At ulan kendini at! Kapa çeneni artık! Asıl sen kapa da at kendini denize. Atamıyorum. Atmalısın! Atamıyorum! Atamıyorum! Atamıyorum!.. İskelenin ucuna çakılı halde boynundaki damarları çatlatırcasına haykırdı: Bu iş artık bitmeliiiiii

II- 2 İki Ay Önce: Hoş geldin Cemal komiserim. Ne var? Niye çağırdınız bu saatte!? Bir ceset bulunmuş da. Baş komiserim adli tıbba gidip görmemizi istedi. Tamam, gidelim. Emniyet Müdürlüğü nden çıkıp arabaya bindiler. Ümit direksiyona geçmişti. Geceydi. Yıldızlar, barbar bir kavim gibi istila etmişlerdi gökyüzünü. Teşhir ediyordu Ay, her ayrıntısını, bir striptizci edasıyla. Kent, arabanın iki yanından akıp gidiyordu. Cemal in gözü, bankamatik kulübesine sığınmış çocuklara takıldı. Onlar hayatın ıskartalarıydı. Şiddetin emzirdiği bu çocuklar, yüreklerinden taşıp uykularını bölen nefreti susturarak uyumaya çalışıyorlardı.

Yol boyunca hiç konuşmadılar. Cemal, Ümit e ölesiye kırgındı. Gerçeği kabullenemiyordu aslında. Ümit i kardeşi gibi severdi. Şimdi bir türlü inanamıyordu: İnsanın kardeşi nasıl eşcinsel olurdu. Hele Ümit Aslan gibi bir delikanlı Bu, Cemal in kaldırabileceği bir yük değildi. Bunun uyandığında bitecek bir kâbus olmasını diliyordu. Ümit, sakin, naif bir gençti. Kendini bildi bileli hem cinslerine ilgi duyardı, ama etrafa heteroseksüel gözükebilmek için hiç keyif almadığı halde kızlarla dolaşmış; el ele tutuşmuş ve iğrenerek öpüşmüştü. Şu dünyada en azından bir yakınına durumunu anlatabilmenin özgürlüğünü yaşayabilmek için bir akşam Cemal e cinsel kimliğini açıklamıştı. Açıklamaz olaydı. Cemal, kırmızı pelerin görmüş boğaya dönmüş; önlerinde duran masayı dağıtmıştı. Sinirden duvarları yumruklamış; Ümit e ana avrat sövmüştü. Asabi bir adamdı Cemal. Hani şu öfkesi saman alevi gibi olanlardan. Ama bu sefer öfkesi dinmek bilmiyordu. O gece kederden, bir hayalet gibi dolaşmıştı karanlıkta evin içinde. Tabutta volta atar gibi içi daralmıştı. Sonra adını unutana kadar içmiş ve sabaha karşı çocukluğundan bu yana ilk kez ağlamıştı 3 Gidecekleri yere vardılar. Arabayı park edip adli tıbbın kapısından içeri girdiler. Köşeyi dönüp alt kata, morga yöneldiler.

Merhaba Ahmet Abi. Hoş geldin Cemal. Nasılsın abi? İyidir be n olsun. Şu yeni gelen cesedi görmeye gelmiştik. Tamam. Gelin benimle. Karanlık, dar bir koridordan geçip geniş bir odaya vardılar. Oda, mantar tarlasını andırıyordu: Bir sürü sedye ve üzerlerinde beyaz çarşaflar örtülü cesetler Burası mezarlığın önsözüydü. Ahmet odanın ortasındaki bir sedyeye yöneldi. Cesedi örten çarşafı kaldırdığında Cemal le Ümit, irkilerek bir adım geriye sıçradılar. Yüzükoyun yatan cesedin başı yoktu. Boynu omuzlarının başladığı yerden biçimsiz bir şekilde kesilmişti. Cesedin üzerinde, geniş morluklar ve sigara yanıkları bulunuyordu. Sırtında, kuyruk sokumundan ensesine kadar kesici bir aletle kazınmış bir yazı: Hangi bir ipek yolu harf dizisi çoğaltır. Gördüğün gibi Cemal, adamın hurdasını çıkartmışlar. Ağır işkence görmüş. Çekiç gibi bir cisimle hemen hemen tüm kemikleri kırılmış, üzerinde bolca sigara söndürülmüş ve koyun gibi boğazlanmış. Bu ne ya! Hiç böylesini görmemiştim. Kafası bulunabilmiş mi peki? Hayır. Cesedi çevirsene Ahmet Abi dedi Ümit. Bir de önyüzüne bakalım. Ne o!? Herifin şeyini mi merak ettin diye sordu Cemal, sözünün yanına en aşağılayıcı bakışını ekleyerek.

Ümit, ilk kez bu kadar çok kızmıştı Cemal e. Durumunu kabullenemeyişini anlayabilirdi, ama bu aşağılayıcı tavrı çileden çıkartmıştı Ümit i. Buna rağmen sustu. Boğazından firar etmesine engel oldu öfkesinin. Çevirelim Ahmet Abi dedi Cemal, Ümit in kendisine bir namlu gibi doğrulttuğu bakışlarını görmezden gelerek. Ahmet, cesedi çevirdi. Ön tarafı da en az arkası kadar hasar görmüştü. Ve cesedin göğüs kafesinin tam ortasına kesici bir aletle büyükçe bir K harfi kazınmıştı. Bu iş bizi çok uğraştıracak diye mırıldandı Cemal. Tamam Ahmet Abi. Kapatabilirsin Raporun ne zaman hazır olur? Sabaha yetiştiririm. Peki abi, kolay gelsin. Sağ ol, size de. Cemal önde, Ümit bir adım geride, mantar tarlasının içinden zarifçe süzülerek geçtiler. Karanlık koridordan öncekine göre daha fazla ürpertiyle merdivenleri hızla tırmandılar. Direksiyona tekrar Ümit yerleşti. Yine yol boyunca hiç konuşmadılar. İkisinin de kafası karmakarışıktı. Bir yandan birbirlerini, diğer yandan da cesedi düşünüyorlardı. Cemal in evinin önüne geldiklerinde üst katın penceresine iki endişeli yürek yanaştı. Yarı mahcup yarı telaşlı iki çift göz, arabanın içindeki Cemal i okşayıp geri döndü. Araba durduğunda Cemal, hiç yüzüne bakmadan, Sabah bulabildiğiniz her şey hazır olsun, derken Ümit in Emredersiniz çekmesine sırtını dönerek aşağı indi.

Kafasını üst kattaki ev sahiplerinin penceresine kaldırdığında, cama yapışan yüzler cephe gerisine çekildi. Kapıyı açar açmaz holün ışığını yakıp mutfağa yöneldi. Buzdolabından çıkardığı birayı açıp kafasına dikti. Uzun boylu bir yudum çekip elindeki şişeyle salona yöneldi. Tam altında bir fotoğraf bulunan masa lambasını yaktı ve karşısındaki koltuğa gömüldü. Odada bir tek fotoğraf aydınlık, diğer ne varsa karanlıktı. Gözlerini fotoğrafa dikti. Fotoğraf yavaşça çerçevesinin kuşatmasını yarıp sımsıcak odaya yayıldı. Ve usulca okşadı Cemal in anılarını Güzel bir genç kızın fotoğrafıydı bu. Teni, beyazın en masum hâli; saçları en kızıl tonu şehvetin Gözlerinin altına birer tutam çil serpiştirilmiş. Ve fena halde elâ gözleri Birkaç bira devirip odayı nikotin imparatorluğuna çevirdikten sonra yatağa girip uykunun karasularına daldı. 4 Sabah, her zamanki gibi, gözlerini kendi evine açıyor olduğuna dehşetle şaşarak uyandı. Kaç yıl olmuştu bu eve yerleşeli, ama hâlâ uyandığında, yetimhanenin çorap ve sidik kokulu yatakhanesinde olmadığına inanamıyordu. Cemal in yalnızlığından başka hiç kimsesi yoktu. Ne kendini bebekken yetimhanenin kapısına bırakıp kaçan anasını tanırdı ne kimliği meçhul babasını Çocukluğuna dair anımsadığı en eski anılar, yetimhane müdürünün acımasız dayak seanslarıydı.

Yetimhanede her sabah korkuya açılırdı gözleri. Hele yatağını ıslattıysa kahvaltısı suratında patlayan gaddar tokatlardan başka bir şey olmazdı. Şiddet fırtınası halinde geçen gün boyu derin bir hasretle yatağını özlerdi. Yatağının koynuna girdiğinde, kendi evinin hayaline kapanırdı gözleri, bir de dayak atmayan ana-baba hasretine. Yatağını morfin kılmıştı, gece emzirirken düşlerini. O nun da saçlarını okşayacak bir anası olsaydı ya Salıncakta sallayacak bir babası Şefkate acıktı mı anacığına sarılırdı kocaman; güvene susadığında babasının göğsüne sığınırdı. Ne vardı böyle dımdızlak olacak. Cemal in neden ağır sıklet bir yalnızlığı vardı? Hâlâ sorardı bunu kendine. Sordukça da öfkesi bir molotof gibi infilak ederdi can kafesinin içinde Yüzünü henüz yıkamıştı ki kapı çalındı. Kapıyı açtığında, önceden prova edilmiş gülümsemesiyle Jale karşısındaydı. Jale, elindeki tıka basa börek dolu tabağı Günaydın diyerek hafifçe uzattı: Su böreği yapmıştım da Sen seversin diye bir tabak getirdim. Teşekkür ederim. Zahmet oldu. Aman canım ne zahmeti. Şey Akşam gidip, epey bir süre dönmeyince seni merak ettik Ha, o mu? Akşam adli tıbba gitmemiz gerekti de. Neyse Afiyet olsun. Provalı gülümsemesini tekrar yüzüne iliştirdi. Cemal, ağır ağır kapıyı kapatırken merdivenin basamaklarını tüketmeye başladı.

Jale ve Jülide, kardeş iki kıdemli kızdı. Hayli oluyordu ikisi de kırkı devireli. İkisi de Cemal e âşık oldukları halde hem bunu birbirlerine belli etmemeye çalışırlar hem de gizlice rekabet ederlerdi. Hayatı ıskaladıkları gerçeğini unutturan tek şey, Cemal in kendilerini sevebileceği umuduna sarılmaktı. Kız kardeşlerin kendisine kur yapmaları, Cemal in özgüveninin kanayan yerlerine pansuman olurdu. Cemal, ne tam ümit verirdi onlara ne de tam yakardı gemileri O nun için sevimli bir köşe kapmacaydı bu. Kahvaltısını Jale nin leziz su böreğiyle taçlandırdıktan sonra özenle çiçeklerini suladı. Onları tek tek okşayıp hepsiyle konuştu. Sonra eviyle vedalaşıp Emniyet Müdürlüğü ne doğru yola koyuldu Merkeze ulaşıp cinayet masasına geldiğinde alışılmadık bir gerilim karşıladı Cemal i. Akşam bulunan ceset, medyanın gözdesi olmuş ve bu durum İçişleri Bakanlığı nın dikkatini çekmişti. Günaydın komiserim, diyerek karşıladı Ümit Cemal i, sandalyesinden bu sefer usulen- hafifçe kalkarak. Cemal, çorak bir karşılıkla savuşturarak masasına oturdu. Sigarasını henüz yakmıştı ki üç şekerli demli çayı ilk nefese yetişti her zamanki gibi. Şey komiserim, diye gevelemeye başladı Ümit. Cemal ilk çayını bitirmeden Ümit in kendisine durum değerlendirmesi sunması olağan değildi, ama bu sefer durum farklıydı. Akşam bulunan ceset bütün gazetelerin manşetlerinde. Halk panik içinde. İçişleri Bakanı, bizzat arayarak şüphelilerin acilen bulunması için özel talimat vermiş.

Cesedin kimliğini tespit edebildiniz mi? Evet. Parmak izi taramasıyla kimliğine ulaştık. Adı Ziya Semerci. Kırık Ziya namıyla anılan kaşarlanmış bir torbacı. Uyuşturucu satıcılığından iki kere enselenmiş, yaralamadan da üç sabıkası var. Son vukuatından ötürü içerdeyken aftan yararlanarak dışarı çıkmış. Demek torbacıymış ha Ceset nerede bulunmuş? Boş bir arsada çırılçıplak bir halde bulmuşlar. Kafası ise hâlâ kayıp. Adli tıp raporuna göre kurban bulunduğunda öleli en fazla yirmi dört saat olmuş. Sırtında ve göğsünde bulunan yazılar bisturi ile kazınmış, çekiçle kemiklerinin yüzde yetmişi kırılmış ve kesin olan bir şey daha var ki kafası ölmeden önce paslı bir ağaç testeresiyle kesilmiş Ama cesedin üzerinde katilin DNA sını ele verecek herhangi bir bulguya rastlanmamış. Sen şimdi git, şu Kırık Ziya denilen herif hakkında bulabildiğin kadar bilgi topla. Kimin hesabına çalışıyormuş, dostu düşmanı kimlermiş öğren. Anlaşıldı komiserim. Müsaadenizle. Ümit çıkarken Cemal ikinci sigarasını yakıyordu. Kafasının içi bekâr odası gibi dağınıktı. Bu ne lan! diye geçirdi içinden. Uyuşturucu mafyasının infazı da hedef şaşırtmaya çalışıyorlar desem, bu kadar yaratıcı olabileceklerini sanmıyorum Yoksa yaralamalardan birinin intikamı falan mı?..ne demek bu Hangi bir ipek yolu harf dizisi çoğaltır. Bilmece mi lan?... Off, çok uğraşacağız galiba Peki bu cesedin kafası niye kayıp!? Cemal, kafasındaki soru silsilesini aklının en tenha köşesine itti. Son nefesini veren sigara paketini tazelemek için büfeye doğru yola koyuldu.

Alt katta, hırsızlık masasının önünden geçerken iki üniformalı polisin arasında duran kelepçeli genç dikkatini çekti. Eli yüzü düzgün, muhtemelen üniversiteli bir çocuktu. Genç adam sürekli ironik bir yüz ifadesiyle kendi kendine gülümsüyor ve ara sıra kafasını hafifçe iki yana sallıyordu. Cemal, merakını yenemeyip yanlarına yanaştı. Bunun suçu nedir?, diye sordu üniformalılardan birine. Komiserim bu, Tüyap Kitap Fuarı ndan kitap çalmış. Cemal, genç adamla göz göze geldi. Kahkahalarla gülmek ile hıçkırarak ağlamak arasında sıkışıp kaldı. Oğlum sen salak mısın!? Bu memlekette kitap çalınır mı? Git banka hortumla, vergi kaçır, ihaleye fesat falan karıştır. Kitap çalmaktan merkeze düşülür mü lan!? Genç adam, kafasını tatlı tatlı aşağı yukarı sallayarak karşılık verdi, yüzünde acı bir tebessümle. Cemal, merkezden çıkarken vicdanının en yumuşak yerini genç adamın gözbebeklerine asılı bırakmıştı Sokağın köşesini döner dönmez bir el ve elin arkasında bir adam, nazik ama kararlı bir şekilde göğsüne bastırıp Cemal i durdurdu. Giyimi partal ama temiz, altmış- altmış beş yaşlarında, gözleri yüzünün en işlek caddesi.

Hey çocuk! Gel kederden gülerek alkışlayalım Tüyap tan kitap çalan kahraman çocukları. Türkiye beceremese de onlarla gurur duymayı, övünüyorum ben hepsiyle teker teker dedi. Sonra kocaman ve ısrarcı bir soru işaretini Cemal in aklına zımbalayıp kalabalığın arasında bir kılıç balığı gibi süzülerek gözden kayboldu. Cemal, zokayı yutmuş lodos balığı gibi bakakaldı yaşlı adamın ardından. Ulan herif aklımı mı okudu!? 5 Yağmur henüz heceliyordu kaldırımlara. Ağır aksak halay çekiyordu gökte tunç bulutlar Ümit, annesinin başını okşayışıyla uyandı. Anacığının gözlerinden şefkatin en uysal pınarı akıyordu yüzüne. Çoktan namazını kılmış ve kahvaltıyı hazırlamıştı Nebiye Hanım. Hadi evladım, çay demlendi. Hımm, tamam anneciğim. İbrahim Bey, masa başına kurulmuştu bile. Yüreğinin yumuşak köşelerini gizleyen çatık kaşları, çoktan yüzünün kuzeyindeki mesaisine başlamıştı. Kırk iki yıllık eşi Nebiye Hanım bile bir kere görememişti bas bariton güldüğünü. Belki en fazla hafif bir tebessüm oğulları doğduğunda.

Aile babası dediğin sert olmalıydı İbrahim Bey e göre. Çünkü ailem dediği bu küçük monarşide kral O ydu. Çatık kaşları ve yüksek desibelde seyreden sesi bu iktidarın kalkanlıydı. Yüzünü yıkayıp sakal tıraşını olan Ümit, uykulu adımlarla masaya yöneldi. Hayırlı sabahlar baba. Hayırlı sabahlar diye homurdandı baba, gözlerini soyduğu yumurtanın üzerinden kaldırıp Ümit e yöneltmeye tenezzül etmeyerek. Nebiye Hanım, çaydanlığı masaya koydu. Çaydanlık mahmur mahmur homurdanıyordu buharını. Buharla birlikte genleşen odadaki sessiz hava pencereleri zorluyordu. Kalbini sokağa vurmak istiyordu Ümit Her sabahki gibi, anasının buruşuk samanlı kâğıda benzeyen elini öptü ve dualı mırıltılarını arkasına alarak uçar adım aşağıya indi. Dış kapıda yağmurla burun buruna geldi. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Gök, minik yağmur buseleri kondurdu yüzüne. Kozasından yeni çıkmış bir kelebekti kalbi. Şimdi kanatlanma zamanıydı hayatın sonsuz devinimiyle Arabasının kapısını açarken kaşlarının altından utangaç bir bakış attı karşı evin penceresine. Güneşlikler, henüz güne açılmamıştı. Kente içini dökmeye başlamamıştı odalar. Acaba uyanmış mıydı Zafer?.. Nasıl bir ifade olurdu uyurken yüzünde?.. Ümit in bakışları yalayıp geçti pencerenin dışını ama evin içinde attı birkaç saniye yüreği

Merkeze doğru yola koyuldu. Arabanın teybine bir kaset koydu. Kent, hayatın hızına yetişmeye çalışıyordu. Dükkân kepenkleri paslı gürültülerle açılıyor; vitrinler parlak maskelerini telaşla takıyordu. Gecenin yorgun anılarını süpürüyordu çöpçüler. Gökyüzünün tunç zırhından çekinen serçeler, uçmayı erteleyip saçak altlarına gizliyorlardı minik yüreklerine sığmayan korkularını. İnsanlar, asık suratlarını beraberlerinde sürükleyerek, otobüslere, vapurlara yetişmeye çalışıyordu. Herkes, hayatın içinde kendi hacmine göre bir yer açabilme derdindeydi. Birbirine karışıyordu kaldırımlarda endişeli ayak sesleri. Kimse kendisine yetişemiyordu Ümit, başladığı işin sonunu getirenlerdendi. Şimdiye kadar aldığı her davayı çözmüştü, ama henüz Kırık Ziya nın katili hakkında en ufak bir ipucu bile bulamamıştı. Ziya nın girip çıktığı her mekânı dolaşmış, dostunu düşmanını araştırmıştı. Kimi sorguya çektilerse hiçbir bilgi edinememişlerdi. Aniden ortadan kaybolmuştu Ziya. Ailesi hiç merak etmemişti. Alışkındılar Ziya nın sık sık günlerce eve gelmemesine. İyi para kaldırdığında soluğu lüks randevu evlerinde alır, sonra da zuladaki kumarhanelere damlardı. Eve döndüğünde ise sudan bir bahaneyle öldüresiye döverek çıkartırdı kaybetmenin acısını, karısından ve çocuklarından. Her gün biraz daha büyürdü ailesinin Ziya ya duyduğu nefret, ama çaresizlik itaate büküyordu boyunlarını. Ziya dediğin ateşten can simidiydi umarsızlık okyanusunun orta yerinde.

Ziya nın karısı Selma, acıya kefen biçerdi teninden ve inatla umut damıtırdı elemden Ziya, pervasızca çocuklarının gözü önünde cıgaralık sarar ve kafayı dumanlardı. Hatta ara sıra dokuz yaşındaki oğlunu mal taşıma işinde kullandığı da olurdu, Çocuktur, şüphe çekmez diyerek. En çok bu zamanlarda cinayete bir adım kala buluyordu kendini Selma. Ziya yı ekmek bıçağıyla delik deşik edesi geliyordu da cesaretinin boyu kısa kalıyordu korkusunun yanında. Bütün bunlar yüzündendir ki hiç üzülmedi Selma, adlı tıbba Ziya nın cesedini teşhise gittiğinde. Morgda Ziya nın tenindeki ölüm soğukluğunu gördüğünde, gözlerinin göğünde havai fişek gösterisi başladı birden. Zor örtbas etti, ağzının kıyısındaki göle su içmeye inen ceylanın adımlarını. Etrafındakiler, kalbinin mutluluğun kapısına hızla vurduğunu duyacaklar diye korktu. Morgdan çıkarken arkasına dönüp bakmadı. Artık Ziya, O nun için ipi göğüslenmiş bir kâbus maratonuydu Emniyet Müdürlüğü binası gözükür gözükmez Ümit in kalbinin kanatları kopuverdi. Kırık Ziya nın cinayetiyle ilgili hâlâ hiçbir ipucu bulamadığı için Cemal e karşı mahcup hissediyordu kendini. Ümit in boynu her dilde italik yazılıyordu ne zaman görse Cemal i.

Merkezin merdivenlerini çıkarken her gün ısrarla artan kalabalığın arasından geçti. Kelepçeler metal yorgunluğu yaşıyordu. Fazla mesai yapıyordu daktilo tuşları, yetişebilmek için zabıtlara. Ümit, ofise girip yerine yeni oturmuştu ki Cemal sökün etti. Soğuk bir selamı isteksizce bölüştüler. İnatçı, saydam bir duvar duruyordu hâlâ aralarında. Cemal, ağzına bir namlu gibi dayadı sigarasını. Taze demli çayı, baloya gecikmiş kavalye telaşıyla dumanın dansına eşlik etti. Dışarıda üşüyüp odanın sıcaklığına sarılmak isteyen yağmur, pencereyi usulca tıklatıp giriş izni istiyordu. Hangi bir ipek yolu harf dizisi çoğaltır Cemal in aklına sülük gibi yapışmıştı bu tümce. Cemal ki lokomotifiydi cinayet masasının. İçinden çıkılmaz görünen nice davanın defterini dürmüş, nice katilin bileklerini kelepçenin çelik kuşatmasıyla sarmıştı. Gel gör ki henüz görüntüyü kurtarmak için olsun tek bir ipucu bile elde edememişlerdi. Diğer davalara bakarken aklının bir köşesinde mekanik bir çalar saat gibi tıkır tıkır işliyordu kesik baş cinayetinin belirsizliği. Suç, bayramlık elbiseleriyle bir-sıfır öndeydi Ceza nın karşısında sokaklarda. Cinayetin medyada görücüye çıkmasından bu yana ilgi ve merak azalacağına, çözümsüzlük, korkunun ebola virüsü gibi yayılmasını sağlıyordu. Halk arasındaki fısıltılara ölüm sinmişti. Zuladaki ispiyoncuları bir daha silkelemeli, diye geçirdi içinden, toplu mezarı andıran küllükteki sigara ölülerine bakarak

6 Jale nin can kafesinde bir kuş sürüsü kanat çırpıyordu. Dar geliyordu mutfak hevesine. Akşam Cemal yemeğe gelecekti. Jale yemek repertuarının favori parçalarını hazırlama derdindeyken Jülide de kendininkileri araya sıkıştırmaya çalışıyordu menünün içine. Cemal şunu daha çok sever diyerek epey didişmişlerdi, kendi becerilerini liste başı yapmaya çalışarak. Birbirlerinin niyetini anlamazdan gelir gözükmeleri gerilimi alevlendiriyordu. Zaman ilerledikçe tezgâhın üstündeki tüm nesnelerin şekli, Jale ye erotik çağrışımlar yapmaya başlamıştı. En sonunda gözünü karartmıştı Jale. Bu akşam bir punduna getirip Cemal e arzusunu fısıldamalıydı artık. Libidosu gururuna baskın çıkmıştı sonunda Bir kanaviçe gibi işliyordu yemek masasını abla kardeş. Masaya ne ekleseler hep bir şeyler eksik kalıyordu. Misafir takımları milimetrik diziliyor; salatalar ve mezeler birbirlerine nispet yapıyordu Ofisi terk etti Cemal. Ayakları otomatik bir şekilde yolu bulup merdivenlerden aşağıya indi. Birden kendini ön bahçede buldu ve çil yavrusu gibi dağıldı kafasındaki soru işaretleri. Biraz yürümeyi düşündü. Bütün gün kafesteki kaplan gibi içerde kısılıp kalmıştı.

Akşamın ergenlik çağıydı. Karanlık, örümcek ağı gibi örülmüştü kentin üzerine. Esas duruşta aydınlatıyordu sokak lambaları, işyerlerinden çıkanların yüzlerindeki bitkinliği. Tekerlekli metal ateş böcekleri, vızıldayarak geçiyordu kaldırımların yanından. Birahanelerde giderek daha çok köpürüyordu keder. Mevsim kötürüm bırakmıştı parkları. Parklar ki yeşilin gettoları beton devlerin arasına sıkışmış. Bazı uğrar da es verir hayat, kentin savruk senfonisinin bir yerinde Salıncaklar suskunluğu ezber ediyordu. Dengesini bulamıyordu epeydir tahterevalliler. Dalların çıplaklığını örtbas eden kargalar, birbirlerini ajite ediyordu Hitchcock u yalancı çıkartmamak için. Giderek genişliyordu betonun soğuk nefesinin kapsama alanı yeşilin üstüne. İnsanoğlunun egosu yedikçe acıkıyordu Cemal, adresini unutmuş bir mektup gibi dolaşıyordu sokaklarda. Dağılan semt pazarının içinden geçiyordu ki birden taş kesildi ayakları. Ani bir tokat gibi çarptı yüzüne karşılaştığı görüntü. Hemen kısa metrajlı otobiyografik bir belgesel gösterime girdi beyninde: Kendini, büyüyünce de giyebilsin diye iki beden büyük alınmış siyah önlüğüyle, çocukların arı kovanına çevirdiği ilkokulun bahçesinde buldu.

Çocuklar, serçeler gibi sekerek dağıldı ve ortada Kenan Öğretmen in babacan görüntüsü kaldı. Sımsıcak gülümseyerek geçti Kenan Öğretmen, Cemal in çocukluğunun yanından. Geçerken de hafifçe dokundu siyah önlüklü minik omzuna. Cemal, yetimdi işte ve ağır sıklet öksüz. Birkaç arkadaşıyla beraber taşırlardı yetimhaneden okula kimsesizliklerini. Diğer çocuklar elbet bilirdi bu beter yalnızlığı ve hoyratça kanatırlardı bu yürüyen körpe açık yaraları, alaycı ustura kahkahalarla Bir tek Kenan öğretmen vardı ahh Bir tek O ndan şefkat görmüştü Cemal. Hayatında ilk kez O okşamıştı başını, karatahtada zor bir matematik problemini çözdüğünde. Çok sevdiği çakal eriği ekşitseydi ağzını bu kadar sevinemezdi Cemal; ne de afişlerine baka baka boynunu ağrıttığı, önünden şaşkın adımlarla nefesini tutarak geçtiği sinemaya gitse. Bisiklete binmenin keyfi de olsa olsa böyle bir şeydi herhalde Tebeşir tozunun örttüğü anılar flaş gibi patlamıştı Cemal in belleğinde. Kendini tekrar semt pazarının dağınıklığının ortasında buldu. Yüreğinde paslı bir burgu dönüyordu: Emekli öğretmen Kenan Dülger, ezik meyve topluyordu

Ne yapacağını hiç bilemedi Cemal; afallayıp kaldı. Belki öğretmeni kendisini anımsar diye düşündü, çünkü liseden sonra Kenan Öğretmen önayak olmuştu Polis Akademisi ne girmesine Öğretmeninin gururu daha fazla incinmesin diye gözüne gözükmemeliydi en iyisi. Ama yanına gidip hiç hal hatır sormadan, hiç yardımcı olmadan, görmezden gelir gibi kaçmak, vefa borcunu ödeme isteğiyle nasıl bağdaşırdı? Sağa sola kekeledi Cemal in ayakları. Dar attı kendini en yakın ara sokağa. Savaş zamanı asker kaçağıymış gibi hissetti kendini. Acaba geri mi dönseydi?.. Bu ikilem ateşinin içinde yürüyerek ana caddeye çıktı. Daha bir boy atmıştı sanki beton devler. Sanki daha bir artmıştı metrekareye düşen insan yokluğu. Cadde, tsunami gibi kapandı üzerine. Derken, kalabalığın arasından -aynı- kararlı ama nazik el uzanıp göğsüne bastırdı Cemal in. Cemal, irkilerek başını kaldırıp baktı elin sahibine. O ydu Ama bu sefer gözleri bir ninni gibi. Hey çocuk! Sakın girme melankolinin karasularına; kendini umutsuzluk kara deliğinden sakın! Gençliğini, hortumlanmış bankalar gibi yağmalamış olsa da hayat, unutma : Umut ki en çok yakışandır bize Sakın unutma çocuk! Sakın kendini