en önsöz için şenlenmesi özel bir



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

TABLO-4. LİSANS MEZUNLARININ TERCİH EDEBİLECEĞİ KADROLAR ( EKPSS 2014 )

TABLO-3. ÖNLİSANS MEZUNLARININ TERCİH EDEBİLECEĞİ KADROLAR ( EKPSS 2014 )

Fren Test Cihazları Satış Bayiler. Administrator tarafından yazıldı. Perşembe, 05 Mayıs :26 - Son Güncelleme Pazartesi, 30 Kasım :22

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

3. basamak. Otomobil Kamyonet Motorsiklet

Yatırım Teşvik Uygulamalarında Bölgeler

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

EK-1 MERKEZ MÜDÜRLÜĞÜ GRUBU POSTA-KARGO İŞLEME GRUBU TOPLAM ÜNİTE

OTO KALORİFER PETEK TEMİZLİĞİ - VİDEO

Karşılıksız İşlemi Yapılan Çek Sayılarının İllere ve Bölgelere Göre Dağılımı (1) ( 2017 )

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

İLLERE GÖRE NÜFUS KÜTÜKLERİNE KAYITLI EN ÇOK KULLANILAN 5 KADIN VE ERKEK ADI

2017 YILI BİLİM SANAT MERKEZLERİNE ÖĞRETMEN ATAMASI SONUCU OLUŞAN İL-ALAN BAZLI TABAN PUANLAR

İL ADI UNVAN KODU UNVAN ADI BRANŞ KODU BRANŞ ADI PLANLANAN SAYI ÖĞRENİM DÜZEYİ

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

ÖĞRENCİ DOSTU ÜNİVERSİTE ŞEHİRLERİ: Prof. Dr. Engin KARADAĞ Prof. Dr. Cemil YÜCEL

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

YEREL SEÇİM ANALİZLERİ. Şubat, 2014

BAKANLAR KURULU KARARI

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

BÖLÜM -VI- BÖLGESEL AZALTMA KATSAYILARI

BÖLÜM -VI- BÖLGESEL AZALTMA KATSAYILARI

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI

LİSTE - II TÜRKİYE HALK SAĞLIĞI KURUMU - TAŞRA

Toplumun Kamu Yönetimine ve Kamu Hizmetlerine Bakışı

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

LİSTE - II TÜRKİYE HALK SAĞLIĞI KURUMU - TAŞRA

İllere ve yıllara göre konut satış sayıları, House sales by provinces and years,

KPSS-2014/3 Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Sözleşmeli Pozisyonlarına Yerleştirme (Ortaöğretim)

TAŞRA TEŞKİLATI MÜNHAL TEKNİKER KADROLARI

Tüvturk Araç Muayene Gezici Mobil İstasyon Programı

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

Osman BİNİCİ Balıkesir Bölge Müdürü 10/05/2017

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

2015 KOCAELİ NÜFUSUNUN BÖLGESEL ANALİZİ TUİK

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

2016 Ocak İşkolu İstatistiklerinin İllere Göre Dağılımı 1

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

KENAN ÇELEBİ TÜİK EDİRNE BÖLGE MÜDÜRÜ 07/11/2014

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Dr. Mehmet AKYOL Manisa Bölge Müdürü 11 Ekim 2017

Anket: SAÜ Fizik Bölümü Mezunları İşveren Anketi

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

BÖLÜM -VII- BÖLGESEL AZALTMA KATSAYILARI

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Tüvturk Araç Muayene Gezici Mobil İstasyon Programı

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TAKVİM KARTONLARI 2016 YILI RESMİ TATİL GÜNLERİ

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ÇIKIŞ VARIŞ TON/TL TIR/TL KG/TL

MÜŞTERİ FİYATLARI ÇIKIŞ VARIŞ TON/TL TIR/TL KG/TL

KARABÜK ÜNİVERSİTESİ PERSONEL DAİRE BAŞKANLIĞI


TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TABLO-1. MERKEZİ YERLEŞTİRMEDEKİ EN KÜÇÜK VE EN BÜYÜK PUANLAR ( ORTAÖĞRETİM MEZUNLARI )

2012-ÖMSS Sınav Sonucu İle Yapılan Yerleştirme Sonuçlarına İlişkin Sayısal Bilgiler (Ortaöğretim)

Mart 2012 SAGMER İstatistikleri

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

ÜLKE GENELİ TRAFİK İSTATİSTİK BÜLTENİ. E m n i y e t G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü. Trafik Hizmetleri Başkanlığı

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

2016 Türkiye de 185 bin 128 adet ölümlü yaralanmalı trafik kazası meydana geldi Ülkemiz karayolu ağında 2016 yılında toplam 1 milyon 182 bin 491 adet

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

Ulusal Gelişmeler. Büyüme Hızı (%) a r k a. o r g. t r 11,5 7,5 5,8 7,4 7,4 7,3 7,2 3,6 6,1 5,3 3,2 5,3 5,3 4,9 4,8 4,2 2,6 1,8 -3, ,8

TÜİK İZMİR BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ 11/10/2017

BAYİLER. Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 18 Nisan :29 - Son Güncelleme Cuma, 03 Mayıs :39

BOŞ KONTENJAN K.KODU KONTENJAN PUAN

Türkiye den bir eşitsizlik fotoğrafı daha: Yaşlanmadan ölenler! / Kayıhan Pala

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

BÖLGE BAZINDA DESTEKLENECEK SEKTÖRLER (TASLAK) (US 97 ULUSAL FAALİYET VE ÜRÜN SINIFLAMASI KODLARIYLA)

Arif ŞAHİN Balıkesir Bölge Müdürü 09/11/2017

Ajans Press; Marka Şehir ve Belediyelerin Medya Karnesini açıkladı

VALİLİĞİNE (İl Sağlık Müdürlüğü) GENELGE 2005/88

UYAP VİZYONU SEMİNERİ KATILIMCI PROFİLİ

Mayıs 2012 SAGMER İstatistikleri

DR. MEHMET AKYOL TÜİK MANİSA BÖLGE MÜDÜRÜ 07/11/2014

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

Atık Getirme Merkezi. REW-Getirme Merkez Tebliğii-Nisan Hülya ÇAKIR Çevre Mühendisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

SİYASİ PARTİLERİN SEÇİM YARIŞI HIZ KESMİYOR

KENAN ÇELEBİ TÜİK EDİRNE BÖLGE MÜDÜRÜ 09/09/2015

2 ADANA SEYHAN Adana Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi. 3 ADIYAMAN MERKEZ Adıyaman Teknik ve Endüstri Meslek Lises

(ki-kare) analizi ( Tablo 1. Araştırmaya Katılanların Çalıştıkları Okul Türüne Göre Dağılımı. Sayı % , , ,0

Dr. Mehmet AKYOL Manisa Bölge Müdürü 6 Şubat 2018


Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Dr. NURETTİN KAYA TÜİK ANKARA BÖLGE MÜDÜRÜ 06/02/2018

Transkript:

en önsöz geçenlerde kevin costner, bir reklâm filmi çekimi için türkiye ye geldiğinde yaptığı basın toplantısında şöyle bir şey söyledi: savaşlar insanoğlunun var olduğu günden beri vardır. ben bu cümleyi söyledikten sonra şöyle diyeceğini sanıyordum; bu yüzden elimizden bir şey gelmez, güçlünün zayıfı yavaş yavaş yok ettikten ve ortada yok edilecek bir zayıf kalmadıktan sonra barışın gelmesini beklemekten başka çaremiz yok. oysa aktör böyle demedi: bunu değiştirmeyi başarabileceğimize inanıyorum bu konuşma, tipik bir gelişmiş, zengin ülke vatandaşı konuşmasıdır. gerçekçi olmaya çalışarak önce büyük balık küçük balığı yutar mesajı vermek sonra da ama gene de diyerek umutlu ve fantastik sözler söyleyerek gönül almak. tıpkı önce dünyanın bir ucunda savaş çıkarıp sonra insani yardım göndermek gibi. hatırlayın eski amerikan başkanı da bize göklerden gelen kutsal mesajlar var gibi bir şeyler zırvalamıştı. gördüğünüz gibi hiç de iç şenlendirici bir giriş yapmadım önsöze. o kadar çok dış gamlandırıcı olay yaşanıyor ki dünyada, için şenlenmesi özel bir 1 çaba gerektiriyor. dünya varolduğundan beri aynı oyun tahtası üzerinde aynı hamleler yapılıyor. önce aptal ve bencil bir adam ya da adamlar bulunur, bir ülkenin başına geçirilir sonra bu aptal adam ve arkadaşları ülkesini zor durumlara sokar, birdenbire ortalık karışır, hoop bazı barışçı ülkeler olaya el koyar ve bu katil ve zorba adamı alaşağı edip ülkeye mutluluk kelebekleri saçarlar. bütün bunlar olurken en başından sonuna kadar hep çocuklar ölür, hep genç fikirler umutsuzluğa düşer. bir yaşlı amca yaklaşır düşünen insanın yanına; dünya aslında hiç değişmiyor, ne uğraşıyorsun? deli defteri nin bir mizah edebiyatı dergisi olduğunu söylüyoruz sürekli. mizah da edebiyat da, düşünmeyi ve bunu etkili biçimde ifade etmeyi öğretir. bize göre, güldürürken düşündürmenin modası geçmiştir artık. deli defteri şunu savunur; önce düşüneceksin, düşünmeyi gülme anına bırakırsan ne düşünebilir ne de adamakıllı gülebilirsin. ikisi de birbiri içinde harcanacak kadar önemsiz değildir. doğruyla yanlışın, akla karanın aynı sepette durduğu şu çağda duyarlı olmak gerekiyor. okumak, düşünmek ve tebessüm. tebessüm; anlamanın, far-

kında olmanın uyarı levhasıdır. ve gün gelir, öyle bir silah olur ki, en birinci süper gücün getirdiğinden daha fiyakalı bir özgürlük ve barış getirir beyinlerimize. şubat sayımız ile ilk 11 i tamamlamış oluyoruz. 11 aydır a- ra vermeden size ulaşan deli defteri önce 18 lik kadroyu sonra da bütün takım kafilesini oluşturmayı hedefliyor. 40 haramilere gönderme yapabileceğimiz sayılarda da buluşmaktır dileğimiz. Gelecek ay 1. yaşımızı kutlayacağız. bu ay hediyemiz olan 2008 yılı espri koleksiyonu gelecek ay için bir hazırlık. sizi hediyeye alıştırıyoruz. mart sayımızda da bir sürprizimiz olacak. farkındalığa ve tebessüme iyice kendimizi alıştırdığımız bir şubat ayı diliyoruz hepimiz için. delilere karışmamak için biraz deli olmak lazım. iyi şubatlar. deli defteri aylık mizah edebiyatı dergisi, yıl: 1, sayı: 11, şubat 2009 gölgelerin gücü adına sahibi: hayri vaka genel yayın yönetmeni: edip üryanî telaşe müdiresi: nazife demir kapak karikatürü: elgin akpınar yazı ve görüşler için iletişim adresi: delidefteri@gmail.com web sitesi: www.delidefteri.com abonelik: 6 ay için 10 tl. ayrıntılı bilgi almak ve abonelik başlatmak için e-posta gönderiniz. 2

Karlı Kayın Ormanında Yürüyorum Livaneli Adem Celep üst not: okuyacağınız yazıda bulunması gereken bütün şapkalı a harfleri ufak bir redaksiyon çalışması ile eklenmiştir. yazarın bunda parmağı olmadığı gibi bütün şapkalı a ları uzaktan sevmektedir. üst not 2: şapkalı a yapmak için: word belgesinde en üstteki araç çubuğunda; ekle /simge/ simgeler/â yı seç/ekle/kapat. üst not 3: iki nokta yoktur, üç nokta vardır. Merhaba... Yaklaşık iki haftadır bir hikâye yazmak için konu düşünüyorum lâkin bulamadım. Aslında buldum ama bulduklarımın da sonunu bağlayamadım. Dergideki görevim yavan olmayan bir mizahi üslupla çeşitli hikâyeler yazmak fakat olmayınca olmuyor. Size bir sır vereyim: A harfinin üzerine inceltme işareti kullanılması gereken kelimeleri (lâkin, hâlâ, âdeta ) kullanmaktan kaçınıyorum. Çünkü ben klavyede tuş kombinasyonlarıyla çeşitli karakterler üretmek konusunda pek becerikli değilim. Hattâ klavyedeki tuşlardan sadece shift i tanırım. Klavyelerin en delikanlı tuşudur bence shift. Bu nedenle yazılarımı gönderdikten sonra a harfi ile ilgili gerekli düzenlemeleri Edip Üryanî yapar. Ben bazen ayarsız küfrederim, o yumuşatır... Gölgelerin gücü adına yumuşatır ama, kendisi çıkar gözetmez bu fiiliyattan. Fiiliyat Şu an bunları yazdığımdan da habersiz mesela, beni hikâye yazıyorum sanıyor. Denedim, gerçekten denedim, ama olmadı. Yine dene, yine yenil dedim kendi kendime. Vazgeçtim sonra Affınıza sığınarak bu seferlik başımdan geçen çeşitli o- layları paylaşmak istiyorum. Birazdan yapacağım şey için başta Alpay Erdem olmak üzere Haydar Dümen den özür diliyorum. *** İnsanları güldürmenin sanıldığı kadar zor bir şey olmadığını fark ettim geçen hafta içinde. Benim bilmediğim yazım kurallarını elin Microsoft Word ü düzeltiyor ya, bu da bana çok acı veriyor. Fark ettim, ayrı yazılırmış mesela. Neyse konumuz o değil. İnsanların artık gülmeyi unuttuğunu, hayatın zaman i- çinde aldığı şekil nedeniyle sürekli yoğun bir stres altında yaşadıklarını sanırdım Doğruymuş. Ağır bir kar yağışının akabinde sokaklarda oluşan buz ta- 3

4 bakalarının üzerinde kayıp düşen insana gülmelerini başka nasıl açıklayabiliriz? Hepimiz insanız ve hepimiz herhangi bir an bir sakarlığın kurbanı olarak yüzüstü yere düşebiliriz, kafamızı otobüs kapısına çarparız ve buna benzer şeyler Buz üzerinde kayıp düşen insan da bundan fazlasını yapmıyor. O adam sadece dengesini kaybetti ve kaygan yüzeyin azizliğine uğrayıp yere düştü. Bu adama niye kahkahalarla gülünsün ki? Nedir gülmeye duyulan bu özlem? Neydi insanları bu kadar insani bir duruma dahi kahkahalarla gülebilir hale getiren sebep? Bu konu üzerinde çok düşündüm fakat henüz bir sonuca ulaşamadım. Aslına bakarsanız evet, ben, dün buz üzerinde paytak bir şekilde yürürken kaydım ve düştüm. Bu konu üzerinde de 1 gündür düşünüyorum zaten Ben düştüğümde çevredeki tüm gözler bana çevrildi, tüm kulaklar bana dikkat kesildi. İnanır mısınız, bu duyu organı baskısının altından tek bir kol dahi uzanmadı beni kaldırmak için. Hızlıca ayağa kalktım, üzerime yapışmış karla karışık çamuru temizledim. Suratlarına haykırabilirdim yaptıkları denyoluğu, çarpabilirdim o gülümseyen suratlarına neden güldükleri gerçeğini, evet yapabilirdim bunları. Ya benim kırılan kalbim ne olacaktı? Onlar gülsün diye kaymadığımı anlatabilirdim onlara, hiç kimsenin onlar eğlensin diye yaşamadığını... Dün orada düşene kadar kalbim etten bir organdı, orada düştükten sonra yürek oldu, sızladı *** Şu günlerde şu sözü çok duyar oldum; Hayat bir sahnedir. Hayat bir sahneymiş, bizler de oyuncuymuşuz Shakespeare isimli büyük edebiyatçının bir tespiti imiş. Aslında katılmıyorum. Bana sorarsanız hayat, seyirci Sahnede oynanan trajikomik oyunu izliyor ve kahkahalarla gülüyor. Oyuncular elbette biziz. Sürekli komik duruma düşen, küçük hesaplar peşinde binbir maymunluk yapan biz. Hayat, bizi izlerken oldukça eğleniyor olmalı. Ama yine de bu ö- nermeyi Shakespeare ile tartışmayacağım. Hoş, tartışmak istesem de bulamam şimdi ben onu. Shakespeare in önermesinden yola çıktım, hayata bir sahne gözüyle baktım yılbaşı gecesi. Hani şu 31 Aralık ı 1 Ocak a bağlayan gece... (Bu kalıbı da kim bulmuşsa Allah bin belasını versin. 31 Aralık ı 4 Şubat a bağlayan gece

mi var lan sanki?) Televizyon kanalları yılbaşı ekranı adı altında canlı eğlenceler yayınlıyorlar. Birisi şarkı söylüyor, arkasında kareografi tıkır tıkır işliyor. Bana kalırsa Shakespeare hayatın bir sahne olduğu çıkarımını televizyonda yılbaşı eğlencesi izlerken yapmış. Shakespeare zamanında televizyon olmayabilir, bunu tartışmayacağım. Ama zaten biz olmuşuz televizyon... Sahnede şarkı söyleyen oldukça ünlü bir şarkıcı var ve bir grup dansçı öndeki ünlünün söylediği şarkıya danslarıyla eşlik ediyor. Alın size hayat, sahne, elma suyu ve tulum peyniri. (Elma suyu ve tulum peyniri alâkasız orda, reklamlarda gördüm yazayım dedim. Hem cümlem uzun görünür.) Size de tanıdık gelmiyor mu bu sahne? Yaşadığımız hayat ve televizyondaki o gösteri Bizler arkada dans eden insanlarız hatta Tyler Durden a göre pislikleriz. Lâkin ben Tyler Durden ın üslûbunu çok itici buluyorum. Sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz... Ya neyiz biz eşşoğlu? Biz sessizce kareografiyi icra ederken öndeki arkadaş para, şan, şöhret gibi her insanın istediği şeylere olan hâkimiyetini artırıyor. Dansçılara dikkat edin, hepsi anlamsız bir 5 şekilde gülümserler, neye güldüklerini bilmeden. Mutlu olduklarını sanırlar ama asıl mutluluk önde şarkı söyleyen olmaktır onlar için. Hayat da böyle değil mi? Hepimiz yüksek mevkili bir insan için çalışıp o- nun saygınlığına saygınlık katıyoruz ve hep gülümsüyoruz Asla tam anlamıyla mutlu olmadan, hep o adamın yerinde olmak isteyerek. Birimiz dansçı kadrosunu terk etmek istesek, yerimizi doldurmak için bekleyen milyonlarca insan olduğunun bilincindeyiz, elimizde bulunan ama asla bizim için yeterli olduğunu düşünmediğimiz şeyler için gülümsüyor, mutluymuş gibi görünüyoruz Evet Shakespeare, hayat bir sahneyse, böyle bir sahnedir işte Ama sana hâlâ katılmıyorum, bunu da bil. A- taların olacak adamlara da müthiş sinirliyim şu an. Soy ismini doğru yazmak için ter akıttım burada. İnsan ceddine böyle zulüm yapar mı lan? Lan? Brown, veya ne bileyim, Jackson neyine yetmiyor?

*** Tolstoy, Dostoyevski nin kalemini tanrı kullanıyor diye bir kelâm etmiş vakti zamanında. Bence haklı... *** Bir toplu taşıma aracında bıraktım ben özgüvenimi Gelen bir kargoyu almak ü- zere PTT şubesine gitmem gerekiyordu. Bir tramvaya bindim ve şubeye doğru yol almaya başladım. Şubeye yaklaştığım her an içimdeki ateş harlanıyordu. Heyecandan içim içime sığmıyordu. Yaşlı bir teyzeye yer verdim, yaşlı teyze oturamadan arkada pusuya yattığını sandığım bir kız çöktü benim yerime. Bu bile bozamamıştı benim moralimi. Şimdi düşünüyorum da, bozmuş aslında. Çok sinirlenmişim o kıza o an ama beni bekleyen kargonun heyecanıyla unutmuşum ne kadar sinirlendiğimi. Yeni aklıma geldi. İnsan bu kadar yüzsüz, arsız, hayâsız olmasın... Kadın ayakta zor duruyor, sen onun için boşalttığım yere çöküyorsun sorgusuz sualsiz. Eşek kadar insansın, yaptığın şeye bak. Ya da vazgeçtim, eşek kadar bile insan olamamışsın. Lavuk. Tramvay bir durakta yolcu indirme-bindirme yapmak 6 üzere durakladı. O sırada yan raydan aksi istikamete doğru giden bir tramvay yanaştı yolcu almak için. İki tramvay yan yana dururken, o ikisini gördüm. İlkokul çocuğu oldukları her hallerinden (önlük giymişlerdi) belli olan iki velet, yan tramvayın camına yaslanmış bana bakarak gülüyorlardı. Diğerine nazaran daha şişman olanı öbürünü dürtüyor, dudaklarını okuyabildiğim kadarıyla bak, bak diyordu Neye baktıklarını düşündüm bir süre. Ne vardı bende bu kadar gülünecek? Üstümü başımı kontrol ettim, pantolonumu giymiştim, ağzımın kenarında bir ketçap birikintisi de yoktu... Peki, niye gülüyordu lan bunlar? Tramvayları hareket etti, bakışlarımın kilitlenmiş olduğu bedenleri yavaşça uzaklaştı, özgüvenimle birlikte Giderken dil çıkardılar, ben de çıkardım. *** Bulmak, kaybetmektir. Bugüne kadar ne bulduysam hepsini kaybettim.. Artık bulduklarıma eskisi kadar sevinmiyorum. Geçen gün kendimde bir kıza salak demek hakkını buldum, hemen kaybettim. Çenesi öyle bir açıldı ki, dün yuttuğu i- nek göründü midesinin içinde.

Siz siz olun, bir kıza salak demeyin. Diyecekseniz de demeden önce kulağınızın söylenenleri duymayacağından emin olun. Tıkaç tıkayın, pamuk iteleyin veya gidin Mike Tyson koparsın. Ama duymasın o kulaklar. Halâ yankılanıyor beynimin içinde, sensin oooo. İkna oldum, vallahi. O kadar içten söylüyordu ki, eridi bugüne kadar kendime çektiğim tüm buzdan duvarlar. *** Sahilde tüm masumiyetiyle kumdan kaleler yapan çocuklar var. Bazen tüm masumiyetimle tekmeliyorum kalelerini. O an kayboluyor masumiyet. Bir canavar çıkıyor içlerinden ve haykırıyor; salaak. Sensin o diyemiyorum. Kahretsin ki diyemiyorum. Ayrıca sokakta poğaça yiyen adamı sevmem. Boyoz yesin. Ya da yemesin, terbiyesizliğin lüzumu yok. *** Haklardan bahsetmişken, kendinde hayvan öldürme hakkını bulan insanlar var. O adamları sevmiyorum. Sinek mesela, sivri veya değil hep bu tür a- damların hedefi olur. Okunmak için basılan bir gazeteyle vurursunuz suratının ortasına, duvara yapışıp kalır. Zaten bir damla olan kanı saçılır duvara. Neden öldürdüğünü sorsan, midemi bulandırıyor diye cevap verir. Ulan benim midemi de kızlı ortamda salak espriler yapıp sadece kendisi gülen adamlar bulandırıyor. Ben şimdi gidip bu adamın sıfatına gazeteyınan vursam, dağıtsam beynini odamın saten duvarına, suç değil mi bu? Can alıyorsun lan, sırf miden bulanıyor diye. *** Kırmızı mandallar, nice sevdalar baltalar Bir zamanlar bir kızdan hoşlanıyordum. Nedenini sorma, bilmiyorum. Neyse, benim hoşlandığım yaşlarda (17), hoşlanılan kıza olduğundan daha farklı görünmek güdüsü hâsıl olur. İstisnasız her genç erkek, ergenlik sürecinde bir kızdan hoşlan- 7

mış ve bu kızın peşinde dönerken kendini bambaşka biri olarak tanıtmıştır. Benim yöntemim entelektüelcilik oynamaktı. Şimdi aklımda kaldığı kadarıyla, şu gibi numaralarım vardı; Sanattan anladığımı hissettirirdim. (iliklerine kadar) Çeşitli metal grupları dinlediğim halde etrafı caz&reggae dinlediğime inandırmak. (iğrenç lan) İnsanları osurmadığıma ikna etmek. (osurmak entelliği zedeler çünkü. enteller osurmaz) Garip desenli şeyler giymek. (ki bu garip desenli şeyler soğuk havalarda g.tünüzü dondurur) Gömlek üstüne sweat giymek ve gömleğin kornişlerini (maşa, manşet? neydi lan o kol tarafı?) dışarıda bırakmak. (bayatlamış entelcilik) İpe sapa gelmez kitaplar okuduğum halde sürekli dünya klasiklerini anlatmak. (ay ben bayılırım raskolnikov a) Sanatsal değeri olduğu söylenen gayet dandik filmlerle haşır neşir olup bir bok anlamamak. (i love fight club) 8 Bu tip şeylerdi kıza yaklaşmak için kullandığım oyunlar. İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bu ahval ve şeraitten ödün vermemek denyoluğunu devam ettirdim. Sonra bir gün, annemin makineden çıkardığı çamaşırları balkona asmam gerekti. Balkona çıktım ve ağzımda kırmızı mandallar olduğu halde çamaşırları asmaya başladım. Elimdeki mandal bitince ağzımdaki stoktan çekiyordum. Sonra bir anda hoşlandığım kız göründü karşıdan. dann... dannn Ağzımda kırmızı bir mandal olduğu halde baktım suratına suratına. aaa... aaa Kafasını kaldırdı baktı bana... naa Kırmızı pijamam elimden düştü, almak için eğildim, bu sefer de beyaz, marshall reklâmlı 11 numara Galatasaray formam düştü üü... (avea, sponsorluğu yeni almıştı o aralar) Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemez halde döndüm durdum balkonda. daa... Annem geldi, 'daha yeni yıkadık onları düşürme yere!' dedi... edii 05 Kıpkırmızı bir suratla kaçtım içeri... rii... ntintin. *dur* İşte bu olayı şimdiki bakış a- çımla yorumladığımda bana gayet aptalca geliyor. Çamaşırlar kirlenir ve yıkanırlar. Yıkandık-

tan sonra da açık havaya asılarak kurutulmaları gerekir ve evin erkek çocukları bu işi yapmakla mükelleftir. Neden bu kadar doğal bir işi yaptığı için utanır insan, inanın anlamıyorum. O kız burnunu karıştırmıyor mu? Ya da ne bileyim, tırnaklarını kemirmiyor mu? O halde niye bu kadar insani bir durumdan bu kadar hayvani bir güdüyle utanılır, anlamıyorum. Ruhumu vücudumdan ayırıp zamanda yolculuk yapma imkânım olsa, geriye gider kendimi balkondan aşağı atardım. *** İsrail in yaptığı insanlık suçuna tepkiliyim, herkes gibi. Paylaşamadıkları ne? O insanlardan istedikleri ne? Eğer imkânım olursa bu soruların cevabını da alacağım. Odamda oturmuş, o bombaların benim üzerime yağdığını hayâl ediyorum, kan revan içinde koşturanların benim yakınlarım olduğunu Sonra Sokrates ın öğretisi aklıma geliyor, Kendin pahasına olduktan sonra, tüm dünyayı kazansan eline ne geçer? Bir avuç toprak için savaştım, bir avuç toprak oluncaya kadar. Umarım bu katliamın failleri bunu söylediklerinde çok geç olmaz. *** Edip Üryanî yazdıklarımın 5 sayfayı geçmemesi gerektiğini söyledi. Gölgelerin gücü adına söyledi ama bunu, kendi için bir şey istiyorsa namerttir. Şimdiden 8 sayfa oldu ve hâlâ içimde birikmiş milyonlarca şey var. Kendimi ilk defa gerçek bir yazar gibi hissettim Artık çekinmeden haykırabiliyorum; Yerim dar. Gölgelerin gücü adına kovulmazsam tekrar görüşmek ü- zere bence çağımıza ait hiçbir termos kendisi için ödenen paranın farkında değildir. toprak ışık 9

petrolün kirlettiği bir denizde yüzmek hastalık bulaşması riskini artırır, çünkü yağ damlaları, daha önce bu kirli sıvıyı yutmuş ve tükürmüş olan başka yüzücülerin tükürük zerrelerini taşır. günde seksen sigaradan fazla içenler, daha önce başka nesnelere de değmiş olan parmaklarıyla bu sigaraların üst kısmına dokunurlar hep, mikroplar da solunum yollarına girer. işinizden kovulmamaya bakın, yoksa bütün gün tırnaklarınızı kemirirsiniz. sardunyalı çobanlar ya da teröristler tarafından kaçırılmamaya da bakın; adam kaçıranlar genellikle aynı kukuletayı kaçırdıkları birçok kişide kullanırlar. ( ) kızılderililer ciddi tehlike altındadır: herkesin bildiği gibi, barış çubuğunun ağızdan ağza geçirilmesi neredeyse kızılderili soyunun kurumasına yol açıyordu. ortadoğu ve afganistan da yaşayanlar, develer tarafından yalanır, bu yüzden iran da ve ırak ta ölüm oranı yüksektir. umberto eco isim şehir hayri vaka pablo picasso, paris, pars papatya, pudra picasso, gözlerinin altını pudraladıktan sonra dışarı çıktı. kimse öldüğünü anlamasın diye yapıyordu bunu zira yıl 2009 olmuştu. öldüğünü gizlemek gittikçe zorlaşıyor buna rağmen kozmetiğin bütün imkânlarını değerlendirmeye çalışıyordu. paris şehri, picasso daha gençken de böyle romantik böyle akışkandı. içinde müthiş bir resim yapma isteği peydahlandı. sağ kolu çürüyüp düştüğünden beri çok zorlanıyordu ama gene de örneğin pipo içen köpek, pipo içen balık ve pipo içen pars adlı resimlerini tamamlamıştı. cadde üstünde gördüğü çiçekçiye yaklaştı: bir demet papatya istiyorum dedi arkası dönük a- dama. bıyıkları kırlaşmış çorumlu çiçekçi yüzünü dönünce picasso yu tanıdı. ne o pablo, resmini mi yapacan, metresine mi verecen? sana ne lan! dedi picasso, ver demeti, al paranı çiçekçinin termometresi birden 50 ye fırladı: bana bak, adam ol efendi ol, ressam demem rahmetli demem sokarım çiçekleri 10

bi tarafına sen kim oluyorsun lan çingene! diyerek bastonunu adamın kafasına geçirdi picasso. karakolluk oldular. picasso, ölü olduğu için durumu kurtardı. çiçekçi de mefta olmuş bir ressama hakaretten önce paris hilton un yattığı hapishaneye konuldu, bu ceza yetmeyince sınırdışı edildi. karımla 20 senedir mutluyduk sonra bir gün: tanıştık. rodney dangerfield övülmek her zaman beni kötü hissettiriyor çünkü hep eksik söylediklerini düşünüyorum. mark twain 11 ferhat güzel, frankfurt, fil fasülye, faraş ferhat güzel, hiç temizlik yapmazdı evinde. haftada bir gelip giden kadının eline üçbeş kuruş tutuşturur temizlik işini hallederdi. bu nedenle faraşın ne olduğunu bile bilmezdi. aslında faraş denince insan bir duraklıyor, hemen aklına gelmeyebiliyor ne olduğu. bir çok insan bilmez belki de faraşın işlevini. neyse efendim, bir gün frankfurt konserinden sonra gurbetçiler ferhat a bir fil yavrusu hediye ettiler. ferhat, fili binbir zorlukla türkiye ye getirdi. uyuşturucu mu kaçırıyor diye gümrük polisleri filin bütün sindirim ve üreme sistemini araştırdılar. gümrük vergisi olarak dişlerinden birini bırakmak zorunda kaldı ferhat. evet ferhat, çünkü fil daha yavru olduğu için dişi yoktu ve gümrük görevlileri aralarında bir toplantı yaparak ferhat ın azı dişlerinden birinin muadil olabileceğine karar verdi. kulağına çıtlatmıştı gurbetçiler, fillerin en çok fasülyeyi sevdiğini. taze mi kuru mu? diye sormuştu ferhat. fark etmez demişlerdi. sırığıyla bile versen yer. filin önüne bir çuval ayşe kadın koyduktan sonra ibrahim tatlıses in televizyon

programındaki korkuluk görevini ifa etmek için çıktı evden. sabaha karşı döndüğünde salonun penceresinin açık olduğunu gördü. kim açmış ki bunu? derken filin ortada olmadığını fark etti. masadaki mektubu da görünce oturup ağlamaya başladı. hayattaki tek dostunu daha yeni bulmuşken kaybetmişti. a- ma dostu en azından harbi delikanlıydı ki mektup bırakmıştı. gözyaşlarıyla mektubu açtı: sevgili ferhat, filler türkçe bilmediği gibi mektup da yazamaz. pencereden kaçamaz, fasülye filan da yemezler. sen, ünlüler çiftliğine katıldıktan sonra aklını yitirdin. şimdi otur ve bu hikâyede faraşın ne işi var ona bir açıklama bul. 12 selim sırrı tarcan, sivas sinek, sardunya, silgi berke, tahtaya selim sırrı tarcan denilince aklına spor ve salonundan başka üçüncü bir kelime gelmeyen ortalama insanlar derneği diye yazıp yerine oturdu. sınıfta bir uğultu oldu. öğretmen alnına kona sineği kovduktan sonra gözlüklerinin üstünden tahtaya baktı: evladım, sen dernek olarak bunu mu biliyorsun? aslında başka dernekler de biliyorum. ama aklıma şimdi bu geldi. mesela yarın başka bir şey gelebilir. sınıf gülmeye başladı. kulağına konan sineği eliyle kovalayan öğretmen, silgiyi alıp berke nin yazısını sildi. dernekler sosyal hayatımızda çok önemli bir yere sahiptir. örneğin iskandinav ülkelerinde her vatandaş en az iki derneğe üyedir. ordaki kızlar burda olsa, beş tanesine üye olurum hocam, dedi arka sıralardan biri. tekrar kahkaha koptu sınıfta. sus, terbiyesiz herif! hıyar geldin hıyar gideceksin afedersin, diyerek berke ye döndü öğretmen. sizin mahallenizde dernek yok mu? nereliydin sen?

sivas hocam. hah, işte. sivas ta kangal köpeklerini sevenler derneği filan yok mu? var. onu neden örnek vermedin? bilmiyorum. selim sırrı tarcan, rüyama girmişti onun etkisi olabilir. bana dedi ki: berke yavrum, beni kimse tanımıyor, lütfen beni insanlara anlat. herkes beni çift pota basketbol sahası sanıyor. dedi, diye heyecanla konuştu berke. sınıf bir kahkaha daha attı. evladım dalga mı geçiyorsun?! kalk tahtaya doğru düzgün bir dernek yaz hadi. bak daha otuz yedi kişi var. seninle vakit kaybetmeyelim. peki, diyerek kalktı berke. sardunya sevenler ama barbunya gaz yapar tezini savunanlar derneği yazdı. sınıf, freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı iniyordu sanki gülerken. önüne duvar çıksa duramayacaktı. öğretmen sakin sakin not defterini çıkardı. berke nin sözlü notuna 0 yazdı. eliyle oturmasını işaret etti. sinek, burnuna kondu. 13 beren saat, brüksel, balina biber, bez brüksel de dükkânlar erken kapanırdı. güvenlik nedeniyle mi bilinmez akşam altı dendi mi bütün kasalar kilitlenir, bütün faturalar çoktan kesilmiş olurdu. birkaç kere zamanında kapatılmadıkları için bazı dükkânlara biber gazı bombası atıldığı duyulmuştu. genç kadın da dükkânını bu kurala uyacak şekilde kapatmak üzereydi. kasadaki paraları cüzdanına tıkıştırdı. pardösüsünü aldıktan sonra kepenkleri indirmek üzere dışarı çıktı. iki dükkân yanındaki komşusuyla her akşam olduğu gibi göz göze geldiler. balina genişliğindeki türk kasap, eline aldığı kirli bir bezle camlarını siliyordu. kadın, belki de bu yabancı memlekette yapayalnız kalmamak i- çin normalde yüzüne bakmayacağı bu adamla iyi geçinmeye çalışıyordu. kepengin kilitlerini takmak için eğilmişti ki balina adam seslendi: reyhan abla! adem bey rica ederim babam yaşında adamsınız ne ablası? akıl yaşta değil baştadır abla, dedi balina. reyhan, anlamadım der gibi yüzüne baktı. adamın cahil ol-

ması bir yana tıpkı öldüğünden habersiz dinazorlar gibi cahilliğinin farkında değildi. reyhan abla, bak ne diycem? buyurun adem bey. o dükkânın ismi olmuyor öyle, anlamıyor ecnebiler, sen beni dinle beren iyi de saati terso. gel onu beren watch yapalım biz. ben, tiyatral açıdan baktığımda düğünleri çok zayıf buluyorum. bir kere, düğünde sadece iki oyuncu var: gelinle damat. nikâh şahidini oyunculuk yapmayı bilmeyen bir beyefendi oynuyor. ağlayan bir babayla sızlanıp duran bir anne dışında herkes, bu oyunu seyretmek için hem çok şık giyinmek, hem de bedava figüranlık karşılığında çok pahalı hediyeler satın almak zorunda. weedon george grossmith orhan pamuk, osmaniye orangutan, orak, okaliptüs kimse bilmez ama aslında orhan pamuk, kar adlı romanını yazmaya başlamadan önce romanının geçeceği şehir olarak kars ı değil osmaniye yi seçmişti. edebiyat tarihçileri nobelli yazar orhan pamuk un neden osmaniye den vazgeçtiğini yazmıyor. hatta ilber ortaylı bile bilmiyor. yaptığımız derin araştırmalar sonucu olayı günışığına çıkarmanın gururunu yaşıyoruz. yazar, o zamanlar nobel filan almadığından çok zengin olmadığı için yağmurlu bir günde osmaniye ye otobüsle gitmişti. cam kenarına oturmuş, yağmur damlalarını kendince yarıştırırken bu şehrin yeni romanı için ne kadar uygun bir yer olduğunu düşünüyordu. her şey hazırdı sanki baş karakterin adı osman olur, yardımcı erkek o- yuncu ise os adında japon asıllı 14

15 bir pamuk işçisidir ve iflah olmaz bir osuruk illetiyle mücadele etmektedir. osman ile birlikte başına olmadık işler gelir. romanın adı bile hazırdı neredeyse; osmani. bu isimle hem osmanlı imparatorluğuna gönderme yapacak hem de batı ile doğu arasında tarihsel bir köprü kurarak bugünü adeta bir fener gibi aydınlatacaktı. oryantalizmin; bir asena, bir tanyeli olmadığını cümle aleme gösterecekti. gelgelelim, evdeki hesap çarşıya uymamıştı. osmaniye otogarına indiği andan itibaren peşini bırakmayan aksilikler orhan ı yıldırmıştı. otogarda önce avrupalı tipi nedeniyle turist avcılarının saldırısına uğramış, kilim ve deri ceket gibi ürünlerin arasında boğulma tehlikesi geçirmişti. dolmuşa bindiğinde ise parayı uzattığı sırada şöförün no no türk para, ten avro pilis şeklindeki tepkisi ile sarsılmıştı. zaten hassas bir yapıya sahip o- lan orhan, kent merkezinden hızla uzaklaşıp kendini romanını yazmak için bir dağ evine kapattı. ne var ki burada bolca bulunan okaliptüs ağaçlarına yazarın alerjisi vardı. bu ağaçlar orhanı hem hapşırık nöbetlerine gark ediyor hem de halisünasyonlar görmesine yol açıyordu. güya ağaçların tepesinde ellerinde oraklarla oradan oraya zıplayan dev orangutanlar görüyordu. çığlık çığlığa orak sallayarak tepinen orangutanlar o zamanlar nobeli alacağından habersiz olan yazarın bütün yaratıcılığını alıp götürüyordu. çaresiz yeniden şehre inip osmaniye devlet hastanesi başhekimi operatör doktor osman ospirik ten randevu aldı. bu alerjiden kurtulmalıydı. doktor şikayetleri i- yice dinledikten sonra uzun u- zun düşündü, ellerini arkasında bağlayıp nubar terziyan edasıyla pencereden dışarı baktı. sonra masasına dönüp önündeki kâğıda bir şeyler karaladı. neden sonra orhan ın oraklı orangutanların tacizinden bitap düşmüş gözlerine baktı. orhan bey evet? orhancım ölecek miyim? hayır ölmeyeceksin. ne o zaman? şeyy ben yıllar önce kara kitap a başlamıştım. ama bitiremedim. ha keza yeni hayat ı da fakat alerji? boşver şimdi alerjiyi, şu kitapların sonunu anlatsana bana orhan kaçarcasına çıktı odadan. hattâ kaçtı diyebiliriz. oka-

liptüsüne de orangutanına da başlıycam şimdi konulu hiç de edebi olmayan cümleler sıraladı öfkeyle. bir faytona atladı hemen: kars a çek arabacı, dedi. kara basma ama. sonra iz olur üzülürüz. kadın dergilerinde en çok sevilen konu başlıkları şunlardır: 1.neden erkeklerin hepsi iğrenç domuzlardır? 2.erkekleri nasıl etkilersiniz? dave barry unutma: dipte kimse yoksa zirvede her zaman yalnızsındır. rodney dangerfield kozmos sabriye kerebiç john maynard keynes ile adam smith in doğum günleri aynıymış biliyor musunuz? ikisinin de 5 haziran, dedi tarihçi. doğum yılları da mı aynı? diye atıldı saf kız. yok canım. aralarında 160 yıl fark var, dedi yardımcı doçent. dünya ekonomik sisteminin iki kurucusunun doğum günü aynı, bakar mısın allah ın işine? bunu söyleyen ise hafız dı. ağzımıza s.çmaya yemin ediyorlardı mumları üflerken, dedi heyecanlı çocuk. sinir oluyorum onlara. ismet özel de senin gibi düşünüyor, hatta şiir yazmış j. m. keynes ten nefretimin 20 sebebi diye, dedi yardımcı doçent. bence bir şair hiç kimseden nefret etmemeli, diye mıkırdadı saf kız. ismet özelse ahmet de kamusal, dedi soytarı. bence en çok şairler etmeli. başka türlü şiir yazılamaz, dedi heyecanlı çocuk. evet mesela can yücel de öyleydi. en çok şu iki şeyden nefret ede duygu ve asena, diye araya girdi soytarı. 16

hayır be! diye masaya vurarak sözünün kesilmesine tepki gösterdi tarihçi. duygu asena iki kişi miymiş? diye sordu saf kız. aynı kişiydi, o şaka yapıyor, dedi yardımcı doçent. ismet özel dışında hepsi öldü, dedi tarihçi. allah rahmet eylesin, dedi hafız. aa, duygu asena öldü mü? diye şaşkın şaşkın baktı saf kız. kozmosa karıştı çoktan, dedi heyecanlı çocuk. ne kozmosu be! ahiret diyemiyor da! diye karşı çıktı hafız. ben kozmosa inanıyorum sana ne! dedi heyecanlı çocuk. can yücel de kozmosa inanıyordu, dedi yardımcı doçent. can yücel kim? dedi saf kız. şairdi, dedi tarihçi. şairdiler, dedi soytarı. bunlar ikiz kardeşti. can ve yücel. eğleniyorsunuz gene benimle, dedi saf kız. allah seni bildiği gibi yapsın soytarı, dedi hafız. amin, dedi heyecanlı çocuk. ne oldu, kozmosu sattın hemen? şeklinde kaşını kaldırdı yardımcı doçent. yok canım, ben öylesine dedim lafın gelişi, diye kendini savundu heyecanlı çocuk. kozmos ne? dedi saf kız. kimse bilmiyor, dedi hafız. bekle bilmiyor! kozmos; evren demektir, diye yanıtladı heyecanlı çocuk. o kadar basit değil, diye söylendi yardımcı doçent. kenan evren basit ama, dedi soytarı: bir postal bir tual. keser misin sesini! diye bağırdı tarihçi. yoo, herkesin söz söyleme hakkı var, dedi heyecanlı çocuk, onu sevmesem de bu hakkına saygı duyarım. bence de, dedi saf kız. george orwell in hayvan çiftliği geldi aklıma, dedi yardımcı doçent. hayvan çiftliği çok şahanedir, dedi tarihçi. hani şu allahsız domuzlar de mi? diye girdi araya hafız. bu indirgemeciliğine ödül verilmeli dedi heyecanlı çocuk. yalan mı? dedi hafız. o kadar basit değil, dedi yardımcı doçent. evet, hayvan çiftliği dikkatlice okunmalı o bir mizah romanı değil, dedi tarihçi. o zaman hayvanat bahçesine gidelim hadi, dedi saf kız 17

birdenbire. canımı çektirdiniz bak. bir sessizlik oldu. çıt çıkmadı. birkaç saniye sonra hafızın belli belirsiz lâ havle çektiği duyuldu. her sabah kalkıp forbes dergisinin amerika nın en zengin insanları listesine bakıyorum. eğer orada değilsem, işe gidiyorum. robert orben Sizden Gelenler: Olta Adalet Ettibuldu Havanın güzel olduğu bir cumartesiydi. En yakın arkadaşımın doğum günümde bana hediye ettiği -ki beş yıl öncesine 18 tekabül eder- olta ile balık tutmaya karar vermiştim. Sabah kalkıp keyif çayımı içtikten sonra hazırlanmış, tam evden çıkacaktım ki Hoooop dedi annem. Balık tutmanın da bir kaidesi bir kuralı vardır. Ha deyince balığa gidilmez. Annedir, vardır bir bildiği dedim. Sonra baktım annemin göz bebeğinin taaa içine. Ne var? dedi en sonunda annem de huzura erdim. Eee, ne zaman gidilir peki? Sabah gidilir. Şimdi sabah değil mi ki? dediğim de annemin gözlerinde ki bakıştan anladım ki kargalara kahvaltıya gitmem gerekiyor. Kurdum saati 05:30 a. Kurdum kurmasına da saat çalınca hangi akla hizmet böyle bir istek uyandı bünyemde diye kendime sevgi ve hürmetlerimi sundum. Karar vermiştim bir kere erkekliğe halel getirmemek lazım geliyordu. Kalktım. Ufak bir şeyler atıştırıp çıktım yola. Son anda aklıma geldi. Bana bir suç ortağı lâzımdı. Bu da Semih ten başkası olamazdı. Sonuçta oltayı o hediye etmişti. Evinin önüne park ettim. Aradım. Uzun çaldırmalarım nihayet sonuç verdi ve: Ayşe gelemem şimdi

Ayşe kim oğlum? Neyse Cinayet işlicem. Bana lâzımsın dedim. Korhan sen misin kanka? Benim oğlum. Oltanı al gel hemen. Bekliyorum kapının önünde seni. beş dakika sonra aşağıdaydı. Üstünde ters giyilmiş bir t-shirt ve düğmeleri yanlış iliklenmiş bir kot ile. Bu ne hâl lan? Oltayı almışsın. Sen dedin al diye. Ayşe kim Semihim? Garip bir sessizliği vardı. İlk önce uyku mahmurluğundan mı diye düşündüm, sonradan şüpheli bakışlardan sonra dank etti. İşin cinayet kısmında kalmıştı. Kocaman bir kahkaha patlattım. Ne oldu abi dedi? Cinayet için çağırdım da oltayı ne yapcaz diye niye sormuyorsun lan? Ne biliyim oğlum ya, kafasına falan mı vurcaz? Belki cinayet süsüdür dedim. Çok da düşünmedim yani. Daha afyonum patlamamış. Abi ya senin bana hediye ettiğin oltayla bir siftah yapamamıştım dün dedim balığa gideyim. Usûlü erkânı varmış. Ben de uydum. Kargaları da işe karıştırdım. Sonra dedim suç senin. 19 Sen olmadan olmaz. Ayşe ye gel şimdi? Rüya görüyordum abi. Fıstık gibi hatun sarmış etrafımı. O ara bir ses Bağırıyor bekle diye. Bağırdı bağırdı en sonunda sen kimsin dedim. Ayşe dedi. Göremiyorum ama halâ bekle diyor. Niye bekleyecekmişsin, nereye gidiyordun ki lan? O kadar hatun varken nereye gitcem Korhanım. Karşılıklı gülüştükten sonra devam ettik yola. Ver elini Galata köprüsü. Semih atıyor oltayı şak suda misina. Bana hainlik yapıyor. Kolum yanımdakine çarpıyor, rüzgâr esiyor, gemi geçiyor, ufuktan biri göz kırpıyor falan Yok, olmayınca olmuyor işte. Kova getirmişim kocaman. İçi Semih in tuttuğu balıklarla doldu. Derken canım sıkıldı iyice. Yeter oğlum, denizde balık bırakmadın. Çok zevkli değil mi ya. İyi ki akıl ettin de işledik cinayetleri. Ben bu sorumluluğu üstüme almam lan. Hepsi senin leşin. Topladık en sonunda oltaları. Aldık kovamızı. Çıktık yola. Semih sürekli arkasına bakıyor.