ıssn 1303-9113 2012 / 09 sayı 123 2.25 TL(KDV li)



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

BURSA KENT KONSEYİ BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ NİN KATKILARIYLA

Trans Terapi ve Dayanışma Grubu Toplantılarının Yedincisi Gerçekleşti. SPoD CHP Beyoğlu Belediyesi Başkan Aday Adayı Gülseren Onanç ile görüştü

Cumhuriyet Halk Partisi

Destek Personeli Eğitimleri

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

GENEL BAŞKANIN MESAJI

TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ 17. DÖNEM ÇALIŞMA RAPORU PANEL, ÇALIŞTAY, FORUM, SEMPOZYUM, KURULTAY, KONFERANS, KONGRE

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

BİR AVUKAT YANINDA AYLIKLI OLARAK ÇALIŞAN AVUKATIN DURUMUNUN AVUKATLIK YASASI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Uygulanacak ekonomik politikalar, istihdam ve üretime öncelik tanımalı, politikaların temelini insan oluşturmalıdır.

YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA GÜÇLÜ NÜN KONUŞMASI

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Değerli Yöneticiler, son yıllarda vergi incelemeleri büyük ölçüde bu konu etrafında dönmeye başladı.

BİR ACAYİP SOYGUN ADANA İŞİ. - Basın Toplantısı Haber Küpürleri Ocak 2015 Adana Hilton Otel

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

Bodrum a gönül veren ünlüler Trafo da buluştu

ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR?

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

ŞUBAT 2016 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

7. dönem çalışma raporu TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI. EMO Kocaeli Şubesi 146

OTEL SATIN ALMA MÜDÜRLERİ BULUŞTU

TEMMUZ 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

7. dönem çalışma raporu SOSYAL ETKİNLİKLER. EMO Kocaeli Şubesi

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

MUĞLA GAZETECİLER CEMİYETİNDE GÖREV GENÇLERİN

Türk Dünyası beyaz perdede buluştu

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ

MUĞLA DA ÇEVRE TALANINA TEPKİ

SENDİKALAR VE DİĞER DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİYLE İLİŞKİLER EYLEM VE ETKİNLİKLER

Bin Yıllık Musiki Kültürümüze Katkı Sunuyoruz. 14 Ocak 2014 Kürdilihicazkâr Faslı Beraber ve Solo Şarkılar Konseri

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

Biz yeni anayasa diyoruz

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

GÜL-AY Basın-Meslek İlkelerine Uyar. Yazı ve ilanlar imza sahiplerine aittir. Köşe yazılarına ücret ödenmez. Makalelerinden kendileri sorumludur.

HAZİRAN 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

KASIM 2011 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

ORDU SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI

DANIŞMA KURULU emo izmir şubesi 30. dönem çalışma raporu 101

KUKLA ÇOCUK TİYATROSU

SPoD İnsan Hakları Örgütlerinin Kasım Ayı Buluşmasına Katıldı. SPoD Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu nun Basın Açıklamasındaydı

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Cumhuriyet Halk Partisi

Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2

1 2 icin- ucretsiz- ped- hakki/

Temmuz 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Güneş (Kıbrıs)

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

Yaşama toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla yaklaşanların, medyanın eril dilinden rahatsız olmaması mümkün değil dedik.

EYLÜL 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

MART 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

EKİM 2017 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Aile Bülteni. ANKA Çocuk Destek Programı nın Tanıtımı Yapıldı. aile.gov.tr

ANAVARZA BAL ÇOCUK TİYATROSU

Cumhuriyet Halk Partisi

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

Asgari ücret 1900 net! DİSK ten basın açıklaması

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

ordumuhtarlarderneği tarafından yazıldı Pazartesi, 03 Kasım :00 - Son Güncelleme Perşembe, 06 Kasım :10

Denize En Çok Mavi Yakışır

- Arıtmaların yeri kamu arazisidir bunda indirim yapamayız dediler.

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Blogger bunu uyguluyor!

MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE ZAM

KASIM 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Beşiktaş Gazetesi. Günlük web Gazetesi Salkım Söğüt Saç

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ

ACR Group. NEDEN? neden?

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

İktidarıyla, muhalefetiyle bütün Belediye Meclis Üyesi arkadaşlarımın da aynı bilinçle görev yaptığına inanıyorum.

ANTALYA ALTIN PORTAKAL'DA JÜRİ HEYECANI!

Saðlýk çalýþanlarý GöREV'de

ŞUBAT 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Ağustos 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI

Cumhuriyet Halk Partisi

DENİZLİ ŞUBE. 28 Şubat 2014 tarihinde ilk yönetim kurulu toplantısında görev dağılımı yapıldı. 20 Mart 2014 te PAYEK, Jeoloi Mühendisliği

Transkript:

ıssn 1303-9113 2012 / 09 sayı 123 2.25 TL(KDV li)

a y l ı k s a n a t d e r g i s i Mer ha ba Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazıişleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yazıişleri Müdürü Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Faks: 238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.com Ankara İdil can Kül tür Mer ke zi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042-0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Hesap no (EURO) 1042-0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7.5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap no Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sok. No: 10 Çobançeşme / İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın türü: Yerel Süreli Sanatın gücü bilinir. Bir sinema filmi en güçlü propaganda araçlarından biridir örneğin. Emperyalist tekeller, bu gücü bilinç bulanıklığı yaratmak, gerçekleri ters yüz etmek için kullandılar bugüne kadar, bundan sonra da kullanacaklar. Ezilenlerin sanatını yapanlar da bu gücü ellerinden geldiğince kullandılar, kullanmak zorundalar. Çünkü bizim sanatımız, yasaları yapanlardan daha güçlüdür! AKP faşizmi sanata saldırıyor. Biliyor ki sanatı ne kadar zapturapt altına alırsa, beyinleri de teslim almasının yolu açılacak. Siz kimsiniz? dedi başbakan, şehir tiyatroları üzerindeki faşist baskıları protesto eden sanatçılara... Küçümsedi, hakaret etti. Halkın sanatına yapanlar, bu saldırıya gerektiği kadar güçlü cevap veremediler ne yazık ki. Oysa Sen kimsin? diyebilmenin gücüyle dimdik durulmalıydı faşizmin uygulayıcısının karşısında. Zaman geçmiş, her şey yitirilmiş değil! Halkın sanatını yapanlar, tercihini ve safını halktan yana yapanlar, faşizmin karanlığı altında sanat icra etmek istemeyenler, şimdi yeni bir buluşmanın eşiğindeler. Bursa da düzenlenecek olan Tiyatro Çalıştayı, faşizmin sanat düşmanlığı karşısında, halkın sanatçılarının dimdik ayağa kalktığı, umudun yeşertildiği ve sanat adına, halkın sanatı adına ve halkın sanatçıları adına, geleceğe dair köklü ve kalıcı kararların alındığı bir buluşma olmalıdır. Bu çalıştay, tercihlerin net bir şekilde ifade edildiği ve icazetin tümüyle reddedildiği, hakların ağlama-sızlama ile değil, ancak mücadele ile kazanılabileceğinin bilinnçlere kazındığı bir buluşma olmalıdır. Bu çalıştay, örgütsüz bir mücadelenin hiçbir hak elde edemeyeceği, çünkü güç olmanın yolunun ancak ve ancak örgütlenmekten geçeceğinin net bir şekilde, güçlü bir şekilde haykırıldığı bir buluşma olmalıdır. AKP faşizmini geriletmenin tek yolu budur! Örgütlenmek ve hak elde etmek için direnmek! Doğru budur! Bunun dışında bir doğru arayan ya art niyetlidir ya da kavga nedir bilmiyordur... Halkın sanatını yapanlar Bursa da olacaklar! Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde 40 yılı aşkın bir süredir, devrimci sanat alanında mücadele eden sanat cephesi üyeleri orada olacaklar! Orada doğruları bir kez daha ifade edecek; oraya gelmiş bulunan ve oraya gelemeyen ama mücadele etmek için kararlı olan sanatçılara, tiyatroculara, aydınlara hep birlikte faşizme karşı güçlü bir şekilde savaşmanın gerekliliğini söyleyecekler. Faşizm karanlığın, direniş ise geleceğin temsilcisidir. Gece ne kadar uzun olsa da güneş mutlaka doğar! Bir sonraki sayımızda görüşmek dileğiyle... Dostlukla...

İÇİNDEKİLER 09/2012 3 DEĞERLENDİRME grup yorum dersim de sahneye neden çıkmadık? 8 MAKALE ragıp yavuz aydın, sanatçı son sözü karanlığa bırakmaz! 11 Makale mehmet esatoğlu tiyatro platformu ve birliğin sorunları 12 DENEME ibrahim demircan nasıl bir sanatçılık? 15 MAKALE sinan gümüş AKP ve dizi yapımcıları, set emekçilerine karşı 19 RÖPORTAJ tavır zafer ayden le set işçileri üzerine 22 MAKALE tavır halkın ezgisi 24 DENEME tavır ezilen yoksulların sesi 28 MAKALE hüseyin kılıç yorum un sahnesinden yükselenler 30 DENEME tavır halk festivallerini örgütleyelim 32 ŞİİR hasan hüseyin adam olur bu ülke 33 DENEME ümit ilter dayı yı hiç gördün mü? 36 DENEME eren buğlalılar düşmanların ve sen 38 DENEME yelda deniz gelecek! işi bitince 40 MAKALE vedat sezer olimpiyatlar ve gerçekler 43 MAKALE filiz tanya kimi gece konar, kimi göğü deler 46 DENEME ferahi başak şimdi rıza olmak zamanı... 48 BİYOGRAFİ emin demir fakir baykurt 57 RÖPORTAJ tavır damında şahan ın anlattıkları 60 TİYATRO gülnaz bıçakçı kurban... bir anadolu tragedyası 62 HABER İÇ KAPAK FOTO: FOSEM

değerlendirme değerlendirme dersim de sahneye neden çıkmadık? grup yorum Festivallerin mücadele edilerek kazanıldığı topraklardan biridir Dersim. Tıpkı tarihi gibi isyankar olmasından gelir yaşadıkları baskılar. Festival hakkı bile elinden alınmaya çalışılmıştır Dersim halkının. Çünkü orada devrim düşü vardır, zulme başkaldırmak gelenektir. Bugün de devrimciler vardır Dersim de. Festivallere devrimciler şekil vermeye çalışır. Devrimci sanatçılar, müzik grupları gelirler, Dersimlilerin her sene heyecanla beklediği. Paylaşırlar Dersimlinin yok sayılmışlığını, tarihinden gelen acıları... Anlatırlar halka, doğruları, gerçekleri, düzenle hesaplaşırlar, kavgaya dair yeminler edilir konserlerin sonrasında. Grup Yorum olarak biz de 12 yıldır bütün Munzur Festivallerine katıldık. İlk yıllarda bir festival valilik tarafından yasaklandı. Fiili olarak müdahale edileceği söylendi. Bunun üzerine başka sanatçı dostlarımızla ortak tavır koyup her ne pahasına olursa olsun bu festivali yapacağız dedik ve konserlerimizi baskılar altında gerçekleştirdik. Stant önlerinde verdiğimiz eylemli konserlerimize, polis müdahale edeceğini söyledi, stantların etrafını sardı, kitleyi kaçırmaya çalıştı, fakat başaramadı. O konserleri de yaptık. Yorum şöyle düşünür: Ne olursa olsun, orada kazanılmış olan bir alan var ve bu halkın elinden alınmaya çalışılıyor. Almayı başaramadılar, bu kez festivalleri yozlaştırmaya çalışıyorlar. Bu kez de buna karşı, bu yozlaştırmaya karşı güçlü tavırlar sergilemek, güçlü konserler yapmak, üretken festivaller yapmak gerekir. Temel amacımız, hedefimiz bu. Gençliğin hızla yozlaştığı, tamamen vur patlasın çal oynasın bir eğlencenin hakim olduğu, kendi kültürüne yabancı- laşan, içkinin esiri olan bir gençlik yaratılmasını istemiyoruz. O nedenle, şimdiye kadar ki festival sahnelerimizin hepsinde özellikle belirlediğimiz başlıkları halka anlatmaya çalıştık. Bölgede yaşanan katliamlar, Dersim halkına yönelik baskılar, devrimci kurumlara saldırılar, barajlara karşı mücadele, kültürün, doğanın yok edilmek istenmesi, ormanların yakılması, yaşanılan yozlaşma her daim devrimcilerle birlikte Dersim halkının bu düzenle olan çatışması olmuştur. Ama sorunlar bunlarla da sınırlı kalmıyor. Bunlarla boğuştuğumuzu düşünürken, Dersim de BDP nin Yorum a karşı özel engelleme girişimleri de hiç kimsenin istemediği bir durum olarak karşımızda duruyor. Dersim de bugüne kadar hiçbir sol çevre, demokratik kuruluş veya Dersim halkı Yorum u istememezlik etmedi. Kaldı ki niye böyle düşünsün? Fakat BDP ve BDP li belediye yıllardır Grup eylül 2012 TAVIR 3

Yorum un ve diğer başka sanatçıların önüne engeller koyuyor, dediğim dedik, çaldığım düdük yaklaşımını devam ettiriyor. Bunun aksini hiç kimse iddia edemez. Eğer kendileri de ederlerse geçeriz birlikte halkın karşısına tartışırız. Bütün yaşanılanları şimdiye kadar buralara yazmadığımız ayrıntıları da kendileriyle tartışırız herkesin önünde. Yorum sıradan bir sanatçı veya grup değildir. Diğer başka devrimci sanatçı ve gruplar gibi halkı için her an ölebilecek bir kavganın içindedirler. Ve 27 yıllık bir tarih, ortaya çıkarılan çaba, halk için yapılanlar bu örneklerle doludur. BDP özellikle kendi kitlesine ve diğer çevrelere Yorum un anti propagandasını yapıp duruyor, son yıllarda. BDP liler İzmir de Grup Yorum, sahnede şarkı söylerken sahneyi basmışlardır ve sahnedeki Yorumculara karşı fiili olarak müdahale etmiş ve müzik aletlerine zarar vermişlerdir. Salonda bulunan 2500 kişinin sahneyi basanlara bir zarar vermemesini ve olayın büyümesini de yine Grup Yorum elemanları engellemiştir. Grup Yorum niye falanca konserde Kürtçe söylemedi diye soracak kadar şüpheyle ve birçok kez önyargıyla bakmışlardır Yorum a. Oysa bu cümleleri kuran birçok kişi daha kendi tarihini bilmiyor. Grup Yorum un 80 li yıllardan sonra birçok sanatçının ülkeyi terk ettiği, ülkede kalanların da söylediklerini değiştirmelerine rağmen, umutlu şarkılar söylemeye devam etmesini, kavganın tam ortasına atılmasını, Kürtçe şarkıları öldürülme, tutuklanma pahasına ısrarla söylemeye devam etmelerini, bunun için tutuklanmalarını, tehditler almasını, o dönem ilk Kürtçe söyleyen birkaç sanatçıdan biri olmasını, albümlere özellikle Kürtçe şarkılar koymasını, albümlerinin adını bile Kürtçe olarak da koymasını bilmezler. (Gel ki Şafaklar Tutuşsun Cane / Yürek Çağrısı Ey Hevalo Evindar / İleri Hernepeş) Kürt halkı için Grup Yorum un yaptığı açlık grevlerini, Kürt çocukların tutuklanmasına karşı eylemlerini bilmezler. Kürt halkıyla dayanışma geceleri örgütlediğini bilmezler. Elemanlarının yarısının Kürtlerden oluştuğunu, kitlesinin önemli bir kısmının da Kürtlerden oluştuğunu bilmezler mi? Oysa Grup Yorum tüm Anadolu halklarının grubudur. Ayrım gözetmez, Lazların, Çerkezlerin, Ermenilerin, Arapların, Gürcülerin, Kürtlerin, Türklerin, Süryanilerin, Yezidilerin, Rumların tüm Anadoluda yaşayan halkların grubudur. Birçok kez Grup Yorum, Niye hep Kürtçe söylüyorsunuz diğer dillerden söylemiyorsunuz eleştirisiyle de karşı 4 TAVIR eylül 2012

karşıya gelmiştir. Oysa bu bir kıyaslama değildir. Grup Yorum tarihi boyunca Kürt halkını sahiplenmiştir tabi ki, diğer bütün halkları olduğu gibi. BDP bizim geniş kitlelere seslenmemizi istemiyor. Kendi eliyle bize olanak sunmayı istemiyor. Neden? Çünkü kendisinden farklı şeyler söylüyoruz milyonlara. Onlar barış diyor, biz faşizmle barışılmaz diyoruz. Bizi yok edenlere karşı ancak savaşarak kazanılır, ama bütün halkı örgütleyerek kazanılır diyoruz. Biz Kürt halkının mücadelesinin bütün Anadolu halklarıyla ortaklaşmasını birlikte büyümesini istiyoruz. Kavgamız açlık yoksulluk, yok sayılmışlık kavgası. Çektiklerimiz aynı, düşmanımız da ortak diyoruz. Biz Kürt halkının kurtuluşunun sosyalizmde olduğuna inanıyoruz. Kürt ulusu kendi kaderini tayin etmelidir diyoruz, emperyalistler ve uşakları değil. Emperyalistler ancak işbirlikçiliğini yaptığınız oranda size yetkiler verir. Barzani ye, Talabani ye milyonlarca Iraklı katledilerek yetkiler verilmiştir. Daha önceki festivallerden birinde tiyatro grubumuz olan İdil Tiyatro Atölyesi sahnede kitlenin karşısında oyununu oynarken, ses sisteminin fişini çekip kapatmıştır, BDP li festival sorumluları. Arkadaşlarımız megafonu eline alarak oyuna devam etmiştir. Ne seyirci ne de arkadaşlarımız o durumda bunu anlayamamışlardır. Sahne basmaya cüret eden bunu hayli hayli yapar. Propagandamızı böyle engelleyemeyeceğini de bilir BDP. Bu koşullara razı gelmeyeceğimizi de bilir. Ama çaresiz bu yöntemlere başvurur. Yine bir festivalde Grup Yorum u gece 02.00 ye bırakmıştır. Ve kitle gitmek zorunda kalmıştır, ilçelerden gelenler dönmek zorunda kalmıştır. Boş sahayı bırakmak istemiştir Yorum a ama ona rağmen vefalı seyircimiz beklemiştir. Yorum da seyirci için sahneye çıkmamazlık yapmamış iki türkü söyleyip bir açıklama yaparak bu durumu protesto etmiştir. Yine başka bir festivalde hiç merkez programına bile koymamıştır. Bütün sol çevreler, demokratik kuruluşlar, Dersim dernekleri çıksın demesine rağmen, BDP kendini dayatmış ve bu kararı vermiştir. Yorum da festival öncesinden Dersim e gitmiş bu durumu netleştirmiştir. Diğer sol çevreler de BDP nin politikaları karşısında etkisiz kaldıkları için eleştiri konusu olmuştur bizim nezdimizde. Yorum un bütün görüşme talepleri reddedilmiş. Belediye binasının önünde neredeyse belediye başkanıyla görüşmek için oturma eylemi yapmıştır Yorumcular. Ama belediye umursamaz davranmıştır, BDP li milletvekilleriyle bile görüşülmüş, BDP İstanbul il le görüşülmüş, bir tavrınız var mı öğreneceğiz diye sorulmuştur ısrarla. Herkes muhataplıktan kaçmıştır. Fakat ayrıntılarda ve görüşmelerde aldığımız bilgiler bizi yanıltmamıştır. Yine yukarıda saydığımız gerekçelerin bazılarına ulaşmışızdır gerekçe olarak. Kürdistan ın başka bir bölgesinde tek belirleyen olabilirsiniz ama, Dersim de Dersim halkını ve devrimci geleneklerini de dikkate almak zorundasınız. Dersim merkezde yine Songül Erol Abdil in başkanlığının olduğu dönemde, Yorum yine en sona bırakılmıştır. Ve programda birçok sanatçı arkadaş vardır, birçok konuşma ve resmi merasim vardır. Bütün konuşmalara rağmen yine bu durum değişmemiştir. Yorum da bu duruma tamam demiştir. Bekleriz demiştir. Fakat Yorumcuların taleplerine rağmen onlarca neden sayılmıştır. Oysa çok basittir. Hiçbir neden yoktur, sıralamalar ve süreler gayet ayarlanabilir durumdadır. Bu durumda Yorumcular stad dışında bir yerde çalışmalarını sürdürürken, beklerken, bir telefon gelmiştir. Hemen şimdi çıkabilir misiniz diye. Neden diye sorduğumuzda programda aksilik çıktı, falanca sanatçı sorun çıkardı yer boşluğu oluştu, sıradaki diğer sanatçılar da çıkamaz, zor durumda kaldık siz çıkabilir misiniz denmiştir. Yorumcular bu durumu kurtarmak için apar topar hazırlanıp stada gelmiş ve daha en başlarda çıkmıştır. İşlerine geldiğinde bu şekilde, işlerine geldiğinde asla başlarda çıkamazsınız demişlerdir. BDP yi kendini düşüncesini herkese dayattığı için eleştiriyoruz. İşte böylesi bir dünya görüşüne, düşünceye sahip olduğumuz için BDP bize engel oluyor. Geniş kitleler karşısında, özellikle Dersim gibi yerlerde kendi belirlediği dışına bir şeyler söylenmesini istemiyor. Bunu bazen direkt olarak yapıyor, bazen de mümkün olduğu kadar bu noktada tutmaya çalışıyor. Bu sene 12. Munzur Festivali nde Grup Yorum olarak; 25 Temmuz da Nazımiye de, 26 Temmuz da Ovacık ta, 27 Temmuz da Pertek te, 28 Temmuz da Hozat ta binlerce Dersimlinin ve dışarıdan gelen dinleyicilerimizin coşkulu katılımıyla festivallere katıldık, konserler verdik. 29 Temmuz da ise Dersim Merkez de stadyumda gerçekleşecek olan festival programında, BDP nin, BDP li belediyenin tavır ve yaklaşımlarını protesto ederek konserimizi gerçekleştirmedik. Bunu yaparken daha önceki yıllardaki birçok deneyimimizi de gözden geçirdik. Yaşadıklarımızdan kaynaklı sahneye çıkmadık. Sahneye çıkmadığımız için bizi bekleyen Dersimli dinleyicilerimizden özür diliyoruz. Artık bize karşı uygulananlar son aşamasına gelmiştir. Daha önce birçok protesto biçimi geliştirdik. Sahneye çıktık, oradan konuşma yaptık. Ama bu sefer artık sahneye bu şekilde çıkmanın da bir anlamı kalmamıştır. O ortamda seyirciler arasında böyle bir gerilimin yaşanmasını istemedik... Dinleyicilerimizin kendi sorularını sorarak, sorgulamasını ve bir süreci yaşamasını istedik. Biz eylül 2012 TAVIR 5

bundan sonra bu şekilde bir girişimle karşılaştığımızda daha farklı çözümler bulacağız. Mesela kendi alternatiflerimizi yaratarak, zaten iki yıldır Dersim de ücretsiz halk konserleri yapıyoruz. Biz festivalde böyle bir tavır gerçekleştirmeseydik bu hep böyle sürüp gidecekti. Yıllardır BDP ve BDP li belediye bize uyguladığı yaklaşımları değiştirmemiştir. Yorum u yok saymaya çalışsa da halk ve kurumlar buna izin vermemiştir. Gelelim son tartışmaya. 12. Munzur Festivali nde, yani 2012 Dersim festivalinde 29 Temmuz da Yorumcular belediyede programı konuşuyor. Daha öncesinden belediyeyle görüşen arkadaşlarımıza, 4.sırada çıkacağımız üzerine netleştirilmiştir. Hatta bu durum festival duyurusu için dağıtılan program broşüründe de böyle açıklanmıştır. Ve program üzerine yapılan tüm tartışmalarda Grup Yorum un bu yönde düzenleme yapılmasını istediği belirtilmiştir. Bu görüşmelerin ardından ise program duyurusu hazırlanırken bunun yapılmadığı görülerek tekrar müdahale edilmiş ve belediye yetkililerinden birisi bunu Her Yerde Sanat(HYS/Kürt illerindeki festivalleri düzenleyen bir organizasyon şirketi) tan arkadaşlara telefonla aktarmış ve programın son halinde 5. Sırada çıkması noktasında görüş birliğine varılmıştır. Ama tüm kurumların katıldığı meclis toplantılarında sanki tüm bunlar dile getirilmemiş gibi, bu görüşmeler hiç yapılmamış gibi davranan Diyarbakır dan HYS adına gelen bazı arkadaşlar, bu durumun kendilerinin bilgisiyle olmadığını, programı kendilerinin belirlediklerini söylemişlerdir. Onlar bu açıklamayı yaptığında ise o zaman biz kiminle konuştuk ve niye konuştuk diye sormuşuzdur. Buna da belirsiz cevaplar verilmiştir. Grup Yorumcular belediyeden HYS lilere süremiz ve sıramız nedir öğrenebilir miyiz dediğinde ise şu cevap verilmiştir. Yapılan görüşmeyi aynı cümlelerle aktarıyoruz. Heval bu sene Grup Yorum un bir süre sorunu yoktur. Siz bilirsiniz. Ama program gece 24.00 te bitmek zorunda. Soruyoruz kaç sanatçı var. 7 sanatçı deniyor. Konuşmalar var deniyor. Programın da zaten geç başlayacağını ve saat düzenlemesinin gerçekçi olmadığını biliyoruz. Bizi en sonda çıkaracaklarını söylüyorlar. Bunu da söylüyoruz yetkililere. Onlar ise kendilerinden çok emin bir biçimde bunu düzenleyeceklerini söylüyorlar. Ki o gün akşam akan programa baktığımızda da söylediklerimiz aynı şekilde gerçekleşiyor. 19.30 da başlaması gereken program 20.00 de başlıyor. Bunları önceden tahmin ettiğimiz için diyoruz ki; zaten süre sorunu yok diyorsunuz, bu bizim bu gece konser yapamayacağımız anlamına gelir diyoruz. Bu nasıl bir çelişki. Hem süre sınırı yok diyorsunuz hem de gece 24.00 te bitecek diyorsunuz. Konsere çıkmış olsaydık en son bizden önce Ferhat Tunç olacaktı ve Ferhat Tunç sahnesini bitirdiğinde saatlere zaten 00.30 u geçiyordu. Bu durumda Yorum çıksaydı muhtemelen yine sürekli HYS den arkadaşlar yanımıza gelip, arkadaşlar bitirmemiz lazım deyip duracaklardı. Çünkü bunu baştan ortaya koymuşlardı. Festival programı başlamadan önce yapılan görüşmede, Yorumcular tarafından koşullar anlatılmış ve kendilerine onlarca öneri yapılmıştır. Bir Grup Yorum elemanının Gümüşhane de cenazesi vardır ve Erzincan dan kaldırılacağı için orada olması gerekir, ve kendilerine bu durum anlatılır. Minibüsle geldik, yola çıkacağız, arkadaşı bırakacağız diye. Ona rağmen yok demişlerdir. 40 dakika veya 30 dakika değil, 20 dakika söyleyelim o zaman denmiştir. 20 dakika iki şarkı süresi, bir konuşma süresi de olabilir. Çok daha kısa söyleyebiliriz, bu durumda programın neresinde çıkarsak çıkalım kimseyi etkilemez demişizdir. Biz sanatçılarla konuşalım, onlar böyle bir şeyi kabul eder, bize bu anlamda bir şey demez diyoruz. Ona rağmen olmaz denmiştir. Çünkü program üst düzeyde belirlenmiştir. Genel politika budur. Grup Yorum un propaganda yapmasına mümkün olduğu kadar müsaade edilmeyecek. Yani en başta anlattığımız nedenlerdir bütün sorun. Ki tüm bunlara rağmen Belediye yetkilileri aranmış ve daha öncesinden verilen sözlerin tutulmadığı belirtilerek bu durumun belediye başkanı tarafından çözülmesini istediğimiz belirtilmiş, kendilerine haber beklediğimiz anlatılmıştır. Böyle bir konuşmanın ardından bile telefonla aramaya bile gerek duymayarak SMS yoluyla ciddiyetsiz bir dille yapacak bir şeyin olmadığı cevabı verilmiştir. Onun içindir ki; mesele Grup Yorum un en sonda çıkmak istememesi meselesi değildir. Mesele BDP nin bunu kullanarak bize propaganda yapma izni vermemesidir. Kaldı ki bize sıra geldiğinde 00.30 u geçmesine rağmen binlerce insan beklemiştir. Binlercesi de daha program devam ederken Grup Yorum un olmadığını öğrendiği için alanı terk etmiştir. HYS liler sahneden seyirciye bir cevap verememiştir. Seyirci yuhalamıştır. Hiçbir şey bilmese de DERSİM HALKI, artık bunca yıldır Grup Yorum a BDP nin yaklaşımlarını bildiği için "Kesin yine bir adaletsizlik yaptılar" dercesine tepki göstermiştir. Pet şişeler atarak, tartışarak, konuşarak, slogan atarak bu duruma tepkisini göstermiştir. Artık yeter diyoruz. Biz biliyoruz ki yine protesto etseydik sahneye çıkıp konuşma yapsaydık ortam çok gerilecekti. Belki de buna izin vermemek için ikinci bir gerginlik çıkacaktı. Kaldı ki üç sene önce bu protestoyu da yaptık. Artık yapacak bir şey kalmadı. Bu zihniyetle tartışmamız, ideolojik ve politiktir. Kimse bizi yok sayamaz. Biz iki yıldır kendi imkanlarımız- 6 TAVIR eylül 2012

la Dersim de ücretsiz halk konserleri yapıyoruz. Gerekirse alternatif konserler de düzenleriz. Festival BDP yle doğmadı. Dersimli örgütler, devrimciler, Dersim dernekleri ve Dersim halkının ortak eseridir bu festival. Başka yerlerde bütün festivale egemen olabilirler ama Dersim de Dersim halkı buna izin vermez. Festival tartışmaları süresince yaşanan tek ciddiyetsiz ve ben merkezci yaklaşımlar bunlar da değildir. Festival tartışmalarına katılan tüm kurumlar yapılan programın 26 Haziran da yapılan son toplantıda büyük oranda şekil aldığını, yapılacak bazı sanatçı görüşmelerinin ardından bir hafta içinde programın netleştirilmesine dair kararlar alındığını bilirler. Ama tüm bunlara rağmen festival programı 20 Temmuz tarihinden sonra duyurulmaya başlanmıştır. Bu arada bu belediye yetkililerine yöneltilen bu konudaki tüm sorular cevapsız bırakılmış ve HYS den arkadaşların bu işi düzenlemelerini bekledikleri söylenmiştir. Ciddiyetsiz ve işi sürüncemede bırakan bu yaklaşım festival programının da halk arasında geç duyurulmasına neden olmuştur. Buradan tekrar dinleyicilerimize sesleniyoruz. Lütfen bizi anlayışla karşılayınız. Biz sizinle her yerde ve her zaman buluşabiliriz. Fakat bu tavra artık yeter demeli ve böyle bir tavır geliştirmeliydik. Bir süredir böyle bir açıklama beklediğinizi biliyoruz ve şimdi size açıklıyoruz işte. Festivalde konsere çıkmamamızın nedenleri bunlardır. Bu anlayışla sadece biz karşı karşıya kalmıyoruz. Başka sanatçı dostlarımız da yine defalarca benzer uygulamalarla karşılaştı, başka sol çevreler de böylesi bir yaklaşımla karşılaştı. Devrimci müzik grupları, genelde kendi imkanlarıyla dolaşırlar, halk içerisindedirler, otel vs. sorunları olmaz çünkü halk ilişkilerinde kalırlar, onları evlerinde konuk etmek için yarışır insanlar. Fakat belediye, bunu örnek alıp büyütmesi gerekirken, bu yaklaşımı sergileyenlere sansür uygulamaya çalışıyor, dışlamaya çalışıyor. Ama öte yandan, başka sanatçılara çok geniş bütçeler serilebiliyor, oteller, geziler bütün imkanlar sunulabiliyor. Ama devrimcilere ödenecek bir miktar var ise, bu kırk kez düşünülebiliyor adaletsiz bir yaklaşım sergilenebiliyor. Bu da ayrı bir çarpık bakıştır. Biz Grup Yorum u ayrıntılarda boğmak istemedik, 27 yıllık tarihimizin yarattıklarını böyle ufak, çapsız hesaplara kurban etmek istemedik. Demek ki artık köşeli olmak gerekir, en genel tavrımızı ortaya koyduğumuzda halkımız bizi anlar, dinleyicilerimiz bizi anlar. Bizde bu güven var. Ve şunu da söyleyelim zaten; HYS li arkadaşlara oturup anlatmaya çalışmakla anladık diyecekleri bir şey yoktu. Çünkü mesele bu değildi. Mesele bu olsaydı, on ayrı yöntem bulunmuştu. Mesele ideolojik, politik. O zaman biz de bundan sonra böyle cevaplar vereceğiz. Bütün tartışmaları bütün halkımızla birlikte, her yerde tartışmaya hazırız. Her yerde bu düşünceyi mahkum etme görevimizi yerine getirmekten onur duyacağız. o eylül 2012 TAVIR 7

makale makale aydın, sanatçı son sözü karanlığa bırakmaz! ragıp yavuz Şehir Tiyatroları ndaki yönetmelik değişikliği ve Devlet Tiyatroları Yasası üzerindeki değişiklik hazırlıkları, tartışmalı süreci başlatan dinamikler olarak öne çıkmış olsa da, aslında yıllardan beri çeşitli örneklerle kendini hissettirmiş bir yaptırım ve baskılama söz konusu... Bu nedenle süreci doğru kavramak ve değerlendirmek, biraz eskilere uzanmayı zorunlu kılıyor. 2000-2012 arasında yaşanan 12 sezonda Şehir Tiyatroları 8 Genel Sanat Yönetmeni tarafından yönetildi. 2000 yılında Genel Sanat Yönetmeni Kenan Işık tı, daha sonra sırasıyla Şükrü Türen, Nurullah Tuncer, Mazlum Kiper, tekrar Nurullah Tuncer, Orhan Alkaya, Ayşenil Şamlıoğlu ve son olarak da, yeni yönetmeliğin yetkisiz Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin göreve getirildiler. Asırlık bir sanat kurumunda bu kadar çok yönetici değişikliği yapmak, işin maddesine ve ruhuna aykırı bir tutum olduğu gibi, sanatsal bir vizyon, program ve politika oluşturmak adına da istikrarsızlık yaratan bir sürecin gerekçesini oluşturdu. Zaman zaman tiyatro yönetimiyle sanatçı ve çalışanlar arasında, sıklıkla da belediye ile tiyatro arasında tartışmalar, huzursuzluklar, çalkantılar hiç eksik olmadı bu süreçte... Bütün bu gel-gitler kurumun sanatsal üretimini de, idari ve teknik görevlendirilmeleri de karmakarışık bir hale getirmiş ve Şehir Tiyatroları nı tiyatro yapmaktan çok, fabrika gibi oyun çıkartan bir yapıya dönüştürmüştü. Seyirci de bu durumdan nasibini alıyor ve koltuklar hızla ıssızlaşıyordu. Sürecin en sivri dinamiklerinden biri, kuşkusuz Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi nin yıkılması tartışmalarında yaşandı. Nurullah Tuncer in 2. kez görev yaptığı dönemdi. Şehir Tiyatrolular, Belediye Başkanı Kadir Topbaş ın basın açıklamasından öğrendi tiyatrolarının yıkılacağını. Kerelerce inkar edilmiş olsa da bölgeye yapılacak İstanbul Kongre Merkezi nin planında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi yer almıyordu. Çeşitli süreçlerde üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi duran İŞTİ- SAN (İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği) kolları sıvadı, Şehir Tiyatrolular (yine) sokağa çıktı, Yönetim Kurulu nun seçilmiş üyeleri üzerine düşeni yaptı ve önce Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi plandaki yerini aldı, ardından da, henüz inşaat başlamadığı halde Nurullah Tuncer in gösteri yapmak bir yana, provalara bile kapattığı sahne yeniden perde açmaya başladı. Bu günler yine ve yeni bir atamayı daha getirdi. Nurullah Tuncer bir kez daha görevden alındı ve seçilmiş Yönetim Kurulu üyesi Orhan Alkaya Genel Sanat Yönetmeni oldu. Bu süreç Şehir Tiyatroları tarihinde bir açıdan çok önemli. Çünkü Orhan Alkaya ve yeni yönetimde görev alan Volkan Sağırosmanoğlu seçilmiş üyelerdi, yeni süreçte buna iki de yeni seçilmiş üye eklenince Yönetim Kurulu nu oluşturan 7 üyeden 4 ü kurum çalışanlarının oylarıyla görev yapan kişiler haline geldi... Bu durum kuşkusuz sağlıklı atılan bazı adımları da beraberinde getirdi. Tuncer in son döneminde %50 lere kadar düşen seyirci ortalaması hızla yükseldi ve %75 ler seviyesini yakaladı. İki yeni Çocuk Tiyatrosu sahnesi ve bir prova stüdyosu hizmete girdi ve Şişhane de yapılması planlanan yeni bir tiyatro için proje yarışması açıldı. 8 TAVIR eylül 2012

Nedir, insiyatifli bir sanat yönetimi ile yakalanabilecek bir istikrar, aslında yönetsel ve siyasi otoritenin pek de aradığı bir şey değildi. Medya üzerinden Şehir Tiyatroları repertuarına saldırı yöntemi belediye eliyle hızla devreye sokuluverdi. Belediye Başkanı Kültür ve Sanat Danışmanı Kenan Işık, repertuarda yer alan bir oyun hakkında,... Oyunu izledim. Oyunu faşizanca, itici, belli kesimleri rencide edici buldum. Müstehcenlik de var. Karımla bile konuşamayacağım kadar açık konuşuluyor. Alevi bir arkadaşımla izlesem sıkılır, utanır ve kendimi savunamam. İncinirler. Her genç kız bakire olmadan evlenebilir, endişeler duyabilir. Burada karakterin ille de Alevi olmasının vurgulanması gerekmiyor. (02 Ocak 2009 milliyet.com.tr) demecini verince yeni bir tartışma alevlendi. Oysa metnin yazarı da bir Aleviydi ve oyun Genç Günler organizasyonundaki başarısı üzerine repertuara alınmıştı... Sonuç malum; isimli-isimsiz tehdit telefonları gölgesinde ve tiyatro bir sansür tartışmasının içine çekilerek yıpratıldı, yönetim değişikliği için gereken zemin hazırlandı ve birkaç ay sonra da Orhan Alkaya görevden alındı. Belediyenin, kurum yönetiminde içerden sanatçıların yetkili ve inisiyatifli olmasından duyduğu rahatsızlığın bir göstergesi olarak yeni Genel Sanat Yönetmeni, Kenan Işık örneğinde olduğu gibi yine dışarıdan ithal edildi. Ayşenil Şamlıoğlu başarılı ve tanınan bir sanatçı olduğu için, bazı serzenişler olmasına rağmen çok da büyük kıyamet kopmadı Şehir Tiyatroları bünyesinde. Yeni süreçte önce sessiz sedasız Dolmabahçe prova stüdyosu gitti elden, ardından Şişhane de yapımı planlanan yeni binanın akıbeti belirsizleşti, bu arada kiralanan ve tadilata giren Harbiye Yapı Endüstri Merkezi ise iade edildi. Hükümetin devleti reorganize etme çabalarını sınırsızca gözlemlediğimiz bu süreçten sanatın pay almamasını düşünmek ne kadar safdillik olursa, Şehir Tiyatroları nın bu kadar sıklıkla yönetim değiştirmesini de tekil ve güncel olaylara bağlamak o kadar safdillik olur diye düşünüyorum. Özellikle son 12 yıllık dönemde tiyatronun istikrarlı ve uzun soluklu yönetimlere sahip olmaması siyasi ve yönetsel bir tercih olabileceği gibi, mevcut iktidarın bu alanda tümüyle denetim altında tutabileceği yetkin kadrolarının olmayışı ve bir arayış içinde olması da geçerli bir neden olabilir kanımca. Ama bir tek hedef hiçbir zaman değişmiyor: 98 yıllık tarihi boyunca bütün sosyal alt-üstlük dönemlerinde türlü yaramazlıklar yapmak gibi bir geleneğe sahip olan bu sanat ocağını kontrol altında tutabilmek... Genç kuşaklar pek bilmez; kurucu ustamız Muhsin Ertuğrul un bütün ömrü, şu andaki Yeni yönetmelikle bir kez daha ve can acıtıcı biçimde yapılandırılan Edebi Kurul la mücadele ederek geçmiştir. 12 Mart döneminde Deniz Gezmiş lerin idamlarını durdurmaya yönelik kampanyalara imza koyan, hatta belli sürelerde yargılanıp hüküm giyen, hapis yatan Şehir Tiyatrolu sanatçılar vardır. Keza, 12 Eylül döneminde de aynı örnekler yaşanmış, ayrıca 42 sanatçı 1402 sayılı yasayla görevden alınmıştır. Son 30 yıldır kabartılı örnekleri, son dönem hariç pek görülmese de, sosyal mücadelenin içinde olmak bir gelenektir yaramaz Şehir Tiyatrolular için... Hal böyle olunca; yönetmelikteki sanat kurumu ibaresi kaldırılarak Şube Müdürlüğü tanımı getirilen, Genel Sanat Yönetmeni nin artık Yönetim Kurulu Başkanı olmadığı, repertuar belirleme yetkisinin Edebi Kurul a verildiği, içinde seçilmiş üyelerin yer almadığı ve Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı nın başkanlığında bir yönetim kuruluyla yönetilen bir Şehir Tiyatrosu na gidiş süreci aynı arkaik yöntemler kullanılarak hayata geçirildi. Ayşenil Şamlıoğlu yönetimi, oyunları bile seyretmeden cihad yazıları yazmakta tereddüt etmeyen kimi kalemşörlerin saldırısına uğradı... Türkiye de %50 olduğu iddia edilen bir kamuoyunun manevi değerlerinden hareketle, oyunların müstehcen olduğundan dem vuruldu... Halkın parasını istediğiniz gibi kullanamazsınız! denildi. Doğaldır ki, Şehir Tiyatrolu da 27 Şubat 2012 tarihinden başlayarak ve sokağa çıkarak bu durumu seyircisine şikayet etti. Bütün bu olup bitenler artık epeyce tanıdık bir yö- eylül 2012 TAVIR 9

netim değişikliği getirir diye düşünürken, aslında paket in daha büyük olduğu ortaya çıktı. Yeni Yönetmelik... Ve Yeni yönetmelik, Yeni Yönetim ini de oluşturdu zaten kısa sürede... Şehir Tiyatroluların çok büyük bir çoğunluğu için bu yeni yönetmelik kabul edilemezdi... Yok hükmündeydi... Yıllar önce çıkartılan bir yasa ile katma bütçeden arındırılarak sanatsal, teknik ve idari harcamaları bürokrasiye kurban edilmiş ve İskender Pala nın yazıp, Ali Taygun un yönettiği Leyla ile Mecnun müzikalinden başlayarak da, sanatsal üretimin ağırlığını taşıyan nice sanatçıyı taşeron uygulama batağına sürüklemiş bir yapıda üstüne üstlük siyasi ve bürokrat bir yönetimin varlığı benimsenemezdi. İŞTİSAN bünyesinde çalışma grupları oluşturuldu, kitlesel eylemler gerçekleştirildi ve görüldü ki, iş yanızca Belediye ile Şehir Tiyatrosu arasında değil... Başbakan ve Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri sürece doğrudan dahil oldular... Sanatçılara soruldu: Siz kimsiniz?... Tanımlamalar yapıldı: Yarım porsiyon aydınlar!... Muhafazakar sanat istiyorum! dedi Başbakan ve tam porsiyon akademisyenlerden biri Muhafazakar Sanat Manifestosu yazdı bir çırpıda ve Cumhurbaşkanlığı 2009 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü sahibi Prof. Uğur Derman bile konuya dahil oldu:... Devlet Tiyatroları olsun, Şehir Tiyatroları olsun, başlarına buyruk hareket ettikleri için onlara kimse karışamıyor. Kanunen değişmesi lazım bazı şeylerin. (...) Sanat hiçbir zaman hür olmaz ki, insan topluluğunda olmasına imkan yok. Sanat yapıyorum diye çırılçıplak ortaya çıkılabilir mi, çıkılamaz. Nasıl özgür sanat diye bir kavram varsa, karşılığında muhafazakar sanat olması lazım.... Ve bu toz duman arasında Başbakan kestirip attı: Devletin tiyatrosu olmaz! Özelleştiriyorum!... Bu arada, bazı Şehir Tiyatrosu sanatçıları herhalde Yok yahu, bu yönetmelikle de bu kurum yönetilebilir demiş olmalı ki, görev kabul edip yeni yönetimde yer aldılar... Diğer yandan Ankara da kaynamaya başladı. Şimdilik bekletilen yeni Devlet Tiyatroları Yasa taslağı üzerine tartışmalar alevlendi. Bekleyip göreceğiz demek yerine, bir şey yapmalı demeyi seçti Şehir Tiyatrolular ve bu yönelimden Sanat Maratonu düşüncesi doğdu. Kamuoyunun konu üzerindeki ilgisini ve bilgilendirmeyi diri tutmak gerekiyordu ve Sanat Maratonu daha önce dünyanın hiçbir yerinde denenmemiş bir örnekti. 6 günden uzun süre hiç susmayacak bir sahne... Ve gerçekleşti... Yaklaşık 152 saat aralıksız gösteri yapıldı... Kapanış gecesi, Devlet Tiyatrosu da ses verdi Ankara dan, Kuğulu Park tan... Tıpkı İŞTİSAN ın Ankara Küçük Sahne eyleminde meslektaşlarının yanında olduğu gibi... Değerliydi... Yetmedi, İzmir Dikili de Türkiye 6. Tiyatrolar Buluşması nda yanyana gelindi bir hafta süreyle... Ardından, tiyatro ve diğer sahne sanatları üzerindeki baskı, yaptırım ve yasaklamalara karşı ortak mücadele amacıyla 19 amatör, profesyonel ve ödenekli tiyatro örgütlenmesi ve tiyatro meslek kuruluşu Tiyatro Platformu nu oluşturdu ve 8-9 Eylül 2012 tarihlerinde Bursa da Devlet-Tiyatro ilişkisi başlıklı bir çalıştay düzenleme kararı aldı. Bunun hemen öncesinde ise, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu nda Grup Yorum konserini dolduran binler tanık oldu Şehir Tiyatroları Yok Edilemez şiarına... Bütün bunlar çok değerli adımlar kuşkusuz... Lakin İŞTİSAN ın İstanbul da gerçekleştirdiği ve seyircisinden de, meslektaşları ve meslek örgütleri ve sendikalardan da büyük destek aldığı onca eyleme ve protestoya rağmen henüz en küçük bir geri adım atılmış değil yönetmelik konusunda... Yeni atamalar yapıldı ve göreve başladı çoktan bu atananlar... Yarın provalar da başlayıp yeni oyunlarla perdeler de açılınca sanıyorum şöyle bir soruyla karşı karşıya kalınacak: Eeee, işte bakın, bu yönetmelikle de işler yürüyormuş!... Seyirci yine alkışlayacak oyunları, çünkü sahneye çıktığında işini kötü yapmak gibi bir hakkı, haddi yok sanatçının... O zaman ne olacak, ne yapmalı?.. Sanıyorum sanat üretiminden yola çıkan eylem biçimleri fazlaca umut taşımıyor bir şeyleri değiştirmek adına... Çünkü bir yasa ya da yönetmelik (sanat üretimini belirlemeye yönelik de olsa) kendi başına bir sanatsal durum yaratmıyor... Sosyal, ekonomik ve hukuksal bir yapısı var ve sanatçıyla muhatap konumda... Aynı enstrümanlarla ve onun dilinden konuşmalı bence... İşçilerin, öğrencilerin, memurların, kısaca derdi olan kitlelerin mücadele yöntemleri neyse, sanatçı da aynı yöntemlerle mücadele içinde olmalı diye düşünüyorum... Ve örgütlü bir şekilde... Ve örgütlerinin birlikteliğiyle... Ve seyircisini oluşturan kitlelerle yan yana... Ben sanatçıyım, sözümü sahnede, kendi mesleğimle söylerim! gibi bir yaklaşım, seyirciye doğru ve güzel yapıtların ulaşmasını sağlayabilir ancak... Yasa ve yönetmeliklerle kuşatılmış bir ortamda devlet bu dilden anlamıyor pek... Ulusal medya ise çoğunlukla üç maymunu oynamayı yeğliyor... Devlet Tiyatroları ndaki meslektaşlarıma ise birkaç sözüm var. Kültür ve Turizm Bakanı sıklıkla Bir şey değişmeyecek! diyor ama, Başbakan da başka bir şey dedi ve Mehmet Aksoy un Özgürlük heykelinin dozerlerle yıkılma emrini verirken o bakanı nasıl refüze ettiği hala hatırlarda... Gündem oluşturma konusunda sınırsız yetenekli bir iktidara sahibiz ve belli ki şu günlerde bizim konumuzun yeniden gündem oluşturması pek tercih edilmiyor. Şehir Tiyatroları nın yeni yönetmeliğinin bir gecede nasıl onaylandığı ortada... Demem o ki; ufukta olumsuz bir değişimin kara bulutları görünüyorken Bir Şey Yapmalı dostlar... Sıkıntılı günler bizi bekliyor... Lakin aydın sanatçı son sözü karanlığa bırakmaz... Saygı ve Dostlukla...o 10 TAVIR eylül 2012

makale makale tiyatro platformu ve birliğin sorunları mehmet esatoğlu Ülkemizde zor örgütlenebilen alanlardan biri de sanat alanıdır. Bunun nedenleri üzerine bir dolu yazı yazılmasına, bir o kadar da tartışma yapılmasına karşın net sonuçlar elde edilememiştir. Yazılanlara ve yapılan tartışmalara göre sanatsal alandaki bilinç geriliği, alana öncülük eden unsurların direngen olamayışları ve kaypaklıkları, alandaki gelir sağlama kaynaklarının dengesiz etkileri, ideolojik-politik gerilik alanın örgütlülüğünü engelleyen nedenler içinde sayılabilir. Sıradan emekçi duyarlığından, dayanışma ruhundan uzak olan sanatçılar geçen yıllar içinde çalıştıkları alanlarda emek dayanışması, hak mücadelesi gibi konularda tek tük adımlar atmayı başarmışlarsa da kısa bir süre içinde bu, çözülmüş ve dağılmışlardır. 60 lı yıllara kadar ülke çapında kendi ala- 70 ler mücadeleyle geçerken 80 li yıllar örgütlenmelerin dağıldığı sanat alanının eski dağınıklığına saplandığı yıllar oldu. Ancak işlerin örgütsüz gitmeyeceğini gören iktidar sahipleri değişik sanat alanlarında tabela örgütleri kurnının sorunları ve geliştirilmesi adına ses yükselten bir sanat örgütlenmesi göremiyoruz. Plastik sanatlardan edebiyata, sahne sanatlarından sinemaya sanatçılar bu dönemde her biri kendi ayaklarından asılı durmaktadırlar. Sanat alanında daha o günlerde ortada duran bir dolu sorun vardır. Ancak sanat alanındakiler bu sorunların farkında bile değillerdir. Farkında olanlar ise örgütlü bir çözüm aramak yerine bireysel ağlama larla işi geçiştirmektedirler. Maddi-manevi sorunlar karşısında her sanatçı kendine sığınacağı güvenli bir çatı arayıp durmaktadır. Sorunlar, engellemeler, baskılar karşısında bir dolu sanatçı için nihai hedef, sanat alanında hızlıca çabalayarak parasal olarak palazlanma ve ardından alanı terk edip küçük esnaf olmaktır. (Sanatsal alanı terk eden sanatçıların seçtikleri meslekler ayrı bir gülmece konusudur.) Bu çabalamalar içinde üç-beş kişi kendini kurtarabilirken büyük çoğunluktan kimi açlık ve sefalet içinde ölürken kimileri de kendilerini uyuşturmayı yeğleyerek yaşamdan ve mücadeleden uzak durma yolunu seçmişlerdir. Dönemin sonunda yaşanan çıkmazlara karşı dernekleşme, sendikalaşma yoluyla örgütlenen ve hak aramaya çalışan sanat emekçilerini görüyoruz. Bu mücadele sanat alanında bir dolu kişiyi yan yana getirmeyi başarmıştır. Politik-ekonomik mücadelenin ülke çapında ayağa kalktığı, emek eksenli çalışan tüm katmanların hak aradığı ve örgütlendiği bir dönemdir bu. EYLÜL 2012 TAVIR 11

durarak bunlara çeşitli destekler ve para yardımı yapmaya koyuldular. Bu tür ilişkilere giren sanat örgütlenmeleri de kısa sürede sahibinin sesi haline gelerek sorunları çözme işini yöneticilerin insafına terk ettiler. Sanat alanındaki sorunların iyice çıkmaza girdiği 90 lı yıllar ise yine iktidar sahiplerinin organizasyonu ile düzenlenen kurultaylarla geçti. Birçoğu tabela örgütü ve iktidar yöneticilerinin katılımıyla yapılan kurultaylarda alınan tüm kararlar bastırılan kalın kitapların sayfalarında kaldı. Çünkü bunlar için savaşım verecek bir taban ortada görünmüyordu. İkibinli yılların hemen başında kurulan dinci hükümetlerin sanat-sepet işleri yle oyalanacak durumları yoktu. Zaten onlar da kurulur kurulmaz doğrudan techizatlanarak alana doğru saldırıya geçtiler. Heykelleri kırıp dökerek başlayan saldırılar, sanatsal ve politik alanların da edilgenliğiyle resim, tiyatro, bale, sinema alanlarına sıçrayarak adeta bir orman yangını halini aldı. Dinci yönetim vurdukça sanat alanında büyük bir kesim örgütlenip karşı koyacağına ah Atatürk,vah Atatürk diye ağlaşmaya koyuldu. Aslında dinci olsun, laik olsun burjuva iktidarların sanat, sağlık ve eğitim gibi dertleri yoktur. Onlar için buralar da para getirecek karlı alanlar olarak düzenlenmelidir. Bu alanlarda görülen sosyal devlet görüntüleri 1917 Ekim Devrimi sonrası ortaya çıkan atmosfere karşı organize edilmiştir. Dünyada ilk kurulan işçi-emekçi devleti Sovyetler Birliği sağlık, eğitim ve sanatı ön plana alan uygulamalarla yola çıkınca dünyadaki burjuva devletler de kitleler nezdinde prestij yitirmemek için bu alanlara önem verip, buralara paralar harcadılar. 90 lı yıllarda dünya çapında sosyalist yönetimler yıkılınca burjuva devletler için de artık böyle bir oyuna gerek kalmadı. O yıllardan itibaren az gelişmiş ülkelerde hızla, modern geçinen ülkelerde yavaş yavaş bu alanlardan devlet desteği çekilmeye başlandı. Önümüzdeki yıllarda da dünya çapında devletin eğitimle, sanatla, sağlıkla bir ilgisi kalmayacak. Devlet tüm harcamalarını iktidardaki sınıfa doğrudan gereken alanlara yapacak. Öncelikle gidişatın bu yönünü iyi algılamak gerekiyor. Bunu saptayamayanlar bugün yaşananları kötü niyetli, dinci-gerici yöneticiler den biliyorlar. Ortada emperyalizmin, uluslararası tekellerin bir planı vardır. Sanat alanında da savaş alanında da geçerli olan budur. İktidardaki yöneticiler ise bunları uygulamaya çalışmaktadırlar. Ülkemizde bu gidişata duyarlı çevreler de var. Durumun vahametini gören sanatçıların bir araya gelişiyle oluşan Türkiye Tiyatrolar Birliği nin gündemindeki konulardan biri de bu gidişata karşı sanat örgütlerini bir araya getirecek ve eylemli kılacak bir platformun oluşturulmasıydı. 2009 yılında yapılan çağrılara sanat örgütlerinden bazıları sıcak bakarken bir kısmı yanına bile yanaşmadı. Geçtiğimiz kış sanat alanında uzun yıllardır var olan baskı, engelleme, yasaklamaların ödenekli tiyatro kurumlarını da içine alacak bir biçimde genişlemesi tüm sanat çevrelerinde tedirginlik yarattı. Oyunlar yasaklanıp, sanatçılar yargılanırken,heykeller kırılırken uzaktan ahvah çekenler için de çanlar çalmaya başlamıştı. Kendi alanlarının sorunlarına yabancı gözlerle bakan sanat insanları iktidarın saldırgan tutumu karşısında ilk şaşkınlığın ardından uzlaşma yolları aradılarsa da kısa sürede bunun da nafile olduğunu anladılar. Karşılarında tek alternatif duruyordu o da direnmek! Direnmek noktasında nasıl yapmalı diye uzatmalı tartışmalara girmek üzere kolları sıvayan sanat- 12 TAVIR EYLÜL 2012

çılar bir anda iktidarın saldırgan nefesini enselerinde duydular. İktidarın hoşuna gidecek bir şeyler yapalım önerisinin bile artık işlevi kalmamıştı. Çünkü iktidar hedefini medyadan açıkça ilan ediyordu. Sizi yok edeceğim. Sanatçıların önlerinde her gün milyonların gelip geçip sokaklar, caddeler duruyordu. Onlar da oraya doğru yürüdüler. Sokak öğreticidir savı onlar için de geçerli oldu. Yıllardır sokakta haksızlıklara, yokluğa karşı dövüşenleri buldular yanı başlarında. (İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçılarının Galatasaray daki basın açıklamasında ilk anda iki yüz kişi varken sayı bir anda yedi bin kişiyi bulmuştur. Basın açıklaması kitlesel bir yürüyüşe dönüşmüştür.) Burada sanatçıların subjektif isteklerinin yanı sıra objektif koşulların da belirleyiciliğine bakmak lazım. Bu mücadelenin bir adım öncesinde sanatın içinde bulunduğu sorunları ele almak ve sanat örgütlerini bir araya getirmek için ilk girişimleri 2009 da başlatan Türkiye Tiyatro Birliği, aynı yılın sonbaharında İstanbul ve Ankara da iki toplantı gerçekleştirdi. Ülkenin dört bir yanından sanatçıların ve sanat örgütleri temsilcilerinin katılımıyla düzenlenen İstanbul toplantısına yaklaşık 200 kişi katıldı. 12 Eylül 2009 daki İstanbul toplantısının sonuç bildirgesi şunları söylüyordu: Urla da başlamıştık İstanbul da devam ettik. Tek başımıza değildik. 8 sivil toplum kuruluşu, 9 tiyatro örgütü, 32 kültür-sanat kurumu, 85 tiyatro topluluğu Türkiye nin değişik illerinden sayıları 200 e varan sanatçı bizimle birlikteydi. Amatör profesyonel, akademisyen uygulamacı, İstanbullu Anadolulu, Türk, Kürt, Ermeni hepimiz oradaydık. Hepimiz kendi bulunduğumuz yerden sorunlarımızı söyledik ve işittik. Birbirimizi tanımıyoruz, birlikte olalım, daha fazla şey paylaşalım, birbirimize yabancılaşmayalım, destek olalım dedik. 2009 Kasım ında bir toplantı da Ankara da düzenleyen Türkiye Tiyatrolar Birliği iki toplantıda alınan kararlar ışığında ülke çapında tiyatroya yapılan baskılara karşı mücadele başlattı. Tiyatroya karşı nerede baskı ve engelleme varsa orada olma ve karşı durma şiarıyla yapılan eylemlilikler sanat düşmanı çevreleri tedirgin etmeyi başardı. İşin trajik yanlarından biri de Türkiye Tiyatrolar Birliği bu mücadeleleri yaparken sanatın yaşadığı sorunlar konusunda tek bir adım atmayan kimi tabela örgütleri, tiyatro dergileri ya da sanatçılar bu yapılanlara destek vereceklerine karalamaya koyuldular. 2012 yılında ise ülke çapında başka bir rüzgar esiyordu. İktidar, sanatı tüm kurum ve kuruluşlarıyla yok etmek üzere kolları sıvamıştı. Sanat alanında yer alan kimi kurum ve kuruluşlar ve sanat insanları bu saldırılara karşı harekete geçtiler. Özellikle Şehir Tiyatrosu sanatçılarının Beyoğlu yürüyüşü, oyun sonraları tiyatro önünde ve sahnede örgütlenen protestolar, Temmuz ayında yüz elli bir saat süren Sanat Maratonu ve Ankara da Devlet Tiyatrosu sanatçılarının eylemlilikleri kamuoyunda ses getiren etkinlikler oldu. Türkiye Tiyatrolar Birliği nin Temmuz buluşmasında ise sanat örgütleri temsilcileri bir araya geldi. İki gün süren tartışmaların ardından sanat örgütlenmelerini harekete geçirecek bir Tiyatro Platformu önerisi örgüt temsilcileri tarafından kabul gördü. Platform kendi dışındaki sanat örgütlenmelerini de buluşturacak ve ilkelerini belirleyeceği bir İstanbul toplantısı düzenledi. 5 Ağustos 2012 de İstanbul da bu kez 19 sanat örgütlenmesi bir araya geldi. Bütün gün süren tartışmalarda özellikle 2012 yılında sanata yönelen saldırılar ele EYLÜL 2012 TAVIR 13

alındı. 19 örgüt temsilcisinin kararıyla ortak perspektif oluşturmak üzere bir çalıştay düzenlenmesine karar verildi. 8-9 Eylül 2012 de Bursa da düzenlenecek Devlet Tiyatro İlişkisi başlıklı çalıştayda dört madde üzerinden tartışmalar yürüyecek. Bunlar; Devletin Tiyatrosu Olur mu?, Ödenekli Tiyatrolarda Özgür Sanat, Ödenekli Tiyatro Yönetimi Nasıl Olmalı ve Yerel Sanat alanında emperyalizmin direktifleri doğrultusunda bir plan hazırlanmıştır. Bu plan devlet desteğindeki sanata son vermek istiyor. Bu da ödenekli kurumların önümüzdeki dönemde yok edilmek tehdidi ile karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Burada iktidarın saldırısına karşı yapılacak en doğru dayanışma sanat alanıyla ve tiyatro izleyicisi ile kol kola girmekten geçiyor. Geçtiğimiz kıştan bu yana gerek sokak, Bugün sanat alanına yönelen baskı ve tehditler evi başına yıkılmak, kıdem tazminatı gasp edilmek istenen, haklarını istediler diye işten atılarak kapı önüne konan halkın yaşadıklarından farklı değildir. Uluslararası tekeller, Türkiye halkına da Ortadoğu daki diğer halklara da aynı tuzağı hazırlamıştır. Bu nedenle topyekün bir karşı çıkışa gereksinim vardır. Geçmiş dönemde sanat insanları halktan biraz daha iyi yaşayarak halkın sıkıntılarını görmezden geldi. Ancak bugün hepimizin aşının, ekmeğinin tehlikede olduğu günlere geldik. Yapılacak her türlü karşı çıkış sistemi yönetimler ve Tiyatro İlişkisi olarak belirlendi. Şimdi tiyatro örgütlenmelerinin önünde yeni bir süreç başlıyor. Öncelikle geçmiş dönemden önemli dersler çıkarmaları gerekiyor. gerekse sahne eylemlerinde izleyici, sanatçıların yanında olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Ancak bu tek taraflı bir ilişki ile yürümez. karşısına alan bir perspektifle hareket edemedikçe karşı koyuşlar bölünecek bu da her kesimin kendi başına yaşayacağı bir yenilgi ortamını hazırlayacaktır. Gün, sanat insanlarının halkıyla kol kola verme zamanıdır. o 14 TAVIR EYLÜL 2012

makale makale AKP ve dizi yapımcıları, set emekçilerine karşı sinan gümüş Dizi setlerindeki çalışma şartları, oyuncuların ve set işçilerinin adeta köle gibi çalıştırılması üzerine tartışmalar uzun süredir devam ediyor. Çekim saatlerinin çok uzun olması, bir çekim gününün 18 19 saati bulması, bazen günlerce aralıksız çalışmalar, molaların çok kısa, düzensiz ve niteliksiz olması; setlerde hangi şartlar altında çalışıldığını açıkça gösteriyor. Böyle ağır şartlarda çalışmak yetmezmiş gibi, çalışanların büyük çoğunluğunun bir sosyal güvencesi de bulunmuyor. Yani hemen herkes sigortasız çalıştırılıyor. Bu insanlık dışı şartların düzeltilmesi için oyuncular ve set çalışanları birçok eylem yaptılar. Seslerini duyurabilmek ve daha organize hareket edebilmek için kurdukları Oyuncular Sendikası nda örgütlenmeye başladılar. Ancak oyuncular örgütlenirken, dizi yapımcıları, yani oyuncular ve set çalışanlarını böylesine ağır koşullarda çalışmaya mahkum edenler de boş durmadılar. Onlar da Yapımcılar Derneği adı altında örgütlendiler. Kurucu üyeleri, tüm büyük televizyonlardaki en önemli dizileri çeken şirketlerin patronları. Derneğin başkanı yine birçok dizi çeken bir şirketin sahibi ve Çocuklar Duymasın dizisinin senaristi Birol Güven. Hani şu komedi dizilerinin yapımcılığını yapan, bununla kalmayıp senaryolarını yazan, şirin, sempatik, espritüel Birol Güven. Yukarıda da söylediğimiz gibi dizilerde oyuncular ve set çalışanları yıllardır sigortalanmadan çalıştırılıyor. Hiçbir sosyal güvenceleri, geleceklerine dair hiçbir garantileri yok. Ayrıca gece-gündüz demeden çalışıyorlar. Günün çok az bir kısmını uykuya ayırabiliyor, bunun dışında sürekli sette çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu durum bu güne kadar sayısız kazaya yol açtı. İçlerinde ölüme sebep olanları da var. Yani bu yapımcı patronlar böyle ağır şartları oluştururken sadece sağlığından etmediler insanları, doğrudan hayatlarını da çaldılar. Onları hem köle gibi çalıştırıp hem de sosyal haklarına göz diken, yayınlanan her bölüm başına televizyonlardan büyük paralar alan, servetlerine servet katıp karun gibi zenginleşenlerdi bu yapımcılar. Doymuyorlardı. Oburdular. Bölüm başına aldıkları paraların çok çok küçük bir kısmını oluşturuyordu çalışanlara ödedikleri paralar. Yani aslında çalışanların hak ettiklerini kendi ceplerine atıyorlardı. Üstelik yasal olarak tüm çalışanlarını sigortalamak zorundayken bunu da yapmıyor, o paraları da ceplerine atıyorlardı. Hem obur, hem hırsızdılar. Oyuncular nasıl ki sendikalarında sorunlarının çözümü için çareler üretiyorsa, yapımcılar da derneklerinde kazançlarını arttırarak devam ettirmenin hesabını yapıyordu. Ve hesaplarının başlıcasını uzun çekim saatleri ve setteki herkesi sigortasız çalıştırmak oluşturuyordu. Sosyal Güvenlik Kurumu nun da (SGK) bu duruma birşey dediği yoktu. SGK hem sigortasız çalışmanın düşmanı olduğunu söylüyor ve bunun propagandasını yapıyor, hem de göz göre göre yapılan sigortasız çalıştırmalara ses çıkarmıyordu. EYLÜL 2012 TAVIR 15

Ancak oyuncu ve set işçilerinin yaptıkları eylemler dizi setlerindeki çalışma koşullarını ve sigortasız çalıştırılmayı gündemin ilk sıralarına taşıdı. Artık öyle bir hale geldi ki, sağır sultan bile duydu. Bu gelişme üzerine SGK sessizliğini ve kayıtsızlığını bozmak zorunda kaldı. Usulen setlerde inceleme yapmak üzere müfettişler görevlendirildi. Sigortasız çalıştırmaya hiçbir şekilde göz yumulmayacağı açıklamaları yapıldı. Bu aşamadan sonra Yapımcılar Derneği nin ve Başkanı Birol Güven in, SGK ve bakanlık nezdinde girişimleri başladı. Apar topar Ankara ya gidildi, AKP nin Bakan ıyla görüşme yapıldı. Yapımcılar bu görüşmede açıkça kendilerine dokunulmamasını, binlerce kişi için ödemek zorunda kalacakları bu sigortaları ödemeleri halinde sırtlarına çok büyük mali bir yük bineceğini, bu durumun kendilerini ve dizi sektörünü zor durumda bırakacağını söylediler. Dizilerde reklamını yaptıkları ve uygulanmasını istedikleri şey, sigortalı çalıştırmaybirol güven Ayrıca dizilerde açıkça AKP nin ve ideolojisinin propagandasını yaptıklarını, onların görüşlerine yakın diziler yaptıklarını ve yapacaklarını, onlardan olduklarını, bu nedenle üstlerine gidilmemesi gerektiğini söyledi. Birol Güven hem kendi adına hem tüm dizi yapımcıları adına AKP ye bağlılıklarını ilan ediyordu. Siz bize dokunmazsanız, biz de sizin efendi, uslu çocuklarınız oluruz, dizilerimizde sizi överiz diyordu. Yalanlarınızı kamufle ederiz, halkı aldatmanızın maşası oluruz diyordu. İnsanları yoksullaştırmanızı gizleriz, sizin düşman olduğunuz ideolojilere biz de düşman oluruz diyordu. Kısacası AKP ye, onların istediği insan tipini yaratmak için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyordu. Yeter ki kazanacakları paraya dokunmasın Birol Güven yalan söylemiyordu bakana. Gerçekten de iktidar yalakalığı, AKP nin resmi görüşleri her diziden buram buram fışkırıyordu. Dizilerin halkın beynini uyuşturmasının ve pembe hayallere daldırıp kendi sorunlarından koparmasının yanı sıra, açıktan devrimcilere düşmanlık yapılıyordu. Örneğin Birol Güven in yapımcısı olduğu Seksenler isimli dizide ucube, ne idüğü belirsiz bir devrimci tiplemesi vardı. Dizinin şamar oğlanı muamelesi görüyordu. O tipleme üzerinden devrimcilere dönük her türlü aşağılama ve hakaret yapılıyordu. Bir başka dizide SGK nın sloganı duyuluyor, öteki diziden ümmetçilik, bir başkasından milliyetçilik fışkırıyordu. Dolayısıyla bu diziler AKP için gerçekten önemliydi. Bu dizileri yapan yapımcıları üzmemeliydi. Bir çözüm bulunmalı ve onları bu dertten kurtarmalıydı! Bakan Bey, ekonomik açıdan kendine bağımlı kıldığı, birer kuklaya çevirdiği ve herşeyi yaptırabildiği yapımcıların bu yakınmalarına kayıtsız kalmadı. Çalışanların hakkının verilmesi, yasaların işletilmesi, AKP nin de, bakanın da zerrece umurunda değildi. Onun için önemli olan, her alanda olduğu gibi televizyonda da kendi beslemelerini yaratmaktı. Sorunun yapımcılar lehine çözülmesi için derhal talimat verildi. Bu talimatın ardından SGK internet sitesinden bir açıklama yapıldı. Açıklamada, açıkça yapımcılara tüyo veriliyordu. Özetle bir ay içinde 10 günden az çalışmış gibi gösterirseniz, sigortalarını çalışanların kendilerine ödetirsiniz deniliyordu bu açıklamada. Bunu da, çalışanlara böyle bir hak tanındığı kılıfıyla açıklıyorlardı. Yani sigortasız çalıştırmaya yasal kılıfı bizzat SGK bulmuştu. İlla sigortalı olacağım diyen varsa da parasını kendisi ödeyecekti. Yapımcılar bir yandan SGK nezdinde kazandıkları bu zaferi kutlarken, diğer yandan yağcılığı dizilerde en üst boyuta taşıyorlardı. Adeta SGK ile yapımcılar arasında bir anlaşma yapılmıştı. SGK setlerde sigortasız çalıştırmaya göz yumacak, yapımcılar da çektikleri dizilerde SGK nın sigortasız çalışmayın - çalıştırmayın temalı spotlarını ücretsiz olarak yayınlayacaklardı. Öyle de yapıldı. Yine Seksenler dizisinde, dizi içinde bir sahneye en iyi işin sigortalı iş olduğu şeklinde beyanlar eklendi. Yani yapımcılar kendilerine dokunulmaması karşılığında SGK nın bedava reklamını yapmaya başladı. 16 TAVIR EYLÜL 2012

dı. Yani tam bir ikiyüzlülük vardı ortada. Sigortasız çalıştırmayın diyorlardı ama bunun onlar için karşılığı, sigortasız çalıştırabilme hakkıydı. Üstelik dizide rol gereği bu çağrıyı yapan kadın oyuncunun sigortasız çalıştığı ve ömrü boyunca hiç sigortalanmamış olduğu ortaya çıktı. Yani açıktan halkla, çalışanlarla, oyuncularla dalga geçiliyordu. Bir anlaşma yapılmıştı. Ve böylesine aşağılık, böylesine insanlıktan nasibini almamış, böylesine rezil ve böylesine yüz kızartıcı bir anlaşmaydı. Bu anlaşmanın tarafları AKP ve yapımcılardı. AKP halka düşmandı. AKP emekçiye düşmandı. AKP sanatçıya düşmandı. İşte bir kez daha belgeleniyordu bu düşmanlık. İnsanların köle gibi çalıştırılması umurunda değildi. Günlerce aralıksız çalıştırılması umurunda değildi. Sigortasız, sağlıksız, geleceksiz çalıştırılması umurunda değildi. İnsanların çocuklarının rızkının çalınması umurunda değildi. Onun tek derdi kendi uşaklarını yaratmak, bu uşaklar üzerinden yalanlarını rahatça söyleyebilmek, halkı aldatmak, soygunu talanı yayabildiğince yaymaktı. Bunu yapmak için buradaki yapımcılar gibi işbirlikçiler buluyor, onlara da kırıntılar veriyordu. Kırıntı dediysek, bunlar AKP ninkilerin yanında kırıntı olabilir ancak. Yoksa hem Birol Güven, hem diğer dizi yapımcıları son birkaç yılda öyle büyük servetler kazandılar ki, ömürleri boyunca çalıştıklarının yüzlerce binlerce misline denk gelir. Bu parayı alınteri ile kazanmadılar. Onlar bu paraları halkı uyutmak pahasına kazandılar. AKP nin sözcüsü olmak pahasına kazandılar. Halkın değerlerini aşağılamak pahasına kazandılar. Oyuncusundan set işçisine on binlerce kişinin emeklerini çalmak pahasına kazandılar. İnsanları yoksullaştırmak, bir hasteneye gidemeyecek hale getirmek pahasına kazandılar. Geleceklerini çalmak pahasına kazandılar. Hayatlarını çalmak pahasına kazandılar. İktidarlara yalakalık yapmak ve ruhunu satmak pahasına kazandılar. Tıpkı diğer kapitalist patronlar gibi. Dizi oyuncuları ve çalışanları bu uygulamalara karşı sessiz kalmadılar. Etkili mücadeleler yaptılar ve yapıyorlar. Ama görünen o ki, yapılandan çok daha fazlasını yapmak gerekiyor. Boş vaatler karşısında bir beklenti içine girmemek gerekiyor. Yapımcıların ve SGK yetkililerinin tatlı sözlerine kanmamak gerekiyor. Onların isteyerek bir hak vermeyeceğini, bu hakların ancak söke söke alınacağını unutmamak gerekiyor. Çok daha militan, çok daha öfkeli ve kararlı olmak gerekiyor. Emeğinden ve haklılığından alınan güçle mücadele etmek gerekiyor. Kapitalizm herkesi olduğu gibi kültür sanat emekçilerini de soyuyor, sömürüyor, yoksullaştırıyor. Çözüm, her alanda olduğu gibi dizi, sinema, müzik, tiyatro..., kısaca kültür-sanat alanında da örgütlülükleri çok daha büyütmekten geçiyor. o EYLÜL 2012 TAVIR 17

röportaj röportaj zafer ayden le set işçileri üzerine... tavır SİNE-SEN başkanısınız. Hem sendika başkanı, hem de mesleğin içinden gelen biri olarak, set işçilerinin yaşadığı sorunlardan bahseder misiniz? Nasıl bir sömürü altındalar? Sinema emekçisi, dizi emekçisi kimdir diye tanımladığımız zaman; kamera önünde veya arkasında, oyuncudan senaristine, set işçisine, kurgucusuna kadar bir veya birkaç yapımcı tarafından bağımlı olarak çalıştırılan insanlar olarak tanımlarız. Hal böyle olunca, bu insanların işçi oldukları kavramı bu bağımlılıktan geliyor. Ben işçi değilim, ben sanatçıyım türü yaklaşımlar bu tanımlamalar sonunda işçi olduklarını savunur ve kabul eder bir hale geldiler. Setlerde yaşanan sorunların bütününe baktığımız zaman çalışma koşulları diye tanımlıyoruz. Sosyal güvenlik, uzun çalışma süreleri, işçi sağlığı, iş güvenliği önlemleri, ücretler olarak dört başlık altında toplayabiliriz. Çalışma koşullarının zorluğunu, farkındaysanız her koşulda dile getiriyoruz. Çabamız bunların düzeltilmesi ve yasal zemine çekilmesi yönünde. Setlerde bu dört ana başlık yönünde sorunlar yaşanıyor. Nasıl yaşanıyor? Sosyal güvenlik yönünden SSK lı çalıştırılmak zorunda kalan arkadaşlarımız, Bunlar kendi başına çalışan, bağımsız çalışanlardır türü yaklaşımlarla sigortasız halde çalıştırılmaya çalışılıyor. Çalışma süreleri günde sekiz saat, haftada 45 saatken yasal zeminde günde 17-18 saate varan uzun çalışma sürelerine dayanıyor bu da yasaların ihlali anlamına geliyor. İşçi sağlığı, iş güvenliği dediğimiz; çalışırken işe nasıl gideceğinden tutun da çalışırken ne giyeceği, dinlenme yerinin neresi olacağı, dinlenme odası, kostüm odası, soyunma odasının, bütün bunların yeterli düzeyde ve hijyenik olması yönünde alınmış olan hiçbir önlem yok. Mesela sete gidiş gelişleri düzenli değil ve saat 05.00 te bile sette olunacaksa kendi olanakları ile bunu sağlamaları isteniyor. Sete gidişi 1,5-2 saat sürüyor. Kahvaltı etmeleri gerekiyor. Işıkçının özel eldiven giymesi gerekiyor, dekorcunun baretinin olması gerekiyor, araç ve aparatların ona göre düzenlenmesi gerekiyor. Sette ilkyardım gerektiren durumda, acil müdahale gerektiren durumlarda, araç gereç ya da donanımlı insan bulundurmak gibi bir önlem yok. Ne gibi kazalar meydana geliyor setlerde? Elektrik çarpması, dekordan dolayı yaralanmalar, yüksekten düşme... Yetkin olmayan bir insan tarafından araç kullanılması sebebiyle meydana gelen kazalar oluyor. Daha önce böyle yaşanan bir örnek var, oyuncu arkadaşlarımızdan biri ölmüştü. Dinlenme yeri temin edilmediği için, Selin arkadaşımızda olduğu gibi, kapının önünde akşamın yedisinde mola verilmişken geçirdiği trafik kazası da buna örnektir... Hatta biz buna ihmale bağlı iş cinayeti diyoruz. Mesela ücretlerin ödenmesi konusunda yasalar en fazla yirmi gün geciktirebilirsin derken aylar sonra ödenen, bazen hiç ödenmeyen ücretler var. 18 TAVIR eylül 2012