Percy Jackson ve Olimposlular 1.Kitap ġimģek Hırsızı

Benzer belgeler
ŞİMŞEK HIRSIZI. NymphE

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Şimşek Hırsızı Rick Riordan - Percy Jackson ve Olimposlular 1 1. Cebire Giriş Dersi Öğretmenimi Yanlışlıkla Buharlaştırıyorum

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

27 ŞUBAT 03 MART OKULDA YAPACAĞIMIZ ÇALIŞMALAR

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

GÜZELLER GÜZELİ BAYAN COONEY

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

HAYAT BİLGİSİ A TEMASI: OKUL HEYECANIM. Gözümüzün rengi Saçımızın rengi Okula gitmemiz Yukarıdakilerden hangisi fiziksel özelliğimiz değildir?

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Bay Çiklet in Bahçesi

5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI 2. DÖNEM YAZ OKULU EĞİTİM PROGRAMI

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

2017 MAYIS / 1. HAFTA PAZARTESİ CUMA SABAH KAHVALTISI SABAH KAHVALTISI SABAH KAHVALTISI SABAH KAHVALTISI SABAH KAHVALTISI

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

Bir sözcüğün zihinde uyandırdığı ilk anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Bu yüzden sözlük anlamı da denir.

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

ÖZEL NİLÜFER ANAOKULU

ÖDEV- 6. AĢağıdaki Cümlelerde boģ bırakılan yerlere uygun sözcükler yazınız. 1. Reçel, bal vücuda veren besinlerdendir.

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı.

1. Bölüm. Uçağın kalkmasına bir saat vardı. Birkaç dakika içinde kapıya çağırılacaklardı. Eğer yapacaksa, şimdi yapması gerekiyordu.

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

UÇAN BALONLAR SINIFI OCAK AYI BÜLTENĠ

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI ÖZEL KIRAÇ ANAOKULU DEĞERLER EĞİTİMİ AİLEMİ,ARKADAŞLARIMI VE HAYVANLARI SEVMEK TEMASI FAALİYET SONU RAPORUDUR

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

Tek başına anlamı ve görevi olmayan ancak kendinden önce gelen sözcükle öbekleşerek anlam ve görev kazanan sözcüklerdir. Edatlar şunlardır:

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

Kızım, evde köpek. bu köpeği eve? dedi. annesi. Zaten hep beni suçlarsın! dedi Cimcime. Mıyk! diye sızlandı köpek. Hemen gidecek bu köpek!

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Derleyen: Halide Karaarslan / Uzman Pedagog Görsel Tasarım: Semra Bolat / Sanat Dersleri Zümre Başkanı

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

KÜSTÜM, OYNAMIYORUM. Alan MacDonald. iillüstrasyonlar: Mark Beech

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

nevi den ( Mes 9şirli) r H i k â y ele

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

İşitme Engelli Öğrenciler için Sıralama Kartlar ile Okuma-Yazma ve Anlama Çalışması. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler Sınıf Öğretmeni

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır.

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Küçüklerin Büyük Soruları-3

Bilmem daha önce adını duymuģ muydunuz : Dr. DerviĢ Özer, hem tıp doktoru, hem de heykeltıraģ Hikayesi de Ģöyle (Google dan alıntıdır):

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Bilgilendirme Rehberi

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

CİN ALİ İLE BERBER FİL

Transkript:

Percy Jackson ve Olimposlular 1.Kitap ġimģek Hırsızı Rick Riordan

İÇİNDEKİLER 1. Cebire GiriĢ Dersi Öğretmenimi YanlıĢlıkla BuharlaĢtırıyorum 2. Üç YaĢlı Kadın Ölüm Çorapları Dikiyor 3. Kıvırcık Beklenmedik ġekilde Pantolonunu Kaybediyor 4. Annem Bana Boğa GüreĢi Öğretiyor 5. Bir Atla Bezik Oynuyorum 6. Yüce Tuvalet Tanrısı Oluyorum 7. AkĢam Yemeğim Kül Olup Uçuyor 8. Bayrağı Yakalıyoruz 9. Bana Bir Görev Teklif Ediliyor 10. Güzel Bir Otobüsü Mahvediyorum 11. Bahçe Cücesi Mağazasını Ziyaret Ediyoruz 12. Bir KaniĢ Bize Akıl Veriyor 13. Ölüme Balıklama Dalıyorum 14. MeĢhur Bir Kaçak Oluyorum 15. Bir Tanrı Bize Çizburger Ismarlıyor 16. Bir Zebrayı Vegas'a Götürüyoruz 17. Su Yatağı Satın Alıyoruz 18. Annabeth Köpek Eğitiyor 19. Gerçekleri Öğreniyoruz, Gibi Bir ġey 20. Salak Akrabamla Kavga Ediyorum 21. Hesabı Kapatıyorum 22. Kehanet GerçekleĢiyor

/ BOLUM BİR CEBİRE GİRİŞ DERSİ ÖĞRETMENİMİ YANLIŞLIKLA BUHARLAŞTIRIYORUM Bakın, melez olmayı ben istemedim. Siz de melez olduğunuzu düģünerek bu satırları okuyorsanız, tavsiyem Ģu: kitabı hemen kapatın! Anne babanız nasıl doğduğunuza dair hangi yalanı söylediyse ona inanın ve normal bir yaģam sürmeyi deneyin. Melez olmak tehlikeli. Korkunç. Çoğu zaman da pis Ģekillerde, acı çektirerek öldürüyor sizi. ġayet normal bir çocuksanız, bunu da kurmaca olduğunu düģündüğünüz için okuyorsanız, harika. Okumaya devam edin. Bunların hiçbirinin olmadığına inanabildiğiniz için sizi ne kadar kıskanıyorum. Ama eğer bu sayfalarda kendinizi buluyorsanız, içinizde bir Ģeyler kıpır kıpır oluyorsa, hemen okumayı bırakın. Siz de bizlerden biri olabilirsiniz. Bir kere bunu anladınız mı, onların da bunu hissetmesi an meselesi olacak ve peģinize düģecekler. Uyarmadı demeyin. York'un dıģındaki, sorunlu çocuklar için özel bir okul olan Yancy Akademisi'nde yaülı öğrenciydim. Benim adım Percy Jackson. On iki yaģındayım. Birkaç ay öncesine kadar, New Sorunlu bir çocuk muyum? Eh, öyle diyebilirsiniz. Bunu kanıtlamak için Ģu kısacık, sefil yaģamımdaki herhangi bir anı anlatabilirim. Ama iģler esas geçen Mayıs ayında, altıncı sınıflar için Manhattan'a bir araģtırma gezisi düzenlediklerinde, gerçekten kötü gitmeye baģladı. Her biri kafadan kontak, yirmi sekiz tane çocuk ve iki öğretmen sarı renkli okul otobüsümüze atlamıģ, antik Yunan ve Roma Ģeylerine bakmak için Metropolitan Sanat Müzesi'ne gitmiģtik. Biliyorum, iģkenceymiģ gibi geliyor kulağa. Yancy Akademisi'nin çoğu gezisi öyledir. Ama Bay Brunner, yani Latince öğretmenimiz düzenliyordu bu geziyi, o yüzden umutluydum. Bay Brunner, motorlu bir tekerlekli sandalyesi olan orta yaģlı bir adam. Saçları gittikçe seyrekleģiyor, sakalı çalı gibi, eprimiģ tüvit ceketi her zaman kahve kokar. Aklınıza havalı bir adam olacağı gelmez ama sınıfta öyküler anlatır, Ģakalar yapar, oyunlar oynatır. MuhteĢem bir Roma zırhları ve silahlan koleksiyonu da olduğundan, dersinde uyumadığım tek öğretmendir. Bu gezi idare eder diye ummuģtum. En azından bir kereliğine baģım belaya girmez diye ummuģtum. YanılmıĢım. Bakın, araģtırma gezilerinde baģıma hep kötü Ģeyler gelir. BeĢinci sınıftayken gittiğim okul, Saratoga SavaĢ Meydanı'na gezi düzenlemiģti. Amerika Ġç SavaĢı'ndan kalma bir top yüzünden baģıma bir kaza geldi. Ben okul otobüsünü hedef almamıģtım ki! Yine de okuldan attılar tabii. Ondan önce de dördüncü sınıftayken gittiğim okulla Deniz Dünyası filminin setindeki köpekbalığı havuzunu geziyorduk. Ben, iģte nasıl olduysa, havuza uzanan iskelede yanlıģ bir manivelayı hare- nıl ket ettirince, sınıfın tümü beklenmedik bir Ģekilde yüzmeye baģladı. Onun öncesinde de... Neyse, siz anladınız. Bu gezide uslu durmaya kararlıydım. ġehrin içinde ilerlerken yol boyunca Nancy Bobofit'e katlandım. O çilli, kızıl saçlı, kleptoman kız sürekli fıstık ezmeli ve ketçaplı sandviçiyle en yakın arkadaģım Kıvırcık'ın kafasına vuruyordu. Kıvırcık kolay hedefti. Bir kere sıskaydı. Üstelik sinirlenince ağlıyordu. Birkaç kez sınıfta kalmıģ olacak ki, altıncı sınıfta sivilceli, tutam tutam sakalları çıkmaya baģlamıģ tek öğrenci oydu. Üstüne üstlük sakattı. Bacaklarındaki bir kas hastalığından ötürü, ömrü boyunca beden eğitimi dersine girmemesini sağlayan bir raporu vardı. YürüyüĢü komikti, sanki attığı her adım canını yakıyormuģ gibi. Ama bunlar sizi aldatmasın. Yemekhanede börek çıkınca nasıl koģtuğunu bir görmeniz gerek. Her neyse, Nancy Bobofit sandviçi bölüp bölüp Kıvırcık'ın kafasına atıyor, attığı parçalar da çocukcağızın kahverengi, kıvırcık saçlarına yapıģıyordu. Dahası, Nancy ona hiçbir Ģey yapamayacağımı biliyordu çünkü zaten gözetimdeydim. Okul müdürü bu gezide kötü, utanç verici, hatta kısmen eğlenceli tek bir Ģey bile olursa disiplin cezası vermekle tehdit etmiģti beni. Dersler bitince okuldan çıkartmayarak sıkıntıdan öldürecekti. "Bu kızı öldüreceğim," diye mırıldandım. Kıvırcık beni sakinleģtirmeye çalıģtı. "Sorun değil. Fıstık ezmesi severim." Çevik bir hareketle yana eğildi ve Nancy'nin öğününün bir parçası onu ıskaladı. "Eee, artık yeter," diyerek yerimden kalkacak oldum ama Kıvırcık beni çekip koltuğuma oturttu. /

"Zaten gözetim altındasın," diyerek durumu hatırlattı. "Bir Ģey olursa kabahati kime bulurlar biliyorsun." Geriye dönüp bakınca, keģke Nancy Bobofit'i hemen o an, oracıkta yere yapıģtırsaymıģım diyorum. Sonradan kendimi içine sokacağım karmaģaya kıyasla, okulda kalma cezası bir hiçmiģ. Müze gezisinin baģında Bay Brunner vardı. Tekerlekli sandalyesiyle en önde giderek, her adımın yankılandığı kocaman galerilerde bize rehberlik ediyordu. Kah mermer heykellerin, kah hakikaten eski, siyahlı turun-culu vazoların sergilendiği cam muhafazaların yanından geçiyorduk. Bu Ģeylerin iki, üç bin yıldır ayakta olduğunu düģününce aklım baģımdan gidecek gibi oluyordu. Bizi tepesinde büyük bir sfenks olan dört metre yüksekliğindeki taģ bir sütunun baģına topladı ve bunun bizim yaģımızdaki bir kız için bir stele, yani mezar taģı olduğunu söyledi. Sütunun etrafındaki oymaların anlamını anlattı. Söylediklerini can kulağıyla dinlemeye çalıģıyordum, çünkü ilginç gelmiģti ama etrafımdaki herkes konuģuyordu. Onları ne zaman susturmaya çalıģsam bu kez de bize eģlik eden diğer öğretmenimiz Bayan Dodds bana Ģeytani gözlerle bakıyordu. Bayan Dodds, Georgia'dan gelmiģ, elli yaģında olmasına rağmen sürekli siyah bir deri ceket giyen ufak tefek matematik öğretmenimizdi. Harley Davidson marka bir motosikleti ta dolabınızın içine kadar sürecek kadar da sert gözüküyordu. Yancy'ye sene ortasında, son matematik öğretmenimiz bir sinir krizi geçirdiğinde gelmiģti. \[\ Bayan Dodds geldiği ilk günden beri Nancy Bobofit'i se^^n miģ, bana ise Ģeytan tohumu muamelesi yapmıģtı. Kadm,Y eğri büğrü parmağını bana uzatır, gerçekten tatlı bir Ģekilde "ġimdi, Ģekerim," derdi; bir ay boyunca derslerden sonra okulda kalma cezası aldığımı anlardım. Bir keresinde, ceza olsun diye gece yarısına kadar eski matematik ders kitaplarındaki yanıtları sildirdikten sonra, Kıvırcık'a Bayan Dodds'un insan olmadığını söylemiģtim. Kıvırcık çok ciddi bir ifade takınarak bana bakmıģ ve "Tamamen haklısın," demiģti. Bay Brunner, Yunan cenaze sanatı hakkında konuģmaya devam ediyordu. En nihayetinde Nancy Bobofit kıs kıs gülerek stele'deki çıplak adamla ilgili bir Ģeyler söyledi ben de dayanamadım, dönüp "Çeneni kapar mısın?" dedim. Sesim arzu ettiğimden gür çıkmıģ. Tüm grup kahkahalarla güldü. Bay Brunner anlattığı hikayeyi kesti. "Bay Jackson," dedi, "bir yorumda mı bulunacaktınız?" Yüzüm utançtan kıpkırmızı kesildi. "Hayır, efendim," dedim. Bay Brunner stele'nin üzerindeki resimlerden birine iģaret etti. "Belki siz bu resmin neyi temsil ettiğini söyleyebilirsiniz bize?" Oymaya baktım ve içime bir rahatlık doldu, ne olduğunu gerçekten hatırlamıģtım. "Bu Kronos, kendi çocuklarını yiyor, değil mi?" "Evet," dedi Bay Brunner ama belli ki tatmin olmamıģtı. "Ve bunu yapmıģtı çünkü...?" "ġey... " Yanıtı bulmak için beynimin içindekileri alt üst ediyordum. "Kronos kral tanrıydı ve... " "Tanrı?" diye sordu Bay Brunner. "Titan," diye düzelttim dediklerimi. "Ve... Tanrı olan n çocuklarına güvenmiyordu. Bu yüzden, Ģey, Kronos onları yedi, değil mi? Ama karısı henüz bir bebek olan Zeus'u sakladı ve onun yerine yemesi için Kronos'a bir kaya verdi. Sonra, Zeus büyüyünce babası Kronos'u kandırdı, Kronos da Zeus'un erkek ve kız kardeģlerini kustu..." "Öööğ!" dedi arkamdaki kızlardan birisi. "...böylece tanrılar ve Titanlar arasında büyük bir kavga baģladı," diye devam ettim. "Ve tanrılar kazandı." Gruptan bazıları yine gülüģtü. Arkamdaki Nancy Bobofit bir arkadaģına mırıldandı: "Sanki gerçek hayatta bir iģimize yarayacakmıģ gibi. Sanki iģ baģvurularımızda soracaklar: Lütfen, Kronos neden çocuklarını yedi, açıklayınız." "Bay Jackson," dedi Brunner, "Bayan Bobofit'in mükemmel sorusunu açıklamak gerekirse, bu, gerçek hayatta iģe yarar mı?" "Yakalandın," diye mırıldandı Kıvırcık. "Kapa çeneni," dedi Nancy tıslayarak, yüzü saçlarından da kırmızı olmuģtu. En sonunda Nancy de yakayı ele vermiģti. Onu uygunsuz bir Ģeyler derken yakalayan tek kiģi zaten Bay Brunner'dı. Radar gibiydi kulakları. Sorusunu düģündüm ve omuz silktim. "Bilmiyorum efendim." "Anlıyorum," dedi Bay Brunner hüsrana uğramıģ bir ifadeyle. "Eh, yarım puan, Bay Jackson. Zeus aslında Kronos'a hardal ve Ģarap karıģımı yedirerek diğer beģ çocuğunu kusmasını sağlamıģtı. Onlar da elbette ölümsüz tanrılardı Titan'ın midesinde sindirilmeden yaģamaya ve büyümey devam etmiģlerdi. Tanrılar babalarını yendiler, onu k^^^ orağıyla parçalara ayırdılar ve parçalarını Yeraltı Dün^^'n^ S^^ V

en karanlık köģesine, Tartarus'a attılar. Bu mutlu sonla beraber yemek vaktimiz de geldi. Bayan Dodds, rica etsem bize dıģarı çıkan yolu gösterir misiniz?" Sınıf dağıldı, kızlar midelerini tutuyor, oğlanlar da birbirlerini itip kakıp aptal gibi davranıyorlardı. Kıvırcıkla onların peģinden gidecektik ki Bay Brunner seslendi: "Bay Jackson." Bunun olacağını biliyordum. Kıvırcık'a devam etmesini söyledim. Sonra Bay Brunner'a döndüm. "Efendim?" Bay Brunner bir baktı mı yerinizden kımıldayamazdınız. Binlerce yıl yaģındaki kahverengi gözleri her Ģeyi görmüģ geçirmiģ gibiydi. "Sorumun yanıtını öğrenmelisin," dedi Bay Brunner. "Titanlarla ilgili olanı mı?" "Gerçek hayatla ilgili olanı. Ve öğrendiklerini nasıl uygulayacağını." "Ha." "Benden öğrendiklerin," dedi, "hayati önemi olan Ģeyler. BöyleymiĢ gibi davranmanı istiyorum. Senden yalnızca her Ģeyin en iyisini bekliyorum Percy Jackson." Kızmak istiyordum, bu adam beni çok zorluyordu. Demek istediğim, elbette, havalıydı Bay Brunner. Sınav günleri Romalı zırhı kuģanır ve bağırırdı: "Hey hooo!" Sonra bize meydan okur, kılıcının ucuyla iterek tahtaya koģturtur ve yaģamıģ tüm Yunanlıların ve Romalıların adlarını, hatta annelerinin adlarını ve hangi tanrılara taptıklarını tek tek sorardı. Bay Brunner benim herkes kadar iyi bilmemi bekliyordu ama gelin görün ki bende disleksi vardı. Yani yazıları doğru dürüst oku-yamıyordum. Üstüne üstlük dikkat bozukluğum da olduğundan, hayatımda C-'nin üstünde not almamıģüm. Hayır, benim onl kadar iyi olmamı beklemiyordu; daha iyi olmamı bekliyordu. Oysa ben bırakın onca adı ve bilgiyi öğrenmeyi, bunları doğru dürüst telaffuz bile edemiyordum. Daha çok çalıģırım gibi bir Ģeyler geveledim ağzımda. Bay Brunner ise sanki o kızın cenazesinde bulunmuģ gibi stele'ye uzun uzun, üzgün üzgün baktı. Bana dıģarı çıkıp öğle yemeğimi yememi söyledi. Sınıf müzenin giriģindeki basamaklarda toplandı. Buradan BeĢinci Cadde boyunca gidip gelen yayaları görebiliyorduk. Tepemizde ise kocaman fırtına bulutları toplanıyordu, bu Ģehirde hiç bu kadar kara bulutlar görmemiģtim. Belki küresel ısınmadan falandır diye düģündüm çünkü New York eyaletinin tümünde hava Noel'den beri bir tuhaftı. Ağır kar fırtınaları, sel baskınları, çakan ĢimĢeklerden doğan yangınlar atlatmıģtık. ġimdi bir tayfun kopsa ĢaĢırmazdım. Kimse durumu fark etmemiģ gibiydi. Oğlanlardan bazıları güvercinleri kraker atıģına tutuyordu. Nancy Bobofit bir hanımefendinin para çantasına dadanmıģ yankesicilik yapıyordu ve elbette Bayan Dodds hiçbir Ģey görmüyordu. Kıvırcıkla diğerlerinden uzağa, çeģmenin kenarına oturduk. Böylece kimse o okuldan olduğumuzu anlamaz diye umuyorduk. Yani baģka yerde tutunamayan ucubelerin gittiği okul. "Cezalı mısın?" diye sordu Kıvırcık. "Yok," dedim. "Brunner ceza vermedi de bazen yakamdan düģse diye geçiyor içimden. Yani... ben dahi miyim yahu?" Kıvırcık bir süre bir Ģey demedi. Sonra kendimi iyi his'^ setmem için derin, felsefi bir Ģeyler söyleyecek d^ düģünürken "Elmanı alabilir miyim?" dedi. Bir Ģey yiyecek halim olmadığından almasına izin verdim. BeĢinci Cadde'de akan taksi nehrine baktım ve oturduğumuz yerden birkaç sokak ötedeki annemin dairesini düģündüm. Noel'den beri görmemiģtim onu. Bir taksiye atlayıp eve gitmeyi öylesine istiyordum ki. Annem beni kucaklar, gördüğüne sevinir ama bir yandan da hayal kırıklığına uğrardı. Beni doğruca Yancy'ye geri yollar, altı senede altıncı okulum olmasına ve muhtemelen buradan da atılacak olmama rağmen daha çok çabalamam gerektiğini hatırlatırdı. Bana öyle kederli bakardı ki dayanmam mümkün olmazdı. Bay Brunner engellilere ayrılmıģ rampanın dibine tekerlekli sandalyesini park etti. Bir yandan kitap okuyup bir yandan mısır gevreği yemeye baģladı. Sandalyesinin arkasından birden kırmızı bir Ģemsiye peyda oldu, sanki motorlu bir kafe masası gibiydi. Nancy Bobofit çirkin arkadaģları ile beraber karģıma dikildiğinde -sanırım turistleri soymaktan sıkılmıģtı- sandviçimi açıyordum. Yarısı yenmiģ yemeğini Kıvırcık'ın kucağına attı. "Hay aksi." O çarpık diģleri ile bir de bana sırıtmaz mı! Çilleri, birisi yüzüne spreyle sıvı Cheetos sıkmıģ gibi turuncuydu. Sakin olmaya çalıģtım. Okul danıģmanım bana bir milyon kez söylemiģti, "Ona kadar say, öfkeni denetlemeye çalıģ." Ama öylesine delirmiģtim ki, aklımdaki her Ģey uçup gitmiģti. Kulaklarım uğuldamaya baģlamıģtı. Kıza el sürdüğümü hatırlamıyorum ama göz açıp kapayana dek Nancy çeģmede kıç üstü oturmuģ haldeydi, bir yandan da ciyak ciyak bağırıyordu: "Percy beni itti!" W

Bayan Dodds yanımızda belirdi. Çocuklardan bazıları fısıldaģıyordu. "Gördün mü...?" "... su... " "... sanki onu kaptı götürdü... " Neden bahsettiklerini anlamıyordum. Tek bildiğim baģımın yine belada olduğuydu. Bayan Dodds zavallı küçük Nancy'nin iyi olduğundan emin olup, ona müzenin hediyelik eģya dükkanından yeni bir tiģört falan filan almaya söz verdikten sonra bana döndü. Gözlerinde zaferle yanan bir ateģ vardı, sanki tüm dönem beklediği bir Ģeyi yapmıģtım. "ġimdi, Ģekerim..." "Biliyorum," diyerek homurdandım. "Bir ay boyunca ders kitaplarını sil dur." Söylenecek doğru Ģey bu değildi. "Gel benimle," dedi Bayan Dodds. "Bekleyin!" diye viyakladı Kıvırcık. "Bendim. Onu ben ittim." SersemlemiĢ bir halde ona bakakaldım. Beni kurtarmaya çalıģtığına inanamıyordum. Kıvırcık, Bayan Dodds'tan ölümüne korkardı. Bayan Dodds, Kıvırcık'a öyle bir baktı ki, çocukcağızın tel tel tüylü çenesi titredi. "Hiç sanmıyorum Çalıdibi," dedi kadın. "Ama... " "Bu-ra-da-ka-la-cak-sın." Kıvırcık çaresizce bana baktı. "Sorun yok abicim," dedim. "Denediğin için teģekkür ederim." "ġekerim," diye haykırdı bana Bayan Dodds. "Hemen." Nancy Bobofit budalaca sırıttı. Ben de ona son model seni-sonra-geberteceğim bakıģım ım - dan attım. Sonra da Bayan Dodds'la yüzleģmek için döndüm ama orada değildi. Müze giriģinde duruyordu, hem de merdivenlerin en tepesinde. Gelmem için sabırsızlıkla iģaret etti. 0 kadar hızlı nasıl çıkmıģtı oraya? BaĢıma böyle Ģeyler çok gelir. Beynim bazen uyuyakalı-yormuģ gibi, bir bakmıģım bir Ģeyi gözden kaçırmıģım, sanki evren denen bulmacanın bir parçası düģmüģ de kalan boģluğa bakıyormuģum gibi. Okul danıģmanım bunun DEHB'den, yani bendeki Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu'ndan kaynaklandığını söylemiģti; beynim bazı Ģeyleri yanlıģ yorumluyormuģ. Ben bundan o kadar emin değildim. Bayan Dodds'un peģinden gittim. Basamakların yarısını tırmanmıģtım ki, göz ucuyla Kıvırcık'a bir bakıģ attım. Solgun gözüküyordu, gözleri bir bana, bir Bay Brunner'a dönüyordu. Sanki olan bitenden Bay Brunner'ın da haberi olsun ister gibiydi. Ama Bay Brunner okuduğu romana dalmıģtı. Yukarı baküm. Bayan Dodds yine gözden kaybolmuģtu. ġimdi binanın içinde, giriģ holünün uçundaydı. Tamam, diye geçirdim içimden. Bana hediye dükkanından Nancy'ye yeni bir tiģört aldıracak. Ama anlaģılan plan bu değilmiģ. Onu müzenin derinliklerinde takip ettim. En sonunda yetiģtiğimde yeniden Yunan ve Roma bölümündeydik. Bizim dıģımızda galeri boģtu. Bayan Dodds Yunan tanrılarının resmedildiği kocaman / bir frizin, yani duvar süsünün önünde kollarını kavuģturmuģ beni bekliyordu. Gırtlağından da sanki hırıldıyormuģçasına tuhaf bir gürültü geliyordu. O sesi duymasam da sinirlerim bozulurdu gerçi. Ġnsanın öğretmeniyle, hele de Bayan Dodds'la baģ baģa kalması garip oluyor. Frize öyle bir bakıyordu ki, sanki onu un ufak etmek istiyordu... "ġekerim, sen hep sorun çıkartıyorsun," dedi. En güvenli Ģeyi yaptım. "Evet, efendim," dedim. Kadın deri ceketinin kollarının ucuna asıldı. "BaĢın hep dertten kurtulur zannettin, değil mi?" Gözlerindeki bakıģa delice demek az kalırdı. ġeytaniydi. O bir öğretmen, diye düģündüm gerginlikle. Beni incitecek değil ya. "Ben... eee... düzelmeye gayret göstereceğim efendim." Bina bir gök gürültüsü ile sallandı. "Biz aptal değiliz, Percy Jackson," dedi Bayan Dodds. "Seni bulmamız an meselesiydi. Haydi, itiraf et, daha az acı çekeceksin." Neden bahsettiğine dair en ufak fikrim yoktu. "Eee?" dedi, bir Ģey bekliyor gibiydi. "Hanımefendi, ben bilmi "

"Vaktin doldu," dedi tıslayarak. Sonra olabilecek en acayip Ģey oldu. Gözleri mangal ateģi gibi yanmaya baģladı. Parmakları uzadı, pençelere döndü. Ceketi eriyip, kocaman, deriden kanatlara dönüģtü. Ġnsan değildi. Pençeleri, sapsarı sivri diģlerle dolu ağzı, kırıģ kırıģ yüzü ile yarasa kanatlı bir cadıydı o artık ve beni lime lime etmek üzereydi. Sonra iģler daha da garipleģmeye baģladı. Bir dakika önce müzenin önünde olan Bay Brunner, ^^ ^ tekerlekli sandalyesini sürerek, elinde bir kalemle galerinin kapısından içeri giriyordu Ģimdi. "Hey hooo, Percy!" diye bağırdı ve kalemi havaya fırlattı. -T Bayan Dodds da üstüme atıldı. Ciyaklayarak eğildim ve havayı biçen pençelerin sesi kulaklarımda çınladı. Kalemi havada yakaladım ama elime değer değmez kalemlikten çıkmıģtı. Bir kılıçtı, hem de Bay Brunner'ın sınav günleri kullandığı bronz kılıç. Bayan Dodds gözlerinde canice bir bakıģla etrafımda döndü. Dizlerim tutmuyordu. Ellerim öyle titriyordu ki, neredeyse kılıcı düģürüyordum. Öfkeyle bağırdı: "Öl, Ģekerim!" Sonra da doğruca üzerime uçtu. Mutlak bir dehģet içimi kapladı. Ġçimden gelen tek Ģeyi yaptım: kılıcı savurdum. Kılıcın metal ağzı kadının omzuna değdi ve sanki kadın sudan yapılmıģ gibi içinden geçti. Hıss! Bayan Dodds sanki devasa bir pervaneye tutulmuģ kumdan bir kaleye döndü. Sarı bir toz dağıtarak patladı, oracıkta buharlaģtı ama bir süre kükürt kokusu, bir ölüm çığlığı ve kötülüğün saçtığı buz gibi bir hava etrafı sardı, sanki o alev alev, kor kırmızı iki göz hâlâ beni izliyordu. Bir baģımaydım. Elimde bir tükenmez kalem vardı. Bay Brunner orada değildi. Kimse yoktu, sadece ben vardım. Ellerim titriyordu. Yemeğime uyuģturucu ya da baģka bir Ģey bulaģmıģ olmalıydı. Olan biten her Ģeyi ben mi düģlemiģtim? Yeniden dıģarı çıktım. Yağmur yağmaya baģladı. Kıvırcık çeģmenin baģında duruyordu, baģını bir müze haritası ile örtmüģtü. Nancy Bobofit hâlâ orada, çeģme yüzdüğünden ıpıslak bir halde duruyor, çirkin arkadaģlarına homurdanıyordu. Beni görünce, "Umarım Bayan Kerr kıçma Ģaplağı geçirmiģtir?" dedi. "Kim dedin?" dedim. "Öğretmenimiz. Salak!" Gözlerimi kırpıģtırdım. Bayan Kerr diye bir öğretmenimiz yoktu. Nancy'ye neden bahsettiğini sordum. Kız gözlerini devirip uzaklaģtı. Kıvırcık'a Bayan Dodds'un nerede olduğunu sordum. "Kim?" dedi. Ama önce bir duraladı, bana bakamıyordu, o yüzden benimle dalga geçtiğini düģündüm. "Hiç komik değil abicim," dedim. "Bu iģ ciddi." Tepemizde gök gürledi. Bay Brunner'ın kırmızı Ģemsiyesinin altında oturduğunu, kitap okuduğunu gördüm. Sanki hiç yerinden kıpırdamamıģtı. Yanına gittim. BaĢını kaldırdı, dikkati dağılmıģ gibiydi. "Ah, iģte bu benim kalemim sanırım. Lütfen bundan sonra kendi yazım araçlarınızı kendiniz getirin Bay Jackson." Bay Brunner'a kalemini verdim. Hâlâ elimde olduğunun farkında bile değildim. "Efendim," dedim. "Bayan Dodds nerede?" Bana boģ boģ baktı. "Kim?" "Bize eģlik eden diğer öğretmen. Bayan Dodds. Cebire giriģ dersi öğretmenimiz." KaĢlarını çattı ve sandalyesinde doğruldu, biraz endiģel gibiydi. "Percy, bu gezide Bayan Dodds diye birisi yok Bildiğim kadarıyla Yancy Akademisi'nde de Bayan Dodds isminde birisi hiç olmadı. Sen iyi misin?" s BÖLÜM ĠKĠ ÜÇ YAġLI KADIN ÖLÜM ÇORAPLARI DĠKĠYOR Arada bir tuhaf Ģeyler baģıma gelir gelmesine ama çabuk geçip gider. Bu yaģadığım Ģey, günün yirmi dört saati, haftanın yedi günü süren halüsinasyondu ve bunu kaldıramıyordum. Sanki okuldaki senemin geri kalanı boyunca herkes bana bir tür numara çekiyordu. Öğrenciler sanki o müze gezisinden dönüģte otobüse binmeden önce hayatımda görmediğim o Ģen Ģakrak sarıģın kadının, yani Bayan Kerr'in, Noel'den beri cebire giriģ dersi öğretmenimiz olduğuna tamamen, külliyen inanmıģlardı. Onları tuzağa düģürüp düģüremeyeceğimi görmek için sık sık Bayan Dodds'tan bahsediyordum ama bana deliymi-ģim gibi bakıyorlardı.

Ben de neredeyse onlara inanmak üzereydim; Bayan Dodds hiç var olmamıģtı. Neredeyse. Ama Kıvırcık beni aldatamazdı. Ona Dodds adını söyler söylemez bir anlığına da olsa ne yapacağını ĢaĢırıyor, sonra da öyle birisinin olmadığını söylüyordu. Fakat ben yalan söylediğini biliyordum. Bir Ģeyler dönüyordu. Müzede bir Ģeyler olmuģtu. Gün içerisinde bu konuyu düģünecek çok vaktim olmuyordu ama geceleri rüyamda pençeleriyle, deriden kanatları Bayan Dodds'u görüyor, soğuk terler dökerek uyanıyordum. O acayip hava da devam ediyordu, bu da ruh halimi olumsuz yönde etkiliyordu. Bir gece gök gürültüleri, ĢimĢekler yurttaki odamın pencerelerini açtı. Birkaç gün sonra ise Yancy Akademisi'nin seksen kilometre ötesine, Hudson Vadisi'ne görülmüģ en büyük hortum indi. Sosyal bilgiler dersinde çalıģtığımız güncel olaylardan birisi, o sene Atlantik Okyanusu'nda bir anda patlayan fırtınalar yüzünden ufak uçakların düģüģünde yaģanan artıģtı. Artık her Ģeye çabuk almıyor, çoğu zaman huysuzluk ediyordum. Notlarım D'den F'ye düģtü. Nancy Bobofit ve arkadaģlarıyla daha sık kavga etmeye baģladım. Neredeyse her dersten atılıyor, koridorda beklemek zorunda kalıyordum. Sonunda Ġngilizce öğretmenimiz Bay Nicoll bir milyonuncu kez neden telaffuz sınavlarına çalıģmayıp tembellik ettiğimi sorunca koptum. Ona yaģlı ayyaģ dedim. Ne anlama geldiğini bildiğimden değil, kulağıma hoģ gelmiģti sadece. Müdür sonraki hafta anneme bir mektup yazıp iģleri resmiyete döktü: gelecek sene Yancy Akademisi'ne davet edilmeyecektim. Ġyi, dedim kendi kendime. Sadece iyi. Evimi özlemiģtim. Buradan atılıp devlet okulunda baģlamam, tiksinç üvey babama ve onun aptalca poker partilerine katlanmam anlamına gelse de, annemle beraber Ģehrin Yukarı Doğu / Yakası'ndaki ufacık evimizde olmak istiyordum. Yine de... Yancy'nin bazı Ģeylerini özleyecektim. YurtiV odamdaki pencereden görünen koruluk manzarası, uzaktaki Hudson Nehri, çam ağaçlarının kokusu... Kıvırcık'ı çektim, biraz tuhaf biri olsa da iyi bir arkadaģtı. Gelecek sene bensiz kalınca nasıl hayatta kalacak diye kara kara düģünüyordum. Latince dersini de özleyecektim. Özellikle de Bay Brunner'ın çılgın sınav günlerini ve daha iyi olabileceğime dair inancını. Sınav haftası yaklaģırken çalıģtığım tek ders Latince'ydi. Bay Brunner'ın, bana ölüm kalım meselesiyle ilgili söylediği Ģeyleri unutmamıģtım. Neden olduğunu bilmesem de ona inanmaya baģlamıģtım. Final sınavlarından önceki gece o denli öfkelendim ki Cambridge Yunan Mitolojisi Rehberi'ni yurttaki odamın bir ucundan diğer ucuna fırlattım. Sözcükler sayfalardan dıģarı çıkıp kafamın etrafında dolanmaya baģlamıģtı. Her bir kelime sanki kaykaya biniyormuģçasına bir o yana, bir bu yana yüz seksen derece dönüyordu. Kheiron ve Charon arasındaki farkı, Polydictes ve Polydeuces arasındaki farkı hatırlamam mümkün değildi. Hele bir de o Latince fiil çekimi yok mu? Unut gitsin. Odada volta atmaya baģladım, sanki gömleğimin içinde karıncalar dolaģıyordu. Bay Brunner'ın yüzündeki ciddi ifadeyi, neredeyse binlerce yılın deneyimiyle bakan gözlerini hatırladım: senden yalnızca her Ģeyin en iyisini bekliyorum Percy Jackson. Derin bir nefes aldım. Mitoloji kitabını yerden aldım. Daha önce hiçbir öğretmenimden yardım istememiģtim. Belki Bay Brunner'la konuģsam bana yol gösterirdi. En azın- 4> dan sınavında alacağım F notu için önceden gidip özür dilemiģ olurdum. Hiç denemediğimi düģünmesini, bu Ģekilde ^ Yancy Akademisi'nden ayrılmayı istemiyordum. AĢağı kata, öğretmenlerin odalarına yürüdüm. Çoğu karanlık ve boģtu ama Bay Brunner'ın odasının kapısı aralıktı, penceresinden sızan ıģık koridorun zemini boyunca uzanıyordu. Tam odasının kapısına üç adım kalmıģtı ki, içeriden gelen sesleri duydum. Bay Brunner bir soru sordu. Kesinlikle Kıvırcık'a ait olan bir ses, "...Percy için endiģeleniyorum, efendim," dedi. Dondum kaldım. Öyle her zaman baģkalarının konuģmalarını dinlemem. Ama en iyi arkadaģınız bir yetiģkinle hakkınızda konuģsun da sizi göreyim, bakalım dinlemeden durabilecek misiniz? Kapıya biraz daha yaklaģtım. "...bu yaz tek baģına," diyordu Kıvırcık. "Demek istediğim, Ġyi Kimseler'den biri okulda. ġimdi biz bundan eminiz ve onlar da biliyor..." "Onu acele ettirirsek iģler daha da kötüye gider," dedi Bay Brunner. "Çocuğun daha da olgunlaģması gerek." "Ama zamanı olmayabilir. Yaz gündönümü son tarih..." "Meseleyi onsuz çözmeli Kıvırcık. Bırak da hâlâ vakti varken cehaletinin tadını çıkarsın."

"Efendim, kadını gördü..." "Hayal etti," dedi Bay Brunner ısrarla. "Öğrencilerin, çalıģanların üstüne örtülen Sis onu buna ikna edecek." "Efendim, ben... Ben görevimde bir kez daha baģarısız olamam." Kıvırcık'ın içi dolmuģ, konuģurken yutkunmaya baģlamıģtı. "Bu ne demek biliyorsunuz." "BaĢarısız olmadın Kıvırcık," dedi Bay Brunner anlayıģla "O kadının nasıl bir Ģey olduğunu anlamam gerekirdi. Hay Ģimdilik sadece Percy'yi önümüzdeki sonbahara kadar hayatta tutacağımızı düģünelim... " adar yadsıil, Elimdeki mitoloji kitabı kaydı ve pat diye yere düģtü. Bay Brunner sustu. Kalbim küt küt atarak kitabı yerden aldım ve koridorda geri geri gitmeye baģladım. Brunner'ın odasının kapısındaki pencereden çıkan ıģığın önünden bir gölge geçti. Bu gölge benim tekerlekli sandalyede oturan öğretmenimden çok, hem de çok uzun bir Ģeyin gölgesiydi; elinde de bir okçunun yayına benzer, tuhaf bir Ģey tutuyordu. En yakındaki kapıyı açıp içeri sızdım. Birkaç saniye sonra ağır ağır ilerleyen, tılak-tılok-tılak-tılok diye sesler duydum, sanki üstüne deri kaplanmıģ tahtaları birbirine vuruyormuģ gibi. Sonra arkasına saklandığım kapının tam önünden bir hayvanın genizden çıkan homurtusu gibi bir ses geldi. Kocaman, karanlık bir Ģekil camın önünde durdu sonra yürüyüp gitti. Boncuk boncuk terler boynumdan akıyordu. Koridorda bir yerde Bay Brunner konuģtu: "Hiçbir Ģey yok," dedi fısıltıyla. "KıĢ gündönümünden sinirlerim epey bozuk." "Benimkiler de öyle," dedi Kıvırcık. "Ama yemin ederim ki..." "Yurda dön," dedi Bay Brunner. "Yarın bütün gün sınavın var." "Aman hatırlatmasanız." Bay Brunner'ın odasındaki ıģık söndü. Karanlıkta bana sonsuz gibi gelen bir süre bekledim. En sonunda gizlice koridora girdim ve yurttaki odama 'vx k döndüm. 'XfX Kıvırcık yatakta yatıyordu, sanki bütün gece oradaymıģ, V^^ Latince sınavı notlarını çalıģıyormuģ gibiydi. - ı\ I "Hey," dedi mahmur gözlerle. "Sınava hazır mısın?" Yanıt vermedim. "Berbat gözüküyorsun." KaĢlarını çattı. "Her Ģey yolunda mı?" "Sadece... Yorgunum." Ġfademi görmesin diye sırtımı döndüm ve yatmaya hazırlandım. AĢağı katta duyduklarımı anlamamıģtım. Olan biten her Ģeyi hayal ettiğime inanmak istiyordum. Ama bir Ģey açıktı: Kıvırcık ve Bay Brunner arkamdan konuģuyorlardı. BaĢımın bir tür belada olduğunu düģünüyorlardı. Sonraki gün öğleden sonra üç saatlik Latince sınavından çıkmıģtım, gözümün önünde yanlıģ yazdığım tüm Yunan ve Romalı adları uçuģuyordu, Bay Brunner beni tekrar sınıfa çağırdı. Bir an dün gece onları dinlediğimi anladığından endiģelendim ama sorun bu değil gibiydi. "Percy," dedi. "Yancy'den gitmek zorunda olduğuna üzülme. Bu... Bu en iyisi." Nazik konuģuyordu ama bu sözler yine de beni utandırdı. Alçak sesle konuģmuģtu ama sınavı bitirmeye çalıģan diğer öğrenciler söylediklerini duymuģtu. Nancy Bobofit yılıģık yılıģık sırıttı bana, dalga geçmek için ufak öpücükler attı. "Peki, efendim," dedim mırıldanarak. "Demek istediğim..." Bay Brunner tekerlekli sandalyesin bir ileri bir geri itmeye baģladı, sanki ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. "Burası sana uygun bir yer değil. Er geç olacaktı zaten." Gözlerim fal taģı gibi açıldı. En sevdiğim öğretmenim tüm sınıfın önünde bana bu iģi beceremediğimi söylüyordu. Tüm sene bana inandığını söylemiģti, Ģimdiyse okuldan atılmamın alın yazım olduğunu söylüyordu. "Haklısınız," dedim tir tir titreyerek. "Yok, yok..." dedi Bay Brunner. "Of, her Ģey karıģtı. Söylemeye çalıģtığım... Sen normal değilsin Percy. Bunda... " "TeĢekkür ederim," dedim pat diye. "Eksik olmayın, bana bunu hatırlattınız." "Percy... " Ama ben çoktan gitmiģtim bile. Dönemin sonu geldi, üstümü baģımı bavuluma tıkıģtırdım.

Diğer çocuklar ĢakalaĢıyor, tatil planlarını anlatıyordu. Bir tanesi Ġsviçre kırlarında gezintiye çıkacaktı. Diğeri bir ay boyunca tekneyle Karayipleri dolaģacaktı. Tamam, hepsi benim gibi eli suça bulaģmıģ çocuklardı ama zengin suçlu çocuklardı. Babaları yönetici, büyükelçi veya ünlü kiģilerdi. Bense, hiç kimse soyundan hiç kimseydim. Bu yaz ne yapacağımı sordular, Ģehre dönüyorum dedim. Onlara söylemediğim Ģey, yazın köpek gezdirmek, gazete aboneliği toplamak gibi bir iģ bulmam gerektiği ve boģ vaktimi sonbaharda hangi okula gideceğimi düģünerek kaygılanmakla geçireceğimdi. "Öyle mi?" dedi çocuklardan biri. "Süper." Sanki ben orada yokmuģum gibi konuģmaya devam ettiler. Elveda demeye korktuğum tek kiģi Kıvırcık'ti ama Ģu iģe Ģe bakın, demem de gerekmedi. Benim gideceğim otobüsle Manhattan'a gitmek için bilet almıģ, o yüzden beraberce Ģehre giden otobüsteydik. Kıvırcık otobüs yolculuğu boyunca kaygıyla otobüsün koridorundan diğer yolculara bakıp durdu. Yancy'den ne zaman ayrılsak böyle kaygılı, içine bir kurt düģmüģ gibi kıpır kıpır olduğunu fark ettim, sanki hep kötü bir Ģey olmasını bekliyordu. Daha önceleri birilerinin onunla dalga geçmesinden endiģeliymiģ gibi gelirdi. Ama Ģimdi bu otobüste onunla dalga geçecek kimse yoktu. En sonunda dayanamadım. "Ġyi Kimseler'e mi bakmıģtın?" Kıvırcık az kaldı yerinden fırlıyordu. "Ne? Sen ne demek istiyorsun?" Sınavdan önceki gün Bay Brunner'la olan konuģmalarına kulak kabarttığımı itiraf ettim. Kıvırcık gözlerini kırpıģtırdı. "Ne kadarını dinledin?" "Ah... Çok fazla değil. Yaz gündönümü neyin son tarihi bakalım?" Birden ürktü. "Bak, Percy... Senin için endiģelendim, tamam mı? Yani iblis matematik hocaları falan gibi Ģeyler görüyordun... " "Kıvırcık..." "Ben de Bay Brunner'a herhalde baskı fazla geldi falan diyordum, çünkü Bayan Dodds diye birisi yok ve..." "Kıvırcık gerçekten, hem de gerçekten çok kötü bir yalancısın." Utançtan kulaklarına kadar kızardı. Gömleğinin cebinden pis bir kartvizit çıkarttı. "Yalnız^ bunu almanı istiyorum, tamam mı? Bu yaz yardımıma ihtiya cın olursa diye." Karttaki yazılar süslü, parlak renkteydi, disleksik gözlerimi öldürüyorlardı ama sonunda Ģöyle bir Ģey seçtim: TCuwtetA ^<tucu6i (goo) 009-0009 "Bu Melez-" "Sakın yüksek sesle söyleme!" dedi ciyaklayarak. "O benim, Ģey... Yazlık adresim." Resmen içime oturdu. Kıvırcıkların yazlığı vardı. Onun ailesinin de Yancy'deki diğer aileler kadar zengin olacağı aklıma gelmemiģti. "Tamam," dedim surat asarak. "Yani, istersem malikanenizi ziyarete gelebilirim." Evet manasında baģını salladı. "Veya... Veya bana ihtiyacın olursa." "Neden sana ihtiyacım olsun?" Söylemek istediğimden daha kabaca çıkmıģtı bu laf ağzımdan. Kıvırcık boğazındaki adem elmasına kadar kızardı. "Bak Percy, iģin aslı Ģu: Ben... ben seni korumalıyım denebilir." Ona öylece bakakaldım. Tüm sene boyunca, sırf onu okulun kabadayılarından korumak için bir sürü kavgaya girip çıkmıģtım. Önümüzdeki sene bensiz çok fena dayak yiyecek diye uykularım kaçıyordu. Gel gör ki, Ģimdi sanki aslında o beni koruyormuģ gibi yapıyordu. "Kıvırcık," dedim, "Sen beni tam olarak neden koruyorsun?" Altımızdan çok yüksek bir gıcırdama sesi geldi. Zeminden içeri kara kara dumanlar doldu, tüm otobüs çürük yumurta gibi kokmaya baģladı. Sürücü bir küfür savurdu ve Ģoför kapısını açıp, ağır aksak otobüsten otobana indi. Motor kaputunu açıp birkaç dakika takır tukur bir Ģeylerle uğraģtı. Sonra da tüm yolcuların inmesi gerektiğini söyledi. Kıvırcıkla beraber herkes gibi aģağıya indik. ġayet aracınız bozulup da aģağıya inmezseniz farkına varmayacağınız türden bir kır kenarındaydık. Otobanın bizim gittiğimiz tarafında akçaağaçlar ve geçen arabalardan atılmıģ çöpler dıģında bir Ģey yoktu. Öğlen sıcağında kavrulup titreģen dört sıra asfalt yolun öbür yanında ise eski usul bir meyve tezgahı vardı. Satılan meyveler gerçekten güzel gözüküyordu: kasalardan taģan kan kırmızı kirazlar ve elmalar, cevizler ve Ģeftaliler, ufak bir leğende buza yatırılmıģ elma suyu dolu sürahiler. Hiç müģteri yoktu, yalnızca bir akçaağacın gölgesinde, sallanan iskemlelerinde oturan üç tane yaģlı kadın vardı. Kadınlar, ömrümde gördüğüm en büyük çorapları örüyorlardı. Çorap dendiğine bakmayın, hepsinin büyüklüğü birer kazak kadar vardı ama besbelli ki çoraptı bunlar. Sağdaki hanım bir tekini örüyordu. Soldaki ise diğer tekini. Ortadaki ise içi çelik mavisi yünlerle dolu devasa bir sepet tutuyordu.

Üçü de toprak kadar yaģlı gibiydi; soluk yüzleri muģmula gibi kırıģ kırıģtı, gümüģ renkli saçlarını beyaz bandanalarla arkada toplamıģlardı, kemikleri çıkmıģ kolları ağartılmıģ ketenden elbiselerinin yenlerinden fırlıyordu. \\l En tuhafı doğrudan bana bakıyor gibi gözükmeleriydi. Kıvırcık'a durumu anlatayım diye döndüm ve yüzü^^^^^ kanın çekildiğini gördüm. Burnunun ucu seğiriyordu. "Kıvırcık?" dedim. "ġģt, abicim..." "Sana bakmadıklarını söyle. Bakıyorlar, değil mi?" "Evet. Garip, değil mi? ġu çoraplar bana olur mu sence?" "Hiç komik değil Percy. Hem de hiç komik değil." Ortadaki yaģlı hanım kocaman bir makas çıkardı. Ġstersen koyun kırpabileceğin türden makas, altın ve gümüģlerle kaplı uzun ağızlara sahipti. Kıvırcık'ın nefesinin kesildiğini fark ettim. "Hemen otobüse biniyoruz," dedi. "Haydi." "Ne?" dedim. "Ġçerisi neredeyse bin derece." "Haydi gel!" Kapıyı zorlayıp açtı ve içeri girdi ama ben aģağıda kaldım. Yolun karģısındaki yaģlı hanımlar hâlâ beni izliyordu. Ortadaki yünü kesti, yemin ederim ki o dört Ģeritli yolun ta karģısından duydum kopma sesini. Diğer iki arkadaģı da çelik mavisi çorapları katlayıp gittiler. Hayretle bu çorapları kime ördüklerini düģündüm? Dev Karadamı'na mı, Godzilla'ya mı? Otobüsün arkasından sürücü belirdi, motor kompartımanından dumanı tüten kocaman bir parçayı çekip çıkartmıģü. Otobüs bir titredi, sonra motor çalıģtı. Yolcular sürücüyü alkıģ yağmuruna tuttu. "Bu iģ böyle yapılır!" diye bağırdı sürücü. ġapkası ile otobüse bir Ģaplak attı. "Herkes otobüse!" Otobüs hareket edince kendimi kötü hissetmeye baģladım, sanki grip olmuģtum da ateģim çıkmıģtı. Kıvırcık da benden iyi gözükmüyordu. Titriyor, diģleri birbirine vuruyordu. "Kıvırcık." "Evet?" "Bana söylemediğin Ģey ne?" / Alnını gömleğinin yeniyle sildi. "Percy, o meyve tezgahının arkasında ne gördün?" "YaĢlı kadınları mı diyorsun? Onlar da neydi öyle abi-cim? Sakın onlar da... Bayan Dodds gibi değiller, değil mi?" Kıvırcık'ın yüzündeki ifadeyi okumak güçtü ama meyve satan kadınların Bayan Dodds'tan bin beter olduklarını anlamama yetti. "Bana ne gördüğünü söyle yeter," dedi. "Ortadaki eline makas aldı ve iplik kesti." Gözlerini kapadı ve parmaklarıyla bir iģaret yaptı. Haç çıkarıyor gibiydi ama baģka bir iģaretti bu, sanki... sanki çok daha eski bir iģaretti. "Ġpi kestiğini gördün," dedi. "Evet. Yani?" Ama bunu derken bile önemli bir Ģey gördüğümü biliyordum. "Olamaz," diye mırıldandı Kıvırcık. BaĢparmağını kemirmeye baģladı. "Bu da geçen seferki gibi olmasın, ne olur." "Hangi geçen sefer?" "Her zaman altıncı sınıfta oluyor. Asla altıncı sınıftan sonrasını göremiyorlar." "Kıvırcık," dedim, çünkü beni gerçekten korkutmaya baģlıyordu, "Sen neden bahsediyorsun?" "Bırak da otobüs terminalinden eve kadar seninle yürüyeyim... Söz ver beraber gideceğimize." Bu bana tuhaf bir istekmiģ gibi geldi ama söz verdim. "Batıl inanç gibi bir Ģey mi bu?" diye sordum. Hiçbir yanıt vermedi. "Kıvırcık, o ipliği kesme meselesini diyorum. Bu, birisi ölecek anlamına mı geliyor?" Yas tutarmıģ gibi baktı bana, sanki tabutuma en çok yakıģacak çiçeklerin neler olacağını merak ediyordu. BÖLÜM ÜÇ KIVIRCIK BEKLENMEDĠK ġekġlde PANTOLONUNU KAYBEDĠYOR itiraf zamanı: Kıvırcık'ı otobüs terminaline varır varmaz ektim. Biliyorum, biliyorum. Kaba bir hareket. Ama Kıvırcık beni deli ediyordu, sanki bir ölüymüģüm gibi bana bakıyor, durmadan "Neden hep böyle oluyor?", "Neden hep altıncı sınıfta?" diye mırıldanıyordu. Kıvırcık, ne zaman üzülse mesanesi de dolduğundan, otobüsten iner inmez bir yere kaybolmamam için söz verdirip tuvalete koģturunca ĢaĢırdım desem yalan olur. Onu beklemek yerine bavulumu kapıp sıvıģüm ve Ģehrin yukarı yakasına giden ilk taksiye atladım. "Doğu Yakası, Yüz Dördüncü Cadde'yle Birinci'nin köģesi" dedim Ģoföre. Annemle tanıģmadan önce size ondan bahsedeyim. Adı Sally Jackson ve dünyanın en iyi insanı. Bu da dünyadaki en iyi insanların, en talihsiz insanlar olduğuna dair kuramımı doğruluyor. Dedem ve anneannem, annem beģ yaģındayken bir uçak kazasında hayatlarını kaybetmiģ, o da

kendisiyle çok ilgilenmeyen amcası tarafından büyütülmüģ. Bir roman yazarı olmak istiyormuģ, o yüzden lise yıllarında iyi bir yaratıcı yazarlık bölümü olan bir üniversiteye girmewvv için para biriktirmiģ. Sonra amcası kansere yakalanmıģ ve annem ona bakmak için son senesinde okulu bırakmıģ. Amcası öldükten sonra da beģ parasız, ailesiz ve diplomasız kalmıģ. Kötü talihini kırdığı tek an, babamla tanıģtığı anmıģ. Babamı pek hatırlamıyorum, sadece o içimi ısıtan hali ve kısmen de gülümsemesi kalmıģ aklımda. Annem babamdan bahsetmeyi sevmiyor çünkü üzülüyor. Babamın hiçbir fotoğrafı da yok. Anladınız değil mi, evlenmemiģler. Annem, babamın zengin ve önemli birisi olduğunu, iliģkilerinin de gizli olduğunu söyledi. Sonra bir gün babam önemli bir gezi için Atlantik'i aģmak üzere yola çıkmıģ ve asla geri dönmemiģ. Okyanusta kayboldu, demiģti annem. Ölmedi. Okyanusta kayboldu. Annem daha sonra garip iģlere girip çıkmıģ, lise diplomasını alabilmek için gece okuluna kaydolmuģ ve beni bir baģına büyütmüģ. Asla Ģikayet etmedi, delirmedi de. Bir kere bile. Üstelik kolay katlanılır bir çocuk olmadığımı biliyordum. En sonunda Gabe Ugliano ile evlendi. Gabe tanıģtığımız ilk otuz saniye içerisinde iyi bir adammıģ gibi gözüktü, sonra da gerçek rengini, yani dünya çapında bir baģ belası olduğunu gösterdi. Daha küçükken ona Kokarca Gabe lakabını taktım. Kusura bakmayın ama gerçekten öyle. Terli spor Ģortlarına sarılmıģ küflü sarımsaklı pizza kokuyor herif. Ġkimizin arasında kalan annemin iģi hep zor oldu. Hem Kokarca Gabe'in ona davranıģları hem de Kokarca ile benir aramızdakiler... Neyse, zaten eve gelince olanlar durumu anlatacak. Ufak dairemize girerken annemin iģten dönmüģ oldu uuğunu umuyordum. Ama aksine, Kokarca Gabe salonda arkadaģları ile poker oynuyordu. Televizyonda bir spor kanalı açıktı, halının her köģesine abur cubur ve bira kutuları saçılmıģtı. BaĢını bile kaldırmadan, puro iliģtirilmiģ ağzıyla seslendi: "Demek eve döndün." "Annem nerede?" "ĠĢte," dedi. "Paran var mı?" Aynen böyle. HoĢ geldin. Seni görmek güzel. GörüĢmeyeli altı ay oldu, nasıl geçti? Bunlar değil. Gabe kilo almıģtı. Ucuzluktan elbise giydirilmiģ, diģsiz bir deniz ayısı mübarek. Saçından geriye kalan son üç teli, tarayıp kel kafasına yapıģtırmıģ. YakıĢıklı falan mı zannediyorsa artık kendini. Queens'deki Mega Elektronik Mağazası'nı yönetiyorum dese de çoğu zaman evde otururdu. Nasıl olup da onu uzun zaman önce iģten atmadıklarını bilmiyorum. MaaĢ çekini alır, parasını midemi bulandıran purolarına ve elbette biraya yatırır. Her zaman bira... Ne zaman eve gelsem kumar fonuna para yatırmamı bekliyor bir de. Buna "erkek sırrı" diyor. Anlamı Ģu aslında, anneme söylersem tek yumrukla gözlerimin ferini söndürecek. "Hiç param yok," dedim. Yağlı kaģlarından tekini kaldırdı. Tazı gibi paranın kokusunu alır Gabe. Buna ĢaĢırıyorum zira kendi kokusu yüzünden çoktan burnu düģmeliydi, nasıl koku alıyor? "Otobüs terminalinden buraya taksiyle geldin," dedi. ^ ^^^ "Tahminen bir yirmi papel vermiģsindir. Para üstü olarak da altı ya da yedi dolar almıģsındır. Bu çatının altında yaģayacak- ^ san, sorumluluk üstleneceksin. Haklı değil miyim Eddie?" Eddie apartman görevlimizdi ve bana vicdan azabıyla karıģık anlayıģla baktı. "Hadi ama Gabe," dedi. "Çocuk daha yeni geldi." "Haklı değil miyim?" diye sorusunu yineledi Gabe. Eddie önündeki kraker dolu kaseye bakarak kaģlarını çattı. Diğer iki adamsa uyumlu bir Ģekilde gaz saldı. "Tamam," dedim. Elimi cebime daldırıp bir tomar para çıkarttım ve masanın üstüne attım. "Umarım kaybedersin." "Karnen geldi, zeki çocuk!" diye bağırdı arkamdan. "Yerinde olsam burnum havada dolaģmazdım!" Odamın kapısını çarptım ki, aslında benim odam değildi. Okulda olduğum aylarda Gabe'in "çalıģma odası"ydı. Burada eski araba dergileri dıģında pek bir Ģey çalıģtığı yoktu; esasında benim eģyalarımı dolaba tıkıģtırmayı, pencere eģiğine çamurlu botlarını koymayı seviyordu ve o lanet olasıca kolonyası, puroları ve bayat birası ile ortalığı kokutmak için elinden geleni ardına koymuyordu. Bavulumu yatağın üzerine bıraktım. Evim, güzel evim. Gabe'in kokusu neredeyse Bayan Dodds kabuslarımdan ya da meyve satan yaģlı kadının makasla ip keserken çıkan sesten bile beterdi. Ama bu düģünce aklıma gelir gelmez dizlerimin bağı çözüldü. Kıvırcık'ın suratındaki paniğe kapılmıģ o ifadeyi ve onsuz eve dönmemem için bana söz verdiriģini hatırladım. Birden tüylerim ürperdi. Sanki birisi, bir Ģey, Ģu an beni arıyordu. Belki de tam Ģu an elleri upuzun, dehģet verici pençelere dönüģerek merdivenleri sarsarak ilerliyordu. Sonra annemin sesin iģittim. "Percy?" Yatak odamın kapısını açtı ve tüm korkularım bu laģtı. Annem iģte böyle sırf odaya girerek bile kendimi iyi his-^

har- setmemi sağlayabilir. Gözlerine ıģık vurdu mu rengi değiģir ve her yana parıltılar saçmaya baģlar. GülüĢü bir battaniye ı^ibi sıcakür. Uzun, kahverengi saçlarında kırlaģmıģ teller olsa da asla onun yaģlı olduğunu düģünmem. Annem bana baktı mı sanki hep içimdeki güzel Ģeyleri görüyor, kötü Ģeyleri görmüyor. Bir kerecik bile olsun kimseye sesini yükselttiğini veya kaba bir söz ettiğini duymadım. Ne bana ne de Gabe'e. "Ah, Percy." Beni sıkı sıkı kucakladı. "Ġnanmıyorum. Noel'den beri ne kadar büyümüģsün." Üzerindeki kırmızı, beyaz ve mavi renkteki Amerika ġekeri üniforması dünyadaki en güzel Ģeylerin kokusunu taģıyordu: Çikolata, meyan kökü ve Grand Central'daki Ģeker dükkanında sattığı diğer tüm Ģeylerin kokusu. Bana "ücretsiz örnek" ile dolu koca bir çanta getirmiģti, eve döndüğümde hep getirirdi. Beraberce yatağın kenarına oturduk. Ben ekģi yaban-mersini dizili iplere saldırırken, annem elini saçlarımda gezdirdi ve mektupta yazmadığım ne varsa anlatmamı istedi. Okuldan uzaklaģtırılmama dair hiçbir Ģey demedi. Umurunda değil gibiydi. Ama keyfim yerinde miydi? Küçük oğlu iyi miydi? Beni boğduğunu, artık yettiğini söylesem de onu tekrar gördüğüm için, gizliden gizliye, gerçekten hem de gerçekten çok mutluydum. Diğer odadan Gabe bağırdı: "Hey, Sally! Fasulyeli sos ne oldu ha?" DiĢlerimi gıcırdattım. Annem dünyanın en iyi kadını. Bir milyonerle evlenme-liydi, Gabe gibi bir baģ belasıyla değil. Canı sıkılmasın diye Yancy Akademisi'ndeki son günl lerimden keyifle bahsettim. Bu sefer neredeyse bir sene idare edebilmiģtim. Yeni arkadaģlar edinmiģtim. Latince dersinde epey baģarılı olmuģtum. Ve dürüstçe söylemek gerekirse, bulaģtığım kavgalar da müdürün abarttığı kadar değildi. Yancy Akademisi'ni sevmiģtim. Gerçekten sevmiģtim. Öyle güzel kıvırdım ki ben bile inanacaktım söylediklerime. Kıvırcık ve Bay Brunner aklıma gelince boğazımda bir Ģeyler düğümlendi. Nancy Bobofit bile gözüme o kadar kötü gözükmüyordu. Ta ki o müze gezisine dek... "Ne?" diye sordu annem. BakıĢları vicdanımı sızlatıyor, içimdeki sırrı çekip çıkartmaya çalıģıyordu. "Bir Ģeyden mi korktun?" "Hayır, anne." Yalan söylemek hoģuma gitmedi, ona Bayan Dodds'tan ve iplik kesen o üç yaģlı hanımdan bahsetmek istiyordum ama aptalca gelir diye düģündüm. Annem dudak büzdü. Bir Ģeyleri söylemediğimi bilse de üstelemedi. "Sana bir sürprizim var," dedi. "Deniz kıyısına gidiyoruz." Gözlerim fal taģı gibi açıldı. "Montauk'a mı gidiyoruz?" "Üç gece. Aynı kulübede kalacağız." "Ne zaman?" Gülümsedi annem. "Üstümü değiģir değiģmez." Buna inanamıyordum. Annemle son iki yaz Montauk'a gidememiģtik çünkü Gabe yeteri kadar paramız olmadığını söylüyordu. Gabe eģikte belirdi ve kükredi: "Fasulye sosu, Sally? Beni duymadın mı?" Adama bir yumruk patlatasım vardı ama annemi ni n nasıl baktığını gördüm. Bana bir anlaģma sunduğunu anladım: Kısa bir süreliğine Gabe'e iyi davran. Sadece Montauk'a gitmeye hazır olana dek. Sonra da buradan çıkarız. "Tam Ģimdi getiriyordum Ģekerim," dedi Gabe'e. "Sadece geziden bahsediyorduk." Gabe gözlerini kıstı. "Gezi mi? O konuda ciddi miydin?" "Biliyordum," dedim alçak sesle. "Gitmemize izin vermeyecek." "Elbette verecek," dedi annem, o da kısık sesle konuģuyordu. "Üvey baban yalnızca para konusunda endiģe ediyor. Hepsi bu. Dahası," diyerek sözlerine devam etti, "Gabriel fasulyeli sosla yetinmek zorunda kalmayacak. Ona tüm hafta sonu yetecek kadar, yedi kat fazla sos hazırlayacağım. Tatlı. EkĢi krema. Ne gerekirse." Gabe biraz yumuģadı. "ġimdi Ģu sizin gezi... senin kıyafetlere ayırdığın paradan karģılanacak, öyle mi?" "Öyle tatlım," dedi annem. "Ve arabamı yalnızca oraya gidip gelmek için kullanacaksınız." "Son derece dikkat edeceğiz."

Gabe iki kat olmuģ gerdanını kaģıdı. "O halde, Ģayet sen yedi kat fazla sosu çabucak hazırlarsan... ġayet çocuk da poker oyunumu böldüğü için özür dilerse... " ġayet senin en hassas noktana bir tekme yapıģtırırsam, diye düģündüm. Belki bir hafta opera Ģarkıcısı gibi bağırırsın? Ama annemin bakıģları onu delirtme diyordu. Ne demeye bu herife katlanıyordu ki? Çığlık atmak istiyordum. Ne demeye onun ne düģündüğü annemin umu-rundaydı ki? "Özür dilerim," diye mırıldandım. "Son derece önem mli mli poker oyunun böldüğüm için gerçekten üzgünüm. Lütfen hemen oyununa dön." Gabe'in gözleri kısıldı. Fındık kadar beyniyle sözcüklerimde alay arıyordu. "Evet, her neyse," diyerek kararını belirtti. Tekrar oyuna döndü. "TeĢekkürler Percy," dedi annem. "Montauk'a gittiken sonra Ģey hakkında... Söylemeyi unuttuğun ne varsa konuģuruz, tamam mı?" Bir anlığına gözlerinden endiģe okudum, otobüste Kıvırcık nasıl korktuysa öyle bir Ģeydi, sanki annem de havadaki o garip esinti ile ürperiyordu. Ama sonra yeniden bir gülümseme kondu yüzüne, yanıldığımı düģündüm. Saçlarımı karıģtırdı ve Gabe'e yedi kat fazla sos hazırlamaya gitti. Bir saat sonra yola çıkmaya hazırdık. Gabe yalnızca annemin çantalarını arabanın üstüne bağlamamı izleyecek kadar poker oyununa ara. verdi. Bir yandan da tüm hafta sonu annem yemek piģirmeyecek (daha da önemlisi 78 model Camaro marka arabası gidecek) diye sızlanıyordu. "Arabada tek bir çizik olmasın zeki çocuk," diye uyardı tam son çantayı da yüklerken. "Tek çizik istemem." Sanki arabayı ben süreceğim. Daha on iki yaģındayım. Ama bu Gabe'in umurunda değildi. Elleriyle boyadığı arabanın üstünü bir martı pisletse hesabını benden sormanın yolunu bulurdu. Sallana sallana apartmana giriģini izlerken o kadar öfkelendim ki, açıklayamayacağım bir Ģey yapüm. Gabe eģiğe varınca, Kıvırcık'ın kötülüğü def etmek için otobüste yaptı- - ğını gördüğüm el iģaretini yaptım. Yani elimi kalbimin üstüne bir pençe gibi koydum, sonra Gabe'e doğru elimi savurdum. Kapı, Gabe'in poposuna öyle bir çarptı ki, merdivenden yukarı bir toptan fırlamıģçasına uçtu. Belki rüzgardandı, belki de kapının menteģelerinde tuhaf bir sorun vardı ama bu olayın nedenini düģüneceğim diye durmadım. Camaro'ya atladım ve anneme gazlamasını söyledim. Kiraladığımız kulübe güney sahilinde, Long Island'ın ta uçundaydı. Soluk renkli perdeleri olan, pastel renkli bir kutuyu sanki deniz kıyısına bakan kum tepelerinin arasına gömmüģlerdi. Yastıklar kum, çekmeceler örümcek doluydu, deniz de çoğu zaman yüzülemeyecek kadar soğuktu. Burayı seviyordum. Bebekliğimden beri buraya gelirdik. Annem daha da uzun süredir geliyormuģ. 0 söylemedi ama ben, bu kumsalın annem için neden özel olduğunu biliyordum. Burası babamla karģılaģtığı yerdi. Montauk'a yaklaģtıkça annem gençleģiyor, yüzünden endiģenin, yorgunluğun izleri siliniyordu. Gözleri denizin rengine dönüyordu. Günbatımında oraya vardık, kulübenin tüm pencerelerini açtık ve her zamanki gibi temizlik iģine baģladık. Sahilde yürüdük, martılara mavi mısır koçanı attık ve mavi jelibon-lar, tuzlu mavi karamelalar ve annemin iģten getirdiği diğer ücretsiz örneklerden yedik. Sanırım bu mavi renkli yemek meselesini anlatmam gerek. Biliyor musunuz, Gabe bir zamanlar anneme böyle bir \(\. Ģey olmayacağını söylemiģti. 0 sıralar önemsizmiģ gibi görünen bir kavgaya tutuģtular. Ama o günden beri annem maviv renkli bir Ģeyler bulup almak için yolunu değiģtiriyor. Mavi doğum günü pastaları piģiriyordu. Mavi renkli yabanmersini pestilleri hazırlıyordu. Mavi renkli mısırlı tortillalar alıp, dükkandan da eve mavi renkli Ģekerler getiriyordu. Kendisine Bayan Ugliano demek yerine kızlık soyadı Jackson'ı kullandığını da düģününce, Gabe'e kapılıp gittiğini düģünmek yersiz olacaktı. Onda da asi bir kan vardı, benim gibi. Karanlık çökünce ateģ yaktık. Üstünde sosisli sandviçler piģirip, Ģekerleme erittik. Annem bana çocukluğuna dair, annesi babası uçak kazasında ölmeden önceki döneme ait hikayeler anlattı. Günün birinde yazmayı planladığı kitaplardan bahsetti, Ģekerleme dükkanından ayrılabilecek kadar para biriktirir biriktirmez yapacaktı bunu. En sonunda, Montauk'a ne zaman gelsek aklıma düģen Ģeyi anneme sorma cesaretini buldum: babamı. Annemin gözleri doldu. Her zaman anlattığı Ģeyleri anlatacağını tahmin ettim ama bunları dahi dinlemekten hiç sıkılmazdım.