BEYLER! NEREYE GİDİYORSUNUZ?



Benzer belgeler
NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

EFENDİ BABASI BÜTÜN MÜRİDLERİNDEN HABERDAR İMİŞ!

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

İçindekiler. Önsöz 11 Kısaltmalar 15

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

Üstadımızın mezkûr beyanında, Kur'an ın her ayetinin üç hükmü içine aldığı belirtilmiştir. Bu hükümler şunlardır:

İçindekiler. Kısaltmalar 11 Yeni Baskı Vesilesiyle 13 Önsöz 15

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Bir insan, nefs kılıcını ve hırsını çekip hareket edecek olursa, akıbet o kılıçla kendi maktül düşer. Hz. Ali

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

بسم هللا الرحمن الرحيم DAR'UL HARP NEDİR VE DAR'UL HARP HALKINA NASIL MUAMELE EDİLİR?/HAMD BİN ATİK (RH.A) ed-durar us seniyye, 9/

Arap diliyle tesis edilen İslam a dair hakikatler diğer dillere tercüme edilirken zaman ve zeminin de etkisiyle gerçek anlamından koparılabiliyor.

Şeyh den meded istemek caizmidir?

Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Kur an ın varlık mertebelerini beyan eder misiniz ve ilahi vahiyde lafızların yerinin ne olduğunu

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler

DOMUZ ETİNİN HARAM KILINMASININ HİKMETİ

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Muhammed Aleyhisselam ın Dilinden Dualar

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Asr-ı Saadette İçtihat

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

TÂĞUT KELİMESİNİN ANLAMI

Anlamı. Temel Bilgiler 1

MEVZUU : Sübhan Hakkı, kalble, ariflerin müşahedesinin hakikati ve tahkiki.. NOT: İMAM-1 RABBANÎ Hz. bu mektubu, Fakir Haşini Kişemî'ye yazmıştır.

NOT : ÎMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, Lahor Müftüsü Şeyh Muhammed'in oğlu Şeyh Abdülmecid'e yazmıştır.

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

başlıklı bir dersine dayanarak vermeye çalışacağız.

Veda Hutbesi. "Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

Gıybet (Hadis, Tirmizi, Birr 23)

Yaratanlar arasında şerefli bir yere sahip olan insanın yaşam hakkı da, Allah tarafından lutfedilmiş bir temel haktır.

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86)

NOT : ÎMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu Seyyid Nakib Şeyh Ferid Buhari'ye yazmıştır.

Dua ve Sûre Kitapçığı

ح م تهني ة غ ملسلم ف مناسبات غ دينية. şeyh Muhammed Salih el-muneccid

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak " " dersek h 6. olarak sadaka verme.

Fırka-i Naciyye. Burak tarafından yazıldı. Çarşamba, 09 Eylül :27

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

ALLAH TEÂLÂ'NIN ARŞA İSTİVÂ ETMESİ

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

Hilalin bir ülkede görülmesiyle oruca başlamak. Muhammed b. Salih el-useymîn. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

GADİR ESİNTİLERİ -10- Şiir: İsmail Bendiderya


NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ. Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid. Terceme edenler. Muhammed Şahin. Tetkik edenler Ümmü Nebil

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

Question. Muhammed b. el-hasan el-saffar, müfevvizenin temsilcilerinden miydi?

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

DİN dersleri almak, din kültürü edinmek isteyen temiz niyetli bir gence:

Eşhedü en lâ iâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

İmama Sonradan Yetişen Namazları Nasıl Kılar? Cumartesi, 16 Ocak :02. Müdrik


ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE)

Kur an ın Bazı Hikmetleri

EY İMAN EDENLER! Allah ın emrine uygun yaşayın

ŞİRK VE ÇEŞİTLERİ EBU SEYF

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

1 Ahlâk nedir? Ahlâk; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:

Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar

Teravih Namazı - Gizli ilimler Sitesi

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

ZAFER TALHA ÇİMEN 8/E

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

Orucun hükmü ve hikmeti nedir? ما حكم الصيام وحكمته. Abdurrahman b. Nâsır es-sa'dî

Islam & Camii Diyanet İşleri Türk İslam Birliği

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

PEYGAMBERLİKTEN SONRA EN YÜCE MAKAM ŞEHÂDET Cumartesi, 28 Şubat :06

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

Fakat bazı şeyleri yeyip içmek, insanlara zararlı, hikmet ve ihtiyaca aykırı olduğu için İslam dininde haramdır.


LİVATA HADDİ (EŞCİNSELLİĞİN/HOMOSEKSÜELLİĞİN CEZASI)

AİLE KURMAK &AİLE OLMAK

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

ALLAH TEÂLÂ'YA ÎMÂN. Muhammed Şahin. ] تر [ Türkçe Turkish. Tetkik : Ümmü Nebil

el-itticâhâtü L-MÜNHARİFE FÎ TEFSÎRİ L-KUR ÂN İ L-KERÎM DEVÂFİ UHÂ VE DEF UHÂ

Herkes bir arayış içinde

Yani küfredenler ister Ehli Kitaptan olmuş olsunlar ister müşriklerden; kendilerine beyyine gelene kadar küfürlerinden ayrılamazlardı.

Transkript:

UCUZ KAHRAMANLAR Bir Arap atasözü vardır:,,vadi boş olduğu zaman tilki valiliğini ilân eder! Şu anda öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, ilim meydanı boştur ve boş kalmıştır. İlmiyle, irfanıyla, amel ve takvasıyla o mümtaz şahsiyetler, o seçkin simalar Dar-ı Bekâ ya çoktan intikal etmişler ve gitmişlerdir. (Nür içinde yatsınlar!) Fakat tefsir, hadis, fıkıh sahasında ölmez eserler, tükenmez kaynaklar bırakmışlardır. Bu meyanda, bu ilimlere temel taşı mesabesinde Sarf, Nahiv, Mantık, Belağat gibi ilimlerde de varlıklarını göstermişler, o sahada faydalanacağımız imkânları hazırlamışlardır. Fakat, Cumhuriyet in gelişiyle medreselere sed çekildi; ne alt yapıda ne de üst yapıda (dibde-köşede yetişen ve yetiştirilen mahdut istisnaların dışında) hoca yetişmedi. 1950 lerden sonra imam-hatip okulları ve üst kısımları açıldı ise de proğramın kısırlığı sebebiyle ilmihal bilgisini vermenin ötesine gidilemedi. Ama ortalığı dolduran diplomalılardan ilmi seviyesini itiraf eden azınlığın dışında kalan çoğunluk eslâf ulemanın miras bıraktığı alet derslerini, usul ve füru ilimlerini okuyup ilim babında derece alacakları yerde, bunlara lüzum görmediler. Bununla da kalmadılar,,,insan bilmediğinin düşmanıdır! kabilinden ilme de ulemaya da düşman oldular. Bu kötü durum sürüp giderken, bunların içerisinden mezhepsizler töredi, bunların içerisinden mealciler töredi, bunların içinden kavramcılar töredi ve hatta bunların içinden tefsirciler ve müctehidler töredi. Neden? Çünkü, vadiyi boş bulan tilki, kendini vali ilân eder de bizim ucuz kahramanlar kendilerini müctehid ilân etmezler mi, müfessir ilân etmezler mi? Ve hatta aralarında iş bölümü yaparak kimi falan surenin ahlakî yapısını, kimisi filan surenin sosyal yapısını, bir başkası da bir başka surenin iktisadî yapısını tetkik ve tahkik ederek külliyeler meydana getiremezler mi? Ve dolayısıyla bunlardan her biri birer alim (!) ve allâme (!) olur çıkarlar. Hatta bunların içinden, cehaletin verdiği cüretle daha da ileri gidenler olur. Hem de o kadar ileri giderler ki, başlarından büyük sözler söylerler ve derler ki:,,biz Ehl-i Sünnet in âlimlerini de, kaynaklarını da yargılayacağız, sorgulayacağız! Aman Ya Rabb i, ne günlere kaldık!.. Cehalet ne kötü şeymiş!.. İlim kaçkınlarına da cihad kaçkınlarına da artık,,dur! demenin zamanı gelmedi mi?!. BEYLER! NEREYE GİDİYORSUNUZ? İlimsiz ne tefsir yapılır ne de dervişlik!.. Eskiler çok yerinde söylemişler ve demişler ki;,,yarım molla dinden, yarım hekim candan eder! Bunlar ise ne yarım, ne de dörtte bir!.. Gene atalarımız söylememiş mi?

,,Cahilin sofusu şeytanın maskarasıdır! 0 halde ne siz medreseden geçmeden tefsir erbabı olabilirsiniz ne de siz tekke erbabı olabilirsiniz!.. Biriniz insanları dinden edersiniz, biriniz de şeytanlara maskara olursunuz ve bu, sizlere çok pahalıya mal olur. Dünyada rezil, ahirette zelil olursunuz! Geliniz bu babda İmam-ı Suyuti yi dinleyelim:,,tefsir için gerekli ilimler: 1- Lügat ilmi: Vaz i hasebiyle müfret lafızların şerh ve medlulleri ancak bu ilim sayesinde bilinir. Mücahid şöyle der:,,allah ve ahirete iman eden kimse için helal olmaz ki, Arap lügatını bilmeden Allah ın kitabı hakkında söz söylesin! 2- Nahiv ilmi: Nahiv ilmini bilmeyen, cümlede yer alan kelimelerin i rabını ve dolayısıyla görevini bilemez, yanlış mana verir... 3- Sarf İlmi: Kelimelerin menşe ve yapıları, (yani i lal, idğam, kalb ve hazif gibi halleri) ancak bu ilmi tahsil etmek suretiyle elde edilir. İştikak ilmi de bu babdan olup daha çok kelimenin hangi maddeden geldiğini ortaya koyar. Mesela: Mesih kelimesinin aslı,,seyahat mıdır yoksa mesih kökünden midir? 4- Belağat ilmi (Meânî, Beyan ve Bed i ilimleri): Çünkü ancak bu ilimlerle; ifade yönünden terkiblerin özellikleri, delaletin vuzuh ve hafi oluşları yönünden özellikleri, kelamı tahsin yönünden hususiyetleri ortaya çıkar. 5- Usulü d-din: İtikadı ilgilendiren ayetlerin te vil ve tefsiri ancak bu ilimle ortaya çıkar ve açıklık kazanır. 6- Usul-i Fıkıh ilmi: Ayetlerin çeşitli yönleriyle hükümlere delaletleri bu ilmin verdiği ölçülere göre kendini gösterir. 7- Esbab-ı Nüzul: Hedefi mâlum; 8- Nasih ve Mensuh; 9- Fıkıh; 10- Mücmel ve mübhemi beyan eden hadisler; 11- Kıraet ilmi: Kıraet vecihlerinin farklılığı, mananın farklılığına delalet eder. 12- Mevhibe ilmi: Bu ilmi, Allahü Teala, ilmiyle amel eden âlimlere lütfeder.,,kim bildiği ile amel ederse, Allah ona bilmediklerini de bildirir! mealindeki hadis-i şerif buna işarettir.imam-ı Suyuti bu ilimleri kaydettikten sonra diyor ki:

,,İbn-i Ebiddünya diyor ki: Kur an ilimleri ve bu ilimlerden istinbat edilenler, sahili olmayan bir denizdir. Bu ilimler birer alet ilmidir. Bunları tahsil etmeden kimse müfessir olamaz. Bunlarsız, Kur an ı tefsire kalkışırsa kendisinden yasak edilen fikre dayanmıştır.,,bir kimse Kur an üzerinde kendi reyile konuşursa isabet etse de o hata etmiştir. (Ebu Davud, Tirmizi, Neseî),,İlimsiz Kur an hakkında yorum yaparsa, o ateşte yerini hazırlasın. (Ebu Davud) İşte İmam-ı Suyutî nin,,el-itkan isimli,,usul-i Tefsir kitabından mevzumuzla alakalı aktarmalar yaptık. Şimdi günümüzün manzarasına baktığımızda görüyoruz ki, yukarıda zikri geçen ilimleri tahsil etmiş olmak şöyle dursun, belki de isimlerini dahi ilk defa duyan kişilerden bir kısmı, tefsir okutmaya hem de kavram ismi altında tefsir okutmaya kalkıyor veya yine bu ilimlerin isimlerini duyması bir tarafa,,,nasara, yensuru dememiş kişilerin de böylelerinden ne isim altında olursa olsun, tefsir okumaya çalışıyor. Bu hal kötü niyyetin bir eseri değilse, büyük bir cehaletin ifadesidir. Bunun başka türlü bir izahı yoktur... Böylelerine halisâne tavsiye ve tebliğimiz odur ki, ya zikredilen ilimleri tahsil etsinler ve bu sayede yapılan tahlil ve tefsirleri rahatça anlama fırsatını bulsunlar. (Tabirimize dikkat edilsin: İctihad yapsınlar, ahkâm çıkarsınlar, mefhum ve kavramlardan söz etsinler demiyorum,,,yapılan tefsir ve yorumları kolayca ve rahatça anlasınlar!.. diyorum.) Ya da ayet ve hadis meallerini ve bunların tefsir ve şerhlerini sadece bir fikir edinmek için okusunlar, okuyabilirler... Bu bahsi bir hadis-i şerif in mealiyle bitirelim:,,allah, insanların (göğüslerinden) ilmi çekip almaz. Lâkin âlimleri almak suretiyle alır. (Ortada) âlim kalmayınca, insanlar cahilleri başa geçirirler. Onlar da kendilerine sorulanlar hakkında ilimsiz fetva verirler. Hem kendileri delalete düşerler hem de başkalarını delatete düşürürler (yani hem dall hem mudil olurlar). (İbn-i Mace, Mukaddime: 8, Abdullah b. Amr b. El-Ass tan) Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan) {R.A}

Mukaddime: للا الر ح يم الر ح من ب س م Rabb imize hamd, Efendimiz e, âl ve ashabına salât ve selam, şeriat ın çizgisinde giden alim ve âriflere dua!.. Mâlum olduğu üzere; İslam, hem din hem devlettir, hem ibadet hem siyasettir... İslam ve onun kitabı Kur an-ı Azimüşşan, hakkın ve hakikatın kaynağıdır. İtikad ve ibadetlerin kaynağı olduğu gibi, devlet ve siyasetin de kaynağıdır. Keza; tasavvuf ve tarikatın da kaynağıdır... Mesuliyetimiz; siyaseti ve siyasi vahdetin farz olduğunu kabul ve tasdik ettiği gibi, tarikat ve tasavvuf babında da temel ve esasta vahdeti hedef almış, her kafadan bir ses gelmesine rıza göstermemiştir. Bunun için de gerek siyasi mevzuda, ve gerek tarikat mevzuunda,,,kaynak Kur an, örnek Peygamber demiştir. Yani her iki sahada da talimatı Kur an dan, tatbikatı Peygamber (s.a.v.) den almıştır ve almaktadır. Neden? Çünkü hareketimiz, kuruluşunda olsun, icraatında olsun İslamî dir, şeriat adınadır, fetvaya bağlıdır. Binaenaleyh; öyle bir kaynağa ve öyle bir örneğe dayanmalı ki, hiçbirisinde en ufak bir hata olmamalı, ki insanımız gönül huzuru içinde icra-i faaliyet yapsın ve faaliyetinde yüzde yüz isabetli olduğundan şüphesi olmasın!.. Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurur:,,...ben size öyle şey bırakıyorum ki, siz ona yapıştığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmezsiniz: Allah ın kitabı ve Peygamber inin sünneti. (Hâkim rivayet etti ve,,isnadı sahihtir dedi) Bir başka had is-i şerif:,,bu Kur an (öyle bir kitaptır ki), bir tarafı Allah ın elinde, bir tarafı da sizin elinizdedir. Siz ona sarılın! Zira ondan sonra ebediyyen ne sapıklığa düşersiniz ne de helâk olursunuz!.. (Taberânî, Kebir inde güzel bir senetle rivayet etmiştir) Bir diğer hadiste de şöyle buyurmuştur:,,önünüzde öyle fitneler gelecek ki, onlar karanlık gecelerin parçaları gibidir. Kişi mü min olarak sabaha girer fakat akşama kâfir olarak dahil olur; keza akşama mü min olarak girer, sabaha kâfir olarak dahil olur... (Ebu Davud, c. 4, No: 4262) Evet; bugün öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, gündüzü gecesi kadar karanlıktır. Siyasi

sahada oldugu gibi, tasavvuf ve tarikat sahasında da en azından hak batıla karışmıştır. Takib ve tatbik edilen usul ve yollar o kadar çok ki, insanımız hangisine uyacağını şaşırmıştır. Çünkü her kafadan bir ses gelmekte, her sabahtan kalkan şeyhliğini ilan etmekte ve etrafına insan yığınlarını toplayabilmektedir. Bunların içinde ehil olanlar ve eli öpülecek olanlar olduğu gibi, ilimden ve irfandan uzak, ehliyetsiz kişilerin sayısı da az değildir. Hatta bunların içinde öyleleri vardır ki, Hakk a bağlanıp hakkı müdafaa edeceği yerde cehaletin kurbanı olarak batıla hizmet etmekte, küfrün ve kâfirin hazırladığı anayasalara bile,,evet demekte ve dedirtmektedirler. Ve en azından onları serbest bırakmakta ve bu suretle,,aliah yolunda sevme, Allah yolunda buğzetme esasına ters düşmekte, şeriatı garra yı hakim kılmak için yola çıkan müslümanların yanında ve safında yer almamakta, bilerek veya bilmeyerek din düşmanlarına hizmet etmekte ve onları desteklemektedirler. Hatta daha da ileri giderek, İslam ın devlet olması yolunda cihad verenleri kınamakta ve,,şimdi cihad devri, siyaset devri değildir; zikir devridir, siz zikre ve tesbihinize devam ederseniz, Allah başınızdaki yaramazları alaşağı eder de İslam devletini size lütfeder!.. demektedirler. Ve hatta sizin:,,islam hem din hem devlettir, hem ibadettir hem siyasettir; hakimiyyet kayıtsız ve şartsız Allah ındır, Kur an aynı zamanda bir siyaset ve bir devlet kitabıdır; şeriat Allah kanunudur. Her müslüman bunu böyle bilecek ve böyle inanacak ve bu uğurda malıyla ve canıyla cihadını yapacaktır. Bu da namaz ve oruç gibi farzdır, Allah ın emridir, herkes bundan da mesuldür. Çünkü, devletsiz müslümanlık gereği gibi yerine getirilemez, bir çok dini vecibeler devletin varlığına bağlıdır... Ama ne yazık ki, İslam devlet değildir; bu nimet ve bu hak müslümanların elinden alınmıştır, esir duruma getirilmiştir, hak ve hukukunu, namus ve şahsiyetlerini koruyamaz hale getirilmişlerdir. Kur an susturulmuş, devlet ve devletin bütün müesseselerinden uzaklaştırılmıştır. Daha da ileri gidilerek Kur an dan, Kur an ın devlet oluşundan söz edenler için yasaklar konmuş, cezalar tertib edilmiş, bunun infazı için de mahkemeler kurulmuştur. İşte bütün bunlar karşısında müslüman elbette susamaz, susmayı tercih edemez. Bu uğurda savaş vermesi; gasıbların, zalimlerin ve kâfirlerin elinden idareyi alması Kur an idaresinde onu İslami leştirmesi gerekmez mi? Elbette gerekir! Hatta farzdır bile! dediğinizde mâlesef şu iki sınıfı, karşınızda bulacaksınız: Bunlardan biri ilimden nasibini almamış hocalar; diğeri de irfandan mahrum dervişleridir. 1- Biri, makam ve maaşı elinden gitmesin diye her şeyi ayaklar altına alır, küfür ve kâfir rejimin borazanını çalar. Allah tan korkmaz da rejimden korkar ve bu suretle

Allah ın kendisine vermiş olduğu ayetleri satar ve onlardan sıyrılır gider. Artık şeytan onu arkasına takar da Peygamber varisi olacağı yerde şeytanlaşır ve azgınlardan biri olur. Yine Kur an ın beyaniyle; ayetlerin ışığında ilim ve itibarıyla, cübbe ve sarığıyla yükseleceği yerde dünya menfaati uğrunda küçüle küçüle yere çakılır, heva ve hevesi artık onun ilahi olur ve nihayet köpekleşir de rejimin bekçilerinin önünde kuyruk sallar durur... 2- İkincisi de cahil sofular ve sahte dervişlerdir. Bunlar da şeytanlaşan hocalar kadar zararlıdırlar. Bilerek veya bilmeyerek Kur an ın devlet olması yolunda değil; Kur an düşmanlarının yanında yerlerini alırlar. Yine bilerek veya bilmeyerek kâfir rejimin yaptığı ihanet ve hıyaneti müridlerinden gizlemeye çalışırlar: Sizin:,,Cihad farzdır, Kur an devlet olmalıdır, müslüman bu Uğurda seferber olmalıdır. Hatta yeri geldiğinde cihad için zikir bile tehir edilir. Aslında cihad da bir zikirdir. Bu babda medrese, tekke ve kışla yanyana elele ve gönül gönüle olmalıdır... dediğinizde yukarıda da ifade ettiğim gibi,,,şimdi zikir devridir, cihad devri değildir... derler ve nihayet Ebu Neim in Hilye sinden naklen Mişkât ta (3721) numaralı hadisi ele alarak, bir taraftan İslam ın devlet olması yolunda bulunan müslümanları tenkit eder, diğer taraftan da müslümanları uyutur, cihad kaçkını müridler yetiştirir. (Senet ve muhtevası yönünden hadis üzerinde ileride durulacak) Şeyh olma kolay bir şey değildir. Adı üzerinde,,mürşid olma, doğru yolu gösterme ve bunun mesuliyetini müdrik olma, etrafındakileri ilmen, amelen ve ahlaken yetiştirme ve o sahanın erlerine yakışmayan söz, fiil ve hareketlerden onları sakındırma ve nihayet onları zahiren ve batinen yetiştirme şeyhlik makamına ve şeyhlere aittir. İmam-ı, Rabbani şöyle der:,,eğer bu hakire ait bir cemaatın bozuk zanlarını, hata maddelerini beyanla hakkı batıldan ayırt edemezsem nasıl borçtan kurtulurum? Ahirete hangi yüzle giderim? Bilinsin ki, şeyhlik ve müridlik, halkı hakka davet etme ve irşad yolunu gösterme cidden büyük makamdır. Herhalde şu cümleyi duymuş olacaksınız:,,kavmi arasında şeyh, ümmeti arasındaki Peygamber gibidir. (Mektubat-ı Rabbani, c.1, s. 469) Din düşmanlarına ihanet etmeyi teşvik, onların batıl putlarını tahrip edip düşürmeye çalışma yolunda da Rabbani şöyle der:,,bilinsin ki, her şahsın temenni ettiği bir şey vardır. Bu fakirin temennisi dahi, Yüce Allah ın ve O nun Resulü nün düşmanlarma sert davranmaktır... Yoksa hizmetinize girer, bu işe herkesi teşvik etmeye bakardım; o taşa (puta) bu münasebetle bir tükürük de ben atardım ve bu işi bir saadet sermayesi sayardım!.. (A.g.e., c. 1, s. 632)

Şeyhlik makamı, bir yönüyle de doktorluk makamına benzer. Doktor, hastasının hastalığını, zaman ve mekan şartları içinde mütalaa edip, tavsiyelerini yaptığı gibi, şeyh de müridinin içinde bulunduğu ahvali keşfedip, zaman ve mekânın gereklerini dikkate alır, tavsiyelerini ona göre yapar. Mesela: İçinde bulunduğu zaman imanın kuvvetlenmesini mi gerektiriyor? Ahlakî faziletlerin gelişmesini veya siyasî faaliyetin icrasını mı icab ettiriyor? Ona göre tavsiyede bulunur ve o istikamette ona yön verir. Bediüzzaman Hazretleri şöyle der: Tarik-i Nakşi de iki kanat ile sülük edilir: İman hakikatlerini sağlam bir şekilde itikad etmek ve farzlara imtisal etmek. Bu iki kanatta kusur ederse, o yolda gidilmez. Öyle ise Nakşi tarikatının üç perdesi vardır: Birisi ve en birincisi ve en büyüğü doğrudan doğruya iman hakikatlarına hizmettir ki İmam-ı, Rabbani ahir zamanda ona sülük etmiştir. İkincisi; dini farzlara ve sünnet-i seniyye ye tarikat perdesi altında hizmettir. Üçüncüsü; tasavvuf yoluyla kalbi hastalıkların giderılmesine çalışmak ve kalp ayağıyle süluk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacib, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.. Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir Geylani ve Şenah-i Nakşibend ve İmâm-ı Rabbani (Allah kendilerine rahmet etsin!) gibi zatlar bu zamanda olsa idiler, bütün himmetlerini iman hakikatlarının, İslam akaidinin kuvvetlenmesine sarf edeceklerdi. Çünkü, ebedi saadetin medari bunlardır. Onlarda kusur edilse ebedi bedbahtlığa sebebiyet verir. İmansız cennete giremez ama, tasavvufsuz cennete gidenler pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşıyamaz ama, meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir. İslam ın hakikatları ise gıdadır... (Mektubât: 5, sadeleştirerek) Netice olarak diyebiliriz ki: İman hakikatlarından biri de İslam ın hem din hem devlet oluşudur ve bu hakikatın tebliğ ve telkinidir. Günümüzde bu hakikat ihmal edilmiştir, hatta unutturulmuştur ve bu yüzden insanımız büyük yara almıştır. Bu yaranın tedavisi gerekir. Bu yara ile ölürse cennete gidemez... 0 halde günümüzün şeyhlik ve mürşidlik makamında oturan zatlara düşen ilk vazife: Müridine zikir dersi vermenin yanında, ona,,islam ın hem din, hem devlet!.. olduğu gerçeğini duyurmak, kabul ettirmek ve bu hakikatı tebliğ ve telkin etmesini tavsiye etmektir. Aksi yönde hareket edenler mürşidlerden değil, ucuz kahramanlardan olurlar!..

EVLİYAULLAH İnsan için nihaî gaye Allah dostu olmak ve dostları arasına katılmaktır. Yani bir insan için düşünülebilen en büyük şeref, en yüksek mertebe, en üstün saadet evliyaullah tan biri olup Allah dostları arasına girmek, korkusuz ve üzüntüsüz bir hayat yaşamaktır. Demek ki, önemli olan bir şey varsa o da evliyadan olmaktır, Allah dostları sınıfına dahil olmaktır. 0 halde,,evliyayı (velileri) Kur an a göre tarif ve beyan edelim:,,haberiniz olsun ki; Evliyaullah a (Allah dostlarına) ne bir korku vardır ne de bir üzüntü! Onlar o kimselerdir ki, iman edip takva ehli olmuşlardır. (Yunus, 63) Görüldüğü gibi, evliyadan olmanın (yani Allah a dost ve Allah dostu olmanın Kur an ın beyanı vechiyle, iki şartı vardır. Bunlardan biri iman, diğeri de takvadır. Yani biri imanlı olmak, ikincisi de takva ehli olmak. 1- İman demek, mâlum! Allah a, Allah ın peygamberlerine ve peygamberlerin getirdiklerine iman etmek; bütün bunların doğruluğunu kabul ve tasdik etmektir. Bunlara iman hakikatları denir. İnanmak, kabul ve tasdik etmek de kafi gelmez. 0 hakikatlara ta zim etmek, hürmet ve saygı duymak, kendisini bütün varlığıyla bunlara teslim etmek ve teslim olmak;,,ben Allah a da O nun noksan sıfatlardan münezzeh ve beri olduğuna, kemal sıfatlarına, kemal sıtatlarıyla muttasıf olduğuna inandım, iman getirdim. 0 Sübhan dır, noksan sıfatlardan münezzehtir. Mülk O nundur, melekût O nundur, yaratan O dur, kanun koyan O dur. Kâinat O nun koyduğu kanunlarla bir ahenk ve bir düzen içinde yaşamakta ve sürüp gitmektedir. Dilediği zamana kadar da devam edecektir. Herşey O nun iradesine bağlıdır, istediği olur, istemediği olmaz. İnsanoğlunun beden yapısına da ruh yapısına da, sindirim, dolaşım, sinir sistemi gibi cihazları da yerleştiren O dur. Duyu organlarını da yerlerine yerleştiren yine O dur. Bütün bunlar O nun emir ve iradesine göre çalışırlar... Bir sineği, bir örümceği, bir bal arısını düşünün: Uçma kabiliyetini, âğ örme sanatını,

bal yapma hünerini 0 vermiş ve o şekilde yaratmıştır... Her şeyi böylece düzene koymuştur; eksiği ve gediği yoktur. Kur an ın beyan ve şehadetiyle, araştırsanız da bulamazsınız. Bir daha arasanız da, tekrar tekrar arasanız da bir kusur, bir noksan ve bir eksik bulayım diye yine de bulamazsınız, yine de bulamazsınız!.. Emekleriniz boşa çıkar!.. (Mülk süresi) Kâinatta; yerlerde ve göklerde, canlılarda ve cansızlarda hakikat böyle olduğu gibi, insanlar arasında da insanın hak ve hukukunu tevzi, görev ve vazifelerini tayin ve tesbit de öyledir. Allah ın gönderdiği ve indirdiği beşerle alakalı kanun ve nizamharda bir noksanlık bir kusur bulamazsınız. Fert ve cemaat olarak devlet ve siyaset olarak insanoğlunun beden ve ruh yapısına, dünya ve ahiretine Allah yapısı kanunlar tıpa tıp uymakta, hak ve görev taksiminde adaleti tam sağlamaktadır. Ve böyle olması da pek tabiidir. Çünkü; erkek ve kadın, fert ve cemaat, devlet ve vatandaş arasındaki hak ve hukuku, vazife ve görevi en ince noktalarına kadar bilen sadece ve sadece yaratandır. Binaenaleyh, yegane güzel kanun, yegane adaletli kanun O nun gönderdiği ve indirdiği kanundur. Kur an öyle diyor:,,onlar hâlâ cahiliyyetin (cahiliyyet devrinin) kanunlarını mı arıyorlar?!. Kanun koyma yönünden Allah tan daha güzel kim vardır? Ama bunu yakın ehli (ilim ve hakikat ehli) bilir. (Maide, 50) Demek oluyor ki, iman demek; bir taraftan şeriat a inanma, şeriat ın yegane adil ve yegane güzel kanun olduğuna inanma, kabul ve tasdik etme diğer taraftan da şeriat ın dışındaki kanun ve nizamların kendini bilmezlerin cahilce ve kâfirce uydurdukları birer kanun olup red ve inkar edilmesi hatta düşman bilip karşı çıkılması gerektiğini de kabul ve tasdik etmektir. Bir de şu hakikata inanmamız, kabul ve tasdik etmemiz gerekir: Bizler ruhlar âleminde söz verdik; yaratanımızın aynı zamanda,,rabb olduğunu kabul ve ikrar ettik ve şöyle dedik:,,sen bizim Rabb imizsin, biz de Senin kulunuz. Yani Siz Rabb, biz de kul. Sen emredeceksin, biz de yerine getiriciyiz! Bu arada Sofu kardeşlerimiz,,rabb kelimesinin manasını da çok iyi bileceklerdir ve bilmelidirler ki, bilerek veya bilmiyerek sapmasınlar, başkasına kul olmasınlar!..,,rabb demek, sahib demektir. Manalardan biri budur. Yani,,Bizim Rabb imiz demek bizim sahibimiz demektir; biz sahibsiz değiliz. Bizim yegane sahibimiz Allah tır (c.c.).,,rabb demek, terbiyeci ve eğitici demektir. Binaenaleyh, bizim terbiyecimiz ve bizim eğitimcimiz, bizim yetiştiricimiz Allahü Azimüşşan dır. Terbiye ve eğitimimizi O ndan, O nun Kitab ından, O nun kanunundan alırız. Terbiye ve eğitim hususunda da O ndan

başkasının terbiye ve eğitim sistemlerine iltifat etmeyiz hatta red ve inkar ederiz...,,rabb demek, idareci ve yönetici demektir. Binaenaleyh, Rabb imiz Allah tır demek bizi idare eden ve bizi yöneten O dur demektir. Fert ve aile hayatımızda, mahkeme ve mektep hayatımızda, devlet ve siyaset hayatımızda O nu tanırız, O nun kanunlarını, O nun nizam ve sistemlerini tanırız; bütün hayatımızı, gönderdiği ve indirdiği Kur an kanunlarına, şeriat kanunlarına göre tanzim eder ve düzene koruz... İnsanlar tarafından, kim olursa olsun, getirilen ve yapılan kanunlara asla iltifat etmeyiz ve edemeyiz. Çünkü, dinimiz de gider imanımız da. Çünkü, Allah tan başka kanun koyucusu tanımak Allah a eş ve emsal tanımaktır, O nun eşi ve benzeri olduğunu kabul etmektir ki, işte günümüzün genelde şirki, putperestliği budur. Keza; Allah, kanunlarını göndermiş ve indirmişken ve her şeyi yerli yerinde emir ve tavsiye etmişken, yetersizdir diyerek, devri geçmiştir diyerek, Araplar a mahsustur diyerek, gericilik diyerek, bizi on dört asır geriye götürür vs. diyererek kanun koymaya kalkanlar tağutlardır, şeytanlaşan insanlardır, kâfirleşen insanlardır. Bunlardan yana olanlar da bunları destekliyenler de bunların hazırladıkları anayasalara oy verenler de tağutların, şeytanlaşanların, kâfirleşenlerin tağutluğuna, şeytanlığına, kâfirliğine rıza göstermiş demektir. Küfre, kâfirliğe rıza göstermek de aynı şekilde kâfirliktir. 0 halde tarikat ehli, sofu kardeşlerimiz, son derece dikkatli olmalı kâfirleşen, tağutlaşan ve putçulaşan bu adamların oyununa gelmemeli ve herkesten daha çok bunları tanımalı, tanıtmalı ve herkesten daha fazla bunlara karşı çıkmalı ve bunların yaptıkları anayasa ve kanunlarına,,yuh! demeli tel in etmeli, düşman bilmeli, bu küstahları ve bu münafıkları teşhir etmeli ve başta müridleri olmak üzere müslümanlara tanıtmalıdır. Ve işte,,la ilahe illallah demenin manası budur, gereği budur, muhtevası budur. Ve işte tağutu red ve inkar, Allah ı kabul ve tasdik budur; Ve işte şirki, putu ve putçuyu tel in ve takbih, Tevhid i tâzim ve tahsin budur... Ve işte ve ancak bu şekilde inandığımız ve davrandığımız takdirde ruhlar aleminde vermiş olduğumuz sözü yerine getirmiş oluruz ve ancak bu inançla ruhlar âleminde vermiş olduğumuz ahdimize uygun olarak Allah ın Rabb liğini kabul ve tasdik etmiş oluruz ve işte ancak bu inançla öldüğümüz takdirde mezarda sorgu-sual meleklerinin,,rabb in kimdir? sorusuna,,rabb im Allah tır!.. diye cevap verebiliriz. Rabb im cümlemize nasip eylesin! Şeyh ve mürid sofu kardeşlerim! Bazı insanlar var ki; onlar, Allah ı tek yaratıcı olarak ve âlemlerin Rabb i olarak bilir, O nun ismi yazılı levhaları duvarlara asar, cami ve tekkelere götürürler!.. Fakat onlara

göre, Allah Rabb liğini göklerde sürdürecek ama yeryüzüne sıra gelince insanların günlük işlerine karışmıyacak, buna hak ve salâhiyeti olmıyacak, sözü geçmiyecek, kanunları geçerli olmıyacak da söz hakkı ve rabb olma hakkı O ndan başkasına verilecek!.. Bu nasıl iman?!. Böyle iman olur mu?!. Böyle bir iman müslümana yakışır mı? Yakışmaz! Hele hele sizin gibi sofulara hiç yakışmaz! Zira bu, O nu tanımamaktır, O nu Rabb ülâlemin kabul etmemektir ve nihayet kâfirliğin ta kendisidir. Her devirde ve her asırda yaşıyan insanların mühim bir kısmı Allah ı Rabb edindikleri ve,,rabb imiz Allah tır! dedikleri halde, mâlesef Allah tan başka Rabb ler, sahipler, dostlar, kanun koyucular tanır; Allah a karşı kanun koyan, idare eden, mahkeme eden, Allah ın yasakladığını emreden, emrettiğini yasaklayan kimseleri bilerek veya bilmeyerek kendilerine lider, idareci tanırlar. İşte o zaman bunların kulluğu Allah a değil, itaat ettikleri, bağlandıkları ve saygı duydukları kimselere ve makamlara olmuş olur... Kur an şöyle der:,,onlar Allah ı bırakıp bilginlerini ve din adamalarını ve Meryem in oğlu Mesih i kendilerine Rabb kabul ettiler. Oysa tek Allah tan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. O ndan başka ilah yoktur. Allah koştukları şirkten münezzehtir. (Tevbe, 31),,Sana indirilen Kur an a ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Halbuki, onu tanımamakla emrolunmuşlardı: Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister. (Nisa, 60)

SAHİH İTİKAD VE SAĞLAM İMAN Sahih itikad, Ehl-i Sünnet vel Cemaat ın anlayış ve görüşlerine uygun olarak, Kur an dan ve sünnet ten alınmış olanıdır. Ehl-i Sünnet vel Cemaat ın hilafına olarak Kur an ve sünnet ten veya keşif yollu bir şey elde etmeye çalışanın ortaya koyduğu itikadların reddi gerekir. Bu babda İmam-ı Rabbani 286. mektubunda bu mevzua temas etmiş ve oldukça uzun bir yer vermiştir. Hülasa ederek alıyorum:,,bu yolun, takib edilmesi zaruri işlerden olarak, salikin itikadını düzeltmesi başta gelen hususlardır. Her şeyden önce bunu bilmeli. Ama bu itikad düzeltme işi, Ehl-i Sünnet vel Cemaat ulemasının, Kur an ve hadisten istinbat ettikleri meselelere göre olacaktır. Yine bu yolla, Selef-i Salih in izince gidilmelidir. Yani Kur an ve hadis i öyle bir manaya hamletmek lazımdır ki, Ehl-i Hak, yani Ehl-i Sünnet vel Cemaat ulemasının anladığı nasılsa öyle olmalı. Bu da bu yolda zaruridir. Keşif ve ilham yoluyla Ehl-i Sünnet ulemasının anladığı manaya aykırı olan şey zuhur ederse, ona lazım gelir ki, ona itibar etmeye ve onu reddedip Allah a sığına. İhata, kurb, meiyyet-i zatiyye hususu da böyledir. Burada, zahiri manalarından,,vahdet-i

Vücud anlaşılan ayet ve hadisleri misal olarak söyleyebiliriz. Halbuki, EhI-i Hak ulema o manaları anlamazlar Şayet salike, tarikat esnasında bu manalar açılırsa... ki öyle olur. Allah ın varlığından başka bir varlık görmez; Allahü Teala nın bizzat muhit (içini ve dışını zatiyle kaplamış) olduğunu idrâk eder; yahut Allahü Teala ya zatı ile yakın bulur. Kendisi, her ne kadar halin galebesi ve vaktin sekri dolayısıyle orada mazur ise de ona yakışan odur ki: Allah Teala ya iltica edip O na sığına!.. Şunun için ki, kendisini bu tehlikeden kurtara. Kendisine EhI-i Hak ulemanın görüşlerine uygun yolu aça. Kıl kadar olsa dahi, onların itikadına muhalif olan şey, kendisinde zuhur etmesin!.. Hülasa: Müride uygun düşen odur ki, Ehl-i Hak alimlerinin anladığı manalar, keşfın doğruluk ölçüsüdür. 0 manalardan başkası ilham mihengi kabul edilmeye. Çünkü: Onlar tarafından anlaşılan manaya aykırı olanlar itibardan düşmüştür. Zira o, Kur an ve hadisleri kendi sakat anlayışına göre mana çıkarır. 0 mana hiç de Ehl-i Hak ulemanın görüşüne uygun değildir. Ve bu durumda şu ayet-i kerime nin manası zuhur eder:,,onunla Allahü Teala, Çoğunu delalete bırakır, Çoğunu da hidayete getirir. (Bakara, 26) Muteber olan, Ehl-i Hak uleması tarafından anlaşılan manadır; bunun dışında kalanlar muteber değildir. Şunun için ki: Bu zatlar; o manaları Sahabe nin, Selef-i Salihin in izine tabi olarak almışlardır (Allah onlardan razı olsun!). Bunlar o manaları hidayet yıldızlarının nurlarından almışlardır. Bu mana içindir ki, ebedi saadet onlara mahsus olmuş, sermedî felah onlara nasib olmuştur. İşte bir ayet meali:,,işte onlar Allah fırkasıdır (hizbullah tır). Gözünüzü açın; Allah fırkası umduklarına erenlerin ta kendileridir. Teferruat sayılan işlerde, bazı ulemanın ikiyüzlülük göstererek yaranmak istemesi ve amellerde dahi onların taksıratı var ise de hak itikada sahiptirler. Bu sebeplere dayanarak, ulemayı mutlak surette, yani umumî manada inkar etmek, bütünüyle onlara taan etmek doğru değildir. Böyle bir şey insafsızlık olur... Zira zarurî işleri nakledenler ulemadır. Onların iyisini kötüsünden ayırt eden yine ulemadır. Onların hidayet nuru olmasaydı, bizler hidayeti bulamazdık. Onların ayırt etmesi olmasaydı bizler doğruyu yanlışı ayırt edemezdik. Bunlar öyle kimselerdir ki, Din-i Kavim kelimesinin yükselmesi için bütün gayretlenni esirgememişlerdir... Bunlara tabi olan necat bulur. Bunlara muhalefet eden açık yoldan sapar, başkalarını da saptırır. Şunun bilinmesi isabetli olur ki: Sofiyyenin itikadları dahi, Ehl-i Hak itikadının aynı

olur. Yani: Sülük ve vüsul menzillerini tamam edip velayet derecesinin sonuna vardıktan sonra... demek istiyorum. Bu itikadlar, ulemaya nakil ve istidlâl yoluyla gelir. Sofiyyeye ise keşif ve ilham yoluyla. Tarikat esnasında, sekir ve halin galebesiyle sofiyyeden bazılarına, anlatılan Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikatlarına aykırı bir durum zuhur eder ise de, o makamları geçip işin nihayetine ulaştıktan sonra o aykırı durum toz duman olup gider. 0 aykırılık üzere kalabilir de... Ancak ümid edilen odur ki, onunla muaheze olunmazlar. Çünkü, onların hükmü, hatalı müctehidin hükmü gibidir. Müctehid meseleleri çıkarmakta hata eder, onlar ise keşifte. Bu taifenin muhalefeti cümlesinden olarak: Vahdet-i vücud, ihata, kurb ye maiyyet-i zatiye hükmünü sayabiliriz. Bu mana daha önce de geçti. Bundan başka Yüce Hakk ın zatına zait olarak var olan yedi veya sekiz harici sıfatı da inkar ederler. Ama Ehl-i Sünnet uleması, zat varlığına zaid olarak, onların haricte var olduklarına zahib olurlar ve kabul ederler. Bunları kabul etmemenin kaynağı şudur: 0 vakit müşahede ettikleri, sıfatlar aynasında zattır. Mâlumdur ki, ayna bakanın nazarında gizlidir. Bunun için de onun hâriçte var olmadığına hükmederler. Sebebi: 0 güzelliktir. Zannettiler ki: Eğer o mevcut olsaydı, müşahede edilirdi. Madem ki, müşahede edilmedi, o halde yoktur. İşte bu sıfatların varlığına hükmettikleri için de: Ulemaya taan edip onların putperest ve kâfir olduklarına hükmettiler. Böyle bir taana cüret etmekten Allah a sığınırız. Eğer onlara bu makamdan ilerleme müyesser olursa şuhutları dahi bu hicabtan çıkar; mertebeler hükmü de zail olur. Elbet o zaman da sıfatları görürler ki; zattan başkadır. Böylece onları inkar etmemiş olur; işi büyük ulemayı taana kadar götürmezler. Onların muhalefetleri cümlesinden biri de, bazı işleri Yüce Hakk ın yapmaya mecbur olduğuna dair hükümleridir. Bunlar, her ne kadar icab lafzını kayıtsız ve şartsız söylemezler ve iradeyi isbat ederlerse de hakikatta iradeyi nefyederler. Bunlar, bu durumları ile anlatılan hükümde, bütün şeriat ehli olanlara muhalif düşerler. Bu işler cümlesinden olarak, şu hükümleri de vardır: Allahü Teala, kudret sahibi olarak kâdirdir, derler. Ama şu manaya ki: Dilerse yapar, dilemezse yapmaz. Bununla beraber şöyle derler: Birinci şart, O nun için doğrudan doğruya vacibtir; ama ikinci şart düşünülemez ve olamaz. Yani: Dilememesi yoktur, demeye gelir. Bu söz de icabdır. Hatta şeriat ehli katında yerleşmiş olan mânaya göre: Kudreti inkârdır. Zira onlar katında kudret şu manaya gelir: Fiilin sıhhatı ve terki.

Ama bunların kavline göre: Yapmak vacip, terk ise mümtenidir. Bu manaların biri diğerinden o kadar uzaktır ki!.. Onların bu meselede mezhebi, ayniyle felsefecilerin mezhebidir. Yani birinci sıfatın vacib olduğunu tasdik, ikinci şartın mümteni olduğunu kabul edip iradeyi isbat etmek suretiyle ancak bunları felsefecilerden ayırt eden bu sıfat ise hiç faydalı değildir... Zira irade iki müsavi şeyin birini diğerine tahsis veya tercihtir. Bu müsavi durum olmayınca, irade de olmaz. Burada vacib ve imtina (gereklilik ve çekinme) için müsavi durum yok olmuştur. Bu muhalif işler cümlesinden olarak, kaza ve kader beyanlarını da alabiliriz. Öyle ki, onun dış görünüşü icabın isbatıdır. Onların bu bahiste söyledikleri cümleden olarak şu ibareleri vardır:,,hakim mahkum, mahkum dahi hakim. Burada, icabın isbatı şöyle dursun, bir kimsenin Yüce Hakk a hükmedip O nu mahkum kılmasını isbata kalkması dahi cidden çirkin bir şeydir. Bu manada bir ayet-i kerime meali:,,hiç şüphe yok ki; onlar, çirkin ve yalan laf söylüyorlar. (Mücadele, 2) Yukarıda anlatılan cinsten onların muhalif sözleri çoktur. Bu arada onların Yüce Hakkı görmeye imkân olmadığına dair kail olmalarını dahi sayabiliriz. Ancak surî tecelli ile görülebileceğini anlatırlar. Onların kail oldukları bu mana, Sübhan Hakk ın rüyetini (görülmesini) inkâr sayılır. Onların cevaz verdikleri sürî tecelli ile rüyet hakikatta, Sübhan Hakk ı görmek değildir. Ancak misal ve benzerilikten sayılan bir şeydir. Bir şiir: Mü minler O nu görecek, keyfiyet muhal; Ne idrâk vardır, keza ne de darb-i misal. Büyük zatların ruhlar hakkında kıdem ve ezeliyete kail olmaları dahi, onların muhalif cümleleri arasında sayabiliriz. Ki, bu Ehl-i İslam ın karar kıldığı meseleye aykırıdır. Zira bunlar katında bu âlem, bütün parçalarıyle sonradan yaratılmıştır; bu alemde bulunanların ruhları dahi, bu âlem cümlesindendir. Zira âlem, Yüce Hakk ın zatından gayrısına bütün olarak verilen bir isimdir. Bunu böyle anla!.. İşin künhüne ve hakikatına ulaşmadan evvel salike uygun düşer ki, Ehl-i Sünnet ulemasına uymayı kendi nefsi için uygun ve lüzumlu saya!.. İsterse keşfine ve ilhamına aykırı bir durum mevcut olsun. Ulemayı haklı, kendisini de hatalı kabul etmelidir. Zira ulemanın istinad noktası peygamberlerdir. Onlara salât ve selam olsun! Onlar kesin olan vahiy ile teyid edilmiş olup hatadan ve galattan korunmuşlardır.

Kendisinin keşfi ve ilhamı, sabit hükümlere aykırı olduğu takdirde hatadır, galattır. Keşfini ulemanın kail oldukları meselelerden önde görmek hakikatta kendisini kat i münzel hükümlere takdim etmektir. Böyle bir şey de sırf delalet ve ayniyle hüsrandır. Kitab ve sünnet mucibince itikad etmek nasıl zaruri ise, onların muktazasına göre amel etmek de zaruridir. Ama şu yoldan olacak: Müctehid âlimlerin onlardan alıp çıkardığı hükümlere göre... Haliyle bunlar şu işlerdir: Helal, haram, farz, vacib, sünnet, müstehab, mekruh ve bunların benzeri olan şüpheli şeyler. Bu hükümleri bilmek dahi aynı şekilde zaruri olmaktadır. Onların, uymak durumunda oldukları müctehidlerin görüşlerine aykırı olarak hükümler çıkarıp almaları ve onunla amel etmeleri caiz değildir. Münasip olur ki: kendi mezhebinin müctehidi tarafından ihtiyar edilen görüşte amel etmeyi tercih eder... Yani kendisine uyup tabi olduğu müctehidin. Bid attan da kaçınıp azimetle amel etmelidir. İmkân nisbetinde müctehidlerin kavillerini cem etmeye çalışmalıdır. Ta ki amel üzerinde ittifak hasıl olsun. Bunları misal olarak şöyle sıralayabiliriz: İmam-ı Şafii Hazretleri abdeste niyyeti şart koşmuştur. Niyyetsiz abdest alınmamalıdır. Aynı şekilde abdest âzalarının yıkanmasının dahi farz olduğuna kail olmuştur. 0 sırayı bozmamalıdır. İmam-ı Malik; abdest azalarının oğuşturulmasını farz saymıştır; elbette abdest alırken uzuvlar oğuşturulmalıdır. Bu manadan olarak demişlerdir ki: Kadına dokunmak ve ön edep yerine (erkek veya kadın tenasül uzvuna) dokunmak abdesti bozar; bunlardan birine dokunulduğu zaman abdest yenilenmelidir. Sair ihtilaflı hükümlerde dahi bu kıyas üzere gitmelidir. Yukarıda anlatılan iki kanaat, yani itikad ve amel hasıl olduktan sonra, Yüce Sultan Allah ın yakınlık derecelerine yükselmek için teveccüh etmelidir. Zulmanî menzilleri ve nuranî meslekleri katetmeye talib olmalıdır. Ancak şunun bilinmesi gerekir ki: Bu uruc ve menzillerin katedilmesi, kamil ve mükemmil (yetişmiş ve yetiştirebilen), tarikat, bilen ve ona karşı basiret sahibi olup hidayet edebilen bir şeyhin teveccühüne bağlıdır. Bu zatın nazar, kalp marazlarına karşı şifadır. Onun teveccühü, beğenilmeyen kötü huyları atar. İşte öncelikle böyle bir şeyh aramalıdır. Yüce Hakk ın fazlı ile, böyle birini bulursa, ona tutunmalıdır. Bu arada şuna itikad etmelidir ki: Onu tanımayı kendisi için büyük bir nimet bile. Bütün tasarruflarında ona boyun eğici olmalıdır. Bu manada Şeyhülislam Herevî şöyle dedi:,,bu ne mânadır ki evliyana verdin! Şöyle ki onları tanıyan seni bulur; seni

bulamıyacaklar da onları tanıyamaz. Sonra... Kendi tercih haklarını, şeyhinin arzusunda bütünü ile yok etmelidir. Muradların tümünden, nefsini tahliye etmelidir. Şeyhinin hizmetinde, hizmet kuşağını bağlamalıdır. Şeyhinin, kendisine emrettiği şeylerin tümüne tam manasıyle sarılıp onları yerine getirmelidir. Şunu da itikad etmelidir ki: Bütün saadet sermayesi ondadır. Kendisine itikad edilen şeyh, müridin istidadına zikri münasib görür ise, onu emreder. Müridin istidadına teveccühü ve mürakebeyi münasib görüyorsa, onları işaret eder. Müridin istidadını bilirse ki, mücerred sohbet ona yeterlidir; bunu emreder. Hülâsa: Şeyhin sohbeti varken, zikir ihtiyacı, asla tarikatın şartlarından değildir. Şeyh talibin haline neyi münasib görürse, onu emreder. Tarikatın bazı şartlarında, müritten bir kusur vaki olursa, şeyhin sohbeti onu telafi eder. Onun teveccühü müridin noksanını tamamlar. Bir kimse anlatılan manada bir şeyh ile müşerref olmaz ise... Bu durumda: Şayet o kimse muradlardan (istenmişlerden) ise, Sübhan Hak onu cezbedip kendisi için seçer. Onun işine sırf sonsuz ve nihayetsiz inayeti yeter. Kendisine lâzım olan bütün edeb ve şartı öğretir. Bazı büyüklerin ruhaniyetini, onun yoluna vesiyle eyler. Sülük menzillerini katetmekte dahi delil olurlar. Çünkü, sülük menzillerini katetmekte meşayihin ruhaniyet tavassutu lazımdır. Yani Yüce Allah ın adetinin cari olduğu üzere. Şayet müridlerden (isteyenlerden) ise, kendisine iktida edilecek bir şeyhin tavassutu olmadan, onun işi cidden müşkildir. Ta kendisinin uyacağı bir şeyhe ulaştırıncaya kadar, Sübhan Allah a iltica etmelidir. Bu arada şunu da belirtelim ki, tarikatın şartlarına riayet gerekli sayılmalıdır. Şu şartlar, meşayih kitaplarında tafsilatı ile beyan edilmiştir. Onlara müracaat edip öğrendikten sonra uygun hareket edilmesi lazımdır. Tarikatın en büyük şartları arasında nefse muhalefet vardır. Bu dahi vera ve takva makamına riayetle olur. Bu makam da haramlardan sakınmak sayılır. Haramlardan sakınmak ise, ancak fuzuli mübahlardan çekinmek suretiyle olur. Şayet mübahları irtikâb etmekte dizgin elden bırakılır ise, iş, şüphelileri irtikâba kadar gider. Şüpheliler ise, harama yakın olup ona düşmek ihtimali kuvvetlidir. Zira uçurumun kenarında yürüyen oraya düşebilir. Haramlardan korunmak ise, fuzuli mübahlardan kaçınmaya bağlıdır. Vera halinin tahakkuku için dahi, fuzuli mübahlardan sakınmak gerekir. İlerleme ve yükselme için dahi, vera halinin tahakkuk etmesi gerekir. Zira vera buna bağlıdır. Yukarıda anlatılan manayı şöyle açıklayabiliriz:

1- Emirleri yerine getirmek, 2- Yasaklardan kaçmak. Emirlerin yerine getirilmesinde; kudsiyyun (melekler) zümresi müşterektir. Eğer yalnız emirleri yerine getirmekle yükselmek mümkün olsaydı, kudsiyyun için dahi, terakki olurdu. Yasaklardan kaçınmak ise yalnız insanlara mahsustur. Zira melekler, bizzat mâsumdurlar. Onlarda muhalefet mecali yoktur ki, ondan kaçınsınlar. Dolayısıyla terakki yalnız bu ikinci parça için gerekli olur. Anlatıldığı biçimde yasaklardan kaçınmak, ayniyle nefse muhalefettir. Zira şeriat ancak nefsanî hevanın kalkması için gelmiştir. Bir de zulmanî adetlerin def i için. Burada şöyle bir şey sorulabilir: Emirlere uymak dahi, aynı şekilde nefse muhalefettir. Zira nefis ibadetle iştigal etmeyi istemez. Bu durumda emre uymak da terakkiyi gerektirmez mi? Meleklerde de emre uyma muhalefeti olmadığı için terakkilerine sebep olmaz. Bunun cevabı için şöyle diyebilirim: Nefsin ibadeti istemeyişi ve ona rızasının olmayışı, ancak ondan feragat etmeyi taleb sebebiyledir. 0 kadar ki, nefis, hiçbir şeye bağlanıp mukayyet olmayı arzu etmez. Onun bu ferağat arzusu ve meşgul olmak istemeyişi harama yahut da fuzulî mübah olan şeylere şamildir. Durum yukarıda anlatıldığı gibi olunca nefsin muhalefeti, emirlere uymak ile haramlardan kaçınmak yolundan gelmektedir. Hangi tarikattaki nefse muhalefet farzdır, o, yolların en yakınıdır. Hiç şüphe edilmeye ki: Tarikat-i Nakşibendiye de nefse muhalefete riayet, sair tarikatlara nazaran pek çoktur. Zira bu yolun büyükleri, azimetle ameli ihtiyar edip ruhsat yolundan kaçınmışlardır. Bilinen bir durumdur ki, gerek haramdan gerekse fuzulî şeylerden sakınma azimette mevcuttur; her ikisine de riayet edilmektedir. Ama ruhsat böyle değildir. Zira ruhsatta yanlız haramdan sakınmak vardır. Burada şöyle bir şey sorulabilir: Sair tarikat erbabı katında dahi, azimetin tercih edilmesi mümkündür. Derim ki: Sair tarikatlarda sema vardır, raks vardır. İş onlardan ruhsat haddine varır. Hem de birçok kaçamaklardan sonra. Bunda azimet mecali nereden olsun?.. Aynı şekilde cehren (yüksek sesli) yapılan zikirde ruhsatın fevkinde birşey tasavvur edilmez. Sair tarikatların meşayihi, kendi tarikatlarında, bazı sahih niyyetlerle yeni işler ihdas etmişlerdir. Bu işlerdeki tashihin nihayetinde ise, ruhsat hükmü vardır. Ama bu Silsilei Aliyye böyle değildir: Bunlar kıl kadar olsa dahi, sünnet e muhalefet olarak bir şeye

cevaz vermezler. Anlatıldığı gibi olunca, bu Tarikat-ı Aliyye de nefse muhalefet pek fazlası ile tamamdır. Dolayısıyle de yolların en yakını olmaktadır. Talib olan bir kimsenin dahi, bu Tarikat-i Aliyye yi tercih etmesi yerinde ve pek münasip olur. Çünkü bu Tarikat-i Aliyye, gerek akrebiyet, gerekse matlub olarak kemaliyle üstünlük sahibidir. Fakat sonradan gelen halifelerinden bir cemaat, o büyüklerin yollarını bırakıp bu Tarikat-i Aliyye de dahi bazı yeni işler ihdas ettiler. Semaı, raksi ve cehri zikri tercih ettiler. Bunun menşei dahi, butarikat-i Aliyye büyüklerinin niyetlerinin hakikatına vasil olmaktadır. Bunun için hayal ettiler ki, bu yeniliklerle bu Tarikat-i Aliyye yi ikmal edip tamamladılar. Hem de bu ihdas edilen şeyler ve bid atlarla... Ama anlıyamadılar ki: Bunları yapmakla onun tahribine çalışmaktadırlar; onu zayi etmeye çabalarlar. Allah, grçeği meydana çıkarır; insanları doğru yola hidayet eden de O dur. Şu yazılanları hülâsa edecek olursak, yine Rabbani nin 193. mektubuna müracaat ediyor ve onun bir nevi özetini veriyoruz.,,sorumlu kişilerin üzerine vacip olan şeylerden birisi de Ehl-i Sünnet vel Cemaat ulemasının re yine uygun şekilde itikadı düzeltmek gerekir. Çünkü kurtuluş, o büyüklerin ictihadlarına göre hareket etmeye bağlıdır. Onlar Fırkay-ı Naciye dir; onlar Resulullah ın ve ashabının yolundadırlar. Kur an dan ve hadisten çıkarılan muteber ilimler, ancak bu zatların çıkarıp aldıkları kısımlardır. Allah korusun, zaruri sayılan itikada dair meselelerden birine hata arız olursa ebedi kurtuluştan mahrum olur ve ebediyyen cehennemde kalır. Hz. Hace Ahrar dan naklen şöyle demiştir: Bize hallerin ve vecitlerın tümü verilse, hakikatımız dahi, Ehl-i Sünnet vel Cemaat akidesi ile temizlenip süslenmeyince, o halleri ve o vecitler, hızlandan başka birşey yerine koymayız... Ey Seyyid: Bu zamanda İslam cidden gariptir. İslam ın desteklenmesi ve kuvvetlendirilmesi için bu zamanda bir kuruş sarf etmek, altın ve gümüşten binlercesinin sarf, yerine geçer. Allah Resulü şöyle buyurur:,,siz öyle bir zamandasınız ki, emredilenin onda birini biriniz terketse, helâk olur. Sizden sonra bir zaman gelecek, o zaman bunların onda biri ile amel eden kurtuluş bulacak. İşbu vakit, Resulullah (s.a.v.) in anlattığı vakittir; bu müjdelenen kavim ise, şimdi bu zamanda yaşıyan müslümanlar topluluğudur. Şeriat hükümlerini tebliğ etmeden geri durarak oturanların kıyamet gününde özürleri kabul edilmeyecektir. Her halükârda, şer î meselelerin hakikatına vakıf olmak zaruridir. Eğer bu işte bir ihmal vaki olursa bunun vebali ulemanın ve devlet adamlarının sırtındadır. Bu işlerin