Hindistan, Serhend ve Ötesi... İslâm ın bu coğrafyaya köklü bir biçimde yerleşmesi asıl Türkler sayesinde olmuştur.



Benzer belgeler
Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

ZEKÂT IN KELİME OLARAK; ARTMA ÇOĞALMA ARINMA BEREKET Bu anlamlara gelmektedir.

Anlamı. Temel Bilgiler 1

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

MERSİN İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAİZİN

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

AİLE KURMAK &AİLE OLMAK

dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

Sıra no Sûre Adı. Âyet sayısı O.B.E.B

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Islam & Camii Diyanet İşleri Türk İslam Birliği

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.


1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Azrail in Bir Adama Bakması


LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Deneme Sınavı

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

İkili Simetrik Kitap ❸

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

KIRŞEHİR MÜFTÜLÜĞÜ 2018 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI

TEMİZLİK HAZIRLAYAN. Abdullah Cahit ÇULHA

ŞUHUT MÜFTÜLÜĞÜ 2014 YILI II. DÖNEM (NİSAN-MAYIS-HAZİRAN) VA'Z VE İRŞAD PROGRAMI

T.C. 8. SINIF I. DÖNEM. ORTAK (MAZERET) SINAVI 14 ARALIK 2013 Saat: 11.20

TEOG 2. MERKEZİ ORTAK SINAVLAR DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ DERSİ BENZER SORULARI

Kurban Nedir Ve Niçin Kesilir?

KUR'AN SÛRELERİNİN RESMİ VE İNİŞ SIRALAMASI

Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir.

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

Ü N İ T E L E N D İ R İ L M İ Ş Y I L L I K D E R S P L A N I

Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar

Bir insan, nefs kılıcını ve hırsını çekip hareket edecek olursa, akıbet o kılıçla kendi maktül düşer. Hz. Ali

Veda Hutbesi. "Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

Rahmet Ayı RAMAZAN Pazar, 07 Haziran :17

Dua ve Sûre Kitapçığı

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

EDİRNE İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 MERKEZ 4. DÖNEM VAAZ (EKİM, KASIM, ARALIK) VE İRŞAT PROGRAMI

Kur ân-ı Kerîm sûrelerinin sondan sayılması 1

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

Lütfi ŞAHİN /

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma

Sûre adı no. sayısı no

Gençlik Eğitim Programları KULLUK VE SORUMLULUK BİLİNCİ

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

Güzel Ahlâkı Kazanmak

İkili Simetrik Kitap ❷

Hz. Adem den Hz. Muhammed (s.a.v.)e güzel ahlakı insanda tesis etmek için gönderilen dinin adı İslam dır.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE)

AİLE: HAYATA AÇILAN PENCERE

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

19 lu gruplar halinde sûrelerin sondan sıra numaraları ile âyet sayıları 1

Sadece Peygamberlerin sözleri ve onlarla gönderilmiş, tahrif edilmemiş, bozulmamış kutsal metinlerde olan bilgilerdir.

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

UMRE YAPMANIN FAZİLETİ

Hac ve Umre İle İlgili Mekânlar

İkili Simetrik Kitap ❷

(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)

Zengin Sayılar (abundant numbers or excessive numbers) σ(n) > 2n

Betül Erdoğan.

Esmâu l-hüsnâ. Çocuklar ve Gençlere, 4 Satır 7 Hece

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Uzun ve kısa sûreler. Uzun sûreler kümesi

İÇİNDEKİLER. Maide Suresi 116 Ve 117. Ayetlerinin Manası Nedir? Teveffi Kelimesi Ve Arap Dili. Teveffinin Manasıyla İlgili Hodri Meydan

2015 YILI 3. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI Pazartesi Öğleden Önce Şevket ŞİMŞEK Uzman Vaiz Kapucu Camii

İZMİR İL MÜFTÜLÜĞÜ BAYAN VAAZ ÇİZELGESİ ( 2014 YILI 1. DÖNEM )


[Kurban Duaları] (ondalık-sunu-sadaka üzerine)

Bazı Zaman ve Mekanların Ayrıcalığı Cuma, 04 Temmuz :00

DOMUZ ETİNİN HARAM KILINMASININ HİKMETİ

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

BEP Plan Hazırla T.C Osmangazi Kaymakamlığı HAMİTLER TOKİ MTAL Müdürlüğü Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

Transkript:

www.somuncubaba.net AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 21 SAYI: 172 ŞUBAT 2015 Fiyatı: 8 TL İmam-ı Rabbânî Hazretleri Cenâb-ı Hak İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ne dinî ilimlerin neşri, ledünnî ilimlerin keşfi, ikinci bin yılın tecdîd rütbesini vermişti. Hindistan, Serhend ve Ötesi... İslâm ın bu coğrafyaya köklü bir biçimde yerleşmesi asıl Türkler sayesinde olmuştur. 00169

NASİHAT YAYINLARI KAPIDA NAKİT ÖDEME SİSTEMİ HİZMETE GİRMİŞTİR... Aile Eki ÇIKTI Lütfen! Eşinizin Söylediklerine Kulak Verin Rukiye KARAKÖSE Hulûsi Efendi nin Mutluluğu İçin Raziye SAĞLAM Çocuğun Bedensel Gelişimi Prof. Dr. Sefa SAYGILI Çocukları TOSTLU Eleştirebilmek M. Emin KARABACAK Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYA Tel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - aile@somuncubaba.net 444 36 61 (0422) 615 15 54 (0546) 544 60 44 ONLİNE SİPARİŞ VE SATIŞ www.nasihatyayinlari.com

başyazı Kemal DEMİR Muhabbet Diyarı: Serhend Tarihe dönüp baktığımızda, Hindistan ile dostane ilişkilerimiz Kanunî Sultan Süleyman zamanında Batılı sömürgecilere karşı gönderilen Osmanlı yardımıyla başlar. Yine III. Selim devrinde emperyalist güçlere karşı gönderilen Osmanlı yardımı, bu tavrı destekleyici niteliktedir. Bu kardeşlik hissiyatının tesirinden dolayıdır ki, 93 Harbi nde Osmanlı için Hindistan da büyük yardım kampanyaları düzenlenmiş, II. Abdülhamid e dolayısıyla Osmanlı ya destek mitingleri yapılmıştır. 1921 yılında Millî Mücadele nin gelişmesiyle Hindistan da, Türk milletinin zafere doğru yürümesine destekler artmış, Sakarya Zaferi nin ardından bütün Hindistan zaferi benimsemiş ve sokaklara dökülmüştür. Bu desteğin asıl kaynağı İslam kardeşliğidir. Dergimizin bu sayısında Hindistan dan, Yeni Delhi den, Serhend den bahsedeceğiz İslam medeniyetinin bıraktığı izleri, Altın Silsile nin örnek şahsiyetlerinden olan birçok büyüğümüzün ve İmam-ı Rabbani Hazretleri nin hayatını, eserlerini konu edineceğiz Derginin sayfalarında göreceksiniz ama yine de ben bazı ipuçları vermiş olayım: Yeni Delhi şehrinde bulunan ve Jama Masjid olarak anılan Cuma Camisi, Hindistan ın en büyük camii ve Şah Cihan ın mimarlık alanındaki en büyük eseridir. 1658 yılında yapılmıştır ve 25 bin kişinin namaz kılabileceği bir avlusu, üç büyük giriş kapısı, dört kulesi ve 40 metre yüksekliğinde iki minaresi vardır. Yine, Yeni Delhi nin 15 km. kadar güneyinde olan, mimari özellikleri ile Hindistan ın İslam egemenliğinde bulunduğu dönemleri hatırlatan Kutub Minaresi (Qutab Minar), Müslümanların Delhi deki son Hindu kralını yenmesi şerefine, 1193 yılında yapılmıştır. Yüksekliği 73 metre, taban çapı 15, tepe çapı 2,5 metredir. Agra şehrinde yer alan, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi nde bulunan ve dünyanın 7 harikasından biri olan Tac Mahal, bir mimarlık harikasıdır. Hindistan da hüküm süren Türk Hanedanı Babürlülerin dünya mimarlık mirasına hediyesidir Tac Mahal... Babür Hanedanı ndan Şah Cihan ın büyük bir aşk ile tutkun olduğu eşi Mümtaz Banu nun hatırasına inşa ettirdiği bu mermer şaheseri yapı, 1632 1652 yılları arasında yapılmış ve inşaatında Mimar Sinan ın talebeleri Mehmet İsa ve Mehmet İsmail Efendiler de çalışmıştır. Bu eşsiz yapının içinde Şah Cihan ve eşi Mümtaz Banu nun kabirleri bulunmaktadır. Ve muhabbet diyarı, İmam-ı Rabbani Hazretleri nin tahtı Serhend Evlatlarıyla, torunlarıyla, yoluyla, öğütleriyle, eserleriyle tertemiz bir silsile İmam-ı Rabbani Hazretleri: Seven, sevilene itaat eder; gerçek sevgi, insanın sevdiğinin sevdiğini sevmesi, sevmediğini sevmemesidir Seven kimse, sevdiğinin hâline girmiş ve onda kaybolmuştur buyuruyor. Biz de bu muhabbet ile dergimizin sayfalarına bakıp sevdiklerimizin hatıralarını yâd edelim Selam ile A Place of Affection: Serhend When we look at our history, we have always had good relations with India, which started at the era of Suleiman the Magnificent with the help sent by the Ottomans against the Westerner Colonists when India was in need. Jama Masjid (Friday Masjid) in New Delhi is the largest mosque in India and it is Şakh Cihan s best work of art in architecture. And the place of affection, Serhend, which is also the city of Imam Rabbani A pure lineage with his children, grandchildren, advice and works Imam Rabbani says: The one who loves obeys the one whom he loves; a real love is to love the ones that the habib loves and not to love the ones he doesn t love. A person who loves becomes and behaves like his habib and gets lost in him... With this great affection and love, let s remember the memories of our beloved ones in this issue. somuncubaba 1

künye içindekiler Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı nın Yayın Organıdır. VARLIKLAR HİYERARŞİSİNDE İNSANIN YERİ Kadir ÖZKÖSE Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ Yapım 24 İnsanın çok üstün özelliklerinden biri de terakkî eden bir varlık olmasıdır. Terakkîsini ise, kendisine... Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803 Yıl: 21 Sayı: 172 - Şubat 2015 Basım Tarihi: 01 Şubat 2015 Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Kemal DEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü M. Hulusi ERDEMİR Yayın Editörleri M. Nazmi DEĞİRMENCİ Musa TEKTAŞ Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi Zaviye Mahallesi Hacı Hulûsi Efendi Caddesi No: 71 44700, Darende / MALATYA Tel: (0422) 615 15 54 Faks: (0422) 615 28 79 www.somuncubaba.net bilgi@somuncubaba.net www.grafiturk.com.tr Genel Sanat Yönetmeni Serkan ÖZTÜRK Sanat Yönetmeni Enes İSLAM Baskı ve Üretim Salmat Basım Yayıncılık Ambalaj San. Ltd. Şti. Sebze Bahçeleri Caddesi Arpacıoğlu İşhanı No: 95/1 İskitler/ANKARA Tel: (0312) 341 10 24 Faks: (0312) 341 30 50 Somuncu Baba Dergisi nin içeriğinde bulunan yazılar ile ilgili çıkabilecek olan hatalı bilgilerden dolayı dergi herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına ilanların sorumluluğu ise reklam verenlere aittir. Dergimizde bulunan fotoğrafların ve görsellerin kullanılması ve kopyalanması yasaktır. Yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Somuncu Baba Dergisi nin bütün telif hakları VİSAN İktisadi İşletmesi ne aittir. İLK KURBAN İLK CİNAYET VE KARGANIN KILAVUZLUĞU! 6 Ali AKPINAR İslâm a göre, haksız yere bir kişinin kanını dökmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir ve korkunç bir cinâyettir. İMAM-I RABBÂNÎ HAZRETLERİ (K.S.) 28 Halil İbrahim ŞİMŞEK Tenzih yollarına süluk eden, teşbih ayıplarını örten, şerîatın hâllerini koruyan, tarîkat erbâbına yardım eden... 32 ZEHİRLENEREK ŞEHİT EDİLEN PEYGAMBER TORUNU HZ. HASAN Ali SEYYAR BİN ALİ (R.A.) Peygamberimiz (s.a.v.) e çok benzeyen Hz. Hasan, annesi ve babası tarafından çok sevildiği gibi, dedesi (s.a.v.) tarafından... /SomuncuBabaDergisi Yayın Kurulu Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK Prof. Dr. Ali YILMAZ Prof. Dr. Sebahat DENİZ Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN Prof. Dr. Ali AKPINAR Danışma Kurulu Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ Prof. Dr. Mehmet SOYSALDI Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE Prof. Dr. Mahmut YEŞİL Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK İSLÂM IN GÖZÜ YAŞLI DİYARI: HİNDİSTAN, SERHEND VE ÖTESİ... 14 Bugün dünyanın nüfus bakımından en büyük ikinci ülkesi olan Hindistan ın... M. Nihat MALKOÇ NİTELİKLİ İNSAN POTANSİYELİ Fehimdar ÇİFTÇİ Millî olmadan özgün kalmak mümkün olmadığı gibi, evrensel olmak da mümkün değildir... 82 Kurum Abone : 140 Yurtdışı 1 Yıllık Abone : 72 EURO Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068 Ziraat Bankası : TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01 - Vakıf Bank: TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58 Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız. ABONE İLETİŞİM HATTI 444 36 61 (0422) 615 15 54 (0546) 544 60 44 Varlığının Sonu Bulunmaması Vasfıyla Kâinatın Gerçek Sahibi: El-Vâris 10 İmâm-ı Rabbânî (k.s.) 13 Allah İçin Maldan Verebilme, Allah İçin Nafse Hakimiyet Zekâtın ve Orucun Hikmetleri 20 Bahar Gelecek.. 35 Unutulmayan Hatıralarla Serhend Ziyareti 36 Karunlaşma Hırsı 44 Anadolu nun Manevî Fethi ve Gönüllerin İnşası 48 Güncelliğini Kaybetmeyen Fikirleriyle Sultan II. Abdülhamid 52 Empati 56 Hindistan Mesnevîsi 59 Rabbânî Rüzgârının Hasreti 62 İletişimdeki Etkinliği Açısından Es-Seyyid Osman Hulûsî-i Dârendevî nin Hutbeler indeki Hitap Cümleleri 66 Gerçek Mutluluğa Erişmenin Yolları 70 Ortak Değerlerimizin Dili 74 Seher Vaktinde 76 Serhend Velileri 80 Sanaldan Hayata Dönüş 84

Safâ-yı hâtırım her demde şevkinle senâ-hân et Dil-i mahzûnumu vaslın demiyle şâd u handân et Ser-i kûyun tavâfın kasd eder cân erse maksûda Gedâ-yı âsitânındır ana haddince ihsân et Açılmaz bahtımın gül goncası vechin nikâbından Perîşân gönlümün hâlin açıp zülfün perîşân et Ne hâcet sevdiğim bir özge şeyle kasd-ı cân etmek Yeter ser-tîz-i gamzen tîğı çek uşşâkı kurbân et Eğer lutf u eğer cevr eylesen de câna bir senden Ne gelse hoş odur ey sevdiğim böyle şitâbân et Bahâr eyyâmıdır sahn-ı çemende neş eden ey gül Figân-ı bülbülü gûş eyleyip çâk-i girîbân et Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) Ümîdin kesme ârzû-yı visâl ile olup dâim Hulûsî hâk-i pây-ı yâra yüz koy zâr u efgân et Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî

İLİM VE HAYAT / Ali AKPINAR* İlk Kurban İlk Cinayet ve Karganın Kılavuzluğu! İslâm a göre, haksız yere bir kişinin kanını dökmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir ve korkunç bir cinâyettir. Kutsal Kitabımız, ilk kurban ve ilk cinayet olaylarının Hz. Âdem in iki oğlu Hâbil ve Kâbil kardeşler üzerinden şöyle anlatır bizlere: Onlara Âdem in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku: Hani her biri birer kurban sunmuşlardı, kurban birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, kabul edilene: Seni öldüreceğim. demişti. O da; Allah, sâdece takvâ sahiplerinden kabul eder. demişti. And olsun, eğer sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben âlemlerin Rabb inden korkarım! Ben isterim ki sen, benim günahımı da, senin günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zâlimlerin cezâsı budur. Nefsi, onu kardeşini öldürmeye sevk etti, onu öldürdü, ziyâna uğrayanlardan oldu. Derken Allah, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Karganın yaptığını görünce; Yazık bana, şu karga kadar olamayıp da kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim ben? dedi ve pişman olanlardan oldu! 1 Kardeşini Öldüren Âdemoğlu Hz. Âdem in iki oğlu Hâbil ve Kâbil, kurban takdîm ediyorlar Yüce Yaratıcı ya. Birisinin takdîmi kabul ediliyor, diğerininki kabul edilmiyor. Kurbanı kabul edilmeyen Kâbil, kendini sorgulayacağı, nerede eksik yahut yanlış yaptığını araştıracağı yerde, kardeşini kıskanıyor ve onu öldürmeye yelteniyor. Kardeşi onu uyarıyor, yapacağı işin yanlış olduğunu söylüyor ama o dinlemeyip kardeşini öldürüyor. Sonra da kardeşinin cesedini gömme konusunda kargalardan âciz bir duruma düşüyor. Şimdi âyetlerdeki mesajları anlamaya çalışalım: - Bizden öncekilerin hayat hikâyelerini ibret nazarıyla okuyup başkalarına da anlatmalıyız. Zira âyet, oku/anlat diye başlıyor. Bizler de kıssayı hem kendimize okuyacağız hem başkalarına. Âyetteki oku anlamına gelen ütlü ifadesi, daha çok anlayarak okumayı öne çıkarır. Dolayısıyla kıssayı anlayarak ve üzerinde durup düşünerek okumalıyız. Mâhiyeti farklı da olsa kurban, Hz. Âdem den beri devam edegelen bir ibâdettir. İbâdetin hükmü, zamanı, şekli değişiklik arz etse bile kurban evrensel bir ibâdettir. - İbâdetlerimizi Allah için yapmalı ve kabul edilmesi için duâ etmeliyiz. - İbâdetlerimizin kabul edilmemesi endişesini taşımalıyız. Nitekim Peygamberimiz, her namazdan sonra üç kere Estağfirullah/Allah ım, Sen den af dilerim. derdi. Bunun anlamı, Yâ Rab! Sana yaraşır ibâdet yapamadım, eksik ve kusurlarımdan dolayı affını dilerim. demektir. Hz. İbrâhim, oğlu İsmâîl ile birlikte Ka be nin yapımını bitirdikten sonra, Ey Rabbimiz! Bunu bizden kabul buyur, şüphesiz Sen duâları en iyi işiten ve niyetleri en iyi bilensin. diye duâ etmişlerdi. - İbâdetlerimizin kabul edilmesi, onların Allah için ve içtenlikle yapılmasına bağlıdır. - Yüce Allah, kendisini tanıyan ve kendisinden sakınan muttakî kullarının ibâdetlerini kabul eder. Kıskançlık Kötü Bir Hastalıktır - Kıskançlık, insanı kardeş kanını dökmeye kadar götüren kötü bir hastalıktır. Allah korkusu ise, kişiyi kötülüklerden alıkoyan bir duygudur. Hâlbuki herkese veren Yüce Allah bize de verir. Yeter ki, istemesini bilelim ve nimete lâyık olalım. Başkalarına verilene göz dikmeye ve onları kıskanmaya hiç gerek yoktur. Yüce Allah ın 6 ŞUBAT 2015 somuncubaba 7

hazînesinde herkese bol bol yetecek nimet/rızık vardır. O ndan istemeli ve nimete müstahak olmaya gayret etmeli. Öte yandan, Yüce Allah ın kullarına verdiği nimet ve külfetler, onlar için bir imtihân sebebi/sorusudur. Nimetin asıl sahibini unutan insan, kıskançlık hastalığı ile tüm bu gerçekleri göremez/düşünemez olup her türlü günahı işler ve sonunda hep kaybedenlerden olur. - İslâm a göre, haksız yere bir kişinin kanını dökmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir ve korkunç bir cinâyettir. - Hâbil, kendisini öldüreceğini söyleyen kardeşine, Sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. diye karşılık verdi. İslâm da nefsi müdâfaa etmek vardır. Ancak Hâbil, kardeş kavgasını başlatan taraf olmak istemedi; haksız yere kardeşini öldürmeyi düşünmedi ve tehditler savursa da kardeşinin kendisini öldüreceğine ihtimal vermedi. Kardeşini böyle bir girişimden vazgeçirmek için bunları söyledi. Zaten bir rivâyete göre Kâbil, uyurken kardeşini katletti. Hâbil in bu sözleri, kardeş kavgasında kan döken taraftan olmamanın gereğine işaret eder. Nitekim Hz. Osman da aynı yolu izleyerek, kendisini öldürmek isteyenlere savaş açmadı, karşılık vermedi ve sonunda şehîd edildi. Bugün tekbirlerle birbirlerini öldüren Müslümanlar, Hâbil-Kâbil kıssasını iyi okumalıdırlar. Nitekim bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: İki Müslüman kılıçlarıyla karşılaşacak olurlarsa, kâtil de maktûl de cehennemdedir. Ey Allah ın Rasûlü! dediler, Kâtili anladık, maktûl ne diye cehennemde olsun? Şöyle buyurdu: Çünkü o da karşısına çıkanı öldürmeye azmetmişti. 2 - Kötülükleri başlatanlara, kötü çığır açanlara, onların yolunu izleyenlerin günahlarından da yazılır. Böylece onlar kendi işledikleri günahlara bir de başkalarına kötü örnek olma günahını eklemiş olurlar. Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurur: Her kim İslâm da güzel bir çığır açarsa, o kimseye hem onun ecri hem de kıyâmet gününe kadar onunla amel edeceklerin ecri kadar ecir verilir. Kim de İslâm da kötü bir çığır açacak olursa, o kişiye hem o kötü işinin günahı, hem de kıyâmet gününe kadar onunla amel edeceklerin günahı kadar günah yazılır. 3 - İnsanlık tarihi, devamlı hak-bâtıl, mazlûmzâlim mücâdelesine tanık olmuştur. Önemli olan, bu sınav arenasında safımızı belirlemek ve doğru yerde saf tutmaktır. - Kıskançlıkla haksızlık yapmaya devam eden zâlimler, kargalardan daha âciz varlıklardır. - Her hayvanın yaratılış hikmeti vardır. Hayvanlar yaratılış gâyelerine uygun hareket ederler. Hayvanlar pek çok konuda insanlara örnek olmuşlardır. Sözgelimi arılar ve karıncalar örgütlü çalışmada örnek olmuşlar. Kara, deniz ve hava hayvanları, kara, deniz ve hava taşıtlarının yapımında örnek ve model olmuştur. Burada da karga insana rehberlik etmiştir. Dolayısıyla dilimizde kuş beyinli, eşek kafalı, kılavuzu karga olanın gibi deyimler kullanılsa da hayvanlardan alacağımız pek çok ders vardır. - İnsan, başına gelen olaylarda suçu başkasına atmayı bırakıp önce kendisini sorgulamalıdır. Kurbanı kabul edilmeyen Kâbil, kendi ihlâsını sorgulamadı; kardeşini kıskandı ve onu öldürmeye kalkarak kaybedenlerden oldu. - Son pişmanlık fayda vermez. Önemli olan, ileride pişman olunacak yanlışlar yapmamak ve olanlardan ders almaktır. Fırsatlar elden kaçmadan tevbe etmesini bilmek gerekir. Burada kardeş kâtili Kâbil in pişmanlığı, karganın karşısında gülünç duruma düşmesinden kaynaklanmaktadır. Yoksa o, kardeşini öldürdüğüne pişman olup tevbeye sığınmamıştı. Her Şey Allah Rızası İçin Olmalı - O hâlde kurban başta olmak üzere ibâdetlerimizi yerine getirirken, bizi Yüce Allah tan ve O nun rızâsını kazanmaktan alıkoyan şeyleri bertaraf etmesini, onlardan kurtulmasını bilelim, ibâdetlerimizi yalnızca Yüce Allah için yapalım. Unutmayalım ki kestiğimiz kurbanların etleri ve kanları Allah a ulaşmaz; Yüce Mevlâ nın yaptığımız ibâdetlere ihtiyacı yoktur. Onlara ihtiyacı olan biziz. Kul olarak bizden O na ulaşacak olan takvâdır, O nu hesaba katarak yaşama bilinci ve O nun rızâsını kazanma çabasıdır. - Önceki toplumlarda kurban ibâdetinin kabulüne işaret olarak bir ateşle yakılmasına şu âyet işaret etmektedir: 4 Onlar: Allah bize and verdi ki bize ateşin yiyeceği/yakacağı bir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye inanmayalım. dediler. 5 - Önceki ümmetler, kurban ibâdeti için mâlî sunumlarda bulunuyorlardı. Bu ümmetin kurbanı ise yalnızca deve, sığır ve koyun-keçi cinsinden bir hayvanın Kurban Bayramı günlerinde kurban edilmesi olarak belirlendi. Önceki ümmetler kestikleri/sundukları kurbandan yararlanamıyorlardı, bu ümmete ise kestikleri kurbandan yararlanma hakkı verildi. Öncekilerin kurbanı kabul edilince, gökten inen bir ateşle yok edilirdi. Yüce Allah, bu ümmete ancak mıttakîlerin kurbanlarının kabul edileceğini açıkladı, kimin kurbanının kabul edilip edilmediğini ise âhirete sakladı. Böylelikle insanlar, bu dünyada rezil rüsva olmaktan kurtuldu. Bu kâide diğer ameller için de geçerlidir, biz hangi sâlih amelin kabul edilip edilmediğini bilemeyiz. Ancak amellerin kabul şartlarını söyleriz, sonuçları gizli açık her şeyi bilen Yüce Allah a bırakırız. Dipnot * Prof. Dr. Ali AKPINAR 1. 5/Mâide, 27-31. 2. Buhârî, İman 22, Diyât 2; Müslim, Fiten, 15. 3. Müslim, Zekât, 69. 4. Bkz. İbnü l-cevzî, Zâdü l-mesîr, I, 516. 5. 3/Âl-i İmran, 183. 8 ŞUBAT 2015 somuncubaba 9

GÜZEL İSİMLER / Ramazan ALTINTAŞ* Varlığının Sonu Bulunmaması Vasfıyla Kâinatın Gerçek Sahibi El-Vâris, Arapça da virs (virâset) kökünden türemiş bir sıfat olarak, ölünün malını mülkünü edinmeye hak kazanan kimse demektir. Yüce Allah ın güzel isimleri arasında yer alan el-vâris ise, bir âyette şöyle anlatılır: Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz. Ve her şeye biz vâris oluruz. 1 Yüce Rabb imiz vârislerin en hayırlısıdır. Her şey yok olduktan sonra sadece O nun Zat ı ebedî kalacaktır. Bütün işler, sonuçta O na dönecektir. Nitekim bir âyette şöyle buyrulur: Yeryüzüne ve onun üzerindekilere ancak biz vâris oluruz. (Her şey gider, biz kalırız). Onlar El-Vâris ancak bize döndürülürler. 2 İşte bu anlamda tek ve mutlak vâris olan, Yüce Allah (c.c) tır. Mahlûkât yok olduktan sonra varlığı ebedî olan ancak O dur. Yaratılmış her şey ölümlüdür. Ölümlü varlıkların elinde bulunan dünyalıklar ise, geride kalacaktır. Bu bağlamda her şeyin sahibi ve vârisi Yüce Allah tır. İnsan Yaradan ın el-ganî ve el-mâlik liği yanında bir hiçtir. O vermese biz nereden mal-mülk sahibi olacağız? Her Şeyin Vârisi Yüce Allah tır. Öte yandan, bizim vârisliğimiz anadan-babadan kalan ve nihâyetinde Yüce Allah ın verdiği bir emânet olan mala dayanır. Allah ın vârisliği ise, hiç kimseden mîrâs kalmamıştır. Çünkü her şeyin sahibi ve mâliki O dur. Varlığın tamâmı Allah a aittir. Fakat O, bazı eşyâyı mülk olarak kullarına lütuf yoluyla vermiştir. İnsan vefat ettiği zaman, sahip olduğu bütün mülk, varlığın ilk sahibi olan Allah a döner. Nitekim bir âyette şöyle buyrulur: O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhâr olan tek Allah ındır. 3 Evet, bu soruyu soran ve cevaplandıran da O dur. İnsan sahip olduğu dünyalıklar karşısında böbürlenip şımarmamalıdır. Böyle tefessüh etmiş bir ahlak sahibinin sonu iyi olmaz. Kaldı ki, böyle bir tavır müstağnîlik tir. Müstağnîlik ise, insanın kendisini Allah a ihtiyaç hissetmemesi demektir. Maalesef, bugün Müslümanların geldiği çıkmaz budur. Bu bağlamda Müslümanların günümüzde imtihânı, dünyevîleşme şeklinde cereyân etmektedir. Çünkü dünyevîleşme, cenneti yeryüzünde arama çabası; insanın gözünü ilâhî olandan salt bu dünyaya çevirmesi ve Allah inancını unutmasıdır. Bu durum, âhiret gününe imanı olabildiğince zayıflatır. Dünya merkezli bir ebedîlik (huld) düşüncesini kışkırtan dünyevîleşme, insanı daha çok zevk peşine sürükler ve tutkulara yönlendirir. Özde dünyevîleşmenin böyle bir çekiciliği vardır. İnsan İlâhî hikmet ve irfandan koptuğu anda dünyevîleşmenin meydana getirdiği câzibe alanının dışına çıkamaz. Kur an-ı Kerim de bu kavrama, ölümsüzlük/ebedîlik, 4 yok olmayacak bir mülk arayışına girme, 5 Allah ı unutma, 6 dünyayı ahirete tercih etme 7 gibi farklı kelime ve ifadelerle atıfta bulunulur. Günümüzde, dünyevîleşme olgusu, Müslüman kimlikleri derinden etkilemektedir. Dünyevîleşmenin göstergeleri olarak tüketim zâfiyetinin artması, cinsiyet rollerinde farklılaşma, tesettür defileleri, moda ve markaya düşkünlük, açgözlülük, seküler ahlâk anlayışı, aile yapılarında sarsılma, aşırı konformizme özenme, gizli evliliklerde artış, dizboyu israf, din dilinin ticarileştirilmesi sayılabilir. Ayrıca kitlesel boyutta meydana gelen bu değişim; ben merkezciliği ve sahip olma güdüsünü kamçılamakta, mevcut durum, helâl ve haram duyarlılığını zayıflatmakla birlikte, bireyselleşmeye bağlı olarak yalnızlaşmayı hızlandırmaktadır. Müslümanların dünya tasavvuru yeniden ele alınmalıdır. Sûfîler, dünyâyı, Seni Allah tan uzaklaştıran şeydir. 8 şeklinde tanımlamışlardır. İslâm dini, kirli ve günahkâr bir varlık olarak dünyâ yı dışta, yani eşyanın maddesinde değil, içte yani ilgi tarafında arar. Bir hadiste denildiği üzere: Her ne şey ki seni Rabb inden çekip kendisi ile meşgûl ederse dünyâ odur. Öyleyse, uzağında durulması gereken bir süflî varlık olan dünyâ varsa, o içimizde aranacak demektir. İlgi tarafı ile arada gerektiği kadar bir temas boşluğu bırakmaya özen gösterdikten sonra, dış görüntüleri olarak mal-mülk tarafı ile ilişki kurmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Dünyâ içimize hükmetmeye kalkmadıkça yiyecek, içecek, giyecek olarak madde tarafının haram kılınması için bir sebep yoktur: De ki: Allah ın kulları için çıkardığı zîneti ve temiz-hoş rızıkları kim haram etmiştir? 9 Evet, bu âyetten anlaşılıyor ki, uzağında durulması istenen kirli ve günahkâr dünyâ, kişiyi Allah tan alıkoyan yöndür. Yoksa Kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş, salma atlar, davarlar, ekinler 10 değildir. Bunların hepsi, elbette dünyâ malıdır. Fakat hepsi de, dikkat edilsin, kadın, oğul, altın ve gümüş vs. oldukları için değil, hizmetine koşuldukları dünyâ hayatının türlü ihtirasları- 10 ŞUBAT 2015 somuncubaba 11

nı karşılama sıfat ve yeteneğine sahip nesneler oldukları için kirli ve günahkârdır. Güçlü bir âhiret inancıyla donanmayan insanlarda servet, dinî hassasiyetleri zayıflatmaya vesîle olmaktadır. Nitekim şu âyetlerde bu husus açık bir şekilde dile getirilir: Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden kimsenin vay haline! Malının kendisini ölümsüz (ahlede) kılacağını sanır. 11 Hâlbuki Kur an a göre, dünyâ hayatını tek hayat olarak görmek inkârcılıktır: Onlar, hayat ancak bizim şu dünyâ hayatımızdan ibarettir, biz bir daha dirilecek değiliz derler. 12 Sâlih Kulların Vârisliği Rahmettir. İslâm da dünya kurmak vardır. Çünkü burası, âhiretin üretim mekânıdır. Bütün güzellikler burada kazanılacaktır. Bu bağlamda, Müslümanlar yeryüzüne vâris olmalıdırlar. Yüce Yaratıcı, dilediği kimseleri yeryüzüne vâris kılacağını şöyle belirtir: Mûsâ, kavmine dedi ki: Allah tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç (Allah tan korkup günahtan) sakınanlarındır. 13 Demek ki, yeryüzüne vâris olmanın anahtarı, takvâya dayalı bir dindarlıktan geçmektedir. Eğer Müslümanlar, helâl ve haram duyarlılığına sahip olur, Allah a karşı sorumluluklarını bihakkın yerine getirirlerse, Yüce Allah, yeryüzüne onları vâris kılacaktır. Bu, O nun mü minlere bir va didir: Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mîrâsçı yaptı. Allah ın her şeye gücü yeter. 14 Âhirette mü minlerin meskenleri, onların mîrâslarıdır: Kullarımızdan takvâ sahibi kimselere verdiğimiz/mîrâs, cennet, işte budur. 15 Netice olarak, her ne kadar Kur an-ı Kerim de Cenâb-ı Hakk ın el-vâris ismi, müfret kalıbında geçmese de çoğul kalıbında kullanılmaktadır. 15/Hicr, 23. âyetle birlikte, Zekeriyâ (a.s) dan söz edilen şu âyet de buna delildir: Zekeriyyâ yı da (an). Hani o, Rabbine şöyle niyaz etmişti: Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın. (Her şey sonunda senindir). 16 Yüce Allah ın el-vâris ismi, hayat, ehâdiyet, samediyet, kudret, kibriyâ, melik, azamet gibi O nun Zât sıfatlarına delâlet eder. Kim Cenâb-ı Hakk ın her şeye vâris olduğunu bilirse, o kimseye, huşû ve tevâzu sahibi olmak bir vecîbedir. Dünyevî mîrâs konularında Allah tan korkan bir kimse, vârislerden hiçbir kimseye haksızlık yapmaz. Mîrâsın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilir ve geriye kalan malların mîrâs hukukuna göre paylaşımı konusunda düzgün iş yapar. Nitekim bu kimseler hakkında Kur an-ı Kerim de şöyle bir övgüden söz edilir: İşte asıl bunlar vâris olacaklardır. (Evet) Firdevs e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar. 17 Dipnot * Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ 1 15/Hicr, 23. 2 19/Meryem, 40. 3 40/Mü min, 16. 4 104/Hümeze, 2-3. 5 20/Tâhâ, 120. 6 20/Tâhâ, 126. 7 14/İbrâhîm, 3. 8 İsfehânî. Hılye, IX, 264. 9 7/A râf, 32. 10 3/Âl-i İmrân, 14. 11 104/Hümeze, 1-3. 12 Bkz. 6/En âm, 29; 7/A râf, 51; 23/Mü minûn, 37; 45/ Câsiye, 24; 53/Necm, 29. 13 7/A râf, 128. 14 33/Ahzâb, 27. 15 19/Meryem, 63. 16 21/Enbiyâ, 89. 17 23/Mü minûn, 10-11. İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Fıkıhta, tasavvufta iki dalda da uzman Müceddidlerin pîri; ol İmâm-ı Rabbânî. Her türlü bidatlara şiddetle karşı çıkar Îmânı tutar diri; ol İmâm-ı Rabbânî. Öyle ki fikirleri çağdan çağa atlamış Ahmet Fâruk Serhendi, emsallerin katlamış Yazdığı mektuplarla ilmini ispatlamış Başköşe onun yeri; ol İmâm-ı Rabbânî. Sırat-ı müstakimden sapmamış sağa/sola Ömrü hizmetle geçmiş vermemiş hiçbir mola Hicri ikinci binde Allah için Hakk yola Adamıştır o seri; ol İmâm-ı Rabbânî. O herkese örnekti sarığı, kılığıyla Kılık, kıyâfette ne; o güzelim huyuyla İlim, irfan, ihlâsla Hak ka bağlılığıyla Olmuş herkesin yâri; ol İmâm-ı Rabbâni. Yaktığı bu meşâle asırlar geçse sönmez O öyle mert, vakur ki; ağyâr atına binmez Elest vaktinden beri ölse sözünden dönmez Bil ki ahdinin eri; ol İmâm-ı Rabbânî. Fazla söze ne hâcet, şu sözü bize yeter; Kitap ile sünnete, inanmazsa bir kişi Ona hiç cevap verme, konuşma bitir işi... Hanifi KARA 12 ŞUBAT 2015 somuncubaba 13

ŞEHİR GÜZELLEMESİ / M. Nihat MALKOÇ İslâm ın Gözü Yaşlı Diyarı: Hindistan, Serhend ve Ötesi... Bugün dünyanın nüfus bakımından en büyük ikinci ülkesi olan Hindistan ın İslâm la tanışması çok eskilere dayanır. İslâm buraya ta sekizinci yüzyılın başlarında, Arap tüccarlar vasıtayla girmiştir. Fakat İslâm ın bu coğrafyaya köklü bir biçimde yerleşmesi asıl Türkler sayesinde olmuştur. Hindistan da İslâm ın İzleri Hindistan deyince çoğumuzun aklına Babür İmparatoru Şah Cihan ın ölen eşinin hatırasını yaşatmak için yaptırdığı, dünyanın yedi harikasından biri olan Tac Mahal gelir. Oysa Hindistan bundan ibaret değildir sadece. Uçsuz bucaksız bir dünyadır bu gizemli ülke. Bir somun ekmekle mutlu olanların sığınağıdır. Hayata dair çeşitliliğiyle insan muhayyilesini zorlayan bir coğrafyadır. İnsanlarıyla, inançlarıyla ve gelenekleriyle rengârenk bir ülkedir Hindistan. Zıtlıkların en belirgin bir biçimde arz-ı endam ettiği yerdir. Kast sistemi hâlâ insanların kaderini tayin eden bir zorbalıktır. Gerçekler en katı hâldedir burada. Acılar hep sıcaktır. Yaralar hiçbir zaman kabuk bağlamaz. Hayatın tam ortasında olduğunuzu hissedersiniz burada. Her şeye rağmen insanlar mutlu olmasını becerir. Hayata tutunmak için küçük sebepler bulurlar. Umutlar hiç tükenmez. Bir İslâm diyarıdır Hindistan. Ümmetin iman coğrafyasının bir parçasıdır. Hz. Âdem in indiği yer olarak da kabul edilir burası. Bu yönüyle ilk hilafet merkezidir bu topraklar. Tarihî süreç içerisinde birçok medeniyet kurulmuştur bu kadim coğrafyada. Bunlardan bir kısmı İslâm kültürünün aynası hüviyetindedir. Buranın İslâm yurdu olmasında Gaznelilerin katkısı çoktur. Zira Hindistan ın büyük bir bölümü, 1200 lü yılların başında Gazneli Mahmut tarafından fethedilmiştir. Gaznelilerden sonra Muhammed Guri de bu topraklara girmiş bir başka Müslüman hükümdardır. Hindistan da büyük bir imparatorluk kuran Babür Şah ı da unutmamak lazım. Onun kaleme aldığı Babürname, Türk edebiyat tarihinin nesir türündeki en mühim eserlerinden biri kabul edilir. İmam-ı Rabbânî Hz. Türbesi Foto: Orhan DURGUT 14 ŞUBAT 2015 somuncubaba 15

Tarihin Satır Aralarından Yükselen Heybetli Ses Hindistan da 12. asırda Gaznelilerle başlayan Türk-İslâm devletler zinciri Tuğluklular, Lodiler, Delhi Türk Sultanlığı ile devam etmiş, son olarak Babür İmparatorluğu yla taçlanmıştır. Daha sonra İngilizler, kirli emelleriyle devreye girerek buradaki Türk-İslâm hâkimiyetine son vermiştir. Bir zamanlar İslâm ve iman çiçekleri açan bahçeler, İngilizlerin kirli çizmeleriyle tarumar olmuştur. Fakat hiçbir güç İmam-ı Rabbânî nin o coğrafyadaki izlerini silmeye muvaffak olamamıştır. O büyük şahsiyeti, geçen zaman bile unutturamamış, her dem taze, diri ve iri kalmıştır. Güney Asya nın en kalabalık ülkelerinin başında gelen Hindistan, bir zamanlar İslâm ı yoğun bir şekilde soluklayan bir yurttu. Gül bahçelerinde goncalar yetiştiren bir diyardı. Aydınlık yarınların düşlerinin görüldüğü kutlu bir mekândı. Bu rüya, zaman zaman sekteye uğrasa da aydınlıkların habercisi olmuştur. İslâm ın fedaileri Hak ve hakikat için yollara düşerek buraların da kurtuluşa ermesi için nice zahmetlere katlanmışlardır. Onların kutlu izleri henüz silinememiştir. Bugün dünyanın nüfus bakımından en büyük ikinci ülkesi olan Hindistan ın İslâm la tanışması çok eskilere dayanır. İslâm buraya ta sekizinci yüzyılın başlarında, Arap tüccarlar vasıtayla girmiştir. Fakat İslâm ın bu coğrafyaya köklü bir biçimde yerleşmesi asıl Türkler sayesinde olmuştur. Türkler bu coğrafyayı da bir alperen ruhuyla kuşatmış, Türk-İslâm diyarı yapmıştır. Günümüzde birçok farklı dine ve inanca ev sahipliği yapan Hindistan da 200 milyon civarında Müslüman mevcuttur. Bu yönüyle dünyada en fazla nüfusun yaşadığı ikinci ülkedir burası. Rüyaları Çalınan Nazlı Şehir: Serhend (Sirhind) İmam-ı Rabbânî nin doğup büyüdüğü yer olan Serhend in hüzünlü ve yürek burkan bir mâzisi vardır. Uzun yıllar İslâm egemenliğinde o doyumsuz manevî havayı soluyan bu şehir, 1710 senesinde Sihler tarafından ele geçirilmiştir. Babürler idareyi yeniden ele alsa da Sih nüfus her geçen gün arttığı için egemenlik ibresi hep Sihler tarafına dönmüştür. Şehre baskın düzenleyenler, o zamanlar Serhend valisi olan Vezir Han ı hunharca öldürmüşlerdir. Sonra da dinî ve kültürel yayılmacılık baş göstermiştir. Seccadelere değen mübarek alınlar ve semaya kalkan kutlu eller her geçen gün azalmıştır. Şimdiki zamanlarda şehir, İslâm ın yaygın olduğu devirlerin özlemini çekmektedir. İmam-ı Rabbânî nin çağları aşıp gelen maneviyatı, esrik ruhları uyandırmaktadır. Serhend (Sirhind), şimdi siyah beyaz fotoğraflarda anne babasını kaybetmiş bir çocuk mahzunluğunda olsa da, tarihî süreç içerisinde yaşadıkları ve yaşattıklarıyla Hindistan ın yüz akıdır. Gönül aynasına Müslümanca suretler düşüren kutlu bir beldedir. Delhi ile Lahor arasında yer alan bu kadim şehir, Delhi ye 250 kilometre uzaklıktadır. Bir zamanlar Müslümanlığın bütün güzelliklerinin temaşa edildiği bu şehirde şimdi çok az sayıda Müslüman vardır. Şehir, bunun burukluğunu yaşamaktadır. O eski görkemli günlerin hatırası yâd edilerek teselli aranmaktadır. Burada yaşayan Müslümanlar, şanlı İslâm bayrağını onurla gönül gönderinde tutma mücadelesi vermektedirler. Bu mümtaz insanların günümüzde gönüller sultanı İmam-ı Rabbânî nin dergâh ve türbesinin etrafında kümelendiği görülüyor. Yani burası şimdi Müslümanlar için bir gurbet ve hüzün coğrafyasına dönüşmüştür. Vaktiyle Serhend şehrinde onlarca cami, han, hamam, kervansaray ve bahçe bulunmaktaydı. Fakat zamanla bu eserlerin çoğu yok olmuştur. Yok olanların yerine yenileri yapılamamıştır. Bu kadim beldede şimdi maalesef Sihler çoğunluğu teşkil etmektedir. Cuma (Jama) Mescidi nde Ulûhiyetin Gölgesine Sığınmak Yahut Zamanın Tanıklığı Hindistan ın en büyük camisidir Şah Cihan ın 1568 senesinde yaptırmış olduğu Jama Mescidi. Cuma günleri cemaatin buraya adeta akması nedeniyle bu adı almıştır. Cami o kadar büyüktür ki avlusunda yirmi beş bin Müslüman aynı anda namaz kılabilmektedir. Burası Eski İmam-ı Rabbânî Hz. Türbesi Foto: Orhan DURGUT 16 ŞUBAT 2015 Cuma Mescidi somuncubaba 17

Kutup Minare Taç Mahal Delhi nin en büyük camisidir. Caminin inşasında altı binden fazla insanın çalıştığı rivayet edilir. Buna rağmen ancak altı senede bitirilebilmiştir. Bu güzide eser Babür mimarisinin en güzel örneği olarak arz-ı endam etmektedir. Günümüzde Müslümanlar bu güzide esere bakarak büyük bir gurur duyuyorlar. Delhi nin 391 Basamaklı Kadim Sembolü: Kutup Minare ve Diğerleri Hindistan a gidip de İslâm-Hint mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Yeni Delhi deki Kutup Minaresi ni ziyaret etmeden dönmek olmaz. Bu minare 72,5 metre yüksekliğindedir. Şerefesine 391 basamakla çıkılmaktadır. Bu eser dünyanın tuğladan yapılmış en yüksek minaresi özelliğini taşımaktadır. 1193 yılında Kutbeddin Aybeg tarafından yapımına başlanan Kutup Minaresi nin 193 yılda tamamlandığı söylenir. Bu minare bugün Delhi şehrinin sembolleri arasında sayılmaktadır. Söz konusu minarenin bir tarafa hafif eğik olduğu söylenir. Tarihî minare aşağıya doğru genişleyen bir şekilde inşa edilmiştir. Aslında bu minarenin çevresinde mescit, medrese ve kümbetler de vardı; fakat bu İslâmî eserler zamana direnememişlerdir. Öte yandan Eski Delhi de birçok İslâm eseri, zaman perdesini aralayarak ziyaretçilerine adeta tebessüm ediyor. Burada İslâm ın müşfik elini ve güleç yüzünü görebiliyorsunuz. Şah Cihan Camii, Dergâh Camii, Mazhar-ı Canan Mescidi, Seyyid Nur Muhammed Bedayuni Hazretleri Türbesi; geçmiş zamandan bugüne huzur ve sükûn taşıyan mekânlar olarak ziyaretçilerini karşılıyor. Ahmet-i Faruk-i Serhendî: Nam-ı Diğer, İmam-ı Rabbânî Halk arasında İmam-ı Rabbânî adıyla şöhret bulan Ahmet-i Faruk-i Serhendî Müceddid-i elf-i sânî / İkinci bin senenin yenileyicisi olarak bilinir. Silsile-i aliyyenin 23. halkası olan bu mübarek zat, 1564 senesinde bugünkü Hindistan topraklarında, Serhend de doğmuş ve 1624 yılında yine burada vefat etmiştir. Hz. Ömer in soyundan geldiği için Fârûkî nesebiyle anılmıştır. Velilerin önderi, âlimlerin gözbebeği, âriflerin ışığı olan İmam-ı Rabbânî, Nakşbendî Tarikatı nın öncüsüdür. Kadiriyye, Çeştiyye, Kübreviyye ve Sühreverdiyye tarikatlarının da mürşid-i kâmili olan bu Hak ve hakikat dostu, bir ilim deryasıydı. Onun fıkıh, kelâm ve tasavvuf marifetlerini izah eden Mektubat isimli kitabı, 536 mektubun bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Zâhirî ve bâtınî ilimlerin kutbu sayılan İmam-ı Rabbânî nin Serhend deki türbesi yöre halkı tarafından Ravza-i Şerif olarak bilinir. Bu türbenin günümüzde de birçok ziyaretçisi vardır. Bu türbenin iki yüz metre ilerisinde İmam-ı Rabbânî nin oğlu Muhammed Masum Farukî Hazretleri nin türbesi var. Muhammed Sıddık ve Muhammed Nakşbend de onun diğer oğullarıdır; türbeleri yine o etrafta bulunuyor. İmam-ı Rabbânî Hazretleri nin babası Abdülehad Hazretleri nin türbesi de on dakikalık bir mesafede yer alıyor. Yani buralarda İmam-ı Rabbânî nin ailesinin türbeleri sıralanıyor. İmam-ı Rabbânî nin türbesi ve mescidi Şah Cihan tarafından yenilenerek güzelleştirilmiştir. Günümüz Müslümanları, İslâm ın bu büyük şahsiyetinin türbesini ziyaret etmeyi ihmal etmemektedir. Bunlar gibi kadim İslâmî eserler Hindistan ın üzerine vurulmuş İslâm mühürleridir. 18 ŞUBAT 2015 somuncubaba 19

FIKIH / Abdullah KAHRAMAN* Allah İçin Maldan Verebilme Nafse Hakimiyet Zekâtın ve Orucun Hikmetleri Zekât, Müslümanı günahlardan temizler. Hak Teâlâ nın mukaddes zâtına mânen yakınlık peydâ eder. Fakirlerin ihtiyaçlarını azaltmaya çalışmakla onların kalplerini hoş edip, muhabbetlerini celbeder. Mal ve servetin bereketini temine muvaffak kılar. Kelime olarak temizlemek anlamına gelen zekât, onu hakkıyla veren Müslüman ın dünyasında birçok temizlik gerçekleştirmektedir. Zihnin cimrilikten temizlenmesi bunların başında gelir. Bu duyguyla insan verememe hastalığından kurtulur. Aynı zamanda Allah için verebilme erdemini elde eder. Aynı zamanda zekât, insanda mal ile oluşan bencillik ve ben kazandım duygusunu da temizler. Çünkü bu doğru bir anlayış değildir. Evet, malı kazanmak için çalışan insandır, fakat gerçekte kazanan o değildir. Öyle olsaydı her çalışanın zengin olacak kadar kazanması gerekirdi. İnsan çalışır, kazanmasını Allah takdîr eder. Onun için şöyle denilir: Allah malı istediğine, ilmi ise isteyene verir. İslâm ın beş temel esasından biri olan zekâtın pek çok hikmeti vardır. Bunların bir kısmını şöyle ifade edebiliriz: Zekât, Müslüman ı günahlardan temizler. Hak Teâlâ nın mukaddes zâtına mânen yakınlık peydâ eder. Fakirlerin ihtiyaçlarını azaltmaya çalışmakla onların kalplerini hoş edip, muhabbetlerini celbeder. Mal ve servetin bereketini temine muvaffak kılar. Kalbi cimrilik hastalığından, dünyaya düşkünlük basitliğinden berî kılar. Bunun neticesinde de insan, cömertlik ve kerem ile ilâhi muhabbet ile, yaratılmışlara şefkat ve merhamet hissiyle dolu olmuş olur. Zekât, nimetin bir şükrüdür. Şükür ise nimetin artmasına vesîledir. Nitekim bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur: Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi arttırırım 1 Bir hadîs-i şerifte de: İlâhî! İnfâk edene halefi, imsâk edene de telefi ta cîl buyur. diye vârid olmuştur. 2 Zekâtın meşrû olmasındaki hikmet pek önemli ve aslında herkesin bilebileceği kadar da açıktır. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur: Mallarınızı zekâtla koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedâvi ediniz, belâ dalgalarını da duâ ve yalvarışla karşılayınız. İşte zekât sâyesinde mallar korunmuş oluyor. Sadakalar da, maddî ve manevî hastalıklar için birer ilaç yerine geçiyor. Doğrusu zekât ve sadaka verenlerin mallarında ve canlarında bir feyiz ve bereket, bir sağlık ve âfiyet yüz gösterir. Bunun çok üstünde olarak da, kendileri Yüce Allah ın rızâsını kazanıp nice mânevî mükâfatlara kavuşurlar, nice mânevî tehlikelerden kurtulurlar. Zekâtın her yönden birçok yararı ve hikmeti vardır. Bilindiği gibi, kalplerde fazlasıyla yer tutan mal ve mülk sevgisi, insanı yüksek duygulardan yoksun bırakır, insanı bazen fenâ işlere sürükler. Zekât sayesinde ise kalbin bu zararlı duygusuna ve meyline direnilir ve nefis de cimrilikten kurtulmuş olur. Mal başkasının hakkından arındırılarak insanda şefkat ve hayırseverlik duyguları gelişir. Başkalarını gözetme ve koruma gibi yüksek duygular meydana gelir. Sonra zekât, sosyal hayatın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebeptir. Yoksulları ve âcizleri kendi varlığından faydalandıran bir zengin, cemiyetin en değerli ve sevimli üyesi sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların övgülerini, sevgi ve duâlarını kazanır. Mal varlığı da hâin ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur. Artık böyle birbiri için hayır düşünen, yardımsever olup duâcı bulunan bir cemiyet içinde güzel bir yaşantı meydana gelmiş olur. 20 ŞUBAT 2015 somuncubaba 21

Bir de zekât vermek, güzel bir inancın eseridir. Böyle bir inanca sahip olan kimse, bağlı bulunduğu cemiyet için zararlı olmaktan uzak, çok yararlı bir insan olur. Çünkü kendi malından bir kısmını sadece Allah rızâsı için ayırıp fakir din kardeşlerine veren ve bundan dolayı onlardan hiçbir karşılık beklemeyen bir insan, artık çevresine yararlı birisi hâline gelir. Böyle bir kimse kendisine ait olmayan şeylere göz dikip de başkalarının zararına çalışmaz. Başkalarının ellerindeki mallara saldırmaz. Bu nimete karşı şükür, o çevredeki yoksul ve perişan insanlara karşı yardımda bulunmakla olur. Zekât ve sadakanın verilmesi de böyle bir yardımı gerçekleştirir. Orucun Hikmetleri İnsanın kendisini, nefsini, süflî duygularını ve onu kötülüğe götürecek her vesîleyi engellemek için teşrî kılınmış bir ibadettir. Oruç tutan insan nefsini tutup aklını serbest çalıştırır. Bununla beraber, zekât Allah ın nimetlerine karşı bir şükran görevidir. Zekât veren Müslüman şöyle düşünür: Elde ettiğim bu varlık bana Yüce Allah ın ihsanıdır. Nice insanlar vardır ki, daha güçlü ve daha bilgili oldukları hâlde bu mal varlığından yoksun bulunuyorlar. Bunun için ikram ve ihsanı sonsuz olan Yüce Allah ın nimetlerine karşı şükretmek gerekir, işte bu şükür, farz olan zekâtın ödenmesiyle yerine getirilmiş olur. Şu da düşünülmelidir ki, insanın elde ettiği nimet üzerinde onun bulunduğu çevrenin çok yönlü etkisi vardır. Eğer o zengin böyle bir çevrede yaşamamış olsaydı, belki de bu mal varlığını kazanamayacaktı. İşte bu da bir nimettir. Oruç, dengeli ve normal bir riyâzettir, insanın nefs-i emmâresini dizginlemeye ve içini temizlemeye vesîledir. Oruç sâyesinde kalp ilâhî hikmetlerin inmesine mahal olmaya elverişli bir hâle gelir. Oruç tutan kişi, yemek ve içmekten münezzeh olan Hak Teâlâ nın ahlâkı ile ahlaklanmış olur. Oruç, riyâ şâibesinden berîdir. Çünkü oruçta gösterişe vesîle olacak bir şey ve yön yoktur. Binâenaleyh orucun sevâbı da o oranda fazladır. Orucun sıhhî bakımdan faydaları ise malumdur. 3 Orucun meşrû kılınmasındaki hikmet pek âşikârdır. Şüphe yok ki, Allahu Teâlâ Hazretleri, kayıtsız ve şartsız her şeye hâkimdir. Elbette O nun kullarına emrettiği ve câiz gördüğü şeylerde birçok yarar vardır. Biz bunları gereği gibi bilmesek de, muhakkak hikmetleri vardır. Bununla beraber orucun, din ve âhiret yararlarından başka, sağlık yönünden, sosyal ahlâk bakımından birçok yararlarını pek iyi takdîr edebilmekteyiz. Bu konu üzerinde yazılmış bir hayli yazı ve risâle vardır. ile benimsenmiş ve yüksek bir hedefe yönelik bir mahrûmiyettir ve bir nefis mücâdelesidir. İnsan, bu mahrûmiyet sâyesinde yoksulların ve mahrumların hâllerini tecrübe ile anlamış olur. Böylece kendisinde acıma, şefkat ve yardımlaşma duyguları artar, insâniyet için pek faydalı hâle gelir. Ayrıca kendisinin duyacağı mânevî hazlar ise, her türlü düşüncesinin üstündedir. Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur: Her şey için bir zekât vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır. İnsan oruç sâyesinde hayvânî duygularını azaltır, ruhunu arıtır ve meleklik sıfatı ile vasıflanmaya başlamış olur. Oruç sâyesinde cemiyetin içtimâî ve ahlâkî hayatında başka bir fazîlet ve aydınlık doğar. Oruç tutan kimse, nefsini birtakım şiddetli arzuların saldırısına karşı direnmeye alıştırır, oruç nefsin taşkınlıklarına karşı koymaya yardımcı olur. Ma bûd unun kutsal emrine bağlanarak hak sahibi olduğu nimetlerinden bir müddet mahrûmiyete katlanan insan, artık başkalarının nimetlerine göz dikmez ve başkalarının zararına çalışmaz. İşte, bütün insanlığın yararına hizmet eden kutsal bir ibadetin şer î yönden hikmeti apaçıktır. Bunu anlayamaması için insanın düşünce ve duygudan büsbütün mahrum olması gerekir. 4 Dipnot * Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ 1. 14/İbrâhim, 7. 2. Bilmen, Hukâk-ı İslâmiyye, I, 204-205; a.mlf., Büyük İslâm İlmihâli, 330-331. 3. Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye, I, 205; a.mlf., Büyük İslâm İlmihali, 275. 4. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 275. Oruç tutan kimse, belli bir zaman mahrûmiyete katlanır. Bu mahrûmiyet, yiyecek ve içecek bulamayan herhangi bir yaratığın içine düştüğü âcizliğin benzeri değildir. Bu, irâde 22 ŞUBAT 2015 somuncubaba 23

SÛFİ PERSPEKTİF / Kadir ÖZKÖSE* Varlıklar Hiyerarşisinde İnsanın Yeri İnsanın çok üstün özelliklerinden biri de terakkî eden bir varlık olmasıdır. Terakkîsini ise, kendisine bahşedilmiş yetenekler ve ilimle elde etmektedir. İnsandaki bu terakkî, diğer varlıklarda yoktur. İnsanlık Onurunun Zedelendiği Yüzyıl Günümüzde insanoğlunun bilimsel ve teknolojik alanlarda gerçekleştirdiği ilerlemeler göz kamaştırıcı bir hızla devam etmektedir. Fakat bu teknolojik gelişmelere paralel olarak rûhî travmalar da inanılmaz düzeyde artmaktadır. Her geçen gün insanlık onuru zedelenmekte, insanlığın erdemli yürüyüşü durmakta, orman kanunu hüküm sürmekte, dünya halkları arasında çifte standartlar yaşanmaktadır. Güçlü olanlar hegemonya kurmakta, haklar talan edilmektedir. Bugün insanlık ayrımcılık, ötekileştirme, ırkçılık, şiddet, işkence, terör, savaş, gelir adâletsizliği, zulüm, sömürgecilik, eğitim eşitsizliği, emeğe saygısızlık, istismâr, kürtaj, açlık ve kıtlık gibi onur kırıcı küresel sorunların kıskacında ölüm kalım savaşı vermektedir. Mânevî duyguların törpülendiği, insanların rûhî derinliklerden habersiz yaşadığı, semâvî mesajların unutulduğu bugünlerde insanlık kendi eliyle ürettiği yapay sorunların açılmak bilmeyen kapıları önünde yorgun ve bitkin bir hâlde beklemektedir. Bilim ve tekniğin son imkânlarıyla ürettiği en modern anahtarlar, kilitli kapıların açılmasında ona yardımcı olmuyor. Kendi ürettiğinin esiri olan insanlık, kendini hapsettiği karanlık zindanlardan çıkış yolları arıyor. Bu yüzden de özlediği aydınlığı, peşinde koştuğu idealleri nerede ve nasıl araması gerektiğini yeniden düşünmesi gerekiyor. 1 İnsanın Yüceliğinin Kapsam Alanı Yaşanan bu küresel sorunun çaresi insanı keşfetmektir. İnsana insan olduğu için değer vermektir. İnsanın anlam arayışını yeniden anlaşılır kılmaktır. Varlıklar hiyerarşisinde insanın yeri oldukça yüksek ve özeldir. Zira insanın yüceliği, hem fizikî hem de rûhî yetenekleri cihetiyledir. İnsan, tertemiz bir fıtrat ve geliştirilebilir yeteneklerle donatılmış olarak dünyaya gönderilmiştir. İnsan, bildirilen güzellik ve yücelikleri idrâk edebilecek şekilde güzel yaratılmış olması yanında, ilâhî ahlâk ve niteliklere sahip olarak gelişme ve olgunlaşmaya da kâbiliyetli bir varlıktır. 2 İnsanın güzelliği Allah ı ve O na ait en güzel kemâl sıfatlarını tanıyıp ilâhî ahlâk ilkeleriyle donanmış olmasındadır. İnsan, ilk doğuşunda bu olgunlukta değildir fakat bu olgunluğa, bu güzelliğe doğru ilerleyebilecek kâbiliyette yaratılmıştır. 3 Çünkü Peygamber Efendimiz, Allah, sizin bedeninize de şeklinize de bakmaz; fakat O, kalplerinize bakar. 4 buyurmuştur. Allah ın kalbine nazar ettiği insanı farklı kılan hususiyetleri şu şekilde sıralayabiliriz: İnsana İlâhî Ruhun Üfürülmesi: İnsana ilâhî ruhun üfürülmüş olması, insanın makam ve mekânını şereflendirmek; değerini ortaya koymak içindir. İnsan ruhunun Allah a nisbet edilmesi, Rubûbiyyet makamıyla insanın mahrem bir münâsebet kurma yeteneğinin bulunduğuna işaret etmek içindir. İnsana, Allah ın ruhundan üfürülmüş olması, onun varlıklar içerisindeki yüceliğini, saygınlığını ve kâbiliyetlerinin mükemmelliğini gösterir. Allah, insana ruhundan üfleyerek, onu diğer varlıklara üstün kılmıştır. 5 Diğer Varlıklarda Olmayan Nitelik ve Kâbiliyetlerin Verilmesi: İnsan denen varlığın yaratılış yönünden mükemmelliği; düşünebilmesi, sembol üretebilmesi, problem çözebilmesi, akıl verilmiş olması, konuşabilmesi, anlayabilmesi, ayırt etme gücünün olması, varlıkları emri altına alabilmesi, yazı yazabilmesi, okuyabilmesi, çeşit olarak hiçbir varlığa verilmeyen her türlü yiyecek ve içeceğin verilmiş olması, mal toplaması ve bunları kullanması, îcâd ve keşiflerde bulunabilmesi gibi diğer varlıklarda olmayan nitelik ve kâbiliyetlerin verilmiş olmasıdır. Bu kâbiliyetler, insanı diğer varlıklardan üstün konuma çıkarmaktadır. 6 İnsanın Üstün Ruhî Mertebelere Yükselmesi ya da Ahlâkî Zaaflar Göstermesi: Kur ân, insanın iman etme, sâlih ameller işleme, ahlâklı davranışlarda bulunma, 7 düşünme, ilim elde etme, öğrendiklerini uygulama ve başkalarına öğretme, ibret alma, 8 hayâ, insaf, merhamet, adalet, 9 vicdan azâbı 10 gibi olumlu davranış ve duyguları yanında; onun nankörlük, 11 sıkıntıya düştüğünde Allah a yalvarma, sıkıntıdan kurtu- 24 ŞUBAT 2015 somuncubaba 25

lur kurtulmaz her şeyi unutma, haddi aşma, 12 haksız yere bozgunculuk yapma, şımarma ve kibirli olma, 13 aceleci davranma, ümitsizlik, 14 cimrilik, 15 münâfıklık, 16 menfaatini her şeyden üstün görme, dünyayı âhirete üstün tutma, Allah tan gafil olma, hiç kimsenin kendine güç yetiremeyeceğini sanma, mallarıyla ve yaptığı gereksiz harcamalarla övünme, 17 âhireti ve hesap gününü inkâr etme, 18 eline birtakım yetki ve imkânlar geçtiğinde kendini büyük görme, menkûl ve gayrimenkûl mallara karşı aşırı sevgi besleme 19 gibi olumsuz duygu ve davranışlarından da bahseder. İnsanın bütün bu eylem ve duygularının merkezi, nefsine bildirilmiş bulunan fücur ve takvâ bilgisiyle alâkalıdır. 20 İnsanın hem üstün rûhî mertebelere yükselme hem de açık ahlâkî zaaflar gösterebilme özelliğine aynı ölçüde sahip olması, onun tabiatının temel bir karakteristiğidir. 21 İnsanın Terakkî Eden Varlık Olması: İnsanın çok üstün özelliklerinden biri de terakkî eden bir varlık olmasıdır. Terakkîsini ise, kendisine bahşedilmiş yetenekler ve ilimle elde etmektedir. İnsandaki bu terakkî, diğer varlıklarda yoktur. Dünyanın ilk yaratılışındaki hayvan, bitki ve cemâdât dediğimiz cansız varlıkların geçmiş zamanlardaki kâbiliyetleri ne ise bugün de odur. Bazı hayvanların cinslerinden farklı yetenekleri icrâ etmeleri ise insanın katkısıyla olmaktadır. 22 İnsana İlâhî İsimlerin Öğretilmesi: Hz. Âdem e öğretilen ilim, varlıkların yalnızca isimleri değildir. Bu ilimde, o isimlerin işaret ettiği varlıkların zatı ve mâhiyeti de söz konusudur. İbn Abbas, İkrime, Katâde, Mücâhid b. Cebr, küçüğünden büyüğüne, değerlisinden değersizine kadar bütün varlıkların isimlerinin, mâhiyetlerinin, yarar ve zararlarının Hz. Âdem e öğretildiğini ifade etmişlerdir. İnsana isimlerin öğretilmesi demek, isme konu olan ya da olabilecek şeyleri îcâd ve keşfetme kâbiliyetine sahip olması demektir. Zira insan üretir ve ürettiği şeye isim verir. Meleklerin bilmediği varlıkların isimleri ve mâhiyetleri Hz. Âdem e öğretilmiştir. Meleklere arz olunan ve haber verilmesi istenen şeyler yalnız isimler değil, o isimlerin delâlet ettikleri varlıklardır da. 23 Meleklerin Hz. Âdem e Secde Etmesi: İslâm da Allah tan başkasına ibâdet maksadıyla secde etmek küfür olduğundan, meleklerin Hz. Âdem e secdesi, ibâdet secdesi değil, saygı gösterme, selâm verme, boyun eğme, tevâzu gösterme, üstünlüğünü kabul etme secdesidir. Meleklerin Hz. Âdem e secde etmesi, insanın değerli ve onurlu bir varlık olarak yaratıldığının en açık göstergesidir. Dolayısıyla insan, kendisine bu değeri veren Allah a gerçek anlamda itâat ettiği, yeryüzünde Allah ın kanunlarını uyguladığı, kötülüklerle mücâdele ettiği ve iyilikleri tavsiye edip yaptığı nisbette değerini koruyabilir. 24 Hz. Âdem e yapılan bu secdenin, sadece Hz. Âdem in şahsı ile sınırlı olmayıp, onun şahsında bütün insan cinsini kapsadığı ifade edilmiştir. 25 Özetle insan, yaratılış amacını gerçekleştirmek için, ihtiyaç duyduğu her türlü zihnî ve bedenî özelliklerle donatılarak, varlık mertebelerinin en yükseğine çıkabilecek bir yetenek ve kapasitede, yani olması gereken en güzel biçimde yaratılmıştır. 26 Varlıkların çoğundan üstün niteliklerle yaratılmış bulunan insanın, hiç şüphesiz, yaratılış amacının olması gerekir. İnsanın yaratılış amacı, onun, kendisine bu özellik ve değeri veren Rabb ine kulluk etmesidir. 27 İslâm, insanın varlıkların çoğundan üstün kılınma şerefini, erkek veya kadın, beyaz veya siyah, zayıf veya kuvvetli, fakir veya zengin herhangi bir millet veya kabîle farkı gözetmeden, devamlı olarak bütün insanlığa tanımaktadır. Allah, insanın dışındaki bütün yaratıkları ona yardımcı kılmış, 28 insanı da başıboş olarak ya da bir eğlence olsun diye yaratmamıştır. 29 Kulluk etmek üzere yaratılan insan, aynı zamanda emâneti de üstlenen bir varlıktır. Yaratılışın bir diğer amacı, yüklendiği emânetin gereğini yerine getirmektir. Emânet, genellikle teklif ve farzlar olarak değerlendirilmiştir. Emânet, Allah ın gerek kendi hakları gerekse insanların hakları ile ilgili emirlerinin ve yasaklarının, hükümlerinin yerine getirilmesine Allah ın emini, inanç memuru olmak demektir. Çünkü emânet, başkalarının haklarını yüklenmek mânâsını ifade etmektedir. Diğer varlıklar, ilâhî tekliften bu yüzden çekindiler ve korktular. Emânet, böyle göklerin, yeryüzünün ve dağların dayanamayacağı derecede ağır, yerine getirilmesi zor, sorumluluk getiren büyük ve korkunç bir yüktür. Emânet îfâ edildiği takdirde sonuçları çok büyük bir kerâmet olduğu gibi, yerine getirilmediği takdirde de hıyânet ve cezâsı büyük bir rezâlettir. Âyette ifade edilen, İnsan çok zâlim ve çok câhildir. hükmü, insanların bütün fertlerini değil, insan cinsini ifade etmektedir. 30 Dipnot * Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE 1. Mehmet Görmez, Sunuş, Hz. Peygamber ve İnsan Onuru, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2013, s. 7. 2. 91/Şems, 7-8. 3. Musa Bilgiz, Kur an da İnsanlık Onuru, Fecr Yayınları, Ankara 2012, s. 24. 4. Müslim, Birr ve s-sıla, 33-34; İbn Mâce, Zühd, 9. 5. Bilgiz, İnsanlık Onuru, s. 25. 6. Bilgiz, a.g.e., s. 27. 7. 2/Bakara, 25, 82, 277. 8. 2/Bakara, 219, 266; 6/En âm, 50; 7/A râf, 184, 196; 12/ Yûsuf, 111; 24/Nûr, 44. 9. 4/Nisâ, 58; 12/Yûsuf, 24; 16/Nahl, 90. 10. 9/Tevbe, 117-118. 11. 6/En âm, 64; 22/Hac, 67; 31/Lokmân, 32; 41/Fussilet, 50; 43/Zuhruf, 15; 80/Abese, 17; 100/Âdiyât, 6. 12. 10/Yûnus,12; 17/İsrâ, 67; 30/Rûm, 33; 39/Zümer, 8, 49; 96/ Alak, 6. 13. 10/Yûnus,23; 11/Hûd, 10. 14. 17/İsrâ, 11, 83; 21/Enbiyâ, 37; 30/Rûm, 36; 41/Fussilet, 49. 15. 17/İsrâ, 100. 16. 29/Ankebût, 10. 17. 41/Fussilet, 51; 75/Kıyâme, 20-21; 76/İnsân, 27; 82/İnfitâr, 6; 90/Beled, 6. 18. 95/Tîn, 7. 19. 2/Bakara, 177; 9/Tevbe, 24; 96/Alak, 7. 20. 91/Şems, 7-10. 21. Bilgiz, İnsanlık Onuru, s. 28-29. 22. Bilgiz, a.g.e., s. 30. 23. Bilgiz, a.g.e., s. 31. 24. 103/Asr, 1-3. 25. Bilgiz, İnsanlık Onuru, s. 37. 26. 95/Tîn, 4. 27. 51/Zâriyât, 56. 28. 2/Bakara, 29. 29. Bilgiz, İnsanlık Onuru, s. 41. 30. Bilgiz, a.g.e., s. 43-44. 26 ŞUBAT 2015 somuncubaba 27

TASAVVUF / Halil İbrahim ŞİMŞEK* İmam-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.) Tenzih yollarına süluk eden, teşbih ayıplarını örten, şerîatın hâllerini koruyan, tarîkat erbâbına yardım eden, güzellik ve iyilikleri toplayan, kayyumluk ve kutupluğa sahip olan, soyu Fârûkî, terbiyesi Üveysî, mezhebi Hanefî ve meşrebi Nakşbendî, acâibliklerin mazharı, garipliklerin menbaı, sırlar ve mârifetlerin mahzeni, makâm ve mânâların kâşifi, muhakkiklerin yardımcısı, âriflerin kutbu, Muhammedî velâyetin delîli, Mustafavî şerîatın hücceti, İslâm ve Müslümanların şeyhi olan Pir Efendimiz, ikinci bin yılın müceddidi eş-şeyh Ahmed el-fârûkî İbn eş-şeyh Abdulahad es-serhendî, Nakşbendî silsilemizde yirmi dördüncüdür. 1 Gelir her yüz yıl içre bir tecdâd eder dânâ Velî böyle müceddid binde bir ancak gelir hakkâ Müceddid ne demektir? Müceddid demek; tecdîd müddetinde feyiz kısmından ümmete her ne zuhur ederse onun tavassutu ile olur. Vaktin aktâb, evtâd, büdelâ ve nücebâsı olsa da böyledir. Doğumu 921 senesinin Aşûre günü Serhend beldesinde doğmuştur. Serhend, Hindistan ın kuzeyinde Lahor eyâletine bağlı bir şehirdir. Aklî ve naklî ilimleri babası Abdulahad ve diğer muhakkik âlimlerinden tahsil etti. Kâdirî, Sühreverdî ve Çiştî tarîkatlarının terbiyesini babasından alıp tamamlayarak mezun oldu. Bu sırada 17 yaşındaydı. İlimleri neşr, sâlikleri terbiye ve tâlipleri irşâd ile meşgûl oldu. Ancak Nakşbendiyye tarîkatına kuvvetli bir meyli vardı. Muhammed Bâkî Billâh (k.s.) Efendimiz le görüştü ve onun vasıtasıyla Nakşbendî tarîkatına intisab etti. İki ay kadar terbiyesinde kalınca şeyhi onun murâdiyyet ve mahbûbiyyet mertebesinde olup kemâl bulduğunu ve tekmîl makâmına erdiğini bildirerek kendi müridlerinin terbiyesini ona havale etti. Hatta kendisine de imdâd etmesini talep etti. Ona en büyük kutup (kutb-i a zam) olduğunu müjdeledi. Bu sûretle şeyhi hayatta iken irşâd ile meşgul oldu. Şeyh Muhammed Bâkî Billâh (k.s.) ın halîfelerinden Şeyh Mir Hüsâmeddîn şöyle dedi: Rüyamda Rasûlullah (s.a.v.) ı gördüm ki, minber üzerinde İmam Rabbânî ye senâ edip şöyle buyuruyor: Ben onun varlığıyla övünürüm. Cenâb-ı Hak onu ümmetim içinde müceddid kılmıştır. Meziyetleri Âlim ve âriflerin önderi Şeyh Ahmed el- Câmî (k.s.) şöyle buyurmuştur: Benden sonra on yedi ehlullâhın ismi Ahmed olacak. Sonuncusu hepsinin en üstünü olacaktır. Ehl-i keşften birçoğu hükmetmişlerdir ki, onun murâdı İmam-ı Rabbânî Hazretleri dir. İsmi Ahmed dir. Yukarıda zikredildiği gibi, Hacegî İmkenekî (k.s.) dahi Hâce Muhammed Bâkî (k.s.) ye İmâm-ı Rabbânî nin zuhur edeceğini müjdelemiş ve onun terbiyesi için Hz. Hâce Muhammed Bâkî yi Hindistan a göndermişti. İmâm-ı Rabbânî nin şeyhi Hâce Muhammed Bâkî (k.s.) ona şöyle buyurmuştur: Serhend e girince müşâhedemde gördüm ki, büyük bir meş ale yakılmış, doğu ve batıdan insanlar o büyük meş aleden kendi kandillerini yakıyorlar. İşte o meş ale sensin. Buna dair hakkında işaret ve müjdeler çoktur. İmam-ı Rabbânî Hazretleri, şeyhi Muhammed Bâkî Hazretleri nin terbiye ve gözetimi altında mânevî açıdan öyle mesâfe katedip yükseldi ki, bütün geçmiş ehlullâhın mertebelerini birer birer geçti. Her bir makâm ve hakikati keşfetti. Onun bu tecrübelerinin açıklamaları Mektûbât ında zikredilmektedir. Kendisi şöyle buyurdu: Çok vakit büyük arşın üstüne çıkardım. Bir defasında büyük arşın üstüne arşın dünyadan uzaklığı kadar yükseldim. Orada tarîkatın imamı Hz. Şâh-ı Nakşbend (k.s.) Hazretleri nin makâmını gördüm. Ondan pek az yukarıda bazı şeyhlerin makâmlarını gördüm. Şeyh Ma rûf-i Kerhî (k.s.), Şeyh Ebû Saîd el-harrâz (k.s.) onlardandı. Bazı şeyhlerin makâmlarını da onun hizasında gördüm. Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ (k.s.), Şeyh Alâeddîn-i Attâr (k.s.) ondan az 28 ŞUBAT 2015 somuncubaba 29

aşağıdaydılar. Bu makâmların üstünde Ehl-i Beyt ve Raşid halîfelerin makâmlarını gördüm. Enbiyâ-yı kirâmın makâmları Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz in makâmının bir tarafında göründü. Diğer tarafında melâike-i kirâmın makâmları vardı. Efendimiz (s.a.v.) in makâmı cümle makâmlardan üstte ve yüksekti. Her ne zaman bu makâmlara yükselmek istesem kolay olurdu. Bazen de kendi kasdım olmadan yükseliş gerçekleşirdi. İmâm-ı Suyûtî nin Cem u l-cevâmi-el- Câmiu l-kebîr kitabında tahrîc ettiği hadîs-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur: Ümmetimden bir kimse bulunacak. Ona sıla denilecek. Onun şefâati ile şöyle şöyle kişiler cennete girecekler. Sıla iki topluluğun arasını bulan kimsedir. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri âlimler (ulemâ) ile velîler (evliyâ) arasındaki vahdet-i vücûd tartışmasını çözmüştür. Kendisi mektuplarının birinde şöyle yazmıştır: Elhamdülillah, Hak Teâlâ beni iki deniz arasında sıla kıldı. İki nurdan nurlar iktibâs ettirdi. Bu iki deniz ulemâ ve evliyâdır. İki nur da zâhir ilminin ve bâtın ilminin nurudur. İmam-ı Rabbânî Hz. Türbesi Foto: Orhan DURGUT Cenâb-ı Hak İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ni dinî ilimlerin neşri, ledünnî ilimlerin keşfi, risâlet ve nübüvvetin kemâlleri, velâyet mertebeleri, ulü l-azmın kemâlleri, sevgi ve dostluk dereceleri, zâtın sırları, ilâhî hâdiseler, Kur ân ın mukattaalarının sırları ve Furkân ın müteşâbihlerinin beyanı, hulâsa evvelde geçmiş ehlullahın anlayamadığı yüce mânevî zevkler ve ledünnî yollar ile tahsis etti. Bunlardan sarf-ı nazar elf-i sânîyi (ikinci bini) tecdîd rütbesi kendisine kâfiydi. Her Yüz Sene Başında Dininin Emrini Tecdîd Eden Bir Kimse Gelir Ebû Dâvûd, Efendimiz (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivâyeten nakletti: Allah Teâlâ her yüz sene başında bu ümmete dininin emrini tecdîd eden bir kimse gönderir. 2 Lakin yüz başı müceddidi ile bin başı müceddidi arasında yüz ile binin birbirinden farkı kadar belki daha büyük fark vardır. İmâm-ı Rabbânî şöyle buyurmuştur: Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz müşâhedemde bana şöyle buyurdu: Sen kelâm ilminde mu- hakkiklerdensin. Senin şefâatinle binlerce kimse kıyâmet gününde mağfiret olunacaktır. Mübârek hatt-ı şerîfiyle irşâd icâzeti yazdı ve buyurdu ki: Senden başka bir kimseye bunu yazmadım. Yine İmâm-ı Rabbânî nin kendisi şöyle buyurmuştur: Bizden sâdır olan ilim ve mârifetler velâyet tavrının dışındadır. Nübüvvet nurları Aleyhi s-salâtü ve s-selâmın mişkâtından iktibâs edilmiştir. Tâbi olma, verâset ve elf-i sânînin teceddüdüyle teceddüd etmiştir. İdrâkinden ulemâ gibi evliyâ da âcizdir. Zira âlimlerin ilimleri ve velîlerin mârifetlerinin ötesindendir. Belki her iki tâifenin ilimleri bu ilimlere nisbetle kabuk ve bu özüdür. Şerîat-ı mutahharaya muhâlif değildir. Belki dinin esası, Yüce Zât ve sıfatlarının ilminin hulâsasıdır. Büyüklerden bir kimse bundan bahsetmedi. Ancak Cenâb-ı Hak onu bu kuluna îsâr eyledi. Zira müceddid o kimsedir ki, Cenâb-ı Hak bütün âleme o müceddidin tecdîdi müddetince onun vasıtasıyla feyiz verir. Bu abde Kur an ın müteşâbihlerinin gizlilikleri ve Furkân ın mukattaalarının sırları keşfedildi. Her harfin altında Yüce Zât a delâlet eden bir deniz gördüm. Eğer o sırlardan bir şey size göstersem boğazım kesilir. Hz. Ebû Hureyre nin sözü buna delildir. 3 Cenâb-ı Hak kıyâmete kadar bizim silsilemizde gidecek kimselerin isimlerini bize bildirdi. Bizim nisbetimiz mânevî evladımız vâsıtalarıyla kıyâmete kadar bâkî kalacak ve hatta İmâm-ı Mehdî bu nisbet üzerine gelecektir. Bir defa zikir meclisinde bulunuyordum. Hatırıma geldi ki, biz kusur ve noksanlık içindeyiz. Hemen kalbime ilkâ olundu ki: Biz sana vâsıtasız veya vâsıtayla kıyâmete kadar tevessül edenlere mağfiret ettik. Bana gösterdiler ki, Kâbe-i muazzama geldi. Etrâfımı tavâf etti. Bu, Hak Teâlâ dan teşrîf ve tekrîmen olmuştu. Bana dendi ki: Sana hassaten vermiş olduğumuz kemâller, senden sonra Mehdi den başka kimseye verilmeyecektir. Hak Teâlâ, bana hidâyet babında büyük kuvvet verdi. Kuru bir ağaca teveccüh etsem yeşil olur. Şeyhlerden biri Hz. İmâm-ı Rabbânî (k.s.) ye yazdı ki: Senin bildirdiğin makâmlara sahâbe-i kirâm dahi nâil oldular mı? Bir defa Hz. Rasûl ü görmekle mi veya tedrîcen mi buldular? Cevap olarak yazdı ki: Bu suâlin cevâbı senin huzûruna mutevakkıftır. O şeyh bulunduğu yerden kalkıp İmâm-ı Rabbânî yi ziyârete geldi. Huzûruna varınca Hz. İmâm-ı Rabbânî ona cemiyet makâmı ile teveccüh etti. O şeyh, o anda ayağına kapanıp dedi ki: Sizi görene bu büyük hâl verilirse Hz. Rasûl ü görene ne verilir? Tasdîk ettim ki, ashâb-ı kirâmın Rasûlullah (s.a.v.) ı görmeleri her vechile kendilerine kâfiymiş. Bütün makâmları o nazarla defaten geçerlermiş. İmâm-ı Rabbânî şöyle buyurdu: Hz. Ali (kv.) nin ruhaniyeti teşrif etti ve bana buyurdu ki: Sana isimler ilmini öğretmek için gönderildim. İmam-ı Azam Ebu Hanife ile hocaları ve talebeleri, İmam-ı Şafii ile hocaları ve talebelerinin ruhaniyetleriyle buluştum. Bana imdad ettiler ve bereketlerinden bana feyiz verdiler. Ta ki, onların nurlarına gark oldum. Nakşbendî, Kadirî, Çiştî ve Sühreverdî mürşidlerinin ruhaniyetlerinden terbiye olundum. İstesem sâlikleri her birinin nisbetleriyle ayrı ayrı terbiye edebilirim. Lakin Nakşbendîlik en faziletli ve nisbeti en üstün olduğundan onunla iktifa olundu. Dipnot * Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK 1. Mustafa Hâki Efendi nin oğlu, Mehmet Bahattin (YARAŞ) Efendi nin Tasavvuf ve Menâkıb başlıklı defterinin 227-234. sayfalarından sadeleştirilerek aktarılmıştır. 2. Ebû Dâvûd, Sünen, Melâhim 1. 3. Hz. Ebu Hureyre buyurdu: Rasûlullah (s.a.v.) tan iki kap ilim aldım. Birini size neşrettim. Diğerini söylersem boğazım kesilir. 30 ŞUBAT 2015 somuncubaba 31

SAHABE DÜNYASI / Ali SEYYAR* Zehirlenerek Şehit Edilen Peygamber Torunu Hz. Hasan Bin Ali (r.a.) Dünyayı Teşrif Etmesi Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından nikâhlanan Hz. Fâtıma ile Hz. Ali nin evliliği üzerinden bir yıl geçmişti ki Hicret in 3. yılında (Miladi 625), Ramazan ayının ortasında Hz. Hasan dünyaya geldi. Peygamberimiz (s.a.v.) büyük bir sevinçle torununu görmek için kızının evine gitti. Oğlum nerede, onu bana gösteriniz. buyurdu. Kundak içinde getirilen Hz. Hasan ın yüzünde bir başka güzellik vardı. Dedesi (s.a.v.), İsmini ne koydunuz? diye sordu. Hz. Ali, Harp deyince bu ismi beğenmemiş olacak ki şöyle buyurdu: Muhakkak siz kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleri ile çağrılacaksınız. Öyle ise çocuklarınıza güzel isimler koyunuz. Peygamberimiz (s.a.v.) daha sonra torununun sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okuduktan sonra İsmini Hasan koydum. dedi. 1 Hz. Hasan ın doğumunun yedinci gününde iki koç kurban edildi. Saçı tıraş edilerek ağırlığınca gümüş, sadaka olarak verildi. Aynı zamanda sünnet ettirildi. Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından cennetle müjdelenen Hz. Hasan, takva ve zühtte örnek bir sahabiydi. Yirmiden fazla haccını Medine den Mekke ye yürüyerek yapmıştı, farz namazlarının dışında bol bol ibadet eder ve çoğu günler oruç tutardı. 2 Hasan Önce İstemişti. Peygamberimiz (s.a.v.) e çok benzeyen Hz. Hasan, annesi ve babası tarafından çok sevildiği gibi, dedesi (s.a.v.) tarafından da akrabalık bağı ötesinde özel ilgi görmekteydi. Torununun başını sık sık öpen Peygamberimiz (s.a.v.), ümmetine Hz. Hasan ı özellikle sevmeyi öğütlemiş ve şöyle buyurmuşlardır: Allah ım, ben onu seviyorum, Sen de sev; onu seveni de sev! Peygamberimiz (s.a.v.) in Dünyada sevip kokladığım reyhanımdır. 3 buyurduğu Hz. Hasan, sekiz yaşına kadar Peygamberimiz (s.a.v.) in yakın ilgisi altında büyüdü. Annesini ise dedesinin (s.a.v.) vefatından altı ay sonra kaybetti. Hz. Hasan ve kardeşi Hz. Hüseyin, Cennet gençlerinin efendileri olarak birlikte büyüdüler. Peygamberimiz (s.a.v.) her ikisini de candan seviyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün yine torunlarını görmek, onları sevmek için evlerine gitti. Uyuyorlardı. O sırada Hz. Hasan uyandı, süt istedi. Evde bir koyun vardı fakat sütü çok azdı. Peygamberimiz (s.a.v.) koyunun yanına gidip sağdı. Koyun bol süt verdi. Sütü Hz. Hasan a vermek üzereyken Hz. Hüseyin de uyandı ve o da süt istedi. Peygamberimiz (s.a.v.) elindeki sütü ilk önce Hasan a verdi. Hz. Fâtıma Validemiz, Ya Rasûlallah, herhâlde Hasan ı daha çok seviyorsunuz! dedi. Peygamberimiz (s.a.v.), ikisini hiçbir surette ayırmadığını söylemek istercesine İkisini de aynı derecede seviyorum; fakat Hasan önce istemişti! buyurdu. 4 Çocuklar Bir İmtihandır Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, daha yeni yürümeye başlamışlardı ki dedelerini görmek için düşe kalka Mescid-i Nebevi ye girdiler. Peygamberimiz (s.a.v.) o esnada ashabına bir şeyler anlatıyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin in yanına gelirken düştüğünü görünce konuşmasını yarıda kesti ve onları kaldırdı. Sevdi, okşadı, kucağına oturttu. Sonra da şöyle buyurdu: Cenâb-ı Hak, Mallarınız, evlatlarınız fitnedir, birer imtihan vesilesidir. diye ne doğru buyurmuştur! Bu iki çocuğa baktım; düşe kalka yürüyorlar. Sabredemedim, konuşmamı kestim, kaldırıp buraya getirdim. 5 Anam Babam Size Feda Olsun! Başka bir gün Peygamberimiz (s.a.v.) ashabıyla sohbet ederken annemden sonra annem diye iltifat ettiği Hz. Ümmü Eymen geldi. Heyecanlıydı, Ya Rasûlallah, Hasan ile Hüseyin kayboldu! Bütün aramamıza rağmen bulamadık! dedi. Peygamberimiz (s.a.v.), sahabilere, Kalkın, çocuklarımı arayın! buyurdu. Onlardan her biri bir yöne gittiler. Peygamberimiz (s.a.v.) de Hz. Selman ile gitti. Bir dağ tepesine vardıklarında Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin i gördüler. Birbirlerine sarılmış vaziyette duruyorlardı. Bir yılan da hemen yanı başlarında duruyor, ağzından kıvıl- 32 ŞUBAT 2015 somuncubaba 33

cımlar saçıyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) hemen Zehirlenerek Şehit Edilmesi koştu. Yılan uzaklaştı, bir deliğe sağalıverdi. Peygamberimiz (s.a.v.), çok sevdiği torunlarının yanına gitti, onları okşadı ve Anam babam size feda olsun! Bu size Allah ın büyük bir lütfu. buyurdu. Sonra da büyük bir sevinçle birini sağ omzuna, birini de sol omzuna aldı. Bunu gören Hz. Selman, Ne mutlu size! Bineğiniz ne güzel! dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, Binenler de güzel! Babası ise onlardan daha üstün. mukabelesinde bulundu. 6 Hz. Hasan siyaseten aktif olmadığı hâlde, onu kendilerine rakip gören bazı makam sahibi kişiler, onun varlığından rahatsızlık duyuyorlardı. Hz. Hasan, Hicret in 49. yılında (Miladi 669) bir gün yatağının yanındaki su kabının içerisine boşaltılan çok tesirli zehri bilmeden içtikten hemen sonra kıvranmaya başladı. Zehrin çok etkili olduğunu ve şifa bulamayacağını anlayan Hz. Hasan, hemen kardeşi Hz. Hüseyin i yanına çağırdı ve şu vasiyette bulundu: Ha Gayret Hasan! Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin artık iyice büyümüşlerdi. Birbirleriyle güreş tutabilecek yaşa gelmişlerdi. Peygamberimiz (s.a.v.) onları güreştiriyor, sonra da tebessüm ediyordu. Bir gün yine güreşiyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Hasan ı gayrete getiriyor, Ha gayret Hasan! Göreyim seni, yakala Hüseyin i! buyuruyordu. Hz. Ali de oradaydı. Ya Rasûlallah, sizin Hüseyin i kayırmanız gerekmez mi? Çünkü Hasan daha büyük! dedi. Peygamberimiz (s.a.v.), Ya Ali! Baksana, Cebrail de Hüseyin e Ha gayret Hüseyin, göreyim seni! diyor! buyurdu. 7 İhtiyaç Sahiplerinin İhtiyacını Hemen Giderirdi Benim anladığım kadarıyla Allah, biz ehl-i beytte nübüvvet ile hilafeti birleştirmeyecek. Ancak korkarım ki, Kûfe de bulunan insanlar içerisindeki art niyetli kişiler, seni de rahat bırakmayacaklar. Ben daha önce Ayşe den izin almıştım. Vefatımda yine ondan müsaade iste. İzin verirse beni Rasûl-ü Ekrem in yanına defnet. Amma fitne korkusu olursa Müslümanların kabirleri içinde herhangi bir yere defnediver. Hz. Hasan daha sonra çocuklarını kardeşi Hz. Hüseyin e emanet etti. Onların eğitim ve terbiyeleriyle meşgul olmasını istedi. Kardeşi kendisini zehirleyenleri öğrenmek isteyince, Bize düşen, sabır ve teslimiyettir. Kimseyi itham edemem. Suçsuz birinin benim yüzümden canının yanmasını istemem! dedi. Hz. Hüseyin, Hz. Bahar Gelecek.. Gündemi işgal etti, Besmelesiz bir güruh. Zihinleri kirletti, Milletin gönlü mecruh Riya tahta oturmuş, Samimiyet sürgünde. İnsafı sel götürmüş, Vicdansızlık düğünde. Kıblesi para olmuş, Huzurdan yana züğürt. Sine isyanla dolmuş, Nursuzdan rehber olmaz, Yol gidilmez ezbere. Zaman kararıp kalmaz, Şafak sökmek üzere, Bir gün bir kişi, Hz. Hasan a bir dilekçe uzattı. Hz. Hasan, kâğıdı okumadan hemen ona Senin ihtiyacın görülmüştür. dedi. Bunun üzerine Hz. Hasan a denildi ki: Ey Rasûlullah ın torunu! Keşke onun kâğıdına baksaydın. Sonra kâğıtta ta- Ayşe Validemizden Rasûlullah ın yanına defnedilme izni aldı. Lakin Medine Valisi Mervan bin Hakem in itirazları üzerine, sırf fitne çıkmasından diye, Hz. Hasan ısrar etmedi ve vefatından hemen sonra Baki Kabristanı na defnedildi. 9 Almaz nasihat, öğüt. Çekirdeği bozdular, Her şeyin cılkı çıktı. Nesilleri çözdüler, Kendi özüne eğil, Şahit olsun tarihler. Artık kılıçla değil, Tekbirlerle fetihler. lep ettiği miktara göre cevap verseydin. Bunun üzerine Hz. Hasan, şöyle cevap verdi: Onun huzurumdaki duruşunun mahcubiyetinden (sıkıntısından) dolayı dilekçesini okuyuncaya kadar bekletirsem Allah, benden sual sorar. Böylece Hz. Hasan, muhtacı gereksiz yere bekletmenin doğru olmayacağına ve yardım etmede acele davranmak gerektiğine inanarak, şu hadis-i şerifin mesajına uygun olarak hareket etmiştir: Muhakkak ki her şeyin bir meyvesi vardır. İyiliğin meyvesi de iyilik görecek kişiyi bekletmemek ve hemen ihtiyacını görmektir. 8 Dipnot * Prof. Dr. Ali SEYYAR 1 İbni Esir, Üsdü l-gàbe Fi Marifeti s-sahabe, C. II; Mısır 1328, s. 10. 2 Döğen, Şaban, Sahabe-i Kiram: Örnek İnsanlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2003, s. 303. 3 Müslim, Fezâilü s-sahâbe, s. 56. 4 İbni Esir, Üsdü l-gàbe, C. V, s. 523. 5 Tirmizî, Menâkıb, s. 31. 6 Kandehlevi, M. Yusuf, Hayatü s Sahabe, C. II; (Terc. Ahmet Meylani), Hikmet Neşriyat, İstanbul t.y., s. 493. 7 İbni Hacer, el-isabe, s. 332. 8 Gazali, İhya-i Ulum id-din; (Terc.: Ali Arslan); C. I.-IV, Merve Yayın, İstanbul t.y., s. 545 ve s. 542. 9 Bozgeyik, Burhan, Meşhurların Son Anları, Türday Yayınları, İstanbul 1993, ss. 139-142; ss. 168-170. Tükettikçe acıktı. Dünya öyle küçüldü, Köyler bile tozuttu. Akraba, komşu öldü! Yasını baykuş tuttu. Neydi biz i öğüten? Fitne kapıyı açtı. Yalnızlık, hüzün tüten, Çorbanın tadı kaçtı. Çağı heyecan sardı, İman, ilim, ter gerek. Zulüm nereye vardı? Kalplere sefer gerek. Ey Müslüman çocuğu, Bu ufuklar sana dar! Sensin gül tomurcuğu, Bahar gelecek bahar Servet Yüksel 34 ŞUBAT 2015 somuncubaba 35