HALKLARIN ZAMANI M. Cihat ÇOBAN OĞLU (Şahin DOĞU) Roman 1
Basım Yeri: Ronahi Matbaası Basım Tarihi: Ağustos 2005 2
Her şeye rağmen... 3
4 Halkların Zamanı
... Yüreğinde herkese yer aç, öyle ki sevgin sevgileri büyütsün Zerdeşte Kal 5
6 Halkların Zamanı
İÇİNDEKİLER Bir yol hikayesi...9 Başka bir dünya...37 Firari aşkların zamanı...92 Adnanın konağı...125 Sınırlar aşılırken...139 Yürek çağrısı...209 Yarasalar sarmış heryanı baykuşlar tünemiş...218 Beni red edennefretimde boğulur...239 Bizim gerçeğimiz ateşin hikayesidir...245 Umudun yolcuları...281 Çember...343 Ve Güneşe koşarken...355 7
8 Halkların Zamanı
BİR YOL HİKAYESİ Aracın sarsıntılı hareketlerinden dolayı uyandı. Otobüs gecenin karanlığında kıvrılmış sırtında görünüp kaybolan beneklerin bulunduğu yılan misali yolda ilerliyordu. Aracın farları karanlığı delercesine yolun geceye kalmış kısmını uyandırırcasına aydınlatıyor, hızla yol alıyordu. Otobüsün içi kırmızı loş ışıklarla aydınlık bırakılmıştı. Yüzler bulanık ve sisliydi. Kimisi belirsizliklere, kimisi hasretliklere, kimisi umursamazcasına uykuya, kimisi de sigaralarını ciğerlerini patlatırcasına yarılayarak düşüncelere farların güçlü ışıklarında inleyen karanlığa dalmışlardı. Meltem içi içine sığmamacasına heyecan doluydu. Sabırsızca soluklandı. Arabanın uğultulu sesi dışında otobüs sessiz ve sakindi. Yan tarafında saçları önden dökük, başı eğik, çenesi göğsüne yaslı aracın sarsıntılarıyla sarsılan babasının pırıltılı sesi vardı. Meltem sabahın alaca şafağına bir an önce kavuşmak istercesine küçük kol saatini havaya, loş ışığın altına, başının üstüne kaldırarak baktı. Şafağa daha dört saat vardı. Işık ve yol hızla ilerliyordu. Kızarmış yanağını eline dayadı ve cam tarafına döndü. Siyah bir perde çekilmiş gibiydi pencereye. Gözleriyle gökyüzünü taradı. Belli belirsiz birkaç pırıltı orada unutulmuş gibi asılı kalmıştı. Soluğu camı buğulandırdı. Eliyle buğulanan camı sildi. Gözü kendi siluetinin camdaki yansımasına takıldı. Yanlarından gelip geçen arabaların belirip kaybolan ışıkları, geride bıraktığı yaşamın fotoğraflarının flaşları beyninde belirip hızla akmasına neden olmuştu. Babasının canını dişine takarak kendisini annesiz büyütmeye çalışması, okul yıllarının zorlu süreçleri, acı-tatlı arkadaşlık hatıraları ve gelinen yer... Görüntüler cama çarpıp buğulanan cam kadar yakın ve taze. Bir el uzatımı kadar. Ne de çabuk gelip geçti, oysa bitmeyecekmiş gibiydi diye içinden geçirdi. Kalbi hızla atmaya başladı. İyisi kötüsüyle her şey geride kalmıştı. Yeni bir yaşam başlıyordu artık. Yeni bir sayfa. Her şeyi ben le başlayan bir yaşam. İçi içine sığmıyordu. Yüzü dalgalandı. Doğruldu, ön tarafa doğru başını uzattı. Dün akşamdan beri 9
yoldaydılar. Ve bu saniyeden sonra gece ağır otobüs ise yavaş ilerliyordu. Derinden bir iç çekti. İçinden bir an önce bitse de başlasam dedi kendi kendine. Kendi ayakları üzerinde yürüyebilmek, kendini çevreleyen çitleri parçalayıp özgür olabilmek, babaya çevreye, kimseye bağımlı olmadan yaşamak, hele bir de bu saatten sonra maddi olarak yardım edebilmek dedi. Sevinci, mutluluğu kabına sığmayarak taşmak üzereydi. Gözleri, belirsizlikleri adım adım, aşarak yol alan otobüsün ışıklarının yansımasına takıldı. Asfaltın şeritleri akıp geçiyordu. Zaman gibi, mekan gibi ve bilinmeyene yolculuklar, sürprizler, hayaller, umutlara açılan kapılar gibi. Hafif sarsıntılı araba ninni söyler gibiydi. Ağırlaşan göz kapaklarına engel olamadan, uykunun kanatlarına kapılmıştı. Koltuğa gömülürken korku ve heyecan bir demet gül olup yanaklarında donup kalmıştı. Meltem... Meltem kalk sabah oldu kızım diyen babasının gür sesiyle uyandı. Evde iken sabahları uykuda uyandıran, okula zamanında gitmesini sağlayan bu ses, sanki otobüsün içinde değil de halen evde okula yetişme telaşıyla uyandı. Bir an otobüsün içinde olduğunu fark etti. Başını yasladığı kolu uyuşmuştu. Eliyle kolunu ovdu. Kendisini tebessümle izleyen babasına utangaç bir bakış fırlattı. Bak gün doğdu, yolumuz da az kaldı. dedi fazla alçak olmayan bir sesle. Meltem uyku mahmurluğunu halen üzerinde atamamıştı. Hafifçe şoför mahalinin camından ileriye baktı. Gök yüzünde kendisini göstermeye başlayan hafif aydınlık giderek kızıllaşan bir turuncuya bıraktı. Turuncu, mavi mor birleşimi tamamlayarak altın bir renge dönüştü. Ve ışık tüm berraklığıyla yeryüzüne akıyordu. Ne kadar güzel bir görüntü dedi içinden Meltem. Babasına bakarak gülümsemişti. Uzun yolculuklara çıkmadığından gülümsemesi esnemeyle kesildi. Babası iyi uyuya bildin mi dedi. Hıı... Hııı diyerek başıyla onayladı Meltem. Hızla yol alan otobüsün her iki tarafında da dümdüz bir ova uzanıyordu. Hasadı kaldırılmış tarlalardaki anızlar ya yakılmış ya da kirli sarı bir görüntü ortaya çıkarmıştı. Kiremit rengi toprak sürülmeyi bekliyordu. Çok geniş bir ova değil mi dedi. Babasıyla Meltem göz göze gelmişlerdi. Gururla karışık bir burukluk yüzünde belirivermişti babasının. Kızıyla konuşmak istiyordu ama nereden başlayacağının şaşkınlığı vardı üstünde. Hafif bir tonda yeni bir yaşama başlıyorsun, heyecanlı mısın dedi. 10
Yeni bir sınava giriyormuş gibi dedi Meltem. Babasının içinden geçenleri hissedercesine söylemişti. Tuhaf bir heyecan, korku ve kaygıyla gün doğumuna takılmıştı gözleri. Kendine iyi bak emi, gözüm arkada kalmasın dedi. Sesi yumuşamış yüzü çocuksu bir hal almıştı babasının. Haydi baba ağlatacaksın beni... dedikten sonra bir an sessizlik oldu aralarında. Otobüsteki yolcuların bir çoğu uyanmış günün ilk ışıklarıyla gidecekleri yerin heyecanını yaşıyorlardı. Kimisi yola dalıp gitmişti, kimisi sevinçli, kimisi belirsizliklerin bitiş noktasına varmanın telaşını yaşıyordu. Seninle gurur duyuyorum dedi Meltem in babası fısıltıyla. Ben de... dedi ve ekledi; çalışıp didinip okutup büyüttüğün için. Meltem daha sözünü bitirmeden babası araya girmişti. Sanki bir daha görüşmeyecekmişiz gibi konuşuyoruz değil mi? dedi hüzünlü bir sesle. Yapma baba... hep görüşeceğiz. Ama ayrılan benim, işe başlayan benim, sen kaygılanma dedi Meltem. Babası kızına sarıldı. Sarı dağınık saçlarına utangaç bir öpücük kondurdu. Ne bileyim işte. Bu yaban ellerde yapayalnız kalmandan... bu kez Meltem sözün arasına girmişti. Ne olacak ki. Ne bileyim işte baba yüreği Yapma baba sonunda beni ağlatacaksın dedi, bulutlanmış gözlerle babasının kırmızıya çalan yüzüne bakarak. Neyse, neyse gittiğimiz yerde senin gibi tek başına buralara gelmiş bayan öğretmenle ev tutar kalırsınız dedi. Yolun akışına bakarak düşünceli düşünceli söylemişti bunları. Meltem in belli belirsiz sesi merak etme diye çıkmıştı. Ve ekledi; daha önceleri buralara gelmemiştim. Tanımıyorum buraları bir an duraladı. Allahın en ücra köşesine tayinimin çıkması gerekmiyordu... başka bir yer olsaydı... mesela İzmir, Antalya gibi yani. Bir şey olmaz baba, meraklanma dedi. Biraz kendini toparladı. Düşünceleri ateş gibi yanan yüreğinde annesinin yokluğuna gidivermişti. Olsaydı da o da bu günleri görseydi der gibi pencereden akıp giden platoya, tepelik yerlere daldı. Babası kesik kesik cümlelerle bir şeyleri hatırlatmak istercesine O... O... Okan iyi bir çocuktu dedi, biraz tereddüt dolu bir sesle. Baba sadece arkadaşımdı. Hem öyle ciddi bir ilişkimiz de olmadı. Kastettiğin evlilikse benim için çok erken dedi. Sesi biraz sinirlice çıkmıştı. 11
12 Halkların Zamanı Ama bir de mürüvvetini görseydim. Gam yemezdim ya dedi derin bir iç çekerek. Meltem konuyu değiştirmek için Haydi haydi beni ima ederek kendine yer açmaya çalışıyorsun. Böylelikle sohbeti farklı bir yöne çekmeye çalışıyordu Meltem. Babası biraz şaşırarak o nasıl şey öyle dedi. Baba benim de ayrılmamla birlikte yalnız başına kalacaksın. Uygun bir hayat arkadaşı senin için de iyi olur. Kısa bir sessizlik anından sonra Meltem tekrar söze devam etti. Annemin yeri zaten doldurulamaz ama sen de biliyorsun ki yaşam devam ediyor. Derken iri damlalar pencere tarafına çevrilmiş göz bebeklerinden alev alev yanan yanaklarını sıyırıp aktı. Kendi gerçekliklerine tekrar geri dönmüşlerdi. Meltem camdan dışarıya doğru dalıp giderken babası da önüne bakarak düşüncelere dalıp gitmişti. Karısı fabrika tezgahında kaza sonucu yaşamını yitirdiği günden beri kızıyla birlikte yalnızdılar. Annesinin yokluğunu yaşatmamaya çalışmıştı. Ama ne o ne de kızı annesinin yokluğunu uzunca yıllar atamamıştı. Ya şimdi... şimdi hepten yalnız kalacaktı. Bir boşluktan sarkan sarkaç gibi yalnız ve bir başına. Bu düşünce bir ateş gibi yüreğini yaktı. Kendine tekrar tekrar hep yalnız kalmak dedi. Bir an kızaran gözlerini silerek ona doğru gülümsemeye çalışan Meltem in masmavi gözlerinin içindeki dalgalı neme gözü çarptı. Kendisi de yüreğinde kabarmaları yaşıyordu. Meltemin ilk doğduğu günü kendisine bu ismi verirken ki sevinçli günleri gözlerinde akıp geçti. Meltem babasına dönerek Söz ver bana tamam mı? dedi hafif tebessümle. Kesik hırıltılı bir sesle tamam dedi babası. Hayatın akışı ikisini de farklı yönlere sevk etmişti. Yaşam kavgası devam ediyordu. Ama gittikçe içe büzülen yalnızlaşan iki insan. Kentin keşmekeşinden insan kalabalıklarından gürültülerden, beton yığınlarından, onca kalabalığın içinde yalnızlığı hep tecrit gibi kalan komşunun komşudan habersiz, arkadaşın arkadaştan uzaklığı, ailenin gittikçe kendi içinde yalnızlaşmasını iliklerine kadar yaşamışlardı. Hep başka diyarları hayal etmiş, düşler kurmuştu. Bu yaşamın keşmekeşi insanı gittikçe içinde yutup bitiren değersizleştiren karmaşasına inat kendi başına düşler kurmuştu. Nasıl? Ne şekilde? Hep bu soruları tekrarlamıştı kendi kendine Meltem. İşte şimdi onun umuduyla yola bakıyordu. Dalıp dalıp gidiş ondandı. Koridorun kenarında hemen yanlarındaki koltukta başında siyah beyaz puşisi, uzamış kır sakalı, kırış kırış yüzüyle yaşlı bir adam babasının tarafına dönerek.
Yolculuk nereye dedi. Fazla bozuk olmayan bir Türkçe ile söylemiş gülümsüyordu. Urfa ya dedi Meltem in babası elini koltuğun kenarına koymuş, tıraşlı yüzünü avucunun içine dayamıştı. Bir adama bir de gittikçe daralıyormuş izlenimi uyandıran yola bakarak söylemişti. Hayırdır dedi yaşlı adam. Yan gözlerle pencere tarafına dönmüş sarı tel tel perçemi yüzünü örtmüş Meltem e baktıktan sonra tekrar yaşlı adama dönerek hayırdır hayır dedi ve göz ucuyla Meltem i işaret ederek Kızım dedi hafif tebessümle. Bu yıl okulunu bitirdi Urfa da öğretmenlik yapacak Daha önce Urfa ya gelmiş miydiniz? dedi yaşlı adam. Duymuştum ama gelip görmek nasip olmamıştı. Kısmet işte. İlk kez kızımla birlikte geliyoruz. İçindeki garip terredütleri atabilecek birkaç şey duymak ister gibi adama baktı Meltem in babası. Adam yüzünü yoldan ayırmayarak, gözlerini yola dikerek düşünceli düşünceli güzeldir Urfa dedi. Siz de Urfa ya mı gidiyorsunuz, oralı mısınız dedi alel acele. Amed e... Diyarbakır a dedi sözünü düzeltmek ister gibi. Meltem in babası merakla. Amed Diyarbakır ın ilçesi mi dedi. Adam bir şeylerin ezikliğini hissedercesine yüzünü asmıştı. Kısaca Diyarbakır a gidiyorum dedi. Yüzünün rengi solmuştu. Yaşlı adamın bu hali Meltem in babasının dikkatini çekmişti. İçinden tekin bir adam değil dedi kendi kendine. Yaşlı adam ise çenesini eline dayamış yola dalıp gitmişti. Yanında da siyah çarşaflı yaşlı bir kadın oturmaktaydı. Bir an adam dönerek kendisine bakmakta olan Meltemin babasıyla göz göze geldi. İçinden geçen tereddüttü anlamış gibiydi. Kısık bir sesle derdimiz büyük dedi. Ve ekledi. isminiz neydi, nereden geliyorsunuz diyerek sohbeti yolun akışıyla devam ettirmek istedi yaşlı adam. Meltem in babası bir an şaşakaldı. Rasim dedi. İstanbul dan geliyoruz. Kendisi de farkında olmadan vermiş olduğu cevaba şaşırmıştı. Yolun kenarındaki tabela gözüne kısa bir an çarptı. Otobüs hızla ilerlemekteydi. Ve yaşlı adama dönerek ne kadar yolumuz kaldı dedi. Adam düşünceli düşünceli sizin az bizim daha var dedi. Hıımm dedi. Sıkılmış, sohbeti kesmek ister gibi yüzünü başka yöne çevirdi Rasim. İlgisizce hatta biraz da tiksintiyle etrafına baktı. İçindeki kuşkular onu kemirmeye başlamıştı. adam tekin değil deli mi ne! Neden sonra kendi konuşmasına içindeki kaygılarına cevap aramak ister gibi adama dönerek şakilerin, 13
14 Halkların Zamanı anarşistlerin, teröristlerin olduğu söyleniyor, doğru mu? Var mı? koltuğundan biraz sarkarak yaşlı adama sokulmak ister gibi fazla kısık olmayan bir sesle söylemişti. Yaşlı adamın yüzünde beliren değişikliği fark etmemiş gibi olduğu söyleniyor diyerek sorusunu tekrarladı. Bilmiyorum, söyleniyor dedi yaşlı adam. Yüzü gerilmiş, belli belirsiz kırlaşmış kaşları, kırış kırış olmuş alnında çatallaşmıştı. Kısa bir an ve sessizlikten sonra varsa yolumuzun üstüne çıkarlar, biz de siz de daha iyi görmüş oluruz dedi. Sesi pürüzlenmişti yaşlı adamın. Kalbinin çarpıntıları nabzını yükseltti. Yüzü kızıllaşmıştı Rasim in endişeli bakışlarını kızından saklamak istercesine elinin tersiyle alnından biriken ter damlalarını sildi. İlgiyle kendisini izleyen Meltem umursamazcasına kısa bir bakışı yaşlı adama ve daha sonra babasına attı. Babasının buluttan nem kapan yersiz telaşlarını biliyordu. İçindeki ruh halini iyi tanıyordu. Rasim kızına dönerek başını hafiften eğmiş kısık bir sesle adamın durumu hiç iyi değil dedi. Baba abartmıyor musun? dedi. Ne abartması... yaşlısının durumu buysa genci nicedir... derken Meltem babasını rahatlatmak ister gibi biraz büyütüyorsun dedi. Sen duymadın mı söylediklerini, birazdan görecekmişiz dedi hiddetlenerek. Meltem babasının içindeki tereddütleri gidermek için sözün gelişidir baba, o seni tanımıyor sen de adamı tanımıyorsun dedi. Rasim tedirginliğini kızına bulaştırmamak için içinden geçenleri söylemedi. Ama Meltem in rahat olması fazla önemsememesi biraz da olsa ona da rahatlık vermişti. Muavinin telaşlı telaşlı koridordan geçmesi yolcuların uğultulu sesi Meltem ve babasını şoför mahalline doğru bakmaya itmişti. Uzak bir mesafeden yolun ortasında DUR ihtarının yazıldığı tabela ve onun gerisinde yolun iki tarafında askeri arabalara benzeyen arabalar, polislerin yanar döner lambaları gözerine çarptı. Karşı taraftan gelen arabalar gelip geçiyordu. Kendi şeritlerindekiler ise durduruluyordu. Rasim istemeye istemeye yaşlı adama ne oluyor diye sordu. Adam kısaca arama var dedi. İhbar var herhalde dedi Rasim. Cevap almak ister gibi bir kızına bir de yaşlı adama baktı. Adam kestirmek ister gibi bilemiyorum ama hep var dedi. Meltem söze atılarak yani normal bir arama değil mi? dedi. Rasim şaşkın gözlerle bir
Meltem e bir de yaşlı adama baktı. Bir an bekledi. Yaşlı adam usulca öyle de denilebilir dedi. Meltem in gözlerinde üniversite kampüsüne girerken bekleşen polisleri ve arama yapan kadın polisleri hatırladı. Hiç eksilmemiş, gittikçe olağanlaşmıştı bu kimlik ve üst aramaları. Böylesi aramalara benzemese de gözü alışıktı bu uygulamalara. Rasim bir şeyleri korumak ister gibi Eee gerekiyor tabii... ipi var, ipsizi var değil mi? diyerek tekrardan bir kızına bir de cevap vermesi için yaşlı adama kaydı gözleri. Yaşlı adam donuk bakışlarla Rasim i kısa bir an sözdü. Ve aramanın yapılacağı yere doğru hızı gittikçe yavaşlayan arabanın ön tarafına baktı. Muavinin titrek sesi koridorda yankılandı. herkes kimliklerini hazırlasın dedi ve araba durdu. Sivil giyimli uzun namlulu silahları ve el telsizleriyle her iki kapıdan öfkeli yüzler içeri girdi. Öfkeli bir bağırışla herkes aşağıya diye ön taraftan eli cihazlı bıyığının uçları çenesine doğru sarkan ince zayıf adam söylemişti. Öfkeli ve sinirli görünüyordu. Normal gibi görünen arama bu ses tonuyla Meltem in korkuyla karışık heyecanlanmasına neden olmuştu. Küçük el çantasından görev ve hüviyet cüzdanını çıkardı titrek ellerini gizlemek istercesine. Yolun her iki yanı sivil resmi polis araçlarıyla donatılmış gibiydi. Şoför de dahil herkes inmişti. Kimlikler muavin tarafından aramanın yapıldığı yerin hemen yanında askeri arabanın içinde oturmuş gözleriyle otobüsün kenarına dizilmiş insanları delici, kuşku dolu bakışlarla süzen sivil giyimli polislere verildi. Bir an sonra görev kağıdı babasının ve kendisinin hüviyet cüzdanları arabadaki adam tarafından getirilip Meltem ve babasına verilmişti. Tamam siz arabaya binebilirsiniz dedi adam. Rasim kızının solgun bakışlarıyla karşılaştı. Bir an heyecanını gizleyemeden bir asker edasıyla sağ ol komutanım dedi Rasim. Yılışık ve yapmacık bir edayla söyleyivermişti polise. Otobüsten indirilen yolcuların elleri ve ayakları açık yüzleri otobüsün kaportasına çevrilmiş, aramalar için polislerin gelmesini bekler gibi durmuşlardı. Kadınların kimisi çarşaflı kimisi mantolu, kimisi tülbentli başlarıyla solgun bakışlarla olanları izliyor. Ve kadın polisler tarafından aranıyorlardı. Meltem ve babası boş otobüsün içinde yerlerinde oturmuşlardı. Meltem olanları olabildiğince görmeye çalışıyor. Rasim ise sahte bir rahatlama havasını kendisinde yaratmaya çalışarak kızına sanki bir şeylerde haklılığını ispat etmek ister gibi Eee gerekli tabii değil mi? derken sözünü bitirmemişti ki aramanın yapıldığı yerden bağırtı küfürler ve tartaklama sesleri duyuluyordu. Meltem ve babası bu seslerle donup kalmışlardı. Rasim geçmiş yıllarda gençliğinde solcuların ardına takıldığından dolayı zaman zaman 15
polislerin eline düşmüştü. 12 Eylül darbesiyle de yıllar önce bıraktığı solcu olma sevdasından temelden vazgeçti. Çünkü birkaç gün gözaltına alındığında yaşadığı zorlu sıkıntılı eziyet dolu günleri gözlerinin önünde şimşek gibi akıp gidiyordu. Meltem etrafını sorgular gibi bakındı. Rasim in solgun yüzüne yeniden renk geldiğini içi rahatlayarak gördü. Ama kendisi tepeden tırnağa titreme esintisine kapılmıştı. Ağır bir o kadar da çok kısa bir sessizlik aralarında oldu. Yolcuların aramaları devam ediyordu. Rasim kızına doğru eğilerek kısık bir sesle,. terbiye şart dedi. Eskiden solculuk yaptım neler başıma gelmedi ki, tövbeler tövbesi dedi. İçinden geçenleri fısıltıyla ağzından dökerken. Buradaki insanlar devletle başa çıkabileceklerini sanıyorlar devletle savaşan kaybeder, biz yaptık da ne oldu... Meltem onu duymuyor gibiydi. Aşağıdan gelen küfür ve tokat seslerine kulak kabartmıştı. Yanlarından gelip geçen arabalara dalgın gözlerle bakıyordu. Rasim tekrar ona dönerek kendinden hoşnut bir edayla sen de çocukları devlete millete itaat ettireceksin, onları bu yönlü terbiye ettireceksin işte dedi ve ekledi öğretmen ıslahı, terbiyeyi başta tohumlayandır sakın unutma dedi. Bir şeyleri unutmuş da alelacele yetiştirmesi gerekiyormuş gibi söylemişti bunları. Yolcular tek tek içeri gelmeye başlamışlardı. Kimisi ayaklarını yerden sürüklüyor, kimisinin saçı başı dağınık yüzleri solgun ve öfkeli, ağır bir sessizlik ortamı içerisinde yerlerine geçip oturmuşlardı. Araba yola koyulduğunda polislerin delici bakışları halen otobüsün ve yolcuların üzerindeydi. Yan koltukta oturan yaşlı adam ve kadın diğer yolculardan farksız suratlarındaki tüm kas ve damar kıvrımları alabildiğince açığa çıkmış ve gerilmişti. Rasim göz ucuyla yaşlı adama baktı. Adam kıpırtısızdı. Kaskatı kesilmiş bir noktaya kenetlenmişti. Kendi kendine bir şeyler söylüyor gibiydi. Gerekli miydi bu kadar diye sürdürürken kendinden hoşnut Rasim sözü böldü. Gerekli... gerekli sen bilmezsin bunları dedi. Kendinden emin ve kasılarak konuşmuştu. Yaşlı adam da Rasim e kısa ama anlamlı bir bakış fırlattı ve tekrar önüne bakarak düşüncelere daldı. Şehrin görüntüsü dalga dalga büyürken otobüsün içindeki hareketlilik artmaya, sessizliğin yerini inmek için eşyalarını toparlayan, hazırlık yapan yolcuların telaşına bırakmıştı kendini. Meltem heyecanla babasına bakarak. Urfa değil mi? dedi. Hım, Hıımm işte geldik dedi. Güzelce bir lokantaya gidip hem dinlenir hem karnımızı doyururuz. Öğlene doğru da Milli Eğitim in 16
yolunu tutarız dedi gülerek Meltem e. Meltem hafif zorlu bir tebessümle karşıladı babasının sözlerini. Milli Eğitim müdür muavininin odasında muavin Rasim le konuşuyordu. Valla beyefendi ben bilmem dedi kesin bir dille. Rasim bir Melteme bir de muavine şaşkın şaşkın bakarak ama nasıl olur Ankara da bize urfa demişlerdi. Muavin Rasim in sözünü keserek doğru Urfa demişler ama bir de ilçeleri var beyefendi dedi. Rasim hiddetlenerek bir de ilçelerimi, bir yanlışlık olmasın Yok beyefendi bakın şu defterde kalın defteri Rasim e göstererek a işte Meltem hanımın ismi ne yapacağını şaşırır şekilde muavine bakarak görüyorum da dedi Rasim. Muavin yine kesin bir dille yapacak bir şey yok merkezi sistem beyefendi diyerek başından savmaya çalıştı Rasim i. Rasim halen ısrarlıydı. Valiye gitsek diyerek bir çözüm yolu aramaya çalışıyordu. Yetkili değişen bir şey olmaz dedi. Suratını asmıştı. Nasıl değişen bir şey olmaz koskoca vali dedi Rasim. Beyefendi bunlar yukardan belirlenmiş kimsenin yapabileceği bir şey yok diyerek Rasim in konuşmasına fırsat bırakmadan ne yapacağını bilememenin tedirginliği içerisinde konuşmalarını izleyen Meltem e dönerek Hoca hanım zaten geç kalmışsınız bir an önce ilçeye ulaşmalı göreve başlama tebliğini almalısınız. Yoksa hakkınız yanabilir dedi. Üstü kapalı tehdit savurur gibi konuşmuştu muavin. Meltem muavinin itiraz kabul etmeyen emredici sesinden yapacak bir şeyin olmadığını anlamıştı ve babasına dönerek haydi gidelim baba dedi. Rasim ve Meltem istemeye istemeye tokalaşmak zorunda kalmışlardı. Rasim ama diyecekti ki Meltem in yüz ifadesi onu engellemişti. Dışarı çıktıklarında Rasim sinirli sinirli ya burası bambaşka bir dünya dedi kendini tutamayarak. Meltem babasına dönerek yarı buruk bir edayla istersen sen İstanbul a dönebilirsin dedi. olur mu şehre razı olmazken bir de ilçe Allah bilir daha... Rasim sözünün ardını getirmeden başını iki tarafa sallaya sallaya ilerliyordu. Meltem yumuşak, ısrarlı bir şekilde babasının sinirli haline karşılık baba ben kendi başıma gidebilirim sen git. Zaten işinden aldığın izin süresi de az kaldı dedi. Olmaz olmaz seninle geleyim ne olur ne olmaz dedi Rasim. Baba ben çocuk değilim artık erişkin bir kadınım, kendim de işlerimi halledebilirim. Artık şehrin işlek kalabalık caddelerine doğru yürümeye başlamışlardı. Rasim de hem söyleniyor hem de kızıyla konuşuyordu. hayır birlikte gideriz. Benim içim iyice rahatlar ondan sonra dönerim dedi Rasim. Sen dön zaten yoruldun ben işimi halleder göreve 17
başlar sana haber veririm beni merak etme, muavin bize ilçe arabalarının kalktığı yeri de tarif etmişti. Bulur tek başıma da giderim dedi. Babasını ikna etmek istercesine ısrarlı söylemişti sözlerini Meltem. Rasim çıktıkları caddede de akıp geçen arabaları geniş kaldırımlardan gelip geçen insanlara aldırmadan kendi kendine el kol hareketleriyle söyleniyordu. O kadar sinirliydi ki başını bazen farkında olmadan iki yana hızla sallıyordu. Birden durdu. Meltem arkasından yürüdüğü için o da yerinde aniden durmak zorunda kaldı. Kızgın kızgın etrafına bakınarak Allah bilir bu kırolar daha neler başımıza getirecekler dedi. Meltem gülerek babasının koluna girdi ve gel... onca şey duyduğumuz bu şehri birkaç saat de olsa gezelim görelim biraz rahatlarsın dedi. Ve sözlerini sürdürdü yürümeye başladıklarında garaja girerken gördüğümüz kaleyi ve üstünde dikmelerin olduğu yere gidelim. Balıklı gölü görelim dedi. Yaşamı akışına bırakarak ardından sürükler gibi babasıyla yürümeye başlamışlardı. Hep bir şeylerle bu sıkıntılı saatleri gidermek ister gibi bak... baba gülerek trafik lambalarının ışığında otomobillerle birlikte bir de at arabaları durmuş ne ilginç değil mi? diyerek gülüyor, Rasim i de güldürmeye çalışıyordu. İstanbul da pek nadir gördüğü şeyler burada olağan bir yaşamın parçalarıydı. İnsanlar ve şehir tarihi tablolardan fışkırmış gibiydi. Peçeli, çarşaflı kadınlar, at arabaları, yüz yıllık binalar, konaklar, kervansaraylar ve hanlar. Sık sık selamlaşan insanlar, içten, nükteli, kinayeli konuşmalar ve dışarıya kaldırıma taşan iskemlelerde oturan çaylarını sakin sakin içen insanların anlamlı çevreyi süzmeleri. Bütün görüntüler bir tablonun tarihi parçalarıydı. bu çarşı yüzyıllardır aynı canlılıkta işliyor biliyor musun baba dedi, kervansarayın labirent gibi kemerli sokağına girerken. Bir yandan halı kilim diğer yandan bakır işlemeciliği ve göz nuruyla süslemelerinin yapılışları. Sarafların incelikli işlemeleri, kalaycıların kesif kokulu dükkanları, eyvanların içindeki çay bahçeleri, kuşların şarkı söyler gibi uçuşları, eski eşyaların alınıp satıldığı sergilendiği geniş avlular. İç içe geçmiş dükkanları ilgiyle izledikten sonra güney kapısından çıkarlarken bakır işlemeli küçük bir duvar tepsisini gördü. Benden hatıra olsun sana baba diyerek donuk gözlerle bakan babasının yanından hızla küçük kemerli dükkana girdi. Üzerinde Hz. İbrahim in atıldığı dikmeleri gösteren kabartmalı Urfa hatırası diye yazan bir bakır tepsiyi aldı. Kaç para verdin bu döküntüye dedi Rasim yürümeye başladıklarında. Meltem gülerek ucuza kapattım baba dedi. 18
Kemerli sütuna doğru yürürlerken üzerinde Anzeliha parkı yazan beyaz mermerden yapılmış etrafı beyaz dökme taşlarla nakışlanmış korkuluklarla çevrilmiş balıklı göle doğru yürüyorlardı. Meltem içinden peygamberler şehri dedi. Ve her yanıyla tarihin canlılığını yansıtan yer, zamanda bir yolculuk gibi dedi. Balıklı gölün etrafında dolaşırken Nemrut un oturduğu rivayet edilen dört köşe uzun bir sütuna benzeyen evine bakarak bak İbrahim için yanıp tutuşan Nemrut un kızı Anzeliha nın kendini attığı yer. Büyük göleti eliyle göstererek burası da onun aşkının yakıcılığıyla İbrahim den sonra kendini attığı yer dedi büyük su havuzunu göstererek. İri alabalıklar içinde oynaşıyorlardı. Meltem in gösterdiği yeri dalgınlıkla ha diye karşılık veren Rasim etrafına bakınıyordu. Bak şurası da dedi Meltem elini kuzey ucunu göstererek göğe doğru yükselen bir tepenin üstündeki İbrahim in mancınıkla atıldığı işlemeli sütunları göstererek Hz. İbrahim in şu... İbrahim in atıldığı gölün önünde durarak balıkları ve berrak suyu göstererek buraya yakılmak için atılmıştı. Ateş su, odunlar kutsal balık oldu dedi. İçi içine sığmıyormuşçasına sıkıntılarını dağıtmak ister gibi Meltem in ağzı açıldıkça gözlerinin içi buğulanıyor bir ıslaklık kaplıyordu. Rasim Meltem in gösterdiği yerlere şöyle bir göz atarak hım diye cevaplıyordu. Meltem in söylediklerini dinler görünüyordu. Gezmekten yorulmuşlardı. Balıklı gölün kenarındaki çay bahçesine girdiler. Güvercinlerin sesi tatlı bir ahenk yaratıyordu. Buraya ziyarete gelen insanlar etraflarına merakla bakınarak ikişerli üçerli gezip duruyor, park da hınca hınç insan kaynıyordu. Suyun hemen kenarında korkulukların kenarındaki bir masaya götürdü onları garson. Ne içersiniz Rasim bize çay getir. Meltem e dönerek başka bir şey ister misin dedi. Meltem garsona bakarak hayır anlamında başını hafifçe salladı. İkisi de sessizleşmişti. Meltem mavi berrak suların içinde yüzen yüzlerce balığın ziyaretçilerce atılan yemlere doyumsuzca saldırmalarına sudan çıkıp yükselişlerine tekrar suya dalışlarına doyumsuzca baktı. Ve kendi kendine fısıltıyla kocaman balıklar dedi. Rasim dalıp giden kızına bakarak durgunlaştın dedi. Zoraki bir tebessümle yüzünü babasına doğru dönerek düşünüyorum dedi kısaca. Garson elinde bir tepsi üstünde bir semaver ve onunda üzerinde küçük bir porselen demlik iki bardak kesme şekerle dolu cam bir şekerlikle başka bir garsonun eşliğinde masaya doğru servis yapmaya geldi. Beriki garson gayet nazik bir şekilde malzemeleri masaya dizdikten sonra başka bir şey ister misiniz dedi. Rasim garsonun suratına bakmadan eliyle de sözlerini tamamlarcasına yok dedi. Rasim çayları doldurmaya başlamıştı. 19
20 Halkların Zamanı Meltem büyük meşe ağaçlarının altında oturan insanlara dalgın ya da sevinçli gezip dolaşanlara baktı. İçinden hepsi de gündelik yaşamın sıkıntılarından kurtulmak, yaşamlarında bir an da olsa yeni ve renkli bir şeyler katmak için vakit geçiriyorlar diye içinden geçirdi. Meltem bardağına bir kesme şekerini atarken güzel ve şirin bir yere benziyor dedi. Rasim nasırına basılmış gibi şirinliği... tövbe tövbe dedi Sert bir ses tonuyla. Beklemedikleri durumlarla karşılaşmaları Meltemi de içten içe ikircikli kılmıştı. Diğer yandan babasını iyi tanıdığından onun her şeye karşı hep bir olumsuzluk havasını estirdiğini bildiğinden yine de içindeki dalgalanmaya engel olamıyordu. İçten içe ne olacağının rahatlığından çok tedirginliği düşüncelerini kemiriyordu. Çözümsüz kalmış gibiydi. Kendi kendini sorgular gibi düşünceleriyle boğuşuyordu. Oysa her şeye hazırlanmamış mıydı. Hatta bir çok arkadaşının mecburi hizmeti doğuya olduğu için istifa edip öğretmenlik yapmaktan vazgeçtiğini görmemiş miydi. Bunları bilmiyor muydu. Beklenmedik şeylerle karşılaşacağını ummuyor muydu. Halbuki yaşamın anlamı da bu değil miydi. Hep bir akışkanlık içinde olmak, hep yeni yeni şeyleri keşfetmek, yepyeni bir yaşamda her şeye rağmen sınırları aşmak bu değil miydi hayali. Kısa ama ağır olan sessizlik anı yükselip alçalan yüreğini ve düşüncelerinin mekiğini dokumuştu Meltem in. Yüzüne yansıtmak istemese de içinden geçenler suratından esip geçiyordu. Annen vefat ettiğinde sen daha ilkokulu yeni bitirmiştin. Sevginin üzerine gölge düşmesin diye sana üvey acısı tattırtmadım... ya doğduğun gün dünyalar bizim olmamış mıydı, adını ne koyalım diye günlerce kafamızı patlatmıştık, bu güzel şirin şeye isim bulamıyorduk. Yaşamımızın anlamına isimler kifayetsiz kalıyordu. Sonra kıyıda dolaşırken denizden insanın içini rahatlatan martıların salıntısında dans ettiği kanatlarını coşturduğu, oynaşır gibi dalgalandığı bir esinti yüzümüzü yalayıp düşüncelerimize duygularımıza dokundu. Deniz martılar, ve meltem. O an senin ismine bu yakışır dedik. Annen ve ben coşkuyla bu ismi benimsedik. Ve sevgimizin meyvesine Meltem adını koyduk... pek nadir işten güçten fırsat bulup kaçamak simitli gezintilerimiz de senin ismini bulmuştuk. Annen olsaydı da şimdiki halini ve bu günleri görseydi dedi Rasim. Gözlerinin içi kızarmıştı. Saçsız alnına ter damlalarının yansımaları belirmişti. Meltem in pembemsi yanaklarında süzülen iki iri göz yaşı çenesinde donup kalmış gibiydi. Yarıya kadar dolu bardaklar öylece kala kalmıştı. Rasim ağlamaklı bir ses tonuyla şimdi bilmem hangi ilçede öğretmenlik yapacaksın eliyle etrafı göstererek burası olsaydı hadi neyse
diye bildi. Kısa bir süre göz yaşlarına hakim olamamıştı. Hafiften kızaran burnunu çekerek silen Meltem merak etme ben başımın çaresine bakarım dedi. Babasına anlamlı bakmıştı. Rasim acınası bir yüzle Meltem e bakarak benimle geri dön dedi. Meltem kısa bir an sessiz kaldı. Bir bocalamayı yaşayan babasının yanıp sönen sözleri Meltem i kendi gerçekliğine daha çok yakınlaştırmıştı. Kendini toparlayarak hayır baba dedi ve ekledi buraya kadar geldim gerisini de getirebilirim dedi. Sonra kaçamak bakışlarla çevreyi göz altından süzdü. Rasim in başı önüne şişik göbeğine doğru eğilmişti. Meltem babasına bakarak utanmış gibi etraf bizi gözetliyor kendine gel baba dedi. Rasim iniltili bir sesle başını yerden kaldırmayarak sen de o martılar gibi uçup gittin dedi. Yumuşak şefkat dolu bir sesle babasına bakarak elini yüzünü yıka ferahlarsın. Sen gelince gideceğimiz otobüs garajına doğru yürür daha ayrıntılı konuşuruz dedi. Rasim yerinden ağır aksak kalktı ve lavaboya doğru yürüdü. Parktan çıkarlarken Meltem hesabı ödedi. Ve babasının koluna girerek önlerinden akıp giden insanların içine dalar gibi cadde boyu yürüdüler. Bir süre öylece sessiz sedasız boş gözlerle çevreye baktılar. Rasim biraz kendine gelmiş gibiydi. Kızına dönerek karnında açtır, bir şeyler yiyelim dedi. Babasının teklifini ona da iyi geleceğini düşünerek güleç bir yüzle yanaklarındaki gamzeler belirgin bir şekilde büyümüş, iyi ki sordun dedi. taştan kemerli girişi ve kubbesi olan. Usta ellerin işliğinden geçen el dokuması kilimlerle duvarları süslenen, tam ortasında aynı kesme taşlarından yapılı fıskiyeli havuzu bulunan bir lokantaya girmişlerdi. Yemek büfesinin önünde durdular. Çeşitli yemeklere göz attıktan sonra Meltem buranın çiğ köftesi ve kebabı meşhur değil mi dedi babasına yanlarında bekleyen garson araya girerek bu saatlerde lokantamızda çiğ köfte bulunmaz daha çok gece servislerinde bulunur dedi gülerek. Bize iki porsiyon kebap ve salata dedi Rasim. Eyvan biçimli yere geçerlerken. Ne kadar otantik ne kadar zengin bir tarih insana huzur veriyor değil mi dedi masada babasının karşısındaki sandalyeye oturan Meltem. Rasim anlamsızca çevresine bakındıktan sonra hımım, hım dedi kesik bir sesle.. Akşam minibüs garajına doğru giderlerken, Meltem in hem midesi hem genzi yanıyordu. Rasim de hem kendi durumundan hem de kızının rahatsızlığından dolayı gürleyen bir sesle bir şeyi yenmez, yenmez bunlar yemek yemesini de bilmiyorlar dedi sesi kızgın ve öfkeliydi. insan bu kadar mı acı yapar yemekleri... 21