BEN ÖĞRETMENİM ÇOCUKLAR



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

ISBN :

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır.

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK


Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Ömer Seyfettin den Seçmeler -1

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

1) O, bu işin. Yukarıdaki cümle aşağıdakilerden hangisi ile tamamlanırsa zor bir işi başarmak anlamına gelir?

En güzel 'Anneler Günü' şiirleri

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Bir sözcüğün zihinde uyandırdığı ilk anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Bu yüzden sözlük anlamı da denir.


Ev ve apartmana dair / H.Cahit YALÇIN

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Zengin Adam, Fakir Adam

Fatma Atasever.

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ANTİKA SANDALYE

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Ben daha dokuz yaşında iken,bir gün kötü arkadaşıma kandım.mahallelerinde bulunan bir bahçeye girdik.

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

Turkiye' ye dönmeden önce üniversiteyi kazandığımı öğrenmistim. Hayatımın en mutlu haberini de orada almıştım.

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

Küçüklerin Büyük Soruları-2

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Samuel, Tanrı Çocuğu Hizmetkarı

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Anlamı. Temel Bilgiler 1

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

1. SINIF TÜRKÇE. Copyright YAZAR Ahmet KÜÇÜKAYDIN Hacer KÜÇÜKAYDIN. KAPAK TASARIMI Resul KÖSE. DİZGİ - SAYFA TASARIMI Resul KÖSE

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

Transkript:

BEN ÖĞRETMENİM ÇOCUKLAR Öğretmen Hikâyeleri Antolojisi Mustafa ÖZÇELİK ODUNPAZARI BELEDİYESİ KASIM 2007 1

BEN ÖĞRETMENİM ÇOCUKLAR Öğretmen Hikâyeleri Antolojisi Proje danışmanı: İsmail Köse Editör Mustafa Özçelik Yayın Koordinatörü Tayyib Atmaca Sayfa & Kapak Tasarım M.Sinan ÜNALDI Yapım Faktör faktoryayincilik@hotmail.com Baskı Olgun - Çelik ISBN 978-975-6881-09-5 Odunpazarı Belediyesi yayınları- 15 Kültür dizisi-11 2

İÇİNDEKİLER Sevgili Öğretmenlerimize/Burhan Sakallı v Sunu/Mustafa Özçelik vi ÖĞRETMEN HİKÂYELERİ 9 Hüseyin Cahit YALÇIN/Muallim 11 Ömer SEYFETTİN/And 19 Reşat Nuri GÜNTEKİN/Bir İstifa 26 Necip Fazıl KISAKÜREK/Öğretmen Bey 30 Sait Faik ABASIYANIK/Zemberek 33 Samet AĞAOĞLU/Öğretmen Gafur 38 Tarık BUĞRA/Gün Akşamlıdır 47 H. Latif SARIYÜCE/Çocuk ve Ekmek 54 Gülten DAYIOĞLU/Yalan Üç Ayaklıdır 58 Şevket BULUT/Eğitmen Bal Hasan 62 Sevinç ÇOKUM/Asmalı Köyün Öğretmeni 73 Sadettin KAPLAN/Aydın Öğretmen 86 Taki AKKUŞ/Küçük Nur Ali 91 Necati KANTER/Kent Okulunda İlk Gün 97 Ümit Fehmi SORGUNLU/Acılar Sevgiyle Biter 103 Reşat GÜREL/Öğretmenliğin Ölümü 109 Osman ÇEVİKSOY/Bekleyiş 112 Naci GÜMÜŞ/Öğretmenin Hikâyesi 116 A. Vahap AKBAŞ/Bu, O mu? 124 3

Necdet EKİCİ/Gül Olacaksın 129 Zafer ALTUNKOZAOĞLU/ Korkut Hoca 139 Bestami YAZGAN/Yunus Emre Olmasaydı 146 Hüzeyme Yeşim KOÇAK/Alfabe 149 İbrahim ERYİĞİT/Ardında Kalsın Acılar 156 Celaledin KURT/Hocaların Hocası 160 Tacettin ŞİMŞEK/ Kavak Yellerimiz Oyy! 164 Sırrı ER/Gurbet Kuşu 181 Nevzat CANAN/Pasta 187 Ethem BARAN/Berhudar Olasın 194 Sadık YALSIZUÇANLAR/Tahakküm 199 Fatma PEKŞEN/Peri Kızları da Sevinir 207 Duran ÇETİN/Kiralık Ev 211 Mustafa OĞUZ/Kır Çiçeği Hüznü 219 M.Nihat MALKOÇ/Gümüş İşlemeli Çaydanlığın Buğusu 223 Recep Şükrü GÜNGÖR/Okul 230 Murat SOYAK/Bir Umut 234 Mehmet HARMANCI/Döne Çiçeği 240 Himmet KARATAŞ/Yayla Çiçeği 242 Abdullah HARMANCI/Beni Almaya Gelen Bulut 246 Osman KOCA/Hasret 249 Çağrı GÜREL/Yaka 252 Yazarlar Sözlüğü 256 4

SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİMİZE; Eğitim ve öğretim sistemimizin temel taşı olan öğretmenlerimiz, birey ve toplum olarak her zaman değerlerini bilmemiz, hak ettikleri önemi vermemiz gereken saygın kişilerdir. Eğer bir toplum, öğretmenlerine bu gözle bakmazsa o toplumun bugünü sorunlu; yarını ise bütünüyle karanlık demektir. Onlar ki yeni neslin mimarıdırlar. Fedakârlık anıtıdırlar. Bilge insanlardır. Namsız, nişansız gönüllü hizmet erleridir. Hepimiz, onların bilgi ve irfanıyla yetiştik ve bugünlere geldik. Bireysel ve toplumsal aydınlanma onların sayesinde gerçekleşti. Dolayısıyla onlara karşı derin sevgi, saygı ve minnet borcumuzun yanında değerlerini bilmek ve bu bilmenin gereğini yapmak şeklinde bir görevimiz de var. Biz de Odunpazarı Belediyesi olarak, görev, yetki ve sorumluluklarımız çerçevesinde eğitim ve öğretim meselelerine karşı duyarlı davranmaya ve bu mesleği büyük bir özveriyle yürüten öğretmenlerimiz için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bu amaçla geçen son dört yılın 24 Kasım ında öğretmenlerimiz için yararlı olabileceğini düşündüğümüz eserler yayımladık ve bunları öğretmenlerimize armağan ettik. Bu yıl da yine 24 Kasım Öğretmenler Günü ne bir katkı niyetiyle Öğretmen konulu hikayelerin yer aldığı bu antolojiyi öğretmenlerimize mütevazı bir armağan olarak sunmak istiyoruz. Şüphesiz ki, öğretmenlerimize karşı borcumuzu ödemek için bu tür çalışmalar yeterli değil. Millet olarak, devlet olarak onlar için çok kapsamlı çalışmalar yapmak durumundayız. Çünkü onlar için ne yapsak azdır. Bu vesileyle bütün öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü nü içtenlikle kutluyor, çalışma hayatlarında başarı ve esenlikler diliyorum. En içten sevgi ve saygılarımla Burhan SAKALLI ODUNPAZARI Belediye Başkanı 5

SUNU Ben öğretmenim çocuklar Unuttuğunuz yüzleriniz bende Gülüşleriniz, gözleriniz Dolaştığınız bahçelerde kalan İzleriniz bende 6 Coşkun ERTEPINAR Söze bir şiirle, Coşkun Ertepınar ın mısralarıyla başladık ama bu çalışmamız bir öykü antolojisi...kuşkusuz, kitabın içeriğini de öyküler oluşturuyor Kahramanları, öğretmenler, öğrenciler, veliler kısacası eğitimin bütün unsurları olan öyküler Ama asıl kahramanlar ise her zaman öğretmenler... Biliyoruz ki, bu öyküleri hangi yazar yazarsa yazsın, onların asıl oluşturucusu bizzat öğretmenlerdir. Bu yüzden her öğretmeni binlerce öykünün-onları hangi yazar kaleme alırsa alsın- gerçek yazarları olarak görmek gerekir. Edebiyatımızda öğretmen Türk Edebiyatında öğretmen teması/konusu en çok şiirlerde işlenmiştir. Fakat roman ve hikâyelerde de bu konuya oldukça geniş bir biçimde yer verilmiştir. Bilhassa Cumhuriyet döneminde öğretmen tipi pek çok eserin ana konusudur. Çünkü yeni bir devlet kurulmuş, bu devletin temel felsefesinin yeni kuşaklara öğretilmesi ve benimsetilmesi meselesi en önemli konu olarak görülmüştür. Mesela konu ile ilgili fazla hikâyesi olmasa bile romanlarıyla öğretmen karakterini sıkça işleyen bir yazar olarak Reşat Nuri bu konuda aklımıza gelen ilk isimdir. Onun özellikle Çalıkuşu romanı öğretmen konulu eserler arasında tam anlamıyla bir klasik olmuştur. Reşat Nuri, başlıca kahramanları öğretmenler olan Çalıkuşu, Yeşil Gece, Kan Davası ve Acımak isimli dört roman yazmış ve kimi hikâyelerinde de bu konuya değinmiştir. Reşat Nuri gibi daha pek çok yazarımız da öğretmen konusunu işleyen roman ve hikâyeler yazmışlardır. Reşat Nuri, konu ile alakalı eserlerinde öğretmen tipinin nasıl anlatılması konusunda da bir örneklik de teşkil etmiştir. Buna göre sonraki zaman-

larda yazılan eserlerde de öğretmenler, Reşat Nuri nin eserlerinde olduğu gibi hep idealist, fedakâr ve mücadeleci kişilikleri canlandırmışlardır. Dolayısıyla öğretmen tipi, idealize edilmiş bir tiptir. Ve bunlar genellikle de ilkokul öğretmenleridir. Durumun böyle olmasında az önce belirttiğimiz hususun yani yeni devletin felsefesinin genç kuşaklara benimsetilmesi amacı ön plandadır. Fakat sonraki dönemlerde branş öğretmenleri de hikaye kahramanları arasına girmiştir. Bu eserlere genel olarak baktığımızda öğretmeni genellikle köyde görürüz. Köyler, bilhassa cumhuriyetin ilk yıllarında bilgisizliğin, geri kalmışlığın sorunlarını yaşayan merkezlerdir. Öğretmen köye gelir ve buraya bilgi adına, uygarlık adına yeni değerler aşılamaya çalışır. Bu uğurda karşısına sorunlar çıkar. Öğretmen bunlarla yılmadan mücadele eder ve genellikle başarılı olur. Şehirdeki öğretmenler de aşağı yukarı bu kapsam içerisinde ele alınır. Fakat, burada daha gerçekçi anlatımlar da yer alır. Öğretmen salt değerler aşılamakla kalmaz, ülkenin başta eğitim olmak üzere her türlü sorunuyla ilgilenen bir tipe dönüşür. Yine öğretmenin kişisel hayatı, ailevi sorunları, geçim zorlukları gibi meseleler de şehirli öğretmen tipinin anlatıldığı metinlerde ana konulara dönüşür. Ayrıca idealist tasvirler yanında öğretmen insan yönüyle de ele alınır. Çıkmazları, bunalımları da işlenir. Biz bu çalışmada işte bu gerçek kahramanların gerçek hikâyelerinden bir bölümü sunuyoruz. Amacımız, 24 Kasım Öğretmenler Günü nde öğretmenlerimize kendi hikâyelerini anlatan bir kitap sunabilmektir. Bunu yaparken bilhassa şu hususa belirtmeden geçemeyeceğiz. Öğretmen, biraz önce söylediğimiz sebeplerden dolayı bizde haklı olarak hep idealist, vefakâr ve fedakâr bir karakter olarak algılanmıştır. Bu algılama tabi ki yanlış değildir; ama öğretmen de sonuçta bir insandır. Onun da sorunları vardır. Her insan gibi o da hayatı boyunca geçim sıkıntısı çeker, idealleriyle gerçekler arasındaki çelişkileri yaşamak zorunda kalır. Sever, sevilir. Yaşadığı şartlardan bunalır. Biz, işte bu sebeple, seçtiğimiz hikâyelerde öğretmen kavramını sadece idealist boyutuyla değil bütün yönleriyle vermek istedik. Bu yüzden hikâyelerde yer alan kimi öğretmen tiplemelerinin mesela Gafur öğretmen hikâyesin- 7

de olduğu gibi-yadırganmaması gerektiğini düşünüyoruz. Biliyoruz ki, öğretmenlerimiz günümüzde çok zor şartlarda hizmet veriyorlar... Öyleyse onlara ilişkin her olayı bütün gerçekliğiyle sunmak objektif yaklaşımın bir gereği sayılmalıdır. Öğretmen yazarlar Öğretmen hikâyelerini kimler yazar? Doğrusu bu hikâyeleri derlerken dikkatimizi bu husus da çekti ve gördük ki bu tür hikâyelerin gerçek kahramanları nasıl öğretmenler ise yazarlarının çoğu da bizzat öğretmenlerdir. Bu yüzden edebiyatımızda öğretmen kökenli çokça yazar yetişmiştir. Bu durumun edebiyatımız açısından bir kazanç olduğunu da burada vurgulamak gerekiyor. Bu antolojide otuz beşi öğretmen olan kırk bir yazarımıza ait kırk bir hikâye yer alıyor. Bunlardan bir kısmı aramızdan ayrılan yazarlara ait metinler Diğerleri, yaşayan yazarlarından bizzat talep edildi. Onlar da bu talebimizi kırmayarak bu çalışmaya katkı sağladılar. Onların bu katkıları olmasaydı böyle bir çalışma ortaya çıkmayacaktı. Kendilerine çok teşekkür ediyoruz. Bir teşekkür borcumuz da Odunpazarı Belediye başkanı sayın Burhan Sakallı Bey e..göreve geldiği günden bu yana eğitim sorunlarına karşı duyarlı davranan başkanımız her 24 Kasım da bu özel günün anısına tüm öğretmenlerimize armağan edilmek üzere kitaplar hazırlattı. Bu kitap da bu projenin bir parçası olarak sunulmaktadır. Bu çalışmaya hikâyeciliğimizin önemli isimlerinden 1874 doğumlu Hüseyin Cahit Yalçın la başladık. 1976 doğumlu Çağrı Gürel le bitirdik. Böylece öğretmen karakterinin bir buçuk asrı bulan serüvenine ışık tutmaya çalıştık. Çalışmamızın faydalı sonuçlara yol açmasını dilerken, tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü nü içtenlikle kutluyor, kendilerine başarılarla dolu nice hizmet yılları temenni ediyoruz. Mustafa ÖZÇELİK Kasım, 2007, Eskişehir 8

BEN ÖĞRETMENİM ÇOCUKLAR Öğretmen Hikâyeleri 9

10

Hüseyin Cahit YALÇIN d.1874-balıkesir MUALLİM Bir taraftan kendisi tahsilini tamamlamak ile meşgul iken, ihtiyaç onu diğer bir tarafta çalışmaya mecbur kılıyordu. Orta halli bir aileye mensup idi. Lise tahsilini bitirip de yüksek okula başladığı zaman, çocukluğundan beri babasının omuzlarında gittikçe ağırlaşan bir yük halinde devam eden hayatını hiç olmazsa kısmen kazanmayı bir mecburiyet olarak hissetmişti. Devam ettiği derslerin, okuduğu kitapların kalbine, düşüncesine verdiği terbiye onu, pederinin parası ile olsa bile, kendisi çalışmayarak meydana gelen bir ekmeği yerken ruhunda acı bir küçülme hissi duyacak kadar utanma duygusuna sevk etmişti. Kendi gayretinin ötesinde, bağışlanmış bir yardımı elde etme neticesi olarak vücuda geldiğini gördüğü başarılar, refahlar ona kendisine derin bir tiksinme ile beraber ani bir öfkelenme, şiddetli bir düşmanlık verirdi. Hayatın gerçekleri de henüz genç kalbinin, vicdanının doğruya olan meyli ile uyuşmak isteyen muhakemesi bu garipliklerin varlığını kabul edemiyordu. Bunlar hep himayeye muhtaç bir takım yasallığın olağan dışı bir surette uğradığı sektelerden ibaret idi ki bunları, ah, hep ortadan kaldırmak isterdi. O vakit derin bir özlemle içini çekerek, gelecek günlerin düşüncesiyle ümidini okşayan hayaller içinde batar gider, düşünceden düşünceye geçerdi. Bir gün, çalışabilmek, ailesine, kendi kendisine faydalı olmak için iyi bir fırsat doğmuştu. Vilâyetlerin birinde çiftlikleri bulunan bir kişi, adada geçirmeye başladığı muhteşem hayatın hiç şüphesiz gereğinden sayıldığı, konuşma 11

arasında övünmeye benzer bir vesile teşkil edeceği için çocuklarına bir muallim istiyordu. Namuslu bir şekilde çalışarak ihtiyaçlarının temini için ortaya çıkan bu vesileyi ihmal edemezdi; sevinçle kabul etmişti. İşte iki aydan beri haftada üç gün muntazaman adaya gidip geliyordu. Muallimlik etmeğe karar verdiği zaman, bunu yerine getirirken bir zorlukla karşılaşacağını aklına getirmemişti. Fakat daha ilk günden kalbi, iki yüzlü bir düşman gibi gizli gizli gösterdiği etkiden, hafif bir yara almıştı. Adada gideceği köşkü kendisine ta'rif etmişlerdi. Gidip, "İstenilen muallim benim" demekte hiç sıkılacak bir şey görmüyordu. Sıkıntılı, sıcak bir havada ada iskelesine çıkmıştı. Bu andan itibaren yüreğinde bir eziklik hissetmeğe başlamıştı. Yürüdükçe daha ziyade utanılacak bir harekette bulunuyor gibi sıkılıyordu. Helecan içinde çıngırağı çekerken kapının hiç açılmamasını istiyor, kaçıp dönmek arzularına kapılmamak için kendini zorluyordu. Kendisini kâhya gibi bir adam ilgisiz bir şekilde kabul etmişti. Muallim olduğunu bir iki defa tekrar edilen sual neticesinde anladıktan sonra bir oda göstererek: Peki, demişti, şuraya buyurunuz. Bir kabahatli gibi utanarak, bütün arzularının, doğal olan gururunun keskin iğneleri üzerinde vakit geçiriyormuş gibi bu odada yalnızca beklediği saati unutamazdı. Öncelikle, soğuk bir çekinme ile bir iskemlenin köşesine ilişerek etrafına bakmadan bir hayli kalmıştı. Her geçen saniye nefsinin gururunu yaralıyor, burada bir yabancı odada ne beklediğini, buraya niçin geldiğini düşünmek kendisine pek alçaltıcı, pek haysiyet kırıcı bir işi kabul etmiş olmak acısını hissettiriyordu. Hâlbuki o bunda, hiç sıkılacak, utanılacak bir şey görmemiş, vazifeyi büyük bir memnuniyet ile kabul edebileceğini daha sonra para alacağını ve dünyada bu paradan daha başka vicdanını rahatlatacak hiç bir parayı harcayamayacağını düşünmüştü. 12

Gerçekler bundan ibaret iken şimdi budalaca, aldatıcı bir nefis kibirlenmesine kapılmak kendisi gibi hayatını hiç kimseye, hiç bir bayağılaşmaya düşmeden namusuyla kazanmak emelinde bulunan bir gence yakışır mı idi? İşte bunları düşünerek, bu muhakemeleri tekrar ede ede hissiyatını mağlup etmek, kendine cesaret vermek isteyerek üzerindeki ağır yükü bir dereceye kadar atabilmiş, etrafına bakmıştı. Oda oldukça kıymetli eşya ile döşenmişti. Fakat her şey, asil bir zevkin yokluğuna, yalnız servetin çokluğuna delalet edecek surette seçilmişti. Hiç şüphesiz kendisi de buraya böyle rastgele alınan şu iskemle gibi rastgele getirilmişti; kendisi de bu odada bir süs idi. Canları sıkıldığı vakit şu levhayı buradan kaldırıp atıvermek onlarca nasıl önemsiz ise kendisine: Haydi, al hakkını, artık git! demek de o kadar önemsiz, o kadar kolay idi. Ve hakikaten o da bu davranışa boynunu ezik bir şekilde bükerek gidecekti. Niçin başka bir adam kendisine böyle bir muamele edebilecekti? O adam bu ayrıcalığı, bu üstünlüğü ne ile kazanıyor, bu hakka nasıl, niçin sahip oluyordu? Bir güzelliğin, inceliğin mevcut olmaması ile uzlaşan bu üstünlük şimdi onun kalbini sıkıyor, kabarma arzusu, ne olduğunu belirli bir surette bilmediği bir şeyi yıkma, yok etme hırsı veriyordu. Bir aralık odaya bir uşak girmiş, yemek isteyip istemediğini sormuştu. Zaten eve girerken bir odadan çatal bıçak seslerini işitmişti. Kendisini burada unutmuşlar da şimdi hatırlıyorlardı, merhameten önüne bir kaç türlü yemek atacaklardı, değil mi? Kısık bir sesle: İstemem, dedi, yemiştim... O gün ilk dersi böyle aç bir halde verdi. Okutacağı talebeleri on üç, on dört yaşlarında iki erkek çocuk idi. Bunlardan hoşlanmamak için hiç bir sebep yoktu. Çocuklar ilk defa gördükleri hocalarına karşı uyumlu davranıyorlar, zekâlarını ispat edecek surette sözler söylüyorlardı. Okuyacakları derslerin programını yaptılar, ilk günü boş geçirmemiş olmak için biraz imlâ yazdılar. 13

İlk dersi verip çıktığı zaman ezici bir azaptan kurtulmuş gibi derin bir nefes almıştı. İlk aldığı darbenin etkisini yavaş yavaş kaybediyor, üzerine sebebi belirsiz hüzünlü bir düşünce çöküyordu. Vapurda kendi derslerinin sınavına çalışmak için yanına almış olduğu kitabını okuyamadı. Kolunu vapurun kenarına dayayarak boynu bükük bir şekilde suları yarıp ilerlemeğe çalışan eski vapurun etrafında sıçraşan, oynaşan, dalgalanan denize bakarak, sonsuz, sebepsiz ve belirsiz düşünceler içinde iken geri dönmüş, hayatın gerçekleri ile ilk defa böyle yüz yüze gelişi onun tecrübesiz hayatını derinden sarsmıştı. Bununla birlikte bütün gücünü toplayarak muallimlik hayatını devam ettirmekten vazgeçmedi. Sabahleyin erkence kalkar, kendi sınavı için biraz çalıştıktan sonra not defterlerini alarak vapura yetişirdi. Burada, iki saate yakın bir yolculuk esnasında derslerine çalışmak isteyerek, bazen bunda da başarılı olamayarak güzel bir vakit geçirirdi. Artık bu düzenli seyahate alışmış, yolcular içinde bazı çehreleri ezberlemişti. Bunların arasında soluk çehresiyle, nazik, sevimli, genç bir musiki muallimesi vardır ki her defasında mutlaka onu da vapurda görür, akşam vapurunda da ona tesadüf ederdi. Daha böyle hayatlarını daimi bir çalışma ile kazanmağa mecbur olan bir kaç çehre vardı. Onlarla da uzaktan bir münasebet kurmuş, kendisine benzeyen bu hayat mahkûmlarına karşı uzaktan, kalbinde bir merhamet duygusu ve muhabbet ayırmıştı. Fakat bunların içinde bilhassa soluk çehresiyle, yüzündeki ince sızlatıcı çizgileriyle dikkat çeken ve zarif bir güzellik arz eden musiki muallimesine merhamet dolu bir ilgi besliyordu. Onun arkasında her vakit lacivert bir etek ile açık renk bir ceket görünce bazan tesadüf ettiği özenle yapılmış tuvaletleri hatırlar, eğer bir üstünlük noktası aramak lâzım gelirse bu narin, nazik bir çiçek gibi gençliğinin bütün tazeliği ile ruhları ışıklandıran musiki muallimesi en üstün olması lâzım gelirken o böyle eski bir etek ile gezdiği halde öte tarafta bir çok kadınların ne bu güzelliğe, ne böyle bir musiki yeteneğine, ne bu kadar ağırbaşlılık ve dürüstlüğe sahip olmadıkları halde refah ve servet içinde 14

boğulmalarını bir türlü kabul edemezdi. Burada düzeltilmeye muhtaç bir haksızlık noktası ve hakkı elinden alınmış bir kişi söz konusu idi. Sonra bu düşünceler onu kendi hayatını göz önüne getirmeye sevk e- derdi. Daha bir ay olmadan bıkmış, ümitsiz olmağa başlamıştı. İlk derslerde çocuklara mümkün olduğu kadar çok ayrıntı vermek, birçok şeyler öğretmek isteğinde idi. Fakat bir iki defada, ne esaslı, ne güçlü tembeller karşısında bulunduğunu anlamıştı. İşte böyle düzeltilmesi mümkün olmayan, şiddetli bir sarsılış gibi bütün dehşetiyle duran iki tembellik ile boğuşmağa mecburiyet onu yoruyor, ümidini kırıyordu. O sıcak havalarda, rüzgâr almayan odada, yüksek, geçim sıkıntısından uzak bulunan herkesin, uyku ile, istirahat ile vakit geçirdikleri bir saatte zihnine çöken yorgunluğu silkerek iki tembelin fikrine gramer kurallarını, tarihi olayları, memleketlerin bulundukları yerleri sokmağa uğraşmak, buna mecbur olmak ona ıstırap veriyor ve bunun mecburiyetini hissetmek ruhunda yaralar açıyordu. Bir aralık, öğrencilerinin tembelliğini yenmek için ilmin, fennin lüzumundan, hayat için ne kadar gerekli olduğundan bahsetmek istemişti. Fakat babalarının serveti karşısında her türlü ihtiyacın doymuşluğunu belli eden çocukların öyle dinleyişleri vardı ki yüzlerine karşı, adanın bütün o süslü, muhteşem köşklerine karşı bağırmak hırsının kalbinde kabardığını hissederek kendisini tutmak için susmağa mecbur olmuştu. Düşündüğünü, hissettiğini söyleyememeğe böyle mecbur olmak da onun için ayrı bir ıstırap kaynağı idi. Bu durumdan dolayı karamsar olduğu zaman; ben gereğinden fazla önemsiyorum düşüncesiyle kendisini haklı çıkarmaya, avutmaya çalışırdı. Fakat ufak bir şey, hiç yoktan kendisinin şüpheye düşürdüğü bir bencilliğin, sevdiği bir hal olduğu, gerçek duygularını şiddetle ikaz eder, onu yeniden acılara, elemlere düşürürdü. Nefsine bu acı gelen haller arasında aylık almayı en fena dereceye düşmüş olarak görüyordu. İlk ay bittiği zaman o derse kalbinin çırpınışı ile gitmiş, odada yalnız bulunduğu vakit kâhyanın masa üzerine: 15

Size lâyık değilse de... Kusura bakmayınız, önsözüyle ve nezaketiyle bıraktığı liralara dokunmağa cesaret edemeden bir müddet uzaktan bakmıştı. Çalışarak, yorularak, birçok defa vicdanının reddedişini yenerek hak ettiği bu paralara dokunursa eli yanacak gibi bir ürküntü hissine kapılıyordu. Fakat o küçük sarılar uzaktan bile gözlerini, ruhunu yakıyordu. Niçin bu adamlar kendisine bu parayı verebiliyorlardı? Niçin kendisi bu adamlardan -bu adamlardan ki kendisinden üstün olmalarını gerçekten gösterecek ne fazla bir ilme, ne fazla bir erdeme, ne daha soylu bir zevke sahip idiler- işte bu adamlardan, böyle bir kâhya elinden bu parayı almağa mecbur bulunuyordu? Bu ürküntüler, bu düşünceler kendisi ile öğrencileri arasında dolmaz bir mesafe bırakıyordu. Daima çekingen durur, derslerini verir, ilişkiyi kuvvetlendirmeye yol açmayacak, istediğini gösterecek şekilde öteden beriden pek az bahseder, vakti gelince ayrılırdı. Fakat çocuklar bir akşam kendisini zorlayarak alıkoymak istediler. Mehtap da vardı, gece gezerlerdi. O kadar ısrar ettiler ki bu teklifi kabul etmemek için hiç geçerli bir sebep göremeyerek, gerçekte hiç bir kabahati bulunmayan çocukları kırmak istemeyerek onlara eşlik eyledi. Akşamüzeri birlikte sokağa çıktılar. Şimdiye kadar hiç beraber gezmemişlerdi. Biraz yürüyünce o gece onlarla kalmayı uygun gördüğü için çok pişman oldu. Onların yanında, sıkı bir dostluk bağıyla bağlı olmadan, samimi bir hava estirmeden bir muallim sıfatıyla gezmeği sığıntılık sayıyor, feryat etmek isteyen haysiyeti, gururu üzerinde yürüyor gibi her adım attıkça bir azap duyuyordu. Çocukların kendisine karşı gösterdikleri saygıda bile bu acı duyguyu şiddetlendirecek bir koruma, güya bir üstün gelme kokusu fark ediyordu. Çocuklar araba tutup tur yapmak istiyorlardı. O mümkün olduğu kadar az minnet altında kalmış olmak için: Yayan dolaşalım, dedi, daha iyi eğleniriz. Bu teklifine çifte bir hayret nidası geldi: Arabasız, dediler, hiç gezilir mi? 16

Şu kötü niyetle söylemediklerine emin olduğu sözlerinin ezici işaretini fark etmeyen öğrencilerine gamlı ve anlamlı bir nazarla baktı. Evet çocuklar, arabasız da gezilirdi. Hem hayatta araba ile gezebilenler bundan mahrum olanlara oranla pek az idi. Ah, bu sizin arabalarınızın camlarında nasıl bir aldatılmışlık büyüsü vardı ki pencereden baktığınız zaman size, geçerken savurduğunuz tozlar arasında yuvarlanan, beygirlerinize sarf ettiğiniz paraları bile bulamayan bir bir kesim muhtaç sınıfı hiç göstermiyordu; hayatta yalnız kendinizi görüyor, yalnız kendinizi düşünüyorsunuz! Bu acı düşüncelere dalarak hiç itiraz etmeden arabaya bindi. Rahat bir şosenin üzerinde süratle gidiyorlardı. Her tarafta arabalar, zengin tuvaletler, şenlik eserleri görülüyordu. Zevklerin gafleti içinde, gurubun aldatıcı güzelliği altında, ufkun karanlık bir tarafında ağlar gibi duran kanlı lekeleri fark etmeden hep eğleniyorlardı. Akşamın hafif serinliği, çamların keskin kokuları herkesi okşuyor, arabaların gürültüsü düşünceyi uyuşturuyordu. Yemek için köşke dönecekleri zaman, ne düşündüğünü bilmeyecek bir halde derin bir bezginliğin, hüznün derinliğinde belirsiz düşüncelere dalmıştı. Öğrencileri yemek için kadınlara için ayrılan yere gittiler. Kendisi odada yalnız kaldı. Daha gazı yakmamışlardı; karanlıktı. Panjuru iterek pencerenin önüne oturdu. Akşamın gamlı sessizliği altında bütün varlık, derin bir yorgunluk geçiriyor gibi güçsüz bir düşüncede idi. Deniz koyu bir örtü gibi yayılarak Heybeli'nin eteklerinde sahilin karanlık rengiyle birbirine karışıyordu. Bu pencere önünde yapayalnız vakit geçirdikçe bütün etrafındaki karanlıktan damla damla siyah bir yağmurun bütün benliğine dolduğunu hissediyordu. Ve burada bu yabancı çevre içinde kendi yabancılığını, kendi kısmetsizliğini düşünüyordu. Şimdi ona da yemek getirmişlerdi. Fakat içeride neşeli seslere karışık çatal bıçak gürültülerini işite işite o yemeğini burada yapayalnız yemeğe, lokmalarını yutarken boğulmamak için büyük çaba göstermeğe mecbur idi. Ve sanki her şey, karşısında bir 17

karşı konum ile duruyor zannettiği uşaktan, bu odanın ilgisiz duvarlarına, bu yalnızlığa, bu muhteşem hayatlara dönüp dolaşılan yollara, çamlara, denizlere varıncaya kadar her şey onun yoksul hayatını, nasipsiz yaşantısını bir kusur, bir utanılacak şey gibi yüzüne çarpıyordu. O gece iskele başındaki gazinoda akıp giden zamanı, sonra mehtapta araba ile yaptıkları gezintiyi bir rüya içinde gibi geçirmişti. O gece bir türlü uyuyamadı. Meçhul bir rahatsızlık kendisini boğuyor gibiydi. Nihayet kalkmağa mecbur oldu; odada sıcaktan bunalıyordu. Bahçeye çıkarak ay ışığı altında parlayan denize karşı oturdu. Burada saatlerce kaldı. Düşünceleri arasında bir an oldu ki yorgunluğun, uykusuzluğun etkisiyle kendisini kaybetmiş gibi oldu. Akşamki, geceki gezinti şimdi zihninde garip akisler uyandırarak canlanıyordu. Bütün ada bir garip renge boyanıyor, yollardan özenle yapılmış, görkemli arabalar içinde kıymetli madenler, taşlar akıyordu. Bütün çamlar, köşkler benlik satan bir heykel halinde gökyüzüne doğru yükseliyor, bu altın, bu servet suyunun ortasında birçok insanlar kaynaşıp duruyorlardı. Nihayet ufkun, şu karanlık gibi duran noktasından kırmızı bir duman kalkarak gittikçe büyüyor, yayılarak bunların üzerini örtüyordu. O vakit bu süslü âlem ve zevke düşkünlük bu kanlı rengin altında örtülü kalarak boğuk haykırışlar işitiliyor, derin bir deprem etrafı sarsarak her şeyi birbirine çarparken cehennemi bir kaynayış içinde boğuk sesler meydana geliyor, sonra her şey siyah bir yok oluş perdesi altında tükenip ve perişan inlerken, yavaş yavaş bu büyük âlemin pislik ve vefasızlığı altından yeni bir âlem meydana gelmeğe başlıyordu. Ve şimdi bu yeni âlemin bir mutluluk müjdesi gibi gülümseyen güneşi, doğu tarafının yaldızlı, renk renk bulutların altından bütün cihana sonsuz bir ışık ve ümit yayıyordu. 18

Ömer SEYFETTİN d.1884-gönen AND Ben Gönen de doğdum. Yirmi yıldan beri görmediğim bu kasaba hayalimde artık seraplaştı. Birçok yerleri unutulan eski, uzak bir rüya gibi oldu. O zaman genç bir yüzbaşı olan babamla her vakit önünden geçtiğimiz Çarşı Camii ni, karşısındaki küçük, harap şadırvanı, içinde binlerce kestane tomurcuğu yüzen nehirciği, bizim yıkanmaya gittiğimiz sıcak sulu hamamın derin havuzunu şimdi hatırlamaya çalışırım. Fakat beyaz bir unutulmuşluk dumanı önüme yığılır. Renkleri siler, şekilleri kaybeder Pek uzun gurbetlerden sonra vatanına dönen bir adam, doğduğu yerin ufkunu koyu bir sis altında bulup da sevdiği şeyleri uzaktan bir an evvel göremediği için nasıl üzüntülü olursa, ben de tıpkı böyle bir meraka, sabırsızlığa benzer bir elem duyarım. O, her akşam sürülerle mandaların, ineklerin geçtiği tozlu, taşsız yollar, yosunlu, siyah kiremitli çatılar, yıkılacakmış gibi duran büyük duvarlar, küçük ahşap köprüler, nihayetsiz tarlalar, alçak çitler hep duman içinde erir Yalnız evimizle okulu gözümün önüne getirebilirim. * Büyük bir bahçe Ortasında köşk tarzında yapılmış bembeyaz bir ev Sağ köşesinde her vakit oturduğumuz beyaz perdeli oda Sabahları annem beni bir bebek gibi pencerenin kenarını oturtur, dersimi tekrar 19

ettirir, sütümü içirirdi. Bu pencereden görünen avlunun öbür tarafındaki büyük toprak rengindeki binanın camsız, kapaksız tek bir penceresi vardı. Bu siyah delik beni çok korkuturdu. Yemeklerimizi pişiren, çamaşırlarımızı yıkayan, tahtalarımızı silen, babamın atına yem veren, av köpeklerine bakan hizmetçimiz Abil Ana nın her gece anlattığı korkunç hikâyelerdeki ayıyı, bu karanlık pencerede görür gibi olurdum. Bu korku ile rüya dinlemek, tabir etmek merakında olan zavallı anneme, her sabah ayılı rüyalar uydurur, iri kuzgun bir ayının beni kapıp dağa götürdüğünü, ormandaki inine kapadığını, kollarımı bağladığını, burnumu, dudaklarımı yediğini sonra Bayramiç yolundaki su değirmeninin çarkına attığını söyler, ona birçok: Hayırdır inşallah Dedirtirdim O, rüyalarımı tabir ederek benim büyük bir adam, büyük bir bey, büyük bir paşa olacağımı, bana kimsenin fenalık yapamayacağını garanti ettikçe, yalan söylediğimi unutur, ne kadar sevinirdim! * Nasıl sokaklardan, kiminle giderdim? Bilmiyorum Okul, bir katlı, duvarları badanasız idi. Kapıdan girince üstü kapalı bir avlu vardı. Daha ilerisinde küçük, ağaçsız bir bahçe Bahçenin sonunda ayakyolu, gayet kocaman abdest fıçısı Erkek çocuklarla kızlar karmakarışık otururlar, beraber okur, beraber oynarlardı. Büyük Hoca dediğimiz kınalı, az saçlı, kambur, uzun boylu ihtiyar, bunak bir kadındı. Mavi gözleri pek sert parlar, gaga gibi eğri, sarı burnuyla, tüyleri dökülmüş, hain, hasta bir çaylağa benzerdi. Küçük Hoca erkekti. Büyük Hoca nın oğlu idi. Çocuklar ondan hiç korkmazlardı. Galiba biraz aptalca idi. Ben arkadaki rahlelerde Büyük Hoca nın en uzun sopasını uzatamadığı bir yerde otururdum. Kızlar, belki saçlarımın açık sarı olmasından bana hep Ak Bey derlerdi. Erkek çocukların büyücekleri ya ismimi söyler yahut Yüzbaşı oğlu diye çağırırlardı. Sınıf kapısının açılmayan kanadında sallanan geldi-gitti levhası yassı, cansız bir yüz gibi bizlere bakar, kalın duvarların tavana 20

yakın dar pencerelerinden giren donuk bir aydınlık durmadan bağıran, haykırarak okuyan çocukların susmaz, keskin çığlıklarıyla sanki daha çok ağırlaşır, bulanırdı Okulda yalnız bir çeşit ceza vardı: Dayak Büyük kabahatliler, hatta kızlar bile falakaya yatarlardı. Falakadan korkmayan, titremeyen yoktu. Küçük kabahatlilerin cezası ise ölçüsüz tartısız idi. Küçük Hoca nın ağır tokadı Büyük Hoca nın uzun sopası Ki rast geldiği kafayı mutlaka şişirirdi. Ben hiç dayak yememiştim. Belki iltimas ediyorlardı. Yalnız bir defa Büyük Hoca kuru, kemikten elleriyle yalan söylediğim için sol kulağımı çekmişti. O kadar hızlı çekmişti ki ertesi gün bile yanıyordu. Kıpkırmızı idi. Hâlbuki kabahatim yoktu. Doğru söylemiştim. Bahçedeki abdest fıçısının musluğu koparılmıştı. Büyük Hoca bu kabahati yapanı arıyordu. Bu mavi cepkenli, kırmızı kuşaklı, hasta, zayıf bir çocuktu. Haber verdim. Falakaya konacaktı. İnkâr etti. Sonra diğer bir çocuk çıktı. Kendi kopardığını, onun kabahati olmadığını söyledi. Yere yattı. Bağıra bağıra sopaları yedi. O vakit Büyük Hoca: Niçin yalan söylüyorsun, bu zavallıya iftira ediyorsun? diye kulağıma yapıştı. Yüzünü buruşturarak darıldı. * Ağladım. Ağladım. Çünkü yalan söylemiyordum. Evet, musluğu koparırken gözümle görmüştüm. Akşam tatilinde dayağı yiyen çocuğu tuttum: Niçin beni yalancı çıkardın, dedim, musluğu sen koparmamıştın. Ben koparmıştım. Hayır, sen koparmamıştın. Öbür çocuğun kopardığını ben gözümle gördüm. Israr edemedi. Yüzüme baktı. Bir an öyle durdu. Eğer hocaya söylemeyeceğime yemin edersem, saklamayacaktı. Anlatacaktı. Ben hemen yemin ettim. Merak ediyordum. 21

Musluğu Ali koparmıştı, dedi, ben de biliyordum. Ama o çok zayıf, hem hastadır. Görüyorsun, falakaya dayanamaz. Belki ölür, daha yataktan yeni kalktı. Ama sen niçin onun yerine dayak yedin? Niçin olacak. Biz onunla and içmişiz. O bugün hasta, ben iyi, kuvvetliyim. Onu kurtardım işte. Pek güzel anlamadım. Tekrar sordum: And ne? Bilmiyor musun? Bilmiyorum. O vakit güldü. Benden uzaklaşarak cevap verdi: Biz birbirimizin kanlarını içeriz. Buna and içmek derler. And i- çenler kan kardeşi olurlar. Birbirlerine ölünceye kadar yardım ederler, imdada koşarlar. Sonra dikkat ettim, okulda birçok çocuklar birbirleriyle and içmişlerdi. Kan kardeşi idiler. Hatta bazı kızlar bile kendi aralarında and içmişlerdi. Bir gün bu yeni öğrendiğim âdetin nasıl yapıldığını da gördüm. Yine arka rahlelerde idi. Küçük Hoca abdest almak için dışarı çıkmıştı. Büyük Hoca arkasını bize çevirmiş, yavaş yavaş bir sümüklü böcek kadar ağır, namazını kılıyordu. İki çocuk tahta sapı bir çakı ile kollarını çizdiler. Çıkan büyük, kırmızı damlayı kolları üzerinde bu çizgiye sürdüler. Kanlarını karıştırdılar. Sonra birbirlerinin kollarını emdiler. And içerek kan kardeşi olmak Bu, beni düşündürmeye başladı. Şayet benim de kan kardeşim olsa idi hocaya kulağımı çektirmeyecek, ihtimal falakaya yatacağım zaman beni kurtaracaktı. Koca okulun içinde kendimi yapayalnız, arkadaşsız, sahipsiz zannediyordum. Anneme fikrimi, her çocuk gibi birisiyle and içmek istediğimi söyledim. Andı tarif ettim. Razı olmadı: Öyle münasebetsizler istemem. Sakın yapma ha diye tembih etti. Fakat ben dinlemedim. Aklıma and içmeyi koymuştum. Fakat kiminle? Bir tesadüf, beklenilmeyen bir kaza bana kan kardeşimi kazandırdı. 22