KÖR NOKTA Ayşegül Ural 1973 yılında Gelibolu da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümünü bitirdi. Öylüleri Notos, Kitap-lık, Dünyanın Öyküsü ve Sarnıç Öykü dergilerinde yayımlandı. Öykü: İyi Pazarlar, İyi Pazartesiler (Aylak Adam Yayınları, 2013)
AYŞEGÜL URAL Kör Nokta Öykü
CİNİUS YAYINLARI Babıali Caddesi, No. 14 Cağaloğlu - İstanbul Tel: (212) 5283314 (212) 5277982 http://www.ciniusyayinlari.com iletisim@ciniusyayinlari.com Ayşegül Ural KÖR NOKTA BASKI TARİHİ: Ocak, 2015 ISBN 978-605-323-178-3 Baskı ve cilt: Cinius Sosyal Matbaası Çatalçeşme Sokak No:1/1 Eminönü, İstanbul Tel: (212) 528 33 14 Sertifika No: 12640 AYŞEGÜL URAL, 2015 CİNİUS YAYINLARI, 2015 Tüm hakları saklıdır. Bu yayının hiçbir bölümü yazarın yazılı ön izni olmaksızın, herhangi bir şekilde yeniden üretilemez, basılı ya da dijital yollarla çoğaltılamaz. Kısa alıntılarda mutlaka kaynak belirtilmelidir. Printed in Türkiye
İÇINDEKILER Tuhaf Kompozisyon 6 Kör Nokta 23 Tek Gidiş 37 Mola 46 Bu dakika satırlar canlanıyor 54 Gelibolu Sahtesi 60 Bir Öğle Arası 66 Diş Perisi 74 Yalan 88 Elma dediğimde 92 Kuşlar 96 A.ğıt 101 Çamurkâr 104 Bahar Pastanesi 114 Bir Bilmece 125
TUHAF KOMPOZISYON Bu ay Serdar la yedinci ayımızdı. Cenk le tanışalı ise yalnızca iki gün oldu. Onları pansiyonun bahçesine girerken gördüğümde havlumu almış denize iniyordum. Öğleüstü sanki bir önceki gün kaldığı yerden devam ediyordu. Deniz pürüzsüz, buna rağmen kimsesizdi. Odalarında bunaltıcı sıcağın kırılmasını bekleyenler yine odalarındaydı. Geniş tentelerin altında oturmuş gazetelerde okunmadık bir köşe arayanlar gazeteleri tarıyor, plajda uyuklayanlar plajda uyukluyordu. Bahçedeki televizyon dolabının önünde duran üç tekerlekli bisiklet, masalardaki değiştirilmemiş küllükler, günler önce gizemli bir şekilde kıyıya vuran kum torbası, benzese benzese yılanın arkasında bıraktığı buruşuk gömleğe benzeyen bulut bile aynı yerdeydi. Balkonda oturmaktan sıkılmıştım. Kendimi hemen serin suya atacak, bir zaman sudan çıkmayacak, çıktıktan sonra kıpırtısızca oturup yorgunluğun tadını çıkaracak, sonra da kitabımı okuyacaktım. Serdar cuma akşamı beş buçuk deniz otobüsüyle geleceğini söylemişti. Yemek için onu bekleyecektim. İki yaşlarında bir çocuğu Serdar ın yanında görüp de Cenk olduğunu bilmemek kuşkusuz mümkün de- 6
ğildi, bir yandan da çocuğun yüzlerce fotoğrafını görmüştüm, yani, gözümün önünde gökten inse onu tanımamam nasıl mümkün olabilirdi. Kızgın bakışı, tatlı kahverengi gözleri, tepesinde dikilmiş bir tutam kumral saçla gerçekten çok sevimliydi. Üzerindeki köpekbalıklı tişörtü bile fotoğrafların birinden anımsıyordum: kaydıraktan kaymaya hazır bekliyordu, yarısı gölgede yarısı güneşte kalmıştı ve içi içine sığmaz hali gülen gözlerinden okunuyordu. Merdivenden inerken sevincimin korkumu yenmesini dileyerek seslendim. Sesimin yüreklendirmesiyle, bana doğru çevrilen iki çift göze el salladım. Çok şaştığımı söyleyemem, el sallayınca, o sevimli yüz önce önüne düştü, sonra babasının bacağına gömüldü. Cenk in uyumayacağına ikna olup plaja indiğimizde, güneş koyun batı ucundaki tepelere doğru alçalmaya başlamıştı. Ferahlatıcı bir rüzgâr esiyordu. Denize en yakın gölgeye yerleştik. Kumla oynamak ya da başka çocuklarla karşılaşmak bizim iki saat çabalayıp yapamadığımızı yapabilir, keyfi yerine gelir diye umuyordum. Oyuncakların hepsini kuma yaydım. Yüzü hiç gülmüyor, dedim küçük kovaya ıslak kum doldururken, haksız sayılmaz, düşünürsek. Serdar yeni fotoğraf makinesinin ayarlarıyla uğraşıyor, deneme çekimleri yapıyordu. Çocuk o, dedi. Boşver, bir süre sonra alışacak. Görürsün. Benim boşvermemle hiçbir şey değişmeyecekti elbette. Islak kumları yığmaya, sıkıştırmaya, şekillendirmeye devam ettim. İkimizin de bildiği bir şeyi yanlış zamanda dillendirmek istemiyordum. Aslında boşver çoklukla olduğu gibi şimdi sorma, şimdi söyleme anlamına geliyordu. Uzatmak tüm hevesimi yitirmeme ne- 7
den olacaktı. Koskoca bir kale duvarını, kavisini de vererek ayağa dikebildiğim anda isteyeceğim son şeydi bu. Akşamüstü her şeye rağmen güzel geçti. Tatil mevsimi yeni başladığından pansiyon sakindi. Herkesin denizde olması bile plajı ancak yarı yarıya doldurmuştu. Açıklarda, denizin üstünde uzaklaşan kafalar bir haftadır aynı kafalardı. Geçen yıldan tanıdığım üç Fransız kadın dizlerine kadar girdikleri suya alışmaya çalışıyordu. Sen gir istersen, dedi Serdar. Elimle suyu göstererek seslendim Marie ye, Soğuk mu? Neşeyle yanıtladılar. Değil, Güzel, Az soğuk. Hadi sen de gir. Biz oğlumla fotoğraf çekiyoruz. Serdar bir eliyle plastik köpeği Cenk e sallıyor, onu güldürmeye çalışıyordu. Cenk oralı değildi, iskeleden birbirlerini itekleyerek denize atlayan çocukları keşfetmiş, pür dikkat onları izliyordu. Kale denizden fethedilecek anlaşılan, dedim. Hazır su güzelken üçümüz birlikte girelim. Üçümüz girmeliydik. İstediğim kadar çizgi film sesiyle konuşayım, ben yeltenirsem çocuk tekrar içine kapanacaktı. Yine de cesaretimi topladım, Çof çof yapmak ister misin Cenk? diyebildim. Yapalım mı oğlum? Kendi kendine konuşurmuş öyle Cenk. Ayağa kalkmadığına bakılırsa o kadar da istekli değilmiş. Rahat olmalıymışım ben, bir şey yapmak istesin, kimse tutamazmış onu. Hem birazdan ışık kaçacakmış. Ama aynı ışık yarın da olacak, dedim ısrarla. Kollukları şişirmeye başladım. Hatta bütün gün ışık olacak. 8
Serdar dört beş metre uzaklaştı, dizlerinin üstüne oturdu. Zaten bunlar iyi çıkmazsa yarın başka çekmem gerekir. Ödevmiş gibi söylüyorsun. Hem niçin iyi çıkmasın ki? Bilmiyorum. Geçen sefer gönderdiğim basılmadı. Yeterince iyi değildi sanırım. Şunu atar mısın? dedi sıkıntıyla. Köpeği kumda yuvarladım. Nereye gönderdin? Hangi geçen sefer? Boşver. Hadi, gir sen. Ben burdayım. Sonra girerim, dedim, odaya çıkmadan. Kollukları bıraktım. O yanımdayken yalnız girmek istemiyordum, birlikte girmek mümkün görünmüyordu, hem de kalede ilerlemiştim, tüm görkemiyle çıkmıştı ortaya. Eğimli gelen ışık sayesinde olduğundan havalı görünüyordu. Kaleye döndüm. Küçük küreği tornavida gibi döndürerek üst kısmını oymuş, fazlalıkları çıkarmıştım. Sonra küreğin ince ağzıyla kertiklerini açtım, kertiklerin köşelerini belirginleştirdim, burca burç dedirtmeyi başardım. Kale duvarının kertiklerini de aynı şekilde açtım. Yığma taş süsü vermek için küreğin ince ağzını hafifçe bastırmam yetti, gelişigüzel yaptığım dikey ve yatay çizgiler işimi fazlasıyla gördü. Duvar boyunca kahverengili yeşilli yosunlar serpiştirdim. Yığma taşlarımın aralarına deniz minareleri, kırık kabuklar, minik çakıltaşları yerleştirdim. Sonunda yorulduğumu anlayan Cenk yardıma koştu. Avuç avuç taşıdığı kumlarla kaleyi güçlendirdi, tepedeki oyuğu bir güzel doldurdu. Bir yandan ona gülüp, bir yandan konuşmak için doğru zaman ne zaman? her şeyi tek tek sormalı mıyım? diye düşünürken, tam da sırasıydı, pıçırcı geldi. Cenk le mola verdik. Elleri- 9
mizi yıkadık, pıçırlarımızı yedik. Yerken de boş durmadık elbette, dişlerimizin arasındaki kabukları göstererek pozlar verdik Serdar a. Dayanamayıp pes etti, makineyi çantasına koydu. Koşarak denize attı kendini. Pansiyonun plaja bakan lokantasında ilk akşam yemeğimi, güneşin bıraktığı kâğıt kesiği gibi incecik, pembe iz eşliğinde yedim. Denizden karaya esen yumuşak rüzgârın da etkisiyle erkenden uykum gelmişti. Gökteki pembelik büsbütün kaybolunca, derin ve düşsüz bir uykuya dalmak için odaya çıktım. Ertesi akşam yemekte bir arkadaşım oldu. Konuşmasının dikkat çekmek istediği bölümlerini Ben ne yaptım peki o zaman? sorusuyla sıkça vurgulayan, yüzme şampiyonu, çiçek tasarımcısı, iki trafik kazası, bir fıtık, bir safra kesesi ameliyatı, bir de boşanma geçirmiş benim yaşlarımda bir kadındı. Söylediğine göre ilk görüşte anlamıştı iyi dinleyici olduğumu. Çarşambaya kadar günde üç kez aynı masada buluştuk, iki kez plajda karşılaştık ve bir akşam birlikte yürüyüş yaptık. Çarşamba akşamı günbatımını kaçırdım. Tam yemekten kalkarken aradı Serdar. Telefonu kapattıktan sonra plaja indim, deniz otobüsü iskelesine kadar kumsaldan yürüyüp döndüm. Dönüşte, plajdaki salıncakta bir saate yakın oturdum. Ay yükselmiş, gümüş rengi ışığı denizi aydınlatmıştı. Akşam yemeğimiz kısa sürdü. Cenk yanlarında getirdikleri sebze püresinin yanında bir köfte yedi sadece. Ricalarımız, oyunlarımız, uçaklar kuşlar fayda etmedi, hatta tatlıyı da geri çevirdi. Oturduğu sandalyeye yaslanıp, uykulu gözlerini uzaklarda parıldayan ışıklara dikerek yok saydı çevresini bu kez. Baktığı yerde, insanların rehavetine kapılmak için bütün gün bekledikleri güzel yaz akşamlarından biri başlıyordu. Hiç kuşkum 10
yoktu ki annesi oralarda bir yerlerdeydi. Belki artık onu göremeyeceğini düşünüyor, bu büyük korkuyu çocuk bedeniyle sessizce taşımaya çalışıyordu. Aklımda, ilgisini dağıtacak bir soru sormanın, örneğin, şu cırlayan böceklerin ışık saçtığını bilip bilmediğini sormanın ve sormamanın doğruluğu sırasıyla kendini kabul ettiriyor, haksız çıkarıyordu. Sorsam da sormasam da uykusunda kâbus görecekse kâbus görecekti. Ya da ben abartıyordum. Yaşadığı değişikliğin ağırlığıyla deliksiz bir uyku çekecekti belki. Evde bıraktığı kamyonuyla bulutların arasında uçtuğu bir rüya görecekti. Öyle olmasını diledim. Sonuçta, her çocuğun mutsuzluğunun da kendi nedenleri olabilirdi. Serdar ın fotoğrafları birlikte gözden geçirme isteğini hemen kabul ettim. Üçümüz için de ilklerin yaşandığı bir gündü, sırtıma sürdüğümüz kremin etkisi geçmişti ve şu fotoğraf işinin aslını astarını öğrenmek istiyordum. Cenk, temiz havanın etkisiyle babasının omzunda uyuyakalmıştı. Bezini, üstünü değiştirirken düşündüğüm olmadı, neyse ki uyanmadı. Üzerime uzunca, geniş yakalı bir tişört giydim, kremimi alıp balkona çıktım. Serdar biraları almış, plastik sandalyelerden birine oturmuştu. Zeytin ağaçlarını fark etmemişim, dedi sırtımı açmama yardım ederken. Bahçede on, on iki tane var. Balkonu çevreleyen zeytin dallarının bazıları içeri uzanıyordu. Üstümüze örtülmekte olan kadifemsi, lacivert gökte belirginleşen aya baktım. Işığı zayıf, fakat eğik duruşu dramatikti. Yine de, çevrede henüz dinmeyen gürültü etkisini eksiltiyordu. Gergin cildimin buz gibi kremi içine çekmesi saniyeler aldı. Baksana, ne tuhaf kompozisyon: ay, çamaşır ipin- 11
de sallanan mayolar, zeytin dalları. Uzattığı şişeden bir yudum içtim. Sandalyeye, bacaklarımı altımda toplayıp yan oturdum. Ne söyledin ona? dedim. Yani, onu buraya getirirken? Anlamamışım gibi tekrar etti. Zeytin dalları, mayolar, ay. Başını çevirmiş dik dik yüzüme bakıyordu. Gerçekten tuhaf, dedim gözlerimi kaçırmadan. Bir arkadaşımı göreceğimizi, denize gireceğimizi, çok eğlenceli olacağını söyledim. Eğilip kaşlarımın arasını öptü. Cenk in hâlâ bebek olduğunu, mantıklı açıklamaların yararı olmayacağını, aslında hiçbir şeyin yararı olmayacağını, yapabileceğimiz tek şeyin ne kadar sevildiğini ona hissettirmek olduğunu söyledi. Tamam mı? Başımı salladım. Bir zaman konuşmadık. Bahçeden gelen televizyon sesini, servis arabalarında tangırdayan bulaşıkları, koşuşturan çocukları dinleyerek biralarımızı içtik. Temiz hava etkisini bende de göstermişti. Arka arkaya gelen esnemeleri ağzımın içinde çevirip duruyordum. Hava durumunda söylendiğine göre, bunaltıcı sıcaklar cumartesiden itibaren bölgeyi terk edecekti. İyi bari, dedim. Dudaklarımı omzuna yapıştırtırdım. Mbkalmmısuyiolmaynfotorflara? Omzu gülerek öptü dudaklarımı. Yanıt beklemeden, elinden tutup kaldırdım. Her şey geçen pazartesi başlamıştı. Pazartesi, işyerinden bir arkadaşının elindeki gazeteyi sallayarak ofise girmesiyle. İki buçuk yaşındaki kızının fotoğrafı gazetenin En Güzel Çocuklar köşesinde yayımlanmıştı. Aylar önce birlikte karar vermiş, çocukların fotoğraflarını birlikte göndermişlerdi gazeteye. Serdar köşeyi iki hafta düzenli takip etmiş, aramalarına ve yazdığı 12
mektuba yanıt alamayınca fotoğrafların kaybolduğunu düşünüp üstünde durmamıştı. Tam üç ay sonra, gazete arkadaşının kızının fotoğrafına yer vermişti. Hafta boyunca her sabah ilk iş En Güzel Çocuklar köşesine bakmıştı, ama boşa. Birer bira daha açtı. Pencerenin yanındaki yatakta oturuyorduk. Getirdiği gazetede, herkesin evinde olabilecek, bildik çocuk fotoğraflarına yer verilmişti. Ilıklaşmış birayı komodinin üstüne bıraktım. Bunlarda olağanüstü bir taraf yok ki... dedim, seninki mutlaka arada kaybolmuştur. Büyük olasılıkla, dedi, ama ben yenisini, daha iyisini göndermek istiyorum. Daha iyisi nedir? Fısıldamana gerek yok, uyanmaz. Bunlar nasıl? Bence fena değiller. Makineyi bana verdi. Bana göre, akşamüstü çektikleri dahil, hepsi güzeldi. Cenk in yüzünü saklamadığı birkaç tanesini gönderebileceğini söyledim ve asıl merak ettiğim şeyi sordum. Çok mu önemli senin için? Evet, önemli, dedi, bu yüzden senin de önemsemeni bekliyorum. Senin için önemli olan neyi önemsemedim ki bugüne kadar? Kimi zaman, bazı şeyleri kendi durumuna göre değerlendiriyorsun. Neyi mesela? Boşver. Hayır. Merak ettim. Söyle lütfen. Boşver şimdi. Pazartesiye kadar senin için önemli değildi ama, dedim, arkadaşınınki yayımlanınca önemsedin. Ben de buna dikkat etmeni bekliyorum. Biradan bir yudum 13