ELVEDA SONBAHAR. 1. Baskı: Ekim 2012 ISBN: 978-9944-82-592-4 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 12280. 2012 Şafak Fişek

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

YAPACAĞIMIZ SANAT ETKİNLİKLERİ

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Orijinal Adı: My Weird School / Miss Suki is Kooky! Yazarı: Dan Gutman Genel Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmen Çeviri: Andaç Oral Düzenleme: Gülen Işık

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

İLK OK UMA KİT APLARI

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

Bilgin Adalı HEYECANLI KİTAPLAR. Serüven. Resimleyen: Mustafa Delioğlu SÜMBÜLLÜ KÖŞK

Yayınevi Sertifika No: Yayın No: 220 HALİM SELİM İLE 40 HADİS

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

ISBN :

Kahraman Kit Misafirlikte

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

Küçüklerin Büyük Soruları-2

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

Derleyen: Yücel Feyzioğlu. Resimleyen: Serap Deliorman

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

OYUNCAK AYI. ayının adını Yumoş koydu. Halasına oturmaya. giderken Yumoş uda götürdü. Halasının kızı. Sorular: 1- Annesi Elvan a hangi hediyeyi aldı?

Bu kitabın sahibi:...

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda


6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

AYLA ÇINAROĞLU. Mavi Boya

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

OYUNCAK AYI. Aysel çok mutluydu. Çünkü bugün doğum. Annesi Elvan a oyuncak bir ayı aldı. Elvan. günüydü. Babası Aysel e hediye aldı.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

KEREM ASLAN Her Şey Dahil


Kızım, evde köpek. bu köpeği eve? dedi. annesi. Zaten hep beni suçlarsın! dedi Cimcime. Mıyk! diye sızlandı köpek. Hemen gidecek bu köpek!

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

1.KİTAP ATATÜRK ANLATIYOR, ÇOCUKLUĞUM

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

turkuaz evleri TURKUAZ TURKUAZ EVLERİ YENİ MAH. MEVLANA CAD. NO:10 Altınordu-ORDU / TÜRKİYE İLETİŞİM...

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

Elişa, Mucizeler Adamı

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. Aldatıcı Yakup

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. İlk Paskalya

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

Boylesine bir emek hic bir maddi karsilikla elde edilemez... ILKYAR gonulluleri boylesine essiz birliktelikler yasiyorlar ilkyar lari ile...

Transkript:

ELVEDA SONBAHAR Yazan: Şafak Fişek Genel Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmen Editör: Aslı Güçlü Düzenleme: Ceyda Çakıcı Baş Kapak Tasarım: Pusula Reklamevi Kapak Uygulama: Berna Özbek Keleş 1. Baskı: Ekim 2012 ISBN: 978-9944-82-592-4 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 12280 2012 Şafak Fişek Türkçe Yayım Hakkı: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Baskı ve Cilt: Kitap Matbaacılık Davutpaşa Cd. No:123 K:1 Topkapı / İstanbul Sertifika No: 16053 Tel : (0212) 482 99 10 Faks : (0212) 482 99 78 Yayımlayan: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Osmanlı Sk. Osmanlı İş Merkezi No:18 / 4-5 Taksim / İstanbul Tel: 0212 252 38 21 pbx Faks: 252 63 98 İnternet adresi: www.epsilonyayinevi.com e-mail: epsilon@epsilonyayinevi.com

Bir şafaktan bir şafağa, karanlıklardan hiç korkmadan ve kaç şafak kaldığını hiç bilmeden yürünen uzun bir yol hikâyesi. Maya, Baran ve Alaz için... 5

1. BÖLÜM KİRLİ ELLER Bu kadın burada ne arıyor? diye düşündü ince boyunlu genç polis. Sessiz, soğuk, çirkin koridorlara hiç yakışmamıştı. Fakat yanında yürüyen kadının küçük desenli ipek eteğinin ince bacaklarına sürtünürken çıkardığı hışırtı, dalgalı sarı gür saçlarından yayılan mis koku onun hayal olmadığını gösteriyordu. Keşke amirim, mahalle arkadaşlarım bu kadınla yürürken beni görseler diye geçirdi içinden. Ağlamaktan şişmiş yeşil gözleriyle ona baktı kadın. Daha ne kadar var? Kadının ince, yüksek topuklu ayakkabılarına göz atıp yürümekten yoruldu sanırım ama nasıl da ahenkli adımlar bunlar şarkı gibi, dans eder gibi onunla yoruluncaya kadar yürümek isterdim, hatta dans etmeyi bile öğrenebilirdim onun için diye aklından geçirdi genç polis. Başını kaldırıp bembeyaz kesmiş, korku dolu ve şaşkın yüze baktı. Yoruldunuz mu? Oysa ona ne güzel kadınsın, ne arıyorsun burada, git çabuk, uzaklaş buralardan demek isterdi. Yok hayır, ben yürümeye alışkınım Sesi giderek soldu ve son kelimeleri duyamayan polis anlamak istercesine kadının yüzüne odaklandı. Dudakları bem- 7

beyazdı; kabarıklığı ve kıvrımı olmasa neredeyse seçilmeyecekti. Birden morgda, soğuk mermerin üzerinde yatıyor gibi geldi ona. Vay anasını! Bu kadın orada bile güzel olurdu. Necati Ağabey, ablanın evrakı sana teslim. Nöbetçi hâkim tutuklamış, ne gerekiyorsa yap da bayanı bekletmeyelim. Niye beklemesin ki? dedi Necati sırıtarak, bir yandan da aralık dişlerine takılan yeşilliği kirli tırnağıyla çıkarmaya çalışıyordu. Acelesi mi var? Nasıl olsa çok zamanı olacak. Hem biz de insanız lan hergele Her zaman böyle parça düşer mi buralara, bırak da azıcık tadını çıkaralım. Önündeki evraka bakmak yerine kadının göğüslerini süzerek iç geçirdi. Ben de sıkıntıdan gazetelere göz atıyordum. Ekonomi boktan, haberler sıkıcı. Demirel ne yapsın? Bak bugün bir banker tüymüş Gazeteyi katlarken sözlerini sürdürdü. Yurtdışına uçuvermiş herif. İsviçre ye kaçırdığı paralarına çoktan kavuşmuş olmalı. Canına yandığımın memleketi. Acaba kadın kaç yaşında? diye düşündü ince boyunlu genç polis. Hayret, tahmin edemiyordu. Bir bakıyordu otuz Bir bakıyordu elli. On beş de olabilirdi, yüz de. Keşke hiç ölmese. Neden böyle düşündüğünü bilemiyordu! Annesinin evlendirmek istediği Karaburunlu kız geçti gözünün önünden. Üzüldü, ağlamak geldi içinden. Bakalım suçu neymiş? Necati dosyayı açtı ve bacağını kaşıyarak arkasına yaslandı. Dolandırıcılık, emniyet suiistimal, tefecilik, bankalar kanununa muhalefet. Hoppala bu kadının para kazanmak için dolandırıcılık yapmasına, banka kanununa falan ne ihtiyacı var verir patronuna, işte paralar sana diyecek oldu ama kadının yüzündeki buz gibi ifade, mesafeli duruşu, asil tavrı ve ürkek bakışları karşısında kendine hâkim oldu. Bir yanlışlık oldu, ifade vermeye gitmiştim, nöbetçi hâkim bizi tutukladı. Pazartesi düzelecek her şey. Kadın utançtan ölmek üzereydi Ama yine de bu adamın karşısında dimdik durmaya kararlıydı. Hep böyle söylerler, dedi Necati. Genç polis kadının yaşını ve adını merak ediyordu. Masanın üzerinde duran dosyaya doğru başını uzattı. 1945 doğumluymuş. Adı nasıl da yakışmış bu kadına Saçlarından gurubun ışıkları saçılıyor, yüzünde gün ağarıyor sanki. Güneş de olabilirdi ama Şafak yazıyordu. Altta da kızlık soyadı. Tanyeri Şiir gibi, kim koymuş acaba ismini? Yoksa bir şair mi? Kadın göğsünde Şener yazan genç polisin yüzüne baktı. Garip biri diye düşündü. Sanki adı Mahzun olsa daha çok uyardı ona. Ya da incecik parmaklarıyla cop tutmasa da tahta oyması yapsa. Karısının, çocuğunun saçlarını okşayıp onlar için şiir yazsa. Aralarında tuhaf bir bağ oluşmuştu. Sen çok iyisin ve mutlu olmalısın delikanlı demek istiyordu ancak bunun yerine sadece, Teşekkür ederim, diyebildi. Genç polis seni buralarda bırakmak istemiyorum, buralara hiç yakışmıyorsun diyecek oldu ama yalnızca, Allah kurtarsın, dedi ve dosyayla ilgilenen adama döndü. Ben gidiyorum Necati Ağabey. Pazartesi görüşürüz. Tamam, git bakalım. Al bu da doktorun gazetesi, şöyle bir göz atmıştım, götür evde okursun. Sağ ol ağabey. Cebine katlayarak koyduğu 28 Mayıs 1992 Milliyet gazetesiyle geri dönerken ipek kumaş hışırtıları ve mis gibi bir koku eşlik ediyordu Şener e. Hayat işte diye düşündü. Adı da hiç yabancı gelmedi ama Tanımak istedim o kadını. Gidip annemle konuşayım da aceleye getirmesin işi, Karaburun a bir kez daha gidelim. İlerledi ve çok geçmeden yorgun yürüyüşüyle koridorda gözden kayboldu. Aralık dişli polisle baş başa kalan kadın ürktü. Keşke bir salyangoz ya da kaplumbağa olsam, keşke bir kabuğum olsa da içine girip hiç çıkmasam diye geçirdi içinden. Kaba ve nemli avuçların arasındaydı şimdi bakımlı, ojeli ve yumuşacık elleri. İşte buraya. Bas bakalım parmağını. Her bir parmağı ayrı ayrı mürekkebe, sonra kâğıda bastırılıyor, elleri bu hoyrat adamın avuçları arasında şekilden şekle girip kirleniyordu. Tiksinerek adamın sulanan ağzına baktı. 8 9

Orgazm olacak gibi görünüyor diye düşündü. Yeter artık, dedi midesi bulanarak. Canım acıdı, parmaklarımı kıracaksın! Bunu bu haltı işlerken düşünecektin. Utancından ölmek istiyordu kadın. Keşke şu an ellerim genç polis Şener in avuçları arasında olsaydı. İkisi ne kadar da farklı. Kurtar beni bu adamdan Şener Nereye gittin? Hiç tanımadığı bir adamdan yardım isteyecek durumdaydı. Neyse ki bu rezillik sonunda bitti de oh kurtuldum bu işten diye geçirdi içinden, başına gelecekleri bilmeden Gülden bak, yeni bir misafir var, al da içeride bir kontrol et bakalım. Adam hâlâ pis pis sırıtıyor, kontrolde olacakları düşünerek sol eliyle tuhaf bir hazla ensesini ovuşturuyordu. Kadın bu sözleri neredeyse duymadan boyalı parmaklarına ve ellerine baktı. Ellerim Seven, okşayan, büyüten, alkışlayan, sıvazlayan, işleyen, öpülen ellerim... Ellerine sağlık güzel kızım Ellerin dert görmesin Şafak ım Şafo gel yavrumi Gel pedimu sırtımı ovala Ellerin hayat sanki bana... On beş yaşındayken felçli ninesinden sık sık bu sözleri işitirdi. Söylediğine göre ona bakan herkes canını acıtıyordu. Altımı kirlettim. Şafak temizlesin, derdi Hayriye Hanım gelip giden aklıyla. Torunu onu kıramaz ve şefkatle, hiç incitmeden yapardı bu işi. Çok geçmeden Hayriye Hanım ın aklı başına gelir, güzel ama donuk görünen masmavi gözlerinden bir damla yaş süzülürdü. Krima yavrimu * ellerin kirlendi mi? derdi. Ellerim o zaman değil benim canım nineciğim, bak şimdi kirlendi Hem de çok * Yazık yavrum. NİNEM Girit in Güzeli Selamlığın iç avluya bakan penceresinin önündeki kerevette oturan Hasan Efendi nargilesinden derin bir nefes çekti ve büyük kızı Hayriye cam kapıyı aralayıp başını içeri uzattığında daldığı derin düşüncelerden sıyrıldı. Ela patera *, annem avluda seni kahve içmeye bekliyor. Hayriye koştu ve en şımarık haliyle babasının göğsüne sarıldı. Kahveyi kendi ellerimle çekip pişirdim. Ama hadi canım, kalksana! Dur be geliyorum. Bugün çok yoruldum. Siga, siga ** be Hayrişumu Gerçekten de Hasan Efendi, küçük Hayriye yi şaşırtacak kadar yavaş hareket ediyordu. Kafasını toplamak için zaman kazanıyordu aslında. Pencereden avluya baktı. Masanın ortasında pembe çiçekli sardunya saksısının yanında duran tepsideki kahveleri içmek için onu bekleyen karısını gördü. Aralarında hiç konuşmadıkları halde bu gece ona anlatmak istediklerini biliyormuş gibi başını arkaya doğru atmış, yüzündeki hüznü saklamaya gerek duymadan gökyüzünü seyrediyordu. Hasan Efendi karısının yanına oturdu ve o da başını kaldırıp yıldızları seyretmeye başladı. Girit in incisi Hanya nın doyumsuz ışıltılarını içine hapsetmek, bu görüntüyü beynine kazımak istercesine baktı, baktı Osmanlı nın Girit Adası nı aldığı 1669 yılına kadar uzanıyordu kökleri. Nesiller boyu burada yaşamıştı ataları. Tarih ve kültür açısından Anadolu ile Antik Yunan medeniyetleri arasında köprü olan Akdeniz in beşinci büyük adası Girit onların gerçek vatanıydı. Osmanlı politikası gereği fetihten sonra ada nüfusunu kendi götürdüğü insanlarla denetlemişti. Buna şenlendirme demişlerdi asırlar sonra yaşanacak hüzünle alay edercesine * Gel babacığım. ** Yavaş, yavaş. 10 11

Girit e yerleştirilen insanlar yerli halkla kaynaşmış, Ortodoks olan Rumlar ve Müslüman Osmanlılar uyum içinde yaşamışlardı. Doğum ve ölümlerde kendi adetlerini yerine getirir, Ramazan ve Paskalyalarını bir arada kutlarlardı. Osmanlı fethettiği yerlerde din ve dil değiştirme konusunda ısrarcı olmayarak aslında sonradan pişmanlık duyacağı büyük bir hoşgörü örneği sunuyordu dünyaya. Fetih sırasında gelen askerlerin çoğu Rum kadınlarla evlenerek halkın ana dilinin Rumca olarak gelişmesini sağlamışlardı. Bu nedenle Girit, Osmanlı nın dilini kaybettiği önemli yerlerden biri olmuştu Hasan Efendi ve ailesi de diğer Müslüman Giritliler gibi hiç Türkçe öğrenememişlerdi. Bu akıllı ve dindar adam hem geleneklerine bağlı hem de iki toplumun kaynaşmasından doğan kültürel zenginliğin farkındaydı. Doğrusu bundan çok da hoşnuttu. Oğlu İbrahim, kızları Hayriye ve Hatice de bu zengin mirastan paylarını almışlardı. Yemekleri, oyunları, manileri, türküleri ve gelenekleriyle çok farklı bir kültürün çocuklarıydı onlar. 1800 lü yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Yunanistan da da başlayan milliyetçilik akımı Girit e uzandığında yavaş yavaş huzurları kaçmaya başlamıştı. Zayıflamaya başlayan Osmanlı Devleti nedeniyle adadaki Müslümanlar dışlanmış, hatta bu durum giderek bir katliama dönüşür olmuştu. Hasan Efendi ye kalsa o yurdundan, evinden, atalarının yattığı topraklardan asla ayrılmak istemezdi. Girit in incisi Hanya onun dünyasıydı. Sarp dağlarından, kışın sert havasından, yazın kavuran sıcağından, denizinden, mis kokulu otlarından, kıyıdan yukarılara uzanan daracık sokaklarından, beyaz badanalı mavi doğramalı evlerinden hiç ama hiç vazgeçemezdi. Fakat artık gözünden sakındığı karısı ve dokunmaya kıyamadığı çocukları için endişe ediyordu. 1860 lı yıllarda Anadolu ya zorunlu göç başlamıştı. Yapılan toplu katliamlar Girit teki Müslümanları adeta buna zorluyordu. Artık Osmanlı dan yavaş yavaş ümidini kesmeye başlayan birkaç dost da Anadolu ya geçmeyi başarmıştı. İşte bu sıkıntıları yaşıyordu karısının başının üzerinden yıldızları seyreden cesur ve gözü pek Hasanaki Karısının çenesini tutarak başını çevirdi ve gözlerinin içine bakarak, Başka çaremiz yok Fatma dedi usulca. Bu küçük cümle her şeyi paylaşmaya yetti. İkisi de birbirlerine itiraf etmekten çekindikleri acı gerçeği bakışlarıyla onayladılar. Dehşet içindeydiler ama temkinli bir şekilde bunu saklıyorlardı. İbrahim kız kardeşlerinden daha üzgündü. Delikanlılığın doludizgin yaşandığı bir yaştaydı. Babasının ona anlattıklarını kabul ediyor ancak buralardan kaçmak çok gücüne gidiyordu. Can dostu, kan kardeşi Dimitri ile kapının önünde oturup horipia * içip kulura ** yerken acı gerçeği ondan saklamak zorunda kaldığı için üzülüyordu. Babası bu konuda onu uyarmış, yarın gizlice kaçacaklarını kimseye söylememesini tembihlemişti. Akşam ayrılırken Dimitri bir şeyler hissetmiş gibi, Sende bir gariplik var İbram, hayırdır? dedi ona sarılırken. İbrahim ona cevap veremedi. Ancak babasıyla Hünkâr Camii ndeki Cuma namazından çıkarken Splantia Meydanı ndaki kahvelerde rastladığı arkadaşlarını görünce boğazını sıkan her neyse şimdi yine nefesini kesiyordu. En yakın arkadaşına gerçeği söyleyemediği için hem üzülüyor, hem utanıyordu. Bakışlarını kaçırarak, Hadi be Dimitrimu, yok bir şey Kalinihta... *** dedi. Tamam be İbram, gönül işidir belki Bugün atına sarılırken de bir tuhaftın. Neyse yarın hayvanları otlatırken anlatırsın. Kalinihta. Bebekliklerinden beri ayrılmamış bu iki delikanlının arkadaşlıkları için ne yarın ne de öbür gün olacaktı. İbrahim güçlü yumruklarını sıkarak eve girdi, gözyaşlarını bastırarak doğruca odasına gitti ve kendini yatağına atıp koca gövdesi hıçkırıklarla sarsılarak ağlamaya başladı. * Keçi boynuzu şerbeti. ** Şekerli kurabiye. *** İyi geceler. 12 13

Hasan Efendi gün ağarmadan herkesten önce uyandı. Haftalardan beri bugün için hazırlanıyordu. Mallarını çok güvendiği Rum komşusuna satmıştı. Eline geçen altınlar beline sardığı kuşağın altındaydı. Kumaşı yoklayarak onları bir kez daha kontrol etti. Anadolu ya sağ salim geçebilirlerse bu onların bir süre güvencesi olacaktı. Daha önce karşıya geçenlerle haberleşmiş ve her şeyi ayarlamıştı. Ama bunun için altınlarının önemli bir kısmını da harcamıştı. Anadolu da Girit e benzeyen yerleri araştırmıştı hep. Gidecekleri yerin iklimi, toprağı, otları, denizinin rengi, rüzgârı buraya benzesin istiyordu Ve Türkiye de pek çok Rum un yaşadığı İzmir şehrinin onlar için uygun olacağına karar vermişti. Fatma Hanım çocukları uyandırdı ve lambayı yakmadan onları karanlıkta giydirip hazırladı. Kızlar olayların pek de farkında değillerdi. Bir yere gidiyorlardı ama bir süre sonra döneceklerdi herhalde Karı koca ve İbrahim kapının tıklatılmasıyla irkildiler. Dost bir vuruşa benzemesine rağmen kanları çekilerek usulca seslendiler: Pios ine? * Aralıktan bakınca rahatlayarak kapıyı açtılar. Karşılarında yıllardan beri yanlarında çalışan, aile gibi oldukları Hristo, karısı, çocukları Yorgo ve Eleni duruyordu. Nereye giderlerse gitsinler birlikte olmak istediklerini, ayrılmayacaklarını söyleyerek ellerine sarılıyorlar, ağlayarak onları ikna etmeye çalışıyorlardı. Son noktayı Hristo nun karısı koydu: Hem biz yanınızda olursak Rum çetelerden sizi koruruz. İnan bana hanımım, bizimle daha kolay geçersiniz limandan. Fatma Hanım kocasına baktı ve başını salladı onaylarcasına. Hasan Efendi sağduyulu ve akıllı Fatma sının fikirlerine her zaman saygı duyardı. Her şeyi hızla gözden geçirdi ve bir karara varıp çocukların sırtlarını sıvazladı. Hadi o zaman acele edelim, sabah namazını teknede kılarız inşallah * Kim o? 1897 yılının mehtapsız bir eylül gecesinde ellerinde sımsıkı tuttukları bohçalarıyla Hanya nın karanlık ve daracık sokaklarından gizlice süzülerek denize ulaştılar. Limanın arkasındaki küçük koyda bir balıkçı teknesi bekliyordu. Yunanlı kaptan onları görünce, Kuzulos! * İsa aşkına kaç kişi bineceksiniz bu takaya. Batacağız bre Olmaz. Hasan Efendi nin salladığı kesenin hatırına işini bilen kaptan sonunda hepsinin yerleşmesine yardımcı oldu. Bir süre sonra limanın önünden geçerken, Türkler başaltında gizlenmişti. Hristo ve ailesi erkenden balığa çıkmış gibi etraflarındaki kayıklarla neşe içinde selamlaşıyorlardı. Hiçbir sorun yaşamadan denize açılarak güzelim vatanlarından ayrıldılar. Sorun hepsinin yüreklerindeydi ve içlerini dağlıyordu. Belki bir gün dönebileceklerini düşünerek kendilerini avutuyorlar, bu acıya ancak böyle katlanabiliyorlardı. Fatma Hanım evini ve akrabalarını, Hasan Efendi işini ve topraklarını, İbrahim atını, kızlar ise arkadaşlarını çok özleyeceklerini biliyorlar, bu topraklarda yaşayan güzel insanlara, bu adaya biçilen kadere isyan ediyorlardı. Bu gözü yaşlı insanlar bir daha hiç ayak basmayacakları topraklarından, güzelim Girit Adası ndan işte böyle uzaklaşıyorlardı. Girit ten gelen ailenin on dört yaşındaki büyük kızı güzel Hayriye yi bütün Bornova konuşuyordu. Komşu kadınlar onu yakından tanımak adına evlerine hoş geldin demek için uğruyorlar, semtin bıçkın delikanlıları da evlerinin civarında dolaşıp duruyorlardı. Yıllarca yaşayıp kök saldıkları topraklarını, evlerini, mallarını bırakarak Türkiye ye göç etmişlerdi. Rum hizmetkârları Hristo ve ailesi de onlarla beraber bu zorlu yolculuğa katlanmış, gelecekte belirsiz günler olsa bile yanlarından ayrılmamıştı. Bunu da konuşuyordu konu komşu, çünkü bu pek de alışılmış bir şey değildi. İzmir e vardıklarında onları daha önce göç eden eski kom- * Deli misiniz! 14 15

şuları karşılamış, Girit ten gelen Türklerle Levanterlerin yaşadığı yemyeşil ve sakin bir semt olan Bornova daki evlerine götürmüşlerdi. Beş kişilik bu aile ve hizmetkârları için birkaç gün içinde bir ev alınmış, yanlarında getirebildikleri altınların bir kısmı daha harcanmıştı. İki katlı taş duvarlı bu ev artık onların yeni yuvasıydı. Yıllardır yaşadıkları kocaman bahçeli, konak gibi evden sonra buraya nasıl sığacaklarını düşünüyorlardı. Çok geçmeden çözüm bulundu; alt katta yer alan mutfağın yanındaki odada Hristo ve karısı, küçük avluya bakan odada ise İbrahim ve Yorgo kalacaktı. Üst kattaki iki odayı da anne baba ve kızlar bölüşmüşlerdi. Üç kız ilk defa birlikte kalacaklarından kıkır kıkır gülüşüyordu. Hayriye, Hatice ve Eleni gülerken aile büyükleriyle oğlanlar yeni hayatlarının bu ilk gününde koşullar ne olursa olsun birbirlerinden ayrılmamaya içten içe ant içiyorlardı. Hayriye o kadar güzeldi ki Uzun boylu, kumral uzun saçlı, biraz ince dudaklı, masmavi gözlü su gibi bir kızdı. Sadece tek bir kusuru vardı: Hiç Türkçe bilmiyordu. Başına beyaz örtüsünü sarıp eteklerini savura savura dolanarak gençliğinin tadını çıkarıyordu evin içinde. Kıvırcık saçları örtüsünden fışkıran, pembe yanaklı bu kızın güzelliği kulaktan kulağa yayılıyordu. Artık aşağı mahallelerden bile onu görmeye geliyorlardı. Girit ten gelen kızı gördünüz mü? Yanaklarına ne sürüyor acaba? Güzel ama gâvur sanki, dilimizi bile bilmiyor. Gâvur mâvur, evlerinin temizliğine ne dersiniz? Memleketlerinde çok zenginlermiş bunlar ama bak hiç kibirli değiller, hizmetçileriyle birlikte kalıyorlarmış. Altınlarını toprağa gömüp gelmişler, geri dönerler mi acaba? Yorumlar ve sorular hiç bitmiyor, zengin aile mütevazı yaşam koşullarına ayak uydurmaya çalışıyordu. Evlerinin karşısında büyük kapılı bir ev vardı. Burada Girit ten dört yıl önce göç etmiş Orfonopulos lakaplı bir aile yaşıyordu. Resmo da hayvancılıkla uğraşan bu zengin aile olacakları önceden sezip Anadolu ya ilk gelenlerdendi. İşlerine yani hayvancılığa burada da devam ediyorlardı. Getirdikleri altınlarla Bornova da çok büyük araziler almışlar ve oraları koyunları için otlak yapmışlardı. Orfonopulos Salih Efendi, karısı Adviye Hanım, oğulları Mustafa, Ali, Mehmet ve kızları Zeynep mahallenin en güzel evinde yaşıyordu. Artık İzmir ve Bornova ya uyum sağlamış, işlerini yoluna koymuşlardı. Bunda Salih Efendi nin üç aslan oğlunun da payı epey büyüktü. Ortanca oğlu Mustafa koyunlara çobanlık yaparken koltuğunun altına sıkıştırdığı tüfeğin patlamasıyla bir kolundan olmuştu. Orfonopulos ların Kolsuz Mustafa sını herkes bilirdi. Ağırbaşlı büyük oğlu babasının sağ kolu olarak işlere hâkim durumdaydı. Küçük oğlan Ali ise gözünü budaktan esirgemeyen, hırçın ve bir o kadar da vatansever bir delikanlıydı. Osmanlı İmparatorluğu nun zayıflamaya başlamasından yararlanarak Girit i Yunanistan a bağlamak için oluşturulmuş Rum çetecilerle savaşmak için Girit te dağlara çıkmıştı. O zamandan beri Ali Çavuş diye anılıyordu ve namı Bornova ya kendinden önce ulaşmıştı. Ailenin alelacele Anadolu ya geçmesine biraz da bu gözü kara oğlan neden olmuştu zira Salih Efendi oğullarının dağlarda telef olacağından korkmuştu. Yüksek bahçe duvarlarının çevirdiği bu eve büyük kapının ardındaki küçük kapıdan ve geniş bir avludan geçerek giriliyordu. Çeşitli ağaç ve çiçeklerin cennete çevirdiği bu avluya bakan bir sürü oda ve ortada kocaman bir mutfak vardı. Bazen büyük kapı açılır ve Hayriye bahçeyi, orada yaşayan hayvanları, kalabalık aileyi görürdü. Girit teki konağa benzeyen Rum evlerini hatırlar, güzel mavi gözlerinde bir damla yaş belirirdi. Bir süre sonra o eve bakarken içini kaplayan hüzün başka bir heyecana dönüştü ve o gür bıyıklı yakışıklı delikanlının eve giriş çıkışlarını beklemeye başladı. 16 17

Zamanla iki Giritli aile yavaş yavaş kaynaşmaya başladı. Hayriye nin ağabeyi İbrahim büyük evde oturan bu ailenin üç oğluyla da çok iyi anlaşıyor, özellikle de iri yarı, kumral saçlı, gür bıyıklı olan Ali Çavuş la sık sık ava gidiyordu. Hayriye nin çavuş lakaplı bu yakışıklıya duyduğu hisleri sadece Eleni anlıyor, fakat hiç ses çıkarmıyordu. Zaman zaman peki ya Ali Çavuş o da farkında mıdır acaba? diye düşünüyordu Hayriye. Aradan geçen üç yılın sonunda Ali Çavuş da daha da serpilip güzelleşen Hayriye ye ilgi duymaya başlamıştı. Ama bu Giritli yiğit Türk arkadaş kardeşine yan gözle bakmayacak kadar dürüst ve inançlıydı. Evli olan büyük ağabeyi komşu kızlardan biriyle evlenmesi için annesiyle konuşurken ah keşke Hayriye olsa diye geçiriyordu içinden. Çok geçmeden araya dünürler girdi, bohçalar hazırlandı, takılar alındı, düğün dernek kuruldu ve güzeller güzeli Hayriye dünya on dokuzuncu yüzyıla girerken soğuk bir kış gününde karşısındaki büyük eve gelin gitti. Avluya bakan odalardan biri yeni evliler için hazırlanmıştı. Tüm çeyizi Hanya da kalan genç kızın birkaç yıl içinde zorlukla toparlanan çeyizinin en kıymetli parçası üzerinde H harfi olan duvar saati ve uzun yıllar birlikte yaşayacağı Eleni ydi. Çeyizini arkadaşıyla birlikte yerleştirmişlerdi ve ailesinin göz bebeği olan Hayriye için artık burada, bu odada eltili, kayınvalide kayınpederli ve bol çocuklu bir hayat başlıyordu. Geniş salondaki düğünde bütün aile adadaymış gibi coşup oynadı. Bornova nın kuru ayazına rağmen sirtakiler avluda devam etti. Gençler burunlarında doğup büyüdükleri adanın kokusu, kulaklarında Yunan müziğinin coşkusu, hasret yüreklerini dağlayarak kollarını sıkıca birbirlerine dolayıp penodozalis * oynadılar. Sonunda hafif çakırkeyif damat omzuna attığı ceketiyle avludan odalarına uzanan merdivenleri çıkarken arkadaşlarıyla ağabeyleri hâlâ sırtını yumrukluyordu. Gerdek gecesinde iki genç namazlarını kıldıktan sonra * Girit e özgü bir dans. Hayriye ellerini kaldırıp Rumca şöyle fısıldadı Rabbine: Şükürler olsun, sevdiğim adam kocam oldu... Ve bugüne kadar itiraf edemediği sevdasını anlatmak için kocasının yanına sokuldu... Hayriye nin uzun yıllar mutlu bir hayatı oldu. Kocası ve geniş ailesiyle hiçbir sorun yaşamadı. Her zaman saygılı ama mesafeli tutumuyla çok sevildi. Sevdiği adam, kocası Ali Çavuş hayatında her zaman ilk sırada yer aldı. Çok çalışkan, bakımlı ve bir o kadar da Müslümandı. Fazla gezmekten hoşlanmaz, çocukları ve ailesi ile birlikte olmak ona yeterdi. Davranışları gibi giyimi de hep sadeydi. Bu hali ona çok yakışırdı. Üzerine geçirdiği koyu renk küçük desenli ipek elbisesiyle boyu daha da uzun görünür, avludan hızla geçerken çalışan herkes bir an için işi bırakıp ona bakakalırdı. Kaçamak bukleler mavi gözlerinin üzerine düşer, saçları beline dek tek bir örgü halinde inerdi. Artık hepsi Girit e dönmekten umudunu kesmiş, o sayfayı tamamen kapamıştı. Giderek zayıflayan Osmanlı Devleti nin geleceği herkes gibi bu Giritli aileyi de düşündürmeye başlamıştı. Balkanlar daki çatışmaların yanı sıra devlet iktisadi açıdan da zor durumdaydı. Ali Çavuş karısına belli etmese de geleceklerinden endişe ediyordu. Hayriye ise bunlarla pek ilgili değildi doğrusu Girit ten kopmak, evini yurdunu bırakmak onu yeterince sarsmıştı. Osmanlı umrunda bile değildi. Topraklarından, evinden ayrılırken padişahtan ne fayda görmüştü ki? Ayrık otu gibi buralarda yeşermiş, Ali Çavuş una ve onun ailesine sımsıkı sarınmıştı. O sadece çocukları ve kocasıyla birlikte sıkıntı çekmeden yaşayabilmek istiyordu. Koskoca bir imparatorluğun çöküşünü, dirayetsiz padişahları, gâvurun oyunlarını, Anadolu nun parçalanışını çaresiz bir şekilde seyredip tarihin akışına ayak uydurarak başlarına gelen her şeye göğüs gerdi bu aile. Anne ve babaları ölünceye dek Hayriye nin ailesi aynı evde yaşadı. Ağabeyi İbrahim Manisa da işini kurdu ve orada evlendi. Kız kardeşi 18 19

Hatice kocası Arif Efendi nin işlerinin bozulmasıyla sıkıntıya düştü ve çocukları küçücükken dul kaldı. Konakta dünyaya gelip dadılarla büyütülen bu ufak tefek kadın ünlü Levanten Jiro ailesinin yanında yıllarca zarafetinden ve asaletinden ödün vermeden çalıştı, evlatlarını meslek sahibi yaptı. Hem kendisinin hem de ablasının torunlarının her sıkıntısında yanlarında olup uzun ve zorluklarla dolu bir ömür sürdü. Öldüğünde tüm ailenin kalbine az rastlanır bir asalette bir pamuk nine olarak gömüldü ve hiç unutulmadı. Hristo ve karısı Bornova da Hayriye nin anne ve babasıyla komşu mezarlarda yatıyorlar. Onlar da çocuklarının mutluluğunu ve torunlarını görüp vatanları kabul ettikleri bu topraklarda huzur içinde yaşadılar. Yorgo anne ve babasının ölümünden sonra çalışmak, yeni bir hayat kurmak için Hıristiyan bir misyoner aracılığıyla göçmen olarak Amerika ya gitti ve ondan bir daha hiç haber alınamadı. Eleni Hayriye nin ilk çocuğu Rıfat doğduktan bir yıl sonra 1907 de Atina dan gelen bir garsonla evlendi ve iki oğlan bir kız evlat sahibi oldu. Ali Çavuş karısının çeyiziyle beraber getirdiği bu aileyi öyle önemsedi ki avlunun dip tarafında onlar için iki odalı bir ev bile yaptı. İkinci Meşrutiyet ilanından sonra Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş, müşterek vatanları Girit in meclisi Yunanistan a ilhak kararı almıştı. Bu habere hep birlikte çok üzüldüler. Bu sırada Hayriye ikinci çocuğunu, Eleni ilk oğlunu doğurmuştu. Padişah Abdülhamit tahttan indirilip Mehmet Reşat padişah olduğunda artık Osmanlı hızla dağılmaktaydı. Bu durum endişelenmelerine neden olurken, Selanik ten yola çıkan Harekât Ordusu nun başındaki Mustafa Kemal in adını duyduklarında umutlandılar. Birinci ve İkinci Balkan Savaşı nın, en önemlisi de Birinci Dünya Savaşı nın acılarını yine birlikte çektiler. Açıkçası bu iki aile, patron ve çalışanları romanlara konu olacak bir hayat sürdüler. Hayriye Hanım yıllar sonra torunlarına yarım Türkçesiyle, Ne zaman ki Rum asker İzmir de girdi, Eleni yle kocası bizi kurtardı. Ne zaman ki Türk askerimiz İzmir de geldi, biz sakladık onları fıçılara Anlatamıyorum şimdi ama yazsaydım bir destan olacaktı, kahramanlık ve sadakat için, diyecekti mavi gözleri uzaklara dalarken. Ali Çavuş ölmeden önce kendi elleriyle bu aileyi limandan Pire ye giden bir gemiye bindirip yolcu etti. Oradan Girit e geçtiler ve Ali Çavuş un önceden ayarladığı bir restoranda çalışmaya başladılar. Vedalaşma evin büyük avlusunda yapıldı. Hepsi ağlıyor, birbirine sımsıkı sarılıp öylece duruyordu. Bir daha görüşemeyeceklerini biliyorlar ama bundan söz etmiyorlar, edemiyorlardı Gemidekilerin tabiriyle Rum yanaşmalar denize açılınca gelecek günlerin muhasebesini yapmaya koyulmuşlar, yeni umutlara kapılarak ağlamayı kesmişlerdi. Gözyaşları dinmeyen, Türkiye den yani doğduğu topraklardan ayrılmak istemeyen sadece kızları Kristina ydı. Ağlıyor ve kavuşamadığı Türk delikanlısı için duyduğu ümitsiz aşkını Ege nin öteki kıyısına taşıyordu. Hayriye büyük bir aşkla bağlandığı sevgili kocasını 1917 yılında kaybedince çok zorlandı. Heybetli görünüşüne rağmen o kız kardeşi gibi güçlü değildi. Her zaman üzerine titrenmişti ve bugüne kadar evine bir ekmek dahi almamıştı, Ali si ona her zaman istediğinden fazlasını getirmişti. Fransız mekteplerinde okuttuğu, aralarında ikişer yaş olan dört çocuğuyla baş başa kalmıştı şimdi. Rıfat, Nimet, Müveddet, Mesadet ile Bu gösterişli kadın mallarını satarken de, küçücük kira evlerine taşınıp zorluk içinde yaşarken de başını hep dik tuttu. Mavi gözlerindeki ışıltı hiç sönmedi. Hatta sıkıntılı yıllar yüzünden yanaklarında beliren egzamalar onu ihtiyarlığında bile pembe yanaklı bir kadın haline getirdi. Sanki bir mucize onun hayatı boyunca hiç boyamadığı yanaklarının solmasına izin vermemişti. Rıfat ve Nimet i evlendirdikten sonra hayatının geri kalan 20 21

kısmında Mesadet, Müveddet ve sevgili damadı Bedri Bey le birlikte yaşadı. En kıymetli torunu Ünal la birlikte Türkçeyi öğrenmeye başladı ve konuşmalarıyla herkesi güldürdü. Bu sağlam kadın biricik oğlunun 1960 yılında Urla da kalp krizi sonucu aniden ölmesiyle yıkıldı. Üzüntüsünden altı ay sonra beyin kanaması geçirdi ve felç oldu. Yatalak kaldığı bu dönemde evin diğer çocukları Ünal ve Meral evli olduklarından ötürü, daha az sevdiği torunu Şafak la yakınlaştı ve onu da çok sevdi. Bu merhametli ve becerikli kızı neden daha önce bu kadar iyi tanıyamadım diye hayıflanıyordu içten içe. Onun bakımına ihtiyaç duyduğunu söylüyor, çoğu geceler yanında yatması için bağırıp çağırıyordu. Aklı artık gelip gidiyordu. Bu şuursuz tavırları kibar, titiz ve onurlu annelerine yakıştıramayan kızları kahroluyordu. İhtiyar kadın sabırlı kızlarından Mesadet e hademe, Müveddet e hocanım diyordu. Sabah erkenden okula gitmesi gereken gencecik Şafak a kıyamayan teyzesi (ciciannesi) ise onu azarlıyor, tabii hemen cevabını alıyordu. Bırak be anne şu kızı günah, sabah erkenden okula gidecek. Allahaşkına rahat ver! Git oradan hademe, seni hocanıma söylerim, işten atar. Altıma yaptım diyorum, çabuk Şafak ı kaldır. Elindeki metal kül tablasıyla duvara ve oturaklı sandalyesinin tahta kolçaklarına hızla vurmaya başlıyordu. Bu sesle uyanan torunu hemen onun yanına gidiyor, epeyce seyrelmiş saçlarını ve sivrilmiş çenesini okşayarak onu sakinleştiriyordu. Geldim nineciğim, dön arkanı, ama sen hiçbir şey yapmamışsın ki nenem. İhtiyar kadın yüzünde beliren muzip gülümsemeyi kızına belli etmeden torununa göz kırparak, Demek bana öyle geldi, diyordu. Ama kalkmışken şu çapaklarımı temizle, gözlerimi acıtıyor. Biraz da bacaklarımın yerini değiştiriver, oy oy manamu. * Ellerin dert görmesin, padişah karısı olasın * Anacığım. pedimu... * Ve sonra ne olur burada kal der gibi Şafak a bakıyordu. Şafak hemen onun yanına uzanıyor, ninesi kemikli ince parmaklarıyla onu okşarken huzur içinde uykuya dalıyordu Ciciannesinin ya Rabbim, artık iki rahmetten biri deyişini duymaksızın. İki rahmetten biri altı ay sonra geldi. Güzelliğiyle dillere destan olmuş bu Giritli kadın ilk ve tek aşkı Ali Çavuş una ve biricik oğlu Rıfat ına kavuştu. Ölüme yaklaştığında çocukları, torunları, kız kardeşi, tüm sevenleri başucundaydı. Hepsi yaşlı kadının nur inmiş yüzüne bakıyor, dudaklarındaki belli belirsiz gülümsemeye anlam vermeye çalışıyordu. Onunsa o sırada gözlerinde beliren manzarada Girit in Hanya sının masmavi denizi, uçuşan martıları vardı. Balıkçı teknesine bindikleri küçük koyda babası duruyordu. Dudakları kımıldadı ve babasını çağırdı: Ela patera Beni alıp oraya götür Hadi patera Hasan Efendi uzanıp elini tutunca işte öyle gülümsedi Hayriye. Son nefesini verirken uzun zamandır yerinde olmayan hafızasına kavuşmuştu ama artık sesi çıkmıyor, konuşamıyordu. Bir türlü evlendiremediği, hademe dediği en küçük kızı Mesadet in elini sımsıkı tuttu. Diğer kızlarının, sevgili damadının ve torunlarının yüzlerine anlamlı bir şekilde tek tek baktı. Mesadet i hepsine emanet ediyordu. Özellikle de beraber yaşadığı kızına ve onun çocuklarına bunu anlatmak istiyordu... Anlaşıldığını anladı ve huzur içinde uçtu Gitti * Çocuğum. 22 23