en önsöz soracaktı: deli defteri fransızca biliyor mu? peki 14. lui türkçe den haberdar mı? muhtemelen değil diye kendi cevaplayacaktı



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

ISBN :

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Sevda Üzerine Mektup

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

GİZEMLİ KUTULAR PROGRAMI ÖĞRENCİ GÖRÜŞLERİ

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI ARALIK AYI BÜLTENİ

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

yemyeşil bir parkın içinden geçerek siteye giriyorsunuz. Yolunuzun üstünde mutlaka birkaç sincaba rastlıyorsunuz. Ağaçlara tırmanan, dallardan

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Bilmece ŞİPŞAK BİLMECELER DEYİM VE ATASÖZLERİ. 2. basım. Resimleyen: Ferit Avcı

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Sosyal Ajan. Melek mi Şeytan mı? ÖYKÜ. Marka Uzmanı GİZEM. Kokusunda Davet var ÖZKAN

1) O, bu işin. Yukarıdaki cümle aşağıdakilerden hangisi ile tamamlanırsa zor bir işi başarmak anlamına gelir?

Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 27 Temmuz :46 - Son Güncelleme Cuma, 19 Ağustos :53

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Bahar Ateşi Evet! Hayır! Belki? Ne? Merhaba.

CİN ALİ İLE BERBER FİL

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Bir Ayakkabı Hikayesi - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

DÜNYA ÇOCUKLARI EL ELE EKİM OKULA GETİRECEKLERİMİZ OKULDA YAPACAĞIMIZ ÇALIŞMALAR

23 Yılllık Yazılım Sektöründen Yat Kaptanlığına

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

CÜMLE TÜRLERİ YÜKLEMİNİN TÜRÜNE GÖRE. Fiil Cümlesi. *Yüklemi çekimli fiil olan cümlelere denir.

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

İnsan Okur. Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR


Yazar : Didem Rumeysa Sezginer Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz Yunus Emre

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

Transkript:

en önsöz 1 mumdur 2 mumdur 3 mumdur 4 mumdur 14 mumdur / bana bir bade doldur / bu ne güzel düğündür ha ninnah dizelerini açıklayınız şeklinde bir soru sorulmuştu bana ortaokuldayken bir kompozisyon sınavında. düğünlerde mum israf etmemeliyiz, düğün ne kadar güzel olursa olsun kendimizi çaydaçıraya kaptırıp 4 mumluk kotamızı aşmamalıyız diye abuk bir cevap verdiğimi hatırlıyorum bu sabuk soruya. şimdiki aklım olsa oradaki 14. mumun istikrara ve bazı mekânların 14 ve daha fazla mumla aydınlatılmasının doğru olduğuna işaret ettiğini filan söyleyebilirdim. deli defterinin bugüne kadarki devamlılığından ve güldürdüğünde fırçalanmış beyaz dişlerle ortamlara sağladığı ışıksal faydalardan dem vururdum. boşuna ha ninnah dememiş şair. 14. lui deli defterini okuyabilseydi e- minim bunu hemen 13. lui ye anlatacak ve 15. lui nin de bir deli defteri abonesi olması için şimdiden girişimlere başlayacaktı. ancak deli defteri nin sıradan beğenilere ve vasatın altında zekalara seslenmediğini bilen okurlar hemen şu soruları soracaktı: deli defteri fransızca biliyor mu? peki 14. lui türkçe den haberdar mı? muhtemelen değil diye kendi cevaplayacaktı okur çünkü onca lui deki namsal istikrarın monotonluğa dönüştüğü o ince çizgi, dil öğrenmek ve mizah için pek de uygun bir ortam değildi herhalde. neticede fransız kalacaktı deli defterine. adam galatasaray mezunu bir kral bile olsaydı, fransızlığının bedelini ödemek zorunda kalacaktı. şimdi sonuç olarak şunu belirtmek isterim ki oyy, işte kontrolsüz bir kelime oyununun bizi getirdiği nokta. yani demem o ki sayın okur; 14. sayımız bu. artık unutmazsınız. ne 14 müş arkadaş, amma kafa ütüledi be diyerekten eşe dosta anlatırsınız. ama reklamın iyisi kötüsü olmaz derler. mayıs ayına geldik sevgili okur. resmi tatille başladığımız mayıs ayı, gönüllerin yayını gevşeten bir ahenkle dans edecek umarız. nisanda o yaylar pek gevşemedi zannımca. baraj dolduran yağmurlar yaylarımızı pek okşamadı. en azından bu yaz susuz kalmayacağız, herhalde yani galiba. nisan ayında akıllarda galatasarayfenerbahçe maçı kaldı ve tabi dalgalar. iki senedir süren ve üst üste kıyıya vuran dalgalar her vuruşunda bazı kum tanelerini ve midyeleri gözaltına aldı. gözaltı süresince gözden düşen ve göze tırmanan birtakım insanlar olduğu gibi bazı gözbebeğimiz futbolcular da birbirlerinin gözünü şişirme çabasındaydılar. sabri belöz emre nin boğazında guatr kontrolü yaparken aşık emre de lugano nun etinin tadına bakıyordu. ordövr yerine konulan lugano da gözümde bişey mi var? diye iri iri açılmış gözlerini kontrol etmesi için aşık emre ye gösteriyordu. guatr şüphesi nedeniyle pek sinirlenen belöz emre nin sabri ye senin doktorluğuna güvenmiyorum o halde sıkıysa çıkışa gel şeklinde meydan okuduğu gözlendi. dalgalar, yumruklar derken günü geldi ve ulusal egemenlik ve çocuk bayramımızı kutladık. sanırım komple ülke olarak gönlümüzden geçen şey dönis adlı sevimli yaramazın bir günlüğüne başbakanlık koltuğuna oturtulmasıydı. hevesini alsın sonra da sütünü içip uyusun dilekleriyle bütünleşen yurdum insanının isteği maalesef gerçekleşmedi. çok üzüldük. artık önümüzdeki maçlara bakmalıyız. mayıs, haziran, temmuz sıcaklar artarken deli defterinin abone ordusu da pencerede yarışan yağmur damlaları gibi

birbirine eklene eklene büyüyor. dağıtım yapabildiğimiz şehir sayısı çok yavaş bir biçimde artsa da azimli olduğumuzu bilmenizi isteriz. azimli olunca üzümü yemek zor olmasa gerek. bağın adresini de etiketine yazarız böylece her şey net ve şeffaf olur. mayıs ayı bazı şeylerin başlangıcı bazı şeylerin de sonu. futbol biterken yaz aşkları başlıyor. buzdolabındaki su şişeleri artıyor. şambreller tamir ediliyor. e- şeğin aklı karpuz kabuğunda, karpuz kabuğunun gönlü ise denizde bakalım kim şampiyon olacak? iyi mayıslar. bir erkeğin, gökyüzünün bağrından sökülüp gelen tek bir yağmur damlasını doğrudan kafa derisinde hissetmesi romantikleştiğinin değil kelleştiğinin göstergesidir. hayri vaka annem ve babam hayattayken hoş vakit geçirsinler isterim, çünkü hoş vakit geçirmeyi pek seviyorlar ama onlar beni de kız kardeşimi de böyle sevmiyorlar. yani, olduğumuz gibi sevemiyorlar. bizi birazcık değiştirmeden sevemiyorlar. bizi sevme nedenlerini nerdeyse bizi sevdikleri kadar, hatta çoğu zaman bizden fazla seviyorlar. herkes diğerini sevdiği ölçüde onu sevme nedenini seviyor, hatta çoğu zaman bu nedeni daha çok seviyor. o zaman pek iyi olmuyor. j.d. salinger duyduk duymadık demeyin! vay efendim kulağımda ipod vardı, yok efendim yaprak dökümünü izliyordum, bir daha söyleyebilir misiniz? diye gelmeyin bana! 6 aylık abonelik yalnızca 10 tl. dev kıyak! ekstra larç kaydırak! haydi, krizi fırsata çevirin dostlarım. büyük düşünün! e-posta gönderin derhal aboneliğinizi başlatalım. (ne yapacağınızı ben kulağınıza söyleyeceğim.) delidefteri@gmail.com deli defteri aylık mizah edebiyatı dergisi, yıl: 2, sayı: 14, mayıs 2009 gölgelerin gücü adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: hayri vaka telaşe müdiresi: nazife demir saz heyeti: hayri vaka nazife demir edip üryanî çilek çilli sabriye kerebiç can sever duygu t. adem celep ismet görkem akgün elgin akpınar rıza selçuk saydam e. ebru kapak karikatürü: elgin akpınar yazı göndermek ve görüşler için iletişim adresi: delidefteri@gmail.com web adresi: www.delidefteri.com 3

Toprak Işık Đle Söyleşi Yazıyı seçtim. Şimdilik pişman değilim. Deli Defteri: Kendinizi insan olarak nasıl tarif ediyorsunuz? Toprak Işık: Çok huysuz bir a- damım, çok yardımseverim. gibi şeyler söyleyemem. (Bazen huysuz olduğumu düşünüyorum.) Ama galiba çalışkan ve disiplinliyim. Deli Defteri: Hayatta en sevdiğiniz 10 şey i çok hızlıca düşünüp saymanızı istesem? (Buradaki şey; zamir, nesne, fiil ya da duygu olabilir. Koku bile olabilir.) Toprak Işık: 1. Güzel bir kitap, 2. Kaliteli bir espri, 3. Sıcak havada yorgunluğun üzerine bir bardak soğuk bira, 4. Hafif bir yemeğin üzerine güzel bir tatlı. (örneğin usta işi bir künefe ya da süt ve yumurta oranı iyi tutturulmuş kremkaramel...), 5. Güzel bir matematik sorusu (Tabi çözülebilir zorlukta...), 6. Çok çalıştıktan sonra beynimdeki uyuşukluk hali, 7. Koşmak, 8. Güzel bir film, 9. Sevdiğim bir arkadaşımla yemek eşliğinde sohbet etmek, 10. Sevdiğim bir şehirde çok uzun yürüyüşler yapmak (Örneğin Đstanbul da...) Deli Defteri: Yazdığınız hikâyelerde kendi yaşamınızdan parçalar kullanıyor musunuz? Ya da hikâyelerimi tamamen hayal ürünü olarak kurgulamalıyım, kahramanlarımın söyledikleri benim fikrimdir anlamına gelmemeli gibi kaygılar taşıyor musunuz? Toprak Işık: Evet, kendi hayatımdan ya da tanıdıklarımın hayatlarından parçalar kullandığım oluyor. Ama genellikle değiştirerek yazıyorum. Kahramanlarımın söyledikleri, benim fikrim zannedilmesin diye bir kaygım yok; yazarken buna hiç dikkat etmem. Ortam neyi gerektiriyorsa onu söylerler. Dönüp okuduğumda, bazen onlara katılırım, bazen katılmam. Ama dediğim gibi, asla Bu kahraman bunu söylerse ben de böyle düşünüyorum zannederler. diye bir korkum olmaz. (Bir sürü çapkınlık hikâyesi yazarken karımdan korkmadım, o- kurdan niye korkayım?) Deli Defteri: Yazarlık gösterisine girişmeden ifadesi sizi çok güzel tanımlıyor aslında. Bu anlamda gösteriden ya da gösterişsizlikten anladığınız nedir? Toprak Işık: Gösterişsiz yazmakla kastettikleri herhalde üsluptaki doğallıktır. Gösterişle de, sanırım afili olsun diye zorlanan cümleler kastediliyor. Yazarın kendisi böyle konuşmayı tercih edebilir. Metindeki anlatımları ve tasvirleri yazarın konuştuğu kısımlar diye düşünebilirim ama bu üslubun özellikle diyaloglarda kullanılmasına ben de da-yanamıyorum. Hiç mi hayatında iki in-sanı konuşurken dinlemedin!? Bu cüm-lelerle sohbet eden insanlara nerede rast-ladın!? diye sormak istediğim oluyor. Doğal yazmaktan bahsetmişken Mem-duh Şevket e selam göndermek isterim. O, tüm eserleriyle bunun dersini vermiş bir ustadır. Deli Defteri: Bu söyleşiyi aslında biraz da kendim için yapıyorum. Örnek aldığınız bir yazar var mı diye sormayacağım fakat 4

merak ediyorum çok severek okuduğunuz yazarlar kimlerdir? Toprak Işık: Çehov, O. Henry, Balzak, Hemingway, Mario Vargas Llosa (Her kitabı değil), Romain Gary (Çoğu kitabı), Dostoyevski, Paul Auster (Çok az sayıda kitabı), Kemal Tahir (Özellikle köy romanları), Orhan Kemal (Serseri Milyoner ve Đki Damla Gözyaşı hariç) Deli Defteri: El yazınızın da çok güzel olduğunu gördük, yazmayı komple bir aktivite olarak da seviyorsunuz galiba? Toprak Işık: El yazımın güzel olması belki de askeri lisedeyken idari üstçavuşluk yapmamla ilgilidir. Bütün öğrencilerin dosyalarını tutardım. Kazan defterini hazırlardım, disiplin cezalarını işlerdim. Hiç de edebi metinler değillerdi ama düzgün bir yazıyla yazılmaları gerekirdi. Bunun dışında artık el yazısını çok az kullanıyorum. Genellikle bilgisayarda yazıyorum. Elle ya da bilgisayarla... Her iki durumda da yazının kendisi bana zevk veriyor. Anlamsız bir metin bile yazsam içimde bir doygunluk hissediyorum. Deli Defteri: Veriliş olarak klasik ama cevabına göre hiçbir zaman klişeleşmeyecek bir soru sorayım; neden yazıyorsunuz? Toprak Işık: Yazarlığı hiçbir zaman amatör bir uğraş olarak görmedim. Bir meslek olduğunu da düşünmedim. Benim için ondan çok daha fazla bir şey. Yazıyla düşünmek, yazıyla hissetmek, bütün hayatımı bu uğraşa adamak... Koşullar uygun olsaydı başka bir uğraş da seçebilirdim. Örneğin, yeterince iyi olmak için özel bir beyinle doğmuş olmak gerekmediğine inansaydım matematiğe de adayabilirdim kendimi. Yazıyı seçtim. Şimdilik pişman değilim. Deli Defteri: Okuru güldürmek sizin için çok önemli bunu farkediyor insan. Yazarken başka neler önemli? Toprak Işık: Đçime sinecek şekilde yazmak önemli. Yazının kişisel dünyamdaki yeri kutsal. Kirlensin istemiyorum. Kendimce belli değer yargılarım var: Bilerek yanlış yazma! Toplumdan, devletten, okurdan ya da yayınevinden çekindiğin için yazacaklarını değiştirme! Dümdüz içinden geldiği gibi yaz! Şunu biliyorum: Bunları yazı masanın karşındaki duvarlara asınca iş bitmiyor. Beynin içinde fark edilmeyen bir sürü engel var. Onları bulup yıkmayı başarmak gerek. Deli Defteri: Ülkemizde mizah denince akla karikatür geliyor. Đçinde resim olmayan bir mizah pek kabul görmüyor sanki. Ne dersiniz? Toprak Işık: Olabilir. Ama resimsiz çok kötü mizah da yapılıyor. Mizah, önce güldürmek zorundadır. Ondan sonra üreticisinin dünya görüşüne bağlı olarak başka amacı olabilir. Belki sorun biraz da yazılı iyi mizah bulmanın zorluğundan kaynaklanıyordur. Tabi öte yandan, insanlar okumadığı için bu işi yapanların sayısı da azalıyor. Muhtemelen ikisi birbirini destekleyerek gidiyor. Deli Defteri: Günümüzde popüler olan mizah dergilerindeki yazıları takip ediyor musunuz? Toprak Işık: Dönem dönem takip ediyorum ve yeterince komik olmadıklarını düşünüp bırakıyorum. Genelleme de 5

yapmak istemiyorum aslında. Uzun zamandır mizah yazılarını takip etmiyorum dersem daha iyi olur. Deli Defteri: Sizin deneme yazılarınız da var. Hatta Sıradana Övgü adıyla bir deneme kitabınız yayınlanmıştı. Oradaki denemelerden birinde hikâye türündeki patlama dan söz ediyordunuz? Var mıydı böyle bir şey acaba, ya da hâlâ var mı? Toprak Işık: O denemeleri yazdığım dönemde edebiyat dergileriyle daha içli dışlıydım. Birçokları gibi benim gözlemim de o yöndeydi. Şimdi edebiyat dergilerini çok az takip ediyorum. Dolayısıyla öyküde patlama hâlâ söz konusu mudur bilmiyorum. Ama şundan eminim: Yayınevlerinin, editörlerin, dağıtımcıların... Hepsinin öyküye karşı ön yargıları vardı: Öykü okunmaz! Bu yüzden öykü kitapları yeterince öne çıkartılmadı. Pek çok yazar da öyküyü romana bir geçiş olarak gördü. Aslında ikisi iki farklı e- debi tür. Biz önyargılarından kolay kurtulabilen bir toplum değiliz. Öykü de kırılamayan ticari önyargı nedeniyle boğulmuş olabilir. Deli Defteri: Kız Ararken adlı kitabınızda asistan adlı bir hikâye var, bu hikâyede biraz Türkiye deki akademik dünyanın içine giriyoruz. Bir dönem ABD de yaşadığınızı da düşünürsek Türkiye yi bu açıdan nasıl görüyorsunuz? Toprak Işık: Daha çok karımın ve arkadaşlarımın yaşadıklarından yola çıkarak yazdım o öyküyü. Yine yakınlarımın tecrübelerine dayanarak Amerika da durumun bizdeki kadar kötü olmadığını tahmin ediyorum. Bu sadece akademik ortam için değil edebiyat için de böyle bence. Genel olarak bu ülkede okumuşların, yaptıkları işlere karşı okumamışlardan daha saygısız ve işin gereği açısından düşününce daha cahil oldukları kanısındayım. Deli Defteri: Đlk kitabınız Sırabaşı nın ağırlığı sizin de bizzat deneyimlediğiniz askeri okullardı. Böylesine bir disiplin-düzenin içinden gelmiş ve mizahi hikâyeler yazan bir yazar olmak nasıl bir şey? Toprak Işık: Aziz Nesin de asker kökenliydi. Disiplin bence mizahı öldürmüyor. Önemli olan beyinlerin üniformalı olmaması. Emekli general bir okurum, öykülerimi çok beğendiğini coşkuyla belirtmişti. Disiplinin, yaratmak için gerekli çalışmanın yapılmasında önemli bir artı olduğunu düşünüyorum. Deli Defteri: Edebiyatın diğer türleri ile aranız nasıl? Örneğin şiir ile? Toprak Işık: Şiir konusundaki beğenim eskilerde kalmış. Hayyam ın yüzlerce yıl önce yazdığı bir dörtlük içimde bir yerlere dokunuyor ama yaşayan bir çok şairin dizeleri bende bir his uyandırmıyor. Bu yüzden daha çok eskileri okuyorum. Deli Defteri: Son olarak söylemek istediğiniz herhangi bir şey var mı? (Bu soru neredeyse her söyleşide oluyor. Ben yapmayacağım bunu diyordum ama dayanamadım zira ilginç şeyler çıkabiliyor. Yani demem o ki sorunun muhatabından afilli bir bitiriş cümlesi bekliyoruz, darılmaca gerilmece yok.) Toprak Işık: Đyi mizah ve iyi edebiyat, depresyona karşı prozac tan daha etkilidir. rüyamda harvey keitel i gördüm. gazi üniversitesi dişçilik fakültesinden yeni mezun olmuş birine porselen diş yaptırıyordu. onu gören steve buscemi de kredi kartına taksit yapıyorlar mı? diye soruyordu. harvey peşinde acayip indirim var ama derken uyandım. hayri vaka 6

çorapçı kardeşler sabriye kerebiç palyaço su faturaları, elektrik faturaları hepsi masanın üstünde birikmiş. çoğunu ödemiştim aslında. bu biriktirme farkında olmadan annemizden geçen bir huy bize. ya bir gün birisi sorarsa biri lazım olursa diye. kırmızı peruğumu çıkardım. faturaları da avuçlarımda iyice sıkıp çöpe attım. insan bir kâğıdı çöpe atmadan önce anlamsız bir sinirle sanki kâğıtlardan öç alıyor. o kadar sertçe buruşturmaya ya da yırtmaya gerek yok ki. at çöpe gitsin. yok. günün demlenen öfkesi burada boşalıyor. kırmızı peruğumu çıkardım demiş miydim? demişim. kırmızı peruk ve kırmızı burun. çorapçı kardeşler diye bir yerin açılışından geliyorum. balon dağıttım caddeden geçen çocuklara. iş yeri sahibi elimde kalan balonları sorunca; senin olsun, dedi. bana bahşiş veriyor haspam. bahşiş balonları eve gelirken sokakta top oynayan çocuklara verdim. maç birdenbire durdu. ellerindeki balonları nereye koyacaklarını bilemediler. sonra ağaca bağladılar hepsini devam ettiler. palyaço evine geldi. soyunan bir palyaço gördünüz mü? çoraplarını çıkarıp gayri ihtiyari koklayıp banyoya fırlatan. işte o benim. kadın çorapçı kardeşler. sadece çorap değil, havlu, çamaşır filan da var. içerisi çok kalabalıktı. ilk açılış ya. bir sürü sepet hazırlamışlar. ilk gün diye 1 milyona 2 milyona çoraplar vardı. öle kalitesiz de değil ha. aldım birkaç tane işte. sana da aldım. krem rengi çorabım yok diyordun. e yaz geldi krem pantolonun altına öle siyah giyilmez. cumaya filan da gidiyorsun. a- yıp olur. kardeşine de balon aldım. kapının önünde dağıtıyorlardı. zor oldu ama. evladım, dedim ben de balon alayım, dedim. evde oğlana götüreyim. hanfendi yetişkinlere veremiyoruz, dedi. oğlum evde hasta valla hasta olmasaydı onu da getirecektim, dedim. biz hep buradan alışveriş yapmayı düşünüyoruz, dedim. ne deseydim. neyse verdi. böyle bir elimde balon bir elimde poşetler öyle geldim. bak şu miki fareli poşetlere. bunların modası geçmedi hiç. çorap, külot filan alınca bunlara koyuyorlar. neydi şu adamın adı? dizney. haberi olsa iki paralık ettiniz mikinin şerefini, derdi. neyse canım zaten kendi poşetlerini bastıracaklarmış. telaşa gelmiş. yetişmemiş. her yer böyle çelenklerle filan doluydu. çevresi geniş demek ki. kardeşin nerde? sokakta mı? gene top oynuyor de mi? üstünü kirletsin bi hele bak ben onu n apıyorum. neyse şu balonu koyayım odasına. sevinsin gelince. patron abi sorma çok kalabalıktı. sağol abi sağol. çiçeğini baş köşeye koydurdum. yalnız abi adını yanlış yazmışlar. evet abi kamuran yazmışlar. abi çocuğu yolladım şimdi kâğıdı baştan yazdıracak. abi ne demek lafı mı olur. gönlüm razı olmaz öyle kamuran olmasına. adının ne olduğu belli abi sen koskoca kamran çivioğlusun. senin adın marka abi. orada öyle durması dükkânın bereketini arttırır. sağol abi sağol, balonlar çok güzel oldu. kapış kapış gitti abi. allah razı olsun abi. 7

kadınlar doldurdu burayı abi. gayet iyi bir ilk gün oldu. kuru pastalar daha ilk yarım saatte bitti. zaten bayatmış galiba. gerçi şikayet olmadı abi. şükür abi. ben diyorum ki yarın filan da devam etsek balon dağıtmaya abi. reklam oluyor. heryerde adımız geziyor. sayende abi. tabi, tabi. sana ithal çiftlerden ayırdım. mevsimlik abi. ayıptır söylemesi yengeye de lazımsa hemen göndereyim. peki abi. afedersin düşünemedim abi. palyaço getirdim abi. valla. tiyatrocuymuş galiba. yarın da çağırırım belki. çok istedi abi birkaç balon da ona verdim. yok abi vermedim, yarın gel şimdi hesap karışık dedim. yarın da belki lazım olur. aman abi işte kuru pasta filan yedirdim. çorap filan veririm olmazsa. parayı kim kaybetmiş de biz bulalım. bunlar zaten zengin çocuğu abi. yüz vermiycen bunlara. tabi abi ne sandın beni. senin talebeniz abi. hürmetler abi. yengeye selamlar abi ellerinden öperim. yok abi senin ellerinden öperim. saygılar abi, saygılar. çocuk anne biliyorum kızacaksın, pantolonum biraz tozlandı. anne çelme taktılar ben ne yapayım! düştüm. seri çalımlarla ilerliyordum. silkeledim ama gene biraz kaldı. bak anne ne getirdim. Đnanmayacaksın ama oynarken bir palyaço bize balon verdi. üstünde çorapçı bir şey yazıyor. ne alakası varsa ünlü dediğimiz, herkes tarafından tanınmak için ömür boyu çalıştıktan sonra tanınmamak için güneş gözlüğü takan kişidir. fred allen memduh tulumbacı hayri vaka itfaiyeci olmak sandığınız kadar kolay değil, üstelik sürekli kırmızı giymek zorundaysanız. adım memduh tulumbacı. yirmi iki yıllık itfaiye memuruyum. yangın benim ikinci adresim, her akşam bir yangın olur biz yangına gideriz, söndürür geliriz, o ayrı. ama yangından başka her türlü garip şeyle karşılaştım. özellikle küçük bir şehirde yaşıyorsanız o yerin polisi, jandarması hatta doktoru bile olabiliyorsunuz. televizyonlarda izlersiniz ya itfaiyeciler ağaçtaki kedileri filan kurtarırlar, bakın mesela bu kedi işi bizim zahmetli ve sık yaptığımız işlerden. kedi ağaca çıkar inemez alo itfaiye, damat kaynanasını yakmaya kalkar alo itfaiye, çocuk mamasını yemez alo itfaiye, bizim tüp gaz mı kaçırıyor acaba? hadi bakalım alo itfaiye. dahası; şu an kavedeyim, müjdat var, sabri abi var. o- keye dönüyorum beyim, dönsem mi dönmesem mi? diye arayan bile çıkıyor. ekmek kuran çarpsın ki. gülmeyin, inan olsun yaşıyoruz biz bunları. kimseye anlatamıyoruz da. itfaiyeci sıkıntılı bir a- damdır. başka yangınları söndürürken içindeki yangın gittikçe büyür. alevlerin, dumanların ve kedi miyavlamalarının arasında yapayalnız bir adamdır itfaiyeci. işte bu nedenle ben de yazmaya karar verdim. hiçbir şey yapamazsam fotokopiyle çoğaltır balkondan atarım. vatandaş okumazsa çöpçüler okur. şimdi yukarıdaki satırları okuyanların aklı mamasını yemeyen çocukta kaldıysa anlatayım. dediğim gibi, küçük bir şehirde yaşıyorum ben. o küçük şehrin küçük belediyesinde küçük bir itfaiye binasında bekleme uzmanlığı yapıyorum 8

genellikle. bilirsiniz itfaiyeci bekler. beklerken de düşünür. zaman zaman çağrı gelir, atlar aracına olay mahalline gider. işi bitirip geri döner, başlar düşünmeye kaldığı yerden. aylardan ekim miydi neydi geçen sene yok hayır ondan önceki sene. odamızda oturmuş bekliyorduk, kimisi sohbet ediyor, kimisi bulmaca çözüyor. zaten topu topu altı kişiyiz. tele-fon acı acı çaldı. ama inanın bana o an bir çocuğun acı acı ağlaması gibi çaldı. me-ğer doğru hissetmişim. bir kadın, genç bir kadın. telefona bakan arkadaş önce şaşırdı, hanfendi yanlış yeri aradınız, biz değiliz, bilemem kimi arayacağınızı, benim sorunum değil filan diyordu. anladık ki zırt pırt gelen abuk telefonlardan biri. ama bir süre sonra bir ağlama sesi duyuldu telefondan, buna kadının ağlama sesi de eklendi. telefona bakan arkadaş dediğim de bizim veysel, bana uzattı. al abi sen konuş dedi. alo dedim, bir kadın ağlıyor. durun dedim ağlamayın. nedir? yok, kadın susmuyor, konuşamıyor da, ağlıyor sürekli. bir de arkadan bebek zırlaması geliyor. içim parçalandı. bayan sakin olun, nedir? dedim birkaç kere. neden sonra hıçkırıklarla dolu birkaç şey döküldü ağzından: bebeği on altı aylıkmış. mama yemiyormuş. kadın çok zayıf olduğundan sütü de kesilmiş. aksi gibi çocuk aç olduğu için ağlayıp duruyormuş. sabahtan beri uğraşıyor-muş bir lokma bile yedirememiş. sizin kıyafetler filan komik ya, (komik mi?) çocuğun hoşuna gider. gelseniz bi beş dakka yardımcı olsanız, belki o zaman yer bi şeyler diyordu. bayan dedim biz palyaço muyuz? hiç olur mu öyle şey? kapatacaktım ki avazı çıktığı kadar ağlamaya başladı koca kadın. arkadaşlar kaş göz yapıyor ne oldu diye. alıcıyı e- limle kapatıp söyledim durumu. abi git be sevaptır dediler. manyak mısınız oğlum diye çıkıştım, bugün mama yedirmeye çağıran yarın bebeğin bokunu temizlemeye de çağırır. olmaz dedim. kapattım. kadın gene aradı. bir feryat bir figan. la havle vela kuvvete kocanız yok mu bayan? çalışıyor, uzakta. gece geliyor. komşunuzu çağırın oyuncak moyuncak birşeyler sallayın ne biliyim. bunları da ben mi öğreticem. yaptık hepsini abi, itfaiyeci lazım. anladım bayan çok fantastik bir insansınız ama itfaiyecinin görevi mama yedirmek değildir, dadılık değildir. ben yedireceğim abi zaten. siz kafanıza o şapkayı takıp gelin. kıyafetiniz filan hey allahım. lütfen burada öyle bir lütfen dedi ki bir kedi yavrusu dile geldi sandım. neyse giydik üniformamızı gittik. yanıma da bir arkadaş aldım. kâmil en kel ve en göbeklimiz. nedense görüntüsü insanlara güven veriyor. küçük yer ne de olsa, laf olur filan diye korktum. şahit olsun istedim. evde bir çığlık bir karmaşa. çocuk bütün mutfağın duvarlarını mamayla süslemiş. kusmuş mu artık ne yaptı bilmiyorum. çok sevindi kadıncağız. gözleri şişmiş ağlamaktan. çocuğum ölecek açlıktan. açlığını bilmiyor galiba dedi. doktora gösterseydiniz derken çocuğa yaklaştım. birdenbire sustu çocuk. annesi 9

onu bir mama oturağına oturtmuş. üstü başı süt ve karbonhidratla zenginleştirilmiş sanki. kocaman gözleriyle beni izlemeye başladı. şapkama bakıyordu. ağzını da açtı bir karış. ben gülümsüyorum çocukta tık yok. tepkisiz beni izliyor. baktım annesi öyle aval aval bakarken kaşığı ağzına sokuverdi çocuğun. bayan ne yapıyorsunuz, öyle olur mu demeye kalmadan çocuk bütün ağzındakileri püskürttü yüzüme. evet, ne amanvermez yangınların içinden çıkan ben sütlü bisküvi ile mat olmuştum. kâmil ile kadın başladılar gülmeye. ne gülüyorsunuz ayı mı oynuyor? dedim. hemen bir bez verdi kadın bana yüzümü sildim. işe yaramadı dedim kadına hadi biz gidiyoruz. olmaaaz dedi önümüze geçti. inatçı biri. bir daha deneyelim. neyse başladık bir işe, madem sıvadık paçaları geçeceğiz dereyi. şapkamı ters çevirdim. benim çocuklara küçükken yaptığım gibi gözlerimi şaşılaştırarak komiklikler yapmaya giriştim. güldürmeyi başardım bebeği. gülerken de ağzını açınca annesi dayıyordu kaşığı. bu durum bence benim halimden daha komikti ama işime konsantre olmaya çalıştım. böyle böyle sekiz-on lokma yutturmayı başardık. kâmil, bir yere oturmuş kahkahalar atıyordu. öyle çok eğleniyordu ki göbeği lunaparka gitmişti sanki. sarsıntıdan göbeği ile bünyesi arasında bir bağımsızlık savaşı yaşanıyor zannederdiniz. kadın, bir yandan dualar ediyor diğer yandan çocuğun midesini seferberlik günlerine hazırlıyordu. koca bir tabağı bitirdiğinde herkes gülmekten, yoğun süt, bisküvi ve bebek kusmuğu kokusundan yorgun düşmüştü. oturduğu yerde uyuyakaldı çocuk. kadın bize birer kahve yaptı. ne kadar sevaba girdiğimizden, çocuk büyüyünce ona bizi anlatacağından filan bahsetti sürekli. çöktüğüm yerden bir dahaki sefere mehmet ali erbil i çağırın, yaşlandım artık, ben de belediyeye söyleyeyim teşkilata bir animatör ile bir aslan terbiyecisi alsınlar, böyle devam edemez diye mırıldandım. kadın ne dese beğenirsiniz? mehmet ali erbil in gözlüklerinden korkarmış çocuk, üstelik ateşi teninde hissetmiş insanlar bu dünyada özel insanlarmış. lafa bak. peh! *** dedem tatlıcıymış. özellikle tulumba tatlısı konusunda bir duayen olduğunu söylerler. şehrimizde her türlü cemiyete, mevlüte, kutlamaya dedemin tatlıları, tulumbaları gidermiş. çok mal mülk e- dinmiş zamanında. sadece tatlıcılıkla şehrin en çok vergi veren kişilerinden biriymiş. bazı büyükler, bunu dükkânının duvarına peşin satan-veresiye satan konulu tabelayı türkiye de ilk asan kişi olduğu için o kadar zengin olabildiğini iddia etse de ben meseleyi iktisadi açıdan değil sanatsal açıdan değerlendirmeyi daha uygun buluyorum. öyle güzel tulumba tatlısı yaparmış ki hekimler parmaklara pansuman yapmaktan bıkarmış. ama sonra nasıl olduysa çıkan bir yangında hem dükkânı hem de yanındaki büyük evi yanmış. baklavacıların işi olabilir diyenler olmuş ama bir kanıt bulunamamış. dedem bundan çok etkilenmiş, kahretmiş kendini. kalan malları da satıp savmış. o büyük zenginlikten ve şöhretten geriye hiçbirşey kalmamış. sonra yataklara düşmüş. ben yedi yaşında filandım. kiralayarak yerleştikleri küçük bir evde üzüntüden öldü dedem. hep hasta bir adam olarak hatırlıyorum onu. soyadım da sonu acı biten bu tatlıdan geliyor işte. 10

mesleğe başladığımda, öyle sanılabileceği gibi dedemin öcünü almak, bütün yangınlarla savaşmak gibi bir düşüncem yoktu. itfaiyeci olmam için tesadüf diyebilirim. fakattır ki işe gittiğim her sabah, nöbete kaldığım her gece dedemi, yanan tulumba tatlılarını ve ateşin sıcaklığını düşünürüm. tulumba tatlısı deyince aklıma geldi: kediler ağaca çıkan kediler. yukarda bahsetmiştim. kediler bizim hayatımızın bir parçası. zaman zaman köpekler de. ama özellikle kediler. bazen kendi kendime sorarım, bir kedi neden ağaca çıkar? hadi çıktı diyelim, neden inmez? hadi inmedi anlarım ama neden bir kediyi ağaçta gören herkes itfaiyeyi arar? o kediye sormuş mudur inmek istiyorsun musun diye? peki ağacın hislerinin farkında mıdır? ağaçta görülen bütün kediler mağdur mudur? afedersiniz, fatih altaylı dan daha seri sorular sorduğumun farkındayım. ancak birçok insan bilmez; bir itfaiyecinin sağlık karnesinde yanık merheminden çok pençe darbesine bağlı üçüncü dereceden travma için ağrı kesici ilaçlar yazılıdır. bunların çoğu da oturduğu daldan memnun bir kedinin mahalle baskısının etkisiyle bir itfaiyeci tarafından zorla aşağı indirilmesi faaliyetinin bir sonucudur. ha, ağaçta miyavlama suretiyle indirin beni a dostlar, gülüme varayım diye feryat eden kediler de yok değil. ama bu hikâyeyi okuyanların her iki gerçeğin de farkında olmasını istedim. yaz mevsimi, kediler ve ağaçlar sezonudur. aslında yaz mevsimi aynı zamanda yangın sezonudur. yani; kediyi kurtar, yangına koş, kediyi indir, ateşi söndür, kedi kaçıyor kuyruğundan yakala, üçüncü katta bir babaanne kalmış dumanlar arasına dal kadını götürmek iste, kadın evimden ayıramazsınız diye bağırsın hanım abla geberecen burada ne evi diye ikna etmeye çalış olmadı ağzını bantla, yüklen dışarı çık şeklinde geçer bizim yazlarımız. genellikle izinlerimizi bahar aylarında alırız bu yüzden. en son ağustosta denize girdiğimde herhalde o- tuz yaşlarında filandım. efendim, sözü uzatmadan size yanılmıyorsam dört sene önceki bir kedi operasyonumuzu anlatayım. havalar iyice ı- sınmıştı. tabi kedileri bilirsiniz mart ayında bol bol mesai yapmışlar, ortalık yeni nesil kedilerden geçilmiyor. hangi kovuğa baksanız hangi kutuyu açsanız bir avuç kedi yavrusuyla karşılaşıyorsunuz. işte böyle kedi yavrularının şehirde referandum yaparak özerkliklerini ilan edebilecek çoğunluğa sahip oldukları bir dönem telefon miyav miyav çaldı. sanırsınız kedi cepten itfaiyeyi arıyor. açtık sesi miyavlamaktan farkı olmayan bir çocuk ağaçta mahsur kalmış bir kediyi ihbar ediyor. ama duymanız lazım: kidi kalmış. kidiii. nerde kalmış evladım? aaaçtaaa büyük aaaç kidiii iii evladım iiileme adresi ver, gelelim alalım kediyi. kidi kalmış amca. gelin çabuk. kidi düşmesin. tamam düşmez, bişey olmaz ona. nerde oturuyorsunuz? maaalledeee bizim maaalleye gelin. yavrum evladım sizin mahalle neresi? var ya işte. maaalle. büyük maaalle. yokuş var. annen baban yok mu yanında? sen nasıl aradın bizi yahu? mahalle diyorsun kedi diyorsun, biz fbi değiliz ki şıp diye tespit edelim adresini. ver, anneni babanı ver 11

hangisini? dalga geçiyor bir de, ver birisini işte. adres bilen birisini. bu yorucu konuşmadan sonra ablası geldi telefona da öğrendik adresi, küçük kamyonu alıp veysel ile birlikte yola çıktık. vardığımızda hakikaten büyük bir çınar ağacının altında toplanmış küçük bir kalabalık gördük. araçtan inip ağacın yanına geldiğimde hayatımda daha önce hiç görmediğim bir şey gördüm. kedinin biri, üç dalın birleştiği ve kendisinin rahatça uzanmasına olanak verdiği bir yerde doğurmuş. ortaya çıkan dört yavru da annelerinin kedi babalarının çınar olduğu düşüncesi içinde gözleri kapalı vaziyette dalın üstünde miyavlayıp duruyorlar. mahalleli yavrulardan biri her an düşebilir diye, birkaç tane çarşafı çengelli iğnelerle tutturup ağacın altına germişler. çarşaflar farklı farklı renklerde olduğundan çınar ağacının altında bir çingene çadırı kurulmuş gibi görünüyordu. çarşafı germeyi akıl etmişler ama kimse biz gelmeden ağaca çıkıp kedileri indirmeyi göze alamamış. anne kedinin gözlerine baktığımda o duyduğu korkuyu hissettim. zor geçen bir doğumun ardından kimse ona lohusa şerbeti ikram etmediği gibi bir ağacın üstünde yaşam savaşı veren yavrularının hangi birini kontrol edeceğini şaşırmıştı. etrafına topladığı kediciklerden biri kıpırdanacak olsa dişleriyle çekiştiriyordu. doğrusunu isterseniz birisi şerbet içirmek istese bile kediye ulaşmak mümkün değildi. kimse akşam evde kediye şerbet içirecektim ağaçtan düştüm minvalinde bir konuşma geçmesini istemezdi. kedi mi? şerbet mi? ağaç mı? kedi şerbet içer mi? hadi o kedi ayyaşın biridir, içiyor diyelim, peki sen manyak mısın ne işin var ağaçta elinde tepsiyle? gibi sorulara muhatap olmayı göze alamazdı. doğurmak için bir ağaç tepesini seçmiş bu kediyi gördüğüm an, hikmetinden sual olunmaz rabbimin ne hayvancağızlar yarattığına ve onlara ne tür akıllar paylaştırdığına hayretle bir daha şaştım. şaşkınlığımdaki hayretim, bir kedi üzerinden kendi hayatımın gözlerimin önünden bir daktilo şeridi gibi geçmesine neden oldu. bir daktilo şeridinin bana alın yazısını çağrıştırdığını da hesaba katarak, kader ve akıl üzerine 3-4 saniye içinde ne tür felsefi doktora tezleri yazdığımı varın siz tahayyül edin. ama siz tahayyül etmeden önce şunu söylemeliyim, elbette bütün bu sakin düşünceleri kafamdan geçirmeden önce şu en basit savı sallamıştım dudaklarımın arasından: a-ha güdükzekalı bir kedi! veysel i operasyonun kara kuvvetleri komutanı olarak atadım. bense hava kuvvetleri olarak ağaca tırmanacaktım. araçta bulunan brandayı alıp vatandaşlardan veysel le beraber güzelce tutmalarını istedim. ağacın arka tarafına doğru ciddi bir boşluk vardı. onu da böylece kapatmış olduk. çingene çadırımız şimdi daha bir şenlikli olmuştu. iyi kötü bir güvenlik sağlamıştık. yavrulardan birinin ya da birkaçının aşağı düşmesi halinde düşerken bazı dallara çarpıp yaralanabilecekse de aşağıda bekleyen çarşaflar ve brandalar sayesinde ölümden kurtulacaklardı. hayatlarının ilk gününde beş metre yükseklikten bir çarşafın üzerine düşmenin bangicampingsel heyecanını yaşamaları da ne kadar sıradışı kediler olacaklarının habercisiydi. etrafta toplanan çocuklar da bir yandan heyecanlı çığlıklar atıyor, bir yandan nedense el çırpıyorlardı. oldukları yerde zıplayanları gördükçe onları hayal kırıklığına uğratmamam gerektiğine karar verdim. çünkü bir çocuğun böyle kötü bir hatıraya sahip olması ken- 12

dimi ömrüm boyunca suçlu hissetmeme sebep olurdu. aracın merdivenini kontrol eden mekanizmayı çalıştırdım. yükselmeye başladı. dalların arasından zeka problemi olduğu düşüncesini aklımdan çıkaramadığım kedinin ve minik kaplanların yanına yaklaştım. tam bu sırada yavrulardan bir tanesi kadınların çığlıkları arasında çarşafın üstüne düştü. iki kere zıpladı ve hareketsiz kaldı. birden büyük bir sessizlik oldu. ilk birkaç saniye kimse yavru kediye yaklaşamadı, neden sonra küçük bir çocuk uzandı yavru kediye. eline aldı. esniyor bu diye bağırdığında küçük bir kahkaha fırtınası koptu. Đçimiz rahatladı. geriye kurtarılması gereken üç yavru ve bir akıl hastası kalmıştı. elimi uzatacak kadar yakınlaşınca merdivenin yükselmesini durdurdum. konuşmaya başladım onlarla: merhaba, memduh amcanız geldi, şimdi sizi kurtaracağım, zorluk çıkarmayın. hey sen nereye gittiğini sanıyorsun? Yürümeyi bile bilmiyorsun. normal olarak anne kedi tıslamaya başladı. ağzını kocaman açarak ve sırtını kamburlaştırarak vaziyet aldı. bak kedi dedim, kötü bir niyetim yok, sizi şehir hayatına geri kazanmayı hedefliyorum. iki tane tarzan filmi izlediniz diye ağaçlarda filan yaşamaya kalkmak hiç doğru değil. kedi pençe atarak cevap verdi. bu arada aşağıdaki vatandaşlar bir korku filmi izliyormuşcasına gerilmişlerdi. rahat olun der gibi bir hareket yaptım aşağıya. tam bu sırada anne kedi pozisyonunu savunmaya göre ayarladığından bir an yavrularının durumunu unutmuştu. bir tane yavru daha aşağıya süzüldü. bu da üç kere zıpladı çarşafın üstünde. hemen bir kadın aldı eline. yaşıyor dedi. ikinci derin nefesi aldık. alanları dar olduğu için anne kedi bir yere kaçamıyordu. yavrular zaten görmüyordu bile önlerini. elimde kalın bir eldiven vardı. yavrulardan birine elimi attım. anne kedi deli gibi tırmaladı, yetmedi ısırmaya çalıştı eldiveni. ama başarmıştım. yavruyu üniformamın geniş cebine attım. yanık kokulu ve kirli eldivenin tadını almış olmaktan pek memnun olmayan anne kedi kalan son yavru için savaşmaktan vazgeçmeyecekti. tabi bu arada miyavlama, ağlayan insan sesine benzer cıyaklama ve tıslama sesi nizami desibeli aşmıştı. anne kedi birdenbire kalan tek yavruyu ensesinden dişlerinin arasına alıp yandaki dala geçti. yavruyu ağzından bırakacak yer bile yoktu orada. ağzında yavrusu dururken bana öyle bir bakışı vardı ki dua et ağzımda lokma var yoksa ben ne küfürler biliyorum diyordu sanki. onlara ulaşmak için iyice uzanmak zorunda kaldım olmadı. yetişemiyordum. ayağımı en son basamağın üzerine a- tarak diğer ayağımı da kalın dallardan birine uzatarak denedim. tam bu sırada birden gözüm karardı. ayağımın altının kaydığını hissettim. dünya dönüş hızını on katına çıkartmıştı sanki. kadınların ve çocukların çığlık attığını duydum. nedense gözlerimi yummuşum. açtığımda kendimi tek kolumla merdivenin kenarına tutunmuş sallanıyor buldum. bir-iki çocuk ağlamaya başladı. uzaktan bir çınar ağacında sallanan büyük bir kırmızı biber gibi göründüğüme eminim. böyle şeylere alışık olsam da bir an kendi can derdime düştüğümü, kedilerin aklımdan çıktığını fark ettim. cebimdeki yavruyu 13

hatırladım. ona zarar vermeden kurtulmalıydım. bir gayretle boşta kalan kolumu dallardan birine attım. ayaklarımdan biriyle de merdivene uzanmaya çalışıyordum. ayağım merdivene ulaşınca iki büklüm halimle ne kadar komik göründüğümü hayal bile etmek istemiyordum. tek bir harekette daldaki kolumu merdivene attım. aşağıdan oh mealinde bir sürü gürültü geldi. alkış koptu. kendimi sağlama aldığımda kediyi bıraktığım yere baktım kimse yoktu. diğer dallara, a- ğacın tepesine sonra üç yüz altmış derece etrafıma baktım. kedi medi görünmüyordu. aşağıya baktım gene bir şey yok. yavaş yavaş indim. cebimdeki yavruyu çocuklardan birine verdim. anne kediyi gördünüz mü? diye sordum. ben dengemi kaybedip düşeyazdığımda ağzındaki yavrusuyla ağaçtan inivermiş, kıçına motor takmış gibi hızla sokağı boylayıp köşeyi dönerek ortadan kaybolmuş. veysel geldi yanıma, geçmiş olsun abi dedi. zarar ziyan yok ya. iyiyim dedim. kolum biraz zorlandı o kadar. baktırırız yarın. çocukların kucağındaki yavru kedilere yaklaştım. miyavlamıyor sanki cikcikliyorlardı. annesi kaçtı gitti, küçük bir biberon bulup bunları beslemek lazım dedim. hallederiz amca dediler. sağolasın. hayatlarını kurtardın. yavruları okşarken kalabalıkta insanların bacakları arasından nerdeyse elli santim boyunda bir kız çocuğu geldi yanıma. kidilerin adı ne olsun amca? sen miydin arayan ufaklık? ben aradım amca, sen çok iyi amcasın. yaklaşmamı istedi. öptü yanaklarımdan. ben de onu öptüm. adlarını siz koyun. her kurtardığım kediyi vaftiz edecek kadar çok isim dağarcığı yok bende, dedim. bir ay kadar sonra itfaiyeyi aradılar o mahalleden. biri erkek ikisi dişiymiş. evi kedi bakmaya müsait olan çocuklar paylaşmış yavruları. erkeğin adını memduh koymuşlar. kedilerin babası satranç şampiyonu değildir muhtemelen, o yüzden fazla birşey beklemiyorum ama dilerim annelerine çekmezler. her tarzancılık oynayan maceraperver kediye her zaman bir memduh tulumbacı yetişemez değil mi? imzası kişinin karakterini ele verir, bazen de ismini. evan esar ne ilginçtir ki modern gökbilimcilere göre uzay sonsuz değilmiş. bu, eşyalarını bıraktıkları yeri hatırlayamayan insanlar için iyi bir haber. woody allen balık tutmakla bütün gün bir gerizekalı gibi kıyıda dikilmek arasında ince bir çizgi vardır. steven wright mühim olan insanın içinin dışının bir olması. yani insanın dışında da bağırsaklar, karaciğerler filan olmalı. cenk durmazel 14

Sizden Gelenler: Şakaklar, Porsuk ve Berber Mümin Yunus Emre Gümüş Her şey gece başladı. Yatmak üzereydim oysa dişlerimi bile fırçalamıştım. Ortaokuldan kalma bir alışkanlıkla yatmadan önce aynaya baktım ve o ilk hamleyi yapmama neden olacak o melun kılı gördüm. Aslında oldukça kişilikli bir duruşu vardı. Diğer arkadaşları tarağın mezalimine boyun eğip hepsi bir yöne uzanmışken, o aykırı bir duruş sergilemiş ve ayağa dikilmişti. Bir isyandı bu ve önü alınmazsa büyük bir devrime yol açabilirdi. Aslında erken yorulmuş bir demokratın şakaklarındaki bu isyan başlangıcı bir teokratın sakalındaki ilahi birliktelikten çok daha anlamlıydı. Ve fakat o an yüreğime oğlunun okuduğu kapital den kıllanan 68 kuşağından bir babanın tedirginliği düştü ki tedirginlik genç bir yüreğe düştüğünde beton etkisi yapar, bilirim. Bugün anlayışla karşılanan isyankâr bir kıl, yeryüzüne çıkmayı reddeden protestocu bir kıl döngüsüne gebedir, bilirim. Onun bu onurlu direnişine hak vermiyor değildim hatta gizliden bir hayranlık bile duyuyor olabilirdim. Ama bu yalnızca birkaç dakika kazandırabildi ona. Đlk makas darbesini fütursuzca salladığım an fütürizmin kurucusu öncüsü ve şefi Đtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti yi andım. Çünkü Marinetti ye göre şiirde temel öğeler cesaret cüret ve isyandır. Bir isyan şiiri gibi dikilmiş karşımda duran şakak kılımın Marinetti yi biliyor olmasına şaştım ve onu gizliden gizliye değil alenen kıskandım. Evet şakak kılımın ve Marinetti nin bu ilişkisine duyduğum kıskançlıkla ikinci, üçüncü makas darbelerini salladın şakaklarıma... Şakaklar... Yaşlı ve işe yaramaz biri olduğumuzu ilk ele veren ilk açık sözlü dostlarımız ilk patavatsız düşmanlarımız. Yanlardan al üstü kalsın daki yanlardan alınanlarımız. Şimdi parmak uçlarımdan tüm bedenime yayılan ince, sıcak bir sıvı, bir cinayet pişmanlığı salmıştı bedenime. Bu pişmanlık bedenime dar geliyordu, az önce işlediğim cinayetin kanıtı yerlerde, tanığı aynada ve cinayet aleti elimdeydi. Gayriihtiyarî fırlattım makası elimden yere ve o an işte tam o an henüz bir yaşına bile basmamış gayri ihtiyar kedim Porsuk un cansız bedeni bir un çuvalı gibi devrildi yere, bir un çuvalı gibi ağır, bir un çuvalı gibi kontrolsüz, bir un çuvalı gibi cansız... Allah kahretsindi. Korku ve endişeyle fırlattığım makas kedim Porsuk un gözüne şiklenmişti. Ve anladım ki şiklenmek bir kedinin gözüne bir makas şiklenince şiklenmektir. Allahım bir anda seri cinayetlere imza atan bir katile dönmüştüm. Ne işi vardı o kediciğin orada, ben neden öyle saçma bir hareket yaparak en sevdiğim dostumun ölümüne neden olmuştum. Neler oluyordu bana? Ne yapmam gerekiyordu? Cesedi yok e- dip ortalığı mı toparlamalıyım diye düşündüm hiçbir şey olmamış gibi yaşamıma devam edebilirim diye geçirdim içimden. Ne de olsa Fenerbahçe de Đnter e geçirmişti ve Đnter hiçbir şey olmamış gibi Seria A ya devam etmişti. Porsuk un üç puan kaybettiğini varsayarak ve diğer canlarını hoyratça kullanmadığını ümit ederek yaşamıma devam edebi- 15

lirdim. Ettim. Porsuğun cansız bedenini siyah bir naylon poşete koyarken kendi kendime Sahip olduğun canlarını daha akıllıca kullanmalıydın dostum. Biz insanlar nasıl da kıymetini biliriz ömrümüzün. Sıhh belki de bir tane canımız olduğunu bildiğimiz içindir tüm bu kadirşinas hallerimiz diye mırıldandım. O sırada poşetten gelen mırıldamalara kulak verdim aman Allahım olabilir miydi? Yoksa... Evet, olabilmişti, porsuk ölebilmemişti. Ya da ölmüştü de önceki canlarını düşündüğüm kadar hoyrat kullanmamıştı. Her ne olduysa olmuştu işte. Porsuk dizlerimin dibinde ağzını bağladığım poşetin içinde hareket ediyordu. Evet hareket ediyordu, ölmemişti. Ulan tabi ya poşetin ağzını açamıyordu mamafih çoluk çocuk kurcalamasın diye sıkıcana düğüm atığım için ben de açamıyordum düğümü. Poşetin içindeki Porsuğun hareketleri ağırlaşıyor, mırıldanmaları hırlamaya dönüşüyordu. Bir süre sonra iyice hareketsiz kaldı dişlerimle altıncı düğümü açarken sadece kesik kesik gelen hırıltılarını duyuyordum. Düğümleri açmayı başardığımda Porsuk çoktan ebedi istirahatına çekilmişti. Şimdi bir taş kütlesi kadar ağır bir ağırlık kütlesi kadar taştı. Bir anda cama zuhur eden yağmur damlaları gibi gözyaşlarının yürüdüğü gözlerime ampulün ışığı yansıdığında, Porsuğun ruhunun Ghost taki Patrick Swayze ın mahşere yükselişi gibi törensel bir ayrılığı yeğlediğini düşündüm. Tüm bunları tedirgin ve ürkek gözlerle izlerken ışığı yansıtanın Porsuğun gözündeki makas olduğunu fark ettim. Az önce kazayla ölüme sebebiyet veren makası, Porsuğun gözünde unuttuğumu fark ettim. Makası şiklendiği yerden aldım tişörtüme silerek temizledim ve eski yerine kaldırdım. Allahtan Porsuk tekrar canlanmıştı da makası kurtarmıştık. Gerçi Porsuk tekrar vefat etmişti ama cillop gibi makastı ve neden bir kedinin gözünde defnedilsindi. Porsuğun mezarı olan poşeti arka bahçenin duvarından salladıktan sonra tekrar banyoya döndüm ve aynada o korkunç manzarayla karşılaştım. Đsyankâr kıla canhıraş saldırırken kafamı tavus kuşuna çevirmiştim. Bitmek bilmeyen bir kâbusun içinde gibiydim. Đçindeymişim, tavusmuşum kuşmuşum. Yarın okulun ilk günüydü, saat gece yarısını geçiyordu ve ben omuzlarımın üzerinde bir maymun poposu taşıyordum. Bu depresyon için bulunmaz bir fırsattı. Parmak arası terliklerimi ayağıma geçirerek kendimi şuursuzca sokağa attım. Burası büyük bir şehirdi ve mutlaka bir berber bir berbere ya da en azından bir berber kendi kendine dükkânını açık tutması konusunda bir öneride bulunmuş olabilirdi. Bu berberlerin hepsini evde bekleyen birileri yoktu ya. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve ben ayağımda çıpıdak çıpıdak parmak arası terliklerimle berber arıyordum. Kepenkleri kapalı onlarca berberi geride bıraktıktan sonra insanoğlunun görme sınırını zorlayacak kadar uzakta demir bir askıya asılmış havluları gördüğümde kaybolan eşeğini bulmuş gariban bir köylü gibi sevindim. Bu benzetmeyi bir berberin duyması ve beni fena halde benzetmesi düşüncesi tüylerimin ürpermesine neden oldu, şakaklarımdaki ürperememe hissiyatı ise beni acılara gark etti. Berberin kapısına vardığımda heyecanım doruk noktadaydı. Nasıl girmeliydim içeriye, söze nasıl başlamalıydım, kendimi traş ederken bu hale getirdiğimi söyleyemezdim elbet. Bu ona sonsuz bir güven duygusu aşılardı ve ben zaten bir sıfır yenikken, ona böyle bir kontratak şansı tanıyamazdım. Başka bir berberin üzerine atabilirdim suçu, yok hayır, bu inandırıcı olmazdı, en azından bu saatte. 16

Onunla göz göze geldiğimizde koltukta oturan adamın sivilcesini sıkıyordu, anlamsız birkaç ses çıkarttıktan sonra boğazımı temizleyerek Mer mer merhaba, abi diyebilmiştim sadece. Abi mi? En az benden beş yaş küçüktü ve ben ona abi diyerek suçluluk duygumu bastırmaya, ona güven pompalayarak ezikliğimi sevecenlikle karşılamasını ümit etmiştim. Durumu lehime çevirmek için sanki bu benim konuşma tarzımmış gibi davranarak gayriihtiyarî benden gayrı ihtiyar olan berbere Abi ya buralarda kemal abinin abisinin bir tatlıcısı vardı n oldu o abi? gibi saçma bir doğaçlama yaptım. Ne tatlısı, ne Kemal i kardeşim kime baktın sen? diyerek bana doğru bir iki adım attı gayri terbiyeli berber. Đlkel bir savaş aleti gibi görünen makasın ve kıllanan bir berberin ne kadar tehlikeli olabileceğini Porsuk örneğinde yaşayan ben, birkaç adım geriledim, tabi gayriihtiyarî... Ya neyse, s.ktiret sen Kemal i diyerek sanki Kemal mevzusunu o açmış gibi Hacı bundan sonra beni alsana dedim. Bu bana tuhaf tuhaf bakarak bir mengene gibi sıktığı dişlerinin arasından tıslayarak Bu bana mı bu diyor dedi. Allahım, her geçen saniye yeni düşmanlar kazanıyordum ve bu kazanç bana hiç de kârlı görünmüyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve ben, asabi bir berberle sıkılan sivilcesinin acısını çıkartacak yer arayan hayli kaslı müşterisini gereksiz yere sinirlendiriyordum. Hayır ben isminizi bilmediğimden bu diye şey yaptım. Đşaret sıfatı manasında yani. Tabi böyle direk şey yapmadan bu deyince manasız oldu. Ben de fark ettim. Berber tartışmaya son vermek ve dükkânının cinayet mahali olmasını engellemek için Kardeşim çek git adamın başını belaya sokma diyerek beni iteklemek suretiyle dışarıya çıkarttı. Sanki çok kızmış ve çok kızdığında çok tehlikeli biri olabilirmiş gibi kafamı önce yavaşça sola çevirdim bir süre yukarıya bakarak sanki psikopat bir caniymiş de kavgaya falan tövbeliymiş gibi sağ elimi kaldırırken duyacakları şekilde ya sabır... Ulen şimdi... diyerek oradan hızla uzaklaştım. Köşeye varmak üzereydim ki gizil bir mağaradaki perilerin ayak seslerini andıran o sihirli hişt... hişt seslerini duydum. Korkuyla kendi etrafımda dönerken bir taraftan da Kim lan o, kimsin lan? Bak berber sensen valla bozacağım bak tövbemi diye yüksek sesle bağırarak, olası bir dayak olayından yırtmak için çevreden birinin dikkatini çekerim umuduyla âcizane bir hamlede bulundum. Sessiz ol dedi ses ve beni dinle Kafamı itaatkâr bir ifadeyle hızlı hızlı indirip kaldırırken, dişlerimle dudaklarımı ısırıyordum. Bu bilinmez sese karşı koyamıyor, gizil bir gücün boyunduruğu altına girdiğimi hissediyordum. Ben berber Mümin, bana güvenebilirsin. Belki de yanlızca bana güvenebilirsin. Sesin geldiği yere doğru ilerlerken içimde bir Đndiana Jones belirdi. Hey gidi Dr Jones diyerek hem komik hem enerjik bu bilim insanını andıktan sonra He is back diye geçirdim içimden. Sonra ağzımla fragman taklidi yapmaya yeltendiysem de bunun hiç de yeri olmadığını düşündüm. Mümin abi! diye seslendim karanlığa, sanki onu yıllardır tanıyormuşum gibi. Dükkânım az ileride sabah erkenden gelirsen seni kendi ellerimle tıraş ederim, şimdi gitmeliyim hoşçakal. Dur gitme demeye fırsat kalmadan karanlıkta kayboldu Mümin. Allahım nasıl bir gizemdi bu peşine düştüğüm. Koşar adımlarla eve döndüm ve sabah olmasını iple çektim. 17

Mümin in dükkânına gittiğimde çevredeki esnafların hiçbiri henüz uyanmamışlardı. Müminse bütün müminliğiyle namazını kılmış hatta dükkânını temizliğini bile bitirmişti. Hayırlı işlerler diyerek girdim dükkândan, sanki ona has bir güzellik yapmışım gibi bu dediğimin karşılığında bir ödül bekler gibi baktım gözünün içine. Müminse Bilader oraya basmayıver yeni sildim viledayla, daha kurumadı. demekle yetindi. Az sonra anlayacaktım ki mümin asla bu kadar kısa bir cümleyle yetinecek bir insan değildi. Onu işleyen her öykü betimlemelerden çok diyaloga ihtiyaç duyuyordu. Aslında var ya herkes böyle sabah erkenden açsa dükkânını kısmeti artar şerefsizim. Saç mı sakal mı? Doğru diyorsun abi! Sen beni dinlemiyorsun galiba! Hı hı tabi tabi haklısın Geç otur şuraya, basma oralara. Nasıl olsun? Nasıl yapalım saçı? Yok öyle seni çok yormayacağım, normal bir saça benzesin yeter. Mümin bir şeylere kırılmış gibiydi sanki sadece işlevsel bir birkaç soğuk cümleyle karşılık verdi bana. Ama bu durum uzun sürmedi önlüğü boğarcasına boynuma bağladıktan sonra elleri saçıma değer değmez Nerelisin bilader? diyerek başladı sonu gelmeyecek bir berber muhabbetine. Sen beni tanımadın galiba abi? dememle tuhaf bir şeyler olduğunu anladım. Mümin in yüzünün coğrafyası değişmişti birden bire. Geceler olmaz olası geceler... diyerek bir şey hatırlamış gibi kendi yapımı beş artı birin bağlı olduğu sqny marka teybe yöneldi. Çalan Nilüfer in geceler şarkısıydı ve sanki Nilüfer bizim muhabbeti dinliyormuş gibi Mümin in bıraktığı yerden devam etti Geceler yarı yar... Dört duvar efkâr.. Geceler yarı yar Başımda sevda Gizlediği bir şeyler var gibiydi, dün gece hiç yaşanmamış gibi geyiğe sardı ben de hiç sesimi çıkarmadım. Mümin makasla o- lan dansına başlarken bir taraftan da her erkek berberi gibi omzuma yaslamayı ihmal etmiyordu. Bu huzursuz havayı dağıtmak için hafta sonu maçı izlemediğim halde Fener n aptı abi öyle ya... diyerek bir berberin en hassas damarından yakalamaya çalıştım Mümin i tabi duvardaki Fenerbahçe posteriydi beni Mümin le yakınlaştırmasını ümit ettiğim. Şampiyonuz yine bu sene abisi. Uçarı kaçarı yok.. Mümin istediğim kıvama gelmişti. Birkaç kaçan gol pozisyonundan, ofsayttan ve yabancı transferlerden bahsettikten sonra cevabını alamadığı soru geldi aklına. Sahi abiş sen nerelisin? Antepliyim abi dedim sonu gelmez bir muhabbeti açtığımdan habersiz. hadi ya, ben acemiliği orada yaptım la başlayan muhabbet -ki bu tek taraflı bir sohbetti çünkü Mümin kendi sorduğu sorulara kendisi cevap veriyordu- baklavanın, çiğköfte ve ekşili köftenin yapılışlarının ne kadar zor olduğu ve emek istediğine oradan Antep in sanayi şehri oluşu nedeniyle aldığı göçle artan suç oranına kadar uzadı. Mümin her berber 18

gibi bir müthiş bir sosyologdu. Her berber sosyolog gibi kendi sözünü kesmesiyle ünlüydü, ilginçti. Hararetle yaptığı bu sosyolojik tespitler esnasında kulağımda keskin bir acı ve bir yanma hissettim. Evet, bir berberde en korkulası şey başıma gelmişti. Mümin kafamda bir Vincent Van Gogh yorumunu tercih etmişti. Kulağımdan akan kanı şapla durdurmaya çalışan Mümin çok rahat görünüyordu öyle ki hiçbir tepki vermeden baldızının Tire deki yazlığından bahsetmeye devam ediyordu. Onun bu rahatlı karşısında kanım çekilmiş kanama durmuş ve ben hiçbir tepki verememiştim. Mümin saç tıraşımın bittiği müjdesini verdiğinde aynada kendimi tanıyamadım. Borcumuz ne kadar sorusuna aldığım cevapla sararmış suratımla yola koyulduğumda saat sekizi geçiyordu ve caddedeki diğer esnaflar yeni yeni açıyorlardı dükkânlarını. Ellerim cebimde omzumun üzerinde bir heykeltıraşa ö- zenmiş Mümin in dışavurumcu tarzını yansıtan kafam bozuk bir şekilde hızla ilerledim. Bugün pazartesiydi ve okulun ilk günüydü. Üniversitedeki ilk günümün böyle olacağı tercih yaparken aklımdan bile geçmezdi. misafirler balık gibidir; üç günden sonra kokmaya başlar. benjamin franklin zaman kavramı hakkında bildiğim tek şey aceleyle bir yere yetişmeye çalıştığımda daha hızlı akacak kadar terbiyesiz olduğudur. adem celep Erotik Dershane Toprak Işık Yeni mezun üç bilgisayar mühendisiydik. Aynı evde kalıyorduk. Kocaman şirketlerin kocaman projelerinde görevliydik ikimiz. Birimizin gözü karaydı. Ya da belki kördü. Hiç iş aramadan kendi şirketimi kuracağım diye tutturmuştu. Đyi de oğlum en azından büro gerekir şirket için. Masa sandalye falan... Benim Nihat a uyarım bu olmuştu. Arzuhalcilik yapmayacağız ki, neticede bir yazılım şirketinden bahsediyoruz. Hepimiz çalışalım, biraz para biriktirdikten sonra kayıtlı kuyutlu, ofisli telefonlu şirketimizi kurup, piyasanın dumanını attırırız. Orası kolay abi. Đlk işten aldığımız para ile hallederiz. Tamam da ilk işi nasıl alacağız oğlum? Alırız abi. Üniversitenin ilk yılında tanıştığımızdan beri Nihat ın iyimserliğine hayranım. Yurttaki odamızda bir sürü para kazanma hayalinin ardından yatma vakti geldiğinde sorardım: Nihat oğlum, yarın sınavda ne yapacağız? Sen benim yakınıma otur abi, hallederiz. Nihat ın yakınına oturup canlı yayında bağlanırım kâğıdına. Sonuçlar gelir: Lan Nihat; en düşük notu biz almışız oğlum. Abi zaten sınavın ağırlığı ne kadardı ki; finale adam gibi çalışıp geçeriz. Final de gelir geçer üzerimizden. Oğlum Nihat yine çöktük. Abi bu adam ortalamaya çok yüksek veriyormuş. 19

Bize ne oğlum ortalamadan? En alttayız biz. Neyse, eski defterleri kurcalamak nafile. Sonuçta üniversiteye gömemediler bizi. Mezun olduk, iş hayatına atıldık ve ilk kez Nihat haklı çıktı. Üçüncü ortağımız Serhat bir akşam bombayı patlattı: Sıkı durun beyler! Müjdeyi veriyorum! Bir dershane ile web tasarımı için görüşme ayarlamış. Đsmi lazım olmadığından söylemiyorum ama Türkiye nin en büyük üç dört dershanesinden biri... Sevinmeden önce sordum: Onların hala web sayfaları yok muymuş? Yokmuş ama sayemizde olacak, dedi Serhat mutlu bir şımarıklıkla. *** Đlk görüşmeye Serhat ve ben gittik. Nihat yetenekli bir yazılımcıdır ama müşteriyle temasta sorunlara neden olabilir. Adam, Site üzerinden cennete bağlanılabilsin istiyorum. dese, bizimki Yaparız, kolay! der. Bilgisayarın başına oturunca da, Beyler cennet ne tarafa düşüyordu? diye sorar. Dershane ye girdik. Müdür Tekin Bey in odasına gitmek üzere sekreterin peşine takıldık. Buyurun! Buyurun gençler! Müdür Tekin Bey kısa boylu, seyrek saçlı, Ayhan Işık bıyıklı bir adam. Önce Serhat ın elini yakalayıp hızla bir iki kez salladı, sonra da benimkini. Oturun! Oturun! Oturduk. Ne içersiniz? Ha ne içeriz? Tam ağzımı açtım, soda diyecektim, Derya bize üç çay getir, dedi. Derya kapıyı kapatıp çıktı. Đşler nasıl? Đşler nasıl? Yine yanıt vermemizi beklemeden devam etti. Ne güzel böyle genç yaşta kurmuşsunuz kendi işinizi. Đsmimizi sordu sonra. Yine ağzımızı açamadan, Cabbar, Hüseyin, artık nasıl uygun görürse, kendisi birer isim takacak sandığımızdan mıdır nedir, salak gibi kaldık. Ha isimleriniz nedir? Serhat! Ben de Bülent, dedim. Görüşme boyunca bize verdiği söz hakkı bundan azıcık fazla oldu. Yahu bir insan nasıl bu kadar çok konuşabilir? Nasıl böyle daldan dala atlayabilir? Adımızı iyi ki baştan sordu; çünkü ben kalkarken kim olduğumu hatırlayabilecek durumda değildim. Đlgili ilgisiz her şeyi anlattı. Onun sadece ince işine ben bir siyah mersedes sattım. Şimdi adam; senin Çayyolu ndaki villana nereden geldik? Sattığın mersedesten bize ne? O mersedesin siyah olmasının anlam ve önemi ne? Çok şükür mersedesin yenisini almış bir yıl sonra. Geçen seçimlerde milletvekili adayıymış. Bilmem nesini bilmem ne yaptığı amca oğlu yüzünden kaybetmiş. Amca oğlu memlekette parti il başkanıymış, bunu listenin en sonuna atmış. Çıkarken beynim zonkluyordu resmen. Ama hakkını da vermeli, görüşmeden memnun kaldık mı, kaldık: Çünkü işi kaptık! Üstelik parayı hiç sormadı bile. Bir evin ince işine bir siyah mersedes harcayan babayiğit, bizim yapacağımız sitenin parasından mı korkacak? Ellerimizde dershanenin tanıtım broşürleri, ertesi gün için tekrar randevulaştık. O da düşünecek, biz de düşüneceğiz, bir araya gelip sitenin ayrıntılarını konuşacağız. Malzemeyi yığdık Nihat ın önüne. 20