ALEXIS JENNI 1963 yılında Fransa nın Lyon kentinde doğdu ve çocukluk çağını burada geçirdi. İlk ve ortaöğrenimini yine aynı yerde tamamlayan Jenni,

Benzer belgeler
MARCEL BEYER Marcel Beyer 23 Ekim 1965 yılında Almanya nın Tailgingen kentinde doğmuştur. Siegen Üniversitesi nde Alman ve İngiliz Dili ve Edebiyatı

NGŨGĨ WA THIONG O 1938 Limuru, Kenya doğumlu roman, öykü ve oyun yazarı Ngũgĩ wa Thiong o, 1972 den 1977 ye dek Nairobi Üniversitesi Edebiyat Bölümü

Ayrıntı: 978 Edebiyat Dizisi: 223. Zamanın Gürültüsü Julian Barnes. Kitabın Özgün Adı The Noise Of Time. İngilizce den Çeviren Serdar Rifat Kırkoğlu

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

2008 by btb Verlag, a division of Verlagsgruppe Random House GmbH, München, Germany. Türkçe yayım hakları Kalem Agency aracılığıyla alınmıştır.

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

ERNESTO SABATO Arjantinli romancı, gazeteci ve deneme yazarı Ernesto Sabato 24 Haziran 1911 de Buenos Aires in banliyösü Rojas ta doğdu ve 30 Nisan

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

SABINE ADATEPE Sabine Adatepe 1963 Hamburg doğumlu. Hamburg Üniversitesi nde Türkoloji, İranistik ve Alman Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezun

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Türkçe yayım hakları Akcalı Ajans aracılığıyla alınmıştır.

KIRILL ISTOMIN in. renkli dünyası ve DEKO TASARIM

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Bay Çiklet in Bahçesi

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

MİRCEA CĂRTĂRESCU 1 Haziran 1956 tarihinde Romanya nın Bükreş kentinde doğdu yılında, Bükreş Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Romen Dili ve

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

DANIEL PENNAC Daniel Pennac, gerçek ismiyle Daniel Pennacchioni 1 Aralık 1944 te Fas ta dog du. Babası orduda görev aldıg ı için gittig i yerlere,

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Belmin Dumlu SAVAŞKAN,

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

SRA Versiyon Şubat 2001

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

Hayata dair küçük notlar

Aşkı Yorgunluktan Koruyan ve Taze Tutan 6 Kural - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

CARLOS GAMERRO 1962 de Arjantin in başkenti Buenos Aires te doğdu. Şimdiye kadar altı romanın altına imza attı. Roman yazarlığının yanı sıra,

İtalya nın Üç Büyüğü: Roma, Floransa, Venedik.

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

İletişim Yayınları 2472 Çağdaş Türkçe Edebiyat 426 ISBN-13: İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2017, İstanbul

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

2016 Tudem Edebiyat Ödülleri Öykü Yarýþmasý Mansiyon Ödülü

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

JULIA ALVAREZ 1960 yılında, on yaşındayken ailesiyle birlikte Dominik Cumhuriyeti nden ayrılıp Amerika Birleşik Devletleri ne yerleşmiştir.

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

CÜMLE TÜRLERİ YÜKLEMİNİN TÜRÜNE GÖRE. Fiil Cümlesi. *Yüklemi çekimli fiil olan cümlelere denir.

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

İLK OK UMA KİT APLARI

ilk izlenim her şey.

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

MİRCEA CĂRTĂRESCU 1 Haziran 1956 tarihinde Romanya nın Bükreş kentinde doğdu yılında, Bükreş Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Rumen Dili ve

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

THOMAS EUGENE ROBBINS Amerikalı roman ve hikâye yazarı (d. 1932). Robbins, Oyunculluk, uçarılık değil bilgeliktir görüşünü ön plana çıkarıp çılgınlık

Aylin Adıgüzel. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Babamın Sihirli Küresi AYTÜL AKAL

Herkese Bangkok tan merhabalar,

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Sarmaşık

SİBELANNE ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ ÇALIŞKAN ARILAR SINIFI

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Cornelia, şarkı söylemek isteyen kaz

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU)

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

DENİZ EĞİTİM ATÖLYELERİ. OKUL ÖNCESİ, ATÖLYE ve OYUNLAR

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Aşşk Kahve ve Laduree

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Öykü ORMANDAKİ DEV. 4. basım. Resimleyen: Reha Barış

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

İnsan Okur. Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HÂLÂ HARİKA

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Hava nedir? Hava durumu nedir?

Korkut un Hindistan Güncesi. 6 Haridwar-Varanasi Carsamba Persembe

Fotoğraf: Privat. Wolfgang Korn

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

BuranoVenedik denince akla ilk

Adı Soyadı :. Numarası :.

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

MİRKET NİNELER. Parti Veriyor

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

SAFTİRİK Greg in Günlüğü HEY GİDİ GÜNLER!

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Delal Arya HEYECANLI KİTAPLAR. Serüven. Resimleyen: Sedat Girgin PERA GÜNLÜKLERİ. 5 Basım SIRLAR OTELİ. 2. Kitap

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

1. ÜNİTE DENEME SINAVI

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

DERS 7. Kadın İşi, Erkek İşi: Cinsiyetçi İşbölümü. DÜZEY: 6. Sınıf

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

Transkript:

ALEXIS JENNI 1963 yılında Fransa nın Lyon kentinde doğdu ve çocukluk çağını burada geçirdi. İlk ve ortaöğrenimini yine aynı yerde tamamlayan Jenni, lisans eğitimini biyoloji alanında sürdürdü. Jenni, halen Lyon da bir lisede biyoloji öğretmenliği yapmaktadır. İlk romanı Fransız Harp Sanatı, Fransa nın hatırı sayılır yayınevlerinden olan Gallimard tarafından yayımlandı. Eser, Fransız edebiyat otoriteleri tarafından övgülerle karşılandı. Eleştirmenlerden tam not alan Fransız Harp Sanatı, 2011 de yazara hayli prestijli Goncourt Ödülü nü getirdi. Aynı eserle Medici Ödülleri ve Femina Ödülü nü de kazandı. Yazarın toplamda altı kitabı bulunuyor.

Ayrıntı: 950 Edebiyat Dizisi: 220 Fransız Savaş Sanatı Alexis Jenni Kitabın Özgün Adı L art Français de la Guerre Fransızca dan Çeviren Gizem Şakar & Armağan Sarı Yayıma Hazırlayan Zeynep Gençosmanoğlu Son Okuma Yiğitcan Canbatar Editions Gallimard, Paris, 2011 Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları na aittir. Kapak Fotoğrafı Attività Culturali/Alinari Archives/ Alinari via Getty Images Turkey Kapak Tasarımı Arslan Kahraman Dizgi Hediye Gümen Baskı ve Cilt Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı/İstanbul Tel.: (0212) 612 31 85-576 00 66 Sertifika No.: 12156 Birinci Basım: İstanbul, Aralık 2015 Baskı Adedi 1000 ISBN 978-605-314-058-0 Sertifika No: 10704 AYRINTI YAYINLARI Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Fax: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr twitter.com/ayrintiyayinevi facebook.com/ayrintiyayinevi instagram.com/ayrintiyayinlari

Alexis Jenni Fransız Savaş Sanatı

EDEBİYAT DİZİSİ SON ÇIKAN KİTAPLAR HAVAALANI BALIKLARI Angelika Overath DAYICAN NAPOLYON İyrec-i Pézéşkzâd HARMATTAN Gavin Weston BİR SON DUYGUSU Julian Barnes HEZEYAN Laura Restrepo O ASLA GERİ GELMEYECEK Hans Koppel YARASALAR Marcel Beyer KAYBOLAN Hans-Ulrich Treichel BİR KÜÇÜK İMPARATORLUK Christian Kracht HAYAT DÜZEYLERİ Julian Barnes GÖZYAŞININ KİMYASI Peter Carey VÎS İLE RÂMÎN Fahreddin Es ad-i Gorgânî ANATHEM Neal Stephenson BEYAZ DÜNYA Andrew McGahan KIRIK KÖŞELİ İLKBAHAR Mario Benedetti GECELERİ DAİRELER ÇİZEREK YÜRÜRÜZ Daniel Alarcon BİR BUĞDAY TANESİ Ngũgĩ wa Thiong o PARROT İLE OLIVER AMERİKA DA Peter Carey İSTİSNA Christian Jungersen KALTENBURG Marcel Beyer ORBITOR Mircea Cărtărescu GÜVERCİNLER HAVALANIRKEN Melinda Nadj Abonji KAYBOLUYORSUN Christian Jungersen İÇERDEKİLER Victor Serge TİBET ŞEFTALİ TURTASI Tom Robbins BAHAR Sabine Adatepe CHE NİN BİRLİĞİ Carlos Gamerro MUTSUZLUK ZAMANLARINDA MUTLULUK Wilhelm Genazino

Kahraman nedir? Ne bir canlı, ne bir ölü, öteki dünyaya sızıp oradan geri dönen bir [ ]dır. Pascal QUIGNARD Ne kadar aptalcaydı. İnsanları harcadık. Brigitte FRIANG Fikrimce, düzenin en iyisi benim içinde olduğumdur; parçası değilsem dünyaların en mükemmeli de olsa cehennemliktir. Denis DIDEROT

YORUMLAR I Valence Sipahilerinin Körfez e Doğru Yola Çıkışları 1 991 yılının ilk aylarına Körfez Savaşı hazırlıkları ve adım adım ilerleyen sorumsuzluğum damgasını vurdu. Kar, trenlerin yolunu keserek, sesleri bastırarak her yeri kapladı. Neyse ki Körfez de hava sıcaklığı düşmüştü; askerler güneş gözlüklerini çıkarmadan çıplak gövdelerini ıslattıkları yaza göre daha az pişiyordu. Ah! Şu yakışıklı yaz askerleri, neredeyse hiçbiri ölmemiştir! Kafalarından aşağı boşalttıkları şişe şişe su bedenlerinden süzülüp yere değmeden buharlaşıyor, atletik vücutlarının çevresinde, içinden gökkuşakları geçen oval bir buhar 7

tabakası meydana getiriyordu. On altı litre! Yaz askerleri her gün on altı litre su içmeliydi! Dünyanın, gölgenin var olmadığı bu köşesinde, teçhizatlarının altında öyle çok terliyorlardı ki! On altı litre! Televizyon rakamlar duyuruyordu ve rakamlar, rakamların her daim [akıllarda] yer ettiği gibi yer ediyordu: tam tamına. Söylentiler saldırıdan önce birbirimize tekrarladığımız rakamları yayıyordu. Dünyanın dördüncü büyük ordusuna saldırılacaktı; Yenilmez Batı Ordusu yakında harekete geçecek ve karşısındaki Iraklılar sıkıca sarılmış dikenli tellerin, kara mayınlarının, paslı çivilerin, son anda tutuşturacakları petrol dolu hendeklerin ardına gömüleceklerdi; çünkü onların petrolü vardı. Hem de artık ne yapacaklarını bilemeyecek kadar çok. Televizyon, hep aynı açıklıkla ayrıntıları veriyordu. Arşivler rastgele taranıyordu. Televizyon eski, hiçbir değeri olmayan yansız görüntüleri yayınlıyordu. Irak ordusuyla ilgili hiçbir şey bilinmiyordu, ne gücü, ne de mevzileriyle ilgili. Sadece dünyanın dördüncü büyük ordusu olduğu biliniyordu; biliniyordu çünkü bu konu sürekli tekrar ediliyordu. Sayılar akıllara kazınır çünkü aşikârdırlar; akılda kaldıkları için de insanlar onlara inanır. Ve bu sürüyor da sürüyordu. Tüm bu hazırlıkların sonu artık öngörülemiyordu. 1991 yılının başlarında pek az çalışıyordum. Aklıma yokluğumu gerekçelendirecek fikir gelmediği zaman işe gidiyordum. Beni dinlemeye gerek bile duymadan akıllara ziyan hastalık izinlerimi imzalayan doktorlara gidiyor ve izinlerin süresini daha da uzatmak için özenli sahtecilik işleri yapıyordum. Akşamları, kulaklığımla plak dinleyerek masa lambasının ışığı altında rakamları yeniden yazıyordum; dünyam lambanın yaydığı haleden, iki kulağımın arasındaki mesafeden, bana ağır ağır boş zaman kazandıran mavi dolma kalemimin ucundan ibaretti. Önce müsveddede birkaç kez deniyor, sonra kendimden son derece emin bir hareketle doktorun yazdıklarını değiştiriyordum. Bu, sıcak köşemde, işten uzak kalabileceğim gün sayımı ikiye, üçe katlıyordu. Gerçeği değiştirmek 8

için işaretlerle oynamanın, her şeyden kaçmak için rakamların üzerinden tükenmez kalemle tekrar tekrar geçmenin yeterli olup olmadığını hiçbir zaman bilemedim; kendime bunların reçeteden başka bir yerde kayıtlı olup olmadığını hiç sormadım. Pek de önemli değildi. Gittiğim iş yerinin düzeni öyle kötüydü ki gitmediğim kimi zamanlar yokluğumun farkına bile varmıyorlardı. Ertesi gün işe gittiğimde ise bu sefer varlığımın farkına varmıyorlardı; sanki işe gitmemek önemli bir şey değildi. İşe gitmiyordum ve eksikliğim fark edilmiyordu. O yüzden, ben de yataktan çıkmıyordum. 1991 yılının başlarında bir Pazartesi günü radyodan Lyon da kar yüzünden hayatın felç olduğunu öğrendim. Gece yağan kar, kabloları kopartmış, trenler garlarda mahsur kalmıştı. Kara, sokaktayken yakalananlar beyaz bir örtüyle kaplanıyordu. İçeridekiler ise telaşa kapılmamaya çabalıyordu. Burada, Escault ya ancak birkaç kar tanesi düştü. Oysa orada adım adım ilerleyen otomobil kuyruğunu arkasına takmış kocaman bir kar makinesi ve dünyayla ilişkileri kesilmiş köylere yardım taşıyan helikopterlerin dışında hiçbir şey kımıldamıyordu. Karın pazartesi yağmış olmasına sevindim, çünkü burada karın ne olduğunu bilmezlerdi; televizyonun yayınladığı görüntülere güvenip kendilerine dağ gibi kocaman, gizemli bir felaket yaratırlardı. Üç yüz metre uzaklıktaki iş yerime telefon ettim ve oradan sekiz yüz kilometre uzakta, televizyonda gösterilen o beyaz tepelerde olduğumu uydurdum. Oralıydım, Rhône-Alpes den* geliyordum. Bunu biliyorlardı. Kimi hafta sonları oraya geri dönerdim. Bunu bilirlerdi. Ne dağların ne olduğunu bilirlerdi, ne de karın. Her şey kitabına uygundu, herkes gibi benim de karda mahsur kalmış olmamam için bir neden yoktu. Ardından garın karşısında oturan kız arkadaşımın evine gittim. * Fransa nın güney doğusunda yer alan bölge. İtalya ve İsviçre ile sınırı olan bölgenin merkez şehri Lyon dur. (ç.n.) 9

Şaşırmadı, beni bekliyordu. O da penceresinden karı, kar tanelerini, televizyonda Fransa nın geri kalanındaki kar fırtınalarını görmüştü. Telefonda değiştirebildiği o kırılgan ses tonuyla iş yerine telefon etmişti: hasta olduğunu, Fransa yı kırıp geçiren, televizyonda da sözü edilen şu ağır gribe yakalandığını söylemişti. O gün işe gelemeyecekti. Kapıyı açtığında pijaması hâlâ üzerindeydi. Soyundum ve bizi de mağdur etmemiş olması için gerçekten hiçbir neden bulunmayan, Fransa yı kırıp geçen kar fırtınaları ve grip salgının uzağında yatağına uzandık. Biz de herkes gibi mağdurduk. Dışarıda kar azar azar, tane tane yağmaya, havada uçuşmaya, hiç acele etmeden yere düşmeye devam ederken usul usul seviştik. Kız arkadaşım tek odalı stüdyo tarzı bir dairede yaşıyordu ve tek bir yatak neredeyse tüm alanı kaplıyordu. Kimsenin nerede olduğumuzu bilmediği, saatlerin olmadığı bir gündüzün sakin sıcağında, onun yanındayken kendimi iyi hissediyordum; arzularımız doymuştu; keyfimiz yerindeydi. Bu çalıntı köşenin sıcağında, sevgilimle keyfim yerindeydi. Renkten renge bürünen gözlerini yeşil ve mavi kalemlerle kese kâğıdı üzerine çizmek isterdim. Çizmek isterdim; ancak o kadar kötü resim yapıyordum ki. Oysa muhteşem bir ışıkla parlayan gözlerini sadece resim kutsayabilirdi. Söylemek yetmez; göstermek gerekir. Ardında iz bırakmazsa gözlerinin muhteşem rengi sözlerden kaçıyordu. Göstermek gerekiyordu. Oysa göstermek mümkün değildi. Zaten 1991 yılının kışında budala televizyonlar bunu her gün kanıtlıyordu. Televizyon yatağın hizasındaydı. Ekranı görebilmek için yastıkları üst üste koyup kafalarımızı yükseltiyorduk. Yavaş yavaş kuruyan spermler her hareketimde uyluğumdaki kılları çekiyordu ama kalkıp duş almak da hiç içimden gelmiyordu. Küçücük banyo soğuktu ve onun yanında keyfim yerindeydi, arzularımızın geri gelmesini beklerken televizyona bakıyorduk. Televizyondaki en önemli konu, adını Star Wars dan almış, konusunda uzmanlaşmış bir şirketin senaristleri tarafın- 10

dan tasarlanmış Desert Storm harekâtıydı: Çöl Fırtınası.* Bir Fransız harekâtı olan Daguet** ise kısıtlı imkânlarıyla bunun yanında hoplayıp zıplıyordu. Yeni palazlanmaya başlamış yavru alageyik Daguet : ergenliğe yeni girmiş, ilk boynuzlarını çıkartan, seke seke yürüyen, anne babasının yanından asla uzaklaşmayan bir Bambi. Askerler bu isimleri nereden bulur? Daguet, kim bilir ki bu ismi? Bu ismi, ailesine ait arazisinde köpeklerle sürek avı yapan yüksek rütbeli bir asker önermiş olmalı. Desert Storm u ise gezegenin bir uçtan diğer ucuna herkes anlıyor; [telaffuz ederken] ağızda şamar gibi patlıyor, insanın yüreğini sıkıştırıyor; [sanırsınız ki] bir video oyunu. Daguet ise zarif bir sözcük; anlayanlar arasında kurnaz bir gülümsemeye yol açıyor. Ordunun, ortak dil olmayan dili kendine özgüdür ve bu, son derece huzursuz edicidir. Fransa da askerler konuşmazlar. Kendi aralarında bile konuşmazlar. İş onlarla dalga geçmeye kadar gider. Onlara insanı kelimelerden vazgeçiren yoğun bir ahmaklık yüklenir. Bize ne yaptılar da onları bu kadar hor görüyoruz? Biz onlara ne yaptık da askerler böylesine içlerine kapandı? Ordu, Fransa da can sıkıcı bir konudur. Bu tipler hakkında ne düşünüleceği, özellikle de onlara nasıl davranılacağı bilinemez. Bereleri, hakkında hiçbir şey bilmek istemediğimiz askeri gelenekleri ve vergileri yontan pahalı makineleriyle bizi bunaltırlar. Fransa da ordu dilsizdir; açıkça orduların başkomutanına itaat eder; hiçbir şeyden anlamayan, her şeyle ilgilenen ve ordunun istediğini yapmasına müsaade eden o seçilmiş sivile. Fransa da askerler hakkında ne düşünüleceği bilinmez, bizimkiler izlenimi uyanmasın diye iyelik ifade eden tek bir sözcük kullanmaya bile cesaret edilmez: onlar görmezden gelinir, onlardan çekinilir, onlarla alay edilir. İnsanlar, kana ve * Körfez Savaşı sırasında 17 Ocak-28 Şubat 1991 tarihleri arasında ABD öncülüğünde yürütülen operasyonun kod adı. Çöl Fırtınası ile Irak ın Kuveyt işgali sona erdirilmiştir. (ç.n.) ** Fransa nın Körfez Savaşı nda yürüttüğü harekâtın kod adı. (ç.n.) 11

ölüme bu denli yakın, bu rezil işi niçin yaptıklarını sorar kendi kendilerine; komplolardan, sağlıksız duygulardan, entelektüel kapasitelerinden endişe edilir. Bu askerlerin, halktan uzakta durmaları, hep birlikte Fransa nın güneyindeki askeri üslerine kapanmaları veya imparatorluğun kırıntılarını kontrol etmek için dünyayı arşınlamaları, daha önce olduğu gibi güneşte parıldayan tertemiz büyük gemilerinde, yaldızlı süslerle kaplı beyaz üniformaları içinde, deniz aşırı ülkelerde gezinmeleri tercih edilir. Uzakta olmaları, görünmez olmaları, kafamızı meşgul etmemeleri istenir. Zorbalıklarını başka yerde, bize hiç benzemedikleri için insan bile denilemeyecek insanların yaşadığı çok uzak ülkelerde sürdürmeleri yeğlenir. İşte o esnada orduyla ilgili tüm düşündüğüm buydu, yani hiçbir şey; ama onlar gibi düşünüyordum, tüm tanıdıklarım gibi. Bu, yorgandan sadece burnumu ve [televizyona] bakmak için gözlerimi çıkardığım 1991 yılının o sabahına dek böyleydi. Bedenime sürtünen kız arkadaşım usulca karnımı okşuyordu. Bir yandan yatağın ayakucundaki televizyon ekranından Üçüncü Dünya Savaşı nın başlangıcını izliyorduk. Etrafımızdaki her şeyi aklımıza ne iyi, ne kötü, herhangi bir şey getirmeden görmemize, televizyonu programlar devam ettikçe sürüp giden, yüzümüze yayılmış bir gülümsemeyle izlememize imkân veren, orgazmı takip eden o mesut dinginlik içerisinde oturmuş, çenemizi tembel bir hareketle avuçlarımıza almış, elektromanyetik dalgalar yayan ekranda insanlarla dolu dünya sokaklarını izliyorduk. Zevk âleminden sonra ne yapılır? Televizyon izlenir. Haberlere bakılır, ne ağırlığı ne de niteliği olan, plastik bir boş zaman, zamanın geriye kalanını elinden geldiğince dolduran bir sentez zaman üreten büyüleyici makine seyre dalınır. Körfez Savaşı nın hazırlıkları sırasında, sonrasında ve savaş süresince garip şeyler gördüm; tüm dünya tuhaf şeyler gördü. Çok gördüm çünkü asla sönmeyen, tam olması gerektiği gibi, kuş tüyünden bile daha sıcak tutan, gerçek bir teknolojik geliş- 12

me sonucu sonunda yataktan hiç çıkmamanıza olanak sağlayan yeni bir malzemeden üretilmiş o yorganlardan bile daha iyi hollofil kozamızın, bu mükemmel Du Pont de Nemours* dokumasının, yastıkların içini dolduran polyester liflerin altından neredeyse hiç çıkmıyordum; çünkü mevsim kıştı, çünkü mesleki anlamda büyük bir sorumsuzluk içerisindeydim ve arzularımızın yeniden şahlanmasını beklerken sevgilimin yanında uzanarak televizyona bakmaktan başka bir şey yapmıyordum. Nevresimi, terimizden yapış yapış olduğunda, bol miktarda boşalttığım saçıp savurduğum diyelim sperm lekelerim kuruyup sertleştiğinde yenisiyle değiştiriyorduk. Ekranına yapıştığım televizyonda suratlarında gaz maskeleriyle konser izleyen İsraillileri gördüm. Sadece kemancının maskesi yoktu ve çalmaya devam ediyordu. Bağdat semalarında bombaların balesini ve yeşil renkli, peri masalı tadında havai fişek gösterisini gördüm. Böylelikle modern savaşın ekranların ışığında yaşandığını öğrendim; binaların gri ve belli belirsiz siluetlerinin titreyerek yaklaşmasını ve infilak edişini, içindekilerle birlikte içeriden tamamen yok edilişini gördüm; kullanımına göre sınıflandırılan özel bombalar taşıyan Albatros kanatlı kocaman B52lerin Arizona Çölü nde ambalajlarından çıkıp yeniden uçtuklarını gördüm; Mezopotamya nın çöl toprağı seviyesinde uçan ve Doppler etkisiyle deforme olmuş motorlarından gelen canhıraş gürültüyle hedeflerini arayan misilleri gördüm. Bunların hepsini nefesimi tutarak, beceriksizce çekilmiş bir bilim kurgu filmiymişçesine televizyonda seyrettim. Fakat 1991 yılının başında, beni en çok şaşırtan görüntü son derece basitti. Eminim ki artık kimse anımsamıyordur, ama o görüntü o seneden, 1991 dendi. XX. yüzyılın son senesinden. Haber- * Fransa da doğup Amerika da ölen Éleuthère Irénée du Pont de Nemours un 1802 senesinde Amerika da kurduğu, kimyasal hammadde üretimi ve satışı yapan dünyanın en büyük şirketlerinden biridir. Enerji, elektronik, otomobil endüstrisi, ambalaj, gemi endüstrisi ve daha başka pek çok alanda üretim yapan şirketin en bilinen markalarından biri teflondur. (ç.n.) 13

lerde Valence sipahilerinin Körfez e hareket ettiklerine tanık oldum. Bu oğlanların yaşları otuzun altındaydı ve genç eşleri onları yolcu etmeye gelmişlerdi. Çoğunluğu henüz konuşma çağına ulaşmamış çocuklarını kucaklarına almış, kameraların önünde kocalarını öpüyorlardı. Bu adaleli erkekler ve genç, güzel kadınlar şefkatle kucaklaşıyor, ardından Valence sipahileri kum rengi kamyonlarına, VAB larına*, Panhard larına** biniyorlardı. O zaman, kaçının geriye döneceği, bu savaşın Batı tarafında ölüme, neredeyse hiçbir ölüme sebep olmayacağı henüz bilinmiyordu; bilinmeyen bir başka şey ise ölümün yükünün çevreyi kirleten maddelerin etkisi gibi, çölün yayılması gibi, bir borcun ödenmesi gibi sayısı belirsiz diğerleri tarafından, sıcak ülkeleri dolduran isimsiz diğerleri tarafından yüklenileceğiydi; kafa sesi yerini hüzünlü bir yoruma bıraktığında, genç insanlarımızın uzaktaki bir savaş için yola çıkmasına beraberce üzülüyorduk. Şaşkındım. Bunlar sıradan görüntülerdi. Amerikan ve İngiliz televizyonlarında her zaman görebilirdiniz. Ancak Fransa da eşleri ve çocuklarına sarılıp yola çıkan askerleri ilk kez 1991 yılında gördük; bu, askerlerin acılarını paylaşabileceğimiz ve yokluklarını hissedebileceğimiz insanlar gibi gösterildiği 1914 yılından bu yana ilk kez oluyordu. Ansızın kafama dank etmişti, irkildim. Doğruldum, burnumdan fazlasını yorgandan dışarı çıkarttım. Ağzımı, omuzlarımı, gövdemi. Oturmam gerekiyordu, doğru düzgün görmem gerekiyordu çünkü televizyon kanalında idrak etmenin dışında herkesin gözü önünde toplumsal bir uzlaşıya tanıklık ediyordum. Bacaklarımı karnıma doğru çekip kollarımı etrafına doladım, çenemi * VAB (Véhicule de l avant blindé - Zırhlı Öncü Aracı) 1796 senesinde Fransa da piyasaya sürülen, Körfez Savaşı ve 2001 Afganistan işgalinde kullanılan yaklaşık 14 ton ağırlığındaki, 2 metre yüksekliğindeki zırhlı personel taşıyıcıdır. (ç.n.) ** 1891 senesinde kurulmuş, dünyaca meşhur otomobil modellerinin yanı sıra askeri kullanım için arazi araçları üreten bir Fransız şirketidir. (ç.n.) 14

dizlerimin üstüne koydum ve bu önemli anı izlemeye devam ettim: Valence sipahilerinin Körfez e hareketlerini. Kimileri kum rengine boyanmış kamyonlarına binmeden önce gözyaşlarını siliyordu. 1991 yılının başında hiçbir şey olduğu yoktu: Körfez Savaşı na hazırlanılıyordu. Hiçbir şey bilmeden konuşmaya mahkûm televizyon kanalları gevezelik ediyor, içi bomboş bir görüntü kalabalığı üretiyordu. Tahminler yürüten uzmanlara sorular soruluyordu. Sunucu, rakamlar sıralarken ekranda donup kalan, hiçbir haber servisinin sansürlemediği ve donmuş çöl planlarıyla son bulan arşiv görüntülerini yayınlıyordu. Uyduruyor, öyküleştiriyor, aynı ayrıntıları tekrar ediyor, karşılarındakini usandırmadan aynı şeyi tekrarlayabilmenin yeni yollarını arıyorlardı. Tıpkı bozuk bir plak gibi Hepsini takip ettim. Kendimi görüntü seline bıraktım; hudutlarını izledim; önce rastgele, sonra bayır aşağı akıyordu; 1991 yılının başlarında her şeye açıktım, kendimi yaşamdan soyutluyordum, görmek ve hissetmekten başka yapacak şeyim yoktu. Vaktimi arzularımın geri gelip sonuçlanma ritmine göre yatakta geçiriyordum. Belki de gidenler ve her şeyi seyreden ben dışında hiç kimse Valence sipahilerinin Körfez e hareket edişlerini anımsamıyordur, çünkü 1991 yılının kışında [henüz] hiçbir şey yaşanmamıştı. Bir boşluğu yorumladık durduk, boşluğu havayla doldurduk, bekledik; tek olup biten şuydu: ordu toplumsal yapının içine geri dönüyordu. İnsanın kendisine bunca zamandır ordu neredeydi diye sorması mümkündür. Kız arkadaşım bize kadar ulaşmayan bir savaşa olan ani ilgim karşısında şaşkındı. Sıklıkla, gerçeğin ezici ağırlığından daha kesin, daha huzur verici ve çok daha eğlenceli bulduğum hafif bir sıkıntı, alaylı bir kopuş, zihnin kıpırtılarına karşı bir ilgi hissediyordum. Neye baktığımı sordu. Şu kocaman makineleri kullanmak isterdim, dedim. Dişli tekerlekleri olan kum renklileri. 15

İyi de onlar oğlanlar için ve sen artık oğlan çocuğu değilsin. Hem de hiç, dedi elini üzerime, kendi için yaşayan, kendine ait bir kalbi, dolayısıyla kendine özgü duyguları, düşünceleri ve hareketleri olan o güzel organın tam üzerine koyarak. Yanıt vermedim, emin değildim. Yeniden yanına uzanıverdim. Yasal olarak hastaydık ve karda mahsur kalmıştık. Burada güvendeydik ve tüm gün, tüm gece ve ertesi gün bize aitti; nefesimiz tükenene, bedenlerimiz yorgun düşene dek. O yıl manyakça bir devamsızlık içindeydim. Gece gündüz tek düşünebildiğim ayak sürtmenin, tüymenin, kaytarmanın, diğerleri sıra halinde yürürken karanlık bir köşeye saklanmanın yollarıydı. Sosyal hırs, profesyonel bilinç, konumuma olan alakam adına neye sahipsem hepsini birkaç ay içinde yok ettim. Sonbahardan beri soğuktan ve rutubetten faydalanıyordum; bunlar doğa olayları olduklarından sorgusuz sualsiz kabul ediliyordu. Boğazımdaki hafif bir yanma evde yan gelip yatmamı gerekçelendirmeye yeterliydi. Gitmiyor, işlerimi ihmal ediyor ve kız arkadaşıma gitmeyi aksatıyordum. Ne mi yapıyordum? Sokaklarda dolaşıyor, kafelerde oturuyor, halk kütüphanesinde bilim ve tarih eserleri okuyordum. Şehirde yaşayan ve eve gitmek istemeyen yalnız bir adamın yapabileceği ne varsa hepsini yapıyordum. Ve bu çoğunlukla hiçbir şey yapmamak demekti. O kıştan hiçbir anım, planlanmış bir girişimim, anlatacak hiçbir şeyim yok ama France Info radyosundaki haberlerin tema müziğini duyduğumda öyle melankolik bir hale bürünüyordum ki tek yapmam gerekenin şu olduğunun farkına varıyordum: kocaman bir duvar saatinin vuruşları gibi on beş dakikada bir yayınlanan radyo haberlerini beklemek. Yüreğimdeki akreple yelkovan yavaşça ilerleyedursun dünyanınkiler hiç tereddütsüz daha da kötüye gidiyordu. Çalıştığım şirketin yönetiminde bir değişiklik oldu. Beni yönetenin tek bir düşüncesi vardı: gitmek ve sonunda başarmıştı. Başka bir iş buldu, görevinden ayrıldı ve yerini, kalmaya 16