Suriye de katliam devam ediyor...



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Islam & Camii Diyanet İşleri Türk İslam Birliği

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler

HZ. PEYGAMBER (S.A.V) İN HOŞGÖRÜSÜ VE AFFEDİCİLİĞİ

İZMİR İL MÜFTÜLÜĞÜ BAYAN VAAZ ÇİZELGESİ ( 2014 YILI 1. DÖNEM )

Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

MERSİN İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAİZİN

Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir.

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

:30-12: :30-12: :30-12: :30-12: :30-12:30 AYHAN KAYA

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Anlamı. Temel Bilgiler 1

tarafından yazıldı. Pazartesi, 13 Ağustos :33 - Son Güncelleme Pazartesi, 13 Ağustos :52

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama:

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

GÜNAH ve İSTİĞFAR. Israr etmek kişiyi nasıl etkiler

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

Edeb Ya Hu! Cumartesi, 03 Ocak :31

Veda Hutbesi. "Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

KIRŞEHİR MÜFTÜLÜĞÜ 2018 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI

M. Sinan Adalı. İllustrasyonlar: Sevgi İçigen. yayın no: 114 NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? / 2

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla HİCRİ-2 YAHUDİLERLE İLİŞKİLER KAYNUKAOĞULLARININ MEDİNEDEN ÇIKARTILMASI

Size iki şey bırakıyorum; onlara sımsıkı sarılırsanız kurtuluşa erersiniz: Biri Allah ın kitabı Kur an, diğeri de Ehl-i beytimdir.

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

Gıybet (Hadis, Tirmizi, Birr 23)

TEMİZLİK HAZIRLAYAN. Abdullah Cahit ÇULHA

GADİR ESİNTİLERİ -10- Şiir: İsmail Bendiderya

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

2016 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Dua ve Sûre Kitapçığı

HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN!

Şerif Mardin in tespitiyle bu coğrafyada en etkili faktör : Din

OSMANİYE KAHRAMANMARAŞLILAR YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİNE GÖRKEMLİ AÇILIŞ.

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

Hac & Umre Kültür Turları Uçak Bileti

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.


Nefsin iki hali vardır. Üçüncüsü yoktur. Biri bela diğeri afiyet...

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86)

ÇALIŞAN GENÇLERLE EL ELE

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

peygamberin (aleyhissalâtu vesselam) bir günü METİN KARABAŞOĞLU

GEREDE MÜFTÜLÜĞÜ 2014 YILI IV. ÜNCÜ DÖNEM (EKİM-KASIM-ARALIK AYLARI) VAAZ PROGRAMI

UMRE YAPMANIN FAZİLETİ

Kurban Nedir Ve Niçin Kesilir?

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Bilmeceli-Bulmacalı-Oyunlu. Namaz Kitabım. Bilal Yorulmaz

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

ÜMMETİN GELECEK NESLİ ÇOCUKLARIMIZA NAMAZ EĞİTİMİ NASIL VERİLEBİLİR? Gelecek Nesle Doğru

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

Cahiliyye Döneminde Bir Bayram Günü

İbadetin Manası ve Çeşitleri

'Hayırlı Gece' Ramazan Proğramı

Suriye'den Mekke'ye: Suriyeli üç hacı adayının hikâyesi

2018 Yılı 1. Dönem Vaaz Listesi

BEYANAT. Ahmed el Hasan (a.s)

NİLÜFER İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2012 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz

ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar

Transkript:

Bizim Şehrin Bülteni RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 10 SAYI: 40 Ocak - Şubat - Mart 2014 ISSN 1305-5356 Suriye de katliam devam ediyor... 988 Lazkiye 518 Qunaitra 514 Tartus 7.603 Daraa 9.813 1.328 İdlib 63 Hama Şam Alsuwaida 14.154 Halep 6.181 28.514 Rakka 13.150 Humus 4.968 767 Al Hasaka Deyr Az-Zour 100 Bin i aşkın şehit 2 Milyon Mülteci Kimyasal silahlarla 2 Bin şehit

Kalite ve hizmet odaklı çalışan filizfidan yapı müşteri memnuniyetini ön planda tutan bir firmadır. Bünyesindeki markalarla yapı sektöründe toptan ve perakende hizmet vermektedir. Graniser seramik Ece vitrifiye,armatür ve banyo dolapları Penta armatür-sanica banyo sistemleri Durul banyo sistemleri Art floor laminat parke Bumay cam mozaik ve inox bordür Zaffiro cam mozaik Japar Damla banyo dolapları ve sayamadığımız birçok marka ile toptan ve perakende hizmet vermektedir. 2 Tel: 0264 241 39 04 - Fax: 0264 241 39 05 Küpçüler Mahallesi Karasu Yolu Caddesi No: 10/87 Erenler/SAKARYA www.filizfidanyapi.com.tr Seramik

Editörden Şam Âlimler Birliği nden Türkiye halkına acil yardım çağrısı! Yusuf E. ERDEM Zalim Esed rejiminin 2012 yılından beri devam eden saldırıları nedeniyle evlerini terk ederek kamplarda yaşamaya mahkûm olan yüz binlerce insan açlıkla pençeleşiyor. Suriyeli mültecilerin yaşadığı bazı kamplarda insanlar açlıktan kedi, köpek, eşek, aslan eti yemek zorunda kalırken şimdi buna bir de acil kışlık ihtiyaçlar eklenince krizin boyutu ölümcül noktalara ulaştı. Suriye deki iç savaşın üçüncü yılında, resmi rakamlara göre 1 milyonu çocuk 2 milyon Suriyeli mülteci yokluk ve sefalet içerisinde yaşam mücadelesi veriyor. Rejim güçleri, bugüne kadar 120 binden fazla insan öldürürken Suriye Devlet Başkanı zalim Beşşar Esed, ülkenin belli bölgelerine gıda geçişini yasaklayarak kendi halkının yavaş yavaş ölmesini sağlıyor. Rusya, Venezuela, Yunanistan, K. Kore, Litvanya, İran, Lübnan ve Yemen den binlerce paralı asker ve militan zalim Esed le omuz omuza Suriye halkını katlediyor. On binlerce Suriyeli de Türkiye, Lübnan, Ürdün, Mısır ve Irak ta ya da Türkiye sınırına yakın bölgelerde sert kış şartları altında silahların susacağı günü bekliyor. Şam Âlimler Birliği Başkanı Usame er-rıfaî Türkiye halkına acil yardım çağrısı yaptı. er-rifaî nin ümmeti İslamî sorumluluklarıyla yüzleşmeye davet eden görüşlerinden bazıları şöyle: Müslümanlardan Suriye deki açlığa karşı mallarıyla da harekete geçip, kalplerinde iman meşalesinin hâlâ yanıyor olduğunu insanlık âlemine göstermelerini bekliyoruz. Âlem-i İslam Bilad-ı Şam a sahip çıkmalıdır. Unutmamak gerekir ki Allah Teâlâ nın Müminler ancak kardeştirler ayeti kerimesiyle belirlediği kardeşliği, Efendimiz (sav) Sizden biri yanındaki komşusunun aç olduğunu bildiği halde (ona yardım etmezse) mümin olamaz. hadis-i şerifiyle farziyet makamında bir sorumluluk olarak izah etmiştir. Burada Allah Rasulü nün (sav) özellikle komşuyu zikretmesi, kişinin durumuna vakıf olabileceği ve yardım edebileceği en yakın insan olması hasebiyledir. Aslında bu nebevî buyruk yeryüzünde yaşayan her Müslüman için geçerlidir, zira medya ve iletişim araçları vasıtasıyla her Müslüman bu olaylardan sesli ve görüntülü bir şekilde haberdardır. Ayrıca güvenilirlikleri sınanmış ve tescil edilmiş hayır kuruluşlarımız mevcutken artık bir özür kalmamıştır. Hürriyetlerine kavuşma ve şereflerini muhafaza edebilme adına açlığa, soğuğa ve her nevi ızdıraba göğüs gerip zalimlerin zulmüne karşı destanlar yazan Suriyeli kardeşlerinizin yanında olduğunuzu göstermenin en çok beklendiği günlerdeyiz. Türkiyeli müslümanlar gerçekten İslam kardeşliğinin ne olduğunu ve nasıl anlaşılması gerektiğini Suriyeli kardeşlerinin yanında yer alarak hatırlattılar. Suriyeli kardeşlerine ve tüm insanlığa yeniden Sahabe-i Kirâm daki o derin muhabbeti ve o yüce zatların ruh hallerini de hatırlatmanın tam zamanı. Allah Teâlâ dan tüm İslam âlemini bu duygularla müzeyyen kılmasını talep ederiz. Şüphesiz ki O, işiten, yakın olan ve duaları kabul edendir. Tüm dünyanın gözleri önünde hergün katliama maruz bırakılan Suriyeli kardeşlerimizin çağrısına duyarsız kalmayalım. Ada da kalın 3

içindekiler 6 MEMNUNİYETLE KABUL EDİLECEK HİZMETLERİN RÜYASINI GÖRENLER NEREDE? Abdullah BÜYÜK 10 12 RAMAZANOĞLU (k.s) 15 MAHMUT SAMİ "Vefatının 30. Yılı" MÜTREFİN Sahir AKÇA DERSHANE Hamza TEKİN 18 TARTIŞMALARI 20 VE KAYBOLAN KARDEŞLİK HUKUKU Yusuf YAVUZYILMAZ CENNETİN HANIMEFENDİSİ; HZ. FATIMA (r.a) FAALİYETLERİMİZ 4

22 AFRİKA DA USÛL ÖĞRETİYORUZ Diversity Farklılık Derneği 24 HZ. İBRAHİM (a.s) ve İKRAM Mustafa AYDIN 26 SUDAN GÜNLÜĞÜMDEN - 2 Harun ÇALTIKOĞLU 30 32 Mehmet KUZU Vehbi KARAKAŞ 28 ÇOCUKLARA ÖYKÜLERLE 40 HADİS Halil ATALAY KAYBOLAN KARDEŞLİĞİMİZ PEYGAMBERİMİZ HANGİ ÜNİVESİTEDEN MEZUN OLMUŞTU? RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 10 SAYI: 40 OCAK - ŞUBAT - MART 2014 RİBAT EĞİTİM VAKFI Adapazarı Şûbesi Adına Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Sâhir AKÇA Yayın Kurulu: Sâhir AKÇA Yusuf Ertuğrul ERDEM Yusuf ERKAN Cihan YILDIZ Genel Yayın Yönetmeni: Yusuf Ertuğrul ERDEM Reklâm Sorumlusu: Yusuf ERKAN Tel: 0532 314 33 58 İrtibat Adresi: Cumhuriyet Mh. Hatip Sk. No.6 (İlim Yayma Kız Yurdu yanı) ADAPAZARI adabulteni@hotmail.com www.adabulteni.com 34 ASR SURESİNDEN MESAJLAR II Emine ATLI 36 5VAKİT 5 FARKLI COĞRAFYA Yusuf E. ERDEM Telefax: 0264.277 19 46 Tasarım ve Baskı: BURAK OFSET 0264 274 69 24 Sorumluluk: Yayınlanan yazıların fikri sorumluluğu yazarlara aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez. İsim zikredilerek iktibas yapılabilir. BASIM TARİHİ: ARALIK 2013 ISSN 1305-5356 5

Abdullah BÜYÜK MEMNUNİYETLE KABUL EDİLECEK HİZMETLERİN RÜYASINI GÖRENLER NEREDE? Bizim, uğruna canların feda olmak için yarıştığı bir rüyamız var. Adı ne bu rüyanın? Cennet mi diyorsunuz? Hayır efendim, hizmet Hizmetimiz ve kulluğumuz, zaten bizim cennetimizdir. Sevgili kardeşlerim, Dergimiz vasıtasıyla sizlerle bir muhasebe yapmak, kendimize ve hizmetlerimize bir başka pencereden bakmak, bir kere daha ahit tazelemek, yeniden silkelenmek ve bir kez daha bismillah deyip heyecan soluklamak istiyoruz. Ne yaşarsak yaşayalım, yorulma nedir bilmeyiz biz. Gönlümüz, rızası için nefes alıp verdiği yüce Allah ın memnuniyet izhar eden bir nazarına muhatap olabilmek için kafesinde kuş gibi çırpınıp dururken, dilimizde de gördüğümüz bu hülyanın zikri duyulur. Biz, O na bakarız ve yalnız işimize odaklanırız. Hizmet ve kulluk heyecanımıza balyoz indirmek isteyenlerin bize doğru kalkan ellerini hafifçe öper, sonra sırtlarını sıvazlayıp selametle deriz. Ne incinir, ne incitiriz. Çünkü bizim, uğruna canların feda olmak için yarıştığı bir rüyamız var. Adı ne bu rüyanın? Cennet mi diyorsunuz? Hayır efendim, hizmet Hizmetimiz ve kulluğumuz, zaten bizim cennetimizdir. Artık bizi bu cennetten çıkarmak için kolumuzdan tutup kapıya koymak isteseler de, o ilahî güfteli marşımızı mırıldanmaya devam ederiz. Taş olup ayağımıza batmaya, engel olup önümüze çıkmaya adeta ant içmiş kardeşlerimizin kulaklarına eğilip, hülyalarımızı onlara da fısıldamaya devam ederiz. Cimri değiliz biz. Kul gibi başlayıp kul gibi bitecek hayatımızı yaşarken, kulluk pistine attığımız ilk adımımızla son adımımız arasında zerre kadar fark olmaması için, gönlümüze koyduğumuz aşk ve heyecan sermayesinden çevremizdeki herkes tatsın isteriz. Hizmeti de, ondan hâsıl olan muhabbet ve lezzeti de herkesle paylaşmak derdindeyiz. Tatmayanları bu sofranın başına bir kez olsun oturtmak için nöbet bekleriz. Zira biliriz ki, bir kere tatsalar, bir kere istiğnayı bırakıp dizlerini bükerek tribünlerden mindere inseler, bir daha o kaşıkları ellerinden bırakamazlar. Ve sonu bu sofraya çıkmayan her sokağın başında gönüllü olarak bekçilik yapıp burası çıkmaz sokak ikazını ruhsuz levhalara emanet edemezler. Bilin ki sofra başında bir görünüp bir kaybolan birileri olmuşsa, aslında ellerinde kaşık, başkalarının arkasından beyhude koşturmuş nasibi kıt kardeşlerinizdir. Kızmayın onlara, sadece merhamet edin; çünkü ilahî varidatı ruha inci gibi dizen lokmalardan hep başkalarına vermek yerine bir de kendi ağızlarına koysalardı, asla sırtlarını dönüp bu maide-i rabbanî yi terk edemez, hele o tabaklara tükürmeyi akıllarına bile getiremezlerdi. Kopyacı değiliz biz. Bütün hizmetlerimiz, mutlaka bir ihtiyaç, bir zaruret, bir maslahatla temellendirilmiştir. Karnımız acıkınca yemek nasıl tevilsiz bir ihtiyaçsa, hangi alanda bir hareket içine girmişsek, emin olabilirsiniz ki o sahada hizmet öylece ihtiyaç halini aldığı içindir. Bizimki, ne alışkanlıklar, ne adetler ve ne de Sıra bize geldi, bizim neyimiz eksik gibi sığ saikalara bağla- 6

namayacak kadar içten, orijinal; eksikliğinden doğan ağrısı da, ağrının şifa bulması için Ne yapılabilir? diye şakak zonklatan beyin takımı da bizden olan bir aksiyonun hikâyesidir. Bu ülke halkının kardeşliğe, geleceği imar edecek fedakârlık abidesi hizmet erlerine, irşada, irfana, su gibi, ekmek gibi ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Müslüman bir hanımın tesettüre, Müslüman ailelerin helal ve temiz kazanca, Müslüman çocukların eğitime, nihayet her Müslümanın imana ve namaza ihtiyacı olduğundan eminiz. Bu ihtiyaçların her biri için ayrı ayrı projeler geliştirmeyi, her birine masamızda hususî bir dosya açmayı vazife biliriz. Merkez değil, şube olmanın derdindeyiz biz. Çekim gücünü elimizde bulunduralım, insanları kendimize çağıralım, şovmenvari şirinlikler yaparak sahne ışıklarını üstümüze çekelim, tabelalarımızı allayıp pullayalım, hizmeti illa biz yapalım kaygısını hiç duymadık biz. Merkez olmak ne demek; bilakis, Mescid-i Nebevî den beslenen bir devrimin, en sessiz sedasız parçaları olabilmeyi, Senin aşkınla mecnunum, velakin iştiharım yok diyen şair gibi ismi cismi şöhret bulmamış, köküne ve gövdesine sıkıca bağlı bir dal olabilmeyi biricik iftiharımız saydık. Yani biz, başarımızı ne kadar merkezîleştiğimizle değil, ne kadar şubeleştiğimizle ölçeriz. Kâbe nin emir eri gibi çalışmayı, Türkiye nin amiri gibi çalışmaya bin defa yeğleriz. Karaborsa yatırım yapmayız biz. Hizmetimizi, onurlu ibadet kimliğimizi falsolu tercihlerle yanlış Biz, hizmetimiz bir hafta rüyamıza konuk olmasa kendimizi kontrol eder, niyet tazeler ve bunu bir sorun addederiz. adreslere kurban etmeyiz. Bunca yorulup didindiğimiz, uğruna hayatlarımızdan, vazgeçilmezlerimizden vazgeçtiğimiz hizmeti, beklenti riskine kaptırmayız. Kimseden alkışı, parmakla gösterilmeyi, takdir edilmeyi, hatta asgari insanî hürmeti bile beklemeyiz. Zira biliriz ki insan beklentiye bulaşmaya görsün, artık doymak bilmez ve hep daha çok takdir, daha çok makam, daha çok saygı ister. Hâlbuki biz, alacağımız ücretin değil bir makamla, küçücük bir tebessümle, bir teşekkürle, bir saygı ifadesiyle bile bölünmesine razı olmayız. Hizmet eserlerimizi, her yanı uçurum olan beklenti vadisinin kenarına inşa etmeyiz. En fazla Hz. İbrahim in dediğini der, belki yüzü bu dünyaya dönük tek beklentimizi, geride bir lisan-ı sıdk yani hoş bir anı ve yâd-ı cemil bırakmak olarak tayin ederiz. Yani biz, işimizi biliriz. Hizmeti idareten üstlenmişlerle, görevini vasat bir günü kurtarma mantığıyla icra edenlerle, emaneti parmak ucuyla kavramış, görenlere elinden ha düştü ha düşecek dedirten bir eda ile taşıyanlarla çalışamayız biz. Doğru, böyleleriyle pek anlaşamayız biz. Çünkü biz, hizmetimiz bir hafta rüyamıza konuk olmasa kendimizi kontrol eder, niyet tazeler ve bunu bir sorun addederiz. Bize, gecesini gündüzünü, tatilini iş gününü, zor zamanı ve iyi gününü, gençliğini ve ihtiyarlığını aynı şuur rengine boyamış, hizmete yarı baygın gözlerle değil, cam gibi parlayan, ışıl ışıl olduğu halde ışığını arayan gözlerle bakanlar gerek. Bir elinde hizmeti, bir elinde ferdî işlerini taşıyan değil, hizmeti görünce iki elini de hemen boşaltan kimseler gerek. Tutun ki iki kalbi olsa, birinde Allah ın katından gönderdiği dininin derdini taşırken, diğerine de kendi dertlerini koymaktan utanan kimseler gerek. Vasat bir netice çıkacak diye boncuk boncuk terleyen, sunduğu çalışma şöyle böyle geçer not alacak diye kalp ritimlerini kaybeden ve başka değil, ancak memnuniyetle kabul edilecek hizmetlere imza atan Habiller arıyoruz biz. Dahası, güzelce kabul edilecek, pekiyi alacak hizmetler sunmak bir yana, varlığını paket yapıp yüce Allah ın kapısına sunan ve neticede Rabbi onu memnuniyetle kabul etti (Al-i İmran, 3/37) mukabelesine aday olan Meryemler arıyoruz. Düşünsenize Allah aşkına, insan, kendisi gibi insan olanlarla ilişkilerinde dahi, ekseriyetle yaptığı işlerin, karşısındakini memnun etmesi düşüncesiyle hareket eder. Hediye alacaksa Hediye hediyedir, nasıl olursa olsun demez de, Acaba nasıl bir şey alsam onu daha çok memnun ederim? sorusunun cevabını arar. Üstelik tam ona layık bir hediye aldığını düşünse bile, alelade bir torba içinde vermez. Güzelce paketler, içine de dışına da ayrı özen gösterir. Söyler misiniz, hal böyleyken bu duyarlılığı yüce Allah a takdim ettiği amellerde gösterenler nerede? Yine söyler 7

Söyler misiniz, tesettürünü, namazını, çocuk eğitimini, hizmet başkanlığını, eşine karşı vazifelerini baştan savma yapmaktan titreyen, Rabbi tarafından memnuniyetle kabul edilecek hizmetlerin rüyasını görenler nerede? misiniz, tesettürünü, namazını, çocuk eğitimini, hizmet başkanlığını, eşine karşı vazifelerini baştan savma yapmaktan titreyen, Rabbi tarafından memnuniyetle kabul edilecek hizmetlerin rüyasını görenler nerede? Afrika ya hizmete gitmekle, bir suyu üç yudumda içmek arasında ayrım yapmayız biz. Ravza yı ziyarete gittiğimizde duyduğumuz heyecanla, gece yatmadan evvel sağa dönüp edeple bacaklarımızı kıvırdığımızda duyduğumuz heyecan arasında fark görürsek estağfurullah deriz. Çünkü bizim biricik heyecan ve feveran kaynağımız, hayatı Rasûlullah ile beraber yaşamaktır. Hele söyleyin, bunu iman haline getirmiş kimseler olarak, hizmetler arasında büyük-küçük taksimatı yapma fikri hayalimize uğrayabilir mi bizim? Ne zaman heyecanımızda bir kayma görsek, ruhumuzun tansiyonunda bir düşme, yüreğimizin manevî gerginliğinde bir gevşeme fark etsek, hemen kalbimizi yoklar, yerinde olup olmadığını kontrol ederiz. Çünkü biz biliriz ki, bir kalbi olan kimse, dünyada olup bitenleri sinema seyreder gibi izleyemez. Biz olsa olsa sadece bir şeyi izleriz: Bir hizmeti tamamlayıp kenara koyduğumuzda, sıradaki hizmetin yolunu Tıpkı bir vakit namazı kılıp diğer vakti gözleyen insanın hep namazdaymış muamelesi görmesi gibi, kendimizi yeni bir hizmet ufkunu gözlediğimiz sürece uykuda sağdan sola dönerken bile, hizmet yolculuğunda meşakkatle geçen uykusuz bir gecedeki halimizdeymiş gibi hesap ederiz. Ancak bu geniş niyet kimliğimizle 60-70 yıllık bir ömürle ebedî bir saadeti satın alabileceğimizi aklımızdan Afrika ya hizmete gitmekle, bir suyu üç yudumda içmek arasında ayrım yapmayız biz. Ravza yı ziyarete gittiğimizde duyduğumuz heyecanla, gece yatmadan evvel sağa dönüp edeple bacaklarımızı kıvırdığımızda duyduğumuz heyecan arasında fark görürsek estağfurullah deriz. Çünkü bizim biricik heyecan ve feveran kaynağımız, hayatı Rasûlullah ile beraber yaşamaktır. çıkarmayız. Şimdi açıkça davet ediyorum; bu kârlı alışverişin yapıldığı pazarlara koşun. Bu tezgâhlarda birkaç pula satılacağınızı bilseniz bile müjde size, müjdeler size Peki, böyle muazzam bir çarkın döndüğü yatırım ve daha da önemlisi yüce Allah a yaklaşım şirketine ortak olmak isteyen cesur girişimciler nerede? Başlara taç olma sevdasında değil, ayaklara paspas olma yarışındayız biz. Doğru, çok mümbit bir araziye otağımızı kurmuşuz, ancak bu ortaklık hemen bedelsiz vehmedilmesin. Paspas olmayı göze alamayanları çadır fazla misafir edemez. Hâkimiyetin değil hâdimiyetin izini sürmeyi içine sindiremeyenler, bu vadide saman alevi gibi bir parlayıp bir sönmeye mahkûm olurlar. Hizmet seması, daha yukarı çıkmak için hamle yapan yıldızlarının elini bırakır, onlar da bir bir kayarlar. Ama tek derdi vazifesini yapmak olanlar, Allah ın izniyle o semanın olmazsa olmazı kutup yıldızı gibi daima en parlak yerde ağırlanırlar. Kıymetli okurlarımız; sözümüz bir dertleşme ve halleşmeden ibarettir. Girdiğimiz tertemiz yeni yılı, temiz niyetlerle ve memnuniyetle kabul edilecek hizmetlerle geçirmek için peşin peşin yapılmış bir ihtardan başka bir şey değildir. Aradığımız hizmet insanlarının elimizi uzattığımızda tutacağımız kadar yakınımızda olduğunu, bu satırları okuyan kardeşlerimizin içinde gizli bulunduğunu biliyor, Rabbimizden bu hüsn-ü zannımızı bir dua olarak kabul etmesini niyaz ediyoruz 8

Semerciler Mah. Saraçlar Sk. No:29 / ADAPAZARI Tel: 0264 274 29 39 Gsm: 0505 297 60 50 Şube: Bosna Cd. No:22 Tel: 0264 270 19 25 e-mail:girgintekstil@hotmail.com www.girgintekstil.net www.evtekstilurunleri.net www.evtekstilmagazam.com

MAHMUT SAMİ RAMAZANOĞLU (k.s) Necip Fazıl Kısakürek in Sami Efendi mi? O bir yağmur tanesi kadar ak ve berraktır sözleri ile hayranlığını ifade ettiği, hayatını İslam ve Kuran-ı Kerim e hizmete adayan son dönem Allah dostlarından Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerini, vefatının 30. yıldönümü (12 Şubat) münasebetiyle rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyoruz. Necip Fazıl Kısakürek in Sami Efendi mi? O bir yağmur tanesi kadar ak ve berraktır sözleri ile hayranlığını ifade ettiği, hayatını İslam ve Kuran-ı Kerim e hizmete adayan son dönem Allah dostlarından Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerini, vefatının 30ncu yıldönümü münasebetiyle rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyoruz. Sükûtu, edebi, tevazusu ve kalbî hayatı ile sevenlerinin hayatında derin tesirler bırakan Sami Efendi Hazretleri Kur an-ı Kerim okumayı, az yemeyi, seherleri değerlendirmeyi, sürekli zikir halinde bulunmayı, salih ve sadıklarla beraber olmayı tavsiye ederlerdi 1892 Yılında Adana da Tepebağ mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Ramazanoğulları diye bilinen aileden Müctebâ Bey, dedesi Abdurrahman Bey, büyük dedeleri İshak ve Hüseyin Efendilerdir. Annesi ise Ümmügülsüm Hanım dır. Sami Efendi nin ecdadı Nureddin Şehid yoluyla Hz. Hâlid b. Velid (r.a.) nesli ile münasebeti olduğu anlaşılmaktadır. 10

Sami Efendi, ilk, orta ve lise tahsilini Adana da tamamlamış, yüksek tahsil için İstanbul da o zamanki adıyla Darü l-fünûn Mektebi ne yani İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ni birincilikle bitirmiştir. Zahir ilimlerini tamamladıktan sonra Sami Efendi tasavvuf yoluna girmiş, Nakşî tekkesi Gümüşhaneli Dergâh ında bir müddet erbain ve riyâzatla meşgul olmuştur. Daha sonra arkadaşı Beşiktaş eski Müftüsü Fuad Efendi nin babası Rüşdü Efendi nin delaletiyle Kelâmi Dergâhı Şeyhi ve Meclis-i Meşâyıh Reisi M.Esad Erbili Hazretleri ne intisâb etmiştir. Kısa zamanda kesb-i kemâlât eyleyip seyr-u sülûkunu tamamladıktan sonra hilâfetle irşada mezun olmuş, daha sonra memleketi Adana ya irşada gönderilmiştir. Ramazanoğlu Mahmûd Sami Efendi Hazretleri, tekkelerin kapatılmasından sonra Adana da bir yandan Câmi-i Kebir de vaaz ve husûsi sohbetleriyle irşâd hizmetini yürütmüş, öte yandan da bir kereste ticarethanesinin muhasebesini tutmuştur. Ailesinden kalan büyük serveti almamış ve Hiçbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir hadîs-i şerifi gereğince kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir. 1951 yılında İstanbul a gelmiş ve iki yıl kadar İstanbul da kalmıştır. 1953 yılında önce hacca, dönüşte de arkadaşı Konyalı Saraç Mehmed Efendi ile Şam a gitmiş ve oraya yerleşmiştir. Şam hicreti dokuz ay kadar sürmüştür, ardından İstanbul a gelmiş ve önce Bayezid Laleli ye, sonra da Erenköy e yerleşmiştir. Şam dan İstanbul a gelişlerinde zevceleri Râbia Hanım a: İstanbul a tekrar geldik. Bizim gönlümüz Medine de atıyor. Âhir ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz buyurmuşlar. İstanbul da bir yandan Erenköy Zihnipaşa Camii ndeki vaazları ve husûsi sohbetleriyle irşad hizmetini yürütürken bir yandan da Tahtakale deki bir ticarethanenin muhasebesi ile ilgilenmiştir. Onun bu vaaz, irşad ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından insan istifade ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir. Ömrünün son yıllarında şöhretinin artması sebebiyle uzlete çekilmiştir. İhvanı ile gerek devlethanesinde, gerekse Ramazan da hatimle kılınan teravih namazlarında ve diğer husûsi sohbetlerinde görüşmüştür. 1957 yılında kendilerine Eyüp Sultan dan kabir yeri almayı teklif ettiklerinde: Herkesi arzusuna bıraksalar biz, Cennetû l-bakî yi arzu ederiz buyurmuşlardı. Cenab-ı Hak, sevdiği kulunun arzusunu kabul buyururmuş; 1979 yılında gönlündeki Resûlullah aşkı ile tekrar hicret etmiştir. İstanbul dayken yakalandığı hastalık, orada da nüksetmiştir. En acılı, ağrılı zamanlarında bile hiçbir şikâyette bulunmamış, yüzünden tebessümü eksik olmamıştır. 10 Cemaziyelevvel 1404/12 Şubat 1984 Pazar günü sabaha karşı saat 04.30 da Medine-i Münevvere de vefat etmişler ve Cennetü l-baki ye defnolmuşlardır. M.Esad ERBİLİ Hazretleri Mahmut TOPBAŞ Hazretleri Osman Nuri TOPBAŞ Hocaefendi 11

Hamza TEKİN CENNETİN HANIMEFENDİSİ; HZ. FATIMA (r.a) Beytulahzan isimli kitapta deniyor ki: Fâtıma, nebi kırk yaşında iken cemazul ahire nin yirminci günü doğdu. Denir ki hazreti resûl miraca çıktığında orada kendisine cennet meyvelerinin kokuları ikram edildi, o cevherler resûlün sulbünde sperme dönüştü, yeryüzüne dönüp Hatice ile beraber olduğunda Fâtıma ya hamile kaldı. Dolayısıyla Fâtıma aslı cennete dayanan dünya hurisidir. 1 Yüce resûl ne zaman cenneti arzularsa Fâtıma yı koklar ve onda cennet kokusunu, tuba ağacı kokusunu bulurdu. İnsanın yaratılış gereği ve cibilliyeti olan iki şey hiç bir zaman ve hiçbir kimseden değişip kalkmaz: Sevgi ve nefret, beğenmek ve iğrenmek. Bunlar insanla hep var olmaya devam etmiş ve edecektir. Anadan doğup ilk çığlığı bastığı andan başlayıp son nefesini verdiği ölüm anına kadar bu sürer gider. Meşrepler, meslekler, ideolojiler ve kabuller bazen birleşip uyuştuğu gibi, bazen ise nefretler ve ayrılıklar alıp başını gider. Birilerine hoş gelen, takdir toplayan bir başkası yanında değersiz, önemsiz kabul edilir ve edilmiştir. Bir nesil gelir birini ve bir şeyi sever onu yüceltir, kutsar ama bakarsınız bir zaman sonra başka bir nesil gelir o yüceltileni aşağılar, ret eder, ayıplar, lanet 12

Yoluna can feda Zehra öyle bir şahsiyettir ki başka hiçbir kimse ona benzemez. Dolayısıyla ondan bahsetmek ve onun hakkında konuşmak da kolay değildir. Nasıl kolay olsun ki Allah ona yücelik ve kıymet olarak büyük nasıp vermiştir. Resûl ise onu zirvelere yüceltmiştir. eder. Evet işte böyle zamanın, görüşlerin, şahısların, ortamların ve şartların değişmesiyle tutumlar ve davranışlar da değişir durur. Ancak şaşılacak bir durum daha var ki insanlar asırlar boyu belirli bir şahsa sevgi ve nefret duyulmasında ikiye bölünürler. Bu son derece hayret edilecek bir haldir. İnsanlar bu davranışlarıyla zımnen o zatın büyüklüğünü göstermeye çalışırlar. Bunları neden yazıyorum? Çünkü bugün size sevilmesi gereken biri ile ilgili bazı şeyler söylemek istiyorum. İşte o, yüce resûlün (s.a.v) sevgili kızı Fâtıma dır (r.a). Fâtıma öyle biridir ki onu sevgili resûl sevmiş, saygı duymuş ve yüceltmiştir. O ndan sonra da resûle gönülden uyanlar ve onların yolunda gidenler onu sevmeye devam etmiştir. Evet, Fâtımatuzzehra resûlün bir parçası, O nun ciğer paresi ve yanı başındaki canıdır. O, kısa ömründe tertemiz bir iffet abidesidir. Ömrünün kısalığına rağmen kişiliği bir kutup olmuş, o kişilik etrafında diller konuşmuş, kalemler yazmaya devam etmiştir. Bir gün hazreti resûl Fâtıma nın elini tutmuş olarak dışarı çıktı ve şöyle buyurdu: Bunu tanıyan tanır, tanımayan bilsin ki bu Muhammed in kızı Fatma dır. O benim bir parçamdır, kalbimin köşesidir, bedenim içindeki canımdır. Kim bunu üzer ve eza ederse beni üzmüş ve eza etmiştir. Kim beni üzerse Allah ı üzmüştür. 1 Bu bir gerçektir; bu gerçekten daha büyük ve daha değerli bir gerçeği ise yüce Rab kitabı mecidinde bildirip buyuruyor ki: Allah ın Resûlüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır. (Tevbe, 61). Allah ve Resûlünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır. (Ahzab, 57) Yoluna can feda Zehra öyle bir şahsiyettir ki başka hiçbir kimse ona benzemez. Dolayısıyla ondan bahsetmek ve onun hakkında konuşmak da kolay değildir. Nasıl kolay olsun ki Allah ona yücelik ve kıymet olarak büyük nasıp vermiştir. Resûl ise onu zirvelere yüceltmiştir. Tarih ona ait gerçekleri nakletmiş bazıları görmek istemese de ayrıntılı olarak en ince noktalara kadar açıklamıştır. Bu gerçeği gören her Müslümana onu sevmek ve yüceltmek, tazim ve tebcil etmek bir sorumluluktur. Çünkü bunu Mevlâ istiyor ve şöyle buyuruyor: İşte bu, Allah ın iman edip makbul ve güzel işler yapan kullarına verdiği mutluluk müjdesidir. De ki: Ben bu risalet ve irşad hizmetinden ötürü, sizden akrabalık sevgisinden başka beklediğim hiçbir karşılık yoktur yani sizden sadece benim en yakın akrabalarıma (Ali, Fâtıma ve evlatlarına) sevgi beslemenizi istiyorum. de diyor. Evet bu sevgiyi bizzat yüce nebi bunlara göstermiş, çok zaman Fâtıma ya hitaben Baban sana kurban demiştir. 2 Hazreti resûlün ciğer paresi, babasının anası, resûl göçtükten sonra kısa bir zaman da olsa ondan geriye kalan tek çocuğu Fâtımatüzzehra, Ebu Amr ın el- İstiab da kaydettiğine göre Hazreti resûl 41 yaşında iken dünyaya geldi. Yüce nebinin İbrahim hariç tüm çocukları bi setten, nebi olarak görevlendirilmeden önce doğmuştur. İbni İshak, Fâtıma nın Kureyş in Kâbe yi tamir edip yaptığı sene doğduğunu söylemektedir. Kâbe Resûlün bi setinden yedi sene önce yeniden inşa edilmişti. Fâtıma nın bi set senesi doğduğunu söyleyen de vardır. Suyuti bunun daha doğru olma ihtimalinden bahsediyor. Kâbe nin tamiri esnasında resûl hakem olarak Hacerülesvedi yeri- Aişe (r.a) demiş ki; İnsanlar içinde oturmasıyla-kalkmasıyla, yüzüyle, yürümesiyle Hazreti resûle Fâtıma dan daha çok benzeyen kimseyi görmedim. Fâtıma resûlün yanına geldiğinde ayağa kalkar, onu öper, kendi oturduğu yere oturturdu. ne koymuştu. O vakit resûlün yaşı otuz beşti. Kırk yaşında ise kendisine nebilik verilmiştir. Dolayısıyla Fâtıma nın doğumu bi setten beş sene önceye rastlamış olur. İbni Cevzi ve başkaları bu görüşü savunmaktadırlar. Beytin bina edildiği senede olduğunu Medaini kesin olarak söyler. 3 13

Beytulahzan isimli kitapta deniyor ki: Fâtıma, nebi kırk yaşında iken cemazul ahire nin yirminci günü doğdu. Denir ki hazreti resûl miraca çıktığında orada kendisine cennet meyvelerinin kokuları ikram edildi, o cevherler resûlün sulbünde sperme dönüştü, yeryüzüne dönüp Hatice ile beraber olduğunda Fâtıma ya hamile kaldı. Dolayısıyla Fâtıma aslı cennete dayanan dünya hurisidir. 4 Yüce resûl ne zaman cenneti arzularsa Fâtıma yı koklar ve onda cennet kokusunu, tuba ağacı kokusunu bulurdu. 5 Hazreti resûl haktan gelen ilham ile ona Fâtıma adını verdi. Çünkü Mevla onu ateşten uzak kılıp ateşle onun arasını kesti. Deylemi deki bir rivayette Ali demiş ki; Fâtıma isminin verilmesinin sebebi Mevla nın onu ateşten perdelemesinden dolayıdır. Bu kelime fatm dan türetilmiştir. Fatm ise kesmek ayırmak ayrı kılmak demektir. Ayrıca Ona Zehra ismi de verilmiştir çünkü o, nebinin açan çiçeği idi. Fâtıma nın başka isimleri de var ki onu kitaplarda ve rivayetlerde sıralanmış olarak görüyoruz. Bunların dokuz tane olduğu kaydedilmiştir ki şunlardır: 1- Mubâreke, 2- Rukiyye, 3- Sıddıka, 4- Râdıye, 5- Merdıyye, 6- Muhaddise, 7- Zehra, 8- Tahire, 9- Ümmü Ebiha (babasının anası). Fâtıma çocuklarının içinde nebiye en yakın ve O nun en çok sevdiği ciğer paresi kızı idi. Hatta tüm insanlardan onu daha çok sevdiği nakledilmiştir. Tirmizi Büreyde den, o da Aişe den naklediyor. Aişe (r.a) demiş ki; İnsanlar içinde oturmasıylakalkmasıyla, yüzüyle, yürümesiyle Hazreti resûle Fâtıma dan daha çok benzeyen kimseyi görmedim. Fâtıma resûlün yanına geldiğinde ayağa kalkar, onu öper, kendi oturduğu yere oturturdu. 6 Hazreti resûl seferden döndüğünde ilk önce onu görür, sonra kendi evine giderdi ki bu efendimizin Fâtıma ya olan sevgisinin derecesini gösteren bir davranışıdır. Bununla ilgili rivayet şöyledir: Pakimi Nisaburi Fedaili Fatımetüzzehra isimli kitapta naklederek diyor ki: Bize Ebulabbas Muhammed b. Yakub nakletti, dedi ki bize Abbas b. Muhammed ed-devri haber verdi, dedi ki bize Yahya b. İsmail el-vasıti bildirdi. Dedi ki bize Muhammed b. Fadl İbrahim b. Kuaysden, o Nafi den, o, İbni Ömer den naklen haber verip rivayet etti. İbni Ömer diyor ki Hazreti resûl bir yolculuğa çıkarken en son Fâtıma ya uğrar öyle hareket ederdi. Yolculuktan döndüğünde ise ilk Fâtıma ya uğrardı.(a.s) 7 Fâtıma nın ve kocası Ali nin resûlün katında özel değeri vardı. Numan b. Beşir naklediyor: Bir gün Ebubekir resûlün yanına girmeye izin isteyip içeri girdiğinde Aişe yüksek ve kızgın bir sesle Yemin olsun ki Fâtıma ve Ali benden ve benim babamdan sana iki veya üç kat daha fazla sevgili, onları daha çok seviyorsun diye resûle çıkışıyordu. Ebubekir bunu duyunca Aişe ye kızarak Ey Filanın kızı (bu cümle Ebubekir in söylediği kötü bir kelime karşılığı olarak zikredilir) sen nasıl resûle sesini yükseltirsin? diye onu azarladı. (Hadisi Ahmet rivayet etmiş senetteki ricalin sahih olduğunu söylemiştir.) 8 Hazreti resûl Fâtıma ve Ali ye hep değer vermiş ve bunu da ölene kadar göstermiştir. İbni Abbas naklediyor: Bir gün Hz. Resûl Ali ve Fâtıma nın yanına gelmişti; onları şakalaşıp güler gördü. Efendimizi görünce sustular. Efendimiz onlara Neden gülüyorsunuz diye sordu? Hemen Fâtıma cevap verdi; dedi ki: Canım sana feda babacığım! Biz Ali ile aramızda tartışıyor ve ben ona resûlün yanında senden daha sevimliyim, beni senden daha çok seviyor diyordum. Efendimiz buyurdu ki; Sevgili kızım sen benim evladımsın sana karşı çocuk sevgim var ama Ali benim yanımda daha aziz ve daha değerli. 9 Fahri kâinat Fâtıma ya diyordu ki; Allah sana ve evlatlarına azab etmeyecektir. 10 Ali den naklediliyor; Hazreti resûl dedi ki: Kadınlar için en hayırlı olan nedir?. Orada bulunan kadınların hepsi sustu Fâtıma ya sordu? Fâtıma dedi ki; Kadınlar için hayırlı olan onların erkeklere görünmemeleridir. Bunu duyan resûl; Fâtıma benim bir parçamdır buyurdu. (Bu hadisi Bezzar rivayet etmiştir.) Ey maderi şâh-ı şüheda hazreti Zehra Mahşerde muîni fukara hazreti Zehra Her bir kuluna hazreti hak etti bir ihsan Sensin bize ihsânı hudâ hazreti Zehra. Arz eyledim ahvali perişanımı rahm et! Bin şerm ile rüyada sana hazreti Zehra. Hâşâ ki hilaf olsa senin va di kerimin, Vaad ettin inayetini ya hazreti Zehra. Sultanı Rüsül valid-i zişanına arz et! Bu zerreyi ey kâni atâ hazreti Zehra. Affeyle suçum hûnu şehidân için olsun, Ey zevce-i sultanı beka hazreti Zehra. Reddeyleme durdum der i lütfünde dahilek, Leyla yı kıl ihsana seza hazreti Zehra. 11 Rabbim rahmetini onun üzerinde daim eylesin, bizi de onu sevmekten, ehli beyti kendimize rehber ve örnek edinmekten uzak kılmasın inşallah. 14 Kaynaklar: 1. Şeblenci, Nurulebsar, s, 52. İhkakulhak, 10/ 184-222. Sünnet kitaplarında bir hayli hadis sağlam senetlerle gelmiştir. 2. Harzemi, Maktelülhüseyn, s, 66; Hakim, Müstedrek, 3/ 156; Orada anan babam sana feda cümleleri ile geçmektedir 3. Ehlibeyt âlimlerinin geneli de bu görüştedir. Bi setten beş sene önce doğduğunu söylerler. Keşfulgumme de Bakırdan gelen rivayette Fâtıma nın bi setten beş sene sonra doğduğu, o zamanlar Kureyş beyti inşa etmekte idi der. 4. El-Bihar, c,43, s, 7. 5. El-Bihar, c,43, s,4. 6. el-münavi, İthafussail, s,26. 7. Hakim, Fedaili Fatımetüzzehra, s, 37; el- Müstedrek, c,3,s, 169. 8. İthafussail, s, 29. 9. Suyuti, Cem ul-cevami, 1/ 961. 10. Suyuti, Cem ul-cevami 1/ 170. 11. Leyla Hanım divanı s, 8. (Özel kitaplığımızda bulunan el yazması nüsha-hamza Tekin)

MÜTREFİN Sahir AKÇA Kur ân-ı Kerim Mütrefin diye bir zümreden bahseder. Bunlar yemesinde-içmesinde, yatmasında-kalkmasında aşırı aristokrat davranan insanlardır. Allah, bir beldeyi helâk etmek istediğinde o beldenin kaderine, mütrefini hâkim kılar. Neticede yemeyi, içmeyi ve dünyadan kâm almayı gaye edinen bu insanlar, İlâhi azaba davetiye çıkarır ve bütün beldenin felaketine sebebiyet verirler. Bu açıdan mütevazı ve sade bir hayat tarzıyla yetinip sonra da Allah ın ihsanlarını yine onun rızasını kazanma istikâmetinde değerlendirmek inanan zenginler için de önemli bir esas olmalıdır. Çünkü, israf çirkindir. Dolayısıyla, fakir ya da zengin her mü min, helâllerden ve mubahlardan istifade ederken bile aşırıya kaçarım ve tehlikeye düşerim endişesiyle temkinli davranmalıdır. Rasûlüllah (sav) ve Ashabı, özellikle belli bir dönemden sonra, her türlü ferah yaşama imkânlarına sâhip olmalarına rağmen, mütevazı ve zâhidâne bir hayatı tercih etmişler ve buradaki her nimetin hesabının âhirette sorulacağı inancıyla hep dünya-âhiret dengesini gözeterek yaşamışlardır. Allah ın helâlinden ihsan ettiği nimetlere karşı şükürle mukabelede bulunup, sonra bu mala denk düşen bütün hakları yerine getirirken, İslâm ı yüceltme ve insanlara faydalı olma düşüncesinin dışında bir düşünceye girmemişler ve asla tûl-i emele kapılmayıp, sürekli âhirete teveccüh etmişlerdir. İnsanların çevre kültürü genellemesiyle elde ettikleri bazı peşin hükümleri vardır. Doğru olduğuna inandıkları peşin hükümlerin tartışılmasına bile tahammül edemezler. Sermaye sâhibi olan çevrelerin, siyasî hayatı tanzim etmesini esas alan ideolojiye kapitalizm denilir. Tarih boyunca sermaye sâhiplerinin devlet gücünü ele geçirmek için her türlü hileye başvurdukları bilinmektedir. Başta siyasî partiler olmak üzere; toplum hayatında etkisi olan bütün kuruluşları, kontrol altına almayı arzu etmektedirler. İnsanların dünyevî ihtiraslarını kamçılamak ve şehevî duygularını ön plâna çıkarmak, üretime ve tüketime tesir eden bir faktördür. Bunun sürekliliğini sağlayabilmek için iktidarı ele geçirmeyi ve muhalifleri zaafa uğratmayı arzu ederler. Mütrefîn zümresinin toplumun akıl hocası ve yöneticisi hâline gelebilmek için her türlü yola başvurması mümkündür. Adâleti reddeden ve hukukun üstünlüğünü kabul etmeyen mütrefîn zümresinin, her dönemde İslâm a karşı savaş açtığı malûmdur. Bu hakikat muhkem nassla sabittir: Biz hangi memlekete, gelecek tehlikeleri haber verici bir Peygamber gönderdikse, mutlaka oranın mütrefleri: Biz sizin getirdiğiniz şeyleri inkâr ediciyiz dediler. Ve Biz hem servet, hem evlâd itibariyle daha güçlüyüz. Azaba uğratılacak da değiliz dediler. De ki: Rabb im dilediğine rızkı yayar ve kısar, fakat insanların çoğu bilmezler. (Sebe, 34-36) Dikkat edilirse burada, tekebbür eden gayr-i meşrû sermaye sâhiplerinin, ideolojik tercihleri ortaya konulmuştur. Yaşanan hadiseleri doğru tahlil edebilmek için, mütrefîn zümresinin ihtiraslarını dikkate almak şarttır. Sermaye sâhiplerinin haberleşme vasıtalarını (Tv, Radyo, Gazeteler, vs.) kullanarak, İslâm a karşı sürdürdükleri savaş, bu gayr-i meşru ihtiraslarının bir boyutudur. Şimdi de kısaca Mütref in ve türlerinin tarifine bir göz atalım: Teref: Nimetle bolluk, rahat, refah ve bolluk içinde yaşamak, Terefu: Bolluk ve rahat içinde olmak, Terfetu: Nimet, Etrefethu n Nime: Nimet onu azdırdı (şımarttı), nimet ve 15

bolluğun şımarttığı, dünyânın lezzet ve şehvetlerinde yüzen kimse, İtrâf: Nimet ve bolluğun bir insanı azdırmasına denilir. Mütref ise; Nimetin ve zenginliğin şımartıp azdırdığı, şehvetlerine dalmış, zorba, keyfinin istediğini yapan, büyük günah işlemekte ısrar eden, âhireti yalanlayan, sapık, yalancı, fâsık ve kâfir kimselerdir. Nimetle azanlar - Mütrefîn, Kur ân-da Ashab-ı Şimâl olarak nitelenen cehennemlik insanlardır. Bunlar; büyük günah işlemekte ısrar eden, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden, sapık, yalanlayıcı, fâsık, zâlim, azgın, âsi, kâfir kimselerdir. Teref ve Mütrefin Üç Özelliği: 1.Teref; Nimetin verdiği şımarıklık, Mütref ise nimet ve bolluğun şımarttığı kimsedir. 2.Teref; Nimet sebebiyle azmak, Mütref ise nimetin azdırdığı kimsedir. 3.Teref; dünyânın lezzetleri içinde bolluk ve genişlik, Mütref ise dünyânın lezzet ve şehvetlerinde bolluk ve genişliğe kavuşmuş kimsedir. Hakk ı red ve tekzibe koşmak mütref lerin âdetlerindendir. Lezzet ve şehvetlere daldıklarından ve nimetin vermiş olduğu şımarıklıktan ötürü, mütrefler âdetleri gereği, herkesten önce Allah ın Peygamberlerini yalanlamaya ve onların getirdikleri Hakk ı reddetmeye koşarlar. Bunu yaparken de mal ve çocuklarının çokluğuna, güç ve makamlarının rahatlığına, taraflarının kalabalık oluşuna ve insanlar arasındaki prestijlerine dayatır ve bu meziyetlerini öne sürerler. Yukarıda meallerini verdiğimiz (Sebe, 34-36) âyetlerle Allah (cc) mütreflere uygunluk arzeden bir âdeti ve onların, Allah ın peygamberlerini yalanlama ve Rabb lerinden getirdiklerini reddetme konusundaki tutum ve konumlarını ortaya koymaktadır. Allah hiçbir kavme peygamber göndermemiştir ki, lider durumundaki makam ve servet sâhibi mütrefler onları yalanlamasın. Çünkü onlar, çoğunlukla dünya süs ve ziynetiyle bizzat meşgul oldukları, dünyanın şehvetlerine düşkünlük kalplerini galebe çaldığı ve kendileri gibi olmayanları da küçümsedikleri için, kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlayanların ilki olmuşlardır. Peygamberleri yalanlamayı başkaları da yapmakla beraber, mütreflere varlıklılara nisbet edilmesinin sebebi ise; zenginlerin bu sözü söyleme konusunda öncü konumunda olmalarıdır. Onların Peygamberleri yalanlama konusundaki gerekçelerini Allah (c.c.) şöyle hikâye etmektedir: Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak değiliz. (Sebe, 35) Yâni, mallarımız ve çocuklarımız sizden daha çoktur. Veya mal ve çocuklarımız cidden çok fazla olduğundan (güç ve karar mercii) hâkimlerin, emirlerin ve meliklerin korkusu, düşmanın galibiyeti ve insanlara söz geçirmemek gibi evlat ve mal çokluğunun verdiği lezzeti acıya çeviren herhangi bir azapla azaplanmayız. Bu varlıkla şımarmışların (mütref) sözlerinin özeti ve dayanakları şudur: Onlar, içerisinde herhangi bir ceza söz konusu olmayan nimetler içinde olduklarını iddia ederler. Bu ise, yanlış kanaatlerince Allah ın onlara olan ikramının ve hoşnutluğunun bir delilidir. Hem sonra Allah (c.c), şirklerinden dolayı onlara kızmış olsa idi bu nimetleri vermezdi. Allah onların bu gerekçelerini reddederek şöyle buyuruyor: De ki: Rabb im, dilediğine rızkı yayar ve kısar. Yâni Allah, dilediğinin rızkını genişletir veya daraltır. Allah ın nice zenginleştirdiği itaatkârlar ve fakirleştirdiği âsiler vardır. Bütün bunları hikmet ve dilemesi gereği yapar. Fakat insanların çoğu Allah ın kullarına rızkı daraltması ve geniş tutmasındaki hikmeti bilmezler. Mütrefler, sâdece dünyânın lezzet ve şehvetlerine önem verir ve bu uğurda mal toplarlar. İnsanlarda bulunan çirkinliklere aldırış etmezler. Bu çirkinlikler, onları harekete geçirmediği gibi, insanları onlardan sakındırmazlar da. Çünkü onların bütün meşgale ve gayretleri yalnızca zevk-u sefadır. Keşke âhiret hesabına ve âhiret nimetleri uğruna çalışsalardı! Allah şöyle buyurmaktadır: Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar. (Hud, 116) Zulmedenlerden maksat, kötü şeylerden sakındırmayanlardır. Yâni, dînin büyük bir rüknü olan Emr-i Bi l Ma rûf ve Nehy-i Ani l Münker e önem vermeyenler. Ancak azgınlığa ve nimetlerle şımararak şehvetlere dalmaya, liderliği ele geçirmeye, servet toplamaya, rahat yaşamanın yollarını aramaya önem verir ve bu uğurda gayret gösterirler. Âhirette kendilerine fayda verecek diğer şeyleri terk ederek arkalarına atarlar. Hakk ı reddetmek ve Peygamberleri yalanlamak mütreflerin âdetleri, şehvetlere dalmak, rahat yaşantı, konfor ve toplumsal çirkeflikler karşısında hareketsiz kalmak ise hayat prensipleridir. Buna göre onların, Müslüman topluma mâni olma, dâvayı engelleme ve insanları ondan ürkütme gibi görevle vazifeli bir konumda oldukları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Çünkü zenginlik ve refâh, Şehid Seyyid Kutub un tefsirinde dediği gibi; 16

Kalbini katılaştırır, hassasiyetini yok eder, fıtratını bozar ve perdeler. Öyle ki, artık hidayet yollarını göremez, bâtılda ısrar eder, Hakk a karşı kibirlenir, aydınlığa açılamaz. Mütrefler, davetleri reddederken, çoğu kez geçmiş büyüklerinin övünüp durdukları mal, evlat ve taraftar çokluğu, makam ve toplumdaki mevkilerini gerekçe olarak öne sürerler. Bu durumda yapılacak iş, Kur ânî üslûbla onları reddederek bütün bunlara sabır göstermektir. Çünkü Allah a davet edenlerin bütün bu karşılaştıkları, gördükleri Sünnetullâh ın sâdece bir kısmıdır. Nimetin azdırıp şımarttığı, Peygamberleri yalanlayan ve Allah a daveti reddeden mütrefler hakkındaki Sünnetullâh, Allah ın onları helak etmesi ve âhiret azabını tattıracağı gibi dünyevî azaba çarptırması şeklinde cereyan etmiştir. Nitekim şu âyetler bu gerçeği ifâde etmektedir: (Halkı) zulmeden nice şehri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka bir topluluk getirdik. Azabımızı hissettikleri zaman onlar, derhâl (kaçmak için hayvanlarını) mahmuzluyorlardı. (Boşuna) kaçmayın, içinde şımartıldığınız (nimetler)e ve yurtlarınıza dönün, çünkü sorguya çekileceksiniz! Eyvah bize, dediler, gerçekten biz zulmedenlerdenmişiz! Bu mırıldanmaları sürüp giderek biz onları, biçilmiş (ekin gibi) yaptık, sönüp gittiler (Enbiyâ, 11-15) İsrâ, 16. ayette ise Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Biz bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman onun varlıklılarına emrederiz. Orada fısk yaparlar. Böylece o ülkeye söz hak olur, biz de orayı darmadağın ederiz Bir toplumun içerisinde Allah ın nimetlerinin âdilâne dağıtılmaması ve gayr-ı meşru kazanç gibi yollarla bazıları, özellikle o topluma hükmedenler aşırı oranda nimete gark olurlar. Bunlar karşısında toplumun büyük çoğunluğu ise yoksulluk içinde kalır. Aşırı ölçülerde nimet sâhibi olanlar, refahın verdiği gevşeklik ve âhireti unutmanın sonucu her türlü ahlâksızlığı işlemeye başlar. Şehid Seyyid Kutub bu durumu İslâm da Sosyal Adâlet adlı eserinde; Bu servet bazen kalbi fesada uğratan, bedeni yok eden bir lüks hâlini, bazen de şehvetler hâlini alır. Bu şehvetler mala ihtiyacı bulunan başka bir kesimin mal sâhiplerinin şehvetlerini doyurmaları, onların gurur ve kibirlerini okşamak için ırzlarını satmaları, ya yaltaklanmaları veya kişiliklerini yok etmeleri suretiyle yerine gelir. Ahlâksızlık ve buna bağlı olarak içki, kumar, kadın ticareti, insafsızlık, şerefsizlik alır başını gider. diyerek çok güzel bir şekilde izah ekmektedir. Mütreflerin çoğaldığı bir yere Allah ın elçileri geldiğinde ilk karşı çıkanlar bu mütrefler olur. Çünkü davet edildikleri din onların refah hâlini değiştirecek, vücutlarındaki taşkın enerjiyi boşalttıkları kaynaklar kuruyacak ve refah içindeki hayatları sona erecektir. Çoğu kişi zengin olmak, uzun yaşamak, meşhur olmak ister nedense! Bazen bunlar dua ile istenen belâya dönüşür. Aslında mü mine yakışan hayırlı bir ömür, hayırlı bir ölüm dilemektir. Haram katılmış mal, saadete vesile olmaz, bu dünyayı değil âhireti de berbat eder. Bakıyorsunuz şimdi gençler makam, fiyakalı bir unvan yazan kartvizit, iyi para kazanmak ve o kazançla keyf almak, heyecanlanmak derdinde. Onu tanısınlar, kariyeri, makamı, parası olsun ve dünyadan zevk alsın. İşte bu da mütrefin takımının hayat anlayışı, yaşayışı ve böylece kendilerini dar çerçeve hapsedişi. Bunlar midelerini haramla doldurup şehvete dalar, malâyanî işlerle meşgul olur, toplumdan uzaklaşır, yoksulu horlar, kibirlenirler. Çünkü bunlar, harama el uzatanlar, hile yapanlar, rüşvetle helâle haram katanlar, işlere fesat karıştıranlardır. (Hud 116. ayeti hatırlayalım) Anlaşılıyor ki, Allah ın Peygamber gönderdiği her beldenin lider durumundaki makam ve servet sâhibi mütrefleri onları yalanlarlar. İnananları görünce biz de inandık deyip, ötekilerle başbaşa kalınca da; bizi onlara benzetmeyin, onları idare ediyoruz derler. Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın denilince de; biz ıslah edicileriz derler. Unutmayalım, Allah bizleri mal, can ve sevdiklerimizle, bazen artırarak bazen de eksilterek imtihan eder. Eğer Allah ın ipini bırakırsak, O da bizim ipimizi bırakır ve o servetimiz bizim için dua ile istenen belâ olur. İnsanların servetlerini nasıl kazanıp, nerelerde harcadıklarına bakmak lâzım. Mukaddeslerine ihânet edenler kime ihânet etmez ki? Zenginlerimizin hâline bakın! Bunlar kime, neye sponsor oluyorlar, kazandıkları paraları nerelerde harcıyorlar? Âhiret yurdunun servetini dünyada tüketiyorlar. Hangi Müslüman ın ne derdine derman oluyorlar? Hani mallarımız, canlarımız, sevdiklerimiz Allah yolunda feda olacaktı! Yüksek duvarlı lüks evlere çekilip, camileri değiştirerek ve yeni dostlar edinerek mi? Bu iş böyle gitmez, biz âlemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. Yeryüzünün bütün açları ümmetin yetimidir. İnni küntü minezzâlimîn diyerek başlamalıyız işe. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, Allah hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Kaynaklar: Abdurrahman DİLİPAK - Makaleler, Ali ÜNAL - Kur ân da Temel Kavramlar, Dinî Kavramlar Sözlüğü - DİB. Yayınları, Yusuf KERİMOĞLU - Kelimeler-Kavramlar-1. 17

Yusuf YAVUZYILMAZ DERSHANE TARTIŞMALARI VE KAYBOLAN KARDEŞLİK HUKUKU Hiç kuşkusuz eğitim alanında devasa sorunlar var. Eğitimin içeriğinden verimliliğine kadar tartışılması gereken yığınla sorun var. Son zamanlar gündemi işgal eden dershane tartışmalarının eğitimdeki devasa sorunların tartışılmasına kapı aralaması beklenirdi. Ne yazık ki, tartışmanın çok kısa sürede eğitimin dışına taşması, bu hayati sorunun tartışılmasını gölgede bıraktı. Hiç kuşkusuz dershaneler mevcut çarpıklığın nedeni değil sonucudur. Tartışmaya katılırken hem dershanelerin sistem içindeki çarpıklığına dikkat çekmek hem de eğitimin temel sorunlarına yoğunlaşmak gerekir. Eğitim konusunda öncelikle tartışılması gereken Tevhid-i Tedrisat kanununun gerekliliği ve işlevidir. Bu kanun geleneksel medrese eğitimini dışarıda bırakmak ve eğitimi devlet eliyle tekelleştirmeye imkân veren bir içerik taşımaktadır. Dolayısıyla bu haliyle otoriterdir, tek tipleştiricidir. Bu eğitim sisteminden çoğulculuğa ve din eğitimine kapı aralamak neredeyse imkânsızdır. Bütün bu konuların tartışılmayıp konunun dershanelere hapsedilmesi ayrıca gözlerden kaçmamaktadır. Ne yazık ki, zaman ilerledikçe konunun dershanelerle sınırlı olmayıp, tartışmanın temelinde başka parametrelerin olduğu daha açıkçası tartışmanın arkasında bir iktidar hesaplaşması olduğu net bir şekilde ortaya çıktı. Cemaatin öteden beri geleneksel olarak devlet bürokrasisini ele geçirme siyaseti ve bu konuda yaptığı eylemler, yıllardır ulusalcı-kemalist-laik elitler tarafından eleştiri konusu yapılmıştır. Bu kesimler cemaatin Amerika ve Ak Partiyle el ele vererek Türkiye yi dönüştürmeye çalıştığını yıllardır dillendiriyorlar. Ne yazık ki, gelinen noktada bu kesimlerin temsilcileri olan ve cemaati F Tipi, Ilımlı İslamcı, Amerikancı, Atatürk düşmanı, gerici olarak gören Yılmaz Özdil, Uğur Dündar ve Metin Akpınar gibi isimler, cemaate ait bir televizyonun ekranlarına çıkartıldığı, dershanelerin kapatılmasının Türkiye için bir felaket olacağını aktarıldığı bile sanal âlemde yan yana getirilebiliyor. Bu ulusalcı kesimlerin tehlike olarak gördükleri Ak Parti yi iktidardan uzaklaştırmak için önlerine gelen her fırsatı ilkesizce kullanacaklarının işaretini veriyor. Asıl sorun cemaatin niyetleri açıkça bilinen bu insanlara fırsat verme konusundaki iştahıdır. Şurası bir gerçek ki, muhafazakardindar siyasal aklın ve bu aklın yönlendirdiği cemaatlerin öteden beri devletimizin iyi, ama onu yönetenlerin kötü olduğu yolundaki tespitleri, öncelikli amaç olarak devlet bürokrasisine sağlam adamlar yetiştirme anlayışını öne çıkarmıştır. Bu amaç için yoğunlaşılacak araç ise eğitim alanıdır. İlk olarak Nakşibendi Zahit Kotku nun Turgut Özal başta olmak üzere bazı 18

başarılı gençleri mühendislik alanına yönlendirmeler ile başlayan süreç 1980 li yıllardan itibaren günümüze değin devam etmiştir. Burada yetişen nesil daha sonra sosyologlar tarafından mühendislerin iktidarı olarak adlandırılacak ve Türkiye nin önünü açacaktır. Öyle görülüyor ki, hukuk ve siyasal alanların Ulusalcı-Kemalist-Laik elitler tarafından boşluk bırakılmaksızın işgal edilmesi, dindar aklı mühendislik alanına yoğunlaştırmıştır. Hiç kuşku yok ki; bir gurubun veya cemaatin iktidarın beğenmediği bir tasarrufuna karşı eleştiri hakkı, muhalefet hakkı ve kamuoyu oluşturma hakkı vardır. Ancak bunu yaparken kardeşlik hukukunu ve eleştiri ahlakını gözden uzak tutmamak gerekir. Kuşkusuz bu politikada eleştirilecek bir yan yok. Her sivil toplum örgütü ve cemaat kendine istediği yöntemi seçip bu uğurda faaliyet yapmakta serbesttir. Eleştirilecek olan Hizmet Hareketi olarak bilinen grubun kurulduğundan beri iktidarlara karşı izlediği ılımlı, uyumlu ve iktidarın niteliği ne olursa olsun çatışmadan uzak siyaseti; İslami geçmişten gelen, Türkiye nin hukuki ve demokratik değişimine damga vuran, bürokrasi ve askeri vesayeti gerileten ve bunu sonucunda temsil ettiği dindar-muhafazakar kitleyi rahatlatan ve yeni imkanlar açan bir iktidara karşı terk etmiş olmasıdır. Hizmet Hareket inin bu politika değişikliği elbette İslami camia tarafından dikkatle izlenmektedir. Ecevit için; Eğer bana fırsat verilirse şefaat edeceğim ilk kişi diyen, 28 Şubat döneminde dindarlara kan kusturan MGK için; MGK içtihat makamıdır, yanılmalarında bile sevap vardır. değerlendirmesini yapan cemaatin bu değerlendirmelerini konjonktürel koşulların sonucu olarak iyi niyetle değerlendirsek bile, Erdoğan için Firavun benzetmesini nereye koyacağız? Yoksa Erdoğan Ecevit ten ve MGK kararlarından daha zararlı bir kişi midir? Zihinleri karıştıran bir başka soru da, Hizmet Hareketi nin nispeten zayıf koalisyon iktidarlarına karşı bile ılımlı bir dil kullanırken, sayısal ve etki anlamında Türkiye nin en güçlü iktidarına karşı neden bu kadar sert bir muhalefet yaptığıdır. Zaman gazetesi başyazarı Hüseyin Gülerce nin Boğazımızı sıkıyorlar, bu eli tutmayalım mı? mealindeki açıklamaları da bir hayli tartışma konusu oldu. İster istemez herkesin aklına 28 Şubat dönemi uygulamaları ve cemaatin ılımlı ve sessiz siyaseti akla geldi. Elbette cemaatin Müslümanlar daha fazla sıkıştırılmasın diye sert muhalefet yürütmekten imtina etmesi bir noktaya kadar anlaşılabilir bir şeydir. Ama neden Ak Parti iktidarına karşı geçmişteki siyasetini ve yöntemini terk ettiği de tartışılacaktır. Hiç kuşku yok ki, bir gurubun veya cemaatin iktidarın beğenmediği bir tasarrufuna karşı eleştiri hakkı, muhalefet hakkı ve kamuoyu oluşturma hakkı vardır. Ancak bunu yaparken kardeşlik hukukunu ve eleştiri ahlakını gözden uzak tutmamak gerekir. Dershaneler konusunda iktidarın politikalarını eleştireceğim derken, İslami camia ve cemaat hakkındaki düşünceleri bilinen Yılmaz Özdil, Nur Serter, Uğur Dündar ve Metin Akpınar paralelinde iktidara yüklenmek hiç de ahlaki bir tavır değildir. Şurası açık ki, iktidar döneminde cemaat hizmet yönünden en rahat dönemlerini yaşamıştır. Özellikle Anayasa oylamasında görüleceği gibi Türkiye nin demokratik dönüşümüne birlikte göğüs germişlerdir. İktidar da cemaat üzerinden siyaset oluşturmaya çalışan ulusalcı-laik elitlere karşı cemaati sürekli korumuştur. Bu biliniyorken 2004 yılındaki bir MGK kararını gündeme getirmek ve bunun üzerinden iktidarı eleştirmek en hafif deyimle insafsızlıktır. Kalbin Zümrüt Tepelerinde tefekkür ederken bu iktidar hırsı niye? Eleştiri konusu yapılacaksa bu konu doğrultusunda iktidarın izlediği politikalar ve aldığı kararlar etrafında olmalıdır. 2006 yılından itibaren MGK yapısında meydana gelen değişiklikleri, MGK nun gündeminin askerler ve zamanın Cumhurbaşkanı tarafından belirlendiğini bilmemek, MGK nun sivil iktidarların sorgulandığı bir yer olduğundan habersiz olarak iktidarı suçlamak insafsızlıktır. Unutulmamalıdır ki, iktidar din konusunda izlediği politika nedeniyle irtica ile suçlanarak hakkında kapatma davası açılmıştır. Anlaşılan o ki Dershane tartışması bir iktidar hesaplaşmasına dönüştü. Akılda kalan soru şu oldu: Kalbin Zümrüt Tepelerinde tefekkür ederken bu iktidar hırsı niye? 19

Faaliyetlerimiz Kuzuluk Aile Kampı - 4 Sakarya Aile Derneği tarafından geleneksel hale getirilen ve bu yıl 27-29 Eylül 2013 tarihleri arasında 4ncüsü düzenlenen Kuzuluk Aile Kampı na şehir içi ve şehir dışından 49 aile katıldı. S akarya Aile Derneği tarafından geleneksel hale getirilen ve bu yıl 27-29 Eylül 2013 tarihleri arasında 4ncüsü düzenlenen Kuzuluk Aile Kampı na şehir içi ve şehir dışından 49 aile katıldı. Kampın ilk günü saat 21:00 de Razamazan KAYAN Hoca tarafından İslami Harekette Aile konulu bir konferans düzenlendi. İkinci günü saat 14:00 e kadar ailelere sosyal aktiviteleri için serbest zaman verildi. Saat 14:00 de ise Musaf SEYİTHAN hocamızın moderatörlüğünde Adabülteni Dergisi yazarlarının katılımıyla Birlikte Yaşama Kültürümüz konulu bir panel düzenlendi. Panel kapsamında Mustafa AYDIN Hocamızın Birlikte Yaşamanın İslami Temelleri, Yusuf YAVUZYILMAZ Hocamızın Batı ve Diğer Medeniyetlerle Birlikte Yaşamak, Mehmet KUZU 20 Hocamızın da Medine Vesikası sunumlarından katılımcı aileler istifade ettiler. Kampın son gününde Abdullah BÜYÜK Hocaefendi nin Vakıf görevlileriyle birlikte gerçekleştirdiği genel değerlendirmeleri içeren takdimi katılımcılara bundan sonraki yaşantıları için ışık tuttu. Bu takdimin ardından kamp, ailelerin bir dahaki sene tekrar buluşma dilekleriyle birbirleriyle vedalaşmasıyla sona erdi.