2013 antolojisi. Genel

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Sevda Üzerine Mektup

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Söyle, üzmesinler onu. Ele güne muhtaç olmasın. Hâlâ sigara. Çünkü gücüm var biraz daha.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

YAPACAĞIMIZ SANAT ETKİNLİKLERİ

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

CİN ALİ İLE BERBER FİL

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi


Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

Murat Çelebi 2. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

1) O, bu işin. Yukarıdaki cümle aşağıdakilerden hangisi ile tamamlanırsa zor bir işi başarmak anlamına gelir?

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU. NİSAN AYI 1. ve 2. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

Hiçbir şey olmamış gibi çekip giden, kalpleri hunharca katlederek bırakanların bu hayatta mutlu olacağına inanmıyordum. Zamanla bu inanç alev aldı;

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

ama yüreğe dokunanlar

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... 7 TUVALET EĞİTİMİNİN HANDİKAPLARI TUVALET İLETİŞİMİ N 1K (UYGULAMALI TUVALET İLETİŞİMİ)... 29

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 27 Temmuz :46 - Son Güncelleme Cuma, 19 Ağustos :53

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

Cevdet KARAL BELKİ BEN ÇAĞIRDIM

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

Bay Çiklet in Bahçesi

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

Esrarengiz Olaylar. Dangg Dongg Dangg

ÇOCUK VE YETİŞKİN HAKLARI

Abbas Ünal. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

Elvan & Emrah PEKŞEN

4. ve 5. Değerlendirme Sınavları. Puanlama Aşağıda...

ÜRÜN KATEGORİSİYLE İLGİLİ:

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

Akın Uyar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Benimle Evlenir misin?

Transkript:

2013 antolojisi

1

herkese merhaba, ne mutlu ki, söykü dergisinin ikinci yılı olan ve oldukça zorlu geçen 2013 senesinde de pes etmeyerek yirmi dördüncü sayımıza kadar ulaştık. artık gelenek haline geldiği üzere, geçtiğimiz sene dergimize öyküleri ile katkıda bulunan yazarlardan birer adet öykü seçerek 2013 antolojisini de hedeflediğimiz tarihte oluşturmayı başardık. trendlerin her saniye değiştiği bir ortam ve gündemin sürekli değiştiği bir ülkede iki yıl boyunca süreli bir yayını devam ettirebilmek bizi önümüzdeki günler için de ümitlendirdi. 8 saniyelik videolar ve 140 harflik yazıların arasında var olmaya çabalayan ve öykülerini uzun uzun anlatmayı seven yazarların uğrak yeri olan söykü'ye destek olan, öykü yollayan ve sayıları vakit ayırıp okuyan herkese teşekkür ederiz. iyi ki varsınız. 2014'de de bazı format değişiklikleri ile birlikte burada olacağız, umarım siz de olursunuz. antolojiyi beğenmeniz umuduyla, iyi okumalar. -experimental- websitesi: www.soykudergi.com facebook sayfası: Uludagsoyku facebook grubu:söyküdergi twitter hesabı: soykudergisi söykü ekibi: esesdopiyespiyes, experimental, gigantic, hanna, ruya avcisi, siyahgiyenadam söyküler yanlış hayat... 4 ahlaksız ve sorumsuz... 4 şarap-ı harir... 8 akilluslu... 8 kış masumiyeti... 11 allahsiz kitapsız cahil kadin... 11 bay waltz... 13 bilgedenferrarisatinalanadam... 13 aşıp bitimsiz bozkırları... 17 binucyuzon... 17 mandalina kabukları... 18 callofcu... 18 ufkun hüzmesi... 20 cezax... 20 bütün kapılar kapandı... 22 cilekli turta... 22 soluk hissiyat... 23 dendromys... 23 mezarlık fedaileri... 24 esesdopiyespiyes... 24 hayati 40 çöp... 28 experimental... 28 kırmızı izler... 30 f628... 30 adamın çimentosu... 32 gigantic... 32 idrak yahut öğrenilmiş çaresizlik. 35 hanna... 35 selami bey... 38 hartigan... 38 2

mandalinanın raf ömrü... 43 hayalsupurgesi... 43 şeker hastası sevgiliden ayrılmak 45 herasmus... 45 kalemtraşk... 47 hipnozcu... 47 kökünden koparılmış mutluluklar 51 hunharca... 51 sobanın anlamı... 54 influx... 54 karıncanın uykusu... 56 kafka labirenti... 56 denklemci... 57 kaideyi taciz eden istisna... 57 ağacın katli... 64 konusurgibiyazanadam... 64 ve damlar gözyaşı bir demet güle 67 kuba gibiyim kendi kendime yet... 67 gülnihal... 69 liberalisticcommunist... 69 duvarda yürüyen gölge... 74 mbaran... 74 sürpriz... 78 mikijere... 78 on gün... 80 mo ni fe... 80 the fall of the peculiar one... 82 monkberry... 82 bir ada rüyası... 84 mutlak seveceksin beni... 84 barmenin cinayeti... 86 pembemontlukupa... 86 dağıtılan kartlar ve dağılması gereken bir kafa... 90 pythagoreanist... 90 cennetten düşen elma... 92 rüya avcisi... 92 soba ateşinde gölge oyunları... 100 siyahgiyenadam... 100 ilk göz ağrısı... 103 spacesheep... 103 umut tüccarları... 106 tanzamanitanyeri... 106 bir turkuaz taşı... 109 turkuaz... 109 talihsizliğin kapı kulları... 111 umut vadeden yazar... 111 kleptoman bir atletin rüyası... 112 vauvenargues... 112 veda çiçeği... 114 yakbisigara... 114 3

yanlış hayat ahlaksız ve sorumsuz hüseyin, tarlabaşı'nda tabuttan hallice, ufacık, kirli ve rezil bir pansiyon odasında, elinde tuttuğu allahlık altıpatların horozunu çekti, hafifçe irkilmişti, silahın namlusunu şakağına dayadı. oda yerden tavana kadar yüksekti ama ensizdi, kuzeyden güneye on adım, doğudan batıya beş adım, devasa bir kuş kafesi gibiydi. tavandan sarkan ahizesiz, tasarruflu ampülün aydınlatıcı beyaz ışığı yerine başka türden bir ampül kullanılsaydı bu intihar girişimi çoktan gerçekleşirdi. odanın içindeyse eşya namına iki adi plastik sandalye, bir tane süngeri artık işlevini yitirmiş, boyası dökülmüş çelik karyolalı yatak, bir adet televizyon sehpası niyetine kullanılan tahta komodin, komodinin üzerinde üç- dört kanalı ancak çeken bir televizyon, banyo kapısının karşısında duran eski bir vestiyer, elbise dolabı karışımı dolap, bir çelik yemek masası ve masanın hemen karşısına asılmış adi plastik çerçeveli bir tarafı kırık bir ayna var. ayna, pansiyonun diğer odalarında yok, hüseyin'den önce kalanlardan birinin hüseyin'e bıraktığı bir armağan yani hüseyin için bir şans. hüseyin aynanın tam karşısında oturmuş durumdaydı şimdi, şakağında içi dolu ikinci el adi bir silah vardı ve mütemadiyen elleri titriyordu. görüntüsüne son bir kez baktı, gözlerindeki duyguyu tanımaya çalıştı; korku mu endişe mi yoksa adını bilemediği bir başka duygu mu? adını koyamadı. günlerini düşündü, birbirinin kopyası günlerini, geçip giden zamanı düşündü ne duruyorsun? çeksene artık tetiği! yapamadı. biraz daha zaman. bir sigara... sigara paketi orada duruyordu, içinde altı tane sigara kalmıştı. en azından şu paketi bitireyim. masanın üzerine, odanın her tarafına saçılmış kağıtlara baktı. bir türlü tamamlayamadığı öyküler, bir türlü yayımlatamadığı öyküler... her taraf öykülerle doluydu. bir uzun gece başlıyordu, gün henüz dönmüştü. günlerden neydi? -boşversene çek hadi şu tetiği! sigaram, önce sigaramı bitireyim. -yine vazgeçeceksin. vazgeçmek niyetinde değildi. cebinde haftalığı vardı, paketinde elinde yanan sigarayla birlikte altı tane sigarası kalmıştı, sadece bunları da bitirmek istiyordu. her tarafa dağılmış kağıtlara tekrar baktı. bir intihar mektubu yazmalı mıydı? kimi suçlayacaktı, on bir yaşından beridir vasıfsız işçi sıfatıyla çalışmasını mı? rest çekip, geride bırakıp istanbul'a geldiği ailesini mi? yahut ölümümden kimse mesul değildir mi yazacaktı veya öldür allah sevmelere gidek mi? nerede okumuştu bu sözü? belki de kitapları suçlamalıydı. ona bu yazma ve yaşama hevesini veren kitapları... sigarasına doymak istiyordu, daha ortaokulda ilk başladığı günlerdeki gibi asılıyordu sigaraya, dumanı ciğerine değil de midesine gönderiyordu. peki ya çalıştığı yer, patron, cep harçlığını çıkarmak için kendisiyle beraber çalışan öğrenciler ya müşteriler, o kıvırcık saçlı kız mesela. nasıl da ağlıyordu onu ilk gördüğünde. cam kenarındaki masada oturmuş, iç çeke çeke ağlıyordu. peçetesi, hüseyin'in sümkürdüğü peçeteler gibi dağılıp gitmiyordu, dörde katlıydı, gözyaşına ve sümüğe bulanmıştı ama şekli dağılmıyordu. bu nasıl mümkün olabiliyordu ki? aynı peçete hüseyin'in ellerinde bir sümkürmede kullanılmayacak hale gelirken o kıvırcık saçlı kızın ellerinde formunu koruyabiliyordu. o akşam peçete adında bir şiir yazmaya çalışmıştı, olmadı, kağıdı yırttı attı, sonra kızın titreyen dudaklarını düşündü, sonra dolgun memelerini ve kız hesabı öderken baktığı dar pantolon içerisindeki kalçasını. o akşam her zaman yaptığı işi yaptı, süngerinin içi geçmiş yatağına uzanıp kendini tatmin etti. yine her zamanki pişmanlık duygusuyla baş başa kaldı. garip duyguydu şu mastürbasyon sonrası gelen 4

pişmanlık. oysa kimseye ama hiç kimseye zararı yoktu ki, tanrıya bile inanmıyordu ki hesabını veremeyeceği bir iş yapmış olsun. sadece kendi kendine bir ihtiyacını gideriyordu ama her zaman, o eylemden hemen sonra o pişmanlık hissini yaşıyordu. belki de o pişmanlık hissini suçlamalıydı intiharına sebep olarak. sigarası bitti, yere atıp ayağındaki sarı, plastik tuvalet terliğinin ucuyla iyice basarak izmariti ezdi. normalde sigarasını hep demir küllüğe söndürürdü, bu defa neden böyle yaptığını anlayamadı. silahı orada bırakıp ayağa kalktı, rengi solmuş kot pantolonunu giydi, sonra da işyerinde giydiği siyah beyaz çizgili gömleği. cüzdanı pantolonun arka cebindeydi. karnı acıkmıştı, canı bir şeyler içmek istiyordu. dışarıda akıp giden hayatın nasıl bir şey olduğunu anlamak istiyordu, belki de intihardan vazgeçmek istiyordu. kapıya yöneldi, kapının hemen yanında duran vestiyerden paltosunu ve ayakkabısını aldı, paltosunu sırtına, ayakkabısını ayağına geçirdi. kapıyı kilitleyip aşağıya inen merdivenlere yöneldi. aşağıda resepsiyonda hep beraber televizyon izleyen pansiyon müşterilerine ve pansiyonu işleten adama selam verip, kendini nemli tarlabaşı sokaklarına attı. hüseyin'e tarlabaşı sokakları hep dumanlıymış gibi gelirdi. yerden yukarıya doğru yükselen dumanlarla kaplanmış gibiydi burası, geceleri bir korku filmi sahnesi gibiydi. burada geçen dizilerde ve filmlerde de hep böyle resmedilirdi. yukarı doğru yavaş yavaş tırmanmaya başladı, korku filmi sahnelerinden, romantik komedi filmi sahnelerine doğru yol almaya başladı. on dakikalık bir yürüyüşten sonra balo caddesindeydi. ehli tat lokantası'na girdi, senelerdir yemek yediği bu lokantada, her zaman parasından kısarak, canının istediğini değil de hep parasının yettiğini yediğini düşündü. bu defa canının istediğini yiyecekti, tepsisini aldı, önünde sıralanan yemeklere bakıp ızgara köfte, pilav ve yoğurtlu kızartma sipariş etti. kasaya doğru ilerlerken tatlıların olduğu bölümden kendine bir de kabak tatlısı aldı. hesabı ödedikten sonra geniş dükkanın içinde tepsisiyle ayakta dikilip, gözleriyle oturabileceği bir yer taradı. dükkan alabildiğine kalabalıktı. kendisi gibi yalnız olan birinin karşısına oturdu, adama afiyet olsun deyip yemeğine başladı. bunca zamandır ızgara köfte yemediğine pişman olmadı, içi tam pişmemişti, etler kayış gibiydi. yemeğini ve tatlısını yedikten sonra beklemeden kalktı. istiklal caddesi her haftasonu olduğu gibi kalabalıktı, bütün hafta çalışan insanlar iplerini koparmışçasına cuma günleri buraya doluşurdu. hüseyin, kalabalığa bakıp derin bir nefes aldı ve kalabalığın içine daldı. bir süre ne yapacağını bilemeyerek etrafına bakındı, yüzlerce, binlerce hatta belki milyonlarca insanın suratlarına baktı. bir umut o kıvırcık saçlı kızı görmeyi düşündü. kız, hüseyin'in çalıştığı kafeye ilk gelişinden sonra da sık sık gelmişti, sonrasında hiç ağlamamıştı, peçeteleri hiç ıslatmamıştı. hüseyin'e karşı hep kibardı ama hiç muhabbet etmemişlerdi, daha çok hüseyin'in patronuyla konuşuyordu galiba oraya da patron için geliyordu. hüseyin'in patronu henüz otuzlu yaşlarında, uzun boylu pos bıyıklı bir adamdı. gelen müşterilerin çoğu onu tanırdı, bir tane edebiyat dergisi editörü de vardı bu sürekli müşteriler arasında, hüseyin, bir cesaret bir öyküsünü paylaştığında o adam yukarıdan bakan bir edayla öyküyü sert bir dille eleştirmiş, hatta yetmezmiş gibi hüseyin'e bu işlerle pek ilgilenmemesi gerektiğini söylemişti. hüseyin, uzun süre o adama öfke duymuş ve ondan nefret etmişti ama şimdi adamın haklı olduğunu düşünüyordu. - yanlış bir uğraş benimkisi. 5

yanlış hayat doğru yaşanmaz. sözü aklına geldi. bir süre bunu nerede okuduğunu düşündü. - ne önemi var? adam haklı işte yanlış hayat doğru yaşanmaz, madem doğru yaşamayacaksın o silahı şakağından çekmeye hakkın yok! hüseyin, içindeki o susmak bilmeyen, intihar etmesi gerekliliğini sürekli haykıran öfkeli sesi duymamaya çalışarak, tünel meydanına doğru yol aldı. beşir fuad'ı, kemal taştekin'i ve sergey yesenin'i düşündü, hiçbirisiyle arasında bir benzerlik kuramadı. kendi kendine, ağır adımlarla arkasından aceleyle bir yerlere yetişmeye çalışan insanların yürümelerine engel olurken, kimsenin asla duyamayacağı bir fısıltıyla yanlış hayat doğru yaşanmaz. diye mırıldandı. yapı kredi yayınları'nın yanından geçerken yüzüne bakan haftanın yazarı: vüs'at o. bener posterine baktı. bu adamı tanıyorum. diye düşündü, mor renkli suratında dostça bir ifade gördü zaten kitabının adı da dost'tu. bir süre durup postere baktı, sonra omuzlarını silkip yoluna devam etti. biraz sonra tünel meydanı'nın yakınlarında bir yerde sokak müzisyenlerini gördü, santur çalan kıvırcık saçlı adamı bir belgeselde izlediğini anımsadı. tanıdık yüzler görmek biraz olsun neşesini yerine getirmişti. santurun o büyülü tınılarını içine çekti, santurla ilk defa hangi romanda karşılaştığını hatırladı, aleksi zorba'nın çaldığı bu büyülü enstrümanın nasıl bir şey olduğunu o kitabı okuduğu dönemde hep merak etmişti, ilk defa istanbul'da yine istiklal caddesi'nde iran'dan gelen top sakallı bir adamın çaldığını duyunca bir buçuk saat boyunca ayakta dikilip dinlemiş ve o gün işe geç kalmıştı. hatıralar, ölmeye yakın bir insanın gözlerinin önüne gelmekte ve onu yaşama bağlamaya çalışmakta pek ustadırlar. sonra işe geç kaldığı için sinirlenen patronunu düşündü, o kibar adamı, müşterileriyle her daim arkadaşça ifadelerle konuşan o adamın geç kalan çalışanına karşı takındığı tavrı hatırladı. galiba onlarınki doğru yaşanan doğru bir hayat, ben asla bunu yapmazdım. diye düşündü. hatıralardan uyandığında santur susmuştu. bir süre durup etrafına bakındı, bir aralık sanki o kıvırcık saçlı kızı patronunu öperken gördüğünü sandı. bunun gerçek mi hayal mi olduğunu anlamadı. aynı yöne tekrar baktığında gerçek olduğunu gördü, kıvırcık saçlı kız ve bıyıklı patron kolkola, birbirleriyle oynaşarak ve neşe içinde, yeni sevgili olmuşlara özgü bir neşe içerisinde taksim meydanı'na doğru gidiyorlardı. hüseyin de tıpkı bir sansar gibi peşlerine takıldı. bir süre takip ettikten sonra hızlarına yetişemedi ve onları kalabalığın içinde kaybetti, milyonlarca kıvırcık saçlı kızın ve milyonlarca bıyıklı patronun arasında kaybolup gittiler, hüseyin, hangisinin gerçek hangisinin hayal olduğunu seçemedi. bir süre daha ne yapacağını bilemeden dolaştı, san antoine kilisesine girmek istedi, isa'ya yalvarmak istedi, girişler kapalıydı. neden sonra, her daim içerdekilerin çok eğlendiklerini düşündüğü bir bara girdi. oturacak yer yoktu, yanına yaklaşan komiye yer sordu, komi kaç kişi olduklarını sordu, hüseyin, bir arkadaşım gelecek diye yalan söyledi. bir süre daha ayakta bekledikten sonra komi gelip ona barın en az ışık alan noktasında bir masayı gösterdi. hüseyin, itirazsız masaya oturdu ve bir kadeh kırmızı şarap istedi. hüseyin şarapla başladığı gecesine cin tonikle devam ederken -hep tadını merak etmiştiburada hep eğlendiğini düşündüğü insanların aslında hiç eğlenmediğini fark etti. hepsi kendisini eğlenmek için zorlayan lakin yüzlerindeki acı ifadesini bir türlü silemeyen insanlardı, belleri ve el bilekleri kıvrılırken gözlerinde yaş biriken insanlar, hayatlarının muhasebesini oryantal müzik eşliğinde yapan insanlar... bir yandan da sürekli suratlar gözünün önünden geçip duruyordu; tanıdığı suratlar, patronu, kıvırcık saçlı kız, annesi ve babası, kardeşleri ve yeğenleri, arkadaşları, pansiyonda birlikte yaşadığı insanlar, 6

pansiyonun resepsiyonuna bakan adam, köşedeki tekel bayii, iş arkadaşları, eski öğretmenleri, herkes. hayal kuruyordu, öldükten sonra ne olacağını düşlüyordu. hayır, öldükten sonra kendisi için ne olacağını değil biraz önce yüzlerini hatırlamak için kendini zorladığı insanlara ne olacağını düşlüyordu. nasıl tepki vereceklerini. - annem mutlaka ağlar, galiba başka da ağlayan olmaz. sonra birden bütün bunları düşlerken, kötü müzik kulağını doldurmuşken, cin toniği asla sevmeyeceğini anlayıp bira istediğinde, anlamadığı bir şekilde, daha önce başına hiç gelmeyen bir şekilde, tıpkı bir şimşek çakar gibi birkaç hoş dize beynine geldi. aklından geçen bütün şeyleri, intiharı ve geride kalanları, bir türlü eğlenemeyen insanları ve galiba aşk duyduğu kadının patronunun kollarında olmasını aklından uzaklaştırarak yeni dizeleri aklına davet etti. bedenini kaplayan heyecan ne kadar tatlı gelmişti. hemen ceketinin cebindeki adi sarı plastikten mürekkep adi garson kalemini çıkardı ve komiden biraz peçete istedi. bir heyecanla aklına gelen dizeleri eline döktü, elinden de kalem vasıtasıyla peçetelere. üç peçete uzunluğunda şiirini tamamladı. -yoksa intihar etmekten vaz mı geçtin ahmak herif? - hayır! bilmiyorum, belki. biradan sonra neler içtiğini hatırlayamıyordu, bir şiir yazmış olmanın zaferiyle sünger gibi çekmişti içkileri. yaşama sevinci dolmamıştı ama en azından sarhoştu, hayal edemeyeceği kadar sarhoştu. az sonra komiye eliyle hesap işareti yaptı. kominin getirdiği hesap kağıdına baktı, ödeyemeyeceği miktarda bir hesap gelmişti. uzun zamandır kavga da etmediğini hatırlayarak hesaba itiraz etti. kasadaki adamla bir süre bağrışarak tartıştılar, cebinde olan tüm parayı çıkarıp kasaya fırlattı. kasadaki adam bu harekete iyiden iyiye sinirlenip hüseyin'in yakasına yapıştı. hüseyin, karşılık vermedi, hemen elini ceketinin cebine atıp üç adet peçeteye yazdığı hayatının şiirini sıkıca kavradı ve adama okkalı bir küfür etti. küfürle birlikte burnuna bir kafanın inmesi bir oldu, hüseyin ellerini kullanamamanın da dezavantıjıyla kendini yerde buldu. galiba burnu kırlımıştı, akan kanı durduramıyordu, çevredeki insanların, hem endişeli bir ifadeyle hem de kim ulan bu cuma gecemizi mahveden hıyar. diye bağıran ifadelerini bulanık birer silüet olarak gördü. midesinin bulandığını hissediyordu, bir türlü yerden doğrulamıyordu, birden ağzına dolan bir tükürük ve midesinden yükselen bir öğürtüyle kustu. komiler ve garsonlar kasiyeri zaptetmeye çalışırken kavganın etrafında müşterilerden oluşan çemberden iki kişi hüseyin'i yerden kaldırıp barın dışına bıraktılar, kasadaki adam hala bağıra bağıra küfretmeye devam ediyordu. hüseyin'i dışarıya çıkaran adamlardan bir tanesi cebinden bir kağıt peçete çıkarıp hüseyin'in burnundan akan kana tampon yaptı ve birader çabuk uzaklaş buradan. diye telkinde bulundu. hüseyin boğuk bir sesle sağol kardeş. deyip uzaklaştı. attığı adımı nereye attığını tam olarak bilemeden tamamen içgüdüleriyle pansiyona doğru yol aldı. istiklal caddesi'nin uğultusu her adımda biraz daha azalıyordu. tarlabaşı'nın dumanlı yollarına adımını attığında sanki sarhoşluğu biraz daha geçmişti, peçetelere yazdığı şiirini terli elleriyle sıkıca kavramıştı. hüseyin, soğuk klozet taşına uzun uzun ve gürültülü öğürtülerle ağzında sadece safra tadı kalana kadar kusmuş, sonra da tuvaletin soğuk fayansında sızıp kalmıştı. uyandığında burnundaki ağrıyı iyice hissetti, tüm bedeninde sancılı bir sızlama hissediyordu. başı zonklayıp duruyordu. doğrulup bir süre soğuk fayansta oturdu, bağırsaklarının iyiden iyiye hareketlendiğini hissediyordu, midesi açlıktan ağrıyordu. ayağa kalktı, ayakta zor duruyordu. pantolonunu ve donunu indirip soğuk klozete oturdu, bağırsaklarından 7

süzülen ishali hissediyor ve ağzına yeniden tükürük dolduğunu fark ediyordu. tuvaletteki işlerini bitirdikten sonra toparlandı, yüzünü iyice yıkayıp, odasına doğru yol aldı. eklem yerlerindeki sızlama gitgide artıyordu, başındaki ve midesindeki ağrı geçmek bilmiyordu. neden sonra adi garson kalemiyle yazdığı şiiri hatırladı ceketinin ceplerini kontrol etti, peçeteler hala yerinde duruyordu lakin elinin terinden dolayı peçeteler yine formunu kaybetmiş ve dağılmış, şiir kaybolup gitmişti. hayal kırıklığı ve bedensel acı ve hepsinden daha çok ruhsal bir bulantı içinde kendini plastik sandalyeye attı. silah olduğu yerde duruyordu, ayna olduğu yerdeydi, yeniden başladığı yere dönmüştü. aynadaki görüntüsüne uzun uzun baktı. yerde her tarafa dağılmış olan kağıtlardan bir tanesini alıp önüne koydu, ceketinin cebinden de kalemi çıkardı, dağılmış peçetenin içinde duran şiir de orada duruyordu. bir süre kaleme, silaha ve kağıda baktı, bir seçim yapması gerekiyordu. kalemi seçti, bir süre boş kağıda ne yazacağını düşündü, dün geceki şimşeğin yeniden çakmasını bekledi. şimşek çakmadı ama kalem tutan eli kağıda uzandı ve adi plastik kalem ilk cümleyi yazdı : hüseyin, tarlabaşı'nda tabuttan hallice, ufacık, kirli ve rezil bir pansiyon odasında, elinde tuttuğu allahlık altıpatların horozunu çekti, hafifçe irkilmişti, silahın namlusunu şakağına dayadı. şarap-ı harir akilluslu ''hacooo, tez al bu lengeri kopart gülleri şerbet şurup zamanı şimdi.'' gülan zamanı; gülleri toplamak haco'nun işi yedi yaşına gireli beri, herkese hırçın bu kızı anası gül ağacının altında doğurmuş, öylece doğuvermiş haco, zahmetsiz neredeyse acısız, bağdan eve yetişememiş anası sancısı tutunca, kolay olmuş doğumu, burnuna ilk güllerin kokusu değmiş bu kara kızın. anası gül koyalım adını dediyse de babası hatice'de diretmiş. babası yokken gülümgülik'im diye sevse de kızını anası, kocasının lafını ikiletmemiş, haco kalmış kızın adı. muhammedi gülleri yılda yedi kez açar, şaşakalırsın cesaretine; bir bakarsın zemherinin ortasında goncalanmış, çille imiş, peçe imiş; hiç tınmamış, ayaz imiş don yermiş umursamamış, dalında gonca iken kırılıp kuruyacakmış hiç korkmamış, şaşakalırsın cesaretine nasıl mağrur nasıl coşkuludur tabiata kafa tutarken, kar buz çöker de üzerine vazgeçmez goncalanmaktan az rastlanır bir tutkuyla var eder muhammedi gülleri kendini bıkmadan usanmadan. şifa olur yaprakları pek çok derde, reçel olur şurup olur tatlandırır sohbetleri, şarab-ı harir olur keser zalım sıcağın kavurucu etkisini, bir şarab-ı harir engeller zaten anzülha'nın kara yerin karasına yazılası gazabının insanları öldürmesini eyyam-ı bahur'da. anzülha'nın her yerinde var muhammedi'ler lakin haco'gilin bahçesinde daha renkli gibi daha kokulu gibi daha canlı gibi sanki haco'gilin muhammedileri konuşur gibi, söyleşir gibi, bülbülün aşkına yaraşır gibi,pınarın kaynağındaki su gibi, isteyen herkesi yıkasa da bitip tükenmeyen bir tas huzur gibi, ebenced o güller oradaymış gibi... 'ha bu deli haco yüzünden' derler kendi aralarında diğerleri, 8

adını deliye çıkardılar haco'nun; ağaçla, çiçekle, böcekle, güllerle, yıldızlarla konuşuyor diye, deliye çıkardılar adını on bir yaşında vardı yoktu dünyanın seslerini duyabiliyor diye. ''hacoo, tez al bu lengeri kopart gülleri şerbet şurup zamanı şimdi.'' haco kaptı lengeri, güllere doğru seyirtti. güller rüzgar olmayan bir günde heyecanla kıpırdandılar. haco ile söyleşip konuştular. emek ister; çiçek iken gül'ü şerbete şuruba reçele şarab-ı harir'e çevirmek. hele şarab-ı harir; öyle zordur ki o kıvamı tutturmak, yaptık diyenlere yiyene dek inanmaz kimse, az kaynarsa şurup olur, çok kaynarsa reçel olur güller, şarab-ı harir olmamakta direnir genellikle, oğundurur kadınların içini gül'ü şeker eyleme mevsiminde kıvam tutturamamak. komşular birbirini çekiştirir durur falancanın harir'i olmamış gene diye. lakin haco'nun anası çok hürme tutturur kıvamı her seferinde, dillere destan bu yüzden haco'gilin şarab-ı harir'i. temmuz tabak'ta kurt kuş börtü böcek ot ağaç dağ taş toprak; inim inim inlerken sıcaktan; yoğurda, kaymağa, dağdaki obruklara kıştan saklanıp depolanan kara dökülür de şarab-ı harir, bir derin nefes aldırır insanlara. yiyenler hep sorar haco'nun anasına; ''hanım sen bunu nasıl yaparsın?'' ''gülden'' deyip biraz duraksar haco'nun anası, gururlanır kendiyle bütün hürme kadınlar gibi. sonra ekler fazla bekletmez soranı; '' gülden yapılır ya içine aşk katılır, gönül tozu serpmezsen nazlı yar yar olmaz sana, ya kardaş olur ya aka!!'' ömer ile güle gönül tozu serperken karşılaştı haco, kaynayan kazanı karıştırıp mırıldanıyordu kendi kendine, erik varsa almaya gelmişti ömer, birden yanında bitiveren ömer'den korktu haco, ''yok erik anam da yok bahçada kalmadı bir şey'' diye terslendi ömer'e. ömer kıza biraz baktı, ''o kaynattığından sakla bana'' dedi döndü arkasını geldiği gibi sessiz ama hızlı adımlarla gitti. bir süre ömer'in arkasından bakan haco kazandaki güllerin yanıyoruz çığlıklarıyla kendini toplayıp işine baktı. geri geleceğini bilip adını bilmediği ömer'e biraz şarab-ı harir sakladı. iki hafta sonra istemeye geldiler haco'yu, haco; aziz misafir kapıdan içeri girerken gördü isteyenin ömer olduğunu. sevindi. nişan takıldı, bağda bostanda birden yanında bitiverdi ömer, kısa gülüşmeler, kaçamak öpüşmeler, ''kız aç başın saçın görem'' diye tutturan ömer'e direnen haco, suvar'ın altındaki ağaçlıkta buluşmalar, sarılıp yanyana uzanıp göğe bakarak kaymağa yoğurda dökülmüş şarab-ı harir kaşıklamak, gözlerden uzak gönülden içeri hoş hislerle konuşmak. haco'nun herkesçe kanıksanmış hırçınlığını törpüleyen ömer, bunu sadece varlığıyla yanında dururken yapmayı becerebilen ömer. bu kara bu hırçın kızın tavrını sevmiş ömer. yaz sıcağına, savaşa, yokluğa rağmen rüya gibi, rüya gibi her şey, kudurmuş bahçede muhammedi'ler haco'nun mutluluğundan beslenir gibi güller... haco koşarak gitti yine suvar'ın altındaki ağaçlığa. ömer'i bekler buldu, uzaktan anladı bir yanlışlık olduğunu. 'askere gidiyorum' dedi ömer. haco yutkundu. boğazına oturan yumruğu yutmayı başaramadı ya yine de yutkundu ardarda. ömer bakışlarını ayırmadı kızdan, ne yapacağını bilemeden izledi haco'yu. sustular, sağır ediciydi sessizlik, hiç bir sesi duyamıyor olmak korkutucuydu haco için boğazındaki yumruk nefes almasını engelliyor kız ne kadar çabalasa da bir ses çıkaramıyordu. baktı baktı çakır gözlerine ömer'in derman dilendi bir süre sonra tuttu ömer'in elini haco, iki memesinin arasına bastırıp; 'merde' dedi. 9

sicim oldu aktı ömer'in yaşları haco başına sarılı tülbenti söküp attı yere; 'merde' dedi tekrar, simsiyah saçlarındaki bağı çözdü zülfü omuzlarına döktü. ömer'in yaşları durdu, saçları görünce yüzü tebessüme döndü; 'merde kurban zülfe' dedi ömer. kimsenin olmadığı bağ evine yürüdüler. haco girdi önce içeri, arkasından ömer, kapadılar kapıyı. ömer sarıldı kıza ürkekti sarılırken, siyah zülfe gömüp burnunu kokladı, haco titredi biraz, çıkacakmış gibi atan kalbi söktü boğazına düğümlenen yumruğu. ömer sıktı kollarındaki kızı bırakırsa ölecekmiş gibi, haco gergin, sık nefeslerle yüzünü gezen sıcak dudaklara karşılık veremez halde. ömer'in duymuşluğu var lakin yapmışlığı yok, bilmiyor ikisi de ne olacak bundan sonra, haco on beşinde ömer on yedisinde. gökyüzünün, damın altında sıcağın kucağında birbirlerine sarılı kaldılar biraz, sonra ömer öpmeye başladı tekrar haco'yu, haco ufalıp katılaştı şehvetin karşısında. ömer telaşla soydu haco'nun gömleğini büyülenmiş gibi yeni baş vermiş memelere baktı bir süre, sonra nefesini tutarak ellerini uzattı kızın memelerine, haco elleriyle kapattı memelerini, ömer farkına vardı yaptığı şeyin, kaptı gömleği yerden kızın sırtına attı. haco telaşla ilikledi düğmelerini. utanarak baktılar birbirlerine. haco'dan çok ömer kızarıp bozardı olan bitene. sonra haco bulduğu bir bıçakla kesti saçlarından bir tutam, ömer'in gözlerinin içine baka baka kesti verdi ömer'e. ömer avuçlarına bırakılan saçları yüzüne sürdü, kokladı sonra koydu cebine. 'beklerim' dedi haco. merde gülümsedi. üç yıl bekledi haco, iki marabanın ancak yapacağı işi yaptı bağda bahçede, sabahın ezanından gitti çalışmaya hava kararmadan eve girmedi. huysuz deliye çıkarmışlardı zaten adını, karışmadılar, karışmaya kalkan herkesi tersledi zaten. ezandan önce uyandığı bir sabah gördüğü rüyayı hayra yormaya çabalayıp beceremediği o sabah; rüyasında saçlarının kumlarda tel tel ayrıldığını gördüğü sabah geldi ömer'in haberi; üç yıl sonra geldi ömer'in haberi. yıldırım düştü haco'ya öyle kavruldu karardı bir anda sanki. ne ah dedi, ne of ne ağladı ne inledi. kaptı bir bıçak çözdü yemenisini saçlarını kökünden kesip fırlattı yere, nişan yüzüğünü çıkarıp sol eline geçirdi. 'merde' dedi. sustu. geçer diye beklediler, ellemediler. sustu. huyuna suyuna gittiler. sustu. haco sustu. sadece sustu. ne yapsalar konuşturamadılar kızı. hoca hoca gezdirip okuttular üflettiler çözülmedi dili. darülzaferan'a bile götürdü babası papazlara gösterdi, ne hocalar ne papazlar çözemedi kızın dilini. sustu haco, huysuzluğu hırçınlığı sessizliğe hizmetçi etti. ne babasının ölümü konuşturabildi haco'yu, ne yeğenlerinin doğumu, çalıştı haco bağda bostanda tarlada bitap düşüp sızarak uyuyacak kadar çok çalıştı. muhammedi'ler açmaya devam etti, şaşakaldı haco, ölürler zannetmişti, kendi gibi. ölmedi muhammediler hep oldukları kadar güzel kaldılar, yılda yedi kez açıp her şeye kafa tuttular. kızdı, küstü muhammedi'lere haco onlarla da konuşmadı hiç. herkese aynı görünen güller yanlarından yüzlerine hiç bakmadan geçen haco'ya gönül koydular, buna da aldırmadı haco, bildi de aldırmadı. haco hakkında dedikodular göklere dayandı, ömer'e karılık yapıp ayıbını gizlemek için sustuğuna yanına kimseyi yaklaştırmadığına emindi herkes, zaten biriyle nişanlanmış kızı almazdı kimse ne gelin diye ocağına ne karı diye koynuna. etrafındakiler; kabullendiler. vazgeçtiler haco'dan, alıştılar sessizliğine. suskunluğunu saydılar kaderine. haco saçlarını hep kökünden kesti sustuğu yıllar boyunca, uzamalarına hiç izin vermedi. sadece saçlarını keserken yaş aktı gözlerinden kimse görmedi. 10

yapılan her şarab-ı harir'den biraz sakladı haco hiç yemedi ama sakladı ve götürüp ömer'le buluşup konuştukları şarab-ı harir kaşıkladıkları ağacın altına döktü. 'bir mezarın olaydı merde' dedi her seferinde dökerken kuru toprağa can suyunu, 'canına değeydi şarab-ı harir, bak sakladım sana, gene sakladım sana...' susma'nın onuncu senesi. bağın bostanın toprağın tarlanın her işini babası öldükten sonra sırtlanıp yürüten haco, allah rızası için olsun bir ses ver gülüm gülik'im diye yalvaran anasına gözlerini belertip sadece bakan haco, inadından mı güneşten mi iyice kararmış, bir kadına hiç yakışmayacak şekilde kısacık saçlarıyla haco, kardeşlerinin şıh ali'den bahsettiklerini duydu. çok uzaktan gelmiş bu attar adam çarşıda bir dükkan almıştı. yalnızdı, nereden geldiğini soranlara her yerden diyordu. tuhaf bir adamdı. haco duydu bunları, tutmadı aklında gülan zamanıydı. kaptı lengeri gülleri kopartmaya gitti; şurup, şerbet, reçel, şarab-ı harir vaktiydi. kış masumiyeti allahsiz kitapsız cahil kadin gri şehre tepeden bakan ve tüm yeşilliğini yitirip, artık yaprakları dökülmüş odun parçalarından ibaret ormanda bulunan 2 katlı ahşap dağ evinin salonunda; yere serilmiş peluş battaniyenin üzerinde şehvet ateşi ile yanan bedenin üzerinde, aynı ateş ile devinirken, şömineden çatırdayarak sıçrayan minik bir köz parçası şömine pervazına düştüğünde aylin'in tüm bedeni kaskatı kesildi bir anlığına. hızlı devinimleri son buldu ve ritmik olmayan derin soluyuşlar ile kendini sırt üstü yere, selim'in yanına bıraktı. gözlerinin önüne bursa'nın varoş sayılan mahallelerinden birinde bulunan 3 katlı müstakil evin 2. katındaki dairelerinde ailesi ile birlikte geçirdiği kış akşamları geldi. bu ani duruş ve aylin'in sessizliğine şaşıran selim iri gözlerini daha da büyük açarak bakıyordu yanında uzanan çıplak kadına. uzunca bir sessizlikten sonra daha önce hiç yapmadığı birşey yaparak selim'in eline kenetledi parmaklarını. derin bir iç çekiş ile başladı konuşmaya; - hep dersin ya "demirden bir kalbin var, sevgi işlemez!" diye. ben çocukken, kabına sığmayacak kadar çok sevgi vardı bedenimin içinde, her bir hücremde... çetin bir kış gibi geçti hayatım ve her kar fırtınası, her sel, her kasırga sevgi yığınından alarak götürdü, eksiltti... neden durduğumu merak ediyorsun değil mi?" göz kapaklarını usulca kapatarak başını "evet" manasında aşağı ve yukarı doğru salladı selim. 11