İstanbul'da Bir Yazar Olarak Yaşamak. Mario Levi 18 Şubat 2009

Benzer belgeler
KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ZONGULDAKLI GENÇ ŞAİR VE BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ DİN KÜLTÜRÜ ÖĞRETMNENLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ UFUK SİLİK ŞİİR İLE HAYATIM YENİDEN ŞEKİLLENDİ

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Bilmece ŞİPŞAK BİLMECELER DEYİM VE ATASÖZLERİ. 2. basım. Resimleyen: Ferit Avcı

Çocuk ve Gençlik Romanları Yazarı Tokatlı Hemşerimiz İbrahim Ünsal Uçar İyi yazar olmak isteyen bir gencin 100 roman okuyup bir roman yazması lazım

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

İnci Hoca CÜMLEDE ANLAM 2

ERASMUS BAHAR DÖNEMİ Accademia della Moda İtalya DİDEM ALTUNKILIÇ

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

İŞARET DİLİNİN GELİŞİMİ KURUMLARARASI İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

1. Çağımızda, toplumların mutluluk ve. refahlarının hatta bağımsızlıklarının; bilimin. ışığında sürdürülen araştırma ve geliştirme

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Orhan benim için şarkı yazardı

Sevda Üzerine Mektup

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

3. Yazma Becerileri Sempozyumu

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

kanaryamın öyküsü Ayla Çınaroğlu Resimler: Yaprak Berkkan


BÖLÜM 3 Dinleme Anlama Becerisi

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Fatma Atasever.

Yrd. Doç. Server ACİM İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi. Bir Besteci'nin Gözünden Özgür Yazılım ve Özgür Yaşam

ECE ERDOĞUŞ Tuhaf Hikâyeleri Sever misiniz?

Halk arasında "Ufak atta civcivler yesin" diye bir deyim var. İşte bu söz aşağıdaki röportaja cuk oturmuş.

Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Online Thematic Journal of Turkic Studies. Celal Bayar dan İsmail Efe ye Bir Mektup

Sevgili dostum, Can dostum,

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Bu kitabın sahibi:...

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?

YAZ DEMEDEN ÖNCE. Gülsemin ERGÜN KUCBA Türkçe Öğretmeni. Terakki Vakfı Okulları 2. Yazma Becerileri Sempozyumu

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

NOKTALAMA İŞARETLERİ Yazılanları daha kolay okuyabilmek için, yazılanların yanlış anlaşılmasını önlemek için. Nokta (. ) Annem bana meyve getirdi.

İÇİNDEKİLER 00. ISINMA. Çorba Yapmaya Benzer 01. BOZ 02. BAK. 9 Sevgili Okur. 10 Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın Hakkında. 16 Bu Kitap Neyin Nesidir?

Akın Uyar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Cümlede Anlam TEST 38

Cem Akaş BUMBA İLE BİBU. Resimleyen: Reha Barış

Kıbrıs'ta öğrenci olmak

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

AKANT ORTAOKULU REHBERLİK BÜLTENİ

Asuman Beksarı. Türkiye nin İlk ve Tek Kadın Karides Yetiştiricisi. Yaşamdan Kesitler Sema Erdoğan. J. Keth Moorhead

1.KİTAP ATATÜRK ANLATIYOR, ÇOCUKLUĞUM

Benimle Evlenir misin?

Babamın Sihirli Küresi AYTÜL AKAL

İnsanı Okumayı Bilir. R. ŞAFAK KEKLİK

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU, İLKOKULU VE ORTAOKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 35.VELİ BÜLTENİ

MİRKET NİNELER. Parti Veriyor

Güç ve yetki sahipleri, yandaşı candaşı yoldaşı, mutlu mu mutlu. Kim mutsuz, huzursuz?

ZİHİNSEL PROGRAMLAMA - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ZİHİNSEL PROGRAMLAMA

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Herkese Bangkok tan merhabalar,

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Gençlerin Doğu Ekspresi keyfinde usulsüzlük iddiası

Hans Christian Andersen Tahsin Yücel ( Ayşın Delibaş Eroğlu (

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

M14 esnevi den (şirli) r H i k â y ele

Aslında bugün İbrahim in Mihrac Ural ın kıçındaki ihanet kılıçları yazısının ikinci bölümü sitede yer alacaktı, ama ne yapayım!

AVUKAT Skeç-Komedi Tiyatro Metni

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Cümlede Anlam TEST 39. 1) Bu güzellikleri görmek için Uzungöl e gün doğarken gelmelisin. Bu cümlede aşağıdaki sorulardan hangisi nin cevabı yoktur?

Albert Camus Yabancı. Sevgisiz. Tolga İlikli

Hıfzı Topuz Nâzım'ı Anlatıyor / 1

Türk Dili ve Edebiyatı Kaynak Sitesi

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

Akıntıya Kürek Çeken Yazar

Belmin Dumlu SAVAŞKAN,

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

Transkript:

İstanbul'da Bir Yazar Olarak Yaşamak Mario Levi 18 Şubat 2009 http://www.obarsiv.com/e_voyvoda_0809.html Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi'nde yapılan konuşma metni, araştırmacıların kişisel kullanımları için web sayfamıza konulmaktadır. Bu konuşma metinleri, ticari amaçlarla çoğaltılıp dağıtılamaz veya Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi'nin izni olmaksızın başka kurumlara ait web sitelerinde veya veritabanlarında yer alamaz. İstanbul da Bir Yazar Olarak Yaşamak Mario Levi Merhaba... Bütün konuşmalarıma ve üniversitedeki derslerime merhaba diyerek başlar, sonra da bu sözün açıklamasını yaparım. Merhaba ne yazık ki Türkçe de her geçen gün biraz daha çok yitirdiğimiz bir söz. Oysaki çok güzel bir anlamı vardır; Arapça dan gelir ve Benden sana zarar gelmez anlamındadır. O zaman, İstanbullu bir yazar olarak merhaba İstanbul da yazar olmak, İstanbul u yaşamak nedir? İstanbul da yaşamak ile İstanbul u yaşamak arasında bir fark vardır; asıl önemlisi, İstanbul u yaşamak ve yaşayabilmektir. Zaman zaman, özellikle yurtdışında yaptığım konuşmalarda bana sık sık yöneltilen sorulardan biri de şudur: İstanbul da yaşamak zor mu? Aslında bu sorunun ardında gizlenen niyeti elbette çok iyi hissedebilirsiniz, fazla akıllı olmanıza gerek yok. Ben de hemen Evet efendim, çok zor derim, İstanbul da yaşamak birçok açıdan çok zor. Sonra da şu açıklamayı yaparım: Ne mutlu bana ki, yaşanması bu kadar zor bir şehirde doğdum ve yaşamaya devam ediyorum. Bunu söylüyorum, çünkü alternatifler söz konusu. Örneğin neredeyse hiçbir sorunla karşılaşmayacağınız bir şehirde yaşadığınızı varsayın; ne kadar kötü, değil mi? Trafik sorunu, sağlık sorunu, hiçbir ekonomik ve toplumsal sorun yok... Yazacak şey bulamazsınız. Hep söylerim: İsviçre de ya da Norveç te yaşasaydım ne kadar zor olurdu. Her şeyden önce İstanbul da bir çatışma var. Çatışma fikrinin, çatışma kavramının çok önemli olduğuna inanıyorum. Yazı hayatımın belki de en önemli kavramlarından biri bu. Günün 1

birinde eğer birileri herhangi bir akademik ortamda yazdıklarım üzerine bir çalışma yapma ihtiyacı duyar ve benimle görüşmeyi de isterse önerim şu olacaktır: İki önemli kavram var benim eserlerimde; biri çatışma, diğeri bellek. İsterseniz biraz bunları açarak benim İstanbul umda yazar olmanın ne anlama geldiğini açıklamaya çalışayım. Bellek birçok yazarı meşgul etmiş en önemli kavramlardan biri aslında ve bu konuda benim romancı olarak en büyük ustam kabul ettiğim, kendime yıllar boyunca örnek aldığım isim Marcel Proust. Benim anladığım bellek kavramında ise iki önemli katman var: Birincisi toplumsal bellek, ikincisi bireysel tarih. Toplumsal bellek aslında benim yazımın neredeyse tamamını anlatıyor. İstanbul un duygusu nedir? Ne kadar çok insan varsa, ne kadar çok bireysel tarih varsa o kadar çok duygu vardır denebilir, buna hiç kimse itiraz etmez; ama bir tek duygu varsa eğer ne olabilir? Bu soru karşılığında aklıma ilk gelen, hüzün. İstanbul un temel duygusunun hüzün olduğuna çok inanıyorum ve neden böyle bir inanca kapıldığımı açıklamak istiyorum. Benim için Türkçe nin en güzel sözü de hüzün. Hasbel kader hayat benim başka yabancı dilleri de öğrenmeme olanak tanıdı; birçok dili duygularıyla biliyorum; ama benim bildiğim Batı dillerinin hiçbirinde hüzün sözünün tam karşılığı yok. En iyi bildiğim dil Fransızca dır, orada da bulamadım. Çok yakın sözler bulabiliyorum, onlar da genellikle keder in karşılığı olabiliyor ancak. Hüzün çok özel bir duygu. Peki, neden İstanbul hüzünlü bir şehir? Hoş, şenlikli yanları yok mu? Var tabii, ama İstanbul u İstanbul yapan kültürel olayları şöyle bir düşünün. Örneğin sinemamıza, koskoca bir Yeşilçam sineması tarihine bakın. Örneğin klasik Osmanlı Türk musikisi... Türk sanat müziği ve popüler müzik tarihimizde bilinen, birçok kişinin diline dolanmış olan şarkıları düşünün. Bunların kaçı şenliklidir?.. Çok bilinen iki şarkı, Ülker ve Eti nin ünlü reklam cingılları şenlikli şarkılardır; ama genelde baktığınızda başka bir boyut söz konusu. 1970 li yıllarda büyük bir patlama olarak karşımıza çıkan arabesk müzik de bir İstanbul ürünü; onu da anlayabilmemiz lazım, hoşumuza gider veya gitmez. Bu noktada İstanbul un bir başka özelliği karşımıza çıkıyor: İstanbul aynı zamanda bir göç şehri; çok göç alan ve çok göç veren bir şehir. Biz belki içinde olmadık, ama annelerimizi, anneannelerimizi, yani iki kuşak öncesinden bize aktarılanları düşünün. Birçok insan başka coğrafyalardan İstanbul a gelip yerleşmiştir. Ne getirmişlerdir beraberlerinde? Anılarını. Peki, bu anılarda ne vardır? Kayıp duygusu vardır. Bir yerlerde bir şeyleri bırakmak kolay mı sanıyorsunuz? Bana sorarsanız bir insanın bir insana yapabileceği en büyük kötülüklerden 2

biri, onu yerinden, topraklarından etmektir. O insanlar topraklarından edilip gelmişler buraya veya gelmeyi tercih etmişler. Rumeli tarihini ya da Kafkas tarihini hatırlamanız yeterli. Sadece göç almıyor, göç de veriyor bu şehir. Bunun için de son elli yılın olaylarını hatırlamanız yeterli. Birileri giderken ardında anılarını başkalarına bırakıyor. Orada da bir başka kayıp duygusu yaşanıyor. Her şey bir yana, İstanbul un içinde de bir göçebelik ruhu var. Çetin Altan bir keresinde bana İstanbul da aynı evde üç kuşak süresince yaşayan bir aileyi zor bulursun demişti. Kendimden biliyorum; 52 yaşındayım ve İstanbul un iki yakası arasında bölünmüş bir hayatım var. Çocukluğum üniversite yıllarına kadar Şişli, Osmanbey, Feriköy, Kurtuluş çevrelerinde geçti; sonra Kadıköy yakasına taşındık ailemle. Taşınma o taşınma... Kendimi şimdi daha çok Kadıköylü olarak görüyorum; ama bir yerde anılar bırakıyorsunuz. Bir yazar için yaşadıkları ve aynı zamanda başkalarının ona anlattıkları var. Bu nedenle bellek çok önemli. Hatırlama insanın içini acıtır; her hatırlama insanı mutlu etmez, çünkü yüzleşme gerektirir. Zorluk da burada başlıyor aslında. Bireysel ve toplumsal tarihimizde hatırlama yı ne kadar göze alıyoruz? İnsan yaslarıyla yüzleşmeyi göze aldığında kendine daha iyi bir hayat inşa edebilir; ama yaslarınızla yüzleşmeyi göze almadan yaşamaya devam ederseniz, yüzleşememenin doğurduğu acı hep içinizi kemirir ve onu ister istemez taşımak zorunda kalırsınız. Ben bunları hep taşıyorum; ama aynı zamanda bireysel tarihim de var, çocukluk deneyimlerim, gençlik deneyimlerim, kendimle ilişkilerim, çevremle ilişkilerim ve içinde bulunduğum toplumla ilişkilerim... Belki de bu nedenle İstanbul Bir Masaldı yı yazdım ve yine belki de bu nedenle yeni yayımlanan romanım Karanlık Çökerken Neredeydiniz? i yazdım. Bir anımı aktarmak istiyorum. Sene 1992. Gazetecilik yaptığım o dönemde birçok ünlüyle söyleşi yapma olanağı bulmuştum. Bunlardan biri de Attilla İlhan dı. Attilla İlhan evinde kabul etmezdi kimseyi, bir çalışma ofisi de yoktu, Elmadağ daki Divan Pastanesi nde randevu verdi, gittim. Hayatımda hep çok önemli bir yere sahip bir şair, düşünür ve yazar olmuştu Attilla İlhan. Bu yüzden de konuşmaya gittiğimde çok heyecanlıydım. Önce bir kitabını imzalattım, ardından konuştuk ve söyleşimiz bitti. Sonra ne yapacağımı şaşırmama yol açan bir hareket yaptı, çantasından kitabımı çıkardı: Bir Şehre Gidememek... Şaşkınlığımı görünce Şaşırdın, değil mi? dedi; Şaşırdım dedim. Bak sana şunu söyleyeyim diye devam etti; Sen iyi bir hikâyecisin çocuğum (Sonradan anladım ki sevdiklerine hep çocuğum dermiş). Aslında sende bir romancılık damarı var ve sen bir roman yazmalısın. Üstelik seni bekleyen 3

bir konu da var. Sadece gülümsemekle yetindim. Daha fazlasını yapamazdım, çünkü İstanbul Bir Masaldı yı yazmaya başlamıştım; ama ne haddime Attilla İlhan a Ben o romanı zaten yazıyorum demek. Bir kere romanı yazıp yazamayacağımı, bitirip bitiremeyeceğimi bilmiyorum henüz... Sadece Söylediklerinizi dikkate alacağımdan emin olabilirsiniz efendim dedim. Sonra romanı yazmaya devam ettim, arada birkaç yerde karşılaştık. Ne yalan söyleyeyim, nerelerde dolaştığını bildiğim için onunla karşılaşmak için oralarda bulundum. Sürekli olarak Nasıl gidiyor çocuğum? Bak, aklımda çocuğum gibi bir sürü şey söyledi. Tam altı buçuk yıl sonra telefon ettim, Ben o romanı yazdım dedim. Dosyayı yayınevine yeni vermiştim. Hemen gel dedi, ben de elimin altında, kendime ayırdığım dosyayla gittim. İstanbul Bir Masaldı yı bir düşünün. Boyutlarına bakıp İşte roman bu! Pestil inceliğinde kitaplar yazıyor, sonra da ona roman diyorlar dedi, Peki, oku bakayım çocuğum. Anlayamadım... dedim. Bir bölümünü oku dedim dedi. Eyvah, şimdi yandık! dedim içimden. İyi olduğuna inandığım bölümlerden birini okudum. Durdu, belli etmemeye çalışıyorum, ama heyecandan kalbim yerinden fırlayacak. Çok üst düzeyde bir metin olmuş, tebrik ederim, biraz Henry Miller gibi, onun fevkinde dedi; Sana bir şey söyleyeyim. İyi bir romanda dört boyut olmalıdır: dil boyutu, tarih boyutu,felsefe ve psikoloji boyutu. Bunların dördü de sende var. Bundan cesaret aldım, hiç unutmam. Usta, el almaya geldim dedim, O eli sana çoktan verdim dedi. Ayak üstü bir ders almıştım ve ne kadar doğru bir yolda olduğumu da görmüş oldum. Sonradan çok düşündüm bunu. Yazdığım tüm romanlar, hikâyeler içinde bu dört boyut çok önemlidir. Dil boyutu elbette önemli, ama burada dilbilgisi açısından mükemmel bir dilin varlığından değil, her yazarın bir dili olması gerektiğinden söz ediyoruz sanırım. Buna isteyen uslüp isteyen biçem diyebilir. Tarih duygusu da çok önemli kuşkusuz. Felsefe boyutuna gelince, bir yazarın mutlaka bir duruşu ve tarafı olması gerektiğine, yazarın taraf tutması gerektiğine inanıyorum ve dahası bunun kaçınılmaz olduğunu düşüncesindeyim. Bir toplumsal olayı anlattığında objektif bir bakışla yazdığını söyleyemez bir yazar. Aslına bakarsanız tarihçi de bundan söz edemez, çünkü tarafsız tarih de yoktur; tüm nesnel araçlarına rağmen tarihçi için de bir tarafsızlık söz konusu olamaz. Bu konuda en doğru sözü ya da bildiğim doğrulardan birini Jean Paul Sartre söyler. Özellikle bağlanma edebiyatının çok tartışıldığı zamanlarda söylediği bir laftır bu: Yazar asla tarafsız olamaz, çünkü anlatmak istediği konuyu seçtiği an tarafsızlığını yitirmiştir... 4

Neden bazı konuları seçiyoruz? Örneğin ben İstanbul u seçtim, çünkü bir ilişki, bana akan bir tarih var burada. Dünyada önemli şehirlere baktığınızda iki tip şehirle karşılaşırsınız: dikey şehirler ve yatay şehirler. Yatay şehirler uzun bir tarihleri olmayan, ama etki alanları büyük şehirlerdir; New York buna bir örnektir. Dikey şehirler ise belki çevrelerine büyük bir etkide bulunmayan, ama uzun bir tarihe sahip olduğundan derinlik taşıyan, sadece arkeolojik değil, duygusal olarak da derinlikli şehirlerdir. İstanbul böyle bir şehirdir; Mardin, Kudüs böyle şehirlerdir. Burada, aktarılan duygular gündeme geliyor. Son zamanlarda çok kişi söylüyor, ben de yıllardır söylüyordum: İstanbul, üç imparatorluğun başkenti. Dünyada başka örnek var mıdır bilmiyorum, bunun çok önemli olduğuna inanıyorum; çünkü sadece yapılar, kalıntılar değildir önemli olan, duygular ister istemez aktarılır. Müzikler, müzik duyguları ister istemez aktarılır. Türk sanat musikisinde çok büyük bir duygu tarihi, Türk etkileri, Arap etkileri bulabilirsiniz, ama aynı zamanda Bizans müziği etkileri de bulabilirsiniz. Hiçbir şey kaybolmuyor, her şey yerli yerinde duruyor. Önemli olan, o duygunun yaşanmasıdır. Bu anlamda İstanbul da yazar olmak, hele bir de toplumsal koşulları, yaşanan zorlukları düşündüğünüzde bir hayli zordur. 2001 krizinin yaşandığı günlerde bir psikyatrist arkadaşım şunu söylemişti: Böyle derin bir toplumsal anksiyeteye Norveç toplumu on gün dayanamazdı. Bizim böyle bir dayanıklılığımız da var; az şey yaşamadık. Gülmeyi öğrendik. Karanlık Çökerken Neredeydiniz? i yazarken özellikle üniversite yıllarımı, 70 li yılları anlatmayı çok istedim. O kuşağın yaşadıkları benim için çok önemlidir ya da ben en azından kuşağıma sahip çıkmak istedim. Bizim kuşağımız çok örselenmiş, hırpalanmış bir kuşaktır; 68 liler gibi değildir. 68 liler beni mazur görsün. 78 kuşağının üzerinden bir silindir geçti çünkü ve ben bunu anlatmak istedim. İstanbul benim için bu yaşananlarla da değer kazandı. Bundan sonra bizi neyin beklediğini bilmiyorum ama bildiğim bir şey var; ne mutlu bize ki bu acıları yaşadık, hayatı daha iyi tanıdık. Benim samimi düşüncem, mutlu insanlar ya da mutlu olduğuna inanan insanların üretemeyeceğidir. Mutlu olduğuna inanan insanlar yaratıcı olamaz. Mutlu insanlar sadece mutluluklarını yaşar ya da mutluluk yanılsamalarıyla geçip gider. Yaşadığımız acılar, yaratıcılık açısından bakıldığında bize sunulmuş birer armağandır. Hiç mi mutluluk yazısı, hiç mi mutluluk şiiri yoktur? Vardır elbet. Ama nasıl biliyor musunuz? Bir örnek vereyim isterseniz. Nazım Hikmet in çok sevdiğim bir şiiri vardır, bilirsiniz, şöyle başlar: Bugün Pazar / bugün beni güneşe çıkardılar ve şiir şöyle biter: Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım / toprak güneş ve ben, bahtiyarım. Evet, gerçekten o anda mutlu, ama bu bir an. Böyle bir duyarlılık taşıyan 5

birinin o yaşadığı koşullarda gerçekten mutlu olması mümkün mü? Bu bir hapishane şiiri ve bu insan yolsuzluklara bulaştığı veya banka hortumladığı için hapise değil, düşüncelerinden dolayı hapse atıldı. O an gerçekten bir mutluluk anıdır, ama büyük acılardan gelen bir mutluluk anı. Hep şunu söylerim: Gerçek mutlulukların hakkını, gerçek bedelleri ödeyenler verir. İşte benim İstanbul la kurduğum ilişki de biraz böyle. İstanbul da bir yazar olmak ne büyük bir cesaret istiyor! Başınıza neler geleceğini de bilmiyorsunuz. Kesin olan şu: O acının içinde yazılan o yazı, ak üzerine karanın büyüsü. İşte onun hiçbir eşi yok. Bize en büyük edebiyat miraslarından birini bırakan, gerçek ustalarımdan biri olarak kabul ettiğim Sait Faik (gerçek bir İstanbullu, hakiki bir yazar) bir öyküsünü bitirirken Yazmasam deli olacaktım der. Belki de biraz bunun için yazıyorum; delirmemek ve yaşadığım ülkenin koşullarına tahammül edebilmek için. Oğuz Atay da şu cümleyi bıraktı bize: Ben buradayım sevgili okurum, sen neredesin? Yazı hayatım süresince hep bu sorunun cevabını aradım. Ne mutlu bize ki bu topraklardan Nazım lar, Sait Faik ler, Oğuz Atay lar, Turgut Uyar lar, Edip Cansever ler geçti; Selim İleri ler ve daha niceleri geçiyor. Onlar olmasaydı tabii ki ben de olmayacaktım. Edebiyat bir mirastır. Bana bırakıldı, ben de umarım günün birinde birilerine bırakabilirim. 6