Baykuşun Gözleri; Etem Çalışkan



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

BİN YILLAR BOYU AZİZ İSTANBUL

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

BÜYÜKDİKİLİ İLKOKULU- ORTAOKULU AYLIK ÜCRETSİZ OKUL BÜLTENİDİR.

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

Tek başına anlamı ve görevi olmayan ancak kendinden önce gelen sözcükle öbekleşerek anlam ve görev kazanan sözcüklerdir. Edatlar şunlardır:

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN

Seçelim ve yerleştireli. Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu... e?

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

YARATICI OKUMA DOSYASI. En sevdiğiniz tatil kitabını anlatan bir resim çiziniz.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

KASIM AYI VELİ BÜLTENİ

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

İnsan Okur. Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR


ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

3. Sınıf Türemiş Kelimeler ( Sözcükler ) 1. Barış Manço,nerede doğmuştur?

Cümlede Anlam TEST 38

GÖKLERDE YÜKSELSİN UÇURTMAM 23 NİSAN'DA YANIMDA BABAM

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Cümlede Anlam TEST 39. 1) Bu güzellikleri görmek için Uzungöl e gün doğarken gelmelisin. Bu cümlede aşağıdaki sorulardan hangisi nin cevabı yoktur?

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

A) servis B) seyis C) başarı. 7. k,u,k,a,l Yukarıdaki harflerin hepsi kullanılarak aşağıdaki sözcüklerden. Al Semender

ABDULLAH UÇMAN PROF. DR. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü nden mezun oldu.

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

* Cümle içinde, tırnak içinde verilen cümleler büyük harfle başlar. Tolstoy, Amaç olmayınca hayatın da bitmesi gerekir. demiştir.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

.com 2. SINIF 1. DÖNEM TATİL KİTABI

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

3. Sınıf Noktalama İşaretleri

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Ö. Ç. BİLFEN ANAOKULU 6 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Av. Soner ALPER. sayılacak nitelikteki Sadık Paşa Gazinosu nda garsondur. Gazinonun tiyatro sahnesi, balkonu, locaları

HAYAT BİLGİSİ HAFTA SONU ÖDEVİ ADI SOYADI:

Ali VAROL'un Blog Sitesi

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ 6 (ΕΞΙ) ΣΕΛΙΔΕΣ

SATRANÇ. Satranç öğrenmek benim için her zaman zor olmuştur. Yirmi yaşıma gelmeme rağmen

PoloStart2 Istituto Comprensivo Marcello Candia Milano. ESEMPI DI PROVE DI INGRESSO IN LINGUA MADRE a cura di Emanuela Crisà

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ ŞEKERLİK EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI ÖZEL LİSESİ ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM 11-A SINIFI MF GRUBU DİL VE ANLATIM DERSİ I

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

ÇALIŞKANLIK NİSAN 2017

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

EYLÜL 2014/2015 ANASINIFI BÜLTENİ. Eylül 2014 Bülten

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

Buse Akbulut. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

Transkript:

Karanlığın içine doğanlar ile karanlık içinde doğanlar arasındaki fark: Birisi zoraki, birisi illa ki Karanlığın üzerine git, aydınlatabilirsen onları yaşam gizini gösterecek sana Erhan Yelekçi ETEM ÇALIŞKAN 05

Baykuşun Gözleri; Etem Çalışkan İNSAN NASIL İNSAN OLDU: DÜ- ŞÜNCE, DÜŞÜNÜNCE Düşünceleri simgelere döken sihirli dokunuşlar abece ya da yabancı kökenli karşılığıyla alfabe. Her biri dildeki bir sese karşılık gelen harfler dizisi. Hikayesi ise şu şekilde: Abece kelimesi, Türkçedeki ilk üç harfin okunuşundan oluşur. Benzer biçimde Fransızca kökenli alphabet ten dilimize geçen alfabe sözcüğü, eski Yunancadaki ilk iki harf olan alfa ile beta nın okunuşundan gelir. İnsanlık tarihinin başladığı yaşam alanlarından biri olarak kabul edilen Altamira Mağarası na çizilen hayvan resimleri bizler için o dönemdeki insanların yaşamı hakkında birer simgedir. Buradan da anlaşılacağı üzere aslında resim bir simgeydi; bizlere o dönem hakkında fikir veren, yorumlamamızda ve insanlığın yaşamı hakkında fikir yürütmemizde yardımcı olan bir simge. Simge ise bir düşünceyi, soyut bir kavramı belirten somut nesne ya da işarettir. Bir özelliği tümüyle kendi üzerinde toplayan örnek. İlkler, içerisinde gizemi barındıran sihirli kelimeler; ilk insan nerede doğdu, yaşadı, ilk resim, ilk yazı, ilk yaşam nerede kuruldu? Düşündükçe matruşka kutuları birbiri ardına ortaya çıkmakta. İLK RESİM BİR YAZI MI? YA DA İLK YAZI BİR RESİM Mİ? İlk harfler birer hayvan figürleriymiş. Hayvanların çıkardıkları seslere göre çizilen resimler alfabeyi oluşturan temel figürler haline gelmiş. İnsan düş kurup düşününce de yazı gelişmeye başlamış. Mezopotamya da yerleşik hayat süren Sümerler bu işin temelini atmış. Ülkemizde ise farklı zaman dilimlerinde farklı alfabeler kullanılmakla beraber son olarak Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Latin Alfabesi ne geçiş yapılarak günümüzdeki alfabe oluşmuş. BİR BAYKUŞ, İRİ GÖZLER, BİR DE ETEM Cumhuriyetin ilanı ile ülkede devrimler birbirini izlemiş; ancak yazının gücü ve önemi ile birlikte en güçlü devrim yazı devriminde yapılmış. Yaşamın sonsuz olasılıkları bir arada sunması belki de onu bu kadar gizemli ve çekici yapmakta. İlginçtir ki bazı özel günler bazı özel kişileri de doğuruyor. 06 ADANA YA GÜÇ VERENLER - I ETEM ÇALIŞKAN 07

Aydınlat onları Yaz karanlığın üzerine... Karanlık; üzerine gidilmesi gereken en büyük sorumluluk Yazı; karanlığın içine doğanlardan İnsan ise; karanlık içinde doğanlardan. Hikayemizin tarihi 1928 de başlıyor. Bu yılda da çok özel birisi dünyaya geliyor. Kitabımızda; Anıtkabir e gittiğinizde o enfes mimarinin içerisine girmeden kapının her iki tarafında koca sütunlarla yazan Gençliğe Hitabe ve Nutuk un nasıl yazıldığı hikayesini, Ulu Önder Atatürk ün naşı oraya koyulurken neler yaşandığını, Ata nın o meşhur K. Atatürk imzasının nasıl meydana geldiğini öğrenecek ve en önemlisi bir tarihe ve bir çınarın köklerine tanıklık edebileceksiniz. Gözlerinizi açınız, harfler arasında yolculuğumuz başlıyor... Hikayemiz, 1928 yılında Tarsus un Göçük Köyü nde doğan ve kendisini; Efendim, bendeniz, yeni yazı sanatçısı olarak, Gazi Mustafa Kemal in en önemli devrimi, yazı devriminin devamıyım. diye adlandıran hattat Etem Çalışkan ın hikayesi. BEN BÖYLE YARATILMIŞIM... YAZI-RESİM BİLİYORDUM, GÜ- ZEL YAZI NEDİR BİLMİYOR- DUM... Kemal in silahdaşlarından Abdülhalim. Nam_ı diğer Kara Hacı Yazıyla ilk defa köy ilkokulunda öğretmeninin karatahtaya yazdığı A harfi vasıtasıyla tanışmış dolayısıyla alfabe kitabıyla da... Etem Çalışkan ilkokulu dedesi Abdülhalim in öncülüğü ile yapılan köy ilkokulunda okumuş. Dedesinin köye öncülük etmesi sanki yazının insanlığa öncülüğünün simgesi. Etem Çalışkan bu durumu şöyle ifade ediyor: Her okur yazar okul yaptırıyor, ondan değil ama dedeminki. Dedem Kuvayi Milliyecilerden Kara Hacı, esmerdi. Taha Toros un anlattığına göre bizimkiler 250 yıl kadar önce Antalya yöresinde yaşarken İstanbul a vergiyi ödeyememiş, bir de üçgün ateşi denilen bir hastalık çıkmış, padişah da sürmüş Toroslar a doğru. Sevgili Taha Toros ile zaman zaman konuşurduk, göçükleri anlatırdı o daha takipçi araştırmacıydı. LATİN ALFABESİ Bir cenin; önce karanlık sonra aydınlık, bir insan; önce karanlık sonra aydınlık, yaşam hep aydınlık olmalı, insanın borcu yaşamı aydınlık kılma çabası sihir eller sihirli gözler de E.Y. 1928 yılında Tarsus un Göçük Köyü nde doğurmuş beni anam. diye söze girdikten sonra, doğum tarihine verdiği önemin, Mustafa Kemal i ve yazı devrimini tanıyınca arttığını belirtti. Yazı devriminin yapıldığı yılda doğmasını, kendine verilmiş kutsal bir görevin işareti sayıyor. Babası Halil miş. Dedesi ise Mustafa Bu alfabe 1925 yılında ilk defa Azeri Türklüğü tarafından kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti nin kurulmasından sonra; 1928 de Türkiye de kullanılmaya başlandı. Günümüzde bu alfabeyi Türkiye ve birçok Avrupa ülkeleri kullanmaktadır. Latin asıllı yirmi dokuz harften meydana gelir. Sekizi sesli, gerisi ise sessizdir. ETEM ÇALIŞKAN 09

Yaşam giz giz, gizli gizli, saklı saklı, kişisel kişisel, kişi kişi, özel özel, sanat sanat, yaşam Onun anlattığı zamandan 40 yıl önce bizim köyün halkı, Antalya yöresinden padişaha karşı çıkmış vergi ödememiş, anlaşmazlık çıkmış. O da bizimkileri Toros Dağları na sürmüş. Yörükler, Türkmenler, Karacaoğlanlar, Elifler, Zeynepler orda... Bizimkiler orada Göçük Köyünü kuruyorlar, Taha Toros un dedeleri de orada, şehre iniyorlar. Taha Toros un babası zamanında şehirden Konya ya gidermiş, bizim köyden okuyup ilk doktor olan kişi... Gülek Boğazı nın orada şafakta yol açılır sabaha karşı yol alınırdı, dedem Gülek Boğazı nı geçerken türkü de söylerdi, Develer katar katar, zenciri suya batar. Tam orayı geçince Gülek Boğazı yukarısında Kaşoluğu düzlüğene ulaştırıldı. Kızıltepe de en son duraktı. O zamanlarda kimse kimsenin yurduna çadırını koymazdı. Doğuda Aydınoğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Sarıkeçililer de varmış. Karakeçliler de var. Dedelerim sürüleriyle Toros güneyinde ve kuzeyinde doğuya doğru geliyorlar. Dedelerimiz bizim köye, göçüğe, yerleşiyor. Göçük köyü de buradan geliyor. Göçerlikten... 1930 lu yıllarda Gülek Boğazı TAHA TOROS KİMDİR? 1912 yılında Adana`da dünyaya gelen Taha Toros, çocukluk yıllarında kalp hastalığı geçirmiş, kalbinin vücuduna göre büyük olduğu tespit edilmiştir. Bu yüzden okullarda jimnastik dersinden, hatta çocuk oyunlarından bile uzak kalması çocukluğuna dair üzüntü verici bir anıdır. Önceleri müzik ve karikatürle ilgilenen Taha Toros, Adana Lisesinde birinci sınıfta okurken ünlü edebiyat tarihçisi İsmail Habib Sevük`ün teşvikiyle edebiyatla da ilgilenmeye başladı.1929-1930 ders yılında Adana Lisesinden mezun oldu ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine kayıt yaptırdı. Atatürk ün, 1930 daki İstanbul Üniversitesini ziyareti esnasında derste bulunan İÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinden birisidir. 1937 ve 1940 yılları arasında Adana Ticaret ve Sanayi Odası nda genel sekreter olarak çalıştı. Bu dönemde Çukurova ve Toroslar da geniş kapsamlı folklor araştırmaları yaptı. 1941`de Ticaret Bakanlığı bünyesinde başmüfettiş olarak çalışmaya başladı. Görevi gereği birkaç kez gönderildiği Paris te Türk Kültür Tarihi yle ilgili araştırmalar yaptı.70 yılı aşkın bir süredir araştıran Taha Toros, arşiv sevdasını Mazi Cenneti I adlı kitabında şu cümlelerle özetler: Arşiv oluşturmak, özellikle ülkemizde nadir yetişen biyograf olmak, bibliyografyada uzmanlık kazanabilmek, yararına yürekten inandığım, kültür zenginliklerindendir. Yaşamım boyunca bunu yapmaya çalıştım. Aslında bu konularla ölesiye uğraşmak, tedavisi mümkün olmayan bir hastalık gibidir. Bugün kanserin bile tedavisi mümkün. Ama arşiv hastalığının tedavisi yok!. Ne diyelim, Tanrı, bu türden hastalığa yakalananları kurtarmasın! İstanbul Hukuk Fakültesinden 1933 te mezun olan Toros un, Kahvenin Öyküsü nden (1980), ünlü ressam Fikret Mualla ya (1986), Nâzım Hikmet i hiç bilinmeyen bilgi ve belgelerle anlattığı Nâzım Hikmet ten (2005), Toroslar da Tahtacı Oymakları na (1938) kadar çok sayıda kitabı bulunuyor. Cumhuriyetin ilk aydınlarından biri olan Taha Toros, 102 yaşında yaşamını yitirmiştir. ETEM ÇALIŞKAN 11

Bir çocuk bir hayalle başladı hayal gerçeğe gerçek yaşama dönüştü. Yaşa sen çocuk, hayal et sen çocuk 1. 2. 3. SINIF KÖY OKULUNDA 4. 5. SINIFTA İSE TARSUS TA... Köydeki ilk yazı, kara tahtada öğretmenimin yazdığı yazı. Kara tahtadaki beyaz çizginin yazı olduğunu gördükten sonra benim için onların çizgileri bir ışık aydınlanmasıydı. O çizgilerin okunması, seslendirilmesi... Dünyada bundan daha güzel bir şey olamaz. Bir düşünün çizginin sesini okuyorsun. Çizginin sesi... Birçok sanat dalı aslında düşüncede birleşebiliyor; tıpkı ressamın şairden, müzisyenin heykeltıraştan beslenmesi, etkilenmesi gibi. Düşünce insanın en temel besini Etem Çalışkan doğduğu köy hakkında anlatmaya devam ediyor tabi ki sanatı da ihmal etmeden ekliyor: Sanattan köye ilk gelen mandolindi. Köy Enstütileri ne gidenlerin bir kısmı köylerine öğretmen olarak döndüler, tarla nasıl sürülür, buğday nasıl biçiliri köylülere öğrettiler. KÖYDEKİ ÖĞRENCİLER MANDOLİN ÇALARLARDI, KOMÜNİST OLURLARDI Köydeki öğrenciler ilk kez mandolin çalmaya başladılar. Bunu zor kabul ederdi köydekiler gittiler çalgıcı olup döndüler bunlar zaten komünist. derlerdi. Gidiyorlar kız oğlan aynı yerde kalıyorlar gibi saçma şeyler de konuşulurdu. Dil ve kemik ilişkisi sanırım o dönemde de şimdiki gibi. Etem Çalışkan köy yaşamı hakkında bilgi vermeye devam ediyor; Köyde yol vergisi vardı ve yılda 6 lira idi. 5 çocuğun olursa yol vergisi vermiyordun. Köylü 5. çocuk ile bayram yapardı. Tabi ki işleri kesat gidenler o yolda çalışır, taş kırardı. Benim de işime gelirdi. Çalışan işçilere eşekle karpuz satardım. Yaşamın çok taze olduğu yaşlarımız, aslında yaşantımıza şekil veren yaşlar, küçük yaşlarda yaşadığımız korkularımız ilerleyen yaşlarda geri dönüyor hem de güçlenmiş olarak, bilinçaltı burada devrede, aslında yaşanmışlıklar hiçbir zaman bitmiyor, bitemiyor; insanın geçmişi geleceğinin temelleri. Etem Çalışkan şimdiki sanat anlayışına geçmeden o dönem ile ilgili bir detay aktarıyor; ETEM ÇALIŞKAN 13

Kısmet olursa geleceğim sana, senden de bana, benden de yaşama, yaşamdan tekrar sana ve bitecek O zamanlar ovada epey tarla vardı ve o tarlalarda elimde kara sapanla çizgi çizip tohumu serperdim, onlardan meydana gelen çizgilerim vardı; geçmişimde buğday tarlalarında ne yaptıysam yine aynı şeyi yapıyorum. Tarlalarım kağıtlarım; bu sefer elimde sapan yerine kağıt, mürekkep ve fırçayla GÜNAYDIN I ORTAOKULDA ÖĞ- RENDİM İlkokul bitince doğru Tarsus a gitmiş, tabi ki çocuk büyümeye başlamış yavaş yavaş... Etem Çalışkan ı tanıyanlar onun için günaydın kelimesinin sihirli bir kelime olduğunu bilir. Günün her saati günaydındır ve gün aslında aydın olmalıdır, insandır günü aydınlatan bu kutsal görev tanrı tarafından ona verilmiştir. Tarsus ta öğrendim günaydını, ortaokulda Mehmet adlı arkadaşım da hep günaydın bay veya bayan derdi, biraz yadırganıyordu ama olsun. AŞIK VEYSEL İN ELİNE SU DÖKEN ÇOCUK ETEM Ben şairleri seviyorum, güzel sözleri, halk ozanlarını; Karacaoğlan ı, Dadaloğlu nu, Aşık Veysel i. Çukurova benim yurdum, Anadolu da yurdum. Koynunda doğdum, koynunda çocuklukluğum geçti. Ceyhan ın, Seyhan ın, Berdan ın koynunda... O dönemde elinde sazı, dilinde türküsü olan aşıklar dağlarda gezer, düşüncelerini müzik yardımıyla aktarırlardı. Çocukluk yaşamı etkilemeye devam ediyor, bakın hikayelerini anlatırken kime denk geliyor; bir aşığa, Aşık Veysel e: 1940 yılının şubat ayı şu anda Tarsus ta eski Şadırvanhan da ilk geldiği oda duruyor, kapı üzerine bir plaka koymuşlar... Aşık Veysel Odası, içinde de resimleri var. Aşık Veysel oraya geldiğinde tanıştım, ortaokul öğrencisiydim. Orda kaldığı müddetçe oradan geçerdim, okula giderken erken kalkıp elini yüzünü yıkarken eline ibrikle su döken çocuktum. Çok meşhur değildi o dönemler, kör bir aşıktı, elinde saz ile dolaşıyordu ama bilen biliyordu. 1933 yılında, Cumhuriyetin 10. yılında, Ankara ya Sivas tan gelen adamdı, o dönem Atatürk ile de buluşması vardı. Köyde onun sesiyle büyüdüm, radyo nerede ben orada, ee canım gramofon da vardı ama o köyün kahvesinde idi. Oraya gitmek üstünlüktü, en çok türküler dinlenirdi. İşte o yıllar Aşık Veysel için kör aşık gelmiş denilirdi. Aşık Veysel in kaldığı oteli teyzemin kocası işletiyordu, benim için de şans bu tanıştım. Ve İstanbul daki evime 25 sene sonra misafir oldu Aşık Veysel... Benim adıma yaptığı o gecenin bandı var elimde, Etem e ve sazıma diye... Sabah aydınlığı çiçek kokuları... Özellikle yasemin kokuları özden gelir. Senin kokun özünden geliyor özüme gidiyor AŞIK VEYSEL KİMDIR? Veysel Şatıroğlu veya bilinen adıyla Âşık Veysel (d. 25 Ekim 1894, Şarkışla, Sivas - ö. 21 Mart 1973), Türk halk ozanı. Avşar boyunun Şatırlı Obası na mensuptur. Sivas ili Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyü nde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak doğan Âşık Veysel, 7 yaşında geçirdiği çiçek hastalığı sonucunda bir gözünü kaybetti. Diğer gözünü ise bir değneğin batması sonucunda kaybetti. Babasının, Âşık Veysel e oyalanması için aldığı sazla önce başka ozanların türkülerini çalmaya başladı. 1933 yılında tanıştığı Ahmet Kutsi Tecer in teşvikleriyle kendi sözlerini yazıp söylemeye başladı. KÖY ENSTİTÜLE- RİNDE SAZ HO- CALIĞI Âşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Âşık Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy Enstitüleri nde saz hocalığı yaptı. 1965 yılında özel kanunla maaş bağlandı. 1970 li yıllarda Hümeyra, Fikret Kızılok, Esin Afşar gibi bazı müzisyenler Âşık Veysel in deyişlerini düzenleyerek yaygınlaşmasını sağladı. Şarkışla da her yıl adına şenlikler yapılır. Eserlerinde kullandığı türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içeydi. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de vardır. Şiirleri, Deyişler (1944), Sazımdan Sesler (1950), Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimli kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı. ETEM ÇALIŞKAN 15

Nefesimmiş içimden çıkan küçük bir ruh... Bazen tekler bazen ise gürler ama hep dener... İLKOKUL, ORTAOKUL DERKEN YAŞAM DEVAM ETMİŞ, ETEM LİSENİN KAPISI- NIN ÖNÜNDE Etem Çalışkan ile her sohbet edişimizde; Eğitimsiz hiçbir şey olmaz, yetenekleri kullanırken de onun eğitime-öğretime ihtiyacı vardır cümlesi mutlaka kullanılır ya da ima edilir. Hatta şu cümle ile de desteklenir; Daha güzel yazı yazabilirim endişesi taşıyorum, zaten sanat kelimesi endişe ve kaygı ile sırt sırta; o kelime kendiliğinden oluşuyor. Ben sanat yapayım demiyorum güzel yazı yazmak istiyorum. Ben sadece güzel yazı yazmak istiyorum, tıpkı kuşların sadece uçmak istemesi gibi... O dönemi anlatırken 1945 te Tarsus ta lise yoktu ya Adana ya Erkek Lisesi ne ya da okumamaya. Şans bu ya o yıl Mersin de lise açılmış, Etem Çalışkan da oraya gitmiş, tabi ki dip notunu eklemeden de yapmıyor; Eskiden adı Mersin Lisesi idi ki bence adı değişmemesi lazımdı, şimdiki ismi, Tevfik Sırrı Gür Lisesi. SANATIN İÇGÜDÜSÜYLE YAŞARIM Yatılı hayatı başlamış, aileden uzaklaşılmış. Bir ben bir de kendim var... Artık yaşam Etem Çalışkan için hızlı ve sert akmaya başlamış. Çizimlere devam, hani o çocuklukta tarlalara çizilen çizgiler artık güneşin ışığı ile birlikte parlamaya başlamış, güneş Etem Çalışkan a dönüşmüş... Etem Çalışkan ile bazı sohbetlerimiz çok alakasız başlayıp, hiç beklemediğim gelişme bölümü ile devam eder, hatta bazen acaba bu durumu nasıl bağlayacak diye merak ederim, ancak sohbetin en sonunda mutlaka aradığınız cevabı size aktarmış olur, hatta çok daha fazlasını bulmuş olursunuz. İşte bu tarz bir sohbetimiz sırasında Etem Çalışkan ile sohbete başladık tabi ki lise öyküsünün başındayız: Düşüncelerimi, yazılarımı, resimlerimi yaşamım boyunca işim olarak gördüm. Ben buyum ve böyle yaratılmışım. İşlerime başladığımda kimse beni yönlendirmedi. İçgüdüsüyle yaşayanlar gibi bir hayatım var. Onlar nasıl yönlenmiyorsa ben de öyleyim, sanatın içgüdüsüyle yaşayan birisiyim. Lisedeki öğrenciler sınav sorularında beni ressam diye yazarsa ne iş yapacağım, başka tabi ki ressam olacağım. Bu destekle de liseyi 6 yılda bitirdim, yetmez mi?(gülüyor) Lisede okurken ortaokul-lise aynı alandaydı ve birleşikti. Mersin Lisesi nin ilk öğrencileriydik. Resim hocaları ile yakın arkadaştım, teneffüs olunca resim atölyesine iniyor, hocaları izliyordum. Atölyeye girişlerimde hocalar anlatırdı; Öğrencileri yazılı yaptım tanıdıkları ressamı sordum, seni yazmışlar derlerdi. Uzun süre atölyedeki hocalar benim orda öğrenci olduğumu bilmedi, ondandı bu sohbetlerimiz tabi ki ben de bilmiyordum, hocanın bilip bilmediğini. TABELA, RESİM, AFİŞ HEPSİ BİR DÜNYA TABİ Kİ ETEM ÇALIŞKAN DA... Sohbet ilerlerken aklıma nasıl geçiniyordu sorusu geldi, malum lisedesin, aileden uzaksın ve öğrencisin; para işi biraz dert gibi duruyordu. Etem Çalışkan sorularımı sohbetin içinde eritti; Lisedeyken tabela yapardım, Mersin de Halk Evi Sineması vardı. Salon hem tiyatro hem sinema olarak kullanılıyordu. Türkiye nin de ilk döner sahnelerinden birisiydi. Döner sahne sinemasının işletmecisi Raşit Ener di. Meşhur Cahit Ener vardı onun kardeşi. Her gün sabah trenle gelir, suareden sonra gişe paralarını toplar, Adana ya dönerdi. Olgun, gerçekten ciddi bir sinema işletmecisi, ben de onların afişlerini yapardım. Sinema afişleri ile maaşım ayda 40 lira, öğretmen maaşı da 50 lira; okuldaki öğrenciler ressamlığımı sanıyorum afişlerden görüyorlardı. Ben aydınım diyenlerin aydın olduğuna inanmak istemiyorum, sanatçıyım da demek istemiyorum. Yaptıklarım, çalışmalarım başkalarının gözünde değer, iz bırakıyorsa, sanat çerçevesine alınabiliyorsa o takdir sanatçı denilmesinden daha güzeldir. Etem Çalışkan 16 ADANA YA GÜÇ VERENLER - I ETEM ÇALIŞKAN 17

Çok güzel tabela yazardım, yani yazı ressamı sanırdım kendimi. Mersin benim tabelalarımla güzelleşiyor diye iddia ederdim, şehirlerimizi çirkinleştiren tabela anarşisidir. Adana da tabelacı Latif Ariş vardı, Mersin de ise ben vardım. Tabeladan da iyi para kazanıyordum, öğrenciyken öğretmenler kadar kazanıyordum. Hocaların da sevgisi de artıyordu bu yüzden galiba. Hem çalışıyor hem okuyordum şu anda deseniz ki ne yiyip içiyordun, kimse sormazdı yatılı nerede, annem babam bile... Bir oda kiralıyordum, onun içinde yatıp kalkıyordum. Tabela çalışmamı odada, sinema afişini ise sinemada yapıyordum. İstanbul dan Melih Arseven geldi tabela ressamı olarak. Tabelalar yaptı. Ben ise büyük afiş yapıyorum sinemanın bana verilen salonunda, oturdu seyrediyor, birbirine yapıştırıp arap zamkıyla boyaları kendim yapıyorum. Toz altınla karıştırılıyor renksiz olduğu için rengi bozmuyor. Melih dedi ki; Sen kurşun kalemle çizmeden yapıyorsun. 4-5 metre afişler çizilir mi bunlar. Ben de Çizilmemiş çizgileri ben görüyorum diye cevap verdim. Ama şimdi yap deseler yapamam. Afişler sinemanın duvarlarına asılıyordu bir tanesi şu anda Adana Sinema Müzesi nde. Bir de iki senede bir sınıf geçtiğimiz için, hangi yılı geçtiğimi bilmiyorum. Hangi derstten geçtiğimi sor daha kolay. Birgün Fransızca hocası sordu, bir text var, bunu oku, soru soracağım ve Fransızca cevap vereceksin dedi. Peki dedim, sordu soruyu Fransızca bilmiyorum dedim, otur sıfır cevabı geldi. Niye diye itiraz ettim. Siz Fransızca cevap ver dediniz, ben de Fransızca cevap verdim, notu hak ettim dedim. Onun üzerine ertesi gün beni çağırdı yanına çok güzel sarılmış bir paket uzattı Hoca hanım, kime götüreceğim dedim. Hiç kimseye dedi. Aldım paketi açtım, içerisinden Fransızca kitap ve defterler çıktı. Hazır cevaplık ödüllendirildi yani. LİSEDEN KOVULDUM Şu okulu birincilikle bitirdim, şuradan diplomalıyım, şurada ise onur ödülüm var... Etem Çalışkan ile ilk tanıştığımızdan bu yana acaba bunlardan ne zaman bahsedecek diye düşünürdüm, tabi ki sadece düşüncede kaldı, Etem Çalışkan yine her zamanki tarzı ile terse yatırmayı başardı, insan değişir mi bilmiyorum ama muziplik aynı kalmış: Lise son sınıftayız müdür bey beni çağırdı, son devresi okulun, yıl ortası. Etem seni kovacağım. dedi. Hocam siz bilirsiniz. dedim. Neden? diye de sordum. Hocayı kovamayacağımıza göre seni kovacağız. dedi. Ya hoca ya sen durumu; felsefe hocasıyla takışıyoruz. Denge nedir? Anlat... diyor, ben de anlatmaya başlıyorum. Deveye bindiğimiz zaman düşmezsek denge budur buna ben- zer anlatımlar yapıyorum, sanırım çok karikatüre geliyordu, bir de anlatımlarımı kara tahtaya çiziyordum. Ondan dolayı şikayet ediyordu beni, sınıftan dışarı atıyordu. Müdür, Seni Adana Lisesi ne (Erkek Lisesi) göndereceğim, orada yatılı kalacaksın sonra diplomayı alıp geleceksin. Senle bunu güzel bir kutlayacağız dedi. Hocam ben gitmem dedim. Adana yı, reddettim. Nereye gideceksiniz peki? dedi. İzmir e gideceğim. dedim. Ağzımdan öyle çıktı. Var mı birisi orda? dedi. Hiç kimse yok dedim. Nasıl okuyacaksınız? dedi. İzmir e gittiğimde bakacağım, bilmiyorum dedim. Dedim ya artık ağzımızdan çıktı, ben de korkmuyor değilim. İlyas Avcı vardı aynı sınıftayız. Ona da Gel beraber gidelim, gelir misin? dedim. Gelirim. dedi. Niye dedi bunu bilmiyorum, gittik onun da tasdiknamesini aldık. Bir defterim vardı, velimin imzasıyla doluydu, onun imzalarını izin kağıdı alacağım zaman ben atardım, velim beden eğitimi hocası idi. İkide bir gelme ben imzalayayım, imzayı istediğin zaman kullan demişti. Her gün beden eğitimi hocasına da resim dersi veriyordum, resim merakı var, o da resme yakındı. İZMİR KOCA BİR ŞEHİR İSE ETEM VE İLYAS DA KOCAMAN BİRER YÜREK Etem Çalışkan elde bavul, düşünceler yıldız misali kalp pırpır. İzmir e gidiş hikayesini aktarmaya başladı, ben de bir kez daha yaşam denilen sürecin piyango olduğunu bir kez daha anladım... İlyas ı da aldık, benim birkaç kuruş var ama İlyas ta hiç yok, trenle gidiyoruz. Giderken tahta bavullar içinde birkaç kitap, tam Kemal Sunal filmi. Aileye söyledik, orada okuyacağız dedik, aile bana güveniyordu, ailede benden başka okuyan yoktu zaten. Trene bindik kalabalık, Kütahya veya Afyon da aktarma oluyordu. Trende birinci mevkide kerli ferli bir adam oturuyor, biz de İlyas la beraber girdik, adama selam verdik, portakal torbalarını raflara koyduk oturduk. Güneşin gücü avucumun içerisinde aldım sabahın en taze kokusunu... Yüreğimden çıkardım, eklemlerimden kanatlarımı... Bekle beni bulut bekle beni mavi... Bilet kontrol geldi adamla sohbetteyiz bu arada. İsmi Muammer Tuncay doktormuş. Ayrıca Balıkesir Milletvekili, Demokrat Parti den... Bilet kontrol geldi, çıkmamızı istedi, Sohbet ediyoruz, bu arkadaşlar öğrenci, bırak otursunlar. dedi. Milletvekili olduğunu biliyor kondüktör, peki dedi kaldık, olaki sıkışırsınız başınız, herhangi bir şeyden dolayı derde girerse, Pertev Aral, DP İl Başkanı, onu arayın. ETEM ÇALIŞKAN 19

Bir iki satır da bir şey yazdı, Ona gidersiniz dedi, aldık kartı cebe attık. YILDIZLARLA KADİFEKALE BİR- LEŞİK, HANGİSİ YILDIZ HANGİSİ ŞEHİR IŞIĞI? Biz yola devam ettik, bir gece yarsı indik ki yıldızlarla, Kadifekale birleşik, hangisi yıldız hangisi şehir ışığı anlamadım. İlk defa Çukurova dışında bir şehir gördük, sabahleyin okul arayacağız. Tasdiknameyi aldıktan sonra belli bir süre var süre dolmadan kayıt yaptırmak lazım. Sorduk Karşıyaka da lise var, çok güzel dediler, gittik müdürle görüştük, Yer yok alamam. dedi. Lisede bir saat kaldık, ben duvarlarındaki tabloları hala unutmadım, döndük geldik nerde var lise?.. Alsancak ta, Namık Kemal Lisesi. İLYAS A DEDİM Kİ; SEN BENİM VELİM OL... ÇÜNKÜ İLYAS Tİ- YATRODA OYNUYORDU... Gittik müdürün kapısını Mersin de çaldık, o da yer yok dedi. En son baktık bu iş olmayacak, Pertev Aral ı aradık. Müdür ona da ısrarla sıramız yok diyor. İl başkanı sıralarını ben yaptıracağım diye direniyor. En sonunda torpilin büyüklüğünü anladık ve okula kabul edildik. Ancak veliler yok, İlyas a dedim ki sen benim velim ol, çünkü İlyas tiyatroda oynuyor, piyeslerde de rol yapıyor. İlyas ertesi gün önüne bir önlük bağladı, esnaf oldu, gittik müdüre benim kaydım yapıldı. İlyas veli ben öğrenci ertesi günü de, ben onun velisi olacağım. Bir de uydurma adres bulduk, ertesi gün de ben makyaj yaptım. Müdür hem baktı, hem düşündü. Ama siz dedi; ikiniz dün gelmediniz mi?, geldik dedik. Ama velimiz yok diye de ekledik. Yanında yaşlı bir adam otuyordu, müdür ona çok saygılıydı. Müdür bey eğer kabul buyurursanız ben bu iki çocuğunu deruhte ediyorum dedi. O da Peki hocam diyerek bizleri kabul etti. O kişi müzik hocasıymış, yıl 1951. Kaydımız yapıldı, bir sınıfa verildik, orda da göze batıyoruz, dışarıdan geldik sonuçta. Beden Eğitimi dersindeyiz, ben; İlyas Çukurova şampiyonu, güreşte dedim. Okulun güreş takımı var, ona aldılar. İlyas ilk güreşte yerlerde sürünüyor. Çukurova şampiyonu yerde. Aynı zamanda Beden eğitimi öğretmeni olan Fransızca hocam, Etem, Fransızcan çok iyi arkadaşını da çalıştır dedi. Ne kadar ironi değil mi, diğer okulda sıfır aldım burada ise birinci, Mersin de aldığım Fransızca dersiyle hala idare edebiliyorum, hoca çok önemli. CEPTE MANGIR SIFIR, YÜREK BOLCA Mucize mi, yoksa tanrının bir yardımı mı bilinmez ancak Etem ile yol arkadaşı İlyas İzmir deler ve okula kayıtları yapıldı, peki Etem Çalışkan nasıl geçiniyordu o da bir sihir işi. İLYAS AVCI İLE TARSUS YAREN- LİK ALANINDA BÜSTLERİMİZ VAR, KARŞILIKLI DURUYOR... Bazı şeyler mucize gibi gelir, İzmir Tilkilik te, Taşkasap diye bir yer vardı, oraya uzun bir tabela yazdım çok güzeldi, hatta yıllar sonra 1971 de Akdeniz Olimpiyatları nda, olimpiyat komitesinde bir görevli olarak kente gittiğimde, hasretle dolaştım oraları, hala o tabela duruyordu. Onun yanında da bir lokanta vardı. Tabelası kötüydü, ben Size tabela yapacağım, karşılığında biz okuduğumuz müddetçe yemek yiyeceğiz. dedim, yemek işi de tamam, yatağı da Sivas tan gelen hemşeriler sağladı. Zaman zaman bir arkadaşımla İzmir in bazı mahallelerindeki evlere mevlüt okumaya giderek para kazanırdık. İlyas, Ben döneceğim hasrete dayanamıyorum deyince, ben nasıl devam edeyim, mecburen dönemin sonunu beklemeden döndük, İlyas ile köyümüz aynı yerdeydi sonuçta mezun olduk. Mucizeler yaşamanın en güzel parçaları, sanki mutluluk sözcüğü insanlar için var edilmiş. Devamlı mutlu olma çabası var bedenlerimizde, sanki koca bir mıknatıs, bizi içerisine durmadan çekip duruyor ve mutlu ol, mutlu ol emirleri üzerimize yağıyor. Birbirine yapışık duran iki kocaman sırt aslında acı ve mutluluk. Mutluluğun bedensel tarifi olmadığı gibi acının da yok. Güneş durmadan yeni günü üretiyor, kuşlar durmadan gökyüzünde ve sevmek sonsuza kadar insana özgü insana dair. Etem Çalışkan, İlyas ile olan kankalık durumunu şu şekilde bağlıyor ve Tarsus un tarihine de imzalarını atıyorlar: İlyas ın tiyatroya ağırlığı olduğu için liseden mezun olduktan sonra konservatuara gitti, ben ise güzel sanatlara gittim, İstanbul da tiyatro sanatçısı oldu, müdürlükler yaptı. İlyas Avcı ile benim Tarsus yarenlik alanında büstlerimiz var karşılıklı duruyor... O BAYKUŞUN GÖZLERİ DÜNYA- NIN EN GÜZEL GÖZLERİ BEKLE BENİ İSTANBUL Athena Yunan Mitolojisi nde zeka, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçasıdır. Sembolleri ise kalkan, mızrak, zeytin dalı ve baykuş. Bu yüzden İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi nin simgesi bilindiği üzere bir baykuş. Baykuşun hikayesini Etem Çalışkan şu şekilde anlatıyor: Köyün yakınında bir tarlamız vardı, ilkokuldayken o tarlalarda geçiyordu hayatımız. Ortasında bir ağaç, onun kovuğunda ise yuva yapan bir baykuş... Her yıl yavrularını oradan çıkarır, büyütürdü, ben de o yavruları severdim. O ana baykuş beni bir gece yarısı kanatlarına aldı, Toroslardan aşırdı, Yunus Emre, Mevlana ışıklarıyla sabahın ilk aydınlığında Fındıklı da (İstanbul un bir semti) Akademi nin kapısının önüne bıraktı ve ETEM ÇALIŞKAN DAN BİR İZMİR ANISI İzmir de Adana dan bir asker tanıdım nişanlıymış. Ancak okuması yazması zayıf. Mektuplarını ben yazardım. Babasının işini sordum söyledi. Sehel i var dedi. Anlamadım ne satar diye sordum. Benzin, mazot satar şeklinde cevap verince Sehel dediğinin Shell olduğunu anladım. dedi ki; Etem sen bizim dostumuzsun, sen yavrularımı sevdin, aileden olman için ana baba ocağımızın kapısına bırakıyorum, sınavları kazan ve aileden ol. Ben de baykuşun sözünü dinledim ve aileden oldum. ARKADA DÜŞÜNCELERİM VE HÜZÜNLERİM; ÖNÜMDE İSE HAYALLERİM VE BEN Düşününce insanın aklı karışıyor, evden para yok, okula ise daha yeni başlanılmış. Geçim derdi, kalacak yeri derken ben bu işleri sohbette dert etmeye başladım ancak Etem Çalışkan o dönem aslında bunları değil yaşamayı yani hayallerini dert ediyormuş... Diğer öğrenciler gibiydim onlar nasıl okuldan çıkıyorlar, evlerine dönüyorlar, yemekleri hazır, çamaşırları hazır ben de böyleydim tabi ki, ancak fark benim hiç bir şeyim yoktu. Ne ben eksikliğimi biliyordum, ne de onlar bendekileri. Okul döneminde derslerim parlak değildi, ama bilgiliydim, sadece derste cevaplarım yoktu... 20 ADANA YA GÜÇ VERENLER - I ETEM ÇALIŞKAN 21

CEVAPLAR... SANKİ VERİLME- Sİ ZORUNLU OLAN CÜMLELER, SUSMAK PEKİ? İstanbul da nasıl geçindim hiç hatırlamıyorum, Haydarpaşa dan Karaköy e, sonra Beyazıt a travmaya, Beyazıt ta talebe yurdu var, oraya yerleştim. Nevzat Üstün dü öğrenci yurdu müdürü, şair. 1951-54 yılları arasıydı, akademi 4 yıldır, İstanbul u hiç bilmeyen birisini düşün, amele de olabilir, öğrenci, memur da olabilir. Mersin in nüfusu 20 bin, İstanbul 750 bin... O dönemde müracaat etsem başka bir bölüme de girebilirdim. İlk işim akademinin nerede olduğunu öğrenmekti, Tophane yi geç Beşiktaş tarafına, oradan Fındıklı ya... Trenden indik yurda geldik, akademinin kapısındaki listeye bakacağız, benden başka kimse yok kapıda, baykuşun kanatları derken bunu kast ediyorum. Kapıdaki listeye baktım, neler gerekli notları aldım. 23 kurşun kalem, silgi, kalemtıraş, resim altlığı(karton), bir de pünez. O KİŞİ EMİN BARIN MIŞ me yaptı, gel dedi. Beraber akademinin binasının bir asma katı var, geniş merdivenlerden çıkıyorsunuz, sol tarafında müdür yardımcısının odası var, girdik beraber, masada oturana, bu çocuk sınava girecek, hünezi bulamamış. Müdür Yardımcısı çıkardı eksik olanı verdi, o raptiyeymiş meğerse, sarı raptiye. Pünez yazıyor (Fransızca) listede, kırtasiyeci o yüzden yok diyor, Kerim Bey dört tane verdi. Kocaman deniz küçücük balık küçücük balık kocaman yaşam yaşam hep kocaman bulutlara, maviliğe Beni Müdür Yardımcısı Kerim Bey e götüren kişi Emin Barın mış... Kerim Silivrili ile de sonradan dost olduk, çini hocası o da. Bu tarz insanlar sanatı insana öğretmeyi seviyorlardı. Sınava girdik kazandık. İskender in büstünü koymuşlardı sınavda, onu çizdik, sonra mülakat vardı, mülakatta dediler ki; Tanıdığın ressamlar var mı?. Öğrenmedik, duymadık... Tanıdığınız Türk ressam var mı? dediler, Yok dedik. Bilmeden nasıl geldin? dediler. Ben de; Bunları öğrenmeye, tanımaya geldim zaten dedim. Bazı cevaplarda bilmediğin şeyi söylerken dahi kazanıyorsun. Mülakat öyle geçti, sonra hayalden bir şey istediler, renk armonisi var, kilim Çevrede kırtasiyeciler var, aldım ancak bir eksik var, pünez... Kırtasiyeciler onu bilmiyor. Şaşkınlık içindeyim çünkü sınav günü geldi, uzunca boylu orta yaşlı bir kişi bekliyordu. Ona yaklaştım, günaydın dedim, sınava gireceğim ancak listede ki pünez kırtasiyecilerde yok. Hafif bir gülümseçizdim, deseni yaptım ve öğrencisi olduk Akademi nin... AKADEMİDE AFİŞ BÖLÜMÜNÜ SEÇTİM Akademi de heykel bölümü var, resim, seramik, mimari bölümü var. Bir de Yüksek Türk Süsleme Sanatı Bölümü bulunuyor. Yüksek Türk Süsleme nin içerisinde de iç mimari, kumaş desenleri, afiş ve Geleneksel Türk Sanatları vardı, şimdi ismi değişti. Lisede de afiş yaptığım için afiş bölümünü seçtim, ikinci yıl afiş atölyesine girdim, 52-53 yılında. Yazı dersi var, Emin Barın yazı hocası o zaman. Birinci yıl Sabri Berker in öğrencisiydim, Emin Barın la fazla karşılaşmamız olmadı, afiş öğrencisi olduktan sonra yazı dersine geliyordu, bu derste en iyi öğrenci oldum. Bir iki ders sonra bana şiir yaz gel, öğrencilere dedi, dönem ortasına doğru asistanlığım başlıyordu ve hocanın birinci öğrencisi oluyordum. Artık bana asistanım diyordu. Bana diğer öğrencilere bak hangisi doğru yazmış diye görev veriyordu. Ben çocukların yazılarını kontrol ediyordum, o yıl Anıtkabir olayı çıktı. ETEM ÇALIŞKAN 23

Bütün gürültüleri bastıran çığlık. İnsanın kendi iç sesi. İç ses hep büyük dış sesten. Dış ses hep kaos. İç ses hep daha büyük, Kaos dış ses sadece ses, İç ses hep daha ses E.Y. YAPTIĞIMI DAHA GÜZEL YA- ZAYIM, DAHA GÜZEL YAPAYIM UĞRAŞI. BEN BÖYLE DOĞMUŞUM... Sanatın dalları bir ağacın gövdesinden çıkan dallardır, bu dallar tek bir gövde gibi birleşir. Güzel yazı, resim, heykel, fotoğraf o kadar dal var ki. Bu dalların içinden güzel meyveler ortaya çıkıyor ve bu kendiliğinden olan bir aşk hikayesi... Yazdığım beğeni gördüğünde çok daha mutlu oluyorum. der Etem Çalışkan. Bu hikayesine beraber Anıtkabir gezimizde tanıklık etme fırsatı bulmuştum. Biz şakır şakır fotoğraflarını çekerken etrafta durmadan devam eden kalabalık grubun da ilgisini çekmiştik, fısıldamalar kulağımıza geliyordu. Yahu kim bu adam, artist mi?. Cıncık gibi parlayan karizma sakal da olunca bir anda kendimi; fotoğraf makinemi bırakmış, kalabalığın elime tutuşturduğu makinelerle birlikte pozlarını çekerken bulmuştum. Tabi yaşça genç olan veya bazı orta yaşlı insanlarla sohbet ederken gördüm Etem Çalışkan ı. Bak kızım bu taşlar şöyle seçildi, bak oğlum Ata buraya gömülürken böyle yapıldı. hikayelerini duymaya başlamıştım. Hazır Anıtkabir derken, Etem, Emin ve Atatürk ün hikayesini de anlatmaya başlayalım. Bu kısımda kalem Etem Çalışkan da. ANITKABİR İN KİTABELERİNİ YAZAN İKİ USTANIN ÖYKÜSÜ Yıl 1953. İstanbul da Babıali yokuşundan Cağaloğlu na çıkarken İran Sefarethanesi ile, İstanbul Erkek Lisesinin bahçelerinin duvarının altındaki sokak, Narlıbahçe Sokağı dır. Sokağın dört beş katlı yapılarının üst katları, sefarethane ve lisesinin bahçesi ile aynı seviyededir. Beş katlı Apa Ofset in son katları; Güzel Sanatlar Akademisi nin yazı öğretmeni, Hattat Prof. Emin Barın ın cilt ve yazı atölyesidir. Hocanın, hayır hocanın değil, hocamın atölyesi, çalışma yeri veya işliği, yani sanatevi, bir hol ve iki küçük oda. Üst katı, Haliç, Boğaz, Üsküdar, Haydarpaşa, Kadıköy; dört mevsimiyle avuç içi bir köşk, Camlı Köşk. Yalnız, İstanbul Erkek Lisesi yönü kapalı. İçinde, mukavva, karton, kağıt, top paketleri, tutkal torbaları ve diğer malzemeler ve bir de üzerinde yatak yorgan ve içinde geceleri kendim... Ben ise, sıcak, soğuk, yıldızlı, bulutlu, şimşekli, gürültülü, karlı gökyüzü ile başbaşa. Bazı geceler ben, kendimle yer değiştirirdim. Ben yatakta, kendim gökyüzünde, Haliç te, Galata Kulesi nin tepesinde, Boğaz da, Üskdar da bir cami içinde, minarede... Yazacağım yazıları, harfleri ve kağıtları her gün, Narlıbahçe den alıp, Fındıklı ya Güzel Sanatlar Akademisi ne gidiyordum. EMİN BARIN EĞİTİM İÇIN AL- MANYA YA GİTTİ 1933 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yirmi yaşındaki Emin i, Almanya ya yazı eğitimi için gönderir. Emin, kitap cildinde ve yazı sanatında parlak, ışıklı, başarılı, ödüller dolu olarak döner Türkiye ye... İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde cilt ve yazı öğretmeni olarak göreve başlar. Efendim, bendeniz, Cağaloğlu, Narlıbahçe deki Camlı Köşk e yükselmeden önce Akademi de hocamın öğrencisi oldum. Ve yıl 1953 okullar tatile girdi. Bahar çığlıkları haziran cıvıltıları oldu. Hocam, Haydi bakalım Etem, bütün yaz yanımdasın. Atatürk için yapılan Anıtkabir in kitabelerini yazacağız. dedi. Anıtkabir in projeleri masanın üzerinde. Hem eski yazının, hem yeni yazının büyük ustası hocam, deneyimleri ile masanın başında, milimetrik kağıtlar üzerinde, birebir eskizleri hazırlarken; ben hocamın sağındayım, kendim rüyalarda uçuyorum. Hocam Anıtkabir deki kulelerde yer alacak yazıların karakterlerini belirledi. 1/1 ölçüde milimetrik kağıda, A dan Z ye 29 harfi çizdi. Kulelerde yer alacak cümleleri ve yerlerinin ölçülerini verdi. Camlı Köşk teki kartonları yazı odasına indirdim. A dan Z ye hocamın çizdiği yazıları kartona geçirdim, kestim, çoğalttım. ANITKABİR DUVARINDAKİLER KABARTMADIR, KULELERDEKİ- LER İSE OYMA Anıtkabir Şeref Salonu nun girişinde, sağdaki ve soldaki Gençliğe Hitabe ve Onuncu Yıl Nutku dur. Bu yazıtlarda yazılar, mimarinin yapı karakteri ile uyumlu. Hocamın özgün, kütleli, blok harfleri birçok özellik taşımaktadır, duvardakiler kabartmadır, kulelerdekiler oyma. Anıtkabir de 10 kule var. Hürriyet, İstiklal-i Mehmetçik, Zafer, Müdafaa-i Hukuk, Cumhuriyet, Barış, 23 Nisan, Misakı Milli ve İnkilap kuleleri. Yazıtlardaki yazıların tümü, kulelerin adına göre, oluşturulan bir bilim kurulu tarafından Nutuk tan seçilmiş. ÇOK ONURLU ÇALIŞMA Emin Barın Hocam; Etem çok onurlu bir çalışmaya başladık. dediğinde, kendimi yenmeye çalıştım. Yazacağım yazıları, harfleri ve kağıtları her gün, Narlıbahçe den alıp, Fındıklı ya Güzel Sanatlar Akademisi ne götürüyordum. Paket kağıtları, 70x100 leri ucuca yapıştırıp ölçülere göre, uzun şeritler haline getiriyordum, seriyordum boydan boya Akademi nin uzun koridoruna. Yazıyordum, yazıyordum... Ölçülere yazıları denk getirince çok seviniyordum. Ara sıra, boğazı seyrederek sohbet ederdik. Yazdığım kağıtları, her sabah kontrol ettikten sonra hocam imzalardı. Hocamın yüzündeki mutluluk, beni de mutlu ederdi. Yazılan yazıları, haftada veya on beş günde bir Ankara ya götürür, Anıtkabir inşaatına gider, getirdiklerini taş ustalarına verir ve yapılanları da kontrol ederdi... Gece ve yıldızların aydınlattığı asfaltlı yol, kenarlar çakıl taşı. Yol ortasında da bedenim. Yüreğime sıkıştırdığım ruhum, dolaşımım yol çizgisi. Bekle beni özgürlüğüm geliyorum. İşte bu da benim yolum E.Y. 24 ADANA YA GÜÇ VERENLER - I ETEM ÇALIŞKAN 25

Mavi kıvılcım çıkardı o sarı taşlardan. İşçi bir taşa vururdu ben bin duyardım. O mavi gözler Cumhuriyet in bin gözleriydi Etem Çalışkan SARIŞIN ANADOLU TAŞLARI Ara ara ben de götürürdüm yazıları. Görürdüm ki işçiler, ustalar, heykeltıraşlar, mozaikçiler, Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes, Bayındırlık Bakanı, Sarışın Anadolu Taşında yapının duvarlarında sanatçı, nasırlı ellerde taş keskisine, çivisine inen çekiçlerden çakan mavi şimşek, ateş çıngılar, sıçrayan taş parçaları ve alın terine karışan, taşlardan çıkan sarışın altın taş tozları... Ellerde, yüzlerde gülen, taş tozları... Duvardaki kabartmaları gece gündüz ortaya çıkarıyor. Meğer o taşların içinde neler varmış... Sarışın bir kurda benziyordu.ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Nazım Hikmet in Kuvayi Milliye sindeki gibi... VEFAKAR ÖĞRENCIM ETEM E Emin Barın hocam Gazi Mustafa Kemal döneminde Almanya ya yazı ve cilt öğrenimine gönderildi. Kemal Atatürk döneminde büyük bir yazı ve cilt ustası olarak yurda döndü. Benim en büyük onurumdur. dediği Anıtkabir yazılarına imzasını koydu. Benim de bu onurlu çalımada hocamın öğrencisi ve asistanı olarak güzelyazı sanatıyla ilk tanışmam oldu. Sevgili hocam, bana armağan ettiği bir eserine şöyle yazdı: Öğrencim, vefakar yardımcım Etem Çalışkan a... Emin Barın... ATATÜRK ÜN ÖLÜM TUTANAĞI Ve ve ve 1953 yılı Kasım ının 10. günü Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ün aziz cenazesi, Türk milletinin gönülden saygınlığı içinde şeref salonundaki siyah mermer lahdin tam altında toprağa konuldu. Ankara toprağına, yurdumuzun bütün illerinden getirilen vatan toprağı da katıldı. 10 Kasım dan bir ay kadar önce, Emin hocam deri üzerine Atatürk ümüzün ölüm tutanağını yazdı. Gümüş bir muhafaza içine koydu. Hocam, beni de yanına aldı, Ankara ya gittik. Anıtkabir de, şeref salonundaki siyah mermerin tam altındaki bölümde bulunan tutanağın konulacağı yeri kontrol ettik. NİÇİN FOTOĞRAF ÇEKMEDİK HOCAM Emin Barın sık sık Ah Etem tutanak konulmadan fotoğrafını çektirmeyi neden akıl edemedik diye söylenirdi. Cumhuriyetin kurucusu, büyük devrimlerin önderi yüce Atatürk ümüzü ve yazı devriminin büyük sanatçısı sevgili hocamı saygıyla anıyorum, Ulu Tanrı dan rahmet diliyorum... VE KUVAYI MILLIYE DEN DEVAMLA Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe den Afyon Ovası na atlayacaktı. Etem Çalışkan dan Anıtkabir hikayesi bu şekilde. Şimdi Akademi yıllarına geri dönüp Etem Çalışkan ın gazetecilik mesleğine nasıl başladığını ve bu süreçteki birbirinden ilginç hikayelerine öğrenelim. *** O dönemde akademideki arkadaşlarımızdan çalışmalarını ilerletmiş olanlar Babaali de iş bulabiliyorlardı. Çizgi roman yapıyorlardı, yabancı çizgi romanlardan aydıngere kopya yapıp Türkçeleri yaparak resimli romanlar yapılırdı. Aynı atölyedeyiz, artık arkadaşlar arasında tanışmalar başladı, arkadaşım Ayhan bana, Etem dedi, Yeni Sabah Gazetesi, kaligrafisi olan birisini arıyor, gelir misin? FOTOĞRAFLARIN ÜZERİNE YAZI NASIL YAZILIR BİLMİYORDUM Jane Eyre isimli filmden alınmış fotoların üzerine filmin anlatım ve konuşmaları yazılacak. Şimdiki resimli romanlarda olduğu gibi, denemişler denemişler yapabilen olmamış. Sefa Kırışlığıoğlu gazetenin sahibi, titiz bir adam. Azmi Nihat Erman genel yayın müdürü, Adli Moran sekreter, ben gazetenin yolunu bilmiyorum. Ayhan la beraber geldik gazeteye. Cumhuriyet Gazetesi karşısında. İlk defa bir gazete binasına giriyorum ve yönetici ile karşılaşıyorum. 25 yaşındayım. Eğer İstanbul da yaşamış olsaydım o dönem yaşım 15 de olabilirdi. Ayhan beni Azmi Bey ile tanıştırdı, şeker bir adam, şimdikilere benzemiyor. Yapacağım işleri anlattı. Daha öncekileri beğenmedik dedi. Bakmadım eskilerine, fotoğrafların üzerine nasıl yazılır bilmiyorum, biraz guaj biliyordum, denemek için 4-5 fotoğraf verdiler. O sevgi ve heyecanla, ertesi güne hazırladım, hemen Azmi Bey bir üst kata çıktı. Dönüşte patron çok beğendi dedi, çalışmaya başlayacağız. İlk gazete kapısından girişim bu. 26 ADANA YA GÜÇ VERENLER - I ETEM ÇALIŞKAN 27

VE BAŞLADIM GAZETEDE ÇİZ- MEYE Ayhan da Yeni Sabah ta resimli roman çiziyor, yapılmış İtalyan fotoromanlarından onları çizgiye dönüştürüyor. O dönemin en güzel gazete binası Yeni Sabah, Sefa Bey çok titiz, dış görünümünden içeri kadar. Gece çalışıyorum, gündüz okula gitmek mecburi. Hem atölyedeki öğrencilik çalışmalarıma, hem de gazeteye gidiyordum. Odamız çok büyük değildi, aynı odada düzeltmenler de çalışırdı. Dizgiden sayfa bağlanır, prova baskısı gelir, sayfa sayfa yazıya bakarlar, birisi okur birisi dinler, yer değiştirirlerdi. Herkes titizdi. Hem gazeteyi dinlerdik, hem de sohbeti, o bizim odanın bir sesiydi. Aynı oda da Ayhan Erer ile ben çalışıyorduk. Şahap Ayhan tarihi romanlar yapardı, aşk romanları, sonra Altan Erbulak geldi, Oğuz Aral geldi, o günlerde ki yaşamımda birbirini destekleyen işler yapıyordum. Etem Çalışkan ile yoğun sohbetimiz devam ederken peki bu işleri hayal eder miydiniz? Bir yanınızda Altan Erbulak, Oğuz Aral gibi dönemin önemli yazarları, diğer yanda ise birçok mesleği aynı anda yapabilme imkanı diye sorduğumda yanıtı bildiğimiz Etemce idi... Bütün bunların hiçbirisi benim daha öncesinden aklımdan geçmemiştir, hedefim değildi bu benim günlük yaşamım. Bugün havaalanından geldik kahvaltı yapıyoruz, bütün bunları ben düşünmedim, hayatta herhangi bir yer benim planım olmamıştır. üstüne, süpürmüyorlar, iyi ediyorlar. Girdik, selamladık prensi. Adli Moran eski olduğu için gazeteciliği iyi biliyor. Yalının sorumlusu, bir doktordu. Doktor dedi ki; Ben bunlarla tanışınca sanat tarihini öğrendim, sanatı öğrendim sonra da doktorluktan ayrıldım, burayla meşgulüm hayatımı dolduruyor. ORİJİNAL BİR RESME İLK KEZ ORADA DOKUNDUM Camille Corot, hayran olduğum ressamlardan, klasikçi değil yenilikçi, ilk dokunduğum tablo bir peyzajdı. İlk röportajımı orada yapmıştım. İkinci röportajı yine iz bırakan bir kişiyle, Leyla Umar ile yapmıştım. Anlayacağınız zirveden başladık röportaja. İLK DERGİ ÇALIŞMAM PANORA- MA İLE bah ta çalışırken, akademi devam ediyor, etraftaki arkadaşlar aracılığıyla dekorasyon gibi işlerle de uğraşıyorum ve ayda da 25 liraya yurtta kalıyorum. ÇALIŞMAKTAN PARA KAZAN- MAYA VAKİT BULAMADIM Etem Çalışkan ile maddiyat konusunda sohbet ederken sorduğum sorulara cevabı, Ben çalışmaktan para biriktirmeye fırsat bulamadım olur. Bazen ben kendim bile şaşırtıyordum der. Ertesi güne nasıl yaşayacağımı bilmiyordum. Bitki gibi şuradaki. Evden para gelmezdi hiç, gelmedi almadım. Lisede de en güzel tabela yazan adamdım. En güzel çizgidir insan omurgası... Dik, dimdik... Ne kadar eğmeye çalışsa da yaşam. İnsan omurgası inadına çizgi en güzelinden E.Y. İLK RÖPORTAJA ADLİ MORAN İLE GİTTİM Gazetede yer ediniyoruz, zamanla röportajı öğreniyoruz Adli Moran la ilk röportaja gittim. Prens Sabahattin ile yapacağız. Sait Halim Paşa Yalısı nda oturuyor. Osmanlı nın son nesillerinden kalanlardan. Sait Halim Paşa Yalısı nın içine girdiğimizde mevsim sonbahardı, at kestanelerinden, çınar ağacından sararan yapraklar dökülmüş, çimenler üstüne yol Artık gazetenin künyelerinde adım ressam diye geçmeye başladı. Gazetelerin en çok okunan yeri resimli romanlardı onları da yazıyordum. Gidecek yazıların başlıkları ressam işiydi grafikerlik gibi şimdi. Derken gazetecilik hayatı başladı. Bir de Akademi deyken sanırım ikinci yılıydı, Panorama diye bir dergi çıktı, o dergi sayfasını hazırlayacak sekreter aranıyor, yapmamıştım daha önce. Beni buldular, ilk dergi hazırlığımı yapmam bu dergide oldu. Yeni Sa- Camille Carot un bir eseri 28 ADANA YA GÜÇ VERENLER - I

VER ELİNİ ASKERLİK Kocaman yaşam hiç araya girmeden dinledim Etem Çalışkan ı... Tabi yazı sanatı hep dilimizde benim yerime araya onlar giriyor. Ben yazıların kaligrafi değerinden ziyade, o anda ne değerinde olacak diye onu düşünmem. Yazı kaligrafik olarak yazılmamış olsa bile bir insanın hayatını kurtarır, ben onu düşünmemiş olsam ölürlerdi. Gazete hayatının arasına askerlik girmiş, ancak orada da hikayeler hiç bitmemiş. Ülkemizin en önemli sanatçılarından Zeki Müren o dönemde kahramanımız Etem Çalışkan ile asker arkadaşı olmuş, tabi ki akademide de beraber geçirdikleri bir dönem var. Şimdi o hikaye için Etem Çalışkan a kalemi uzattım o da yazdı... ASKER ARKADAŞIM ZEKİ MÜREN Bursa da veya Bursa nın köylerinde, ilçelerinde, loş odalarında, dut dallarının yaprakları arasında minik minik çok ayaklı böcekleri görmüşlüğünüz vardır. Yaptıklarının doğanın bir mucizesi olduğunu bilmeden, dut dallarındaki yemyeşil ipek gibi yaprakları oya işler gibi yerler. Bilmem kaç günde karınları doyduktan sonra kozalarını örmeye başlarlar. 1931 yılında Kaya dan tohumlanan bir ipek böceği doğar. Bursa nın Hisar ında. Çok güzel bir sesle, şarkı gibi ağlayarak pembeden pembe bir bebek... Muhabbet kuşu bir bebek... Bir ipek böceği... Başlar örmeye kozasını. ilk ve ortaokul Bursa da. Lise İstanbul Boğaziçi Lisesinde yatılı. Okullarda çok başarılı, hep birinci. Boğaziçi Lisesi hayatı da sona erince Bir muhabbet kuşu da ötmeye başlamıştı. Şiir yazıyordu, yazdığı kağıtların kenarlarına süslemeler yapıyordu. Yazdığı şiirlerine besteler yapıyordu ve o şarkıları defalarca okuyordu. Zehretme hayatı bana cananı, elemlerle doldu benim her anım, kederinle yanıp sönse de canım, inan ki ben sana yine hayranım. O yıllarda Zeki Müren şair mi? Evet... Ressam mı? Evet... Bestekar mı, şarkı okuyucusu mu? Evet, evet, evet... Ancak bu evet ler İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi nin kapısından girince geçmişte kalıyor. Güzel Sanatlar Akademisi nde geçen yıllardaki evet lere akademik evetler ve başka yeni evetler yükleniyor. Bursa nın ipek kozası ipek sarmallarla büyüyor da büyüyor... Sevgili meslektaşım gazeteci, araştırmacı, yazar Ergün Hiçyılmaz ın onlarca kitaplarından biri Zeki Müren İçin Bir Demet Yasemen, Dargınım Sana Hayat kitabıdır. Bu kitabın Zeki Müren in Bazı Şiirleri bölümündeki Biyografim şiirindeki mısralarda doğum 1933, 1939 İlkokul, 1944 Ortamektep, 1947 Lise ve Akademi 1950: Renk deryasında renksiz yelkenli. yazıyor. OKUL ARKADAŞIM ZEKİ MÜREN Ben bir yıl sonra girdim Zeki Müren den renk deryasına; Akademi nin ilk yılı desen çalışması ile geçiyor. Galeri hocamız Sabri Berkel. İyi bir öğretmen, büyük bir ressam. Sanatta disiplinci. İlk desen çalışmamız, aklımda kaldığı kadarıyla, Büyük İskender Başı idi. Zeki Müren Akademi atölyelerini dolaşırken bizim galeriye giriyor, öğrencilerle sohbet, şakalaşma. Ben yoktum galeride. Biraz sonra geldiğimde, arkadaşlarım Zeki Müren buradaydı, senin sehpanın karşısında durdu, epeyce baktı ve Bunu çizen arkadaşı tanımak isterim. Hem de Adanalıymış. dedi diyorlar. Birkaç gün sonra da karşılaşıyoruz. Bizim galeriye geldiğinde benim çizdiğim deseni gör- dükten sonra, Beni tanımak istediğini söyledi arkadaşlarım deyip devam ediyorum, Adanalı olduğumu da söylemişler. Karşılıklı güzel sözlerle, tekrar karşılaşmaktan memnuniyet duyacağımızı söylüyoruz birbirimize. O beni ilk defa görüyordu ama ben Çukurova nın baharında, yazında, güzünde kışında, çarşısında plakçı dükkanlarında gazetelerde görmüştüm, tanımıştım onu. Mor sümbüllerin, menekşelerin, nergislerin, turunç, portakal, limon çiçekleri ve yaseminlerin ve manolyaların gönülleri tütsülediği bahar ayları, penceredeki genç kızların Zeki Müren ayları aynı zamanda. O KUMAŞ DESENLERİ, BEN İSE AFİŞ BÖLÜMÜNDE Sabahları Karacaoğlan şiirlerinin mısraları, goncalar, petekteki ballar, gözlerini yataklarının başucunda duvarda kendilerine bakan ince altın çerçeveli camların ardındaki buğulu gözlerini öpüp, Günaydın aşkım, günaydın muhabbet kuşum dedikleri hikaye edilirdi aramızda. Şiirleriyle, bestesi ile, sesiyle sallamıştı gençliği ve sanatseverleri Mersin de tanıdığımdan da yukarı idi gördüğüm Zeki Müren. Akademi nin Yüksek Türk Süsleme Bölümü nden, Salih Gözen in Kumaş Desenleri atölyesi öğrencisi idi. Beyaz bir kağıt temiz ter temiz heyecanlı bir el, titrek çok titrek düşünür, hayal eder, çizer ama hep temiz tutar kağıdını 30 ADANA YA GÜÇ VERENLER - I

Ben ise Afiş atölyesi öğrencisi idim. Afiş Hocamız Zeki Faik İzer, yazı hocamız Emin Barın dı. Kumaş desenleri atölyesi bize çok yakındı. Afiş atölyesinin esprileri kumaş desenlerinin renkleri ile oynaşırdı çok zaman. Salih Gözen hocanın gözde öğrencisi idi Zeki Müren. ADANA DENİLİNCE ZEKİ NİN AKLINA GELENLER Zeki Müren le ilk karşılaşmamızda Adanalı olmamın onu neden Boğaziçi ne götürdüğünü yıllar sonra anladım. Çift dikişli Adanalı okul arkadaşları ile okul duvarlarını aşarak İstiklale yol aldıklarını, yüksek merdivenleri nasıl tırmandıklarını ve ekibin başı 318 Şevket i ve Zehretme hayatı bana cananım ı yeniden yaşadığını öğrendim. Öykünün devamı da var... ZEKİ MÜREN VE O SESİ HERKES- LE BERABERDİ Yıl 1957. Mevsim kış. Asker oldum piyade... Ankara da Yedek Subay Piyade Okulunda öğrenciyim. Tabur komutanımız Albay Fuat Uluç. Yarım asırlık gazeteci dostum Hıncal Uluç un babası. Asker arkadaşlarımız içinde en çok duyulan isim ise Zeki Müren. İlerleyen aylar içinde, sanatçılar, arkadaşlar birbirimiz ile buluşmaya başladık. Karlı, buzlu tepelerde, sıfır altında derecelerde, omzumuzda piyade tüfeğiyle, yedek subay marşı söyleyerek okula dönüşün keyfi ve yemekhanede buharlı kazanlara mis gibi tahin ekmekleri daldırıp sıcak sıcak kaşıklamak ve ardından taburun çay kahve salonuna da bol gırgırlı sohbet ne kadar güzel. Karikatürist Semih Balcıoğlu nun bacanağı Adana damatlarından Karikatürist Ferruh Doğan, Türk Müziği değerlerinden Dr. İrfan Doğrusöz... Ve şu anda aklıma gelmeyen ne çok isim... Ancak Zeki Müren ortalarda görünmezdi. Yemekhanede ve kahvehanede rastlanmazdı. Ama dinlenme salonunda, çayın ve kahvenin yanında bir şey daha verilirdi. O da okulun müzik odasında dönen plaklardan gelen şarkılar, türküler... Kendi görülmezdi ancak sesiyle, şarkıları, türküleri ile Zeki Müren okulun içinde herkesle beraberdi anlayacağınız. Yedek Subay Okul döneminde Zeki Müren ile ya revirde ya da katıksız hafta sonu hapsi nde karşılaşırdık. Altı aylık Yedek Subay Piyade Okulu dönemini tamamladık. Omuzlarımızda asteğmen demirleri ışıl ışıl. Başımızda subay kokartlı şapkalarımız. Ayrılık sihirli bir hüzün. Ama bu hüznü neşeye döndürecek bir güç var... *** Etem Çalışkan yoğun ancak bir o kadar da renkli kişi ve kişilikler tanıyarak askerlik dönemini bitirmiş. Askerlikten sonra Yeni Sabah Gazetesinden ayrılarak Akşam Gazetesine geçmiş ve Atatürk ün en önemli portreleri, şu anki bilindik imzasının hikayesi başlamış... Çizdiğim Atatürk portresi ilk defa Akşam Gazetesinde 1965 te çıktı... Bir öyküm var: Biliyorum, hissediyorum yol uzun... Bir öyküm var: Aşıklar gezer, aşıksızlar söyler biliyorum, görüyorum... 32 ADANA YA GÜÇ VERENLER - I

K. ATATÜRK İMZASI VE ETEM ÇALIŞKAN Sohbete, Herkeste olduğu gibi hepimiz neticede yaratılmışız. Bazen kendimi doğada bir bitkinin yetişmesinden meyve vermesinden farklı görmem. Biz de insanız, gelişiyoruz, meyvelerimizi veriyoruz sonra da göç ediyoruz. Yanlışlarımız bizi var eden ve doğru denilen davranışlara götüren en önemli etken diyerek girdi. İlk Atatürk portresini Akşam Gazetesi nde, başında kalpağı olarak çizdiğimde altına Atatürk yazdım, bu yanlıştı, ancak bu bir gelişmeydi. Anadolu ihtilalini yapan adam, devrim lideri olarak o portresini seçtim, yayınlandıktan sonra, beni komünist diye yorumlayanlar oldu, çünkü o dönem üniversitelerde devrimci öğrenciler bunu büyük boy astılar. İlk çizdiğim 1965 teki Atatürk portresini İstanbul Üniversitesi bir grup ve mitinglerde kullanıyor. Bu portre yüzünden o dönemde komünist damgası yiyorum. Ben çizgiyim, insanı insan yerine koyan noktayım. Ben ne komünist ne milliyetçiyim, olabildiğim kadar, hiçbir zaman sağa yakın olmadım, solu da sol diye bilmedim kendim olarak yaşadım ben benim... ATATÜRK ÜN ÜÇ FARKLI DÖ- NEMDE Kİ İMZALARI Sıra geldi Mustafa Kemal Atatürk ün, K. Atatürk imzası olarak bilinen imzanın hikayesine. Şimdilerde arabaların arkasında ve birçok insanın vücudunda dövme olarak dahil her tarafta gördüğümüz ve bir simge haline gelen imza. Etem Çalışkan bu imza ile ilgili hikayesini şu şekilde anlatıyor: Atatürk ün üç farklı imzası var: Eski yazıyla Mustafa Kemal ve yeni yazıyla Gazi Mustafa Kemal. Bir de K. Atatürk. Yeni yazıyla, K. Atatürk ve Gazi Mustafa Kemal imzalarını her atışında ufak tefek değişiklikler görülmekte. K. Atatürk imzasını ben de ilk yaptığım resimlerime koydum, bir de buna benzer yakın duran bir imzası da var onda da adı geçen Ermeni vatandaşımızın benzer imzası var, sonra ben bu resmi çizdiğimde eksiğini gördüm ve buna bir imza gerekli diye düşündüm. İMZALARI KALİGRAFİK HALE GETİRDİM Kİ MÜHÜR GİBİ OL- SUN O resme yakışan bir kompozisyonu tamamlayan bir yazı hareketi ile k harfinin kuyruğunu içeri doğru kıvırdım, ama hiçbir zaman Atatürk ün çizgilerinin dışına çıkmadım. Onları biraz daha kaligrafik sade hale getirdim, tıpkı mühür uyumu gibi, resimle beraber güzel durdu. Sevgili vatandaşlarım onun tek başına güzel durduğunu da gördüler ve kullanıyorlar, onları görünce büyük mutluluk duyorum. Bu durumda tepkiyle beraber sevgiyi görüyorum. Ben Atatürkçüyüm dersem tepki değil kişiliğimi ortaya koyuyorum, o imzanın kaligrafik mühür güzellği taşıdığı için konuyor. Hem güzellik hem sahip çıkma ikisi de denk geldi benim için büyük mutluluk. ABDİ İPEKÇİ İLE MİLLİYET TE Etem Çalışkan ın gazetecilik yaşamı Akşam Gazetesi nde beş yıl sürmüş, bir yandan gazetede ressamlık ve devamlı çizilen Atatürk posterleri dönemin simgesi haline gelmiş. Bu gelişimi gören dönemin en önemli gazetecilerinden Abdi İpekçi onu Milliyet Gazetesi ne davet etmiş, o da bildiğimiz Etem, heyecanın peşinden koşan... Cevabı bildiğiniz üzere Evet... olmuş. Milliyet Gazetesi benim için bir aşamaydı, gazete için çizdiğim, göğüsümde taşıdığım Atatürk, Milliyet te çok büyük etki yaptı yurtdışından gazete istenmeye başladı. Atatürk ün farklı dönemde ki belgelerdeki 3 değişik imzası ETEM ÇALIŞKAN 35

Koca 5 yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Hiçbir zaman Abdi İpekçi ye darılmadan birlikte çalıştık. Onun öldürülme olayının hala aydınlatılmamış olması beni rahatsız etmektedir. Kızı da soruyor bunu bilmiyorum, çözülmüyor, her olay çözülebilir. 17 yıl oldu Turgut Özal öleli hala mezarda bulmaya çalışıyorlar zehri, Abdi İpekçi neden bulunmuyor; göz önünde öldürülüyor, Uğur Mumcu, İlhan Darendeli Tarsus tan hemşehrimiz, Adnan Kahveci ve daha birçokları... SİYASET HAYATI Etem Çalışkan ile ilgili yaptığımız kitabımızda birçok hikayeden bahsettik. Başta hayalleri ve sanatı olmak üzere birçok alana girdik. Bir dönem siyasete de girmiş ve yaşamını etkileyen birbirinden farklı olaylar gerçeklemiş ancak gerek yerimizin kısıtlılığı gerek ise yazımızın ilerleyiş biçiminden dolayı bu kısmı önümüzdeki dönemde S.Haluk Uygur un yazarlığını yapacağı Etem Çalışkan kitabında detaylı olarak okuyabileceksiniz. ETEM ÇALIŞKAN, SANATI VE KALANLAR Küçük bir çocuk tarlada sapan ile çizmeye başladı, çizgi yaşam çizgisine dönüştü. Hayaller önde koşarken dizginleyemedi beden onları ve beden de koşmaya başladı. Hayaller hep önde beden ise bir adım arkada. Baykuş tuttu sırtından Etem i bir gece yarısı evin en aydınlık penceresinden kaçırdı İstanbul a, bir anda kocaman şehir... önce ürktü Etem, sonra düşündü ve düş kurmaya başladı. O baykuş gözlerini emanet etti o çocuğa ve çocuk da dünyaya o gözlerden bakmasını öğrendi. Önce akademi yaşamı ve en çok sevdiği Emin Barın hocası vardı, sonra birden kutsal bir görevde Anıtkabir de buldu kendisini, yaşam bu durur mu, gazete ressamı, dergi derken, siyasete girdi, ama çizgi hiç durmadı. İnsanın doğduğu kent ruhuna yapışır, bedeni hareket eder, o kentten gider ama ruhunu doğduğu kent beslemeye devam eder. Kahramanımızın hikayesi de aynen bu şekilde ilerledi. Doğmuş Çukurova nın en güzel topraklarında, yaşamış ruhunun götürdüğü en güzel topraklarda... Kitabımızın geri kalan kısmında Etem Çalışkan ın sanatı hakkında sözlerine yer vereceğiz ve tabi ki doğduğu topraklardaki etkisine... DEMLENME DÖNEMİ Kahramanımızın siyaset hayatından sonra yeni bir dönem başladı, Demlenme dönemi. Demlenme kelimesi çay severler tarafından sıkça kullanılan bir kelime, muhtemel dinlenmeden değişime uğrayarak demlenme halini almış. Etem Çalışkan için ise bu dönem tam bir Ben ve kendim dediği dönem olmuş. Belediyelerin sıkça kapısını çaldığı, öğrencilerin devamlı güzel yazı öğrenme isteği bu dönemini de yaşamı boyunca öğrendiklerini öğretme dönemine çevirmiş. Tabi ki hayaller devamlı kapısının önünde, arada da hatırlatmış kendisini... Ah şu Nutuk Kitabı el yazısıyla yazılsa demiş ve bunu gerçekleştirmeye koyulmuş, dönemin İnterbank yetkilileri (yıl 1998) Etem Çalışkan ın sanatına saygı göstererek ne dediyse evet demişler ki, zaten sohbetimizde; Hiçbir Mustafa Kemal çalışmalarımda para konuşmadım. Vereceklerse nasıl olsa verirler. diyen bir Etem var... Yaklaşık 3 yıl süren geceli gündüzlü çalışma sonunda Nutuk Kitabı iki cilt halinde orjinal el yazması ile basılmış, ve hayallerden bir tanesi bedene dönüşmüş. 1998-2000 yılı arası çalışılan kitap, 10 kasım günü saat 9 u 5 geçe son noktası koyularak bitirilmiş. ETEM ÇALIŞKAN OKUMA SALONU Doğduğu topraklarda sahip çıkmış bu baykuşun gözlerine, adına bir okuma salonu yaptırmış Etem Çalışkan Okuma Salonu Karşısında da hocanın çocukluk arkadaşı ressam Mehmet Bal ın adı verilmiş bir sanat galerisi var. Her ikisi de yeni açılmış, çiçeği burnunda. Yolunuz Tarsus a düşerse okunacak kitapları gözden geçirirken Etem Çalışkan ı düşünmeyi ihmal etmeyiniz. Son bölüme girerken bir sanatçının düşünceleri aksın istiyorum ve aradan çekiliyorum. Bir gün yolumuzu kaybedersek el feneri olarak kullanabileceğiz bu düşünceleri. Belki de o el feneri, ışığın çizgisi Etem Çalışkan çizgisi olarak yolumuzu aydınlatacak Kim bilir? EL FENERİ ÇİZGİSİ... IŞIĞIN ÇİZ- GİSİ... BAYKUŞUN GÖZLERİ... ETEM ÇALIŞKAN Kendi sanatımı düşünüyorum... Resim, kaligrafi, güzel yazı yazdın devam et... Peki ben katip miyim ya da yazı makinesi miyim; benim yazdığımı makine yazmamalı bilgisayarda olmamalı. Benim yapacaklarım dün ve bugünkü yaptığım çalışma olmamalı ki ilerlememi yapmış olayım. Ethem Çalışkan Okuma Salonu ETEM ÇALIŞKAN 37

S. Haluk Uygur la ortak bir çalışması Sanatçının her çalışması sanat mıdır? Evet her çalışması sanattır, eğer sanatçı olmuşsan belki bugün olmaz ama yarın mutlaka olur. Sanat toplum için mi yoksa kendin için mi? Bence bir üçüncüsüne bakmak lazım, sanat toplum mu ya da tersi... Bence hiç biri değil, o ikiden başka daha çok şeylerin olacağını insanların düşünmesi gerekir. Sanatçıysan ikilem yapamazsın... Sonsuz seçenek var, bu yanlış bir terim. Tavuk yumurta hikayesi geniş düşünceyi vermez ki, bu sanatta da üçüncüsü dördüncü vardır, hiç akla gelmeyeni vardır, ortaya çıkmayanı vardır. Meslek başka, sanat başka... Sorulduğunda ben mesleğimi söylüyorum, onun tarihi daha önce başladı, sanatın ise bir başlangıcı yok. Ne zaman sanatçı oluyorsun ben hala konuşmama sanatçısıyım. Toplumda izim var, onlar söylüyorsa doğrudur. Ben resim, kaligrafım diyebilirim sanatçıyım diyebilmem için çok var. Ben çekiniyorum bu tevazudan aşağılık duygusundan değil. Benim bazı karşı durduğum şeyler vardır. Türk toplumu adına ben aydınım diye kendisini ilan edenler vardır. Ben aydınım diyenlerin aydın olduğuna inanmak istemiyorum. Ben sanatçıyım da demek istemiyorum. Yaptıklarım, çalışmalarım başkalarının gözünde değer, bir iz bırakıyorsa, sanat çerçevesine alınabiliyorsa o takdir benim kendime sanatçı dememden daha güzeldir. 1953 ten bugüne kadar, 60 lı 70 li 80 li yıllar basında en verimli olduğum yıllarımdır. Bazen gazetelerin tam sayfalarında çalışmalarım yayınlandığında onların yankılanması, beni çok mutlu ederdi. 10 Kasımlarda çıkan Atatürk portlerimin baskısını beklerdim, görürdüm. Akşam, Milliyet, Hürriyet teysem gene Sirkeci ye doğru inerken ben zannederdim ki dünyanın en mutlu insanıyım. İçimde değerlendirmesini yapamadığım bir memnuniyet, beni Sirkeci ye doğru götürürdü. Bu bir aşk hikayesinden de üstündür diyebilirim. Kimisi para, tarla, arkadaş zengini olur. Ben yoksulluk zenginiyim... Sanat yoksuluyum... İnsan sadece beden mi? Yunus Emre ye göre ölür, beden ölür canlar ölesi değil. Yunus Emre bir düşünür o da bunu söylerken insanın diğer bütün yaratılmışlardan başka bir şey olduğunu söylüyor. Can yalnız insanda var diyor, ağacın kuşun sineğin de bedeni var. Canla ruh diyorum, ölmez olan, din kitapları kıyamet kopacak ve yaradan huzuruna çağıracak herkesi. Sevaplarıyla, günahlarıyla meydanda ayıracak sen cennete sen cehenneme diye. Şimdiki anlatımlara göre söylüyorum ben, böyle diyorlar. Bence durum farklı olacak. Şu anda sizinle beraberiz başka bir şey düşünmüyorum, kabullenmişim... Ne diyorum ben doğduğumu bilmiyorum ama öleceğimi biliyorum. Hiç kimse bilmez bunları. Müjdeler olsun peygamberimiz için deniliyor, çocukluktan kurtuluğu yıllarda peygramber olmadan önce doğacağını bilmiyordu. Ölümün insanın yapacaklarını engelleyici bir durumu yok, zaten var o. Sanatkar eserleriyle yaşar ölmez, ölmedi, o yaşıyor eserleriyle denilir, peki bu gerçek mi? Ama adam öldü. Eski yazıyla yeni yazı ile aramızda çekişme var. Bir söz yazıyorsanız bir başka sözü yazdığınız değerde yazıyı yazıyorsunuz. Ben şiirin farklı olduğunu hissediyorum diyorum. Ben böyle yazarsam yazı sanatçısı olmadığımı söylüyorlar. Yani yazının da tutucu kuralları var. Herkes istediği zaman serbest çizemez. Yazının kuralı, ölçüleri var insanın ölçüsü yok mu, baş kol göbek arasındaki orantılar kesin orantılardır. 3 aşağı beş yukarı oynar. Bunlar yine insan anatomisi içinde. Yazıyı A dan Z ye kadar harfleri kendi anatomisi içinde. Onu doğru yazdıktan sonra yaptığım değişikler onların içindedir; ama ayrı değildir. Yaz da resimdir bir yerde, ilk resimdir. Siyahın beyaza oranı ile boşluk orantılıdır. İnsanı insan yapan sanatdır

Bu kitap Seyhan Rotary Kulübü nün ve Güney Rotary Kulübü nün katkılarıyla basılmıştır. Erhan YELEKÇİ Adana doğumludur. Çukurova Üniversitesi Biyoloji Bölümü mezunudur. Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu kurucularındandır. Adana Life ve Altınşehir Adana Kent Kültürü Dergisine haber koordinatörü ve fotoğrafçı olarak katkıda bulundu. Özel Ortopedia Hastanesi nde Görsel Arşivin oluşturulmasında bir süre çalıştı. Fotoğrafın her türlüsü kendisini heyecanlandırmaktadır. Favorileri, kurgu ve dijital manipülasyon fotoğraf çeşitleridir. S. Haluk Uygur un birbirinden farklı atölyelerinde yer alarak fotoğraf ve sergi projelerinde bulunmuştur. Jan Saudek, Philippe Halsman ve çok sevdiği öğretmeni S. Haluk Uygur örnek aldığı kişilerdir. Bir de fotoğraf için değiştirmezse at çöpe diyenlerdendir. Hali hazırda amatörce şiirler yazmaktadır. Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi nde bir müddet ders anlatmıştır.