16 Zilkade 1428 / 24 Kasım 2007

Benzer belgeler
Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

26 Ramazan 1428 / 06 Ekim 2007

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak " " dersek h 6. olarak sadaka verme.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

17 Şevval 1428 / 27 Ekim 2007

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Prof.Dr. Jeffrey H. Lang ın İlk Namazı

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Tokat Plevne İmam Hatip Ortaokulu Öğrencilerinin Sorularına cevaplarımız

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

1. EÛZÜ ÖĞRENELİM ANLAMI. 1. Kovulmuş Şeytan dan Allah a sığınırım.

30 Ramazan 1428 / 10 Ekim 2007

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Ezan Vakti/Kuran-ı Kerim Pro [Faydalı Android Uygulamalar]

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Sevgili dostum, Can dostum,

Edeb Ya Hu! Cumartesi, 03 Ocak :31

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Eziyet Eden Birinden Vaaz Eden Birine

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

Koçluk Sürecini Amaçlara ve Sonuçlara Göre Yönetir. R. ŞAFAK KEKLİK

İbadetin Manası ve Çeşitleri

KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti)

Cumhuriyet Halk Partisi

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Sevgili MAT2 Öğrencileri,

13 Safer 1430 / 07 Şubat 2009

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

Tövbe ve Af Dileme-4

Wessalatu wesselamu ala Rasuluna Muhammedin we ala alihi we sahbihi ecmain. Allahumme Rabbena ya Rabbena takabbel minna inneke entessemiul alim.

Hocam: İmam Hatip Lisesi ni okuyup da ne olacak? Burada bir İmam Hatipli olarak soruya mı üzüleyim yoksa soru sorana mı?

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

05 Cemaziyelevvel 1429 / 09 Mayıs 2008

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

BU ÜÇ HAFTA NE YAPALIM?

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

ANAHTAR TESLİM OLMAKTIR

NİÇİN EVLENMEDEN ÖNCE İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ÇOK ÖNEMLİDİR? YA DA KENDİNİ TANIMAK NEDİR?

REHBERLİK VE İLETİŞİM 8

MİNİK PATİKLER ANAOKULU

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN!

25. İngilizce Geniş Zaman Konu Anlatımı (Simple Present) (

Anlamı. Temel Bilgiler 1


RIZIK VE ZENGİNLİK DUASI (ESMAÜL HÜSNA ŞİFRELERİ-2)

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

Çocuklar Şükredilmesi Gereken Bir Nimet Değil mi? Perşembe, 15 Aralık :22

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

ŞAHISLAR: Anne:Zişan, Baba:Orhan, Abla:Fehiman, Abla:Güzin, Abi:Osman, Küçük Kardeş:Fikret

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Bu yazı sitesinin sahibi hacı Mehmet Bahattin Geçkil tarafından hazırlanmıstır Herhangi bir medyada yayınlanması

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

tellidetay.wordpress.com

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

SINAV ÖNCESİ SON UYARILAR...

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

1.Mucit kime denir? 2. Bildiğiniz icatları söyleyiniz. Yeni bir buluş ortaya koyan, icat edene mucit denir.

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Yayınevi Sertifika No: Yayın No: 238. HALİM SELİM İLE 40 ESMA Mehmet Yaşar

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Tanrı dan gönderilen Adam

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Transkript:

76 16 Zilkade 1428 / 24 Kasım 2007 İhlâs Hayat Döngüsü-Sen Tanrı mısın? Duyacağınız yeni bilgilerin ve gelecek ilhamların Rahmani ilhamlar olması için, o doğrultuda hareket etmeniz için, şeytani yanılgılara düşmemeniz için, bu tür konuları anlatanlar hakkında tereddüt etmek, hatta istihare yapmak önemlidir. Bu tereddüt sorgulama yapmak içindir! Bu süreçte Rabbi inniy messeniye ş şeytanü binusbin ve azab, Rabbi euzü bike min hemezati ş şeyatin ve euzü bike rabbi en yahdurun ayetleri ve İhlas, Felak, Nâs Sureleri çok önemlidir! Yeni şeyler duymak, yeni bilgilerle karşılaşmak aynı zamanda yeni bir mücadelenin başlaması demektir. O mücadele içerisinde korunma sure ve ayetleri çok önemlidir. Şimdi içimizden üç İhlâs, bir Felak, bir Nâs okuyalım. Ben konuları anlatırken de, zaman zaman Rabbi inni messeniyeş şeytanü.. ayetlerini okursanız faydalı olur, inşaallah. Aslında konunun başlangıç noktası da La ilahe illallah, gelişmesi de La ilahe illallah, sonu da La ilahe illallah tır. Hep, La ilahe illallah Kelime-i Tevhidi nin üstündeki idrak perdelerini açmaya gayret edeceğiz. Mümkün olduğunca hep o! Hayatımızın en önemli tek şeyi o çünkü! Öğrendik ki; La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah. Var bile demiyoruz, onu söylemeyi bile ikilik gibi gördük. Birisi var ve o Allah var diye bir tesbitte bulunuyor, sınır koyuyor gibi olmasın dedik. La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah dediğinizde, var kelimesini kullanmadığınızda, zihninizde var olmayınca, bir tesbit eden, bir sınır koyan, o anlatımı sunan ikilik de kalkmış oluyor. La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah! Uzun süre bunu konuştuk, çok açık, çok çıplak, çok net konuştuk ve hep de bunu konuşacağız. İlkin dedik ki; La ilahe illallah; tanrı yok! Sonra tanrı yok tan kastımızın sen yoksun, illa Allah demek olduğunu konuştuk ve böylece Kelime-i Tevhid in üstünden bir katman daha çekmiş olduk: La ilahe illa Allah; sen yoksun illa Allah. Eğer kişi La ilahe illallah derken, tanrı yok illa Allah derken, tanrıyı ötesinde berisinde tapınılan bir şey sanıp da evet, onlar yok, illa Allah derse esas tanrıdan perdeleniyor! La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah cümlesindeki esas maksat; ilan edilen tanrının, ilan ettiğin ilahın yokluğu! Birinin, yaratılmış olan Esma ül Hüsna kompozisyonuna ve oradaki Rab gücüne sahip çıkarak o BENim, oradaki güçler de benim demesiyle ilan ettiği ilahlık yok, İlla Allah! Hep bunu konuşuyoruz. Şimdi ondan bir örtü daha kaldıralım. Çeşitli anlatımlarda rastlarsınız; cennetin kapısında Kelime-i Tevhid, La ilahe illallah yazılıdır. Onun bir kapısı var da, o kapıda böyle bir yazı var demek değildir bu! Şimdi göreceğiz, kapısında öyle bir mana var. Nasıl bir şey bu? Hani havaalanları gibi bazı önemli yerlere girerken güvenlik geçitleri vardır, üstünüzde tehlikeli bir şeyler varsa oradan geçemezsiniz, işte böyle bir mana vardır anlamında bir ifadedir o: Öyle bir alan var ki, Kelime-i Tevhid o alanın manasıdır, La ilahe illallah o alanın ismidir! Cennetin kapısında şöyle yazar gibi vasfedilen o manayı size farklı bir biçimde, hiç söylenmemiş bir örnekle anlatmaya çalışayım inşaallah. Genç arkadaşlarımız heveslendiler ve bir eğlence yerine gittiler, tam girecekler bir yazı var; Damsız Girilmez. Onu okuya okuya girebilirler mi? Bir şart var, o şart yoksa girilmez diyor. Haline baktı, dam yok, tamam biz giremeyiz der. Yani o yazıyı okumakla oraya girip giremeyeceğini anlar, değil mi? O yazıyı, manasını göre göre, damsız girilmez yazıyor deyip girmeye kalkmaz! O yazı ona dam yoksa buradan geçemezsin diye bir şart koşuyor, onu okuyarak geçmesi mümkün değil. İşte, cennetin kapısı denilen idrak sınırında yazan mana da bu: La ilahe illallah! Geldin o yazıyı okudun, ona bakıp ben bunu biliyorum; tanrı yok, illa Allah deyip geçeceğin bir şey

Yılmaz Dündar 77 değil o! Aslında oradaki La ilahe illallah ne demektir? Orada yazıyor ki; tanrı giremez, illa Allah! Bu manayı idrak etmekle bir örtüyü daha kaldırmış oluyoruz! Demek ki La ilahe illallah, çok söylenecek bir şey değildir! Damsız Girilmez yazısını gördün, durmadan damsız girilmez, damsız girilmez diyorsun. Yüz defa, bin defa söyle, fark etmez! O sana bir şey diyor; sende şöyle bir şey yoksa buradan giremezsin! Cennetin kapısında yazan mana demek ki bu: La ilahe illallah; buraya tanrı giremez, buradan tanrı geçemez, İlla Allah, sadece Allah! Fark ettiniz mi, izah edebildim mi? Ne kadar iyi insan olursanız olun, size ne kadar aferin denirse densin, eğer tanrıysanız oradan geçemiyorsunuz. Çünkü öyle yazıyor; tanrı giremez illa Allah. Peki, kişi tanrı olduğunu ne zaman anlar, tanrılığını ilan eden yapının ismi nereden itibaren tanrıdır, ona sen tanrısın muamelesi ne zaman başlar? Kişi ölümü tattığı andan itibaren! O andan itibaren o yapının ismi tanrı dır. Dünyada? Dünyada, dünya yaşantısı gereği tanrı ismi, çeşitli isimlerle örtülmüştür. Birbirimize verdiğimiz isimler ve o isimler altında ilan ettiğimiz müstakil davranış biçimleriyle örtülmüştür. Fark edin, bu tanrılıktır, o ilahtır diye izah etmeye çalıştığımız hep budur. Onu anlatmaya çalışıyoruz, onun isminin ilah/tanrı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Şimdi kullandığımız isimlerin kalkıp da genel ismin kullanıldığı, genel muamelenin başladığı yer, yani size tanrı olup olmadığınıza göre davranılacak yer ölüm tadıldıktan sonrasıdır. Bu yüzden, eğer kişi tanrıysa ölümü tattığı andan itibaren kabir onun için cehennemden bir çukur olur. Hatırlarsanız tanrıların mekânı cehennemdir demiştik. Cehennem tanrıların yaşadığı mekândır. Cehennem La ilahe, cennet ortamı İlla Allah! Bu yüzden cennete tanrı giremez; illa Allah ortamına La ilahe kapsamı giremez! Demek ki; cennet mevhumunun içinde tanrı yok, oraya tanrı giremez, hiçbir şirk ordan giremez! Şirk olan bir mana, şirk olan bir bakış açısı, şirk olan bir hayat, şirk olan bir iddia cennet hali değildir! Cennet hali; illa Allah! Cennet hali illa Allah da, cehennem hali ne? Cehennem hali de İlah! İlan edilmiş ilahlar! Evet yakaladığımız yeni mana bu: La ilahe; tanrı/ilah giremez, illa Allah. Öyleyse, ilahlık ilanını/tanrılık halini yaşarken çok iyi fark etmek, önemsemek gerekiyor ki, insan ilan edilen ilah kapsamından kurtulabilsin, o mekanizmasından kurtulabilsin. Eğer kişi onu fark etmezse, o zaman tasavvufu ilan ettiği ilaha öğretir, İslamiyet i ilan ettiği ilaha yaşatmaya çalışır. Ama ilahın yaptığı işlerin bir önemi yok ki! La ilahe illa Allah ın manasını düşünürken de yanılmamamız gerekiyor: Ben bir tanrı kabul etmiyorum ki veya tamam, tanrı olarak gördüğümüz şeyler giremesin diye düşünmek yanlış olur, öyle düşünmemek lazım. Burada kast edilen mana, kabul edilen tanrılar değil, ilan edilen tanrılık anlamıdır. İlan edilen ilahlıktır! Tanrı giremez; tanrılık ilan etmiş halin giremez, işte o giremez! Furkan Suresi 17: O gün onları ve Allah ı bırakıp da taptıkları şeyleri toplar ve bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendi kendilerine mi yoldan saptılar der. Furkan Suresi 18: Onlar; hâşâ! Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular derler. Demek ki yeri geldiğinde, edinilen ilahlar/tanrılar biz öyle bir şey yapmadık, biz öyle bir iddiada bulunmadık diyecekler, ama ilahlığını ilan eden kurtulamayacaktır! Hazreti Ebu Bekr es-sıddıyk radıyallahu anh: Ben neye bakarsam önce Allah ı sonra baktığım şeyi görürüm diyordu, hatırladınız mı? Demek ki, herhangi bir şeye baktığında önce hakikati daha sonra baktığı şeyin kendisini ne sandığını veya bizim onu ne sandığımızı görüyor! Herhangi bir insana baktığı zaman önce ondaki hakikati görüyor, sonra onun kendini ne sandığını görüyor, o kendisini Ayşe

78 İhlâs Hayat Döngüsü-Sen Tanrı mısın? sanıyor diyor. Bir çiçeğe bakıyor, ondaki hakikati görüyor, sonra onu ne sandığımızı, onu çiçek sanışımızı görüyor. Önce hakikati görmek, sonra ne sandığımızı görmek çok önemlidir! Bu sıralama neden önemli? Çünkü genellikle tersini yaparız! Önce onun kendini ne sandığını veya bizim onu ne sandığımızı görürüz, sonra tefekkür eder; biz buna çiçek diyoruz, biz bu arkadaşa Ali diyoruz ama aslında onun hakikatinde bu var deriz. Ama Hazreti Ebu Bekr radıyallahu anh ın bakışına dikkat edecek olursanız sıra farklıdır! İnsan bu bakışı hızla okuyunca ben de öyle yapıyorum gibi düşünür, halbuki mekanizma terstir! Ters! Hazreti Ebu Bekr baktığı zaman önce hakikati, sonra gördüğünün kendisini ne sandığını veya onu çevrenin ne sandığını görüyor. Bunu basit bir örnekle açalım: Beni bir süredir tanıyorsunuz. Diyelim ki benim farklı bir işim daha var, aynı zamanda bir tiyatroda gösteri yapıyorum. Zaman zaman karşılaştığımız için de, bir oyun olunca size davetiye dağıttım, siz de geldiniz izleyeceksiniz. Ben A rolünde çıkacağım sahneye. Sahnede beni görür görmez beni mi, yoksa A rolündeki halimi mi bilirsiniz? Önce tanıdığınız beni görürsünüz değil mi? Sonra da rolümü konuşursunuz; A rolünde dersiniz, hiç tersi olur mu, mümkün mü? Mesela meşhur bir artist düşünün, geçmişten olsun, Ayhan Işık, diyelim bir kahraman rolünde çıktı. Onu uzun süre seyret, seyret, seyret, filmin sonuna doğru aa, bu Ayhan Işık mış der miyiz? Daha o sahneye çıkar çıkmaz Ayhan Işık çıktı deriz. Hazreti Ebu Bekr in söylediği bundan farklı değil ki! Bu bizim hayatta yapabildiğimiz bir şey zaten. Ama dikkat edin; biz Allah a ait olunca bunu ters yapıyoruz. Bir normal yaşantı, bir de Allah var gibi davrandığımız için, Allah ı normal yaşantımızın hep dışında tutuyoruz! Hani bazı insanlar zaman zaman efkârlanmak, duygulanmak ister, biz de dindar olmak istediğimiz zaman Allah var diyoruz! Normal bir aktör söz konusu olduğunda bu mekanizmayı düzgün çalıştırıyorsun, önce kişiyi söylüyorsun, sonra da rolünü! Hazreti Ebu Bekr de aynısını yapıyor, ama Allah yolunda! Önce onun hakikatini görüyor, sonra da ha, o, dünyada şu rolde diyor. Şuna çok dikkat edelim: İki şey var; birisi kişinin rolü. Diğeri o rolün gücünden yararlanarak onun kendisini ne sandığı! Bu çok önemlidir! Hakikat açısından baktığımızda o rolü size B diye, B sırrı diye anlattık! Ama bir de B yapıya sahip çıkıp bunlar benim diyen hal var, kendini A sanan A yapısı var. İşte o A yapı kendini ilah sanmaktır, kendini tanrı ilan etmektir. O yüzden ona la ilahe denir! Önce duyduk ki; tanrı yok illa Allah. Sonra bu tanrı kelimesinin açılımlarını yaşadıkça gördük ki; tanrı yalnızca ötemizde berimizde, tapmak için edindiğimiz şeyler değilmiş. Oysa daha önce, zaten hayatımızda öyle bir şeyler yok diye rahattık! Şimdi o tanrının ne olduğunu araştırmaya, fark etmeye başladık. Gördük ki Şirk-i Hafi denilen çok önemli bir şey var! Şirk-i Hafi nin ne olduğunu ve onun hayatımızdaki yerini araştırınca da gördük ki o bizim halimiz! Şirk-i hafi; La ilahe/tanrı yok derken bahsedilen tanrının kendimizde ilan ettiğimiz halidir! Tanrı denilen şey; var olan Esma ül Hüsna kompozisyonuna ve oradaki Rab gücüne sahip çıkıp; ben varım ve bu güç benimdir demektir! Geldiğimiz bu idrakta artık Kelime-i Tevhid in manasına aynı pencereden bakmaya başladık ve artık üzerinde anlaştığımız bir Kader Anlayışı var. Bu anlayışta hemfikir olunmazsa söylediğim bu cümlelerin anlatılabilmesi de, anlaşılabilmesi de kolay ve mümkün olmuyor. Kişi La ilahe illallah Kelime-i Tevhidi ni, anlattığımız şekilde anlamlandırmazsa ne olur? Onun herşeyi farklı olur. Mesela duası! Tanrılığını ilan etmiş o kişinin işleri yolunda gittiği sürece hiç aklına Allah gelmez, dua etmek gelmez. Yok mu böyleleri? Ömrünün tamamı böyle olmasa da uzun süre böyle yaşayanlar yok mu? Aklına Allah gelmiyor, dua etmek, yönelmek gelmiyor! Neden? İlan ettiği tanrının gücüyle işleri yürüttüğü için! Ne zaman, ilan ettiği tanrı gücüyle yapamayacağı bir işle

Yılmaz Dündar 79 karşılaştı, o zaman bir üst tanrı olarak Allah a müracaat ediyor! Yaşadığı yerde o üst tanrının ismi Allah sa, o Allah a müracaat eder; Ey Allahım, ey üst tanrım, ey üst makamım, benim gücüm yetmedi, şu noktadan itibaren şunu sen yap der, tarif eder, tam bir sipariş verir! Tanrılığını ilan ediyor, gücünün yetmediği işleri üst tanrıya sipariş ediyor, bunun ismine de dua diyor! Peki, yanlış bir yaklaşım olasına rağmen onun istekleri kabul olur mu? Olur, duanın kabul olması ayrı bir şeydir! Bizim anlatmaya çalıştığımız, fark etmeye çalıştığımız; sistem içerisinde böyle bir duanın olmadığı! Değilse, La ilahe illallah Kelime-i Tevhidinin manasına göre, yani tanrı giremez, illa Allah idrakına göre o kişiye baktığımızda, bu kapıdan tanrı giremiyorsa, o zaman onun dünyaya ait tüm istedikleri olsa ne olur ki! Eğer hedefiniz bu kapıdan geçmekse ama geçemiyorsanız, diğer istediklerinizin olmasının ne önemi var ki? Cennetin güvenlik alanına tanrı giremiyor! Seni çok beğeniyorlardı, takdir ediyorlardı, aferin de dediler. Ama tanrısın, bu kapıdan giremezsin! denilecekse ne önemi var onların! Bu kapıdan tanrı giremez hükmü hep gündemimizde olması gereken çok önemli bir mana! La ilahe illallah, tanrı giremez, tanrıya kapalı, tanrıysan giremezsin illallah! Bu hitapla karşılaşmamak için tedbiri burada almak gerekiyor! Kişi bu tedbiri çok önceden almışsa ona; ölmeden önce ölmüş derler ki, o bu hali daha dünyadayken yaşamış olur. Bir kişi tanrı giremez illa Allah mevhumunu bu dünyada yaşamaya başlarsa, ölmeden önce onu başarmış demektir. Çünkü ölümle birlikte artık genel muamele başlar; tanrı ismiyle muamele başlar! Tanrıların isimleri, güçleri bu dünyada farklı olabilir, onlara farklı isimler veriyor olabiliriz, ama ölümü tatmakla birlikte genel muamele başlar: Tanrıysan cehennem! Tanrılar sınıfına yapılan muamelesinin ismi cehennemdir. Çünkü tanrıların yaşadığı mekânının ismi cehennemdir! Es Sıddıyk radıyallahu anh ın cümlesine dönelim: Ben bir şeye baktığım zaman, önce onun hakikatini, sonra onun kendini ne sandığını, ne ilan ettiğini görürüm. Hazreti Ebu Bekr in bu açıklamasını uygulamaya talip birisi, bunun antrenmanına nasıl/nereden başlamalı? Önce kendine öyle bakarak başlamalı! Bu bakış önce karşıya bakış değildir. Bir insan bu bakışla önce kendisine bakar, ilk bakış insanın kendisinedir. Dolayısıyla önce kendine bakıp o hakikati görmelidir, bu çok önemli! Gelin bu işi pratikleştirelim. Peki, normal hayatta ben bunu kendime nasıl kolaylaştıracağım, nasıl pratik hale getireceğim? Kendinize ben neyim? diye sorun lütfen. Cevap olarak da şöyle düşünelim: Ben Allah ın düşüncesiyim, ben Allah ın düşüncesinin suretiyim. Tasavvuf kitaplarında bu cümleyi çok daha manalı ve kapsamlı bulabilirsiniz. Biz şimdi günlük yaşantıda uygulanabilecek bir kıvamda söylemeye çalışıyoruz. Diyorsunuz ki; ben Allah ın düşüncesinin suretiyim. Bu bakışın antrenmanıyla o iş kolaylaşır inşaallah. Ve bu idrakla BEN demekten korkmayın. Bu bakışla söylediğiniz BEN, nefs mertebelerinin başlaması için gereken BEN tasavvurudur. Bu BEN, nefs mertebelerinde ilerken yok edeceğiniz BEN dir aynı zamanda! Bu idrak dışındaki BEN, yani bundan önceki BEN, zulmani BEN olup, nefs mertebelerine başlayabilmek için yok etmeniz gereken BEN di! Böyle bir açıklamaya daha önce rastlamadınız! Dikkat ediniz, birisi nefs terbiyesine başlayabilmek için yok etmeniz gereken BEN dir, diğeri nefs mertebelerine başlayabileceğiniz ve orada ilerken yok edeceğiniz BEN dir. İlkini yok etmeden bu yol başlamaz, çünkü o ilahtır! Orada BEN derken kastettiğiniz yapı; Allah ın verdiklerine sahip çıkarak; ben varım, benim gücüm var, bunlar benim diyen yapıdır. Onu yok ettiğinizde, üstünden örtüyü aldığınızda bir şey açığa çıkar: O! Zaten O ydu, ama onun üstündeki ilah maskesini/örtüsünü kaldırdınız! Şimdi artık o örtüden kurtulan bu yapı BEN diyor. Sizin şimdi BEN dediğiniz bu yapı; BEN Allah ın düşüncesiyim, ben O nun düşüncesindeki

80 İhlâs Hayat Döngüsü-Sen Tanrı mısın? suretim diyen yapıdır. Artık bir iddianız yok! İşte nefs terbiyesinde bu BEN le yol alınır! Nefs terbiyesi yapacak BEN, ilerledikçe yok olacak olan BEN budur. Efendimiz sallallahu vesellem buyuruyor ki; dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Neden dünyanızdan diyor? Çünkü insan dünyam diyor, sahip çıkıyor, öyle sanıyor ya, bu yüzden dünyanızdan diye o idraka hitap ediliyor! Mesela Ay dan birisi gelse, ona; dünyanızdaki yer çekiminden haberin var mı, ayınızdaki yer çekimi bizimkinin altıda biri dersin, değil mi? Buradaki mana çok önemli olduğu için kumanda-poşet benzetmesini burada yeniden yapalım. Bunun için ev sahibinden, eğer varsa, bir TV kumandası ve poşet talep edelim, lütfen. Neden kumanda istiyoruz? Onun işlevleri var, bir şey yapıyor, bir gücü var; onu yaratılan insana benzetelim diye. Kumanda nın yaratılan yapı olduğunu, B sırrıyla yaratılan yapı olduğunu iyi fark edersek Kur an-ı Kerim mealini anlamak kolaylaşır, B idrakıyla Meal i okurken B sırrı nı anlamamız kolaylaştırır. Kişi B sırrı nı kendisinin ilah yapısı yüzünden anlayamaz, onu ilahıyla okuduğu için anlayamaz! Daha net söyleyelim; Onu okuyan ilah olduğu için, Kur an a dokunması istenmeyen ilah olduğu için anlayamaz! Çünkü La ilahe; cennete tanrı giremez! Yani ona, ey ilah, Kur an a dokunma dendiği için anlayamaz, fark ettiniz mi? İlahlık bu kadar tehlikeli bir şeydir! Ama hayat bu tehlikeyi örtecek cazibeyle kaplanmıştır, sistem sürekli örtmeye yöneliktir. Neden? Aksi halde bu hayat olamaz! Bu hayatın dönebilmesi için tanrılara ihtiyaç var. Tanrılarla bu hayat dönebilir, dünya bu tanrılarla dönebilir. Bizim anlattığımız bu konu, ancak tanrılığını fark edip kurtulması dilenenlere cazip gelir ve o bu tanrıdan kurtulmak için çalışır, uğraşır. Diğerine cazip gelmez! Zaten onlarla yarışmayın, ortada kalırsınız sonra! Dünya sisteminde, dünya sahnesinde vehmin zulmeti+şeytanla yarışmak kolay değildir, dünya diye tarif ettiğimiz yaşantıda güç onlardadır! Bu yüzden, veli onlarla tartışmaz! Çünkü, çok iyi biliyor; sistem vehmin zulmeti+şeytan işbirliğinin cazibesini kuvvetlendirmeye yöneliktir! Kumanda ve poşet! B sırrıyla yaratılan ve kumandayla temsil ettiğimiz yapı kendini tanımaya başladığında bakar ki kendisinde bir güç var. O Rab Gücü dür, başka bir güç olabilir mi? Esma mertebesindeki yapma gücü Rab gücüdür, Rab o gücün ismidir. Ya Rab diye seslendiğimiz güç; Esma ül Hüsna nın tümünü şemsiyesi altına almış, ef al âlemindeki sistemi içine almış olan Rububiyet Mertebesi nin gücüdür, Rab gücüdür! İşte yaratılan yapı [mesela gördüğümüz insan] Esma ül Hüsna kompozisyonu ve bir de onun yapma gücü olan Rab yapısından oluşur. O, bu gücü fark ettiğinde bu güce sahip çıkıyor, kumandadaki güce sahip çıkıyor, ona bir kılıf, bir poşet giydiriyor o güç benim diyor. Bu hale bir isim koyduk; A dedik. Kişi o yapıya sahip çıkıp; A nın gücü, A nın özel iradesi, A nın aklı diyor! Yani sahip çıkan bu kılıf; ben görüyorum, ben duyuyorum, ben işitiyorum, ben biliyorum, ben yürüyorum, ben geliyorum, ben gidiyorum diyerek onun tüm yeteneklerine sahip çıkıyor. Sahip çıktığı ve bunu da fark etmediği için hayatı boyunca her işi yolunda giderse Allah ı düşünmesi gerekmiyor! Ne diye düşünsün ki? Her iş tamam! Kim bu? A yapı. İşte ilah bu yapıdır, Allah ı örttüğü için de ona örtücü ilah diyeceğiz. Bütün bunları Efendimiz in dünyanızdan deyişini daha iyi anlayalım diye de ele alıyoruz. Bu A yapının bir dünyası var, Efendimiz o dünyada yaşayana diyor; dünyanızdan bana üç şey sevdirildi! La ilahe denen bu poşet fonksiyonlara sahip çıkıp ilahlığını ilan etti ya, bu sahip çıkanın mekânı cehennemdir, cehennem onun ismidir. B yapının gideceği yerdir ki; illa Allah; cennet ortamı! Duyuyorsunuz, nefs mertebeleri diye, nefs terbiyesi tabirleri var, orada ilerleyiş basamakları var. O halleri okuyorsunuz, hatta onları okumak sizi motive ediyor, hoş geliyor, kendinize bir ideal, bir hedef ediniyorsunuz. Eğer o işleri yapmaya çalışan bu ilahsa olmaz, nefs mertebelerini o başaramaz: Siz ilahsanız

Yılmaz Dündar 81 da olmaz, size anlatan ilahsa da olmaz, başaramazsınız! Dinleyen ilahtan ve anlatan ilahtan kurtulmak gerekiyor önce! Her ikisinin önce ilahlıktan/ A yapıdan kurtulması lazım! Nefs mertebeleri; Allah ı anlama ve tanımadaki idrak noktalarıdır. O idrak sıçramalarını yapacak olan bu ilah değildir, çünkü o yol ona kapalıdır! Neden? La ilahe: Tanrı giremez; buna kapalı! Eğer salâtı A yapı ikame etmeye kalkarsa olmaz, mirac ona kapalıdır! Olamaz! Olabilir mi? Mirac, B sırrıyla olan yapının işidir. Bu ilah namaz kılarken Allah ın önünde eğilir kalkar, ancak senin önünde eğiliyorum, başka kimsenin önünde eğilmiyorum dese de hep eğilip kalkan tanrıdır. Namazda aklıma hiç bir şey gelmedi der, aklına bir şey getirmeyen ilah olur, zaman zaman aklına bir şey getiren ilah olur, ama bir şey fark etmez! Çünkü ilah! Bazen çok duygulanır, ağlar hiç böyle namaz kılmamıştım diye düşünür, ağlayan ilah olur! Hep o A yapı! Bu yüzden bu poşetten, bu ilahtan kurtulmak gerekiyor, bu ilahı atmak gerekiyor, hayatta önce bu ilahtan kurtulmanın yöntemlerini öğrenmek gerekiyor. Çünkü bu yola çıkacak olan A değil, onunla yola çıkılmaz, çıkılamaz! Eğer o poşetten kurtulursan, onu sıyırırsan B sırrı denilen yapıyla karşılaşırsın: Nokta! Bu B sırrı yapı önemli bir hakikattir, ondaki tüm yetenekler, özellikler o hakikate aittir! Onda hakikatin her türlü sırrı/özelliği olduğundan, onu ifade etmek için sembol bir kelime kullanırız; nokta. Nokta çok ilmi bir kelimedir ve B sırrı diye bahsettiğimiz hakikati tümüyle içeren mananın ismidir. Biz B sırrıyla yaratılan yapıya [kumandaya] nokta diyoruz; B sırrıyla yaratılan birim manasına. Yaratılan nokta/birim kendini takdim ederken BEN der. Onun BEN derkenki kastı; ben Allah ın düşüncesinin suretiyim demektir. BEN kelimesini A yapı da, poşet de kullanır. Onun BEN demesi, doğru bir bilgiyi CD ye kaydetmeye benzer. Onun söylediği BEN kopyalanmış BEN olup tehlikelidir, çünkü ilahın BEN demesidir ve La ilahe denen BEN bu poşettir. Oysa nokta/kumanda olarak ortaya çıkan BEN illallah kapsamında olup holografik evren anlayışından da yararlanarak yokluğunu fark edeceğiniz yapıdır. Holografik evreni anlamakla yokluğunu fark edeceğiniz yapı A değildir! Eğer o sanarsanız işin içinden çıkamazsınız, Kuantum Fiziği yle uğraşan ilah olursunuz! Kuantum Fiziği nin deryaları neden Allah ı bulamıyor? O bilgiyi İLAH CD sine, poşete yükledikleri için! Örneğimizde kumanda ile anlatmaya çalıştığımız noktanın/birimin, günümüzdeki adıyla holografik evren denilen Sünnetullah ı fark ettiği zaman hayreti artar, her fark ettiği şeyde hayreti artar. Ve Allah ım hayretim arttır diye bir sığınışa, bir duaya, bir yakarış içine girer. Allah ım hayretim arttır ki; Sünnetullah ı daha çok bileyim, daha çok öğreneyim ve ona uygun yaşayayım demek ister. Çünkü öğrendikçe daha fazla kavrıyor ve yaşıyorum. Neyi? B yapısının da yokluğunu! Âlemlerin/her şeyin aslı hayaldir diye bir cümle gördüğünüzde, tanrılık ilanı olan A halinizi hayal sanarsanız olmaz. Hayal o değil, o zaten hiç yok, onu sen uyduruyorsun! O cümlede hayal olarak ifade edilen varlık Allah a göre hayal olandır, o da B sırrıyla yaratılandır, kumandadır. Evet, bu yapı Allah a göre hayaldir! Sen diğerine/poşete BEN demekten kurtulup da B yapıya BEN diyebilirsen, ben Allah ın düşüncesiyim hali oluşursa, idrak ilerlemelerine ancak bu noktadan sonra başlayabilirsin. Diyelim ki başladın ve ilerledin, ilerledin... İşte sonra hayal olan bu yapının da yokluğunu yaşarsın inşaallah. Bu yapısını var sanan birisine onu izah etmen gerektiğinde, mesela kendine onu anlatman gerektiğinde Hazreti Ebu Bekr i hatırla; o nasıl görüyor? Önce hakikati, sonra hakikatin düşündüğü sureti, yani onun rolünü görüyor. Kumandayla anlatmaya çalıştığımız nokta/birim/yaratılan o hakikatin rolüdür. Es Sıddıyk radıyallahu anh, o rolü sonra görüyor, ona ne dendiğini veya onun kendini ne sandığını sonra görüyor. Bu bakışın antrenmanına nereden, nasıl başlayacağız ona yine döneceğiz, ama bu bakıştan istifadeyle

82 İhlâs Hayat Döngüsü-Sen Tanrı mısın? Edeb e gelmek istiyorum: Edeb nedir, Edeb ya HU denilen ve çok önemli olan bu Edeb nedir? Dedik ki, Es Sıddyk gibi görebilmeye kişi önce kendinden başlamalıdır, önce kendine öyle bakarak başlayacaktır. Kendisine baktığında önce o hakikati görüp sonra ona verilen rolü görmelidir. Bakın önce kılıfını görecek, önce kendindeki A yapıyı görecek demiyorum. Çünkü ondan kurtulmadan hakikatin rolünü görüş olmaz. Ondan kurtulmuşsan, kendine baktığında esas hakikati görür, hissedersin. Buradaki görmek gözle görmek değil, idrak görmesidir! Eğer kişi; O nun düşündüğü bu sureti görüp bu hakikate göre davranırsa edebli davranış olur, bu yapının hakikatine göre davranırsa o edebli olur. Hayata dönelim: İnsanlarla ilişkide kişi birisine baktığında önce o hakikati görür, bilir ve gördüğü o hakikate göre muamele yaparsa edebli davranmış olur. Eğer bu rolün üstüne geçirilen kılıfa göre davranırsa hakikate edebsizlik yapmış olur, edepsiz diye ona denir. Bu kılıfın çok hoşuna gidecek davranışlar yapıyor olsa bile, onlar hakikate uymayan davranışlarsa edebsizliktir. Demek ki, edebe iki yönlü bakmak lazım. Bir; insanın kendisine davranırkenki edeb, kendisinden çıkacak fiillerdeki edeb. İki; bir başkasına davranacağı zamanki edeb, o kişinin hakikate göre davranmasındaki edeb. Her iki halde de bahsettiğim hakikate göre fiiller sergileyen kişi edebli davranmış olur. Hakikate uygun fiilleri seçen kişi artık, o hakikate geçirilen kılıfa göre fiil seçmez! Aksi halde, bu sistem içinde onun adı edebsizliktir. Bu yüzden o, kendisine davranacağı zaman da, bir başkasına davranacağı zaman da sisteme uygun davranır, karşısındakinin haline göre değil. Karşıdaki kişi kendini A kabul etmiş, A halinde yaşıyor olsa bile, davranış biçimi ve veri tabanı ilah sistemine göre olsa bile, ona onun hakikatine göre davranır. Bunu fark etmeyince biz normal yaşantıda Edeb i karıştırırız! Normal hayatta edebi nasıl tarif diyoruz? Tanrılara göre, bu poşete göre! Hayattaki edeb tarifi onlara göredir! Mesela; ne edebli adam, beni görünce selam verir, düğmesini ilikler deriz. Ona neden edebli dendiğini, fark ettiniz mi? İlan ettiğim tanrılığa saygı gösterdiği için edebli diyorum. Beni görünce düğmelerini ilikliyor, ayağa kalkıyor. Ne desek yapıyor, öl desek ölür.. Bunları diyen ve bekleyen kim? İlan edilen tanrı! İlan edilen tanrılara göre, tanrı sistemine göre bir edeb tarifi var. İlan edilen tanrılara hoş gelecek davranış biçimlerini edeb olarak tarif etmişiz. Ama cennetin kapısı onlara kapalı: La ilahe; tanrı giremez, tanrıya ait edeb de giremez diyor. Demek, edeb; Edeb ya Hu denilen hakikate göre olan davranışlardır. O davranışların neler olduğunu bilmek, önemsemek, o fiilleri ortaya koymak için önce Edeb i doğru tarif etmek, iyi bilmek gerekiyor. Sonra da benim fiillerim tanrıya göre mi, hakikate göre mi? diye bir irdelemeye girişmek lazım. Doğru yola götüren yakin çok önemlidir. Bu yüzden, ben Allah ın düşüncesinin suretiyim diye düşünmek ve tefekkür etmek, bu yolda düşülebilecek yanlışlardan korunmada önemlidir. Bu konularla meşgul olanların sık yanıldıkları noktalar vardır. Mesela bir tanesi; ben O yum demektir! Bu yolda açılımlar olduğunda çok yaşanan bir şeydir bu, kişi bizzat bunu söyler. Bunu idrakinde düzeltmez de, bu fikre sahip çıkarak işleri onun üzerine bina ederse yanlış yolda ilerler; o yakîn onu doğru yola götürmez! Böyle durumlarda, kişi tefekküründe öyle bir hal yaşar ki, bir anda her şeyinin değiştiğini hisseder. Bir anda! Bilim kurgu filmlerindeki gibi, sanki sizden farklı bir şey çıktı! O an, o kadar net görürsünüz sizden farklı bir şey var dışarıda. O an bakan, gören, duyan farklı bir şeydir! Hatta onun farklı olduğunu o an anlamıyorsunuz, o an geçtikten sonra anlıyorsunuz! O an geçiyor, geçtikten sonra anlıyorsunuz ki, farklı bir haldi o! İşte kişi o anlarda nasıl düşünülmesi gerektiğini [ben Allah ın düşüncesinin suretiyim] diye düşünmesi gerektiğini bilmezse, o hali yaşarken ben

Yılmaz Dündar 83 O yum, ben Allah ım der. Bu hali Hallacı Mansur un Ene-l Hakk deyişi ile de karıştırırlar, o ben Allah ım demedi. Yanılmıyorsam Şah-ı Nakşibend Hazretleri anılarında o hal iki kez başıma geldi diyor. O haldeyken aynen öyle söylersiniz; ben Allah ım! Ama onların da söylediği gibi o yanlış bir bakış açısıdır. Bundan yıllar önce böyle bir toplantıdaydık, bir şeyler yerken bir genç çatalını kaldırdı; yani şimdi bu Allah mı? dedi. O zaman bir cevap verdik, o da evet dedi ama, şimdi düşünüyorum da yeterli olmamıştır gibi geliyor. Bu süreç öyle bir şey ki, her yeni öğrenişinizle birlikte bir öncekine dün yanlış biliyormuşum dersiniz. Yarın bir şey öğrenirsiniz, bugün doğru sandığınıza yanlışmış dersiniz. Evet, bazen böyle düşünceler veya sorular gelebilir; biz Allah mıyız, gördüğümüz şeyler Allah mı? İşte bu gibi, ben Allah ım, ben Allah a ait bir parçayım gibi düşünceler zihni doğru yola götürmez, yanlıştır. Doğru bir yakine gitmek istiyorsak antrenmana; ben Allah ın düşüncesinde suretim diyerek başlamalıyız! İnsan bir şeye BEN diyecek ya, ilahlığını ilan etmemek için, yanlış olmayan bir BEN le başlamalı, ilahlığını ilan etmediği bir BEN kullanmalıdır ki o; ben Allah ın düşüncesinin suretiyim diyerek başlamaktır. Bu cümledeki BEN in bir gücü var mı? Yok! Çünkü onun her hali Allah ın düşüncesinin sureti! BEN dediği bu yapı Allah ın düşüncesi! Allah ın, düşündüğü kompozisyona verdiği isme o şimdi BEN diyor. Bu, ileride kalkacak olan bir tesbittir, bu tanımlama ileride kalkacaktır! Diğer BEN çok farklıydı. O iddiası olan, sahip çıkan, ilahlığını ilan eden bir BEN di. Hep çok önemli nokta şudur: İlk BEN den kurtulmadan ikinci BEN i yaşayamazsın, bu bir mekanizmadır! BEN lerden ilkini atacaksın ki, var olan BEN ortaya çıksın. Onun için diyoruz; ben Allah ın düşüncesinin suretiyim. Bunun mütevazilikle, mütevazi olmak için BEN dememeye çalışmakla hiç alakası yoktur. Ne atıp kurtulacağımız BEN, ne de ortaya çıkacak bu BEN in mütevazilikle ilgisi, alakası yoktur. İlahlık ilan edenler ölümle birlikte bir isimlendirmeye, bir genel muameleye tabi tutulurlar; tanrı muamelesi! Onlara ölümle birlikte tanrı muamelesi yapılıyor; cehennem o muamelenin adıdır! Ben Allah ın düşüncesinin suretiyim tesbitini yapanların tabi tutulduğu bir muamele de, bir genel isimlendirme var ki; o halin ismi de Hakk tır. Şimdi Ene-l Hakk anlaşıldı mı, Ene-l Hakk demek şimdi kolay mı? O sureti Hakk üzere yarattık, Hakk olarak yarattık diyor ya ayetlerde! Hakk dediğin zaman seslendiğin işte o yaratılandır! Hakk olarak yaratılmış olan; Allah ın düşündüğünün suretidir. O suretin âlemine Ef al âlemi, fiil âlemi diyoruz! Ef al âlemi Allah ın düşüncesinin suretidir, O nun düşündüğü surettir. Eğer o surete BEN derken onun hakikatine uygun fiiller koyarsan, ondan çıkan fiiller onun hakikatine uygun olursa işte o edebli davranış olur. O bir salâtsa o salât edebli olur. Diyelim ki, kişi ben Allah ın düşüncesinin suretiyim dedi ve şimdi salât ikame ediyor. Bu anlatacağımı salâtta uyguladığınız zaman şaşacağınız şeyler hissedip yaşayacaksınız; çünkü mesela Tekbir i, Allahuekber i o zaman fark edersiniz. Tekbir genellikle şöyle anlatılır, ama değildir: Allahuekber deyip dünyayı elinin tersiyle geriye atıyorsun, ben her şeyi geride bıraktım. Evlat, dünya, senet, sepet hepsini geri attım diyorsun. Tekbir bu değildir, bu tarif yanlıştır! Evlat, mallar, hepsi sahip çıkan o poşetin oyuncaklarıdır, çok dikkat edin! O, namaza dururken Allahuekber diyor ya, demek istiyor ki; ey üst tanrım, oyuncaklarımı attım, seninleyim, şu an oyuncaklarımı düşünmüyorum, senin için onları bıraktım, işim bitince oyuncaklarıma bakacağım. Halbuki Tekbir şöyledir: Allahuekber; La ilahe, tanrıyı attım! O oyuncakları değil, bu güce sahip çıkan tanrıyı attım; o la ilahe! Tabi ki o zaman İlla Allah! İlla Allah olunca bu ayet başlar: Ve ma teşaune illa en yeşeallahu; dileyen yok illa Allah. Dileyen yok sa, bakın: Şimdi bu idrak salâta durdu; iyyake na budu ve iyyake

84 İhlâs Hayat Döngüsü-Sen Tanrı mısın? nestaıyn diyor. Yani; Allahım, dileyen yok illa Allah idrakıyla durdum, ihdinas sıratal müstakim; Sen den o doğru yolu isterim diyor. Fark ettiniz mi duruşu, bunu diyen kim? Ben Allah ın düşüncesiyim diyen. O idrakta Allah tan başka bir zat yok ki! Allah ve Allah ın düşüncesindeki suret var! Bu suretin salâtta duruşu kime duruştur? Onu Düşünen e! Ve suretin kendisini Düşünen e durduğu bu hal; veccehtu Vechiye Halidir! Veccehtu vechiye lillezi fataras semavati vel arda hanifen ayetindeki hanif haldir; tanrılık iddiam yok, hanifim, hanif olarak durdum halidir! Düşünülen suret kendini Düşünen e duruyor. Biliyor ki, istek yapacak bir varlık yok, öyle biri yok! İstek yapacak ve isteği de kabul olacak/olmayacak birisi yok! Allahuekber demekle onu attı, Var zannettiği varlığı attı! Allahuekber; demekle la ilahe; tanrılar giremez dedi, tanrılığı attı, sadece onu Düşünen! İşte O na durdu, döndü, yöneldi! Bu yüzden salât önemli bir duruşdur! Düşünülen suretin Düşünen e Veccehtu Vechiye sidir o! Bir hadis; Efendimiz in salâta durunca inni veccehtu vechiye lillezi fataras semavatı vel arda haniyfen ve ma ene minel müşrikin, inne salâtiy ve nusukiy ve mahyaye ve mematiy lillahi rabbil alemiyn ve la şerike leh ve bizalike ümirtü ve ene minel müslimin dediğini bildirir. O duruşun seslenişidir bu: Veccehtu vechiye; yönümü, yüzümü, idrakimi beni Düşünen e döndüm. Düşünülen suret olarak beni Düşünen e veccehtu vechiye yaptım. Şimdi o suret olarak iyyake na budu ve iyyake nestaıyn diyorum ve O nun öğrettiği şekilde istiyorum; ihdinas sıratal müstakiym. Burada bir ikilik var mı? Yok; Çünkü Tekbir le deklare ettik; dileyen yok illa Allah. - Bu hale mirac diyoruz ya, Efendimiz in Miracı nda, düşünülen suretle Düşünen arasında bir ilişki olması nasıl oluyor? Neden şaşırdın? Düşünülen suretle onu Düşünen rahatlıkla konuşabilir. -Efendimiz sürekli o halde zaten, değil mi? O daimi salâttır. Mirac farklıdır! Salâtta miracı yaşamak, Efendimiz in yaşadığı miracın boyutlarıyla olan bir miracı yaşamak değildir. Mirac bu anlattığım mananın ismidir! Sen miracında, Efendimiz in yaşadığı o olayları yaşayacaksın anlamında değildir o! Onlar Efendimiz e ait özel bir haldir. - Peki, Efendimiz in miracını bilmemiz neden istenmiş? Efendimiz o hali, yaşadıklarını çok sevmiş, Mirac tan sonra bizim de yaşamamızı istemiş. Bu yüzden Mirac ı yaşayıp da döndüğünde o hali yaşayabilmemiz için hediyeler getirmiş. Mirac hali için, mirac halinden getirdiği üç hediye vardır: Birisi salât ikame etmek. Efendimiz o hali, mertebeyi bizlerin de yaşamasını bilmesini istiyor, o zaman bize salât hediye ediliyor, o mertebe için hediye ediliyor salât. Bir diğeri; Kelime-i Tevhid i bir kez söyleyebilenin cennete gireceğine dair müjde. Ve üçüncüsü Amene r Rasulü ayetleri. -Bu işin yolu salât mı yani, bu iş salâtla mı mümkün? Yolu salât! Salâtla! Yalnızca salâtla! Yalnızca! Bütün öğrenilenler salâtı ikame etmek için! Şöyle bir yanılgıya düşmemek lazım: Önemli bilgiler öğreniyorum, salâtı nasıl olsa sonra da hallederim gibi bir düşünceye girmemek lazım! Hayır! Ne öğreniyorsak hepsini salâtı dosdoğru ikame edebilmek için, mukıymes salât olmak için öğreniyoruz zaten! Salâtı bir kenara bırakmak veya bir şeyi onun yerine geçirmek için değil, mümkün değil! Demek ki üç şey: Salât, Kelime-i Tevhid i bir kez söyleyebilenin cennetle müjdelenmesi ve Amene r Rasulü ayetleri. -O ayetler; amener rasulü deki hali yaşayın, böyle olun anlamında mı? Birisi dua olarak kullanmak için. Amener Rasulü ayetleri çok önemli bir yakarıştır, af dilediğimiz bir sığınıştır, Allah tan bize takatimizin yetmeyeceği şeyleri yüklememesini istediğimiz bir yalvarış biçimidir. Bir de başlarken, nelere iman edeceğimizi, nelere

Yılmaz Dündar 85 inandığımızı anlatır; ben şunlara inanıyorum gibi güzel bir giriş kısmı vardır, bu yönüyle bir nevi bir itiraf ediştir! -Bu ayetteki va fuanna, vağfirlena, verhamna iki secde arasında dua olarak okunurken onlara vehdina da eklenebilir mi? Va fuanna, vağfirlena, verhamna... kısmını salâtta iki secde arasında dua olarak okuyoruz. Vehdina yı ekleyebilirsin de, eklemeye bilirsin de. O kelime, ihdinas sıratal müstakim deki ihdina yakarışıdır. Vehdina; hidayet nasib ediver... Beni bağışla dedin, arkasından da bana hidayet veriver diyorsun. Bunu iki secde arasındaki duaya ekleyerek söyleyebilirsiniz. İki secde arası derken? Birinci secdeden kalktınız, ikinci secdeye gitmedenki aralık! İki secde arası çok önemlidir. Önce, orada acele etmemeye dikkat etmemiz gerekir. Bu duayı yapmak, onu söylemek acele etmemizi de engelliyor. Biliyorsunuz duaların kabul olduğu çok özel haller ve yerler var. Kâbe nin yanı gibi, Mescid-i Nebevi gibi... Böyle yerlerden/anlardan birisi de iki secde arasıdır. Şekerci Dede diye bilinir, Allah rahmet eylesin, Seyyid Hüseyin Efendi gelenlere, teksirleri vardı, onlardan dağıtırdı. Onlardan birisi duayı anlatan bir teksirdi. Bu bilgi orada da var; duaların makbul olduğu yerlerden birisi de iki secde arası olarak yazılmış! İki secde arasının duası Kâbe nin yanındaki dua gibi makbul! Hâlbuki orayı kişi hızla geçiyoruz... Bu iki secde arasında şuna da dikkat etmek gerekiyor: Orada dik durmak lazım, belinizin/omurunuzun anatomik pozisyonunda olması, S yapısını koruması lazım. Salât ikame ederken eğri duranları belinizi şöyle tutun diye, Efendimiz düzeltiyor. - Secdede yapılan dua da çok önemli değil mi? Secdede yapılan dua da önemli, evet. Ama o, namazın secdesinde değil! Namazdan sonra! Kıldınız, duanızı yaptınız, secdeye gidersiniz orada olur. Namazın şeklini bozup, onun secdesinde dua yaparsanız olmaz! Bu konuştuğumuz bilgiler ve haller, dünyaki yaşantının takdir edeceği, yaşayan çoğunluğa cazip gelecek şeyler değil. Bu nedenle bunları dinleyenler de, okuyanlar da çoğunluğun talip olduğu şeye talip değiller! Bu, aslında zor bir işe talib olmak demektir, fark edin! Böyle olunca, yaşadığımız normal hayatla ilişkilendirdiğimizde; bazen çelişki gibi, bazen nasıl yapacağız? gibi zorluklarla karşılaşırız. Çünkü hem idrakın hem de hayatın baştan sona taşınması gerekiyor! İşte şimdi söyleyeceğim de böyle bir şey. Bunu özellikle hayatımızın çok önemli bir parçası olan dualarla ilgili olarak da yaşarız: Bundan sekiz on sene kadar önce, Afyon da üniversite öğrencileri davet etmişlerdi, evlerine misafir olmuştum, konuşmuştuk. Aradan zaman geçti, onlardan birisiyle bir caddede karşılaştım. Selamlaştık, yaklaştı, o günden sonra namazımız bozuldu, nasıl kılacağımızı şaşırdık. Şimdi ne eskisi gibi yapabiliyoruz, ne de yeni bir şey yapabiliyoruz! dedi. Onlarla, salâtta birisinin önünde eğilmemeleri gerektiğini konuşmuştuk özellikle. Ama öyle alışmışlar, onlara Allah ın önünde eğiliyorsun diye öğretilmiş! Önünde eğildiği bir varlık varmış gibi o edeble durarak yaptığı için, önünde eğildiği varlığı kaldırınca boşa çıktı. Bu durum dua ile ilgili olarak da görülür, yaşanır. Bakın: İnsan suresi 30. ayeti çok sık gündeme getiriyoruz, çünkü çok önemli. Ve ma teşaune illa en yeşeallahu. Bu ayete üç temel yaklaşım vardır demiştik. Ve bu yaklaşımların iyyake na budu ve iyyake nestaiyn derken çok önemli olduğunu anlatmıştık. İlk manayı geçiyoruz, çünkü o, ayete hiç yaklaşamıyor. İkinci idrak mana şuydu; siz dileyemezsiniz Allah dilemedikçe. Bir de Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi vesellem in açıkladığı bakış açısıyla mana vardı; dileyen YOK, illa Allah. Düşünün, eğer kişi bu son manayı kabul etmişse, nasıl dileyeceğiz, nasıl dua edeceğiz? gibi bir telaşı olur mu? Dualarımız bozuldu, nasıl dua edeceğimizi bilemiyoruz diyorsanız, ayetin bu manasını kabul

86 İhlâs Hayat Döngüsü-Sen Tanrı mısın? etmiyorsunuz demektir, henüz bu meali kabul etmiyorum diyeceksiniz. Bir karar verin; hangisini kabul ediyorsunuz: Allah dilemedikçe ben dileyemem mi, yoksa benim müstakil, hür iradem var, iyiyi kötüyü ayıracak bir aklım var. Ben dilerim, Allah da benim ne dileyeceğimi bilir ve yaratır mı diyorsun? Eğer, dilemelerimiz, dualarımız bozuldu nasıl dua edeceğimizi bilemiyoruz? diyorsanız, bu idraklardan birini kabul ediyorsunuz demektir. Hele son söylediğim öyle bir ekol ki, dışarıda çok bulacağınız bir bakış açısıdır. Eğer böyle düşünüyorsanız, nasıl sipariş verilir, nasıl form doldurulur? onu konuşuruz. Ama İnsan Suresi 30. ayete; dileyen yok illa Allah diyorsak, yani dileyen yoksa, sen yoksan ben nasıl dileyeceğimi şaşırdım! telaşı olabilir mi? O bu meale uymaz! Peki, bu meali kabul ettiğimiz zaman, dua etmeyecek miyiz? Duasız olur mu, dua çok önemli! Olmaz! Onları bizim için kıymetli kılan duaları diyor Rasulüne; Ey Rasulüm söyle onlara, duaları olmasa neye yararlar! Bunu okuyunca, bizden sipariş bekleniyor diye düşünmeyiniz! Onlar sipariş vermezlerse bizim mağaza çalışmaz, o zaman neye yararlar! Bize onların siparişleri lazım gibi bir mana değil bu! Buradaki dua teslimiyet manası içerir! Eğer İnsan Suresi 30. ayete dileyen yok illa Allah diye meal veriyorsanız, ayetteki dua teslimiyet içerir! İnsan-30 u kabul, Kelime-i Tevhid i kabuldür; La ilahe illa Allah; tanrı yok illa Allah. Tanrı yok demek dileyen yok demektir! La ilahe; tanrı yok! Ma teşaune; dileyen yok! İlla Allah! Bu manayı kabul ettiğimiz zaman teslimiyet başlar; ben Allah ın düşüncesinin suretiyim. Ne düşünmüşse o, bunu fark ettim diyorsunuz. Bu itirafı yapanın BEN deyişi de, duası da, salâtı da farklıdır. Holografik evren anlayışı; görünenin aslında algılama oyunları olmasıdır ya, işte şimdi o oyun içerisinde gözüken yapı BEN diyor, o ma teşaune illa en yeşeallahu; dileyen yok illa Allah diyor. Bunu söyleyen düşünülen o suret olunca, onun duası da değişir, şöyle olur; ey Allah ım merhamet et, ey Allah ım merhamet et. Merhamet etmezsen halimiz ne olur! Neden bu dua? Zihninizde bir insan canlandırın. Canlandırdığınız o insanı bir ateş çukuru yapın oraya atın. Ne kadar kolay attınız değil mi? Atıp atmamak tamamen merhametinize kalmış bir şey! Zihninizde oluşturduğunuz insanı istediniz ateşe attınız, istediniz güzel bir bahçeye koydunuz, size kim hesap sorabilir? Öyle bir varlık var mı, zihninizdeki varlıklar size hesap sorabilir mi? Hiç bir şey diyemezler! O varlıklar tamamen sizin merhametinize tabi! Ancak, merhametinize tabi! Siz ne dilerseniz zihninizdeki hayaller odur, o olurlar. Zihninizdekiler sizin düşündüğünüz suretler, onun gibi, siz de Allah ın düşüncesinde birer suretsiniz! Bizim yaptığımız, bize verilen, bizde bulunan imkânlar çerçevesinde! Ama Allah ın imkânı... İşte bunu anlayan ilmi suretler fark ediyorlar ki, her türlü halleri ancak Allah ın merhametine kalmış Bunu fark ettiği zaman ne dileyecek, kim dileyecek? Anladın, gördün ki dileyen yok, dileyecek ayrıca bir varlık yok! Yalnızca Dileyen in dilediklerinin sureti/suretleri var! Bazı yerlerde sen bir suretsin denir, bunun manası şudur: Sen Dileyen in düşündüğünün suretisin! O zaman, seni Düşünen in merhameti çok önemlidir, değil mi? İşte bunu anladın, diyorsun ki Allahım bana merhamet et, bana merhamet et.... Bu işle meşgul olanın, bu teslimiyet noktasını bulanın, bu ayeti böyle kabul edenin başka duası olamaz: Yalnızca bu; Allahım bana merhamet et. Bu duada isteneceklerin hepsi var, senin bir şey tarif etmen gerekmiyor! Allah bilmiyor mu!? O düşünüyor, O nun düşündüğü suretsin zaten! Öyleyse istenecek bu: Allahım merhamet et, merhamet et de Seni anlayabilecek şekilde düşün beni. Seni tanıyabilecek şekilde düşün, vaad ettiğin cenneti kazanabilecek bir yapı düşün benim için. Bu kapıdan tanrı giremez diyorsun ya, o kapıdan girebilecek bir yapı düşün benim için. Efendimiz sallallahu vesellem in cennetlikler ve cehennemlikler belli oldu hadisi, bu kapıdan giremeyeceklerin

Yılmaz Dündar 87 de olduğunu gösteriyor. Hadis çok net! Demek ki, Allah dilerse cennete, dilerse de cehenneme gidiliyor. Başka bir Dileyen yok, başka bir varlık yok! Bu hadisi duyunca o zaman işi gücü bırakalım mı? diyenler oluyor. Bu yanlışa düşmemek gerekiyor. Bunu duyunca Rabbimize yönelip Allahım merhamet et, merhamet et; ben giremeyenlerden olmayayım, merhamet et bana ve beni bağışla diye yakarışa, sığınışa başlamak doğru davranıştır. Bağışla; beni kötü rollerden, tanrı rollerinden bağışla, bana tanrı rolü verme, beni tanrılık görevinden al ve illa Allah ı anlayabilen, yaşayabilen, B sırrını kavrayabilen bir görev ver bana Allahım demektir. O görevi, o hayat tarzını nasıl istiyoruz? İhdinas sıratal müstakim. Bir arkadaşımız Hac da birisinden dua istemiş, o da Allah sana sıratal müstakimi nasip etsin demiş. Başka ne desin? O kapıya geldiğinde girebileceklerden ol kardeşim! diyor, daha ne desin? Bu söylediklerimizi [ihdinas sıratal müstakim] Yaradan öğretiyor. Programı yazan, programın sahibi bize menüyü kolayca öğretiyor; böyle yap; ihdinas sıratal müstakim diye bastığın zaman karşılığı bu diyor. Böyle dediğin zaman hiç bilmediğin şeyler bile çıkar ekrana, ama sen yalnızca buna bastığın için çıkar, şifresi budur! Yaradan sana böyle söyle diye öğretiyor! İşte salâtta da onu istiyorsun. İyyake na budu ve iyyake nestaıyn deki o önemli duruşla onu istiyorsun. O duruş İnsan Suresi 30. ayetin kabul ettiğimiz manasının duruşudur! Ma teşaune illa en yeşeallahu duruşu, veccehtu vechiye bakışıdır. Bu duruş, Allah ın düşündüğünün sureti olan B yapının, kendisini Düşünen e dönmesidir, veccehtu vechiye halinin İnsan Suresi 30. ayet idrakıyla yaşanışıdır: Ma teşaune illa en yaşaallahu duruşu; dileyen yok, illa Allah duruşudur! Elhamdülillah, bunu kavrattın, bunu kavramamı diledin ya Rabbi, bunu kavrayanlardan olmamı diledin diyen haldir Şimdi bu duruşla; ihdinas sıratal müstakim diyorsun: Kapı kapalı olmasın, benden tanrılık görevini al, beni o görevden bağışla, girmesi serbest olanlardan olayım... diyorsun. Hazreti Âdem in tövbesini; Rabbimiz nefsimize zulmettik, eğer sen bağışlamazsan ve affetmezsen biz hüsrana uğrarız yakarışını konuşmuştuk. Yasak bir şeyi yapıştan sonra Allahım affet, bir daha yapmayacağım demiyordu. O dua biçimi için yanlıştır dedik. Hazreti Âdem, yanlış olduğu için bir daha yapmayacağım demiyor! Ayetlere ve hadislerde merhamet dileyin var, hep merhamet dileyin geçer. Efendimiz sallallahu vesellem bir hadisinde buyuruyor ki: Benim bildiklerimi bilseniz yerinizde duramazsınız, yatağınızda yatamazsınız. Hepiniz dağlara koşar kaçarsınız, merhamet merhamet diye bağırırsınız. Çok enteresan değil mi? Neden buraları görmezden geliyoruz, neden buraları görmekten korkuyoruz, gerçeği görmekten niye korkuyoruz? Markette elinizde sepet, sepeti dolduruyorsunuz, ama kasayı görmek istemiyorsunuz, kasayı görmekten korkuyorsunuz! Neticede kasaya geleceksin, sepette ne varsa çıkaracaklar! Neden bu hadisi ve benzerlerini görmekten kaçıyoruz? Merhamet istersiniz, merhamet diyor; benim bildiklerimi bilseniz gülemezsiniz bile. O kadar korkarsınız ki, işinizi gücünüzü bırakırsınız, yatamazsınız bile. Gider, dağlara çıkar merhamet merhamet diye bağırırsınız buyuruyor. Demek ki yapılacak tek dua var: Allahım bize merhamet et, Allahım bana merhamet et. Yavrunuzla ilgili dua ediyorsunuz; Allahım yavruma merhamet et. Hatta bir ileri idrakta, lem yelid velem yûled i fark edip seslenirken; yavrum sandığıma merhamet et. Beşer gibi yavrum de, ama onun için merhamet iste! Çünkü Rabbin merhamet ederse mesele bitti demektir. Senin bir şeyler sayman, tarif etmen gerekmiyor. şunu da mı söyleseydim? Söylediğim eksik mi oldu? diye telaşlanman gerekmiyor; sadece merhamet! Diğerleri istenmez mi? Elbette istenebilir. Ama sen İnsan Suresi ndeki bu meali kabul etmişsen o zaman yaşama biçimin değişir! Çok farklı bir hayat tarzı başlar. İnsan Suresi-30 u [dileyen yok, illa Allah] diye kabul edince başlayan; Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bizzat

88 İhlâs Hayat Döngüsü-Sen Tanrı mısın? yaşadığı İslamiyet tir! Kişilerin İslamiyet ten anladıklarını kendilerine göre tarif ettikleri Müslümanlık biçimleri değil, bizzat Efendimiz in anlattığı ve yaşadığı başlar! Bu ayeti fark ettin ve kabul ettiysen böyle olur! Ama hem onu kabul edip, hem de diğerlerini nasıl yapacağım diye düşündüğün zaman, o seni zorlar. Evet, gelelim bir daha yapmayacağım cümlesine. Böyle dediğin zaman ne olur? Rab gücüne yapması için bir hedef koyarsın. Onu yapmalısın ki, Rab Rablığını kanıtlasın ve tanrı tanrılığının cezasını bulsun! Bu dünyada ve devamında/ölüm sonrası hayatında o cezayla karşılaşırsın. Dolayısıyla; dua noktasında en önemli şey, merhamet istemektir; Allahım bana merhamet et ve beni bağışla demektir. Peki, böyle bir yakarış neyi getirir? O ayeti dileyen yok, illa Allah diye anlamak ve merhamet Allahım diye dua etmek teslim olmayı getirir, teslimiyeti getirir. O zaman kişi teslim olmuş olur. Teslimiyet i de doğru anlamak gerekiyor. Bakın, eğer A yapı teslim oldum diyorsa, o bir üst tanrıya teslim olur. Der ki; anladım ben zavallıymışım, gücüm yokmuş, acizmişim, anladım senin istediklerin oluyormuş, sana teslimim Allahım. Bu, bir tanrının kendi dışındaki güçlü bir tanrıya teslimiyetidir, farklı bir teslimiyettir. Yaratılan B halinin teslimiyeti çok farklıdır! İşte ordaki teslimiyet Hasbiyallahu dur. B nin teslimiyeti Hasbiyallahu dur! Ayetlere baktığınızda Allah a teslim olun u sık görürsünüz. Hatta; Eslemtü li Rabbil Alemiyn; âlemlerin Rabbine teslim oldum deyin denir. Onu diyecek olan ilahlığını ilan eden BEN değildir! O derse, acziyetini zavallılığını ilan etmiş olur; zavallıyım, çaresizim, teslim oldum der. Ama B yapısı teslim olursa Hasbiyallahu der. Buradaki teslimiyet biraz önce izah ettiğim; kendisini Düşünen e, O nun merhametine teslimiyettir! O nasıl ifade eder teslimiyetini? Eslemtü li Rabbil Alemiyn, âlemlerin Rabbine teslim oldum der. Çünkü böyle söyleyin diyor, öğretiyor Yaradan: Eslemtü vechiye lillahi; yönümü, yüzümü, idrakimi Allah a teslim ettim, deyin. Hasbiyallahu, la ilahe illa HU, aleyhi tevekkeltü ve HUve Rabbul Arşil Aziym ayeti hayatta kullanabileceğiniz ve sonuçlarını hayretle izleyeceğiniz öyle şeyler çıkarır ki karşınıza! Hani sipariş verir gibi istemeyin dedik ya, istekleriniz sipariş türünden bile olsa, Hasbiyallahu yu deli gibi okursanız sonuçlarına hayret eder, şaşar kalırsınız. Siz sipariş türü bir dua yapmışsınızdır, onun olması için de Hasbiyallahu yu kullanırsınız ve o olur. Ama öyle lütuf yollu olur ki, olan iş sayesinde hakikate ulaşırsınız. Sipariş sizi başka bir yere götürür! Tasavvuf kitaplarında okursunuz tövbenin tövbesi vardır diye, sen de bir şekilde siparişten siparişsizliğe gidersin. İşe siparişle başlarsınız ama, o siparişi elde etmekte kullandığın yöntem teslimiyet olduğu için, Hasbiyallahu Yöntemi olduğu için, siparişle gelen şey sizde öyle bir şeye vesile olur ki, o sipariş kutusundan öyle şeyler çıkar ki, sizi siparişsiz bir hayata götürür. Yaşadığımı, bizzat görüp yaşadığımı söylüyorum. Hasbiyallahu ayeti gibi, okunması önerilen üç şey daha var: Birisi Allahümme lekel hamdü tövbesi, Seyyidül İstiğfar sonrası yapılan tövbe. O hadiste yemin var; sabah üç, akşam üç okuyan vallahi cennete gider diyor Efendimiz. Bu çok önemli bir ipucu; sahih bir hadis ve içerisinde yemin var! Allahümme lekel hamdü la ilahe illa ente rabbiy ve ene abdüke amentü bike muhlisan leke fi diyni inni esbahtü/emseytü ala ahdike ve vadike mestetatü, etubu ileyke min seyyi i ameli ve estağfiruke bizunubilletiy la yağfiruha illa ente. Esbahtü; sabahladım ve emseytü; akşamladım kelimelerini beraber söyleyebilirsiniz. Ya da sabah esbahtü, akşam emseytü diyebilirsiniz. Sabah, Allahım ahdim üzere sabahladım, o hakikat üzere fiiller ve davranışlar sergileyerek sabahladım diyorsunuz. Eğer emseytü derseniz ben işte o fiillerle akşamladım diyorsunuz. Bağışlayacak