Yusuf Bolat (Aluşta, 1909-1986) Ünlü Kırım yazarı Yusuf Bolat, Aluşta şehrinde, fukara bir ailede doğdu. Yusuf Bolat, köy okulunu bitirdikten sonra, Yalta'daki öğretmenler okulunda okudu. Kırım pedagoji enstitüsünün Kırım Tatar dili ve edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra, edebiyat alanında çalıştı. 1939-1941 yıllarında "Sovyet Edebiyatı" dergisinin redaktörü oldu. Y. Bolat'ın edebi yaratıcılığı, 1929 yılında başladı. Savaştan önce o, genellikle piyes yazdı. O devirde Y. Bolat'm bir çok ilginç piyesi basıldı ve sahnelendi; "Toy Devam Ete", "Deniz Dalgasız Olmaz", "Sonki Gece", "Arzı Qız" bunlardan bazıları. Yetenekli genç bestekârlar piyesleri için müzik yazdılar. "İşleyen Dişler" piyesi için Asan Refatov, "Toy Devam Ete" piyesi için Yahya Şerfetdinov, "Arzı Qız" için Yahya Şerfetdinov ile Ilyas Bahşiş müzik yazdı. Bu yıllarda edebi dergilerde Yusuf Bolat'ın "Qoysuz Çoban", "Balta" ve "Tufanda Qalğan Qoy Sürüsü" isimli hikayeleri basıldı. Y. Bolat halk kahramanı Alim hakkında "Alini" romanını yazdı. İkinci dünya savaşından sonra "Saf Yürekler"," Anife", "Sadakat" romanlarını yarattı. Yusuf Bolat'ın yaratıcılığında mizah eserlerinin de ayrıca önemli yeri vardır. Onun "Toy Devam Ete", "İşlegen Tişler", "Dubarah Toy" isimli komedileri büyük ustalıkla yazılmıştır. Yusuf Bolat, kısa mizahî hikâyeler konusunda da usta olmuştur. Onun mizahî hikâyeleri "Tabiatım Öyle" isimli kitabında toplanmıştır. Yusuf Bolat'ın hikâyeleri, hem içerik, hem dil açısından zengin ve ilginçtir. Onun yaratıcılığı millî edebiyatımızın mühim bir kısmını teşkil eder. 1986 yılının 22 Ekim gününde Yusuf Bolat, Özbekistan'ın Taşkent şehrinde vefat etmiştir.
Hikâye BALTA ( qısqartılğan) -Osman! Osman! - dep bağırıştı balalar. Daa şimdi denizge dalganda. OsmaiN da olarnen edi. Qavil etip daldılar, anavı qayağace suv astından yaldaycaq ediler. Amma bundan sofi Osmannm tüsü-eseri körünmedi. - Osman-n! Balalar kerçekten telâşlandılar. - Ora suv anası alıp qaçqandır, - dedi yanıq bet Qurtveli. - Seytablanen de öyle alğan edi. -Sey tabla boğuldı. -Ayttıfimı sen! Boğulğan adam geceleri denizden çıqıp "anay, anay" dep bağırırını? -Eşittifimi? -Eşitkenler bar... Ortalıqnı yaz çillesinin üylenen ekindi arasındaki tınçhğı basqan edi. Deniz bayilip-cayılıp qalğan. Dersin, yuqlay. Lâkin şay olsa da... -Eşitesizmi? - dedi keskin qulaq Qurtveli közlerini kerip. -Anay... Anay... Balalar seskendiler. -Seytabla olsa kerek. -Belki Osmandır... Oran sesine oşay... Suv anası uzun saçlı, adam başlı bir balıq eken. Balalarnı izlep yüre, deyler. -Aysa, qaçtıq! Balalar, ziy-çuv olıp yol tarafqa qaçqanda, denizdeki qayanıfi artından Osmannm quvurçıq saçlı başı köründi. -Ey-ey-ey! Toqtanız, Toqtafhz, qorqaqlar! Osman on-on eki yaşlarında gayet sağlam çımn ve atik bir bala edi. Tabiat ona, kök yüzü kibi, mavi közler, aydan, gülden güzel çere ve yaş fidanlamın ter-tegiz endamını bağışlağan. Bağışlağan amma, bunıfi qarşılığma taliyini mcıtqan. Daa beşikte ekeç, babası, qoşuda attan yıqılıp, ölgen. Atnm tuyağından qapqan tapqanlar...anası, desen bundan beş yıl evelsi keçindi. Osmanğa ana-babasmdan basıq bir dam evcik qaldı. Anda aptesi Esmanen yaşaylar. Kerçek, Süleyman acınm bağmen qoradaş beş yüz kütüklik bağları da bar edi, amma ora anaları sağ olğanda acı, babağa sattı. Osman bir daa suvğa baş urdı ve, suv tübünden yaldap, yalığa kelip çıqtı. Qırq yamavlı toquma ştanını, çilterli keten kölmegini kiyip yol yağasmda pusıp turğan arqadaşlarına barıp qoşuldı. -Çamborlazğa keteyikmi? BALTA (Alıntı) - Osman! Osman! - diye bağırıştı çocuklar. Daha şimdi onlar hep birlikte denize dalarken, Osman da onlarla idi. Sözleşerek daldılar, biraz ötedeki kayaya kadar su altında yüzeceklerdi. Fakat bundan sonra Osman görünmedi. - Osman-n! Çocuklar gerçekten telaşlandılar. - Onu su av ısı götürmüştür, - dedi yanık suratlı Kurtveli. - Seyitabla'ya aynı şey olmuştu. - Seyitabla boğuldu. - Sen ne diyorsun! Boğulan adam geceleri denizden çıkıp da " anne, anne" diye bağırır mı? - Duydun mu? - Duyanlar var... Ortalığı yazın en sıcak dönemindeki öğle ile ikindi arasındaki sıkıntılı hava doldurmuştu. Deniz bayılıp, yayılıp, çalkanıyor. Sanki ki uyuyor. Fakat öyle olsa da... - Duyuyor musunuz? - dedi keskin kulaklı Kurt veli. - Anne... anne... Çocuklar ürktüler. - Seyitabla olsa gerek. - Belki Osman'dır... Onun sesine benziyor... Su anası uzun saçlı, insan kafalı bir balıkmış. Çocukları izlermiş, diyorlar. - O zaman kaçalım! Çocuklar, toz olup yola doğru kaçarken, denizdeki kayanın arkasından Osman'ın kıvırcık saçlı kafası göründü. - Ey-ey-ey! Durun, durun korkaklar! Osman on oniki yaşlarında çok enerjik ve atik bir çocuktu. Tabiat ona gökyüzü gibi mavi gözler, aydan güzel çehre genç fidanların sağlam endamını bağışlamış. Bağışlamış ama, bunun karşılığında talihini de kesmişti. Henüz beşikte iken, babası koşuda attan düşüp ölmüş. Atın ayağından kapan bulmuşlar. Annesi desen, bundan beş yıl önce vefat etmiş. Osman 'a annesi ile babasından basık damlı bir ev kaldı. Orada ablası Esma ile birlikte yaşıyorlar. Gerçi Süleyman Hacı'nın bağının yanında beşyüş ağaçlık bağları da vardı, ama bu bağı anneleri sağ iken Hacı babaya sattı. Osman bir daha suya daldı ve su altından yüzerek, sahile çıktı. Kırk yaması olan dokuma pantolonunu, keten gömleğini giyip yol kenarında sessiz duran ar kadaşlarına katıldı. - Çamborlaza gidelim mi?
-Qayda? -Kirazlıqqa! -Kiraz değende balalarnm ağızmdan silekiyleri aqtı. Elbet de keterler! Lâkin mınavı yanıq bet Qurtveli barmı, mod bir şey kibi, er yerge sumükli burnum soqa. Kene somurdandı: -Keteyik amma, Buğaköterenden, qorqmaysıfuzmı? Allasaqlasm, körecek olsa canımızm, ağızımızdan çekip alır. Buğaköteren Süleyman acınm kayası edi. -Biz xırsızlıqqa ketmeymiz, çamborlazğa ketemiz, cıyılğan tereklerden çöpleycekmiz, - dedi Osman. Balalar, şen-şeramet olıp, başta köpürden, sofi mezarlıqtan keçip, bağçalarğa doğru çamborlazğa kettiler.... Balalar kirazlıqqa barıp çıqtılar. Tiken qoradan başta Osman atladı. En sonunda Qurtveli cesaretlendi. -Olâ-lâ, -dedi o, - kiraznm özü değil, tüsü de qalmağan. Amin! Em kerçekten de, kiraz terekleri ilvanlarmı coyıp, tek bir yeşil tonlarına bürünip qalğanlar. -Yazıq!... Çoq yazıq! Osmannıfi mofilu-mavı közleri terekten-terek dolandılar. -Olâ, Qurtveli, - dedi o quvançnen, - Mınavı közüqaranıfi töpesine bir baqçı! Qara kiraz bu bağçanıfi eri qart, eri yüksek teregi edi. Onıfi dallarındaki top-top qara kirazlar balalarnı özlerine çağırmaqta ediler. Terekke başta Osman çıqtı... Osmannıfi artından başqaları da tırmaştılar. Yerde yanıqbet Qurtveli bir özü qaldı. Osman, ince dallar üstünde qanat kibi telgenip, başta kiyiz qalpağını toldurdı, sofi qoynuna qoya başladı. Endi qoynu da toldı değende, terek tübünden Qurtvelinin telâşlı davuşı yafiğıradı: -Kele! Kele... Buğaköteren kele! Balalar, dallardan aşağı fırlanıp, babam seni, tapsafi -al, qaçıp kettiler. Osman qaçmadı. Ne içün qaçacaq? -Qana, ögüme kel, aydut oğlu aydut! - dep cekirdi ona Buğaköteren. -Aydut sen özüfisin,-dedi Osman. -Babam yol basmadı, adam öldürmedi, men de iç kimsenin malına el tiysetmedim. -Ya qalpağındaki nedir? Çamborlaz. -Çamborlazmı? Aysa, mma sana çamborlaz içün. Buğaköterennifv pudluq yumruğı ardı-sıra başına tüşti. -Nereye? - Kirazlığa! - Kiraz kelimesini duyunca çocukların ağzından sular akmaya başladı. Elbette giderler! Fakat şu yanık suratlı Kurtveli yok mu, çok lâzım gibi, her deliğe bur nunu sokuyor. Yine homurdandı: - Gidelim ama, Buğaköterenden korkmuyor mu sunuz? Allah korusun, bizi görecek olsa canımız ağ zımızdan çekip alır. Buğaköteren, Süleyman Hacı 'nın kâhyası idi. - Biz hırsızlığı gitmiyoruz, çamborlaza gidiyoruz, meyvesi toplanmış ağaçlardan kiraz toplayağız, - dedi Osman. Çocuklar şen şeramet olup, önce köprüden, sonra mezarlıktan geçip, bağlara doğru kiraz toplamaya gittiler.... Çocuklar kirazlığa vardılar. Dikenli çiti önce Osman aştı. En sonunda Kurtveli cesaretlendi. - Ola - la, - dedi o, - kirazın kendisini bırakın, rengi bile kalmamış. Amin! Gerçekten de, kiraz ağaçlarında bir tek kırmızı meyve olmayıp, ağaçlar, yeşil tonlarda idi. -Yazık! Çok yazık! Osman 'in mavi gözlen ağaçtan ağaca dolaştı. - Ulan, Kurtveli, - dedi o kıvançla, - şu gözü ka ranın tepesine bir baksana! -iv;. Kara kiraz, bu bağın en yaşlı, en yüksek ağacı idi. Onun dallarındaki top - top kara kirazlar çocukları yanlarına çağırıyordu. Ağaca önce Osman çıktı... Osman'ın ardından başkaları da tırmandı. Yerde bir tek yanık suratlı Kurtveli kalmıştı. Osman, ince dallar üstünde kanat gibi yayılarak, önce keçe kalpağını kirazlarla doldurdu, sonra koynunu doldurmaya başladı. Koynu da dolunca, aşağıdan Kurtveli 'nin telâşlı sesi patladı: - Geliyor! Geliyor! Buğaköteren geliyor! Çocuklar, dallardan aşağı fırlayarak toz oldular. Osman kaçmadı. Niçin kaçsın ki? -Şimdi önüme gel, haydut oğlu haydut! diye bağırdı ona Buğaköteren. - Haydut olan sensin, dedi Osman. -Babam yol kes medi, adam öldürmedi, ben de kıç kimsenin malına el değdirmedim. - Ya kalpağındaki nedir? -Çamborlaz. - Çamborlaz mı? O zaman al sana çamborlaz için. Buğaköteren in onbeş kiloluk yumruğu, ardı sıra başına inmeye başladı.
Balanın ağızmdan - burnundan qan taştı... Lâkin o yıqılmadı, yerinden teprenmedi, qatıp qaldı. Terekler de, uzaqtaki Çatırdağ da, yer ve kök de baş-ayaq aylandılar. Lâkin, om belgisiz bir quvet ayaq üstünde tuttı. Közleri de yumulmadı, lâkin olarda cansızlıq, cansuvuqlığı peyda oldı. Buğaköteren qanh avuçını ştanına sürtip, qayaday qatıp turğan balağa baqtı. Baqtıqça, yüreği telâşlandı. İster-istemez, bir qaç adım keri çekildi. "Cinasir bala ayaq üstünde öldimi, ne maraz", dep eleslendi. Küneş, niaet, Çatırdağ artına avdarıldı. Qara qarğa ortalıqta qanat kerdi. Qaranlıqlaştı... Şu aqşamı Osmannı arqadaşları cetelep keldiler. O, söylenmedi, ses-soluq çıqarmadı, cansız bir eşya kibi, adımladı. Belki, evlerini de tapamaz edi. -Osman bu sizin, evdir. - dedi arqadaşları ve om azbar qapudan içeri kirsettiler....o kün-bu kün aradan aman-aman üç ay keçti. Bugün Osman birinci kere azbarğa çıqıp, evlerinin qarçığasındaki yalpaq taş üstüne oturdı. Benzi soluq, bedeni salpı. Közleri areketsiz ediler. Birer-ekişer dostları toplanıp keldiler, onı çelik oyunına çağırdılar. Osman olarnı tanımadı, aytqanlarını anlamadı. Yerge qadalğan közlerini kötermeden, öz başına söylendi: -Bugün Özenbaştan emcem kelecek, balta ketirecek. Qısmetimiz baltadan eken.,. Ertesi künü Osman bir özü yalığa ketti, andan bir quçaq pilâki taş ketirdi. Kene dostları toplanıp keldiler. -Osman, bu taşlarnı ne yapacan? -Olarnen balta qayraycam. -Baltan qayda? Bugün Özenbaştan emcem kelecek, balta ketirecek. Qısmetimiz baltadan eken... Tizilip qoyulğan pilâki taş obası kün sayın yükseldi. Çoqqa barmadan onın yanında ekinci bir oba - konserva qutuları peyda oldılar. -Osman, bu qutularnı ne yapacan? -Olarğa suv qoyacam, suvda taş sılatacam, sılaq taşnen balta qayraycam. -Ya baltan qayda? -Bugün Özenbaştan emcem kelecek... Baxtsız Osman bu dünyadan keçse de, o bir dünyağa yetmedi, yarı yolda qaldı. Ep bekledi. Çocuğun ağzından başından kanlar akmaya başladı. Fakat o yıkılmadı, yerinden kıpırdamadı, donup kalmıştı. II. Ağaçlar da, uzaktaki Çatırdağ da yer ve gök de dönmeye başladı. Fakat, onu bilinmeyen bir kuvvet ayakta tutuyordu. Gözleri de yumulmadı, fakat bu gözlerin içinde cansızlık, soğukluk peyda oldu. Buğaköteren kanlı elini pantalonuna sildikten sonra, bir kaya parçası gibi donakalmış çocuğa baktı. Baktıkça yüreği telâşlandı, ister istemez bir kaç adım geriledi. "Çocuk ayakta iken öldü mü ne?" - diye düşündü. Güneş nihayet, Çatır dağ'in arkasına geçti. Kara karga ortalıkta kanat gerdi. Karanlık çöktü... O akşam Osman'ı arkadaşları ziyaret etmeye geldiler. O konuşmadı, cansız bir nesne gibi adım attı. Belki evini bile bulamayacaktı. - Osman, bu sizin eviniz, dedi arkadaşları ve onu bahçe kupasından içeri soktular.... O gün - bu gün aradan neredeyse üç ay geçti Bugün Osman ilk kez avluya çıkıp, evlerinin kar şısındaki yassı taş üzerine oturdu. Rengi soluk, bedeni güçsüzdü. Gözleri hareketsiz idi. Birer birer dostları toplanıp geldi, onu çelik oyununa çağırdılar. Osman onları tanımadı, ne dediklerini anlamadı. Yere dikilmiş gözlerini kaldırmadan kendi kendine söylendi: -Bugün Özenbaş'tan amcam gelecek, balta getirecek. Kısmetimiz baltadaymış... Ertesi gün Osman yalnız başına sahile gitti, bir kucak dolusu çakıl getirdi. Yine dostları toplanıp geldiler. - Osman, sen taşları ne yapacaksın? - Bu taşlarla balta bileyeceğim. -Balta nerede? - Bugün Özenbaş'tan amcam gelecek, balta ge tirecek. Kısmetimiz baltadaymış... Dizilmiş çakıl taş yığını, her gün büyüyordu. Çok zaman geçmeden onun yanında konserve kutularından olan ikinci bir yığın daha oluştu. - Osman, bu kutuları ne yapacaksın? - Onlara su koyacağım, su ile taş ıslatacağım, ıslak taş ile balta bileyeceğim. - Ya balta nerede? - Bugün Özenbaş 'tan amcam gelecek...... Bahtsız Osman bu dünya ile ilişkisini kaybetmiş olsa da, öbür dünyaya varamadan, yarı yolda kalmıştı.
Yoq, ölümni değil, baltasın bekledi. O kün-bu kün, Osman vaqıtnın esabıra qaçırdı. Mıyıqlan sıyarğanını, saqah uzanğanım, dal fidan boylu bir yiğit olğaranı duymay qaldi. Ep balahğmda yaşadı. Aqranları desen, mma sana deliqanlı yiğitler oldılar. Birevleri caylâvğa ketti, qoy baqtı, çoban oldı, ekinci birleri topraq sürdi, tütün saçtı, bostan ekti, bağ-bağça asradı, bazı birleri at aldı, arabacı oldı. Canım, dünyada zenaat azmi ya? Anavı yanıqbet Qurtveli desen, aqça topladı, tükân açtı. Yaşlar gençlik sefasını da sürdiler. Qoşularda at çaptılar, dervizalarda bel tutuştılar, küç ölçeştiler... Kimerde Osmannm yanına çıplaq bacaq balalar toplanıp keleler. -Osman ağa! A Osman ağa! Bu taşlarm ne yapacafi? -Olarnen balta qayraycam. -Baltan qayda? -Bugün Özenbaştan emcem kelecek... -Ya onı öldi deyler de? -Yalan ayta melunlar, öldi degenlernin özleri ölsünler, emcem daa o birisi kün kelip ketti......deniz yalısından kelgen anavı aq saqal qartnı köresizmi? Zavallı dört bükülgen, başı yerge tiyecek, zornen yüre. Zornen yürse de, er kün yalığa bara, taş taşıy. Pilâkitaş. Evelleri quçaqnen taşıy edi, şimdi küçü bir danege yete. Son kene anavı yalpaq taş üstüne otura da, emcesi ketirecek baltanı bekley. Bu adam Osman qartbabadır. Hep bekledi. Ölümünü değil, baltasını bekledi. O gün - bu gün, Osman zamanın hesabını yitirdi. Bıyıklarının bitip, sakalının uzadığını, fidan gibi boylu bir delikanlı olduğunu farketmedi bile. Hep çocukluğunu yaşadı. Akranları ise delikanlı oldular. Bazıları çoban olup, yaylalarda koyun bakmaya gitti, bazıları toprak sürdü, tütün ekti, bostan ekti, bağ bahçe yaptı, bazıları at aldı, arabacı oldu. Canım, dünyada meslek az mı? O yanık suratlı Kurtveli ise, para toplayıp dükkân açtı. Gençler gençliğin tadını da çıkardılar. Koşularda at koşturdular, dervizalarda bel tutuştular, güç ölçüştüler. Kimi zaman Osman'ın yanına çıplak bacaklı çocuklar toplanıp geliyor. - Osman Ağabeyi Ey, Osman Ağabey! Bu taşları ne yapacaksın? - Onlarla balta bileyeceğim. - Balta nerede? - Bugün Özenbaş'tan amcam gelecek... - Ya o, onu öldü diyorlar ya? - Yalan söylüyorlar, öldüğünü söyleyenler ken dileri ölsün, amcam daha geçen gün gelip gitti......deniz kıyısından gelen o sakallı ihtiyarı görüyor musunuz? Zavallı dört kat olmuş, başı yere değecek, zor yürüyor. Zor yürüse bile her gün kıyıya gidip taş toplar, taş taşır. Çakıl taşı. Önce kucak dolusu taş taşırdı, şimdi gücü sadece bir taşa yetiyor. Sonra yine o yassı taş üzerine oturuyor ve amcasının getireceği baltayı bekliyor. Bu adam Osman Dede'dir.